Recep Tayyip Erdoğan* 18. yüzyılın ikinci yarısında, Amerikan ve Fransız devrimleri sonrasında ortaya çıkan Anayasa kavramı, modern bir kavram olarak, yönetimlerin yetkilerini ve vatandaşların haklarını yazılı kurallara bağlamayı, keyfiliği sınırlandırmayı hedefliyordu. Bizdeki anayasa geleneği ise Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, 1. Meşrutiyet ile başladı. 1876 tarihli Kanun-i Esasî, bu topraklardaki ilk anayasal metin hüviyetini taşır. Osmanlı devleti, bugün Anayasa dediğimiz kavram için, “Kanun-i Esasî” terimini kullanmıştı. Osmanlı döneminde anayasa yerine kullanılan “kanun-i esasî” kavramı, anayasanın temel kanun olma niteliğine işaret ediyordu. Nitekim Anayasanın önemi, bir ülkedeki esas, temel kanun olmasından kaynaklanır. Anayasa esas kanundur ve diğer kanunlar anayasaya uygun olmak, anayasanın lafzıyla ve ruhuyla çelişmemek zorundadır. Anayasa, hukuk sisteminin çerçevesini ve prensiplerini tayin eden, hiyerarşinin en üstünde yer alan esas kanundur. Demokratik anayasalar, birbiriyle bağlantılı üç fonksiyonu yerine getirirler. Anayasaların birinci fonksiyonu, devletin temel yapısını ve işleyişini göstermektir. Siyasî sistemin prensipleri, kuralları, yasama, yürütme ve yargı arasındaki ilişkiler, anayasa tarafından belirlenir. Anayasanın bu işleviyle alakalı olarak, bizde, 1921 ve 1924 anayasaları için “Teşkilât-ı Esasiye Kanunu” tabiri kullanılmıştı. Anayasanın ikinci ve asıl önemli fonksiyonu, devlet ile vatandaş arasındaki ilişkilerin çerçevesini çizmesidir. Demokratik bir anayasa, vatandaşların hak ve özgürlüklerini güvence altına alan bir temel haklar rejimini tarif eder. Dolayısıyla devlet adına kullanılacak yetkilerin hukukî sınırlarını da tayin eder. Anayasanın bunlarla bağlantılı üçüncü ve en önemli fonksiyonu, bir toplumsal sözleşme metnine karşılık gelmesidir. Evet; Anayasa, her şeyden önce, bir toplumsal sözleşme metnidir. Demokratik anayasa, devletin toplumsal iradeden bağımsız, aşkın, üst bir varlık olmadığını ortaya koyar. Demokratik anayasaların devlet ile toplum, devlet ile fertler arasındaki ilişkileri hukukî bir düzene bağlaması ve devletin hukukî sınırlarını belirlemesi bu yüzdendir. Anayasa bir sözleşmedir. Her birey bu sözleşmeyle güvence altına alınmış hak ve hürriyetlere sahip- 25 tir. Daha önemlisi, her birey, bu sözleşmenin tarafıdır. Türkiye’de, 1921’den itibaren yapılan Anayasaların temel sorunu da işte bu üçüncü işlevle alakalı olmuştur. Yani, bugüne kadar yapılan Anayasalarda, devletin işleyişi gösterilmiş, devlet vatandaş ilişkilerinin çerçevesi çizilmiş, ama Anayasa’nın bir toplumsal mutabakat metni olma vasfı geride tutulmuştur. İstiklâl savaşı sırasında ve Cumhuriyet’in ilânı sonrasında yapılan 1921 ve 1924 Anayasalarını bir yana bırakırsak, Türkiye’nin çok partili hayata geçtikten sonra iki anayasa yaptığını ve bu iki anayasanın da askerî müdahalelerin ürünü olduğunu görüyoruz. Her iki anayasa da seçilmiş, meşru sivil yönetimler ve parlamentolar tarafından değil, siyasî meşruluk dışında yönetime el koymuş askerî yönetimler tarafından hayata geçirilmiştir. Her iki anayasa da yapıldığı iklim ve yapılış tarzı itibarıyla demokratik meşruluktan yoksundur. (*) Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı. YENİ TÜRKİYE 50/2013 Yeni Bir Türkiye İçin, Yeni Bir Anayasa 1961 Anayasası, demokrasimizin yarım asırdır yaşadığı problemlerin, ana kaynaklarından biridir. 1961 Anayasasının kurumsallaştırdığı vesayet düzeni, anayasa ve devlet geleneğimizde tamiri zor hasarlar bırakmıştır. Bugün yeni anayasa yapım sürecinde karşılaştığımız engellerin çoğu, 61 Anayasasının dayandığı devlet ve siyaset anlayışının neticeleridir. Bu anlayış, 82 Anayasasına da sirayet etmiş, topluma karşı devleti öne çıkaran otoriter gelenek kendisini yeniden üretmiştir. YENİ TÜRKİYE 50/2013 26 Bu ülkede 61 Anayasasıyla ilgili, gerçeklikten uzak, yanlış bir kanaat sürekli gündemde tutulmuştur. Bu kanaate göre, 61 Anayasası bu ülkenin tarihindeki tek demokratik anayasaydı ve “ilerici” bir nitelik taşıyordu. Temelden yanlış bu kanaatin bugün bile belli bir toplum kesiminde inanç derecesinde sahiplenildiğini görebiliyoruz. Şunu açık bir şekilde ve bir kez daha ifade etmek gerekir ki, 61 Anayasasının esas gayesi, devleti siyasetin etki alanının dışına taşıyarak siyaseti güçsüzleştirmekti. Siyaset güçsüzleştirilirken, “anayasal kurumlar” vasıtasıyla otoriter-bürokratik-seçkinci devlet yapılanmasının önü açıldı. Devlet, siyasî meşruiyet alanının dışına taşındı ve temsilî nitelik taşımayan bürokratik iktidar, egemenliğin kullanılmasında parlamentonun, siyasî iktidarların önüne kondu. Tek parti devrinden kalma devlet telâkkisi, demokratik parlamenter sistem içinde bu anayasayla muhafaza edilmeye çalışıldı. Bunun neticesi, siyasetin daralan alanına paralel şekilde temsil kabiliyetini yitirmesiydi. 61 Anayasasının inşa ettiği hukukî-siyasî zemin, toplumsal taleplere dayalı sahici bir siyaseti imkânsız hâle getirdi. 1982 Anayasası, otoriter ve siyaset karşıtı yapılanmayı daha da ileriye taşıdı. Devleti kutsayan, toplumu denetim altına almayı hedefleyen bu anayasa, Türkiye’yi evrensel, demokratik normlardan uzaklaştırarak kendine münhasır, problemli bir siyasî-hukukî düzene mahkûm etti. Yürürlükte olduğu 30 yılı aşkın zaman içinde 82 Anayasası pek çok değişikliğe uğradı. Özellikle 12 Eylül 2010 referandumuyla çok kapsamlı değişiklikler hayata geçirildi. Ancak bütün bu değişiklikler, yeni anayasa ihtiyacını ortadan kaldırmadı. Çünkü 82 Anayasası, başlangıç kısmında müşahhaslaşan otoriter devlet felsefesiyle özünü, ruhunu muhafaza etmektedir. Yeni anayasa ihtiyacı, esasen bu ruhla, bu felsefeyle demokrasimizin daha ileriye yürüyemeyeceği gerçeğinden kaynaklanıyor. Hem 61 hem de 82 Anayasası, temel bir yanlış üzerine inşa edilmiştir. Bu yanlış, otoriter, statükocu zihniyetin neticesidir, “malul” bir toplum algısından kaynaklanmıştır. Her iki anayasayı yapanlar için toplum, mümeyyiz olmayan, isabetli kararlar verme becerisinden yoksun, potansiyel bir tehlike kaynağıydı; dolayısıyla toplumdan gelen taleplerin dizginlenmesi gerekiyordu. Bunun yolu da temsilî demokratik siyaseti zayıflatmaktan geçiyordu. Bu yüzden iki anayasa da “gelişme”yi değil, “koruma”yı öncelikli hedef olarak seçmiştir. Türkiye’nin yeni bir Anayasaya acilen ihtiyaç duyduğu artık çok açık ve net ortadadır. Toplumun her kesimi, yeni bir Anayasa ihtiyacını kabul etmiş durumdadır ve böyle bir beklentinin içindedir. Esasen, Türkiye’nin zaman zaman yaşadığı tıkanıklıkların temel sebebi, bir Anayasa sorunumuzun olmasındadır. Hatta, Türkiye ekonomisinin çok daha hızlı ve istikrarlı büyümesinin, Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada daha aktif bir konumda bulunmasının önünde de Anayasa engeli vardır. 2023 gibi son derece iddialı hedefler belirlemiş, bu hedeflere doğru kararlılıkla ilerleyen bir Türkiye için, yeni, kucaklayıcı, demokratik, özgürlükçü bir Anayasa olmazsa olmaz bir şarttır. Topluma, toplumsal dinamiklere güvenen, toplumsal taleplerin meşruluğu ön kabûlüne dayanan yeni anayasa, demokrasinin ve özgürlüklerin önünü açacak, siyasî rejimin prensiplerinin demokratik gelişimine zemin hazırlayacaktır. Türkiye demokrasisi, özellikle son on yılda derinleşti, güçlendi. Ancak demokrasi-