Untitled - Cengiz Çetintaş

advertisement
1
İKİNCİ İNÖNÜ ZAFERİ
1921 Yılı’nın Şubat ve Mart ayları sakin geçti. Türk Ordusu geçen zaman
içinde gerek sayı ve gerekse nitelik yönünden Yunan Ordusu ile savaşabilecek bir
duruma getiriliyordu. Kuva-yı Milliye birlikleri devamlı olarak düzenli ordu içinde
eritiliyordu. Bir yandan asker almaya devam edilmekte ve bir yandan da yeni
birlikler kurulmaktaydı. Eğitime, eksiklikleri giderme gayretlerine, yiyecek ve
cephane ikmalini düzene koyma işlerine ara vermeksizin çalışılıyordu.
Yunan Ordusu, kuzeyde Bursa Grubu, güneyde ise Uşak Grubu olarak
konuşlanmıştı. Bursa Grubu daha kuvvetliydi. Çünkü düşmanın Eskişehir ve
Ankara’ya ulaşılması için, kuzeyden saldırması daha uygundu. Uşak Grubunda
daha az kuvvet vardı. Türk Ordusu da bu duruma uygun olarak konuşlanmıştı.
Kuvvetlerin çoğu Yunan asıl taarruzunu karşılayacak şekilde kuzeyde, daha az
kuvvet de güneyde bulunduruldu. Kuzeydeki savunma, daha önce de olduğu gibi
İsmet Paşa’nın komutasındaki Garp Cephesi’nin sorumluluğunda, güney
savunması da Refet Paşa’nın komutasındaki Cenup Cephesi sorumluluğunda
olacaktı. Orta bölgede, Kütahya civarında da yedek kuvvetler bulundurulacak ve
gerektiğinde Alayunt ve Çöğürler istasyonlarından demiryolu kullanılarak bu
kuvvetler kuzeye veya güneye kaydırılacaktı.
Yunan kuvvetleri 23 Mart 1921 günü sabahı, Bursa ve ondan üç yüz
kilometre güneydeki Uşak’tan aynı saatte doğuya, Anadolu içlerine doğru
ilerlemeye başladılar. İki bölgede de hava hafif yağmurlu ve soğuktu. Türk
askerleri, kuzeyde İnönü ve güneyde Dumlupınar mevzilerinde bulabildikleri sapı
kırık kazma ve küreklerle siperlerini kazmış, silahlarını yerleştirmiş, hazırlıklarını
bitirmişlerdi. İki buçuk ay önceki Birinci İnönü Savaşındaki o telaş, mevziiye bir an
önce yetişmek için o koşuşturmalardan şimdi eser yoktu. Yunan Bursa Grubu,
harekete geçtiği ilk gün, Türk süvarilerini geriye atarak Yenişehir’i ve İnegöl’ü ele
geçirdi. Güneydeki Uşak Grubu da Türk örtme kuvvetlerini atarak Dumlupınar
mevzilerine ilerledi. 25 Mart 1921 günü akşamına kadar Yunan kuvvetleri,
Bilecik’ten Söğüt’ün kuzeyine, İnegöl’den de Pazarcık’a geldiler. Bunun üzerine
Türk kuvvetleri İnönü mevzilerine geri çekildiler.
Harekâtın ikinci gününde, bütün gözler İnönü Cephesi’nde iken, beklenmedik
bir şey oldu ve Yunanlılar Dumlupınar mevzilerini zorlamaya başladı. Yunan
1.Kolordusu, akşama doğru cepheyi yaracak bir durum aldı. Dumlupınar
mevzilerini savunan 12.Türk Kolordusu, ağır hücumlar karşısında cephenin bazı
kesimlerini kaybetmiş ve savunmanın bütünlüğü bozulmuştu. Kolordu Komutanı
Albay Fahrettin Bey, kolordusunun kuşatılmasını önlemek için 24 Mart 1921 günü
gecesi yirmi kilometre gerideki bir mevziiye çekilmeye karar verdi. Bu kadar ümit
bağlanan Dumlupınar mevzileri, harekâtın daha ikinci gününde elden çıktı. 25
Mart 1921 günü 12.Kolordu, çekildiği bu hatta da tutunamadı ve Cenup Cephesi
Komutanı Refet Paşa’nın emri ile daha doğudaki bir hatta çekildi. 26 ve 27 Mart
2
günleri Yunan birliklerinin ilerleyişi ve Türk birliklerinin geri çekilmesi devam etti ve
27 Mart 1921 günü akşamüzeri Yunanlılar Afyonkarahisar’ı işgal ettiler. Fahrettin
Bey de birliklerini Afyonkarahisar’ın doğusuna çekerek Çay, Bolvadin hattında
yeni bir cephe oluşturdu. Eskişehir-Afyonkarahisar hattını ele geçirmek üzere
hareket eden Yunan Ordusu, böylece hedeflerinden birine ulaşmış oluyordu. Türk
Genelkurmayı ise Afyonkarahisar’ın işgaline fazla önem vermiyordu. Çünkü
stratejik değeri daha fazla olan Eskişehir’i elden çıkartmamak için önce İnönü’de
Yunanlıları yenmeyi, sonra da Afyonkarahisar’a yönelerek ikinci zaferi burada
sağlamayı düşünüyordu.
26 Mart 1921 günü akşamı İsmet Paşa, İnönü mevzileri önlerine gelmiş olan
Yunan kuvvetlerine karşı taarruz emri verdi. Fakat ertesi sabah daha Türk
kuvvetleri taarruza geçmeden bütün cephede Yunan saldırısı başladı. Yunan
taarruzları Türk savunması karşısında gelişme gösterememiş ve öğleden sonra
durmuştur. 27/28 Mart 1921 gecesi çok soğuktu ve herkes yarasını sarmakta,
ertesi güne hazırlanmaktaydı. Kütahya’daki 1.Süvari Tümeni hızlı bir yürüyüşle
savaş alanına yetişti. Yarbay Nazım Bey komutasındaki 4.Piyade Tümeni de
Kütahya’dan üç tren katarıyla gelmişti. 28 Mart 1921 sabahı Yunan kuvvetleri
piyade ateşine başladılar. Bu ateş yarım saat kadar devam etti. Daha sonra cephe
boyunca ilerlemeye başladılar. Metristepe’ye doğru ilerleyen Yunanlılar, saat
15.00’te taarruza başladılar. Şiddetli bir muharebe başladı. Yunan uçakları çok
alçaktan uçarak makineli tüfekleriyle taarruza katıldılar. Akşamüzeri
Metristepe’deki Türk birlikleri düzensiz bir halde çekilmeye başladılar. Tepe
Yunanlıların eline geçti. Cephenin sağ kanadı çökmüş sayılabilirdi. Birlikler
mevzilerde tutunmakta zorluk çekiyorlardı. Kanlısırt ve Metristepe’nin Yunanlıların
eline geçmesiyle, hemen her yerde süngüye dayanan ve yirmi iki kez tekrarlanan
şiddetli Türk karşı taarruzlarının meydana getirdiği sarsıntı ve yılgınlık, Yunan
Komutanlığına bu başarıdan yararlanmaya imkan vermedi. Nihayet İkinci İnönü
Meydan Savaşı, 1 Nisan 1921 akşamı İnönü mevzilerinde, İsmet Paşa'nın
komutasındaki Garp Cephesi kuvvetlerinin zaferi ile sonuçlandı ve Yunan
kuvvetleri Bursa istikametine doğru geri çekildiler.
İkinci İnönü Zaferinden sonra, Afyonkarahisar’a kadar ilerlemiş Yunan
kuvvetlerinin durumu da güçleşti ve hemen Uşak’a doğru geri çekilmeye
başladılar. Garp Cephesi kuvvetlerinin bir bölümü de Eskişehir üzerinden
Kütahya’ya ve Altıntaş’a yönelerek Afyonkarahisar’ın doğusunda bulunan ve geri
çekilmeye başlayan Yunan Uşak Grubu’nun geri çekilme yolunu kesmek üzere
demiryolu ile Refet Paşa’nın emrine verildi. Yunan Ordusu Komutanı Papulas,
İnönü'deki yenilgiden sonra, güneydeki tehlikenin farkındaydılar. Buradaki Yunanlı
Komutan İnönü'deki yenilgi haberini alır almaz, Ordu Komutanından gelecek olan
çekilme emrini beklemeksizin askerlerini Dumlupınar'a doğru çekmeye karar verdi.
Savunulması kolay, doğal bir mevzii olan Dumlupınar'ın, Yunanlıların elinde
kalması çok sakıncalıydı. Bu zamana karşı bir savaştı. Dumlupınar‟a daha önce
gelen ordu, diğerine karşı önemli bir üstünlük sağlayacaktı. Bu nedenle Yunanlılar
3
7 Nisan 1921 günü on iki gün işgal ettikleri Afyonkarahisar‟ı boşaltarak,
Dumlupınar'a doğru geri çekmeye başladılar. Akşamüzeri Türk askerleri
Afyonkarahisar'a girdiler.
Refet Paşa bunu öğrenir öğrenmez, avını elinden kaçırdığı duygusuna kapıldı
ve İnönü Cephesi'nden gelecek olan diğer kuvvetleri beklemeden, elindeki üç
tümenle taarruza karar verdi. 8 Nisan 1921 günü tümenler Kütahya‟dan hareket
ettiler ve Altıntaş Ovası'nda toplandılar. 12.Kolordu da Afyonkarahisar'dan hareket
etti. Öğleden sonra Yunan birliklerine rastlayıp, çarpıştılar. Fazla bir ilerleme
olmadı ve akşam karanlığı ile birlikte harekât durdu. Refet Paşa'nın kuvvetleri ile
Fahrettin Bey'in kuvvetleri arasında henüz bir bağlantı sağlanamadı. Fahrettin
Bey'in tümenleri de Yunan kuvvetlerinin peşinden batıya doğru ilerlemekteydi. İki
süvari tümeni, Dumlupınar mevzilerinin, dolayısıyla Birinci Yunan Kolordusu'nun
arkasına inmesi için, Murat Dağı geçitlerinden Banaz'a gönderildi. Bir piyade
tümeni, Dumlupınar mevzilerinin sol kanadını tutan Yunan alayına, bir başka
piyade tümeni ise, Yunan çekilişini korumakla görevli alaya hücum edecekti.
Fahrettin Bey'in Kolordusu da Afyonkarahisar'dan batıya doğru hızla ilerliyordu.
Birinci Yunan Kolordusu kıskaca girmek üzereydi.
9 Nisan 1921 günü sabahleyin erkenden Refet Paşa kuvvetleri taarruza
geçtiler. Yunanlıların durumu iyice tehlikeye girmişti. Afyonkarahisar‟dan gelen
12.Kolordu‟nun yavaş hareket ettiğini gören Yunan Komutanı, 12.Kolordu'ya karşı
bir alay bırakarak, iki alayı ile hızla Dumlupınar'a koştu ve yaklaşan Türk tümenine
taarruz etti. Bu beklenmedik cesur taarruz, Türk Cephesi'ni dalgalandırdı.
Taarruza uğrayan Türk Tümeni geri çekildi. Bu sayede zaman kazanan Birinci
Yunan Kolordusu, çekilmeyi sürdürdü. Fakat artık geç kalınmıştı. Yunan kuvvetleri
Aslıhanlar bölgesinde mevzilerine yerleştiler ve Uşak'tan takviye kuvvetler aldılar.
Bu güçle Yunanlılar taarruza geçtiler. Akşama kadar karşılıklı hücumlar ve süngü
savaşları ile devam eden mücadele, iki tarafa da ağır kayıplar verdirmişti. Bu
arada 12.Kolordu kuvvetleri de Aslıhanlar'a ulaştılar. 10 Nisan 1921 günü de
savaş, karşılıklı taarruzlarla akşama kadar sürdü, ama bir sonuç alınamadı. Refet
Paşa, Yunanlıların kuvvetli bir savunma yapacaklarını ve parça, parça gelen
yorgun kuvvetlerle taarruz edilemeyeceğini anlamıştı. Tersine, İnönü yenilgisinin
acısını çıkartmak için büyük bir Yunan taarruzu bile olabilirdi. Refet Paşa'nın
önerisi üzerine Genelkurmay taarruzun durdurulması için emir verdi. Ertesi gün
sakin geçti. iki taraf mevzilerinden dışarı çıkmadılar. Gece yarısı Yunanlılar
Aslıhanlar mevzilerinde kuvvetli artçılar bırakarak daha gerideki Dumlupınar
sırtlarına çekildiler. 12 Nisan 1921 günü, bu çekilmeden habersiz, Türk kuvvetleri
de savunma durumu aldı. Aslıhanlar Savaşı olarak adlandırılan ve beş gün süren
savaş böylelikle sona erdi.
Cenup Cephesi Komutanı Refet Paşa, Yunanlıların Aslıhanlar
mevzilerinden, Dumlupınar sırtlarına doğru çekildiklerini öğrenince tekrar taarruz
emri verdi. 13 Nisan 1921 günü Türk birlikleri, Aslıhanlar’da artçı olarak bırakılan
4
Yunan birliklerini önüne katarak Dumlupınar mevzilerine kadar ilerledi. Savaş 13
Nisan’dan, 15 Nisan’a kadar üç gün sürdü. Çoğu İnönü cephesindeki savaşa
katılmış, eksiklerini ve kayıplarını bile daha doğru dürüst giderememiş, hatta
cephesini bile tamamlayamamış, yorgun birliklerle yapılan Türk taarruzları, yeni
kayıplardan başka bir sonuç vermemiştir. Sarp ve çalılık, taarruza zorluk veren bir
arazide kuvvetli Yunan mevzilerini ele geçirmek mümkün olamamıştır. Bu savaşta
da başarı, Aslıhanlar Savaşı’nda olduğu gibi, Yunanlıların olmuştur. Kütahya,
Eskişehir ve Afyonkarahisar‟da 23 Mart 1921 günü başlayan mücadele, 16 Nisan
1921 günü Dumlupınar sırtlarında sona erdi ve her iki taraf ta büyük kayıplar verdi.
Kuzeyde İnönü‟de Yunanlılar acı bir yenilgi aldılar, fakat güneyde Dumlupınar‟ı
ele geçirdiler ve elde tuttular.
24 MART 1921: MİLLİ SAVUNMA BAKANI FEVZİ PAŞA’ NIN, YUNANLILARIN
TEKRAR TAARRUZA BAŞLADIKLARINA DAİR BEYANATI
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 11.Birleşim, Gündem: 7/2)
Yunan kuvvetleri bir gün önce Bursa ve ondan üç yüz kilometre
güneydeki Uşak’tan aynı saatte doğuya, Anadolu içlerine doğru
ilerlemeye başladılar. Türk askerleri, kuzeyde İnönü ve güneyde
Dumlupınar mevzilerinde bulabildikleri sapı kırık kazma ve küreklerle
daha önceden siperlerini kazmış, silahlarını yerleştirmiş, hazırlıklarını
bitirmişlerdi. İki buçuk ay önceki Birinci İnönü Savaşı’ndaki o telaş,
mevziiye bir an önce yetişmek için o koşuşturmalardan şimdi eser yoktu.
FEVZİ PAŞA (Milli Savunma Vekili): Efendim, Yunanlıların bir hayli zamandan beri
beklemekte olduğumuz taarruzları dün başlamıştır. (kahrolsun sesleri) Tabii buna
karşı lazım gelen tertibatı biz de aldık ve muharebenin muhtelif safhaları henüz
başlamadığı için müsaadenizle burada fazla tafsilat vermeyeceğim. Yalnız
düşmanın hangi mıntıkalarda taarruz etmekte olduğunu arz edeceğim, bunda bir
mahzur yoktur. Düşman bütün cephelerde taarruza geçmiştir. Evvela Sarayköy
güneyinden küçük bir kuvvetle taarruza geçmiş, büyük bir kol ile Uşak'tan İslam
Köyü’ne doğru hareket etmiştir. Dünkü vaziyet böyledir. Diğer bir kol ile İnegöl'e
yürüdü, diğer bir kol ile Yenişehir'e yürüdü ve diğer bir kol ile İznik'e yürüdüler.
Bundan başka çetelerle Sapanca’ya doğru harekâta devam ettiler ve Sakarya'ya
doğru Adapazarı kuzeyinde harekâta başladılar. Bu şekilde bütün cephede,
kuzeyden, güneye kadar taarruza geçtiler. Bunların dünkü hareketleri İznik,
Yenişehir, İnegöl batısında ilerledi. Bir alay kadar kuvveti Köprühisar'a geldi, ateş
ile geri atıldı. Diğer bir tümen kadar kuvvet, kuvvetlerimizle temasa geçti, akşama
kadar tevkif kuvvetlerimiz o kuvveti yayılmaya mecbur etti. Vakit kazanıldı, geri
çekildiler. Diğer bir Yunan kuvveti İnegöl'den ilerledi. Onu da topçumuz yaymaya
mecbur etti. Dünkü vaziyette İnegöl'den ilerlemelerini durdurduk. Bu sabah bu
hattan doğuya doğru hareketlerine devam ettiler. Bir kısım kuvvetle Köprühisar ve
5
kuzeyindeki mevzilerimize yanaştılar, topçu muharebesi başladı. Diğer bir kol
Nazifpaşa mevkiine yanaşıyordu, orada da topçu muharebesi oluyordu. Güneyden
İslam Köyü'nden gelen bir koldan başka, bunun güneyinden üç kol ile düşman
kuvvetleri Dumlupınar mevzilerinden taarruza geçtiler. Fakat henüz muharebe
başlamamıştı. Şimdi muharebenin safahatını anlamakla uğraşıyordum, rapor
alamadık. Fakat bu taarruz büyük bir cephede başladığı için şüphesizdir ki
günlerce sürecektir. Ümit ederim ki gelecek hafta Milletimiz için inşallah hayırlı
haberler veririm. (inşallah, Allah muvaffak etsin sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Celseyi kapatıyorum. Cumartesi günü saat
1
ikide toplanır, devam ederiz.
2 NİSAN 1921: MİLLİ SAVUNMA BAKANI FEVZİ PAŞA’ NIN, İKİNCİ İNÖNÜ
SAVAŞI HAKKINDAKİ BEYANATI
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 15.Birleşim, Gündem: 5/1)
Yunan kuvvetleri 23 Mart 1921 günü sabahı, Bursa ve ondan üç yüz
kilometre güneydeki Uşak’tan aynı saatte doğuya, Anadolu içlerine doğru
ilerlemeye başladılar. İkinci İnönü Meydan Savaşı, Yunan Bursa Grubu'
nun hareketi ile başladı, Bir hafta süren mücadele 1 Nisan 1921 akşamı
İnönü mevzilerinde, İsmet Paşa'nın komutasındaki Garp Cephesi kuvvetlerinin zaferi ile sonuçlandı. Milli Savunma Bakanı Fevzi Paşa bu Zaferi
Meclise duyurdu. Dumlupınar önlerinde savaş hala devam ediyordu.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Celse açılmıştır Efendim. Söz Milli Savunma
Vekili ve Genel Kurmay Başkan Vekili Fevzi Paşa Hazretlerinin.
FEVZİ PAŞA (Milli Savunma Vekili ve Genel Kurmay Başkan Vekili): Londra
Konferansına davet edildiğimiz sıra Yüce Heyetinize açıklamalarda bulunmuştum.
Düşmanlarımızın son defa olmak üzere bir kere daha askerlikçe muvaffakiyet elde
etmek isteyeceklerini ve hazırlıkta bulunduklarını arz etmiştim. Malumatınız
olduğu gibi Konferans, Yunanlıların engellemesi ile neticelenemedi. Bunu askeri
muvaffakiyetle telafi etmek istediler. Takriben on bir gün evvel Sakarya ağzından
Menderes Vadisine kadar dört yüz kilometrelik cephede yüz bin kişilik bir ordu ile
taarruza geçtiler. Bu ordunun altı piyade ve bir süvari tümeni Bursa ve İnönü
Cephesinden ve kuzeyden, üç piyade ve bir süvari tümeni Uşak-Afyonkarahisar
hattı güneyinden taarruz ediyorlar. Tabii buna karşı bizim yaptığımız tertibatımızı
aldık. Düşman pek ümitli bir surette ilerlemeye başladı. Muharebeyi nerede kabul
edeceğimizi bilmediği için harekâtında tereddütlü görünüyordu. Efendiler,
düşmanlarımızın planı, bizi dört beş gün içerisinde tamamıyla mağlûp edip, Sevr
1
TBMM Zabıt Ceridesi (24 Mart 1921), 1.Dönem, c.9, s.229-230, http://www.tbmm.gov.tr/
6
Antlaşmasını ve belki de daha ağır bir antlaşmayı cebren kabul ettirmek idi.
(kahrolsun sesleri) Dört beş gün içinde Eskişehir'e gireceklerini ve bir aya kadar
Ankara'ya girip büsbütün Anadolu'yu istila edeceklerini bildiriyorlardı. Bütün
kurdukları plan, bizim ordularımızı büyük çevirme hareketleriyle, büyük baskılarla
ve büyük bir kuvvetle Anadolu'nun asıl içinden ayırıp batıya doğru atmak ve
Ordumuzu tamamıyla mahvetmek, ondan sonra önlerinde müdafaasız kalacak
olan Anadolu'yu kolaylıkla istila etmekti. Bunu gerek düşmanın harekâtından ve
gerekse evvelce alınan malumattan anlayan Kumandanlık lazım gelen tertibatı
aldı. Cephe kanatlarını daima kuvvetli bulunduruyordu ve çevirme harekâtına
karşı büyük süvari kıtalarıyla hareketi düşünüyordu. Filhakika Dumlupınar
mevziine yapılan ilk taarruzda iki piyade ve bir süvari tümeniyle Afyonkarahisar
arasına girmek istediği görüldü. Buna karşı orada bulunan süvarilerimiz daima
işgal mahiyetinde hareket ettiler. Düşman hiçbir şey kazanamadı. Hatta bunu
resmi tebliğlerinde, Milli Ordu kati muharebe kabul etmeyerek bizi yormak istiyor,
ama biz kendilerine lazım gelen dersi vereceğiz, diye yazıyordu. Bu suretle
düşmanlarımızın taarruz planları muvaffakiyetsizliğe uğradıktan sonra bizim
Orduyu mağlup ve perişan etmek fikri suya düştü. Bu muhabere bizim de arzu
ettiğimiz gibi İnönü mevzilerinde vuku buldu. Yunan tarihinde emsali görülmemiş
olan yedi gün, yedi gece devam eden muharebelerde düşman mağlubiyete uğradı
ve geri çekildi. (alkışlar) Bugün Söğüt ve Bozüyük tamamıyla elimize geçmiş,
düşman Pazarcık, Bilecik'e doğru geri çekilmiştir. Bu suretle düşmanlarımızın
mağlubiyetine sebep olan doğrudan doğruya askerlerimizin kudret, cengaverlikleri,
subay ve kumandanlarımızın manevra kabiliyetinden ibarettir.
NEŞET BEY (Üsküdar): Paşam, senin de imanın...
NECİP BEY (Ertuğrul): Allahın da lütfü...
FEVZİ PAŞA (Devamla): Malumunuzdur ki düşman bu muharebeyi kati bir
safhaya getirmek ve mutlaka galip gelmek arzusuyla uğraşıyordu. Hatta
Başkumandanları Papulas Karaköy'e kadar gelmiş ve alaylarını birbiri arkasından
hücum ettirmiş ve daima yanlarımızdan taşarak, bir taraftan gerilerimize doğru
sarkmak planını takip ettiği halde, bir taraftan ihtiyat kuvvetleriyle merkezimizi iki
tümen kuvveti ile yarmak istemiştir. Başkumandanının gözü önünde muharebe
eden Yunanlılar kabiliyetlerini son derecedeki fedakarlıklarını ispat etmişlerdir.
Lakin bunların gayretleri, yılmaz olan Türk safları önünde tamamıyla kırılmıştır.
(alkışlar) Geri çekilen düşman üzerine tayyarelerimiz tarafından bombalar atılmış
ve bunların gerilerine de süvari kuvvetlerimiz sevk olunmuştur. Bugün efendiler,
Bozüyük'e kadar trenlerimiz işlemeye başlamıştır. Buraya kadar arz ettiğim safha
birinci safhadır. Düşmanın bir kısmının mağlubiyetiyle neticelenmiştir. Bundan
sonra ikinci safhaya geçiyoruz. Müsaadenizle bundan bahsetmeyeyim. Henüz
askeri harekât devam ediyor. Fakat Cenabı hakkın daima haklılara yardım ettiğine
iman ettiğimden, ümit ederim ki kati netice bizim tarafta bulunması lazım
gelecektir. Yalnız şunu da arz etmek isterim ki bu muharebede bütün Milletin
7
göstermiş oldukları, özellikle yaralılarımıza ve askerlerimize bütün Milletin el
birliğiyle yaptıkları hizmet ve yardım şayanı takdirdir. Hatta silah ve cephane
taşıyan bazı deveciler dahi para almak hususuna tenezzül etmeyerek, biz para
almak için değil Vatan için çalışıyoruz, diye para almıyorlar. Millet bu dereceye
kadar muharebeye yardımcı bulunuyor. (bravo sesleri) Muharebeye devam etmek
için Anadolu'nun sinesinden kopup gelen yardım kolları hepinizin gözü önünde
sevinçle gidiyorlardı ve bunun daha arkası alınmamıştır. Düşmanlarımız bu harbi
bir ayda bitireceklerini zannediyorlardı. İnşallah onların zannettiği zamanda
bitecektir. Fakat bizim lehimize bitecektir. (alkışlar)
(Genel Kurul sevinçten ve mutluluktan coştu. Milletvekilleri söz aldılar. Fevzi Paşa’ya ve
Orduya teşekkürlerini ve şükranlarını sundular. Fevzi Paşa da iltifatlarından dolayı
onlara teşekkür etti. Her gün tartışan, birbirleriyle mücadele eden Meclis, bir anda tek
bir vücut, tek bir yürek olmuştu. Kayseri Milletvekili Âlim Efendi tarafından dua
okundu.)
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Eskişehir): Reis Bey, bir önerge vardır.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, bir önerge vardır.
TBMM Başkanlığına
Milli istiklal ve kurtuluşumuzun temini yolunda bilhassa bu defa
vatanperver hizmetlerinden dolayı Milli Savunma Vekili Fevzi Paşa
Hazretlerinin bir derece rütbe terfi verilmesi hususunu teklif ederiz. 2 Mart 1921
Üsküdar Mebusu
Neşet
Saruhan Mebusu
Avni
Lazistan Mebusu
Osman Nuri
Mersin Mebusu
Yusuf Ziya
Yozgat Mebusu
Ahmet
Ertuğrul Mebusu
Ahmet Hamdi
(çok uygun, kabul sesleri)
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurunuz, önerge kabul
edilmiştir. Fakat bunun muamelesi vardır. Bu muamelenin tamamlanması için
1
Hükümete gönderelim.
1
TBMM Zabıt Ceridesi (2 Nisan 1921), 1.Dönem, c.9, s.321-330, http://www.tbmm.gov.tr/
8
4 NİSAN 1921: YUNAN ZULMU HAKKINDA VERİLEN SORU ÖNERGESİNİN
GÖRÜŞÜLMESİ VE DIŞİŞLERİ BAKAN VEKİLİ AHMET MUHTAR BEY’İN
CEVABI
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 16.Birleşim, Gündem: 6/2)
Yunanlıların ikinci ileri harekâtında da ilk harekâtta olduğu gibi
silahsız ve savunmasız Türk halkına karşı yapmış oldukları vahşet ve
zulümler çok fazladır. Yunan askerlerinin bu zulmünde İtilaf devletlerinin
de katkıları olduğu göz ardı edilemez. Özellikle İngilizlerin tahrik ve
kışkırtmasıyla hareket eden Yunanlılar, destekledikleri Anadolu
Rumlarının meydana getirdiği çeteler vasıtasıyla katliam ve tecavüz
hareketlerine geri çekilirken de devam etmişlerdir.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Trabzon Mebusu Nebizade Hamdi
Bey’in Dışişleri Vekiline bir soru önergesi var. Dışişleri Vekâleti de hemen bugün
cevap vermeyi arzu ediyor. Soru önergesi okunsun, Muhtar Beyefendi cevap
vereceklerdir. (pekâlâ sesleri)
AVNİ BEY (Saruhan): Harp hakkında da izahat versinler.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bunu evvelce söyleyeydiniz, Fevzi Paşa
Hazretleri cevap verirlerdi. Kendileri burada yoktur.
TBMM Başkanlığına
Yunanlıların gerek işgalleri altında bulunan ve gerek daha sonra harp ve
geri çekilme sahalarını teşkil eden arazimizde icra ettikleri ve hâlâ da etmekte
bulundukları zulüm ve tahribatın mümkün mertebe önüne geçilmek üzere ne
gibi siyasi ve diplomatik tedbirler alınmış olduğunun Dışişleri Vekâletinden
cevaplanmasını teklif ederim.
Trabzon Mebusu
Nebizade Hamdi
NEBİZADE HAMDİ BEY (Trabzon): Efendim, vakit geç. Birkaç kelime
söyleyeceğim. Mondros Ateşkesinden beri ne vakit Avrupa'ya karşı hakkımızdan
başka bir şey istemiyoruz dedikse, onlar devamlı Ermeni meselesini başımıza
vurdular. Ermenileri tehcir ettiniz dediler. Ondan evvel geçmiş olan hadiseleri hiç
hatırlamadılar ve düşünmediler ki ne Erzurum, ne Van ve ne de Bitlis kalmıştır.
Oradaki Müslümanlar perişan olmuştur. Onları düşünmediler. Bugün aynı hadise
karşısında bulunuyoruz. Yunanlılar işgalleri sahasında bulunan yerlerde yapmadık
zülüm bırakmadılar. Kesiyorlar, ırza, mala tecavüz ediyorlar, tahribat yapıyorlar.
Hepimiz işitiyoruz, ne Bilecik kalmış, ne Söğüt kalmış, ne türbelerimiz kalmış ve
ne de mescitlerimiz kalmış. Hiç bir şey kalmamıştır. Geri çekilirken tahribat
yapıyorlar. Bu yaptıkları tahribata karşı elbette Millet intikamını alacak. Fakat
Ordumuzun varamadığı yerler vardır ve oradaki kardeşlerimizi düşünmek
mecburiyetindeyiz. Bunlara karşı ne yapmalıyız? Halkımızın fevkalade galeyan ve
9
heyecanda olduğunu ve işgal sahasından atılan düşmanların arkasından gidecek
olan Ordumuzla beraber yerlerine varacak olan ahalimizin bu intikamı almak için
yapacaklarının mesuliyetini kabul edemeyeceğimizi Avrupa'ya bildirmektir. Halk
Ordunun arkasından gidince evinin yıkılmış olduğunu, camimin yok olduğunu
görürse yapacağını bilir ve yapar. Bunu Avrupa'ya bildirmeli. Dışişleri
Vekâletinden bunu soruyorum.
AHMET MUHTAR BEY (Dışişleri Vekâlet Vekili): Efendiler, Yunan Ordusunun son
taarruzunda ve onu takip eden günlerde Müslüman ahaliye yaptığı zulüm
hakikaten yürek parçalayıcıdır. Daha önceki Yunan zulmü hakkında İtilaf
devletlerine protesto gönderdiğimizi arz etmiştim. Bizi Londra Konferansına davet
ettikten sonra bu haince hareketi tertip eden İngilizlerin, bu himayesinden yüz
bulan Yunanlılar şimdiye kadar kendileri haince hareketlerin en şiddetlisini
tatbikten çekinmemişlerdir. Yunan orduları kafalarını çarparak kırıldığı İnönü
mevziine gelinceye kadar geçtikleri yerlerde birçok Müslüman köylerini yakıp
yıktıkları gibi bu defa da çekilirken ahaliyi katlediyorlar ve bütün köyleri yakıyorlar.
Hatta Söğüt ile Yenişehir arasında bulunan köyleri ve bunların içerisinde bulunan
bütün camileri yakıp yıkmışlardır. (kahrolsun sesleri) İnşallah Ordumuz azim ve
şiddetle takip ettiği maksadını elde ettikten sonra, bu vahşi cinayetleri yapanları
eğer ele geçebilirse, failleri hakkında aynı şiddet ve tedbirleri alacağına şüphe
yoktur. Fakat o mesut anın meydana gelmesine kadar Hükümet de tabii kendisine
ait olan siyasi vazifeleri yapacaktır. Bunun için Londra Konferansına gönderilmiş
olan Delege Heyetimize ve İtalya'da bulunan siyasi temsilcilerimize, bu vahşi
cinayetleri şiddetli bir şekilde protesto etmeleri için lazım gelen tebligat derhal
yapılmıştır. Eğer Yüce Heyetiniz uygun görürseniz, tutanağa geçmesi ve bütün
halk ve bütün Dünyanın görmesi için bunlardan bazılarını okumak isterim. (hay
hay sesleri) Hatta bunların nasıl şeytanca tertipler kurarak bizi tuzağa düşürdükten
sonra, Yunanlıları aleyhimize taarruz ettiren ve cephe gerisi hizmetleri kendi
askerine veren İngiliz Dışişleri Nezaretine yazmış olduğum şiddetli protestoyu
okumak isterim. (dinleyelim sesleri)
Bekir Sami Bey’e
Genel Kurmay’dan gelen bir tezkerede, Kasaba Kazası eski Ceza Reisi
Hasan ve Müftü Basri efendileri Yunan Kumandanı huzuruna bizzat çıkartarak,
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ile Osmanlı Hükümetinin zulmünden bahseden
ve Yunan Ordusundan memnun olduklarını ifade eden bir yazı alındığı, ifade
edilmektedir. Kasaba’nın işgali sırasında Yunan çetelerinin taarruzlarına
uğramadıklarına dair diğer bir yazıyı da zorla, şiddetle ve rızaları olmadan imza
ettirilmiş olduğu ve buna uymayan masum Müslüman ahalinin hapis ve çeşitli
zülüm ve işkenceye maruz kalmakta bulunduğu bildirilmektedir.
Öteden beri devam ede gelmekte olan bu zülüm ve işkence siyasetinin,
bilhassa son zamanlarda böyle şiddet ve zor ile elde edilen yazılarla Londra
10
Konferansında hak kazanmak emeliyle çok fazla yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu
hususun İtilaf hükümetleri ve tarafsız hükümetler nezdinde tesirli bir şekilde
protesto edilmesi rica olunur. Bu hadiseler, İtilaf devletlerinin İzmir için
halkoylaması usulüne bizi razı etmeye çalışmakla nasıl bir tuzak
hazırladıklarını kâfi derecede ispat etmektedir. 28 Şubat 1921
Dışişleri Vekili
Ahmet Muhtar
AHMET MUHTAR BEY (Devamla): İstihbarata dair meselelerde birçok şeyler
vardır, isterseniz okuyalım. (hay hay sesleri)
Bekir Sami Bey’e
Zorla Müslüman ahaliden yazılar almaktadırlar. Fransızların Müslüman
ahaliye reva görmekte oldukları pek hunharca zulümler hakkında haberler
almaktayız. Bu haberler burada gerek Büyük Millet Meclisince ve gerek bütün
Anadolu halkınca heyecanı sebep olmaktadır. Bu kötü vaziyete biran evvel
nihayet verilmesi hususunda orada icap eden makamlara tesirli teşebbüslerde
bulunulmasını rica ederim. 1 Mart 1921
Dışişleri Vekili
Ahmet Muhtar
EMİN BEY (Ergani): Nisanda yazılmış bir şey var mı Efendim?
AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Var, efendim. Rumeli muhacirlerinin
mülklerinin muhafazası hakkında Saruhan Mebusu Avni Bey’le arkadaşları
tarafından verilen önerge ve Batı Trakya Heyeti adına Sabuncuzade Bedrettin
imzalı mektup gönderilerek, bu mesele hakkında dikkat çekilmiştir.
Sabuncuzade’nin mektup özeti şöyledir.
Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
Delege Heyetimizin Londra Konferansında hudutlarımız hakkında
verdikleri beyanatta, Rumeli’ye ait kısmında 1913 hududunun esas
gösterilmesi ve Batı Trakya'ya dair bir açıklık olmaması bizi şu hususu arz
etmeye mecbur eyledi. İstanbul Antlaşmasıyla Anavatandan zorla ayrılan üç
yüz bin Türkün yaşadığı Dedeağaç ve Gümülcüne sancakları Türktür ve
ebediyen Türk kalacaktır. Bugünkü Milli Anadolu üç yüz bin öz Türk kardeşini
feda edemez. Paşa Hazretleri Trakya bölünmez bir bütündür. Bu iki sancak
Anavatana iltihak için tekrar birçok kanlar dökecek ve bunun mesuliyeti Türkün
hakkını vermeyen Batı’ya ait olacaktır. Avrupa, Dedeağaç ve Gümülcüne'nin
doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine katılmasını kabul
edemiyorsa, idare şeklinin tayinini kendisine bıraksın.
Batı Trakya Ahalisi adına
Sabuncuzade Bedrettin
11
Bekir Sami Bey’e
İzmir’de ve Yunanistan'da bulunan esirlerimizin aç bırakıldıkları,
güçlerinin üstünde ağır işlerde çalıştırıldıkları ve birer birer öldürülmekte
oldukları ciddi kaynaklardan haber alınmış olduğu Genel Kurmay’dan
bildirilmektedir. Esirlerimizin bu kötü vaziyetlerden kurtarılmaları için icap eden
teşebbüslerde bulunarak neticenin mümkün olan süratte bildirilmesi rica olunur
Efendim. 13 Mart 1921
Dışişleri Vekili
Ahmet Muhtar
Bekir Sami Bey’e
Genel Kurmay’dan edindiğimiz şu haber, malumat olarak arz olunur.
Alınan istihbarata göre Yunan Hükümeti tarafından Venizelos taraftarları
aleyhinde ilan edilen sıkıyönetimin icraatı Müslümanlar aleyhine çevrilmiş ve
Tekirdağ, Çorlu, Uzunköprü, Dimetoka, Kırklareli ve bu gibi yerlerdeki
Müslümanların birçoğu tevkif edilerek Edirne'ye sevk olunmuştur.
Yunan Hükümetinin bu yaptıklarına misilleme olarak üstü kapalı bir
protestonun iyi tesir bırakacağı muhtemel olmakla bilgilerinize arz olunur
Efendim. 13 Mart 1921
Dışişleri Vekili
Ahmet Muhtar
AHMET MUHTAR BEY (Devamla): İngiltere Hükümeti Dışişleri Nezaretine
gönderilen 31 Mart 1921 tarihli notayı okuyorum.
İngiltere Dışişleri Nezareti Yüksek Makamına
Londra Müzakereleri sırasında İtilaf devletleri tarafından sözü edilen
teklifi Yunan delegelerinin kabul etmemeleri halinde, Küçük Asya’daki harbin
bir Türk-Yunan mücadelesi şeklini alacağı beyan edilmişti. Hakikaten İngiliz
resmi kaynakları tarafından 27 Mart 1921 tarihli İstanbul gazetelerinde
yayınlanan bir beyannamede, İngiliz Hükümetinin takip ettiği tarafsızlık
siyasetine göre General Harding’in Birinci Yunan Tümeni Kumandanlığından
çektiğini ilan etmesi, İtilaf idarecilerinin bu beyanatının bizde ortaya çıkaracağı
yanlış düşünceyi düzeltecek mahiyetteydi.
İngiltere Hükümeti bize karşı bu aldatıcı beyanatta bulunurken, diğer
taraftan Yunan Ordusu geri hizmetleri İngilizler tarafından yapılmakta ve
huduttan uzak mıntıkalardaki Yunan garnizonlarının İngiliz kıtaları tarafından
değiştirilmesine müsaade edilmektedir. Bu şekilde serbest kalan Yunan
12
Ordusu bütün mevcudiyetiyle Kral Konstantin'in dokuz günden beri aleyhimize
başlattığı şiddetli taarruzuna imkân kılmıştır. Nitekim İzmit'te bulunan Yunan
Manisa Tümeni umumi taarruzun arifesinde bir İngiliz Tümeni tarafından
değiştirilmiş ve bu Yunan Tümeni bu şekilde gerisi İngilizler tarafından
emniyete alındığından dolayı Geyve geçidine ve Kocaeli Yarımadası’na taarruz
edebilmiştir. İşte, Hükümetinizin ve devlet adamlarınızın tarafsızlık beyanatını
takip eden hadise budur.
Çanakkale Boğazı’nın İngiltere Filosuna açılmasını müteakip nefret edici
bir şekilde parçalanan Mondros Ateşkesinden, İzmir'in işgalinden ve bunu takip
eden günlerde yapılan kötülük ve zulümlerden, İstanbul'un işgali ve Mebuslar
Meclisinin kapatılmasıyla Türk vatanseverlerinin sürgün edilmesinden ve
nihayet 1920 senesi Nisanında Damat Ferit Paşa gibi hainlerin İngiliz
altınlarına tamah edip Memleketimizde Türkü Türk’e, Müslümanı Müslüman’a
kırdıran kanlı isyanlardan, ırz ve dinimize karşı İngiltere Hükümetinin beslediği
hain ve inatçı kin ve hıncın bütün bu delillerinden sonra bize son darbeyi
indirmek için tertip edilmiş son bir manevraya şahit olmak kalıyordu.
Bize sulh ümidi vererek Londra'da müzakereye davet ettiğiniz halde,
diğer taraftan el altından ücretle istihdam ettiğiniz Kostantin'e, geri hizmet
veren kıtalarınızın yardımıyla, bize hücum emrini verdiniz ve aynı zamanda en
hırslı vaatlerle bizi uyutmaya çalıştınız. Türk Milleti ve kalben kendisiyle
beraber olan bütün Müslümanlar, Londra Hükümetinin bu hareketini asla
unutmayacaklar ve esir olmayı şiddetle reddettiklerinden dolayı affedilemez bir
cinayet işlemiş olanlara karşı İngiltere Hükümetinin ücretli köleleri olan
Yunanlılar vasıtasıyla yaptırdığı katliam ve tahribatı her zaman
hatırlayacaklardır.
Şunu da ilave edebilirim ki üzerimize gönderilen bu darbe, muvaffakiyet
ile neticelenerek biz mağlup da olsak, bu hal hür ve bağımsız bir hayata olan
hakkımız tanınıncaya kadar karşı koyma hususundaki kırılmaz azim ve
irademize hiçbir şekilde tesir etmeyecektir. Bir kavmin hürriyeti, bir harbin
kazanılmasına veya kaybedilmesine tabi değildir. Siz kadınlarımızı,
çocuklarımızı evvelce Venizelos'un, şimdi de Kostantin'in sürülerine
katlettirmekle bize Batı Emperyalizmi boyunduruğunu kabul ettirmeye muvaffak
olamayacaksınız vesselam.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Dışişleri Vekili
Ahmet Muhtar
AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Bu notanın diğer suretleri de İtilaf devletlerine
gönderilmiştir.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Müsaade et de ruhum seni alnından öpsün.
13
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bir önerge daha var, Muhtar Bey’den bir şey
soruluyor.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Efendim, bunlar ültimatom mu, yoksa protesto
mudur?
AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Protestodur, Londra'ya gitti ve bütün
devletlere gitmiştir Efendim.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Efendim, bu çok sert yazılmıştır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Reis Bey, söz istiyorum Efendim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Hayır Efendim, kâfi görüp görmediğini soru
önergesi sahibine soracağız. Müzakere edilecek bir şey yoktur.
ALÎ ŞÜKRÜ BEY(Trabzon): O halde bunun üzerine gensoru teklif edeceğim.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bilecik Kasabasında Müslüman malları ile
Ertuğrul Türbesinin imha edilmiş olduğuna dair bir önerge var. Bunun hakkında
malumat istiyorlar.
AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Bunun hakkında malumatım vardır. Fakat
resmi değildir.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Efendim, delegelerimizin bir ay sonra tekrar Sulh
Konferansına çağırılma ihtimali var. Çağırılırsak tekrar Konferansa gitmeyecek
miyiz?
AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Dışişleri Vekili olarak şahsi kanaatimi
söyleyeceğim. İlerde zamanı geldiği vakit tetkik etmek ve uygun görüp, görmemek
Yüce Heyetinize aittir. Şahsi kanaatim, bundan sonra bir Konferansa gitmemektir.
Düşmanlarımız bizimle ayrı ayrı sulh yapmak isterlerse buraya buyururlar, sulh
yaparız. Çünkü birçok devlete ait delegelerin karşısına gidince gayet zayıf
kalıyoruz.
ABDULLAH EFENDİ (İzmit): Düşman bizim Memleketimizden çıkmadıktan sonra
hiçbir sulh konferansına gitmeyeceğiz.
AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Bunu şahsi bir kanaat olarak arz ediyorum.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu nota yazılırken Hükümet ile görüşüldü mü
Efendim?
AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Rica ederim Efendim, ben Dışişleri Vekiliyim
ve ben mesuliyetini kabul ediyorum.
SELAHATTİN BEY (Mersin): Bendeniz bunu yanlış buluyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Soru bitti Efendim.
14
AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Yalnız şurasını arz etmek isterim, bunun
hazırlanmasında Genel Kurmay’ın malumatı, muvafakati ve talebi vardır.
CELALETTİN ARİF BEY: Fakat siyasi üslubu da bir parça düşünmelisiniz.
AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Siyasi üslubu biz biliriz.
CELALETTİN ARİF BEY: Tebrik ederim, çok iyi bilmişsiniz.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Ali Şükrü Beyin bir gensoru önergesi
var.
TBMM Başkanlığına
Dışişleri Vekili Muhtar Beyefendinin okuduğu protesto notasını
Memleketin menfaatlerine katiyen uygun göremediğim için Hamdi Bey
arkadaşımızın soru önergesinin gensoru önergesine dönüştürülmesini teklif
ederim.
Trabzon Mebusu
Ali Şükrü
(kabul sesleri)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Soru önergesinin gensoruya çevrilmesi teklif
ediliyor. (ret sesleri)
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Önergem hakkında izahat vereceğim, Efendim.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Ali Şükrü Bey şimdi, soru sahibi olan Hamdi
Bey’in soru önergesinin gensoruya çevrilmesini istiyor. Yani Hamdi Bey’den bir
temennide bulunuyor. O, Hamdi Bey’in bileceği bir şeydir. Kendisi kabul ediyorsa
olur.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Gerekçesini söylüyorum.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Gensoru önergesi verme hakkınız daima vardır.
Yalnız, geçen gün de burada aynı şey oldu. İç Tüzükte açıklık var. Gerekçeli bir
gensoru önergesi vermeniz lazımdır.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Gerekçe, Dışişleri Vekilinin okuduğu protesto
notasının üslubudur. Bu siyasi lisan ile katiyen kabul edilemez.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): O da ayrı bir meseledir Efendim. Yüce Heyet
vereceğiniz gensoru önergesini kabul ederse bir günü tayin edilir. Şimdi efendim,
bu önergeyi oya koyuyorum.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Önce izah edeyim, sonra oya konması lazım gelir
Efendim.
15
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Niçin böyle söylüyorsunuz Efendim? O zaman,
izah ettikten sonra mesele kalmaz ki. Mesele gayet açıktır, gerekçe yazılmalıdır.
Önergeyi kabul edenler lütfen el kaldırsın. (ret sesleri) Kabul eden yirmi dokuzdur,
1
kabul edilmedi.
(Üç gün sonra 7 Nisan 1921 tarihinde Dışişleri Vekili Ahmet Muhtar Bey hakkında
Meclise bir gensoru önergesi verildi.)
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Erzurum Mebusu Celalettin Arif Bey ve
arkadaşlarının bir gensoru önergesi var.
TBMM Başkanlığına
Dışişleri Vekâleti Vekili Muhtar Beyefendi, geçen celsede Yunan
zulmüne dair yaptığı konuşma sırasında Devletin sulhseverliği hakkında
yabancı kamuoyunda kötü tesir yapacak bazı şahsi ifadeler kullanmıştır.
Muhtar Bey’in bu hareketi kabul edilemez olduğundan, Meclis soruşturması
açılmasını teklif ederiz. 7 Nisan 1921
Erzurum Mebusu
Celâlettin Arif
Burdur Mebusu
Veliyettin
Trabzon Mebusu
Nebizade Hamdi
(pek uygundur sesleri)
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Bu gensoru önergesini kabul buyuranlar
lütfen el kaldırsın. Kabul edildi. İç Tüzüğe göre Dışişleri Vekâletine tebliğ ederiz.
İzahat vereceği günü tayin eder. (bugün sesleri) Efendim müsaade buyurun, tabii
kendilerinin bir hakkı vardır. Fakat bir kere kendisine tebliğ edeceğiz ve ne gün
izah edeceksiniz diye soracağız, ondan cevap aldıktan sonra gündeme alacağız.
2
(uygundur sesleri)
1
2
TBMM Zabıt Ceridesi (4 Nisan 1921), 1.Dönem, c.9, s.364-368, http://www.tbmm.gov.tr/
TBMM Zabıt Ceridesi (7 Nisan 1921), 1.Dönem, c.9, s.378, http://www.tbmm.gov.tr/
16
7 NİSAN 1921: YUNANLILARLA BİRLİK OLAN ABAZALAR HAKKINDA DÜZCELİ
ABAZALARIN MECLİSE GÖNDERDİĞİ TELGRAF
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 17.Birleşim, Gündem:8/4)
İkinci İnönü Savaşı başladığı sırada İtilaf devletlerinin işgali altında
bulunan Kocaeli Yarımadasında Yunan kuvvetleri bulunuyordu.
İngilizler dolaylı yoldan Yunanlılara yardım için kendi kuvvetlerini
buraya gönderdiler. Böylece Yunan kuvvetleri boşta kalarak
Adapazarı’na doğru taarruza geçtiler. Bu sırada o yöredeki bazı Abaza
çeteleri de onlara yardım etti. O yöredeki Abazalar bunu şiddetle
protesto ettiler ve Ankara’ya bağlılıklarını bildiren telgraf gönderdiler.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Yunanlılarla beraber faaliyet gösteren
Abazaların telin edilmelerine dair Düzce Abaza eşrafından gelen telgraf var.
TBMM Başkanlığına
Asırlardan beri Kuranı Kerimi yeryüzünden kaldırmak, İslamiyet binasını
yıkmak, dört yüz milyon Müslümanın koruyucusu olan Osmanlılığı haritadan
silmek kastındaki düşmanlarımız, bu melun maksatlarını Dünya Harbinde ve
Mondros Ateşkesi esnasında ispat etmişlerdir. Bugüne kadar dinimize,
namusumuza, mukaddesatımıza, hayat hakkımıza kastederek tarihin kaydettiği
zulüm ve faciayı biz Müslümanlar hakkında reva görmüş olan İngiltere ve
hempalarına karşı, din ve vatan uğrunda silahı mücadeleye sarılan Büyük Millet
Meclisini bütün mevcudiyetimizle destek veririz.
Bu milli maksat ve din uğrunda bugün bütün Müslümanlar birlik içinde
iken, İzmir, Bursa, Adana, Antep, İzmit, İstanbul, Edirne ve her tarafta böyle
binlerce dindaşlarımız alçak Yunanlıların, hain Ermenilerin, İslam ve insaniyet
düşmanı İngiltere ve hempalarının gaddar süngüleri altında parçalanırken,
yüzlerle Müslüman kadın ve kızlarının namuslarına taarruz olunurken, Beyti
Muazzam ve Resulullah ashabı kan ağlarken, hasis menfaatlerini Dinin,
Vatanın yıkılışında arayan hıyanet sahiplerini, Abazalık ve Müslümanlık adına
protesto ederiz.
Müessif Düzce hadisesinde, Din ve Vatanla alakadar olmadıklarını ispat
eden bazı soysuzların İzmit ve civarında düşmanlarla birlikte yaptıkları
kötülükleri haber alan ve asırlardan beri Osmanlılığına sadık olarak hizmet
etmiş ve Vatanın öz evladı olan biz Abazalar, bu namussuzları ve din hainlerini
telin ederiz. Bu namussuzların Abazalıkla, Müslümanlıkla alakaları yoktur.
Bugün zerre kadar dini, imanı olan bir Müslüman bu gibi hıyanet ve kötülüğü
yapmaz. Din gayreti ve Vatan hizmetinden mahrum olarak düşmanın gayelerine
hizmet edenler, Dünyanın en namussuz insanlarıdır. Binaenaleyh Türkiye
Büyük Millet Meclisi uğrunda canlarını feda etmeye karar veren biz Düzce
Abazaları, Abaza adı taşıyan bu gibi hainleri, alçakları telin eder ve Büyük Millet
17
Meclisi uğrunda her türlü fedakârlığa hazır olduğumuzu arz eyleriz.
Düzce'den
EbuzbekzadeRauf
Bıçkı Köyünden
Şahin
DerdinKöyünden
Mehdi
Sazlık Köyünden
Hafız Murat
Saz Köyünden
Sait
Derdin Köyünden
Ali
Darıbezi Köy.
HasabeyzadeArif
Çiço'nun
Mahdumu Ahir
Çiçönk Köyünden
Ulemadan Musa
Efti Köyünden
Ulemadan Hafız
Kasbek Köy.
Tahir
Muratbey Köy,
Ahmet
Bıçkıobur Köy.
Arslan
Mamikoğlu
Kâmil
Efti Köyünden
Hacı Duk
Nuhviranlı Köy.
Kamil
Nuhviranlı Köy.
Mustafa
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Bu telgrafı Ali Kemal işitmeli.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Tutanak aynen yayınlanacaktır. Tabii ki
İstanbul da haberdar olur.
İSMAİL FAZIL PAŞA (Yozgat): Bunların yaptıklarına karşı lazım gelen cezanın
verilmesi için Hükümete havale ediniz.
EMİR PAŞA (Sivas): Bu Abazalar meselesi hakkında Ethem Bey’in ve Refet
Paşa’nın bunlar hakkında birtakım muameleleri var. Dağa çekilmeleri hususu
izaha muhtaçtır. Müsaade ederseniz biraz izahat vereyim. (lüzum yok sesleri)
Yazıktır bu Millete, çünkü yapanlar başkadır.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Müzakere açmak istiyor musunuz? (hayır,
sesleri) Hükümete havalesi için bir teklif var, kabul ediliyor mu? (uygundur sesleri)
1
Hükümete havalesini kabul buyuranlar ellerini kaldırsın. Kabul edildi.
1
TBMM Zabıt Ceridesi (7 Nisan 1921), 1.Dönem, c.9, s.375-376, http://www.tbmm.gov.tr/
18
7 NİSAN 1921: BURSA MİLLETVEKİLİ OPR. DR. EMİN BEY’İN İNÖNÜ
CEPHESİNDE GÖRDÜKLERİNE DAİR BEYANATI
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 17.Birleşim, Gündem: 9/1)
Daha önce Gediz ve Birinci İnönü Savaşlarında olduğu gibi bu
savaşta da bazı mebuslar cepheye görevli olarak gitmişlerdi. Onlar
Ankara’ya dönünce Genel Kurula gördüklerini anlattılar. Anadolu’ya
medeniyet getireceğini iddia eden Yunan Ordusu, İnönü mevzilerinden
yenilip geri çekilirken, büyük bir kin ve öfkeyle İnönü’den Bursa’ya kadar
köyleri, kasabaları yakmış ve yıkmıştı. Bozüyük’ün dörtte üçü yakılmış ve
yağma edilmiştir. Aynı şeyler Bilecik ve İnegöl’de de meydana gelmişti.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Arkadaşlar, Ordumuzun kazandığı şu parlak
zaferden dolayı cümlenizi tebrik ederim. Cümlenizin gazası mübarek olsun. Çünkü
arkadaşlar, Ordumuzun anası da babası da sizsiniz. Orduyu siz doğurdunuz, siz
büyütüyorsunuz. Onun bütün şan ve şerefi size aittir. Binaenaleyh onun kazanmış
olduğu gaza da size aittir. Tekrar ediyorum, gazanız mübarek olsun. Taarruz
haberini alır almaz cepheye gitmek üzere Reisimiz Paşa Hazretlerinden izin
almıştım. Hemen gidemedim geciktim. Yani tren bulamadığımdan dolayı
gidemedim. Ayın yirmi altıncı günü buradan ayrıldım ve ertesi günü Eskişehir'e
öğle üzeri vardım. Eskişehir'e çıkar çıkmaz ilk yaralı kafilesinin geleceği haberini
aldık ve derhal İstasyona iner inmez vazifeye başladık. Yaralılar bir taraftan trenle
bir taraftan karadan arabalarla sevk olunuyordu. Düşmanın yapmış olduğu
faciadan dolayı köylerini, evlerini, barklarını terk ederek Eskişehir'e iltica eden pek
çok Müslüman ahali mevcut idi. Bundan dolayı Eskişehir'de büyük bir izdiham
vardı. Bütün oteller ve evler lebalep dolmuş bir halde idi. Fakat yaralılar için de
lazım gelen yerleri tedarik etmek mecburiyeti vardı. Bu izdihama rağmen ahalinin
bir kısmını daha bir miktar sıkıştırarak bütün otelleri işgal ettik. Her ihtimale karşı
hastanelerin yataklarını hazırladık ve yaralılarımızı oralarda barındırmaya
başladık. Tabiidir ki cepheden mütemadiyen yaralı geliyordu, onların ameliyatı
yapılmak, yaraları sarılmak, iskan etmek bunlar pek güç şeylerdir arkadaşlar. İki
üç gün kadar sırf onların tedavisi, onların barındırılması, onların yerleştirilmesi ile
uğraşıldı. Bu maksadı temin için İstasyon Binası da işgal olundu. Trenle gelen
yaralılar doğruca istasyona giriyor, orada Kızılay tarafından kendilerine sıcak bir
çay, çorba içiriliyor, yaraları istasyon binasında sarılıyor, oradan yaraları hafif olan
yaralılar Ankara'ya, Polatlı'ya, Sivrihisar'a yani hat üzerindeki hastanelere sevk
olunuyorlar. Ağır olanları derhal ameliyat yapılmak üzere ameliyathaneye sevk
olunuyordu. Bu tedbirleri yapmak için Memlekette mevcut askeri ve mülki bütün
sağlık personelini topladığımız gibi Öğretmen Okulunun, muallim ve talebelerini de
vazifeye davet ettik. Onlar hasta bakıcı olarak geceli gündüzlü bize yardım ettiler
(Allah razı olsun, sesleri) Sizi temin ederim ki, çok geceler sabahlara kadar gerek
sağlık personeli, gerek hasta bakıcılar yaralılarımızı, gazilerimizi layık oldukları
ihtimam ile tedavi ettiler. Bütün Eskişehir halkı da yardımda bulunmuştur. Kimisi
yatak, kimisi yorgan, yastık getirmek suretiyle yaralıların bütün ihtiyaçlarını temin
19
ettiler. (Allah razı olsun, sesleri) Yani Eskişehir halkının askeri ve sivil kuruluşlara
yaptıkları yardım her takdirin üzerindedir. Yaralılarımızın gayet şen ve şakrak bir
vaziyette olduklarını da ilaveten arz edeyim. Arkadaşlar, içlerinde en ağır yaralı
olanlar bile yaralandıklarına üzgündüler ve biran evvel cepheye dönmeye arzu
ediyorlardı. Hatta pek çoklarını ismen de sizlere arz edebilirim, fakat çok vakit alır.
Gerek subay, gerek erlerden ağır yaralı olarak Eskişehir'e kadar gelmiş olanlar
vardı. Bunlardan bazılarının ölürken bile son sözü ve daima tekrar ettiği söz
olarak, düşman seni tırnaklarımla yiyeceğim, melun düşman seni tırnaklarımla
yiyeceğim, diyorlardı. Koma halinde olan muhterem gazilerimizden bazısının
mırıldandığı, söyleyebildiği sözler daima bu gibi sözler idiler.
BİR MEBUS BEY: Cepheye dair malumat isteriz.
OPERATÖR EMİN BEY (Devamla): Cepheye gelince, tabii bendeniz doğrudan
doğruya cepheye gitmedim. Yalnız bir gece karargâha misafir olarak gitmiştim. O
da Eskişehir'deki vazifem hafifledikten sonra idi. Arkadaşlar, askerimiz gayet iyi bir
harp yapmıştır. Bununla bütün Milletimiz iftihar edebilir ve iddia edebilirim ki bu
harp Çanakkale Harbinden aşağı bir harp değildi. Gerek asker itibariyle, gerek
silah ve cephane itibariyle düşman hemen hemen iki misli kuvvette idi. Müthiş
taarruzlar yapıyor, askerimiz tabii birçok ileri geri yapıyorlardı. Mesela bir yeri terk
ediyor, tekrar onu süngü hücumuyla alıyor, düşman bir karşı taarruz yapıyor,
çekiliyor, ilerliyor. Bunları söylemek kolaydır arkadaşlar, fakat yakından tetkik pek
güç şeylerdir. Tabii bunlara karşılık veren, askerin manevra kabiliyetidir. İlerlemek
gerilemek çok güç şeylerdir. Bunları askerimiz çok iyi bir şekilde ifa etmiştir.
Bilhassa subaylarımız fevkalade fedakarlık göstermiştir. Yaralanan subaylarımızın
çoğu göğsünden ve karnından yaralanmıştır. Yani bu, tıbben demektir ki
subaylarımız ayakta yaralanmışlardır. Yani siperlere şuraya buraya koşarken
vücutlarını saklamamışlar, kurşuna maruz kalmışlardır. Düşman hakkında da
birkaç söz söyleyeyim. Ordumuz bu dalgalanma esnasında pek yakından
düşmanın hunharlıklarına şahit olmuştur. Birkaç misal ile izah edeyim.
Askerlerimiz Gündüzbeyli köyünü terk ettikleri zaman Yunanlılar bir baskınla
sabahleyin erken köye giriyorlar. Askerimiz Oluklu'ya çekiliyor. O esnada on iki
asker bir odada yatıyormuş. Zavallılar kaçamamış, Yunanlılar oraya girdiği zaman
bu zavallıları uykuda iken yakalamışlar, on ikisini de ayni oda içerisinde
şakaklarından ve gözlerinden süngü sokmak suretiyle şehit etmişlerdir.
YAHYA GALÎB B. (Kırşehir): Allahın gazabına rast gelsinler.
OPERATÖR EMİN BEY (Devamla): Keza Yunanlılar Gündüzbeyli’de birçok
yaralılarımızı, bittabi bunlar elinden ayağından yaralanmış kımıldayacak bir halde
değiller, evlerin duvarına dizmiş, yaylım ateş etmiş ve onları öldürmüşlerdir. İnönü
tarafında birçok ağır yaralılarımızı süngülemek suretiyle şehit etmişlerdir. Düşman
pek çok hunharlık göstermiştir. Medeniyet Âlemi bunların yaptığı fenalıktan,
vahşetten utansın. Biz ise Yunanlılardan aldığımız yaralı esirleri ihtimam ile tedavi
ettik. Yunanlıların yapmış olduğu bu kötülükleri protesto ediyorum. Esire, yaralıya
20
hiçbir şey yapmamak Lâhey Sulh Konferansı hükümlerinden ve hatta en ilkel
toplulukların insaniyet anlayışından iken Yunanlılar yaralılarımızı ve esirlerimizi
süngülemişlerdir. Efendiler, birkaç defadır yani harp oldukça cepheye gittim. En
kanlı harp tabii bu harp olmuştur. Demek isterim ki şimdiye kadar yaptığımız
harpler muntazam bir harp değildi. Kuvvetlerimiz milis ve asker olarak karışıktı. Bu
zafer ise Ordumuzun ilk zaferidir ve malumdur ki Ordumuz bugün henüz büyüme
halindedir ve daha böyle pek çok zaferlere nail olacaktır. (inşallah sesleri)
Yaralılarımız hakkında muhtelif şeyler işittiğim için arkadaşlarımın tereddüdünü
gidermek istiyorum. Esasen şimdiye kadar hiçbirini saklamadım. Hususi olarak
arkadaşlarımla görüştüğüm zaman, gerek ilk İnönü Harbinde, gerek Gediz
Harbinde hepsini açık olarak arz etmiştim. Bir mahzur görmüyorum, size şimdi de
her hakikati açık olarak arz edeceğim. Bu harpte elimizden geçen 2600 yaralımız
vardır. Bunların 2000’i gayet hafif olduğu için Ankara'ya sevk ettik. İnşallah bunlar
beş on gün sonra yine vazifeleri başına gideceklerdir. Diğer 600’ün içinden bir
yarısı kadar ağır yaralılar vardır ki bunların hepsi ameliyat yapılmıştır. Bu ağır
yaralılardan ameliyatı yapılanlar içerisinde de inşallah yarısı kurtulacaktır. Bunların
içerisinde belki ufak tefek bir sakatlık ile malul olanlar kalabilir. Şehitlerimizin
miktarına gelince...
ZAMİR BEY (Adana): Söylemeseniz daha iyi olur.
OPERATÖR EMİN BEY (Devamla): Yok, saklayacak bir şey yok, bunu da açık
olarak arz edeceğim. Bunlar yedi sekiz yüz kadardır arkadaşlar. Bunu açık
söylüyorum. Fakat alt tarafını da dinlemenizi rica ederim. Yedi, sekiz yüzdür,
bendeniz bunu bine çıkarıyorum. Fakat buna mukabil arkadaşlar size şu kürsüden
ve hepinizi şahit tutarak söylüyorum, düşmanın 15.000 kaybı vardır. İnanmayan
arkadaşlarımız varsa rica ederim, lütfen teşrif buyursunlar ve hesap etsinler. Bu
benim söylediğim en azıdır. Bunların yirmi bine çıkmış olması pek muhtemeldir.
Bunların en az on beş bin yaralısı da vardır. Karşımıza gelen kuvvet 60.000
civarındadır. Kendi esirlerinin de ifadesiyle sabittir ki 180-200’den ibaret olan bölük
mevcutları dört fırkada yani Girit Fırkasında, Adalar Fırkasında, Trikopi dedikleri
Fırkada ve İzmir Fırkasında bölük mevcutları 25-30’a inmiştir. Bu ne demektir?
Onda yedisini kaybetmiştirler. Düşmanın yediği darbe pek büyüktür. Zaten
askerlikte gaye orduyu ezmemektir. Arkadaşlar, emin olabilirsiniz ki Ordumuz
istemiş olsaydı Bursa'ya değil, Bandırma'ya kadar sarkabilirdi. Fakat
kumandanlarımız Orduyu yıpratmak istemiyorlar. Onların yaptıkları bir müdafaa
harbidir. Düşmanın, inşallah bugünlerde Bursa Cephesinde olduğu gibi
Afyonkarahisar Cephesinde de büyük bir mağlubiyete uğratacağımıza şahit
olacağız arkadaşlar. (inşallah sesleri) İki üç gün daha müsaade ederseniz her şey
bitmiş olacaktır.
İSMAİL FAZIL PAŞA (Yozgat): Siz tıbbi vazife yaptığınız gibi askerlikle ilgili
durumu da açıkladınız. Bir doktor bu kadar askeri durumumuza vakıf olamaz,
bundan dolayı sizi tebrik ederim.
21
OPERATÖR EMİN BEY (Devamla): Estağfurullah Efendim, Yüce Heyetiniz adına
her vakit cepheye gidip vazife yapıyorum, Paşam. Biliyorsunuz ki sizin vazife
yaptığınız zamanda Ordunun sıhhiye durumu hakkında teklif edilen fahri bir
vazifeyi kabul etmiştim. Onun için Ordunun bu harekâtından haberdar olmam
lazım geliyor ve bunlar resmi tahkikatla hemen aynıdır. İtimat buyurmanızı tekrar
rica eylerim. Aman efendim, müsaade buyurun bir şey daha arz edeceğim.
Trenlerimizin bu harpte gösterdiği düzen ve fedakarlık da her takdirin üstündedir.
Geçen sene 20-22 saatte Eskişehir'e giden trenler, bu defa 14 saatte gitmiştir. Şu
halde trenlerimiz dahi pek güzel vazife yapmakta ve gittikçe tekemmül etmektedir.
Ona da şükranlarımızı sunarız. (Allah razı olsun sesleri)
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, iki önerge var. Okutuyorum.
TBMM Başkanlığına
İkinci İnönü Meydan Harbinin yapıldığı yerlerdeki köy ve kasabalarda
Yunanlıların her türlü milletlerarası hükümlere ve insaniyete aykırı olarak
yağma ve zulüm yaptığı öğrenilmiştir. Memleketimizdeki yabancı heyetlere
dağıtmak için, Mecliste kurulacak bir heyet ile fotoğrafların çekilmesini, bunlarla
bir broşür hazırlanmasını arz ve teklif eylerim.
Kayseri Mebusu
Rıfat
TBMM Başkanlığına
Yunan Ordusunun yaptığı zulüm ve kötülüklerin derecesi insanlık dışı bir
vahşet olduğu için bunların tespit ettirilerek delegelerimizin Avrupa kamuoyuna
arz etmesini gerekli gördüğümüzden Genel Kurul Kararıyla bir heyetin teşkilini
teklif ve talep eyleriz.
Lazistan Mebusu
Saruhan Mebusu Bolu Mebusu
Esat
Necati
Fuat
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Efendim, bir şey arz edeyim. Ordu bu meseleyi
yapıyor. Bendeniz Garp Cephesi Karargâhına gittiğim gün yalnız Söğüt
Cephesinden kırk muhtelif fotoğraf alınmıştır. Ordu ve Hükümet bu vazifeyi
yapıyor zannederim.
MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Yunan Ordusunun yaptığı zulüm hakikaten
vicdanları ürpertecek derecede büyüktür. Avrupa adına hareket eden bu vahşi
Ordunun Memleketimizde yaptığı cinayet ve zulmü bütün Dünyaya göstermek
bizim vazifemizdir. Kasabaları yakan, türbeleri yıkan, bu zalim Ordu hakkında
tabiidir ki Dünyayı ayaklandırmak ve aynı zamanda yapılan zulmün derecesini
göstermek her halde lazımdır. Mademki arkadaşlarımızdan Bilecik mebusları
mevcuttur ve diğer mebuslar da gidecektir. Bu vazifeyi bunlara verelim. Meclis
22
adına bu arkadaşlarımız orada vazife görsünler ve bunları tespit etsinler. Oraya
Meclisten izinli olarak gideceklerine Meclisten vazifeli olarak gitsinler ve bu
vazifeyi resmi olarak yapsınlar. Milletimiz de gösterilen bu hareketten memnun
olur ve Ordu da kendisinin hareketine katılmalarından dolayı teşekkür eder. Onun
için bu arkadaşlarımızın vazifeli sayılmalarını teklif ederim.
CEMİL BEY (Kütahya): Efendim, bendeniz tesadüfen İçişleri Vekâletinde
bulunuyordum. Vekâlet cepheye memur gönderiyor, fotoğrafçılar gönderiyordu.
Binaenaleyh tekrar bizden, yani mebus arkadaşlardan gönderilmesine lüzum
yoktur.
REFİK B. (Konya): Maksat oradaki zulmün tespitidir.
CEMİL BEY (Kütahya): Biz diyoruz ki Yunanlıların vahşet ve zulmünü medeniyet
nazarında ispat için çalışalım. Medeniyet Âlemi bugün İslam Dünyasıyla, bizimle
mutabık kalan Rusya'dan başkasını gösteriniz de orada ispat edelim. Avrupa’da
medeniyet bugün yoktur, Efendim. (vardır sesleri) Yine tekrar ediyorum yoktur
Efendim.
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu meseleye dair İçişleri Müsteşarı
Refet Beyefendi malûmat verecektir.
REFET BEY (İçişleri Vekâleti Müsteşarı): Efendim, İçişleri Vekâleti bunu
tamamıyla dikkate almıştır. Yüce Heyetinizin arzusu yerine getirilecektir.
Vekâletimiz bir heyet hazırladı, lazım gelen tahkikatı hazırladı. Mümkün olursa bu
heyet yarın hareket edecektir.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkâri): Müsteşar Bey’den bir sual soracağım. Bilecik ve
havalisinde bütün resmi dairelerin yandığı, yıkıldığı ve ahalisinin tamamen açıkta
kaldığını haber alıyoruz. Fotoğraf almak filan bunlar iyi de fakat bendeniz
soruyorum ki açıkta kalan zulüm edilen ahaliye İçişleri Vekâleti ne yapıyor? Ne
yapmıştır? Yaralı olanlara İçişleri Vekâleti ne yapıyor? Rica ederim. Buna dair
malumat veriniz.
REFET BEY (İçişleri Vekâleti Müsteşarı): Efendim, bu meseleyi üç şekilde
düşündük ve üç safhaya ayırdık. Evvela açıkta kalan ve bugün iaşeden mahrum
kalan kısım vardır ki bunlar için Muhacirler Umum Müdürü hareket etmek üzeredir.
Eskişehir Mutasarrıflığına lazım gelen tebligat yapılmıştır. Oraya trenle un ve
buğday gönderdik, ahaliye dağıtılacaktır. Yani meselede bir defa açıkta kalan,
iaşeden mahrum olan halkın iaşe sağlanması meselesi vardır. Zulme uğrayanların
tespiti için de ayrıca bir heyet gidecektir. Sonra meselenin üçüncü safhası vardır ki
bu da zirai faaliyetten mahrum kalan, evsiz kalan ahali için yeniden köyler teşkil
etmek ve harap olan kısmını imar etmek, sermaye temin etmek, kendilerine
tohumluk vermek, zirai aletler temin etmek, hayvan temin etmek meseleleri vardır.
Bunu da ayrıca dikkate alacağız.
23
ATIF BEY (Beyazıt): Muhacirler Müdüriyetinden heyet gideceğini buyuruyorsunuz,
ne miktar tahsisat veriyorsunuz?
REFET BEY (İçişleri Vekâleti Müsteşarı): Malumunuz bir avans vardır. Şimdiki
halde bu avanstan bu husus için ayrılan miktardan büyük bir kısmını
harcayacağız. Tabiidir ki yetmezse Yüce Heyetinize geleceğiz, yeniden tahsisat
isteyeceğiz. (izahat kâfidir sesleri)
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Okunan önergeler bir heyet kurulmasından
ibarettir. (heyete lüzum yoktur sesleri) Reyinize arz ediyorum.
DR. FUAT BEY (Bolu): Ayrıca heyet gidecek değildir Efendim. Zaten mebus
arkadaşlarımız gidecektir. Onlar vazifelendirilsin. (hayır, Hükümet yapsın sesleri)
Söğüt mebuslarıyla beraber gitsinler Efendim.
TEVFİK EFENDİ (Çankırı): Vazifelendirmeye lüzum yoktur. (Hükümet yapsın
sesleri)
HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, okunan iki önergenin Hükümete
1
havalesini kabul edenler lütfen el kaldırsın. (ret sesleri) Kabul edilmedi.
13 NİSAN 1921: MİLLİ SAVUNMA BAKANI FEVZİ PAŞA’ NIN, DUMLUPINAR
SAVAŞI HAKKINDAKİ BEYANATI
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 20.Birleşim, Gündem: 10/1)
Yunan Ordusu’nun İnönü'deki yenilgiden sonra, Afyonkarahisar’a
kadar gelen kuvvetleri Dumlupınar'a doğru geri çekilmeye başladılar.
Dumlupınar’a daha önce gelen ordu, üstünlük sağlayacaktı. Cenup
Cephesi Kuvvetleri Komutanı Refet Paşa önce Aslıhanlar’da Yunanlıları
yakaladı. Ama Yunan kuvvetleri Dumlupınar’a çekildiler ve mevzilere
yerleştiler. Yunanlıların Afyon’u boşaltması Refet Paşa için önemli bir
başarıydı ama Dumlupınar mevzilerinin kaybı bir önemli bir kayıptı.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Celse açıldı. Söz Milli Savunma Vekili ve Genel
Kurmay Başkan Vekili Fevzi Paşa Hazretlerinin. (sürekli alkışlar)
FEVZİ PAŞA (Milli Savunma Vekili ve Genel Kurmay Başkan Vekili): Efendiler,
geçen ki müzakerede İnönü Meydan Muharebesinin Ordumuzun muzafferiyetiyle
nihayet bulduğunu arz etmiş ve harekâtın ikinci safhasına geçildiğini bildirmiştim.
Malumunuz İnönü’den çekilen düşman az bir kuvvetler takip edildi. Düşman bunu
bizim gayet yorgun olduğumuzu ve takip etmeye kudretimiz olmadığımızı
1
TBMM Zabıt Ceridesi (7 Nisan 1921), 1.Dönem, c.9, s.380-382, http://www.tbmm.gov.tr/
24
düşündü. Nisanın birinci ve ikinci günlerinde Nazifpaşa-İnegöl doğru yürüyüş
yapan düşman İnegöl'de yakaladı. Meydana gelen muharebede hiç beklemediği
bir anda perişan olarak ellerindeki makineli tüfekleri atarak kuzeye doğru kaçmaya
başladı. (kahrolsun sesleri) Aynı günde Köprühisar-Yenişehir Cephesine hücum
eden kuzey kıtalarımız da düşmanı o hezimete uğratmışlardır. Ertesi günü
bunların ortasından çekilmekte olan ve Kocaçay’ı geçmekte olan diğer bir düşman
birliği aynı şekilde yakalanarak Kocaçay istikametine ve Yenişehir ovasına atıldı
ve süvarilerimizin ovada yaptıkları bir taarruz neticesinde perişan edilerek
Bursa'ya atılmıştır. Cenup Cephesi Ordusu da düşmanın takibine başladı.
Düşman bu sırada Konya havalisinden firar etmiş olan bazı eşkıya yardımıyla
Antalya ve Alanya havalisine çıkartmak istediği ufak tefek çetelerle bir isyan
çıkartmak ümidiyle Bolvadin'e doğru ilerledi. Halbuki buna karşı hususi tedbirler
alınmakla beraber, düşmanın gerilerine kuvvetler sevk olunuyordu. Düşman, bir
muvaffakiyet ümidiyle ilerlemekte iken önünü kestiğimiz için geriye çekildi.
Afyonkarahisar’ın kuzeyinde meydana gelen çatışmada düşman Şehri tahrip
etmeye fırsat bulamadan batıya atıldı. Afyonkarahisar kurtarıldı. Hatta İstasyona
koyduğu dinamitleri ateşleyemeden kaçtı. Kıtalarımız Afyonkarahisar'da
durmaksızın arkalarından şiddetle takip etti. Düşman Dumlupınar’ın güneyinde
hazırlamış oldukları tahkimata sığınarak bütün ağırlıklarını kurtarmak istedi.
Kuzeyden gelen birliklerimiz tarafından bu siperlerin büyük bir kısmı zapt olundu
ve gerilerine sevk olunan süvari kıtamız Yunanlıları gayet kötü bir vaziyete
düşürmüş oldular. Fakat düşman bu vaziyetin kendisi için gayet ağır olduğunu
idrak ettiğinden daha evvelce Yunanistan'dan sevk etmekte olduğu kıtaları ve
gerilerde bulundurduğu diğer bütün alaylarını demiryolu yardımıyla süratle
cepheye yetiştiriyordu. Bu suretle aldığımız esirlerin ifadelerinden anlaşıldığına
göre Yunanlılar Dumlupınar Meydan Muharebesinde dört tümen kadar asker yığdı
ve sonra bizim kıtalarımıza durdurmak üzere umumi cephede taarruza geçti.
Düşmanın sabahtan akşama kadar devam eden bu karşı taarruzu kanlı zayiat ile
önlendi. Aynı zamanda süvarilerimiz tamamıyla düşmanın Banaz ve Derbent
arasında perişan etmiştir. Sandıklı'dan ilerleyen diğer kuvvetlerimiz de
İslamköy’de bulunan düşman ağırlıklarını yakmışlar ve perişan etmişlerdir. Bu
cephe ilerisinden ve gerisinden düşman geri çekilmeye başladı. Bugün yine
çekilmekte ve kıtalarımız tarafından takip olunmaktadır. Şimdiye kadar meydana
gelen muharebelerde düşmanın her iki ordusu, Kuzey ve Güney orduları mağlup
edilmiş ve kısmen mağlûp bir halde ancak gerilere kaçarak kurtulabilmişlerdir.
Malumunuzdur ki düşman harekâta başladığı sırada beş haftada Ankara'ya
geleceğini bildirmişti. Fakat biz bu düşüncesini iki haftada iki büyük meydan
muharebesi kazanmakla tekzip ettik. (elhamdülillah sesleri) Bu meydan
muharebelerinin her birisi birer hafta sürmüş ve birisi düşmanın taarruzlarına mani
olmuş ve ileride ise kıtalarımızın düşmanın mevzilerine bizim tarafımızdan yapılan
taarruzlar yine muvaffakiyetle neticelendiği için Ordumuzun gerek müdafaa ve
gerek taarruz kabiliyeti düşman nazarında ve bütün âlem nazarında ispat
edilmiştir. (şiddetli alkışlar) Efendiler, bu muvaffakiyetin meydana gelmesine en
25
büyük sebep, Milletin tamamıyla uyanmış olan istiklal azmi ve bu azmin bütün
Anadolu’yu baştanbaşa sarmasıdır. Her halde düşmanın şimdiye kadar
Anavatanından getirmiş olduğu kuvvetlere ilave ettiği yeni Yunanistan adı verdiği
işgal bölgesinde aldığı düşman kuvvetlerinin maneviyatı sarsılmış bir halde
bulunuyor. Elimize düşen Yunan esirleri şikayet ediyorlar ve artık muharebenin
muvaffakiyetle neticeleneceğinden ümitlerini tamamıyla kaybetmiş bulunuyorlar
(inşallah sesleri) Muharebe bitmiş değildir. Fakat bundan sonra daha inançla
ilerleyeceğiz ve düşmanın başlamış olan mağlubiyetlerini tamamıyla bitirmeye
çalışacağız. (Allah muvaffak etsin sesleri) Sarsılmaz bir Orduya ve sarsılmaz ve
yekpare bir Vatana ve sarsılmaz bir bütün olan Meclise dayanarak Milletimiz
bundan sonra Avrupa’ya karşı hakkını daha yüksek sesle müdafaa edecek ve
Doğu milletlerine de ümit ve iman nurları saçacaktır. (alkışlar)
(Fevzi Paşa’nın açıklamalarından sonra milletvekilleri söz aldılar. On gün önceki
oturumda olduğu gibi tekrar Fevzi Paşa’ya ve Orduya teşekkürlerini ve şükranlarını
sundular. Kırşehir Milletvekili Müfit Efendi tarafından dua okundu.)
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendiler, on günle iki meydan muharebesini
kazanan ve Memlekete iki mühim zafer temin eden bu Ordunun ve temin ettiği
zaferin şerefine Cumartesi günü toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum. (şiddetli
1
alkışlar)
(İnönü Zaferi’nin yankıları Anadolu’yu dalga dalga kapladı. İstanbul ve Anadolu basını
her zamankinden daha güçlü, daha güvenli, daha heyecanlı bir şekilde Milli Mücadeleyi
desteklediler, halkı da desteklemeye teşvik ettiler. Milli bir heyecan ve düşmana karşı
bir galeyan uyandırdılar. Bu heyecanla yazılar, şiirler yazıldı, mitingler düzenlendi,
bütün Anadolu Türk halkı tek yumruk haline geldi. Kütahya’da kutlamalar yapıldı,
mevlitler okundu ve hatimler indirildi. Fakat Dumlupınar mevzilerinin Yunanlıların eline
geçmesi yüzünden, Ankara Hükümeti'nin Refet Paşa'ya pek güveni kalmamıştı. Durumu
yerinde incelemek üzere Ankara'dan Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa, Eskişehir'den de
İsmet Paşa, Alayunt'a Refet Paşa‟nın karargâhına gittiler. Durumu yerinde incelediler.
Refet Paşa'nın Cenup Cephesi Komutanlığı'nda kalmasını uygun görmediler. Cenup
Cephesi, Garp Cephesi ile birleştirildi ve İsmet Paşa'nın komutası altına girdi. Refet
Paşa'ya da, bir görev verilmek üzere, Ankara'ya gitmesi bildirildi.)
1
TBMM Zabıt Ceridesi (13 Nisan 1921), 1.Dönem, c.9, s.474-477, http://www.tbmm.gov.tr/
26
30 HAZİRAN 1921: DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN YUNAN ZULMÜNÜN DÜNYAYA
DUYURULMASI HAKKINDAKİ AÇIKLAMALARI
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 44.Birleşim, Gündem:7/1)
İkinci İnönü Savaşında iki binden fazla Türk yaralanmış, bin kadar
asker de şehit düşmüştü. Türklerin cephe gerisinde de kaybı fazla idi.
Çünkü yenilen Yunan askerleri eski mevziilerine çekilirken, şehir, kasaba
ve köyleri yakmış, yıkmış, pek çok insanı öldürmüştü. Yunanlılar vahşet
ve hunharlıklarını sönmek bilmeyen bir kin ve intikam hırsıyla açıkça
yapıyorlardı. Bu derece geniş bir şekilde imha hareketinin gizli kalmasına
imkân yoktu. Türk Dışişleri Bakanlığı bu vahşeti bütün Dünya’ya duyurdu.
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Aydın Mebusu Esat Efendi’nin Yunan Zulmüne
dair vermiş olduğu soru önergesini ve Dışişleri Vekâletinin yazılı cevabını
okuyoruz.
TBMM Başkanlığına
Seçim Bölgemin Yunan işgali altında bulunan yerlerinde Müslüman
ahalinin halen şehit edilmekte olduğunu aldığım telgraflar ve çıkan
gazetelerden öğrendim. Dışişleri Vekâletince acil tedbirler alınmasını ve bu
hususta ne gibi icraatlar yapıldığının bildirilmesini arz ve teklif eylerim.
5 Mayıs 1921
Aydın Mebusu
Esat
TBMM Başkanlığına
Aydın Mebusu Esat Efendi’nin Vekâletimize verdiği soru önergesinde,
Yunan zulmü hakkında ne gibi teşebbüslerde bulunduğumuz sorulmuştur. Bu
hususta elde edilen neticelere dair malumat aşağıda arz olunmuştur.
14 Mayıs 1921
Dışişleri Vekili
Yusuf Kemal
23 MART 1921 TARİHİNDE BAŞLAYAN YUNAN TAARRUZUNDAN BUGÜNE
KADAR DEVAM EDEN YUNAN ZULMÜ HAKKINDA, DIŞİŞLERİ VEKÂLETİ
TARAFINDAN YAPILAN TEŞEBBÜSLER VE NETİCELERİ:
1. İtilaf devletleri başvekillerine, İstanbul'da bulunan Fransız, İngiliz ve İtalyan
fevkalâde komiserliklerine verilen notada, Yunanlıların yaptıkları mezalim
şiddetle protesto edilmiştir. Bu notanın tercüme edilmiş sureti ektedir.
2. Yunan ordularının yaptıkları tahribatı müşahede etmek üzere tarafsız bir
27
heyetin harp bölgesini ziyaretlerini talep edeceğimizden ve yapılan incelemede
bütün zarar ve ziyanların karşılanmasını isteyeceğimizden bahis bulunan bir
nota gönderilmiştir. Sureti ektedir.
3. Yunan zulmü hakkındaki protestolar Washington ve Moskova dışişleri
nezaretlerine gönderilmiştir.
4. Fransız gazeteci Madam Goulis hususi olarak Anadolu'ya davet edilmiş ve
harp mıntıkasında gördüğü zulüm ve haksızlıklara dair Paris'e birçok telgraflar
çekilmiştir. Madam Goulis'in gönderdiği telgraflarla, Garp Cephesi tarafından
Yunan zulmünü anlatan resimli kitap basılacaktır.
5. Dışişleri Vekâletince icra edilen teşebbüsler ve bilhassa itilaf devletleri
başvekillerine gönderilen telgraflar neticesi olarak İngiliz, Fransız, Japon ve
İtalyanlardan meydana gelen bir inceleme heyeti harp mıntıkasını gezmek
üzere İstanbul'a gelmişlerdir. Fakat İngiliz, Fransız ve İtalyanlarla henüz harp
halinde bulunduğumuzdan, bunların incelemelerini kabul etmeyeceğimizi ve
ancak tarafsız devletler tarafından gönderilecek heyetleri kabul edebileceğimiz
bildirdik.
6. Vatandaşımız olan Rumları Yunan Ordusu kadroları dâhiline katarak bizimle
harbe sevk etmekte olduğu istihbaratı alınması üzerine Devletler Hukukuna
muhalif olan bu hareketi protesto ederek Ordumuz eline geçecek olan Rumlara
esir muamelesi yapılamayacağını ve derhal idam edileceklerini bildirdik. İtilaf
devletleri de buna hakkımız olduğunu tasdik ettiler.
Yunanistan Dışişleri Vekâletine
İnönü'de mağlup olan istilacı Yunan Ordusu, geri çekilme esnasında
insanlığın vicdanlarını titreten zulüm, katliam ve tahribatta bulunmuştur. Bu
Memleketi tahliyeye mecbur olan ordular asla böyle tahribat icra etmemişlerdir.
Bilecik ve Söğüt gibi binlerce evi yakılan ve yıkılan mahalleler şimdi enkaz
yığınından başka bir şey değildir. Buralardan ormanlara ve dağlara kaçamayan
halk müthiş işkencelerden sonra yaş ve cinsiyetleri ayrılmaksızın
katledilmişlerdir. Tatbik ettiğiniz harp usulüne şahit olmak üzere yabancıların
ve bilhassa tarafsızların bu havaliyi ziyaret etmelerini rica edeceğiz.
Hükümetim, Ordunuz tarafından meydana getirilen tahribatı incelemek ve
tahrip edilen yerlerdeki halkın maruz kaldıkları zarar ve ziyanın tespit etmesini
bir komisyonuna havale etmiştir. Hesap günü geldiğinde vahşi ve istilâcı
Ordunuzun sebebiyet verdiği veya vereceği bütün zarar ve ziyanın tamamen
tamirini talep etmesini bileceğiz.
Dışişleri Vekili
Ahmet Muhtar
28
İstanbul'daki İtalyan, Fransız, İngiliz ve Japon komiserlikleri ile İspanya
Büyükelçisine ve Hint Müslümanları Cemiyetine
Anadolu'da Yunanlılar tarafından yapılan harp, günden güne bir yıkım ve
tahrip harbi şeklini almaktadır. Eskişehir ve Karahisar muharebelerindeki
hezimetlerini takip eden günler zarfında yaptıkları zulüm yetmiyormuş gibi
henüz Ordumuz tarafından kurtarılamayan yerlerdeki Müslüman halkı yaş ve
cinsiyet gözetmeksizin katletmeye devam ve geri çekilmeye mecbur oldukları
vakit oralarda hiçbir şey bırakmamak şartıyla cephe gerisini tahrip ediyorlar.
Dünya kamuoyunun bu zulüm ve vahşete ilgisiz kalacağını kesinlikle
zannetmiyoruz. Yunan Hükümet ve Ordusunun Müslümanlara karşı uyguladığı
bu yok etme ve tahrip siyasetindeki yegâne gayesi, Memleketimiz
Müslümanlarını misilleme yapmaya sevk etmek suretiyle, Hıristiyan Dünyasının
kamuoyunu aleyhimize çevirmektir. Devletlerin müdahalesinin bu faciaya
nihayet vermediği takdirde bundan ortaya çıkacak neticeden katiyen mesuliyet
kabul etmeyeceğimizi arz eder ve yapacağınız müdahale ve teşebbüsün hayırlı
neticeye varacağı ümidiyle bu notayı takdim eylerim, Efendim.
Dışişleri Vekili
Ahmet Muhtar
İstanbul’daki İspanya Büyükelçiliğine, Amerika, Fransa, İtalya Komiserliklerine
Bütün dünyaca tanınmış Devletler Hukuku esaslarına aykırı olarak
Yunanlılar Anadolu'da işgal ettikleri yerlerde Osmanlı vatandaşı olan Rumları
kendi ordularına katmaktadırlar. Bu hareketi şiddetle protesto eder ve
anavatanlarına karşı silâh çekmeye davet ettiği Rumların, Devletler Hukuku
prensiplerine göre cezalandırılacaklarının Yunan Hükümetine lütfen
hatırlatmanızı zatıâlilerinden rica ederim.
Dışişleri Vekili
Ahmet Muhtar
Fransa, İngiltere, İtalya, Amerika Birleşik Devletleri, Sovyet Rusya Dışişleri
Nazırlıklarına
Yunan Ordusu ilk geri çekilmesinde yaptığı gibi bu defa da tahliyesine
mecbur olduğu yerlerde yağma ve talan ediyor, yakıp yıkıyor ve yaş ve cinsiyet
ayırmaksızın bütün ahaliyi kılıçtan geçiriyor. Söğüt ile Bilecik arasında düşman
tarafından tamamen tahrip edilmemiş bir tek köy yoktur. Bilecik Yunanlılar
tarafından tamamen yakılmış ve tahrip edilmiştir. Halktan zamanında dağlara
kaçamayanlar katledilmiştir. Söğüt'te Osmanlı İmparatorluğunun ilk Padişahı
Osman Gazi’nin ve babası Ertuğrul Gazi’nin türbeleri dinamitle yıkılmıştır. Geri
çekilme mecburiyetinden adeta deliye dönen katil ve tahrip illetine kapılmış
29
düşmanın vahşetini, tarihi bir türbeye tecavüze kadar vardırmasına karşı son
şiddetle protesto ederiz. Askerlerinin vahşetini teskin hususunda Yunan
Hükümeti üzerinde baskı yapmanızı rica eder, aksi takdirde Yunanlıların zulüm
ve vahşeti karşısında Milletimizde galeyan eden hissiyatın önüne geçmek kabil
olamayacağını arz eder ve Memleketimizde yaptıkları tahribatın tazmininin
talep hakkını muhafaza ettiğimiz ilâve eylerim.
Dışişleri Vekili
Ahmet Muhtar
İstanbul'daki Fransa, İtalya, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri Fevkalade
Komiserlikleriyle, İspanya Büyükelçiliğine
Muhtelif askeri hastanelerden her gün gelen raporlar, birçok
askerlerimizin Yunan askerleri tarafından kullanılan domdom kurşunlarıyla
yaralanmış olduklarını göstermektedir. Yunan kıtaatını bu hareketlerinden
dolayı şiddetle protesto eder ve bu kurşunların kullanılmasını nihayet vermek
için teşebbüste bulunacağınızı ümit ederim. Milletlerarası Kızılhaç Cemiyetinin
durumdan haberdar edilmesi için bu kurşunlardan birkaç numune İstanbul'da
Kızılay Cemiyeti Merkezine gönderilmiştir. Bu kurşunların kullanımına mani
olunmasının teminine yardım edeceğiniz ümidi ile saygılarımızı takdim eylerim
efendim. 15 Mayıs 1921
Dışişleri Vekili
Fevzi
DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Dışişleri Vekâletinin cevabı bundan ibarettir.
1
1
TBMM Zabıt Ceridesi (30 Haziran 1920), 1.Dönem, c.11, s.88-90, http://www.tbmm.gov.tr/
30
9 TEMMUZ 1921: DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN, YUNAN ZULMÜ
HAKKINDAKİ BEYANATI
(1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 48.Birleşim, Gündem: 2/1)
Barış görüşmelerinden bir sonuç çıkmaması ve Ankara Hükümetinin
İtilaf devletlerine gönderdiği barışla ilgili karşı notaya cevap verilmemesi,
yeni bir Yunan taarruzu beklentisi yarattı. Yunanlılar da işgal ettikleri
yerlerde baskıyı giderek artırdılar. Korkulan oldu ve Yunan Ordusu iki
koldan, Bursa ve Uşak’tan Eskişehir, Kütahya ve Afyonkarahisar
istikametine doğru ilerlemeye başladı. Bu harekâttan habersiz olan
Milletvekilleri, Mecliste Yunan zulmünün önlenmesi çarelerini arıyorlardı.
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Muhterem efendiler, daima Vatanın yaralarına
Milletin menfaatlerine yönelmiş olan dikkatlerinizi bir dakika için geçmişe
götürürseniz, görürsünüz ki bundan bir yıl evvel, 650 seneden beri düşman ayağı
değmemiş olan Bursa'ya Yunanlılar gibi kuvvetleri itibariyle sefil, ahlâkları itibariyle
sefil, tarihileri itibariyle sefil bir millet sahip olmuştur. Efendiler, bütün ömründe
mağlubiyetin ne olduğunu bilmeyen, bir dakika için mağlubiyetin ne olduğunu
tanımamış olan, bir dakika için mukaddesat ve hukukundan en küçüğünü
çiğnetmemiş olan Sultan Osman'ın türbesini biz efendiler bir sene evvel düşman
ayakları altında bıraktık. Efendiler; 365 gün evvel Osmanlı tarihinin en yüksek
servetlerini, en yüksek hatırasını, en büyük adamlarını, Müslümanlığın birçok
evliyasının türbelerini Yunanlıların ayakları altında görmek talihsizliğine uğradık.
Yunanlılar yalnız Bursa'yı almak şeref ve saadetine ermediler. (şeref yok, sesleri)
Onlar için gururlarını tatmin etmek, intikamlarını almak, Müslümanları küçük
düşürmek için ellerinden ne geldiyse yaptılar. Ordularının önünde nankör bir
Rum’un eline Bayrağımızı verdirerek kumandanlarının atlarının ayakları altında
çiğnettiler. Efendiler, Venizelos'un melun veledi, Sultan Osman'ın Türbesi üzerine
ayağını basarak, gözlerini bütün Müslümanlığa, bütün Türklüğe dikti, demek
istiyordu ki ben sizin tarihinizi ayağımın altında çiğniyor ve eziyorum. Bu
zamandan beri, bugünden beri efendiler bir sene geçti. Onlar mağrur, onlar kibirli,
onlar her şeyi yapacaklarına muktedir bir zihniyetle Anadolu'yu baştanbaşa istilâ
etmeye kalkışırken, sizin temsil ettiğiniz Büyük Millet zaten anlamış olduğu bu
acının ne olduğunu bir daha şiddetli olarak anladı. Efendiler, bir sene evvel
Bursa'dan ağlaya, ağlaya ayrıldık. Onlar güle, güle girerken tam bu saatte biz
Bursa'nın bedbaht evlâtları önümüze baka, baka 650 senelik tarihin yükünü
omuzlarımızda ve kalplerimizde taşıya taşıya size doğru geliyorduk.
DURSUN BEY (Çorum): Reis Beyefendi, bundan maksat ne, ne münasebeti var?
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Efendiler, anlamayanlara anlatmak için, bu
maksadı anlamayanlara anlatmak için... (gürültüler, devam sesleri) Rica ederim,
ne demek istiyorsunuz, Beyefendi, bu sözü söylerken ağlamak kabahat midir,
utanmaz...
31
DURSUN BEY (Çorum): Sensin utanmaz, reddederim.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Efendi, Bursa yanıyor, ben ağlıyorum.
DURSUN B. (Çorum): Hepimiz ağlıyoruz.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Efendi biliyor musun ki bizim... (söyleyin
dinliyoruz, devam sesleri) Efendiler bir şey söylemek istemiyorum. Yalnız sizden
bir ricam var. Bunu söyleyip sözüme son vereceğim. (dinliyoruz, sesleri) Efendiler,
bu bir sene zarfında, bu Efendinin ağlamayı çok gördüğü, Bursa'da o kadar
perişanlık, o kadar sefalet hüküm sürdü ki... (dışarı çıkarınız sesleri, gürültüler)
BİR MEBUS BEY: Bursa için ağlamayanın burada yeri yoktur. (çık dışarı, sesleri)
NEŞET BEY (İstanbul): Milli hisleri olmayanın burada yeri yoktur. Hep beraber
ağlayacağız.
YASİN BEY (Gaziantep): Beyefendi mevzuu değiştirmeyeceksin, söyleyeceksin,
hep beraber ağlayacağız.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Bir seneden beri Bursa ovasında yıkılmadık
köy kalmadı. Hayatlarını kurtarabilen ihtiyarlarımız bu Anavatanın ötesinde,
berisinde belki dileniyor, kadınlarımız ağlıyor. Gençlerimiz sizden ümitlenerek,
yaptığınız fevkaladeliklerden ümitlenerek düşünüyor, düşünüyor ve bekliyor
efendiler. Yanan köylere acımıyorum efendiler, yanan köylere acımıyorum. Bu
Millet onu yeniden yapacak. Gelecek olan bir tehlikeden korkuyorum ve titriyorum,
efendiler. Bursa'yı yakmak istiyorlar. Tarihimizi yakmak istiyorlar. Bursa, o kadar
güzel olan Bursa'ya, zümrüt ovaları, muazzam dağlarıyla güzel olan Bursa'ya bir
şey yapamazlar. Evlerimizi yaksınlar efendiler, çocuklarımızı isterlerse
öldürsünler, fakat tarihimize dokunmasınlar. Padişahlara ait o kıymeti bulunmaz
türbelerin esası yıkılmasın. Efendiler yıkacaklar, yıkmaya hazırlanıyorlar.
Yapacakları şey budur. Ordularımız kafalarına vurup da parçaladıkça kudurmuş,
melun bir hiddetle zavallı esir, silâhsız evlâtlarımıza, kardeşlerimize eziyet
ediyorlar. Efendiler gelen ordu, ordu değil, bir eşkıya alayıdır. (Avrupa medeniyeti,
sesleri) Efendiler hırsızlığın resmi bir şeklini görmediyseniz görün. Bursa'da
sıkıyönetim ilân edip gece dokuzdan sonra kimsenin dışarı çıkmamasını
emrediyorlar. O zaman silahlı askerler evlere giriyorlar, halkın parasını, malını,
alıp evden çıkarken kadınlar bağırırsa yanındaki komşular duyduğu halde sokağa
çıkamıyor. Çıkarsa sıkıyönetime muhalif hareket ediyor, kanuna aykırı hareket
ediyor diye vuruyorlar. Yakında Bursa'dan gelen biri diyor ki Bursa'yı yakmaya
hazırlanıyorlarmış. Bir Yunan doktoru, yakacaklar, haklarıdır demiştir. Bunu biz
değil, bütün dünya biliyor. Nerede o Amerika ki Dünyaya din ve insaniyet yaymak
için misyonerlerini dağıtmıştır. Nerede o İngiltere ki harbi adaletin tesisi için
yaptığını utanmadan ilân etmiştir. Nerede o medeni Fransa ki medeniyim diye her
yerde ve her gazetede bağırıyor. Efendiler Dünyaya bağırmak lâzımdır. Bugün bu
kürsüden sizin adınıza ve Milletin adına bağırmak istiyorum ki bilsinler, haberleri
32
olsun. Bilmiyoruz demesinler. Bursa'yı yakmak için hazırlanan alçaklar vardır.
(kahrolsunlar sesleri) Hazırlanmışlardır, yakmaya teşebbüs edeceklerdir.
Efendiler, bu yangınlara, bu katliamlara mâni olmak için acele etmeli, bunun için
ne yapmak lazımsa yapmalıdır. Eskişehir'de bulunan, bir seneden beri kalpleri,
Milletin, sizin delâletinizle, sizin fedakâr rehberliğinizle gösterdiği harikalara
bakarak minnet ve şükran yaşlarıyla dolan ve ümitleri gittikçe büyüyen Bursalılar,
Yüce Meclisinize minnet ve şükranlarını arz etmek için bir telgraf çekmişlerdir.
Müsaade ederseniz okuyacağım.
TBMM Başkanlığına
Sızlayan kalplerimizle, bükük boyunlarımızla Bursa'nın işgalinin birinci
yılında matemi yaşarken, hâlâ esarette bulunan ailelerimizin, kardeşlerimizin
kederli fakat gittikçe ümitli vaziyetinin ve tarihi Bursa'nın işgalini şimdiye kadar
olduğu gibi bundan böyle de birlik içinde Milli Mücadelemize devam
edeceğimiz için azim ve imanınızı tezyit edeceğine kanaatimizin olduğunu
Büyük Millet Meclisine arz etmeyi bir vatani vazife biliriz.
Eskişehir'deki Bursalılar adına
Nevres, Ali, Nuri
(Allah muvaffakiyetler ihsan eylesin, âmin sesleri)
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Allahın yardımıyla inşallah yakında kavuşuruz.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Efendiler, hiçbir zaman müteessir, daha
doğrusu hiçbir an için kederli olmadık. Yarın sizin yardımlarınızla, Ordunun
göstereceği fevkalâdeliklerle Bursa'ya da, İzmir'e de gireceğiz. (inşallah, sesleri)
Maddi zararlar hiçbirimizin hatırında değildir. Fakat düşündüğümüz, düşünmek
istediğimiz manevi zararlardır. Bunun himayesini Yüce Meclisinizden, bütün Bursa
adına ve bütün tarih adına rica ederim.
FAİK BEY (Başkan Vekili): Efendim, Edirne Mebusu Şeref Bey’in bir önergesi var.
Dışişleri Vekilinin derhal buraya gelmesini teklif ediyorlar. (Uygundur, sesleri)
TBMM Başkanlığına
Bursa'yı Yunanlıların yakacakları anlaşılıyor. Hemen Dışişleri Vekilinin
Meclise gelerek izahat talebini rica eylerim. 9 Temmuz 1920
Edirne Mebusu
Şeref
(Kabul sesleri)
FAİK BEY (Başkan Vekili): Pekâlâ, kendilerine tebliğ edelim. Vekil Bey gelinceye
kadar da gelen yazıları müzakere edelim.
33
(Dışişleri Bakanlığına haber gönderilir. Bu arada Genel Kurulda diğer gündem maddeleri
görüşülür. Bir süre sonra Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey Genel Kurul’a gelir.)
FAİK BEY (Başkan Vekili): Efendim, Bursa işgalinin birinci yılını doldurması
münasebetiyle Dışişleri Vekilinden izahat alınmak üzere verilen bir soru önergesi
vardır. Şeref Bey tarafından verilmiştir. Buyurunuz Şeref Bey.
ŞEREF B. (Edirne): Efendiler, Osmanlılar silâhları elinde olduğu halde Ateşkesi
selâmladıktan sonra, bütün Dünyaya sulh ve huzur getirmek vaadinde bulunan
İtilâf hükümetleri, imzalarına sadık olmaları lazım iken ona riayet etmediler. Fakat
bütün Dünya Harbi zamanında, beklemekten ve hiçbir şey yapmamaktan başka
bir iş yapmamış olan Yunanlılar, Ateşkesten sonra Türk’ü ölmüş sanarak
Memleketimizi istilâya başladılar. Öyle bir halde ki Anadolu'nun verimli sahalarını,
Rumeli'nin zümrüt ovalarını, Türk'ün kahraman atalarından yadigâr kalan bu
kıymetli yerleri, İtilâf devletlerinin kendilerine vaat ettiği iddiasını ortaya sürerek bu
güzel Yurdumuza doğru yürüdüler. Fakat nasıl? Bütün Türk Ordusunun elinden
silâhı alındıktan sonra, Ateşkesi imzalayıp koynuna koyarak işte sulh konferansına
namuslu bir Devlet, namuslu bir Millet olarak gitmek istediği sırada bir de baktık ki
harp bitti denecek bir zamanda, harp yine başladı. Fakat gelen ise yalnız bir
millettir. Öyle bir millet ki tarihin yüzü kızarsın, insanlığın bütün varlığı, bütün
mevcudiyeti utansın, mazlum insanları kesmekten bir zevk duyan, Yunan gibi
……… ve daima ………. olan bir milleti üzerimize saldırdılar. (bravo sesleri,
alkışlar) İşte Yunanlıların yaptığı bundan ibarettir. Bir uydu gibi İtilâf
hükümetlerinin etrafında dolaşarak, Türk’ün öz diyarı ve ebedi yadigârı olan
mukaddes topraklara ve Oruç Paşa’nın bize yadigâr ettiği güzel İzmir'e gelip
girdiler. İzmir'in etrafını ve İzmir'in sokaklarını Türk kanı ile bulaştırdılar. Şimdi işte
oradan doğan varlık, bugün o büyük ve muazzam tarihi temsil eden sizleri burada,
İzmir'de dökülen, Trakya'da dökülen, her tarafta dökülen masumların kanlarını ve
onun şan ve şerefini düşünürken, üzülürken itimat ediniz ki şehitlerimizin ruhları
sizin vereceğiniz kararı dinliyorlar. Türk Ordusu katiyen vazifesini ihmal
etmemiştir. Fakat ne yapalım ki, namusluca verdiğimiz sözü tutmak için elimizden
silâhımızı bıraktığımız zaman yalnız sulhu selâmlamak ve sulha talip olduğunu
ispat için o silâhlarını bırakmışlardı. Yoksa itimat ediniz ki Anadolu ve Rumeli
Türkü şimdiki Yunan kuvvetinin yirmi misli kadar olsa onu avlu kazığı ile kovabilir.
Nitekim ispat ettik ki işte bütün silâhlarımız elimizden alındığı halde, imanından
başka hiçbir şeyi yok iken doğurduğu şu Ordu Yunan'a ne olduğunu iki üç
darbede anlattı ve itimat ediniz ki daha çok harikalar gösterecektir. Yunan işte
orada birikmiş, yalnız silâhları olmayan beş, on masum Müslüman’ın kanını
dökmekten başka bir şey yapamıyor. Fakat biraz ileri atılsa Türk'ün daima ve
daima muzaffer kalan kılıcı onun ensesinde parlayacaktır, onun için gelemiyor.
Erkekler gibi yürüyemediği yerlerde, ………… gibi oradaki biçarelerin kanlarını
dökmekten başka bir şey yapmayacaktır. (kahrolsun sesleri) Bu muazzam Millet,
bu büyük milleti meydana getiren atalarımızın kanı ile yoğrula, yoğrula ortaya
34
attığı bu varlık nihayet Bursa gibi, İzmir gibi, Edirne gibi, Türküm ve Türk
kalacağım, burada İslam’ın imanı yaşamış ve yaşayacaktır diyen yerlerin bugün
Yunan’ın, kirli ayaklarıyla çiğnendiğine tahammül edebilmenin imkânı kalmamıştır.
Sabrın bir derecesi vardır. Ben bir fotoğraf gördüm. Bu Devleti kuran Sultan
Osman'ın Türbesi üzerine Venizelos'un oğlu elini dayamış fotoğraf çektirmiş.
Sorarım size. Hangi bir Türk bir memlekete gittiği vakitte, gitmiş de o memleketin
mukaddesatından sayılan bir yere bu hakareti yapmıştır?
YASİN BEY(Gaziantep): Türk namusludur, onu yapmaz.
ŞEREF BEY (Devamla): İşte medeniyet iddiasında bulunan Yunanlıların bunlar
daima yaptığı şeylerdir. Anadolu'nun sinesinden doğan Anadolu evlâdını bugün
meydana getirdiği bu şanlı mücadelede bu şanlı azim ile Yunanistan'ı Anadolu'dan
tamamıyla kovacaktır. Düşman onu idrak ettiği içindir ki gittiği yerlerde kin ve
ateşten başka bir şey bırakmıyor ve orada Türk ve İslam unsurunu tamamıyla
imha ediyor. Bu kıyamları, bu fesatları yapmaktadır.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): İnsan değil onlar, canavar.
ŞEREF BEY (Devamla): Fakat canavarda da bir his vardır. Efendiler, dikkat ediniz
canavar bile dişisini okşarken, bir dişi mahlûka doğru gelirken ona hücum etmez
ve güler. Fakat bunlar öyle bir şeydir ki en evvel dişi olan biçare kadınlara taarruz
ediyorlar, onları öldürüyorlar. Tarih bu facianın bir mislini daha kaydetmemiştir.
Benim yüreğimi titreten, en korktuğum şey bugün hüzünlü bir seda ile
minarelerinden ezan sesi duyulmayan Edirne'deki Sultan Selim, Bursa'daki Yeşil
Cami gibi atalarımızın bize yadigâr olarak bıraktığı ve bir mislini artık değil bizim
bütün dünya sanatkârlarının meydana getirmesinin imkânı olmayan o güzel
abidelere karşı göz dikmişler. Oralarda ırkımızı imha etmek için çalışıyorlar,
oralarda Türk tarihini yaşatan abideleri de mahvetmek istiyorlar. İşte benim Milli
Meclisten istirham ettiğim, böyle namussuzcasına mukaddesatımıza hücum ve
taarruz eden bu alçak, ………. milletin yapmakta olduğu kötülükleri ve zulmü
bütün insanlığa protesto etmek ve anlatmak için bir karar kabul etmenizdir. Bunun
için efendiler, bir ikinci teklifim daha var. Fatih İstanbul'a girdiği vakitte kendi
bindiği beyaz atına Patriği bindirerek kendisine imtiyazlar bahsetmişti. Ben işte
Fatih'in yapmış olduğu büyüklüğü bilmem bugün küçüklük sayan bir kişi var mıdır,
yok mudur? Fakat ben bunu gayet büyük bir zaaf olarak telâkki ederim. Bu zaaf ile
bizim Rum kiliselerine verdiğimiz birçok imtiyazlar var. Biz o kadar âlicenap, o
kadar büyüktük ki ve hiç birimizin hatırına gelmemiştir ki bir gün, Fatih Sultan
Mehmet’in kendi atına bindirerek şenlikle Patrikhaneye göndermiş olduğu Patrik
Efendi, ondan altı asır sonra, üç kıtada bin beldeye sahip olmuş ve bir devlet
meydana getirmiş bir ırkın evlatlarını kendisinin velinimeti iken, elinde kılıcı, önüne
düşerek müdafaadan mahrum olan biçare Müslümanları kestirsin. Evet, ben
Fatih'in Türbesine girip diz çökerek, Ey Hakan, işte 600 sene evvel senin yapmış
olduğun bir hatanın cezasını, evlatların çekiyor, diye bağırmak istiyorum. Bunun
için bana kimse iddia edemez ki bir gün bir Müslüman evlâdı kilisesine gitmek
35
üzere olan bir Rum’un, bir Hıristiyan’ın önüne çıkıp da sen hayır kiliseye
gitmeyeceksin, demiş olsun, gösteriniz. (Türk yapmaz bunu, yoktur, sesleri) Zalim
denilen, hunhar denilen, medeniyetsiz denilen bu Milletin bir ferdini bulamazsınız
ki bir gün bir Hıristiyan Dinine, mezhebine taarruz etmiş olsun. Böyle olduğu halde
biz onlara verdik, her şeyi verdik. Eyvah, o kadar verdik ki bir küçük kazadan
bahsedeyim. Kütahya’nın Simav Kazasını belki bilenler vardır. Bendeniz oraya
1911 senesinde gitmiştim. Reji memuru olarak oraya bir tek Rum gelmiş, nihayet
Rumlar arı gibi üşüşmüşler. Bir mahalle teşkil etmişler ve nihayet taşıyla,
toprağıyla, bütün mevcudiyetiyle Türk ve Müslüman olan Simav'ın hayatını
emmişler. İşte bugün Simav'ı yakan onlardır. Benim memleketimde ne yanmış ne
yakılmış ve ne yıkılmış ise hepsini Rumlar yapmışlardır, başkaları değildir.
Efendiler, hissinizle değil, çok yalvarırım kafanızla düşününüz. Merhametli olmak
insanların vasıflarındandır. Fakat karşınızdaki canavardır, hunhardır, zalim
olanlara karşı merhamet etmek, kendini tehlikeye atmak demektir. Kendini
tehlikeye atmayı ise bizim dinimiz meneder. Bunun için acımayalım. O sebeple
diyorum ki biz şimdiye kadar onların kiliselerine hürmet ettik fakat bugün hürmet
edemeyecek derecedeyiz. Çünkü mabetlerimizi yıkmak, orada insanları kesmek,
maksatları imha etmektir, mahvetmektir ve Türk'ün bütün varlığını o güzel yerlerde
kırmaktır. Bu sebeple onların Rum kiliselerine karşı, bugün Hükümetin koruma
tedbirlerini gözden geçirmesini rica ederim. (bravo sesleri) İtimat ediniz ki
fevkalade zamanlarda, fevkalade tedbirler alınır. Siz, fevkalâde yaratılmış zaman
için fevkalâde devrin fevkalâde evlâdısınız ve yapacağınız işler fevkalâde
olacaktır. Onun için teşkil ettiğiniz Hükümet de, hiçbir hukuku esasa ve hiçbir
kitapta olmayan bir şekilde fevkalâde bir Hükümettir ve çünkü zaruretten
doğmuştur. O halde bizim vekillerimiz kabine vekili değildir. Yüce Meclisinizin
verdiği karara harfiyen uymak mecburiyetindedirler. Orduya gelince ki Ordu
vazifesini hakkıyla yerine getiriyor. Ordunun umumi plânları vardır, Ordunun
umumi harekâtı üzerine, şöyle yapsın, böyle yapsın denemez ve bu salahiyete
haiz değiliz. Ordu İzmir'e veya falan yere, falan yere gitsin denemez. Onun için
müdahale doğru değildir. Bu doğru olmamakla beraber biz Ordumuzdan da rica
ediyoruz. Mesela İzmit'i mutlaka zapt etmek istendiği takdirde Ordumuza birtakım
hafif kuvvetler ayırarak, o hafif kuvvetlerle düşmanın tahliye edebilecekleri
yerlerde düşmanın fenalık yapmasına imkân vermeden oralarını işgal etmiş
olsunlar. Efendiler, Milli Meclisten diğer bir istirhamım var. Burada yaşayan ve her
refah içinde Rumlar hakkında galeyan ve hissiyat son derecededir. Bunun önüne
geçmenin imkânı da, ihtimali de yoktur. Bunun için, bu hissiyatın önüne geçmek
mümkün olmayınca, bunu bütün Avrupa'ya ve Amerika’ya resmi olarak bildirmek
lazımdır. Yunan vahşetinin de söylemesini ve Hükümete emredilmesini teklif
ediyorum. Netice olmak üzere şunu da arz edeyim ki milli davamız için sonuna
kadar mücadele edeceğimize imanım vardır. Çünkü efendiler ölmesini bilen bir
millet, yaşamak hakkına sahiptir. Altı asrın tarihini sinesinde yaşatan Türk Milleti,
bir sürü ……… ibaret olan Yunan sürüsüne, erkek Türk'ün azmini göstereceğine
de imanım vardır. (alkışlar)
36
FAİK BEY (Başkan Vekili): Hükümet bir şey söyleyecek mi Efendim?
YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Dünya Harbi zamanında hudutlarımız her
taraftan kapalı iken ve Memleketimizde istediğimiz gibi hareket ettiğimiz anlarda,
zamanlarda Türklerin Rumlara karşı gösterdiği insani hareketlerin, bugün Yunan
Hükümetinden pek güzel bir karşılığını görüyoruz. Türkler, arkadaşımız Şeref
Bey’in buyurduğu gibi Fatih zamanından beri Rum ırkına karşı ne kadar insani bir
surette hareket etti iseler, şimdi bahis mevzuu olan Rumlardır. Bugünkü
Yunanlılarla onlar dün bizim tebaamızdı, onlara karşı ne kadar insani muamele
ettik isek bugün elinde silahı olmayan zavallı Türklere karşı yapılan bu vahşet,
bize karşı yarım medenidirler diyenlere karşı pek güzel bir misal teşkil ediyor.
Medeniyet Dünyası görsün, anlasın, Anadolu'da oturanlar etrafını çevirmişler,
hiçbir şeyden anlamazlar, yakarlar, yıkarlar mı? Yoksa onların himayesi altında,
onların verdiği silahla hareket eden Yunanlılar, Türk hukukuna kahpece, insanca
olmayarak hücum ederler mi? Görsünler. Malûmunuz Büyük Millet Meclisi
Hükümeti, Meclisin verdiği kararlara göre siyasetini idare etmektedir. Şüphesiz
Hükümet, ilk günden beri Yüce Meclisinizden aldığı fikirlerle hareket etmiştir
Şimdiye kadar Dışişleri Vekâleti de o şekilde hareket etmiştir. Onun için arzu
ediyorsanız Dışişleri Vekâletinin bu hususta muhtelif yerlere yazmış olduklarını
okuyalım. Belki bunlardan daha evvel malûmatınız varsa söylersiniz başınızı
ağrıtmam. (dinleriz, sesleri) Vekâletimiz Yunan Dışişleri Nezaretine 23 Nisan 1921
tarihinde şunu göndermiştir.
Yunanistan Dışişleri Nezaretine
İnönü'de mağlup olan istilacı Yunan Ordusu, geri çekilme esnasında
insanlığın vicdanlarını titreten zulüm, katliam ve tahribatta bulunmuştur. Bu
Memleketi tahliyeye mecbur olan ordular asla böyle tahribat icra etmemişlerdir.
Bilecik ve Söğüt gibi binlerce evi yakılan ve yıkılan mahalleler şimdi enkaz
yığınından başka bir şey değildir. Buralardan ormanlara ve dağlara kaçamayan
halk müthiş işkencelerden sonra yaş ve cinsiyetleri ayrılmaksızın
katledilmişlerdir. Tatbik ettiğiniz harp usulüne şahit olmak üzere yabancıların
ve bilhassa tarafsızların bu havaliyi ziyaret etmelerini rica edeceğiz.
Hükümetim, Ordunuz tarafından meydana getirilen tahribatı incelemek ve
tahrip edilen yerlerdeki halkın maruz kaldıkları zarar ve ziyanın tespit etmesini
bir komisyonuna havale etmiştir. Hesap günü geldiğinde vahşi ve istilâcı
Ordunuzun sebebiyet verdiği veya vereceği bütün zarar ve ziyanın tamamen
tamirini talep etmesini bileceğiz.
Dışişleri Vekili
Ahmet Muhtar
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Sonra İstanbul’daki İspanya Büyükelçisine,
Amerika, Fransa, İtalya fevkalâde komiserlerine ve İslam Cemiyetine şu protesto
notası gönderilmiştir.
37
İstanbul'daki İtalyan, Fransız, İngiliz ve Japon komiserlikleri ile İspanya
Büyükelçisine ve Hint Müslümanları Cemiyetine
Anadolu'da Yunanlılar tarafından yapılan harp, günden güne bir yıkım ve
tahrip harbi şeklini almaktadır. Eskişehir ve Karahisar muharebelerindeki
hezimetlerini takip eden günler zarfında yaptıkları zulüm yetmiyormuş gibi
henüz Ordumuz tarafından kurtarılamayan yerlerdeki Müslüman halkı yaş ve
cinsiyet gözetmeksizin katletmeye devam ve geri çekilmeye mecbur oldukları
vakit oralarda hiçbir şey bırakmamak şartıyla cephe gerisini tahrip ediyorlar.
Dünya kamuoyunun bu zulüm ve vahşete ilgisiz kalacağını kesinlikle
zannetmiyoruz. Yunan Hükümet ve Ordusunun Müslümanlara karşı uyguladığı
bu yok etme ve tahrip siyasetindeki yegâne gayesi, Memleketimiz
Müslümanlarını misilleme yapmaya sevk etmek suretiyle, Hıristiyan Dünyasının
kamuoyunu aleyhimize çevirmektir. Devletlerin müdahalesinin bu faciaya
nihayet vermediği takdirde bundan ortaya çıkacak neticeden katiyen mesuliyet
kabul etmeyeceğimizi arz eder ve yapacağınız müdahale ve teşebbüsün hayırlı
neticeye varacağı ümidiyle bu notayı takdim eylerim, Efendim.
Dışişleri Vekili
Ahmet Muhtar
NECATİ BEY (Bursa): Tarihi nedir Efendim, bunun?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Bunun tarihi, o günlerde çekilmiştir Efendim.
NECATİ BEY (Bursa): Asıl mezalim Efendim, bu tarihten sonra, bunlar verildikten
sonra başlamıştır, Beyefendi.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Biz yazılan şeyleri arz ediyoruz, Efendim. Sonra
Fransa, İngiltere, İtalya, ABD Dışişleri Nezaretlerine ve Moskova Dışişleri
Komiserliğine yazdığımız da şudur.
Fransa, İngiltere, İtalya, Amerika Birleşik Devletleri, Sovyet Rusya Dışişleri
Nazırlıklarına
Yunan Ordusu ilk geri çekilmesinde yaptığı gibi bu defa da tahliyesine
mecbur olduğu yerlerde yağma ve talan ediyor, yakıp yıkıyor ve yaş ve cinsiyet
ayırmaksızın bütün ahaliyi kılıçtan geçiriyor. Söğüt ile Bilecik arasında düşman
tarafından tamamen tahrip edilmemiş bir tek köy yoktur. Bilecik Yunanlılar
tarafından tamamen yakılmış ve tahrip edilmiştir. Halktan zamanında dağlara
kaçamayanlar katledilmiştir. Söğüt'te Osmanlı İmparatorluğunun ilk Padişahı
Osman Gazi’nin ve babası Ertuğrul Gazi’nin türbeleri dinamitle yıkılmıştır. Geri
çekilme mecburiyetinden adeta deliye dönen katil ve tahrip illetine kapılmış
düşmanın vahşetini, tarihi bir türbeye tecavüze kadar vardırmasına karşı son
şiddetle protesto ederiz. Askerlerinin vahşetini teskin hususunda Yunan
38
Hükümeti üzerinde baskı yapmanızı rica eder, aksi takdirde Yunanlıların zulüm
ve vahşeti karşısında Milletimizde galeyan eden hissiyatın önüne geçmek kabil
olamayacağını arz eder ve Memleketimizde yaptıkları tahribatın tazmininin
talep hakkını muhafaza ettiğimiz ilâve eylerim.
Dışişleri Vekili
Ahmet Muhtar
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): İşte buna benzer şeyler yazılmıştır.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Son olarak ne yazılmış ise onu dinliydim,
Efendim.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Son olarak Efendim, İzmit katliamı hakkında bir
protesto çektik.
Yunanistan Dışişleri Nezaretine
Yunan Ordusu İzmit'i tahliyeden evvel üç yüz Müslüman’ı katletmiş ve
Sultan Camii etrafında bulunan mağazaları da yakmıştır. Katledilen
vatandaşlarımızın fotoğrafları şehirde bulunan Amerikalılar tarafından
çekilmiştir. Zati âlilerine bu cinayetleri bildirmekle beraber, Hükümetinizi
nefretle protesto ettiğimizi bildiriyoruz. Yunan Ordusunun tahliye etmek
mecburiyetinde kaldığı havalide bir plân dâhilinde yaptığı bu faciayı, Ankara
Hükümeti olan bizler, Milletimizin heyecanını teskin edebilmek için pek müşkül
bir vaziyette kaldığımızı ilâve ederek bildiririz.
Dışişleri Vekili
Ahmet Muhtar
ABDÜLGAFUR EFENDİ (Karesi): Efendim, sorulara iştirak etmek suretiyle biz de
söz isteriz.
FAİK BEY (Başkan Vekili): Bir soru önergesi de siz verirsiniz, Efendim.
MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Bu hepimizin hissiyatıdır, Efendim. Herkes
söyleyebilir.
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Sonra Efendim, evvelki gün İstanbul'a bir telgraf
gönderdik, İstanbul'da lâzım gelen yerlere bildirilmek üzere.
İstanbul'daki İtalyan, Fransız, İngiliz komiserliklerine
Batı Anadolu ve Trakya 'da Yunanlıların icra ettikleri zulüm, bilgileriniz
dâhilindedir. Birçok vatandaşlarımız bulundukları yerlerden Yunanistan'a
nakledilmiş olup orada sefil ve perişan bir halde sürünmektedirler. Bunlardan
asker haricinde bulunanlarla yaralı ve kadınların kurtarılması için Kızılay
Cemiyeti vasıtasıyla Kızılhaç nezdinde teşebbüste bulunulmasını ve
Yunanistan'da kalacak harp esirlerimize daha insani bir surette muameleyi
39
temin etmek için Kızılay Cemiyetinin bir inceleme heyeti göndermesini temin
buyurmanızı bilhassa rica eder ve bu husustaki cevabınızı sabırsızlıkla
bekleriz, Efendim. 7 Temmuz 1921
Dışişleri Vekili
Yusuf Kemal
DURAK BEY (Erzurum): Cevap aldınız mı?
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Hayır Efendim. Yalnız öğrendiğimiz bir habere
göre, bundan zannederim yedi, sekiz gün önce İngiliz Fevkalâde Komiserliğinden,
İstanbul Hükümetine verilen bir notada, Müslümanlara karşı yapılan zulme pek
üzüldüklerini bildirdiklerini işitiyoruz. (çok işittik, lâftır, sesleri) Şimdi Efendim, soru
önergesine cevaben Dışişleri Vekâletinden yapılmış şeyleri arz ettim. Başta da arz
ettim ki biz Yüce Meclisinizin vereceği kararlara göre her türlü vazifeyi yerine
getiririz. Daha güzel yol, daha tesirli yollar gösterilirse onları da yapmaya hazırız.
İHSAN BEY (Cebelibereket): Beyefendi müsaade buyurursanız bir şey soracağım.
Medeniyet Âlemi dediğiniz Avrupa'nın Türk ve Müslümanlar üzerinde yaptığı
zulmün, bu heyet Balkan Harbinden beri şahididir. O zamandan itibaren de gerek
bugünkü Hükümetimiz gerek ondan evvelki hükümetler daima bu siyaseti takip
etmişlerdir. Protesto ile vakit geçirilmiştir. Türkiye'de tüten bir ocak ve gezinir bir
Türk kalmayıncaya kadar bu vahşilerden vahşet mi bekleyeceğiz? Mahvolmamız
için zulümde devam edenlere karşı, yakıp yıkanlara karşı yine mi protesto ile vakit
geçireceğiz, ne yapacağız? (bravo sesleri, alkışlar)
YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Arz ettim Efendim. Soru Dışişleri Vekâletinedir.
Dışişleri Vekili olarak ben cevap veriyorum. Cevap Hükümetten değildir. Dışişleri
Vekâleti ancak bunu yapabilir, bunu yapabilmiştir. Başka bir şey yapamaz.
TBMM Başkanlığına
Yunan zulmü hakkında umumi müzakere açılmasını teklif ederim.
Bursa Mebusu
Muhittin Baha
(uygundur, sesleri)
FAİK BEY (Başkan Vekili): Efendim, Yahya Galip Bey’in de aynı mevzuda bir
önergesi vardır. Kabul edenler, lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir, Efendim.
Buyurun, Rasih Efendi.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Evvelâ ben söz istedim, Efendim.
HAMDİ NAMIK BEY (İzmit): On gün evvel bir soru önergesi vermiştim. Neden söz
vermiyorsunuz?
40
FAİK BEY (Başkan Vekili): Soru önergesi bahis mevzu değildir. Umumi müzakere
kararı verildi, Efendim. İstediğiniz kadar söz vereceğim.
RASİH Efendi (Antalya) : Muhterem arkadaşlar, İçişleri Vekili Beyefendi
Hazretlerinin buyurdukları gibi elinde silâh olan Rumlar, Yunanlılar karşılarındaki
Türklerden ne alacaklarını nasıl mukabele göreceklerini pekâlâ bilirler ve Türkler
de onlara karşı verecekleri cevabı bilirler. Bizi en çok üzen, en çok düşündüren,
bugünkü bu heyecanımıza sebep olan, Ateşkesten beri şahit olduğumuz vaziyettir.
Bilirsiniz ki işgal edilen yerlerde atalarımızdan kalan abidelerimiz birer, birer imha
edilmekte, Türk'e ait ne varsa onu yıkmak, onu mahvetmek emeli ile bugün
kendilerine yalnız protesto ile müracaat ettiğimiz o muazzam devletlerin gözlerinin
önünde bütün bu facia sürüp gitmektedir. Adalet, hürriyet için harp ettik diyen o
muazzam devletlerin gözleri önünde bunlar olmaktadır. (gözleri kör olsun, sesleri)
Müslümanların ne malı kaldı, ne tecavüz edilmedik haysiyeti kaldı, ne de
mukaddesatı kaldı. Efendiler, düşman Trakya'da, Akdeniz sahillerinde, Marmara
sahillerinde mevcut olan Türk ve İslam nüfusu imha etmek üzere bulunuyor.
Ateşkesten sonra her gördükleri gazetecilere Dünya Harbinde Türklerin zulüm
yaptığını söyleyen bizim İstanbul'daki adamlarımız, Hilâfetin Makamını muhafaza
ediyorum diyen o adamlar, her gördüğü Avrupalıya bizim zulüm yaptığımızı
söylemekten utanmazken, iki senedir kendisinin haklarını muhafaza etmekle
mükellef bulunduğu Müslümanlara karşı yapılan tecavüzlere karşı hâlâ ağzını
açmıyorlar efendiler. Arkadaşlar İstanbul'un rıhtımlarına her gün dökülen sefillerin
hali nedir, ne oluyor, bunlar nereden geliyorlar? Bu kin ve öfke İslamadır, diye hâlâ
kimse ağzını açmıyor.
SIRRI BEY (İzmit): Hoca, merak etme sonları yakındır.
RASİH EFENDİ (Devamla): Zaten İslâm Âlemi eninde sonunda hakkını elde eder.
Fakat arkadaşlar asıl üzüldüğüm nokta, bugün Marmara sahilinde Akdeniz
sahilinde, Trakya 'da Müslüman kalmıyor. Yoksa Yunanlılardan intikam almak,
Rum'lardan intikam almak değil. Bu Millet Yunanlılardan intikamını almasını bilir
ve onu her vakit için alacaktır. Yunanlıların bu Milletten yumruk yemek, dayak
yemek hakları olsun, istedikleri olsun. Arkadaşlar, Bursa'da Osman Gazi’nin
Türbesi üzerine Venizelos'un oğlu ayak basarak fotoğraf çektirmesini seyirci kalan
Vahdeddin değil ……………..’dir. (bravo sesleri, alkışlar) …………… olduğunu
duysun, (şiddetli alkışlar, kahrolsun sesleri) Irz, namus, can ayaklar altına
alınırken ve küme küme mülteciler İstanbul'a sefil bir halde akın ederken neden
susuyor? Sormuyor bile arkadaşlar. Arkadaşlar, Ermeni yetimleri için malikâne
hediye eden, binlerce lira hediye eden herif hiç olmazsa bu gelenlere kimdir, nedir,
diye bile sormuyor.
NEŞET BEY (İstanbul): Bunu yaptıran o ……………. dur.
RASİH EFENDİ (Devamla): Arkadaşlar, bunun zamanı ne vakte kadar acaba?
Arkadaşlar, bir teklifim vardır. Şimdi o noktaya geliyorum. Malumunuz bir kısım
41
padişahlar çeşitli sebeplerle Memleketimizde bizimle beraber tebaa olarak kabul
ettiğimiz insanları meslek itibariyle birtakım imtiyazlar vermişlerdi. Arkadaşlar,
bunların zamanı, bunların hükmü, son bulmuştur. Bu Yüce Meclis karar vermelidir.
Ateşkesten sonra hangi memlekette serbestçe milli hissiyatımızı rencide
edilmeksizin gezebildik. Karşımızda Yunan Kızılhaç’ının rozetlerini taşıyanları,
Yunan askerî üniformalarını giyen yerli Rumları gördük. Arkadaşlar, size şunu arz
edeyim ki biz Antalya Hükümet Konağında bir Yahudi’nin bile, ey Türkler şimdi
eski zaman değildir, dediğini duyduk. Şimdi bu Rumlar isyan etmişlerdir.
Binaenaleyh, bu suretle Hükümete karşı isyan eden azınlıklar neden bizden daha
fazla bir imtiyazla bu memlekette yaşamaya hakları olsun? Binaenaleyh, bunların
Antalya’da 225.000 nüfus vardır. Bunların 215.000’i Müslüman, 10.000 kadar Rum
varken, Hususi İdare Meclisinde benim ile beraber iki Müslüman üye, iki de
Hıristiyan üye bulunuyor. Eğer bu temsil ise bunda temsil esası yoktur. Eşitlik
hukuku da yoktur. Hususi İdare Meclisinde üye olan bir adam var. Vaktiyle
Nurettin Paşa İzmir'de vali iken Ateşkesten sonra, İzmir'in işgalinden on gün evvel,
Nurettin Paşa gibi bir adamı hâlâ İzmir'de vali olarak tutuyor musunuz, diyor.
Onlara ihtarda bulunuyor. (ismini söyleyiniz, sesleri) Georgi isminde bir Rum.
Böyle adamların bugün bizimle hâlâ alâkaları var. Binaenaleyh arkadaşlar, zamanı
gelmiştir. Bunların mahkemelerde, ne de idare meclislerinde temsil hakları yoktur.
Çünkü isyan etmişlerdir. Arkadaşlar, rica ederim, işgal altındaki hangi memleket
gördük ki Rumlar gelen düşman kuvvetine iltihak etmesin? Ermeniler, Yahudiler
iltihak etmesin? Bugün işgal altında olmayan ve kendi kuvvetlerimizin işgali altında
bulunan yerlerdekilerin sükûnet mi bizi aldatıyor? O geçici sükûnet bizi
aldatmamalı. Çünkü neresi işgal edilmişse görüyoruz orada neler oluyor.
Müslümanları katleden, evini yakan, Yunan kuvvetinden evvel yerli Rum kuvvetler
olmuştur. İşte önümüzde Söğüt, Bilecik var. Oralarını yakanlar, Müslümanları
katledenler, tehdit edenler, yerli Rumlardır. Binaenaleyh, bunlar hakkında Meclisin
Lâzım gelen kararını vermesini rica ederim.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Müzakere usulü hakkında söyleyeceğim. Efendim,
bu muhakkaktır ki Hıristiyanlar İslam Âlemini ortadan kaldırmak isterler. Bunun için
ellerinden gelen fenalığı yapmaktan çekinmezler. Fakat asıl mesele, bu
Hıristiyanları Müslümanlar üzerine saldıran bu melunlara lanet ettikten sonra,
Avrupa destekçileri bilmelidirler ki kendi işi ile meşgul olan sabırlı ve vakur Türkler,
bir dereceye kadar sabrederler. Fakat dereceyi aştıktan sonra meydana gelecek
galeyan neticesi, zannedersem bu Memlekette bir tek Hıristiyan bulamazlar ki onu
numune olarak göstersinler. Şu halde bu fenalığın neticesinden mesul yine o
Avrupa destekçileri olacaktır. Avrupa bizim hakkımızda yapılan her bir fenalığı
biliyorlar. Bildikleri halde gözlerini kapıyorlar ve onun için şimdi Dışişleri Vekili
Beyefendi onlara telgraf yazsa, onların kulağına girmez. Ne kadar söz söylese
bunların kulakları işitmez. Şimdi, netice olarak gayet sert bir nota verilmeli ve bu
notada denilmeli ki Yunanlılar eğer bizim ile harp ediyorlarsa, usulü dairesinde
harp etsinler. Ya onlar bizi mağlup ederler, ya da biz onları mağlup ederiz. İki ordu
42
yekdiğeriyle vuruşur. Fakat silahsız halka saldırmak, onların ırzlarını heder etmek
veya onların malını yağma etmek, insanlık dışıdır. Mademki insanlık dışı olan bir
şeyi, Müslüman’dır diye yapıyorlar, biz de onların yaptıkları fenalığı misliyle
mukabele ederek biz de Hıristiyanlara karşı aynı vaziyeti almak mecburiyetinde
kalacağımızı onlara ihtar etmeliyiz. Benim fikrim budur, Efendim.
NEŞET BEY (Üsküdar): Ya şimdiye kadar olanları feda mı edeceğiz?
HAMDİ NAMIK BEY (İzmit): Efendim, arkadaşlarımın heyecanlarla tasvir ettikleri
bu facia hakkında bendeniz on gün evvel bir soru önergesi takdim etmiştim. (o
mesele başkadır, mevzu haricidir, sesleri) Nasıl mevzu haricidir, rica ederim?
Şimdi Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Beyefendinin verdiği izahatı kâfi görmüyorum.
Yusuf Kemal buyurdular ki biz defalarca bunları protesto ettik. Fakat bu
zannederim ki kâfi değildir. Efendiler İzmit'te üç yüz küsur Müslüman şehit
edilmiştir. Müslümanları kandırarak, telâş yoktur, heyecana mahal yoktur,
dükkânlarınızı açınız demişler ve bunun üzerine cümlesini şehit etmişlerdir.
Adapazarı'nda yirmi bir gün mütemadiyen vagonlarla halkın zahirelerini ve
eşyalarını nakletmişlerdir. Karamürsel'e giden tetkik heyeti, orada hastalığından
dolayı firara muvaffak olamayan bir Yunan askerinin itiraf ettiği gibi Ordularına
oradan Çanakkale'ye kadar bütün yerleri yakmak için emir verildiğini söylemiştir.
İznik'i evvelce kâmilen yakmışlar, yalnız yirmi yedi hane kalmıştır. Binaenaleyh
bunların takip ettikleri gaye, bütün Müslümanları öldürmek, Müslüman
memleketlerini yakmaktır. Buna karşı yalnız bir nota ile protesto ile yetinmek
zannederim ki doğru değildir. Bendenizin düşündüğüm, Hükümet bu tarzda değil,
şiddetli bir şekilde hareket ederek, bir hafta zarfında bu faciaya nihayet verilmediği
takdirde Anadolu dâhilinde bulunan Rumların hayatları tehlikededir, demelidir.
İslâmlığın bu galeyanı karşısında buna mâni olmanın imkânı yoktur. Hükümetin de
buna kuvveti ve kudreti kâfi değildir. Binaenaleyh bütün mesuliyet size aittir,
demek lâzımdır. Son ve katî bir çare olarak Orduyu taarruza geçirmektir ve bir an
evvel Müslümanları kurtarmaktır. (o başka, Orduya karışılmaz, sesleri) Bendenizin
teklifim bundan ibarettir.
SIRRI BEY (İzmit): Arkadaşlarım feci hadiseleri izah ettiler. Benim hitabetim
izahata müsait olmadığı için yalnız bildiğim birkaç şeyi izah edeceğim.
(Estağfurullah, sesleri) Teveccühünüze teşekkür ederim. Zannediyorum ki...
(müzakere usulü hakkında konuşunuz, sesleri) Söz söylemek sırası geldiği için
söylüyorum. (devam, sesleri)
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Sükûnetle dinlemek icap eder.
SIRRI BEY (Devamla): Zannediyorum ki galeyanla gelip, mevzu dışına çıktık.
Dışişleri Vekilini buraya getirmekteki maksadımız başka idi. Bursa’nın yanmaması
için ne gibi tedbirler alınması mümkündür ve ne yaptınız diye bunu sormak için
çağırdık. Fakat bunu hiç sormadık. Dışişleri Vekili söz söyledi. Hiçbirimizin hatırına
gelmedi ki, bu şeyi kendisinden soralım. Onun için bu maddeyi unutmayalım,
43
zaten bu celsenin, bu müzakerenin mevzusu bu idi. Bunu şimdiki halde Dışişleri
Vekilinin dikkatine arz ediyorum, bize lâzım gelen cevabı versinler. Sonra
Yunanlıların Dünya Harbinde bir şey yapmadıklarını söylediler. Bilâkis İkdam
gazetesinin yazdığı gibi onlar çerçöp topladılar. Birisinin artıklarını yiyen mahlûklar
ne ise onlar da Dünya Harbinin artıklarını yiyen bir mahlûk gibiler. Onun için bir
şey yapmadılar demek doğru değildir. Sonra protesto meselesi, bendeniz Delege
Heyeti ile Londra'da bulunduğum zaman Edirnelilerin Bekir Sami Bey’e bir
protestosu gelmişti. Edirne'de Yunanlıların yaptıkları zulmün Konferansa
bildirilmesi rica olunmuştu. Bekir Sami Bey Lloyd George’a bunu söyleyince, o da
Yunanlılar da sizin zulmünüzden şikâyet ediyorlar, demişti. Onun için bizim
protestolarımızın, Lloyd George ve diğerlerinin nazarında pek tesirli olmayacağı
anlaşılıyor.
YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Kanla yazılırsa iyi anlaşılır.
SIRRI BEY (Devamla): Şu söylediğim söz kâfidir. Binaenaleyh böyle protesto ile
vakit geçirilmesin, fiilen ne yapmak lâzım ise onu yapalım. Hoca Efendi bize
Ateşkes zamanında ve halen bize nankörlük eden milletleri sayarken Yahudileri
de saydılar. Buna iştirak etmeyeceğim ve bir misal ile size ispat edeceğim.
HASİB BEY (Maraş): Yahudilerin Filistin’e yaptıklarını unuttunuz mu?
SIRRI BEY (Devamla): Biz gemi ile İngiltere’ye geçerken bir salona girdik. Orada
birkaç kadın oturuyordu. Bize tahsis edilen bu salondan kadınların çıkarılması için
Türkçe konuşuyorduk. Zannettik ki yanımızdaki kadınlar anlamıyorlar. Çünkü
orada bir şapkalı kadının Türkçe bilmesine imkân tasavvur etmedik. Sonra
yanımıza birisi geldi, hürmetle bir kutu çikolata verdi. Sizin Türk olduğunuzu
anladım, siz İzmir'i kurtarmak için gidiyorsunuz. Ben de İzmirliyim, size bu
çikolatayı bir şükran borcu olmak üzere takdim ediyorum dedi. Orada söylenen
sözlerin İngiltere’ye giden bir vapurda ifade edilmesi samimiyetinden şüphe etmek
doğru değildir. Sonra arkadaşlar, Hahambaşı Naum Efendi’nin Memleketimize
ettiği hizmeti unutmayalım.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Arkadaşlar yeryüzünde Hıristiyan bir devlet olarak en
çok Müslüman vatandaşa sahip olan ve ismini bütün kinimi ortaya koyarak
söylediğim devlet İngiltere’dir. Binaenaleyh arkadaşlar, Batı Türk’ün, Müslüman’ın
düşmanı ise o Batı’nın da en azılı, en kudurgan düşmanı ve cehennemlerde
boğulması lâzım gelen düşmanı İngiltere'dir.
MUSTAFA BEY (Gümüşhane): Bunu kim bilmiyor, azizim.
TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Şu halde arkadaşlar, Yunanlılara hiç tenezzül
etmeyerek, Batı’da İngilizler aleyhine propaganda yapmalıyız. Zira biz eğer
Batı’nın İngiliz aleyhinde zaten mevcut olan hissiyatını kazanırsak biliniz ki, son
derece kazanırız. O Batı, İngilizler aleyhinde bulunuyor. Fakat kahpece olan
siyasetleri neticesi olarak edindiği kuvvetler karşısında hepsi aciz bir halde
44
bulunuyorlar. İstiyorlar
kurtulamıyorlar.
ki,
İngilizlerin
pençesinden
kurtulsunlar.
Fakat
VEHBİ EFENDİ (Konya): Lloyd George'un sarf ettiği söze karşı ona birkaç soru
soracağım. Şu memleketler yedi yüz senedir Osmanlılar elindedir. İki yüz sene
daha evvel de Selçukluların elindeydi. Demek ki dokuz yüz, bin senedir şu
kasabalar İslâm elindedir. Bunların içinde Hıristiyan olarak yüzde bir ve İslâm
olarak yüzde doksan dokuz nüfus bulunduğu halde şu Hıristiyanları, bu
Müslümanlar altın kutu içerisinde mücevher gibi saklayıp bugüne kadar
beslemiştir. Köyler, kasabalar tamamıyla Müslüman olduğu halde Müslümanlar şu
vakte kadar onları muhafaza ede gelmişlerdir. Mademki bu Doğu’nun ahlâkı
meselesidir, diyor Lloyd George şimdi ben de ona soruyorum. Bundan iki yüz
sene evvel veyahut biraz fazla veya eksik Endülüs’te yirmi milyon Müslüman terk
ettik. Bugün Lloyd George Avrupa ahlâklı olduğundan dolayı acaba yirmi tane
Müslüman evini bize orada gösterebilir mi? (bravo sesleri, şiddetli alkışlar) O
Müslümanlar onların ellerinde emanet değil miydi? O emanete ne yaptılar?
Emanete hıyanetlik eden şimdi kimdir? Ondan sonra 1877 tarihinde Yunan
Yarımadasında bir milyona yakın Müslüman terk ettik. Hunhar Yunan elinde
acaba bugün bir milyon Müslüman’dan bir tek Müslüman gösterebilir mi? Lloyd
George bize mademki Doğu’nun ahlâkı bozuk, Batı’nın ahlâkı düzgülüdür diyor,
orada terk olunan Müslümanları, biz nasıl ki Hıristiyanları muhafaza ediyorsak
onların da o Müslümanları muhafaza etmesi Batı’nın ahlâkının neticesi olacaktı.
Efendiler o bozuk ahlakı Doğu’da aramasın, Batı’da arasın. (alkışlar) Bundan
1
sonra biz Mr. Wilson’un adalettir, diye âleme ilân ettiği on dört maddeyi kabul
ederek elimizde silâhımızla ateşkesi kabul etmiştik ve ateşkes şartlarına göre
Yunanlılara İzmir verilmemişti. Orası bizim memleketimiz, vatanımız, yurdumuz
olduğu halde nasıl oluyor da orayı Yunanlara veriyorlar ve bu suretle yüzlerce,
binlerce Müslüman kanı dökülüyor da Avrupa âlemi on dört maddeyi unutarak
bunlara seyirci kalıyor. Şimdi ahlâk onlarda mıdır? Bizlerde midir? Efendiler şunu
da arz ederim ki...
MAHMUT CELAL BEY (Saruhan): Şunu da sözlerinize ilâve ediniz. Avrupa'dan bir
inceleme heyeti gelmiş ve bütün Yunan zulmünü gördükleri halde, insanlık
âleminden saklamak densizliğini, rezaletini yapmışlardır.
VEHBİ EFENDİ (Devamla): Müslümanlığın kaidelerinden biri de herkese sevgi ve
saygı göstermektir. Her zaman vatandaşlığı kabul edenleri muhafaza etmektir ve
1
Wilson İlkeleri, dönemin Amerika Birleşik Devletleri başkanı Woodrow Wilson'ın
8 Ocak 1918 günü ABD Kongresi'nde yaptığı konuşmada bahsettiği ilkelere
verilen addır. Bu ilkelerden biri de Osmanlı İmparatorluğu’nda Türklerin
oturdukları, çoğunluk sağladıkları bölgelerin bağımsızlığının sağlanması,
şeklindedir.
45
mukaddesatlarını korumaktır. Ankara Hükümeti de bu yolda hareket etmektedir.
Onların bu kadar zulmüne karşı bizim hiçbir karşılığımız yoktur. Zulüm olarak bir
şey yapmadık Ve yapmayacağız.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Vehbi Efendi hazretlerinin Lloyd George
hakkında söylediklerinin bütün medeni Dünyaya fotoğraflar ile birlikte ilânını teklif
ediyorum.
SITKI BEY (Malatya): Efendiler, amansız düşmanımız İngilizler, Yunanlıları teşvik
ederek ve destekleyerek sevgili İzmir'imizi, Yeşil Bursa'mızı işgal ettirdi. Hain
düşmanlar, Vatanımızın en güzide evlatlarını birer bahane bularaktan şehit ettiler.
Kız kardeşlerimize, validelerimize etmedikleri zulüm, vahşet bırakmadılar.
Efendiler, Efendiler, biz geçen sene ne haldeydik, bu sene Cenabı Hak ne halde
muzafferiyet ihsan etti? Emin olalım ki bizim düşmanlarımız olan Yunanlılardan
intikamımızı alacağız. İntikam kelimesini büyük kelime ile levha olarak yazalım ve
onu daima karşımızda bulunduralım. Ondan sonra çocuklarımıza intikam şarkısı
öğretelim ve bizim Cenabı Hakkın yardımıyla çelik kaleden daha metin olan
sinelerimiz, bükülmez kollarımız vardır. Efendiler, korkmayalım, istikbal bizimdir.
Cenabı Hakkın yardımı bizimle beraberdir, inşallah. (inşallah sesleri)
VEHBİ BEY (Karesi): İşgal altında bulunan bedbaht bir memleketin
felâketzedelerinden olmak sıfatıyla bendeniz de size birçok acı şeyler hikâye
edebilirim. Fakat arkadaşlarım bu acı sayfaları birer birer ve kâfi derecede okudu.
Sözün kısasını söyleyeceğim. Bizim süngümüzün İzmir Kordonuna gidip sulh
kelimesini yazmasıyla sulh olacaktır. O güne kadar bize karşı her yapılanlar birer
hile, desiseden ibarettir. Fakat Ordunun vazifesi olan bu ise, Meclisin veyahut
salahiyeti olmayan kimselerin mütalâa etmesi tabii ki doğru bir şey değildir. Bizim
burada yapacağımız, başka işlerdir. Birincisi, gerek Avrupa, gerek Asya
hükümetlerine ve gerek Amerika Birleşik Devletine Hükümetin resmi protesto
notalarını göndererek, tarafsız hükümetlerden işgal yerlerine inceleme heyetleri
göndermelerini talep etmektir. İkincisi, bendenizin kanaatime göre, bütün
Dünyanın insanları hangi millete mensup olursa olsunlar canavar tabiatlıdır,
diyemem. Milletler içinde yapılan propagandaların çok büyük tesiri olacaktır.
Burada yine bu mesele bendenizin önergem üzerine, bundan yedi sekiz gün evvel
bahsedilmişti. O zaman Hükümetin bir sinema makinesi getirterek bu faciayı
sinemaya alınmasından bahsetmiştim. Bunun yalnız hariçte değil, dâhilde de pek
büyük bir tesiri olacaktır. Gayet ehemmiyetsiz bir şey olduğu halde bir sinema
makinesinin şimdiye kadar temin edilememesi hayret ve teessürdür. Bu, yalnız
bizim için değildir. Efendiler, evlâdımıza da yadigâr olarak kalacaktır. İdaremiz
dâhilinde bulunan Rumlar hakkında yapılacak tedbire gelince. Bendenizin
kanaatime göre bir tedbir almalıyız. Biz onları kendimiz besliyoruz. Binaenaleyh
beslemezsek onlar bize boyun eğeceklerdir. Bunun haricinde bir de Hükümetin
yapacağı iş vardır ki o da sulhun imzalanmasına kadar azınlıklara siyasi
haklarından mahrum etmektir. Başka hiçbir tedbir istemez. Bendeniz bunların
46
haricinde yapılması lâzım gelen şeyler hakkında söylenilecek sözlerin, lüzumsuz
sözlerden başka bir şey olmadığına inanıyorum.
RAGIP BEY (Kütahya): Efendiler, malûmunuzdur ki düşmanın işgali altında
bulunan yerler Anadolu'nun dörtte birisidir, ama varlık itibariyle yarısından
fazlasıdır. Düşman, işgal ve istilâsına aldığı yerlerde akla, hayale gelmedik ve
tarihte görülememiş facia sergiliyor. Buna karşı Ankara Hükümetinin Dışişleri
Vekâletinin yaptığı şeyler, üç beş protestodan ibarettir. Fakat son zamanlarda
düşman bilhassa şu bir hafta zarfında öyle müthiş azgınlık gösteriyor ki ajansların
verdiği habere göre Uşak havalisinde ve bütün cephe gerilerindeki köyler yanıyor,
ateşler içerisindedir. Bu dakikada belki bugün Bursa yanıyor. Belki şu dakikada
Uşak yanıyor, belki Alaşehir ve Salihli'ye doğru yangın yürüyor. Şimdi buna karşı
en kısa bir zamanda ateşin ve katliamın önüne geçmenin çaresi nedir? Hükümet
düşmanın son zamanlardaki azgınlığına karşı ne düşünüyor? Zannederim ki
Hükümet Reisi Fevzi Paşa Hazretleri buradadır. Buna karşı ne yapacağız?
Efendiler Avrupa'ya protesto edelim. Bütün Dünyaya anlatalım. Fakat biz bütün
Dünyaya dert anlatıncaya kadar, düşmanın istilâsı altında bulunan yerlerde ne bir
dikili ağaç, ne bir canlı fert kalacaktır. Buna karşı ne yapacağız? Şimdi ne oluyor?
İşte ajanslar bugün de, dün de haber veriyor. Bütün cephe gerilerinde, bütün
köyler ateşe verilmiştir ve bu ateşe verilen köylerde bir tek şahıs dışarı
çıkarılmıyor. Evlerinin içerisinde bulundukları halde etrafı süngülerle çevriliyor ve o
suretle içerisinde yakılıyor. Şimdiye kadar belki üç, dört bin köy yanmıştır. Buna
karşı ne yapmak lâzımdır? Hükümetimiz ne yapmıştır? Bir kere de Hükümetimizi
dinliydim. Efendiler alınan tedbirler ne ise müzakere yapalım. Yoksa protestolarla,
morotestolarla iş bitmez ve bütün bunların önünü bu suretle almak uzun zaman
alır ve zaman kalmamıştır, efendiler.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler, bendenizden evvel söz söyleyen
arkadaşlarım, hain düşmanın yapmış olduğu facia hakkında lâzım olduğu kadar
hepsini söylediler. Binaenaleyh bunlara ilâve edilecek başka bir şey kalmamıştır.
Tedbirlere gelince, bunun için de, zannediyorum ki Meclisteki arkadaşlarımızın
göstermiş ruh hali, Hükümete takip edeceği yolu göstermeye kâfidir. Biz onu
burada açık bir şekilde Hükümete söyleyecek bir vaziyette değiliz ve doğru da
olamaz. Yalnız bazı arkadaşlar söz söylerken heyecanlarından zannediyorum, her
halde söylenmesi bendenizce menfaatimize olmayan bazı sözler söylediler.
Bundan her fert kadar şahsen ben de mesul olduğum için söylemeye mecburum.
İnsanın yapılan fenalıktan dolayı hissiyatı galeyana gelir. Fakat bilirsiniz ki
hissiyatla hareket etmek, pek de her vakit için faydalı değildir. Marifet
soğukkanlılıkla düşünmek ve ona göre tedbirler almaktır. Şimdi bendeniz rica
ederim, yanlış anlaşılmasın. Arkadaşlarımın heyecanını haklı buluyorum.
Düşmanın yaptığını gayet feci görüyorum. Fakat yalnız bundan meselâ beş, altı
gün önce okumuş olduğum bir yazıda ki İstanbul'da satılan bir İngiliz gazetesinde
okumuştum...
47
İHSAN BEY (Cebelibereket): Okumaz olaydın o gazeteyi ve gelmez olaydın!
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Sen okumaz olaydın ve gelmez olaydın, anladın mı?
Avrupa gazetelerinde, buradaki aleni celselerde söylenenler açık açık yazılıyor.
Bu celsedeki hissi havaya benzer şekilde, düşmanlarımız güya Millet Meclisinde
birçok galeyanlı celseler oluyor, diye düşünüyorlar. Hulâsa Dünyada herkes
düşman, yegâne biz yaşayacakmışız gibi birtakım sözler söyleniyor ve bu sözleri,
mal bulmuş mağribi gibi birçok ajanlar, Avrupa'nın her tarafına gönderiyor ve
gazetelerle yayınlanıyor. Şimdi efendiler, ne için bu zulmü Rumlar yapıyor? Bugün
mümkün olsa kökünden katletmek istediğimiz bir millet varsa o da Rumlardır. Bu
Rumlar niçin böyle yapıyor, efendiler? Biliyorsunuz ki Dünya Harbi zamanında,
Avrupa'da aleyhimize birçok propaganda yapıldı. Bu propagandaların tesirleri
üzerine, Rumları himaye ettiklerini iddia eden devletler, her şeyi bize kabul
ettireceklerini düşündüler. Fakat bu düşüncelerinde aldandılar. Ateşkesten sonra
bizimle temasları artınca hakikati anlamaya başladılar. Vehbi Bey’in söylediği gibi,
bütün Avrupalılar aynıdır diye düşünmek mümkün değildir. İçlerinde bazıları,
insani hisler taşıyor olanlar, Türklere yapılan işlerin zulüm olduğunu gördüler. Bu
hususta da lâzım gelen ufak tefek açıklamalarda da bulundular. Hatta bilhassa
bizim kuyumuzu, mezarımızı kazan İngilizler, bundan o kadar ürktüler ki
Ateşkesten dört ay sonra Türkiye'de bulunan subaylarına resmen emir verdiler,
hiçbir İngiliz subayı Türklerle temas etmeyecek diye. Çünkü Türklerle temas etmiş
olan İngiliz subayları, memleketlerine yazmış oldukları mektuplarıyla İngiliz
kamuoyuna evvelce yapılan propagandanın yanlış olduğunu anlatıyordu. Bu
itibarla İngiliz Hükümetini gittiği yoldan vazgeçireceklerdir diye bundan
korkularından, Türklerle İngilizlerin temasını yasakladılar. Şimdi efendiler, hakikat
bu dereceye kadar anlaşılmıştır. Buna benzer daha birçok vaziyet, İngiltere'yi
istediği şekilde bizi ezecek bir vaziyetten çıkarmıştır. Şimdi bugün İngilizler Yunan
kuvvetiyle bizi ezmek istiyorlardı ama buna muvaffak olamadılar. İngiliz Hükümeti
Yunanlılara silah yardım etmeyi arzu ediyordu. Fakat birçok sebepten dolayı bu
olmadı. İşte efendiler, şurası yanıyor, burası yanıyor, İzmit yanıyor, doğrudur.
Fakat bazı arkadaşlar ne yazık ki düşünmeden hislerine kapılarak söylemek
1
isteyip de söylemediklerini söylesinler de ikinci bir Ehlisalip getirsinler ve burada
bizi ezdirsinler. (şiddetli gürültüler, ne yapacaklar, ne yapabilirler, devam sesleri)
Benim düşüncem budur, müsaade buyurun efendiler, rica ederim. Zonguldak'ta bir
bombardıman oluyor, biliyorsunuz. İnebolu'da bir bombardıman oluyor. Buna
mukabil bütün Avrupa'ya telgraflar yağıyor ve deniliyor ki, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümetinin görevlendirmiş olduğu Topal Osman Ağa, her kesilen bir
1
Kudüs'ü Müslümanların elinden alarak, onların kuvvet ve saltanatlarına son vermeyi
amaçlayan, bunun için de bir kısım Avrupa hükümdarlarıyla derebeylerinin komutasında
toplanarak zaman zaman İslam ülkelerine hücum etmiş olan Hıristiyan topluluklarına
verilen addır. Bunların hücumları tarihte Haçlı Seferleri olarak adlandırılmıştır.
48
Müslüman’a karşı kendi eliyle üç, beş Hıristiyan kesiyor, deniliyor. Böyle bir şey
olmadığı halde, olmuş gibi gösteriliyor. Maksat Hıristiyanların hislerini galeyana
getirmektir. Bugün en ciddi bilinen Avrupa gazetelerinde göreceksiniz ki
Hıristiyanları galeyana getirmek için, Avrupa kamuoyunun hissiyatını okşamak için
ne lâzım gelirse onu yapıyorlar. (gürültüler) Mesela geçen gün şurada bir
arkadaşıma gösterdim. Yunan Kralı teftiş için İzmir'e çıktığı zaman bir makale
yazılıyor ve deniliyor ki işte Ehlisalip’ten beri ilk Anadolu toprağına ayak basan kral
budur. İşte Ehlisalip orduları kumandanlarından biri bulunan Aslan Yürekli
Richard'ın çıkmış olduğu noktaya adım atmıştır. Onlar bu kadar her fırsattan
istifade ederlerken, Hıristiyanların hissiyatını galeyana getirmek istiyorlar.
Efendiler, hissiyat ile biz her şeyi yaparız. Fakat bizler bence bugüne kadar ne
yazık ki mertliğimizin cezasını çektik. Bizim şimdiye kadar tarihte emsali
görülemez ki yazdığımız yazıyı, verdiğimiz imzayı bozmuş olalım. Fakat biz
malûm ya mademki Müslümanız, düşmanın hücumuna karşı silâhlanmak
mecburiyetindeyiz. Düşmanın siyaset üzerinde kullanmış olduğu her türlü yolu
bizim de kullanmamız şarttır. Efendiler yalnız hissiyat ve mertlik üzerine gelsin
öldürsün denemez. Rica ederim senin kendi şahsın adına bütün cihanı aleyhimize
kaldıracak ve bize gizli, kapaklı hiçbir fayda temin etmeyecek birtakım tedbirleri
gizli, kapaklı yapıyor görünmek bence uygun değildir. Ölmek isteyen cepheye
gider. Fakat burada yaşayacak kadın, çocuk ve masum ahali vardır. Efendiler bu
bizim menfaatimize uygun değildir.
MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Efendiler, bütün Hıristiyan milletlerin
donanmaları İzmir Körfezinde bulunurken, düşman gemileri önünde, düşman
süngüsü Türk kumandanı Albay Fethi Bey’i süngüledi. İlk süngü bütün insan
tanınan ve medeni tanınan o milletlerin bayrakları karşısında ve gemileri
karşısında bir büyük kumandanın kalbine saplandı. Niçin saplandı bilir misiniz
1
efendiler, Türk kumandanı hiçbir vakit “zito” demez diye. Söylemesi istenilen
zitoyu katiyen reddetti ve bunun için süngülendi. Efendiler, imanından, kalbinden
kopan sese, süngü ile karşılık gördü. Efendiler sonra üç, dört bin Müslüman üç,
dört saatte kesildi. O medeni milletlerin gemileri, adamları vardı, işte buradan
başlayan bu dehşetli katliam, bu müthiş cinayet, bu müthiş felaket ta Eskişehir
kapılarına kadar gelmiştir. Efendiler, devamlı olarak yıktı ve yıkıyor, eziyor, asıyor
ve kesiyor. Medeniyet Âlemi, Hıristiyan Âlemi bundan mutlaka haberdardır ve
görmüştür, görüyor. Çünkü gözlerinin önünde yapıyorlar. Fakat işine gelmeyen ve
kabul etmediği yalnız bir nokta vardır. Asırlardan beri Müslüman kalmış bir Türk
Milleti vardır. Bu Milleti öldürmek, bu milleti mahvetmek, kendi programlarının
birinci maddesini teşkil ediyor. Çünkü Hıristiyanlığın kabul ettiği, İslâmiyet isyan
etmiştir bu itibarla Müslümanlığı mahvetmek lâzımdır ve bunu mahvetmek ise
Türkleri mahvetmekle mümkündür. Müslümanlığı öldürmek ve Türkü öldürmek için
1
Yunanca, Yaşa demek.
49
verdikleri emirleri yalnız Yunanistan yerine getiriyor. Yunanistan'dan başka da
hiçbir millet bu vazifeyi yapmıyor. Efendiler, gazetelerde okumuştunuz. İngiltere
Avam Kamarasında Dışişleri Müsteşarına soru soruluyor. Deniyor ki, İzmit'te
katliam olmuş mudur? Dışişleri Müsteşarı resmi bir kürsüden cevap veriyor ve
hayır, diyor. Çünkü efendiler Müslümanlar kesiliyor. Onların nazarında bunlar
katliam değildir. Hâlbuki oraları mahvolmuştur. Binaenaleyh biz ne bedbaht
insanlarız ki bizi öldürmeye karar veren ve bizi öldürmek isteyen milletlere
protesto çekmekle yetiniyoruz. Ne protestosu, Yunan'a verilen bir plân var, verilen
bir karar var, bu plân dâhilinde çalışıyorlar. Binaenaleyh yapılacak işler nedir ve
ne yapmak lâzım gelir? Efendiler, Arkamızda koca bir Türkistan kıtası ve üç yüz
milyondan fazla Müslüman âlemi vardır. Onlara hitap edelim, bizi kesiyorlar ve
öldürüyorlar, kalkınız, ayaklanınız, işte fotoğraflar, sinemalar, vesikalar diyelim.
Bunu yaptığımız gün efendiler üç yüz milyon Müslüman kalkacaktır. İslâm âlemine
ve Türk âlemine bağırmak lâzımdır. Efendiler artık mücadele devresine girmiş
bulunuyoruz. Onlar da mücadeleye başlayacaklardır ve bütün yapılacak şey
budur. O davanın biz lideriyiz. (şiddetli alkışlar) Şimdiden o davaya başlayalım.
FEVZİ PAŞA (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, Yüce Meclisinizin şimdiye kadar
cereyan eden müzakeresinden bir netice çıkmadı ve çıkmayacak. Bunun için
bendeniz bir şey teklif edeceğim. Verilen önergeler Hükümete havale edilsin,
inceleyelim ve bilahare size arz edelim. (kaç güne kadar, sesleri) Bir müddet
söylersiniz, yirmi dört saat veya kırk sekiz saat sonra, bu müddet zarfında karar
veririz, arz ederiz. (yarın, sesleri)
FAİK BEY (Başkan Vekili): Efendim, Paşa hazretlerinin teklifleri müzakerenin
yeterliliği merkezindedir. Müzakereyi kâfi görüyorsanız... (kâfi değil, sesleri)
REFİK BEY (Konya): Şimdiye kadar cereyan eden müzakere üzerine önergelerin
Hükümete havale edilip ve alınacak malûmattan sonra müzakerenin devamını
teklif ediyorum. Bendeniz öyle zannediyorum ki, müzakere Pazartesi günü devam
edecektir.
FAİK BEY (Başkan Vekili): Şimdi efendim, Paşa Hazretlerinin teklifleri
müzakerenin yeterliliği merkezindedir. (kâfi değildir, sesleri) Efendim anladım,
devamını söyleyeyim, niçin telâş ediyorsunuz? Paşa Hazretlerinin teklifleri,
müzakerenin yeterliliği merkezindedir. Hâlbuki üyelerimizden yirmi üye var ki söz
almış ve sözünü söylememiştir. Binaenaleyh eğer arzu buyrulursa bugün için bu
müzakereyi kâfi görürüz. Verilen önergeler elli kadardır. Bunları Hükümete havale
ederiz, Hükümet bir karar verir, Pazartesi günü buraya gelirler, müzakereyi
yeniden açar ve devam ederiz. (hay hay sesleri) Bunu kabul edenler lütfen el
1
kaldırsın. (kabul sesleri) Kabul edilmiştir.
1
TBMM Zabıt Ceridesi (9 Temmuz 1921), 1.Dönem, c.11, s.187-217, http://www.tbmm.gov.tr/
50
(Haziran Ayı sonlarında Kral’ın başkanlığında Atina’da toplanan Savaş Konseyi,
Afyonkarahisar, Kütahya ve Eskişehir’in işgali ve Anadolu’daki Türk Ordusu’nun yok
edilmesi kararını aldı. Yunan komuta kademesi, İnönü savaşlarından gerekli dersi almışa
benziyordu, artık aynı hataya düşmeyeceklerdi. Ellerinde bulunan bütün kuvvetleri
savaşa sokacaklardı. Kuvvetlerinin büyük bir bölümünü Kütahya-Eskişehir bölgesinde
bulunduran Türk Ordusu’nu, zayıf Bursa Grubu ile oyalayarak, kuvvetli Uşak Grubu ile
Ankara’ya doğru çekilmesini fırsat vermeden, güneyden kuşatıp imha etmek, Yunan
Genelkurmayı’nın yeni stratejik planıydı.)
İÇİNDEKİLER
24 MART 1921: MİLLİ SAVUNMA BAKANI FEVZİ PAŞA’ NIN, YUNANLILARIN
TEKRAR TAARRUZA BAŞLADIKLARINA DAİR BEYANATI..................................5
2 NİSAN 1921: MİLLİ SAVUNMA BAKANI FEVZİ PAŞA’ NIN, İKİNCİ İNÖNÜ
SAVAŞI HAKKINDAKİ BEYANATI ..........................................................................6
4 NİSAN 1921: YUNAN ZULMU HAKKINDA VERİLEN SORU ÖNERGESİNİN
GÖRÜŞÜLMESİ VE DIŞİŞLERİ BAKAN VEKİLİ AHMET MUHTAR BEY’İN
CEVABI ....................................................................................................................9
7 NİSAN 1921: YUNANLILARLA BİRLİK OLAN ABAZALAR HAKKINDA DÜZCELİ
ABAZALARIN MECLİSE GÖNDERDİĞİ TELGRAF ..............................................17
7 NİSAN 1921: BURSA MİLLETVEKİLİ OPR. DR. EMİN BEY’İN İNÖNÜ
CEPHESİNDE GÖRDÜKLERİNE DAİR BEYANATI .............................................19
13 NİSAN 1921: MİLLİ SAVUNMA BAKANI FEVZİ PAŞA’ NIN, DUMLUPINAR
SAVAŞI HAKKINDAKİ BEYANATI ........................................................................24
30 HAZİRAN 1921: DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN YUNAN ZULMÜNÜN DÜNYAYA
DUYURULMASI HAKKINDAKİ AÇIKLAMALARI ...................................................27
9 TEMMUZ 1921: DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN, YUNAN ZULMÜ
HAKKINDAKİ BEYANATI ......................................................................................31
51
http://www.cengizcetintas.com/index.html
cencetintas@gmail.com
Bu kitabın her hakkı Cengiz Çetintaş' a aittir. Bilgiler kaynak gösterilmek
koşuluyla eposta, fotokopi vb yoluyla gönderilebilinir veya çoğaltılabilinir.
Ancak bilgilerin tümü dergi, kitap veya benzer şekillerde yayımlanamaz.
52
Download