T.C. ADALET BAKANLIĞI EĞİTİM DAİRESİ BAŞKANLIĞI YARGI MEVZUATI BÜLTENİ Bültenin Kapsadığı Tarihler 29 Temmuz – 05 Ağustos 2010 Yayımlandığı Tarih 06 Ağustos 2010 Sayı 456 İÇİNDEKİLER - - - 23/7/2010 Tarih ve 6014 Sayılı Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658) 23/7/2010 Tarih ve 6011 Sayılı Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) Kuruluş Yasası ve Sözleşmesinde Değişiklik Yapan Antalya Tam Yetkili Temsilciler Konferansı Sonuç Belgelerinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun (R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658) 23/7/2010 Tarih ve 6012 Sayılı Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) 2003 Dünya Radyokomünikasyon Konferansı Sonuç Belgelerinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun (R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658) 23/7/2010 Tarih ve 6009 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (R.G. 1 Ağustos 2010 – 27659) Kimlik Paylaşımı Sistemi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”in Yürürlüğe Konulmasına Dair 2010/738 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı (R.G. 5 Ağustos 2010 – 27663) Adalet Bakanlığından 1 Adet Atama Kararı (R.G. 5 Ağustos 2010 – 27663) Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658) Uçucu Maddelerin Zararlarından İnsan Sağlığının Korunması Hakkında Yönetmelik (R.G. 5 Ağustos 2010 – 27663) Türkiye Atom Enerjisi Kurumundan Nükleer Yakıt Çevrimi Tesislerinin Güvenliği İçin Özel İlkeler Yönetmeliği (R.G. 30 Temmuz 2010 – 27657) Türkiye Atom Enerjisi Kurumundan Radyasyon Güvenliği Denetimleri ve Yaptırımları Yönetmeliği (R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658) Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 3 Ağustos 2010 – 27661) - - 30/4/2010 Tarihi İtibari ile 1 inci Dereceye Yükselip 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 32 nci Maddesi Uyarınca 30/4/2010 Tarihinden Geçerli Olmak Üzere İlk Defa Birinci Sınıfa Ayrılma İncelemesine Tabi Tutulan Adli Yargı Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının Adlarını Gösterir Liste (R.G. 29 Temmuz 2010 – 27656) Yargıtay 2. Hukuk Dairesinden 2 Adet Karar (R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658) Yargıtay 18. Hukuk Dairesinden 1 Adet Karar (R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658) Yargıtay 14. Hukuk Dairesinden 1 Adet Karar (R.G. 4 Ağustos 2010 – 27662) Danıştay Onüçüncü Dairesinden 1 Adet Karar (R.G. 3 Ağustos 2010 – 27661) Anayasa Mahkemesinin E: 2010/49, K: 2010/87 Sayılı Kararı (R.G. 1 Ağustos 2010 – 27659 - Mükerrer) Yüksek Seçim Kurulunun 522 Sayılı Kararı (R.G. 2 Ağustos 2010 – 27660 - Mükerrer) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Dizman/Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Tekelioğlu/Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Aslan ve Demir/Türkiye) Maliye Bakanlığından 3218 Sayılı Serbest Bölgeler Kanunu Genel Tebliği (Seri No: 2) (R.G. 29 Temmuz 2010 – 27656) Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasından Zorunlu Karşılıklar Hakkında Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Sayı: 2010/7) (R.G. 29 Temmuz 2010 – 27656) Sağlık Bakanlığından Havuz Suyunda Kullanılan Yardımcı Kimyasal Maddelerin Üretimine, İthalatına ve Bildirim Esaslarına Dair Tebliğ (R.G. 4 Ağustos 2010 – 27662) Maliye Bakanlığından Gelir Vergisi Genel Tebliği (Seri No: 274) (R.G. 4 Ağustos 2010 – 27662) Kamu İhale Kurumundan Kamu İhale Genel Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (R.G. 30 Temmuz 2010 – 27657) Adalet Bakanlığından Münhal Noterlikler İlânları (R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658) Adalet Bakanlığından 2 Adet İlân (R.G. 2 Ağustos 2010 – 27660) Adalet Bakanlığından Münhal Noterlikler İlânları (R.G. 5 Ağustos 2010 – 27663) Kanunlar KARAYOLLARI TRAFİK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN Kanun No. 6014 Kabul Tarihi: 23/7/2010 MADDE 1 – 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 25/6/2010 tarihli ve 6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile değişik 65 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “taşıdığı fazla yolcu başına” ibaresi madde metninden çıkarılmış ve aynı fıkrada yer alan “60 Türk Lirası” ibaresi “50 Türk Lirası” olarak değiştirilmiştir. MADDE 2 – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. 30/7/2010 [R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658] —— • —— ULUSLARARASI TELEKOMÜNİKASYON BİRLİĞİ (ITU) KURULUŞ YASASI VE SÖZLEŞMESİNDE DEĞİŞİKLİK YAPAN ANTALYA TAM YETKİLİ TEMSİLCİLER KONFERANSI SONUÇ BELGELERİNİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN Kanun No. 6011 Kabul Tarihi: 23/7/2010 MADDE 1 – (1) 6-24 Kasım 2006 tarihleri arasında Antalya’da yapılan Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) Tam Yetkili Temsilciler Konferansı’nda kabul edilen Uluslararası Telekomünikasyon Birliği Kuruluş Yasası ve Sözleşmesi’nde değişiklik yapan Sonuç Belgeleri’nin beyanlarla ve çekincelerle onaylanması uygun bulunmuştur. MADDE 2 – (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. 30/7/2010 [R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658] —— • —— ULUSLARARASI TELEKOMÜNİKASYON BİRLİĞİ (ITU) 2003 DÜNYA RADYOKOMÜNİKASYON KONFERANSI SONUÇ BELGELERİNİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN Kanun No. 6012 Kabul Tarihi: 23/7/2010 MADDE 1 – (1) 9 Haziran - 4 Temmuz 2003 tarihleri arasında Cenevre’de yapılan Dünya Radyokomünikasyon Konferansında kabul edilen, “Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) 2003 Dünya Radyokomünikasyon Konferansı Sonuç Belgeleri”nin onaylanması uygun bulunmuştur. MADDE 2 – (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. 30/7/2010 [R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658] —— • —— GELİR VERGİSİ KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN Kanun No. 6009 Kabul Tarihi: 23/7/2010 MADDE 1- 13/7/1956 tarihli ve 6802 sayılı Gider Vergileri Kanununun 28 inci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “90 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye göre ikraz işleriyle uğraşanlarla ikinci fıkrada belirtilen muamele ve hizmetlerden herhangi birini esas iştigal konusu olarak yapanlar bu Kanunun uygulanmasında banker sayılırlar. Bir şahsın münhasıran altın alım ve satımı ile uğraşması banker sayılmasını gerektirmez.” MADDE 2- 6802 sayılı Kanunun 29 uncu maddesinin birinci fıkrasının (p) bendinde yer alan “Arbitraj muameleleri” ibaresi “Arbitraj muameleleri ile Türkiye’de kurulu borsalarda gerçekleştirilen vadeli işlem ve opsiyon sözleşmelerine ilişkin muameleler” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 3- 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 103- Gelir vergisine tabi gelirler; 8.800 TL’ye kadar % 15 22.000 TL’nin 8.800 TL’si için 1.320 TL, fazlası % 20 50.000 TL’nin 22.000 TL’si için 3.960 TL (ücret gelirlerinde 76.200 TL'nin 22.000 TL’si için 3.960 TL), fazlası % 27 50.000 TL’den fazlasının 50.000 TL'si için 11.520 TL (ücret gelirlerinde 76.200 TL’den fazlasının 76.200 TL’si için 18.594 TL), fazlası % 35 oranında vergilendirilir.” MADDE 4- 193 sayılı Kanunun geçici 67 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci paragrafında yer alan “Dar mükellef gerçek kişi ve kurumlar için bu oran % 0 olarak uygulanır.” cümlesi “5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki mükellefler ile münhasıran menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası aracı getirileri ile değer artışı kazançları elde etmek ve bunlara bağlı hakları kullanmak amacıyla faaliyette bulunan mükelleflerden 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununa göre kurulan yatırım fonları ve yatırım ortaklıklarıyla benzer nitelikte olduğu Maliye Bakanlığınca belirlenenler için bu oran % 0 olarak uygulanır.” şeklinde ve (17) numaralı fıkrasında yer alan “her bir kazanç” ibaresi “her bir sermaye piyasası aracı, kazanç” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 5- 193 sayılı Kanunun geçici 69 uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan “yine bu tarihteki mevzuat hükümleri (vergi oranına ilişkin hükümler dâhil) çerçevesinde kazançlarından indirebilirler.” ibaresi “yine bu tarihteki mevzuat hükümleri (bu Kanunun geçici 61 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan vergi oranına ilişkin hüküm dâhil) çerçevesinde kazançlarından indirebilirler.” şeklinde değiştirilmiş ve bu ibareden sonra gelmek üzere “Şu kadar ki, vergi matrahlarının tespitinde yatırım indirimi istisnası olarak indirim konusu yapılacak tutar, ilgili kazancın % 25’ini aşamaz. Kalan kazanç üzerinden yürürlükteki vergi oranına göre vergi hesaplanır.” cümleleri eklenmiştir. MADDE 6- 193 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 78- 2010 takvim yılına ilişkin olarak yapılmış ücret ödemeleri için bu Kanunun yayımlandığı tarihe kadar yapılmış olan gelir vergisi tevkifat tutarlarının, 103 üncü maddede bu Kanunla yapılan değişiklik hükmü uyarınca hesaplanan vergiden fazla olması halinde, fark vergi tutarı terkin edilir, tahsil edilmişse mükelleflerin sonraki dönemlerde ödeyecekleri gelir vergisinden mahsup edilir, mahsup imkânının olmaması halinde ise red ve iade olunur. Eksik olması halinde ise bu fark, vergi sorumluları tarafından bu Kanunun yayımlanmasından sonra yapılacak ilk ücret ödemesinden kesilerek bu ödemenin ait olduğu döneme ilişkin muhtasar beyannamenin verilme ve ödeme süresi içinde topluca (muhtasar beyanname verme yükümlülüğü olmayanlar hariç) verilecek ayrı bir beyanname ile beyan edilir ve ödenir. Bu beyanname için ayrıca damga vergisi hesaplanmaz. Anılan sürede düzeltilen söz konusu fark için gecikme faizi ve vergi cezası aranmaz; eksik tahakkuk etmiş olan verginin bu süre içinde tamamlanmaması halinde bu tarihte vergi ziyaı doğmuş olur. Bu hükmün uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar Maliye Bakanlığınca belirlenir.” MADDE 7- 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununa 107 nci maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki 107/A maddesi eklenmiştir. “Elektronik ortamda tebliğ MADDE 107/A- Bu Kanun hükümlerine göre tebliğ yapılacak kimselere, 93 üncü maddede sayılan usullerle bağlı kalınmaksızın, tebliğe elverişli elektronik bir adres vasıtasıyla elektronik ortamda tebliğ yapılabilir. Maliye Bakanlığı, elektronik ortamda yapılacak tebliğle ilgili her türlü teknik altyapıyı kurmaya veya kurulmuş olanları kullanmaya, tebliğe elverişli elektronik adres kullanma zorunluluğu getirmeye ve kendisine elektronik ortamda tebliğ yapılacakları ve elektronik tebliğe ilişkin diğer usul ve esasları belirlemeye yetkilidir.” MADDE 8- 213 sayılı Kanunun 114 üncü maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Şu kadar ki, vergi dairesince matrah takdiri için takdir komisyonuna başvurulması, zamanaşımını durdurur. Duran zamanaşımı mezkûr komisyon kararının vergi dairesine tevdiini takip eden günden itibaren kaldığı yerden işlemeye devam eder. Ancak işlemeyen süre her hâl ve takdirde bir yıldan fazla olamaz.” MADDE 9- 213 sayılı Kanunun 140 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki (2) numaralı bent eklenmiş, mevcut (2) ve (3) numaralı bentler (3) ve (4) numaralı bentler olarak teselsül ettirilmiş, aynı fıkraya aşağıdaki (5) ve (6) numaralı bentler ile maddenin sonuna aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “2. Vergi incelemesine başlanıldığı hususunu bir tutanağa bağlayarak bir örneğini nezdinde vergi incelemesi yapılana verirler. Ayrıca, tutanağın bir örneğini bağlı olduğu birime, diğer örneğini de ilgili vergi dairesine gönderirler.” “5. Vergi kanunlarıyla ilgili kararname, tüzük, yönetmelik, genel tebliğ ve sirkülere aykırı vergi inceleme raporu düzenleyemezler. Ancak, bu düzenlemelerin vergi kanunlarına aykırı olduğu kanaatine varırlarsa bu hususu bağlı oldukları birimler aracılığıyla Gelir İdaresi Başkanlığına düzenleyecekleri bir rapor ile bildirirler. 6. İncelemeye başlanıldığı tarihten itibaren, tam inceleme yapılması halinde en fazla bir yıl, sınırlı inceleme yapılması halinde ise en fazla altı ay içinde incelemeleri bitirmeleri esastır. Bu süreler içinde incelemenin bitirilememesi halinde ek süre talep edilebilir. Bu talep vergi incelemesine yetkili olanların bağlı olduğu birim tarafından değerlendirilir ve altı ayı geçmemek üzere ek süre verilebilir. Bu durumda, vergi incelemesi yapmaya yetkili olanların bağlı olduğu birim tarafından incelemenin bitirilememe nedenleri yazılı olarak nezdinde inceleme yapılana bildirilir. Vergi incelemesi yapmaya yetkili olanların bağlı olduğu birimler vergi incelemesinin öngörülen süreler içinde bitirilmesi için gerekli tedbirleri alırlar. Maliye müfettişleri, hesap uzmanları ile bunların yardımcıları ve gelirler kontrolörleri ile stajyer gelirler kontrolörleri tarafından düzenlenen vergi inceleme raporları, işleme konulmak üzere ilgili vergi dairesine tevdi edilmeden önce, vergi incelemesine yetkili olanların bağlı olduğu birimler nezdinde meslekte on yılını tamamlamış en az üç kişiden oluşturulacak rapor değerlendirme komisyonları tarafından vergi kanunları ile bunlara ilişkin kararname, tüzük, yönetmelik, genel tebliğ, sirküler ve özelgelere uygunluğu yönünden değerlendirilir. İncelemeyi yapanla komisyon arasında uyuşmazlık oluşması halinde uyuşmazlığa konu vergi inceleme raporları üst değerlendirme mercii olarak, Maliye Bakanlığınca belirlenen tutarları aşan tarhiyat önerisi içeren vergi inceleme raporları ise doğrudan, Maliye Teftiş Kurulu Başkanlığı, Hesap Uzmanları Kurulu Başkanlığı ve Gelirler Kontrolörleri Başkanlığı bünyesinde oluşturulan rapor değerlendirme komisyonlarının üyeleri arasından görevlendirilecek üçer üyeden oluşan dokuz kişilik merkezi rapor değerlendirme komisyonu tarafından vergi kanunları ile bunlara ilişkin kararname, tüzük, yönetmelik, genel tebliğ, sirküler ve özelgelere uygunluğu yönünden değerlendirilir. İncelemeyi yapanlar, bu komisyon tarafından yapılacak değerlendirmeye uygun olarak düzenleyecekleri vergi inceleme raporlarını işleme konulmak üzere bağlı oldukları birime tevdi ederler. 135 inci madde ile vergi incelemesi yapmaya yetkili kılınan diğer memurlar tarafından düzenlenen vergi inceleme raporları, Gelir İdaresi Başkanlığı merkez ve taşra birimlerinde oluşturulacak rapor değerlendirme komisyonları tarafından değerlendirilir. Merkezi Rapor Değerlendirme Komisyonu ile diğer rapor değerlendirme komisyonları yaptıkları değerlendirme sırasında, verilmiş bir özelgenin 369 uncu maddenin birinci fıkrası kapsamında olduğu kanaatine varmaları halinde, söz konusu özelge, Merkezi Rapor Değerlendirme Komisyonundan üç üye ile 413 üncü maddeye göre oluşturulan komisyondan iki üyenin katılımıyla oluşturulacak beş kişilik bir komisyon tarafından değerlendirilir. Bu komisyonca verilen kararlar, ilgili rapor değerlendirme komisyonu ile incelemeye yetkili olanı bağlar. Bu maddede yazılı komisyonların başkan ve üyelerine her toplantı günü için (1000) gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunacak tutar üzerinden toplantı ücreti ödenir. Bu şekilde ödenecek toplantı ücretinin bir aylık tutarı (5000) gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunacak tutarı aşamaz. Bu maddede belirlenen esaslar çerçevesinde, vergi incelemelerinde uyulacak diğer usul ve esaslar, komisyonların teşekkülü ile çalışma usul ve esasları ve Merkezi Rapor Değerlendirme Komisyonu tarafından doğrudan değerlendirmeye tabi tutulacak vergi inceleme raporlarının tutarları, Vergi İnceleme ve Denetim Koordinasyon Kurulunun önerisi üzerine Maliye Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle belirlenir.” MADDE 10- 213 sayılı Kanunun mükerrer 227 nci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir. “3. Vergi kanunları kapsamındaki yeminli mali müşavirlik tasdik işlemlerini elektronik ortamda gerçekleştirmeye ve tasdike konu işlemleri mükellef grupları, faaliyet ve tasdik konuları itibarıyla ayrı ayrı belirlemeye ve uygulatmaya,” MADDE 11- 213 sayılı Kanunun 353 üncü maddesinin (8) numaralı bendinin sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Ancak, bu bent uyarınca kesilecek özel usulsüzlük cezasının toplamı bir takvim yılı içinde 114.000 TL’yi aşamaz.” MADDE 12- 213 sayılı Kanunun mükerrer 355 inci maddesinin dördüncü fıkrasının sonuna aşağıdaki cümle eklenmiş ve beşinci fıkrasında yer alan “15 gün” ibareleri “30 gün”, “1/4” ibaresi “1/10”, “1/2” ibaresi “1/5”, altıncı fıkrasında yer alan “1/2” ibaresi “1/5” şeklinde değiştirilmiştir. “Ancak, bu fıkra uyarınca bir takvim yılı içinde kesilecek özel usulsüzlük cezasının toplamı 770.000 TL’yi geçemez.” MADDE 13- 213 sayılı Kanunun 367 nci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Yaptıkları inceleme sırasında 359 uncu maddede yazılı suçların işlendiğini tespit eden maliye müfettişleri, hesap uzmanları ile bunların yardımcıları ve gelirler kontrolörleri ile stajyer gelirler kontrolörleri tarafından ilgili rapor değerlendirme komisyonunun mütalaasıyla doğrudan doğruya ve vergi incelemesine yetkili olan diğer memurlar tarafından ilgili rapor değerlendirme komisyonunun mütalaasıyla vergi dairesi başkanlığı veya defterdarlık tarafından keyfiyetin Cumhuriyet başsavcılığına bildirilmesi mecburidir.” MADDE 14- 213 sayılı Kanunun 369 uncu maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Yanılma ve görüş değişikliği: MADDE 369- Yetkili makamların mükellefin kendisine yazı ile yanlış izahat vermiş olmaları veya bir hükmün uygulanma tarzına ilişkin bir içtihadın değişmiş olması halinde vergi cezası kesilmez ve gecikme faizi hesaplanmaz. Bir hükmün uygulanma tarzı hususunda yetkili makamların genel tebliğ veya sirkülerde değişiklik yapmak suretiyle görüş ve kanaatini değiştirmesi halinde, oluşan yeni görüş ve kanaate ilişkin genel tebliğ veya sirküler yayımlandığı tarihten itibaren geçerli olup, geriye dönük olarak uygulanamaz. Şu kadar ki, bu hüküm yargı mercileri tarafından iptal edilen genel tebliğ ve sirküler hakkında uygulanmaz.” MADDE 15- 213 sayılı Kanunun 413 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Mükelleflerin izahat talebi: MADDE 413- Mükellefler, Gelir İdaresi Başkanlığından veya bu hususta yetkili kıldığı makamlardan, vergi durumları ve vergi uygulaması bakımından müphem ve tereddüdü mucip gördükleri hususlar hakkında yazı ile izahat isteyebilir. Gelir İdaresi Başkanlığı, kendisinden istenecek izahatı özelge ile cevaplandırabileceği gibi, aynı durumda olan tüm mükellefler bakımından uygulamaya yön vermek ve açıklık getirmek üzere sirküler de yayımlayabilir. Sirküler ve özelgeler, Gelir İdaresi Başkanlığı bünyesinde, Gelir İdaresi Başkanı veya tevkil edeceği bir başkan yardımcısının başkanlığında en az üç daire başkanından müteşekkil bir komisyon marifetiyle oluşturulur. Söz konusu komisyonda oluşturulmuş sirküler veya özelgeler ile konu, kapsam ve ilgili olduğu mevzuat bakımından tamamen aynı mahiyeti taşıyan bir hususta izahat talebinde bulunulması halinde, komisyon tarafından oluşturulan sirküler veya özelgelere uygun olmak şartıyla Gelir İdaresi Başkanlığı taşra teşkilatı tarafından da özelgeler verilebilir. Sirküler ve vergi mahremiyetine ilişkin hükümler gözönünde bulundurulmak şartıyla özelgeler, Gelir İdaresi Başkanlığınca internet ortamında yayımlanır. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle belirlenir.” MADDE 16- 213 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 28- 1/1/2005 tarihinden önceki dönemlere ilişkin olarak, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce matrah takdiri için takdir komisyonuna sevk edilmiş olup, komisyonca takdir edilen matrah üzerinden 31/12/2012 tarihine kadar tarh ve tebliğ edilmeyen vergiler zamanaşımına uğrar. Bu hüküm, 374 üncü maddede yer alan ceza kesmede zamanaşımı açısından da uygulanır.” MADDE 17- 1/7/1964 tarihli ve 488 sayılı Damga Vergisi Kanununa ekli (2) sayılı tablonun “III- İşçiler, çiftçiler ve göçmenlerle ilgili kağıtlar” başlıklı bölümüne aşağıdaki fıkra eklenmiş, “IVTicari ve medeni işlerle ilgili kağıtlar” başlıklı bölümünün (30) numaralı fıkrasında yer alan “4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 10 uncu maddesi çerçevesinde tüketici finansman şirketlerince kullandırılacak tüketici kredilerinin” ibaresi “Finansman şirketlerince kullandırılacak kredilerin” şeklinde, (33) numaralı fıkrasında yer alan “Ekici ile alıcı arasında düzenlenen tütün alım satımı mukavelenameleri ile” ibaresi “Ekici ve alıcı arasında düzenlenen tütün alım satımı mukavelenameleri ile 5488 sayılı Tarım Kanunu çerçevesinde, üretici ve alıcı arasında düzenlenen tarımsal üretim sözleşmeleri ve” şeklinde değiştirilmiştir. “10. Tarımsal destekleme programları kapsamında hibe desteği sağlanması uygun görülen yatırım projelerine ilişkin olarak proje sahipleri ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığı arasında düzenlenen kâğıtlar.” MADDE 18- 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanununun 28 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “a) Karar ve ilam harcı, Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir. Şu kadar ki, ölüm ve cismani zarar sebebiyle açılan maddi ve manevi tazminat davalarında peşin alınan harcın oranı yirmide bir olarak uygulanır. Bakiye karar ve ilam harcının ödenmemiş olması, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konulmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmez.” MADDE 19- 492 sayılı Kanunun 123 üncü maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Bu maddede veya diğer kanunlarda yer alan harçtan muafiyete ilişkin hükümler, bu Kanunun (1) sayılı Tarifesinin “(A) Mahkeme Harçları” bölümünün (V) numaralı fıkrasındaki “keşif harcı” ve (1) sayılı Tarifesinin “B) İcra ve iflas harçları” bölümünün (III) numaralı fıkrasındaki “haciz, teslim ve satış harcı” bakımından uygulanmaz.” MADDE 20- 492 sayılı Kanunun (1) sayılı Tarifesinin “(A) Mahkeme Harçları” bölümüne aşağıdaki (V) numaralı fıkra ve (1) sayılı Tarifesinin “B) İcra ve iflas harçları” bölümüne aşağıdaki (III) numaralı fıkra eklenmiştir. “V. Keşif harcı: 120 TL” (Mahkemelerce re’sen veya istem üzerine verilen keşif ya da tespit kararlarını yerine getirmek için) “III- Haciz, teslim ve satış harcı: 40 TL” (Yukarıdaki (I) ve (II) numaralı fıkralarda yer alan icra ve iflas işlemlerinin daire dışında memur eliyle yerine getirildiği her bir işlem için) MADDE 21- 14/1/1970 tarihli ve 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununun 61 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Değerleme farkları MADDE 61- Türk parasının yabancı paralar karşısındaki değerinin ve uluslararası piyasalarda altın fiyatlarının değişmesi nedeniyle Bankanın aktifindeki ve pasifindeki dövizlerin, efektiflerin ve yabancı para cinsinden diğer varlık ve yükümlülükler ile altınların değerlemesi sonucu oluşan değerleme farkları ayrı bir hesapta izlenir. Türk parasının yabancı paralar karşısındaki değerinin ve uluslararası piyasalarda altın fiyatlarının değişmesi nedeniyle Bankanın aktifindeki ve pasifindeki dövizlerin, efektiflerin ve yabancı para cinsinden diğer varlık ve yükümlülükler ile altınların değerlemeye tabi tutulması sonucu Banka lehine oluşan gerçekleşmemiş değerleme farkları, değerlemenin yapıldığı dönem kazancına dahil edilmez ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde gelir olarak dikkate alınmaz. Banka aleyhine oluşan gerçekleşmemiş değerleme farkları ise değerlemenin yapıldığı dönem kazancından düşülmez ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak dikkate alınmaz. 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 280 inci maddesi hükmü bu madde kapsamında yapılacak değerlemede uygulanmaz.” MADDE 22- 23/4/1981 tarihli ve 2451 sayılı Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Kanuna ekli (2) sayılı cetvele “Gelir İdaresi Başkanı,” ibaresinden sonra gelmek üzere “Gelir İdaresi Başkan Yardımcıları, Gelir İdaresi Daire Başkanları ve Vergi Dairesi Başkanları,” ibaresi eklenmiştir. MADDE 23- 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 72 nci maddesinin ikinci fıkrasının sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Ancak, satış tarihinden itibaren en az yirmi yıl geçen ve veriliş maksadına uygun olarak kullanılan taşınmazların, mevcut faaliyet aksatılmaksızın kısmen veya tamamen ticari amaçlarla değerlendirilmesinin kuruluş gayelerine daha fazla hizmet edeceği hallerde, elde edilecek gelirin yüzde otuzunun Hazineye verilmesi koşuluyla taşınmazların satış dahil değerlendirilmesine Maliye Bakanlığınca belirlenecek usul ve esaslara göre izin verilebilir.” MADDE 24- 2886 sayılı Kanunun 75 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “13 üncü maddesinde gösterilen komisyonca takdir ve tespit edilecek” ibaresi “idareden taşınmaz ve değerleme konusunda işin ehli veya uzmanı üç kişiden oluşan komisyonca tespit tarihinden geriye doğru beş yılı geçmemek üzere tespit ve takdir edilecek” şeklinde değiştirilmiş, ikinci fıkrasının başına aşağıdaki cümle ile aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Ecrimisile itiraz edilmemesi halinde yüzde yirmi, peşin ödenmesi halinde ise ayrıca yüzde onbeş indirim uygulanır.” “Köy sınırları içerisinde yer alan Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazların işgalcilerinden tahsil edilen ecrimisil gelirlerinin yüzde beşi, 442 sayılı Köy Kanununda belirlenen görevlerde kullanılmak kaydıyla, tahsilatı izleyen ay içinde bu gelirlerin elde edildiği köy tüzel kişiliği hesabına aktarılmak üzere emanet nitelikli hesaplara kaydedilir. Maliye Bakanlığı bu oranı iki katına kadar artırmaya yetkilidir.” MADDE 25- 2886 sayılı Kanunun geçici 2 nci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “Terkin edilecek ecrimisiller GEÇİCİ MADDE 3- Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce tespit ve takdir edilen, tebliğ edilen veya tahakkuk ettirilen ecrimisil alacaklarının tespit tarihinden geriye doğru beş yılı aşan kısmı hangi aşamada olursa olsun düzeltilir veya terkin edilir, tahsil edilmiş olanlar iade edilmez.” MADDE 26- 13/12/1983 tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye 33/A maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 33/B maddesi eklenmiştir. “Vergi İnceleme ve Denetim Koordinasyon Kurulu MADDE 33/B- Bakanlığın vergi inceleme ve denetim amaçlarına ulaşmasını sağlamak, vergi inceleme ve denetimleri ile raporlamaya ilişkin standart, ilke, yöntem ve teknikleri geliştirmek, inceleme ve denetim rehberleri hazırlamak, vergi incelemesi yapmaya yetkili olanların uyacakları etik kuralları belirlemek, vergi inceleme birimleri arasında koordinasyonu, bilgi akışını ve uygulama birliğini temin etmek, Bakanlığın vergi inceleme ve denetim birimlerinin uygulayacağı yıllık vergi inceleme ve denetim planını hazırlamak ve uygulamayı izlemek üzere Vergi İnceleme ve Denetim Koordinasyon Kurulu oluşturulur. Vergi İnceleme ve Denetim Koordinasyon Kurulu; Bakanın veya tevkil etmesi halinde Müsteşarın başkanlığında, Gelir İdaresi Başkanı, Maliye Teftiş Kurulu Başkanı, Hesap Uzmanları Kurulu Başkanı, Gelir İdaresi Başkanlığı Denetim ve Uyum Yönetimi Daire Başkanlığının bağlı olduğu Gelir İdaresi Başkan Yardımcısı ve Gelirler Kontrolörleri Başkanından oluşur. Kurulun sekretarya görevi Gelir İdaresi Başkanlığı Denetim ve Uyum Yönetimi Daire Başkanlığı tarafından yerine getirilir. Vergi incelemeleri, vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca, yıllık vergi inceleme ve denetim planına uygun olarak yerine getirilir. Vergi incelemesi ve denetimine ilişkin temel amaç ve hedefler, Gelir İdaresi Başkanlığı risk analiz sistemi üzerinden yapılan analizler de dikkate alınarak incelemeye tabi tutulacak sektörler ile mükellefler ve vergi incelemesi ve denetiminin uygulanması ve izlenmesine ilişkin diğer hususlar gerekçeleriyle birlikte yıllık vergi inceleme ve denetim planında belirlenir. Teftiş, soruşturma, ihbar, şikâyet ve benzeri nedenlerle yıl içinde ortaya çıkabilecek vergi incelemelerinin yapılmasına dair usul ve esaslara da yıllık vergi inceleme ve denetim planında yer verilir. Yıllık vergi inceleme ve denetim planı Bakanın onayı ile yürürlüğe girer. Vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlar tarafından yapılacak tam ve sınırlı vergi incelemelerinin kapsamı, vergi incelemesine tabi tutulma bakımından birinci sınıf tüccarların yıllık iş hacimleri, aktif ve öz sermaye büyüklükleri esas alınarak gruplara ayrılması ve yapılacak bu gruplamaya bağlı olarak vergi incelemesine alınma bakımından asgari süreler getirilmesi ile bu hususlara dair diğer usul ve esaslar, Vergi İnceleme ve Denetim Koordinasyon Kurulunun önerisi üzerine Maliye Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. Vergi İnceleme ve Denetim Koordinasyon Kurulu, yıllık vergi inceleme ve denetim planı uygulama sonuçlarını ertesi yılın Nisan ayı sonuna kadar kamuoyuna açıklar. Gelir İdaresi Başkanlığı, Maliye Teftiş Kurulu Başkanlığı, Hesap Uzmanları Kurulu Başkanlığı ile vergi incelemesine yetkili olanlar, vergi incelemesi ve denetimine ilişkin görevlerini bu maddede ve bu maddeye dayanılarak çıkarılan yönetmelikte belirtilen usul ve esaslara uygun olarak yerine getirmek zorundadır. Kurulun çalışma usul ve esasları, yıllık vergi inceleme ve denetim planının hazırlanması, uygulanması ve sonuçlarının izlenmesi ile bu maddede yer alan diğer hususlara ilişkin usul ve esaslar Kurulun önerisi üzerine Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir.” MADDE 27- 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 43 üncü maddesinin (a) bendine üçüncü paragraftan sonra gelmek üzere aşağıdaki paragraf eklenmiştir. “Bakanlıkta daire başkanı veya genel müdür yardımcısı kadrolarında bulunanlar ile defterdar kadrosunda en az üç yıl görev yapmış olanlar Personel Genel Müdürlüğünde kontrolör kadrolarına atanabilir. Bunlar Personel Genel Müdürlüğü taşra teşkilatının iş ve işlemleriyle ilgili olarak defterdarlık birimlerinde inceleme ve araştırma işleri ile Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapar. Bu şekilde atananlar yukarıdaki hükümlere göre atanan kontrolörler için ilgili mevzuatında öngörülen tüm mali ve sosyal haklardan aynen yararlanır.” MADDE 28- 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 17 nci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinin sonunda yer alan “teslim ve hizmetleri” ibaresi “teslim ve hizmetleri ile bunlardan sağlık hizmeti sunanların teşhis ve tedaviye yönelik olarak birbirlerine yapacakları teslim ve hizmetler” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 29- 4/4/1988 tarihli ve 320 sayılı Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 2 nci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “İdare, şans oyunlarının düzenlenmesiyle ilgili aşağıda sayılan iş ve hizmetlerin tamamını veya bir kısmını özel hukuk sözleşmeleriyle Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş anonim şirketlere yaptırabilir: a) İdare tarafından belirlenecek şans oyunlarının terminaller ile elektronik ortamlar üzerinden oynatılması ve ikramiyelerinin ödenmesi amacıyla mülkiyeti yükleniciye ait olmak üzere şans oyunları sisteminin kurulumu ile işletim, bakım ve onarımının yapılması. b) Merkezi oyun sistemi ile terminaller arasındaki iletişimin sağlanması. c) Şans oyunlarına ilişkin pazarlama, reklam, tanıtım faaliyetlerinde bulunulması, çekiliş sonuçlarının yazılı ve görsel basın aracılığıyla kamuoyuna duyurulması, İdare ile bayi ve iştirakçilere danışma ve destek hizmeti verilmesi. d) Şans oyunlarına ait biletler ile sarf malzemelerinin tedarik ve dağıtımı. Şans oyunlarının düzenlenmesiyle ilgili ikinci fıkrada sayılan iş ve hizmetlerden hangilerinin yaptırılacağı İdare tarafından ihale dokümanı ile belirlenir ve söz konusu iş ve hizmetler aşağıda belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yaptırılır: a) Belirlenen iş ve hizmetler; ihale ile kısımlara bölünmeden, en fazla on yıllık süreyle ve hasılattan pay verilmesi suretiyle yaptırılabilir. İhalede saydamlığın, rekabetin, eşit muamelenin, güvenilirliğin, gizliliğin, kamuoyu denetiminin, ihtiyaçların uygun şartlarla ve zamanında karşılanmasının ve kaynakların verimli kullanılmasının sağlanması esastır. b) İhaleye katılacak isteklilerin belirli ekonomik ve mali yeterlik ile mesleki ve teknik yeterliğe sahip olması esastır. İhaleye katılacak isteklilerin sağlaması gereken ekonomik ve mali yeterlik ile mesleki ve teknik yeterlik kriterlerine idari şartnamede yer verilir. İhaleye katılacak isteklilerden, yeterliklerinin belirlenmesine ilişkin olarak aşağıda belirtilen bilgi ve belgeler istenir: 1) İsteklinin, mevzuatı gereği ilgili odaya kayıtlı olarak faaliyette bulunduğunu gösterir belgeler. 2) İsteklinin veya ortaklarından birinin ihale konusu iş veya benzer işlerde son beş yıl içinde, asgari toplam bir yıl süreyle idari şartnamede belirlenecek sayıda terminalden oluşan bayi ağını yurtiçinde veya yurtdışında işletmiş ve belirlenecek tutarda yıllık hâsılatı gerçekleştirmiş olduğuna ilişkin iş deneyim belgeleri. 3) İsteklinin, ilgili mevzuatı uyarınca yayımlanması zorunlu olan bilançosu veya bilançosunun gerekli görülen bölümleri, yoksa bunlara eşdeğer belgeler. 4) Bir takvim yılında gerçekleşen hasılatın taahhüt edilen hasılatın altında kalması durumunda, isteklinin hasılattan aldığı pay oranının, gerçekleşen hasılat ile taahhüt ettiği hasılat arasındaki farkın taahhüt edilen hasılata oranı kadar noksan uygulanacağına ilişkin hükmü de içeren ve miktarı idari şartnamede belirlenen asgari yıllık hasılat taahhütnamesi. 5) İhale konusu iş kapsamında kullanılacak altyapı ve ekipmanlar ile yapılacak işin ihale dokümanında belirtilen standartlara uygunluğunu gösteren, uluslararası kurallara uygun şekilde akredite edilmiş kalite kontrol kuruluşları tarafından verilen sertifikalar. 6) İsteklinin organizasyon yapısına ve ihale konusu işi yerine getirmek için yeterli sayıda ve nitelikte personel çalıştırdığına veya çalıştıracağına ilişkin bilgi ve belgeler. Tekliflerin değerlendirilmesi ve uygun teklifin seçimi aşağıda belirtilen usul ve esaslara göre yapılır: a) Tekliflerin değerlendirilmesinde, öncelikle belgeleri noksan olduğu veya geçici teminatı usulüne uygun olmadığı tespit edilen isteklilerin teklifleri değerlendirme dışı bırakılır. Bu ilk değerlendirme ve işlemler sonucunda belgeleri noksansız ve geçici teminatı usulüne uygun olan isteklilerin tekliflerinin ayrıntılı değerlendirilmesine geçilir. Bu aşamada, isteklilerin ihale konusu işi yapabilme kapasitelerini belirleyen yeterlik kriterlerine ve tekliflerin ihale dokümanında belirtilen şartlara uygun olup olmadığı incelenir. Uygun olmadığı belirlenen isteklilerin teklifleri değerlendirme dışı bırakılır. b) İhaleye teklif vermiş olan tüm istekliler ikinci oturuma davet edilir. Belgeleri noksan olan veya istenilen şartlara uygun olmadığı tespit edilen isteklilere değerlendirme dışı bırakıldığı bildirilir ve mali teklifleri açılmadan iade edilir. Aynı oturumda, yeterliği sağlayan isteklilerin mali teklifleri açılır. Değerlendirme sonucu yeterli görülen isteklilerden ikinci oturuma katılmayanlar da ihale dışı bırakılarak geçici teminatları gelir kaydedilir. c) İkinci oturumda, yeterliği sağlayan isteklilerin mali teklifleri okunur ve tekliflerin alınış sırasıyla, ilk tekliflerinden yüksek bir oran olmamak üzere yeni tekliflerini yazılı olarak sunmaları istenir. Oturum esnasında, isteklilerden alınan yazılı teklif mektupları istekliler huzurunda okunur. İhale komisyonunca ihale, oturuma katılan isteklilerin katılımı ile açık eksiltme suretiyle sonuçlandırılır. Açık eksiltmede asgari eksiltilebilecek miktar ile teklif verme sırası ihale komisyonunca isteklilerin huzurunda bir tutanakla tespit edilir. Açık eksiltmeye, yazılı olarak sunulan mali tekliflerdeki en düşük pay yüzdesi tavan alınmak suretiyle başlanır. İhale komisyonu başkanı, isteklilere sırayla söz vererek mali tekliflerini sorar ve talep ettikleri pay yüzdeleri açık eksiltme kâğıdına yazılarak karşısına isteklinin imzası alınır. Daha fazla indirim yapamayacağını beyan ederek ihaleden çekilenlerin eksiltme kâğıdına imzaları alınır. İmzadan kaçınması halinde, ihale komisyonunca durum tutanak ile tespit edilir. Eksiltmeye, tek istekli kalıncaya kadar devam edilir. Tek kalan istekli, daha fazla eksiltme yapamaz ise eksiltme tutanağı tek kalan istekli ve komisyon üyeleri tarafından imzalanır. İhale komisyonu, ihalede birinci ve ikinci en düşük teklifleri belirler ve ihale kararını almak üzere oturumu kapatır. d) İhale komisyonu, verilen mali teklifleri değerlendirirken varsa diğer mali tekliflere veya İdarenin tespit ettiği yaklaşık orana göre teklif oranı aşırı düşük olan teklif sahiplerinden teklifte önemli olduğunu tespit ettiği bileşenler ile ilgili ayrıntıları yazılı olarak ister. Yapılan açıklamaları değerlendirir, bu değerlendirme sonucunda açıklamaları yeterli görülmeyen veya yazılı açıklamada bulunmayan isteklilerin teklifleri reddedilir. e) İhale en düşük pay yüzde oranını teklif eden istekli üzerinde bırakılır ve ihale komisyonu, gerekçeli kararını ihale yetkilisinin onayına sunar. İhale kararı ihale yetkilisince onaylanmadan önce İdare, ihale üzerinde kalan isteklinin kamu ihalelerinden yasaklı olup olmadığını Kamu İhale Kurumundan teyit ettirerek buna ilişkin belgeyi ihale kararına ekler. İhale yetkilisi, karar tarihini izleyen en geç beş iş günü içinde ihale kararını onaylar veya gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle ihaleyi iptal eder. İhale komisyonu gerekçesini belirtmek suretiyle, verilmiş olan bütün teklifleri reddederek ihaleyi iptal etmekte serbesttir. İhale komisyonu ihaleyi iptal etme kararı alması durumunda, bu kararını da ihale yetkilisinin onayına sunar. f) İhalenin iptal edilmesi halinde bu durum bütün isteklilere, ihalenin iptaline ilişkin gerekçe de belirtilmek suretiyle derhal bildirilir. İhalenin iptal edilmesi nedeniyle istekliler İdareden herhangi bir hak talebinde bulunamaz. İdare ile yüklenici arasında imzalanan sözleşmenin iptali veya yükleniciden kaynaklanan bir nedenle feshi halinde; oyunların sürekliliğinin sağlanması amacıyla şans oyunları sistemi ve bunların fikri ve sınai mülkiyet haklarının tamamının işletim ve kullanım hakkı İdareye geçer. Yüklenici, sözleşme süresini geçmemek üzere bu madde hükümlerine göre çıkılacak ihale sonucunda belirlenen yeni yüklenicinin faaliyete geçiş tarihine kadar bu hakların İdare veya altıncı fıkra hükümleri uyarınca belirlenecek tüzelkişi tarafından kullanımını engelleyemez ve bu hakların kullanılması karşılığında herhangi bir bedel veya hak talebinde bulunamaz. Sözleşmenin feshi veya iptali halinde, sözleşme kapsamındaki iş ve hizmetlerin tamamı veya bir kısmı İdare tarafından ilan yapılmaksızın, davet edilenlerle teknik şartlar ve hasılattan verilecek pay oranı görüşülmek suretiyle, süresi bir yılı geçmeyen özel hukuk sözleşmeleriyle tüzelkişilere yaptırılabilir. Müteakip ihalenin yapılamaması veya iptal edilmesi ya da belirlenen yeni yüklenicinin süresinde faaliyete geçememesi halinde, İdare, sözleşme süresi sona eren yükleniciden birer yılı geçmemek üzere sözleşmedeki iş ve hizmetleri aynı şartlarla almaya devam edebilir. Yüklenici sözleşme süresince şans oyunları ile ilgili Türkiye'deki faaliyetleri için özel olarak geliştirdiği oyun ismi, marka, reklam spotları ile bilet ve afiş tasarımları ve benzerlerinden tescile kabil olanları kullanmaya başlamadan önce İdare adına tescil ettirir. Şans oyunlarının düzenlenmesiyle ilgili iş ve hizmetlerin özel hukuk sözleşmeleriyle Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş anonim şirketlere yaptırılması amacıyla yapılacak ihalede; a) İhale komisyonu, yaklaşık oran, ihaleye katılamayacak olanlar, yasak fiil ve davranışlar, ihalenin ilanı, şartnameler, ihale dokümanının verilmesi, dokümanda değişiklik ve açıklama yapılması, tekliflerin hazırlanması ve sunulması, teminatlar ve teminat olarak kabul edilecek değerler, tekliflerin alınması ve açılması, kesinleşen ihale kararının bildirilmesi, sözleşmeye davet, sözleşme yapılmasında isteklinin görev ve sorumluluğu, sözleşmeye ilişkin esaslar, sözleşmenin uygulanmasında yasak davranışlar, mücbir sebepler ve tebligat ile ilgili olarak 5738 sayılı Spor Müsabakalarına Dayalı Sabit İhtimalli ve Müşterek Bahis Oyunlarının Özel Hukuk Tüzel Kişilerine Yaptırılması Hakkında Kanunun 5, 6, 8, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 18, 19, 20, 21, 22, 23 ve 27 nci maddeleri uygulanır. b) Ceza ve yasaklama hükümleri hariç olmak üzere 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu hükümleri uygulanmaz. Şans oyunlarının düzenlenmesiyle ilgili iş ve hizmetlerin özel hukuk sözleşmeleriyle Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş anonim şirketlere yaptırılmasına ilişkin ihale işlemlerine Bakanlar Kurulu kararı ile başlanır. Lisansın verilmesine ve şans oyunlarının düzenlenmesiyle ilgili iş ve hizmetlerin özel hukuk sözleşmeleriyle Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş anonim şirketlere yaptırılmasına ilişkin diğer usul ve esaslar İdare tarafından hazırlanan ve Bakanlık tarafından yürürlüğe konulan yönetmelikle düzenlenir.” MADDE 30- 8/5/1991 tarihli ve 3717 sayılı Adli Personel ile Devlet Davalarını Takip Edenlere Yol Gideri ve Tazminat Verilmesi ile 492 Sayılı Harçlar Kanununun Bir Maddesinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanunun 2 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 2- Daire dışında yapılması gereken her keşif ve icra işlemi için; hâkimlere, Cumhuriyet savcılarına, askerî mahkemelerdeki subay üyelere, adlî tabiplere, icra müdürleri ve yardımcıları ile icra işlemlerini yapmakla yetkili memurlara, Hazine avukatlarına, Hazine avukatı olmayan il ve ilçelerde davaları takibe yetkili daire amirleri ve 3402 sayılı Kadastro Kanununa göre yetkili kılınan kişilere (275); yazı işleri müdürlerine, hâkim veya Cumhuriyet savcısının kararı üzerine görevlendirilen sosyal çalışmacı, psikolog ve pedagoglara, muhakemat hizmetlerinde görev yapan memurlara, zabıt kâtiplerine ve ceza ve infaz kurum personeli hariç olmak üzere diğer adlî ve idarî yargı personeline (200); mübaşir ve hizmetlilere (150) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutar kadar yol tazminatı ödenir. Bu madde uyarınca yol tazminatı bütçenin ilgili tertibinden her ayın sonunda ödenir ve ayrıca yevmiye ödenmez. Bir kişinin alacağı aylık yol tazminatı tutarı, en yüksek Devlet memuru aylığının ek gösterge dahil iki katını geçemez. Kamu adına takibi gereken işler ile Hazine avukatlarına, Hazine avukatı olmayan il ve ilçelerde davaları takibe yetkili daire amirlerine ödenecek yol giderleri ile yol tazminatı, bu madde hükümlerine göre bütçenin ilgili tertibinden ödenir. Bu madde uyarınca ödenen yol tazminatı damga vergisi hariç herhangi bir vergiye tabi tutulmaz. Yol giderleri ilgili kişiler tarafından karşılanır. Görülen işler birden fazla ise ödenecek yol gideri uzaklıkla orantılı şekilde hesaplanır.” MADDE 31- 3717 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 2- 21/11/2008 tarihinden bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar bu Kanunun 2 nci maddesi uyarınca banka hesaplarına yatırılan paralar, bu süreler içinde çalışan personele çalışma süresi dikkate alınarak 21/11/2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan Kanun hükümlerine göre dağıtılır. Bu şekilde yapılacak ödemelerin Kanunda öngörülen üst sınırı aşması durumunda, artan miktar Hazineye gelir kaydedilir. GEÇİCİ MADDE 3- Bu Kanunun 2 nci maddesi uyarınca Adalet Bakanlığı bütçesinden yapılacak giderler için kullanılmak amacıyla, 2009 yılı yargı harçları gelir gerçekleşmesinin yüzde beşini geçmemek üzere Adalet Bakanlığı 2010 yılı bütçesine ödenek eklemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir.” MADDE 32- 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yer alan “Hisse oranı yüzde kırkı,” ibaresi “Hisse oranı yüzde kırkı veya” şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Hazineye ait tarım arazilerinin satışında 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunundaki kısıtlamalara tabi olan taşınmazlar bu maddenin birinci fıkrasının (c) bendindeki kısıtlamalara tabi olmaksızın hissedarına doğrudan veya birden fazla hissedar olması halinde hissedarlar arasında pazarlık usulüyle satılabilir.” MADDE 33- 4706 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin beşinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiş, altıncı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “üzerinde yapılanma olanlar;” ibaresinden sonra gelmek üzere “Hazine adına tescil tarihine bakılmaksızın” ibaresi eklenmiş, bu fıkranın dördüncü cümlesi “Bu suretle yapılacak satışlarda satış bedeli, en az yüzde onu peşin ödenmek üzere beş yıla kadar taksitlendirilebilir.” şeklinde değiştirilmiş, sekizinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “altı ay” ibaresi “bir yıl” olarak değiştirilmiş, bu fıkranın sonuna aşağıdaki cümle eklenmiş ve maddeye dokuzuncu fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Köy sınırları içerisinde yer alan Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan tarım arazilerinin kiracılarından tahsil edilen kira gelirlerinin yüzde onu, 442 sayılı Köy Kanununda belirlenen görevlerde kullanılmak kaydıyla, tahsilatı izleyen ay içinde bu gelirlerin elde edildiği köy tüzelkişiliği hesabına aktarılmak üzere emanet nitelikli hesaplara kaydedilir. Maliye Bakanlığı bu oranı iki katına kadar artırmaya yetkilidir.” “Bu süre Bakanlık tarafından 5 yıla kadar uzatılabilir.” “Bu maddenin altıncı fıkrası uyarınca ilgili belediyelere bedelsiz olarak devredilen taşınmazların yapı sahipleri ile bunların kanuni veya akdi haleflerine doğrudan satılması halinde, ilgili belediyelerin devre ilişkin taleplerinin defterdarlık veya malmüdürlüğüne intikal tarihinden itibaren ecrimisil alınmaz. Ancak taşınmazların genel hükümlere göre değerlendirilmesi halinde ecrimisil alınır.” MADDE 34- 4706 sayılı Kanunun ek 2 nci maddesinin sonuna aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Gümrük Müsteşarlığı tarafından 8/6/1994 tarihli ve 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun kapsamında gerçekleştirilen veya geçekleştirilecek olan gümrük kapılarının modernizasyonu ile gümrük idarelerine ait bina ve alt yapı tesislerine ilişkin yatırımlar için Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazların üzerinde tesis edilen irtifak hakları ile Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerler üzerinde verilen kullanma izinlerinde irtifak hakkı veya kullanma izni bedelleri ile hasılat payı; özel kanunları uyarınca ilgilileri tarafından bedeli ödenmek suretiyle kamulaştırılarak Hazine adına tescil edilen veya tapudan terkin edilen taşınmazlar üzerinde ilgilileri lehine tesis edilecek irtifak hakları veya verilecek kullanma izinlerinde hasılat payı alınmaz.” MADDE 35- 4706 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Bu madde kapsamında Hazine adına tescil edilen taşınmazlar, büyükşehirlerde öncelikle büyükşehir belediyelerine, büyükşehir belediyelerinin talebinin olmaması halinde ilgili belediyelere, diğer yerlerde ilgili belediyelere bedelsiz olarak devredilir. Bu taşınmazların yapı sahiplerine satışı ve genel hükümlere göre değerlendirilmesi bu Kanunun 5 inci maddesine göre yapılır.” MADDE 36- 4706 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 12- Bu maddenin yürürlük tarihinden önce bu Kanunun 5 inci maddesine göre; a) Belediyelere devredilen taşınmazlardan devir tarihinden itibaren üç yıl içinde belediyelerce satılamaması nedeniyle Hazine adına re’sen tescil edilmesi gereken taşınmazların aynı amaçla değerlendirilmesi için talepleri halinde belediyelere iki yıl ek süre verilir. b) Belediyelere devredilen taşınmazların üzerlerindeki yapı sahipleri veya bunların kanuni veya akdi haleflerinden aynı maddede öngörülen altı aylık süre içinde başvurmayanlar ile yükümlülüklerini yerine getirmeyenler, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde müracaat etmeleri halinde, aynı madde hükümlerinden yararlandırılır. c) Belediyelere devredilen ve belediyelerce de yapı sahipleri ile bunların kanunî veya akdi haleflerine doğrudan satılan taşınmazlar için ilgili belediyelerin devre ilişkin taleplerinin defterdarlık veya malmüdürlüğüne intikal tarihinden itibaren tahakkuk ettirilen ecrimisil alacakları hangi aşamada olursa olsun terkin edilir, tahsil edilmiş olan ecrimisil bedelleri ise satış bedeline mahsup edilir.” MADDE 37- 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 21 inci maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(4) Zamanaşımı süresi, kararın kesinleşmesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren işlemeye başlar.” MADDE 38- 5/5/2005 tarihli ve 5345 sayılı Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 6 ncı maddesinde yer alan “beş” ibaresi “altı,” 8 inci maddesinin (f) bendi ile aynı Kanuna ekli (1) sayılı listede yer alan “Gelirler Kontrolörleri Daire Başkanlığı” ibareleri “Gelirler Kontrolörleri Başkanlığı” şeklinde değiştirilmiş, aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiş, 9 uncu maddesinin son fıkrası yürürlükten kaldırılmış, 28 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Başkan yardımcıları, daire başkanları, vergi dairesi başkanları ve” ibaresi yürürlükten kaldırılmış ve aynı maddenin son fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Yukarıda belirtilen ana hizmet birimlerine (Gelirler Kontrolörleri Başkanlığı hariç) verilen görevler gerektiğinde birden fazla daire başkanlığı tarafından yürütülebilir.” “Gelirler Kontrolörleri Başkanı, gelirler kontrolörü sıfat ve yetkilerini haiz olup, gelirler kontrolörü unvanını almış olanlar arasından 2451 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde müşterek kararla atanır ve başkan yardımcıları için ilgili mevzuatında öngörülen tüm mali ve sosyal haklardan aynen yararlanır.” MADDE 39- 5345 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi “c) Vergi İnceleme ve Denetim Koordinasyon Kurulunun sekreterya hizmetlerini yürütmek.” şeklinde, (f) bendinde yer alan “Başkanlığın vergi inceleme ve denetim yıllık planına uygun olarak” ibaresi “Yıllık vergi inceleme ve denetim planına uygun olarak” şeklinde, (j) bendinde yer alan “Mükelleflerin” ibaresi “Risk Analiz Sistemi üzerinden mükelleflerin” şeklinde değiştirilmiş ve (d) bendi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 40- 5345 sayılı Kanunun 14 üncü maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Gelirler Kontrolörleri Başkanlığı MADDE 14- Gelirler Kontrolörleri Başkanlığı doğrudan Başkana bağlı olup, görevleri şunlardır: a) Yıllık Vergi İnceleme ve Denetim Planına uygun olarak, vergi inceleme ve denetimlerinin gelirler kontrolörleri ve stajyer gelirler kontrolörleri tarafından yerine getirilmesini sağlamak. b) Gelirler kontrolörleri ve stajyer gelirler kontrolörlerinin belirlenecek görev yerlerinde çalıştırılmalarına ilişkin usul ve esasları belirlemek. c) Vergi inceleme ve denetimlerinin etkinlik ve verimliliğini artırıcı tedbirler konusunda görüş ve önerilerde bulunmak. d) Belirlenecek konularda etüt, araştırma ve incelemeler yapmak. e) Mevzuatla gelirler kontrolörlerine verilen görevleri yapmak ve yetkileri kullanmak. f) Başkan tarafından verilecek diğer görevleri yapmak.” MADDE 41- 5345 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “c) 8/1/1943 tarihli ve 4353 sayılı Kanun hükümlerine göre adli davalarda gerekli bilgileri hazırlamak, Başkanlık merkez ve taşra birimlerinin veya Başkanlığın görev alanıyla ilgili işlemlerden dolayı Bakanlığın taraf bulunduğu idari yargı mercilerindeki davaları avukat sıfatını haiz hukuk müşavirleri ve avukatları vasıtasıyla ait olduğu makam ve mercilerde ikame, takip ve müdafaa ettirmek, Başkanlıkça hizmet satın alma yoluyla takip ve müdafaa ettirilen davaları takip ve koordine etmek.” “İdari yargı mercilerindeki davaları ikame, takip ve müdafaa görev ve yetkisi, ilgisine göre daire amiri, avukat sıfatını haiz hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından kullanılır. Hukuk müşavirlerinin temsil yetkisi, Başkanlık merkez ve taşra birimleri ile Başkanlığın görev alanı ile ilgili işlemlerden dolayı Bakanlık husumetiyle açılan bütün dava takiplerini, avukatların temsil yetkisi ise atandıkları veya görevlendirildikleri iller ile bu illerle ilişkilendirilen yerlerdeki dava takiplerini kapsar. Davalarda temsil yetkisi bulunan hukuk müşavirleri ve avukatların bir listesi merkezde Başkanlık, diğer yerlerde vergi dairesi başkanlıklarınca o yerin bölge idare mahkemesi başkanlığına verilir. Bu listelerin birer nüshası, mahkeme başkanlığınca yargı çevresinde bulunan mahkemelere gönderilir. Danıştaydaki duruşmalarda temsil yetkisini kullanacakların isimleri ayrıca Danıştay Başsavcılığına bildirilir. Listede isimleri yer alan hukuk müşavirleri ve avukatlar, Baroya kayıt ve vekâletname ibrazı gerekmeksizin temsil yetkilerini kullanırlar. Temsil yetkisi sona erenlerin isimleri yukarıda yazılı mercilere derhal bildirilir. İhtisas gerektiren ve ihtiyaç duyulan hâllerde, 4353 sayılı Kanunun 22 nci maddesinde belirtilen usule tabi olmaksızın, Bakanın onayı üzerine Başkanlık, 4734 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin (h) bendi hükmüne göre serbest avukatlardan veya avukatlık ortaklıklarından hizmet satın alabilir. Bu kapsamda görevlendirilen avukatlar 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 5 inci maddesi ve 6183 sayılı Kanunun 107 nci maddesinde yer alan yasaklara uymak mecburiyetindedir. Bu mecburiyete uymadıkları takdirde bu fiiller için öngörülen hükümlere göre cezalandırılırlar. Görevleri nedeniyle idare tarafından bu kişilere verilen bilgiler vergi mahremiyetinin ihlali ve sırrın ifşaı sayılmaz. Kurum lehine sonuçlanan davalar nedeniyle hükme bağlanarak karşı taraftan tahsil edilen vekâlet ücretlerinin dağıtımı hakkında 2/2/1929 tarihli ve 1389 sayılı Kanun ve ilgili mevzuat hükümleri kıyas yoluyla uygulanır. Davaların takibi, hukuk müşavirleri ve avukatların temsil yetkisinin kullanılma şekli ve kapsamına dair usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.” MADDE 42- 5345 sayılı Kanunun 29 uncu maddesinin başlığı “Denetim elemanı, avukat ve uzman personel çalıştırılması” şeklinde değiştirilmiş, maddenin ikinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş, mevcut altıncı fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve aynı maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “Avukatlar, hukuk fakültesi mezunu olup avukatlık ruhsatını haiz olanlar arasından yazılı ve sözlü olarak yapılacak sınav sonucuna göre atanır. Avukatlar, vergi dairesi başkanlıklarında görev yaparlar. Görevlerin yürütülmesinde etkinliği ve verimliliği sağlamak amacıyla avukatlardan biri koordinatör olarak görevlendirilebilir. Avukatların mesleğe alınmaları ile çalışma usul ve esasları yönetmelikle düzenlenir.” “Başkanlık merkez ve taşra teşkilatında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki usul ve esaslara bağlı olmaksızın, Bakan onayı ile Başkanlığın stratejik plan ve performans programlarında yer alan önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi veya uygulanması amacıyla proje süresi ile sınırlı olmak üzere tam veya kısmî zamanlı sözleşmeli personel çalıştırılabilir. Bunlara ödenecek ücret, 657 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin (B) bendine göre çalıştırılanlar için uygulanmakta olan sözleşme ücreti tavanının beş katını, çalıştırılabilecek toplam sözleşmeli personel sayısı ise 150’yi geçemez ve bu fıkrada belirtilen ücret dışında herhangi bir ödeme yapılamaz. Bu şekilde istihdam edilecek personelin, yükseköğretim kurumlarından lisans düzeyinde eğitim veren fakülte veya bölümlerinden veya bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulunca kabul edilmiş yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olması şarttır. Sözleşmeli personelde aranılacak diğer nitelikler, istihdam türüne bağlı sözleşmeli personel sayısı ile ödenecek sözleşme ücretinin tespiti, istihdama dair hususlar ile sözleşme usul ve esasları Başkanlıkça belirlenir. Bu madde hükümlerine göre yapılacak sözlü sınavlar, adayın; a) Bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücünün, b) Liyakati, temsil kabiliyeti, bilgi düzeyi, davranış ve tepkilerinin mesleğe veya göreve uygunluğunun, c) Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığının, ç) Genel yetenek ve genel kültürünün, d) Bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığının, değerlendirilmesi suretiyle yapılır. Sınav kurulu, adaylar hakkında yukarıda yazılı özelliklerin her biri için değerlendirme yapar. Yapılan değerlendirmeye göre verilen puanlar tutanağa geçirilir. Bunun dışında sözlü sınav ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.” MADDE 43- 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin sonuna aşağıdaki cümle eklenmiş, (l) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin sonuna aşağıdaki paragraf eklenmiştir. “(Bunlardan sağlık hizmeti sunanların teşhis ve tedaviye yönelik olarak birbirlerine yapacakları mal ve hizmet satışları bu muafiyeti ortadan kaldırmaz.)” “l) Yabancı ülkeler veya uluslararası finans kuruluşları ile yapılan malî ve teknik işbirliği anlaşmaları çerçevesinde yalnızca kredi teminatı sağlamak üzere kurulmuş olup bu faaliyetlerinden elde ettikleri kazançları teminat sorumluluk fonlarına ekleyen ve sahip oldukları fonları ortaklarına dağıtmaksızın, kredi sağlayan banka ve kuruluşlara yatıran kurumlar.” “Bu bent hükümleri, 29/6/2004 tarihli ve 5200 sayılı Tarımsal Üretici Birlikleri Kanununa göre kurulan Birliklerin üyeleri ile yaptıkları muameleler hakkında da uygulanır.” MADDE 44- Ekli (1) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Maliye Bakanlığına ait bölümüne, (2) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Gelir İdaresi Başkanlığına ait bölümüne eklenmiştir. MADDE 45- 15/10/2008 tarihli ve 5804 sayılı 2009 Yılında İstanbul Şehrinde Yapılacak Beşinci Dünya Su Forumunun Organizasyonu İle Katma Değer Vergisi Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Forum Sekretaryasının tüzel kişiliği en geç 31/12/2011 tarihinde sona erer ve bu süre içinde tasfiye işlemleri tamamlanır.” MADDE 46- 8/1/1985 tarihli ve 3143 sayılı Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 18 inci maddesinin birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Bu görevlerin ifası ile ilgili olarak müfettişlerin bilgi ve belge taleplerini, kamu kurum ve kuruluşları ile bankalar dâhil gerçek ve tüzel kişiler karşılamakla yükümlüdürler.” MADDE 47- 1/6/1989 tarihli ve 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununun 45 inci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Hayri ve ilmi kuruluşlar, 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname kapsamındaki iktisadi devlet teşekkülleri, kamu iktisadi kuruluşları ve bunların müesseseleri, bağlı ortaklıkları ve iştirakleri, kamu idarelerinin doğrudan ya da dolaylı hissedarı olduğu kurumlar ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun yönetimindeki kurumların bu Kanun kapsamındaki faaliyetlerini yürütmemeleri şartıyla, bu kurum ve kuruluşların yönetim kurulu başkanlığı, üyeliği, denetçiliği görevleri ile bilirkişilik ve tasfiye memurluğu meslekle bağdaşmayan işler sayılmaz.” MADDE 48- 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununun 2 nci maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir. "Bu Kanunun uygulanması bakımından; a) İşyerinde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinde görev yapmak üzere Bakanlıkça belgelendirilmiş hekimler, işyeri hekimini; mühendis, mimar ve teknik elemanlar ise iş güvenliği uzmanını, b) İş sağlığı ve güvenliği hizmetlerini vermek üzere, gerekli donanım ve personele sahip olan Bakanlıkça yetkilendirilen kamu kurum ve kuruluşları ile Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre faaliyet gösteren şirketlerce kurulan ve işletilen müesseseler ortak sağlık ve güvenlik birimini, c) İş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinde görev yapacak işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının eğitimlerini vermek üzere Bakanlıkça yetkilendirilen kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler ve Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre faaliyet gösteren şirketlerce kurulan ve işletilen müesseseler eğitim kurumunu, ifade eder." MADDE 49 - 4857 sayılı İş Kanununun 81 inci maddesinin üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmış, ikinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. "İşyeri sağlık ve güvenlik birimleri ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerinin nitelikleri, ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden hizmet alınmasına ilişkin hususlar, bu birimlerde bulunması gereken araç, gereç ve teçhizat ile görevlendirilecek işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı ve diğer sağlık personelinin nitelikleri, sayısı, işe alınmaları, görev, yetki ve sorumlulukları, çalışma şartları, görevlerini nasıl yürütecekleri, eğitimleri ve belgelendirilmeleri ile eğitim kurumlarının yetkilendirilmeleri, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı eğitim programlarının ve bu programlarda görev alacak eğiticilerin niteliklerinin belirlenmesi ve belgelendirilmeleri ile eğitimlerin sonunda yapılacak sınavlar ilgili tarafların görüşü alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir. İşyeri hekimlerinin, işyeri sağlık ve güvenlik birimleri ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerinde görevlendirilmeleri ve hizmet verilen işyerlerinde çalışan işçilerle sınırlı olmak üzere görevlerini yerine getirmeleri hususunda diğer kanunların kısıtlayıcı hükümleri uygulanmaz." MADDE 50- 9/1/1985 tarihli ve 3146 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasına (1) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki (m) bendi eklenmiş, takip eden bent buna göre teselsül ettirilmiştir. "m) İşyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı, diğer teknik ve sağlık personel ile işçilere eğitim vermek için kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler ve Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre faaliyet gösteren şirketler ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerini yetkilendirmek, gerektiğinde yetkilerini iptal etmek, hizmetin etkin ve verimli bir şekilde verilip verilmediğinin kontrol ve denetimini sağlamak, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının eğitimleri sonundaki sınavları yapmak veya yaptırmak, belgelerini vermek," MADDE 51- 4/2/1924 tarihli ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanununun ek 37 nci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, maddeye bu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş ve maddenin son fıkrasında yer alan "telekomünikasyon" ibareleri "elektronik haberleşme" şeklinde değiştirilmiştir. "Kurum tarafından sayısı sınırlandırılarak, ulusal çapta, kamuya açık mobil elektronik haberleşme hizmeti sunmak üzere; a) Yetkilendirilen işletmeciler aylık brüt satışlarının yüzde 15'ini, b) Yetkilendirilen işletmecilerin şebekeleri üzerinden elektronik haberleşme hizmeti sunan diğer işletmeciler brüt satışlarından, hizmet sunmak için şebeke kullanımı karşılığında söz konusu işletmecilere ödedikleri ya da borçlandıkları tutar düşüldükten sonra kalan tutarın yüzde 15'ini, Hazine payı olarak öderler. Hazine payının hesabında süresinde ödenmeyen bedeller için tahakkuk ettirilen gecikme faizi ile vasıtalı vergiler, harç ve resim gibi malî yükümlülükler ile raporlama amacıyla muhasebeleştirilen tahakkuk tutarları dikkate alınmaz." MADDE 52- 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 21/1/2010 tarihli ve 5947 sayılı Kanunla değişik 58 inci maddesinin (g) fıkrasına ikinci paragraf olarak aşağıdaki paragraf eklenmiştir. “Bu madde uyarınca 2914 sayılı Kanuna tabi personele yapılan ödemeler, (c) ve (f) fıkraları kapsamında bulunanlar haricindeki personel açısından, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 3 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının uygulanmasında dikkate alınmaz.” MADDE 53- 13/10/1983 tarihli ve 2919 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği Teşkilat Kanununun 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Türkiye Büyük Millet Meclisi harcamalarının dış denetimi, her yıl Sayıştay tarafından görevlendirilen üç denetçiden oluşan bir komisyonca, yalnızca hesaplar ve bunlara ilişkin belgeler esas alınarak yapılır.” MADDE 54- Ekli (3) sayılı listede yer alan kadrolar iptal edilerek 2919 sayılı Kanuna ekli kadro cetvelinden çıkarılmış, ekli (4) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek aynı cetvele eklenmiştir. MADDE 55- 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 69 uncu maddesinin başlığında ve metninde yer alan “Türkiye Büyük Millet Meclisi ve” ibareleri çıkarılmıştır. MADDE 56- 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 2 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “EK MADDE 2- Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğünün bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin (b) ve (c) bentleri kapsamına giren personeline; aylık tutarı, “Avrupa Hava Seyrüsefer Emniyeti Teşkilatı” prensipleri çerçevesinde personel maliyetlerinin tamamı karşılanan kadro ve pozisyonlarda bulunanlar için en yüksek Devlet memuru aylığının (ek gösterge dâhil) brüt tutarının % 600’ünü, kısmen karşılanan kadrolar ve pozisyonlarda bulunanlar için aynı miktarın % 300’ünü, pilotlar için ise % 1000’ini, diğerleri için de % 150’sini geçmemek üzere Yüksek Planlama Kurulunca belirlenen oran, esas ve usullere göre “Havacılık Tazminatı” ödenir. Yüksek Planlama Kurulu, yukarıda belirtilen kriterlere göre aynı tazminat tavanı grubu içerisinde yer alan bir kadro veya pozisyon unvanında çalışanlar için uygulanacak tazminat oranını, birimin bulunduğu yer, iş yoğunluğu, öğrenim durumu farklılığı, hizmet süresi, personel temininde güçlük gibi kriterleri birlikte veya ayrı ayrı dikkate almak suretiyle ve ödenecek tazminat tutarının % 30’unu geçmeyecek şekilde farklılaştırmaya yetkilidir. Bu şekilde yapılacak ödemeler, sözleşmeli personel için belirlenen ücret tavanı ile kapsama dahil personele verilecek diğer hak ve ödemelerin hesabına esas alınacak matrahın tespitinde dikkate alınmaz. Bu tazminat, aylıklara ilişkin esaslar çerçevesinde gelir vergisi ve damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaksızın ödenir.” MADDE 57- 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir. “EK MADDE 4- Kamu idarelerinde çalışanlardan bu Kanunun 66 ncı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamına girenler için acil hallerle sınırlı olmak üzere sadece kendilerinin, aynı fıkranın (b) bendi ile söz konusu maddenin sekizinci fıkrası kapsamına girenlerin ise kendilerinin ve yurtdışında birlikte yaşadıkları bakmakla yükümlü olduğu kişilerin kamu kurumları tarafından yurtdışında sağlık hizmetlerinden yararlandırılması aşağıda belirtilen temel ilkelere göre yürütülür. 1) Eşlerin aylıksız izinli olması veya aylıksız izin süresini borçlanması, bu Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamına girenler açısından isteğe bağlı iştirakçiliğin devam etmesi, sosyal güvenlik mevzuatı kapsamında eşin kendi adına aylık veya gelir bağlanmış olması, bakmakla yükümlü olunan aile ferdi sıfatını ortadan kaldırmaz. 2) Çocuklar için yetim aylığı bağlanmış olması bakmakla yükümlü olunan aile ferdi sıfatını ortadan kaldırmaz. 3) Kamu kurumlarınca bedeli ödenecek sağlık hizmetlerinin kapsamı, bu Kanunun 66 ncı maddesine göre Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından ödenen sağlık hizmetleri ile sınırlıdır. Ancak, bulunulan ülke mevzuatı gereğince zorunlu olarak yaptırılması gereken kontrol ve muayeneler ile aşı gibi Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tarafından doğrudan ve ücretsiz olarak yürütülmesi sebebiyle 66 ncı madde kapsamında herhangi bir belirleme yapılmamış sağlık hizmetlerine ilişkin giderler Türkiye’deki uygulamanın sınırlılıkları dahilinde ayrıca ödenir. 4) 68 inci maddede belirtilen tutar veya oranları geçmemek kaydıyla, Dışişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı tarafından tespit edilecek tutar, oran ve usule göre katılım payı alınır. Alınan katılım payları, ilgisine göre genel bütçeye ya da ilgili kurum bütçesine gelir kaydedilir. 5) Tıbbi lüzum üzerine yaptırılan diş tedavileri sonucu doğan giderler; a) Diş çekimi, kanal tedavisi, diş dolguları ve travma sonucu oluşan çene defektlerine yapılan cerrahi müdahalelerle, protez tamirlerine ait tedavi bedelleri aynen, b) Diğer diş tedavilerine ait giderler ise, bedeli ödenecek her bir diş tedavisi kalemi için faturada yer alan tutarı geçmemek kaydıyla, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından aynı tedavi için tespit edilen birim fiyatların % 100 oranında artırılması suretiyle bulunacak miktar üzerinden, ödenir. 6) Gözlük camı ve çerçeveye ilişkin tedavi bedeli, bedeli ödenebilecek her bir kalem için faturada yer alan tutarı geçmemek kaydıyla, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından tespit edilen birim fiyatların % 100 oranında artırılması suretiyle bulunacak miktar üzerinden ödenir. 7) Sürekli görev yaptıkları memuriyet merkezinde tedavileri sağlanamadığı için aynı ülke içinde başka bir yere tedavi amacıyla sevk edilenlerin, yurtdışı gündeliklerine dair karar ekinde yer alan cetvelde belirlenen miktar kadar gündelik ve fiilen kullandıkları taşıtlara ilişkin gider belgelendirilmiş olması kaydıyla ödenir. Kendi araçlarını kullanmış olanlara yapılacak ödeme, o ülkede aynı yer için geçerli olan genel ulaşım türü esas alınarak belirlenir. 8) Yurtdışında sağlık hizmetinden ve yol giderlerinden yararlanacak olanların hastalanmaları halinde tedavilerinin sağlanabilmesi için, gerekli olması halinde tedaviye mahalli usule göre lüzum gösterilmiş olması zorunludur. 9) Kamu kurumlarınca bedeli ödenecek tutarın yurtdışına transferi halinde, yılın ilk günündeki kurlar esas alınır. Kapsama dahil kişilerin sağlık hizmetlerinden yararlanmasına ilişkin usul ve esaslar ile bu maddenin uygulanmasına ilişkin diğer hususlar, Maliye Bakanlığının koordinatörlüğünde, Dışişleri Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından müştereken çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir.” MADDE 58- 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanununun; 13 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “azami dört sene için muteber olmak üzere verilip icabında aynı müddetler için üç defa temdit olunur.” ibaresi “Dışişleri Bakanlığınca tespit edilecek sürede geçerli olmak üzere verilir.” şeklinde; aynı maddenin üçüncü fıkrasında yer alan “Büyükelçilik unvanı taşıyan Başbakan başmüşavirleri ile Başbakan dışişleri danışmanlarına,” ibaresi “Büyükelçi unvanını almış olanlar ile” şeklinde; aynı maddenin beşinci fıkrası “Diplomatik pasaport alan kimselerin sıfat ve vazifeleri devam ettiği müddetçe, ergin olmayan veya ergin olsalar dahi yanlarında yaşayıp evli bulunmayan ve iş sahibi olmayan öğrenimi devam eden çocuklarına 25 yaşının ikmaline kadar, yine ergin olsalar dahi yanlarında yaşayıp evli bulunmayan ve iş sahibi olmayan aynı zamanda bedensel, zihinsel veya ruhsal özürlerinden en az biri nedeniyle sürekli bakıma muhtaç durumda olduğu resmi sağlık kurumlarının düzenlediği sağlık kurulu raporu ile belgelenen çocuklarına da hak sahibi kişinin pasaportu ile aynı süre geçerli diplomatik pasaport verilir.” şeklinde; 14 üncü maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin son paragrafı “Hususi damgalı pasaport alabilecek durumda bulunanların ergin olmayan veya ergin olsalar dahi yanlarında yaşayıp evli bulunmayan ve iş sahibi olmayan öğrenimi devam eden çocuklarına 25 yaşının ikmaline kadar, yine ergin olsalar dahi yanlarında yaşayıp evli bulunmayan ve iş sahibi olmayan, aynı zamanda bedensel, zihinsel veya ruhsal özürlerinden en az biri nedeniyle sürekli bakıma muhtaç durumda olduğu resmi sağlık kurumlarının düzenlediği sağlık kurulu raporu ile belgelenen çocuklarına da hususi damgalı pasaport verilir.” şeklinde; aynı maddenin (B) bendinin son paragrafı “Hizmet damgalı pasaport alanların eşlerine, ergin olmayan veya ergin olsalar dahi yanlarında yaşayıp evli bulunmayan ve iş sahibi olmayan öğrenimi devam eden çocuklarına 25 yaşının ikmaline kadar, yine ergin olsalar dahi yanlarında yaşayıp evli bulunmayan ve iş sahibi olmayan aynı zamanda bedensel, zihinsel veya ruhsal özürlerinden en az biri nedeniyle sürekli bakıma muhtaç durumda olduğu resmi sağlık kurumlarının düzenlediği sağlık kurulu raporu ile belgelenen çocuklarına da hak sahibi kişinin pasaportu ile aynı süre geçerli hizmet damgalı pasaport verilir.” şeklinde; aynı maddenin (C) bendinin ikinci paragrafının birinci cümlesi “Hususi damgalı pasaportlar altı aydan az olmamak kaydıyla İçişleri Bakanlığınca belirlenecek sürelerde; hizmet damgalı pasaportlar altı aydan az olmamak kaydıyla pasaport sahibinin görevinin müddetine göre İçişleri Bakanlığınca tespit edilecek süre için geçerli olmak üzere tanzim edilir.” şeklinde; 15 inci maddesinin dördüncü fıkrası “Umuma mahsus münferit pasaportlar Kanunda yazılı istisnalar saklı kalmak ve altı aydan az olmamak kaydıyla İçişleri Bakanlığınca belirlenecek sürelerde geçerli olmak üzere düzenlenir.” şeklinde; 18 inci maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin birinci paragrafı “Bir gidiş ve geliş için verilen pasaportlar üç aydan az olmamak kaydıyla İçişleri Bakanlığının takdirine göre belirlenecek süreyle geçerli olmak üzere tanzim edilir.” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 59- 5682 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir. “EK MADDE 6- Elektronik pasaportlarda refakate kayıt işlemi yapılamaz, bu pasaportlar temdit edilemez ve müşterek e-pasaport düzenlenemez.” MADDE 60- 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 79 uncu maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Kurumlarınca gönderilenlerden, uluslararası kuruluşlarda staj yapan ve çalışma esas ve usulleri ile misyon şeflikleriyle ilişkileri Devlet Personel Başkanlığının görüşü üzerine Dışişleri Bakanlığınca belirlenen memurlara, gittikleri ülkelerde sürekli görevle bulunan ve dokuzuncu derecenin birinci kademesinden aylık alan meslek memurlarına ödenmekte olan yurtdışı aylığı tutarı, diğerlerine bu tutarın 2/3’ü ödenir.” MADDE 61- 2/3/1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir. “EK MADDE 16- Kanunlar ile verilmiş yetkiler çerçevesinde Başkanlığa devri talep edilen taşınmazların kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde kalması halinde, Başkanlığın devir talebi önceliklidir. Bu yerlerde Başkanlık mülkiyetinde bulunan taşınmazlar ile devri talep edilen taşınmazlara ilişkin olarak Başkanlık, kanunlardan kaynaklanan tüm yetkilerini münhasıran kullanır.” GEÇİCİ MADDE 1- Bu Kanunun yayımı tarihi itibarıyla Gelir İdaresi Başkanlığında görevli olan Hazine avukatlarından, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki ay içinde istekte bulunanlar arasından Başkanlıkça uygun görülenler, bu Kanunla ihdas edilen avukatlık kadrolarına atanabilirler. Vergi dairesi başkanlıklarında görevli bulunan Hazine avukatlarının görev ve yetkileri, görevli olduğu vergi dairesi başkanlığına avukat ataması yapılıncaya kadar devam eder, atama yapıldıktan sonra görevli Hazine avukatlarının görev ve yetkileri başkaca bir işleme gerek kalmaksızın sona ermiş sayılır. GEÇİCİ MADDE 2- 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununun bu Kanunla değişik 61 inci maddesi hükmü, Bankanın aktifindeki ve pasifindeki dövizlerin, efektiflerin ve yabancı para cinsinden diğer varlık ve yükümlülükler ile altınların Türk parasının yabancı paralar karşısındaki değerinin ve uluslararası piyasalarda altın fiyatlarının değişmesi nedeniyle 5/5/2001 tarihinden bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar değerlemeye tabi tutulması sonucu Banka lehine ve aleyhine oluşan gerçekleşmemiş değerleme farkları için de uygulanır. GEÇİCİ MADDE 3- 5345 sayılı Kanunun geçici 3 üncü maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca yapılan özel sınavların herhangi birinde yetmiş veya üzeri puan almalarına karşın atanamayanlardan halen Gelir İdaresi Başkanlığı kadrolarında görev yapanlar, atama tarihinden öncesi için kazanılmış hak doğurmamak kaydıyla, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren üç ay içerisinde gelir uzmanı kadrosuna atanırlar. GEÇİCİ MADDE 4- Gelir İdaresi Başkanlığına tahsis edilen serbest gelir uzman yardımcısı kadrolarından boş bulunan 2.000 gelir uzman yardımcısı kadrosuna, 25/12/2009 tarihli ve 5944 sayılı 2010 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununun 22 nci maddesi kapsamında yapılacak atamaların dışında olmak üzere, 2010 yılı içinde atama yapılabilir. GEÇİCİ MADDE 5- 18/2/2009 tarihli ve 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesinin; a) Birinci fıkrasındaki “1979” ibaresi “1985” şeklinde, “30/6/2010” ve “31/12/2009” ibareleri “31/12/2011” şeklinde, “31/12/2008” ibaresi “28/2/2009” şeklinde, “il özel idarelerine bedelsiz olarak teslim edenler” ibaresi “il özel idarelerine bedelsiz olarak teslim eden” şeklinde, “gerçek ve tüzel kişilerden,” ibaresi “gerçek ve tüzel kişiler” şeklinde, b) İkinci fıkrasında yer alan “31/12/2009” ibaresi “31/12/2011” şeklinde, c) Dördüncü fıkrasında yer alan “31/12/2009” ibaresi “31/12/2011” şeklinde, ç) Beşinci fıkrasında yer alan “çalınma tarihinden bulunma tarihine kadar, henüz bulunmadıysa” ibaresi “çalınma veya trafikten çekme tarihinden” şeklinde, değiştirilmiş; d) Beşinci fıkrasında yer alan “5/7/2003 tarihinden önce çalınan” ibaresinden sonra gelmek üzere “veya trafikten çekme belgesi alınan” ibaresi, fıkranın sonuna “5/7/2003 tarihinden önce trafikten çekme belgesi alınan taşıtlar için bu fıkrada değişikliğin yapıldığı tarihten önce ödenmiş olan motorlu taşıtlar vergisi ile buna ilişkin gecikme zammı, gecikme faizi, vergi cezaları ve idari para cezaları red ve iade edilmez.” cümlesi, eklenmiş; e) Birinci fıkrasında yer alan “il özel idarelerine bedelsiz olarak teslim edenler” ibaresinden sonra gelen “adına” ibaresi ile “yük ve yolcu taşımacılığı dışında bilanço esasına göre defter tutmayı gerektiren başkaca ticari veya mesleki faaliyetten dolayı mükellefiyeti bulunmayanlar” ibaresi, f) İkinci fıkrasında yer alan “ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla yük ve yolcu taşımacılığı dışında bilanço esasına göre defter tutmayı gerektiren başkaca ticari veya mesleki faaliyetten dolayı mükellefiyeti bulunmayan” ibaresi, g) Altıncı fıkrasında yer alan “taşıtın 31/12/2009 tarihine kadar alıcısı adına tescili kaydıyla,” ibaresi, madde metninden çıkarılmıştır. GEÇİCİ MADDE 6- Bu Kanunun 54 üncü maddesi ile kadroları kaldırılan personel, en geç iki ay içinde derece ve kademelerine uygun kadrolara atanır ve atama işlemi yapılıncaya kadar ihtiyaç duyulan işlerde görevlendirilirler. Bunlar, yeni bir kadroya atanıncaya kadar eski kadrolarına ait aylık, ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali haklarını almaya devam ederler. GEÇİCİ MADDE 7- Bu Kanunun yayımı tarihinden önce Türkiye Büyük Millet Meclisi 2009 yılı harcamalarının dış denetimi ile ilgili oluşturulan komisyonun görevi 2010 yılı Eylül ayı sonuna kadar devam eder. GEÇİCİ MADDE 8- Konusu suç teşkil etmemek ve kesinleşmiş bir yargı kararına müstenit olmamak kaydıyla, bu Kanunun yayımı tarihine kadar, memur temsilcileri ile toplu iş sözleşmesi akdederek veya başka bir tasarrufta bulunarak belediye, büyükşehir belediyesi ve il özel idaresinde çalışan kamu personeline her ne ad altında olursa olsun ek ödemede bulunmaları nedeniyle kamu görevlileri haklarında idarî veya malî yargılama ve takibat yapılamaz, başlatılanlar işlemden kaldırılır. GEÇİCİ MADDE 9- Devlete ait üniversitelerin tıp fakültelerine bağlı sağlık uygulama ve araştırma merkezi birimlerinden, ilgili üniversite rektörlüğünün talebi üzerine Maliye Bakanı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Sağlık Bakanı, Hazine Müsteşarlığı ile Devlet Planlama Teşkilatının bağlı olduğu Devlet Bakanları ve Yüksek Öğretim Kurulu Başkanından oluşan kurulca belirlenmiş kriterler çerçevesinde mali durumunun zayıf olduğu kararlaştırılanlara, belirlenecek tedbirleri uygulamayı kabul etmesi ve fiilen uygulaması şartıyla, yapılacak protokol kapsamında Bakanlar Kurulu kararıyla, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren Maliye Bakanlığınca bir yıl içinde ilgili üniversite bütçelerine aktarılacak ödeneklerden ilgili döner sermaye bütçesine yardım yapılabilir. Bu maddenin uygulanması kapsamında gerekli olan iş ve işlemleri yapmaya ve usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir. MADDE 62- Bu Kanunun; a) 2 nci ve 56 ncı maddeleri yayımını izleyen aybaşında, b) 3 üncü, 6 ncı ve 60 ıncı maddeleri 1/1/2010 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde, c) 4 üncü maddesi 1/10/2010 tarihinde, ç) 5 inci maddesi 2010 takvim yılı kazançlarına uygulanmak üzere yayımı tarihinde, d) 8 inci, 16 ncı ve geçici 5 inci maddeleri 1/7/2010 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde, e) 9 uncu ve 13 üncü maddeleri 1/1/2011 tarihinde, f) 45 inci maddesi 30/6/2010 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde, g) 57 nci maddesi 15/1/2010 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde, ğ) Diğer hükümleri yayımı tarihinde, yürürlüğe girer. MADDE 63- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. 31/7/2010 (1) SAYILI LİSTE KURUMU : MALİYE BAKANLIĞI TEŞKİLATI: MERKEZ İHDAS EDİLEN KADROLARIN Sınıfı Unvanı Derecesi GİH GİH Başkontrolör Daire Başkanı TOPLAM 1 1 Serbest Kadro Adedi 20 2 (2) SAYILI LİSTE KURUMU : GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI TEŞKİLATI: MERKEZ Toplam Kadro Adedi 20 2 22 İHDAS EDİLEN KADROLARIN Sınıfı GİH GİH GİH Unvanı Derecesi Gelir İdaresi Başkan Yardımcısı1 Gelirler Kontrolörleri Başkanı 1 Gelir İdaresi Daire Başkanı 1 TOPLAM Serbest Kadro Adedi 1 1 3 Toplam Kadro Adedi 1 1 3 5 KURUMU : GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI TEŞKİLATI: TAŞRA İHDAS EDİLEN KADROLARIN Sınıfı Unvanı Derecesi AH AH AH AH AH AH GİH GİH GİH GİH Avukat 1 Avukat 3 Avukat 5 Avukat 7 Avukat 8 Avukat 9 Vergi Denetmen Yardımcısı9 Gelir Uzmanı 1 Gelir Uzmanı 2 Gelir Uzman Yardımcısı 9 TOPLAM Serbest KadroToplam Kadro Adedi Adedi 15 15 15 15 30 30 30 30 30 30 30 30 5.000 5.000 2.500 2.500 2.500 2.500 5.000 5.000 15.150 15.150 (3) SAYILI LİSTE KURUMU : TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ GENEL SEKRETERLİĞİ TEŞKİLATI: MERKEZ İPTAL EDİLEN KADRONUN SINIFI GİH AHS AHS UNVANI 2. Hukuk Müşaviri Müşavir Avukat Müşavir Avukat DERECE 1 1 2 ADET 1 2 1 (4) SAYILI LİSTE KURUMU : TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ GENEL SEKRETERLİĞİ TEŞKİLATI: MERKEZ İHDAS EDİLEN KADRONUN SINIFI GİH UNVANI Hukuk Müşaviri DERECE 1 ADET 10 [R.G. 1 Ağustos 2010 – 27659] —— • —— Bakanlar Kurulu Kararı Karar Sayısı : 2010/738 Ekli “Kimlik Paylaşımı Sistemi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”in yürürlüğe konulması; İçişleri Bakanlığının 2/7/2010 tarihli ve 1665 sayılı yazısı üzerine, 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununa göre, Bakanlar Kurulu’nca 19/7/2010 tarihinde kararlaştırılmıştır. Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan H. YAZICI B. ARINÇ A. BABACAN M. AYDIN Devlet Bak. ve Başb. Yrd. V.Devlet Bak. ve Başb. Yrd. Devlet Bak. ve Başb. Yrd. Devlet Bakanı H. YAZICI F. N. ÖZAK C. YILMAZ F. ÇELİK Devlet Bakanı Devlet Bakanı Devlet Bakanı V. Devlet Bakanı E. BAĞIŞ F. N. ÖZAK C. YILMAZ S. ERGİN Devlet Bakanı Devlet Bakanı V. Devlet Bakanı Adalet Bakanı F. ÇELİK B. ATALAY T. YILDIZ M. ŞİMŞEK Milli Savunma Bakanı V.İçişleri Bakanı Dışişleri Bakanı V. Maliye Bakanı N. ÇUBUKÇU N. ERGÜN R. AKDAĞ B. YILDIRIM Milli Eğitim BakanıBayındırlık ve İskân Bakanı V.Sağlık Bakanı Ulaştırma Bakanı M. M. EKER Ö. DİNÇER N. ERGÜN T. YILDIZ Tarım ve Köyişleri BakanıÇalışma ve Sos. Güv. Bakanı Sanayi ve Ticaret Bakanı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı E. GÜNAY V. EROĞLU Kültür ve Turizm Bakanı Çevre ve Orman Bakanı KİMLİK PAYLAŞIMI SİSTEMİ YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 16/11/2006 tarihli ve 2006/11249 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Kimlik Paylaşımı Sistemi Yönetmeliğinin 18 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(2) Geri izleme bilgileri 8 yıl bitimine kadar saklanır.” MADDE 2 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Yönetmelik hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. Bakanlar Kurulu Kararının Yayımlandığı Resmî Gazete'nin Tarihi Sayısı 8/12/2006 27370 [R.G. 5 Ağustos 2010 – 27663] —— • —— Atama Kararı Adalet Bakanlığından: Karar Sayısı : 2010/516 1 – Adlî Tıp Kurumu Beşinci Adlî Tıp İhtisas Kurulu Analitik Kimya Üyesi Prof. Dr. Salih CENGİZ’in bu görevinden alınması, 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanununun 26 ncı maddesi gereğince uygun görülmüştür. 2 – Bu Kararı Adalet Bakanı yürütür. 4/8/2010 Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip ERDOĞAN Sadullah ERGİN Başbakan Adalet Bakanı [R.G. 5 Ağustos 2010 – 27663] —— • —— Yönetmelikler Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından: YABANCILARIN ÇALIŞMA İZİNLERİ HAKKINDA KANUNUN UYGULAMA YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 29/8/2003 tarihli ve 25214 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin 5 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Kanun kapsamında Bakanlığa yapılacak başvuruların elektronik ortamda yapılması ve kağıt ortamında imzalanarak Yönetmelik ekinde belirlenen diğer belgelerle birlikte başvuruyu takip eden altı işgünü içerisinde şahsen veya posta ile Bakanlığa ulaştırılması gerekmektedir.” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “doksan” ibaresi “otuz” olarak değiştirilmiştir. MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 11 inci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “doksan” ibaresi “otuz” olarak değiştirilmiştir. MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 30 uncu maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 33 üncü maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 38 inci maddesinin son cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin EK-2’sinin “B-Yabancı Personel İstihdam Edecek Kurum/Kuruluşta İstenilen Belgeler” bölümünün ikinci satırında yer alan “Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu kapsamında yapılacak başvurular için” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 8 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 9 – Bu Yönetmelik hükümlerini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı yürütür. [R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658] —— • —— Sağlık Bakanlığından: UÇUCU MADDELERİN ZARARLARINDAN İNSAN SAĞLIĞININ KORUNMASI HAKKINDA YÖNETMELİK BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar Amaç MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı, kişilerde bağımlılık yapabilen uçucu madde içeren ürünlerin kontrolünü sağlamak, özellikle çocukların erişimini ve kullanımını önleyerek onları ve toplumu bu maddelerin zararlı etkilerinden korumaktır. Kapsam MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik; kırtasiye malzemesi, boya incelticisi gibi maddeler ile yapıştırıcı olarak kullanılan ve uçucu madde ihtiva eden Ek–1 deki ürünleri ve bu ürünlerin üretimi, ithalatı, satışı, denetimi, depolanmaları ve kullanım alanlarıyla ilgili hususları kapsar. Dayanak MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelik, 7/5/2009 tarihli ve 5898 sayılı Uçucu Maddelerin Zararlarından İnsan Sağlığının Korunmasına Dair Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine istinaden hazırlanmıştır. Tanımlar MADDE 4 – (1) Bu Yönetmelikte geçen; a) Bağımlılık: Bir maddenin belirgin bir etkiyi elde etmek için alınması sürecinde ortaya çıkan bedensel, ruhsal ya da sosyal sorunlara rağmen madde alımının devam etmesi; bırakma isteğine rağmen bırakılamaması, aynı etkiyi elde edebilmek için giderek madde miktarının artırılması ve maddeyi alma isteğinin durdurulamaması durumunu, b) Bakanlık: Sağlık Bakanlığını, c) Bilimsel Kurul: Çalışanların maruz kalacakları uçucu madde miktarları ve maruz kalma sürelerini belirlemek, eğitim öğretim faaliyetlerinde kullanılmak üzere üretilmek veya ithal edilmek istenen, hoş olmayan koku ihtiva eden ürünlerin üretim veya ithal izni müracaatlarında görüş vermek ve uçucu maddelerin zararlarından insan sağlığının korunması, sağlık etkileri ve riskleri hususunda Bakanlıkça yürütülen çalışmalarda bilimsel danışmanlık yapmak üzere Bakanlıkça oluşturulacak bilimsel danışma kurulunu, ç) Müdürlük: İl Sağlık Müdürlüğünü, d) Çocuk: 18 yaşından küçükleri, e) İlgili Bakanlıklar: Devlet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığını, f) İşyeri: Bu Yönetmelik kapsamında yer alan ürünlerin üretildiği veya bu ürünlerin ara ürün olarak üretimde kullanıldığı işletmeleri, g) Ürün: Solumak, koklamak, içmek veya başka bir şekilde kullanıldığında kişilerde bağımlılık yapabilen kırtasiye malzemesi, boya incelticisi gibi maddeler ile yapıştırıcı olarak kullanılan ve uçucu madde ihtiva eden ürünleri, ğ) Uçucu Madde: Kırtasiye malzemesi, boya incelticisi gibi maddeler ile yapıştırıcı olarak kullanılan maddelerin bileşiminde bulunan ve buharlaşabilen, toluen, xylol, aseton, benzen, trikloretan, perkloretilen, trikloretilen,1,2 diklorpropan, halojenli hidrokarbonlar ve benzeri bileşikler ile bunların türevlerini, ifade eder. İKİNCİ BÖLÜM Genel İlkeler İşyerlerinde alınacak tedbirler MADDE 5 – (1) İşyerlerinde uçucu maddelerden kaynaklanan sağlık riskini önlemek ve asgariye indirmek üzere; a) İşyerlerinde çocukların çalıştırılması yasaktır. Bu işyerlerinde Ek-3’de belirtilen niteliklere uygun uyarı levhası asılır. b) İşyerlerinde kısmî veya genel havalandırma sistemi bulunması, havalandırmanın halk sağlığı ve çevreye zarar vermeyecek şekilde yapılması, kapı, pencere vb. açıklıklardan atmosfere kontrolsüz çıkışın önlenmesi zorunludur. Havalandırma sistemi, hava emisyonlarına ilişkin mevzuat usul ve esaslarına uygun olmak zorundadır. c) Çalışanların maruz kalacakları madde miktarları ve maruz kalma süreleri hususunda iş sağlığı ve güvenliği mevzuatı hükümlerine uyulur. Bu mevzuatta yer almayan uçucu maddeler için çalışanların maruz kalacakları madde miktarları ve maruz kalma süreleri ise Bilimsel Kurul tarafından belirlenir ve ilan edilir. Bu hususlar çalışma sürelerinin tespitinde esas alınır. ç) Ürünlerin atık ve artıklarının en uygun şekilde işlenmesi, kullanılması, taşınması ve depolanması için 14/3/2005 tarihli ve 25755 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliğine göre gerekli düzenlemeler yapılır. d) Çalışanlara uygun ve yeterli yıkanma yeri, tuvalet ve temizlik malzemesi sağlanır ve koruyucu amaçlı maske, eldiven ile ayrı bir iş kıyafeti verilir. (2) Bu önlemler, çalışanlara maddi yük getirmeden, işyeri sahip ve işletenlerince yerine getirilir. (3) Bu maddede yer alan hususların yerine getirilmesi, işverenin işyerinin tabi olduğu iş sağlığı ve güvenliği mevzuatından doğan yükümlülüklerini ortadan kaldırmaz. Çalışanların eğitimi ve bilgilendirilmesi MADDE 6 – (1) İşyeri sahip ve işletenlerince, çalışanların yılda en az bir kez olmak üzere konuyla ilgili yeterli ve uygun eğitimi almaları sağlanır. Bu eğitim işyeri hekimi bulunan yerlerde işyeri hekimlerince, diğer işyerlerinde ise koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında toplum sağlığı merkezlerince verilir. (2) Eğitim programı Ek-2’deki konulardan oluşur. Eğitim müfredatı ayrıca Bakanlıkça yayımlanır. (3) Bu maddede belirtilen eğitim ve bilgilendirme faaliyetleri 4857 sayılı İş Kanunu ve alt düzenlemelerinde yer alan eğitim ve bilgilendirme faaliyetleri yerine geçmez. Etiketleme ile ilgili düzenlemeler MADDE 7 – (1) Ürünlerin dış ambalajlarına ve varsa iç ambalajlarına toplam alanın yüzde otuzundan az olmayacak şekilde “Dikkat! Sağlığa Zararlıdır. Çocuklara Satılamaz, Verilemez” ibaresi konur. Bu uyarı yazısına resim ve şekil de eklenebilir. Eklenecek resim ve şekiller Bakanlıkça onaylanır. (2) Ürünlerin etiketlerinde tüketicileri yanıltacak veya kayıtsızlığa düşürecek yazı ve resimlere yer verilemez. (3) Yukarıdaki düzenlemelerin yapılması üretici ve/veya ithalatçının sorumluluğunda olup ürünün tabi olduğu diğer mevzuat gereği yapılması zorunlu düzenlemeleri ortadan kaldırmaz. Kullanım alanları ve kısıtlamalar MADDE 8 – (1) Su bazlı yapıştırıcılar haricindeki ürünlerin eğitim ve öğretim faaliyetlerinde kullanılması yasaktır. (2) Yükseköğretim kurumları ile mesleki eğitim ve iş eğitimi yapan kurumların, eğitim gereği kullandıkları ürünlerin hoş olmayan koku ihtiva etmeleri zorunludur. (3) Eğitim öğretim faaliyetlerinde kullanılmak üzere hoş olmayan koku ihtiva eden ürünleri üretmek veya ithal etmek isteyen firmalar üretim izni veya ithal izni veren kuruma müracaat ederler. Bu kurumun Bakanlığa müracaatı üzerine, Bilimsel Kurul tarafından yapılacak değerlendirme sonrasında söz konusu ürünün üretimi hususunda ilgili kuruma görüş verilir. (4) Eğitim öğretim faaliyetlerinde hoş olmayan koku ilave edilmiş ürünlerin kullanılabilmesi için kullanım alanında kısmî veya genel havalandırma sistemi bulunması zorunludur. Satış ve denetimle ilgili düzenlemeler MADDE 9 – (1) Ürünler ortamın havasından etkilenmeyecek şekilde kapalı ambalajlarda piyasaya arz edilir ve satış yerlerinde yeterli havalandırma sağlanır. (2) Ürünlerin hangi amaçla olursa olsun çocuklara satışı yasaktır. Eğitim ve öğretim faaliyetleri için yapılan alımlar gibi çocuklar tarafından kullanılabilme ihtimalinin varlığı halinde bu ürünler yetişkinlere de satılamaz, verilemez. Müşterileri bu konuda bilgilendirmek zorunludur. (3) Ürünlerin satışının yapıldığı işyerlerinde Ek–4’de belirtilen niteliklere uygun uyarı levhası asılır. (4) İşyerleri, satış yerleri ve bu ürünlerin eğitim öğretim faaliyetlerinde kullanıldığı yerler bu Yönetmelik hükümlerine uygunluk açısından Müdürlüklerce denetlenir. Denetleme faaliyetleri ilgili Bakanlıkların il teşkilatları ile müştereken yapılabilir. (5) Bu Yönetmelikte yer alan hususlar diğer kurumların meri mevzuatta yer alan denetim görev ve yetkisi dâhilindeki uygulamalardan doğan yükümlülükleri ortadan kaldırmaz. Önleme, tedavi ve rehabilitasyon MADDE 10 – (1) Uçucu maddelerin ve ürünlerin yarattığı sağlık riskleri konusunda toplumu bilinçlendirmek üzere Bakanlıkça önleme çalışmaları yapılır. (2) Bu alanda kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamak teşhis, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetleri aile hekimlerince, topluma yönelik okul sağlığı hizmetleri ile diğer koruyucu sağlık hizmetleri toplum sağlığı merkezlerince verilir. (3) Uçucu madde bağımlılarının ikinci basamak tedavi ve rehabilitasyonları, bünyesinde ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı ile psikolog bulunan devlet hastanelerinde sağlanır. İleri tetkik ve tedavi ise, 16/2/2004 tarihli ve 25375 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezleri Yönetmeliği hükümlerine göre hizmet veren madde bağımlılığı tedavi merkezlerinde yapılır. Müeyyideler MADDE 11 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerine uyulmaması durumunda 5898 sayılı Uçucu Maddelerin Zararlarından İnsan Sağlığının Korunmasına Dair Kanun hükümleri uyarınca cezai işlem yapılır. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Son Hükümler Yürürlük MADDE 12 – (1) Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme MADDE 13 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Sağlık Bakanı yürütür. Ek–1: Bu Yönetmelik Kapsamında Uçucu Madde İhtiva Edebilen Ürünler 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 Tiner ve boya incelticileri Su bazlı olmayan yapıştırıcılar Solventler Cila ve boya çıkarıcıları Maket yapıştırıcıları Lastik tutkalları Sprey boyalar Yazı düzeltici sıvılar Cila ve vernikler Ayakkabı boyaları Kokulu silgiler İşaretleyici kalemler Resim boyaları Kokulu defterler Oyun hamurları Uçan balonlar Uçucu madde ihtiva eden diğer kırtasiye malzemeleri Uçucu madde ihtiva eden diğer yapıştırıcılar ve teknik eğitim malzemeleri Ek–2: İşyerlerinde verilecek “Uçucu Maddelerin Zararlarından İnsan Sağlığının Korunması Eğitimi” konu başlıkları a) Uçucu maddeler ile uçucu maddelerin sağlık üzerine etkileri ve bağımlılık riski, b) Bu maddelerle çalışma esnasında ortaya çıkacak mesleki risklerden korunmak amacıyla alınması gerekli önlemler, c) Genel sağlık bilgisi kuralları, ç) Kişisel koruyucu donanımlar ve kullanımları, d) Kazaların önlenmesi ve kaza halinde kurtarma çalışmaları da dâhil yapılması gereken işler, e) Acil yardım teknikleri, f) Parlama, patlama ve alevlenme gibi yangın ile ilgili konular. Ek–3: Üretim Yerlerinde Kullanılacak Uyarı Levhalarının Özellikleri (ÖRNEK 1): a) Uyarı, asgari A4 boyutunda, beyaz zeminli, yasal uyarı yazısı sürekli ve kalıcı olmak kaydıyla kâğıt veya süreklilik arz eden uygun bir materyal üzerinde yer alır. b) Köşeleri oval kırmızı renkli çerçeve ile çerçevelenir, c) Baskı yapılan alanın üstte kalan yüzde yirmibeşlik kısmında; siyah renkli “18” ibaresi ile bu ibarenin altında büyük harflerle yazılmış “YAŞ ALTI” ibaresinin, ortasından soldan sağa doğru çapraz şekilde bir kırmızı çubuk geçen kırmızı renkli bir daire içerisinde kapalı bulunduğu grafikten oluşan onsekiz yaş altı yasak sembolünü içerir, ç) En az iki santimetre büyüklüğünde, altı çizili, kırmızı renkli büyük harflerle yazılan YASAL UYARI” ibaresi ile siyah renkli büyük harflerle yazılan “5898 SAYILI KANUN HÜKÜMLERİNE GÖRE BU İŞYERİNDE 18 YAŞINDAN KÜÇÜKLER ÇALIŞTIRILAMAZ” ibaresini içerir. d) Yazılar, italik olmayan ve Haettenschweiler yazı karakteri kullanılarak Türkçe olarak yazılır ve yukarıda belirtilenlerin dışında başkaca işaret ve ibare içermez, e) Kırmızı renk kullanılması gereken yerlerde bayrak kırmızı kullanılır. Ek–4: Satış Yerlerinde Kullanılacak Uyarı Levhalarının Özellikleri (ÖRNEK 2): a) Uyarı, asgari A4 boyutunda, beyaz zeminde, yasal uyarı yazısı sürekli ve kalıcı olmak kaydıyla kâğıt veya süreklilik arz eden uygun bir materyal üzerinde yer alır. b) Köşeleri oval kırmızı renkli çerçeve ile çerçevelenir. c) Baskı yapılan alanın üstte kalan yüzde yirmibeşlik kısmında; siyah renkli “18” ibaresi ile bu ibarenin altında büyük harflerle yazılmış “YAŞ ALTI” ibaresinin, ortasından soldan sağa doğru çapraz şekilde bir kırmızı çubuk geçen kırmızı renkli bir daire içerisinde kapalı bulunduğu grafikten oluşan onsekiz yaş altı yasak sembolünü içerir. ç) En az iki santimetre büyüklüğünde, altı çizili kırmızı renkli büyük harflerle yazılan “YASAL UYARI” ibaresi ile siyah renkli büyük harflerle yazılan “5898 SAYILI KANUN HÜKÜMLERİNE GÖRE UÇUCU MADDE İÇEREN ÜRÜNLERİN 18 YAŞINDAN KÜÇÜKLERE SATIŞI YASAKTIR SATANLAR HAKKINDA YASAL İŞLEM YAPILIR" ibaresini içerir. d) Yazılar, italik olmayan ve Haettenschweiler yazı karakteri kullanılarak Türkçe olarak yazılır ve yukarıda belirtilenlerin dışında başkaca işaret ve ibare içermez. e) Kırmızı renk kullanılması gereken yerlerde bayrak kırmızı kullanılır. ÖRNEK 1: İŞYERİ UYARI LEVHASI YASAL UYARI 5898 SAYILI KANUN HÜKÜMLERİNE GÖRE BU İŞYERİNDE 18 YAŞINDAN KÜÇÜKLER ÇALIŞTIRILAMAZ ÖRNEK 2: SATIŞ YERİ UYARI LEVHASI YASAL UYARI 5898 SAYILI KANUN HÜKÜMLERİNE GÖRE UÇUCU MADDE İÇEREN ÜRÜNLERİN 18 YAŞINDAN KÜÇÜKLERE SATIŞI YASAKTIR SATANLAR HAKKINDA YASAL İŞLEM YAPILIR [R.G. 5 Ağustos 2010 – 27663] —— • —— Türkiye Atom Enerjisi Kurumundan: NÜKLEER YAKIT ÇEVRİMİ TESİSLERİNİN GÜVENLİĞİ İÇİN ÖZEL İLKELER YÖNETMELİĞİ BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar Amaç MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı, nükleer yakıt çevrimi tesislerinde Kurum tarafından belirlenen nükleer güvenlik hedeflerine ulaşılabilmesi için yetkilendirilen kişi tarafından uyulması gereken özel güvenlik ilkelerini belirlemektir. Kapsam MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik, cevher çıkarma, nükleer reaktörler ve nihai depolama tesisleri hariç olmak kaydıyla, nükleer yakıtlara ilişkin olarak cevher işleme, saflaştırma, dönüştürme, zenginleştirme, yakıt fabrikasyonu, kullanılmış yakıt depolama, yeniden işleme, atık işleme ve geçici depolama faaliyetlerinin gerçekleştirildiği tesisler ile bu tesislerde saha, tasarım, inşa, işletmeye alma, işletme ve işletmeden çıkarma aşamalarındaki etkinlikleri kapsar. Dayanak MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelik 13/7/1982 tarihli ve 2690 sayılı Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (e) bendine dayanılarak hazırlanmıştır. Tanımlar MADDE 4 – (1) Bu Yönetmelikte geçen; a) Beklenen işletme olayları: Tesisin ömrü boyunca bir ya da daha fazla kez meydana gelmesi beklenen ve gerçekleştiğinde tesise veya güvenlik sistemlerine bir zarar vermesi veya kaza koşullarına yol açması mühendislik sistemleri ile tasarım aşamasında engellenen normal işletmeden sapmaları, b) Çift-olasılık: Bir kritiklik kazası olasılığı ortaya çıkmadan önce işletme şartlarında düşük olasılıklı, bağımsız ve aynı zaman dilimine denk gelen en az iki değişikliğin meydana gelmesini, c) Farklılık: Belirli bir işlevi yerine getirmek üzere, ortak nedenli arıza olasılığını azaltmak amacıyla farklı özellikleri kullanan iki ya da daha fazla sayıda yedekli sistem veya bileşenlerin varlığını, ç) Fiziksel ayrılık: Ortak nedenli arıza olasılığını azaltmak amacıyla, aynı işlevi gören sistemlerin konum, yön gibi mekansal yöntemlerle, uygun bariyerlerle veya bunların kombinasyonu bir sistemle birbirlerinden ayrı olmasını, d) Güvenli-arıza: Tesiste kullanılan sistem veya bileşenlerin, arızalanmaları durumunda tesis güvenliği açısından daha kötü bir duruma geçilmesini engelleyecek şekilde tasarımlanmasını, e) İşletici personel: Tesisin işletiminde doğrudan görev alan yetkili personeli, f) İşletme koşulları: Normal işletme ile beklenen işletme olaylarını kapsayan durumları, g) İşletme sınır ve koşulları: Halkın ve çalışanların sağlık ve güvenliği ile çevreyi korumayı garanti altına alan, tesisin güvenli işletiminin bütünsel bir çerçevesini çizen ve işletme lisansı ile verilen yetkilerin sınırlarını belirleyen tüm sınır ve koşulları, ğ) Kaza koşulları: Beklenen işletme olaylarının ötesinde, tasarımda kapsanan ve tasarım ötesi kazaları da kapsayan normal işletme koşullarından tüm sapmaları, h) Kontaminasyon: İnsan vücudu da dahil olmak üzere herhangi bir yer veya maddenin yüzeyinde veya içinde istenmeyen ya da zararlı olabilen radyoaktif veya kimyasal madde birikimini, ı) Kurum: Türkiye Atom Enerjisi Kurumunu, i) Mühendislik güvenlik özellikleri: Nükleer tesislerde beklenen işletme olayları ve kaza koşullarının olası sonuçlarını hafifletmek amacıyla tasarımlanmış otomatik olarak tetiklenen özel sistem veya özelliklerini, j) Normal işletme: İşletme için sınır koşullar ihlal edilmeksizin bir nükleer tesisin işletilmesini, k) Ortak nedenli arıza: Birden fazla yapı, sistem ve bileşenin tek bir olay veya nedenle arızalanması, l) Öngörülen başlatıcı olaylar: Beklenen işletme olayları veya kaza koşullarına yol açabilecek tasarımda göz önünde bulundurulan olayları, m) Tasarıma esas kazalar: Tesisin tasarımı sırasında güvenlik sistemlerinin sınırlarını belirleyen kazaları, n) Tasarımda kapsanan kazalar: Radyoaktif madde salınması uygun tasarım özellikleri sayesinde kabul edilebilir düzeyde tutulan normal işletme koşullarından sapmalar sonucu meydana gelen ve tasarıma esas kazaları kapsayan kazaları, o) Tasarım ötesi kazalar: Tasarımda kapsanan kazalardan daha ciddi kaza koşullarını, ö) Tesis: Cevher çıkarma, nükleer reaktörler ve nihai depolama tesisleri hariç olmak kaydıyla, nükleer yakıtlara ilişkin olarak cevher işleme, saflaştırma, dönüştürme, zenginleştirme, yakıt fabrikasyonu, kullanılmış yakıt depolama, yeniden işleme, atık işleme ve geçici depolama faaliyetlerinin gerçekleştirildiği tesisleri, p) Test edilebilirlik: Yapı, sistem ve bileşenlerin güvenlik fonksiyonlarının denetlenip, test edilmelerine olanak verecek şekilde tasarımlanması ve yerleştirilmesi ilkesini, r) Yedeklilik: Sistem ve bileşenlerin işlevlerinin her koşulda yerine getirildiğinin güvence altına alınmasını sağlamak amacıyla aynı işlevi gören aynı ya da farklı nitelikte yedek sistem veya bileşenlerin bulunmasını, s) Yetkilendirilen kişi: Tesise ilişkin yetki gerektiren herhangi bir faaliyeti yerine getirmek üzere prosedürler uyarınca Kurum tarafından yetkilendirilmiş gerçek veya tüzel kişiyi, tanımlar. İKİNCİ BÖLÜM Saha Tesisi etkileyebilecek dış olaylar MADDE 5 – (1) Tesis sahası ve çevresi, tesisin güvenliğini etkileyebilecek doğal veya insan kaynaklı bütün dış olaylar açısından ayrıntılı olarak incelenir. Sahanın, tesisin güvenliğini etkileyebilecek dış olaylara karşı yeterli güvenlik önlemlerinin alınabilmesi için uygun olduğu ve Kurum tarafından belirlenen kriterleri sağladığı belgelerle gösterilir. Tesisin radyolojik ve kimyasal etkileri MADDE 6 – (1) Tesis sahası normal işletme ve kaza koşullarında birey, toplum ve çevre üzerindeki radyolojik ve kimyasal etkileri açısından incelenir. Radyoaktif ve kimyasal maddelerin hava, gıda zinciri ve su kaynakları gibi olası yollarla insana taşınmasını etkileyebilecek saha özellikleri dikkate alınır. Olası radyolojik etkilerin Kurum tarafından belirlenmiş olan limitlerin altında olduğu belgelerle gösterilir. (2) Tesis sahası radyoaktif ve kimyasal maddeler ile bunların atıklarının, depolanması ve taşınmasına uygunluğu yönünden değerlendirilir. Acil durum planlarının uygulanabilirliği MADDE 7 – (1) Saha değerlendirmesinde halk sağlığını ve çevreyi tehdit edebilecek kazalara karşı hazırlanacak olan acil durum planlarının uygulanabilir olduğu belgelerle gösterilir. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Tasarımda Genel Güvenlik Esasları Tasarım için genel esaslar MADDE 8 – (1) Tesis, normal işletme, beklenen işletme olayları ve kaza koşullarında güvenlik hedeflerinden sapmayacak şekilde tasarımlanır. (2) Tesiste yer alan yapı, sistem ve bileşenler fonksiyonları ve güvenlik açısından önemlerine göre sınıflandırılarak ilgili standartlara uygun olarak tasarımlanır. Normal işletme ve beklenen işletme olayları sırasında güvenlik açısından önemli yapı, sistem ve bileşenlere bir zarar gelmemesi tasarımda garanti altına alınır. Kazaların önlenmesi ve kaza koşullarında sonuçlarının hafifletilmesi için güvenlik sistemleri tasarımlanır. (3) Tesisin tasarım ve güvenliği, yalnızca tesisin kendisini değil, aynı zamanda güvenliğini etkileyebilecek diğer tesislerle etkileşimini de dikkate alır. Tasarım kriterleri MADDE 9 – (1) Her bir işletme koşulu ve tasarımda kapsanan kaza durumu için ilgili tüm parametrelerin tasarım kriterleri güvenlik paylarını da içerecek şekilde belirlenir. Yapı, sistem ve bileşenler için tasarım kriterleri, ulusal ve uluslararası kod ve standartlar ve mühendislik güvenlik özellikleri göz önüne alınarak belirlenir. Kod ve standartlar MADDE 10 – (1) Tesis tasarımında yapı, sistem ve bileşenlere uygulanacak kod ve standartlar belirlenir ve kullanımları doğrulanır. Aynı sistemin farklı durumları için farklı kod ve standartlar kullanılması durumunda bu kod ve standartlar arasında bir uyum ve tutarlılık olduğu gösterilir. Kullanılabilirlik ve güvenilirlik MADDE 11 – (1) Tesiste yer alan yapı, sistem ve bileşenler işletme ve kaza koşullarında kullanılabilirliği ve güvenilirliği sağlamak amacıyla yedeklilik, fiziksel ayrılık, farklılık, çiftolasılık, güvenli –arıza ve test edilebilirlik gibi ilkelere uygun olarak tasarımlanır. Ergonomi ve insan faktörü MADDE 12 – (1) Tesis, insan faktörü ve insan –makine etkileşimi dikkate alınarak tasarımlanır. Normal işletme, beklenen işletme olayları ve kaza koşullarında işletme personelinin yükünü azaltmak ve insan hatalarını en aza indirmek amacıyla, tasarımda otomatik sistemlere mümkün olduğu kadar yer verilir. (2) Kontrol odasının ve panellerinin tasarımında ergonomi ilkeleri dikkate alınır, insan hatalarını en aza indirmek üzere işletme personelinin bilgiyi algılaması ve gerekli önlemleri alması için uygun koşullar sağlanır. Güvenlik için önemli parametrelerin izlenmesini sağlayan göstergelerdeki değişikliklerin erken fark edilebilmesi için görsel ve işitsel alarm sistemleri tasarımda yer alır. Malzeme seçimi ve yaşlanma MADDE 13 – (1) Tasarımda, işletme koşulları ve kaza koşullarında malzemenin maruz kalabileceği radyolojik, kimyasal ve fiziksel etkiler göz önüne alınır. Malzemenin tesisteki kullanım ömrü sonunda sahip olacağı özellikler dikkate alınarak tasarımda güvenlik payları bırakılır. (2) Malzeme özelliklerinin bilinmediği durumlarda, uygun malzeme gözetim programı uygulanır. Bu programdan elde edilen sonuçlar, belirli aralıklarla tasarımın yeterliliğinin gözden geçirilmesinde kullanılır. Bakım, onarım, denetim ve testler MADDE 14 – (1) Yapı, sistem ve bileşenler, tesisin işletmede bulunduğu süre içinde bakım, onarım, denetim ve testlerin yapılmasını kolaylaştıracak şekilde tasarımlanır. (2) Yapı sistem ve bileşenlerin yerleşimi ve tasarımı bakım, onarım, test ve denetimler sırasında maruz kalınabilecek radyasyon dozunun en aza indirilmesini sağlayacak şekilde gerçekleştirilir. Bilgisayar tabanlı sistemlerin yapı, sistem ve bileşen olarak kullanımı MADDE 15 – (1) Bilgisayar tabanlı bir sistem; yapı, sistem ve bileşen olarak kullanılıyor veya yapı, sistem ve bileşenlerin bir parçasını oluşturuyor ise sistemin ömrü boyunca, bilgisayar donanım ve yazılımların geliştirilmesi ve testleri için uygun standart ve yöntemler saptanır ve uygulanır. Bütün geliştirme süreci, uygun kalite yönetimi programı çerçevesinde gerçekleşir. Kaza durumları MADDE 16 – (1) Yapı, sistem ve bileşenler işletme koşulları ve tasarımda kapsanan kaza koşullarında ortaya çıkan aşırı çevresel koşullara dayanabilecek ve işlevini sürdürebilecek şekilde tasarımlanır. (2) Tesis için acil durdurma sistemi gerekli ise prosesler arasındaki etkileşim dikkate alınır. Prosesi hemen durdurmanın pratik olarak mümkün olmadığı durumda tesis güvenli ve kararlı işletme durumuna ulaşacak şekilde tasarımlanır. (3) Tasarım ve proses kontrol düzenlemeleri tesiste sürdürülen işlemleri güvenli ve kararlı duruma getirecek şekilde yapılır. (4) Tesisin tasarımında kaza başlatabilecek tüm olaylar dikkate alınarak, öngörülen başlatıcı olaylar insan hatalarını da içerecek şekilde kapsamlı olarak tanımlanır. (5) Tesiste yer alan güvenlik sistemleri gerektiğinde otomatik olarak devreye girecek şekilde tasarımlanır. (6) Bazı durumlarda kaza koşullarını takiben tesisi güvenli ve kararlı duruma getirmek için işletici personel müdahalesine ihtiyaç duyulabilir. İşletici personel müdahalesi, ancak müdahale için yeterince zaman olduğu, bilginin doğru olarak işletici personele ulaştırılabildiği, teşhisin kolay ve net bir şekilde yapılabildiği ve işletici personelden talep edilen işyükünün aşırı olmadığı gösterildiği takdirde güvenilir kabul edilebilir. Bu koşullardan herhangi birinin karşılanmadığı durumda güvenlik sistemleri tesisi güvenli duruma ulaştıracak şekilde tasarımlanır. (7) Tasarım kaza koşullarında tesisi durdurabilecek, kararlı durumda tutabilecek, kaza sürecinde gerekli tüm parametrelerin izlenebilmesini sağlayacak önlemleri içerir ve eğer gerekiyorsa uzaktan izleme ve durdurma olanağı sağlanır. (8) Yapı, sistem ve bileşenler; elektrik, ısıtma-soğutma sistemleri, sıkıştırılmış hava gibi destek sistemlerinin kaybı durumunda, güvenlik fonksiyonlarını yerine getirebilecek şekilde, bunun sağlanamadığı durumlarda ise güvenli-arıza durumuna geçebilecek şekilde tasarımlanır. Acil durum planlaması MADDE 17 – (1) Tasarımda, tesiste olabilecek potansiyel tehlikelere karşı, güvenilir acil durum aydınlatmalarına sahip kolay kaçış yolları, güvenilir iletişim yöntemleri, radyasyon ve zararlı kimyasalların izlenmesi amacıyla teçhizatların yerleştirilmesi gibi acil durum planlamasına yönelik önlemler dikkate alınır. Gerektiğinde acil durumlarda tesise müdahale etmek üzere ayrı bir acil durum merkezi tasarımlanır. Radyoaktif atık yönetimi MADDE 18 – (1) Tesis tasarımında, işletme sırasında ortaya çıkabilecek radyoaktif atık miktarı Kurum tarafından belirlenen sınırların altında, mümkün ve makul olan en düşük düzeyde tutulması amacıyla gereken önlemler alınır. Radyoaktif atıkların güvenli bir şekilde toplanması, işlenmesi, taşınması, depolanması ve bertaraf edilmesi gibi işlemleri sağlayan sistemlere tasarımda yer verilir. Gaz ve sıvı salımı MADDE 19 – (1) Çevreye radyoaktif gaz ve sıvı salımı durumunda maruz kalınan radyasyonun Kurum tarafından belirlenen sınırların altında ve mümkün ve makul olan en düşük düzeyde tutulması ve izlenmesi için gerekli olan özellikler tasarımda dikkate alınır. İşletmeden çıkarma MADDE 20 – (1) Tesisin tasarımında, işletmeden çıkarma işlemini kolaylaştırmak, işletmeden çıkarma işlemi sırasında çalışanlar ve toplumun maruz kalacağı radyasyonu mümkün ve makul olan en düşük seviyede tutmak, çevre için uygun korumayı sağlamak ve ortaya çıkan radyoaktif atığı en aza indirmek ve depolamak için gerekli önlemler dikkate alınır. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Radyolojik Tehlikelere Karşı Tasarımda Güvenlik Esasları Kontaminasyon kontrolü ve iç ışınlama MADDE 21 – (1) Tasarımda işletme ve kaza koşullarında çalışanların, toplumun ve çevrenin zararlı maddelerin salımından korunmasına yönelik önlemlere yer verilir. (2) Radyoaktif maddelerin hapsedilmesi ve kaçak tespitine yönelik olarak kontaminasyon kontrolu için gerekli önlemler dikkate alınır. (3) Tasarımda kontamine olabilecek alanlar öngörülen yüzey ve atmosferik kontaminasyon seviyelerine göre sınıflandırılır ve bu sınıflandırmaya göre donatılır. Tasarımda atmosferik kontaminasyon için izleme ve uygun alarm sistemleri yer alır. Dış ışınlama MADDE 22 – (1) İyonlaştırıcı radyasyondan korunmak amacıyla uygun zırhlama ve uzaktan kumandalı ekipmanlar gibi mühendislik yöntemleri tasarımda yer alır. (2) Tasarımda normal ışınlamanın büyüklüğü, potansiyel ışınlama büyüklük ve olasılığı, güvenlik prosedürleri ve gerekli korumanın kapsamı dikkate alınarak alanlar sınıflandırılır. (3) Gerektiğinde çalışanların tahliyesini sağlamak amacıyla iyonlaştırıcı radyasyon seviyesinin izlenmesi ve olağandışı durumların algılanması için uyarıcı sistemlere tasarımda yer verilir. Kritiklik MADDE 23 – (1) Bölünebilir maddelerle ilgili bütün işlemler kritiklik kazasını önleyecek şekilde ve çift-olasılık ilkesi dikkate alınarak tasarımlanır. (2) Kritiklik değerlendirmesi ve hesaplaması tutucu varsayımlar kullanılarak yapılır. (3) Gerektiğinde çalışanların tahliyesini sağlamak amacıyla kritiklik algılama ve alarm sistemlerine tasarımda yer verilir. Radyoaktif bozunum ısısı ve radyoliz MADDE 24 – (1) Radyoaktif bozunum ısısı ve radyolizin etkilerine karşı önlemler tesisin tasarımında dikkate alınır. BEŞİNCİ BÖLÜM Radyolojik Olmayan Tehlikelere Karşı Tasarımda Güvenlik Esasları Radyolojik olmayan tehlikelere karşı güvenlik MADDE 25 – (1) Kimyasal, zehirli, yanıcı ve patlayıcı maddelerin, nükleer güvenliğe olumsuz etkilerini önleyebilmek amacıyla, proseslerde kullanılacak tehlikeli maddelerin güvenli depolanması, prosesin başlangıç şartları ve/veya bunların kimyasal ve zehirli madde salımı, yangınlara veya patlamalara neden olan değişimleri, kimyasal ve zehirli maddelerin algılanması ve uyarı sistemleri, personelin kimyasal ve zehirli maddelere maruz kalmasını önleyen korunma ekipmanları gibi önlemler tasarımda yer alır. ALTINCI BÖLÜM İnşa ve İşletmeye Alma İnşa MADDE 26 – (1) Tesisinin inşası başlamadan önce, tesisin tasarımında temel güvenlik gereksinimlerinin yeterli düzeyde sağlandığı gösterilir. (2) Tesisin tasarıma uygun inşa edilmesini sağlamak üzere görev, yetki ve sorumlulukların net bir şekilde tanımlandığı inşaat organizasyonu oluşturulur. (3) Tasarımda yer alan tüm yapı, sistem ve bileşenler kanıtlanmış ve kabul görmüş teknik yöntem ve prosedürler kullanılarak güvenlik sınıflarına uygun kalitede inşa edilir. (4) İnşa sırasında tesis tasarımında güvenliğe ilişkin değişiklik yapılması gerektiğinde Kurumun belirlediği prosedürler çerçevesinde onay alınır. İşletmeye alma programı MADDE 27 – (1) Tesisin güvenlikle ilgili elemanlarının tasarıma uygun şekilde inşa edildiğini ve amacına uygun şekilde çalıştığını göstermek ve yetersizliklerin belirlenip giderilmesini sağlamak için bir işletmeye alma programı oluşturulur. (2) İşletmeye alma programında, uygunluk değerlendirmeleri, gözden geçirme ve değerlendirmeler yolu ile testlerin planlandığı şekilde tamamlandığı gösterilir. Organizasyon ve sorumluluk MADDE 28 – (1) Yetkilendirilen kişi, işletmeye alma öncesinde işletme organizasyonu oluşturur ve bu organizasyon inşaat organizasyonu ile birlikte işletmeye alma programının hazırlanması ve uygulanmasında fiilen yer alır. (2) İşletmeye alma aşamasında işletme organizasyonunda görev alan kişilerin görev, yetki ve sorumluluk dağılımının açık ve net olması sağlanır. İşletici personelin işletmeye alma sırasında tesise özel eğitimleri almaları sağlanır. İşletmeye alma testleri ve aşamaları MADDE 29 – (1) İşletmeye alma, aşamalar halinde yürütülür, aşamalardan biri başarı ile bitirilmeden diğerine geçilmez. Her aşamada yer alan testlerin gereken ayrıntıdaki sonuçları dokümante edilir ve tesisin ömrü boyunca korunur. (2) İşletmeye alma testleri tesisteki tüm sistem ve bileşenleri kapsayacak şekilde ve mümkün olduğunca işletmede karşılaşılabilecek koşullara uygun olarak işletici personelin katılımıyla gerçekleştirilir. İşletmeye alma prosedürleri ve raporları MADDE 30 – (1) İşletmeye alma faaliyetleri prosedürlere uygun olarak yapılır. Prosedürler; testlerin amacını, beklenen sonuçları, testler için doğruluk kriterlerini, test aşamasında gerekli güvenlik önlemlerini, önkoşulları ve test talimatlarını kapsar. (2) İşletme sırasında takip edilecek prosedürler, tasarımcıların ve imalatçıların sağladığı bilgilere dayanılarak, işletmeye almadan önce ve işletmeye alma sırasında hazırlanır. Hazırlanan prosedürler doğrulanmak ve gerekli görülen değişiklikler yapılmak üzere işletmeye alma sırasında test edilir. (3) İşletmeye alma sırasında, güvenlik açısından önemli bileşenler ve işletme durumunda rutin olarak izlenen ve ölçülen güvenlikle ilgili tüm parametreler için temel veriler toplanır. (4) İşletmeye alma sırasında tesis tasarımında güvenliğe ilişkin değişiklik yapılması gerektiğinde Kurumun belirlediği prosedürler çerçevesinde onay alınır. Güvenliğin doğrulanması MADDE 31 – (1) Tesisin güvenlik analiz raporu, inşaat ve işletmeye alma aşamalarında tasarım değerlerinden farklılaşan tüm parametreler dikkate alınarak güncellenir ve tesisin kurulduğu şekliyle de güvenli olduğu ve güvenli bir şekilde işletilebileceği gösterilir. YEDİNCİ BÖLÜM Genel İşletme Özellikleri Yapılanma, sorumluluklar ve personel MADDE 32 – (1) Yetkilendirilen kişi, tüm işletme sürecinde tesisin güvenli işletilmesi sorumluluğunu yerine getirmek üzere tesis yönetiminin doğrudan otoritesi altında güçlü bir işletme organizasyonu kurar ve tesis yönetimine işletme için gerekli mali, teknik, malzeme ve işgücü kaynaklarını sağlama ve kullanma yetkisi tanır. İşletme organizasyonunun bütün seviyelerindeki birim ve bireylerin fonksiyonları ve güvenliğe ilişkin sorumlulukları görev tanımında açıkça belirtilir. İşletme organizasyonu için tanımlanan yetki ve sorumluluklar yetkilendirilen kişinin nihai sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. (2) İşletme ve kaza koşullarında güvenli bir tesis işletiminin gereğince yerine getirilmesi için yeterli sayıda deneyimli personel istihdam edilir. Tesisler arası arayüz düzenlemeleri MADDE 33 – (1) Aynı saha içerisinde, birden fazla tesis varsa, bu tesisler arasındaki güvenlikle ilgili bağlantılar belirlenir, sorumluluk sınırları açıkça tanımlanır ve etkin iletişim sistemleri oluşturulur. (2) Saha içi taşımacılık yetkili kişi veya kuruluşlar aracılığıyla ve Kurum tarafından belirlenen prosedürlere uygun olarak yapılır. Personelin nitelik ve eğitimi MADDE 34 – (1) İşletme personeline hem normal hem de acil durum koşullarında kendilerinden beklenen görevleri istenilen seviye ve nitelikte yapabilmelerini sağlayacak beceri ve bilgiyi kazandıran bir eğitim programı oluşturulur ve uygulanır. Bu program işletme tecrübeleri ve yeni bilgiler ışığında gerektikçe geliştirilir. (2) Personel, kazanılmış bilgi ve becerilerin korunması ve tesisin işletilmesi sırasında edinilen tecrübelerin ışığında bu bilgi ve becerilerin geliştirilmesini sağlamak amacıyla belirli aralıklarda yeniden eğitime tabi tutulur. (3) Özellikle patlama ve yangın durumları için hızlı ve etkin müdahaleyi sağlamak üzere işletme personeli yeterli ve düzenli aralıklarla eğitime ve tatbikata tabi tutulur. (4) Eğitimde personelin yerine getirdiği görevin sorumluluklarının ve tehlikelerinin farkında olmasına özel önem verilir. İşletme deneyiminin aktarılması MADDE 35 – (1) Tesiste veya benzer bir tesiste gerçekleşen olağandışı olaylar ve kazaların tekrar yaşanmaması amacıyla bu olaylardan çıkarılan derslerin ve kazanılan işletme deneyimlerinin işletme personeline aktarılması için gerekli düzenlemeler yapılır. Değişiklikler MADDE 36 – (1) Tesiste yapılacak güvenlikle ilgili tüm değişiklikler için Kurumun belirlediği prosedürler çerçevesinde onay alınır. Olağandışı olaylar MADDE 37 – (1) Tesis yönetimi güvenlik açısından önemli olayların belirlenmesini, değerlendirilmesini, gerekli düzeltici önlemlerin alınmasını sağlar ve ilgili prosedürler uyarınca Kuruma bildirimde bulunur. (2) Olağandışı olayın etkileri uygun bir şekilde analiz edilir ve nedenleri saptanır. Tesis yönetimi aynı olayın tekrarlanmaması veya tekrarının bir kazaya yol açmaması için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. SEKİZİNCİ BÖLÜM Özel İşletme Özellikleri İşletme sınır ve koşulları MADDE 38 – (1) Tesis işletmeye başlamadan önce güvenli işletme sınırlarını belirleyen işletme sınır ve koşulları hazırlanır ve bu sınır ve koşullar içerisinde çalıştırılır. (2) İşletme sınır ve koşulları, tesisin normal işletmesinde yer alan tüm durumlar için belirlenir. Kurum tarafından onaylı prosedürlerce izin verilen durumlar dışında işletme sınır ve koşulları kasıtlı olarak aşılamaz. İşletme prosedürleri ve yönergeleri MADDE 39 – (1) Tesis ayrıntılı, doğrulanmış ve Kurum tarafından belirlenen kurallar uyarınca onaylanmış işletme prosedürlerine uygun olarak işletilir. İşletme prosedürleri işletme deneyimleri doğrultusunda, gerektiğinde, ilgili prosedürlere uygun olarak değiştirilir. Değişiklikler ancak Kurum tarafından belirlenen kurallar uyarınca onaylandıktan ve ilgili personel eğitildikten sonra uygulanır. (2) İşletme yönergelerinde tesisin işletme sınır ve koşullarının içinde kalındığını gösteren bütün kontrol, test, kalibrasyon ve denetimleri içeren işletme metotları açık bir şekilde yer alır. İşletme yönergeleri belli aralıklarla gözden geçirilir, güncellenir ve gerektiğinde kullanıcının kolayca ulaşabilmesi sağlanır. Bakım, onarım, test ve denetim MADDE 40 – (1) Yapı, sistem ve bileşenlerin tasarım amaçlarına ve güvenlik gereklerine uygunluğunu tesisin tüm ömrü boyunca sürdürebilmek için koruyucu ve önleyici bakım, onarım, periyodik test ve denetimler yapılır. Bakım, onarım ve periyodik testler saha içinde acil durum planının yerine getirilmesini sağlayan ekipmanları da kapsar. (2) Bütün bakım, onarım, periyodik test ve denetimler ayrıntılı, doğrulanmış, yazılı ve onaylı prosedürlere uygun ve düzenli olarak yetkin personel tarafından bir program çerçevesinde gerçekleştirilir. (3) Bakım, onarım, test ve denetim programı düzenli aralıklarla gözden geçirilir, işletme deneyimleri doğrultusunda geliştirilir. (4) Bakım, onarım, test ve denetim sonuçları değerlendirme amacıyla kaydedilir ve saklanır. Değişiklikler MADDE 41 – (1) Tesiste gerçekleştirilecek değişiklikler uygulanmadan önce güvenlik açısından değerlendirilir ve tüm değişiklikler için Kurum tarafından belirlenen prosedürler çerçevesinde onay alınır. Radyasyondan korunma MADDE 42 – (1) Tesiste radyasyona maruz kalınabilecek tüm faaliyetlerin planlanması, yönetilmesi ve uygulanmasının temel radyasyondan korunma ilkeleri çerçevesinde gerçekleştirilmesini sağlamak üzere oluşturulan radyasyondan korunma programı uygulanır. (2) Radyasyondan korunma programı kapsamındaki kayıtlar ilgili mevzuatta belirtilen ayrıntıda tutulur ve belirtilen süre boyunca saklanır. (3) Radyasyondan korunma programında yer alan faaliyetler radyasyondan korunma prosedürleri çerçevesinde radyasyondan korunma personeli tarafından yürütülür. Radyasyondan korunma personeline prosedürlere uyulduğunu garanti altına almak ve gerektiğinde tavsiyelerde bulunmak amacıyla tesis yönetimine doğrudan ulaşabilme olanağı sağlanır. (4) Radyasyonlu alanda çalışan işletme personelinin aldığı dozlar gerektiği şekilde ölçülür, kaydedilir ve değerlendirilir. (5) Radyoaktif kontaminasyonun yayılması uygulanabildiği ölçüde kontrol altında tutulur ve en aza indirgenir. Kontaminasyon seviyesine göre kontrollü alanlar oluşturulur ve bu alanlara erişim sınırlandırılır. (6) Radyasyonlu alanlarda çalışan personel için radyasyondan korunmak amacıyla gerekli ekipman sağlanır. Kritiklik kontrolü MADDE 43 – (1) Tesiste bölünebilir maddelere ilişkin tüm işlemler kritiklik kazasına neden olmayacak şekilde gerçekleştirilir. (2) Kritikliğin önlenmesine ilişkin tüm işlemler yazılı prosedürler çerçevesinde yerine getirilir. Bu prosedürlerde kontrol edilmesi gereken tüm parametreler belirtilir. (3) Prosedürlerden sapma ve proses koşullarında öngörülemeyen değişimler gibi kritikliğin kontrolünü etkileyen olaylar ilgili prosedürler uyarınca Kuruma bildirilir. Olayların tekrarlanmasını önleyecek tedbirler alınır. (4) Tesis işletiminde kritiklik konusunda personel eğitimine yardımcı olma, işletme prosedürlerinin geliştirilmesinde teknik yardım ve uzmanlık sağlama, kritiklik kontrolü gerektiren bütün uygulamaları kontrol etme ve onaylama görevlerini yerine getiren konusunda uzman ve yetkili personel yer alır. Radyoaktif atık yönetimi MADDE 44 – (1) Tesiste üretilen tüm radyoaktif atıklar radyoaktif atık yönetimi çerçevesinde ele alınır. Radyoaktif atık yönetimi, her çeşit radyoaktif atık üretimini uygulanabilir yöntemlerle en aza indirecek ve kontrol edecek, çevreye radyoaktif madde salımı mümkün ve makul olan en düşük seviyede olacak, atıkların tasfiyesini, işlenmesini ve tesisin işletmeden çıkarılmasını kolaylaştıracak şekilde gerçekleştirilir. (2) Radyoaktif ve zararlı kimyasal atıklara ilişkin tüm faaliyetler bir atık yönetimi programı kapsamında Kurumun belirlediği esaslara uygun şekilde yürütülür. (3) Tüm radyoaktif ve zararlı kimyasal atık salımları izlenir ve kaydedilir. Endüstriyel ve kimyasal güvenlik yönetimi MADDE 45 – (1) Tesiste meydana gelebilecek kimyasal ve endüstriyel tehlikelerin çalışanlar, halk ve çevreye olan risklerinin en aza indirilmesi için gerekli düzenlemeler yapılır ve güvenlik önlemleri alınır. (2) Nükleer güvenliği tehlikeye atabilecek yangın ve patlama tehlikelerine ilişkin tüm faaliyetler belirli aralıklarla gözden geçirilip güncellenen yangından korunma programı çerçevesinde ele alınır. (3) Nükleer güvenliği tehlikeye atabilecek kimyasal tehlikelere ilişkin tüm faaliyetler belirli aralıklarla gözden geçirilip güncellenen bir program çerçevesinde ele alınır. Acil durum planlaması MADDE 46 – (1) Tesiste olabilecek kazalar sırasında uygulanmak üzere Kurum tarafından onaylı bir acil durum planı bulunur ve bu planın uygulanabilirliğinden emin olmak için periyodik tatbikatlar yapılır. Acil durum planı, kazanılan deneyimler doğrultusunda gözden geçirilir ve güncellenir. (2) Acil durum planında acil durum organizasyonu, kazaların radyolojik sonuçlarına göre sınıflandırılması, acil durum planlama bölgesinin tanıtılması, acil durumlarda müdahale ve koruyucu önlemler, ilgili ekipman, tesis ve prosedürler, acil durumun sonlandırılması koşulları ile tesisteki acil durum hazırlıkları tanımlanır. (3) Acil durumlarda kullanılacak tüm ekipman, cihaz, dokümantasyon ve iletişim sistemleri her an kullanıma hazır tutulur. Güvenliğin doğrulanması MADDE 47 – (1) Tesisin periyodik güvenlik değerlendirmesi teknik gelişmeler, işletme deneyimi, yaşlanma ve saha özelliklerindeki değişimler de gözönüne alınarak belirli aralıklarla yapılır. (2) Periyodik güvenlik değerlendirmesi sonuçları rapor halinde Kuruma sunulur ve değerlendirme ışığında ilgili tesis dokümanları güncellenir. DOKUZUNCU BÖLÜM İşletmeden Çıkarma İşletmeden çıkarma programı MADDE 48 – (1) Tesisin tasarımı aşamasından işletmeden çıkarılmasına kadar olan tüm faaliyetlerde tesisin işletmeden çıkarılacağı ve atıkların depolanacağı dikkate alınır ve işletme sırasında ortaya çıkacak olan radyoaktif atık miktarı mümkün ve makul olan en düşük düzeyde tutulur. (2) İşletmeden çıkarma sürecinde çalışanların ve halkın radyasyondan korunması sağlanır. Tesisi işletmekle yetkilendirilen kişi çalışanların ve halkın radyasyondan korunmasını ön plana alan bir işletmeden çıkarma programı hazırlamak ve Kurumun onayını aldıktan sonra uygulamakla yükümlüdür. ONUNCU BÖLÜM Son Hükümler Yürürlük MADDE 49 – (1) Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme MADDE 50 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Kurum Başkanı yürütür. [R.G. 30 Temmuz 2010 – 27657] —— • —— Türkiye Atom Enerjisi Kurumundan: RADYASYON GÜVENLİĞİ DENETİMLERİ VE YAPTIRIMLARI YÖNETMELİĞİ BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar Amaç MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı, radyasyon uygulamalarını yürütmek üzere yetkilendirilen kişilerin radyasyon güvenliğine ilişkin olarak yetkilendirme koşullarının devamlılığını sağlayıp sağlamadığının incelenmesi ve yetkilendirilmek üzere Kuruma başvuran kişilerin yetkilendirilme koşullarına uygunluğunun tespiti amacı ile Kurum tarafından yapılacak denetimleri ve yaptırımları belirlemektir. Kapsam MADDE 2 – (1) Bu Yönetmeliğin hükümleri radyasyon uygulamalarının denetimini kapsar. (2) Nükleer tesislerin ve nükleer maddelerin denetimi bu Yönetmeliğin kapsamı dışındadır. Dayanak MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelik, 9/7/1982 tarihli ve 2690 sayılı Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Kanununun 4 üncü maddesinin (d) bendi ile 24/7/1985 tarihli ve 85/9727 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulan Radyasyon Güvenliği Tüzüğünün 19 uncu maddesine dayanılarak hazırlanmıştır. Tanımlar MADDE 4 – (1) Bu Yönetmelikte geçen; a) Denetim: Radyasyon uygulamalarını yürütmek üzere yetkilendirilen veya yetkilendirilmek üzere başvuran kişilerin radyasyon güvenliğine ilişkin mevzuat hükümlerince Türkiye Atom Enerjisi Kurumu tarafından denetlenmesini, b) Denetim görevlisi: Radyasyon güvenliğine ilişkin mevzuat hükümlerince denetim yapmakla yetkili Türkiye Atom Enerjisi Kurumu personelini, c) Kurum: 2690 sayılı Kanun ile kurulan Türkiye Atom Enerjisi Kurumunu, ç) Olağan dışı olay: Normal çalışma koşullarındaki sapmalardan ciddi kazalara kadar bütün olayları, d) Radyasyon güvenliği: Radyasyon uygulamalarında radyasyondan korunmanın ve radyasyon kaynaklarının güvenli bir şekilde kullanılmasının sağlanmasını, kaynakların çalınması, kaybolması, yetkisiz kişilerin eline geçmesi gibi durumları önlemek üzere kaynakların emniyetinin sağlanmasını, kazaların önlenmesini ve olması durumunda kaza sonuçlarının hafifletilmesi için gerekli idari ve teknik tedbirleri içeren sistemi, e) Radyasyon kaynağı: İyonlaştırıcı radyasyon üreten ve yayan her türlü cihaz ile radyoaktif maddeleri, f) Radyasyon uygulamaları: Kurum tarafından belirlenen muafiyetlerin dışında kalan radyasyon kaynaklarının üretimi, kurulması, sökülmesi, bakımı, onarımı, ithali, ihracı, taşınması, satışı, depolanması, kullanılması, bulundurulması, el değiştirmesi, yurtdışı edilmesi ve bertaraf edilmesi faaliyetleri ile radyasyon tesislerine ilişkin faaliyetleri, g) Yetkilendirilen kişi: Radyasyon uygulamalarını yürütmek üzere Kurum tarafından lisanslama veya izin verme suretiyle yetkilendirilen gerçek ya da tüzel kişiyi, ğ) Yetkilendirme: Radyasyon uygulamalarını yürütenlerin ve uygulama koşullarının radyasyon güvenliği açısından yeterliliğinin Kurum tarafından belirlenmesi sonucunda uygulanan lisanslama veya izin işlemini ifade eder. İKİNCİ BÖLÜM Denetim ve Denetimin Sonuçları Denetim MADDE 5 – (1) Kurum, yapacağı denetimleri önceden bildirmekle yükümlü değildir. Denetimler resmi tatil günleri de dahil olmak üzere yılın herhangi bir günü ve günün herhangi bir saatinde haberli veya habersiz olarak yapılabilir. (2) Denetim, kapsamına göre en az 2 (iki) denetim görevlisi tarafından yapılır. (3) Denetim aşağıdaki hususlardan gerekli görülenler dahilinde gerçekleştirilir. a) Radyasyon uygulamalarının yürütüldüğü yer, tesis ve çevre alanlar ile radyasyon kaynakları radyasyon güvenliği ve emniyeti yönünden incelenir. b) Gerekli radyasyon ölçümleri yapılır. c) Radyasyon güvenliğine ilişkin bilgi, belge, rapor ve tutulması gereken kayıtlar incelenir. ç) Radyasyon güvenliğine ilişkin mevzuat hükümlerine uyulup uyulmadığı, yetkilendirme koşullarının ve devamlılığının sağlanıp sağlanmadığı incelenir. d) Radyasyona maruz kalan çalışanların ve toplumun radyasyondan korunmasını sağlamak üzere alınan önlemler ile tehlike durumuna ilişkin planın yeterliliği ve güncelliği incelenir. e) Olağan dışı olayların saptanmasına, değerlendirilmesine, yapılan müdahaleye ve olayın tekrarlanmaması için alınan önlemlere ilişkin kayıt, belge ve raporlar incelenir. Denetimin sonuçları MADDE 6 – (1) Yapılan denetim sonunda Kurumun denetim işlemlerini yürüten personel tarafından denetime ilişkin rapor düzenlenir. (2) Yetkilendirilen kişinin denetimine ilişkin raporun değerlendirilmesi sonucunda, tespit edilen eksiklikler denetlenene yazılı olarak bildirilir ve eksikliklerin giderilmesi için en fazla 3 (üç) ay süre verilir. Belirlenen eksiklikler nedeniyle radyasyon güvenliğinin sağlanamadığı değerlendirilirse eksiklikler giderilene kadar radyasyon uygulaması geçici olarak durdurulur. Tespit edilen hususların verilen sürede tamamlanması durumunda geçici durdurma kararı kaldırılır. Verilen sürede eksikliklerin giderilmemesi durumunda lisans iptal edilir. (3) Yetkilendirilen kişinin denetimine ilişkin raporun değerlendirilmesi sonucunda, radyasyon güvenliğinin sağlanamadığının ve bu durumun toplumun ve çevrenin radyasyondan korunmasını tehdit edebileceğinin değerlendirilmesi durumunda lisans iptal edilir. (4) Yetkilendirilmek üzere başvuran kişinin denetimine ilişkin rapora göre yetkilendirme başvurusu değerlendirilir. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Denetim Görevlisi, Yetkiler, Yükümlülükler ve Yaptırımlar Denetim görevlisi MADDE 7 – (1) Mühendislik veya fen bilimlerinin ilgili alanlarında en az dört yıllık lisans eğitimi almış, Kurumda radyasyon güvenliğine ilişkin faaliyetlerde en az 2 yıl çalışmış ve görevin gerektirdiği fiziksel yeterlilikte olan personel arasından; a) İçeriği, süresi ve başarı ölçütleri Kurum tarafından belirlenen eğitim programını başarıyla tamamlamış, b) En az 1 (bir) yıl süre ile denetim görevlisi ile birlikte denetimlere katılmış denetim görevlisi adaylarından Kurumun Radyasyon Sağlığı ve Güvenliği Dairesi Başkanının önerisi ile Kurum Başkanı tarafından onaylanan kişiler denetim görevlisi olarak görevlendirilir. (2) Denetim görevlisine, görevi süresince kullanılmak üzere denetim yetkisini gösteren özel bir kimlik kartı verilir. (3) Radyasyon güvenliği denetim görevi, Kurumun Radyasyon Sağlığı ve Güvenliği Dairesi bünyesinde yürütülür. Denetim görevlisinin yetkileri MADDE 8 – (1) Denetim görevlisi radyasyon güvenliğine ilişkin mevzuat kapsamında; a) Radyasyon uygulamalarının yürütüldüğü yer, tesis ve çevre alanlara girmek, faaliyetleri yerinde denetlemek, b) Denetim öncesinde, denetim sırasında veya denetim sonrasında gerekli gördüğü kişilerle görüşmek ve bilgi almak, radyasyon güvenliğine ilişkin mevzuat kapsamında talimat vermek, c) Radyasyon güvenliğine ilişkin bilgi, belge, rapor ve kayıtları istemek, incelemek ve bunların aslını, kopyalarını veya örneklerini almak, ç) Gerektiğinde malzeme veya numune almak ya da aldırmak, alıkoymak, usulüne uygun olarak bertaraf etmek veya ettirmek, d) Gerekli ölçüm, muayene veya testleri yapmak veya yaptırmak, e) Denetim ile ilgili olarak yazılı veya sözlü bilgi istemek ve gerekli tutanakları düzenlemek, görsel veya yazılı kayıt tutmak, f) Denetim sırasında radyoaktif kaynakların emniyetinin tehlikeye düşeceğini değerlendiriyorsa kaynak emniyetinin sağlanması için gerekli işlemleri yaptırmak, g) Denetim sırasında, radyasyon güvenliğinin sağlanamadığının saptanması durumunda iyileştirici çalışmaların başlatılması ve sürdürülmesi talimatını vermek, durumun acil müdahale gerektirmesi halinde yürütülen radyasyon uygulamasına ilişkin yetkileri sınırlandırmak veya radyasyon uygulamasını durdurmak, ğ) Denetim sırasında ihtiyaç duyulması halinde mülki idare amirlerinden kolluk kuvveti yardımı talebinde bulunmak yetkisine sahiptir. Denetlenenin yükümlülükleri MADDE 9 – (1) Yetkilendirilen veya yetkilendirilmek üzere başvuran kişiler denetimlerde; a) İlgili personelin hazır bulundurulmasını sağlamakla, b) İhtiyaç duyulan çalışma ortamı ile gerekli malzeme ve kolaylığı sağlayarak işbirliğinde bulunmakla, c) Radyasyon güvenliğine ilişkin talep edilen bilgi ve belgeyi gizlilik hükümlerini ileri sürmeksizin istenilen zamanda yazılı olarak vermek veya sözlü olarak açıklamakla, ç) Radyasyon uygulamalarına ilişkin sistem, cihaz, yazılım ve diğer donanımı denetim görevlisinin erişimine açık tutmakla, d) Radyasyon güvenliğine ilişkin mevzuat kapsamında verilen talimatları, ortaya çıkabilecek maliyeti de karşılayarak eksiksiz olarak ve zamanında yerine getirmekle yükümlüdür. (2) Yetkilendirilen kişi denetim sonucunda tespit edilen eksiklikleri verilen süre içerisinde tamamlamakla yükümlüdür. Yaptırımlar MADDE 10 – (1) Denetim sırasında, radyasyon güvenliğinin sağlanamadığının saptanması ve durumun acil müdahale gerektirmesi halinde, denetim görevlileri yürütülen radyasyon uygulamasına ilişkin yetkileri sınırlandırır veya yetkileri askıya alarak radyasyon uygulamasını durdurur, radyoaktif kaynağın emniyetinin sağlanması için gerekli önlemleri aldırır. (2) Denetim sırasında yetkilendirilen kişinin yükümlülüklerini yerine getirmemesi, belgelerde tahrifat yapıldığının veya yanlış bilgilendirme yapıldığının saptanması halinde; denetim görevlisi tarafından gerekli görülmesi durumunda radyasyon uygulamasına izin verilmez ve Kurum kanuni ya da idari soruşturma başlatmak üzere gerekli girişimlerde bulunur. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Diğer Hükümler Usul ve esaslar MADDE 11 – (1) Bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde, radyasyon uygulamalarının türüne göre yapılacak denetimin ilkeleri, içeriği, sıklığı, raporlanması ve değerlendirme ölçütleri ile denetim görevlisinin niteliği, eğitimi, sorumlulukları, görevlendirilmesi ve görevinin sonlandırılmasına ilişkin hususlar Kurum tarafından hazırlanacak usul ve esaslar ile belirlenir. Mevcut personelin görevlendirilmesi GEÇİCİ MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihte Kurumun radyasyon güvenliğine ilişkin faaliyetlerinde en az üç yıl görev yapmış ve halen Kurumun Radyasyon Sağlığı ve Güvenliği Dairesinde denetim görevini yürütmekte olan personel Kurum Başkanının onayı ile denetim görevlisi olarak görevlendirilir. (2) Kurumun radyasyon güvenliğine ilişkin faaliyetlerinde en az üç yıl görev yapmış ve denetim veya radyasyon kontrolü faaliyetlerine katılmış personel, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde, Kurumun Radyasyon Sağlığı ve Güvenliği Dairesi Başkanının önerisi ve Kurum Başkanının onayı ile denetim görevlisi olmak üzere görevlendirilebilir. Yürürlük MADDE 12 – (1) Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme MADDE 13 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı yürütür. [R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658] —— • —— Sağlık Bakanlığından: AYAKTA TEŞHİS VE TEDAVİ YAPILAN ÖZEL SAĞLIK KURULUŞLARI HAKKINDA YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 15/2/2008 tarihli ve 26788 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmeliğin 12/Ç maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı fıkraya aşağıdaki (h) ve (ı) bentleri eklenmiştir. “a) Hasta bekleme salonu: Kullanım alanı en az 20 metrekaredir, ikiden fazla her bir muayene odası için 5 metrekare ilave bekleme alanı oluşturulur. Orta koridor bekleme amaçlı kullanılacak ise genişliği asgari 3 metredir. Bu durumda bekleme için tahsis edilmiş 1 metrelik bekleme alanı, toplam bekleme alanı hesabından düşülerek diğer bekleme alanlarının değerlendirmesi yapılır. Özürlülerin de kullanımına uygun şekilde düzenlenmiş bay ve bayan tuvaleti bulundurulur. Tuvaletler, bekleme salonuna koridorla bağlantılıdır ve içerisinde acil çağrı sistemi bulunur. Tuvalet içerisinde el yıkama bölümü ve gerekli hijyen şartlarını sağlayacak malzemeler bulundurulur.” “h) Bebek emzirme ve bakım odası: Kadın hastalıkları ve doğum ile çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanlarının hizmet verdiği polikliniklerde, içinde lavabosu bulunan asgari 5 metrekarelik bebek emzirme ve bakım odası bulunması gerekir.” “ı) Kapılar: Hasta kullanımına ait tüm kapılar sedye ve tekerlekli sandalye geçişine uygun olacak şekilde en az 110 santimetre genişliğinde olması gerekir.” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğe 12/Ç maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 12/D maddesi eklenmiştir. “Muayenehane standardı ve açılması MADDE 12/D – (1) Muayenehanelerin taşıması gereken asgari tesis, hizmet ve personel standartlarına ilişkin şartlar aşağıda belirtilmiştir: a) Hekim çalışma odası/hasta muayene odası: Muayenehanede, 8 metrekare hekim çalışma alanı ve 8 metrekare hasta muayene alanı olmak üzere en az 16 metrekare kullanım alanına sahip, yeterli şekilde aydınlatılan ve havalandırılan hasta muayene odası ayrılır. Hasta muayene odalarında uzmanlık dalına uygun araç, gereç ve donanım ile hasta muayene masası, soyunma bölümü ve lavabo bulunur. Kadın hastalıkları ve doğum ile üroloji muayene odalarında ayrıca, içerisinde sıvı sabun-tuvalet kağıdı ve kağıt havlu gibi hijyen araçları bulunan tuvaletin bulunması gerekir. Bu bölümde, hasta mahremiyetini ihlâl etmeyecek ve uygun şartlarda muayeneyi temin edecek şekilde ses, görüntü ve gürültü açısından gerekli düzenlemeler yapılır. b) Hasta bekleme salonu: Kullanım alanı en az 20 metrekaredir. Bekleme salonu sekreter hizmet alanı olarak da kullanılabilir. c) Tuvalet: Özürlülerin de kullanımına uygun şekilde düzenlenmiş tuvalet bulunur. Tuvalet, bekleme salonuna koridorla bağlantılıdır ve içerisinde acil çağrı sistemi bulunur. Tuvalet içerisinde el yıkama bölümü ve gerekli hijyen şartlarını sağlayacak malzemeler bulundurulur. ç) Arşiv birimi: Sağlık kayıtlarının tutulacağı, dosyalama, verilerin toplanması ve istatistikî değerlendirmeler ile resmi kurum ve sigorta kurumlarına yapılacak bildirimlerin hazırlanması gibi çalışmaların güvenli bir şekilde yapılabileceği bir büro veya bölüm bulundurulur. d) Pansuman ve acil müdahale bölümü/odası: En az 10 metrekare kullanım alanına sahip olması gerekir. Acil müdahaleler için gerekli olan acil seti bulundurulur. Acil setinde; ambu, laringoskop, endotrakeal tüp bulundurulması gerekir. İlaçlar, muayenehane içinde sürekli hazır bulundurulur ve kolay ulaşılabilir bir yerde olur. e) Asansör ve merdivenler: Giriş katta olmayan muayenehanelerin bulunduğu binada, hastanın tekerlekli sandalye ile girebilmesini sağlamak amacıyla, girişi en az 80 santimetre genişliğinde asansör olması gerekir. Merdivenin gerektiğinde sedye ile hasta taşınmasına imkan sağlayacak şekilde, basamak yüksekliği 16-18 santimetre, basamak genişliği 30-33 santimetreyi sağlamak kaydıyla merdiven ve sahanlığın genişliği en az 1,30 metredir. Merdiven basamak yüksekliği özürlülerin çıkışını zorlaştırmayacak şekilde düz bir satıhla bitirilir, muayenehanenin girişi, zemin seviyesinde değilse %8 eğimli rampa yaptırılır. f) Kapılar: Hasta kullanımına ait tüm kapılar sedye ve tekerlekli sandalye geçişine uygun olacak şekilde en az 110 santimetre genişliğinde olması gerekir. g) Aydınlatma ve ısıtma: Hastaların ve personelin kullandığı bütün alanlar uygun bir şekilde havalandırılır ve yeterli gün ışığı ile birlikte enerji kaynaklarından yararlanılarak bu kullanılan alanların aydınlatılmaları sağlanır. Bütün alanlar kullanım saatleri boyunca 22-24 oC aralığında olacak şekilde ısıtılır/soğutulur. Muayenehane içerisinde ortama gaz ve duman verebilecek ısıtma araçları kullanılamaz. ğ) Personel: Muayenehanede en az bir sağlık personeli istihdam edilir. h) Kayıt ve bildirim: Bakanlıkça istenecek tıbbi kayıtlar, belirlenen formata uygun şekilde ve belirli aralıklarla gönderilir. ı) Atıklar: Tıbbî atıklar ve çöpler hakkında 22/7/2005 tarihli ve 25883 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tıbbî Atıkların Kontrolü Yönetmeliği hükümleri uygulanır. i) Bebek emzirme ve bakım odası: Kadın hastalıkları ve doğum ile çocuk hastalıkları uzmanlarının muayenehanelerinde içinde lavabosu bulunan asgari 5 metrekarelik bebek emzirme ve bakım odası bulunur. j) Hasta ve çalışan güvenliği: Muayenehanede teşhis ve tedavi edilenlerle çalışanlar için sağlık kurum ve kuruluşlarında hasta ve çalışan güvenliğinin sağlanması ve korunmasına ilişkin mevzuata uygun tedbirler alınır. (2) Muayenehane açacak tabipler EK-1/d’deki belgelerle birlikte müdürlüğe başvurur. Müdürlük, birinci fıkrada belirtilen şartları haiz olup olmadığını yerinde inceler, uygun şartları taşıyan muayenehane için hekim adına uygunluk belgesi düzenler. (3) Muayenehaneler, müdürlükçe asgari altı ayda bir bu maddeye ve EK-1/d’ye göre yerinde denetlenir. Denetim sırasında noksanlıkları bulunan muayenehaneler uyarılır ve noksanlarını tamamlamak için yedi gün süre verilir. Süre bitiminde noksanlıklarını tamamlamayan muayenehanelerin noksanlığı giderilinceye kadar faaliyeti durdurulur.” MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 27 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(8) Sağlık kuruluşları, istenecek tıbbi kayıtları, belirlenen formata uygun şekilde ve belirli aralıklarla Bakanlığa gönderir.” MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-1/d aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “EK-1/d MUAYENEHANE AÇMA BAŞVURUSUNDA İSTENECEK BELGELER 1) Muayenehanenin açılışına ilişkin başvuru dilekçesi ve muayenehanenin faaliyet göstereceği adresi, 2) Muayenehanenin oda esasında bütün mekânlarının ne amaçla kullanılacağını gösterir en az 1/100 ölçekli ve Müdürlük tarafından yerinde bizzat görülerek doğruluğu onaylanmış plan örneği, 3) Muayenehane açacak olan tabibin diplomasının ve varsa uzmanlık belgesinin Müdürlükçe tasdikli sureti ile iki adet vesikalık fotoğrafı, 4) Muayenehanede kullanılacak ve bulundurulması mecburi asgari tıbbi malzeme ve donanım ile ilaç listeleri dikkate alınarak hazırlanmış, Müdürlük tarafından yerinde bizzat görülerek doğruluğu onaylanmış asgari araç-gereç ve ilaç listesi, 5) Binanın yapı kullanma izin belgesinin aslı ya da müdürlükçe onaylı sureti, 6) Binanın, ilgili mevzuata göre alınmış depreme dayanıklılık raporu, 7) Binada, ilgili mevzuata uygun şekilde yangın için gerekli tedbirlerin alındığını, tesisatın kurulduğunu ve binanın bu açıdan uygunluğunu ayrıntılı olarak gösteren ve yetkili merciden alınan belgeyi, 8) Çalışan personelin iş sözleşmesi ve Sosyal Güvenlik Kurumu kaydı, 9) Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliğine göre düzenlenmiş tıbbi atık raporu ve tıbbi atıkların bertarafı için ilgili kurumla yapılmış sözleşmeyi.” MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek 6 sayılı Özel Sağlık Kuruluşları Denetim formunun “2. Bölüm: Hizmet Birimlerine Esas Bilgiler” bölümüne aşağıdaki satır eklenmiştir. 14Tıbbi kayıtlar, belirlenen formata uygun şekilde ve istenen aralıklarla Bakanlığa gönderiliyor mu ? Uyarılır ve Bildirim 3 gün süre yapılıncaya verilir. kadar faaliyeti durdurulur. MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğe aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 7 – (1) 3/8/2010 tarihine kadar açılmış olan muayenehaneler, 12/D maddesine bir yıl içerisinde uygunluklarını sağlayarak müdürlüğe başvururlar. Müdürlükçe yerinde incelenen ve bu Yönetmelikteki şartları taşıdığı tespit edilen muayenehanelere uygunluk belgesi düzenlenir. Bu süre içerisinde yeni uygunluk belgesi almayan muayenehanelerin valilikçe faaliyeti durdurulur.” MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğe aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 8 – (1) Bakanlık, tıbbi kayıtların bildirimine ilişkin bilgi işletim sistemini 3/8/2010 tarihinden itibaren bir ay içerisinde kurar. Sağlık kuruluşları bu sistemin kurulmasından sonra bildirime başlar.” MADDE 8 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 9 – Bu Yönetmelik hükümlerini Sağlık Bakanı yürütür. Yönetmeliğin Yayımlandığı Resmî Gazete'nin Tarihi Sayısı 15/2/2008 26788 Yönetmelikte Değişiklik Yapan Yönetmeliklerin Yayımlandığı Resmî Gazete'nin Tarihi Sayısı 1 23/7/2008 26945 2 11/3/2009 27166 3 31/12/2009 27449 (5. Mükerrer) 4 10/3/2010 27517 [R.G. 3 Ağustos 2010 – 27661] —— • —— Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kararı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığından: 30/4/2010 tarihi itibari ile 1 inci dereceye yükselip 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 32 nci maddesi uyarınca 30/4/2010 tarihinden geçerli olmak üzere ilk defa birinci sınıfa ayrılma incelemesine tabi tutulan adli yargı hâkim ve Cumhuriyet savcılarının adlarını gösterir liste aşağıda gösterilmiştir. Sürelerini bitirdikleri halde bu listede adlarını göremeyenler yayım tarihinden itibaren 1 ay içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na yazılı başvurmak sureti ile durumlarının incelenmesini isteyebilirler. [R.G. 29 Temmuz 2010 – 27656] —— • —— Yargıtay Kararları Yargıtay 2. Hukuk Dairesinden: Esas No : 2009/9298 Karar No : 2010/11001 YARGITAY İLAMI İncelenen Kararın: Mahkemesi : Bucak Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi Tarihi : 19/12/2006 Numarası : Esas No: 2006/374 Karar No: 2006/363 Davacı : Aslı Ferda Çalışkan Davalı : Maksut Çalışkan Dava Türü : Boşanma Temyiz Eden : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hükmün kanun yararına bozulması Adalet Bakanlığının yazısı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istenilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü. Davacı Ferda Çalışkan tarafından 12/10/2006 tarihinde eşi Maksut Çalışkan aleyhine açılan boşanma davasında tarafların mahkeme önünde anlaştıklarını beyan etmeleri üzerine davanın kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır. Türk Medeni Kanununun l66/3. maddesinde, evlilik en az bir yıl sürmüş ise eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılacağı öngörülmüştür. Dosyada mevcut nüfus kaydından, tarafların 11/12/2005 tarihinde evlendikleri anlaşılmış olup, dava tarihine göre henüz bir yıllık yasal süre dolmamıştır. Mahkemece yasal bir yıllık süre şartının gerçekleşmemiş olması nedeniyle tarafların delilleri sorulup gösterdikleri takdirde toplanarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427/6. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin açıklanan sebeple kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi. 3/6/2010 —— • –— Yargıtay 2. Hukuk Dairesinden: Esas No : 2009/9299 Karar No : 2010/11210 YARGITAY İLAMI İncelenen Kararın: Mahkemesi : Kartal 1. Aile Mahkemesi Tarihi : 9/4/2008 Numarası : Esas No: 2008/132 Karar No: 2008/262 Davacı : Zeynep Şıh’a Velayeten Gülsen Şıh Davalı : Hasımsız Dava Türü : Evlenmeye İzin Verilmesi Temyiz Eden : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hükmün kanun yararına bozulması Adalet Bakanlığının yazısı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istenilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü. Davacı Zeynep Şıh tarafından 8/2/2008 tarihinde hasımsız olarak açılan davada, evlenmesine izin verilmesinin istendiği, annesi Gülsen Şıh tarafından davaya muvafakat edildiği, yurt dışında olan babasının dinlenilmediği, mahkemece davanın kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 124/2. maddesi ile "ancak, hakim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple on altı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Olanak bulundukça karardan önce ana ve baba veya vasi dinlenir "hükmü getirilmiştir. Evlenmesine izin verilmesi istenilen 4/12/1992 doğumlu Zeynep Şıh’ın dava tarihinde on altı yaşını doldurmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, yasal şartın oluşmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken Türk Medeni Kanununun l24/2. maddesi hükmüne aykırı olarak evlenmeye izin verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427/6. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin açıklanan sebeple kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi. 7/6/2010 [R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658] —— • —— Yargıtay 18. Hukuk Dairesinden: Esas No : 2010/5491 Karar No : 2010/8684 YARGITAY İLAMI Davacı Nesrin Şentürk ile davalı Nüfus Müdürlüğü arasındaki davada Gaziosmanpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen ve Yargıtay'ca incelenmeksizin kesinleşmiş bulunan 22.10.2008 günlü ve 2008/199-2008/436 sayılı kararın yürürlükteki hukuka aykırı olduğu savıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 05.05.2010 gün ve Hukuk-2010/100719 sayılı yazısıyla kanun yararına temyiz edilerek bozulması istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm kağıtlar okunup gereği düşünüldü: YARGITAY KARARI Davacının, Nüfus Müdürlüğü aleyhine açtığı davada, davacının 04.09.1984 olan doğum tarihinin 09.04.1984 ve Kordjali olan doğum yerinin de Kırcaali olarak düzeltilmesini istediği, mahkemece davanın kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır. Dosyada bulunan nüfus kayıt örneğinden, davacının Nermin adındaki kardeşinin doğum tarihi de davacı gibi 04.09.1984 olarak yazılmıştır. Mahkemece, ikizlerden birinin yaş tashihi söz konusu olunca her ikisinin birlikte sağlık kuruluna sevk edilerek ikiz olup olmadıkları ve yaşları hususunda alınacak heyet raporuyla durumun aydınlatılması gerekirken, ikizlik kaydı bertaraf edilmeden eksik inceleme ve yetersiz araştırmayla davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur. Bu itibarla yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün HUMK.'nun 427. maddesi gereğince sonuca etkili olmamak kaydıyla kanun yararına BOZULMASINA ve gereği yapılmak üzere kararın bir örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, 08.06.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi. [R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658] —— • —— Yargıtay 14. Hukuk Dairesinden: Esas No : 2010/5842 Karar No : 2010/6880 YARGITAY İLAMI Mahkemesi : Akçakale Asliye Hukuk Mahkemesi Tarihi : 14/1/1999 Numarası : 1999/88-1999/74 Davacı-K.Davalı : Selahattin ÖZTÜRK Davalı-K.Davacı : Gülüstan ÖZTÜRK Vd. Davacı-K.Davalı vekili tarafından, davalılar-k. davacılar aleyhine 11/1/1999 gününde verilen dilekçe ile alacak, 11/1/1999 tarihli karşı dava ile de tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; asıl ve karşı davanın kabulüne dair verilen 14/1/2009 günlü hükmün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 22/6/1999 gün ve 9062291 sayılı tebligatnamesi ile HUMK.'nun 427/6 maddesi uyarınca kanun yararına bozulması istenilmiş olmakla, dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü: KARAR Davacı, Bursa, Osmangazi, Yunuseli Köyü'nde bulunan 866 parsel sayılı taşınmazı 12/7/1997 günlü taahhütname ile davalılara sattığını, davalıların satış bedelini ödenmediğini ileri sürerek, 210 YTL'nin davalıdan alınmasını istemiştir. Karşı davada ile de davacılar, dayanılan harici satış senedi uyarınca 866 parsel sayılı taşınmazın mülkiyetinin devri gerektiği halde, tapu kaydının devredilmediğini ileri sürerek payları oranında adlarına tescilini istemişlerdir. Mahkemece, tarafların davaları karşılıklı kabulü nedeniyle davaların kabulüne karar verilmiştir. Tapu kaydından, Bursa ili, Osmangazi ilçesinde bulunduğu anlaşılan taşınmaz mülkiyetinin aktarımı için Akçakale Mahkemelerinde dava açılmış ve istek hüküm altına alınmıştır. Taşınmaz mülkiyetinin intikalini sağlamak amacıyla açılan davanın HUMK'nun 13. maddesindeki kesin yetki hükmü gözetilerek "taşınmazın bulunduğu yer" mahkemesinde açılması kuralı kamu düzenine ilişkin ve kesindir. Bu konuda HUMK'nun 22. maddesi uyarınca yetki sözleşmesi yapılamaz. Şayet dava, yetkisi olmayan bir mahkemede açılmışsa, işin esası incelenmeksizin "yetkisizlik kararı" verilmesi gerekir. Diğer yandan, hakimin re'sen Türk Kanunları gereğince hüküm vermesi zorunludur. Tarafların kamu düzeni ile ilgili hükümlerine aykırılık oluşturan kabul beyanları da hukuki sonuç doğurmaz. Bütün bunlara göre mahkemenin yetkisiz olduğu gözetilerek dava dilekçesinin reddi yönünden davanın reddine karar vermesi gerekirken, çekişmenin esası hakkında hüküm kurması doğru olmamıştır. Karar açıklanan nedenle bozulmalıdır. SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 426/6 maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin yukarıda açıklanan nedenle kabulüne, hükmün sonuca etkili olunmamak üzere BOZULMASINA ve gereği yapılmak üzere karar bir örnek ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmesine, 11/6/2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi. [R.G. 4 Ağustos 2010 – 27662] —— • —— Danıştay Kararı Danıştay Onüçüncü Daire Başkanlığından: Esas No : 2010/733 Karar No : 2010/3678 Kanun Yararına Temyiz İsteminde Bulunan: Danıştay Başsavcılığı Davacı : Çelikler Yaylı Petrol Ürünleri Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. Vekili : Av. Lütfi Arslan Kırcaali Mah. Cami Sokak, Akçay İş Merkezi, No: 7, D: 18 Osmangazi BURSA Davalı : Yeşil Vergi Dairesi Müdürlüğü - BURSA İstemin Özeti : Çelikler Yaylı Petrol Ürünleri Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nin lisans almaksızın bayilik faaliyetinde bulunduğundan bahisle verilen idarî para cezasının tahsili amacıyla adına düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddi üzerine 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 58. maddesi uyarınca, ödeme emrinin konusu olan idarî para cezasının %10’u oranında haksız çıkma zammının tahsili amacıyla düzenlenen 12.3.2007 tarih ve 19 sıra nolu ceza ihbarnamesinin iptali istemiyle açılan davada, Bursa 1. İdare Mahkemesi’nin 21.10.2008 tarih ve E:2007/713, K:2008/1017 sayılı kararı ile, davacı şirket adına düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin Bursa 1. İdare Mahkemesi'nin 16.02.2007 tarih ve E:2006/2522, K:2007/197 sayılı kararının temyizi üzerine Danıştay Onüçüncü Dairesi'nin 28.01.2008 tarih ve E:2007/6037, K:2008/1610 sayılı kararı ile onandığı, 6183 sayılı Yasa'nın 58. maddesi uyarınca, davasında haksız çıkan davacıdan ödeme emrine konu alacağın % 10'u oranında haksız çıkma zammının tahsilinde hukuka aykırılık bulunmadığı, davanın esastan veya süre aşımı nedeniyle reddedilmesinin aynı hukukî sonucu doğuracağı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen karara yapılan itirazın Bursa Bölge İdare Mahkemesi'nin 14.04.2009 tarih ve E:2009/893, K:2009/1187 sayılı kararı ile reddedilmesi ve kararın düzeltilmesi isteminin Bursa Bölge İdare Mahkemesi'nin 24.09.2009 tarih ve E:2009/3136, K:2009/3113 sayılı kararı ile reddedilerek kesinleşmesi üzerine, Danıştay Başsavcılığı tarafından Bursa 1. İdare Mahkemesi'nin 21.10.2008 tarih ve E:2007/713, K:2008/1017 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulması istenilmektedir. Danıştay Başsavcısı Yılmaz ÇİMEN'in Düşüncesi: Çelikler Yaylı Petrol Ürünleri Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi vekili Av. Lütfî Arslan tarafından, bayilik lisansı almadan akaryakıt satışı yaptığından bahisle davacı şirkete Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunca verilen, 57.156,00-TL idari para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmesinden sonra, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 58. maddesi uyarınca, ödeme emri konusu olan idari para cezasının %10'u oranında 5.175,60- TL haksız çıkma zammının tahsili amacıyla davacı şirket adına düzenlenen 12.3.2007 günlü, 19 sıra nolu ceza ihbarnamesinin iptali istemiyle açılan davanın reddine ilişkin olarak, Bursa 1. İdare Mahkemesinin tek hakimle verdiği 21.10.2008 günlü, E:2007/713, K:2008/1017 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, kanun yararına bozulması konusunda, Danıştay Başsavcılığını bilgilendiren dilekçe üzerine konu incelendi; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kanun yararına bozma" başlıklı 51 inci maddesinde, bölge idare mahkemesi kararları ile idare ve vergi mahkemelerince ve Danıştay'ca ilk derece mahkemesi olarak verilip, temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabileceği, temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın kanun yararına bozulacağı, bu bozma kararının daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını ortadan kaldırmayacağı hükme bağlanmıştır. Davacı şirketin, 20.03.2005 tarihinden sonra bayilik lisansına işletmeksizin 16 GU 452 plakalı seyyar tanker vasıtasıyla akaryakıt satışı yaptığının tespit edilmesi üzerine, 5015 sayılı Kanun'un 19/2-b-2 maddesi ve anılan maddenin dördüncü fıkrası hükmü uyarınca, idari para cezası uygulanmasına ilişkin Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'nun 10.04.2006 tarih ve 717/19 sayılı kararı alınmış, söz konusu idari para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen 19.6.2006 günlü, 001 sayılı ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın; Bursa 1. İdare Mahkemesi'nin 16.02.2007 günlü, E:2006/2522, K:2007/197 sayılı kararı ile süre aşımı yönünden reddine karar verilmesinden sonra, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 58. maddesi uyarınca ödeme emri konusu olan idari para cezasının %10'u oranında 5.175,60- TL haksız çıkma zammının tahsili amacıyla düzenlenen ceza ihbarnamesinin iptali istemiyle açılan davada, Bursa İdare Mahkemesinin tek hakimle verdiği 21.10.2008 günlü, E:2007/713, K:2008/1017 sayılı kararla davanın reddedildiği, bu karara karşı yapılan itiraz başvurusunun da Bursa Bölge İdare Mahkemesinin 14.4.2009 günlü, E:2009/893, K:2009/l187 sayılı kararı ile reddedildiği anlaşılmaktadır. Uyuşmazlık, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davada; hangi hallerde "tamamen veya kısmen haksız" çıkılmış olunacağına ilişkin bulunmaktadır. 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun, işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte olan 58. maddesinde, "Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur. Borcun bir kısmına itiraz eden borçlunun o kısmın cihet ve miktarını açıkça göstermesi lazımdır, aksi halde itiraz edilmemiş sayılır. İtirazda bulunan borçlu bu kanuna göre teminat gösterdiği takdirde takip muamelesi itirazlı borç miktarı için ve itiraz komisyonunca bu hususta karar verilinceye kadar durdurulur. İtiraz komisyonu bu itirazları en geç 7 gün içinde karara bağlamak mecburiyetindedir. İtirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan, hakkındaki itirazın reddolunduğu miktardaki amme alacağı %10 zamla tahsil edilir. İtiraz komisyonlarının bu konudaki kararları kesindir. Borcun tamamına bu madde gereğince vaki itirazların tamamen veya kısmen reddi halinde, borçlu ret kararının kendisine tebliği tarihinden itibaren 7 gün içinde mal bildiriminde bulunmak mecburiyetindedir. Borcun bir kısmına karşı bu madde gereğince vaki itirazlar mal bildiriminde bulunma müddetini uzatamaz" hükmüne yer verilmiştir. 6183 sayılı Kanunun 58. maddesinde adlandırılmayan ancak öğreti ve içtihatlarda "haksız çıkma zammı" olarak tanımlanan alacağın, borçludan istenebilmesi için, öncelikle borçlunun, ödeme emrinin iptali istemiyle açtığı davada; tamamen veya kısmen haksız olduğunun dava sonucu verilen kararla ortaya konulması, haksız çıkma zammı olarak tahsil edilecek tutarın, reddolunan miktar üzerinden hesaplanması gerektiğinden, ödeme emrine karşı açılan davada verilecek kararın, bu hesaplamanın yapılmasına dayanak olacak şekilde, uyuşmazlığın esasının incelenmesi sonucunda haksız çıkıldığını ortaya koyar nitelikte olması gerekir. 2575 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile bu kanun kapsamındaki uyuşmazlıkların çözümünde uygulanacak usuller kurala bağlanmış olup, anılan Yasanın 14. maddesinde dava dilekçeleri üzerinde yapılacak ilk inceleme hususları, 15 inci maddesinde ise; ilk inceleme yönünden saptanacak aykırılıklarla ilgili verilecek kararlar gösterilmiş, bu çerçevede süre aşımının, ilk inceleme konusu olduğu, bu durumun saptanması halinde, davanın süre aşımı yönünden reddedileceği düzenlemesi yapılmıştır. 2575 sayılı Kanunun 14 üncü ve 15 inci maddeleri hükümleri gereği, davada süre aşımının bulunması halinde, uyuşmazlığın esasının incelenmesine olanak bulunmamaktadır. İdari yargıda açılan bir iptal davasında, davacının haklı olup olmadığı ancak davaya konu idari işlemin; yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden hukuki denetiminin yapılması suretiyle ortaya konulabilmektedir. Uyuşmazlıkta, idari para cezasının tahsili amacıyla davacı şirket adına düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davada, 2575 sayılı Yasanın 14 üncü maddesi uyarınca yapılan ilk inceleme sonucu, davada süre aşımı bulunduğu nedeniyle anılan Yasanın 15 inci maddesi uyarınca davanın süre yönünden reddine ilişkin karar verilmiş olup, dava konusu idari işlemin 6183 sayılı Yasanın 58 inci maddesinde sayılan itiraz nedenleri yönünden esasa ilişkin olarak incelenmediği, söz konusu kararda, davacının iddialarında haklılığının veya haksızlığının tespitine esas olacak bir hükme yer verilmediği anlaşıldığından, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davada, davacının haksız çıktığından bahisle, 6183 sayılı Kanunun 58 inci maddesi uyarınca haksız çıkma zammının tahsili amacıyla ceza ihbarnamesi düzenlenmesinde hukuka uygunluk bulunmamaktadır. Bu durumda; İdare Mahkemesi'nce, davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır. Nitekim benzer bir uyuşmazlık nedeniyle Danıştay Dördüncü Dairesince verilen E:2005/1164, K:2005/2267 sayılı kararda da, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolundaki kararla davacının davasında haksız çıkma durumunun gerçekleşmediği kabul edilmiştir. Açıklanan nedenle, niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı sonuç ifade eden, Bursa 1. İdare Mahkemesi'nin tek hakimle verdiği 21.10.2008 günlü, E:2007/713, K:2008/1017 sayılı kararının; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 51 inci maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir. Danıştay Tetkik Hâkimi Cengiz MASYAN'ın Düşüncesi: Uyuşmazlık davacı şirket adına düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın süre yönünden reddedilmesi üzerine haksız çıkan davacıdan, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 58. maddesinin 5. fıkrası uyarınca ödeme emrine konu kamu alacağının %10'u oranında haksız çıkma zammının tahsili için düzenlenen ceza ihbarnamesine ilişkindir. 6183 sayılı Yasa'nın 58. maddesinin 5. fıkrasında, itirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan itirazının reddolunduğu miktardaki alacağın % 10 zamla tahsil edileceği kurala bağlanmıştır. Uyuşmazlıkta ise, davacı şirket tarafından, adına düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddedildiği tartışmasız olup, davacının tamamen veya kısmen haksız çıktığı yönünde bir saptama mevcut olmadığından, kamu alacağının davacı şirketten % 10 zamla tahsil edilmesinin hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Açıklanan nedenle, idare mahkemesi kararının kanun yararına bozulması gerektiği düşünülmektedir. TÜRK MİLLETİ ADINA Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosya incelendikten sonra gereği görüşüldü: Davacı şirket adına düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddi sonucu, davacı şirketten ödeme emrinin konusu kamu alacağının % 10 zamla tahsil edilmesine ilişkin olarak düzenlenen 12.03.2007 tarih ve 1/19 sayılı vergi ceza ihbarnamesinin iptali istemiyle açılan davanın reddine ilişkin Bursa 1. İdare Mahkemesinin 21.10.2008 tarih ve E:2007/713, K:2007/1017 sayılı kararına davacı şirketçe yapılan itirazın ve kararın düzeltilmesi isteminin Bölge İdare Mahkemesi'nce reddedilmesi üzerine Danıştay Başsavcılığı tarafından kanun yararına bozulması istenilmektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kanun yararına bozma" başlıklı 51. maddesinde, bölge idare mahkemesi kararları ile idare ve vergi mahkemelerince ve Danıştay'ca ilk derece mahkemesi olarak verilip, temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabileceği, temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın kanun yararına bozulacağı, bu bozma kararının daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını ortadan kaldırmayacağı, bozma kararının bir örneğinin ilgili bakanlığa gönderileceği ve Resmî Gazete'de yayımlanacağı kuralı bulunmaktadır. Öte yandan, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 58. maddesinde, "Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur. Borcun bir kısmına itiraz eden borçlunun o kısmın cihet ve miktarını açıkça göstermesi lazımdır, aksi halde itiraz edilmemiş sayılır. İtiraz komisyonu bu itirazları en geç 7 gün içinde karara bağlamak mecburiyetindedir. İtirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan, hakkındaki itirazın reddolunduğu miktardaki amme alacağı % 10 zamla tahsil edilir. İtiraz komisyonlarının bu konudaki kararları kesindir. Borcun tamamına bu madde gereğince vaki itirazların tamamen veya kısmen reddi halinde, borçlu ret kararının kendisine tebliği tarihinden itibaren 7 gün içinde mal bildiriminde bulunmak mecburiyetindedir. Borcun bir kısmına karşı bu madde gereğince vaki itirazlar mal bildiriminde bulunma müddetini uzatamaz." hükmüne yer verilmiştir. Yukarıda metnine yer verilen 6183 sayılı Kanun'un 58. maddesi uyarınca kamu alacağının % 10 zamla tahsil edilebilmesi için ilgili adına düzenlenen ödeme emrine karşı açılan dava sonucunda tamamen veya kısmen haksız çıktığının yargı kararı ile ortaya konulması, yasal düzenlemede yer alan zammın tutarının tamamen veya kısmen reddolunan miktar üzerinde hesaplanması gerekmektedir. Dosyanın incelenmesinden, davacı şirketin lisans almaksızın bayilik faaliyetinde bulunduğunun saptandığından bahisle 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun 19. maddesi uyarınca verilen idarî para cezasının tahsili amacıyla adına düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın Bursa 1. İdare Mahkemesi'nin 16.02.2007 tarih ve E:2006/2522, K:2007/197 sayılı kararı ile süre yönünden reddedilmesi sonucu, davacının ödeme emrine karşı açtığı davada haksız çıktığından bahisle ödeme emrine konu kamu alacağının % 10 zamla birlikte tahsili için düzenlenen 12.03.2007 tarih ve 1/19 sayılı vergi/ceza ihbarnamesinin iptali istemiyle açılan davanın, Bursa 1. İdare Mahkemesi'nin 21.10.2008 tarih ve E:2007/713, K:2008/1017 sayılı kararı ile reddedildiği, davacı şirketin itirazının Bursa Bölge İdare Mahkemesi'nin 14.04.2009 tarih ve E:2009/893, K:2009/1187 sayılı kararı ile reddedildiği ve kararın düzeltilmesi isteminin Bursa Bölge İdare Mahkemesi'nin 24.09.2009 tarih ve E:2009/3136, K:2009/3113 sayılı kararı ile reddedildiği anlaşılmaktadır. Uyuşmazlıkta, davacı şirkete verilen idarî para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın işin esasına girilmeksizin süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle, ödeme emrinin, 2577 sayılı Yasa'nın 2. maddesinde öngörülen yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden hukukî denetiminin yapılmamış olması karşısında, davacı şirketin, 6183 sayılı Yasa'nın 58. maddesinin 5. fıkrasında düzenlenen anlamda tamamen veya kısmen haksız olduğu veya haklı olduğu hususu saptanmadığından, tamamen haksız çıktığından bahisle düzenlenen vergi/ ceza ihbarnamesinde ve bu ihbarnamenin iptali istemiyle açılan davanın reddine ilişkin idare mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 51. maddesi uyarınca Danıştay Başsavcılığı'nın kanun yararına temyiz isteminin kabulüne, Bursa 1. İdare Mahkemesi'nin 21.10.2008 tarih ve E:2007/713, K:2008/1017 sayılı kararının kanun yararına ve hükmün sonuçlarına etkili olmamak koşulu ile bozulmasına, kararın bir örneğinin Maliye Bakanlığı ile Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmesine ve Resmî Gazete'de yayımlanmasına, 03.05.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. [R.G. 3 Ağustos 2010 – 27661] —— • —— Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2010/49 Karar Sayısı Karar Günü : 2010/87 : 7.7.2010 İPTAL DAVASINI AÇAN: Ankara Milletvekili Hakkı Suha OKAY, Milletvekili Kemal ANADOL ile birlikte 111 milletvekili İzmir İPTAL DAVASININ KONUSU: 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un; A) Kanun teklifinin getirilmesi, Anayasa Komisyonunda görüşülmesi, TBMM Genel Kurulunda görüşülüp oylanması, ivedilikle görüşülme yasağı ve yöneldiği amaç bakımından tüm maddelerinin; B) Ayrıca özel Anayasaya aykırılık nedenleriyle de: 1- 8. maddesiyle 7.11.1982 günlü, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 74. maddesine, üçüncü fıkrasını yürürlükten kaldırılarak eklendiği ifade edilen; madde başlığında yer alan “… ve kamu denetçisine başvurma…” ibaresinin ve üçüncü fıkrada yer alan “… ve kamu denetçisine başvurma… “ ibaresi ile dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarının, 2- 14. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 144. maddesinin, 3- 16. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 146. maddesinin birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarının, 4- 19. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 149. maddesinin a- Birinci fıkrasının “Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır.” Biçimindeki dördüncü tümcesinin, b- Üçüncü fıkrasının, 5- 22. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 159. maddesinin ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci, dokuzuncu, onuncu, onbirinci, onikinci, onüçüncü fıkralarının, 6- 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen; a- Geçici Madde 18’in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarının, b- Geçici Madde 19’un birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç), (d), (e) bendlerinin, ikinci fıkrasının, üçüncü fıkrasının, dördüncü fıkrasının, altıncı fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin, yedinci ve sekizinci fıkralarının, 7- 26. maddesinde yer alan “…ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle… “ ibaresinin, Anayasa’nın 2., 4., 87. ve 175. maddelerine aykırılığı savıyla iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir. I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “I.A. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un Tümünü İlgilendiren Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri I.A.1. Teklifin Getiriliş Biçimi Bakımından 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175 inci maddesinde “Anayasanın değiştirilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir… Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, bu maddedeki kayıtlar dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tabidir” hükmü yer almaktadır. Bu hükümden hemen anlaşılabileceği gibi, teklif bakımından, Anayasa değişikliğine yönelik kanunlar ile diğer kanunlar arasında iki önemli fark bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, Anayasa değişikliğine ilişkin olmayan kanun teklifleri tek bir milletvekili tarafından yapılabilirken, Anayasa değişikliğine yönelik kanun teklifleri için TBMM üye tamsayısının en az üçte birinin imzasının gerekmesidir. İkinci fark ise, Bakanlar Kurulunun sıradan kanunlar için tasarı ile değişiklik önermesi mümkün iken, Anayasa değişikliklerinin yalnız milletvekillerince teklif edilebilmesidir. “Tasarı” ve “teklif” arasındaki görünürdeki temel ayrım, sunulan metni imzalayanların kişisel ve kurumsal farklılığı olmakla birlikte, gerçekteki temel ayrım, “imza iradesi”dir. Bu iradenin gerekli incelemeyi, araştırmayı ve usulü yansıtması gerekir. Anayasanın 175 inci maddesiyle getirilen teklif kuralı, aynı zamanda “tasarı” yasağını içermektedir. Bu yasak, Anayasanın Anayasa değişikliklerinin bakan ya da başbakanların değil, tamamıyla milletvekillerinin iradesinin ürünü olmasını istemesinden kökenlenmektedir. Bir metnin teklif niteliğini taşıyabilmesi, tasarı ya da bir parti metni olmamasına; o metnin tümüyle milletvekili iradesine dayanmasına bağlıdır. Oysa 7.5.2010 tarih ve 5982 sayılı Kanunun teklif olarak sunulmadan önce geçirdiği süreç, bu Anayasa değişikliğinin tümüyle milletvekili iradesine dayalı bir öneri niteliğini taşımadığını; Başbakanın başkanlığında bir tasarı gibi hazırlandığını; daha sonra hazırlanan metne sadece Adalet ve Kalkınma Partisi TBMM Grubundaki milletvekillerinin imzalarının alınması yoluyla bir teklif görünümü kazandırılarak, Anayasaya uygunluğun sağlanmaya çalışıldığını göstermektedir. Ancak bu durum, Anayasa değişikliği teklifinin, teklif görünümü verilmiş bir kanun tasarısı olduğu gerçeğini değiştirmeye yetmemektedir. Kaldı ki bizzat Başbakan bile, bu Anayasa değişikliği teklifinden çoğu kez “tasarı” olarak söz etmek suretiyle durumu açıkça ifade etmiş; durum, kamuoyunca da böyle algılanmıştır. Dahası, oylama sürecinde Adalet ve Kalkınma Partisinin üç kez grup toplantısı yapması; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “ya tarih yazarsınız ya tarih bizi siler” açıklaması da, değişiklik önerisinin bizzat Başbakanca sahiplenildiğini ortaya koymaktadır. Böyle bir durumun Anayasanın 175 inci maddesinin birinci fıkrasına aykırı düştüğü açıktır. Öte yandan, Anayasa değişikliğinin bir tasarı niteliğini taşımasına rağmen, teklif görünümü verilmeye çalışılarak önerilmesi, kamunun hukuka güven duygusunu da sarsmıştır. Bu da hukuk devleti ile bağdaşmaz. Çünkü Anayasa Mahkemesinin de belirttiği gibi, “hukuk devleti, bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir” (Bkz. AYMK. 2.7.2009 günlü E.2005/66, K.2009/102). “Vatandaşların Devlete karşı güven duyabilmeleri, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri hukuk güvenliğinin sağlandığı bir sistem içinde olanaklıdır” (Bkz. AYMK. 28.9.1995 günlü E.1995/24, K.1995/52). Bu durum, 5982 sayılı Kanunun, bir tasarı niteliği taşımasına rağmen teklif görünümü verilerek önerilmesinin, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen ve hukuk güvenliği temel unsuru olan “hukuk” devleti ilkesine de aykırı olduğunu ortaya koymaktadır. 5982 sayılı Kanun bir Anayasa değişikliği gerçekleştirdiği için bu aykırılık, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesinin Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirilmezlik ilkesine aykırı olarak değiştirildiği anlamına gelmektedir. Bu da yasakoyucuya yetki tanınmamış bir husustur ve Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddelerine aykırıdır. Bu açıklamalardan hareketle, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun daha teklif edilirken, Anayasaya aykırı düştüğü ve bu aykırılığın 5982 sayılı Kanunun tüm hükümlerini ilgilendirdiğini göstermektedir. Anayasanın 148 inci maddesinde, Anayasa Mahkemesine Anayasa değişikliklerini şekil açısından denetleme yetkisi verilmiş ve bu şekil denetiminin teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı olduğu belirtilmiştir. Yukarıda belirtilen hususlar “teklif” unsuru ile ilgili olduğundan Anayasa Mahkemesinin denetim alanı içinde kalacağı kuşkusuzdur. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunu, tüm hükümleri bakımından şekil açısından denetleyerek Anayasanın 175 inci maddesine aykırı biçimde, teklif görünümü verilmeye çalışılmış bir tasarı olarak önerildiği gerekçesiyle iptal etmesi gerekmektedir. Aynı zamanda yukarıda açıklandığı gibi yapılan bu Anayasa değişikliği önerisi, bir tasarı niteliği taşıması bakımından, yukarıda açıklandığı gibi hukuk güvenliği temel unsurlarından birisi olan ve Anayasamızın 2 inci maddesinde açıklanmış bulunan hukuk devleti ilkesini değiştirici niteliği nedeniyle Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddesine de aykırı düşmüştür. Bu da bir başka iptal nedenidir. I.A.2. Anayasa Komisyonundaki Görüşme Biçimi Bakımından 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun Anayasa Komisyonunda görüşülmesi aşamasında da, Anayasaya aykırı uygulamaların yapıldığı görülmektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ ve Samsun Milletvekili Suat Kılıç ile 214 Milletvekili “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi”ni TBMM Başkanlığı’na sunmuşlar ve 2/650 E. sayılı bu teklif, TBMM Başkanlığınca Anayasa Komisyonuna havale edilmiştir. Anayasa Komisyonu Başkanı bu teklifi görüşmek üzere Anayasa Komisyonunu 07.04.2010 Çarşamba günü 10:30 da toplantıya davet etmiş ve bunu TBMM’ndeki siyasi parti grup başkanlıklarına yazı ile bildirmiştir. Ancak daha sonra, söz konusu teklifteki milletvekili imzalarının “stok imza” olarak adlandırılan, milletvekillerinden hangi konuda kullanılacağı belirtilmeden önceden alınan imzalar olduğu; bu nedenle de aralarında TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in de imzası bulunduğu ortaya çıkmıştır. Ancak TBMM Başkanlığına verilen kanun teklifindeki imzaların bulunduğu çizelge Anayasa Komisyonuna gelme aşamasında değiştirilmiş, ikinci stok imza teklif metnine eklenerek Anayasa Komisyonuna sunulmuştur. Bu gelişmelerden sonra 61 Milletvekili 2/650 E. Sayılı kanun teklifinden imzalarını geri çekmişlerdir. Bunun üzerine Anayasa Komisyonu Başkanı, 2/650 E. sayılı Teklifi, Anayasa Komisyonunda görüşmeye açmadan, resen ve imza sayısının Anayasanın 175 inci maddesinde öngörülen yetersayının altına düştüğü gerekçesi ile TBMM Başkanlığı’na geri göndermiş ve 2/650 E. sayılı teklifin görüşüleceği 07.04.2010 tarihli toplantıyı iptal etmiştir. Bu arada Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanı İstanbul Milletvekili Recep Tayyip ERDOĞAN VE 264 milletvekili, “07.11.1982 Tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi”ni TBMM Başkanlığına sunmuşlar ve 2/656 E. sayılı bu teklif Anayasa Komisyonuna havale edilmiş; Anayasa Komisyonu Başkanı bu teklifi görüşmek üzere Anayasa Komisyonunu 8 Nisan 2010 tarihinde toplantıya davet etmiştir. 2/656 E. sayılı kanun teklifi, Anayasa Komisyonunda görüşülerek kabul edilmiş; TBMM’de de kabulünden sonra 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun olarak, Resmi Gazete’de halkoyuna sunulmak üzere yayımlanmıştır. Bu süreçte göze çarpan Anayasaya aykırı uygulamaları şu şekilde özetlemek mümkündür: • Bir Anayasa değişikliği teklifi Anayasa Komisyonunun gündemine alındıktan ve hatta toplantı tarihi belirlendikten ve toplantı daveti yapıldıktan sonra bu teklifteki kimi imzalar geri çekilmiş ve kalan imzalar Anayasanın öngördüğü kabul yetersayısının altına düşmüşse; bu durumda Komisyonun TBMM İçtüzüğünün 26 ncı maddesi uyarınca gündemine sahip çıkması ve önergenin akıbeti hakkında karara varması gerekir. (Bkz.Dr. Erdal Onar, “1982 Anayasasında Anayasayı Değiştirme Sorunu; Ankara 1993, sa.1, dipnot 28) Böyle bir durumda Anayasa Komisyonu Başkanının yapılacak işlemi belirlemek için Komisyonda müzakere açmak yerine, Anayasa değişikliği teklifini, teklifteki imzaların kimilerinin geriye alınması nedeniyle, Anayasanın öngördüğü teklif yetersayısının altına düştüğü gerekçesiyle res’en TBMM Başkanlığına geri göndermesi kabul edilemez ve Anayasa Komisyonunun gündemine sahip olmasını, TBMM İçtüzüğünün 26 ncı maddesine aykırı olarak engelleyen bir durumdur. • Belli sayıda imza ile yapılabilecek olan Anayasa değişikliği teklifleri, kollektif bir iradenin kullanımı sonucunda yapılan ortak irade beyanları niteliğini taşıdıkları için, bu tekliflerin geri alınması da, ancak aynı toplu irade tarafından yapılabilir; yani yukarıdaki koşullar doğrultusunda yapılmış bir anayasa değişikliği teklifinin geri alınmış olması sonucu, ancak teklifi yapanların tümünün imzalarını geri çekmeleri halinde doğar. Nitekim, Anayasa Mahkemesi de 25.7.2005 günlü, E.2004/2 (Siyasi Parti-İhtar), K.2005/4 sayılı kararında bu hususu vurgulamıştır. Bu nedenle 2/650 E. sayılı kanun teklifini imzalayanlardan sadece altmış bir kişinin imzasını geri çekmesi, bu teklifin geri alınmış olduğu sonucunun doğması için yeterli değildir. Bu bakımdan 2/650 E. sayılı kanun teklifinin söz konusu 61 kişi imzasını çekse bile, Anayasanın öngördüğü teklif yetersayısına uyularak TBMM Başkanlığına yapılmış ve Anayasa Komisyonunun gündemine girmiş geçerli bir teklif olma niteliğini koruduğunun kabul edilmesi gerekir. Bu durumda da, Anayasa Komisyonunun bu geçerliliğini koruyan teklifi, TBMM İçtüzüğünün 35 inci maddesinin verdiği yetki çerçevesinde, yakından ilgili olduğu 2/656 E. sayılı teklifle birleştirerek görüşme imkanının doğacağı açıktır. Ancak Anayasa Komisyonu Başkanının, 2/650 E. sayılı kanun teklifini, teklifteki imza sayısının Anayasanın 175 inci maddesinde öngörülen yetersayının altına düştüğü gerekçesiyle resen TBMM Başkanlığına iade etmesi, hem Anayasa Komisyonu Başkanı için bir yetki aşımı olmuş; hem de Anayasa Komisyonunu, gündemine hakim olarak TBMM İçtüzüğünün 26 ncı maddesi uyarınca 2/650 E. sayılı kanun teklifinin geçerliliğini müzakere ve karara bağlamak ve 2/656 E. sayılı kanun teklifi ile TBMM İçtüzüğünün 35 inci maddesi uyarınca birleştirerek görüşmek imkanından mahrum bırakmıştır. Bunun, milletvekillerinin Anayasanın 87 nci maddesinde TBMM’ne verdiği kanun koymak yetkisini, Anayasanın 95 inci maddesinin birinci fıkrası gereğince TBMM’nin yaptığı TBMM İçtüzüğünün 26 ncı ve 35 inci maddeleri doğrultusunda kullanmasını engelleyen bir durum olduğu ve Anayasanın 87 nci maddesine aykırı düştüğü ortadadır. Öte yandan, Komisyon Başkanının görevleri İçtüzükte sayılmıştır. Gündeme alınan bir tasarı ya da teklif hakkında karar verme yetkisi Başkanın değil, usulüne uygun olarak toplanan Komisyonundur. Başkan, Komisyona ait yetkiyi kullanmıştır. İçtüzük değişikliği niteliğindeki bu işlem, Komisyona ait karar yetkisinin, hukuka aykırı olarak Komisyon Başkanı tarafından kullanılması nedeniyle Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Söz konusu 5982 sayılı Kanun bir Anayasa değişikliği yaptığı için bu aykırılık, 5982 sayılı Kanunun Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti niteliğini değiştirdiği anlamına gelmektedir ki, bu da Anayasanın 4 üncü maddesindeki değişmezlik ilkesine aykırıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi Anayasamız, 148 inci maddesinde Anayasa Mahkemesine Anayasa değişikliği yapan kanunları şekil açısından denetleme yetkisini vermiş; şekil denetimini de teklif ve oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlandırılmıştır. Yukarıda belirtilen durum “teklif” aşaması ile ilgili ve söz konusu Kanunun tüm maddelerini ilgilendiren bir şekil aykırılığıdır ve Anayasa Mahkemesinin denetim alanına gireceği açıktır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tüm maddelerini, yukarıda açıklanan gerekçelerle Anayasanın 2 nci, 4 üncü, 87 nci ve 95 inci maddelerine aykırı olduğu için iptal etmesi gerekmektedir. I.A.3. Türkiye Büyük Millet Meclisinde Oylanma Biçimi Bakımından 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175 inci maddesinde Anayasanın değiştirilmesi hakkında kanun tekliflerinin kabulünde gizli oy esası getirilmiştir. Ancak 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun, TBMM’deki görüşmelerinde 1 ve 2 nci tur oylamalarında oy gizliliğine uyulmamış olduğu görülmektedir. Oy gizliliğinin ihlal edildiği; oy gizliliğinin sağlanması için önlem alınması gerektiği muhalefet partilerinin milletvekilleri ve Grup Başkanvekillerince sıklıkla dile getirilmesine, bu konuda tartışmalar yapılmış olmasına rağmen TBMM Başkanlığınca herhangi bir önlem alınmamıştır. Ekte sunulan belge ve bilgilerden, kimi milletvekillerinin diğerlerinin oy pulunu gördüğü, oy zarfını denetlediği, oy kabinine birlikte girdiği, bu görüntülerin özellikle 5982 sayılı kanunun çerçeve 8 inci maddesinin düşmesinden sonra yeni numarası ile çerçeve 16 ncı ve devamı ile çerçeve 22 inci maddelerinde ihlallerin doruk noktasına ulaştığı, sonuç olarak oylamalarda gizlilik ilkesinin ihlal edildiği açık olarak görülmektedir. Böyle bir durum, Anayasanın 175 inci maddesine açıkça aykırıdır ve bu aykırılık, söz konusu Kanunun 1 inci tur oylamalarında sözkonusu olsa bile, Kanunun tümünü geçersiz kılacak niteliktedir. Çünkü Kanunun 2 nci tur oylamaları ve tümü hakkındaki oylama 1 inci tur oylamaların hazırladığı zemin üzerinde yapılmaktadır. Anayasamızın 148 inci maddesinde, Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliği yapan Kanunları ancak şekil açısından denetleyebileceği bildirilmiş ve bu denetim teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlandırılmıştır. Bir oylamanın öngörülen çoğunlukta yapılıp yapılmadığı ancak geçerli oylar bakımından belirlenebilecek bir husustur. Bu nedenle oylama çoğunluğuna uyulup uyulmadığının anlaşılabilmesi için önce kullanılan oyların ne kadarının geçerli olduğu ortaya konulmalıdır. Oy gizliliğinin ihlal edilmiş olması ise, oyun geçerliliğini ortadan kaldıran bir durumdur. Bu nedenle, Anayasanın 148 inci maddesinin Anayasa Mahkemesine verdiği oylama çoğunluğuna uyulup uyulmadığını denetleme yetkisinin evleviyetle oylamanın geçerli olup olmadığı hususunu da içerdiği kabul edilmelidir. Duruma bu açıdan bakılınca, olayda Anayasa Mahkemesinin oylamanın geçerliliğini de denetlemesi ve oy gizliliğinin Anayasanın 175 inci maddesine aykırı olarak bozulduğu gerekçesiyle 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tümünü iptal etmesi gerektiği görülmektedir. I.A.4. İvedilikle Görüşülmeme Şartı Bakımından 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175 inci maddesinin 1987 tarih ve 3361 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki şeklinde “Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler ivedilikle görüşülemez” denirken; maddede, anılan Kanunla yapılan değişiklikten sonra, bu ifade “Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurulda iki defa görüşülür” şekline dönüştürülmüştür. Bu nedenle Anayasanın 148 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı” ibaresinin, “Anayasa değişikliği teklifinin TBMM Genel Kurulunda iki kere görüşülüp görüşülmediği” olarak anlaşılması gerekmektedir. (Bkz. Erdal Onar, “1982 Anayasasında Anayasayı Değiştirme Sorunu”, Ankara 1999, s. 153; Ergun Özbudun, “Türk Anayasa Hukuku”, Gözden Geçirilmiş 6. baskı, Ankara 2000, s. 151; Erdoğan Teziç, “Anayasa Hukuku”, 13. bası, İstanbul 2009, s. 171) 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun ise TBMM Genel Kurulunda Anayasanın öngördüğü biçimde iki defa görüşülmediği görülmektedir. Çünkü Anayasanın 175 inci maddesinde, Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, bu maddedeki kayıtlar dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tabi kılınmıştır. Kanunların TBMM Genel Kurulunda nasıl görüşüleceği, TBMM İçtüzüğünün 81 inci maddesinde belirtilmiştir. 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun TBMM Genel Kurulundaki birinci görüşmesinde, İçtüzüğün 81 inci maddesi hükmü doğrultusunda uygulama yapıldığı görülmektedir; ancak ikinci görüşmede, İçtüzüğün 81 inci maddesinde kanunlar için öngördüğü usulün dışına çıkılmış ve sadece maddeler üzerinde verilmiş değişiklik önergeleri görüşülmüş; siyasi parti gruplarına, maddeler üzerinde söz verilmemiştir. Böyle bir yöntemle yapılan ikinci görüşmenin Anayasanın 175 inci maddesinde belirtilen anlamda bir ikinci görüşme sayılamayacağı ortadadır. Çünkü Anayasanın 175 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca iki defa yapılacak görüşmenin, her ikisinin de, kanunların görüşülmesinde uygulanan ve TBMM İçtüzüğünün 81 inci maddesinde belirtilen usul doğrultusunda gerçekleştirilmesi; bu bağlamda ikinci görüşmede de tüm maddeler üzerinde siyasi parti gruplarına söz verilmesi gerekmektedir. Bu şekilde yapılmayan bir ikinci görüşmenin, Anayasanın 175 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına aykırı düşeceği ve bu aykırılığın, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tüm maddelerini ilgilendireceği açıktır. Ancak burada 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun yasalaşma sürecinde TBMM’de yapılan ikinci görüşmede uygulanan yöntemin TBMM İçtüzüğünün 93 üncü maddesinin üçüncü fıkrasına dayandırıldığının belirtilmesi gerekir. Ne var ki, ikinci görüşmenin İçtüzüğün 93 üncü maddesinin üçüncü fıkrasına uygun bir yöntemle yapılmış olması, bu görüşmenin Anayasaya da uygun bir nitelik kazanmasını sağlamamaktadır. Çünkü TBMM İçtüzüğünün 93 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında getirilen görüşme yöntemi, Anayasanın 175 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına aykırıdır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin Anayasanın 148 inci maddesinin kendisine verdiği şekil açısından denetim yetkisi kapsamında, ikinci görüşmesi Anayasanın 175 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına uygun olarak yapılmadığı için Anayasanın 175 inci maddesine yukarıdaki gerekçelerle aykırı düşen 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tüm maddelerini denetlemesi ve iptal etmesi gerekmektedir. I.A.5. Amacı Bakımından 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, yürürlüğe girdiği günden bu yana, çeşitli açılardan eleştirilerin hedefi olmuş; kimi hükümlerinde bu eleştiriler doğrultusunda önemli değişiklikler yapılmıştır. Bugün toplumumuz yeni bir Anayasa değişikliği ile karşı karşıyadır. 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunla gerçekleştirilen bu Anayasa değişikliğinin, özellikle bu değişiklik paketini hazırlayan ve yasalaşmasını sağlayan iktidar partisi ve ona yakın çevrelerce, “toplumun beklentileri doğrultusunda yapılan bir reform” olarak nitelendirildiği görülmektedir. Ancak dikkatli bir inceleme, bu değişikliğin asla toplumun beklentileri doğrultusunda gerçekleştirilmiş bir reform olmadığını ortaya koymaktadır. Çünkü bu Anayasa değişikliği, Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından, sivil toplum örgütlerinin, ilgili meslek kuruluşlarının, üniversitelerin, konuyla ilgili bilim insanlarının ve siyasi partilerin katkısı alınmadan, görüş ve önerileri de gözardı edilerek ve bir uzlaşma arayışına girilmeksizin hazırlanmıştır. Hatta bu süreçte anayasal kurumların da görüşü alınmamıştır. Bu durum, AB Komisyonunca hazırlanan 3. İstişari Ziyaret Raporunda da “yasa yapma sürecinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun görüşlerinin alınabilmesine imkan tanıyacak resmi görüşme mekanizmasının bulunmadığını öğrenmekten şaşırdık”, “Yüksek Kurul ile Parlamento üyeleri arasında adaletin yönetimi ile ilgili yasal reformların tartışılacağı resmi toplantılar yapılmasını teklif ediyoruz” ifadeleriyle belirtilmiştir. Bu görünüm, bu değişikliğin bir dayatmaya, bir parti metnine dönüşmesine neden olmuş; toplumdan ve siyasi partilerden dayatılan metne sadece destek istenmiştir. Halbuki Anayasa değişikliklerinde temel unsurlar “katılım, müzakere ve uzlaşma”dır. Anayasamızın 175 inci maddesinde Anayasa değişikliklerinin teklif ve kabul aşamalarında nitelikli çoğunluk aranmasının amacı da aslında bu hususların yaşama geçirilmesidir. Bu Anayasa değişikliğinde, toplumun üzerinde anlaştığı çözümlerin aksi yönde çözümlere yer verilmesi de belirtilmesi gereken bir husustur. Söz konusu Anayasa değişikliğinin, çağdaş demokratik toplumun gereklerine, Avrupa Birliği çerçevesinde ortaya konulmuş önerilere, değerlendirme ve ilkelere uygun bir nitelik taşımadığı da görülmektedir. Toplumumuzda ve Avrupa Birliğinde, yargı alanında devletin yapılanması bakımından üzerinde anlaşılarak ve vurgulanarak yıllardır yapılması beklenenler; yargının tam anlamıyla tarafsızlığının ve bağımsızlığının sağlanması, bir bağlamda Cumhurbaşkanına Anayasa Mahkemesinin ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun üye seçiminde rol tanınmaması, Adalet Bakanı ve Müsteşarına Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda yer verilmemesi, yargıç ve savcıları denetleyecek müfettişlerin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlanması, denetimde Adalet Bakanına ve adalet müfettişlerine rol verilmemesi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu sekreteryasının Kurula bağlanması, hakim adaylarının seçiminde Adalet Bakanına rol tanınmaması, hakimlerin idari yönden Adalet Bakanlığına bağlılıklarının kaldırılması, Anayasa Mahkemesinin yasama ve yürütmeden bağımsız ve daha hızlı çalışmasını sağlayacak bir oluşuma kavuşturulması olarak sıralanabilir. Bu istemlerin yalnız toplumumuzdan gelmediğini; özellikle Avrupa Birliği bünyesinde de aynı doğrultularda genel veya Türkiye’ye yönelik önerilerin yapıldığını belirtmekte yarar vardır. Örneğin yargı bağımsızlığı konusunda Avrupa standartını oluşturacak temel ilkeleri belirleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin (R[94]12) kararında; “Hakimlerin seçimi ve kariyerleri konusunda karar veren merci, hükümet ve idareden bağımsız olmalıdır. Bu merciin bağımsızlığını teminat altına almak için getirilecek kurallarla, merciin üyeleri yargı tarafından seçilmeli ve bu merci kendi usul kurallarını kendisi vaz’etmelidir.” ilkesi ortaya konulmuştur. (Bkz. Fazıl Sağlam, “AKP’nin Anayasa Değişikliği’ne Bakı”dan naklen, Cumhuriyet Gazetesi, 3 Nisan 2010) Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 13 Ekim 1994 tarihli 518 inci toplantısında kabul edilmiş olan bu kararda, yargı ile ilgili olarak benimsenen bu temel ilkenin dışındaki, değişik ülkelerde görülen ve bir kısmı gelenekten kaynaklanan farklı atama usullerinin ancak uygulamada bağımsızlığı sağlayan hukuki ya da fiili güvencelerin varlığı halinde geçerli sayılabileceği ifade edilmiştir. Hemen belirtelim ki, Avrupa Yargıçları Danışma Konseyi (CCJE)’nin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine sunduğu 10 (2007) No’lu görüşte de, hakimlerin seçimleri ve kariyerleri hakkında karar verecek Kurulun yalnız yargıçlardan oluşması ve bu yargıçların kendi emsallerince seçilmesi, birinci tercih olarak sunulmuştur. CCJE’nin, Kurulun yalnız yargıç üyelerden oluşmadığı durumlarda ise, yargıç olmayan üyelerin yürütme tarafından seçilmemesini önerdiği görülmektedir. (Bkz. Fazıl Sağlam, “AKP’nin Anayasa Değişikliği’ne Bakış”, Cumhuriyet Gazetesi, 13 Nisan 2010, ayrıca Bkz. “Avrupa Yargıçları İstişare Konseyi (CCJE)’nin Toplum Hizmetine Adanmış Yargı Yüksek Kurulları Hakkında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Dikkatine sunduğu 10 (2007) No’lu Görüş, III.A madde 16 ve 17, III.C.2 nci madde 32) AB Komisyonu uzmanları tarafından Türk yargı düzeniyle ilgili olarak hazırlanan İstişari Ziyaret Raporlarında da benzer yaklaşımların öne çıktığı görülmektedir. Örneğin (28 Eylül 2003 – 10 Ekim 2003) tarihli 1. İstişari Ziyaret Raporunda öncelikli öneri; Cumhurbaşkanının, Avrupa Konseyi’nin Hakimlerin Bağımsızlığına İlişkin Tavsiyelerinin I (2) (c) ilkesi uyarınca Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliklerine atama yetkisinin kaldırılması ve söz konusu yetkinin hakim ve savcıların bizzat kendilerine verilmesidir. Aynı Raporda öneriler arasında, yukarıda belirtilen Avrupa Konseyi tavsiyelerinin I (2) (c) ilkesine göre, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu maddesinin, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının çıkarılacak şekilde yeniden düzenlenmesi; hakim adaylarının seçilmesi usulünde Adalet Bakanının yetkisinin kaldırılması; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 144 üncü maddesinin, yeniden düzenlenerek adalet müfettişlerinin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun denetimi altında çalışacak şekilde yeniden atanması; yargı mensupları hakkında inceleme ve soruşturma iznini vermek veya talep etmek yetkisinin Yüksek Kurula bırakılması da tavsiye edilmiştir. (Bkz. “İstişari Ziyaret Raporu (28 Eylül – 10 Ekim 2003), IX. Sonuçların ve Tavsiyelerin Özeti”, bu rapor dilekçenin ekinde Ek. 9 olarak sunulmuştur. Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlattırılan (11 – 19 Temmuz 2004) tarihli 2. İstişari Ziyaret Raporunda da; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu maddesinin Adalet Bakanı ve Müsteşarının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan çıkarılmasını sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi ve Cumhurbaşkanının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme yetkisinin kaldırılması; Kurula kendisine ait sekreterya bağlanması; hakim adaylarının seçiminde Adalet Bakanına değil Kurula yetki tanınması; adalet müfettişlerinin Kurula bağlanması gibi önerilerin yinelendiği ve bunlara uyulmadığı hususunun vurgulandığı görülmektedir. (Bkz. “İstişari Ziyaret Raporu (11 – 19 Temmuz 2004)”, Avrupa Birliği tarafından hazırlattırılan 13 – 22 Haziran 2005 tarihli İstişari Ziyaret Raporunda da aynı hususlar üzerinde durulmaktadır. (Bkz. İstişari Ziyaret Raporu (13 Haziran – 22 Haziran 2005), Tavsiyelerin Özeti, madde 1, 4, 5, 7, 9.) Aynı yaklaşım daha genel ifadelerle, Avrupa Birliğinin Türkiye ile ilgili İlerleme Raporlarında da kendisini göstermektedir. Örneğin 2006 yılı İlerleme Raporunda (Bölüm 2.1’de “Yargı Sistemi” alt başlığı altında) “… Adalet Bakanı ve Müsteşarı da Kurulun oy hakkında sahip yedi üyeliğinden ikisini oluşturmaktadır… Bu yapı … yürütmenin Türkiye’deki hakimlerin mesleki ilerlemelerine yönelik alınacak kararları etkileme potansiyeli yaratır” değerlendirmesi yapılmıştır. (Bkz. Fazıl Sağlam, “AKP’nin Anayasa Değişikliğine Bakış”, Cumhuriyet Gazetesi, 13 Nisan 2010) Bu açıklamalar, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun Genel Gerekçesinde ve Madde Gerekçelerinde, her ne kadar Avrupa Birliği gereklerine uyum amacı öne sürülse de, getirilen düzenlemelerin böyle bir uyumu sağlamayı hedeflemediğini kanıtlamaktadır. Çünkü yapılan bu yeni düzenlemede de Adalet Bakanına ve Müsteşarına Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda yer verilmiştir; Adalet Bakanı Kurulun Başkanıdır; Kurul üyeliklerinin seçiminde Cumhurbaşkanının hakim veya savcı kökenli olmayan kimseler arasından da Kurula üye seçmesine olanak tanınmıştır. Savcı ve yargıçlar hakkındaki inceleme ve soruşturmaları Kurula bağlı müfettişlerin yapacağı esası kabul edilmekle birlikte getirilen geçici maddelerle, ilgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıp kurul müfettişleri atanıncaya kadar adalet müfettişlerinin aynı zamanda Kurul müfettişi olarak görev yapacakları hükme bağlanmış ve ne zamana kadar tamamlanması gerektiği bildirilmemiş olan ilgili kanunlardaki düzenlemeler yapılmadığı sürece, eski düzenin sürdürülmesi sağlanmıştır. Kısaca, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunla, hakim ve savcıların kariyerleri ve mesleki ilerlemeleri konusunda karar yetkisine sahip olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yürütmeye bağımlı karakteri değiştirilmemiş; aksine bu Kurul, yürütmenin etki ve baskılarına daha açık bir hale getirilmiştir. 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun, Anayasa Mahkemesini yeniden yapılandıran hükümleri de Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu yapılandıran hükümlerden farklı nitelikte değildir. Çünkü bu hükümler de, bir yandan Anayasa Mahkemesinin yetkilerinin kullanılmasını güçleştirirken; (örneğin parti kapatma ve Anayasa değişikliklerini iptal kararı verme yetkisini, karar yetersayısını yükseltmek yoluyla nerede ise kullanılamaz hale getirirken) diğer yandan da, üyelerinin seçiminde eskiden Cumhurbaşkanına verilen yetkileri, yargı bağımsızlığı konusundaki tüm Avrupa Birliği tavsiye ve kararlarını gözardı ederek korumuş, hatta artırmış; ayrıca TBMM’ye de Anayasa Mahkemesine üç üye seçmek yetkisi tanıyarak, Mahkemeyi yasamaya da bağımlı hale getirmiştir. TBMM’deki çoğunluk ile Cumhurbaşkanının aynı siyasal parti kökenli olduğu durumlarda bu bağımlılığın, iktidar partisine bağımlılığa dönüşeceği ortadadır. Halbuki yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, bir hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur. Çağdaş çok partili parlamenter rejimlerde, iktidar partisi kanalıyla yasama – yürütme arasında yaratılan fiili bütünleşmenin yasama – yürütme arasındaki denetim araçlarını işlemez hale getirmesi nedeniyle ortaya çıkacak denetim boşluğu karşısında, siyasi iktidarın hukuki sınırları içinde kalmasını sağlayacak tek güç, yargıdır. Yargının yargı organlarının üyelerinin seçiminde yasama veya yürütmeye tanınan yetkiler nedeniyle tarafsızlığını ve bağımsızlığını, yitirip, yandaş yargıya dönüşmesi; yasama – yürütme arasındaki fiili bütünleşmeye yargının da katılması sonucunu doğuracaktır. Böylesi bir bütünleşmenin ise, demokrasinin bir totaliter rejime dönüşmesi tehlikesine yol açacağı kuşkusuzdur. Anayasa değişikliği kapsamında ortaya konulan bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde ortaya çıkan tablonun, demokratik hukuk devleti anlayışı, Cumhuriyetimizin temel değerleri ve Avrupa ortak demokratik standartları açısından kabul edilebilir bir yanı yoktur. Çünkü değindiğimiz düzenlemelere göre; yargı, yürütme ve yasamanın güdümüne girecek ve yandaşlaşacak; Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı fiillerin işlendiği bir odak haline gelen partilerin bile kapatılması ve Anayasaya aykırı Anayasa değişikliklerinin iptali hemen hemen imkânsızlaşacaktır. Bu tablo karşısında, akla gelecek ilk soru, böyle sonuçlar yaratacak bir Anayasa değişikliğinin hangi amaçla yapıldığıdır. Bu soruya, söz konusu Anayasa değişikliğinde yer alan bu düzenlemelerin, kamu yararı amacıyla yapıldığı yanıtını vermek olanaksızdır. Çünkü bu düzenlemelerde, Avrupa Birliğinin, ilgili kurum ve kuruluşların, bilim insanlarının ve siyasi partilerin üzerinde anlaşmış olduğu hemen hemen hiçbir çözüm yer almadığı gibi; toplumumuzda oluşmuş hiçbir ortak beklenti de karşılanmamıştır; hatta bunlara aykırı yönlere yönelinmiştir. Bu durum, söz konusu Anayasa değişikliğinin kamu yararına değil, birtakım öznel amaçlara yönelik olarak gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır. Bu öznel amacın ne olduğu sorusunun yanıtı ise kuşkusuz, bugünün koşullarında yasama – yürütme ve yargı, daha açık ifade etmek gerekirse, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ile yargı arasındaki ilişkide saklıdır. Adalet ve Kalkınma Partisinin ve Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının yargı ile, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Anayasa Mahkemesi ile sorunu vardır. Çünkü, Adalet ve Kalkınma Partisinin kapatılması için dava açan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısıdır. Bu davada Adalet ve Kalkınma Partisinin demokratik ve laik Cumhuriyet karşıtı fillerin işlendiği bir odak olduğunu karara bağlayan ve Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğunun TBMM’de çıkardığı birtakım Anayasaya aykırı yasaları iptal eden de, Anayasa Mahkemesidir. İdari ve adli yargı organlarının kararları, artık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının öznel beklentilerini karşılamaktan uzaklaşmış; Adalet ve Kalkınma Partisi ve bu partinin milletvekili, bakan ve yandaşlarından oluşan blok ile yargı arasında bir gerginlik ve çekişme başlamıştır. Örneğin, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı Cihaner olayında, Erzurum Cumhuriyet savcılarının özel yetkilerini, hukuka açıkça aykırı işlemleri nedeniyle kaldıran Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararı, Adalet ve Kalkınma Partili çevrelerce “saldırı” denebilecek şekilde eleştirilmiştir. Adalet Bakanı ve Müsteşarının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu çalışmalarına katılmamak suretiyle Kurul çalışmalarını kilitlemeleri ve bunu bir alışkanlık haline getirmeleri nedeniyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Müsteşar hakkında suç duyurusunda bulunması da, aynı çevrelerde benzer tepkilere yol açmıştır. Bu durum “yetki aşımı” olarak tanımlanmıştır. Başbakan, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulunun siyasallaşmakla suçlamış ve “Bu kadar siyasete meraklılarsa seçim yaklaşıyor, mesleklerini bırakıp herhangi bir partiden üye olsunlar” sözleri ile duygularını ifade etmiştir. Adalet ve Kalkınma Partili hükümet üyeleri hakkında ortaya atılan yolsuzluk iddiaları, bunlar hakkında muhalefetin soruşturma açılmasına ilişkin taleplerinin reddedilmesi suretiyle rafa kaldırılmakta; ancak bu, Yüce Divan’da yargılanma tehlikesini bertaraf etmeye yetmemektedir. Bütün bunlara ek olarak, milli iradeyi TBMM’deki parti çoğunluğunun iradesinden ibaret sanmak yanılgısına kapılan Adalet ve Kalkınma Partisi, artık hukuka sığmayan icraatına “dur” diyen yargıyı kendisi için bir engel olarak da görmeye ve yandaş bir yargı yaratma özlemi çekmeye başlamıştır. Oysa yargı, kamusal bir faaliyet olup hiç kimsenin değil, herkesindir (bkz. Kunter-Yenisey, Ceza Muhakemesi Hukuku, 11. Baskı, Beta, İstanbul, 2000, s. 119); ulusun egemenliğine dayanan hukuki bir faaliyettir. Bütün bu durumlar, Adalet ve Kalkınma Partisinin yargıya bakış açısının ve yargıdan beklentilerinin ortaya konulmasına yardımcı olduğu gibi, tümü Adalet ve Kalkınma Partili olan milletvekillerince önerilen Anayasa değişikliğinin asıl amacının belirlenmesini de sağlamaktadır. Bu amaç; Adalet ve Kalkınma Partisinin yasama ve yürütmedeki iktidarına bağımlı ve aynı zamanda yandaş bir yargı yaratılması, bir başka deyişle yargının fethedilmesi; Anayasa Mahkemesinin etkisizleştirilmesi ve Yüce Divan olarak tehlike arzetmekten uzaklaştırılması; kısaca Adalet ve Kalkınma Partisine ve bu Partinin iktidarına yargıya karşı korunma sağlanmasıdır. Bunlar gerçekleştirildiğinde ise, artık yargı, hukuki sınırlarına sığamayan Adalet ve Kalkınma Partisi için bir engel oluşturmaktan çıkacak; kapatılma davaları ve Yüce Divan yargılamaları korku yaratmaktan uzaklaşacaktır. En önemlisi de, bu Anayasa değişikliği, Anayasayı Anayasaya aykırı olarak değiştiren kanunların iptalini getirdiği düzeneklerle imkansız denecek kadar güçleştirdiği için; Cumhuriyetin, kuvvetler ayrılığı, yargının bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkelerinin dışındaki niteliklerini örneğin laikliği veya Cumhuriyet yönetim biçiminin kendisini değiştirecek başka Anayasa değişikliklerinin de önünü açacaktır. Böylece Cumhuriyetin temel felsefesi ve bu felsefeye dayalı Devlet yapısı, yapılacak yeni Anayasa değişiklikleri ile rahatça başkalaştırılabilecektir. (Halen New York’taki New School For Social Researh’te öğretim üyeliği yapan ve çalışmalarını anayasa hazırlama süreçleri üzerinde yoğunlaştırmış bulunan Macar asıllı Prof. Dr. Andrew Arato’nun da söz konusu Anayasa değişikliği ile ilgili değerlendirmesinde özellikle bu hususa dikkat çektiği görülmektedir. Bkz. “soru cevap”, Milliyet Gazetesi, 26 -27 Nisan 2010) Bunun, uygulanan seçim sisteminin çoğunluk partisine aldığı oya oranla aşırı temsil imkanını sağladığı ülkemizde, “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Anayasanın Başlangıcında belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan ve devleti ile ülkesi bölünmez bir bütün oluşturan Türkiye Cumhuriyeti için, belki de üzerinde durulması gereken en büyük tehlike olduğu ortadadır. Bu sonuç ve imkanları hazırlayan bir Anayasa değişikliğini kabul edilebilir hale getirmek için, söz konusu Anayasa değişikliği paketinde temel hak ve özgürlüklerle, eşitlikle ve bunun yanısıra askeri yargı, yargı kararları, Ekonomik ve Sosyal Konsey, TBMM Başkanının görev süresi ile ilgili toplumun beğenisini kazanacağı düşünülen ilgili birtakım başka düzenlemelere de yer verilmiştir. Bunlar, Anayasanın 10, 20, 23, 41, 51, 53, 54, 84, 94, 125, 128, 129, 145, 147, 148, 156, 157, 166 ncı maddeleri ve “Geçici 15” inci maddesi ile ilgili değişikliklerdir. Bu düzenlemelerin, TBMM’de muhalefetin bu Anayasa değişikliğine karşı çıkmasını önleyeceği veya desteğini sağlayacağı düşünülmüştür. Dahası, halkoylamasında beğenileceği düşünülen bu hükümlere, reddedileceğinden korkulan hükümlerin taşıttırılması amaçlanmış ve bu nedenle halkoylamasında 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tümüyle oylanacağına ilişkin bir hüküm, bu Kanunun yürürlük maddesine yerleştirilmiştir. Kullanılan bu yöntemler, Adalet ve Kalkınma Partisinin, gerek TBMM Genel Kurulundaki görüşmelerde gerekse yapılacak halkoylamasında bu Anayasa değişikliğinin mutlaka kabul edilmesini sağlama kararlılığının bir göstergesidir. Bu Anayasa değişikliğinin kabulü halinde düzende oluşacak değişimlerden sonra, TBMM’de gerekli karar yetersayısı çoğunluğuna sahip bir partinin, yukarıda belirtildiği gibi Cumhuriyetin temel niteliklerini, başka yeni Anayasa değişiklikleri yoluyla değiştirmesinin önünde de artık önemli hiçbir engel kalmayacaktır; hatta Anayasa Mahkemesinin söz konusu 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunla ilgili kararı halkoylaması sonrasına kalacak olursa, bu Kanunun halkoylamasında kabulü halinde, karar yetersayısının yükselmesi nedeniyle bir iptal kararının verilmesi de çok güçleşecektir. Bütün bu hususlar dikkate alınarak, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun amacı değerlendirildiğinde, bunun “kamu yararı” olmadığını söylemek gerekli hale gelmektedir. Bilindiği ve yukarıda da ifade edildiği gibi bir hukuk devletinde, kamu erki kullanılarak yapılan tüm işlemlerin nihai amacının “kamu yararı” olması gerekir. Kamu erki kullanılarak yapılan bir işlemin kamu yararı nihai amacına yönelik olmaması, hukuk devletine aykırıdır. Hukuk devleti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilmiştir. Bu nedenle, hukuk devletine aykırı bir Anayasa değişikliği, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti niteliğinin Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı bir biçimde değiştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu da Anayasanın 4 üncü maddesinde ifade edilen değişmezlik ilkesine aykırıdır. Yöneldiği amaç bakımından yukarıda belirtilen gerekçelerle Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddelerine aykırı düşen 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun, tüm hükümlerinin iptal edilmesi gerekmektedir. I.B. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 8’inci, 14’üncü, 16’ncı, 19’uncu, 22’nci, 25’inci ve 26’ncı Maddelerine İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri I.B.1. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 8’nci maddesinin 7.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 74’üncü Maddesinin Üçüncü Fıkrasını Yürürlükten Kaldırarak Maddeye Eklediğini İfade Ettiği Üçüncü Fıkradaki “ve Kamu Denetçisine Başvurma” İbaresi İle Madde Başlığındaki “ve Kamu Denetçisine Başvurma” İbaresinin, Dördüncü, Beşinci ve Altıncı Fıkralarının Anayasaya Aykırılığı 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 74 üncü maddesinin üçüncü fıkrasını yürürlükten kaldırarak maddeye eklediğini ifade ettiği üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarda, Kamu Denetçiliği Kurumu oluşturulduğu görülmektedir. Ancak Kamu Denetçiliği Kurumunu oluşturmak için T.C. Anayasasının 74 üncü maddesine eklenen fıkralarda Anayasaya aykırı hususlar vardır. Şöyle ki: •5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin değiştirdiğini ifade ettiği T.C. Anayasasının 74 üncü maddesinin yeni eklenen dördüncü fıkrasında, Kamu Denetçiliği Kurumunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bağlı olarak, ancak idareyle ilgili şikayetleri incelemek üzere kurulduğu görülmektedir. Şikayetleri incelemekle görevli bir idari kurumun TBMM Başkanlığına bağlanması, yasamanın bu kurumun işlevleri bakımından yürütme üzerinde üstünlük kazanması anlamına gelmektedir. Bu durumun ise Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sıralanan Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığı ile bağdaşmayacağı ortadadır. •Diğer yandan T.C. Anayasasının 74 üncü maddesine eklendiği ifade edilen beşinci fıkrada, Kamu Başdenetçisinin seçiminin Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olması, yukarıda belirtilen “yasamanın yürütme üzerinde kuvvetler ayrılığına aykırı olarak üstünlük kurması” durumunun, daha da somut bir görünüm kazanmasına neden olmaktadır. Seçim için, söz konusu beşinci fıkrada belirtilen yöntem ise, Kamu Başdenetçisinin seçiminde tamamen Türkiye Büyük Millet Meclisindeki çoğunluk partisinin belirleyici olmasını sağlamaktadır. Bu da, yasamanın bu bağlamda yürütme üzerinde üstünlük kurmasını sağlayan bir başka husus olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü ilk iki oylamada seçilmek için üye tamsayısının üçte iki ve 3 üncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranırken, dördüncü oylamada, seçilmek için, en fazla oyu almak yeterli görülmüştür. Bu da Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sıralanan Başlangıç ilkelerinden kuvvetler aykırılığına aykırıdır. 5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin, T.C. Anayasasının 74 üncü maddesine eklediğini ifade ettiği altıncı fıkrada ise, Kamu Denetçiliği Kurumunun görevlerine, yetkilerine, inceleme sonunda yapacakları işlemlere ilişkin hiçbir belirleme yapılmamış; bu hususların kanunla düzenleneceği belirtilmiştir. Bir başka deyişle Kamu Denetçiliği Kurumunun yetkileri, inceleme sonunda yapacakları işlemler, tamamen Türkiye Büyük Millet Meclisine bırakılarak adeta isimden ibaret işlevi ve yetkileri belirsiz bir kurum oluşturulmuştur. Böyle bir belirsizliğin hukuki güven duygusunu sarsacağı, keyfiliğe yol açacağı ve bu nedenlerle Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen “hukuk devleti” niteliği ile bağdaşmayacağı açıktır. Ayrıca Kamu Denetçisi Kurumunun idarenin işleyişi ile ilgili şikayetleri inceleyeceği belirtilmiş; ancak, bu inceleme sonunda yapılacak işlemler belirtilmemiş; özerk kurumlar ayrık tutulmadığı için, onlar da bu denetimin kapsamı içine girmişlerdir. Aynı durum yargıya intikal etmiş veya yargı kararına bağlanmış idari işlemler için de söz konusudur. Bunlar da ayrık tutulmadıkları için söz konusu denetimin kapsamı içinde kalmışlardır. Denetimin sonucunda yapılacaklar hakkında da belirsizlik vardır. Bu belirsizlikler de hukuki güven duygusunu zedelemekte ve söz konusu düzenlemenin hukuk devleti ilkesine aykırılığı çok açık hale gelmektedir. Bu nedenle, 5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin Anayasanın 74 üncü maddesine eklediği dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraların Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti niteliğine aykırı düştüğünün, 8 inci madde bir Anayasa değişikliği yaptığı için bu aykırılığın Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti niteliğinin Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı olarak değiştirilmesi anlamına geldiğinin, söz konusu fıkraların bu nedenle iptal edilmesi gerektiğinin söylenmesi gerekmektedir. Bu belirsizlikler hukuki güven duygusunu zedelemekte ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşmektedir. Diğer yandan hakkında yargıya başvurulan veya yargı kararı verilmiş idari işlemlerin denetim alanı içinde olması da, kuvvetler ayrılığı ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, 5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin Anayasanın 74 üncü maddesine eklendiğini ifade ettiği dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraların, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin “hukuk devleti” niteliği ile Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına aykırı düştüğünün; söz konusu 8 inci madde bir Anayasa değişikliği yaptığı için, bu aykırılığın Anayasanın 2 nci maddesindeki yukarıda belirtilen niteliklerin Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı olarak değiştirildiği anlamına geldiğinin ve bu nedenle söz konusu dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraların iptalinin gerektiği söylenmelidir. Diğer yandan 5982 sayılı Kanunun Anayasanın 74 üncü maddesine eklediği ifade edilen üçüncü fıkrada, Anayasaya aykırılığı açıklanan Kamu Denetçiliği Kurumuna başvuru hakkı düzenlenmektedir. Bu hakkın da, Kamu Denetçiliği Kurumunun ve bu uygulamanın Anayasaya aykırı olduğu dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralar için yapılan açıklamalarda ortaya konulmuş olduğu için, bu açıklamalarda belirtilen gerekçelerle Anayasaya aykırı düştüğü söylenmelidir ve bu nedenle bu fıkrada yer alan “ve kamu denetçisine başvurma” ile madde başlığındaki “ve kamu denetçisine başvurma” ibareleri iptal edilmelidir. I.B.2. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 14’üncü Maddesine İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri Bir hukuk devletinde yargı erkinin sağlıklı bir biçimde işleyebilmesi, öncelikle yargı bağımsızlığının ve yargıç – savcı güvencelerinin sağlanmış olmasına bağlıdır. 5982 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci tümcesinde yer alan hüküm, adalet hizmetleri ile savcıların idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığınca denetiminin, adalet müfettişleri ile hakim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler; araştırma, inceleme ve soruşturma işlemlerinin ise adalet müfettişleri eliyle yapılacağını ifade etmektedir. Böyle bir düzenlemenin savcıların, idari görevleri yönünden yapılacak denetimler ve araştırma, inceleme ve soruşturmalar aracılığı ile Adalet Bakanının etki ve baskısı altına girmesine yol açabileceği ortadadır. Son günlerde ülkemizde savcıların denetimi bağlamında yaşananlar, bu olasılığın hiç uzak olmadığını göstermektedir. Savcıların, idari görevleri bakımından yapılacak denetim, araştırma, inceleme ve soruşturmaların Adalet Bakanlığının etki ve baskısı altına girmesine yol açabilecek husus, söz konusu madde değişikliğinde bu denetimin, inceleme, araştırma ve soruşturmaların adalet müfettişleri ile hakim ve savcılık mesleğinden gelen iç denetçilere bırakılmış olmasıdır. Çünkü iç denetçiler de, adalet müfettişleri de Adalet Bakanlığına bağlıdırlar ve bu nedenle Adalet Bakanının denetim süreçlerini etkileme olasılığı söz konusu olabilir. Böyle bir olumsuzluğu aşmanın yolu, söz konusu denetim, inceleme, araştırma ve soruşturmaların Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlı müfettişler eliyle yapılmasını sağlamaktır. Savcıların idari görevlerinin denetimi, araştırma, inceleme ve soruşturmaları bağlamında bile olsa Adalet Bakanının etki ve baskısı altına girmesi, yargısal görevlerini bağımsız bir biçimde yerine getirmelerini engelleyecek; güvencelerini etkisiz kılabilecektir. Bunun da hukuk devleti ilkesine ve kuvvetler ayrılığına aykırı düşeceği ortadadır. Diğer yandan söz konusu 14 üncü maddenin ikinci fıkrasının birinci tümcesinde sözü geçen “Adalet hizmetleri”, kapsamı belirsiz bir kavramdır ve bu belirsizlik, yargıçların da adalet hizmetleri yönünden Adalet Bakanlığınca denetlenmesine yol açabilecektir. Bu da savcılar bakımından yukarıda değinilen tüm Anayasaya aykırı durumların, yargıçlar açısından da kendisini göstermesine neden olacaktır. Bu bağlamda bu denetim, yargıçları da, Adalet Bakanının etki ve baskısı altına sokacak; görevlerini bağımsız bir biçimde yerine getirmelerini engelleyecek; güvencelerini etkisiz kılabilecektir. Böylece hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı bir görünüm ortaya çıkacaktır. Öte yandan getirilen düzenleme, HSYK üyesi olacak 1. sınıf yargıç ve savcıların, üyelik süresince Bakanlık denetimi dışında kalmamasına, Bakanlık denetimine tabi olmasına da yol açacaktır. Bu da yukarıda belirtildiği gibi yargı bağımsızlığına, yargıç ve savcı güvencesine aykırı bir durum olup hukuk devleti ile de bağdaşmamaktadır. Söz konusu 14 üncü maddenin ikinci fıkrasının ikinci tümcesinde de, Anayasaya aykırı bu denetimin usul ve esaslarının belirlenmesi çıkarılacak kanunlara bırakılmıştır. Bu nedenle, denetim konusunda yukarıda belirtilen Anayasaya aykırılık ve belirsizlikler, söz konusu ikinci tümce için de aynen geçerlidir. Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin nitelikleri arasında, hukuk devleti ve başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığı da yer almaktadır. Bu nedenle, yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda söz konusu 14 üncü maddenin ikinci fıkrasının tümüyle Anayasanın 2 inci maddesinde belirtilen bu niteliklere aykırı düştüğünün söylenmesi gerekmektedir. Bu düzenleme bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için, bu aykırılık söz konusu 14 üncü maddenin ikinci fıkrasının Anayasanın 2 nci maddesini hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı nitelikleri bakımından değiştirildiği anlamına gelmektedir. Böyle bir değişiklik ise Anayasanın 4 üncü maddesindeki değişmezlik yasağına aykırıdır. Bu nedenle Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddelerine aykırı olan 5982 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (2709 sayılı kanunun değişen 144 üncü maddesinin) iptal edilmesi gerekmektedir. I.B.3. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 16’ıcı Maddesine İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri Anayasa Mahkemesinin üyelerinin seçiminde ülkelerin kendi siyasal koşul ve gelişimleri doğrultusunda birbirinden farklı yöntemler kullandıkları görülmektedir. Bu bağlamda, kimi devletlerde yasama organlarına veya devlet başkanlarına Anayasa Mahkemesine üye seçme yetkisinin verildiği görülmektedir. Ancak dikkatlice bir inceleme, örneğin karar yetersayılarının yükseltilmesi, başka kurum ve kuruluşların göstereceği adaylar arasında seçim yapılması ve yargılayacak konumdakilerin, yargılayabilecekleri tarafından seçilmemesi gibi önlemlerle, Anayasa yargılaması yapacak yargı organının bağımsızlığının ve tarafsızlığının korunmasına çalışıldığını ortaya koymaktadır. Avrupa ülkeleri, ilke olarak, yasamanın üye seçmesini uygun karşılamamakla birlikte, ancak ileri demokrasilerde, sayısı azınlıkta kalmak ve 2/3 oy çokluğuyla seçilmek koşuluyla parlamentoların yüksek yargıya üye seçtiği de görülmektedir. İleri demokrasiden kastedilenin, iki turlu dar bölge yöntemiyle seçilen ve lideri değil, halkı temsil eden milletvekillerinden oluşan, ayrıca seçim barajının yüksek olmaması nedeniyle hemen tüm siyasal görüşlerin temsil edildiği parlamentoların yer aldığı demokrasiler olduğu açıktır. Buna karşın günümüzde Anayasa yargısı yapacak organa yürütme ve yasama organlarının üye seçmesi yöntemini benimsemiş ülkelerde de yukarıda belirtilen önlemler alınmış olsa bile bu yöntemin, yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı bakımından sakıncalı bulunarak yoğun eleştirilere hedef olduğu da bilinmektedir. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi için yöntem belirlenirken, tüm ülkelerde gözetilmesi gereken ortak hedef, bağımsız ve yansız bir yapının ortaya çıkması olmalı; her ülke kendi tarihi ve siyasal koşulları çerçevesinde bu hedefe ulaşmasını sağlayacak çözümleri bulmalıdır. Kamuoyu da bağımsızlık konusunda her hangi bir kuşkuya düşmemelidir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, Anayasa Mahkemesi yapılanması hakkındaki çözüm, 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 146 ncı maddesinde ortaya konulmuştur. 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 146 ncı maddesinde Anayasa Mahkemesinin kuruluşu ile ilgili olarak yapılmış bulunan düzenlemenin, 1982 tarihli Anayasanın yürürlüğe girdiği günden bu yana ağır eleştirilerin hedefi olduğu bilinmektedir. Bu eleştiriler, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde Cumhurbaşkanına tanınan yetkiler üzerinde yoğunlaşmıştır. Türkiye’de, yasama, yürütme organları ile Cumhurbaşkanı arasındaki organik ve hukuksal bağın, uygulamada siyaseten tek güç haline geldiği, demokrasinin aynı zamanda bir yaşam biçimi olduğu gözetildiğinde, Anayasa Mahkemesi üyelerinin TBMM ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesinin, “denetimsiz bir siyasal güç” yaratacağı bunun da Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerini değiştirici nitelikte olduğu hususuna dikkat çekilmiştir. Cumhurbaşkanına Anayasa Mahkemeleri üyelerinin seçiminde tanınan yetkilerin Anayasa Mahkemesini, oluşum bakımından Cumhurbaşkanının etkisine açık hale getirdiği ve bunun Mahkemenin bağımsızlığını zedeleyecek ve yürütmenin etkisi altına girmesine yol açacak bir durum olduğu; bu yetkilerin azaltılması gerektiği sıklıkla öne sürülmüştür. 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin dördüncü fıkrasında getirilen hükümlerin ise, bu eleştirileri ortadan kaldıracak değil; daha da yoğunlaştıracak bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Şöyle ki: 1982 tarihli T.C. Anayasasına göre; Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesine 3 asıl üyeyi doğrudan seçmekteydi. 16 ncı madde ile yapılan değişiklikte bu sayı 4’e çıkarılmıştır. Cumhurbaşkanına ayrıca Anayasa Mahkemesinin 10 üyesini de dolaylı olarak seçme yetkisi verilmiştir; yani, 17 üyelik Anayasa Mahkemesinde üyelerin çoğunluğu (14’ü) Cumhurbaşkanının tercihleri doğrultusunda belirlenecektir. Böylesi bir düzenlemenin Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığının zedelenmesine yol açacağı ve tarafsızlığından kuşku duyulmasına neden olacağı ortadadır. Değişiklikten önce Cumhurbaşkanına Anayasa Mahkemesinin 3’ü doğrudan 8’i dolaylı olmak üzere tüm asil üyeleri ile 1’i doğrudan 3’ü dolaylı olmak üzere tüm yedek üyelerini seçme yetkisi verilmiş olduğunun söylenmesi; bu gerçeği değiştirmemektedir. Çünkü 1982 Anayasasının 102 nci maddesinin 21.10.2007 tarihli ve 5678 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki halinde, Cumhurbaşkanının TBMM tarafından üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile seçilmesi öngörülmüş; ilk iki oylamada üçte iki çoğunluğun sağlanamaması halinde üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu yeterli sayılmış; üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamayacak olursa üçüncü oylamada en çok oy alan iki aday arasında yapılacak dördüncü oylamada da Cumhurbaşkanı seçilebilmek için yine üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyu aranmıştır. Ayrıca 102 nci maddenin Anayasa Mahkemesince yorumu, toplantı yetersayısının da TBMM üye tamsayısının üçte ikisi olduğu doğrultusunda yapılmıştır. Bu düzenlemeler, Anayasanın 102 nci maddesinde 2007 yılında yapılan değişiklikten önce, Cumhurbaşkanının ancak TBMM’de oluşacak bir uzlaşmanın sonunda seçilebileceğini ortaya koymaktadır. Bu da, Cumhurbaşkanı seçilecek kişinin tarafsız bir yapıda olmasını gerektirecek bir durumdur. Cumhurbaşkanına Anayasa Mahkemesinin üyelerini seçme konusunda geniş yetkiler tanınmasının temelinde de bu tarafsız yapısı ve konumu yatmaktadır. Ancak 2007 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının genel oyla seçilmesi esasının getirilmesi ve partilere Cumhurbaşkanı adayı gösterme imkanının tanınması, bu durumu değiştirmiştir. Artık Cumhurbaşkanı adaylarının seçilebilmesi için halkın desteği gereklidir ve bu desteğin bir partinin katkısı olmaksızın sağlanabilmesi ve seçim propagandasının bir partinin parasal kaynaklarından yararlanmadan yürütülebilmesi imkansız denecek kadar zordur. Cumhurbaşkanları Anayasa kurallarında tarafsız bir statüde olsalar da, artık bu göreve bir partinin desteğini arkalarına almış, parasal kaynaklarından yararlanmış kişiler olarak geleceklerdir. Bu konumdaki Cumhurbaşkanlarına Anayasa Mahkemesi üyelerini seçmek konusunda geniş yetkiler tanınması, Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığının, öncekine oranla çok daha fazla tehlikeye düşürülmesi anlamına gelecektir. Çünkü belli bir partinin desteğiyle göreve seçilen Cumhurbaşkanları, Anayasa Mahkemesine, 16 ncı maddede yapılan düzenleme doğrultusunda, bu partinin tercihlerine uygun adayları seçecek ve bu partinin görüşleri doğrultusunda hareket edecek bir Anayasa Mahkemesi yaratmaya girişeceklerdir. 2007 yılında yapılan Anayasa değişikliğinde Cumhurbaşkanına ikinci kez seçilmek imkanının getirilmiş olması; Cumhurbaşkanını tekrar seçilmek amacıyla, kendisini göreve getiren partiye bağımlılığını görevi boyunca da sürdürmeye itecek ve bu, yukarıda belirtilen bağımlılığı daha da pekiştirici bir etki yapacaktır. Kuşkusuz bu durumun yansımaları, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde de görülecektir. Bütün bu hususlar, 16 ncı maddenin dördüncü fıkrasında getirilen yeni düzenlemenin, Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığını ve yansızlığını zedeleyecek bir nitelik taşıdığını ortaya koymaktadır. Yargının yansızlığı ve yasama – yürütmeden bağımsızlığı, hukuk devletinin olmazsa olmaz koşullarıdır. Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedeleyebilecek böyle bir düzenlemeyi getiren 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin dördüncü fıkrasının, bu açıklamalar doğrultusunda Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sıralanan “hukuk devleti”ne aykırı olacağı ortadadır. Diğer yandan, söz konusu dördüncü fıkrada Cumhurbaşkanına verilen Anayasa Mahkemesine üye seçme yetkisinin, Anayasa Mahkemesini Cumhurbaşkanına, bir başka deyişle yargıyı yürütmeye bağımlı hale getirerek Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sıralanan Başlangıç kısmı ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na da aykırı düşeceği yadsınamaz. Söz konusu dördüncü fıkrada Cumhurbaşkanına sadece 4 üyeyi doğrudan üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hakimler ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından seçme yetkisi verilmesi; diğer 10 üyeyi ise, ancak Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Yükseköğretim Kurulunun kendilerine ayrılan kontenjanlar çerçevesinde gösterecekleri adaylar arasından seçme durumunda bırakılması da, bu aykırılıkları gidermeye yetmeyecektir. Çünkü aşağıda ayrıntılarıyla belirtileceği gibi; aday seçimleri için söz konusu dördüncü fıkrada belirtilen yöntem, seçici kurumların iradesini aslına uygun biçimde yansıtmaya elverişli olmayan bir özellik taşımakta ve yukarıda belirtilen Anayasaya aykırılık durumlarını ortadan kaldırmaya değil, pekiştirmeye neden olmaktadır. Açıklanan bu hususlar çerçevesinde söz konusu 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin dördüncü fıkrasının Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen “hukuk devleti”ne ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğü söylenmelidir. 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında Türkiye Büyük Millet Meclisine de, Anayasa Mahkemesine 3 üye seçme yetkisi verilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 2 üyeyi Sayıştay Genel Kurulu’nun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için gösterecekleri 3’er aday içinden; 1 üyeyi ise baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri 3 aday içinden gizli oylamayla seçecektir. Görülüyor ki bu düzenleme, uzlaşma gerektirecek nitelikte bir karar yetersayısı belirlememiş olduğu için, giderek uzlaşma arayışından uzaklaşan yasama organımızda, iktidar partisi grubu, gösterilen adaylar arasından kendi dünya görüşlerine uygun bulduklarını rahatlıkla Anayasa Mahkemesine üye olarak seçebilecektir. Bu da, yasama organındaki çoğunluğun iktidarını, bir başka deyişle iradesini denetleyecek bir organın, bu çoğunluğa bağımlı hale getirilmesine ve bu nedenle bağımsızlığından ve tarafsızlığından kuşku duyulmasına yol açacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin söz konusu 3 üyeyi, kendilerine ayrılan kontenjanlar çerçevesinde Sayıştayın ve Baro Başkanlarının göstereceği adaylar arasından seçiyor olması da bu durumu değiştirmeyecektir. Çünkü bu adayların seçimi için belirlenen yöntem, aşağıda açıklanacağı gibi, Sayıştayın ve Baroların iradesini aslına uygun biçimde aday listelerine yansıtmaya elverişli değildir. Bu nedenle de bu yöntemin yukarıda belirtilen Anayasaya aykırılık durumlarını ortadan kaldırmaya değil, pekiştirmeye neden olacağı belirtilmelidir. Yukarıda da belirtildiği gibi, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, hukuk devletinin olmazsa olmazlarıdır. Anayasa Mahkemesinin tarafsızlığının ve bağımsızlığının zedelenmesine yol açabilecek bir düzenlemenin, bu nedenle Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında belirtilen “hukuk devleti” ile bağdaşması beklenemez. Bu açıklamalara dayalı olarak 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti”ne aykırı düştüğü söylenmelidir. Anayasa Mahkemesini, Türkiye Büyük Millet Meclisine bağımlı kılacak böyle bir düzenlemenin, Anayasanın Başlangıç kısmında belirtilen ve Anayasanın 2 nci maddesinde yapılan gönderme nedeniyle Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer alan “kuvvetler ayrılığı” ilkesine de aykırı düşeceği açıktır. Burada, 17 üyeden oluşacak Anayasa Mahkemesinin, söz konusu 16 ncı maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarına göre hukukçu üyelerin azınlıkta kalacağı bir görünümle ortaya çıkması olasılığının da bulunduğuna dikkat çekilmelidir. Çünkü Cumhurbaşkanının doğrudan ve Sayıştay, Danıştay ve Yükseköğretim Kurulunun göstereceği adaylar arasından seçeceği toplam 11 üye, hukukçu olmayabilir. Bu da yaptığı işin niteliği “yargılama” olan bir kurum için yadırganacak hatta bu organın işlevini tam anlamıyla yerine getirmekten uzaklaştıracak, etkisizleştirecek bir durumdur. Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatı ile ceza yargılaması da yaptığı düşünülecek olursa, böyle bir durumun yol açabileceği olumsuz sonuçlar daha da belirgin biçimde görülebilir. Yargının etkinliği, hukuk devleti için vazgeçilmezdir. Yargıyı etkisizleştiren bir düzenleme hukuk devleti ile bağdaşmaz. Bu nedenle söz konusu üçüncü ve dördüncü fıkraların belirtilen yönden de Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen “hukuk devleti”ne aykırı düştüğü söylenmelidir. 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin beşinci fıkrasında Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurulları ile baro başkanlarının Anayasa Mahkemesi üye adaylarını seçerken uygulayacakları seçim yöntemi gösterilmiştir. Bu seçim yöntemi de, yukarıda belirtildiği gibi, Cumhurbaşkanı ve TBMM’nin kendi dünya görüşlerine uygun bir Anayasa Mahkemesi oluşturmalarını kolaylaştıracaktır. Çünkü, yapılacak aday seçimlerinde her genel kurul üyesi ve barolarda da her baro başkanı, her boş üyelik için ancak tek oy kullanabilecek; en fazla oy almış bulunan üç kişi aday gösterilmiş olacaktır. Bu yöntem, üçer adaylık için yapılacak bu seçimlerde, seçmenlere ancak birer aday için oy kullanmak imkanını tanıyarak, oy haklarını kısıtlamakta, kurumların tercihinin aslına uygun bir biçimde oya yansımasını engellemekte; kurumlarında fazla destek görmeyen kimselerin bile adaylar arasına girmesine ve eğer Cumhurbaşkanı veya TBMM’deki çoğunluğun görüşlerine yakınsalar, Anayasa Mahkemesine üye seçilmesine imkan tanıyarak temsil adaletini bozmaktadır. Bu da, seçim kurumunun anlamı ve dolayısı ile “demokrasi” ile çelişmekte; gerçekleştirmeye yöneldiği en önemli hedeflerden birisi adalet olan hukuk devleti anlayışına aykırı düşmektedir. Diğer yandan böyle bir yöntem, hukuk devletinin temel unsurlarından birisi olan eşitliğe de aykırıdır. Şöyle ki; Sayıştay, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinden gelecek adayların söz konusu organların genel kurullarınca seçilmesi öngörülmüşken, Yükseköğretim Kuruluna doğrudan adayları seçme yetkisi verilmiş; baroların ise başkanlarının adayları belirlemesi öngörülmüştür. Bu düzenleme aday belirleyecekler bakımından, Sayıştay, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ile barolar ve Yükseköğretim Kurulu arasında bir eşitsizliğin doğmasına yol açmaktadır. Çünkü Baro Başkanlarına ve Yükseköğretim Kuruluna aday belirleme yetkisi verilirken, diğerleri için Genel Kurullarına yetki tanınmıştır. Buna ek olarak, baro başkanlarına verilen seçme yetkisi de, bir başka sorun daha yaratmaktadır. Çünkü her baro başkanı aynı sayıda baro üyesini temsil etmemektedir. Yüz üyesi bile olmayan bir baronun başkanı ile binlerce üyesi olan barolarının başkanlarının (Örneğin 31.12.2009 itibarıyle İstanbul Barosunun 24.989, Siirt Barosunun 35, Ankara Barosunun 9.437, Artvin Barosunun 54, Tunceli Barosunun 33 üyesi bulunmaktadır.) oylarının eş değer tutulması adil değildir; demokrasilerdeki temsil adaletine ve hukuk devletinin temel gereklerinden olan eşitliğe aykırı düşmekte, demokratik seçim gerekleriyle bağdaşmamaktadır. Bu nedenlerle söz konusu beşinci fıkranın Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin “demokratik hukuk devleti” olma niteliğine aykırı düştüğünün söylenmesi gerekir. Bu noktada, yukarıda açıklanan gerekçelerle 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarının, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti”ne; beşinci fıkrasının da yine Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “demokratik hukuk devleti”ne aykırı oldukları; söz konusu fıkralar bir Anayasa değişikliğine yönelik olduğu için, bu aykırılığın Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen nitelikler açısından Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı bir değişiklik yapmak anlamına geleceği söylenmelidir. Böyle bir değişikliğin yapılmasına Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirilme yasağı engel olduğu için, söz konusu 5982 sayılı Kanunun 16 nci maddesinin üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarının (2709 sayılı kanunun değişen 146 ncı maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarının) iptal edilmesi gerekmektedir. 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin ikinci fıkrası, (2709 sayılı kanunun değişen 146 ncı maddesinin birinci fıkrası) yukarıda belirtilen gerekçelerle Anayasaya aykırı olduğu ifade edilen Anayasa Mahkemesi yapılanmasına sayısal zemin hazırladığı için; bu fıkranın da söz konusu 16 ncı maddenin üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları bakımından geçerli olan gerekçelerle iptal edilmesi gerekmektedir. I.B.4. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 19’uncu Maddesine İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri I.B.4.a. 19’uncu Maddenin İkinci Fıkrasının Dördüncü Tümcesine İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri 5982 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin ikinci fıkrasının dördüncü tümcesinde, Bölümlerin ve Genel Kurulun kararlarını salt çoğunlukla alacağı ifade edilirken, burada toplantıya katılanların salt çoğunluğunun mu, yoksa üye tamsayısının salt çoğunluğunun mu kastedildiği hususuna açıklık getirilmemiştir. Bu, özellikle uygulamada vahim sonuçlara yol açabilecek bir belirsizliktir. Bir hukuk devletinde hukuk kurallarındaki belirsizlik, hukuki güvensizlik yaratacağı için kabul edilemez; çünkü hukuk devletinin en önemli unsurlarından birisi hukuki güvenliktir. Bu nedenle, belirsizlik yaratarak hukuki güvenliği ortadan kaldıran 19 uncu maddenin ikinci fıkrasının dördüncü tümcesinde yer alan bu düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır. Böylesi bir düzenlemeyi getiren bir Anayasa değişikliğinin, Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı bir biçimde, Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen “hukuk devleti” ilkesini değiştirmek anlamına geleceği kabul edilmelidir. Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirilmezlik ilkesi böyle bir değişiklik yapılmasına imkan vermediği için 5982 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin ikinci fıkrasının (2709 sayılı kanunun değişen 149 uncu maddesinin birinci fıkrası) dördüncü tümcesinin iptal edilmesi gerekmektedir. I.B.4.b. 19’uncu Maddenin Dördüncü Fıkrasına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri 1982 tarihli Anayasanın 149 uncu maddesinin, Anayasa değişikliklerinde iptale ve siyasi partilerle ilgili kapatma davalarında kapatmaya karar verilebilmesi için gerekli kıldığı çoğunluk, beşte üçtür. 5982 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının bu konudaki karar yeter sayısını yükseltmek suretiyle, Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliklerinin iptaline, siyasi parti kapatmaya ve Devlet yardımından yoksun bırakmaya karar vermesini, imkansız denecek ölçüde güçleştirdiği görülmektedir. Böyle bir hüküm, Anayasa değişiklikleri konusunda Anayasanın getirdiği yasakların rahatça aşılmasına ve özellikle, Cumhuriyetin Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddelerinde gösterilen nitelik ve özelliklerinin güvencesiz kalmasına yol açacaktır. Aynı durum siyasi parti yasakları bakımından da kendisini gösterecek ve Anayasanın 68 inci maddesine aykırı fiillerin işlendiği bir odak haline gelen partilerin kapatılması veya Devlet yardımından yoksun bırakılması, karar yeter sayısına ulaşılamadığı için imkânsızlaşacaktır. Böylece, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasında sıralanan ve büyük bir kısmı Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen değerleri koruma altına alan yasaklara uyulması güçleşecek; bunlar etkisizleştirilmiş olacaktır. Bir hukuk devletinde, birtakım hukuk kurallarının belirlediği yasaklara uyulmamasını kolaylaştırmak veya getirdiği yaptırımların uygulanmasını imkansızlaştırmak üzere başka hukuk kuralları yapılması, kabul edilemez bir durumdur. Çünkü bu, hukuk devletinin sağlamak zorunda olduğu hukuk düzeninin etkinliğini ve hukuka güven duygusunu özünden zedeler. Bu açıdan söz konusu dördüncü fıkranın, Anayasanın 2 nci maddesindeki “hukuk devleti” ilkesine aykırı olduğu ve söz konusu dördüncü fıkra bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bunun, Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı biçimde Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesinin değiştirilmesi anlamına geldiği kabul edilmelidir. Bu açıklamalar, 19 uncu maddenin dördüncü fıkrasının, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin hukuk devleti niteliğini değiştirdiğini ortaya koymaktadır. Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirilmezlik ilkesi böyle bir değişikliğe imkan vermediği için söz konusu dördüncü fıkra (2709 sayılı kanunun değişen 149 uncu maddesinin üçüncü fıkrası) iptal edilmelidir. I.B.5. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 22’nci Maddesine İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri I.B.5.a. 5982 Sayılı Kanunun 22’nci Maddesinin Üçüncü ve Dördüncü Fıkralarına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu maddesinde, 7 üyeden oluşan bir Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu öngörülmüştür. 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin üçüncü fıkrasında ise Kurulun, üye sayısı arttırılarak, 22 asıl ve 12 yedek üyeden oluşan bir yapı ortaya konulmuştur. 22 asıl ve 12 yedek üyeden oluşan bu Kurulun nasıl yapılandırılacağı da, 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında gösterilmiştir. Ancak, dördüncü fıkra hükmüne bakıldığında, Anayasaya aykırı birtakım hususlar görülmektedir. Şöyle ki: • Kurulun Başkanı Adalet Bakanı olarak gösterilmiş; Adalet Bakanlığı Müsteşarına Kurulda doğal üye olarak yer verilmiştir. Bu durum, dördüncü fıkranın; AB uzmanlarınca düzenlenen ilerleme raporlarının, istişari ziyaret raporlarının, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararlarının, Avrupa Yargıçları Danışma Konseyi’nin görüş ve önerilerinin; ulusal düzeyde de tüm ilgili kurum ve kuruluşlar ile bilim insanlarının ve hukukçuların görüş ve önerilerinin gözardı edilerek düzenlendiğini ortaya koymaktadır. Çünkü; söz konusu rapor, karar, öneri, görüş ve değerlendirmelerde, Adalet Bakanına ve Müsteşarına Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda yer verilmesi, yargıyı yürütmeye bağımlı kılacak bir husus olarak nitelendirilmiş; bu nedenle de yargı bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığına ve hukuk devletine aykırı bulunmuştur. 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında da, Adalet Bakanı ve Müsteşarına Kurulda yer verilmesi; onlara yargıç ve savcıların özlük işleri bakımından alınacak kararları etkileme imkanını getirecektir. Ayrıca Kurulun Başkanının Adalet Bakanı olması ve 22 nci maddenin diğer fıkralarında bu nedenle Bakana verilen yönetim ve temsil yetkileri, Kurulun çalışmalarını ve gündemini Bakanın düzenlemesini sağlayacak; Bakan ve Müsteşarı toplantılara katılmamak suretiyle Kurulun çalışmalarını kilitleyebilecektir. Yapılan değişikliklerde bu kilitlemeyi ortadan kaldıracak ve kurulun demokratik esaslara göre çalışmasını sağlayacak koruyucu bir önlem alınmamış, güvence getirilmemiş, tam tersi kilitleme yolu açık tutulmuştur. Bu durum, yürütmenin yargı üzerinde üstünlük kurduğu, yargının yürütmeye bağımlı kılındığı bir tabloyu ortaya koymaktadır. Yargının yürütmeye bağımlı kılınması ve yürütmenin yargı üzerinde üstünlük kurması, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırıdır. Bunun yanı sıra, yargının yürütmeye bağımlı kılınmasının ve yürütmenin etkisi altına sokulmasının, yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracağı da açıktır. Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin olmazsa olmazıdır. Bu nedenle, yargı bağımsızlığının sağlanıp korunmadığı yönetim biçimlerinin hukuk devleti niteliğini taşıması olanaksızdır. Bütün bu açıklamalar, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda Adalet Bakanına Başkan, Müsteşarına doğal üye sıfatıyla yer veren 22 nci maddenin dördüncü fıkrasının; yargının yansızlığını ve bağımsızlığını zedelediğini, dolayısı ile Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan Cumhuriyetin hukuk devleti niteliğine ve yine 2 nci maddenin Cumhuriyetin nitelikleri arasında gönderme yaptığı Anayasanın Başlangıç kısmında belirtilen kuvvetler ayrılığına aykırı düştüğünü ortaya koymaktadır. • 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin dördüncü fıkrasında, Kurulun dört asıl üyesinin, nitelikleri kanunda belirtilen, yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca seçileceği ifade edilmiştir. 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu maddesinde, Cumhurbaşkanına Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini seçme konusunda tanınmış olan yetkilerin, Kurulu yürütmeye bağımlı kıldığı öne sürülmüş; bu durum yargı bağımsızlığı, hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı görülerek, şiddetle eleştirilmiştir. Bu yetkilerin Cumhurbaşkanına Anayasadaki tarafsız statüsü nedeni ile tanınmış olması, seçiminde öngörülen toplantı ve karar yeter sayılarının da Cumhurbaşkanının tarafsız bir kimlik taşımasını güvence altına alması, bu eleştirileri etkisizleştirmeye yetmemiştir. Bugün ise, Anayasanın 102 nci maddesinde yapılan değişikliğin getirdiği seçim sistemi, Cumhurbaşkanı adaylarını seçilebilmek için siyasi partilerin desteğini almak zorunda bırakmakta; siyasi partilere de Cumhurbaşkanı adayı göstermek imkanı tanımaktadır. Bu düzenlemelerin Cumhurbaşkanının artık tarafsız bir kimlik taşımasını sağlayamayacağı ortadadır. Çünkü göreve bir siyasi partinin desteklediği veya önerdiği Cumhurbaşkanı olarak başlayacaklardır. Bu konumdaki bir Cumhurbaşkanına söz konusu yetkilerin 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında tekrar tanınmasının, yargı bağımsızlığı, hukuk devleti ilkesi ve kuvvetler ayrılığı bakımından 2007 değişikliği öncesine göre çok daha zedeleyici olacağı ve yargının tarafsızlığını da tehlikeye düşüreceği kuşkusuzdur. Çünkü Cumhurbaşkanları Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçerken, seçimlerinde kendilerini desteklemiş olan partilerin tercihleri doğrultusunda hareket etmek eğilimine gireceklerdir. Cumhurbaşkanlarına artık ikinci kez göreve seçilebilmek imkanının getirilmiş olması, onları ikinci kez seçilebilmek amacıyla aynı partinin desteğini sürdürmek arayışına itebilir. Bu arayışı da, desteğini aldığı partinin tercihlerinin, Cumhurbaşkanının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçimlerinde belirleyici olmasına yol açar. Bunun, yukarıda belirttiğimiz sakıncanın daha da belirginleşmesine neden olacağı ortadadır. Söz konusu 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında Cumhurbaşkanına tanınan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme yetkisi, yargıçlık ve savcılık mesleğinden gelmeyen üst kademe yöneticileri ile iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyelerinin de bu Kurula üye seçilebilmelerine olanak hazırlamaktadır. Bu kimselerin, hakimlerin ve savcıların seçimi, kariyeri, özlük işleri gibi tamamen yabancısı oldukları konularda Kurula ne gibi katkıda bulunacakları, elbette ki merak edilecek bir husustur. Ancak bu konulara yabancı olmanın, bu kişileri, bilgilendirmek adı altında yapılacak yönlendirmelere açık hale getireceği de ortadadır. Böyle bir durum, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını zedeleyici niteliktedir. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ise hukuk devletinin olmazsa olmazıdır. Yargının tarafsızlığının ve bağımsızlığının sağlanamadığı ortamda hukuk devleti de gerçekleşemez. Bu nedenle, söz konusu düzenlemenin bu bakımdan da kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkelerine aykırı düştüğünün söylenmesi gerekmektedir. Diğer yandan söz konusu 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında Cumhurbaşkanına tanınan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme yetkisinin, Avrupa Birliği ortak standartları ile bağdaştırılması da olanaksızdır. Çünkü Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin yukarıda belirtilen (R [94] 12) sayılı kararında ve CCJE’nin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine sunduğu 10(2007) no’lu görüşte; hakimlerin seçimleri ve kariyerleri konusunda karar veren merciin hükümet ve idareden bağımsız olması, bu merciin üyelerinin yargıçlardan oluşması ve kendi emsallerince yargı tarafından seçilmesi gerekli bulunmaktadır. Bu açıklamalar, 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında Cumhurbaşkanına tanınan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme yetkisinin de yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin hukuk devleti niteliğine ve 2 nci maddenin Cumhuriyetin nitelikleri arasında gönderme yaptığı Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına aykırı düştüğünü ortaya koymaktadır. • 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında, Cumhurbaşkanının yukarıda belirtilen koşullarla seçeceği 4 üyenin yanı sıra, Hakimler ve Savcılar Kurulunun, 3 asıl ve 3 yedek üyesinin Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, 2 asıl ve 2 yedek üyesinin Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, 1 asıl ve 1 yedek üyesinin Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, 7 asıl ve 4 yedek üyesinin birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adli yargı hakim ve savcıları arasından adli yargı hakim ve savcılarınca, 3 asıl 2 yedek üyesinin birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektirecek nitelikleri yitirmemiş idari yargı hakim ve savcıları arasından idari yargı hakim ve savcılarınca 4 yıl için seçileceği ifade edilmiş ve süresi biten üyelerin yeniden seçilmesine imkan tanınmıştır. Bu hüküm, Kurulda Cumhurbaşkanının seçebileceği 4 üyenin yanı sıra Türkiye Adalet Akademisi Genel kurulunca seçilecek 1 üye ile birlikte, toplam 5 savcı ve yargıç kökenli olmayan üyenin Kurulda yer almasına imkan hazırlamaktadır. Bu durumun, hakimlik ve savcılık sorunlarına ve özlük işlerine yabancı bu kişileri, bilgilendirmek adı altında yapılacak yönlendirmelere açık kılacağı ve bunun da yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına aykırı düşeceği yukarıda belirtilmiştir. Diğer yandan söz konusu 5 üye, Adalet Bakanı ve Müsteşarı ile birlikte yürütmenin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üzerinde etki kurmasını da sağlayacaktır. Çünkü Adalet Bakanı yürütmenin bir unsurudur. Adalet Bakanlığı Müsteşarı, 2992 sayılı Kanunun 6 nci maddesine göre, “Bakanın emri altında ve o’nun yardımcısı”dır. Türkiye Adalet Akademisi Adalet Bakanlığına bağlı, özerk yapıda olmayan bir kuruluştur. Adalet Akademisinin yapacağı seçimin Adalet Bakanının tercihini yansıtmaması olanaksızdır. Cumhurbaşkanı ile Adalet Bakanının aynı partiden gelmeleri durumunda, farklı tutumlar benimsemeleri pek olası değildir. Böylece Kurulda yürütmenin tercihleri doğrultusunda hareket edecek 7 üyelik bir blok ortaya çıkabilecektir. Bunun yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı bir görünümün ortaya çıkmasını hazırlamak bakımından önemli bir sayı olduğu açıktır. Diğer yandan adli yargıdaki birinci sınıf yargıç ve savcılar arasından yapılacak seçimde, seçilenlerin hepsinin yargıç veya hepsinin savcı olduğu garip durumlar ortaya çıkabilecektir. Aynı durum, idari ve adli yargıdaki birinci sınıf yargıç ve savcılar arasından yapılacak seçimde de kendisini gösterebilecektir. Bunun sonucunda Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, çoğunluğu hakimlerden veya çoğunluğu savcılardan oluşan bir Kurula dönüşebilecektir. Bu da savcıların mesleki kariyerleri ve özlük işleri bakımından hakimlerin çoğunlukta olduğu veya hakimlerin, mesleki kariyerleri ve özlük işleri bakımından savcıların çoğunlukta olduğu bir Kurulun kararlarına bağlı kılınmaları gibi bir duruma yol açabilecektir. Hakimlerin ve savcıların mesleki kariyerleri ve özlük işlerinin farklı özellikleri gözönünde tutulduğunda, aynı kurulda örgütlenmeleri eleştirilirken, böyle bir durum elbette ki kabul edilemez. Çünkü bu, yukarıda belirttiğimiz Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararlarına, dolayısı ile Avrupa ortak demokrasi standartlarına aykırı olduğu gibi; savcıyı yargıca, yargıcı da savcıya bağımlı kılmak gibi demokratik ve adil olmayan bir duruma yol açacaktır. Adalet hukuk devletinin temel hedeflerinden birisidir. Demokratik ve adil olmayan böyle bir düzenleme, hukuk devletine de aykırıdır. 22 nci maddenin dördüncü fıkrasının öngördüğü bu Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yapılanmasının Yargıtay ve Danıştay ile adli yargıdaki 1. sınıf yargıç ve savcılar ve idari yargıdaki 1. sınıf yargıç ve savcılar arasında, Kurula seçecekleri üye sayısı bakımından bir eşitsizlik yarattığı da görülmektedir. Bu da, alınacak kararlarda Yargıtay’ın Danıştay’a, adli yargının idari yargıya nazaran daha etkin olabilmesine neden olacak bir durumdur. Böyle bir durumun ise, adil olmadığı açıktır. Adil olmayan bir düzenleme ise, yukarıda da belirtildiği gibi hukuk devletine aykırıdır. 1. sınıf yargıç ve savcılar arasından yapılacak seçim sonrası, HSYK üyesi olacak yargıç ve savcılara üyelik süresi boyunca özel güvence getirilmemiştir. İdari yönden Adalet Bakanlığına bağlı olmak, yargıçların yargı bağımsızlığı ilkesine uygun olarak çalışmalarını engelleyeceğinden hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturur. Kurulda, bu yargıç ve savcıların yüksek yargı üyelerinden niceliksel fazlalığı gözetildiğinde yargı bağımsızlığının daha da zedeleneceği açıktır. 22 nci maddenin dördüncü fıkrasının dördüncü tümcesinde yer verilen süresi biten üyelerin yeniden seçilebileceğine ilişkin hükmün de, Kurul üyelerini, yeniden seçilebilmek için, kendilerini seçenlerin beğenisini kazanacak tutumları benimsemeye iteceği; bunun da yargı bağımsızlığına ve yargı tarafsızlığına dolayısı ile hukuk devleti ilkesine aykırı bir başka durum yaratacağı görülmektedir. Bütün bu açıklamalar, 22 nci maddenin dördüncü fıkrasının birinci ve ikinci tümcelerinin Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen hukuk devletine ve 2 nci maddenin Cumhuriyetin nitelikleri arasında gönderme yaptığı Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına; üçüncü ve dördüncü tümcelerinin ise yine Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen “hukuk devleti”ne aykırı olduğunu ortaya koymaktadır. Söz konusu dördüncü fıkra bir Anayasa değişikliği ile ortaya konulduğu için, bu aykırılık dördüncü fıkranın Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti niteliği ile 2 nci maddenin gönderme yaptığı Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığını değiştirdiği anlamına gelmektedir. Anayasanın 4 üncü maddesindeki değişmezlik ilkesi buna imkan tanımadığı için söz konusu 22 nci maddenin dördüncü fıkrası (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin üçüncü fıkrası) bütünüyle iptal edilmelidir. Kuşkusuz 22 nci maddenin üçüncü fıkrasının da, dördüncü fıkra ile birlikte değerlendirilmesi uygun düşer. Çünkü 22 nci maddenin üçüncü fıkrasında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 22 asıl ve 12 yedek üyeden oluşması ve 3 daire halinde çalışması öngörülerek, 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında yer alan Anayasaya aykırı oluşuma sayısal zemin hazırlanmıştır. Bu nedenle üçüncü fıkra da (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin ikinci fıkrası), dördüncü fıkra için söz konusu olan gerekçelerle iptal edilmelidir. I.B.5.b. 22’nci Maddenin Beşinci ve Altıncı Fıkralarına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin beşinci ve altıncı fıkralarında, yukarıda üçüncü ve dördüncü fıkralarla ilgili değerlendirmelerde oluşumu bakımından Anayasaya aykırı olduğu gerekçeleriyle açıklanmış olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun üyeliklerine yapılacak seçimler düzenlenmiştir. Bu nedenle söz konusu üçüncü ve dördüncü fıkralar için ortaya konulmuş olan Anayasaya aykırılık gerekçeleri, beşinci ve altıncı fıkralar için de geçerlidir. Ancak bunun yanında, altıncı fıkranın birinci tümcesinde düzenlenmiş bulunan seçim yönteminin, bu fıkra için ek bir Anayasaya aykırılık durumu oluşturduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Çünkü söz konusu seçim yöntemi; Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üyenin, birinci sınıf adli ve idari yargı hakim ve savcıları arasından seçilecek Kurul üyeliği için her hakim ve savcının, ancak bir aday için oy kullanmasına imkan tanımakta; en fazla oy alanlar ise, sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmektedirler. Böyle bir yöntemin, bu seçimin seçmenlerinin, seçilecek tüm üyelikler için tercihlerini ortaya koymasını engellediği ortadadır. Seçmenlerin tercihlerini kullandıkları oya tam anlamıyla yansıtamadığı ve seçme imkanlarının sınırlandırıldığı bir yöntemin ise, demokratik olduğu kabul edilemez ve bu yöntem, Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen “demokratiklik” ile bağdaştırılamaz. Diğer yandan böyle bir yöntem, kurumunda veya meslektaşları arasında yeteri ölçüde desteği bulunmayanların da aday listelerine girmelerini ve dolayısı ile Kurula üye olarak taşınmalarını sağlayarak, adil olmayan bir seçim sonucunun ortaya çıkmasına neden olabilecek bir özellik taşımaktadır. “Adalet”, hukuk devleti adı verilen yönetim biçiminin gerçekleştirmeye yöneldiği temel hususlardan birisidir. “Adil” olmayan bir seçim sisteminin, hukuk devleti ile bağdaştırılması mümkün değildir. Bu nedenlerle söz konusu 22 nci maddenin altıncı fıkrasının birinci tümcesinin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer alan “demokratik hukuk devleti”ne aykırı düştüğü söylenmelidir. 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun, 22 nci maddesinin altıncı fıkrasının ikinci tümcesinde ise, “Bu seçimler her dönem için bir defada ve gizli oyla yapılır.” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm gereği, Yargıtay, Danıştay Genel Kurulları, Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu veya Adli yargı ile idari yargı hakim ve savcıları tarafından seçilecek asıl üyelerin yerine gelecek yedek üyelerin de 4 yıllık süre dolmadan tükenmesi halinde, Kurul üyelikleri boş kalabilecek ve bu durum, Kurul çalışmalarının etkisizleşmesine yol açabilecektir. Yargının etkisizleştirilmesi ise, hukuk devleti ile bağdaşmayan bir durumdur. Böyle bir durumun da, Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında belirtilen hukuk devletine aykırı düşeceği açıktır. Bu tablo karşısında, söz konusu 22 nci maddenin beşinci ve altıncı fıkralarının Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin “demokratik hukuk devleti” niteliğine yukarıda açıklanan yönlerden aykırı düştüğü; bu fıkraların Anayasa değişikliği olarak düzenlendiği gözönünde tutulduğunda bunun, Cumhuriyetin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen demokratik hukuk devleti olma niteliğinin Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı olarak değiştirilmesi anlamına geleceği söylenmelidir. Anayasanın 4 üncü maddesindeki değişmezlik ilkesi buna imkan vermediği için söz konusu beşinci ve altıncı fıkralar (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları) iptal edilmelidir. I.B.5.c. 22’nci Maddenin Yedinci Fıkrasına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin yedinci fıkrası, Kurulun yedek üyeleri bakımından, asıl üyeler için öngördüğü görev yasaklarını getirmemiştir; bu nedenle Kurulun birinci sınıf hakimler ve savcılar arasında seçilen 4 yedek üyesi, kürsü hakimliğine devam edecek; bu nedenle de her türlü soruşturma ve idari tasarrufun, dolayısı ile yürütmenin etki alanına bağımlı durumda olacaklardır. Bu da, kuvvetler ayrılığına, yargı bağımsızlığına ve yargı bağımsızlığının olmazsa olmaz koşulu olduğu hukuk devletine aykırı düşecektir. Bu nedenle 22 nci maddenin yedinci fıkrasının Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer alan Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na ve “hukuk devleti”ne aykırı düştüğü ve yedinci fıkra bir Anayasa değişikliği kapsamında yer aldığı için bunun, Anayasanın 2 nci maddesinin bu nitelikler bakımından Anayasanın değiştirilmesi anlamına geleceği söylenmelidir. Anayasanın 4 üncü maddesindeki değişmezlik yasağı buna imkan tanımadığı için söz konusu yedinci fıkra (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin altıncı fıkrası) iptal edilmelidir. I.B.5.d. 22’nci Maddenin Sekizinci Fıkrasına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin sekizinci fıkrasında, yukarıda 22 nci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarda açıklanan nedenlerle Anayasaya aykırı bir nitelik taşıyan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Başkanlığına ve çalışma düzenine ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Bu nedenle sekizinci fıkranın da, 22 nci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkraları için belirtilen gerekçelerle Anayasaya aykırı olduğu söylenmelidir. Sekizinci fıkranın birinci, üçüncü ve dördüncü tümceleri, bu hususa ek olarak, başka bakımlardan da Anayasaya aykırılıklar taşımaktadır. Şöyle ki: • Sekizinci fıkranın birinci tümcesinde, “Kurulun yönetimi ve temsili Kurul Başkanına aittir.” hükmü yer almaktadır. Bu tümcenin, Kurulun Başkanının Adalet Bakanı olduğunu ifade eden söz konusu 22 nci maddenin dördüncü fıkrasının birinci tümcesi ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Böyle bir değerlendirme ise, sekizinci fıkranın birinci tümcesinin aslında “Kurulun yönetimi ve temsili Adalet Bakanına aittir” olarak da okunabileceğini ortaya koymaktadır. Bunun ise Kurulu, özellikle çalışma düzeni bakımından, yürütmeye bağımlı kılacağı; yargının bağımsızlığı, olmazsa olmaz koşulu olan “hukuk devleti”ne ve kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı düşeceği ortadadır. Hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı, Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında belirtilmiştir. Bu nedenle, söz konusu tümcenin, Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olduğunun söylenmesi gerekmektedir. • 22 nci maddenin sekizinci fıkrasının üçüncü ve dördüncü tümceleri ise şöyledir: “Kurul, kendi üyeleri arasından daire başkanlarını ve daire başkanlarından birini de başkanvekili olarak seçer. Başkan, yetkilerinden bir kısmını başkanvekiline devredebilir”. Bu tümcelerde, Başkanını seçmek yetkisi tanınmayan Kurula, ancak kendi üyeleri arasından daire başkanlarını ve daire başkanlarından birisini de başkanvekili olarak seçmek olanağı verilmiştir; ancak, başkanvekilinin yetkileri Anayasada gösterilmeyerek, dilerse Başkanının devredeceği bir takım yetkileri kullanmak durumuna sokulmuştur. Bu da, yönetime ilişkin yetkilerin tam anlamıyla Adalet Bakanında veya Adalet Bakanının güdümünde kalmasına yol açmaktadır. Böyle bir düzenlemenin de, yargıyı yürütmeye bağımlı kılacağı açıktır. Bu durumda, söz konusu üçüncü ve dördüncü tümcelerin de, aynen birinci tümce için belirtilen gerekçelerle Anayasanın 2 nci maddesine aykırı düştüğünün söylenmesi gerekmektedir. Fıkranın 2 nci tümcesindeki, Kurul Başkanı dairelerin çalışmalarına katılamaz tümcesi ise yukarıda çerçeve 22 inci maddenin üçüncü fıkrasında 3 daire halinde çalışma hükmünde belirtilen aykırılık gerekçelerine dayanarak iptal edilmelidir. Bu tablo, söz konusu 22 nci maddenin sekizinci fıkrasının yukarıda açıklanan yönlerden Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti”ne ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğünü ortaya koymaktadır. Sekizinci fıkranın Anayasa değişikliği olarak düzenlendiği gözönünde tutulduğunda bu durumun, Cumhuriyetin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen niteliklerinden “hukuk devleti” ve “kuvvetler ayrılığı”nın, değiştirilmesi anlamına geleceği ve Anayasanın 4 üncü maddesindeki değişmezlik ilkesi buna imkan vermediği için sekizinci fıkranın (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin yedinci fıkrası) iptal edilmesi gerektiği söylenmelidir. I.B.5.e. 22’nci Maddenin Dokuzuncu Fıkrasına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin dokuzuncu fıkrasında, yukarıda 22 nci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarıyla ilgili Anayasaya aykırılık gerekçelerinde Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti” ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğü açıklanan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yetki ve görevleri ile ilgili bir düzenleme yapılmıştır. Bu bakımdan söz konusu dokuzuncu fıkranın da, 22 nci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkraları için yukarıda ifade edilen gerekçelerle Anayasaya aykırı düştüğü kabul edilmelidir. Bu noktadan hareket edildiğinde de, dokuzuncu fıkranın, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti”ne ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğünün; dokuzuncu fıkranın Anayasa değişikliği olarak düzenlendiği gözönünde tutulduğunda da bu durumun, Cumhuriyetin Anayasada belirtilen bu niteliklerinin değiştirilmesi anlamına geleceğinin; Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirilemezlik ilkesinin böyle bir değişikliğe imkan vermemesi nedeniyle dokuzuncu fıkranın (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin sekizinci fıkrası) iptal edilmesinin gerektiğinin söylenmesi gerekmektedir. I.B.5.f. 22’nci Maddenin Onuncu ve Onbirinci Fıkralarına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin onuncu ve onbirinci fıkralarına bakıldığında, bu fıkralarda yapılan düzenlemelerin Anayasaya aykırı bazı yönleri bulunduğu görülmektedir. Şöyle ki: • Bugün için, yargıç ve savcılar hakkında soruşturma açma izni verme yetkisi ilgili mevzuat gereğince, Adalet Bakanı tarafından kullanılmakta; bu iznin verilmemesi halinde idari yargı mercilerine başvurulabilmektedir. Adalet Bakanlığının, birçok yargıç ve savcı hakkında, çok kolaylıkla soruşturma izni verip, bu soruşturmaları uzun süre yürüterek; yürütmenin yargı üzerinde baskı kurmasını sağladığı yolundaki örnek ve eleştiriler oldukça yaygındır. 22 nci maddenin onuncu fıkrasının birinci tümcesinin ilgili dairenin önerisi ile sınırlandırılmış olsa bile, hakim ve savcılarla ilgili soruşturmaya olur vermek yetkisini Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanına vermesi, bu eleştirileri ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Çünkü Kurulun Başkanı, yine Adalet Bakanıdır. Bu durumda yeni düzenlemenin de, yürütmenin yargıyı etkisi aklına almasına yol açacağı ve kuvvetler ayrılığı ilkesi ile yargı bağımsızlığı temel unsurlarından birisi olan “Hukuk Devleti”ne aykırı düşeceği açıktır. • 22 nci maddenin onuncu fıkrasında, inceleme ve soruşturmanın daha kıdemli hakim veya savcı eliyle de yaptırılabileceği hükmüne de yer verilmiştir. Ancak bu hüküm inceleme ve soruşturmayı soruşturulandan daha kıdemli bir savcı veya yargıca yaptırma kararını kimin vereceği ve soruşturma veya incelemeyi yapacak yargıç veya savcıyı kimin belirleyeceği konusunda herhangi bir açıklık taşımamaktadır. Bu, söz konusu belirlemeleri de, oluru verecek Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının yani Adalet Bakanının yapmasına yetki verecek yasa düzenlemelerine Anayasal dayanak oluşturacak bir durumdur. Böylesi bir durumun, yargının yürütmenin baskı ve etkisine girmesine yol açacağı ortadadır. Bu da yargı bağımsızlığının olmazsa olmaz olduğu hukuk devleti ilkesine ve kuvvetler ayrılığına aykırıdır. • 22 nci maddenin onbirinci fıkrasında, Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı yolunu kapatmış olması da; tüm yasama ve yürütme işlemlerinin yargısal denetimi esasını temel unsuru olarak kabul eden hukuk devleti ile bağdaşmamaktadır. Hukuk devletinin en temel ilkelerinden birisi, devletin bütün işlem ve eylemlerinin yargı denetimine bağlı olmasıdır. Bunun istisnasının Anayasa ile getirilmiş olması dahi hukuk devleti ilkesinin ihlali anlamına gelir. Böyle bir istisna 2 nci madde karşısında kabul edilemez. Bu açıklamalar ışığında, 22 nci maddenin onuncu ve onbirinci fıkralarının Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında belirtilen hukuk devletine ve Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına aykırı olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Söz konusu fıkraların Anayasa değişikliği niteliğini taşıması nedeniyle bu aykırılık, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı niteliklerinin değiştirildiği anlamına gelmektedir. Anayasanın 4 üncü maddesi böyle bir değişikliğe imkan vermediği için söz konusu onuncu ve onbirinci fıkraların (2709 sayılı yasanın değişen 159 uncu maddesinin dokuzuncu ve onuncu fıkraları) iptal edilmesi gerekmektedir. I.B.5.g. 22’nci Maddenin Onikinci Fıkrasına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri Yukarıda, söz konusu 22 nci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarına ilişkin Anayasaya aykırılık gerekçelerinde, bu fıkralardaki görünümüyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun, yapılandırılışı açısından Anayasaya aykırı bir nitelik taşıdığı açıklanmıştır. Bu bakımdan, onikinci fıkrada düzenlenen Genel Sekreterliğin, Anayasaya aykırı olan bu Kurula bağlanmış bulunması nedeniyle, 22 nci maddenin onikinci fıkrası da, bütünüyle ve 22 nci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkraları için geçerli olan gerekçelerle, Anayasaya aykırı düşmektedir ve iptal edilmesi gerekmektedir. Buna ek olarak, onikinci fıkranın ikinci tümcesinde Genel Sekreterin, Kurulun göstereceği üç aday arasından olsa bile, Kurul Başkanı tarafından atanacağının belirtilmiş olması da, onikinci fıkra için bir başka Anayasaya aykırılık nedeni oluşturmaktadır. Çünkü Kurulun Başkanı, Adalet Bakanıdır. Bu durum, söz konusu Genel Sekreterlik bağlamında yargı ile yürütme arasında, yürütmenin yargı üzerinde üstünlük kurmasına ve yargıyı etkilemesine yönelik bir bağ kurulmasına yol açmaktadır. Bu aynı zamanda kurul sistemi ile çalışması gereken bir yapı için Başkanlık sisteminin atama üzerine kurulu yapıya ve kurulun tamamı ile Başkanın etkisine girmesine yol açacak bir düzenlemedir. Bunun ise Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düşeceği açıktır. Diğer yandan, yürütmenin yargı üzerinde üstünlük sağlaması ve yargıyı etkilemesi, yargının bağımsızlığı ve yansızlığı ile de bağdaşacak bir durum değildir. Yargının yansızlığı ve bağımsızlığı ise, hukuk devletinin olmazsa olmazlarıdır. Söz konusu ikinci tümcenin, bu bakımdan da “hukuk devleti”ne de aykırı olduğunun belirtilmesi gerekmektedir. Bu açıklamalar çerçevesinde söz konusu onikinci fıkranın Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen “hukuk devleti” ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğü; onikinci fıkra bir Anayasa değişikliği gerçekleştirdiği için bu aykırılığın, Anayasanın 2 nci maddesindeki “hukuk devleti” ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”nın değiştirildiği anlamına geldiği söylenmelidir. Böyle bir değişiklik ise Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı düşeceği için, onikinci fıkranın (2709 sayılı yasanın değişen 159 uncu maddesinin onbirinci fıkrası) iptal edilmesi gerekmektedir. I.B.5.h. 22’nci Maddenin Onüçüncü Fıkrasına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin onüçüncü fıkrasında, Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hakim ve savcılar ile adalet müfettişlerini ve hakim ve savcı mesleğinden olan iç denetçileri atama yetkisinin Adalet Bakanına verilmesi, yürütmeye yargı üzerinde üstünlük kurma ve yargıyı etkisi altına alma imkanının tanınması anlamına gelmektedir. Bu süreçte Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun devreden çıkarılmış bulunması, özellikle adalet müfettişlerini ve iç denetçileri Adalet Bakanının atıyor olması; 5982 sayılı Kanunun çerçeve 14 üncü maddesinde belirtilen denetimin de, Adalet Bakanının güdüm ve etkisi altına girmesine neden olabilecektir. Belirtilen bu hususlar ise; yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına, dolayısı ile bu nitelikler olmazsa olmazı olan hukuk devletine ve kuvvetler ayrılığına aykırıdır. Bu nedenle 22 nci maddenin onüçüncü fıkrasının Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer verilen Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na ve “hukuk devleti”ne aykırı düştüğü; onüçüncü fıkra bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bu aykırılığın kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti nitelikleri yönünden Anayasanın 2 nci maddesinin değiştirilmesi anlamına geldiği söylenmelidir. Böyle bir değişiklik Anayasanın 4 üncü maddesinde belirtilen değiştirilmezlik ilkesine aykırı düşeceği için, söz konusu onüçüncü fıkra (2709 sayılı kanunu değişen 159 uncu maddesinin onikinci fıkrası) iptal edilmelidir. I.B.5.ı. 22’nci Maddenin Ondördüncü Fıkrasına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri Yukarıda söz konusu 22 nci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarına ilişkin Anayasaya aykırılık gerekçelerinde, bu fıkralardaki görünümüyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun, yapılandırılışı yönünden Anayasaya aykırı bir nitelik taşıdığı açıklanmıştır. Bu bakımdan, ondördüncü fıkrada kanunla düzenlenmesi öngörülen hususların Anayasaya aykırı düşen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun çalışma düzenine ilişkin olması; ondördüncü fıkrayı da aradaki bağlantı nedeniyle, üçüncü ve dördüncü fıkralarda belirtilen gerekçelerle Anayasaya aykırı bir görünüme sokmaktadır ve aynı gerekçelerle ondördüncü fıkranın (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin onüçüncü fıkrası) da iptal edilmesi gerekmektedir. I.B.6. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanunun 25’inci Maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Eklediğini İfade Ettiği “Geçici Madde 18” Ve “Geçici Madde 19”A İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri I.B.6.a. 25’inci Maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Eklediğini İfade Ettiği “Geçici Madde 18”in Birinci, İkinci, Üçüncü, Dördüncü ve Beşinci Fıkralarına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarında görevdeki Anayasa Mahkemesinin yapısının, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinde ortaya konulmuş olan yeni Anayasa Mahkemesi yapısına uyumunun sağlanması için yapılacak işler ve kullanılacak yöntemler gösterilmiştir. Yukarıda 16 ncı maddeye ilişkin Anayasaya aykırılık gerekçelerinde, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinde getirilen yeni Anayasa Mahkemesi yapısının çeşitli açılardan Anayasaya aykırı olduğu açıklanmıştır. Bu nedenle, mevcut Anayasa Mahkemesinin getirilen bu Anayasaya aykırı yeni yapılanma modeline uyumunun sağlanması için “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarında yapılması öngörülen bütün işler ve kullanılacak yöntemler, söz konusu 16 ncı madde için öne sürülen gerekçelerle Anayasaya aykırı düşmektedir. Bu nedenle mevcut Anayasa Mahkemesinin, getirilen bu Anayasaya aykırı yeni yapılanma modeline uyumunun sağlanması için, “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarında yapılması öngörülen bütün işler ve kullanılacak yöntemler, 16 ncı madde ile birlikte değerlendirilmeli ve “Geçici Madde 18”in, birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarındaki hükümlerin, 16 ncı madde için geçerli olan gerekçelerle Anayasaya aykırı düştüğü söylenmelidir. Bu nedenle “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları iptal edilmelidir. Bu bağlamda daha açıkça ifade edilmesi gerekirse: • Geçici Madde 18’in birinci ve beşinci fıkralarında yer alan hükümler, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesine ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirmelerde Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan Cumhuriyetin niteliklerinden “kuvvetler ayrılığı”na ve yargının bağımsızlığı ile tarafsızlığı olmazsa olmaz koşulu olan “demokratik hukuk devleti”ne aykırı bulunmuş olan yeni Anayasa Mahkemesi modeline geçişi sağlamaya yöneldiği için; 16 ncı madde için öne sürülmüş olan “kuvvetler ayrılığı” ve “demokratik hukuk devleti”ne aykırılık, söz konusu birinci ve beşinci fıkralar için de geçerli olmalıdır. Söz konusu birinci ve beşinci fıkralar Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için; bu aykırılık Anayasanın 2 nci maddesinin sözü geçen nitelikler bakımından, Anayasanın 4 üncü maddesindeki yasağa rağmen değiştirildiği anlamına gelmektedir. Anayasanın 4 üncü maddesi böyle bir değişikliğe imkan tanımadığı için “Geçici Madde 18”in birinci ve beşinci fıkralarının iptal edilmesi gerekmektedir. • Geçici Madde 18’in ikinci ve üçüncü fıkralarında, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesi ile ilgili değerlendirmelerde “hukuk devleti” ve “kuvvetler ayrılığı” ilkelerine dolayısı ile Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olduğu açıklanmış bulunan, TBMM’nin Anayasa Mahkemesine üye seçme yetkisinin, görevdeki Anayasa Mahkemesinin yeni yapısına uyumunu sağlamak için nasıl kullanılacağına ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Burada söz konusu 16 ncı maddenin üçüncü fıkrasında belirtilmiş olan yöntemin, geçiş aşaması için de benimsendiği görülmektedir. 16 ncı madde için yapılan değerlendirmelerde, Sayıştay ve baroların aday belirleme yönteminin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin “demokratik hukuk devleti” ilkesine aykırı düştüğü sonucuna varıldığı için, bu yöntemlerin geçiş dönemi için de aynı aykırılıkla malul olacağının söylenmesi gerekmektedir. “Geçici Madde 18”in ikinci ve üçüncü fıkraları Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için, bu aykırılık, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen “demokratik hukuk devleti” niteliğinin, Anayasanın 4 üncü maddesindeki yasağa rağmen iptali anlamına gelmekte; bu nedenle de, Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddelerine aykırı olan “Geçici Madde 18”in ikinci ve üçüncü fıkralarının da iptali gerekmektedir. • Geçici Madde 18’in dördüncü fıkrasında, Cumhurbaşkanının, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinde belirtilen Yükseköğretim Kurulunun göstereceği öğretim üyesi adaylar arasından Anayasa Mahkemesine üye seçme yetkisinin, yeni Anayasa Mahkemesi yapısına geçiş aşamasında nasıl kullanılacağı belirtilmiştir. Yukarıda söz konusu 16 ncı maddeye ilişkin Anayasaya aykırılık gerekçelerinde, Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesine üye seçmesinin, Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na ve “hukuk devleti”ne aykırı olduğu ifade edilmiştir. “Geçici Madde 18”in dördüncü fıkrası da Anayasaya aykırı bulunan bu yetkinin kullanımına ilişkin düzenlemeler yaptığı için, 16 ncı madde için söz konusu olan bu gerekçelerle, Anayasanın 2 nci maddesine aykırı düşmektedir. “Geçici Madde 18”in dördüncü fıkrası, bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bu aykırılık, Anayasanın 2 nci maddesinin, Cumhuriyetin “kuvvetler ayrılığı” ve “hukuk devleti” niteliklerinin Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı olarak değiştirildiği anlamına gelmekte; bu nedenlerle, “Geçici Madde 18”in Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddelerine aykırı olan dördüncü fıkrasının da iptal edilmesi gerekmektedir. I.B.6.b. 25’inci Maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Eklediğini İfade Ettiği “Geçici Madde 19”a İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 19”da, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu için ortaya koyduğu yeni yapılanma biçimine halen görevde bulunan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun uyumunu sağlamaya yönelik ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Bu bağlamda “Geçici Madde 19”un birinci fıkrasının, (a) bendinde; geçiş aşamasında Cumhurbaşkanının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna doğrudan üye seçme yetkisini nasıl kullanacağına ilişkin hükümlere yer verilmiştir. (b) bendinde Yargıtay Genel Kurulunca, (c) bendinde Danıştay Genel Kurulunca, (ç) bendinde Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca, (d) ve (e) bentlerinde birinci sınıfa ayrılmış adli ve idari yargı hakim ve savcılarınca, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna seçilecek üyeler için, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 30 gün içinde yapılacak işlemler ve 22 nci maddede öngörülen seçim sistemine uyularak yapılacak bu seçimlere ilişkin esaslar ortaya konulmuştur. Yani “Geçici Madde 19”un birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç), (d) ve (e) bentleri, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin, mevcut Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna uygulanması için gerekli düzenlemeleri yapmaktadır. Bu nedenle, Cumhurbaşkanına tanınmış olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna doğrudan üye seçme yetkisi; Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi ile adli ve idari yargı yargıç ve savcılarının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme yetkisi ve seçimlerde kullanılacak yöntemlerle ilgili olarak, 22 nci maddeye ilişkin Anayasaya aykırılık gerekçelerinde yapılan bütün değerlendirmelerin ve ortaya konulan Anayasaya aykırılık gerekçelerinin, “Geçici Madde 19”un birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç), (d) ve (e) bentleri için de geçerlidir. Daha açık ifade etmek gerekirse: • 22 nci madde ile ilgili değerlendirmelere bakıldığında; Cumhurbaşkanına ve Türkiye Adalet Akademisine tanınan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme yetkisinin yargı bağımsızlığına, dolayısı ile “kuvvetler ayrılığı” ve “hukuk devleti”ne aykırı bulunduğu; Yargıtay, Danıştay, adli ve idari yargı yargıç ve savcılarına tanınan üye seçme yetkisinin ise tanınan kontenjanlar ve seçim sistemi yönünden adalete ve dolayısı ile demokratik hukuk ilkesine aykırı olduğunun saptandığı görülmektedir. Buradan hareketle “Geçici Madde 19”un birinci fıkrasının birinci tümcesinin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen demokratik hukuk devleti ve Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına aykırı görülmüş bir yapıya geçişi öngördüğü için Anayasanın 2 nci maddesine; birinci fıkrasının (a) bendinin Cumhurbaşkanına tanınan yetkiler bakımından Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin yargının bağımsızlığı ve yansızlığı gerekleri ile Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına; (b), (c), (ç), (d), (e) bentlerinin, Yargıtay ve Danıştaya ve adli yargı hakim - savcıları ile idari yargı hakim - savcılarına ayrılan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelik kontenjanlarının adil bir orantıyı yansıtmadığı için Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti niteliğine; kullanılan seçim sisteminin adil bir demokratik temsile imkan vermediği için Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen demokratik hukuk devleti niteliğine aykırı düştüğü ifade edilmelidir. “Geçici Madde 19”un birinci fıkrası bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bu aykırılıklar, Anayasanın 2 nci maddesindeki “demokratik hukuk devleti” ve Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığının Anayasanın 4 üncü maddesindeki yasağa aykırı olarak değiştirildiği anlamına gelmektedir. Bu nedenle, “Geçici Madde 19”un birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç), (d), (e) bentlerinin iptal edilmeleri gerekmektedir. • “Geçici Madde 19”un ikinci fıkrasında, birinci fıkrasının (a), (ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun asıl üyelerinin göreve başlayacağı tarih belirlenmiştir. Ancak söz konusu (a), (ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca yapılacak seçimlerin Anayasaya aykırılığı yukarıda belirtildiği için, ikinci fıkranın da aynı gerekçelerle, yani Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen “demokratik hukuk devleti”ne aykırı olduğu söylenmelidir. İkinci fıkra bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bu aykırılık, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen “demokratik hukuk devleti” niteliğinin değiştirildiği anlamına gelmektedir. Böyle bir değişiklik Anayasanın 4 üncü maddesinde belirtilen değişmezlik yasağına aykırı düşeceği için, “Geçici Madde 19”un, ikinci fıkrası iptal edilmelidir. • “Geçici Madde 19”un üçüncü fıkrasında, yine Anayasaya aykırı olduğu yukarıda açıklanan yeni Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yapısına, görevdeki Kurulun uyumunun sağlanması bağlamında; (b) ve (c) bentlerinde belirtilen ve oy verenlerin iradelerini oylarına tam anlamıyla yansıtmalarına imkan vermediği için Anayasanın 2 nci maddesinde yer verilen “demokratik”lik niteliğine aykırı bulunan yöntemlerle seçilen Danıştay ve Yargıtay üyelerinin ne zaman göreve başlayacakları düzenlenmiş; bu düzenleme yapılırken halen görevde bulunan üyelerin, seçildikleri sürenin sonuna kadar görevde kalacakları öngörülmüştür. Bu düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında belirtilen “demokratik hukuk devleti”ne ve Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına aykırı olduğu yukarıda 22 nci maddede belirtilen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu modeline, görevdeki Kurulun uyumunun sağlanması amacıyla yapıldığı için, 22 nci madde için ortaya konulan Anayasaya aykırılık gerekçeleri, söz konusu üçüncü fıkra için de geçerlidir. Ayrıca (b) ve (c) bendi uyarınca yapılan seçimlerin, kullanılan seçim yönteminin seçmenlerin iradelerinin tümüyle oya yansımasını önlemesi, seçim hakkını kısıtlaması bakımından demokratik bir nitelik taşımamasının da, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen “demokratiklik” niteliği ile bağdaşmayan bir başka aykırılık nedeni oluşturduğu dikkatten kaçırılmamalıdır. Bu hususlardan hareket edildiğinde, “Geçici Madde 19”un üçüncü fıkrasının, birinci ve ikinci tümcelerinin birbiriyle yakın ilişkisi de göz önünde tutularak, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “demokratik hukuk devleti”ne aykırı düştüğü söylenmelidir. Söz konusu üçüncü fıkra bir Anayasa değişikliği niteliği taşıdığı için bu aykırılık, Anayasanın 2 nci maddesinin, “demokratik hukuk devleti” niteliği yönünden, Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı olarak değiştirilmesi anlamına gelmekte; bu bakımdan da söz konusu “Geçici Madde 19”un üçüncü fıkrasının iptal edilmesi gerekmektedir. • “Geçici Madde 19”un dördüncü fıkrasında, birinci fıkranın (b) ve (c) bentleri uyarınca seçilen üyelerden, üçüncü fıkra uyarınca göreve başlayanların görev süresinin biteceği süre düzenlenmiştir. Dördüncü fıkranın da, yukarıda 22 nci maddeyle ilgili açıklamalarda Anayasaya aykırı olduğu belirtilen yeni Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna, görevdeki Kurulun uyumunun sağlanmasına yönelik geçiş düzenlemelerini yapması bakımından, 22 nci madde için söz konusu olan gerekçelerle, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “demokratik hukuk devleti” ile Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğü söylenmelidir. Söz konusu dördüncü fıkra bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için, bu aykırılık sözü geçen nitelikler yönünden Anayasanın 2 nci maddesinin, dördüncü maddesindeki yasağın gözardı edilerek değiştirildiği anlamına gelmektedir. Bu nedenle söz konusu dördüncü fıkranın iptal edilmesi gerekmektedir. • “Geçici Madde 19”un altıncı fıkrasının (b) bendinde; Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ikinci fıkra uyarınca asıl üyelerinin göreve başladığı tarihten itibaren bir hafta içinde Adalet Bakanının Başkanlığında toplanıp bir geçici Başkanvekili seçeceği hükmüne yer verilmiştir. Kurulun bu şekilde Adalet Bakanının Başkanlığında bir seçim yapmasını öngören bir düzenlemenin, yürütmenin yargı üstünde üstünlük kurması ve yargının yürütmeye bağımlı hale gelmesine yol açacağı; bu nedenle de yargı bağımsızlığına ve kuvvetler ayrılığına dolayısı ile Anayasanın 2 nci maddesine aykırı düşeceği ortadadır. Çünkü buradaki ifade Adalet Bakanının, Başkanlığının Kurul Başkanı olmaktan değil; Adalet Bakanı olmasından doğduğunu ortaya koymakta; eğer, böyle bir durum ifade edilmek istenmeseydi, Kurulun, Kurul Başkanının Başkanlığında toplanacağı doğrultusunda bir hükmün konulması gerekmektedir. Altıncı fıkranın (c) bendinde ise kurulun en az 15 üye ile toplanacağı ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile karar vereceği belirtilmiştir. 22 kişiden oluşacak yeni Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yukarıda I.B.5 bölümünde açıklanan gerekçelerle anayasaya aykırı olduğu ve iptalinin gerektiği belirtildiğinden aynı gerekçelerle kurulun toplanma ve kararla ilgili düzenlemesinin de anayasaya aykırı olacağı açıktır. Diğer yandan “Geçici Madde 19”un altıncı fıkrasının (ç) bendinde, ilgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar, sekretarya hizmetlerinin Adalet Bakanlığı tarafından yürütüleceği bildirilmiştir. İlgili kanunlardaki değişikliklerin ne kadar süre içinde veya hangi tarihe kadar tamamlanacağına ilişkin bir belirleme söz konusu altıncı fıkrada yer almadığı için bu hüküm, yasamanın eline, gerekli düzenlemeleri geciktirerek sekretarya bakımından yargıyı sürekli biçimde yürütmeye bağımlı kılmak imkanını vermektedir. Böylesi bir bağımlılık, yasama ve yürütmenin, yargı üzerinde üstünlük kurmasına da neden olacaktır. Böylesi durumların yargının bağımsızlığına dolayısı ile yargı bağımsızlığının olmazsa olmazı olan hukuk devletine ve kuvvetler ayrılığı ilkesine de aykırı düşeceği ortadadır. Bu açıklamalardan hareketle, “Geçici Madde 19”un altıncı fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden hukuk devletine ve Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına aykırı düştüğü; söz konusu altıncı fıkra bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bu aykırılığın Anayasanın 2 nci maddesinin sözü edilen nitelikler yönünden Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı biçimde değiştirildiği anlamına geldiği ve bu nedenle altıncı fıkranın (b) ,(c) ve (ç) bentlerinin iptal edilmesi gerektiği söylenmelidir. • “Geçici Madde 19”un yedinci fıkrasında; Kurul müfettişleri ile adalet müfettişleri atanıncaya kadar, mevcut adalet müfettişlerinin kurul müfettişi ve adalet müfettişi sıfatıyla görev yapacakları; sekizinci fıkrasında ise, gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar bu madde hükümlerinin uygulanacağı bildirilmiştir. Bu düzenlemeler, yargıç ve savcılar hakkında Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu tarafından yapılacak inceleme, araştırma ve soruşturmaların, Kurula bağlı müfettişler tarafından değil, adalet müfettişleri eliyle yaptırılması yönteminin, bugünkü yürütme ve yasama istediği sürece kalıcılık kazanmasını sağlamaktadır. Çünkü ilgili kanunlarda gerekli düzenlemelerin hangi süre içinde yapılmasının gerektiğini ve kurul müfettişlerinin hangi süre içinde atanacağını gösteren herhangi bir belirleme, yedinci ve sekizinci fıkralarda yapılmamıştır. Bu, gerekli Kanunları çıkarma konusunda yasamayı, gerekli atamaları tamamlama konusunda yürütmeyi keyfi hareket etmekte özgür bırakacak ve hukuk düzeninde belirsizlik yaratacak bir durumdur. Böylesi durumlar hukuk devleti ile bağdaşmaz. Diğer yandan böylesi bir hüküm, müfettişler ve yapacakları denetim yönünden belirsiz bir süre boyunca yargıyı yürütmeye bağımlı kılmakta; yürütmenin ve yasamanın yargı üzerinde üstünlük kurmasını sağlamaktadır. Bu da kuvvetler ayrılığı ile bağdaşmayacak bir durumdur. Bu açıklamalardan hareketle, “Geçici Madde 19”un yedinci ve sekizinci fıkralarının da, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti” ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğü; söz konusu yedinci ve sekizinci fıkralar bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bu aykırılığın Anayasanın 2 nci maddesinin söz konusu nitelikler yönünden Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı bir biçimde değiştirildiği anlamına geldiği söylenmeli; bu nedenle de “Geçici Madde 19”un yedinci ve sekizinci fıkraları iptal edilmelidir. I.B.7. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 26’ncı Maddesine İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinde, bu Kanunun halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanacağı ifade edilmektedir. 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanununda, konu bakımından birbiri ile ilgisiz pek çok madde yer almaktadır. Bu birbirleriyle ilgisiz maddelerin tümünün birlikte oylamaya sunulması, halkoylamasına katılacak vatandaşların iradelerini tam anlamıyla oylarına yansıtmalarını engelleyecek bir durumdur. Çünkü böylesi bir birlikte oylama, oy kullanacak vatandaşlara beğenmedikleri hükümler için ayrı ayrı ret, beğendikleri hükümler için yine ayrı ayrı kabul oyu vermek imkanını tanımayacak; vatandaşlar beğendikleri hükümlerin yürürlüğe girmesi için, beğenmedikleri hükümlere de kabul oyu vermek veya beğenmedikleri hükümlerin yürürlüğe girmesini engellemek için beğendikleri hükümleri de reddetmek zorunda kalacaklardır. Bu da “demokrasi” kavramına aykırı bir durumdur. Çünkü, oy veren vatandaşın irade serbestliğini ve seçme imkanını sınırlandırmakta ve bir dayatma meydana getirmektedir. Demokrasilerde ancak birbirleriyle çok yakından ilgisi olan maddelerin birlikte halkoyuna sunulması halinde, böyle sakıncalı durumların ortaya çıkması engellenebilmektedir. Bu konuda Venedik Komisyonunun da aynı çözümü önerdiği görülmektedir. Venedik Komisyonunun, 2006 tarihli “Referandumlarda İyi Uygulamalar Kılavuzu”nun 30 uncu maddesinde şu hüküm yer almaktadır. “İçerik birliği, özgür oy iradesinin daha da önemli bir gerekliliğidir. Seçmenler, arasında bir bağ olmayan farklı sorulara aynı anda oy vermek zorunda bırakılmamalıdır.” Venedik Komisyonu’nun 2010 tarihli “Referandumlara Dair İyi Uygulama Kodu”nda da, “Referandum metninin usul hukukunda geçerliliği” başlığı altında şu hükme yer verildiği görülmektedir: Bir metnin (Anayasa, yasa) tümünün değiştirilmesi durumu hariç, seçmenlerin serbest oy hakkını garanti etmek için, oylamaya konan her sorunun çeşitli kısımları arasında öz itibariyle bağlantı olmalıdır ve seçmenlerden öz itibariyle bağlantı bulunmadan tüm hükümleri kabul veya reddetmeleri istenmemelidir.” (Bkz. Nisan 2010, “Referandumlara Dair İyi Uygulama Kodu”, Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Merkezi, Bu kaynak Ek 14 olarak dilekçenin ekinde sunulmuştur.) 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun gibi, birbirleriyle hiçbir ilgisi bulunmayan ve çoğu da son derece teknik düzenlemeler getiren maddelerin birlikte oylanması halinde ise, oy kullanan vatandaşın iradesini tam anlamıyla aslına uygun biçimde yasama sürecine yansıtması söz konusu olamaz. Bu, aynı zamanda Venedik Komisyonunun “Referandumlara Dair İyi Uygulama Kodu” ile de bağdaşmaz. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175 inci maddesinde yapılan 1987 tarihli değişiklikle, Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların hangi maddelerinin birlikte, hangilerinin ayrı ayrı halkoylamasına sunulacağını belirlemek imkanının Türkiye Büyük Millet Meclisine bırakılmasının amacı da, böyle bir olumsuzluğun ortaya çıkmasının önlenmesidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175 inci maddesinde yapılan 1987 tarihli değişiklikte; 175 inci maddeye ilişkin değişiklik teklifinde yer almayıp, daha sonra Anayasa Komisyonunda eklenen bu imkan için, Komisyon raporunda ileri sürülen aşağıdaki gerekçe, bu hususu açıkça ifade etmektedir: “Maddede yapılan diğer bir değişiklikle, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü sırasında, ileride halkoylamasına sunulması ihtimaline karşı, Anayasanın değiştirilen hükümlerinin birlikte mi yoksa ayrı ayrı mı oylanacağı hususunun da kanuna ilave edilecek bir hükümle kararlaştırılması esası getirilmiştir. Halkoyuna sunulmasının Anayasanın her hükmü için ayrı ayrı yapılması kararlaştırıldığı takdirde, oylama sonunda bazı hükümlerin benimsenmesi, bazılarının ise reddi mümkün olabilecek, böylece halkoylamasının daha sağlıklı şekilde sonuçlanması ve bazı hükümler reddedilmiş olsa bile hiç olmazsa benimsenen değişikliklerin yürürlüğe girmesi sağlanmış olacaktır.” (TBMM’nin 13.05.1987 tarihli 102. Birleşim Tutanağı sonuna ekli, S. Sayısı 564, s-6, TBMM TD, Dönem 17, c.40) (Ek 15) Aynı değişikliğe ilişkin olarak, zamanın Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu’nun 14.05.1987 tarihli 103. Birleşiminde, TBMM’nde yaptığı aşağıda yer verilen konuşma da, TBMM’ye tanınan imkanın amacını göstermektedir. “Diyelim ki, yapılan değişiklikler farklı farklı hususlarda ise, vatandaşın hepsine birden oy vermek mecburiyeti tanımamak için; tercih imkanı kullanabilmesi için, yüce Meclis, bunları paket paket, kısım kısım oylamaya tabi tutmak imkanına sahiptir.” (TBMM TD, Dönem 17, C.40, s.361) (Ek 16) Bu açıklamalar, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinde, bu Kanunun birbiriyle konu bakımından hiçbir ilgisi olmayan, bütünsel değişikliği temsil etmeyen maddelerinin, halkoyuna gidilmesi halinde, makul bir gerekçe olmadan tümüyle oylanacağına ilişkin bir hükme yer verilmesinin, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin demokratiklik niteliğine aykırı düşeceğini ortaya koymaktadır. 26 ncı maddedeki “halkoylamasına sunulması halinde tümüyle” ibaresinin, Cumhuriyetin, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen demokratiklik niteliğine aykırı olması, 26 ncı madde bir Anayasa değişikliği yapan Kanunda yer aldığı için, bu aykırılık, söz konusu ibarenin Anayasanın 2 nci maddesinde, “demokratik”lik niteliğinde bir değişiklik yapıldığı anlamına gelmektedir. Anayasanın 4 üncü maddesi böyle bir değişikliğe imkan tanımadığı için, 26 ncı maddedeki “halkoyuna sunulması halinde tümüyle” ibaresinin iptal edilmesi gerekmektedir. I.B.8. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 8’inci, 14’üncü, 16’ncı, 19’uncu, 22’nci Maddeleri İle 25’inci Maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Eklediğini İfade Ettiği “Geçici Madde 18” ve “Geçici Madde 19” İle 26’ncı Maddesindeki Anayasaya Aykırılıkların, Anayasa Mahkemesinin Denetim Yetkisi Bakımından Konumu Çağdaş Anayasaların genellikle temel felsefelerini ifade eden ilkelerini ve bu felsefeye dayalı olarak ortaya koydukları düzenin bütünlüğünü, yasama organının kendisine veya bir başka deyişle yasama organındaki çoğunluğun baskısına karşı güvence altına alacak hükümleri ve kuruluşları da birlikte getirme yoluna gittikleri görülmektedir. Böyle bir sisteme geçiş Türkiye’de de, Cumhuriyetin dayandığı temel ilkeleri ve felsefeyi güvence altına alma gereksiniminin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu gereksinim 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 4 üncü maddesine de, “Anayasanın 1 nci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 ncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” hükmünün yerleştirilmesine neden olmuştur. 4 üncü madde incelendiğinde; önce bir değişmezlik ilkesi konulduğu, buna ek olarak da bir teklif yasağı getirildiği görülmektedir. Anayasanın 4 ncü maddesine göre; Anayasanın 1 nci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 ncü maddesi hükümlerinde değişmeyi öngören veya Anayasanın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak bu ilkeleri değiştirme amacı güden herhangi bir kanun teklif ve kabul olunamayacaktır. Bu esaslara aykırı olarak çıkarılmış bulunan bir kanunun Anayasanın mevcut hükümlerinde en küçük bir etki ve değişme yapması veya yeni bir Anayasa kuralı koyması mümkün değildir. Anayasanın 4 üncü maddesinde yer alan bu yasak, belli sayıdaki Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesinin esasında kendileri için bir hak teşkil eden ve niteliği bakımından da bir yasama işlemi olan Anayasa değişikliği teklif etmelerini önlemektedir. Başka bir deyimle, değişiklik teklifi, değişmezlik ilkesiyle çatışmıyorsa, Anayasada gösterilen şekil şartlarına uygun olarak yöntemi içinde yürüyecek ve şayet çatışıyorsa, hiç yapılamayacak, yapılmış ise yöntemi içinde yürütülemeyecek, yürütülmüş ise kabul edilip kanunlaşamayacaktır. (Bkz. Anayasa Mahkemesinin E.1970/1, K.1970/31 sayı ve 16.06.1970 tarihli ile E.1973/19, K.1975/87 sayı ve 15.04.1975 tarihli kararı) Görüldüğü gibi 4 üncü maddedeki yasak, Anayasanın 7 nci maddesinde TBMM’ne verilmiş olan yasama yetkisi için bir sınır oluşturmaktadır. Bu sınır, aynı zamanda TBMM’nin Anayasayı değiştirme yetkisinin, 4 üncü ve 175 inci maddelerinin de sınırıdır. Yani, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddelerindeki hükümlerin kapsamını oluşturan konular, yasama erkinin konusal alanının dışında bırakılmış ve bu suretle TBMM, bu alanda, yasama yetkisini kullanmaktan men edilmiş; yetkisiz kılınmıştır. Kuşkusuz burada yetkisizlik kapsamında olanın sadece Anayasanın ilk üç maddesi olmadığını tekrar belirtmekte yarar vardır. Anayasanın ilk üç madde dışındaki hükümlerinde yapılacak ve ilk üç maddede belirtilen hususları değiştirip başkalaştırma sonucunu doğuracak tüm yasa düzenlemeleri de 4 üncü maddedeki yasağın kapsamına girmektedir. (Bkz. Prof. Dr. Sait Güran, “Anayasada Türban Değişikliği” Cumhuriyet Gazetesi, 27.01.2008) Aksini kabul, Anayasanın ilk üç maddesindeki hükümlerin özünün Anayasanın diğer maddelerinde yapılacak değişikliklerle boşaltılmasına, başkalaştırılmasına, “Anayasaya karşı hile” yapılmasına imkan tanımak anlamına gelecektir. Bu husus Prof. Dr. Erdoğan Teziç tarafından da, Anayasanın laiklik ilkesini düzenleyen 2 nci maddesi ve onu koruyan 4 üncü maddesi karşısında, türban yasağının başka Anayasa maddelerinde yapılacak düzenlemelerle kaldırılamayacağı; böyle bir işe kalkışılırsa bunun 2 nci maddeyi etkisiz kılmak için “Anayasaya karşı hile” oluşturacağı yolundaki ifadelerle açıklanmıştır. (Bkz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in Fikret Bila’ya yaptığı açıklama, “Yön”, Milliyet Gazetesi, 25.01.2008) (Ek 18) Kaldı ki Anayasa Mahkemesi de Anayasanın değiştirilemeyecek hükümlerinin, Anayasanın diğer maddelerinde yapılacak değişikliklerle değiştirilmesi halinde, bu tür yasama işlemlerinin de değişiklik yasağının kapsamına gireceğini, E.1970/1, K.1970/31 sayı ve 16.06.1970 tarihli kararında şu şekilde ifade etmiştir. “Bu bakımdan bu ilkelerle değişmeyi öngören veya Anayasanın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak bu ilkeleri değiştirme amacı güden herhangi bir kanun teklif ve kabul olunamaz. Bu esaslara aykırı olarak çıkarılmış bulunan bir kanunun Anayasanın mevcut hükümlerinde en küçük bir etki ve değişme yapması veya yeni bir Anayasa kuralı koyması mümkün değildir.” Bu saptamaları yaptıktan sonra, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun iptali istenen yukarıda belirtilmiş hükümlerinin, Anayasanın 4 üncü maddesi karşısında konumunu belirleyebilmek için, bu maddedeki düzenlemelerin Anayasanın 2 nci maddesindeki hususları değiştirici veya başkalaştırıcı bir nitelik taşıyıp taşımadığı sorusuna yanıt vermek gerekir. Bu da yukarıda, iptali istenen maddelerin Anayasaya aykırılık gerekçelerinde açıklanmış ve getirdikleri düzenlemelerin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerine aykırı düştüğü, bunları değiştirip başkalaştırdığı sonucuna varılmıştır. Anayasanın 148 inci maddesinde Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından denetleyebileceği; Anayasa değişikliklerinde şekil denetiminin teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı olduğu ifade edilmiştir. Bu hüküm karşısında, Anayasa Mahkemesinin Anayasanın 4 üncü maddesinde belirtilen yasağa karşın Anayasanın ilk üç maddesinde belirtilen hususları değiştiren bir Anayasa değişikliği hakkında yargısal denetim yapıp yapmayacağının belirlenmesi gerekmektedir. Bu belirleme, Anayasanın 4 üncü maddesi dahil, Anayasa değişikliklerinin teklif edilmesini düzenleyen Anayasa hükümlerinin şekil kuralı niteliğini taşıyıp taşımadığı saptamasından hareketle yapılmalıdır. Bu saptama, Anayasa Mahkemesinin E.1973/19, K.1975/87 sayı ve 15.04.1975 tarihli kararında yapılmış ve söz konusu kararda Anayasa değişikliklerini teklif etmeyi düzenleyen Anayasa hükümlerinin yanı sıra bunu yasaklayanların da birer şekil kuralı olduğunda kuşku bulunmadığı belirtilmiştir. Ne var ki ifadesini bulan şekil içeriğinin Anayasanın değiştirici bir nitelik olabilecektir. olayımızda, iptali istenen düzenlemelerin, Anayasanın 4 üncü maddesinde kuralına aykırı olup olmadığının belirlenmesi ancak bu düzenlemelerin ilk üç maddesinde getirilen ilkelerle bağdaşmayacak, bu nedenle bu ilkeleri taşıyıp taşımadıklarını bir ön denetimle belirlenmesi yoluyla mümkün Bu durumda Anayasa Mahkemesi, TBMM’nin yetkisizliği nedeniyle yasama yetkisini kullanamayacağı bir alanda yapılan iptali istenen hükümleri, böyle bir denetimi yapmaya yetkili olmadığı ve şekil denetiminin kapsamanın “teklif ve kabul yeter sayılarına ve ivedilikle görüşmeme hususuna uyulup uyulmadığı” ile sınırlı tutulmuş olduğu gerekçesiyle denetlemekten kaçınabilecek midir? Bu soruya kuşkusuz olumsuz yanıt vermek gerekmektedir. Çünkü Anayasa Mahkemesinin böyle bir denetimi yapamayacağını kabul etmek, Anayasanın 4 üncü maddesinde belirtilen yasağa aykırı yasama işlemlerini yaptırımsız bırakmak anlamına gelecek; Anayasanın 4 üncü maddesindeki yasağı işlevsiz ve etkisiz hale sokacak ve Türkiye Cumhuriyetinin, Anayasanın ilk üç maddesinde belirtilen niteliklerini güvencesiz bırakacaktır. Halbuki Anayasamızın ilk 3 maddesinde belirtilen nitelikler, Türkiye Cumhuriyetinin temelidir. Bu nitelikler değiştirildiği takdirde Anayasanın yerleşmiş düzeni, ahengi, bütünlüğü ve Devletin niteliği de başkalaşır. Bu durumda da Devlet yapısının Anayasada tanımlanan ve istenen biçimde işlemesi söz konusu olamaz. Bir teklifin kabulünde, kabul yeter sayısına ulaşılamamasını iptal nedeni olarak kabul eden bir Anayasanın, yukarıda ifade edilen durumların ortaya çıkmasına yol açacak bir şekil aykırılığını, yaptırımsız bırakmayı tercih etmiş olduğu, kabul edilemez. Böyle bir kabul, TBMM’nin belli bir çoğunluğunun, değişmez nitelikteki Anayasa hükümlerini, ağır ve açık yetki tecavüzü teşkil eden yasama işlemleriyle bertaraf etmesine ve usul saptırmalarına kapıyı ardına kadar açmak anlamına gelir. Böyle bir durumun ise, Anayasa ve hukukta yeri olamaz. Çünkü bu, hukukun genel ilkelerine aykırı düşer. (Bkz. Prof. Dr. Sait Güran, “Anayasada Türban Değişikliği”, Cumhuriyet Gazetesi, 27.01.2008) (Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in Fikret Bila’ya yaptığı açıklamalar “Yön”, Milliyet Gazetesi, 25.01.2008 ve 09.02.2008.) Anayasanın 148 inci maddesindeki, Anayasa değişikliklerinde şekil denetiminin teklif şartına uyulup uyulmadığı hususlarıyla sınırlı olduğunu ifade eden hüküm, aslında böyle bir denetime engel değil, dayanaktır. Çünkü “teklif” şartına uyulup uyulmadığının incelenmesi yetkisi, Anayasa değişikliklerine ilişkin tekliflerde Anayasanın 4 üncü maddesindeki yasağa uyulup uyulmadığının da denetlenmesini gerektirir. Kaldı ki Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirilmezlik ilkesinin gereği olarak, bir teklifin Anayasada öngörülen sayılarla teklif veya kabul edilip edilmediğinin incelenebilmesi için öncelikle ortada hukuken sonuç doğurabilecek bir teklifin bulunması gerekir. Bu nedenle teklif ve kabul yeter sayılarını denetleme konusunda verilen bir yetkinin, bir Anayasa değişikliği söz konusu olduğunda evleviyetle “teklifin Anayasanın 4 üncü maddesine uygunluk bağlamında hukuken geçerli olup olmadığını inceleme yetkisi”ni de içerdiğini söylemek gerekir. Bu açıklamalara göre varılacak sonuç, Anayasa Mahkemesinin, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun yukarıda iptali istenen hükümlerinin Anayasaya uygunluğunu denetleyebileceği ve bu hükümlerin Cumhuriyetin, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen nitelikleri değiştirdiğine karar vermesi halinde, bu hükümleri Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirme yasağına aykırılık nedeniyle iptal edebileceğidir. Kaldı ki Anayasa Mahkemesi de, E.2008/16, K.2008/116 sayı ve 05.06.2008 tarihli kararında bu yolu yerinde görerek, 09.02.2008 tarihli ve 5735 sayılı Kanunun yukarıda belirtilen açıdan Anayasaya uygunluk denetimini yapmış ve iptal etmiştir. II. YÜRÜTMEYİ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ II.A. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanunun Tümünü İlgilendiren Yürütmeyi Durdurma İstemi Gerekçeleri Bir kanunun kanunlaşma sürecinde Anayasanın ve İçtüzüğün belirlemiş olduğu yöntemlere uyulmaması, bu kanunun hukuk düzenindeki varlığı veya yokluğu ile ilgili bir sorundur. 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Anayasa değişikliği yapan kanunların görüşülmesine ilişkin usul ilkelerini 175 inci maddesinde ortaya koymuş; 148 inci maddesinde ise, Anayasa Mahkemesine, Anayasa değişikliği yapan Kanunların yalnız şekil bakımından denetimini yapma yetkisini vermiş; bu şekil denetimini de teklif ve oylama çoğunluklarına ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı tutmuştur. 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun, oylamalarında gizli oylama ilkesine uyulmaması ve 2 nci görüşmede kanunlar için geçerli görüşme yönteminin gereklerinin yerine getirilmemesi nedenleriyle Anayasanın 175 inci maddesine şekil açısından aykırı düştüğü yukarıda belirtilmiştir. Bu aykırılık kanunun yalnız belli maddelerini değil; tümünü ilgilendirmektedir. Şekil bakımından bu kadar önemli bir sakatlıkla malul olan söz konusu Kanunun hukuk düzeninde yürürlüğünü sürdürmesi, Cumhuriyetimizin hukuk devleti niteliğinin bu yürürlüğün sürdüğü her an için tekrar tekrar darbe alması anlamına gelmektedir. Diğer yandan teklifin veriliş biçimi, Komisyon görüşmeleri aşaması ve yöneldiği amaç bakımından da 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun Anayasaya aykırı bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Anayasanın ve hukukun üstünlüğü anlayışının gereği olarak hukuk düzeninin biran önce söz konusu Kanunun varlığından arındırılması ve bu yapılıncaya kadar da en azından etkisiz hale getirilmesi için tüm maddelerinin yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir. 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tüm maddeleriyle yürürlüğünü sürdürmesi, öncelikle Anayasa Mahkemesi iptal kararını verip bu karar Resmi Gazetede yayımlanıncaya kadar halkoylaması yapılması halinde, halkoyuna sunulması sonucunu verecektir. Anayasa Mahkemesince tüm hükümlerinin iptal edilme olasılığı bulunan bir Kanun için halkoylaması sandıklarının kurulması ise, başlı başına sonradan giderilemeyecek bir zarardır. Diğer taraftan belirtilen süre içinde gerçekleşebilecek bir halkoylamasında bu Kanunun kabulü halinde, Kanunda yer alan hükümler doğrultusunda örneğin; Anayasa Mahkemesinin ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeni yapısına uyumunun sağlanması, kamu denetçisinin göreve başlaması, gerekli yasaların çıkarılması için hukuk düzeni harekete geçirilecektir. Bu arada, karar yeter sayısı da Anayasa değişikliğinde yükseltilmiş olduğu için, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun bile belki iptali mümkün olmayabilecektir. Bu süreç ilerlerken 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun iptali halinde ise, iptale kadar bu Kanuna dayalı olarak kazanılan statülerin, yetkilerin ve oluşturulan yapıların durumu ve ileriye yönelik konumu hukuki sorunlara yol açacak; iptal kararlarının geriye yürümezliği nedeniyle, verilebilecek iptal kararı bu durum karşısında etkisini yitirecek ve ortalığa tam bir karmaşa hakim olacaktır. Böyle bir durumda ortaya çıkacak zararların herhangi bir biçimde sonradan giderilebileceğinin düşünülmesi bile olanaksızdır. Üzerinde durulması gereken bir başka husus da, söz konusu Kanunun tüm hükümlerinin yürürlüğünün durdurulmaması halinde, Anayasa Mahkemesinin açılan iptal davasına ilişkin kararının Resmi Gazetede yayımına kadar geçecek süre içinde yapılabilecek halkoylamasında bu Kanun kabul edildiği takdirde, Anayasal düzenin karşı karşıya kalacağı tehlikedir. Çünkü böyle bir durumda yürürlüğe girecek kimi hükümler, sadece yargı bağımsızlığını, kuvvetler ayrılığını ve Cumhuriyetin Anayasada belirtilen niteliklerinden “demokratik hukuk devleti”ni ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”nı zedelemekle kalmayacak; Cumhuriyetin diğer önemli temel niteliklerini de değiştirmeye ve Cumhuriyetin temel felsefesini dönüştürmeye yönelik yeni Anayasa değişikliklerine de imkan hazırlayacaktır. Bu değişiklikler gerçekleştikten sonra Anayasa Mahkemesinin vereceği bir iptal kararının, Cumhuriyetimizle ilgili dönüşümü tekrar eski haline getirebilmesi ise kesinlikle imkansızdır. Yukarıda belirtilen ve sonradan giderilmesi olanaksız bu zararları önlemek için 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tüm hükümlerinin yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir. II.B. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanunun İptali İstenen Bazı Hükümlerine İlişkin Özel Yürürlüğü Durdurma İstemi Gerekçeleri 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun Kamu Denetçiliği Kurumu, Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve yapılacak halkoylaması ile ilgili iptali istenen hükümlerinin yürürlüğünün sürdürülmesine olanak tanınması halinde, söz konusu Kanunun tümüyle ilgili sonradan giderilemeyecek zararların yanısıra, sadece bu hükümlerle ilgili başka zararlar da ortaya çıkacaktır. Bunlar aşağıda ayrıntılarıyla özetlenmeye çalışılmıştır. II.B.1. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanunun 8’inci Maddesinin 7.11.1982 Tarihli ve 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 74’üncü Maddesine Eklediğini İfade Ettiği Üçüncü, Dördüncü, Beşinci Ve Altıncı Fıkraların Yürürlüğünün Durdurulması İsteminin Gerekçesi 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin T.C. Anayasasının 74 üncü maddesine eklediğini ifade ettiği, madde başlığında yer alan “ve kamu denetçisine başvurma” ile üçüncü fıkrasındaki “ve kamu denetçisine başvurma” ibarelerinin ve dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarının yürürlüğünün durdurulmaması halinde, bu fıkralar da, Anayasa Mahkemesinin konuyla ilgili vereceği karardan önce yapılacak bir halkoylamasında halkoyuna sunulacak ve kabulü halinde, bu fıkralar doğrultusunda Kamu Denetçiliği Kurumu ile ilgili yasa düzenlemelerine girişilecek; seçim yapılacak ve kurum çalışmalarına başlayarak kararlar alıp, işlemler gerçekleştirecektir. Bu sürece girildikten sonra Anayasa Mahkemesinin vereceği bir iptal kararı, bu işlemlerin Anayasal dayanağını ortadan kaldıracak; Kamu Denetçiliği Kurumunun hukuki meşruiyeti, konumu ve kararları tartışılır hale gelecek ve çözülmesi gereken pek çok hukuki sorun ortaya çıkacaktır. İptal kararları geriye yürümediği için, Anayasa Mahkemesinin vereceği bir iptal kararı da bu sorunları çözmeye yeterli olamayacaktır. Bu sonradan giderilmesi mümkün olamayacak durum ve zararların önüne geçilebilmesi için, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin, T.C. Anayasasının 74 üncü maddesine eklediğini ifade ettiği dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralar ile, üçüncü fıkrasında ve madde başlığında yer alan “ve kamu denetçisine başvurma” ibaresinin yürürlüklerinin durdurulması gerekmektedir. II.B. 2. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 14’üncü Maddesine İlişkin Yürürlüğü Durdurma İsteminin Gerekçesi 14 üncü maddenin (2709 sayılı kanunun değişen 144 üncü maddesi) yürürlüğünü sürdürmesi durumunda; bu madde de, yapılacak halkoylamasında halkoyuna sunulacaktır. Halkoylaması Anayasa Mahkemesinin iptal kararı vermesinden ve bu kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından önce yapılacak ve söz konusu Kanun bu halkoylamasının sonucunda kabul edilecek olursa, 14 üncü maddenin gerektirdiği yasalar derhal çıkarılmaya başlanacak ve adalet hizmetlerinin denetimi adı altında, yargıç ve savcılar, Adalet Bakanlığının müfettişleri ve iç denetçileri tarafından araştırılıp, soruşturulabilecektir. Böylece yürütme yargı üzerinde üstünlük kurma fırsatı bulacak; yargının bağımsızlığı ve dolayısı ile Cumhuriyetin hukuk devleti niteliği zedelenecektir. 14 üncü maddenin iptal edilmesi halinde ise, çıkarılmış yasalar ve yapılmış olan işlemler Anayasal dayanaklarını kaybedecek; buna dayalı olarak da pek çok sorun yaşanacaktır. İptal kararlarının geriye yürümemesi, kararın etki gücünü azaltacak ve bu sorunların çözümünü daha da güçleştirecektir. Böylesi sonradan düzeltilmesi ve yol açacağı zararların giderilmesi olanaksız durumların önüne geçilebilmesi için, söz konusu 14 üncü maddenin bütünüyle yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir. II.B.3. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 16’ncı Maddesinin İkinci, Üçüncü, Dördüncü Ve Beşinci Fıkraları İle 19’uncu Maddesinin İkinci Fıkrasının Dördüncü Tümcesine Ve Dördüncü Fıkrasına İlişkin Yürürlüğü Durdurma İstemlerinin Gerekçeleri 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları ile 19 uncu maddesinin (2709 sayılı kanunun değişen 146 ıncı ve 149 uncu maddelerinin iptali istenen madde ve fıkraları) ikinci fıkrasının dördüncü tümcesinde ve dördüncü fıkrasında Anayasa Mahkemesinin yeniden yapılanmasına ve bu yapı çerçevesindeki yeni çalışma düzenine ilişkin hükümler yer almaktadır. Bunların Anayasaya aykırılığı, belirtilen maddelerle ilgili Anayasaya aykırılık gerekçelerinde ayrıntılı biçimde açıklanmıştır. Bu hükümlerin yürürlüğü sürdürülecek olursa, Anayasa Mahkemesinin olası iptal kararının yürürlüğe girmesinden önce yapılacak bir halkoylamasında, Anayasaya aykırı bu hükümlerin de halkoyuna sunulmaları gerekecek; Anayasa değişikliğinin halkoylamasında kabul edilmesi durumunda da, bu hükümler derhal uygulanmaya başlanacaktır. Bunun sonucunda da: Mevcut Anayasa Mahkemesinin 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun öngördüğü, bu Mahkemeyi yürütme ve yasamaya bağımlı kılacak; kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve dolayısıyla hukuk devleti ilkelerine aykırı yapıya uyumunun sağlanması için gerekenler yapılacak; yeni üyelerin seçimine gidilecek; çalışmalar öngörülen yeni düzene göre yürütülecek; karar yeter sayıları yeni düzene göre uygulanacak; bu bağlamda salt çoğunluk konusundaki yukarıda belirtilen belirsizlik sorun yaratacak; Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliklerini hatta gecikilirse bu Anayasa değişikliğini bile iptal etmesi güçleşecektir. Bu değişim gerçekleşirken Anayasa Mahkemesinin söz konusu hükümleri iptal etmesi ise, uyum bağlamında yapılan tüm işlem ve düzenlemelerin Anayasal dayanağı ve hukuki geçerliliği konusunda sayısız problemin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Ayrıca iptal kararlarının geriye yürümezliği nedeniyle, verilecek bir iptal kararı da etkisini büyük ölçüde kaybedecektir. Bu durumun yaratacağı sakıncaların ve zararların giderilmesi ise hiçbir şekilde mümkün olamayacaktır. Bu nedenle 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları ile 19 uncu maddesinin ikinci fıkrasının dördüncü tümcesinin ve dördüncü fıkrasının yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi gerekmektedir. II.B.4. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 22’nci Maddesinin Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci, Sekizinci, Dokuzuncu, Onuncu, Onbirinci, Onikinci, Onüçüncü Ve Ondördüncü Fıkralarına İlişkin Yürürlüğü Durdurma İsteminin Gerekçeleri 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin (2709 sayılı kanunla değişen 159 uncu maddenin iptali istenen fıkralarının) yukarıda belirtilen fıkralarında yer alan düzenlemelerle, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu için yeni bir yapılanma ve çalışma modeli ortaya konulmuştur. 22 nci maddenin söz konusu fıkralarının yürürlüğünü sürdürmesi halinde, bu maddede Anayasa Mahkemesinin olayla ilgili kararı Resmi Gazetede yayımlanmadan önce yapılabilecek halkoylamasında, belirtilen fıkralarıyla halkoyuna sunulacaktır. Anayasa değişikliğinin kabul görmesi halinde ise, bu fıkralarda yer alan hükümler doğrultusunda, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yeniden yapılandırılmaya ve yeni çalışma düzeni çerçevesinde çalışmalarını yürütmeye başlayacak; yeni üyelerin seçimine ve görev bölümüne gidilecektir. Yeni yapılanma modeli, Anayasada yer alan kuvvetler ayrılığı, yargının bağımsızlığı ve dolayısı ile hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu için, bu nitelikteki bir Kurulun yargı çatısı altında yer alması ve varlığını sürdürmesi, söz konusu ilkeler açısından Anayasanın üstünlüğünün zedelenmesine; yargıç ve savcıların yürütme karşısında güvencesiz ve korumasız bırakılmasına ve yargının yürütmenin etkisine girmesine yol açacaktır. Anayasa Mahkemesinin bu sürece girildikten sonra vereceği bir iptal kararı da, iptal kararlarının geriye yürümezliği nedeniyle, ortaya çıkacak olumsuz durumları gidermeye, yürütmenin etkisinde oluşan yeni yargı yapılanmasını değiştirmeye yetmeyecektir. Bu durumun ve doğuracağı sonradan giderilmesi olanaksız zararların önlenmesi için ise, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13 ve 14 üncü fıkralarının yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir. II.B.5. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 25’inci Maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Eklediğini İfade Ettiği “Geçici Madde 18” Ve “Geçici Madde 19”a İlişkin Yürürlüğü Durdurma İstemlerinin Gerekçeleri 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarında, görevde bulunan Anayasa Mahkemesinin söz konusu Kanunun 16 ncı maddesinde getirilen ve Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden demokratik “hukuk devleti”ne ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı bulunmuş olan yeni Anayasa Mahkemesi modeline uyumunu sağlamak için yapılacak işlemler düzenlenmiştir. “Geçici Madde 18”in yürürlüğü sürdürüldüğü takdirde, Anayasa Mahkemesinin olayla ilgili kararı Resmi Gazetede yayımlanıncaya kadar yapılacak halkoylamasında, “Geçici Madde 18”de söz konusu fıkralarıyla halkoyuna sunulacak ve kabul edildiği takdirde, bu madde doğrultusunda, uyumu sağlamaya yönelik işlemler başlatılacaktır. Bunun sonucunda, Anayasaya aykırılığı yukarıda belirtilen modele uygun bir Anayasa Mahkemesi, hukuk düzeninde yerini alacak ve çalışmalarını sürdürecektir. Bu değişim gerçekleşirken, Anayasa Mahkemesinin söz konusu “Geçici Madde 18”in söz konusu fıkralarını iptal etmesi halinde ise, uyum bağlamında yapılan tüm işlemlerin ve düzenlemelerin Anayasal dayanağı ortadan kalkacak; hukuki geçerlilikleri konusunda sayısız problem ortaya çıkacaktır. Ayrıca olası bir iptal kararı, geriye yürüyemeyeceği için, bu problemleri çözmeye ve olumsuzlukları gidermeye yetmeyecektir. Sonradan giderilemeyecek bu olumsuz durumların ve zararların önlenebilmesi için, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarının yürürlüğünün durdurulması gerekecektir. 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 19”un birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasının (b) ,(c) ve (ç) bentlerinde ve yedinci ve sekizinci fıkralarında, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun, bu Kanunun 22 nci maddesinde getirilen yeni yapılanma modeline geçişini sağlayacak düzenlemelere yer verilmiştir. “Geçici Madde 19”un söz konusu fıkralarının yürürlüğü sürdürülecek olursa, bu fıkralar, Anayasa Mahkemesinin olayla ilgili kararı Resmi Gazetede yayımlanmadan önce halkoylaması yapıldığı takdirde, 5982 sayılı Kanundaki diğer hükümlerle birlikte halkoyuna sunulacak ve Kanunun kabulü halinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeni modele uyumunun sağlanması için “Geçici Madde 19”da öngörülen bu uygulamalara derhal başlanacaktır. Böylece bu Kanunun 22 nci maddesinin Anayasaya aykırılık gerekçesinde ayrıntılı biçimde açıklanan nedenlerle Anayasaya aykırı olan ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu yürütmeye bağımlı kılan yapı, hukuk düzeninde somut bir varlık kazanacaktır. Bu kuşkusuz, Anayasanın üstünlüğü ilkesi ile bağdaşmayan bir yapımın hukuk düzeninde varlık kazanmasına ve varlığını sürdürmesine göz yummak anlamına gelecektir. Diğer yandan bu sürece girildikten veya bu süreç tamamlandıktan sonra verilecek bir iptal kararı, uyum bağlamında yapılmış olan tüm işlemlerin ve düzenlemelerin Anayasal dayanağını ortadan kaldıracak ve bunların hukuki geçerliliği konusunda sayısız sorun yaşanacak; iptal kararları geriye yürümedikleri için söz konusu olumsuzlukları bütünüyle gidermeye yetmeyecek; yeni modele uyumu sağlanmış Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun hukuki statüsü sorun yaratacaktır. Bu sonradan giderilemeyecek olumsuz durumların ve zararların önüne geçilebilmesi için, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 19”un birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, yedinci ve sekizinci fıkraları ile altıncı fıkrasının (b), (c) ve (ç) bendlerinin yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir. II.B.6. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 26’ncı Maddesine İlişkin Yürürlüğü Durdurma İsteminin Gerekçesi 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinde, bu Kanunun yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanacağı ifade edilmektedir. Yukarıda bu maddenin Anayasaya aykırılık gerekçeleri açıklanırken halkoylamasında tümüyle oylanmasının demokrasi anlayışıyla bağdaşmayacağı belirtilmiştir. 26 ncı maddede yer alan “ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle”ibaresinin yürürlüğünün sürdürülmesi halinde, halkoylaması Anayasa Mahkemesinin bu olay hakkındaki kararının Resmi Gazetede ilanından önce yapılacak olursa, bu halkoylamasında söz konusu maddenin öngördüğü oylama biçimi geçerli olacaktır. Bu da, bir dayatma metni üzerinde oy kullanılmasına ve vatandaşların yapılan düzenlemelerin her birisi için ayrı ayrı iradelerini ifade edemedikleri bir halkoylamasının gerçekleşmesine yol açacaktır. Diğer yandan oylama tamamlandıktan sonra Anayasa Mahkemesinin bu maddeyi iptal etmesi halinde; halkoylamasının hukuki geçerliliği ve Anayasa değişikliğinin hukuki meşruiyeti tartışmalı hale gelecektir. İfade edilen bu olumsuzluklar ve yol açacakları giderilmesi olanaksız zararlar demokratik yaşantımız ve onun hukuk devleti olma özelliği açısından asla küçümsenemez. Bunları önlemenin yolu, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinde yer alan “ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle” ibaresinin yürürlüğünün durdurulmasıdır. III. SONUÇ VE İSTEM 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun: A) Kanun teklifinin getirilmesi, Anayasa Komisyonunda görüşülmesi, TBMM Genel Kurulunda görüşülüp oylanması, ivedilikle görüşülme yasağı ve yöneldiği amaç bakımından yukarıda açıklanan nedenlerle Anayasanın 2 nci, 4 üncü, 87 inci ve 175 inci maddelerine aykırı olmaları nedeniyle tüm maddelerinin; B) Ayrıca yukarıda kendileriyle ilgili Anayasaya aykırılık gerekçelerinde ortaya konulan özel Anayasaya aykırılık nedenleriyle de: 1. 8 inci maddesinin T.C. Anayasasının 74 üncü maddesine, üçüncü fıkrasını yürürlükten kaldırarak eklediğini ifade ettiği; madde başlığındaki “ve kamu denetçisine başvurma” ibaresinin ve üçüncü fıkradaki “ve kamu denetçisine başvurma” ibaresi ile dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraların, 2. 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasının, (2709 sayılı kanunun değişen 144 üncü maddesinin), 3. 16 ncı maddesinin, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarının (2709 sayılı kanunun değişen 146 ıncı maddesinin birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarının), 4. 19 uncu maddesinin ikinci fıkrasının dördüncü tümcesi (2709 sayılı kanunun değişen 149 uncu maddesinin birinci fıkrasının “Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır.” şeklindeki dördüncü tümcesinin), 5. 19 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının (2709 sayılı kanunun değişen 149 uncu maddesinin üçüncü fıkrasının), 6. 22 nci maddesinin üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci, dokuzuncu, onuncu, onbirinci, onikinci, onüçüncü ve ondördüncü fıkralarının (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci, dokuzuncu, onuncu, onbirinci, onikinci, onüçüncü fıkralarının), 7. 25 inci maddesinin T.C. Anayasasına eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarının, 8. 25 inci maddesinin T.C. Anayasasına eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 19”un birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç), (d), (e) bendlerinin, ikinci fıkrasının, üçüncü fıkrasının, dördüncü fıkrasının, altıncı fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin, yedinci ve sekizinci fıkralarının, 9. 26 ncı maddesindeki “ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle” ibaresinin, iptallerine ve dava ile ilgili Anayasa Mahkemesi Kararı Resmi Gazetede yayımlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemimizi saygı ile arz ederiz.” II - YASA METİNLERİ A - İptali İstenilen Anayasa Değişikliğine İlişkin Yasa Kuralları 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un iptali istenilen hükümleri şunlardır: “MADDE 1 – 7/11/1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasına “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” cümlesi ve maddeye bu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.” MADDE 2 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 20 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.” MADDE 3 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 23 üncü maddesinin beşinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir.” MADDE 4 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 41 inci maddesinin kenar başlığı “I. Ailenin korunması ve çocuk hakları” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.” MADDE 5 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 51 inci maddesinin dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 6 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 53 üncü maddesinin kenar başlığı “A. Toplu iş sözleşmesi ve toplu sözleşme hakkı” olarak değiştirilmiş, üçüncü ve dördüncü fıkraları yürürlükten kaldırılmış ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “Memurlar ve diğer kamu görevlileri, toplu sözleşme yapma hakkına sahiptirler. Toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde taraflar Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurabilir. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararları kesindir ve toplu sözleşme hükmündedir. Toplu sözleşme hakkının kapsamı, istisnaları, toplu sözleşmeden yararlanacaklar, toplu sözleşmenin yapılma şekli, usulü ve yürürlüğü, toplu sözleşme hükümlerinin emeklilere yansıtılması, Kamu Görevlileri Hakem Kurulunun teşkili, çalışma usul ve esasları ile diğer hususlar kanunla düzenlenir.” MADDE 7 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 54 üncü maddesinin üçüncü ve yedinci fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 8 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 74 üncü maddesinin kenar başlığı “VII. Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı” şeklinde değiştirilmiş, maddenin üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “Herkes, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkına sahiptir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bağlı olarak kurulan Kamu Denetçiliği Kurumu idarenin işleyişiyle ilgili şikâyetleri inceler. Kamu Başdenetçisi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından gizli oyla dört yıl için seçilir. İlk iki oylamada üye tamsayısının üçte iki ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranır. Üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için dördüncü oylama yapılır; dördüncü oylamada en fazla oy alan aday seçilmiş olur. Bu maddede sayılan hakların kullanılma biçimi, Kamu Denetçiliği Kurumunun kuruluşu, görevi, çalışması, inceleme sonucunda yapacağı işlemler ile Kamu Başdenetçisi ve kamu denetçilerinin nitelikleri, seçimi ve özlük haklarına ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.” MADDE 9 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 84 üncü maddesinin son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 10 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 94 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “İlk seçilenlerin görev süresi iki yıldır, ikinci devre için seçilenlerin görev süresi ise o yasama döneminin sonuna kadar devam eder.” MADDE 11 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 125 inci maddesinin ikinci fıkrasına “Ancak, Yüksek Askerî Şûranın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açıktır.” şeklindeki cümle eklenmiş ve dördüncü fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz.” MADDE 12 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 128 inci maddesinin ikinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır.” MADDE 13 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 129 uncu maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz.” MADDE 14 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 144 üncü maddesi kenar başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “G. Adalet hizmetlerinin denetimi MADDE 144 – Adalet hizmetleri ile savcıların idarî görevleri yönünden Adalet Bakanlığınca denetimi, adalet müfettişleri ile hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler; araştırma, inceleme ve soruşturma işlemleri ise adalet müfettişleri eliyle yapılır. Buna ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.” MADDE 15 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 145 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 145 – Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür. Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askerî mahkemelerde yargılanamaz. Askerî mahkemelerin savaş halinde hangi suçlar ve hangi kişiler bakımından yetkili oldukları; kuruluşları ve gerektiğinde bu mahkemelerde adlî yargı hâkim ve savcılarının görevlendirilmeleri kanunla düzenlenir. Askerî yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” MADDE 16 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 146 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 146 – Anayasa Mahkemesi onyedi üyeden kurulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi; iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir üyeyi ise baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday içinden yapacağı gizli oylamayla seçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak bu seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranır. İkinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur. Cumhurbaşkanı; üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askerî Yargıtay, bir üyeyi Askerî Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri arasından her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; en az ikisi hukukçu olmak üzere üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden; dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçer. Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurulları ile Yükseköğretim Kurulundan Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde, her boş üyelik için, bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Anayasa Mahkemesine üye seçilebilmek için, kırkbeş yaşını doldurulmuş olması kaydıyla; yükseköğretim kurumları öğretim üyelerinin profesör veya doçent unvanını kazanmış, avukatların en az yirmi yıl fiilen avukatlık yapmış, üst kademe yöneticilerinin yükseköğrenim görmüş ve en az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalışmış, birinci sınıf hâkim ve savcıların adaylık dahil en az yirmi yıl çalışmış olması şarttır. Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından gizli oyla ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile dört yıl için bir Başkan ve iki başkanvekili seçilir. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler. Anayasa Mahkemesi üyeleri aslî görevleri dışında resmi veya özel hiçbir görev alamazlar.” MADDE 17 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 147 nci maddesinin kenar başlığı “2. Üyelerin görev süresi ve üyeliğin sona ermesi” şeklinde, birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Anayasa Mahkemesi üyeleri oniki yıl için seçilirler. Bir kimse iki defa Anayasa Mahkemesi üyesi seçilemez. Anayasa Mahkemesi üyeleri altmışbeş yaşını doldurunca emekliye ayrılırlar. Zorunlu emeklilik yaşından önce görev süresi dolan üyelerin başka bir görevde çalışmaları ve özlük işleri kanunla düzenlenir.” MADDE 18 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 148 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin sonuna “ve bireysel başvuruları karara bağlar” ibaresi, üçüncü fıkrasındaki “Cumhurbaşkanını,” sözcüğünden sonra gelmek üzere “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını,” ibaresi eklenmiş, beşinci fıkrası “Yüce Divan kararlarına karşı yeniden inceleme başvurusu yapılabilir. Genel Kurulun yeniden inceleme sonucunda verdiği kararlar kesindir.” şeklinde değiştirilmiş, maddeye ikinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar ve üçüncü fıkradan sonra gelmek üzere “Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar.” şeklinde yeni bir fıkra eklenmiştir. “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır. Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz. Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.” MADDE 19 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 149 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 149 – Anayasa Mahkemesi, iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışır. Bölümler, başkanvekili başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır. Genel Kurul, Mahkeme Başkanının veya Başkanın belirleyeceği başkanvekilinin başkanlığında en az oniki üye ile toplanır. Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır. Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar oluşturulabilir. Siyasî partilere ilişkin dava ve başvurulara, iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurulca bakılır, bireysel başvurular ise bölümlerce karara bağlanır. Anayasa değişikliğinde iptale, siyasî partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu şarttır. Şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları Anayasa Mahkemesince öncelikle incelenip karara bağlanır. Anayasa Mahkemesinin kuruluşu, Genel Kurul ve bölümlerin yargılama usulleri, Başkan, başkanvekilleri ve üyelerin disiplin işleri kanunla; Mahkemenin çalışma esasları, bölüm ve komisyonların oluşumu ve işbölümü kendi yapacağı İçtüzükle düzenlenir. Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri dosya üzerinde inceler. Ancak, bireysel başvurularda duruşma yapılmasına karar verilebilir. Mahkeme ayrıca, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir ve siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin davalarda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından sonra kapatılması istenen siyasî partinin genel başkanlığının veya tayin edeceği bir vekilin savunmasını dinler.” MADDE 20 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 156 ncı maddesinin son fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Askerî Yargıtayın kuruluşu, işleyişi, mensuplarının disiplin ve özlük mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” işleri MADDE 21 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 157 nci maddesinin son fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” MADDE 22 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 159 – Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yirmiiki asıl ve oniki yedek üyeden oluşur; üç daire halinde çalışır. Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, dört asıl üyesi, nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca, üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından idarî yargı hâkim ve savcılarınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir. Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde yapılır. Cumhurbaşkanı tarafından seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden altmış gün içinde, yeni üyelerin seçimi yapılır. Diğer üyeliklerin boşalması halinde, asıl üyenin yedeği tarafından kalan süre tamamlanır. Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üyenin, birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek Kurul üyeliği için her hâkim ve savcının; ancak bir aday için oy kullanacağı seçimlerde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilir. Bu seçimler her dönem için bir defada ve gizli oyla yapılır. Kurulun, Adalet Bakanı ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı dışındaki asıl üyeleri, görevlerinin devamı süresince; kanunda belirlenenler dışında başka bir görev alamazlar veya Kurul tarafından başka bir göreve atanamaz ve seçilemezler. Kurulun yönetimi ve temsili Kurul Başkanına aittir. Kurul Başkanı dairelerin çalışmalarına katılamaz. Kurul, kendi üyeleri arasından daire başkanlarını ve daire başkanlarından birini de başkanvekili olarak seçer. Başkan, yetkilerinden bir kısmını başkanvekiline devredebilir. Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar; ayrıca, Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir. Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılır. Soruşturma ve inceleme işlemleri, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırılabilir. Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz. Kurula bağlı Genel Sekreterlik kurulur. Genel Sekreter, birinci sınıf hâkim ve savcılardan Kurulun teklif ettiği üç aday arasından Kurul Başkanı tarafından atanır. Kurul müfettişleri ile Kurulda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıları, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Kurula aittir. Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcılar ile adalet müfettişlerini ve hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçileri, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Adalet Bakanına aittir. Kurul üyelerinin seçimi, dairelerin oluşumu ve işbölümü, Kurulun ve dairelerin görevleri, toplantı ve karar yeter sayıları, çalışma usul ve esasları, dairelerin karar ve işlemlerine karşı yapılacak itirazlar ve bunların incelenmesi usulü ile Genel Sekreterliğin kuruluş ve görevleri kanunla düzenlenir.” MADDE 23 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 166 ncı maddesinin kenar başlığı “I. Planlama; Ekonomik ve Sosyal Konsey” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında hükümete istişarî nitelikte görüş bildirmek amacıyla Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulur. Ekonomik ve Sosyal Konseyin kuruluş ve işleyişi kanunla düzenlenir.” MADDE 24 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının geçici 15 inci maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 25 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 18 – Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Anayasa Mahkemesinin mevcut yedek üyeleri asıl üye sıfatını kazanır. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi bir üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun ve bir üyeyi de baro başkanlarının gösterecekleri üçer aday içinden seçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinin yapacağı üye seçimi için aday göstermek amacıyla; a) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde, Sayıştay Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren beş gün içinde adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren beş gün içinde Sayıştay Genel Kurulunca seçim yapılır. Her Sayıştay üyesinin ancak bir aday için oy kullanabileceği bu seçimde en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. b) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde, Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren beş gün içinde adaylar Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren beş gün içinde Türkiye Barolar Birliği Başkanlığının ilanında gösterilen yer ve zamanda baro başkanları tarafından seçim yapılır. Her bir baro başkanının ancak bir aday için oy kullanabileceği bu seçimde, en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. c) (a) ve (b) bentleri uyarınca yapılan seçimlerin sonucunda aday gösterilmiş sayılanların isimleri seçimin yapıldığı günü takip eden gün Sayıştay ve Türkiye Barolar Birliği başkanlıklarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bildirilir. ç) (c) bendi uyarınca yapılan bildirimden itibaren on gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde seçim yapılır. Her boş üyelik için yapılacak seçimde, ilk oylamada üye tamsayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranır; ikinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur. Cumhurbaşkanı, birer üyeyi Yargıtay ve Danıştay kontenjanlarından olan ilk üyeliklerin boşalmasından sonra Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden seçer. Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday gösteren kurumların halen mevcut üyeleri ile kendi kontenjanlarından seçilmiş yedek üyeler, tamamlama seçiminde göz önünde bulundurulur. Anayasa Mahkemesinde halen belli görevlere seçilmiş olanların bu sıfatları seçilmiş oldukları sürenin sonuna kadar devam eder. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte üye olanlar yaş haddine kadar görevlerine devam ederler. Bireysel başvuruya ilişkin gerekli düzenlemeler iki yıl içinde tamamlanır. Uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel başvurular kabul edilir. GEÇİCİ MADDE 19 – Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde aşağıda belirtilen esas ve usuller dahilinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri seçilir: a) Cumhurbaşkanı, hâkimlik mesleğine alınmasına engel bir hali olmayan; yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında en az onbeş yıldan beri görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile meslekte fiilen onbeş yılını doldurmuş avukatlar arasından dört üye seçer. Cumhurbaşkanı, üst kademe yöneticileri arasından seçeceği Kurul üyesini, bakanlık, müsteşarlık, müsteşar yardımcılığı, valilik, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, kamu kurum ve kuruluşlarında genel müdürlük veya teftiş kurulu başkanlığı görevlerini yapanlar arasından seçer. b) Yargıtay Genel Kurulu, Yargıtay üyeleri arasından üç asıl ve üç yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Yargıtay Birinci Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Birinci Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Yargıtay Genel Kurulu seçim yapar. Her Yargıtay üyesinin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur. c) Danıştay Genel Kurulu, Danıştay üyeleri arasından iki asıl ve iki yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Danıştay Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Danıştay Genel Kurulu seçim yapar. Her Danıştay üyesinin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur. ç) Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu, kendi üyeleri arasından, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bir asıl ve bir yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Türkiye Adalet Akademisi Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu seçim yapar. Her üyenin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur. d) Yedi asıl ve dört yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş olan adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, adlî yargı hâkim ve savcıları tarafından Yüksek Seçim Kurulunun yönetim ve denetiminde seçilir. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde Yüksek Seçim Kurulu adaylık başvurularını ilân eder. İlân tarihinden itibaren üç gün içinde adaylar Yüksek Seçim Kuruluna başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde Yüksek Seçim Kurulu adayların başvurularını inceler ve aday listesini belirleyerek ilân eder. Takip eden iki gün içinde bu listeye karşı itiraz edilebilir. İtiraz süresinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde itirazlar incelenir, sonuçlandırılır ve kesin aday listesi ilân edilir. Yüksek Seçim Kurulunun kesin aday listesini ilân ettiği tarihten sonraki ikinci Pazar günü her ilde, il seçim kurulunun yönetim ve denetimi altında yapılacak seçimlerde, o ilde ve ilçelerinde görev yapan hâkim ve savcılar oy kullanır. İl seçim kurulları o ilde oy kullanacak hâkim ve savcıların sayısına göre sandık kurulları oluşturur. Sandık kurullarının işlem, tedbir ve kararlarına karşı yapılan şikâyet ve itirazlar il seçim kurulunca karara bağlanır. Adaylar propaganda yapamazlar; sadece, Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde özgeçmişlerini bu iş için tahsis edilmiş bir internet sitesinde yayımlayabilirler. Bu seçimlerde her seçmen sadece bir aday için oy kullanabilir. Seçimlerde en çok oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur. Kullanılacak oy pusulalarıyla ilgili diğer hususlar Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenir. Yüksek Seçim Kurulu, oy pusulalarını kendisi bastırabileceği gibi gerektiğinde uygun göreceği il seçim kurulları vasıtasıyla bastırmaya da yetkilidir. Yapılacak seçimlerde, 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun bu bende aykırı olmayan hükümleri uygulanır. e) Üç asıl ve iki yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından, idarî yargı hâkim ve savcıları tarafından Yüksek Seçim Kurulunun yönetim ve denetiminde seçilir. Bölge idare mahkemelerinin bulunduğu illerde, il seçim kurulunun yönetim ve denetimi altında yapılacak bu seçimlerde, o bölge idare mahkemesinde ve yargı çevresi içerisinde kalan yerlerde görev yapan idarî yargı hâkim ve savcıları oy kullanır. Bu seçimler hakkında da (d) bendi hükümleri uygulanır. Birinci fıkranın (a), (ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun asıl üyeleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki otuzuncu günü takip eden iş günü görevlerine başlarlar. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Yargıtay ve Danıştaydan gelen asıl ve yedek üyelerinin görevleri, seçilmiş oldukları sürenin sonuna kadar devam eder. Bunlardan, Yargıtaydan gelen üyelerden görev süresini tamamlayanların yerine birinci fıkranın (b) bendi uyarınca seçilenler; Danıştaydan gelen üyelerden görev süresini tamamlayanların yerine birinci fıkranın (c) bendi uyarınca seçilenler, sırayla göreve başlarlar. Birinci fıkranın (b) ve (c) bentleri uyarınca seçilen üyelerden, üçüncü fıkra uyarınca göreve başlayanların görev süresi, birinci fıkranın (a), (ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen diğer Kurul üyelerinin görev süresinin bittiği tarihte sona erer. İlgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna seçilen asıl üyeler, Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatında öngörülen tüm malî ve sosyal haklar ile emeklilik hakkından aynen yararlanırlar. Ayrıca, Kurulun Başkanı dışındaki asıl üyelerine, (30000) gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda aylık ek tazminat ödenir. İlgili kanunlarda düzenleme yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; a) Anayasa hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla, yürürlükteki kanun hükümlerine göre Kurul şeklinde çalışır. b) İkinci fıkra uyarınca asıl üyelerinin göreve başladığı tarihten itibaren bir hafta içinde Adalet Bakanının başkanlığında toplanır ve bir geçici Başkanvekili seçer. c) En az onbeş üye ile toplanır ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile karar verir. ç) Sekreterya hizmetleri Adalet Bakanlığı tarafından yürütülür. Kurul müfettişleri ile adalet müfettişleri atanıncaya kadar, mevcut adalet müfettişleri, Kurul müfettişi ve adalet müfettişi sıfatıyla görev yaparlar. Bu madde hükümleri, ilgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar uygulanır.” MADDE 26 – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanır.” B - Dayanılan Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 2., 4., 87. ve 175. maddelerine dayanılmıştır. III- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ, Engin YILDIRIM ve Nuri NECİPOĞLU’nun katılımlarıyla 8.6.2010 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin şekil yönünden incelenmesine, Engin YILDIRIM ve Nuri NECİPOĞLU’nun karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA karar verilmiştir. IV- ŞEKİL YÖNÜNDEN İNCELEME Dava dilekçesi ve ekleri, konuya ilişkin rapor, iptali istenen kurallar, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Dava dilekçesinde, 7.5.2010 günlü, 5982 Sayılı Kanun’un, Anayasa teklifi olarak veriliş biçimi, Anayasa Komisyonunda görüşülmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda oylanması sırasında gizliliğin ihlal edilmesi, ivedilikle görüşülme yasağı ve yöneldiği amaç bakımından tüm maddelerinin; ayrıca, Anayasa’nın 4. maddesinde öngörülen Anayasa’nın ilk üç maddesini değiştirme ve değiştirilmesini teklif etme yasağına aykırı olarak Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan Cumhuriyetin niteliklerini dolaylı olarak değiştirdiği ileri sürülerek Kanun’un 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. maddelerinin bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüklerinin durdurulması istenmiştir. A- 7.5.2010 günlü, 5982 Sayılı Kanun’un Anayasa Teklifi Olarak Veriliş Biçimi ve Anayasa Komisyonundaki Görüşme Şekli Yönünden Anayasa’ya Aykırılığı Sorunu Dava dilekçesinde Anayasa değişiklik önerilerinin ancak teklif şeklinde yapılabileceği, tasarı yoluyla Anayasa değişikliği önerisi yapılmasının mümkün olmadığı, dava konusu 5982 sayılı Kanun’un teklif olarak sunulmadan önce geçirdiği süreçte tümüyle milletvekili iradesine dayalı bir öneri olarak ortaya çıkmadığı, aksine Başbakan’ın başkanlığında bir tasarı gibi hazırlandığı ve sadece Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna mensup milletvekillerinin imzalarının alınması yoluyla bir teklif görünümü kazandırıldığı, bu nedenle tasarı niteliği taşıyan teklifin Anayasa’nın 175. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerini düzenleyen Anayasa’nın 148. maddesinde, Anayasa değişikliklerine ilişkin yasaların teklif ve oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülememe koşullarına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı olarak sadece şekil yönünden denetlenebileceği hükme bağlanmıştır. İptal istemi bu sınırlı sebeplerden herhangi birine ilişkin bulunmadığı sürece davanın dinlenme olanağı yoktur. Anayasa’nın 175. maddesine göre Anayasa’nın değiştirilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir. Bakanlar Kuruluna Anayasa’nın 88. maddesiyle tanınmış olan kanun tasarısı sunma yetkisi 175. maddede yer almamaktadır. Bu nedenle Bakanlar Kurulunun bir Anayasa değişikliği teklif edebilmesi mümkün değildir. TBMM İçtüzüğü’nün 73. maddesinde “Hükümetçe hazırlanan kanun tasarıları bütün bakanlarca imzalanmış olarak ve gerekçesi ile birlikte Meclis Başkanlığına sunulur.” denilmektedir. Buna göre, bir tasarıdan söz edebilmek için milletvekili olsun ya da olmasın tüm Bakanlar ve Başbakan tarafından imzalanmış ve gerekçesi ile Meclis başkanlığına sunulmuş bir metnin bulunması gerekir. Bakanlar Kurulu üyeleri dışında hiç kimse bir kanun tasarısına imza atamaz. Oysa, İçtüzüğün 74. maddesine göre milletvekillerince verilen kanun tekliflerinde bir veya daha çok imza bulunabilir. Başbakan’ın ve milletvekili oldukları sürece bakanların tekliflere imza atması mümkündür. Başbakan ve bakanların milletvekili sıfatıyla herhangi bir kanun teklifine imza atmaları o teklifi tasarı haline getirmez. “Teklif çoğunluğu” kapsamında Anayasa değişikliği teklifinde Anayasa’nın 175. maddesinde öngörülen Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte biri oranında milletvekilinin imzasının bulunup bulunmadığının incelenebileceği gözetildiğinde yeterli imzanın bulunması hâlinde, bu imzaların hangi saikle atıldığının incelenmesi Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında kalır. Dava dilekçesinde ayrıca, Teklifin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonu’nda daha önce Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ ve Samsun Milletvekili Suat Kılıç ile 214 milletvekili tarafından verilen ve Komisyon gündemine alınan, bazı milletvekillerinin imzalarını geri çekmesi nedeniyle Komisyon başkanı tarafından geçersiz hâle geldiği gerekçesiyle gündemden çekilen başka bir Teklifle birleştirilmesi gerektiği, ancak Komisyon Başkanı tarafından bu birleştirmenin yapılmadığı ve Anayasa’ya aykırılık oluştuğu ileri sürülmüştür. Komisyon aşamalarındaki işlemler, Anayasa’nın 148. maddesinde öngörülen denetlenebilir hususlardan olmadığı gibi, dava konusu Anayasa değişikliği Yasası ile ilgisi olmayan, başka bir teklife ilişkin Anayasa’ya aykırılık savlarının incelenmesi de Anayasa Mahkemesi’nin yetkisi içinde değildir. Bu nedenlerle 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un Anayasa teklifi olarak veriliş biçimi ile Anayasa Komisyonundaki görüşme şekline ilişkin iptal isteminin, Anayasa Mahkemesinin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir. B- 5982 Sayılı Kanun’un Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Oylanma Biçimi Yönünden Anayasa’ya Aykırılığı Sorunu Dava dilekçesinde, 5982 sayılı Kanun’un görüşülmesi ve oylanması sırasında çeşitli şekillerde oy gizliliğinin ihlal edildiği, bazı milletvekillerinin diğerlerinin oy pulunu gördüğü, oy zarfını denetlediği, oy kabinine birlikte girdiği belirtilerek oy gizliliğinin sağlanması için önlem alınması gerektiği muhalefet partilerinin milletvekilleri ve Grup Başkanvekillerince sıklıkla dile getirilmesine, bu konuda tartışmalar yapılmış olmasına rağmen TBMM Başkanlığınca herhangi bir önlem alınmadığı, bu nedenle Anayasa’nın 175. maddesinin ihlal edildiği dile getirilmiş ve bu tür aykırılıkların birinci tur oylamalarda söz konusu olsa bile, Kanun’un tümünü geçersiz kılacağı ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 148. maddesinde, Anayasa değişikliklerinde Anayasa Mahkemesine tanınan denetim yetkisi, teklif ve oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartlarına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlandırılmıştır. Anayasa’nın 175. maddesinde Anayasa değişikliğine ilişkin oylamaların gizli yapılması öngörülmüştür. Anayasa’ya uygun geçerli bir kabul çoğunluğu ancak Anayasa’ya uygun bir oylamayla oluşabilir. Ne var ki, Anayasa Mahkemesinin oylama usulüne aykırı hareket edildiğine ve oylamanın geçersizliğine karar verebilmesi için oylama sonucunu etkileyen açık bir Anayasa’ya aykırılığın gerçekleşmiş olması gerekir. Dava dilekçesinde ileri sürülen hususların oylamanın sonucunu etkileyecek nitelikte olduğunu ispatlayacak açık ve yeterli delil bulunmadığı gibi bu usulsüzlük iddialarının oylama çoğunluğunun sağlanıp sağlanmadığı konusunda dikkate alınması gereken ikinci tur oylamalarda gerçekleştiği de belirlenemediğinden oylamanın Anayasa’ya aykırı bir şekilde yapıldığı söylenemez. Bu nedenle iptal isteminin reddi gerekir. C- 5982 Sayılı Kanun’un İvedilikle Görüşülememe Koşulu Yönünden Anayasa’ya Aykırılığı Sorunu Dava dilekçesinde, 5982 sayılı Kanun’un TBMM Genel Kurulunda ikinci görüşmeleri sırasında maddelerle ilgili olarak siyasî parti gruplarına ve milletvekillerine görüşlerini açıklama olanağı tanınmadığı ve sadece değişiklik önergelerinin görüşülerek maddelerin oylandığı, bu nedenle Anayasa’nın öngördüğü biçimde iki defa görüşme koşulunun gerçekleşmediği ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 148. maddesinde Anayasa değişikliklerinin şekil denetiminin “teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı” olduğu belirtilmektedir. Ancak, Anayasa’nın 175. maddesinde ivedilikle görüşme yasağından söz edilmemekte, “Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurulda iki defa görüşülür” denilmektedir. Bu ilke, 1982 Anayasasının 175. maddesinin 1987 yılında değiştirilmeden önceki ilk hâlinde ve 1961 Anayasası’nda, “Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki teklifler ivedilikle görüşülemez” şeklinde ifade edilmiştir. Anayasa ve İçtüzük’te ivedilikle görüşme kavramı tanımlanmamıştır. Ancak, 2 Mayıs 1927 tarihli eski Türkiye Büyük Millet Meclisi Dâhili Nizamnamesi’nin 99. ve 72. maddelerinin birlikte değerlendirilmesinden “ivedilik” teriminin, iki görüşme yerine tek görüşme anlamına geldiği anlaşılmaktadır. Sözkonusu İçtüzüğün 99. maddesi, kanun teklif ve tasarılarının iki defa görüşülmesi esasını düzenlerken, 72. maddesinde “Müstaceliyetine karar verilen layiha veya teklifler yalnız bir defa müzakere olunur” hükmü yer almıştır. “İvedilik” teriminin eski İçtüzükte yer alan Arapça “müstaceliyet” sözcüğü yerine kullanıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ivedilik, bir kanun tasarısı veya teklifinin iki defa yerine bir defa görüşülmesi anlamına gelmekte, ivedilikle görüşülememe yasağı da, iki defa görüşme zorunluluğunu ifade etmektedir. Bu nedenle 148. maddede belirtilen ivedilikle görüşme yasağının 175. maddede yer alan iki kez görüşme yükümlülüğü olduğu anlaşılmaktadır. Anayasa değişikliği tekliflerinin iki defa görüşülmesinin nasıl olacağı Anayasa’da düzenlenmediğinden görüşmelerin İçtüzük hükümlerine göre yürütülmesi gerektiği açıktır. Anayasa değişikliklerinin görüşülmesi yöntemini düzenleyen İçtüzüğün 93. maddesinde, “Anayasa değişiklik teklifleri, diğer kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesindeki usule tabidir. Ancak, bu teklifler Genel Kurulda iki defa görüşülür. İkinci görüşmeye, birinci görüşmenin bitiminden kırksekiz saat geçmeden başlanamaz. İkinci görüşmede, yalnızca maddeler üzerinde verilmiş olan değişiklik önergeleri görüşülür, birinci görüşmede üzerinde değişiklik teklifi bulunmayan bir madde hakkında ikinci görüşmede önerge verilemez” hükmü yer almaktadır. Bu kural gereğince, diğer kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesindeki usule tâbi olan birinci görüşmede, İçtüzüğün 81. maddesi uyarınca, önce Anayasa değişikliği teklifinin tümünün görüşülerek maddelere geçilip geçilmeyeceği oylanacak ve maddelere geçilmesinin kabulü halinde, her maddenin tek tek görüşülerek oylanmasından sonra birinci görüşme tamamlanmış olacak, en az kırk sekiz saat geçtikten sonra başlanabilecek ikinci görüşmede, artık tekrar teklifin tamamı için görüşme açılamayacak, sadece maddeler üzerinde verilmiş olan değişiklik önergeleri görüşülerek oylanacaktır. Maddeler üzerindeki oylamaların tamamlanmasından sonra, teklifin tümü üzerinde yapılacak oylamayla Anayasa değişikliklerinin görüşülmesi tamamlanmış olacaktır. Anayasa’nın 175. maddesinde Anayasa değişikliklerinin her iki görüşmesinin aynı şekilde yapılmasını zorunlu tutan bir hüküm bulunmamaktadır. Aksine Cumhuriyet tarihi boyunca yasaların ve Anayasaların iki kez görüşülmesini öngören İçtüzük hükümlerinde (1927 tarihli Dahili Nizamname’nin 107. maddesi “ikinci müzakerede layiha ve teklifin heyeti umumiyesi hakkında müzakere cereyan etmez. Bu müzakerede ancak tadil teklifleri üzerinde müzakere cereyan eder.”, 1963 tarihli Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğü’nün 75. maddesi “İkinci görüşmede tasarı ve tekliflerin tümü üzerinde konuşulamaz. Ancak, tadil teklifleri üzerinde görüşülebilir.” ve 1973 tarihli Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 91. maddesi “ikinci görüşmede yalnızca maddeler üzerinde verilmiş değişiklik önergeleri görüşülür”) ikinci görüşmenin mevcut İçtüzüğün 93. maddesinde belirtilen usule göre düzenlendiği anlaşılmaktadır. Nitekim, Anayasa Mahkemesi 15.4.1975 tarihli ve E:1973/19, K: 1975/87 sayılı kararında “Anayasanın 155. maddesinin ikinci fıkrasının ‘Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, birinci fıkradaki kayıtlar dışında kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tabidir.’ hükmüne göre, aynı maddenin birinci fıkrasında yer alan ‘Anayasanın değiştirilmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri tarafından yazı ile teklif edilebilir. Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki teklifler ivedilikle görüşülemez. Değiştirme teklifinin kabulü, Meclislerin ayrı ayrı üye tamsayılarının üçte iki çoğunluğunun oyu ile mümkündür.’ biçimindeki kuralların, özel bir değiştirme yöntemini saptayan ayrıklı kurallar” olduğuna karar vermiş ve “Anayasa, kanunların görüşülmesi için öngörülen genel yöntem ilkesini, Anayasa değişiklikleri için de benimsemiş olduğundan, 155. maddedeki biçim koşulları, Anayasa’nın 85. maddesindeki sözü geçen İçtüzük kurallarına göre de ayrıklı” olduğundan bahisle “Anayasa değişikliklerinde, Anayasa’nın 155. maddesindeki özel ve ayrıklı yönteme ters düşen içtüzük hükümlerinin uygulanamayacağı”na hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu kararında benimsediği yaklaşım 1982 Anayasası için de geçerlidir. 175. maddenin birinci fıkrasında yer alan, teklif çoğunluğu, iki kez görüşülme koşulu ve kabul çoğunluğu Anayasa değişikliklerini diğer kanunlardan ayıran şekli unsurlar olup, ikinci görüşmede kanunların görüşülmesine ilişkin hükümlerin uygulanması mümkün değildir. İki kez görüşülme koşulu bakımından uygulanacak hüküm kanunların görüşülmesine ilişkin genel hüküm niteliğindeki İçtüzüğün 81. maddesi değil, Anayasa değişikliklerine ilişkin özel hüküm olan İçtüzüğün 93. maddesidir. Yasama belgelerinin incelenmesinden 5982 sayılı Kanun’un ikinci görüşmelerinin İçtüzüğün 93. maddesine uygun olarak gerçekleştiği anlaşıldığından ivedilikle görüşmeme yükümlülüğüne aykırılık görülmemiştir. İptal isteminin reddi gerekir. Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Mehmet ERTEN ve Şevket APALAK bu görüşe katılmamışlardır. D- 5982 Sayılı Kanun’un Amacı Yönünden Anayasa’ya Aykırılığı Sorunu Dava dilekçesinde, 5982 sayılı Yasa’nın toplumun beklentileri doğrultusunda gerçekleştirilmiş bir reform olmadığı, İktidar Partisi tarafından, sivil toplum örgütlerinin, ilgili meslek kuruluşlarının, üniversitelerin, konuyla ilgili bilim insanlarının ve siyasi partilerin katkısı alınmadan, görüş ve önerileri de göz ardı edilerek ve bir uzlaşma arayışına girilmeksizin hazırlandığı, bu süreçte anayasal kurumların görüşünün alınmadığı, bu nedenle değişikliğin bir dayatmaya, bir parti metnine dönüştüğü ileri sürülerek Yasa’nın amacının kamu yararı değil, parti güdümünde yargı organları yaratmak olduğu bu nedenle amacı bakımından Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 148. maddesinde Anayasa değişikliklerinin esas yönünden denetimine yer verilmediği gibi, bunların biçim yönünden denetimleri de, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı tutulmuştur. İptal istemi bu sınırlı sebeplerden herhangi birine ilişkin bulunmadığı sürece davanın dinlenmesi olanağı yoktur. Dava dilekçesinde ileri sürülen hususlar Anayasa’nın 148. ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 21. maddelerinde sayılı ve sınırlı olarak belirlenen şekil bozukluklarından değildir. Bu itibarla Anayasa Mahkemesi’nin yetkisizliği nedeniyle iptal isteminin reddi gerekir. E- 5982 Sayılı Kanun’un 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. Maddelerinin Anayasa’nın 4. Maddesinde Öngörülen Teklif Yasağı Kapsamında İncelenmesinin Anayasa Mahkemesinin Yetkisinde Olup Olmadığı Ön Sorunu Dava dilekçesinde, 5982 Sayılı Kanun’un 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. maddelerinin, Anayasa’nın 4. maddesinde düzenlenen teklif edilemezlik kuralına aykırı olarak teklif edilmek suretiyle Anayasa’nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ve başlangıcında yer alan kuvvetler ayrılığı ilkelerini ihlâl ettikleri iddiasıyla iptalleri ve yürürlüklerinin durdurulması istenmiştir. Anayasa’nın 175. maddesi Anayasa’yı değiştirme yetkisinin TBMM’ye ait olduğunu, Meclisin bu yetkisini üye tamsayısının üçte bir çoğunluğunun yazılı teklifi ve en az beşte üç çoğunluğunun kabul oyuyla kullanabileceğini öngörmektedir. Ulus egemenliğine dayalı bir anayasal düzende bütün devlet yetkilerinin kaynağı Anayasa olduğundan tali kurucu iktidarın Anayasa’yı değiştirme yetkisini Anayasa’ya aykırı bir şekilde kullanması mümkün değildir. Bu durum, Anayasa’nın 6. maddesinde yer alan “hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” hükmüyle normatif geçerlilik kazanmıştır. Anayasa koyucu “hiçbir kimse ya da organ”dan söz ettiğine göre, kurulu bir organ olarak tali kurucu iktidarın da sistem dışı yetki kullanımının hukuksal açıdan geçerli olmayacağının kabulü gerekir. Anayasa’nın 175. maddesine göre Anayasa’yı değiştirme yetkisi TBMM’ne tanınmıştır. Bu yetkinin Anayasa’nın öngördüğü yöntemlerle ve Anayasa’ya uygun olarak kullanılacağı kuşkusuzdur. Yasama organı bu yetkisini 175. maddede belirtilen yöntemle kullanırken, yetkinin her şeyden önce asli kurucu iktidar tarafından kullanılmasına izin verilen bir yetki olması gerekir. Anayasa’nın 4. maddesinde “Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” denilmek suretiyle, 175. maddede belirlenen yetkinin kullanılamayacağı, kullanılsa dahi hukuken geçerli olamayacağı alanlar açıkça belirlenmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinde öngörülen teklif ve oylama çoğunluğuna uyulmaksızın gerçekleştirilecek bir Anayasa değişikliği hukuken geçerli olamayacağı gibi, değiştirilmesi teklif edilemeyecek bir Anayasa kuralına yönelik değişiklik teklifi de yasama organının yetkisi kapsamında bulunmadığından hukuksal geçerlilik kazanamaz. Anayasa değişikliklerinin yukarıda belirtilen Anayasa normlarının bütünlüğünden doğan ve Anayasa’nın ilk üç maddesinde somutlaşan temel tercihe uygun olması gerekir. Bu çerçevede Anayasa’nın yetki normu olan 175. maddesi, bu yetkinin sınırını çizen 4. maddesi ve bu sınırların dışına taşan yetki kullanımının hukuksal müeyyidesini belirleme yetkisini öngören 148. maddesinin birlikte değerlendirilmesi zorunludur. Anayasa’nın 175. maddesine göre kullanılacak Anayasa’yı değiştirme yetkisinin, hukuksal geçerlilik ve etkinlik kazanabilmesi için Anayasa’nın 4. maddesinde teklif edilemez olarak belirlenen hükümlere ilişkin olmaması, teklif ve oylama çoğunluğuna uyularak ve nihayetinde ivedi görüşme yasağı ihlal edilmeden kullanılmış olması gerekir. Teklif edilebilir olmayan bir Anayasa değişikliğinin 148. maddenin ikinci fıkrasında öngörülen teklif çoğunluğu koşulunu yerine getirmiş olması, hukuken geçersiz nitelikteki bir yasama tasarrufunun sırf sayısal çokluğun gücüyle geçerli kılınmasının gerekçesi olamaz. Zira, kurulu iktidar olan yasama organının işlem ve eylemlerinin geçerliliği, aslî kurucu iktidarın öngördüğü anayasal sınırlar içinde kalması koşuluna bağlıdır. Anayasa Mahkemesi 5.6.2008 tarihli ve E:2008/16, K:2008/116 sayılı kararında Anayasa’nın 148. maddesindeki, Anayasa değişikliklerinde şekil denetiminin “teklif ... şartına uyulup uyulmadığı” hususlarıyla sınırlı olduğunu ifade eden hükmün, “geçerli teklif” koşulunun bulunup bulunmadığına yönelik olarak yapılacak bir denetimi de içereceğine karar vermiştir. Kurucu iktidarın siyasal düzene ilişkin temel tercihi Anayasa’nın ilk üç maddesinde, bunun somut yansımaları ise diğer maddelerde ortaya çıkmaktadır. 4. madde ise ilk üç maddenin güvencesi olma niteliği itibariyle doğal olarak değiştirilmezlik özelliğine sahiptir. Bu durumda, Anayasa’nın 4. maddesi dâhil olmak üzere her bir maddede yapılacak değişikliklerin siyasal düzende değişikliklere ve kurucu iktidarın yarattığı anayasal düzende dönüşümlere yol açması mümkündür. O halde Anayasa’nın diğer maddelerinde yapılacak değişikliklerle Anayasa’nın 4. maddesinin yasama organı için çizdiği sınırların aşılma olasılığı gözardı edilemez. Anayasa’nın ilk üç maddesinde değişiklik öngören veya Anayasa’nın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak aynı sonucu doğuran herhangi bir yasama tasarrufunun da hukuksal geçerlilik kazanması mümkün olmadığından, bu doğrultudaki tekliflerin sayısal yönden Anayasa’ya uygun olması tasarrufun geçersizliğine engel oluşturmayacaktır. Anayasa değişikliklerinin içerik yönünden denetimi, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez ilkelerin doğrudan ya da dolaylı olarak ortadan kaldırılıp kaldırılmadığı veya içeriklerinin boşaltılarak anlamsız hâle getirilip getirilmediğine yönelik ve bununla sınırlı bir denetim olması gerekir. Açıklanan nedenlerle Anayasa Mahkemesinin, 5982 sayılı Kanun’un 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. maddeleriyle Anayasa’da yapılan değişikliklerin, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini değiştiren ya da etkisizleştirerek anlamsızlaştıran bir nitelik taşıyıp taşımadığını inceleyebileceğinin ve bu nitelikte olduğuna karar vermesi halinde bu hükümleri Anayasa’nın 4. maddesindeki teklif yasağına aykırılık nedeniyle iptal edebileceğinin kabulü gerekir. Haşim KILIÇ, Engin YILDIRIM ve Nuri NECİPOĞLU bu görüşe katılmamışlardır. Serruh KALELİ yukarıdaki görüşe farklı gerekçeyle katılmamıştır. F- 5982 Sayılı Kanun’un 8. Maddesi Yönünden İnceleme 5982 sayılı Yasa’nın 8. maddesi ile Anayasa’nın 74. maddesinde değişiklik yapılarak, idarenin işleyişine ilişkin şikâyetleri incelemek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na bağlı Kamu Denetçiliği Kurumu oluşturulmakta ve Kamu Başdenetçisinin seçim usulü düzenlenmektedir. Dava dilekçesinde şikâyetleri incelemekle görevli bir idari kurumun TBMM Başkanlığı’na bağlanmasının, yasamanın bu Kurumun işlevleri bakımından yürütme üzerinde üstünlük kazanması anlamına geleceği ve Anayasa’nın Başlangıcında belirtilen kuvvetler ayrılığı ilkesi ile bağdaşmayacağı, ayrıca Kamu Başdenetçisinin seçim yönteminin bu durumu daha da güçlendirdiği, kurumun yapısı ve işleyişine ilişkin diğer konuların düzenlenmesinin yasaya bırakılmış olması nedeniyle belirsizlik doğduğu ve bu durumun hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasacılık düşüncesi ve sınırlı devlet ilkesinin bir unsuru olarak kuvvetler ayrılığı ilkesi genellikle hukuk devleti ilkesi ile ilişkilendirilmektedir. Esasen hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkeleri anayasacılık düşüncesinin iki farklı yüzüdür. Bu düşünce, devlet iktidarının temel hak ve özgürlükler lehine sınırlandırılması amacına ulaşmak için iki temel enstrüman öngörmüştür. Bunlardan birincisi devlet iktidarının farklı organlar arasında paylaştırılması yoluyla kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan kuvvetler ayrılığı, diğeri ise devlet yetkilerinin kullanılmasının hukuka bağlanması yoluyla yönetimde keyfiliğin sona erdirilmesini amaçlayan hukuk devleti ilkesidir. Günümüzde kuvvetler ayrılığı bir taraftan hükümet sistemlerinin tanımlanmasının bir aracı olarak kullanılmakta, diğer taraftan ise farklı devlet organları arasında bir kontrol ve denge sistemi olarak görülmektedir. Yasama ve yürütme arasındaki ilişkilerin doğasına bakılarak hükümet sistemleri, sert kuvvetler ayrılığı (Başkanlık) sistemleri ve yumuşak kuvvetler ayrılığı (Parlamenter Hükümet) sistemleri şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Bir de her iki sistemin bazı özelliklerini içinde barındıran yarı başkanlık sisteminden söz edilmektedir. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin tek bir anlamı ve uygulama biçimi olmadığından her ülkenin özgün tarihsel ve siyasal koşullarına bağlı olarak farklı uygulamaların ortaya çıkması doğaldır. Bu farklı tercihlerden birisinin, diğerlerine göre üstün tutulması söz konusu değildir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi Anayasalarımızda farklı şekillerde düzenlenmiştir. 1924 Anayasası “kuvvetler birliği, fonksiyonlar ayrılığı” sistemini benimsemişken, 1961 Anayasası klasik parlamenter sistemi benimsemiş, 1982 Anayasası ise yürütmenin güçlendirilmesine dayalı rasyonelleştirilmiş parlamenter sistemi benimsemiştir. Anayasa’nın Başlangıcının dördüncü paragrafında kuvvetler ayrılığının “… Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu” ifade edilmektedir. Anayasa Mahkemesi de çeşitli kararlarında kuvvetler ayrılığının “devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetkilerinin kullanılmasıyla sınırlı bir işbölümü ve işbirliği olduğu, üstünlüğün ancak Anayasa ve yasalarda bulunduğu” (K.T. 20.5.1997, E: 1997/36, K: 1997/52; K.T. 12.12.1996, E:1996/64, K:1996/47; K.T. 4.7.1995, E: 1995/35, K: 1995/26) ve bu ilkenin “sadece yasama, yürütme ve yargı işlevlerinin ayrı organlara verilmesini değil, bazen tek bir kuvvetin çeşitli organlar arasında bölüşülebilmesini de içerebileceğine” (K.T. 1.6.2005, E:2004/60, K:2005/33) karar vermiştir. Bu nedenle demokratik sistemi ortadan kaldıran ve bütün yetkileri tek elde toplayan veya diğer organları bir organın kontrolü altına alan bir sistem öngörülmedikçe kuvvetler ayrılığı ilkesinin anlamsız hale getirildiği ya da ortadan kaldırıldığı söylenemez. Hukuk devleti ilkesi, özünde yönetimin hukukla bağlılığı, yöneticilerin şahsi ve keyfi iradesinin değil, hukukun hâkim olması anlamına gelmektedir. Devlet adına yetki kullananların yetkilerini hukuktan almaları ve hukuka uygun olarak kullanmaları yoluyla tüm bireylerin aynı muameleye tâbi tutulması, keyfi farklı uygulamaların önüne geçilmesi ve böylece birey haklarının güvence altında olacağı düşüncesi hukuk devleti kavramını ortaya çıkarmıştır. Hukuk devletinden söz edebilmek için genel, soyut, önceden bilinebilir, anlaşılabilir ve istikrarlı kurallardan oluşan bir hukuk düzeni mevcut olmalı ve hukuk kuralları, yönetilenler kadar siyasi iktidarı kullanan devlet organlarını ve yöneticilerini de bağlamalıdır. Anayasa Mahkemesi, çeşitli kararlarında hukuk devletini “eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık devlet” şeklinde tanımlamıştır. Hukuk devletinin somut uygulamasında farklı hukuk devleti anlayışları ve farklı devlet uygulamalarının ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bundan dolayı anayasa koyucunun hukuk devleti ilkesinin nasıl hayata geçirileceğini belirleme konusunda geniş bir takdir yetkisine sahip olması doğaldır. Bu nedenle hukuk devleti ilkesinin ortadan kaldırılmasından ya da anlamsız hale getirilmesinden söz edebilmek için, devlet organlarının hukuka bağlılığı ilkesini veya bunun kurumsal güvencelerini ortadan kaldıran bir değişikliğin yapılmış olması gerekir. Yoksa anayasa koyucunun farklı hukuk devleti uygulama modellerinden herhangi birisine yönelik tercihinin yerindeliğine ilişkin yargısal denetim yetkisi bulunduğu söylenemez. Bu çerçevede temel işlevi kamu yönetiminin şeffaflaşması ve bireylerin temel haklarına saygı göstermesine katkıda bulunmak suretiyle hukuk devletinin güçlenmesini sağlamak olan ombudsman ya da kamu denetçiliği kurumu, Avrupa demokrasilerinin temel kurumlarından birisi haline gelmiştir. Kamu gücünü kullanan makamların işlemleriyle ilgili olarak vatandaşların şikâyetlerini incelemekle görevli bağımsız bir kurum olan kamu denetçiliğinin, kendine ulaşan şikâyetlerle ilgili olarak hukuka ve hakkaniyete uygunluk açısından inceleme yaparak ulaştığı sonuçları ilgili kurumlara bildirmesi ve gerekli tedbirlerin alınmasını amaçladığı anlaşılmaktadır. Böyle bir kurumun oluşturulmasının hukuk devletini ortadan kaldırdığı ya da içini boşaltarak anlamsızlaştırdığı söylenemez. Diğer taraftan, parlamenter sistemlerde parlamentoların temel işlevlerinden birisi yürütme organını denetlemektir. Nitekim Anayasa’nın 98 ilâ 99. ve 100. maddelerinde bu denetim yöntemleri düzenlenmiştir. Yürütme organı yalnızca Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulundan oluşan siyasi yürütmeden ibaret olmayıp, idare geniş anlamda yürütmenin bir parçasıdır. Siyaset için zaten var olan denetim yetkisinin idareyi de kapsayacak şekilde genişletilerek idarenin işlemlerinin hukuka uygunluğunu sağlayacak yeni bir mekanizma oluşturulmasının kuvvetler ayrılığı ilkesini ortadan kaldırması ya da anlamsız hale getirmesi söz konusu olamaz. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, Anayasa’nın başlangıcında belirtildiği gibi, devlet organları arasında işbölümü ve medeni bir işbirliği anlamına gelip organların karşılıklı olarak birbirlerini dengelemeleri esasına dayanır. Yürütmenin yasama tarafından denetlenmesi de bu ilkenin somutlaştırılması anlamına gelir. O nedenle kamu denetçiliği kurumunun kurulması kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı değildir. Öte yandan, dava dilekçesinde Kamu Başdenetçisinin seçimine ilişkin öngörülen usulün hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı olduğu ileri sürülmüşse de, farklı seçim usullerinden herhangi birisinin tercih edilmesi kurucu iktidarın takdir yetkisi içinde olduğundan, bu hükümde somutlaşan tercihin kuvvetler ayrılığı ilkesini ortadan kaldırdığı söylenemez. Kurumun yapısı ve kamu denetçilerinin seçimi gibi hususların düzenlenmesinin kanuna bırakılmasında hukuk devleti ilkesini değiştiren bir yön bulunmamaktadır. Bu nedenlerle iptal isteminin reddi gerekir. G- 5982 Sayılı Kanun’un 14. Maddesi Yönünden İnceleme 5982 sayılı Yasa’nın 14. maddesi, Anayasa’nın 144. maddesinde değişiklik yaparak adalet hizmetleri ile savcıların idarî görevleri yönünden denetiminin adalet müfettişleri ile hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler tarafından denetleneceğini hükme bağlamaktadır. Dava dilekçesinde, bu düzenlemenin savcıların denetimini Adalet Bakanlığına bağlı adalet müfettişleri ile iç denetçilere vermekle bu kişileri Adalet Bakanlığına bağımlı hâle getirdiği bunun ise hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkeleriyle bağdaşmayacağı ileri sürülmüştür. 5982 sayılı Yasa’yla getirilen düzenlemeyle hâkim ve savcıların görevlerini mevzuata uygun olarak yapıp yapmadıklarının denetimi ile suç soruşturmalarının ya da disiplin incelemelerinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından atanacak ve Kurula bağlı olarak çalışacak olan Kurul müfettişleri tarafından yapılması öngörülmüştür. Bu maddede düzenlenen husus ise gerekçesinde de belirtildiği gibi yargısal nitelikteki işlemlerin dışında kalan ve Adalet Bakanlığının görevleri arasında yer alan cezaevleri, icra ve iflas daireleri, noterler veya mahkemelerin mali işleri gibi diğer konulardaki işlemlerin denetiminin Adalet Bakanlığına bağlı adalet müfettişlerince yerine getirilmesidir. Adalet Bakanlığının yetki alanına giren ve herhangi bir şekilde yargısal nitelik taşımayan konulara ilişkin denetim görevinin adalet müfettişleri ya da iç denetçiler tarafından yerine getirilmesinin kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkelerini ortadan kaldırdığı ya da anlamsız hâle getirdiği söylenemez. Bu nedenle iptal isteminin reddi gerekir. H- 5982 Sayılı Kanun’un 16. Maddesi Yönünden İnceleme 5982 sayılı Yasa’nın 16. maddesiyle Anayasa’nın 146. maddesi değiştirilerek Anayasa Mahkemesinin yapısı yeniden düzenlenmiştir. Buna göre, Mahkemenin üye sayısı onyedi’ye çıkarılmış, yedek üyelik kaldırılmış, üyelerden üçünün Türkiye Büyük Millet Meclisince Sayıştay ve Baro Başkanları tarafından gösterilen adaylar arasından; on dört üyenin dördünün doğrudan, onunun da Yargıtay (üç üye), Danıştay (iki üye), Askeri Yargıtay (bir üye), Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (bir üye) ve Yükseköğretim Kurulu (üç üye) tarafından gösterilecek adaylar arasından Cumhurbaşkanınca seçilmesi öngörülmüştür. Ayrıca adayların kendi kurumlarındaki seçim usulü de, her üyenin tek adaya oy vermesi ilkesi çerçevesinde yeniden düzenlenmiştir. Dava dilekçesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanınca Anayasa Mahkemesine üye seçilmesinin, parlamenter sistemin özellikleri ve Cumhurbaşkanının seçim yöntemi dikkate alındığında, Mahkeme’nin yasama ve yürütmenin etkisi altına girmesi sonucunu doğurabileceği, bu nedenle Anayasa’nın başlangıcında yer alan kuvvetler ayrılığı ve 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Ayrıca, kurumlardan aday gösterme sürecinde uygulanacak olan, her üyenin tek adaya oy vermesini öngören seçim usulünün demokratik hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu ileri sürülerek değiştirilen 146. maddenin ilk dört fıkrasının iptali istenmiştir. 1- Anayasanın Değiştirilen 146. Maddesinin İlk Üç Fıkrası Yönünden 5982 sayılı Kanun’un 16. maddesi ile değiştirilen Anayasa’nın 146. maddesinin iptali istenilen ilk üç fıkrasında “Anayasa Mahkemesi onyedi üyeden kurulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi; iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir üyeyi ise baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday içinden yapacağı gizli oylamayla seçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak bu seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranır. İkinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur. Cumhurbaşkanı; üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askerî Yargıtay, bir üyeyi Askerî Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri arasından her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; en az ikisi hukukçu olmak üzere üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden; dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçer.”denilmektedir. Karşılaştırmalı hukuka ve ülkemizin tarihsel tecrübesine bakıldığında, temel hakların ve hukuk devletinin güvencesi olan anayasa mahkemelerinin yapıları, yetkileri, işleyişi, üye seçimi ve üyelerin niteliklerine ilişkin olarak çok farklı düzenlemelerin olduğu görülmektedir. 1961 Anayasasının 145. maddesinde Anayasa Mahkemesinin onbeş üyesinden beşinin Türkiye Büyük Millet Meclisi (üç üye Millet Meclisi, iki üye Cumhuriyet Senatosu) tarafından seçilmesi öngörülmüştür. Karşılaştırmalı hukuka bakıldığında, anayasa mahkemesi üyelerinin bazı ülkelerde tamamının, bazı ülkelerde ise büyük çoğunluğunun parlamentolar tarafından seçildiği görülmektedir. Anayasa mahkemesi üyelerinin seçimine parlamentoların ya da diğer seçilmiş organların katılmasının bu kurumun demokratik meşruiyeti açısından büyük önem taşıdığı kabul edilmektedir. Bu çerçevede anayasa mahkemesi üyelerinin hangi organlar tarafından ve hangi esaslara göre seçileceğinin belirlenmesi önemli ölçüde ülkenin tarihsel ve siyasal koşullarına göre kurucu iktidarın takdirinde olan bir durumdur. Bu düzenlemede öngörülen Anayasa Mahkemesinin üye yapısı, üyelerin geldiği kaynaklar ve üyelerin atanması usulüne ilişkin düzenlemeler tali kurucu iktidarın takdir yetkisi içinde kaldığından ve hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerini anlamsızlaştıran ya da ortadan kaldıran değişiklikler olmadığından iptal isteminin reddi gerekir. Bu görüşe maddenin birinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Zehra Ayla PERKTAŞ, ikinci ve üçüncü fıkraları yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ katılmamışlardır. 2- Anayasanın Değiştirilen 146. Maddesinin Dördüncü Fıkrasının Birinci Tümcesinde Yer Alan “… bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; …” ve İkinci Tümcesinde Yer Alan “… de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve …” İbareleri Yönünden 5982 sayılı Yasa ile değiştirilen Anayasa’nın 146. maddesinin dördüncü fıkrasında Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay, Yüksek Öğretim Kurulu ve Baro Başkanları tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday seçiminde her üyenin ya da her Baro Başkanının yalnızca bir aday adayına oy vermesinin öngörülmesi, üç adayın belirleneceği seçimlerde her üyeye yalnızca bir aday adayına oy verme hakkı tanınması suretiyle diğer iki adayın seçiminde oy kullanılamaması sonucunu doğurmaktadır. Böyle bir düzenleme seçilecek diğer adaylar açısından seçmenlerin oy kullanma hakkını ortadan kaldırmaktadır. Buna göre, bazı adaylar açısından seçmenlere oy kullanma hakkı tanınmayarak sonuçları seçmen iradesini yansıtmaktan uzak olan bir seçim usulünün demokratik olmadığında kuşku yoktur. Seçmen iradesinin gerçek anlamda oya yansımasını sınırlayan böylece oy kullananların iradesini olumsuz yönde etkileyen bu düzenlemenin hukuk devletinin temel öğesi olan bağımsız ve tarafsız bir yargının oluşmasını da engelleyeceği açıktır. Bu nedenle 5982 sayılı Yasa ile değiştirilen Anayasa’nın 146. maddesinin dördüncü fıkrasının birinci tümcesinde yer alan “… bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; …” ibaresi ile ikinci tümcesinde yer alan “… de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve …” ibaresi demokratik hukuk devleti ilkesini etkisiz hale getireceğinden iptali gerekir. 3- Anayasanın Değiştirilen 146. Maddesinin Dördüncü Fıkrasının Kalan Bölümü Yönünden Yukarıda belirtilen ibarelerin iptalinden sonra dördüncü fıkranın kalan bölümü şöyledir: “Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurulları ile Yükseköğretim Kurulundan Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde, her boş üyelik için, en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.” Buna göre, fıkrada sayılan kurumlarca Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Cumhurbaşkanına gönderilecek üç adayın ne şekilde seçileceğinin yöntemi düzenlenmektedir. Bir üst bölümde, her üyenin sadece tek aday adayına oy vermesini öngören kısıtlama iptal edilerek ortadan kaldırıldığından, her üyenin ya da baro başkanının seçilecek aday sayısı kadar aday adayına oy vermeleri olanaklı hâle gelmektedir. Üç aday için tercih hakkı kullanılarak yapılacak seçimlerde salt çoğunluk da aranmayacağından en çok oy alan üç aday Cumhurbaşkanı ya da Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulacaktır. Yukarıda belirtilen ibarelerin iptali ile seçimlerde iradeyi yansıtan oy hakkının tam olarak kullanılmasının önünde herhangi bir engel kalmadığından dördüncü fıkranın kalan bölümünün demokratik hukuk devleti ilkesini değiştirici nitelikte olduğu söylenemez. Anayasa’ya aykırı olmayan ve bu haliyle uygulanmasında herhangi bir sorun bulunmayan kurala ilişkin iptal isteminin reddi gerekir. Bu görüşe Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ katılmamışlardır. I- 5982 Sayılı Kanun’un 19. Maddesi Yönünden İnceleme 5982 sayılı Yasa’nın 19. maddesi ile Anayasa’nın 149. maddesi değiştirilerek Anayasa Mahkemesinin çalışma ve yargılama usulü yeniden düzenlenmiştir. Buna göre Anayasa Mahkemesinin iki bölüm ve genel kurul halinde çalışması öngörülmektedir. Dava dilekçesinde, 149. maddenin birinci fıkrasında yer alan “Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır.” cümlesinde katılanların mı yoksa üye tamsayısının mı salt çoğunluğu gerektiği belirtilmediğinden düzenlemenin belirsiz olduğu, ayrıca maddenin üçüncü fıkrasında yer alan “Anayasa değişikliklerinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu şarttır.” hükmünün parti kapatılmasını ve Anayasa’nın değiştirilemez hükümlerine aykırı Anayasa değişikliklerinin iptalini zorlaştırması nedenleriyle düzenlemenin Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 5982 sayılı Yasa’nın 19. maddesi ile değiştirilen Anayasa’nın 149. maddesinin birinci fıkrasında bölümlerin Başkanvekili başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanması öngörülmüştür. Bölümler her zaman beş üye ile toplanacak ve bunların salt çoğunluğu ile karar verecektir. Genel Kurul ise Başkan ya da belirleyeceği Başkanvekilinin başkanlığında en az oniki üyenin katılımıyla toplanacaktır. En az onüç veya üstü sayılarla yapılan toplantılarda olağan olarak karar yeter sayısının toplantıya katılanların salt çoğunluğu olacağı açıktır. Bu, üçüncü fıkrada yer alan nitelikli çoğunlukla alınacak kararlara ilişkin düzenlemeden de anlaşılmaktadır. Nitelikli çoğunluk gerektiren kararlarda bile toplantıya katılanlar dikkate alınacağına göre, diğer kararlar bakımından da toplantıya katılanların salt çoğunluğunun aranması doğal olduğundan herhangi bir belirsizlik sözkonusu değildir. Bu nedenle 149. maddenin birinci fıkrasında yer alan “Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır.” cümlesi hukuk devleti ilkesini ortadan kaldıran ya da anlamsızlaştıran bir değişiklik içermemektedir. Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin belli konularda nitelikli oy çokluğu ile karar vermesi tali kurucu iktidarın takdir yetkisi içindedir ve hukuk sistemimizde eskiden de bu nitelikte hükümler yer almıştır. Nitekim, 149. maddenin ilk hâlinde Anayasa değişikliklerinin iptali üçte iki nitelikli çoğunluğun oyu ile mümkünken, 2001 yılında yapılan değişiklikle siyasi parti kapatma kararları da nitelikli çoğunluğun oyuna tabi tutulmuş, fakat nitelikli çoğunluk üçte ikiden, beşte üçe indirilmiştir. Bazı kararların nitelikli çoğunluğun oyu ile alınabilmesi anayasa koyucunun o konuya verdiği önemden kaynaklanmaktadır. Anayasa değişikliklerinin iptali ya da bir siyasi partinin kapatılmasının demokratik sistemin işleyişi açısından önemi ve istisnai olarak başvurulabilecek tedbirler olmaları nedeniyle bunların nasıl ve hangi koşullarda uygulanabileceğine ilişkin Anayasal düzenlemenin hukuk devletini ortadan kaldırdığı, ya da anlamsız hâle getirdiği söylenemez. Bu nedenlerle iptal isteminin reddi gerekir. İ- 5982 Sayılı Yasa’nın 22. Maddesi Yönünden İnceleme 5982 sayılı Yasa’nın 22. maddesi, Anayasa’nın 159. maddesini değiştirerek Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) yapısını yeniden düzenlemektedir. Buna göre, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulacağı ve görev yapacağı belirtilen Kurul’un, yirmi iki asıl ve on iki yedek üyeden oluşması ve üç daire halinde çalışması öngörülmüştür. Adalet Bakanının Kurulun Başkanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarının ise Kurulun doğal üyesi olması benimsenmiştir. Cumhurbaşkanına dört asıl üyeyi yargıç olmayanlar arasından doğrudan seçme yetkisi tanınmmış, diğer üyelerin ise Yargıtay (üç asıl, üç yedek), Danıştay (iki asıl, iki yedek), Türkiye Adalet Akademisi (bir asıl, bir yedek), adli yargı hâkim ve savcıları (birinci sınıf adli yargı hâkim ve savcıları arasından yedi asıl, dört yedek) ve idari yargı hâkim ve savcıları (birinci sınıf idari yargı hâkim ve savcıları arasından üç asıl, iki yedek) tarafından doğrudan seçilmesi öngörülmüştür. Ayrıca Kurulun kendi sekreteryası kurulmakta ve Teftiş Kurulu, Kurula bağlanmaktadır. Dava dilekçesinde; - Adalet Bakanının Kurul Başkanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının kurulun doğal üyesi olmasının yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına aykırı olduğu, bunun Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturduğu, -159. maddenin üçüncü fıkrasında Cumhurbaşkanına Kurula üye seçme yetkisi verilmesinin Cumhurbaşkanının seçim usulü de dikkate alındığında Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ve Başlangıçta yer alan kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı olduğu belirtilerek Adalet Bakanı ve Müsteşarının yanı sıra Cumhurbaşkanının atadığı 4 üye ve Adalet Akademisinden seçilen üyelerin de yürütmenin etkisi altında olacağı bu nedenle hükmün Anayasa’ya aykırı olduğu, - 159. maddenin dördüncü ve beşinci fıkralarında yer alan Kurul üyelerinin seçim usulünün, özellikle seçimlerde her üyenin sadece bir adaya oy verebilmesi esasının adil olmadığı bu nedenle hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu, - 159. maddenin altıncı fıkrasında Kurul’un asıl üyeleri için getirilen başka görev alma yasağının yedek üyeler için getirilmediği bu nedenle hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı olduğu, - 159. maddenin yedinci fıkrasında yer alan Kurul’un yönetimi ve temsilinin Kurul Başkanına ait olduğu, Kurul Başkanının dairelerin çalışmalarına katılamayacağı, başkanvekili seçimi ve Başkanın bazı yetkilerini Başkanvekiline devredebileceğine ilişkin düzenlenmelerin yargı bağımsızlığına dolayısıyla da hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu, - 159. maddenin sekizinci fıkrasında yer alan Kurulun görevlerine ilişkin düzenlemenin diğer fıkralara ilişkin Anayasaya aykırılık gerekçeleriyle Anayasa’ya aykırı olduğu, - 159. maddenin dokuzuncu ve onuncu fıkralarında hâkim ve savcıların görevlerini hukuka uygun yapıp yapmadıkları ve görev sırasında suç işleyip işlemedikleri hakkında inceleme ve denetimin ilgili dairenin teklifi ve Kurul Başkanının izniyle Kurul müfettişlerince yapılmasını ve Kurul kararlarına karşı meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışında yargı yolunun kapatılmasını öngören kuralların kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu, - 159. maddenin onbirinci fıkrasında, Kurula bağlı Genel Sekreterlik kurulmasını öngören ve Genel Sekreterin seçim usulünü düzenleyen hükmün Kurulun yapısına ilişkin Anayasa’ya aykırılıklar nedeniyle Anayasa’ya aykırı olduğu, - 159. maddenin onikinci fıkrasında, Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcılar ile adalet müfettişlerini ve hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçileri atama yetkisinin, muvafakatlerini alarak Adalet Bakanına ait olduğunu öngören düzenlenmenin yürütmeyi yargı karşısında daha da güçlendirdiği ve kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı olduğu, - 159. maddenin onüçüncü fıkrasında, kanunla düzenlenecek hususlara ilişkin hükmün, Kurulun yapısına dair Anayasa’ya aykırılıklar nedeniyle Anayasa’ya aykırı olduğu, ileri sürülmüştür. 1- Anayasa’nın Değiştirilen 159. Maddesinin İkinci, Dördüncü, Altıncı, Yedinci, Sekizinci, Dokuzuncu, Onuncu, Onbirinci, Onikinci, Onüçüncü Fıkraları Yönünden Hukuk devleti ilkesinin temel bileşenlerinden birisi olan yargı bağımsızlığını sağlamak amacıyla yargıç ve savcıların özlük, tayin, terfi ve disiplin işlerini yürütmek üzere bağımsız idari kurullar (Yüksek Yargı Konseyleri) oluşturulması Güney Avrupa demokrasilerinin yerleşik geleneklerinden birisidir. Türkiye de 1961 Anayasası’ndan beri bu geleneğe dâhil olmuştur. Ancak Yüksek Yargı Konseylerinin oluşumuna bakıldığında her ülkede farklı modellerin benimsendiği görülmektedir. Bazı ülkelerde sadece yargıçların bu kurulların üyesi olduğu, bazı ülkelerde ise yargıç olmayan hatta hukukçu olmayan üyelerin bulunduğu, bazı ülkelerde yargı içinden ya da yürütmeden doğal üyelerin bulunduğu, üye seçimlerinde genellikle yargıçlara rol verildiği, ancak parlamentolara ya da devlet başkanlarına da üye seçme yetkisinin tanındığı görülmektedir. Yargıç üyelerin genellikle tüm yargıçları temsil edecek şekilde ilk derece mahkemeleri, istinaf mahkemeleri ve yüksek mahkemelerde çalışan yargıçlar arasından seçildiği anlaşılmaktadır. Avrupa Yargıçları Danışma Konseyinin “Toplumun Hizmetinde Yargı Konseyleri” üzerine 2007 tarihli 10. No’lu görüşünde, bu kurulların yapısının her durumda yargı bağımsızlığını güvenceye alacak ve görevlerini etkin biçimde yerine getirmesine izin verecek bir şekilde olması, üyelerin tamamının ya da çoğunluğunun yargıçlardan oluşması, yargıç üyelerin kendi meslektaşları tarafından seçilmesi, kurulların karma yapılı olması halinde mesleki dayanışma ve kayırmacılığın önlenebileceği ve farklı toplumsal taleplerin temsiline imkân vereceği ancak bu durumda da yasamanın ya da yürütmenin kontrolünde bir kurul yapılanmasından kaçınılması gerektiği vurgulanmıştır. 1961 Anayasası’nın 143. maddesinin ilk halinde Yüksek Hâkimler Kurulu’nun onsekiz asıl ve beş yedek üyeden oluşması öngörülmüş ve asıl üyelerden altısının Yargıtay, altısının birinci sınıfa ayrılmış hâkimlerce kendi aralarından ve üçer üyesinin de yüksek mahkemelerde hâkimlik etmiş ya da bunlara üye olma şartlarını kazanmış kimseler arasından Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosunca salt çoğunlukla seçilmesi öngörülmüştür. 1971 değişikliğinden sonra ise Yüksek Hâkimler Kurulu’nun üyelerinin tamamının Yargıtay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından seçtiği onbir asıl ve üç yedek üyeden oluşması benimsenmiştir. 1982 Anayasası ise Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının doğal üye olduğu ve üç asıl üç yedek üyenin Yargıtay, iki asıl iki yedek üyenin ise Danıştay tarafından gösterilecek adaylar arasından Cumhurbaşkanınca seçildiği yedi asıl üyeli mevcut yapıyı getirmiştir. Buna göre hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı ilkeleri belli somut bir kurul yapısını gerektirmemekte, Kurulun yargı bağımsızlığını ihlal etmediği sürece çok farklı modellerde tasarlanmasına olanak tanımaktadır. Bu farklı modellerden hangisinin benimseneceği tali kurucu iktidarın takdir yetkisi içindedir. Yasama organının tercihinin yerindeliğinin yargısal denetim konusu olması mümkün değildir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısıyla ilgili olarak 5982 sayılı Yasa’nın 22. maddesiyle yapılan yeni düzenlemeyle Kurulun üye sayısının artırıldığı, seçim tabanının genişletildiği, Kurul üyelerinin büyük çoğunluğunun yargıçlar tarafından doğrudan seçilmesinin kabul edildiği, Kurul’un kendi sekreteryasına kavuşturulduğu ve Teftiş Kurulunun Kurul’a bağlandığı böylece özerk yapısının güçlendirildiği görülmektedir. Cumhurbaşkanının Kurula üye atama yetkisinin sınırlandırıldığı, Adalet Bakanı’nın dairelerin çalışmasına katılmasının yasaklandığı, Bakan’ın Teftiş Kurulu üzerindeki mutlak kontrolünün kaldırıldığı, böylece yürütmenin Kurul üzerindeki etkisinin belli ölçüde azaltıldığı anlaşılmaktadır. Kurul’un kararlarının kısmen de olsa yargı denetimine açılmasının hukuk devletinin güçlendirilmesine yönelik bir adım olduğu görülmektedir. Bu nedenle, sözkonusu hükümlerin yargı bağımsızlığını dolayısıyla hukuk devleti ilkesini ortadan kaldırdığı ya da içini boşaltarak anlamsız hale getirdiği söylenemez. İptal isteminin reddi gerekir. Bu görüşlere, değiştirilen, 159. maddenin; - ikinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ, - dördüncü fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, - altıncı fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, - yedinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ, - sekizinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, - dokuzuncu fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ, - onuncu fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, - onbirinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ, - onikinci katılmamışlardır. ve onüçüncü fıkraları yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, 2- Anayasa’nın Değiştirilen 159. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Üçüncü Tümcesinde Yer Alan “…iktisat ve siyasal bilimler …” ve “… üst kademe yöneticileri …” İbareleri Yönünden 5982 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle değiştirilen Anayasa’nın 159. maddesinin üçüncü fıkrasında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumu düzenlenmektedir. Üçüncü fıkranın üçüncü tümcesinde Kurulun dört üyesinin yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca seçileceği hükme bağlanmıştır. Hukukçu öğretim üyeleri ile Avukatların yargı ile doğrudan ilişkileri, yargının işleyişinden kaynaklanan sorunların belli ölçüde onları da etkilemesi ve yargının işleyişi konularındaki bilgi birikimleri nedeniyle Kurulun çalışmalarına katkı yapacağı düşünülebilir ise de yargının işleyişi ve yargı teşkilatı ile herhangi bir şekilde ilişkisi olmayan ve yargının işleyişi, yargının ve yargıçların sorunları ve yargısal görevlerin yerine getirilmesinde gözetilmesi gereken yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı gibi ilkeler hakkında yeterli ilgi, bilgi ve tecrübeye sahip olmayan iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile üst kademe yöneticilerinin hâkim ve savcıların atama, tayin, terfi disiplin gibi özlük işlerinden sorumlu bir kurulda görev almaları yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı ilkelerini ihlal edip, hukuk devleti ilkesini zedeler niteliktedir. Bu nedenle Anayasa’nın değiştirilen 159. maddesinin üçüncü fıkrasının üçüncü tümcesinde yer alan “…iktisat ve siyasal bilimler …” ve “… üst kademe yöneticileri …” ibarelerinin iptali gerekir. 3- Anayasa’nın Değiştirilen 159. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Kalan Bölümleri Yönünden Yukarıda belirtilen ibarelerin iptalinden sonra üçüncü fıkranın kalan bölümü şöyledir: “Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, dört asıl üyesi, nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca, üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından idarî yargı hâkim ve savcılarınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.” Yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı ilkeleri ortadan kaldırılmadıkça Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı, üye sayısı, üyelerin seçileceği kaynaklar ve nitelikleri konusunda tali kurucu iktidar takdir alanına sahiptir ve bu tercihin yerindeliğinin denetlenmesi Anayasanın 148. maddesinde öngörülen denetlenebilir hususlardan değildir. Hukuk devletini zedeleyen unsurların iptalinden sonra Cumhurbaşkanı, bu hükme göre kendisine tanınan dört üyeyi seçme yetkisini yüksek öğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından seçim yapmak suretiyle kullanabilecektir. Anayasa’ya aykırı olmayan ve bu haliyle uygulanmasında herhangi bir sorun bulunmayan kurala ilişkin iptal isteminin reddi gerekir. Bu görüşe, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ katılmamışlardır. 4- Anayasa’nın Değiştirilen 159. Maddesinin Beşinci Tümcesinde Yer Alan “… ancak bir aday için …” İbaresi Yönünden Fıkrasının Birinci 5982 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle değiştirilen Anayasa’nın 159. maddesinin beşinci fıkrasında Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi ile birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları tarafından Kurul üyelerinin doğrudan seçilmesi öngörülmektedir. Ancak bu seçimlerde her seçmenin ancak bir aday için oy kullanması esası getirilmiştir. Buna göre, Yargıtay Genel Kurulunca seçilecek üç asıl üç yedek olmak üzere toplam altı Kurul üyesi için her Yargıtay üyesi yalnızca bir adaya oy verebilecektir. Bu durumda her Yargıtay üyesi altı kurul üyesinden yalnızca birisi için oy kullanabilecek, diğerlerinin seçimine iradesi yansımayacaktır. Aynı durum, Danıştay tarafından seçilecek iki asıl, iki yedek; Türkiye Adalet Akademisi tarafından seçilecek bir asıl, bir yedek; adli yargı hâkim ve savcıları tarafından seçilecek yedi asıl, dört yedek ve idari yargı hâkim ve savcıları tarafından seçilecek üç asıl, iki yedek üyenin seçimleri için de geçerlidir. Buna göre, bazı adaylar açısından seçmenlere oy kullanma hakkı tanınmayarak sonuçları seçmen iradesini yansıtmaktan uzak olan bir seçim usulünün demokratik olmadığında kuşku yoktur. Seçmen iradesinin gerçek anlamda oya yansımasını sınırlayan böylece oy kullananların iradesini olumsuz yönde etkileyen bu düzenlemenin hukuk devletinin temel öğesi olan bağımsız ve tarafsız bir yargının oluşmasını da engelleyeceği açıktır. Bu nedenle 5982 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle değiştirilen Anayasa’nın 159. maddesinin beşinci fıkrasının, birinci tümcesinde yer alan “ … ancak bir aday için …” ibaresinin iptali gerekir. 5- Anayasa’nın Değiştirilen 159. Maddesinin Beşinci Fıkrasının Kalan Bölümleri Yönünden Yukarıda belirtilen ibarenin iptalinden sonra beşinci fıkranın kalan bölümü şöyledir: ”Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üyenin, birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek Kurul üyeliği için her hâkim ve savcının oy kullanacağı seçimlerde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilir. Bu seçimler her dönem için bir defada ve gizli oyla yapılır.” Yukarıda belirtilen ibarenin iptali ile her seçmenin sadece tek adaya oy vermesini öngören kısıtlama ortadan kalktığından, bu fıkra hükmüne göre her üyenin seçilecek üye sayısı kadar, adaya oy vermesi mümkün hale gelmiştir. Bu şekilde yapılacak oylamada Örneğin, Adli yargı hâkim ve savcıları yedi asıl dört yedek olmak üzere toplam onbir üye seçme hakkına sahip olduğundan her hâkim ve savcı bir turda tamamlanacak seçimde onbir aday için oy kullanabilecek, en çok oy alan onbir kişi sırasıyla asıl ve yedek üyeliklere seçilecektir. Böylelikle her seçmenin seçilecek üye sayısı kadar adaya oy vermesi suretiyle yapılacak seçimlerde seçmenlerin oy hakkına saygı gösterilmiş ve seçmenlerin yeterli onayını almış adayların Kurul üyeliğine seçilmesi sağlanmış, dolayısıyla temsildeki adaletsizlik giderilmiş olacaktır. Böyle bir seçim usulünün demokratik hukuk devleti ilkesine aykırı olmadığı açıktır. Anayasa’ya aykırı olmayan ve bu haliyle uygulanmasında herhangi bir sorun bulunmayan kurala ilişkin iptal isteminin reddi gerekir. Bu görüşe Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ katılmamışlardır. J- 5982 sayılı Yasa’nın 25. maddesi Yönünden İnceleme 5982 sayılı Yasa’nın 25. maddesi Anayasa’ya Geçici 18. ve 19. maddeler olmak üzere iki yeni geçici madde eklenmesini öngörmektedir. Bu maddelerde Anayasa Mahkemesinin ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeni yapısına geçişin nasıl olacağı düzenlenmiştir. Dava dilekçesinde yukarıda Anayasa Mahkemesinin ve HSYK’nın yeni yapısını düzenleyen hükümlere ilişkin Anayasa’ya aykırılık iddiaları bu geçiş hükümleri yönünden de tekrarlanmıştır. 1- Yasa’nın 25. Maddesi İle Anayasa’ya Eklenen Geçici Madde 18 Yönünden 5982 sayılı Yasa’nın 16. maddesinin dördüncü fıkrasının birinci ve ikinci tümcelerindeki ibarelere ilişkin iptal gerekçeleriyle 5982 sayılı Yasa’nın 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 18’in üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin, son tümcelerinde bulunan “… ancak bir aday için…” ibarelerinin iptali gerekir. Geçici 18. maddenin birinci, ikinci, dördüncü ve beşinci fıkraları, üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin iptalden sonra kalan bölümleri ile (c) ve (ç) bentlerinde yer alan düzenlemelerin, 5982 sayılı Yasa’nın 16. maddesi için belirtilen gerekçelerle iptal isteminin reddi gerekir. Bu görüşlere, Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 18’in; - birinci ve ikinci fıkraları ile üçüncü fıkrasının, (a) ve (b) bentlerinin, birinci, ikinci ve üçüncü tümceleri yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, - üçüncü fıkrasının, (a) ve (b) bentlerinin son tümcelerinin kalan bölümleri yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ, - üçüncü fıkrasının (c) bendi yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, - üçüncü fıkrasının (ç) bendi yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ, - dördüncü fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ, -beşinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, katılmamışlardır. 2- Yasa’nın 25. Maddesi İle Anayasa’ya Eklenen Geçici Madde 19 Yönünden Yasa’nın 22. maddesinin üçüncü ve beşinci fıkralarında iptal edilen ibarelere ilişkin gerekçelerle Yasa’nın 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 19’un birinci fıkrasının, (a) bendinin, birinci tümcesinde yer alan “… iktisat ve siyasal bilimler…” ve “… üst kademe yöneticileri…” ibareleri ile ikinci tümcesi, ayrıca Geçici Madde 19’un birinci fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin son tümcelerinde yer alan “… sadece bir aday için…” ibareleri ve (d) bendinin, “Bu seçimlerde her seçmen sadece bir aday için oy kullanabilir.” biçimindeki onbirinci tümcesinin iptali gerekir. Geçici 19. Maddenin birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç) ve (d) bentlerinin iptalden sonra kalan bölümleri ve (e) bendi, ikinci, üçüncü, dördüncü fıkraları, altıncı fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentleri ile yedinci ve sekizinci fıkralarında yer alan düzenlemelere ilişkin iptal istemlerinin, Yasa’nın 22. maddesi için belirtilen gerekçeler çerçevesinde reddi gerekir. Bu görüşlere, Yasa’nın 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 19’un; - birinci fıkrasının (a) bendinin birinci tümcesinin kalan bölümü yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ, - birinci fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin ilk dört tümceleri yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, - birinci fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin son tümcelerinin kalan bölümleri yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ, - birinci fıkrasının (d) bendinin kalan bölümleri ile (e) bendi yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, - ikinci, üçüncü, dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasının (b), (c), (ç) bendleri ve yedinci, sekizinci fıkraları yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, katılmamışlardır. K- Yasa’nın 26. Maddesi Yönünden İnceleme 5982 sayılı Yasa’nın 26. maddesi yürürlük hükmüdür ve Yasa’nın halkoylamasına sunulması hâlinde tümüyle oylanmasını hükme bağlamaktadır. Dava dilekçesinde, 5982 sayılı Kanun’da konu bakımından birbiri ile ilgisiz pek çok madde yer aldığı ve bunların tümünün birlikte oylamaya sunulmasının, halkoylamasına katılacak vatandaşların iradelerini tam anlamıyla oylarına yansıtmalarını engelleyeceği, beğenmedikleri hükümler için ayrı ayrı ret, beğendikleri hükümler için yine ayrı ayrı kabul oyu vermek imkânını tanımayacağı bu nedenle Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan demokratik devlet ilkesine aykırılık oluşturduğu ileri sürülmüştür. Anayasanın 175. maddesinde Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü sırasında bu Kanunun halkoylamasına sunulması halinde, Anayasanın değiştirilen hükümlerinden hangilerinin birlikte, hangilerinin ayrı ayrı oylanacağına karar verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisine verildiğinden halkoyuna sunulma biçimini gösteren dava konusu kural Anayasa değişikliğine ilişkin 5982 sayılı Yasa’nın ayrılmaz bir parçasıdır. Anayasa’nın açıkça parlamentoya verdiği bir yetkinin somut kullanılış biçiminin yerinde olup olmadığının denetlenmesi Anayasa’nın 148. maddesinde Anayasa Mahkemesine tanınan yetkiler arasında bulunmamaktadır. Bu nedenle iptal isteminin Anayasa Mahkemesi’nin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir. Bu görüşe Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN ve Şevket APALAK katılmamışlardır. V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un iptali istenen kimi hükümlerinin YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE 7.7.2010 gününde karar verildi. VI- SONUÇ 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un; A- Anayasa teklifi olarak veriliş biçimi ile Anayasa Komisyonu’ndaki görüşme şekline ilişkin iptal isteminin, Anayasa Mahkemesi’nin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, B- Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabulüne ilişkin oylamalarda gizliliğin ihlal edildiğine ilişkin iddialar yönünden, Anayasa’ya aykırılık bulunmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, C- İvedilikle görüşülmeme koşuluna uyulmadığı iddiası yönünden Anayasa’ya aykırılık bulunmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Mehmet ERTEN ile Şevket APALAK’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, D- Amacı bakımından Anayasa’ya aykırılık iddialarının incelenmesi isteminin Anayasa Mahkemesi’nin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, E- 8. maddesiyle, 7.11.1982 günlü, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 74. maddesinin; değiştirilen kenar başlığında ve eklenen üçüncü fıkrasındaki “… ve kamu denetçisine başvurma …” ibareleri ile dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, F- 14. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 144. maddesinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, G- 16. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 146. maddesinin; 1- Birinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- İkinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 3- Üçüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 4- Dördüncü fıkrasının; a- Birinci tümcesinde yer alan “… bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; …” ibaresinin, b- İkinci tümcesinde yer alan “… de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve …” ibaresinin, Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE, c- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, H- 19. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 149. maddesinin, birinci fıkrasının “Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır.” biçimindeki dördüncü tümcesi ile üçüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, I- 22. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 159. maddesinin; 1- İkinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- Üçüncü fıkrasının; a- Üçüncü tümcesinde yer alan “…iktisat ve siyasal bilimler …” ve “… üst kademe yöneticileri …” ibarelerinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE, b- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 3- Dördüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 4- Beşinci fıkrasının; a- Birinci tümcesinde yer alan “ … ancak bir aday için …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE, b- Birinci tümcesinin kalan bölümü ile ikinci tümcesinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 5- Altıncı fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 6- Yedinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 7- Sekizinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 8- Dokuzuncu fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 9- Onuncu fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 10- Onbirinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 11- Onikinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 12- Onüçüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, İ- 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 18’in; 1- Birinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- İkinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 3- Üçüncü fıkrasının, a- (a) ve (b) bentlerinin, aa- Birinci, ikinci ve üçüncü tümcelerinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, bb- Son tümcelerinde bulunan “… ancak bir aday için…” ibarelerinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE, cc- Son tümcelerinin kalan bölümlerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, b- (c) bendinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, c- (ç) bendinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 4- Dördüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 5- Beşinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, J- 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 19’un; 1- Birinci fıkrasının, a- (a) bendinin, aa- Birinci tümcesinde yer alan “… iktisat ve siyasal bilimler…” ve “… üst kademe yöneticileri…” ibareleri ile ikinci tümcesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE, bb- Birinci tümcesinin kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, b- (b), (c) ve (ç) bentlerinin, aa- İlk dört tümcelerinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, bb- Son tümcelerinde yer alan “… sadece bir aday için…” ibarelerinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE, cc- Son tümcelerinin kalan bölümlerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, c- (d) bendinin, aa- “ Bu seçimlerde her seçmen sadece bir aday için oy kullanabilir.” biçimindeki onbirinci tümcesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE, bb- Kalan bölümlerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, d- (e) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- İkinci, üçüncü, dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasının (b), (c), (ç) bentleri ve yedinci, sekizinci fıkralarının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, K- 26. maddesinde yer alan “… ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle…” ibaresinin Anayasa’ya aykırılık savlarının incelenmesi isteminin Anayasa Mahkemesi’nin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN ile Şevket APALAK’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 7.7.2010 gününde karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Şevket APALAK Üye Serruh KALELİ Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU KARŞIOY GEREKÇESİ Özet: Halkın oyuna sunulan bir Anayasa değişikliğinin esas denetimini ancak Millet yapar. Çoğunluk görüşünde, Anayasa değişikliklerinde “teklif edilebilir nitelikte bir Anayasa teklifinin var olması” gerektiğini, bunun teklif çoğunluğundan önce aranan bir şart olduğunu, teklif edilebilir nitelikte olup olmadığının tesbitinin ise ancak işin esasına girilerek anlaşılabileceği belirtilmektedirler. Başka bir anlatımla Anayasa değişikliklerinin, Anayasal normlarının bütünlüğünden doğan ve Anayasa’nın ilk üç maddesinde somutlaşan temel tercihe uygun olması gerektiği, bu sınırların dışına taşan yetki kullanımının müeyyidesinin 148. maddede öngörüldüğü belirtilmektedir. Anayasa’nın 148. maddesi, Anayasa değişikliklerinin denetlenmesine ilişkin tek Anayasa kuralıdır. Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerine ilişkin başkaca hiçbir maddede buna ilişkin bir ifadeye yer verilmemiştir. Bu nedenle, Anayasa değişikliklerinin hangi yöntemle olursa olsun esastan denetim sonucunu doğuracak bir incelemeye tabi tutulması mümkün değildir. Şekil denetimi ise “teklif çoğunluğu” ve “oylama çoğunluğu”nun bulunup bulunmadığı “ivedilikle görüşülemeyeceği” şartına uyulup uyulmadığıyla sınırlı olarak yapılan bir denetimdir. Nitekim Anayasa Mahkemesi E.2007/72, K.2007/68 sayılı kararında aynen: “… Kabul edilen yasa, Anayasa hükmü haline gelir ve esas yönünden denetimi olanaksız olup, şekil yönünden ise 148. maddede belirtilen çerçeve içinde denetlenebilir. Yapılacak iptal başvurusu, yasalar ve içtüzük yönünden altmış gün, şekil yönünden ise on günle sınırlı tutulmuştur. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, olağan yasalar ve içtüzük değişikliklerinde salt çoğunlukla karar verebilirken, Anayasa değişikliklerinde iptale karar verebilmesi nitelikli çoğunluk koşuluna bağlanmıştır.” Bir önceki kararda da “Anayasanın 148. maddesinde, Anayasa değişikliklerinde Anayasa Mahkemesine tanınan denetim yetkisi, teklif, oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartlarına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlanmıştır. Esas yönünden denetime olanak tanınmadığı gibi 148. maddede tüketici biçimde sayılan koşulların dışında şekil yönünden denetim yapılması olanaksızdır.” ifadeleriyle hukuksal durumu somutlaştırmıştır. Mahkememiz 148. maddeye ek yaparak “yasak bir teklif”in olup olmadığı yönünden yeni bir şekil şartı öngörmüş ve buradan açtığı yolla Anayasa değişikliklerini esastan incelemiştir. Çoğunluk görüşünde; asli kurucu iktidarın önceki Anayasalarla bağlı olmaksızın yarattığı yeni Anayasa, temel düzen normu haline geldiği andan itibaren, tüm Anayasal kurum ve kuruluşların meşruiyetlerinin dayanağı haline geldiği, Anayasa’nın öngördüğü ve öğretide kurulu iktidar olarak tanımlanan yasama, yürütme, yargı organları ile bunların alt birimlerinin asli kurucu iktidarın yarattığı “hukuksal otorite”nin sınırları içinde hareket etmelerinin, işlem ve eylemlerinin hukuksal geçerlilik kazanabilmesinin ön koşulu olduğu, Anayasa’nın 6. maddesinde “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” dendiği, kurulu bir organ olarak yasama organının da sistem dışı yetki kullanımının hukuksal açıdan geçerli olmayacağının kabulü gerektiği belirtilmiştir. Ancak bunun yasama organı gibi “kurulu” bir iktidar olan Anayasa Mahkemesi için de evleviyetle geçerli olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Anayasa’nın 6. maddesinde hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir yetki kullanamayacağı ifade edilirken veya 11. madde uyarınca Anayasa kurallarının yasama, yürütme ve yargı organları ile tüm idare makamlarını bağlayıcı temel kurallar olduğu belirtilirken, Anayasa Mahkemesi bunlardan istisna edilmemiştir. Bir denetim organı olarak da Anayasa Mahkemesi ulusun onayladığı Anayasa’nın somut kuralları çerçevesinde kurulmuş, Anayasa’ya ve ulusa karşı sorumluluk bilinci içinde görev yapmak zorunda olan bir Anayasal organdır. Anayasa’nın çizdiği sınırlar içinde yetki kullanması, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının da hukuksal açıdan geçerli olmasının önkoşuludur. Anayasakoyucunun öngördüğü hukuk devleti ilkesi, yalnızca hukuk kuralı koyan iktidarların değil, bu kuralları uygulayan ve yorumlayan kurumların da Anayasal çerçeve içinde kalmaları gerektiğini göstermektedir. Bir denetim organı olan Anayasa Mahkemesi’nin, hukuk dışına çıktığı iddia edilen otoriteleri denetlerken, bu denetim yetkisinin hukuka uygunluğu konusunda tüm kuşkulardan arınma zorunluluğu vardır. Anayasal sınırları aşarak denetime başladığı yerde, denetlenen otoritelerden herhangi bir farkı kalmaz. Hukuk düzeni dışına çıkan otoriteyle aynı kaderi paylaşmaktan kurtulamaz. Denetimin meşruiyeti denetleyen organın hukuksal meşruiyet sınırları içinde hareket etmesine bağlıdır. Çoğunluk, Anayasa’nın 175. maddesine göre Anayasa’yı değiştirme yetkisinin TBMM’ne tanındığını, kaynağı Anayasa olan bu yetkinin Anayasa’nın öngördüğü yöntemlerle ve Anayasa’ya uygun olarak kullanılacağını kabul etmektedir. Ayrıca bir yetki sorununu öne çıkararak, yetkinin geçerliliğini asli kurucu iktidar tarafından izin verilen bir alanda kullanılmasına bağlayarak, Anayasa değişikliklerinin sıradan bir yasa gibi denetlenebileceğini düşünmektedir. Bu düşünceye katılmak olanaksızdır. Anayasa’nın Anayasa’yı değiştirme yetkisine çizdiği sınırlar, hiçbir yoruma gerek duyulmayacak açıklıktadır. Bunlar ilk üç maddenin değiştirilemezliği ile değişikliğin 175. maddede belirtilen usullerle yapılması zorunluluğu olarak belirlenmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla Anayasa’ya uygun olarak kullanılacak bu yetkinin, Anayasa’nın ilk üç maddesi dışındaki her maddede değişiklik yapma olanağı verdiği açıktır. Kurucu iktidar yetkisini daraltacak olan, ancak ve ancak yine bir kurucu iktidar olabilir. Anayasa Mahkemesi’nin ise kurucu iktidarın çizdiği hukuksal sınırlar dışına çıkması durumunda kurucu iktidar yerine geçeceği kaçınılmazdır. Çoğunluk görüşü, kurucu iktidar ile ilgili isabetli açıklamaların ardından vahim bir hataya düşmekte, kanun yapan yasama organı ile Anayasa’yı değiştiren tali kurucu iktidar arasındaki farkı görmezden gelmektedir. Aynı organ tarafından gerçekleştirilmiş olmakla birlikte ikisinin hem nicelik, hem de nitelik olarak birbirinden farklı bir işlevi olduğu, Anayasa hukukunun temel bilgilerindendir. Yasama ve Anayasa’yı değiştirme işlevi TBMM tarafından yerine getirilirken, ilki Anayasa’nın 96. maddesi uyarınca Anayasa’nın hiçbir maddesine aykırı olmamak koşuluyla basit çoğunlukla ve Anayasal değer ve etkisi bulunmayan “yasa” koyma işlevi iken, diğeri Anayasa’nın yalnızca ilk üç maddesini değiştirmemek koşuluyla, nitelikli çoğunlukla ve Anayasal değer ve etkisi olan Anayasa Mahkemesi dahil tüm kurum ve kuruluşları bağlayıcı “Anayasayı değiştirme” işlevidir. Bu gerçeğe karşın, yapılan Anayasa değişikliğinin iptal edilmesinin olağan bir yasanın iptalinden hiçbir farkı kalmamıştır. Demokratik bir ülkede, hukuksal değerlendirmelerin dayanağı varsayımlar veya öznel kabuller değil, demokratik süreçlerin ürünü olan hukuk kurallarıdır. 1982 Anayasası’nın önceki tecrübeler nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nin esas denetim yetkisini yasaklayıp, şeklî denetim yetkisini çok daha ileri bir düzeyde sınırladığı ortada iken, adeta bu süreç hiç yaşanmamış gibi, şekil denetiminin 1970’li yıllarda yapıldığı gibi, başka adlar altında yeniden devreye sokulmasının meşru bir temeli bulunmamaktadır. Sosyal ve siyasal yaşamın dinamizmine uyum sağlamak amacıyla Anayasa’nın bütünlüğünü oluşturan normları değiştirmek suretiyle Anayasal düzende dönüşümlere ve değişikliklere her zaman gidilebilir. Anayasal normlar arasında hiyerarşik bir ilişki kurulamaz. Anayasa’nın 2. maddesindeki soyut niteliklerin somutlaştırılması diğer maddelerdeki düzenlemelerle mümkündür. İlkelere, bu somut düzenlemelerle anlam kazandırılarak bütünlük sağlanır. Başka bir anlatımla ilk üç maddenin dışındaki maddelerle değiştirilemez hükümlere dinamik bir yapı kazandırılarak siyasal yapının temel tercihlerinin meşruiyet temelleri güncelleştirilmiş olur. Değiştirilemez kurallar dinamik bir dönüşüme tabi tutulmadığı takdirde tıkanan hukuksal yollar nedeniyle demokrasi dışı girişimlerin gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Çoğunluk görüşü, Anayasa’nın gelecek kuşakların sorunlarına cevap verme olanağını ortadan kaldırmakla, esasen kendisi değiştirilemez hükümleri işlevsiz hale getirmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin 1961 Anayasası döneminde Anayasa değişikliklerini iptal etmesi üzerine, 1971 Anayasa değişikliklerinde Anayasakoyucu, bu durumu, “kaynağını Anayasadan almayan bir yetki kullanımı” olarak nitelemiş ve denetimin yalnızca biçimsel unsurlar bakımından yapılabileceğini kabul etmiştir. Elbette yapılan incelemede, sözkonusu iradenin Anayasakoyucu iradesi olduğu saptandığı andan itibaren, tüm kurulu iktidarları bağlayan niteliğiyle bunun esastan denetime tabi tutulması mümkün değildir. Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin 1975 yılından başlayarak Anayasa değişikliklerinin esas denetimini “biçimin esas yönünden incelenmesi” adı altında sürdürmesinin ardından, 1982 Anayasası’nda Anayasa Mahkemesi’nin denetim yetkisi 1971 Anayasası’nda öngörülenden öte sınırlamaya tabi tutulmuştur. 1982 Anayasası’nın 148. maddesinde Anayasa Mahkemesinin yalnızca biçim denetimi yapabileceği bu denetimin ise (a) teklif çoğunlu, (b) oylama çoğunluğu ve (c) ivedilikle görüşülme koşuluna uyulup uyulmadığı hususlarıyla sınırlı olduğu hiçbir farklı yoruma elvermeyecek açıklıkta vurgulanmıştır. Bu düzenlemenin Anayasa Mahkemesi’nin esas denetimini hangi ad altında olursa olsun yapmasını engellemek amacıyla kabul edildiği Danışma Meclisi tutanaklarında yer almaktadır. Nitekim 1982 Anayasası’nın hazırlanması sırasında Danışma Meclisi’nde Anayasa Mahkemesi’nin denetim yetkisine ilişkin maddesinin “Anayasa değişikliklerini ise sadece devlet şeklinin değişmezliği ve şekil bakımından inceler ve denetler” biçiminde değiştirilmesine yönelik önerge verilmiş, “ …Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu ve bunun değiştirilemeyeceği ilkesinin de Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi tutulması yararlı olacaktır. Aksi halde bunun bir müeyyidesi olmaz” ifadeleriyle gerekçelendirilmiş, ancak, “Eğer devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu yolundaki hüküm değiştirilirse, o zaman buna kim mani olacak?” sorusuna cevap veren bu önerge reddedilmiştir. Anayasa Komisyonu başkanı ret gerekçesi olarak da “Sayın Genç arkadaşımız müsterih olsunlar, biz kırkbeş milyon buna karşı koyarız” ifadelerini kullanmıştır. Kuşkusuz bu yaklaşım, halk temsilcilerine isnat edilecek bir keyfilik karşısında duyulan çaresizliğin değil, halkın demokratik seçimler sonucunda belirlediği temsilcilerinin nitelikli çoğunluğunun demokrasi dışı bir talep ekseninde uzlaşmayacağına yönelik derin bir inançtan beslenen saygının ifadesidir. Nitekim 1982 Anayasası’nın yürürlüğe girdiği tarihten bu yana yapılan tüm Anayasa değişikliklerine bakıldığında, Türkiye’deki halkın tercihinin daima demokrasinin geliştirilmesi ve özgürlük alanlarının genişletilmesi yönünde olduğu görülecektir. Bu da halkın ve onun demokratik temsilcilerinin özgür iradeleriyle demokrasi dışı ve özgürlük karşıtı bir talep üzerine uzlaşmayacağını kanıtlamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin sınırlı sayıdaki üç husus dışında herhangi bir denetim yetkisinin bulunmadığı bu tarihi gelişmelerden de açıkça anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 4. maddesinde ilk üç maddenin değiştirilmesi ya da değiştirilmesinin teklif edilmesi yasaklanmıştır. Anayasa’nın 11. maddesinde yasaların Anayasa’ya aykırı olamayacağı belirtilmiş olmasına karşın, Anayasa değişikliklerinin ilk üç maddeye aykırı olamayacağına ilişkin herhangi bir kural öngörülmemiştir. Anayasa’da değişiklik yapma yetkisi tali kurucu iktidar sıfatıyla TBMM’ne verilmiştir. Bu yetki kullanılırken, yetkinin asli sahibi olan halk karşısında azami sorumluluk gereği halkın inanç, din, cinsiyet veya etnik köken değerlerinde bir ayrıma gidilmeksizin yerine getirilmek zorunluluğu vardır. Yapılan Anayasa değişikliklerinde parlamentonun (5/3, 2/3) şeklindeki çoğunluk koşulu aranmasına rağmen, aşırı faraziyeler ve uç örnekler gösterilip TBMM’ne duyulan güvensizlik üzerine yorumlar yapılarak kararlar kurgulanamaz. Her biri diğerinden farklı, çok yönlü talepleri bulunan bireylerin oluşturduğu ulusun ve onların demokratik temsilcilerinin büyük bir çoğunluğunun demokrasi dışı bir talep ekseninde birleşmesi muhtemel görülecekse, bu ihtimalin Egemenlik yetkisi kullanan diğer kurum mensupları yönünden de geçerli olduğu kuşkusuzdur. Anayasal demokrasilerde egemenliği kullanma yetkisi farklı organlar arasında paylaştırılmış, ancak Anayasa’da bunlara gerekli sınırlar çizilmiştir. Anayasal değerleri koruma adına değişikliklerin esastan denetimine olanak tanınması Erk’ler arası dengenin bozulmasına ve bir vesayetin doğması sonucuna yol açması kaçınılmazdır. TBMM’nin Anayasa’yı değiştirme iradesi, mahkeme üyelerinin, sınırları belirsiz, sübjektif, her an değişebilir nitelikli iç dünyalarındaki değerlerin vesayetine bırakılamaz. Anayasa’nın 2. maddesinde yeralan; adalet anlayışı, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti gibi niteliklerin Anayasa’nın 2. madde dışındaki tüm maddeleri ile yakından ilgisi olan kavramlar olduğu açıktır. Çoğunluk görüşündeki kurgu’dan hareket edilirse yapılabilecek her türlü Anayasa değişikliğinin belirtilen niteliklerle ilgisi nedeniyle onları başkalaştırdığı, içini boşalttığı, işlevsiz kıldığı gibi hiçbir ölçüsü olmayan sübjektif gerekçelerle Anayasa Mahkemesi’nin esas denetimine konu olacağı tartışmasız bir gerçektir. Bu sonuç, halka ait Kurucululuk yetkisinin üstlenilmesi yine halka ait olan egemenlik yetkisinin göz ardı edilmesidir. Anayasa Mahkemesi kendi sınırlarını genişletmiş tali kurucu iktidar yetkisini ise oldukça sınırlamıştır. Oysa, idari işlem, düzenleyici işlem, yasama tasarrufu biçimindeki normlar hiyerarşisine uygun olarak yukarı çıkıldıkça, işlem sahibi iradenin takdir yetkisi genişlemekte, buna bağlı olarak denetim alanı da daralmaktadır. Bu, arkalarındaki demokratik meşruiyetin genişlemesiyle de açıklanabilir. Bu nedenle Anayasa değişikliklerinin denetiminde kurucu iktidarın takdir yetkisinin ileri düzeyde geniş, denetim organının ise ileri düzeyde sınırlı olması beklenir ki, 1982 Anayasasının üzerine kurulduğu sistemde buna işaret etmektedir. Çoğunluk görüşü bu ilişkiyi tersine çevirerek siyasal işleyişi yargı vesayetine bağlayarak ciddi bir sorun yaratmıştır. Anayasakoyucunun tarihsel deneyimlere dayanan açık tercihi karşısında çoğunluğun “geçerli teklif yönünden” veya “esasın biçim yönünden incelenmesi” tarzındaki usullerle ulaşmaya çalışılan sonucun, mantıken doğru kabul edilmesi mümkün değildir. Esas denetim de zaten bundan başka bir şey değildir. Dolayısıyla Kurucu İktidar Anayasa Mahkemesine esas denetim yetkisi vermiş olsaydı, zaten bundan farklı bir sonuç ortaya çıkmayacaktı. Bu durumda “1982 Anayasası Anayasa Mahkemesine neyi yasakladı” sorusu cevapsız kalmaya mahkum olmaktadır. Bu nedenlerle söz konusu denetimin Anayasal dayanağı yoktur. Yaratılan “ÖNSORUN” çoğunluk oyu ile aşıldığından sonraki aşamalarda oy kullanılması zorunluluğu açıktır. Başkan Haşim KILIÇ KARŞIOY YAZISI 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un iptali istemiyle 110 milletvekili tarafından açılan dava sonucunda Anayasa Mahkemesi çoğunluğunca verilen karara aşağıdaki nedenlerle katılmıyorum: I- Kanun Teklifinin TBMM Genel Kurulunda Görüşülmesi Sırasında İvedilikle Görüşme Yasağına Uyulmaması Nedeniyle Tümünün İptali İstemi Yönünden: İptal başvurusunda, Anayasa’nın 175. maddesinde Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin iki defa görüşüleceğinin öngörüldüğü, ancak uygulamada ikinci görüşmenin sadece maddeler üzerinde verilmiş değişiklik önergelerinin görüşülmesi suretiyle gerçekleştirildiği, bunun Anayasa’nın emrettiği anlamda iki kere görüşme demek olmadığı, ivedilikle görüşme yasağının ise iki kere görüşme anlamına geldiğinde duraksama bulunmadığı, bu nedenle Kanun’un tümüyle iptali gerektiği belirtilmiştir. Anayasa’nın 175. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde “Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurulda iki defa görüşülür” denilmektedir. Anayasa’nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa değişiklikleri üzerinde yapacağı denetimin, “ … ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı”nı da içerdiği öngörülmektedir. Anayasadaki “ivedilikle görüşülememe” ve “iki defa görüşülme” kavramlarının 1927 tarihli TBMM İçtüzüğünde ve 5 Mart 1973 tarihli, 584 sayılı Meclis kararı ile kabul edilen yürürlükteki İçtüzükte aynı anlamda kullanıldığı açıktır. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi’nin yapacağı denetime ilişkin 148. maddede geçen ivedilikle görüşülememe yasağının, iki kere görüşme yapılıp yapılmadığının denetimi olduğunda herhangi bir duraksama yoktur. 5982 sayılı Yasa’nın ikinci görüşmesi, TBMM İçtüzüğü’nün 93. maddesine göre gerçekleştirilmiştir. Buna göre, ikinci görüşmede yalnızca maddeler üzerinde verilmiş değişiklik önergeleri görüşülmüş, siyasi parti gruplarına maddeler üzerinde söz verilmemiştir. Anayasalar, temel hak ve özgürlükleri düzenleyen ve bunları güvence altına alan, Devlet organlarının görev ve yetkilerini düzenleyen, kalıcı nitelik taşıyan temel hukuk belgeleridir. Bu nedenle Anayasalar değiştirilirken mümkün olan en geniş tartışma ortamının sağlanması, yapılacak değişikliklerin yarar ve sakıncalarının etraflıca değerlendirilmesi, olası yanlışlıkların önlenmesi ve değişiklik yasalarının meşruiyet temelinin güçlendirilmesi amacıyla iki kez görüşülme ilkesi kabul edilmiştir. Anayasa’nın 175. maddesinde açık ve net biçimde, iki kez görüşme öngörülmüş, anayasa değişikliklerinin aynı maddedeki kayıtlar dışında kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tabi olacağı belirtilmiştir. Buna göre her iki görüşmenin de İçtüzüğün 81. maddesindeki yöntemin tekrarlanması suretiyle yapılması gerekir. Bu usule göre önce tasarı veya teklifin tümü hakkında görüşme açılır, tasarı veya teklifin tümünün görüşülmesinden sonra soru-cevap işlemi yapılır, tasarı veya teklifin maddelerine geçilmesi oylanır ve nihayet tasarı veya teklifin tümü oylanır. 5982 sayılı Kanun’un görüşülmesi sırasında buna uyulmamıştır. Anayasaların pozitif hukukta en üst norm olduğu, Parlamento İçtüzüğü’nün hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olamayacağı, Anayasa hükümlerin aksi yönde uygulama ve teamül yoluyla değiştirilemeyeceği ve ortadan kaldırılamayacağı gözetildiğinde, her ne kadar İçtüzüğün Anayasa değişikliklerine ilişkin hükümleri uygulanmış olsa da Anayasa’nın emrettiği anlamda iki kere görüşme sağlanmamış ise, bu şekilde çıkan yasanın Anayasa’nın öngördüğü şekil şartına uymadığının kabulü gerekir. Kaldı ki ikinci görüşmenin yalnızca değişiklik önergelerinin görüşülmesi suretiyle yapılması şeklinde bir parlamento teamülünün varlığından da söz edilemez. 1961 Anayasası ile iki meclisli bir sistem öngörüldüğü ve anayasa değişiklikleri her iki mecliste de ayrı ayrı görüşülerek kabul edildiği için, o dönemde yapılan anayasa değişikliklerinde iki defa görüşme ilkesi tam olarak uygulanmış bulunmaktaydı. Diğer yandan, Anayasa’nın iki defa görüşülme ilkesini koyduğu, ancak ikinci görüşmenin ne şekilde yapılacağını Meclisin tercihine bıraktığı da ileri sürülemez. Birincisi ile aynı olmayan bir şeyin ikinci kez gerçekleştiğini söylemek mantığa aykırıdır. Bu nedenle Anayasa “iki defa” demişse, birincinin aynen tekrarı olan bir şeyden bahsediliyor olması gerekir. Aksi takdirde, Anayasa’nın hem bir kural koyup hem de buna uyulmasını ihtiyari hale getirdiğini yani abesle iştigal ettiğini kabul etmek gerekir ki, buna da olanak yoktur. Anayasa’nın bu konudaki amacının saptanması bakımından Anayasa’nın Cumhurbaşkanına tanıdığı, kanunların “bir daha görüşülmek üzere” TBMM’ne geri gönderebilme yetkisine ilişkin 89. maddesinin de göz önünde tutulmasında yarar vardır. Parlamento çoğunluğunca kabul edilse bile toplumda genel kabul görmeyeceği anlaşılan, gerginlik ve kutuplaşmalara yol açma riski taşıyan veya kanun yapma tekniği bakımından hatalı olan kanunların Cumhurbaşkanınca geri gönderilmesi üzerine ikinci kez yapılan görüşmede, kanunun sadece bazı maddeleri geri gönderilmiş olsa bile Meclisin kanunun tümünü yeniden görüşebileceği, Anayasa’nın 89. maddesinden anlaşılmaktadır. Olağan yasalar dahi, Cumhurbaşkanınca geri gönderilmeleri halinde İçtüzüğün 81. maddesindeki usulle ikinci defa görüşülürken Anayasa değişikliklerinde Anayasa’nın 175. maddesinin öngördüğü ikinci görüşmenin kısaltılmış bir usulle yapılması İçtüzüğe uygun olsa bile Anayasa’ya uygun sayılamaz. Daha önceki Anayasa değişikliklerinde de izlenen İçtüzüğün 93. maddesindeki yöntemin, Anayasa’nın 175. maddesinde açık ve yalın olarak emredilen iki kez görüşme gereğini ortadan kaldırmayacağı yukarıda açıklanmıştır. Önceki Anayasa değişiklikleri de her ne kadar Anayasa’da öngörülen şekil şartına uyulmadan yapılmışlarsa da bunlara ilişkin iptal iddiası bulunmaması ve şekle dayalı iptal davası açmak için Anayasa’nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen on günlük sürenin geçmesinden sonra iptal davası açılamayacağı ve defi yoluyla da ileri sürülemeyeceği kuralı gereğince, bu değişiklikler yine Anayasa’ya dayalı olarak geçerlilik kazanmışlardır. Yoksa, bunların geçerliliği İçtüzüğün 93. maddesinden veya parlamento teamülünden kaynaklanmamaktadır. 5982 sayılı Yasa’da durum önceki anayasa değişikliklerinden farklı olup, 10 günlük Anayasal süre içinde iptal davası açılmış ve iki kez görüşme gereğine uyulmaması nedeniyle Yasa’nın tümünün iptali istenmiştir. Bu durumda iptal talebinin kabulü gerekirken reddi yolunda karar verilmesine katılmıyorum. II- Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Yeniden Düzenlenmesine İlişkin Değişikliklerin “Teklif Edilemezlik” İlkesi Karşısındaki Durumu Yönünden: Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan demokratik hukuk devleti ilkesi, Anayasa’nın 4. maddesine göre değiştirilmesi teklif edilemeyecek hükümlerdendir. Kuşkusuz, bu teklif yasağı açıkça yapılan teklifleri olduğu kadar dolaylı ve karmaşık düzenlemelerle aynı sonucu doğurabilecek teklifleri de kapsamaktadır. Bu nedenle, yapılmış olan bir teklifin tüm madde ve fıkralarıyla birlikte değerlendirilmesi sonucunda değiştirilmez hükümlere aykırılığı saptandığında, teklif edilemeyecek nitelikte olması nedeniyle teklif çoğunluğunun oluşmadığına dayalı olarak, şekil yönünden iptali zorunludur. Demokratik hukuk devletinin varlığını sürdürebilmesi, yasama, yürütme ve yargı erklerinin tek elde toplanmamasına, yani tüm çağdaş demokratik hukuk sistemlerinde geçerli olan kuvvetler ayrılığının korunmasına bağlıdır. Kuvvetlerden biri olan yargının yasama ve yürütmeden ayrılması ise ancak yargının bağımsızlığı ile sağlanabilir. Kaldı ki bağımsızlığı olmayan bir yargının tarafsızlığından da söz edilemeyeceğinden, yargı bağımsızlığı sağlanamadığı takdirde adil yargılanma hakkının varlığından da söz edilemez. Aşağıda açıklanacak nedenlerle, 5982 sayılı Kanun’un iptal istemine konu Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili düzenlemelerinin bütünlük içinde değerlendirildiğinde yargı bağımsızlığı ile bağdaşmadığı, bu nedenle de Anayasa’nın değiştirilmez ilkelerinden hukuk devletine aykırı oldukları kanısındayım. A) 5982 Sayılı Kanun’un 16. Maddesiyle Değiştirilen Anayasa’nın 146. Maddesine Ve 25. Maddesiyle Anayasa’ya Eklenen Geçici Madde 18’e İlişkin Sakıncalar Yönünden: Çağdaş demokrasilerin gelişim çizgisi içinde zamanla temel kurumlardan biri haline gelen anayasa mahkemelerinin asli işlevi, yasama organının anayasal sınırlar içinde çalışmasını denetlemektir. Siyasi partilerin belli program hedefleri temelinde iktidara gelerek parlamento çoğunluğunu oluşturduğu parlamenter demokrasilerde yasama organının çalışmaları doğrudan doğruya parlamentoda çoğunluğu elinde tutan siyasi partinin karar ve tercihlerine göre şekillenir. Bu nedenle siyasi iktidarın çıkartacağı yasaların yargısal denetimi ancak siyasal çoğunluktan bağımsız ve tarafsız bir organca yapılırsa anlam taşır. Bir anayasa mahkemesinden beklenen yararın sağlanması, mahkeme yargıçlarının siyasi iktidarla arasında siyasi görüş, düşünce veya ideoloji birlikteliği bulunmayan kişilerden oluşmasıyla mümkün olur. Kuşkusuz, anayasa mahkemeleri bağımsız olduğu kadar tarafsız da olmalı ve siyasal iktidarın karşısında da tavır almamalıdır. Ancak bu bile anayasa mahkemesinin siyasi iktidarın kontrolünde olması kadar kötü değildir; zira siyasal iktidarın kontrolündeki bir anayasa mahkemesi, hak ve özgürlüklerin korunması noktasında kendisinden beklenen işlevi sağlayamamakla kalmaz, bu hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasının aracı haline gelebilir. Şöyle ki: Anayasal hak ve özgürlükler yasalarla somutlaşır ve uygulanırlar. Anayasalarda geniş kapsamlı, güzel ifadelerle bezenmiş hak ve özgürlükler yer almasına rağmen bunlar doğrudan uygulanamazlar. Yasalar Anayasal hak ve özgürlüklerin içini boşaltacak, daraltacak tarzda çıkarılır ve bu yasaları çıkaran siyasal görüşün hakim olduğu bir anayasa mahkemesi de bunları anayasaya uygun bulursa, anayasa mahkemesinin kararı nihai ve herkes için bağlayıcı olacağından, bir daha bunları başka yargısal yollarla, örneğin mahkemelerce ihmal yoluyla veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına göre hüküm kurmak suretiyle düzeltmek olanağı da kalmaz. Siyasi haklar, fikir ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ve sosyal haklar büyük zarar görebilir ve özgürlükçü demokratik düzenin devamı olanaksız hale gelir. Demokrasi, sıradan insanların yine sıradan insanların yönetimi altında onurlu ve özgür yaşamasının yöntemidir. Demokratik hukuk devleti, yöneticilerin ve yasakoyucuların ellerindeki yetkileri kötüye kullanmayacakları varsayımına ve temennisine değil, hak ve özgürlüklerin güvencesi olan hukuka dayanır. Bu nedenle demokratik hukuk devleti esaslarının, kuvvetler ayrılığının ayrılmaz unsuru olan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin güvencelerinin somut maddeler halinde Anayasa’da yer alması gerekir. Bu nedenledir ki anayasa mahkemelerinin bulunduğu çağdaş demokratik ülkelerde mahkemenin bağımsızlığını sağlayacak farklı sistemler öngörülmüş ve kiminde seçim tamamen parlamentoya, kiminde cumhurbaşkanına bırakılmış, kiminde karma sistemler oluşturulmuş olmasına rağmen hiçbirinde siyasal iktidar çoğunluğunun belirleyici konuma gelmesine izin verilmemiştir. Üyelerin tamamının parlamento tarafından seçildiği örneklerde üçte iki çoğunluk aranması, cumhurbaşkanı tarafından seçildiği yerlerde adayların belirlenmesi safhasında tarafsızlığı sağlayacak şekilde aday gösterici kurulların ve bunların aday belirleme yöntemlerinin belli ilke ve esaslara bağlanması öngörülmüştür. 5982 sayılı Yasa ile yapılan Anayasa değişikliğinden sonraki duruma gelince: T.C.Anayasası’nın 146. maddesinde yapılacak değişiklikten sonra üye sayısı 17’ye çıkacak olan Anayasa Mahkemesi’nin 3 üyesi TBMM, 14 üyesi ise Cumhurbaşkanı tarafından seçilecektir. TBMM tarafından seçilecek üyelerin ikisi Sayıştay, biri de serbest avukatlar arasından gösterilecek her boş yer için üçer aday arasından seçilecektir. Her ne kadar bu seçimlerde ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki çoğunluğunun aranacağı öngörülmüş ise de ikinci oylamada salt çoğunluk, bu da sağlanamazsa bu oylamada en çok oy alan iki aday arasında üçüncü oylama yapılarak en çok oy alanın seçilmiş sayılması benimsenmiştir. Daha açık bir ifadeyle son tahlilde, seçilecek aday, iktidar partisinin tercih ettiği adaydır. Sayıştay üyelerinin seçimi hakkında Anayasa’nın 160. maddesinde bir düzenleme bulunmamakta, Sayıştay üyelerinin atanmalarının kanunla düzenleneceği belirtilmektedir. Sayıştay Kanunu’na göre ise Sayıştay üyeleri Meclisçe seçildiğinden, siyasi iktidarın Sayıştay çoğunluğunu da belirlemede etkin olduğunu, dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’ne Sayıştay’dan seçilecek üyeyi seçmekle kalmayıp aynı zamanda adayları da dolaylı olarak kendisinin belirlediğini söylemek yanlış olmayacaktır. TBMM’nin ayrıca baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday arasından bir üye seçmesi öngörülmüştür. Bunda da uzlaşı yerine üçüncü oylamada en fazla oy alanın seçilmesi ilkesi getirildiğinden, yukarıda belirttiğimiz sakıncalar avukat üye yönünden aynen geçerlidir. Anayasa Mahkemesi çoğunluğu, her bir baro başkanının ancak bir aday için oy kullanmasını demokratik hukuk devletine aykırı ve dolayısıyla teklif yasağı kapsamında görerek iptal etmiştir. Ancak burada demokratik hukuk devletine aykırılık sadece bir aday için oy kullanılmasından ibaret değildir. Üye sayısı yani temsil ettiği avukat sayısı bakımından birbiriyle kıyaslanamayacak büyüklükteki baroların hepsinin aynı oy hakkına sahip olması da demokratik hukuk devletinin gereği olan temsilde adalet ilkesinin en az iptal edilen kural kadar vahim bir ihlalidir. Bir baro başkanının sadece bir adaya oy vermesi kuralı hukuk devletini ortadan kaldırabilecek vahamette görülürken on binlerce kişiyi temsil eden baro ile yüz üyesi bile bulunmayan baronun Anayasa Mahkemesi’ne üye seçiminde aynı söz hakkına sahip olmasında bir sakınca görülmemesinin gerekçesini anlamakta güçlük çekmekte ve çoğunluk görüşüne katılmamaktayım. Cumhurbaşkanının 4’ü doğrudan olmak üzere seçeceği 14 üyenin durumuna gelince, öncelikle 2007 yılında yapılan değişiklikten sonra Cumhurbaşkanının siyasi tarafsızlık noktasından anayasal konumunun incelenmesi gerekmektedir. Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı tarafsızdır. 2007 yılında Cumhurbaşkanı seçimi için toplantı yeter sayısının 367 olduğunu dair Anayasa Mahkemesi’nce verilen ve haksız eleştiri ve düzeysiz hakaretlerin hedefi olan kararda, Cumhurbaşkanının parlamento tarafından seçiminde uzlaşı aranması gerektiği vurgulanmaktaydı. Ancak Anayasa Mahkemesi’nce verilen bu karardan sonra parlamentoda Cumhurbaşkanı seçiminin olanaksız hale geldiği gerekçesiyle Anayasa değişikliğine gidilmiş ve Anayasa’nın 101. maddesinde 5678 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle yapılan değişiklikle, Cumhurbaşkanının beşer yıllık iki dönem için halk tarafından seçilmesi öngörülmüştür. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi sisteminin benimsenmesi ile uzlaşı sistemi terk edilmiş, rekabet ve siyasi mücadele sistemi benimsenmiştir. Diğer bir ifadeyle bundan böyle cumhurbaşkanı adayları, bir seçim kampanyası yürütecek ve diğer adaylara göre farklı siyasi görüş, tercih ve programlar temelinde kendilerini halka tanıtarak oy isteyecektir. Daha önceki sistemde de her ne kadar cumhurbaşkanı adaylarının seçilebilmesi için parlamentoda çoğunluğu oluşturan partinin veya partilerin desteğine ihtiyacı olduğu kuşkusuzsa da, bundan böyle cumhurbaşkanı adayları halktan oy isteyecek ve bu nedenle siyasi partilerin altyapı, teşkilat, propaganda ve maddi desteğine ihtiyaç duyacaktır. Cumhurbaşkanının tarafsız olacağı Anayasa’da ne kadar yazılı kalmaya devam etse de yukarıdaki nedenlerle tarafsızlığını koruyamayacağı, hele ikinci dönem seçilmesi de söz konusu olduğunda tarafsızlığından söz edilemeyeceği açıktır. Anayasa’da Cumhurbaşkanının tarafsızlığı ilkesinin korunması böylece güçleşir hatta olanaksız hale gelirken, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde siyasal bir konumu olan Cumhurbaşkanının tercih yapacağı alanın daraltılması, yani içlerinden üye seçeceği adayların tümünün mümkün mertebe tarafsız kişiler arasından belirlenmesini sağlayacak bir düzenleme yapılması gerekirken, aday belirlemede de bunun tersi yapılmıştır. Şimdiki Anayasa’nın 146. maddesinde adayların Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin genel kurullarınca üye tamsayısının salt çoğunluğu ile her boş yer için üç aday göstermesi öngörülmektedir. Böylelikle üçüncü sıradaki aday da üyesi bulunduğu yüksek mahkemenin salt çoğunluğunun desteğine sahip olduğu için, ilgili yüksek mahkemelerin Anayasa Mahkemesi’ne üye gönderdiklerinden söz etmek mümkündür. Ancak Anayasa’da yapılmak istenen değişiklikten sonra ilgili yüksek mahkemelerin genel kurullarının en azından salt çoğunluğunun tercihinin yansıtılması ilkesi de kaldırıldığından, Cumhurbaşkanının çok az oy almış ancak üçüncü sıraya girmeyi başarmış adayı Anayasa Mahkemesi’ne seçmesi mümkündür. Böyle bir durumda seçilen kişi, ilgili yüksek mahkemenin adayı olmaktan ziyade bireysel bir aday niteliğindedir. Bu nedenle, çağdaş demokratik ülkelerin anayasa mahkemelerinin oluşumunda gözetilmesi gereken, yüksek yargı organlarının da uygun bir ölçüde üye kompozisyonunda yer almaları ilkesi de çiğnenmekte, üye kompozisyonu Cumhurbaşkanının serbestçe seçeceği diğer 4 üye ile birlikte, Cumhurbaşkanının tam serbesti ile hareket edeceği bir alana terk edilmektedir. Her ne kadar Yüksek Mahkemelerin aday belirlerken üye tamsayılarının salt çoğunluğunun sağlanması gerekeceği kuralı 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 4. maddesinde yer almaya devam etse de, bu maddenin siyasal iktidarca yapılacak bir yasa değişikliği ile kolayca ortadan kaldırılabileceği açıktır. Açıkça görülebilen bu sakıncalara karşın, Cumhurbaşkanı ile parlamentonun seçim dönemlerinin ve tarihlerinin farklı olduğu, bu nedenle parlamento çoğunluğu ile cumhurbaşkanının ayni parti veya siyasi görüşün mensupları olmamaları olasılığının da bulunduğu, bunun da tüm güçlerin tekelde toplanması tehlikesine karşı bir güvence oluşturduğu ileri sürülebilir. Parlamento ile cumhurbaşkanının birbirine paralel veya zıt siyaset takip etmesinin güçler birliğine veya aksi durumda rejimin kilitlenmesine yol açıp açmayacağının tartışması bir yana bırakılacak olsa da, halkoyu ile seçilen Cumhurbaşkanının ya iktidarla aynı taraf, ya da karşı taraf olacağı gözetildiğinde Anayasa Mahkemesi üyelerinin üç kişi hariç tamamını belirleyebilmesinin yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile bağdaşmayacağı açıktır. Yargı bağımsızlığına ve tarafsızlığına ilişkin güvenceleri içermeyen, mevcut güvenceleri de ortadan kaldıran 146. madde değişiklikleri bir bütün halinde değerlendirildiğinde Anayasa’nın değişmez maddelerinden olan 2. madde belirtilen demokratik hukuk devletine aykırı niteliktedir. Bu şekilde oluşturulacak Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin Geçici Madde 18’in yer aldığı, 5982 sayılı Kanun’un 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 19’un iptal istemine konu fıkra ve bentleri de tümüyle Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı dahil, oluşum şekline ilişkin 146. madde değişikliklerinin iptal istemine konu tüm fıkralarının ve Geçici Madde 18’in, Anayasa’nın değişmez nitelikteki 2. maddesine aykırı oldukları kadar çağdaş ve evrensel hukuka da uygun olmamaları nedeniyle iptalleri gerektiği düşüncesindeyim. B) 5982 Sayılı Kanunun 22. Maddesiyle Değiştirilen Anayasa’nın 159. Maddesine ve 25. Maddesiyle Anayasa’ya Eklenen Geçici Madde 19’a İlişkin Sakıncalar Yönünden: Anayasa Mahkemelerinde olduğu gibi, hakim ve savcılara ilişkin yüksek kurulların nasıl oluşacağı ve üyelerinin kimler tarafından seçileceği hakkında evrensel bir kural yoktur. Yargı bağımsızlığını zedelemedikçe çeşitli şekillerde oluşturulması, çağdaş standartlarda kabul görmektedir. Kurulun yargı bağımsızlığını koruyabilecek şekilde çalışması tek bir faktöre bağlı olmayıp, önemli olan, son tahlilde siyasal iktidarın etki, baskı ve telkinlerine doğrudan veya dolaylı olarak maruz kalıp kalmayacağıdır. Bu açıdan bakıldığında Adalet Bakanının kurulda onursal başkan olarak bulunması, yargının genel sorunları hakkında kurul çalışmalarında ortaya çıkan hususlarda parlamento ve hükümet ile bir köprü vazifesi görmesi yargı bağımsızlığına halel getirmeyebilecek; buna karşılık Adalet Bakanı veya müsteşarının yargıçlar ve onların mesleki kaderi üzerinde söz sahibi olması, yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracaktır. 5982 sayılı Yasa’nın 22. maddesi ile yapılan anayasa değişikliğine göre Adalet Bakanı kurulun başkanı olup, kurulun yönetimi ve temsili Adalet Bakanına aittir. Her ne kadar Başkanvekilini kurulun seçeceği öngörülmüş ise de Adalet Bakanlığı müsteşarı da kurul üyesi olduğundan, Başkanvekili seçilmesine ve Başkan sıfatıyla Bakanın kendisine devredeceği yetkileri yine Bakanın siyasi talimatları çerçevesinde kullanmasına bir engel bulunmamaktadır. Aynı şekilde müsteşarın, Dairelerden birinin başkanlığını yapmasına da engel yoktur. Hakim ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturma işlemlerinin ilgili dairenin teklifi ve Adalet Bakanının oluru ile yine Bakan tarafından atanan Kurul müfettişlerince yapılacak olduğu gözetildiğinde, Adalet Bakanı eliyle siyasal iktidarın Kurul üzerinde ne denli büyük bir etki sahibi haline geldiği kolayca görülebilmektedir. Kurulun Genel Sekreteri Adalet Bakanı tarafından atanacağından, Bakan, Genel Sekreterin hiyerarşik amiri konumundadır. Kurulun Genel Sekreterlikten olabilecek istek ve talepleri ile Bakanın istek ve talimatları çatıştığında, Genel Sekreterin Bakanın talimatlarına göre davranmak durumunda kalacağı açıktır. Kurula Cumhurbaşkanınca seçilecek üyelere gelince, bu konuda Anayasa mahkemesine Cumhurbaşkanınca üye seçimine ilişkin yukarıda açıklanan sakıncalar HSYK için de aynen geçerlidir. Birinci sınıf adli ve idari yargı hakim ve savcıları arasından yine adli ve idari yargı hakim ve savcılarınca seçilecek üyelere gelince: Bu üyeler Kurulda görevlerini tamamladıktan sonra, yüksek mahkemelere üye seçilmemişlerse, eski hakimlik ve savcılık görevlerine döneceklerdir. Kuruldaki görevleri sırasındaki karar ve icraatlarıyla Adalet Bakanı ile ters düşmeyi göze alarak yasaya ve vicdanına göre hareket eden hakim ve savcının daha sonra siyasal iktidarın bazı intikam operasyonlarına maruz kalmasını önleyecek herhangi bir güvence bulunmamaktadır. Zira her ne kadar Kurulun meslekten çıkarmaya ilişkin kararlarına karşı yargı yolu açılmışsa da diğer cezalara karşı yargı yolu kapalı tutulmaktadır. Bu durumda kurula seçilirken bağımsız ve tarafsız olan hakim ve savcıların dahi Kurul üyeliği sırasında tarafsızlıklarını korumaları güçleştirilmektedir. Kaldı ki Kurulda yer alacak yüksek mahkeme üyelerinin güvenceleri bile, ilgili yasalarında yapılacak değişikliklerle ve bu yasa değişiklikleri hakkında Anayasa Mahkemesi’nde açılabilecek iptal davasının da reddedilmesi halinde, ortadan kaldırılabilecektir. Bu tablo, yargı bağımsızlığı ilkesinden tam bir kopuşu ifade etmektedir. Kurulda ayrıca Cumhurbaşkanınca seçilecek avukat üye de bulunacaktır. Anayasa Mahkemesi’nce 159. maddenin üçüncü fıkrasındaki “iktisat ve siyasal bilimler” ibaresinin teklif edilemez nitelikte görülerek iptal edilmesi nedeniyle Cumhurbaşkanınca bunlar yerine avukatlardan üye seçilmesi gerekecektir. Böylelikle Kurulda iki veya daha fazla avukat üye görev yapabilecektir. Avukat üyeler Kuruldaki görevleri sırasında mesleklerine ara verecek olsalar bile Kuruldaki görevleri sona erdiğinde avukatlık mesleğine geri döneceklerdir. Bu nedenle Kuruldaki görevlerinin icabı olarak hakim ve savcıların özlük hakları, disiplin ve ceza konuları, tayin ve terfileri konusunda karar verirken daha sonra mesleklerinin icrası sırasında bu hakim ve savcılarla ne tür bir ilişkileri olacağının gözetilmesi gerekir. Daha açık bir ifadeyle, Kurulda kendilerinden beklenen tarafsız kamusal görevle, Kurul üyeliğinin bitiminde geri dönecekleri avukatlık mesleğindeki kişisel çıkarları arasında çatışma olasılığı vardır. Kamusal görev ile kişisel çıkarının çatıştığı ve tarafsızlık sorunu doğması muhtemel olan durumların elden geldiğince önlenmesi hukuk devletinin gereğidir. Bu nedenle avukatların, Kurulda sadece yargının genel sorunları ile ilgili olarak bulunmaları hukuk devletine her hangi bir aykırılık taşımazken, hakim ve savcıların özlük, disiplin, tayin ve terfileri hakkında söz sahibi olmaları, bu konulardaki kararlara katılıp oy kullanmaları yargı bağımsızlığı ile bağdaşmaz. İçerdiği ilke, esas ve yöntemler birlikte değerlendirildiğinde yargının bağımsızlığını ortadan kaldırabilecek nitelikte olan ve bu nedenle bütünü itibarıyla teklif yasağı kapsamına giren 5982 sayılı Kanun’un 22. maddesi ve bunun uygulanmasını sağlayan, 25.maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 19’a ilişkin tüm iptal istemlerinin kabul edilerek, bunlar yerine yargı bağımsızlığı ilkesine ve demokratik hukuk devleti gereklerine uygun, çağdaş bir düzenleme yapılması gerektiği kanaatiyle çoğunluk kararına katılmıyorum. III- 5982 sayılı Kanunun 26. maddesinin Anayasaya aykırılığı yönünden: 5982 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” anayasanın çeşitli maddelerinde değişiklik yapmakta, bazı maddelerini yürürlükten kaldırmakta ve bazı geçici maddeler eklemektedir. Kanunun son maddesi olan 26. madde, Anayasanın herhangi bir maddesini değiştirmemekte, kaldırmamakta ve geçici bir madde eklememekte, sadece kanunun yayımı tarihinde yürürlüğe girmesini ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanmasını öngörmektedir. İptal başvurusunda, maddenin “ …ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle …” ibaresinin iptali istenmiştir. Anayasa Mahkemesi anayasa değişikliklerini sadece şekil yönünden, kanunları ise hem şekil hem de esas yönünden denetler. İptal istemi incelenirken, öncelikle 26. maddenin bir anayasa değişikliği mi yoksa olağan bir yasama tasarrufu mu olduğunun saptanması ve şekil yönünden olduğu kadar esas yönünden de denetlenip denetlenemeyeceğine karar verilmesi gerekmektedir. Maddenin esas yönünden denetlenebileceği sonucuna varıldığı takdirde Anayasa’nın hangi maddelerine aykırı olduğunun incelenmesi gerekecektir. Anayasa değişikliklerinin kendilerinin de birer kanun olduğunda kuşku ve duraksama yoktur. Ancak kanun metninin anayasa statüsünü kazanması için ya Parlamentoda 367 oyla kabulü veya zorunlu olarak ya da Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna götürülerek oyların yarıdan fazlası ile kabul edilmesi gerekir. 26. madde 367 oyla kabul edilmediği gibi referandumun konusunu da teşkil etmemektedir. İptal istemine konu ibare, oy pusulasının tanzim şekline yani bir veya birden fazla oy kullanılıp kullanılmayacağına ilişkindir. Bu maddenin de Resmi Gazete’de yayınlanan 5982 sayılı Kanun’un bir maddesi olduğu, dolayısıyla paket referandumda kabul görürse geriye dönük olarak Anayasa hükmüne eşdeğer kuvvet kazanacağı öne sürülebilirse de, bu sav maddenin Anayasa Mahkemesi’nin esas denetiminin kapsamı dışında kalmasını açıklamaya yetmez. Paketteki Anayasa maddelerinden farklı olarak, 26. maddenin halkoyu ile kabul edilmesi beklenmeden uygulamasına geçilmiştir. Anayasa’nın herhangi bir maddesini değiştirmeyen, kaldırmayan veya yeni bir madde getirmeyen bir kanun maddesinin niteliği itibariyle Anayasa değişikliği olduğunu iddia etmek mantıki dayanaktan yoksundur. Aksi düşüncenin kabulü halinde Meclisin, Anayasa değişikliği yaparken aynı paketin içine koyacağı, olağan yasalara ilişkin değişikliklerin de Anayasa değişikliği hakkında kanun metni içinde yer almaları ve anayasa değişikliğine uygulanan yöntemle yasalaştırılmaları nedeniyle anayasa hükmünde olacaklarının ve bunlar hakkında esas incelemesi yapılamayacağının kabulü gerekir ki, böyle bir sonucun anlamsızlığı ortadadır. Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli kararlarında ve son olarak 2007/45 Esas, 2007/54 Karar sayılı kararında belirtildiği gibi, iptali istenilen bir yasama tasarrufunun Anayasal denetime bağlı tutulabilecek nitelikte olup olmadığı saptanırken sadece, onun bu tasarrufta bulunan organ tarafından nasıl nitelendiğine ve hangi ismin verildiğine veya bu işlemin nasıl bir yöntem izlenerek yapıldığına bakılması yeterli olmayıp, yapılış yöntemi ve adı ne olursa olsun hukuksal niteliği, etkisi ve doğurduğu sonuçlar da gözetilmelidir. Bu içtihat karşısında her türlü ölçüte ve yoruma göre 26. maddenin kendisi, bir anayasa değişikliği değildir. Bu nedenle 26. maddenin, Anayasa değişikliklerinin tabi olduğu denetim kurallarına bağlı olduğu ileri sürülemez; maddenin sadece şekil denetimi değil, esas denetimi de yapılabilir. Konu Anayasa’nın 2. ve 175. maddelerine göre değerlendirildiğinde ise: Demokrasilerde seçim ve halkoyu, belli bir konuda seçmen iradesini ortaya koymayı amaçlayan, genel, eşit, gizli oy, açık sayım esaslarına dayanan ve yargı denetimine tabi bir işlemdir. Buna göre, seçilecek kişi veya kabul edilecek konuların açık, net biçimde ortaya konması, bunlardan her biri hakkında seçmen kanaatinin serbestçe oluşmasını ve iradesini serbestçe açıklamasına elverişli biçimde düzenlenmesi gerekir. Aksi halde örneğin mahalli seçimlerde birkaç ayrı oy verme işlemi yapılacak yerde sadece tek bir partiye oy verilir ve hem büyükşehir, hem belde belediye başkanları, hem belediye meclis üyeleri ve il genel meclis üyeleri tek bir oylamayla seçilebilirdi. Ancak kuşkusuz, böyle bir uygulama demokratik hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmaz. Bir demokraside ve hukuk devletinde seçmenin serbestçe tercih yapacağı alan ne kadar genişletilirse demokrasi o kadar gelişir, tercih alanı ne kadar daraltılırsa demokrasiden o kadar uzaklaşılmış olur. Demokrasi ilkesi açısından durum böyle olduğu gibi Anayasa’nın 175. maddesi de yasama organına bu konuda tam bir serbesti vermemiştir. Maddenin gerek lafzi gerek amaçsal yorumu ile farklı bir sonuca varmak mümkün değildir. Aksi halde 175. maddede yedinci fıkra hiç yer almaz veya “anayasanın değiştirilen hükümlerinin tümüyle oylanıp oylanmayacağını” şeklinde bir ifade kullanırdı. Halbuki maddede, “… Anayasanın değiştirilen hükümlerinden, hangilerinin birlikte hangilerinin ayrı ayrı oylanacağını …” ifadesi kullanılmaktadır. Maddenin yazımından, Anayasa koyucunun, birbiriyle ilgisiz konuların tümüyle oylanmasını öngörmediği anlaşılmaktadır. Amaçsal olarak da konuya bakıldığında Anayasa’nın, anayasa değişikliğinde tali kurucu iktidar yetkisini kullanan parlamentonun yine tali iktidar iradesinin ikinci ve nihai aşamasını paylaşan halkı beğendiği ve beğenmediği değişiklikler arasında zor bir tercih karşısında bırakmasını demokratik bir kabul tarzı olarak benimsediği ileri sürülemez. Anayasa değişikleri bağlamında gözetilebilecek Avrupa standartları bakımından da aynı sonuca varmak mümkündür. Venedik Komisyonunun CDL-AD(2007)008 sayılı belgesinde belirtilen ana kural, birbiriyle ilgisi olmayan konulardaki değişikliklerin ayrı ayrı oylanmasıdır. 5982 sayılı Kanun’la yapılan anayasa değişiklikleri arasında bazı olumlu yenilikler getiren maddelerin yanı sıra yukarıda açıklanan son derece sakıncalı maddeler de yer almaktadır. Özellikle yargısal alanda mevcut anayasal sistemi kökten değiştirebilecek maddelerin mutlaka ayrı oylanması ve şayet yargının siyasi iktidara bağlanmasına karar verilecekse buna ilişkin kader tercihinin halk tarafından açık ve net bir biçimde yapılması gerekir. Yasa’nın 26. maddesi buna olanak vermemektedir. Bu nedenlerle 26. madde, esas yönünden Anayasa’nın 2. ve 175. maddelerine aykırıdır. İptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyorum. Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT KARŞIOY GEREKÇESİ Anayasa’nın 4. maddesinde, Anayasa’nın 1. maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi hükümlerinin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği belirtilmektedir. Buna göre, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan Türkiye Cumhuriyetinin demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanan niteliklerinin, Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez kuralları arasında bulunduğunda kuşku yoktur. Anayasa’nın korunmasına özel önem verdiği ilkelere dokunulmazlık güvencesi sağlamasındaki amacın belirtilen ilkelerin, sadece yer aldıkları maddelere değil tüm anayasaya egemen kılınması olduğu açıktır. Başka bir anlatımla asli kurucu iktidar, Türkiye Cumhuriyetini demokratik lâik sosyal bir hukuk devleti olarak öngörmüş ve öyle kalmasını istemiştir. Anayasa’nın 175. maddesine göre, Anayasa’yı değiştirme yetkisi, TBMM’ne tanınmış ise de, bu yetkinin, asli kurucu iktidar tarafından izin verilen alanda ve Anayasa’da belirtilen usul ve esaslara uygun olarak kullanılması gerektiği açıktır. Bu nedenle tali kurucu iktidar, eylemli olarak ilk üç maddeyi değiştiremeyeceği gibi, onları etkisiz kılacak düzenlemelerden de kaçınma yükümlülüğü altındadır. Diğer maddelerde yapılacak değişikliklerle Cumhuriyetin temel değerlerini güvenceye alması nedeniyle dokunulamaz kabul edilen maddelerin, özelliklerini yitirmelerine izin verilemeyeceğinden böyle bir durumun değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez kuralları değiştirmekle eş değer olduğunun kabulü gerekir. Ancak, dokunulması istenilmeyen alan içinde kalan kurallarla her uyumsuzluğun, bu alanın ihlâli olarak değerlendirilemeyeceği de bir gerçektir. Burada, ağır bir ihlâl ve bunun sonucu olarak kanunlardan farklı biçimde sınırlı bir denetim söz konusudur. Bu çerçevede, Anayasa’nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliklerindeki şekil denetimini, teklif ve oylama çoğunluğu ile ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı tutan kuralının uygulanabilmesi için öncelikle teklif edilmesini Anayasa’nın engellemediği bir alanda değişiklik yapılması gerekir. Bu nokta aşılmadan Anayasa’nın teklif ve oylama çoğunluğuna ilişkin kurallarına uygunluk denetimine geçilemez. Belirtilen hususların, yapılan düzenlemenin içeriğine bakılmadan saptanması ise olanaksız olup, bu durum, şekil yönünden yapılan Anayasa’ya uygunluk denetiminin, esas yönünden de yapıldığı anlamına gelmez. I- Yasa’nın 16. Maddesiyle Yapılan Değişiklik Yönünden İnceleme 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 16. maddesiyle değiştirilen Anayasa’nın 146. maddesinin dördüncü fıkrasında, “Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurulları ile Yükseköğretim Kurulundan Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde, her boş üyelik için, bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.” denilmektedir. Bu fıkranın, bir üyenin ancak bir aday için oy kullanabileceği ve her bir baro başkanının da ancak bir aday için oy kullanabileceğine ilişkin ibareleri Anayasa’nın ikinci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı gerekçesiyle iptal edilmiştir. Böylece, söz konusu Fıkra, yeni bir anlam ve içerik kazanmıştır. Anayasa’nın 153. maddesinde, “Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez” denilmekte, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 29. maddesinde ise, Anayasa Mahkemesi’nin taleple bağlı olduğuna işaret edilmektedir. Bu durumda, iptal veya itiraz yoluyla yapılan başvurularda “istem” belirli sözcük, ibare veya tümcelerle sınırlandırılmamışsa inceleme konusu kuralların kimi bölümlerinin iptal edilerek, onların Anayasa’ya uygun hale getirilmesi, yasa koyucunun öngörmediği yeni bir düzenleme oluşturulması sonucunu doğurduğundan, Anayasa’ya aykırı bölümler içerdiği saptanan kuralın, istem doğrultusunda tümünün iptal edilmesi gerekir. Ayrıca, karar gerekçesinde yer alan; Fıkra’nın belirtilen ibarelerinin iptaliyle seçimlerde iradeyi yansıtan oy hakkının tam olarak kullanılmasının önünde herhangi bir engel kalıp kalmadığı ve bu haliyle uygulanmasında bir sorun bulunup, bulunmadığı hususlarının değerlendirilmesi, yasa koyucu ve uygulayıcılara ait olup, Anayasal denetim kapsamında değildir. Öte yandan, Anayasa’nın 5982 sayılı Yasa ile değiştirilen 146. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan ve ancak bir aday için oy kullanılmasına olanak veren ibarelerin iptaliyle aday belirlenmesinde ortaya çıkan yeni düzenlemeye göre, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurulları ile Yükseköğretim Kurulundan, Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday gösterilmesi için yapılacak seçimlerde, bir üye her boş üyelik için oy kullanabilecek; en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılacaktır. Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri adaylar için de aynı yöntem geçerli olacaktır. Böylece, aday adaylarının, aday olabilmeleri için aldıkları oyların belirli çoğunluğa ulaşması gibi bir koşul aranmayacak, en fazla oy alan üç kişi arasına girebilmeleri aday gösterilmeleri için yeterli olacaktır. Oysa, Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday gösterilecek kişilerin belirli çoğunluğun üzerinde oy almaları, mesleki birikim ve becerileri yanında, kişiliklerine duyulan güvenin de göstergesidir. Ayrıca, çağdaş demokrasiler çoğunluğa değil çoğulculuğa dayanan rejimlerdir. Bunun sağlanması ise, uzlaşma aranmasını gerektirir. Aday gösterilebilmek için salt çoğunluk veya nitelikli çoğunluğun aranması seçimlere belirli grup ve görüşlerin egemen olmasını engelleyeceği gibi, daha nitelikli adayların seçilmesine de olanak sağlar. Bu hususun, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanmasında önemli bir güvence oluşturacağı kuşkusuzdur. Sınırlı sayıdaki çoğunluk iradesinin belirleyici olmasına izin veren sistemlerin, seçime dayanmaları, onların demokratik sayılmaları için yeterli neden oluşturmaz. Seçimin yöntemi kadar ortaya çıkan sonucun da çoğulculuğa bu bağlamda demokrasiye hizmet etmesi gerekir. Bu durumda, Fıkra’nın iptal edilen ibarelerinden sonra ortaya çıkan farklı seçim yönteminin, demokratik hukuk devletinin güvencesini oluşturan yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını gerçekleştiremeyeceği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle dava konusu fıkranın tümünün iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum. II- Yasa’nın 22. Maddesiyle Yapılan Değişiklik Yönünden İnceleme Yasa’nın 22. maddesiyle Anayasa’nın 159. maddesi değiştirilerek Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kuruluşu ile görev ve yetkileri yeniden düzenlenmiştir. Anayasa’nın 4. maddesinde, değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği belirtilen “Cumhuriyetin niteliklerinin” düzenlendiği 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanmıştır. Çağdaş dünyada, hukuk devleti ilkesini yaşama geçiremeyen bir ülkenin saygınlığından söz edilebilmesi olanaksız hale gelmiş, bu bağlamda hukuk devleti tanımı da insan hak ve özgürlükleri temelinde yeni unsurların da katılmasıyla daha kapsayıcı bir anlam ve içerik kazanmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin bir çok kararında hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup, bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, bağımsız yargı denetimine açık olan devlettir biçiminde tanımlanmaktadır. Hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla etkili ve egemen kılınarak, temel hak ve özgürlüklerin yaşama geçirilmesinin, ancak bağımsız yargı denetimi ile sağlanabileceği kuşkusuzdur. Yargı bağımsızlığının gerçekleştirilebilmesinin ön koşulu ise, kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun olarak yargının, yasamanın ve yürütmenin etkisinden uzak tutulmasıdır. Bu husus, hukuk devleti ilkesinin yargı bağımsızlığı ekseninde somutlaştırıldığı Anayasa’nın 138. maddesinde açıkça vurgulanarak, “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” denilmiş, 139. ve 140. maddelerinde de “Hâkimlik ve savcılık teminatı” ile “Hâkimlik ve savcılık mesleği”ne ilişkin esaslar aynı anlayış doğrultusunda ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Hak arama özgürlüğü, adil yargılanma hakkı gibi temel hak güvencelerinin sağlanmasının, yargının bağımsız kılınmasına bağlı olduğu gözetildiğinde, bunu gerçekleştiremeyen devletin hukuk devleti olma özelliğini yitireceğinde duraksamaya yer yoktur. Yasa’nın 22. maddesiyle değiştirilen Anayasa’nın, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu düzenleyen 159. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtildiği gibi, dört asıl üyenin Cumhurbaşkanınca doğrudan seçilmesi, Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı müsteşarının Kurul’un tabii üyesi olması, bu üyelerin, yüksek mahkeme üyeliği güvencesinden yoksun adli ve idari yargı hâkim ve savcıları üzerindeki olası etkileri, Kurul’un yönetim ve temsilinin Kurul Başkanı olan adalet bakanına ait olması, hâkim ve savcıların görevleriyle ilgili araştırma ve gerektiğinde haklarındaki inceleme ve soruşturma işlemlerinin, ilgili dairenin teklifi üzerine Kurul Başkanı sıfatıyla Bakan oluruna bağlanması, Genel Sekreterlik Kurul’a bağlandığı halde Genel Sekreter’i Kurul’ca teklif edilen üç aday arasından seçme yetkisinin Bakan’a verilmesi hususları gözetildiğinde, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, yürütme erkinin etkisine açık, yargı bağımsızlığını sağlayamayacak bir konuma getirildiği sonucuna varılmaktadır. Yargı bağımsızlığını sağlayamayan bir devletin hukuk devleti olarak nitelendirilmesine olanak bulunmadığından, yapılan değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin değiştirilemez nitelikleri arasında bulunan hukuk devleti, önemli ölçüde zedelenmiş temel işlevini yitirmiştir. Öte yandan, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na ilişkin hukuk devletini temelinden sarsan değişiklikler yanında, bu boyutlara ulaşmasa da Anayasa Mahkemesi’nin oluşumunda; TBMM tarafından seçilecek üyelerle diğerlerinin seçim yönteminde çoğulculuğun değil çoğunluk iradesinin esas alınması; kontenjanların belirlenmesinde, kurumlar arası dengenin ve yapılan hizmetin özelliklerinin gözetilmemesi; Cumhurbaşkanı’na çok geniş yetkiler tanınması suretiyle demokratik hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına aykırı kurallar içeren düzenlemelere yer verilmesi, bir bütünlük içinde değerlendirildiğinde, hukuk devletinin ne denli büyük bir tehlike ile karşı karşıya bırakıldığı daha iyi anlaşılabilmektedir. Açıklanan nedenlerle değiştirilen 159. maddenin üçüncü fıkrasının, iptal edilen ibareleri dışında kalan bölümleri ile yedinci, dokuzuncu, onbirinci fıkralarının Anayasa’nın 4. maddesiyle korunan alana açık bir müdahale oluşturmasına karşın teklif edilemezlik sınırları aşılarak yasalaştırıldığı anlaşıldığından, Anayasa’nın 148. maddesi uyarınca şekil yönünden iptali gerekir. Madde’nin beşinci fıkrasının iptal edilen ibare dışında kalan bölümünün ise değiştirilen 146. maddenin dördüncü fıkrasına ilişkin gerekçe ile iptali gerekir. III- Yasa’nın 25. Maddesiyle Yapılan Değişiklik Yönünden İnceleme Yasa’nın 25. Maddesiyle Geçici Madde 18 ve 19. eklenmiştir. Bu maddelerde tümcelerin iptal edilen ibareleri dışında kalan bölümlerinin de değiştirilen 146. maddenin dördüncü fıkrasına ilişkin gerekçe ile iptali gerekir. IV- Yasa’nın 26. Maddesi Yönünden İnceleme 5982 sayılı Yasa’nın 26. maddesinde “Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanır.” denilmiş Madde’nin sadece “ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle” ibaresinin iptali istenmiştir. Anayasa’nın 175. maddesinin yedinci fıkrasında, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü sırasında, bu Kanunun halk oylamasına sunulması halinde, Anayasa’nın değiştirilen hükümlerinden, hangilerinin birlikte hangilerinin ayrı ayrı oylanacağını da karara bağlar.” denilmektedir. Buna göre, TBMM’nin Anayasa değişikliğiyle ilgili işlemler tamamlandıktan sonra bunların, hangilerinin birlikte ya da ayrı ayrı oylanacağı konusunu karara bağlaması, bir Anayasa değişikliği niteliğinde olmadığından Anayasa Mahkemesinin yapacağı denetim de, Anayasa’nın 148. maddesinde Anayasa değişiklikleri için öngörülen “teklif ve oylama çoğunluğu ile ivedilikle görüşülmeme koşullarına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı bir şekil denetimi değildir. Bu durumda, TBMM’nin Anayasa’nın değiştirilen hükümlerinin birlikte veya ayrı ayrı oylanmasına ilişkin iradesini açıkladığı yasama tasarrufunun, diğer kanunlardan farkı bulunmadığından onlarla aynı biçimde denetime bağlı tutulması gerektiğinde kuşkuya yer yoktur. Bu tasarrufun, Anayasa değişikliğine ilişkin usul ve esaslara uyularak gerçekleştirilmesinin ise, onu Anayasa kuralı haline getiremeyeceği açıktır. 5982 sayılı Yasa ile Anayasa’da bazı temel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemeler yapılırken, bu konularla amaç ve içerik bakımından ilgisi olmayan Anayasal kurumların kuruluş ve işleyişiyle ilgili önemli değişiklikler getirilmiştir. Bunların, tümüyle oylanmasının karara bağlanması ile kişilerin seçme hakları ellerinden alınmış, farklı alanlardaki değişikliklerden birini tercih ederek, sadece buna evet, demek isteyenlerle diğerlerine hayır demek isteyenlerin iradelerini bu yönde kullanmaları olanaksız hale getirilmiştir. Oysa, demokratik hukuk devleti, bireylerin özgür iradeleri ile seçim yapmalarına olanak tanıyan bir sisteme dayanır. Seçmenin olumlu bulduğu bir değişiklik nedeniyle olumsuz bulduğuna da oy vermeye zorlanması, Devleti, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmakla yükümlü tutan Anayasa’nın 5. maddesiyle de bağdaşmaz. Halkın özgür iradesinin belirleyici olamadığı yerde hukuk devletinden söz edilemez. Öte yandan, tavsiye niteliğinde görüş oluşturan ancak, özellikle Avrupa’daki yeni anayasaların yapılmasında önemli katkıları bulunan Venedik Komisyonu’nun Referandum konusuyla ilgili olarak CDL-AD (2007)008 sayılı belgesinin 12. sayfasında yer alan İçerik Birliği başlıklı kısımda, “bir metnin (Anayasa, Kanun) tamamının değiştirilmesi hariç, seçmenlerin aralarında bağlantı olmayan hükümleri bir bütün olarak kabul ya da reddetmeye zorlanmamaları ve özgür iradelerinin güvence altına alınması için oya sunulan her sorunun değişik bölümleri arasında içeriksel bir bağlantı bulunmalıdır; bir metnin farklı bölümlerinin aynı anda değiştirilmesi metnin tamamının değiştirilmesiyle aynıdır” denilerek bir metnin farklı bölümlerinde aynı anda değişiklik yapılması halinde birlikte oylanabileceği görüşü belirtilmekte ise de Açıklayıcı Rapor’un 30. paragrafında, özellikle anayasa gibi bir metnin tümden değiştirilmesinin, tabiidir ki sadece birbiriyle bağlantılı unsurlarla ilişkili olamayacağı, dolayısıyla bu durumda, içerik birliği gerekliliğinin geçerli olmayacağı, bir Anayasa metninin, birkaç bölümünü içeren önemli miktarda değişikliğin tümüyle değiştirmeye eş sayılabileceği, ama bunun, farklı bölümlerin ayrı ayrı halkoyuna sunulamayacağı anlamına gelmeyeceği ifade edilerek referandum oylamalarında esas alınması gereken hususun halkın özgür iradesi olduğu vurgulanmıştır. Anayasa’da değişiklik öngören 5982 sayılı Yasa’nın, Anayasa’nın bütününü değiştiren yeni bir Anayasa niteliğinde olmadığı, ayrıca değiştirilen hükümlerden birbiriyle bağlantılı olanlarla olmayanların, ayrı oylanabilmesi olanağının bulunduğu gözetilerek, bu doğrultuda oylama yöntemi belirlenmesi gerekirken, halkın yapılan değişikliği bir bütün olarak kabul ya da reddetmeye zorlanmasının, Venedik Komisyonu ölçütleriyle de bağdaşmadığı açıktır. Belirtilen nedenlerle Anayasa’ya aykırı olduğu sonucuna varılan dava konusu ibarenin, iptali gerekirken istemin, yetkisizlik nedeniyle reddi yolundaki çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Üye Fulya KANTARCIOĞLU KARŞIOY GEREKÇESİ I- Öncelikle; 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un, Yasama Organı’nda kabul edildiği sırada izlenen yöntemin, Anayasa’nın 148. maddesinde öngörülen ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulmadığından tümünün iptali gerektiği ileri sürülmüştür. İvedilikle görüşülmeme yasağının, anayasa değişikliklerinin iki defa görüşülmesini gerektiren kuralla ilgili bir düzenleme olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Anayasa’nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında “Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def’i yoluyla da ileri sürülemez” denilmiştir. Anayasa’nın 175. maddesinin birinci fıkrasında Anayasa’nın değiştirilmesine ilişkin tekliflerin Genel Kurulda iki defa görüşüleceği kurala bağlanmış ve ikinci fıkrasında da tekliflerin görüşülmesi ve kabulünün bu maddedeki kayıtlar dışında kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere bağlı olduğu açıklanmış, 88. maddesinde de kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisince görüşülme usul ve esaslarının İçtüzükle düzenleneceği öngörülmüştür. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 81. maddesi kanun tasarı ve tekliflerinin Genel Kurulda görüşülmesini düzenlemiş ve maddede kanun tasarı ve teklifinin tümü hakkında görüşme açılacağı, görüşülmesinden sonra soru cevap işlemi yapılacağı, maddelere geçilmesinin ve sonunda da tasarı ve teklifin tümünün oylanacağı belirtilmiştir. Aynı maddede anayasa değişiklikleri dışındaki oylamaya değinilmek suretiyle anayasa değişiklikleri için de bu madenin geçerli olduğu dolaylı olarak vurgulanmış olmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi, Anayasa’nın 175. maddesinde anayasa değişiklik tekliflerinde kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlerin uygulanacağının, 88. maddesinde kanun tasarı ve tekliflerinin İçtüzükle belirlenecek usul ve esaslara göre görüşüleceğinin öngörülmesi ve İçtüzüğün 81. maddesinde de bu konu ayrıntılı olarak düzenlendiği halde, İçtüzüğün 93. maddesinde Anayasa değişiklerinin görüşülmesine ilişkin yöntem tekrar konu edilmiş ve maddenin üçüncü fıkrasında da ikinci görüşmede yalnızca maddeler üzerinde verilmiş değişiklik önergelerinin görüşüleceği, birinci görüşmede üzerinde değişiklik teklifi bulunmayan bir madde hakkında ikinci görüşmede önerge verilemeyeceği belirtilmiştir. İptali istenen Yasa’nın Yasama Meclisi’nde kabulü sırasında ise Anayasa’nın, anayasa değişikleri için öngördüğü iki defa görüşme yapılması ve bu görüşmelerin kanunların görüşülmesine ilişkin usul ve esaslar çerçevesinde gerçekleştirilmesi gerektiğine ilişkin emredici kuralı ve normlar hiyerarşisi göz ardı edilerek, 93. maddenin uygulanmasıyla İçtüzüğün Anayasa’nın önüne geçirilmesi sonucunun doğurulduğu anlaşılmaktadır. Oysa, Anayasa Mahkemesi’nin konuya ilişkin kimi kararlarında da vurgulandığı gibi, Anayasa İçtüzük çatışmasında Anayasa’nın öncelik alması ve öngördüğü yöntemin uygulamaya esas olması gerekmektedir. Buna göre, Anayasa değişikliğiyle ilgili Anayasa’nın 175. maddesinin yaptığı öngörüye uygun yönteme bağlı kalınarak iki defa görüşme gereğine ilişkin esas yerine getirilmemiş ve böylece Anayasal kuralla örtüşme sağlanmamıştır. II- Yukarıdaki azlık oyu gerekçesinin işlevselliği yanında, iptale konu Yasa’nın karşı oy kullandığımız diğer maddelerine yönelik olarak Üye Fulya KANTARCIOĞLU’nun Anayasa’nın temel ilkelerinden olan yargı bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığına, demokratik hukuk devletine, Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun oluşumuna, Anayasa’nın 153. maddesinde öngörülen verilecek hükümle yeni bir uygulamaya yol açmama esasına ve Anayasa’da bir değişiklik yapmayıp referanduma sunulmayı öngören maddeye ilişkin Anayasa’ya aykırılıkla ilgili görüşlerine katılıyoruz. Açıklanan nedenlerle davaya konu 5982 sayılı Kanun’un kabul ediliş şekli, Anayasa değişiklikleriyle ilgili yasaların ivedilikle görüşülemeyeceği koşuluna ve yollama yapılan maddeler ise Anayasa’nın 4. maddesindeki teklif edilmezlik ilkesine uygun olmadığından kararın karşı oy kullandığımız bölümlerine katılmıyoruz. Üye Mehmet ERTEN Üye Şevket APALAK FARKLI GEREKÇE Yapılan Anayasa değişikliklerinden iptaline gelinen düzenlemelerin Anayasa’nın 4. maddesinin atıf yaptığı değiştirilmesi teklif edilmez maddelerden Anayasa’nın 2 maddesinde yer alıp Cumhuriyetin niteliklerinden sayılan hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu, bu halin ise teklif edilemezlik yasağı içerdiği bu nedenle teklifin şeklen geçersiz sayılacağı ve denetlenerek iptal edilmesi gerektiği savı karşısında bu iddianın, Anayasa’nın 148 maddesinin gösterdiği Anayasa değişikliklerinde, mahkemenin görev ve yetki alanını belirleyen, denetlenecek şekle ilişkin tanımlaması ve sınırı karşısında, değiştirilmezliği teklif edilmez alan sınırları ile iptaline gelinmiş normların denetimsel şekli alan aykırılıklarının birbirleri ile çakışıp, çakışmadığı bir diğerinin alan sınırına taşıp taşmadığına bakılması ve iddianın bu yönüyle karşılanması gerektiği sonucu çıkarılmıştır. Anayasa yargıcı olarak 148 maddede sayılan, anayasa değişikliklerinin şeklen denetiminin sınırlı koşulları yanında, dava konusu iddia edilen aykırılığın tali kurucu iktidara verilen yetki yönünden yasaklı alan sınırı içinde mütalaa edilip edilmeyeceğinin tespiti için aykırılığın denetim organı mahkeme önüne hangi içerik ile geldiğine bakmak zorunluluğu ilk koşuldur. Bu manada gelen düzenlemenin hukuksuz bir tasarrufla mı geldiği veya anayasal düzen temelinde meşru tabanı yok sayan bir yasama tasarrufuna mı ilişkin olduğu, bu halin mahkemenin görev ve yetki kapsamında kalıp kalmadığı, içeriğin İLK BAKIŞTA AĞIR BİR İHLAL YADA AÇIK BİR ANAYASAL AYKIRILIK taşıyıp taşımadığı ve dolayısıyla meşru anayasal temeli sarsıcı, sisteme karşı bir zarar olasılığı içerip içermediği unsurları yönünden bir ön değerlendirme yapmak ve iddiaları karşılamak gereği kaçınılmazdır. Bahse konu alenen aykırılıklar kimi düzenlemelerde doğrudan anlaşılabilir olabilecekleri gibi, önümüze gelen dava dosyasındaki gibi düzenlemelerde, aykırılığın soyut bir kavram olan hukuk devleti ilkesine dayandırılması karşısında, bu konuda bir ön değerlendirme yapabilmek adına şekli inceleme sınırları ile çatışma alanı yaratabileceği düşünülen yetki alanı içeriğini belirlemek oldukça zorlaşmaktadır. Bu nedenledir ki Anayasa’nın 148 maddesi ile belirlenmiş denetim sınır alanının ötesine geçmemek ama varsa muhtemel hukuksuzluğu da önlemek için aykırılığın dayandırıldığı hukuk devleti ilkesinin ne anlama geldiğini, dolayısıyla kuramın nitelemesinden ve geçirdiği fikri süreci ve içeriği anlamlandırarak değerlendirme yapmanın daha doğru olacağı ve denetim şeklinin sınırlarının da böylece belirlenmesinde yarar olduğu kanısına varılmıştır. Hukuk devleti ilkesi; Anayasa’nın 2. maddesinin saymış bulunduğu soyut nitelikli bir kavramdır. Anayasal devlet teorisinin geliştiği tarihten bugüne tüm ilgililerin tartıştığı ve tanımlamaya çalıştığı kavram olmayı sürdürmektedir. Bu temel hukuk devleti ilkesinin nasıl başlayıp nasıl gelişmekte ve hangi değer yargıları altında kaldığı farklı ideolojilerde nasıl tanımlandığı demokrasi ile ilişkisi liberalizmdeki yeri ve küreselleşmiş dünyada bugün aldığı ifade, ilkeyi tanımak adına önemlidir. Fikri bir gelişme ile ortaya çıkan bir davranışın norm düzeyine getirilmesi halinde bu eylem ya da işlemin hukuk devleti ilkesine uygunluğu ya da aykırılığının tespit edilebilmesi için her ne kadar Anayasa Mahkemesi yargısal bir tanımlama yapmış ise de, hukuk devletinin ne olup nasıl algılanması gerektiği konusunda gelişen dünya içerisinde var olmuş düşün sistemi çerçevesinde bir değerlendirme yapmak gerekmektedir. Çağdaş ülkelerde siyasal sistemlerin liberal-demokratik ilkeler üzerine inşa edildiği görülecektir. İlkeleri oluşturan siyasal fikir ve ideolojilerin işlevi toplumu yani sosyal grupları bir arada tutacak birleştirici inanç ve değerleri tatmin etmektir. Soğuk savaş sonrası dünya düzeni büyük ölçüde değişmiş, katı olan her şeyin buharlaştığı, çöken feodalite ve yerine gelişen piyasa toplumu ve sanayileşmenin geliştirdiği özgürlük, hoşgörü ve farklılıklara vurgu yapan açık düşünce sisteminin yaygınlaştığı bir dönem başlamış, Süreç mutlak monarşiyi ortadan kaldırıp siyasal olarak anayasal ve demokratik yöntemlerin, aydınlanmacı, fikir ve görüşlerin gelişmesine, bilim, akıl, ilerleme ilkeleri ile temellenmesine, özgür-liberal fikirlerin oluşmasına sebep olmuştur. Süreçle baskıya karşı çıkan siyaset, vatandaşlık haklarını koruyan, yetkinin rekabete seçimle açıldığı, iktidarı sınırlayan anayasal sistemler yani batı tarzı ideolojiler türetmiş, İktisadi ve kültürel hayata nüfuz etmiş batı uygarlığının parçası olmuştur. Bu yaklaşım kişiyi ait olduğu sosyal sınıftan çıkarıp birey yapmış, dini teoriler yerini rasyonel ve bilimsel açıklamalara bırakmış bireyin kişisel ve ayırt edici özellikleri keşfedilmiştir. Özgürlük, eşitlik, tutarlılık bunlara saygı, batıl inançlardan cehaletten kurtuluşu sağlayan akıl, ırk, din, inanç, cinsiyet ayrımcılığının, sosyal imtiyaz ve avantaj olmaması, hakların eşit dağılımı, hukuksal olduğu kadar siyasal eşitlik yani tek kişi, tek oy, tek değer fikirleri, demokrasiye yönelik liberal siyaset temelini oluşturmuş, fırsat eşitliği, her bireyin toplumda yükselişi sırasında eşitlik ve liyakat yöntemi, ahlaki, kültürel ve siyasi farklılığı, hoşgörü, demokratik sürecin gelişim nedenlerini oluşturmuşlardır. Tabiî ki, dünyayı olduğu gibi değil, davranışlarına yol gösteren ve tutumlarını etkileyen siyasal inanç ve değer kümesi ardından bakıp, olması istediği gibi gören insanların yaşamanın nihai amaçları ile ilgili fikir ayrılığına düşmeleri zaruridir, ancak özgür insan özgür toplum karşılıklı hak ve saygıların bulunduğu hoşgörü ortamında doğabileceğine göre hukuk olmayan yerde özgürlüklerde olmayacak siyasal düşünceler çatışıp gelişemeyecektir. Sosyal çıkarları dışa vuran siyasi fikirler, yani soyut nitelikli idealler ve iddialarideolojiler, iyi, kötü, doğru, yanlış, açık, kapalı, özgürleştirici, baskıcı olabilecekleri gibi terside savunulabilecektir. O halde örneğin taktiri yasa koyucuya ait adalet teorisinin bir başkasına göre daha tercih edilebilirliğinin kanıtı yoktur. Farklılıkların bir arada düzenli ve istikrarlı yaşama zorunluluğu, toplumsal sözleşme olgusunu yaratmış ve bunun özgürlüklerden bir kısmının fedası ile birlikte bir hukuk sistemi içinde yer alması konusu egemen devlet korumacılığında bir yöntem altında yaşamı idame etme arzusu ile siyasi otorite varlık kazanmış ve yöneten ve yönetilenlerin hukuku oluşmuştur. Hukukla gelecek sınırlamalarda yönetimin iktidar boyutlarını, yetki ve işlevini belirleyip kullanımını sınırlamak, bireyin haklarını temellendirip sağlamlaştırmaktır. (Örnek 1789 İnsan Hakları Bildirgesi) Yönetsel yetkinin frenlenmesi (anayasal denetim) hukukun üstünlüğü ilkesinin öneminden doğar. Anayasa ile gelen içsel frenin kuvvetler ayrılığı olduğu, yönetimin yasama yürütme ve yargı iktidarı gibi üç bağımsız kurumca kullanılması ve siyasi açıdan tarafsızlığı beraberinde getirmelidir. O halde demokratik hukuk devleti halkın kendini yönetirken özgürlüğünü, kişiliğini geliştiren, hoşgörü ortamında çatışan fikirlerin dengeli gelişmesine, toplumsal istikrara fırsat tanıyan, keyfi yönetimi sınırlayıp denetlemiş, çoğulcu, katılımcı, eşitlik ve adaleti ilke edinmiş bir yönetişim sistemi bir fikir bilim dalıdır. Tarihsel ve sosyal koşullarda ortaya çıkmış bir idealdir. Baskıcı, keyfi, dayatmacı, çıkar çevresinde şekillenen, siyasal fikir ve erk kullanan, sınıfsal düşünceyle oluşan ideolojiyi güçle yaşatan, sivil özgürlük ve bireysel haklara ilgisiz, devlet güveni ve düzeninin etnik ve dini sadakatin öncelik arzettiği, feodal köklerin etkisinde kalmış, fikri sistemlerin gelişmesine, rasyonaliteye kapalı, batıl inanç ve cehalet bağlarından kurtulmayı düşünmemiş, muhafazakarlığın, sosyalistliğin, faşistliğin, anarşistliğin, dini fundementalizmin içinde yaşadığı alanın yönetim tarzının adı POLİS DEVLETİ VEYA KANUN DEVLETİ iken, bireyin özgür, özerk ve onurlu yaşam sürmesi ve bunun için devlet toplum ilişkisinden birey için devlet, toplum için devlet anlayışına kendini terk eden DEVLETİN HUKUKU sistemi her alanda hukuku üstün varsayan HUKUK DEVLETİ nitelemesine dönmüş ve çağımız yönetim sisteminin TEMELİNİ oluşturmuştur. Hukuk devleti kavramında mutlak mutabık kalınmış bir tanım olmasa da bulunması gerekli şekli gerçekler ve bazı temel ilkeler bulunduğu kabul edilmektedir. Modern devletin hukuktan hareketle temellendirilmesi meşruluk ve sınırlarının kaynağını çoğunlukla, bir hatırlatma yapmak gerekirse; Kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, hakim teminat, tabii hakim ilkesi, idarenin kanuniliği, idarenin yargısal denetimi, zararın giderimi, hak ve hürriyetlerin kanunla sınırlanması, eşitlik, iyi niyet, ahde vefa, öngörülebilirlik, ölçülülük, belirlilik, şeffaflık, belgeye ulaşma hakkı, kusurlu sorumluluğu, suçsuzluk karinesi, suç ve cezaların kanuniliği, geçmişe yürümezlik, adil yargılanma, ceza sorumluluğunun şahsiliği, genel müsadere yasağı, cezada kıyas, kanunların genel soyut ve gayri şahsi oluşu, kazanılmış haklara saygı, hakkın kötüye kullanılmaması, kesin hüküm, zamanaşımı, mücbir sebep, özel kuralın genele üstünlüğü gibi ilkeler oluştururlar. Maddi hukuk devleti ise salt pozitif hukuk kurallarının varlığıdır. Temel ilke ve bu kurallar şekli gereklilikler ile devletin keyfi hak ve hürriyetlere karşı tasarruflarını bertaraf etmek üzere düzenlenmesini haklı kılarlar. Hukuk devleti kanunların kendisine uygun olması için hangi niteliklere sahip olması gerektiğini ortaya koyan doktrindir ve anayasa ötesi SİYASİ BİR KAVRAMDIR. Hukuk devleti, insan hakları korunması temel zeminine oturan ve devlet iktidarını bunlar lehine sınırlandırmasını amaçlar. Hukuk devletinde haklar, kullanılmasının karartılmasının önlenmesi için belirlilik içermeli öngörülebilir olmalı, insan haklarını tanıyan, vatandaşlar için hukuki güvenlik sağlayan, evrensel kanunilik ötesine geçmiş meşruluk taşıyan ilkeler içermelidir. Ortaya çıkacak düzensizliklerde kamu düzeni, kamu güvenliği, suçluluğun önlenmesi, gibi nedenler ile hürriyet ile otorite arasında denge kuran vasıfları bünyesinde bulundurup, ilişkiler adil, dengeli ölçülü olmalı, ölçülülükte sınır orantılılık unsurları ekseninde sınırlanabilmelidir. Hukuk devletinin en ideal gerçekleşeceği ortamda bu koşullarda demokratik, çoğulcu, katılımcı, sınıf üstünlüğü tanımayan, sosyal çıkarcılıktan uzak demokratik sistemlerdir. Demokrasiye anayasal ve liberal bir kimlik eklendiğinde ise çatışmalar azalacak ve hukuk devleti demokrasinin vazgeçilmezi haline gelecek çünkü sınırsız demokrasi yerini temel haklarla sınırlı demokrasi anlayışına bırakacaktır. Aynı zamanda Hukuk devleti ile demokratik devletin sentezi olan anayasal devlet, temel hak ve hürriyetleri garanti eden ancak devlet iktidarının kapsamını ve kullanımını anayasacılık tekniği ile daraltan devlettir. Resmi ideolojiye uygun düşmeyen düşünceleri gayri meşru sayan, bireyi toplum ve devlet karşısında ikinci planda tutan, siyaseti dost düşman karşıtlığına dayanan etkinlik sayan, gerektiğinde bu görüştekileri cezalandırma hakkını kendinde gören ve bunun için anayasanın dışına çıkan militan demokrasi anlayışı ise hukuk devleti ilkesi ile bağdaştırılmamaktadır. Anayasal gözle bakıldığında hukuk devleti çağdaş yaşamın nirengi noktasıdır. Yokluğunda devletin sınırlandırılması, hukuk devletinin gerçekleşmesi, temel hakların korunması gibi anayasacılığın temel unsurlarından biri yok olur ve hukuk devleti yok ise anayasal demokraside olmayacaktır. Bu manada, hukuk devletinin neye karşı olduğu çoğunlukla bilinse de, ne için olduğu konusunda bir uzlaşı bulunmamaktadır. Tabi ki buda kavramın tanımlayıcı ve yönlendirici yani, olan ve olması gerekenleri içeriyor olmasından kaynaklanmaktadır. Olması gereken standartlardaki anlayış farklılıkları bu alanda güçlü uyuşmazlıkları beraberinde getirmektedir. Hukuk devletinin maddi (içeriksel) mi yoksa usulü (prosedüral) mü olması gerektiği ya da adaletten ziyade öngörülebilirlik mi olduğu konusunda açıklık yoktur ve bu manada hukuk devleti devletten yana bireye karşı gözükmekte, (adil bulunmayan yasaya uyma zorunluluğu gibi) anayasal hakların korunması açısından ise anayasa hukukunu harekete geçirdiği ölçüde bireyin yanında devlete karşı durmaktadır. Her türlü anlayışta tüm öngörülebilir standart ve ölçülere rağmen hukuk devletinin içinde yaşadığı meşru demokratik alanda örneğin; pozitif ayrımcılık, kadın erkek eşitliği, cinsiyet ayrımı, din devlet ilişkilerinde getirilen düzenlemelerin hukuk devleti tanımı içinde kalacağı bir mutabakatın halen çok zor olduğu bir gerçektir. Burada, “hukuk devleti” ilkesinin genelde, olağan ve kabul edilebilecek olan konu ile ilgili herkesin farklı amaçlar için makul bir uyumluluk içinde olduğunun belirlenmesi ötesinde bir şey olmadığını ve tüm değerlendirmelerimizi buna göre yapmak gereğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bir yetkinin o yetkiye meşruluk kazandıran amaçlar dikkate alınmaksızın ya da amaçlara hizmet etmeyecek şekilde kullanılması keyfilik olarak tanımlanabilir. Toplumsal yaşam tasarımının meşruluk kaynağında hukuk bulunduğu sürece siyasal iktidar politik özelik taşıyan takdir hakkı yerine hukuki meşruluğa göre yönetimini icra etmesi gerekecek, ortaya koyduğu politikanın meşruluk sınırlarının ölçütü ise hukuk devleti ilkeleri olacaktır. Ancak hukukun demokratik toplumlardaki insan ilişkilerinin tümüne sirayet etme eğilimi ile ulaştığı genişlik, hukuk devletinin sınırlarını tartışılır hale getirmekte, Hukuk devleti yakın geçmişten itibaren hak temelli bir yaklaşım biçimi olarak ifade edilmeye çalışılmaktadır. Hukukla iktidar arası ilişkinin doğasında artık günümüzde küresel sermaye, devlet ve hükümet dışı iktidar odakları vardır ve bunlarda bilinen klasik hukuk devleti içeriğinde sapmalar ve değişimler yaratmış, hukuk devleti algısı Avrupa birliği dinamikleri, çok uluslu kurum ve kuruluşlar da gözetildiğinde eksen değiştirmiştir ya da değiştirmektedirler. Yürütmenin keyfi iktidarını sınırlandıran ulus devlet düzleminde sınırlı özgürlük alanında oturan hukuk devleti, 1990 sonrasında sonuçları ortaya çıkmaya başlayan küreselleşme ile dinamik değişim geçirmektedir. Ulus devlet modelindeki tutarlı kuvvetler ayrılığı ilişkisi, ulusalın alanına küreselin katılımı ile tutarlılığını yitirmektedir. Dünya Bankası ve gümrük tarifeleri genel anlaşması gibi iki taraflı 1700 ü aşan yatırım anlaşmaları ulus üstü olup yansıdığı ülkelerde hukuk güvenliği ilkesini zayıflatmış egemenlik, kuvvetler ayrılığındaki denge ülke dışı üstünlüklere ve kaygılara yerine terk etmeye başlamıştır. Bugün hukuk devleti adına sosyal sigorta, yargılama ve cezaların infazı gibi bizce kaçınılmaz kamusal alanları özelleştirme kapsamına alan batılı ülkeler vardır. Ülkeler kapital ağırlıklı dünya piyasasına eklemlenmiş olduğu sürece gelişmekte olan hukuk sistemi anlayışından geri durmak, gelişimi kabul etmemek ve benim doğrum, benim hukukum en iyisidir demek yaşanılan gerçekler karşısında hukuk devleti ilkesini tanımını daha da zorlaştırmaktadır. Milli irade, ulus aşımı zorunluluk hallerinde hukuk devleti ilkelerinden birilerine göre taviz vermekte birilerine göre de değişime, realizme ayak uydurmaktadır. Hukuk devleti ilkesinin çağdaş, demokratik, kolektif gelişime ayak uydurmadığı sürece kişiye ve sisteme en iyi hukuku yaratacağı savunulan bir ütopya olarak kalacağını söylemek yaşanılan konjonktürel gelişmeler karşısında yanlış olmayacaktır. Süreçte Anayasa Mahkemesi’ni Hukuk Devletine Bakışına gelince: Mahkemenin 61 ve 82 Anayasası dönemlerine ilişkin çok sayıda kararı incelendiğinde, örneğin, sıkıyönetim mahkemelerinin kuruluşunun ihlal ettiği tabii hakim ilkesi, sırf programı yüzünden kapatılan siyasi partiler, ifade hürriyetinin önünde engel olan TCK 141, 142, 163 maddelerine ilişkin kararları ve 27 Mayıs askeri yönetim ve kurumlarının ima yoluyla eleştirilmesini men eden kanuni düzenlemelerde anayasal demokrasi zemininden kaymış hukuk devleti ilkeleri göz ardı edilebilmiş hatta hukuk devletini zedelemediği anayasaya uygun bulunduğu kararlarının verilebildiği görülmüştür. AYM kararlarında genelde hukuk devleti gerekleri ilkeler şeklinde sayılmış, her tanımın başında insan haklarına saygılı adaletli hukuk düzeni kurmak mükellefiyetindeki devletin varlığına işaret edilmiştir. Ölçü norm olarak kullanılmış ilkelerden herhangi birine aykırılık hali hukuk devletine aykırılık olarak görülmüş, anayasa dışında yer alan bazı ölçü normlarında varlığı bazen kabul edilip farklı bir denetim kapsamı yaratılmıştır. Mahkeme bazen hukuk devleti tanımında anayasanın ve yasa koyucunun da bozamayacağı yasa üstü temel HUKUK İLKELERİNİN varlığına işaret etmiş ise de bu değişmezlik nedenleri ve kuralların neler olduğu hakkında açıklayıcı bilgiler vermemiş, destek aldığı ölçü norm genel hukuk ilkelerine atıfta bulunmuştur. Genelde insan haklarına saygılı, temel hakları koruyan, geliştiren, sürdüren adaletli hukuk düzenine sahip, eylem ve işlemlerde yargısal denetime açık, devlet organlarında hukukun egemen olduğu devlet hukuk devleti olarak nitelenmiş, toplumsal barış ve ulusal dayanışmanın amaçlanmadığı, anayasal öncelik ve bağlayıcılığın tanınmadığı, evrensel hukuk kurallarına uzak duran adil olmayan çağdaşlıktan uzak kuralların hukuk devleti ilkesini barındırmayacağı belirtilmiş, yine mahkemenin birçok kararında temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması konusunda toplumsal yarar kişisel yarar dengelemesi ekseni gözetilmiş, toplumsal yarar dikkate alınmadan kişi yararlı düzenlemeler adaletli hukuk düzeni kavramına aykırı ve ölçüsüz bulunabilmiştir. Sonuç olarak: Yukarıdaki tüm anlatımlar Hukuk devleti ilkesinin neticede bireyin insanca yaşamasına odaklı hak ve hukuk olarak ve de yönetenlerce karşı geliştirilecek sistemleri özgürlük ve denetim ekseninde sınırlayan, keyfiliği önlemeye yönelik, demokratik yaşam alanı yaratma amaçlı, katılımcı, siyasal fikir ve akımların yaşama imkanı bulduğu, sınıf üstünlüğü tanımayan, eşitlik ilkesi temelli, dinamik değişimlere, aydınlanmacı fikir ve bilim alanlarına açık, çatışan fikirler arasında uyum ve denge gözeten öğeler kapsamında bir alanı tanımladığını söylemek mümkündür. Bu açıklamalar karşısında yeniden anayasal değişikliklerin denetlenmesine ilişkin şekil şartlarının yorumlanması biçimine döndüğümüzde, Anayasa’nın 148. maddesinin anayasa değişikliklerinin denetlenmesinin sadece şekil bakımından olduğu bunun ise, teklif, oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartlarına uygunlukla sınırlı olduğu, 2949 sayılı Yasa’nın 21. maddesinin birinci fıkrasında da aynı hükmün tekrar edildiği görülmektedir. Anayasa değiştirme yetkisinin 175. maddesinde öngörülen yöntem ve asli kurucu iktidarın belirlediği temel tercih alanı ve sınırını belirleyen teklif edilebilirlik yetki kapsamında olacağı açıktır. Siyasal düzenin belirlendiği alanı işaret eden ilk üç maddenin, diğer anayasa maddeleri gibi Anayasa’nın 148. maddesinin öngördüğü ancak tüketilerek sayılan şartlara uygunluk yönünden denetimle sınırlı olduğu fikri Anayasa’nın 4. maddesinde belirtilen değiştirilmezliği teklif edilmezlik alanı ile sınırlandırılmıştır. Getirilen düzenlemede kendisine yaslanılan aykırılık iddiasına esas hukuk devleti ilkesinin yukarıda anlatılan içerikte aldığı tanım ve kapsamı karşısında, Öncelikle, davacının iddiasına dayanak yaptığı hukuk devleti ilkesinin normatif düzende şekillendirilmesinin tali kurucu iktidarın siyasal taktir alanı içinde olduğuna, dava’da iptali istenen kurallar yönünden Anayasal değişikliklere ilişkin düzenlemenin; -Temel hukuk devleti ilke ya da düzenini açıkça ihlal eden veya yok sayan, -Temel hak ve hürriyetlerin korunmasına sessiz kalmış, -İnsan onurunu rencide eden hukuksuz bir kaynağı referans alan, -Eşitsizlik yaratmaya yönelik, -Asgari demokrasi tanımı kapsamı dışında denetimsiz bir alan yaratma amaçlı ya da hukuksuzluk odaklı bir düzenleme olduğu, Hukuk devleti ilkesinden yukarıdaki anlatımlar ışığında uzaklaşıldığı veya değiştirilmesi teklif edilmezlik alanı içine taşıldığı böylece ANAYASANIN TEMEL ALDIĞI KORUNAN SİYASAL TERCİH ALANINA VE İLKELERİNE İLK BAKIŞTA GÖRÜLEBİLİR AÇIK BİR AYKIRILIK YADA TELAFİSİ İMKANSIZ BİR ZARAR GETİRDİĞİ, kanaatine ulaşılamaması ve de siyasi iktidarın kullandığı taktir hakkının yerindelik denetiminin de mahkememizin denetleme görev alanı kapsamı içinde kalmadığı, yapılan anayasal değişikliklerde sekil denetiminin verdiği ölçülerden teklif ve oylama çoğunluklarının bulunup ivedilikle görüşülmeyeceği şartlarına aykırı bir durumun da fiilen tespit edilememesi karşısında denetlemenin şekil yönünden bir aykırılık taşımadığı sonucuna varılmış ve bu gerekçelerle şekil denetimi dışında 5982 sayılı Kanun’un iptali istemine gelinen maddelerinin teklif yasağı kapsamında incelenmesinde mahkemenin yetkili olduğu sonucuna varılan oylamada karşı oy kullanılmıştır. Ancak ön sorun olarak görüşülen bu hususta mahkeme çoğunluğunun kararı esas alınıp konu denetimine katılınmıştır. Üye Serruh KALELİ KARŞIOY GEREKÇESİ Asli kurucu iktidarın yarattığı Anayasa temel düzen normu haline geldiği andan itibaren tüm anayasal kurum ve kuruluşların meşruiyetlerinin dayanağı haline gelir. Dolayısıyla yasama, yürütme, yargı organları ile bunların alt birimlerinin asli kurucu iktidarın yarattığı “hukuksal otorite” sınırları içinde hareket etmeleri işlem ve eylemlerinin hukuksal geçerlilik kazanabilmesinin önkoşuludur. Bu durum Anayasa’nın 6. maddesinde yer alan “hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” denilmek suretiyle hiçbir istisna tanınmaksızın kabul edilmiştir. Anayasa’nın değiştirilmesine ilişkin tekliflerin kanunlaşma süreci Anayasa’nın 175. maddesinde düzenlenmiştir. Bu kapsamda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne tanınan bu yetkinin her şeyden önce asli kurucu iktidar tarafından kullanılmasına izin verilen bir yetki olması gerekir. Anayasa’nın 4. maddesinde, “Anayasa’nın 1. maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirmesi teklif edilemez.” denilmek suretiyle, 175. maddede belirlenen yetkinin sınırları çizilmiştir. Buna göre Anayasa’nın yetki normu olan 175. maddesi, bu yetkinin sınırını çizen 4. maddesi ve bu sınırların dışına taşan yetki kullanımının hukuksal müeyyidesini belirleyen 148. maddesinin birlikte değerlendirilmesi zorunludur. Anayasa’nın 148. maddesindeki, Anayasa değişikliklerinde şekil denetiminin “teklif… şartına uyulup uyulmadığı” hususlarıyla sınırlı olduğunu belirten hüküm yukarıdaki açıklamalar karşısında “geçerli teklif” koşulunun bulunup bulunmadığına yönelik olarak yapılacak denetimi de içermektedir. Yürürlükteki Anayasa’nın öngördüğü düzen, anayasal normlar bütünü ve bu bütünü somutlaştıran ilk üç maddede ortaya çıkan bir anayasal düzendir. Kurucu iktidarın siyasal düzene ilişkin temel tercihi Anayasa’nın ilk üç maddesinde, bunun somut yansımaları ise diğer maddelerde ortaya çıkmaktadır. 4. madde ise ilk üç maddenin güvencesi olması itibariyle doğal olarak değiştirilemezlik özelliğine sahiptir. Netice olarak, Anayasa’nın 4. maddesi dahil olmak üzere ilk üç maddesinde değişiklik öngören veya Anayasa’nın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak aynı sonucu doğuran herhangi bir yasama tasarrufunun hukuksal geçerlilik kazanması mümkün olmadığından, bu doğrultudaki tekliflerin sayısal yönden Anayasa’ya uygun olması tasarrufun geçersizliğine engel oluşturmayacaktır. Bu açıklamalar karşısında; 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 16. maddesi ile Anayasa Mahkemesi, 22. maddesi ile Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu hakkında yapılan anayasa değişikliklerinin Anayasa’nın 4. maddesine göre “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” olup olmadığının 148. madde uyarınca “teklif” edilebilir olma açısından incelenmesi gerekmiştir. Anayasa’nın 4. maddesinde koruma altına alınan ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer alan “Hukuk Devleti” ilkesi Anayasa Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere; “insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan ve adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekte kendisini yükümlü sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlet” şeklinde tanımlanmaktadır. Hukuk devleti, kısaca hukukla sınırlanmış devlet anlamına gelmekte, hukuk; devletin hem temelini ve meşruluk kaynağını, hem de sınırını oluşturmaktadır. Böylece devlet organlarının her türlü faaliyetlerinin hukuk normlarına uygunluğunun sağlanması, devletin her türlü keyfiliğinin önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Bu anlamda hukuk devletinin gerçekleştirilmesinde iki temel gereklilik önemlidir. Birincisi hukukun ve özellikle de Anayasa’nın üstünlüğü ile adaletin ve güvenliğin güvencesini zorunlu kılan bireylerin hak ve özgürlüklerinin sağlanması, ikincisi ise egemenliğin Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanılmasıdır. Bu husus, Anayasa’nın 6. maddesinde “hiçbir kimse ve organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz” hükmü ile açık bir şekilde ifade edilmiştir. Anayasa’nın başlangıç bölümünün 4. paragrafında ise; “kuvvetler ayrımının devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmediği, üstünlüğün ancak Anayasa ve Kanunlarda bulunduğu” belirtilmektedir. “Kuvvetler ayrılığı”; devlet iktidarının farklı organlar arasında paylaştırılması suretiyle iktidarın kötüye kullanılmasını engelleyen ve yasama, yürütme ve yargı arasında bir kontrol ve denge sistemidir. Yasama ve yürütme organları arasındaki ilişkilerin niteliği uygulamada değişik derece ve şekillerde gerçekleşmekte ve buna göre çeşitli hükümet şekilleri ortaya çıkmaktadır. Ancak, yargı kuvvetinin her halde yürütme ve yasama organı karşısında tam bağımsızlığının sağlanması yargının adaletin ilk ve temel güvencesidir. Bu nedenle yargının bağımsızlığına ilişkin kurallar hukuk devleti açısından yaşamsal önem taşımaktadır. “Yargı bağımsızlığı” ile yargının kendisine verilen görevleri yerine getirirken her türlü müdahale ve yönlendirmeden masun kılınması sağlanmaktadır. Böylece anayasal demokratik hukuk devleti anlayışı gerçekleştirebilir. Yargıçlar hangi yönden gelirse gelsin her türlü dış etki ve baskıya karşı korunmadıkları müddetçe adalet hizmetlerini hukuka uygun bir şekilde yerine getirebilmeleri mümkün değildir. Bu nedenledir ki, yargı bağımsızlığının sağlanabilmesi “yargıç güvencesi” ile mümkündür. Bu durum, yargı bağımsızlığının hukuk devleti açısından önemini açıkça ortaya koymaktadır. Buna göre eğer yürütme ve yasama işlemlerinin hukuka uygunluğunu denetleyecek olan yargı, yürütme ve yasama organları karşısında tam bir bağımsızlığa sahip değil ise yargı denetiminden beklenen yarar sağlanamaz. Netice olarak yargı bağımsızlığının güvence altına alınmamış olduğu sistemlerde demokratik hukuk devletinden söz etmeye imkan yoktur. Anayasa’nın 9. maddesinde; “Yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı”, 138. maddesinde “mahkemelerin bağımsızlığı”, 139. maddesinde “hakimlik ve savcılık teminatı” düzenlenmek suretiyle hukuk devleti olmanın temel öğelerinden olan yargı bağımsızlığı ve hakim teminatı sağlanmıştır. Bu açıklamalar ışığında; 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un; 1) Anayasa’nın 146. maddesini değiştiren 16. maddesinin incelenmesi; Anayasa yargısının temeli Anayasa’nın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkelerine dayanır. 1961 ve 1982 Anayasaları sisteminde Anayasa Mahkemesi şüphesiz yargı organının bir parçası olmak ve bir yüksek mahkeme niteliği taşımakla beraber, fonksiyonunun mahiyeti ona yargı organı içinde özel ve öncelikli bir yer vermiştir. Anayasa Mahkemesi kanunların Anayasa’ya uygunluk denetimi yanında, siyasi partilerin mali denetimi ve kapatılmaları istemiyle açılan davalarda parti tüzük ve programları ile eylemlerinin Anayasa’ya uygunluk denetimini yapmakta olup, ayrıca Yüce Divan sıfatı ile yargılama yapma işlevleri vardır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin oluşumu yani Mahkeme üyelerinin belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Karşılaştırmalı hukuka baktığımızda, anayasa yargılaması yapan yargı organının bağımsız ve tarafsızlığının sağlanması ve korunması amacıyla üye seçimlerinde her ülkenin kendi tarihi, siyasal koşulları ve gelişimlerine göre değişik yöntemler uygulandığı görülmektedir. Yapılan düzenleme ile Anayasa Mahkemesi üye sayısı onyediye çıkarılmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulu’nun her boş yer için gösterdiği üçer aday içinden, bir üyeyi ise Baro Başkanlarının avukatlar arasından gösterecekleri üç aday içinden yapacağı gizli oylama ile seçeceği bu seçimde ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki, ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğunun aranacağı, salt çoğunluk sağlanamazsa “en çok oy alan iki aday arasından en fazla oy alan aday” seçilmiş olacağı belirtilmektedir. Görüldüğü gibi bu düzenleme ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde uzlaşma gerektirecek nitelikte bir karar yeter sayısı seçim sonuçlanıncaya kadar aranmaması suretiyle yasama organında çoğunluğun seçeceği bir adayın seçilmesi söz konusu olacaktır. Bu durum ise parlamentoda çoğunluğa sahip siyasi partinin, Anayasa Mahkemesi’ne üye seçmesi anlamını taşıyacaktır. Belirtilen nitelikteki bir seçim sonucunda seçilecek kişi ile ilgili toplumda oluşacak algı da, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı bakımından tereddütler doğmasına yol açacak ve bu yönüyle hukuk devletine aykırı olacaktır. Diğer taraftan Sayıştay ve Baro tarafından gösterilecek adayların belirlenmesindeki seçim usulü bu kurumların iradesini yansıtmayan şekilde “bir aday için oy kullanma” şeklinde düzenlenmiştir. Bu demokratik ve adil olmayan bir seçim usulüdür. Netice olarak gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki seçim sistemi, gerekse aday seçimindeki seçim usulü; Anayasa Mahkemesi’nin oluşumunda mahkemenin bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedeleyecek niteliktedir. Cumhurbaşkanı üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askeri Yargıtay, bir üyeyi Askeri Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca boş yer için gösterecekleri üçer aday arasından; en az ikisi hukukçu olmak üzere, üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden, dört üyeyi de üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hakim ve savcılar ile en az 5 yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçeceği belirtilmektedir. Buna göre, Cumhurbaşkanı dört üyeyi doğrudan, on üyeyi ise yargı organları ve Yükseköğretim Kurulu’nun göstereceği adaylar arasından seçmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin Yüce Divan olarak yargılama fonksiyonunun bulunduğu da göz önünde tutulduğunda, mahkemenin oluşumunda üye sayısının onyedi olarak artırılmasına karşın, yargı organlarına ayrılan üye kontenjan sayısının düşürülmesi, Mahkemenin yaptığı görevin niteliği itibariyle hukuka uygun ve demokratik değildir. Diğer taraftan, kurumlarca aday seçiminde bir üye “ancak bir aday için oy kullanır” şeklindeki düzenleme ile demokratik ve eşitliği sağlamayan bir seçim sistemi ile adaylar belirlenmektedir. Bunun sonucu Anayasa Mahkemesi üyeliği seçiminde aday gösterecek kurumların çoğunluk iradesini yansıtmayan şekilde demokratik olmayan bir sonuca ulaşılabilecektir. Bu durumda, yasama faaliyetinin denetimi, siyasi partilerin mali denetimi ve kapatılmaları istemiyle açılan davalarda parti tüzük ve programları ile eylemlerinin Anayasa’ya uygunluk denetimi ve Yüce Divan görevleri bulunan Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin basit çoğunluk ile seçeceği üç üye, Cumhurbaşkanı’nın dördü doğrudan, onu dolaylı şekilde ve demokratik olmayan usullerle seçilen adaylar arasından seçeceği üyeler ile oluşturulması, Mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığını zedeleyecektir. Netice olarak 5982 sayılı Yasa’nın 16. maddesi ile Anayasa’nın 146. maddesinde yapılan değişiklik, Anayasa Mahkemesi’nin bağımsızlığı ve tarafsızlığını olumsuz etkilenmesine yol açacak şekilde sayısal zemin hazırladığı, bu haliyle kuvvetler ayrılığı ve demokratik hukuk devleti ilkesini zedelediği ve Anayasa’nın 4. maddesinde belirtilen değiştirme yasağı kapsamında olduğu açıktır. 2) Anayasanın 159. maddesini değiştiren 22. maddesinin incelenmesi; Yapılan değişiklikle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yirmiiki asil ve oniki yedek üyeden oluşan, üç daire halinde çalışan bir yapı ortaya konulmuştur. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu hakim ve savcıların atama, yer değiştirme, yükseltilme, denetim ve disiplin gibi özlük işlerini yürüten bir kuruldur. Bu nedenle bu yetkileri kullanacak kurulda yürütme organına yer verilmesi halinde hakimlik teminatının değer ve etkinliğini büyük ölçüde yitireceği kuşkusuzdur. Avrupa Birliği uzmanlarınca düzenlenen ilerleme raporları, istişari ziyaret raporları, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin kararları, Avrupa Yargıçları Konseyi’nin görüş ve önerilerinde ve ulusal düzeyde ilgili kurum ve kuruluşların raporlarında hakimler ve savcıların kariyer ve seçimleri konusunda karar veren kurulun hükümet ve idareden bağımsız olması, kurul üyelerinin yargıçlardan oluşması ve kendi emsalleri olan yargı tarafından seçilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yapılan düzenleme ile Kurul’un Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı müsteşarı kurulun tabi üyesidir. Kurul’un yönetim ve temsili Kurul Başkanı sıfatıyla Adalet Bakanı tarafından yapılacağından Kurul çalışmalarının Adalet Bakanı tarafından yönlendirilmesi ve bu durumun kurul çalışmalarını etkileyeceği tabii bulunmaktadır. Diğer taraftan yapılan değişiklikle hakimler ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturma işlemleri ilgili dairenin teklifi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı’nın oluru ile kurul müfettişlerine yaptırılacağı belirtilmekte olup, buna göre hakim ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturma ancak Bakan’ın oluru ile yapılabilecektir. Öte yandan Kurul’a bağlı olarak kurulan genel sekreterliğe atamanın Kurul’un belirlediği adaylar arasından Kurul Başkanı sıfatıyla Adalet Bakanı tarafından yapılacağı belirtilmektedir. Netice olarak, Adalet Bakanı ve Bakanlık müsteşarının Kurul’a katılması ve Kurul Başkanı sıfatıyla Adalet Bakanı’na verilen yetkiler yargının yürütmeye bağımlı kılınmasına neden olacağından, hukuk devleti olmanın ön koşullarından biri olan yargı bağımsızlığını zedelediği açıktır. Yapılan değişiklikle kurulun üye sayısı artırılarak kurul, yirmiiki asıl ve oniki yedek üyeden oluşmaktadır. Buna göre Kurul’un dört asil üyesinin nitelikleri kanunda belirtilen Yükseköğretim Kurumları’nın hukuk iktisat ve siyasal bilgiler dallarında görev yapan öğretim üyeleri üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçileceği belirtilmektedir. Böylece Cumhurbaşkanı’na Kurul’a doğrudan meslekten (hakim ve savcı) olmayan kişileri seçme yetkisi tanınmaktadır. Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu adından da anlaşıldığı gibi hakim ve savcıların özlük işleri konusunda karar veren bir mesleki kurul olması itibariyle meslekten olmayan kişilerin kurula üye olması halinde bu kişilerin kurula nasıl bir katkı sağlayacakları anlaşılamadığı gibi bu kişileri bilgilendirmek amacıyla yapılan yönlendirmeler de düşünüldüğünde, bu düzenlemenin yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını etkileyeceği tabiidir Cumhurbaşkanınca üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıfa ayrılmış adli hakim ve savcılar arasından adli yargı hakim ve savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıfa ayrılmış idari yargı hakim ve savcıları arasından idari yargı hakim ve savcılarınca seçileceği belirtilmektedir. Düzenleme ile Kurul’un üye sayısı artırıldığı halde yapılandırılmasında Yargıtay ve Danıştay’a ayrılan üye kontenjanının orantısal olarak düşürülmesi kurulun yaptığı görevin niteliği itibariyle hukuka uygun ve demokratik değildir. Cumhurbaşkanı tarafından seçilmek üzere kurumlardan gönderilen adayların bu kurumlar tarafından seçiminde “ancak bir aday için oy kullanılır” şeklindeki düzenleme; aday seçimlerinde kurumların çoğunluk iradesini yansıtmayan şekilde, demokratik olmayan sonuçlar doğurabilecektir. Adil olmayan bir seçim sisteminin hukuk devleti ile bağdaştırılması mümkün değildir. Öte yandan bir asıl ve bir yedek üyenin Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından seçilmesi, Adalet Akademisinin Adalet Bakanlığı’na bağlı özerk olmayan bir kurum olduğu ve meslekten olmayan kişilerin de seçilebilmesine yol açabileceği gözetildiğinde, yargı bağımsızlığına dolayısıyla kuvvetler ayrılığı ve hukuk devletine aykırıdır. Bu durumda 5982 sayılı Yasa’nın 22. maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 159. maddesinde yapılan değişiklik yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını etkileyecek şekilde Adalet Bakanı’nın Kurul başkanı, Bakanlık Müsteşarının kurulun tabii üyesi olarak katıldığı ve kurul üyelerinin sayısının artırılması suretiyle sayısal zemin hazırladığı bu haliyle kuvvetler ayrılığı ve demokratik hukuk devleti ilkesini zedelediği ve Anayasa’nın 4. maddesinde belirtilen değiştirme yasağı kapsamında olduğu açıktır. Diğer taraftan; yukarıda belirtilen gerekçelerle Anayasa Mahkemesi’nin oluşumuna ilişkin geçiş sürecini düzenleyen geçici madde 18’in üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin son tümcelerinin iptal edilen ibareler dışında kalan bölümleri ile aynı fıkranın (ç) bendi, aynı maddenin dördüncü fıkrasının; Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun oluşumuna ilişkin geçiş sürecini düzenleyen geçici madde 19’un birinci fıkrasının (a) bendinin birinci tümcesinin iptal edilen ibareler ve ikinci tümcesi dışında kalan bölümü ile (b), (c) ve (ç) bentlerinin son tümcesinde iptal edilen ibareler dışında kalan bölümlerinin de kuvvetler ayrılığı ve demokratik hukuk devleti ilkesini zedelediğinden Anayasa’nın 4. maddesinde belirtilen değiştirme yasağı kapsamındadır. Netice olarak 5982 sayılı Yasa’nın 16.ve 22.maddeleri ile Anayasa’nın 148. ve 159.maddelerinde yapılan değişiklikle Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurul’unun yeniden oluşturulmasında yasama ve yürütmenin etkisine açık hale getirilmek suretiyle yargı bağımsızlığının zedelendiği açık olup, Anayasanın 2. maddesinde yer alan Cumhuriyetin nitelikleri arasında gönderme yaptığı başlangıç kısmında belirtilen kuvvetler ayrılığı ve demokratik hukuk devleti ilkelerine aykırıdır. Yargı bağımsızlığının olmadığı yerde demokratik hukuk devletinden söz edilemez. Bu nedenle, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un; 1- 16. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 146. maddesinin birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarının, 2- 22. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 159. maddesinin ikinci, üçüncü, beşinci, yedinci, dokuzuncu, onbirinci fıkralarının; 3- Geçici Madde 18’in üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin son tümcelerinin iptal edilen ibareler dışında kalan bölümleri, aynı fıkranın (ç) bendi ve aynı maddenin dördüncü fıkrasının; 4- Geçici madde 19’un birinci fıkrasının (a) bendinin birinci tümcesinin iptal edilen ibareler ve ikinci tümcesi dışında kalan bölümü ile aynı fıkranın (b), (c) ve (ç) bentlerinin son tümcelerinde iptal edilen ibareler dışında kalan bölümlerinin; Anayasa’nın 2., 4. ve 148. maddeleri gözetilerek değiştirilmezlik ilkesine aykırı olması nedeniyle iptali gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle kısmen iptal yolundaki çoğunluk kararına bu yönlerden katılmıyorum. Üye Zehra Ayla PERKTAŞ MUHALEFET ŞERHİ İlk İnceleme Yönünden; Halkoyuna sunulan anayasa değişikliği kanunlarına ilişkin dava açma süresinin ne zaman başlayacağına ilişkin hukuki düzenlemelere bakıldığında, Anayasanın 148. maddesinin ikinci fıkrasında “kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz” şeklinde, 2949 sayılı kanunun 22. maddesinde ise “anayasa değişiklikleri ile kanunların şekil yönünden Anayasaya aykırılıklar, iddiası ile doğrudan doğruya iptal davası açma hakkı, bunların Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak on gün … sonra düşer” biçiminde düzenlenmiştir. Halkoyuna sunulan anayasa değişikliği kanun ile ilgili olarak Anayasanın 175. maddesinin dördüncü fıkrasında “Meclisçe üye tam sayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen Anayasa değişikliği hakkında kanun cumhurbaşkanı tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmi Gazete’de yayımlanır” hükmü yer almaktadır. Bir kanunun hukuki geçerlilik kazanması ve yürürlüğe girebilmesi için teklif veya (sadece kanunlar için) tasarının mevcut olması, teklif veya tasarının TBMM’nde görüşülmesi ve kabul edilmesi, kabul edilen teklif veya tasarının Cumhurbaşkanınca yayımlanması gerekir. Ancak bu halde metin kanun olarak geçerlilik kazanır ve yürürlüğe girerek vatandaşlar için bağlayıcı hale gelir. Kanunlar aleyhine Anayasa Mahkemesinde dava açabilmek için de bu aşamaların tamamlanmış yani, kanunun Resmi Gazete’de yayımlanmış olması gerekmektedir. Anayasa değişikliklerinde ise yukarda belirtilenlere ilaveten bir aşama da “onay” aşamasıdır. Anayasanın 175. maddesinde öngörülen Anayasayı değiştirme usulüne bakıldığında TBMM’nin beşte üç çoğunlukla yani 330 milletvekilinin oyuyla bir anayasa değişikliğini kabul etmesi mümkündür, ancak böyle bir teklifin Cumhurbaşkanınca yayımlanarak yürürlüğe konulması olasılığı yoktur. Bu kanunun yürürlüğe girebilmesi için mutlaka halkoyuna sunulması ve halkoylamasında geçerli oylarının yarısından bir fazlasının alınması gerekmektedir. Aksi takdirde böyle bir düzenlemenin yürürlüğe girmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, halkoylamasının anayasa değişikliklerinin yasalaşması sürecindeki işlevinin “onay” olduğu görülmektedir. Anayasanın 175. maddesinde bu nitelikteki metinlere “kanun” denilmiş olması halkoylamasından önce bu metinlerin geçerlilik kazandığı anlamına gelmemektedir. Çünkü metin ancak halkoylamasında kabul edildikten sonra geçerlilik kazanmaktadır. Metnin halkoylamasında reddedilmesi halinde kanun iptal edilmiş olmaktadır. Halkoylamasına sunulan kanun hakkında Anayasa Mahkemesine dava açılması da aynı anda bir kanunun hem siyasal hem de yargısal denetimin yapıldığı anlamına gelir ki, böyle bir düşünceyi kabul etmek mümkün değildir. Öte yandan, halkoylamasına sunulan anayasa değişiklikleri üzerinde denetim yapılabilmesi için Anayasa’da açık bir düzenlemenin bulunması ve denetime başvurulması halinde halk oylamasının denetim sonuna bırakılması ve Anayasa Mahkemesine inceleme için kesin bir süre verilmesi gerekir. Anayasada açıkça düzenleme olmadıkça içtihat yoluyla denetim sistemine başvurma mümkün değildir. Bu nedenle bir Anayasa değişikliği kanununun denetlenebilir hale gelmesi için, geçerlilik kazanması ve yürürlüğe girmek üzere yayımlanmış olması zorunludur. TBMM’nde beşte üçten fazla fakat üçte ikiden az (330-366) oyla kabul edilen Anayasa değişikliği kanununun zorunlu olarak halkoylamasına sunulması gerekir. Bu durumdaki anayasa değişikliği kanunlarının Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe konulması mümkün olmadığı gibi TBMM’nin de bunları herhangi bir şekilde yürürlüğe koyma imkânı yoktur. Bu kanunlar ancak halkın olumlu kurucu iradesi ile geçerlilik kazanır ve bundan sonra yürürlüğe konulabilir. Dolayısıyla halkın iradesi bu tür yasaların tekâmülü açısından kurucu bir unsurdur. Sadece yürürlüğe giriş şartı değildir. Bu nedenle halkoylamasından önce bu kanunların denetlenmesi mümkün değildir. Anayasanın 148.maddesinde dava açma süresinin başlangıcı olarak belirlenen Resmi Gazete’de yayımlama koşulu, Anayasa değişikliği kanunlarının halkoyuna sunulması amacıyla yayımını değil, halkoylamasında kabul oyu çıkması halinde, kabul edilen metnin yürürlüğe girmesi amacıyla sonuçların yayımıdır. Dava açma süresi bu yayın tarihinden itibaren başlamaktadır. Çünkü bu durumda metnin geçerlilik kazanıp kazanmadığı ancak halkoylaması sonuçlarına bakılarak anlaşılabilir. Halkoylaması sonucuna ilişkin kararın yayım tarihi, Anayasanın 148. maddesine göre dava açma süresinin başlangıcını teşkil edecektir. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde Anayasanın 148. ve 2949 sayılı yasanın 22. maddelerine göre dava açma süresi henüz başlamadığı düşüncesiyle, başvurunun REDDİNE karar verilmesi gerektiğinden çoğunluğun kararına katılmadım. 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un, 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. maddelerinin Anayasa’nın 4. maddesi kapsamında öngörülen teklif yasağı kapsamında incelenmesinin Anayasa Mahkemesi’nin yetkisinde olup olmadığı bir ön sorun olarak görüşülmüştür. Anayasa’nın 148. maddesine göre “Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler.” Buradan da anlaşılacağı üzere Anayasa değişikliklerinin sadece ve sadece şekil yönünden incelenebileceği gayet net bir şekilde vurgulanmaktadır. Asli kurucu iktidar bununla da yetinmeyerek bu şekil denetimin nasıl yapılacağını da aynı madde içinde göstermiştir. Buna göre “kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır.” Anayasa metninde yer alan “sınırlıdır” ibaresi, bu denetimin başka hususları içermeyeceğinin bir kanıtıdır. Anayasa Mahkemesi 2008 yılına kadar Anayasa değişikliklerini Anayasanın ilgili hükmü çerçevesinde incelemiş ve anayasa değişikliklerinin iptaline ilişkin üç başvuruyu, 148’inci maddede sayılan şekil bozuklukları ile ilişkili olmadıkları gerekçesiyle reddetmiştir. Mahkeme, 2008’e kadar ve Mahkemenin 5.7.2007 tarihli kararında bu husus, açık olarak ifade edilmiştir: “Anayasa’nın 148’inci maddesinde, Anayasa Mahkemesi’nin denetim yetkisi, teklif, oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartlarına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlandırılmıştır. Esas yönünden denetime olanak tanınmadığı gibi, 148. maddede tüketici biçimde sayılan koşulların dışında şekil yönünden denetim yapılması olanaksızdır.” Mahkeme, 2008 yılında Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerindeki değişikliği iptal ettiği kararıyla “şekil” adı altında Anayasa’da yer verilmeyen esastan denetim yapmıştır. Burada Mahkeme, Anayasa’nın 4. maddesinde yer alan ilk üç maddenin değiştirilmesi ya da değiştirilmesinin teklif edilmesinin yasaklanmasından hareketle söz konusu anayasa değişikliklerinin değiştirilemez madde niteliğinde olup, olmadığını incelemiştir. Böylece daha önceki içtihatlarıyla da çelişmiştir. Anayasa’nın önemli bir bölümü 2. Maddede sayılan ilkelerin somutlaştırılmış düzenlemelerini içermektedir. Değiştirilemez olan 2. Maddede yer alan ifadelerdir. Bunların dışındaki maddelerde tali kurucu iktidar usulüne uygun olmak koşuluyla yeni düzenlemeler ve değişiklikler yapabilir. Değiştirilemez ilkeler diğer anayasa maddelerindeki değişiklikleri incelemede kullanılacaksa, katı bir yorumla her türlü anayasa değişikliği değiştirilemez maddelere aykırı olarak değerlendirilebilir. Mahkeme herhangi bir anayasa değişikliğini 4’ncü maddeye gönderme yaparak 1., 2., ve 3’ncü maddelere aykırılık olarak değerlendirilip kolayca iptal edilebilecektir. Bunun toplumsal hayatın dinamizmini yansıtması beklenen anayasayı adeta donduracağı, ona zaman-dışılık ve metafizik bir nitelik kazandıracağı söylenebilir. Burada Anayasa Mahkemesi kurulu iktidarın bir parçası olmaktan çıkıp, kurucu iktidarın alanına girmektedir. Böyle bir durumda “anayasal devlet Anayasa Mahkemesi devleti halini almıştır…Anayasanın üstünlüğü… anayasa yargıcının üstünlüğüne dönüşmüştür.” Anayasa’nın açık hükmüne aykırı yorum yoluna gidilerek olmayan bir yetki ihdas edilemez. Kurulu iktidarın bir unsuru olan Anayasa Mahkemesi, kurucu iktidara ait alana girerek Anayasa’da değişiklik yapma hakkına sahip değildir. Böyle bir durum kuvvetler ayrılığına aykırıdır. Demokratik usullere uyularak Meclis tarafından kabul edilen anayasa değişikliği tekliflerini her defasında, değiştirilemez hükümleri Demokles’in kılıcı gibi kullanarak esastan incelemek, demokrasinin işlerliğine telafisi güç zararlar verecektir. Anayasa’nın değiştirilmez maddelerinden olan 2. Maddesi Cumhuriyet’in temel nitelikleri arasında demokratikliği de saymaktadır. Demokratikliğin olmazsa olmaz koşullarından biri de egemenliğin millete ait olmasıdır. Kurulu iktidarın bir parçası olan Anayasa Mahkemesi’nin kurucu iktidarın Anayasa değişikliklerini esastan denetlemesi onu kurucu iktidarın üstünde bir konuma getirmekte, bu da millet egemenliğinin denetlenmesi gibi bir sonuç doğurmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin “şekil” adı altında esastan inceleme yapması Anayasa’nın 148. maddesindeki sınırlamaları bir bakıma işlevsiz hale getirmektedir. Asli kurucu iktidarın işlevsiz olan bir maddeyi Anayasa’ya dahil etmesi düşünülemeyeceğine göre, anayasal denetimin bu madde kapsamı ile sınırlı tutulması gerekmektedir. Anayasallık denetimi ideolojik bir denetim olmayıp, kaynağını pozitif hukuk normlarından almalıdır. Pozitif hukuksal temellerden uzaklaşılırsa normlar arasındaki olası üstünlük veya öncelik bireysel ideolojik bir değerlendirmeye denk düşebilir. Lâfzî, tarihsel ve amaçsal yorumlar bakımından da Anayasa Mahkemesi’ne esastan denetim yetkisi verilmemesine rağmen Anayasa metninin ötesinde yorum yapılması Mahkeme’nin yetkisini aşması anlamına gelmektedir. Anayasa değişikliklerinin esas bakımından denetiminden söz edilebilmesi için anayasa üstü normların varlığının kabulü veya anayasa normları arasında bir hiyerarşi bulunması ve sadece hiyerarşik kademede daha altta olan normun üstte olan norma uygunluğunun denetimi şeklinde gerçekleşmesi gerekecektir. Anayasa’yı oluşturan normlar arasında bir hiyerarşik üstünlük bulunmamaktadır. Bir normun denetimi ancak kendisine üstün olan başka bir norma uygunluk açısından olabilir. Anayasa değişikliği ile ortaya çıkan norm bir anayasa normu olduğuna göre her ikisi de eşit değerde olan iki normun birbirine uygunluğun denetiminin nasıl olacağı ciddi bir kuramsal sorundur. Anayasa üstü pozitif olmayan bir takım değerlerin var olduğu varsayılsa bile, bunların somutlaştırılması yargıçların değil, egemenliğin sahibi olan halkın ve onun adına kurucu yetki kullanan anayasa yapıcının yetkisindedir. Anayasa üstülük Anayasa’nın üstünde olan ama Anayasa tarafından ifade edilmeyen kurallar bulunduğu ve bu kuralların keşfedilmesinin ve uygulamaya konulmasının yüksek bir yargı organına ait olduğu varsayımına dayanır. Bu ise yargı organının kurucu iktidar yetkisini ele geçirmesi demektir. Anayasamızın değiştirilemez hükümlerinin “normatif açıdan Anayasa’nın diğer hükümlerine göre üstün olduğunu söylemek mümkün değildir”. Anayasa’nın 6. Maddesi’nin 2. fıkrası “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır” demektedir. Aynı maddenin 3. fıkrasında da “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” ibaresi yer almaktadır. Anayasa’nın 153’üncü maddesinin 2.fıkrasına göre de “Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez.” Anayasayı değiştirme iktidarı, üzerinde tartışmaya yer vermeyecek şekilde milli egemenliğin tecelli ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Usulüne uygun olarak TBMM tarafından gerçekleştirilen bir anayasa değişikliğinin çeşitli nedenlerle toplumun bazı kesimlerince eleştirilmesi, yetersiz ve/veya sakıncalı olduğunun iddia edilmesi, tali kurucu iktidarın Anayasa’yı değiştirme yetkisini kullanmasının sakıncalı olduğu anlamına gelmez. Kaldı ki zorunlu olarak halkoyuna sunulacak düzenlemelerin uygun olup olmadığının denetimini egemenliğin esas sahibi olan halk yapacaktır. Hukuk devletinde, kamu organ ve makamları kendilerine açık olarak tanınan yetkiler dışında gerekçesi ne kadar yüce olursa olsun yetki yaratamazlar. Anayasa Mahkemesi varlık sebebini Anayasa’ya borçludur ve hukuki meşruiyeti ona dayanmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin kendisinin Anayasa’ya uymaması, “şekil” kapsamında esas denetimi gibi Anayasa’da olmayan bir yetki yaratarak, bunun kullanılması Mahkeme’nin hukuki meşruiyetinin yanı sıra toplumsal ve siyasi meşruiyetine de darbe vurmaktadır. Bu çerçevede ABD Yüksek Mahkemesi yargıçlarından Frankfurter’in, ABD Yüksek Mahkemesi’nin sahip olduğu “müthiş” yetkinin “azami ihtiyatla” kullanması gerektiği şeklindeki görüşü bize ışık tutmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin sahip olduğu yetkileri ihtiyatla ve özenle kullanması gerekmektedir. Yargısal aktivizm yoluna girilerek, olmayan yetkilerin yaratılmaya çalışılması toplum nezdinde Mahkeme’nin meşruiyetinin sorgulanmasına neden olabilir. Anayasa yargısı ve mahkemeleri yasamanın ve yürütmenin anayasal sınırlar içinde kalmasını sağlamak için kurulmuşlardır. Anayasa yargısının görevlerinden biri kanunların anayasaya uygunluğunu denetlemektir. Kurucu iktidar yetkisi, anayasa yapma ve değiştirme hakkına sahip halk veya onun seçilmiş meşru temsilcilerine aittir. Anayasa Mahkemesi’nin Meclis’in gerçekleştirdiği anayasa değişikliklerini “şekil” adı altında esastan denetlemesi kurucu iktidarın Mahkeme’ye geçmesi sonucunu doğuracaktır. Bu sistemin adı çoğulcu demokrasi değil, jüristokrasi yani yargıçlar hükümeti olacaktır. Tali kurucu iktidarın anayasa değişikliklerini mümkün olduğunca toplumun tüm kesimlerini kapsayıcı ve bunların katılımını kolaylaştırıcı şekilde gerçekleştirilmesi arzulanan bir durumdur. Son yıllarda dünyadaki anayasa yapımı ve değiştirilmesi süreçlerine bakıldığında böyle bir eğilimin yaygınlaştığı da görülmektedir. Bu eğilimi, modern demokrasilerin karşı karşıya olduğu meşruiyet krizini aşma yönünde önemli bir adım olarak görmek mümkündür. Bilindiği üzere ünlü Alman düşünürü ve siyaset kuramcısı Habermas meşruiyet krizinin demokrasilerin kendilerini sadece hukukun üstünlüğü ilkesiyle sınırlamalarından kaynaklandığını iddia etmişti. O’na göre “demokratik yönetim bürokratik modern devletin yalnıza hukukun üstünlüğü ilkesi yoluyla denetlenmesi anlamına gelmemelidir. Aynı zamanda alttan denetimi sağlayan ve karar alma süreçlerine katılımı gerçekleştirecek kamusal iletişim mekânın varlığı da devlet-toplum arasında kurulacak demokratik yönetim için gereklidir.” Anayasal denetim devlet ile toplum arasında oluşturulacak demokratik yönetime katkı sağlamalıdır. Sonuç olarak Anayasa’nın koruyucusu ve onu zamanın gereklerine göre değişimini sağlayıcı esas güç halkın kendisidir. Yukarıdaki açıklamalar ışığında, 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un, 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. maddelerinin Anayasa’nın 4. maddesi kapsamında öngörülen teklif yasağı kapsamında incelenmesinin Anayasa Mahkemesi’nin yetkisinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Bu nedenle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Üye Engin YILDIRIM MUHALEFET ŞERHİ 1. İLK İNCELEME YÖNÜNDEN Anayasanın 148. maddesinin ikinci fıkrasında şekil bozukluklarına dayalı iptal davası açma süresine ilişkin olarak “Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz” hükmüne yer verilmiştir. Aynı konuya ilişkin olarak 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun’un 22. maddesinde ise “anayasa değişiklikleri ile kanunların şekil yönünden Anayasaya aykırılıkları iddiası ile doğrudan doğruya iptal davası açma hakkı, bunların Resmi Gazete’de yayımlanmalarından başlayarak on gün... sonra düşer” hükmü yer almaktadır. Bu düzenlemelerden şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açma süresinin kanun ya da Anayasa değişikliğinin Resmi Gazete’de yayımı ile başlayacağı ve on gün sonra düşeceği anlaşılmaktadır. Anayasanın 175. maddesinin dördüncü fıkrasında ise "Meclisçe üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen Anayasa değişikliği hakkında kanun, Cumhurbaşkanı tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmi Gazete’de yayımlanır" hükmü yer almaktadır. Zorunlu ya da ihtiyari olarak halkoyuna sunulan Anayasa değişikliklerine ilişkin dava açma süresi konusunda mevzuatımızda açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu husus yukarıdaki düzenlemelerin yorumlanması yoluyla ortaya konulmalıdır. Acaba Anayasa’nın 148. ve 2949 sayılı Yasa’nın 22. maddesinde belirtilen dava açma süresini başlatan Resmi Gazete’de yayımlama, Anayasa’nın 175. maddesinde yer alan halkoyuna sunma amaçlı yayımlama mıdır? Yoksa halkoylaması sonucunda değişiklik teklifinin, sunuluş biçimine göre bir kısmının ya da tamamının kabul edilmesi halinde buna ilişkin sonucun yayımlanması mıdır? Bu soruya cevap verebilmek için halkoyuna sunulan anayasa değişikliğinin hukuki niteliğini açıklığa kavuşturmak gerekir. Hukuk sistemimizde kanunların hukuki geçerlilik kazanarak yürürlüğe girebilmesi için teklif veya tasarının mevcut olması, teklif veya tasarının TBMM’de görüşülerek kabul edilmesi ve kabul edilen kanunun Cumhurbaşkanınca yayımlanması gerekir. Anayasa değişikliklerinin geçerlilik kazanabilmesi için ise kanunlardan farklı olarak ayrıca onaylanmış olması gerekir. Anayasa’nın 175. maddesinde “onay” terimine yer verilmemiş olmakla birlikte Türk Anayasa Hukuku öğretisi 1924 ve 1961 Anayasalarından farklı olarak 1982 Anayasası’nın, Anayasa değişikliklerinde bir onay aşaması öngördüğünü ittifakla kabul etmektedir. (Erdal Onar, 1982 Anayasasında Anayasayı Değiştirme Sorunu (Ankara, 1993) 83 vd.; Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, (Yetkin, Ankara, 2005)s. 154 vd.; Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, (Ekin, Bursa, 2000), s. 994 vd.; İbrahim Kaboğlu, Anayasa Hukuku Dersleri, (Legal, İstanbul, 2009) s. 29.; Bülent Tanör, Necmi Yüzbaşıoğlu, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, (YKY, İstanbul, 2000) s. 273.; Zafer Gören, Anayasa Hukuku, (Seçkin, Ankara, 2006) s.345; Yavuz Atar, Türk Anayasa Hukuku (Mimoza, Konya, 2005) s.372.) Anayasa’nın metninde onay terimi kullanılmamış olmakla birlikte, anayasa değişikliğinin gerçekleştirilmesinde Anayasa’nın Cumhurbaşkanı’na ve halkoylamasına yüklediği işlevin doğasından bunun bir onay olduğu anlaşılmaktadır. Zira halkoyuna sunulan bir Anayasa değişikliği kanunu, halk tarafından reddedilerek geçerlilik kazanması engellenebilir. Bu nedenle, Anayasa’nın 175. maddesinde halka tanınan yetkinin bir veto yetkisi olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisinde beşte üçten fazla, fakat üçte ikiden az (330-366) oyla kabul edilen Anayasa değişikliği kanunları zorunlu olarak halkoylamasına sunulmak zorundadır. Bu durumdaki Anayasa değişikliği kanunlarının Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe konulması mümkün olmadığı gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de bunları herhangi bir şekilde yürürlüğe koyma imkânı yoktur. Bu kanunlar, ancak halkın olumlu kurucu iradesi ile geçerlilik kazanırlar ve bundan sonra yürürlüğe konulabilirler. Dolayısıyla halkın iradesi bu tür yasaların tekemmülü açısından kurucu bir unsurdur. Bu nedenle hukuk sistemimizde Anayasa değişikliklerinin a priori yargısal denetimi benimsenmediğinden halkoyuna sunulan Anayasa değişikliği kanunlarının halk oylamasından önce denetlenmesi mümkün değildir. Bir Anayasa değişikliği kanununun denetlenebilir hale gelmesi için, geçerlilik kazanması ve yürürlüğe girmek üzere yayımlanmış olması zorunludur. Bu, Anayasa değişikliği kanunlarının denetlenebilir hale gelmesi için yürürlüğe girmesi gerektiği anlamına gelmez. Anayasa değişikliği kanunun yürürlüğe girmesi için ileri bir tarih öngörülmüş olabilir. Fakat dava açma süresinin başlayabilmesi için Anayasa değişikliği kanununun geçerlilik kazanması için gerekli tüm irade açıklamaları tamamlanmış ve Resmi Gazete’de yayımlanmış olması gerekir. Gerekli irade açıklamaları tamamlanmadan hiç bir hukuksal işlem geçerlilik kazanamayacağından, halkoyuna sunmak üzere Resmi Gazete’de yayımlanan bir anayasa değişikliği kanununun halkı bilgilendirme amaçlı bu yayım ile geçerlilik kazandığı söylenemez. Böyle bir kanun ancak halkın olumlu iradesi ile geçerlilik kazanabilir. Anayasa’nın 175. maddesinde kanun teklifinden değil de kanundan söz edilmiş olması halkoyuna sunulan metnin geçerlilik kazandığı ve denetlenebileceği anlamına gelmez. Nitekim kanunlar da Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilmekle kanun niteliği kazanırlar, ancak bu aşamada geçerlilik kazandıkları ve denetlenebilecekleri söylenemez. Bu nitelikteki kanunlar Cumhurbaşkanınca tekrar görüşülmek üzere geri gönderilebilirler ya da 15 gün boyunca incelenebilirler. Bu sürede kanun adı taşısalar da Resmi Gazete’de yayımlanmadıkça bu metinler aleyhine dava açma süresi başlamaz ve dava açılamaz. Bu nedenle, Anayasa’nın 148. maddesinde dava açma süresinin başlangıcı olarak öngörülen Resmi Gazete’de yayımlama koşulunun, Anayasa değişikliği kanunlarının halkoyuna sunulması amacıyla yayımı değil, halkoylamasında kabul oyu çıkması halinde, kabul edilen metnin yürürlüğe girmesi amacıyla sonuçların yayımı olduğunun kabulü gerekir. Anayasa’nın 175. maddesinde “Halkoyuna sunulan Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların yürürlüğe girmesi için, halkoylamasında kullanılan geçerli oyların yarısından çoğunun kabul oyu olması gerekir” hükmüne yer verilmekte ancak kabul edilen metnin yeniden yayımlanmasından söz edilmemektedir. 23.5.1987 tarihli ve 3376 sayılı Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanunun 8. maddesine göre “Yüksek Seçim Kurulu, İl Seçim Kurullarından gelen sonuçları birleştirerek ilan eder. Geçerli oyların yarısından çoğu ‘Evet’ ise, Anayasa değişikliği Türk Milleti tarafından kabul edilmiş olur.” Bu hükümde yer alan “sonuç” kavramını yalnızca halkoylamasında kullanılan oyların ne kadarının evet ne kadarının hayır oyu çıktığına ilişkin durum olarak değil, bu evet ve hayır oylarının doğurduğu hukuki netice yani Anayasa değişikliği kanunun kabul edilip edilmediği ya da hangi bölümlerinin kabul edildiği ve hukuki geçerlilik kazandığına ilişkin hukuki sonuç olarak değerlendirmek gerekir. Bu nedenle halkoylamasında kabul edilen metnin de halkoylamasında ortaya çıkan oy durumuyla birlikte yayımlanması gerekir. Çünkü kanunların yürürlüğe girebilmesi için Resmi Gazete’de yayımlanmaları zorunludur. Kanuna uymak zorunda olan vatandaşlar ve onu uygulamak durumunda olan görevlilerin hangi metnin yürürlüğe girdiğini bilmeleri gerekir. Halkoyuna sunmak amacıyla yayımlanan metin her zaman yürürlüğe giren metin olmayabilir. Anayasa’nın 175. maddesinin sekizinci fıkrasına göre “Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü sırasında, bu kanunun halkoylamasına sunulması halinde, Anayasanın değiştirilen hükümlerinden hangilerinin ayrı ayrı oylanacağını da karara bağlar.” Eğer TBMM halkoylamasının ayrı ayrı maddeler ya da gruplar halinde yapılmasını kararlaştırırsa, bazı hükümlerin kabul, bazılarının ise reddedilmesi muhtemeldir. Bu durumda hangi hükümlerin yürürlüğe girdiğinin anlaşılabilmesi için kabul edilen metnin yayımlanması gerekir. Bununla birlikte metnin yayımlanmayıp sadece sonuçların yayımlanması halinde de dava açma süresinin bu yayım tarihinden itibaren başlayacağını kabul etmek gerekir. Çünkü bu durumda, hangi hükümlerin kabul edilerek geçerlilik kazandığı ve hangilerinin reddedilerek geçerlilik kazanamadığı ancak halkoylaması sonuçlarına bakılarak anlaşılabilir. Bu durumda sonuçların yayımı, daha önce halkı bilgilendirmek amacıyla yayımlanan metnin tekrarlanmaması amacıyla o metne atıf anlamına gelir. Yüksek Seçim Kurulu, halkoylaması sonuçlarına ilişkin kararında kabul edilen metni tekrarlamayıp, sadece önceki metne atıf yapması halinde de önceki metnin yeniden yayımlanmasıyla aynı sonucu doğuracağı açıktır. Dolayısıyla Yüksek Seçim Kurulunun, halkoylaması sonuçlarıyla birlikte kabul edilen metni yayımlaması, ya da metni yayımlamayıp sadece önce yayımlanan metne atıf yapması sonucu değiştirmeyecektir. Halkoylamasında kabul edilen Anayasa değişikliği kanununun yürürlüğe girmesini amaçlayan yayım, Yüksek Seçim Kurulunun halkoylaması sonucuna ilişkin kararının yayımıdır. Anayasanın 148. maddesine göre dava açma süresi bu tarihten itibaren başlayacaktır. Bu nedenle, dava açma süresi henüz başlamadığından süre yönünden davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle, şekil incelemesine geçilebileceğine ilişkin çoğunluk görüşüne katılmadım. 2. ŞEKİL İNCELEMESİ YÖNÜNDEN Mahkeme çoğunluğunun 5982 sayılı Kanun’un 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. maddelerinin bazı hükümlerinin Anayasanın 4. maddesinde öngörülen değiştirilemezlik yasağına aykırı olarak Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ve Başlangıcında yer alan kuvvetler ayrılığı ilkelerini ihlal ettiği iddiasını, inceleme yetkisinin Anayasa’nın 148. maddesinde yer alan Anayasa Mahkemesinin denetleyebileceği şekil unsurları arasında bulunduğu yönündeki görüşüne aşağıdaki gerekçelerle katılmadım: Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerini düzenleyen Anayasa’nın 148. maddesinde, Anayasa değişikliği kanunlarının teklif ve oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülememe koşullarına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı olarak sadece şekil yönünden denetlenebileceği hükme bağlanmıştır. İptal istemi bu sınırlı sebeplerden herhangi birine ilişkin bulunmadığı sürece davanın dinlenme olanağı yoktur. Öncelikle belirtmek gerekir ki, Anayasa’nın 148. maddesinde yer alan “teklif çoğunluğu” kavramı, Anayasa’nın 175. maddesinde belirtilen TBMM üye tamsayısının 1/3’üne denk gelen 184 sayısını göstermektedir ve “teklif konusu” ile herhangi bir ilişkisi bulunmamaktadır. Şekil denetiminin konusunu oluşturan “teklif çoğunluğu” “neyin teklif edildiği?” ile değil, “nasıl teklif edildiği?” sorusuyla ilgilidir. Neyin teklif edildiğine ilişkin denetim, şekille ilgili olmayıp içerikle ilgili bir denetimdir. Anayasa’nın 4. maddesinde yer alan değiştirme ve değişiklik teklifinde bulunma yasağı, “neyin” değiştirilemez olduğuna ilişkin bir düzenleme olup, içeriksel bir sınırlama öngörmektedir. Yoksa “nasıl” değişikliğin yapılamayacağına ilişkin şekli bir sınırlama getirmemektedir. O nedenle Anayasa’nın 148. maddesinde düzenlenen şekil unsurları, Anayasada neyin değiştirilemeyeceğine ilişkin 4. madde ile ilgili değil, Anayasa’nın nasıl değiştirileceğini düzenleyen 175. madde ile ilgilidir. Anayasanın 148. maddesinin birinci fıkrasındaki “Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil yönünden inceler ve denetler” ibaresi, ikinci fıkradaki “Anayasa değişikliklerinde ise teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır” hükmündeki “teklif” kelimesinin Anayasanın 4. maddesi ile ilişkilendirilmesine engeldir. Zira buradaki unsurlar içerikle değil, şekille ilgilidir. Anayasanın 4. maddesi tekliften söz etmekle birlikte, teklifin şekline, yani nasıl yapılacağına ilişkin değil, teklifin içeriğine, yani neyin teklif edilemeyeceğine ilişkin bir düzenlemedir. Anayasa’nın 148. maddesinde geçen “teklif ve oylama çoğunluğu” ibaresinin “teklif” ve “oylama çoğunluğu” şeklinde ayrıştırılarak 148. maddenin “teklif çoğunluğu”ndan değil, “teklif” ten söz ettiği dolayısıyla teklifin, teklif yetkisini de içereceği söylenemez. Zira, ardışık isim tamlaması olan “teklif ve oylama çoğunluğu” ibaresi, anayasa koyucunun “teklif çoğunluğu ve oylama çoğunluğu” şeklindeki ardışık isim tamlamalarının akıcılığı sağlamak açısından dil kurallarına uygun olarak kısaltmış şeklidir. Bu nedenle “teklif çoğunluğu” kavramının “teklif yetkisi” şeklinde değiştirilmesi mümkün değildir. Anayasa’nın 148. maddesinin değiştirilemez maddeler açısından bir denetim yapmaya imkân tanımadığı açıktır. Bu konu Anayasanın yapımı sırasında kurucu meclis tarafından tartışılmış ve Mahkemeye böyle bir yetki tanınmamıştır. Danışma Meclisinde Anayasa Tasarısı üzerindeki görüşmeler sırasında Danışma Meclisi üyesi Kamer Genç, anayasa değişikliklerinin denetimine ilişkin hükmün, "Anayasa değişikliklerini ise sadece devlet şeklinin değişmezliği ve şekil bakımından inceler ve denetler" şeklinde değiştirilmesini isteyen bir önerge vermiş değiştirilemezlik hükmünün ancak bu şekilde yaptırıma kavuşacağını savunmuş ise de Danışma Meclisi Genel Kurulu bu önergeyi kabul etmemiştir. Kamer Genç’in önergesini savunmak için ileri sürdüğü "... Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğuna dair değişmezlik ilkesi değiştirilirse, o zaman kim buna engel olacak?" sorusuna Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu Sözcüsü Şener Akyol, "Sayın Genç arkadaşımız müsterih olsunlar, biz 45 milyon buna karşı koyarız" diyerek, bu konuda Anayasa Mahkemesinin bir yetkisi bulunmadığına işaret etmiştir (DMTD, C. 10, s. 192.) 1987 yılında yapılan Anayasa değişiklikleri sırasında da Anayasa’nın 175. maddesinde değişiklik yapan teklifin 3. maddesine ilişkin olarak, değiştirilemez maddelere aykırılığın Anayasa Mahkemesi tarafından istişari nitelikte bir öndenetim şeklinde denetlenmesini öngören bir önerge tartışılarak reddedilmiştir. (TBMMTD, Cilt 40, B. 103, s. 366-371) Sonuç olarak, anayasa koyucu değiştirilemez hükümlerin yargı denetimi konusu yapılmasını bilinçli bir şekilde reddetmiş ve Anayasa metninde denetimi sadece şekle özgüleyerek açık bir şekilde yasaklamıştır. Milli egemenlik ilkesini esas alan bir anayasal düzende bütün yetkilerin kaynağı Anayasa olduğundan, Anayasa Mahkemesinin, anayasa koyucunun tanımadığı, aksine 148. madde ile yasakladığı bir yetkiyi içtihat yoluyla türetmesinin mümkün olmaması gerekir. Yasama organının yetkisini kötüye kullanarak temel ilkeleri ortadan kaldırmaya yönelik değişikliklere girişmesi halinde bunun yargısal denetiminin yapılması gerektiği savunulabilir. Ancak bunun için bir Anayasa değişikliği yapılarak Mahkemeye açık bir denetim yetkisi verilmiş olmalı ya da en azından 148. maddede öngörülen esas denetimi yasağı kaldırılmalıdır. Böyle bir değişiklik yapılmadığı sürece parlamentonun tali kurucu iktidar yetkisini kötüye kullanabileceğine yönelik bazı uç örneklerden hareketle Mahkemenin esas denetim yetkisinin bulunduğunun söylenmesi ve her türlü değişikliğin denetlenebileceğine yönelik bir karine türetilmesi mümkün değildir. Yargıcın yorum yetkisinin bazı sınırları vardır. Bu sınırların başında da normun metni yer almaktadır. Zira metin, yorumunun başlangıcı ve sınırıdır. Yorum, bir metnin anlamlandırılması olduğuna göre, yorum yoluyla metnin söylemediği, ya da metnin söylediğinin tam aksine bir sonuca ulaşılması mümkün değildir. Hangi yorum yöntemi kullanılırsa kullanılsın yorum yoluyla ulaşılabilecek sonuç, yorum konusu metinden çıkarılabilir bir sonuç olmak durumundadır. Anayasa’yı yorumlayan yargıcın ulaştığı sonuçlar da Anayasa metninin açık anlamıyla çatışma halinde olamaz. Aksi takdirde yorum yetkisinin sınırlarının aşıldığı ve anayasa yapıcı organın yetki alanına girildiği anlamına gelir. Anayasa koyucunun Anayasa’nın bazı ilke ve hükümlerini değiştirilemez olarak niteleyerek tali kurucu iktidarın yetkilerini içerik bakımından sınırlandırması, tali kurucu iktidar yetkisine sahip olan yasama organı açısından bağlayıcı olmakla birlikte, bu hususun zorunlu olarak yargı denetimi konusu olacağı anlamına gelmez. Anayasa koyucunun Anayasa’nın 4. maddesi ile tali kurucu iktidara getirdiği sınırlama ile Anayasa’nın 148. maddesiyle Anayasa Mahkemesine getirdiği sınırlama nitelik itibariyle aynıdır ve her ikisi de aynı derecede bağlayıcıdır. Her ikisinin aşılması da aynı derecede hukuk devleti ilkesini zedeleyecektir. Anayasa’nın değiştirilemez olarak nitelendirdiği hüküm ve ilkelerin doğrudan değiştirilmesine ilişkin olarak getirilen denetim yasağının aşılarak, hatta bunun ötesine geçerek diğer maddelerde yapılacak değişikliklerin de dolaylı bir şekilde değiştirilemez maddelerin içeriğini etkileyebileceği gerekçesiyle denetlenmesi hiç bir şekilde mümkün değildir. Çünkü öncelikle, böyle bir denetim içerik incelemesi yapılmaksızın gerçekleştirilemez ve Anayasa’nın açıkça yasakladığı esas denetiminin yorum yoluyla türetilmesi Anayasa’nın yargı kararıyla değiştirilmesi anlamına gelir. Diğer maddelerde yapılacak değişikliklerin de değiştirilmez maddeleri dolaylı bir şekilde değiştirdiği gerekçesiyle denetime açılması sınırsız ve ölçüsüz bir esas denetiminin önünün açılması anlamına gelir ki bu pek çok soruna yol açacaktır. Öncelikle böyle bir denetim değiştirilemez maddelerinin normlar hiyerarşisinde diğer Anayasa hükümlerinden daha üstte olduğunun kabulü anlamındadır. Böyle bir hiyerarşinin kabulü Anayasanın uygulamasında başka sorunlara yol açacaktır. Mesela değiştirilemez maddelere aykırı Anayasa hükümlerinin ihmal edilmesi ve uygulanmaması gerekliliği ilk akla gelebilecek sorunlardan birisidir. Diğer taraftan böyle bir denetim tali kurucu iktidarın iradesine yönelik anayasal sınırlamanın 4. maddede öngörülmeyen diğer maddeleri de kapsayacak şekilde genişletilmesi sonucunu doğurur ki, bu 4. maddenin tüm Anayasa’yı kapsayacak şekilde genişletilmesi dolayısıyla içinin boşaltılması anlamına gelir. Zira, Anayasa’nın 4. maddesinde yasaklanan şey ilk üç maddeye aykırı değişiklikler değil, ilk üç maddenin değiştirilmesidir. Eğer 4. maddede yasaklanan değişiklikler sadece ilk üç maddeyi değiştiren değişiklikler değil de burada yer alan ilkelerin somutlaştığı maddeleri de kapsayan bir yasaksa, bu yasağın sınırlarını çizmek olanaksızdır. Çünkü Anayasa’da, Anayasa’nın 2. maddesindeki ilkelerin somutlaştırılması niteliğinde olmayan bir hüküm bulmak mümkün değildir. Eğer değiştirilemezlik ilkesi 2. maddede yer alan ilkelerin kendilerini aşıp, bu ilkelerin somut uygulamasını gösteren diğer maddeleri de kapsar şekilde yorumlanırsa, 4. maddede öngörülen yasak, olumlu ya da olumsuz olduğuna bakılmaksızın her türlü değişikliğe engel olduğundan Anayasa’da herhangi bir değişiklik yapılması mümkün olmayacaktır. Böyle bir yorumun doğru olmadığı açıktır. Zira, bu durumda bir taraftan Anayasanın 4. maddesiyle bazı hükümlerin değiştirilmesi yasaklanırken aslında Anayasanın tamamının değiştirilemez hale geldiği kabul edilmekte, diğer taraftan da Anayasanın 175. maddesinin anlamsız olduğu sonucu çıkmaktadır. Ancak değiştirilemezlik ilkesi sadece olumsuz değişiklik yapılamayacağı şeklinde yorumlanıyorsa, o zaman da olumlu ya da olumsuzluk kavramlarının sübjektif niteliği dolayısıyla hangi değişikliğin yapılabileceğine ilişkin nihai karar verme yetkisinin, denetim yetkisine sahip olduğu varsayılan Anayasa Mahkemesine ait olduğu kabul ediliyor demektir. Bu durumda kurucu iktidar yetkisi fiilen Anayasa Mahkemesine geçmektedir. Çünkü nihai olarak Anayasa’da hangi değişikliğin yapılacağına artık Anayasa Mahkemesi karar verecek demektir. Bu durumun kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun olduğunu söylemek mümkün olmadığı gibi, Anayasa’nın sistematik incelemesinden böyle bir sonucun çıkarılamayacağı da açıktır. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin temelinde farklı devlet fonksiyonlarının farklı organlara verilmesi ve bu organların sahip olduğu yetkiler yoluyla birbirlerini dengelemesi ve kontrol etmesi fikri yatmaktadır. Bu “kontrol ve denge” mekanizmasının işlemesi ise sistem içinde hiçbir organın son sözü söyleme yetkisine sahip olmamasına bağlıdır. Eğer bir organ son sözü söyleme yetkisiyle donatılırsa, artık o organ diğerlerinden üstün hale geleceğinden kontrol ve dengeden söz etmek mümkün olmayacaktır, denge o organ lehine bozulacak ve kontrol o organın eline geçecektir. Anayasa değişikliklerinin esas bakımından Anayasa Mahkemesince denetlenebileceğinin kabulü, Anayasa değişikliklerine ilişkin son sözü söyleme yetkisinin Anayasa Mahkemesine geçmesi anlamına gelir. Bu ise kuvvetlerin birbirini dengeleme imkânının ortadan kalktığının göstergesidir. Kuvvetler ayrılığına dayalı bir demokraside son sözü söyleme yetkisinin her zaman egemenliğin sahibi olan ulusa ait olduğu hatırda tutularak egemenlik yetkisini zedeleyici yorumlardan kaçınılmalıdır. Özetlemek gerekirse, 148. maddede yer alan “teklif çoğunluğu” kavramının teklif yetkisini de içerdiği, bu nedenle 4. maddeye aykırı tekliflerin teklif yetkisi içinde sayılamayacağı görüşü kabul edilse bile, bu ancak 1., 2. ve 3. maddelerde doğrudan değişiklik yapan yasalar açısından geçerli olacaktır. Bu yorum diğer maddelerde yapılan değişikliklerin dolaylı olarak ilk üç maddede değişiklik yaptığı iddialarının incelenmesine olanak vermez. Zira diğer maddeler değiştirilemezlik kapsamında değildir. İkinci olarak başka maddelerde yapılan değişikliklerin ilk üç maddenin içeriğini dolaylı olarak değiştirebileceği iddiası kabul edilse bile bir değişikliğin bu nitelikte olup olmadığı esas denetimi yapılmaksızın tespit edilemez. Anayasa’nın 148. maddesinde yer alan ve Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini denetleme yetkisini “sadece şekil bakımından inceleme” ile sınırlandıran hükmü karşısında Anayasa Mahkemesinin esas denetimi yapması olanağı bulunmadığı düşüncesindeyim. Bu nedenle çoğunluk görüşüne katılmadım. Üye Nuri NECİPOĞLU [R.G. 1 Ağustos 2010 – 27659 - Mükerrer] —— • —— Yüksek Seçim Kurulu Kararı Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığından: Karar No: 522 - KARAR Başkanlık Makamınca Kurulumuza sunulan 02/08/2010 tarihli yazıda, aynen; “Kurulumuz Başkanlığına Av. Dr. Ali TÜRKMEN tarafından gönderilen 09/07/2010 tarihli, M. Cenap TERZİOĞLU tarafından gönderilen 23/07/2010 tarihli ve İsçi Partisi Genel Sekreteri Hasan Basri ÖZBEY tarafından gönderilen 28/07/2010 tarihli dilekçelerde; 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun bazı maddelerinin Anayasa Mahkemesince kısmen iptal edilmesi nedeniyle, gerekçeli kararın açıklanmasından sonra Anayasa Değişikliği paketindeki kısmi iptale konu maddelerin referandum paketinden çıkarılması gerekip gerekmediği, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun bazı maddelerinin Anayasa Mahkemesince kısmen iptal edildiğinden, halkoylamasına sunulacak olan Kanunun Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen şekliyle mi yoksa Anayasa Mahkemesinin iptal kararına uygun metnin mi halkoylamasına sunulacağı, 5982 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 13/05/2010 tarihli, 27580 sayılı Resmi Gazetede yayımlandığını, Kurulumuzun 25/05/2010 tarihli, 340 sayılı kararıyla halkoylamasında uygulanacak sürenin 120 gün olmasına ve halkoylamasının 12/09/2010 Pazar günü yapılmasına karar verildiğini, ancak Resmi Gazetede yayımlanan ve halkoylamasına sunulacak olan 5982 sayılı Kanunun Anayasa Mahkemesinin 07/07/2010 tarihli kararıyla kısmen iptal edildiğini, bu konudaki gerekçeli kararın henüz yazılıp Resmi Gazetede yayımlanmadığını, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153. maddesine göre Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının gerekçesi yazılmadan açıklanamayacağını ve Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe gireceğini, 3376 sayılı Anayasa Değişikliğinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanunun 2. maddesinde Anayasa Değişikliği Kanununun Resmi Gazetede yayımını takip eden yüzyirminci günden sonraki ilk Pazar günü yapılır hükmünün yer aldığını, oysa Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesi ve muhalefet şerhlerinin henüz yayımlanmadığını, dolayısıyla önce Anayasa Mahkemesinin iptal kararının gerekçeleri ve muhalefet şerhleriyle birlikte yazılmasını ve Resmi Gazetede yayımlanmasının beklenmesi gerektiğini, aksi bir durumun 3376 sayılı Kanunun 2. maddesine aykırılık teşkil edeceğini, Kurulumuzca verilen 25/05/2010 tarihli 340 sayılı kararın kaldırılarak Anayasa Mahkemesinin gerekçeli iptal kararının Resmi Gazetede yayımlanmasının beklenerek yayımını takip eden yüzyirminci günden sonraki ilk Pazar gününe gelecek şekilde yeniden referandum tarihi belirlenmesi, istenilmiş olmakla, yukarda belirtilen konular hakkında gerekli Kurul kararının alınmasını takdirlerinize arz ederim.” denilmiş olmakla, konu incelenerek; GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: 07.05.2010 tarih ve 5982 sayılı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un Cumhurbaşkanı’nca Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne iade edilmeyerek halkoyuna sunulmak üzere 13/05/2010 tarihli, 27580 sayılı Resmi Gazete’de yayımını takiben Kurulumuzun 13/05/2010 tarih ve 317 sayılı kararı ile halkoylaması tarihi olarak 12 Eylül 2010 tarihi belirlenmiş ve 25/05/2010 tarih ve 340 sayılı kararı ile anılan Kanun’un halkoyuna sunulmasına ilişkin takvim kabul edilmiştir. Yurtdışında yaşayan seçmenlerin gümrük kapılarında 3 Ağustos 2010 tarihinden itibaren oy kullanabileceklerini de karara bağlayıp kamuoyuna duyurulmuştur. 5982 sayılı Kanun’un Resmi Gazete’de yayımlanmasından sonra bu Kanun’a yönelik iptal istemiyle başvuruda bulunulması üzerine Anayasa Mahkemesi 07.07.2010 gün ve 49-87 sayılı kararı ile sözü edilen Kanun’un diğer maddelerine yönelen iptal istemlerini reddetmekle birlikte, 16, 22, 25 ve Geçici 18 ile 19 uncu maddelerindeki bazı ibareler ile bir tümcenin Anayasa’ya aykırı olduğu saptamasıyla iptallerine karar vermiş, aynı tarihte gerçekleştirilen basın toplantısında kısa karar açıklanarak kamuoyu bilgilendirildiği gibi, gerekçeli karar da 01.08.2010 tarih ve 27659 Mük. sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak seçmenlerin bilgisine sunulmuştur. Anayasanın 79 uncu maddesindeki düzenlemeyle; seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetilmesi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konuları ile ilgili bütün yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama görev ve yetkisi Yüksek Seçim Kurulu’na verilmiş, diğer seçim kurullarının görev ve yetkilerinin kanunla düzenleneceği öngörülmüş, Yine anılan maddenin son fıkrasında; Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların halkoyuna sunulması işlemlerinin genel yönetim ve denetimi de milletvekili seçimlerinde uygulanan hükümlere göre olur hükmüne yer verilmiş, Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında 3376 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesinde de; halkoyuna sunulma işlemlerinin Yüksek Seçim Kurulu’nun yönetim ve denetiminde seçim kurullarınca yürütüleceği belirtildikten sonra, Yüksek Seçim Kurulu’nun, Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulması için bütün tedbirleri alacağı ve hazırlıkları yapacağına işaret edilmiş ve halkoylamasının sağlıklı ve düzenli bir şekilde gerçekleşmesini sağlamak amacıyla Kurul’un gerekli ilke kararlarını almaya yetkili bulunduğu vurgulanmıştır. Anayasamızın 175 inci maddesinde ise, “Meclisce üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen Anayasa değişikliği hakkındaki Kanun, Cumhurbaşkanı tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmi Gazete’de yayımlanır.” biçimindeki buyurucu kural hükme bağlanmış, ayrıca, Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü sırasında, bu Kanunun halkoylamasına sunulması halinde, Anayasa’nın değiştirilen hükümlerinden hangilerinin birlikte hangilerinin ayrı ayrı oylanacağına karar verme yetkisi münhasıran Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verilmiştir. Öte yandan Anayasamızın 148 inci maddesine göre, Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya uygunluğunu denetlemekle görevlidir. 153 üncü maddesinin son fıkrası da, kararları, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, geçek ve tüzelkişileri bağlar emredici hükmünü içermektedir. 3376 sayılı Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanun’un 2 nci maddesinde; “Anayasa değişikliğinin halkoylaması, ilgili Anayasa değişikliği Kanununun Resmi Gazete’de yayımını takip eden yüzyirminci günden sonraki ilk Pazar günü yapılır.”, Aynı Yasanın 5 inci maddesinde de; “Anayasa değişikliklerinin halka anlatılmasında, 298 sayılı Kanun’un propaganda serbestliğine ilişkin hükümleri, halkoylaması gününden önceki yedinci günden başlayarak uygulanır.” hükümleri yer almaktadır. Yukarıda belirtilen yasal düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere, halkoylamasının başlangıç tarihinin saptanmasında, ilgili Anayasa değişikliği Kanununun Resmi Gazetede yayım tarihinin esas alınması gerekmektedir. Ayrıca, 120 günlük süre sadece halkın bilgilendirilmesine yönelik olmayıp, seçimin sağlıklı biçimde ve düzen içerisinde yürütülmesi için gerekli tedbirlerin alınması ve hazırlık çalışmalarının seçimin yürütülmesinden sorumlu kurumlarca yapılabilmesi için gereken süreleri de kapsamaktadır. Nitekim, 3376 sayılı Yasanın 5 inci maddesindeki “Anayasa değişiklerinin halka anlatılmasında; 298 sayılı Kanun’un propaganda serbestliğine ilişkin hükümleri, halkoylaması gününden önceki yedinci günden başlayarak uygulanacağına” yönelik düzenleme de, 120 günlük sürenin sadece Anayasa değişikliklerinin halka anlatılması için getirilmediğini göstermektedir. Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin 07.07.2010 gün ve 49-87 sayılı iptal kararı 01.08.2010 tarih ve 27659 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak seçmenlerin bilgisine sunulmuştur. Gerekçeli karar incelendiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında 5982 sayılı Kanun’un 16, 22, 25 ve Geçici 18 ile 19 uncu maddelerindeki bazı ibareler ve bir tümcenin Anayasaya aykırı olduğu saptamasıyla iptallerine karar verildiği, bu ibareler ve bir tümcenin çıkartılmasının ilgili maddelerin bütünlüğünü ortadan kaldırmadığı ve içeriğindeki düzenlemenin esasını değiştirmediği gözlenmektedir. Yukarıda açıklandığı üzere, Cumhurbaşkanı’nca halkoyuna sunulan, 07.05.2010 tarih ve 5982 sayılı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun’un 26 ncı maddesinde; bu Kanunun halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanacağı hükmüne yer verildiği ve anılan maddenin Anayasa’ya aykırı olduğu savıyla yapılan iptal başvurusunun Anayasa Mahkemesinin 07.07.2010 gün ve 49-87 sayılı kararı ile reddedildiği göz önünde bulundurulduğunda, metnin tümünün birlikte oylanması gerekmektedir. Bu durumda, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında 5982 sayılı Kanun’un halkoylamasında maddeler yönünden ayrı bir oylama şeklinin öngörülmeyip tümüyle halkoyuna sunulacak olması, ayrıca seçmenlerin 07/07/2010 tarihinden itibaren Anayasa Mahkemesinin iptal kararından bilgi sahibi olmaları karşısında, halkoylamasının 5982 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesinin kısmî iptal kararına konu 16, 22, 25 ve Geçici 18 ile 19 uncu maddeleri dışarıda bırakılarak diğer maddeleri yönünden yapılmasına yasal olanak bulunmadığı gibi, daha önce ilan edilen takvimi işlemekte bulunan halkoylaması sürecinin ertelenerek, yeniden bir halkoylaması takvimi belirlenmesine de gerek görülmemiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında 5982 sayılı Kanunun, Anayasa Mahkemesi’nin 07.07.2010 gün ve 49-87 sayılı kısmi iptal kararı sonrasındaki haliyle halkoyuna sunulmasına, 2- Takvimi yürütülmekte olan halkoylamasının ertelenmesini gerektirir bir neden bulunmadığına ve halkoylaması işlemlerinin Yüksek Seçim Kurulu’nun 25/05/2010 gün ve 340 sayılı kararında saptandığı şekilde yürütülmesine, 3- Karar örneğinin Av. Dr. Ali TÜRKMEN’e, M. Cenap TERZİOĞLU’na ve Hasan Basri ÖZBEY’e gönderilmesine, 4- Karar örneğinin Resmi Gazetede yayımlanmasına, 02/08/2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi. Başkan Ali EM Üye Üye Mehmet KILIÇ Üye Hüseyin EKEN Üye Üye Muharrem COŞKUN Üye Turan KARAKAYA Mehmet KÜRTÜL Halim AŞANER [R.G. 2 Ağustos 2010 – 27660 - Mükerrer] —— • —— İnsan Hakları Mahkemesi Kararları DİZMAN/Türkiye Davası* Başvuru No. 27309/95 Strazburg 20 Eylül 2005 USULİ İŞLEMLER 1.Davanın nedeni, Türk vatandaşı Ahmet Dizman’ın (“başvuran”), 31 Mart 1995 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Sözleşme’nin (“Sözleşme”) eski 25. maddesi uyarınca, Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na (“Komisyon”) yaptığı başvurudur (başvuru no. 27309/95). 2. Başvuranı görevini Londra’da ifa etmekte olan avukat Anke Stock temsil etmiştir. Türk Hükümeti (“Hükümet”), AİHM huzurundaki davalar için bir Ajan tayin etmemiştir. 3. Başvuran, özellikle, 5 Ekim 1994 tarihinde dört sivil polis tarafından tenha bir yere götürüldüğünü ve insanlık dışı ve alçaltıcı bir muameleye maruz bırakıldığını iddia etmiştir. İddiasını, AİHS’nin 2., 3., 5., 6., 13. ve 14. maddelerine dayandırmıştır. 4. Başvuru, AİHS’ye ek 11 No.lu Protokol’ün yürürlüğe girmiş olduğu 1 Kasım 1998 tarihinde AİHM’ye havale edilmiştir (11 No.lu Protokol’ün 5 § 2. maddesi). 5. Başvuru ile ilgili olarak AİHM’nin Birinci Dairesi görevlendirilmiştir (AİHM İç Tüzüğü, madde 52 § 1). Sözkonusu Daire içerisinde, davayı değerlendirecek Heyet (AİHS’nin 27 § 1. maddesi), İç Tüzüğün 26 § 1. maddesinde öngörüldüğü üzere oluşturulmuştur. 6. 18 Ocak 2000 tarihli bir kararla AİHM, başvurunun kabuledilebilir olduğuna karar vermiştir. AİHM kararında, başvuranın şikayetini 13. madde uyarınca Devlet’e ilişkin daha genel yükümlülüklerle bağlantılı olarak AİHS’nin 6. maddesi uyarınca incelemenin daha uygun olacağı kanısındadır. 7. Hükümet değil, başvuran esaslar üzerine görüşlerini sunmuştur (İç Tüzük, madde 59 § 1). 8. 1 Kasım 2004 tarihinde AİHM, Dairelerinde değişiklik yapmıştır (İç Tüzük, madde 25 § 1). Dava ile ilgili olarak yeni oluşturulan İkinci Daire görevlendirilmiştir (İç Tüzük, madde 52 § 1). OLAYLAR I. DAVA OLAYLARI 9. Başvuran, 1969 doğumludur ve Adana ili idari kaza bölgesi sınırları içerisinde bulunan Seyhan kasabasında yaşamaktadır. * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. A. Giriş 10. 5 Ekim 1994 tarihli olayları çevreleyen gerçekler, taraflar arasından ihtilaflıdır. 11. Başvuran tarafından sunulduğu şekliyle olaylar, aşağıda kaydedilen Kısım B’de belirtilmektedir (bkz. paragraflar 12-21). Hükümet’in olaylarla ilgili görüşleri, aşağıda kaydedilen Kısım C’de özetlenmektedir (bkz. paragraflar 22-23). Başvuran ve Hükümet tarafından sunulan yazılı ifadeler, sırasıyla Kısım D (bkz. paragraflar 24-27) ve Kısım E’de (bkz. paragraflar 28-52) özetlenmektedir. B. Başvuran’ın olaylara ilişkin görüşleri 12. 3 Ekim 1994 tarihinde Rehib Çabuk ve Sefer Cerf, Adana’da öldürülmüştür. Sırasıyla, Kürt yanlısı bir parti olan HADEP’in (Halkın Demokrasi Partisi), bölge başkanı ve yönetim kurulu mensubudurlar. Başvuran, cinayete tanık olmuş ve 4 Ekim 1994 tarihinde cenazeye katılmıştır. 13. 5 Ekim 1994 tarihinde 11.00 sularında, başvuran Adana’da bulunan Mutlu semtindeki Erzurumlar Kıraathanesinde otururken, daha sonra kendilerini polis olarak tanıtan iki kişi kıraathaneye girmiştir. İkisi de terörle mücadele şubesindendir ve tabanca taşımaktadır. Kıraathaneden ayrılırken başvuran, plaka numarası 01 HC 644 olan beyaz bir Renault arabaya bindirilmiştir. 14. Arabada, üzerlerinde MP-5 otomatik silahlar taşıyan iki polis memuru daha bulunmaktadır. Başvuranın, yine kıraathanede bulunan ağabeyi Suphi Dizman, polislere kardeşini neden götürdüklerini sormuştur. Polis kendisine, kardeşine bazı sorular sormak istediklerini ve kıraathaneye geri getireceklerini söylemiştir. 15. Araba, Kabaktepe yönünde ilerlemiş ve terkedilmiş bir alanda durmuştur. Başvuran, arabadan çıkarılmıştır. Dışarı çıkar çıkmaz, polis memurları başvuranı yumruklayarak ve tekmeleyerek silahlarının dipçikleri ile dövmeye başlamıştır. Polis memurları, başvuranı önceki gün Sefer Cerf ve Rehib Çabuk’un cenaze töreninde görmüş olduklarını söylemişlerdir. Kendisini tehdit ederek bu tür faaliyetlerde bulunmaya devam ederse, sonunun diğer ölü HADEP mensupları gibi olacağını belirtmişlerdir. 16. Polis memurları, bölge sakinleri hakkında başvuranı sorgulamıştır. Ayrıca başvuran, Kürt yanlısı bir gazete olan Özgür Ülke Gazetesi’ni sattıkları ve Kürdistan İşçi Partisi (“PKK”) için para topladıkları iddia edilen mağaza sahiplerinin eylemlerini bildirmeye zorlanmıştır. Polis memurlarını, sözkonusu mağaza sahiplerinin politik aktivitelerinden haberdar etmezse öldürüleceğine ilişkin tehdit edilmiştir. 17. Başvuran, sözkonusu aktivitelere dahil olduğunu reddetmiş ve kendisine bir suçlu gibi davranmaya hakları olmadıklarını söyleyerek protesto etmiştir. Daha sonra arabaya bindirilmiş ve kasabaya götürülmüştür. Polis memurlarıi kendisini serbest bırakmadan önce bir adres vermiş ve gelecek Cuma akşamı orada olmasını söylemişlerdir. 18. Başvuran eve geldiğinde yakınları kendisini, çene kemiğinin kırıldığının ve operasyon geçirmesi gerektiğinin tespit edildiği hastaneye götürmüşlerdir. 19. Başvuran, bir avukat yardımı ile, 7 Ekim 1994 tarihinde Adana Cumhuriyet Savcılığı’na bir dilekçe sunmuş ve Savcılık’tan, kendisini kötü muameleye maruz bırakan polis memurları aleyhinde cezai takibat başlatmalarını talep etmiştir. Olayın detaylı bir açıklamasını yapmış ve sözkonusu polis memurlarının fiziksel özelliklerini belirtmiştir. Başvuran, daha sonra, Cumhuriyet Savcısı’ndan, cezai takibatlarda delil olarak kullanılabilecek tıbbi bir rapor almak için kendisini Adli Tıp Müdürlüğü’ne göndermesini istemiştir. 20. Rapor, 7 Ekim 1994 tarihinde Adana Adli Tıp Müdürlüğü’nden alınmıştır (içerik için bkz. paragraf 27). 21. Başvuran, Cumhuriyet Savcısı’ndan cevap alamamıştır. C. Hükümet’in olaylara ilişkin görüşleri 22. Başvuranın 25 gün süreyle çalışamayacağını söyleyen tıbbi bir rapor, 7 Ekim 1994 tarihinde Adli Tıp Müdürlüğünce yayınlanmıştır. 23. Başvuran, 7 Ekim 1994 tarihinde Adana Cumhuriyet Savcısı’na başvuruda bulunmuştur. 10 Ekim 1994 tarihinde Adana Cumhuriyet Savcısı, başvuranın 1994/29324 no.lu dosya bağlamında sunduğu kötü muameleye maruz bırakıldığına dair iddialarına ilişkin bir soruşturma başlatmıştır. D. Başvuran tarafından sunulan yazılı ifade 24. Aşağıda kaydedilen bilgi, başvuran tarafından sunulan dokümanlardan elde edilmiştir. 25. 6 Ekim 1994 tarihinde başvuran, Adana Cumhuriyet Savcılığı’na bir dilekçe sunmuştur. Sözkonusu dilekçenin içeriği, Kısım B uyarınca sunduğu görüşlerinin temelini oluşturmuştur (bkz. paragraflar 12-20). Ayrıca Cumhuriyet Savcısı’na, polis tarafından serbest bırakılması ardından hastaneye kaldırılmış olduğunu söylemiştir. Hastanede çene kemiğinin kırılmış olduğu ve operasyon gerektirdiği tespit edilmiştir. Başvuran, çekilen röntgenleri Cumhuriyet Savcısı’na göstermiştir ve polis memurlarına ilişkin suçlamalarda bulunmak istediğini belirtmiştir. Son olarak Cumhuriyet Savcısı’ndan, Adli Tıp Müdürlüğü’ne gönderilmesini istemiştir. 26. 7 Ekim 1994 tarihinde başvuran, Adana Cumhuriyet Savcılığı’na başka bir dilekçe daha sunmuştur ve daha önceki dilekçesinin içeriğini yinelemiştir. Ayrıca, sözkonusu dilekçedeki polis memurlarının fiziksel özelliklerini tanımlamıştır. 27. Adana Adli Tıp Müdürlüğünce hazırlanan bir sağlık raporuna göre, başvuranın sol çene kemiği kırılmıştır. Rapor, başvuranın muayenesine ve röntgenlerine dayanmaktadır. Kırığın hayati bir tehlike arz etmediği ancak, başvuranı çalışmaktan 25 gün alıkoyduğu sonucuna varılmıştır. E. Hükümet tarafından sunulan yazılı ifade 28. Aşağıda kaydedilmiş olan bilgi, Hükümet tarafından sunulan dokümanlardan alınmıştır. 29. Sözkonusu karara göre Adana Cumhuriyet Savcısı, başvuranın dilekçelerini kabul etmesi ardından, belirsiz bir günde polis memurları aleyhinde cezai takibat başlatma yetkisi olmadığına karar vermiş ve soruşturma dosyasını, polis memurları aleyhinde cezai takibat başlatma yetkisine sahip olabilme amacıyla Adana İdare Kurulu’na göndermiştir. 30. 24 Kasım 1994 tarihinde, Adana Vali yardımcısının başkanlık ettiği ve altı memurdan oluşan Adana İdare Kurulu, soruşturma başlatmak için yeterli delil olmadığına ve 5 Ekim 1994 tarihinde başvuranı tehdit edip kötü muameleye maruz bıraktıkları iddia edilen ve Adana terörle mücadele şubesi için hizmet veren polis memurları Yaşar Soyyiğit, Hacı Kara, Mustafa Duman ve Kadri Dursun’un cezai takibat izinlerini ellerinden almaya karar vermiştir. 31. Yönetim Kurulu kararını, 5 Ekim 1994 tarihinde kötü muameleye maruz bırakıldığı iddia edilen başvuranın, 7 Ekim 1994 tarihinde Adli Tıp Müdürlüğü’ne sevkini istememesine dayandırmıştır. Sözkonusu karardan anlaşıldığına göre, soruşturma dosyası, 18 Ekim 1994 tarihinde sözkonusu amirlik tarafından yazılan bir mektup ile birlikte, Adana Polis Karakolu Adli Şube Amirliğince, Yönetim Kurulu’na gönderilmiştir. 32. 7 Aralık 1994 Adana Polis Disiplin Kurulu, tarihinde şikayette bulunulan eylemleri gerçekleştirmiş olduklarına dair tatmin edici deliller sunulamadığı için polis memurlarına disiplin cezası vermeme kararını almıştır. Sözkonusu kararda başvuranın polis memurlarınca dövüldüğünü ve kendisine 25 gün süreyle çalışamayacağına ilişkin bir sağlık raporu verildiğini belirttiği kaydedilmiştir. Başvuran, kimseye karşı şikayette bulunmamıştır. Başvuranın ağabeyi, Polis Disiplin Kurulu’na kardeşinin, kıraathaneden polis memurları tarafından alınıp götürüldüğünü söylemiş ancak, kimseye karşı şikayette bulunmamıştır. 33. Polis Disiplin Kurulu kararında, dört polis memurundan biri olan Yaşar Soyyiğit’in, kendisi ve iş arkadaşlarının, kıraathanede diğer polis arkadaşları ile kimlik kontrolü yaparken başvurandan şüphelendiklerini söylemiş olduğu kaydedilmiştir. Başvurana birtakım sorular sormuş ve ayrılmışlardır. Onu dövmemişlerdir. Diğer üç polis memuru, Yaşar Soyyiğit tarafından verilen ifadeyi doğrulamıştır. 34. 31 Mayıs 1996 tarihinde Danıştay, Adana İdare Kurulu’nun polis memurları aleyhinde, kötü muamele suçuna ilişkin, cezai takibat başlatma izninin verilmemesi kararını feshetmiş ve tehdit iddiaları nedeniyle haklarında cezai takibat başlatma yetkisini vermeyen kararı onamıştır. Danıştay daha sonra dört polis memurunun, Adana Asliye Ceza Mahkemesi huzurunda yargılanmalarına karar vermiştir. Danıştay’a göre, sağlık raporu başvuranın, iddia edildiği gibi dört polis memuru tarafından kötü muameleye maruz bırakılmış olduğunu göstermiştir. 35. Danıştay’ın kararı, 7 Ağustos 1996 tarihinde Adana Cumhuriyet Savcılığı’na iletilmiştir. 8 Ağustos 1996 tarihinde Adana Cumhuriyet Savcısı, kararı Adana Asliye Ceza Mahkemesi’ne havale etmiş ve Mahkeme’nin gerekeni yapmasını istemiştir. 36. 11 Ağustos 1996 tarihinde Adana Asliye Ceza Mahkemesi Dokuzuncu Dairesi (“Asliye Mahkemesi”) huzurunda bir hazırlık duruşması yapılmıştır. Mahkeme sanıkları, gelecek duruşma için 14 Kasım 1996 tarihinde çağırmaya ve ayrıca, sanıkların sabıka kayıtlarını gösteren kimlik kartlarını ve dokümanları almaya karar vermiştir. 37. 12 Ağustos 1996 tarihinde Adana Cumhuriyet Savcısı, Adalet Bakanlığı’na bağlı Uluslararası Hukuk ve Dışilişkiler Müdürlüğü’ne (“Müdürlük”) bir mektup göndermiş ve Müdürlüğü, yukarıda kaydedilen kararlardan haberdar etmiştir. Cumhuriyet Savcısı, cezai takibatın, 1996/818 no.lu dava dosyası bağlamında Asliye Mahkemesi huzurunda devam ettiğini ve 14 Kasım 1996 tarihli bir duruşmanın program dahilinde olduğunu eklemiştir. Bu mektupta Cumhuriyet Savcısı, 7 Haziran 1996 tarihinde Müdürlük tarafından kendisine gönderilen bir mektuba değinmiştir ve 13 Haziran 1996 tarihinde Savcılık tarafından bir cevap gönderilmiştir. 38. 21 Ağustos 1996 tarihinde Asliye Mahkemesi, Adana Cumhuriyet Savcısı’ndan, 14 Kasım 1996 tarihinde yapılacak duruşmada sanıkların kimlik kartlarını almasını istemiştir. 39. 27 Ağustos 1996 tarihinde Müdürlük, Dışişleri Bakanlığı’na bir mektup göndermiş ve başvuran tarafından Komisyon’a sunulan başvuruya değinmiştir. Müdürlük, Bakanlığı yukarıda kaydedilen kararlardan haberdar etmiştir ve cezai takibatın, 1996/818 no.lu dosya bağlamında Asliye Mahkemesi huzurunda devam etmekte olduğunu eklemiştir. Müdürlük ayrıca 31 Mayıs 1996 tarihinde Müdürlük tarafından gönderilen mektuba ve 26 Haziran 1996 tarihli cevaplarına değinmiştir. 40. 5 Eylül 1996 tarihinde terörle mücadele şubesi, Asliye Mahkemesi’ne, sanıklardan biri olan Yaşar Soyyiğit’in kimlik kartını göndermiştir. 41. 14 Kasım 1996 tarihinde duruşma, Asliye Mahkemesi huzurunda başlamıştır. Sanıklardan yalnızca ikisi, Yaşar Soyyiğit ve Hacı Kara, Mahkeme salonunda hazır bulunmuştur. Posta makbuzlarına göre, diğer iki sanık da Mahkeme huzuruna çağrılmıştır. 42. Soyyiğit ve Kara, Asliye Mahkemesi huzurunda, sözkonusu günde kıraathaneye gitmiş olduklarını ve başvuranın kimlik kartını kontrol ettiklerini belirtmiştir. Başvuranın, yetkili makamlarca herhangi bir suçtan dolayı aranmadığını anladıklarında, kimlik kartını iade etmişlerdir. Başvuranı, dövmemişlerdir. Sanıklar, hazırlık soruşturması sırasında verdikleri ifadeleri doğrulamışlardır. 43. Asliye Mahkemesi, diğer iki sanığın yargı alanlarında yaşamakta olduğu Mahkemelere talimatlar göndererek, Mahkemelerden sözkonusu sanıkların ifadesini almasını istemiştir. Asliye Mahkemesi ayrıca, sanıkların doğum kayıtlarını isteme amacıyla Nüfus Müdürlüğü’ne mektuplar göndermeye karar vermiştir. Başvuranın “sehven Mahkemeye çağrılmamış” olduğunu belirten Asliye Mahkemesi, 29 Ocak 1997 tarihli duruşmaya çağırma kararı almıştır. 44. 9 Aralık 1996 tarihinde Karakoçan Asliye Ceza Mahkemesi, Asliye Mahkemesi’nden gelen talimat üzerine, 14 Kasım 1996 tarihinde Asliye Mahkemesi huzurunda düzenlenen duruşmaya katılmayan iki sanıktan biri olan Mustafa Duman’ın ifadesini almıştır. Duman, Mahkeme huzurunda, kendisi ya da meslektaşlarının, başvuranı kötü muameleye maruz bırakmadıklarını belirtmiştir. Duman’a göre, başvuran PKK mensubudur ve bu nedenle, polise karşı kötü muamele iddialarında bulunmuştur. 45. 25 Aralık 1996 tarihinde Akçakale Asliye Ceza Mahkemesi, yine Asliye Mahkemesi’nden gelen talimat üzerine, dördüncü sanık Kadri Dursun’un ifadesini almıştır. Dursun Mahkeme huzurunda, bir iddiadan ibaret olan olayı hatırlamadığını belirtmiştir. Başvuranı bile tanımamaktadır. 46. 29 Ocak 1997 tarihinde Asliye Mahkemesi huzurunda yapılan duruşma sırasında başvuran, daha önce polis karakolunda alınmış olan ifadesinin içeriğinin doğruluğunu onaylamıştır. Ayrıca Asliye Mahkemesi’ne, sanıklar aleyhinde suçlamalarda bulunmak istediğini bildirmiştir. Başvuranın ağabeyi Suphi Dizman da daha önce polis karakolunda alınmış olan ifadesinin içeriğinin doğruluğunu onaylamış ve sözkonusu dört polis memurunun, erkek kardeşini dövdüklerini ve çenesini kırdıklarını belirtmiştir. 47. Asliye Mahkemesi, Akçakale Asliye Ceza Mahkemesi’nin, Kadri Dursun’un ifadelerini zamanında göndermemiş olması nedeniyle duruşmayı 27 Mart 1995 tarihine kadar ertelemiştir. 48. 27 Mart, 4 Haziran ve 15 Eylül 1997 tarihli duruşmaların, yetkili makamların Asliye Mahkemesi’ne Kadri Dursun’un kimlik kartını ve Mustafa Duman’ın sabıka kayıtlarını sunmaması nedeniyle ertelenmesi gerekmiştir. 49. 17 Kasım 1997 tarihli duruşmada Cumhuriyet Savcısı’na, görüşlerini sunması için 29 Aralık 1997 tarihine kadar süre tanınmıştır. 50. 29 Aralık 1997 tarihinde son bir duruşma daha yapılmıştır. Sanıklar, sözkonusu duruşmaya katılmamıştır. Cumhuriyet Savcısı, kötü muamele iddialarını kanıtlama hususunda başvuranın ifadesinden başka bir kanıt olmadığını ileri sürmüştür. Ayrıca, başvuran sözkonusu sağlık raporunu iddia edilen olaydan iki gün önce almıştır. Cumhuriyet Savcısı, Asliye Mahkemesi’nden sanıkların, beraatini talep etmiştir. 51. Asliye Mahkemesi, sanıkların kendileri aleyhinde sunulan iddiaları “şiddetle inkar ettiklerini” belirterek ve “sağlık raporunun, iddia edilen olaylardan iki gün önce verildiğini” belirterek, 29 Aralık 1997 tarihinde başvuranın aldığı yaralara, sanıkların neden olduğuna dair yeterli delil olmadığı sonucuna varmış ve sanıkların beraatına karar vermiştir. 52. Hükümet tarafından sunulan posta makbuzlarına göre, Asliye Mahkemesi’nin kararı, 1998 senesi Mart ayında sanıklara bildirilmiştir. II. İLGİLİ İÇ HUKUK VE UYGULAMASI 53. İlgili iç hukuk ve uygulaması, İlhan/Türkiye kararında ([BD], no. 22277/93, §§ 35-46, ECHR 2000-VII) açıklanmaktadır. HUKUK I.AİHM’NİN KANIT DEĞERLENDİRMESİ VE OLGULARI BELİRLEMESİ A.Tarafların argümanları 1.Başvuran 54.Başvuran, 5 Ekim 1994 tarihinde dört polis tarafından kaçırılarak ıssız bir yere götürüldüğünü, burada tüfek dipçikleriyle dövülmek, tekmelenmek ve yumruklanmak suretiyle kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürmüştür. 55.Başvuran, AİHM’nin dikkatini yerel yetkililerin uygun soruşturma yapmamasına ve Hükümet’in AİHM tarafından istenen belirli kilit belgeleri sunmamasına çekmiştir. Bunlar, başvurana göre, çok açık bir biçimde, iddialarını desteklemekteydi. 2.Hükümet 56.Hükümet, başvuranın iddialarını doğrulamak için herhangi bir kanıt sunmadığını vurgulamıştır. 7 Ekim 1994 tarihli sağlık raporunun yalnızca başvuranın sol çene kemiğinin kırılmasına değindiğini ifade etmiştir. Raporda başka bir yara veya ekimoz izi olduğundan bahsedilmemesi, Hükümet’e göre, başvuranın iddialarının doğruluğuna dair şüphe uyandırmıştır. Hükümet ayrıca, çene kırık olan başvuranın, olay gününde değil de, iki gün sonra doktora gitmesini ilginç bulmuştur. B.38 § 1 (a) madde ve AİHM tarafından çıkarılan sonuçlar 57.Kanıtların değerlendirilmesine geçmeden önce, AİHM, AİHS’nin 34. maddesiyle temim edilen bireysel başvuru hakkı sisteminin etkili olarak işlemesi bağlamında, Devletlerin başvuruların gerektiği gibi ve etkili olarak incelenmesini mümkün kılmak için tüm gerekli kolaylıkları sağlaması gerektiğinin çok büyük önem arz ettiğini tekrarlar (bkz. Tanrıkulu – Türkiye [BD], no. 23763/94, §70, AİHM 1999-IV). Bir başvuranın, Devlet görevlilerini, kendisinin AİHS haklarını ihlal etmekle itham ettiği durumlarda, belirli vakalarda yalnızca sorumlu Hükümet’in bu iddiaları doğrulama veya reddetmeyi muktedir bilgiye ulaşma imkanı olması, bu tür davalara ilişkin işlemlerin özünde bulunmaktadır. Hükümet’in ellerinde olan bu tür bilgileri tatminkar bir açıklama yapmaksızın sunmaması, başvuranın iddialarının temelinin olduğuna ilişkin çıkarımların yapılmasına sebep olmakla kalmayabilir, aynı zamanda AİHS’nin 38 § 1 (a) maddesi çerçevesindeki yükümlülüğüne ilişkin olarak Devlet’in bu maddeye uygun hareket etme seviyesine ilişkin olarak olumsuzluk yansıtabilir (bkz Timurtaş – Türkiye, no. 23531/94, §§ 66 ve 70, AİHM 2000-VI). Aynı durum, Devlet’in bilgi sunmasındaki gecikmeler için de geçerlidir, ki bu dava olguların belirlenmesine halel getirir (bkz. Orhan – Türkiye, no. 25656/94, § 266, 18 Haziran 2002). 58.Bu bağlamda, AİHM, Hükümet’in, Komisyon’un ve akabinde AİHM’nin bilgi ve belge talebine cevabına ilişkin birkaç hususu dikkatle not etmiştir. Belirli belgeler için yapılan taleplerden başka, Hükümet’ten tüm soruşturma dosyasını sunması birkaç defa talep edilmiştir. 59.Hükümet’in talep edilen bilgi ve belgeleri AİHS birimlerine sunmamasına ilişkin olarak, AİHM, ilk olarak, 18 Eylül 1995 tarihinde Komisyon’un Hükümet’ten, başvuranın 7 Ekim 1994 tarihli dilekçesinin Adana Cumhuriyet Savcısı tarafından alınmasının ardından Savcı tarafından başvuranın iddialarına yönelik bir soruşturma yapılıp yapılmadığını teyit etmesini talep ettiğini gözlemler (bkz. 26. paragraf). 16 Nisan 1996 tarihinde, Hükümet, Adana Cumhuriyet Savcısı tarafından 10 Ekim 1994 tarihinde 1994/29324 dosya numaralı bir soruşturma başlatıldığını ve hala devam ettiğini bildirmiştir. 60.Ancak, Hükümet, yazısında, Adana Cumhuriyet Savcısı’nın soruşturmasının, Savcı tarafından verilen yetkisizlik kararının ardından halihazırda tamamlandığını ve dava dosyasının Adana İdare Kurulu’na gönderildiğine değinmemiştir (bkz. 29. paragraf). Ayrıca, 24 Kasım 1994 tarihinde Adana İdare Kurulu’nun davayı incelemeyi tamamladığına da değinmemiştir (bkz. 30. paragraf). 61.Hükümet, İdare Kurulu’nun kararını, 30 Eylül 1999 tarihine, yani bu kararın alınmasından sonra yaklaşık olarak beş yıl geçene kadar, AİHS kurumlarına göndermemiştir. Ancak, bu durumda, Hükümet, 31 Mayıs 1996 tarihinde Danıştay tarafından alınan kararı – bu karara değinmek bir yana – AİHM’ye göndermemiştir (bkz. 34. paragraf). Bu karar, 28 Mart 2001 tarihine kadar AİHM’ye gönderilmemiştir. 62.Bu arada, AİHM Sekreteryası, başvuranın adının geçtiği başka bir başvuruyu incelerken (bkz. Macır – Türkiye, no. 29516/95, § 10, 22 Nisan 2003), 1999 yılında, İdare Kurulu’nun 24 Kasım 1994 tarihli kararının Danıştay tarafından 31 Mayıs 1996 tarihinde bozulduğunun farkına varmıştır (bkz. 34. paragraf). Ayrıca, Sekreterya, doğrudan Adana Asliye Ceza Mahkemesi ile temasa geçmek suretiyle, dört polis memurunun başvuranın iddialarına yönelik olarak yargılandığını ve 29 Aralık 1997 tarihinde beraat ettiklerini de ortaya çıkarmışlardır (bkz. 51. paragraf). 63.27 Ocak 2000 tarihinde, AİHM, Hükümet’ten 16 Mart 2000 tarihinden önce soruşturma dosyasını ve başvuranın kötü muamele iddialarına ilişkin kararların kopyalarını sunmaya davet etmiştir. Hükümet, süre limiti geçmeden önce herhangi bir belge sunmamış ve buna ek olarak, AİHM’nin 3 Temmuz 2000 tarihli uyarısına cevap vermemiştir. 28 Mart 2001 tarihinde, AİHM tarafından tekrar 9 Mart 2001 tarihinde uyarıldıktan sonra, Hükümet, öne sürdüğü üzere, “gözaltına alınmasından sorumlu polis memurlarına yönelik olarak başvuran tarafından yapılan kötü muamele iddialarını takiben başlatılan yargı işlemleri dosyası”nı AİHM’ye iletmiştir. 64.Başvuranın Hükümet tarafından sunulan belgelere ilişkin görüşlerini AİHM’ye iletmesinin ardından, AİHM, Hükümet’i bu görüşler hakkında görüş bildirmeye davet etmiştir. Hükümet’ten hiçbir yanıt alınmamıştır. 65.Yukarıda değinilen, AİHS birimlerinin belirli bilgi ve belge taleplerine zamanında yanıt verme ya da yalnızca yanıt vermeye ilişkin noksanlıkların ötesinde ve bunun aksini iddia etmesine rağmen (bkz. 63. paragraf), Hükümet, ayrıca AİHM’ye tam soruşturma dosyasını da iletmemiştir.AİHM, özellikle, aşağıdaki, potansiyel olarak önemli ve Hükümet tarafından iletilmeyen belgeleri vurgular. Bu belgelerin varlığı, AİHM’nin elinde bulunan belgelerde onlara yapılan atıflardan ortaya çıkmıştır: (a)Başvuran tarafından 6 Ekim 1994 tarihinde Adana Cumhuriyet Savcısı’na sunulan ve 7 Ekim 1994 tarihinde Adli Tıp Kurumu Müdürlüğü tarafından incelenen röntgen filmleri (bkz. 25. paragraf); (b)Başvuranın Adli Tıp’a nakli talimatını verirken Adana Cumhuriyet Savcısı tarafından hazırlanan belgeler (bkz. 31. paragraf); (c)yetkisizlik kararı (bkz. 29. paragraf) ve bu karardan önce Adana Cumhuriyet Savcısı tarafından başvurandan ve adı iddialarda geçen polislerden alınan ifadeler; (d)ön soruşturma safhasında polis memurlarından alınan ifadeler (bkz. 33. paragraf); (e)Adana Emniyet Müdürlüğü’nün 18 Kasım 1994 tarihli yazısı (bkz. 31. paragraf); (f)Emniyet Müdürlüğü’nde başvurandan ve erkek kardeşinden alınan ifadeler (bkz. 46. paragraf); (g)Dışişleri Bakanlığı’nın31 Mayıs 1996 tarihli yazısı (bkz. 39. paragraf); (h)Müdürlük’ün 7 ve 26 Haziran 1996 tarihli (bkz. 37. ve 39. paragraflar) yazıları ve son olarak; (i) Adana Cumhuriyet Savcısı’nın 13 Haziran 1996 yazısı (bkz. 37. paragraf). 66.AİHM, Komisyon’un ve AİHM’nin ilgili bilgi, belge ve açıklama taleplerine cevaben Hükümet’in gecikme ve ihmallerine herhangi bir açıklama getirmediği sonucuna varmıştır. Buna göre, Hükümet’in bu bağlamdaki tutumundan sonuçlar çıkarabileceğini tespit etmiştir. Ayrıca, AİHM, bir sorumlu Hükümet’in AİHS işlemlerinde işbirliği yapmasının önemine atıfta bulunarak (bkz. 57. paragraf), Hükümet’in, AİHS’nin 38 § 1 (a) maddesi kapsamında, olguları belirleme görevleri çerçevesinde, Komisyon’a ve AİHM’ye gerekli bütün kolaylıkları sağlama yükümlülüğünü yerine getirmediğini tespit etmiştir. C.AİHM’nin olguları değerlendirmesi 67.Başvuran, dört polis memuru tarafından ıssız bir yere götürüldüğünü ve kötü muameleye maruz kaldığını iddia etmiştir. Bu kötü muamelenin bir sonucu olarak, çene kemiği kırılmıştır. Hükümet, iddia edilen olay günü sağlık raporu almadığını vurgulayarak başvuranın iddialarını reddetmiştir. 68.AİHM, ilk olarak – AİHS işlemleri süresince, Hükümet’e verilmiş olan, başvuranın yorumlarına cevap verme imkanlarına rağmen – Hükümet’in başvuranın dört polis tarafından ıssız bir yere götürüldüğü iddiasına karşı çıkmadığını gözlemler. 69.Aynı şekilde, dört polisten ikisinin yargılama sırasında verdiği ifadelere ilişkin yorum yapmamış ve bunların doğruluğunu teyit etmemiştir, bu ifadelere göre, sözkonusu polis memurları başvuranı götürmemiş, kimliğini kontrol ettikten sonra kendisine geri vermiştir (bkz. 42. paragraf). Bu bağlamda, AİHM, Hükümet’in AİHM’nin dikkatini bu polislerin yargılanmasına dahi çekmediğini, bunun AİHM tarafından ex proprio motu ortaya çıkarıldığını tekrarlar (bkz. 62. paragraf). Ayrıca, pek çok talep ve hatırlatmaya rağmen, Hükümet, 28 Mart 2001 tarihinde kadar, yani yargılama sona erdikten sonra üç sene geçinceye kadar, AİHM’ye yargılamaya ilişkin belgeleri sunmamıştır (bkz. 63. paragraf). 70.Bu yargılamanın etkinliğinin aşağıda incelenecek olmasına rağmen (bkz. 90-100 paragraflar), AİHM bu noktada, sanıklardan ikisinin mahkemeye çıkmamasının mazur görülmesinden dolayı şaşkınlığa düştüğünü vurgular (bkz. 43-45. paragraf). Sonuç olarak, mahkeme, bu iki sanığı doğrudan yargılama imkanından yoksun kalmıştır. Ayrıca, ilk duruşma için mahkeme tarafından “kasıtsız olarak” çağrılmayan (bkz. 43 paragraf) ve akabindeki duruşmaların dahi bildirilmediği başvurana, yargılama sırasında iddialarını ortaya koymak için yeterli imkan tanınmamıştır. 71.AİHM, sanıkların inkarının görünüşte mahkemenin onları beraat ettirmesi için yeterli olduğunu not eder. Başvuranın hem polise (bkz. 46. paragraf) hem de yargılama (bkz. 46. paragraf) esnasında başvuranın ve erkek kardeşinin verdiği ifadelere ağırlık verildiği görünmemektedir. 72. Beraat kararında, mahkeme, Adli Tıp tarafından hazırlanan sağlık raporunu büyük ölçüde dayanak olarak kullanmıştır. Ne Cumhuriyet Savcısı ne de mahkeme hakimi, başvuranın söylediğine göre, 5 Ekim 1994’te muayene edildiği, ve ayrıca çene kemiğinin filminin çekildiği hastaneden bilgi almak yoluna gitmemişlerdir (bkz. 25 . paragraf). 73.Yukarıda anlatılanlar ışığında, AİHM, yargılama süresince polisler tarafından verilen ifadelerin, başvuranın iddialarını haksız çıkarmayı muktedir, kesin kanıtlar olmadığını tespit etmiştir. 74.AİHM, bir kez daha, ön soruşturma sırasında polislerden alınan ifadelerin (bkz. 33. paragraf) veya Danıştay’a iletildiğinde soruşturma dosyasında bulunabilecek başka belgelerin kendisine sunulmadığını tekrarlar. Bu bağlamda, soruşturma dosyasını elinde bulunduran Danıştay’ın, 31 Mayıs 1996 tarihli kararında, iddia edildiği üzere başvuranın dört polis memuru tarafından kötü muameleye maruz kaldığını tespit ettiğini gözlemler (bkz. 34. paragraf). AİHM’ye, Danıştay’ın vardığı sonucun doğruluğuna dair şüphe oluşturacak hiçbir argüman sunulmamıştır. 75.Hükümet’in, Adli Tıp Kurumu’nun rapor tarihinin 7 Ekim 1994 olması gerçeğine dayanmasına ilişkin olarak (bkz. 27. paragraf), AİHM, bu tarihin, başvuranın Cumhuriyet Savcısı tarafından bu kuruma naklettirildiği tarih olduğunu gözlemler (bkz. 26. paragraf). Bu bağlamda, AİHM, Hükümet’in hiçbir safhada, başvuranın polis tarafından 5 Ekim 1994 tarihinde serbest bırakıldıktan sonra ailesi tarafından hastaneye götürüldüğü (bkz. 25-26) ya da bu hastanede röntgen filmlerinin çekildiği ve bu filmlerin başvuran tarafından 6 Ekim 1994 tarihinde Cumhuriyet Savcısı’na iletildiği (bkz. 25. paragraf) şeklindeki anlatımına itiraz etmediğini gözlemler. Yine aynı şekilde, Hükümet’in ya da başka bir yerel makamın, başvuranın ifadesinin doğruluğunu sınamak amacıyla, başvuranın muayene edildiğini iddia ettiği hastaneyle irtibata geçildiği görünmemektedir. 76.Yukarıda anlatılanlar ışığında ve yukarıda ayrıntılı olarak ortaya konulmuş olan, Hükümet’in AİHM’ye ilgili bilgi ve belgeleri sunmamış olmasını dikkate alarak (bkz. 58-65. paragraflar), AİHM, başvuranın 5 Ekim 1994 tarihinde dört polis tarafından kötü muameleye maruz kaldığı ve bu darp sonucunda çenesinin kırıldığı sonucuna varmıştır. 77.Bu tespit temelinde, AİHM, başvuranın AİHS’nin çeşitli maddeleri kapsamında yaptığı şikayetlerini incelemeye geçecektir. II.AİHS’NİN 2. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI 78.Başvuran, polislerin 5 Ekim 1994 tarihinde yaptığı ölüm tehditleri sebebiyle AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bu maddenin ilgili bölümlerine göre: “1. Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez. …” 79.Hükümet, görüşünde bu şikayete değinmemiştir. 80.AİHM, başvuranın iddialarının, 2. madde ihlali teşkil edecek nitelikte ve derecede olduğu konusunda ikna olmamıştır (bkz. Buldan – Türkiye, no. 28298/95, § 93, 20 Nisan 2004). 81.Buna göre, AİHM, AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. III.AİHS’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI 82.Başvuran, AİHS’nin 3. maddesi çerçevesinde insanlık dışı ve küçültücü muameleye varan kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürmüştür. Bu maddeye göre: “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.” 83.Hükümet, başvuranın iddialarını doğrulamak için hiçbir kanıt sunmadığını belirtmiştir. 84.AİHM’nin içtihadı, 3. maddenin kapsamına girecek ise, kötü muamelenin asgari bir vehamet derecesine ulaşması gerektiğini belirtmektedir. Bu asgarinin değerlendirilmesi görecelidir: muamelenin süresi, fiziksel ve/veya zihinsel etkileri, ve bazı vakalarda kurbanın cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi davanın bütün koşullarına bağlıdır (bkz. Tekin – Türkiye, 9 Haziran 1998, Reports of Judgments and Decisions 1998-IV, § 52). 85.AİHM, başvuranın polisler tarafından dövüldüğünü ve bu dövülmenin sonucunda çenesinin kırıldığının kesin olduğunu tespit ettiğini hatırlatır (bkz. 76. paragraf). Bu tür bir muamelenin, insanlık dışı ve küçültücü muamele sınırına ulaştığı ve bu bağlamda bir 3. madde ihlali ortaya koyduğu kanısındadır. 86.Dolayısıyla, başvuranın maruz kaldığı muamele bağlamında 3. madde ihlal edilmiştir. IV.AİHS’NİN 5. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI 87.Başvuran, AİHS’nin 5. maddesinin hiçbir fıkrası ile haklı çıkarılamayacak koşullarda tutuklu bulundurulduğunu öne sürerek şikayetçi olmuştur. 88.Hükümet, görüşünde bu şikayete değinmemiştir. 89.Yukarıda 3. madde ile ilgili ve aşağıda 13. madde ile ilgili tespitlerini dikkate alarak, AİHM, bu davanın koşullarında, 5. maddenin ihlal edilip edilmediğinin belirlenmesinin gerekli olmadığı kanısındadır. V.AİHS’NİN 13. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI 90.Başvuran, soruşturmadaki noksanlıkların, 13. maddeyi ihlal ettiğini ileri sürerek şikayetçi olmuştur. Bu maddeye göre: “Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlal fiili resmi görev yapan kimseler tarafından bu sıfatlarına dayanılarak yapılmış da olsa, ulusal bir makama etkili bir başvuru yapabilme hakkına sahiptir.” 91.Başvuran, argümanını desteklemek amacıyla özellikle polis memurlarının soruşturulması ve yargılanması süresince ulusal yetkililerin şu eksikliklerine atıfta bulunmuştur: (a)polis memurlarından detaylı ifade almamak, ki buna, onları sorgulayarak olayları anlatmaları dahil idi; (b)polislerin silahlarını emniyet altına almak, ve diğerlerinin yanı sıra, bunların başvurana temas edip etmediğini belirlemek için bu silahlar üzerinde adli tıp testleri yapmamak; (c)ayak izi ve lastik izi için olay yerini incelememek; (d)7 Ekim 1994 tarihli sağlık raporunu hazırlayan doktordan, başvurandaki yaraların tam kapsamı ve sebeplerine ilişkin görüşlerine dair ifade alınmaması; örneğin bu yaralar tüfek dipçiklerinin sebep olduğu yaralanmalar ile örtüşmekte miydi? (e)5 Ekim 1994 tarihli olaya tanık olmuş olabilecek, kahvehanedeki veya civardaki şahıslardan ifade alınmaması ve son olarak, (f)dört polisin görevlerine ve 01 HC 644 plakalı aracın kullanımına ilişkin olarak, 5 Ekim 1994 tarihine kadar ilgili tüm polis kayıtlarının temin edilmemesi. 92. Başvuran, ayrıca, AİHM’nin dikkatini, dört polis memurunun yargılanmasındaki şu kusurlara çekmiştir: (a) sık ertelemeler ve sanığın hazır bulunmadığı duruşmalar ile işlemler ağır bir şekilde yürütülmüştür. Başvuranın görüşüne göre, oldukça basit bir davanın, Ekim 1994’te başvuranın şikayetinin yapılmasından Aralık 1997’deki mahkeme kararına kadar üç yıldan fazla bir süre alması tamamıyla kabuledilmezdir; (b) dört sanık tarafından sunulduğu şekilleriyle olaylar, hiçbir şekilde, ne hakim tarafından sorulan sorular ne Cumhuriyet Savcısı tarafından sorulan sorular ne de başka bir şekilde, kontrol edilmiştir; (c) başvurana mahkeme çağrısında bulunmamaya ilişkin ”kasıtsız” hata onu sanıklara soru sorma fırsatından yoksun bırakmıştır; (d) İlk derece mahkemesinin, 7 Ekim 1994 tarihli tıbbi raporu düzenlemiş olan doktoru sorgulamama hatası; ve son olarak; (e) Cumhuriyet Savcısı’nın, kendisinin, delil yetersizliğine dayanarak beraat tavsiyesinde bulunduğu gerçeği, ilk derece mahkemesine sanıkları beraat ettirmekten başka şık tanımamıştır. Bu tavsiye, yukarıda değinilen yargılama sürecindeki kusurların ışığında değerlendirilmelidir ki bunlar Cumhuriyet Savcılığı’nın esas sorumluluğudur. 93. Özellikle başvuranın yukarıda özetlenen iddialarına ilişkin görüş bildirmek üzere AİHM tarafından davet edilmiş olan Hükümet, AİHM’nin talebine cevap vermemiş (bkz. yukarıda 64. paragraf) ve dolayısıyla o iddiaların doğruluğuna itiraz etmemiştir. 94. AİHM, AİHS’nin 13. maddesinin, AİHS hakları ve özgürlüklerinin esasını yürürlüğe koyacak bir hukuk yolunun ulusal düzeyde erişilebilirliğini, yerel yasal düzende her ne şekilde sağlanabilirse sağlansın, güvence altına aldığını yineler. 13. maddenin amacı, dolayısıyla, AİHS uyarınca “savunulabilir bir şikayet”in esasının çaresine bakabilecek ve yerinde bir telafi sağlayabilecek iç hukuk yolu hükmünü şart koşmaktır, bununla beraber, Sözleşme’ye taraf olan Devlet’lere bu hüküm uyarınca AİHS yükümlülüklerine uyma şekillerine ilişkin bir miktar takdir hakkı tanınmaktadır. 13. madde uyarınca yükümlülüğün kapsamı, başvuranın AİHS uyarınca yaptığı şikayetin niteliğine bağlı olarak değişir. Bununla beraber, 13. madde tarafından şart koşulan hukuk yolu, uygulama ile birlikte usulde de “etkili” olmalıdır, özellikle, hukuk yolunun uygulanması, sorumlu Devlet’in yetkililerinin fiiliyatları veya ihmalleri tarafından haksız olarak engellenmemelidir (bkz. Aksoy – Türkiye, 18 Aralık 1996 tarihli karar, Reports 1996-VI, s. 2286, § 95; Aydın – Türkiye, 25 Eylül 1997 tarihli karar, Reports 1997-VI, ss. 1895-96, § 103; Kaya – Türkiye, 19 Şubat 1998 tarihli karar, Reports 1998-I, § 167). 95. Kişinin, Devlet tarafından ciddi kötü muameleye maruz kaldığı veya işkence gördüğü şeklinde savunulabilir bir iddiası olduğu durumda, “etkili hukuk yolu” kavramı, uygun olduğu hallerde tazminat ödenmesine ek olarak, sorumlu kişilerin teşhis edilmesi ve cezalandırılmasını sağlayabilen ve şikayetçinin soruşturma sürecine etkili erişimini içeren tam ve etkili bir soruşturmayı gerektirir (bkz., yukarıda anılan, İlhan § 97). 96. Bu davada gösterilen delillere dayanarak, AİHM, sorumlu Devlet’in, başvurana kötü muameleden 3. madde uyarınca sorumlu olduğuna karar vermiştir. Dolayısıyla, başvuranın bu husustaki şikayetleri, 13. maddenin maksatları açısından “savunulabilir” dir (ibid. § 98 ve orada anılan davalar). 97. Yetkililerin, dolayısıyla, başvuranın yara aldığı olaylara yönelik etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğü vardı. 98. AİHM, başvuran tarafından belirlendiği gibi, ceza duruşmasındaki ve başvuranın iddialarına yönelik soruşturmadaki kusurları kabul eder (bkz. yukarıda 91-92. paragraflar). Ayrıca, başvuranın bu husustaki görüşlerine Hükümet tarafından itiraz edilmediğini kaydeder (bkz. yukarıda 93. paragraf; aynı zamanda bkz. yukarıda 7. paragraf). 99. Yukarıda belirtilenlerin ışığında, 13. maddeye uygun olarak etkili bir cezai soruşturmanın yürütülmüş olduğu değerlendirilemez. AİHM, dolayısıyla, başvuranın AİHS şikayetlerine ilişkin etkili bir hukuk yolunun sağlanmamış olduğuna ve böylece, tazminat talebi de dahil mevcut herhangi başka hukuk yollarına erişimin de reddedildiğine karar vermiştir. 100. Sonuç olarak, AİHS’nin 13. maddesi ihlal edilmiştir. VI. AİHS’NİN 2, 3, 5 VE 6. MADDELERİ İLE BİRLİKTE ELE ALINAN, AİHS’NİN 14. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI 101. Başvuran, polisin şiddetine maruz kalmasının sebebinin Kürt kökeni olduğunu ileri sürmüştür. Bunun, AİHS’nin 2, 3, 5 ve 6. maddeleriyle birlikte ele alınan, AİHS’nin 14. maddesine aykırı olarak ayrım teşkil ettiğini iddia etmiştir. 14. madde şöyledir: “Bu Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk, servet, doğum veya herhangi başka bir durum bakımından hiçbir ayırımcılık yapılmadan sağlanır.” 102. Hükümet, görüşlerinde bu şikayeti ele almamıştır. 103. AİHM, AİHS’nin 3 ve 13. maddelerinin ihlali tespitini kaydeder ve bu şikayetleri, aynı zamanda AİHS’nin 14. maddesi ile birlikte incelemenin gerekli olmadığını değerlendirir. VII. AVRUPA UYGULANMASI İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ’NİN 41. MADDESİNİN 104. AİHS’nin 41. maddesi şöyledir: “Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.” A. Maddi tazminat 105. Başvuran, polis memurları tarafından saldırıya uğradıktan sonra, 90 günlük bir süreliğine İstanbul’da bir hastanede tıbbi tedavi görmüş olduğunu iddia etmiştir. Bu süre ve sonraki üç aylık süre zarfında çalışamamıştır. Altı aylık gelir kaybı 1.571 Sterlin’i bulmuştur. Mali bakımdan sorumlu olduğu bir eşi ve yaşları altı ila dokuz arasında olan üç çocuğu vardır. Ayrıca, hastane masraflarının 3.492,84 Sterlin olduğunu iddia etmiştir. 106. Hükümet, başvuranın maddi zarara ilişkin delil sunmamış olduğunu ileri sürerek, başvuran tarafından talep edilen miktara itiraz etmiştir. Hükümet, AİHM’den, gerektiği takdirde, tazminat işleminin herhangi bir delil veya belgeden yoksun abartılmış taleplerle istismar edilmesine müsaade etmeden, başvurana adil bir miktar maddi tazminat ödenmesine karar vermesini talep etmiştir. 107. AİHM, başvuranın 3. maddeye aykırı olarak maruz kaldığını tespit ettiği yaralar ile tıbbi masraflar ve belirli bir gelir kaybı arasında doğrudan sebep sonuç ilişkisi olduğu görüşündedir. Bu bağlamda, başvuranın, ameliyat edilmesi gerekmiş olduğunu ve Adli Tıp Müdürlüğü’nün 7 Ekim 1994 tarihli raporuna göre, 25 günlük bir süre için çalışmasının mümkün olmamış olduğunu (bkz. yukarıda 27. paragraf) kaydeder. Herhangi bir hastane faturasının yokluğunda eşitlik temeline dayalı bir karar vererek, AİHM, başvurana, 5.000 Euro maddi tazminat ödenmesine karar verir. B. Manevi tazminat 108. Başvuran, aynı zamanda, AİHM’den, kendisine 25.000 Sterlin manevi tazminat ödenmesine karar vermesini talep etmiştir. 109. Hükümet’in görüşüne göre, başvuran tarafından talep edilen miktar haddinden fazladır; ihlal tespiti yeterli adil tazmin oluşturur. Hükümet, AİHM’den, başvuranın haksız iktisabına yol açacak herhangi bir tazminata karar vermemesini istemiştir. 110. AİHM, başvuranın, AİHS’nin 3. maddesine aykırı olarak polis memurları tarafından kötü muameleye maruz kalmış olduğuna karar vermiştir. Ayrıca, bu bağlamda etkili bir hukuk yolu sağlanmamış olduğunu tespit etmiştir. Bu davanın şartlarını gözönünde tutarak, AİHM, eşitlik temeline dayalı karar vererek, başvurana 15.000 Euro manevi tazminat ödenmesine karar verir. C. Mahkeme masrafları 111. Başvuran, başvurunun yapılmasındaki ücretler ve masraflar karşılığı toplam 6.333,60 Sterlin ve 1.712.000.000 Türk Lirası talep etmiştir. Talebi şunları kapsamıştır: (a) İngiltere’deki avukatlarının ücretleri karşılığı 5.798,60 Sterlin; (b) Türkiye’deki avukatının ücretleri karşılığı 1.625.000.000 Türk Lirası (yaklaşık 875 Sterlin); (c) İngiltere’deki avukatlar tarafından yapılan tercüme masrafları karşılığı 375 Sterlin; (d) İngiltere’deki avukatlar tarafından yapılan idari masraflar karşılığı 160 Sterlin; ve (e) Türkiye’deki avukatlar tarafından yapılan idari masraflar karşılığı 87.000.000 Türk Lirası (yaklaşık 46 Sterlin). 112. Hükümet, sadece gerçekten yapılmış olan masrafların ödenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bu bağlamda, Hükümet, yapıldığı iddia edilen masraflara ilişkin olarak başvuran tarafından yazılı delil sunulmamış olduğunu değerlendirmiştir. 113. Mevcut bilgilere dayanarak kendi kararını veren AİHM - tabi olabilecek her türlü katma değer vergisi hariç - net tazminat, başvuran tarafından talep ve tespit edildiği şekliyle, İngiltere’de başvuranın temsilcisinin banka hesabına Sterlin olarak yatırılmak üzere, başvurana mahkeme masrafları olarak 8.000 Euro ödenmesine karar verir. D. Gecikme faizi 114. AİHM, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı marjinal faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygun olduğuna karar verir. BU SEBEPLERLE AİHM, 1. Oybirliğiyle, sorumlu Devlet’in, AİHS’nin 38. maddesi uyarınca olayları saptamak görevinde AİHM’ye gerekli tüm kolaylıkları sağlamak yükümlülüğünü yerine getirmediğine; 2. Oybirliğiyle, AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edilmediğine; 3. Oybirliğiyle, başvuranın maruz kaldığı muamele dolayısıyla AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiğine; 4. Oybirliğiyle, başvuranın AİHS’nin 5. maddesi uyarınca olan şikayetini ayrı olarak incelemenin gerekli olmadığına; 5. Oybirliğiyle, AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine; 6. Bir oya karşı altı oyla, başvuranın, AİHS’nin 14. maddesi uyarınca olan şikayetini ayrı olarak incelemenin gerekli olmadığına; 7. Oybirliğiyle, a) Sorumlu Devlet’in, başvurana, AİHS’nin 44 § 2. maddesi uyarınca kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, 5.000 Euro (beş bin Euro) maddi tazminat ve bu miktara tabi olabilecek her türlü vergiyi, ödeme günündeki kur üzerinden Yeni Türk Lirası’na dönüştürmek ve başvuranın banka hesabına yatırmak üzere ödemesine; b) Sorumlu Devlet’in, başvurana, aynı üç aylık süre içinde, 15.000 Euro (on beş bin Euro) manevi tazminat ve bu miktara tabi olabilecek her türlü vergiyi, ödeme günündeki kur üzerinden Yeni Türk Lirası’na dönüştürmek ve başvuranın banka hesabına yatırmak üzere ödemesine; c) Sorumlu Devlet’in, başvurana, aynı üç aylık süre içinde, tabi olabilecek her türlü katma değer vergisi ile birlikte, mahkeme masrafları olarak 8.000 Euro’yu (sekiz bin Euro) ödeme günündeki kur üzerinden Sterlin’e dönüştürmek ve başvuran tarafından belirlenen İngiltere’deki temsilcilerinin banka hesabına yatırmak üzere ödemesine; d) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin aşılmasından ödeme gününe kadar geçen süre için yukarıdaki miktarlara Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli faizinin üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına; 8. Oybirliğiyle, başvuranın adil tazmin talebinin kalanının reddine KARAR VERİR. İngilizce olarak hazırlanmış ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 77 §§ 2 ve 3. maddesi uyarınca 20 Eylül 2005 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir. S. DOLLÉ Sekreter J.-P. COSTA Başkan AİHS’nin 45 § 2 maddesi ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 74 § 2 maddesine uygun olarak, aşağıda yer alan Mularoni’nin kısmi muhalefet şerhi bu karara eklenmiştir. J.-P.C. S.D. YARGIÇ MULARONI’NİN KISMİ MUHALEFET ŞERHİ Çoğunluğun aksine, ben, AİHM’nin, başvuranın AİHS’nin 14. maddesi uyarınca olan şikayetini ayrı olarak incelemesinin gerekli olduğuna inanıyorum. Kürt kökenli Türk vatandaşları tarafından yapılan onlarca benzer başvuruyu inceledikten ve çok sık olarak AİHS’nin 2 ve 3. maddelerinin ihlal edildiğine karar verdikten sonra, böyle bir şikayeti, Nachova ve Diğerleri – Bulgaristan davalarındaki (no. 43577/98 ve no. 43579/98) 6 Temmuz 2005 tarihli Büyük Daire kararından bile önce incelememiş olmaktan dolayı rahatsızlık duydum. Böyle bir karardan sonra daha da fazla rahatsızlık duyuyorum. AİHM’nin, Nachova ve Diğerleri davasında böyle bir şikayeti incelemeye karar verip şimdiki dava gibi davalarda incelemenin gereksiz olduğunu değerlendirmeye devam etmesini gerçekten anlayamıyorum. 14. madde uyarınca olan şikayetin incelenmesi, tabii ki, sonunda AİHM’nin 14. maddenin ihlal edildiğine karar vereceği anlamına gelmez. Çoğunluğun yaklaşımına katılamıyorum, bu yaklaşım benim için, sorumlu Devlet Türkiye olduğunda bu tip davalarda ayrım yasağını önemli bir mesele olarak değerlendirmemekle eş değerdedir. —— • —— TEKELİOĞLU/Türkiye Davası* Başvuru No: 16139/03 Strazburg 27 Mayıs 2008 İKİNCİ DAİRE USUL Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan 16139/03 numaralı başvurunun nedeni T.C. vatandaşı Cahit Tekelioğlu’nun (başvuran) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) 9 Nisan 2003 tarihinde Temel İnsan Hakları ve Özgürlüklerini güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur. Başvuran AİHM önünde İstanbul barosu avukatlarından C. F. Ünal ve A. Bıçak tarafından temsil edilmektedir. OLAYLAR I. DAVANIN KOŞULLARI Başvuran 1951 doğumlu olup Ankara’da ikamet etmektedir. Milletvekili olan başvurana Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 30 Ocak 2001 tarihinde saat 21 sularında televizyonda canlı yayınlanan oturumunda başka bir siyasi partinin milletvekilleri tarafından küfredilmiştir. Başvuran ile milletvekili F. Ş. arasında ağız dalaşı olmuş, itiş kakışmanın ardından başvurana F. Ş. yumruk atmış, başvuran da adı geçene kafa atarak karşılık vermiştir. Çıkan kavgaya otuz kadar kişi katılmıştır. Bu olaydan kısa bir süre sonra F.Ş. Meclis koridorunda yığılıp kalmış daha sonra da ölmüştür. Düzenlenen otopsi raporuna göre F.Ş. aşırı iç sıkıntısının yol açtığı bir enfarktüs sonucu yaşamını yitirmiştir. Raporda ayrıca, kalp rahatsızlığı olan maktulün başına aldığı darbelerin kronik hastalığına bağlı ağır bir krizi tetikleyen nörohormonal bir sarsılmaya neden olabileceği ve kalp krizi ile sonuçlanmış olabileceği belirtilmekteydi. Ankara Cumhuriyet Savcısı Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne (Ağır Ceza Mahkemesi) 2 Şubat 2001 tarihinde sunduğu iddianame ile başvuran ve diğer iki milletvekili hakkında kastı aşan adam öldürme suçundan kamu davası açmıştır. Yargılama sürecinde başvuran kendisine yöneltilen suçlamaları reddetmiştir. Başvuran çıkan kavgaya otuz kişinin karıştığını ve kendisinin de yumruk yediğini, ilk olarak F. Ş.’nin kendisine saldırdığını ve kendini korumaya çalışırken ona kafa attığını belirtmiştir. Başvuran Ağır Ceza Mahkemesi önünde otopsi raporunun sonucuna itiraz etmemiştir. * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. Ağır Ceza Mahkemesi 21 Şubat 2002 tarihli bir kararı ile başvuranı kasıt olmadan F. Ş.’nin ölümüne sebebiyet verme suçundan suçlu bulmuş ve iki yıl dokuz ay hapis cezasına çarptırmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, F. Ş.’nin küfürler ve fiziksel saldırılar yoluyla provokasyonuna maruz kalan başvuranın hafifletici sebeplerden yararlanması gerektiğini kaydetmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi başvuranın suçluluğunun tesisinde taraflarca dile getirilen otuz altı görgü tanığının ifadelerine ve başvuranın kısmi itiraflarına başvurmuş, kararını ilgili görgü tanıklarının ve başvuranın huzurunda suç mahallinde gerçekleştirilen olayların tatbikatına, otopsi raporuna, maddi diğer delillere ve bilhassa olay anında çekilen yüz kadar fotoğrafa dayandırmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada başvurana avukatları eşlik etmiştir. Dava dosyasında yer alan bilgilere göre dinlenen tanıkların ifadelerine hiçbir surette karşı çıkılmamıştır. Hüküm gerekçelerinde Ağır Ceza Mahkemesi sunulan fotoğraflardan yola çıkarak olayların bir kronolojisini düzenlemiştir. Mahkeme fotoğraflardan birinde F.Ş.’nin başvuranın boğazını sıktığına işaret etmiştir. Mahkeme kararında başvuranın F.Ş.’nin yüzüne ve başına yumruk attığını ve bu olaylardan hemen sonrasını gösteren karelere atıfta bulunulmuştur. Mahkeme, bu sonuncu klişelerde, otopsi raporunda kalp krizinin nedeni olarak ifade edilen acı ve sıkıntı durumunun maktulün yüzünden anlaşıldığına karar vermiştir. Yargıtay 23 Ekim 2002 tarihli bir karar ile 21 Şubat 2002 tarihli kararı onamıştır. Bu süreç boyunca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın tebliğnamesi başvurana tebliğ edilmemiştir. HUKUK I. AİHS’NİN 6/1 MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA A. Kabuledilebilirlik hakkında Başvuran Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın görüşünün tebliğ edilmediğinden şikayetçi olmakta ve bu bağlamda AİHS’nin 6/1 maddesini ileri sürmektedir. Hükümet bu iddiaya karşı çıkmaktadır. AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde başvurunun dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru kabuledilebilir niteliktedir. B. Esasa dair Başvuran Cumhuriyet Başsavcısı’nın görüşünden haberdar olmadığını iddia etmektedir. Hükümet, Yargıtay’ın bir duruşma gerçekleştirdiğini, duruşmada başsavcının görüşünün okunduğu sırada başvuranın ve avukatının da hazır bulunduğunu, bu görüşün ardından başvuranın avukatının ekleyeceği herhangi bir husus olmadığını beyan ettiğini savunmaktadır. Hükümet ayrıca başsavcının başvuranın lehinde görüş vererek mahkumiyet kararının bozulması yönünde görüş bildirdiğini ifade etmektedir. AİHM daha önce de bu başvurudakiyle aynı bir şikayeti daha önce incelediğini ve başsavcının görüşünün tebliğ edilmemesi, başsavcının görüşlerinin niteliği ve davalının bu görüşlere yazılı cevap verme imkanından mahrum olması nedenleri ile AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiği sonucuna vardığını anımsatır (Bkz. diğer birçokları arasında, sözü edilen Göç kararı, Arslan-Türkiye kararı, 20 Eylül 2007, no: 67036/01). AİHM bu başvuruda, davalının, kendi lehinde veya aleyhinde olmasından bağımsız olarak, başsavcının görüşünü duruşmadan önce incelemek için belli bir süreye ihtiyacı olduğunu düşünmektedir. Başsavcının görüşünün duruşmadan belli bir süre önce kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle ilgili bununla ilgili görüşlerini ifade etmek imkanından mahrum kalmaktadır. Dahası, başsavcının görüşünün ilgilinin lehinde olması durumunda, başvuran savcının görüşlerini destekleme olanağı bulabilir ve Yargıtay önünde kendi çıkarlarını daha iyi savunabilirdi. AİHM, Hükümetin benzer bu şikayetler karşısında Mahkemenin bu davada farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayacak ikna edici hiçbir tespit ve delil sunmadığını belirlemiştir. Bu nedenle AİHS’nin 6/1 maddesi ihlal edilmiştir. II. AİHS’NİN 6. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİNE DAİR DİĞER İDDİALAR HAKKINDA Başvuran görgü tanıklarını sorgulama imkânının olmaması ve savunmasını hazırlamak için gerekli kolaylıklara sahip olamaması doğrultusunda masumiyet karinesi ve silahların eşitliği ilkelerine riayet edilmediğinden ve Ankara Ağır Ceza Mahkemesi önünde hakkaniyete uygun bir duruşma gerçekleşmediğinden şikayetçi olmaktadır. Başvuran Ağır Ceza Mahkemesi tarafından otopsi raporunun değerlendirilmiş olmasına da itiraz etmektedir. Başvuran bu çerçevede AİHS’nin 6. maddesinin 1., 2., ve 3. fıkralarının ihlal edildiğini öne sürmektedir. Hükümet başvuranın iddialarına karşı çıkmaktadır. AİHM her türlü ceza davasının, muhakeme usulü de dahil olmak üzere, çekişmeli olması ve iddia makamı ile savunma tarafı arasında silahların eşitliği ilkesini gözetmesi gerektiğini hatırlatır: bu adil yargılama hakkının temel unsurlarından biridir. Çekişmeli bir ceza davası hem iddia makamının hem savunmanın karşı tarafça ileri sürülen görüşlerden ve kanıt unsurlarından haberdar olmasını gerektirir. Ayrıca, AİHS’nin 6/1 maddesi uyarınca, iddia makamının, tasarrufunda bulunan bütün lehte ve aleyhte delilleri savunma tarafına sunması gerekmektedir. (Bkz. Fitt-Birleşik Krallık kararı no: 29777/96, Georgios Papageorgiou-Yunanistan kararı no: 59506/00). AİHM, mahkeme tarafından derlenen unsurları değerlendirmenin ve savunma tarafından sunulmak istenen unsurların isabetliliğine karar vermenin, ilke olarak ulusal yargı makamlarına düştüğünü hatırlatır. Özellikle, AİHS’nin 6. maddesinin 3d) bendi, yine ilke olarak, yargı makamlarının, şahitler tarafından sunulan delilin yararlı olup olmadığına, AİHS sisteminde anlaşıldığı şekilde, “özerk” olarak karar vermelerine imkan tanır; davalı lehindeki bütün tanıkların çağrılması ve dinlenmesini zorunlu kılmaz, buradaki “aynı şartlarda” ifadesinin amacı “silahların eşitliği”ni tam olarak sağlamaktır. Öte yandan, ne 6. maddenin 3d) bendi ne çok daha fazla unsuru içeren 1. paragrafı silahların eşitliği ilkesi ile sınırlıdır. (Bkz. özellikle Vidal-Belçika kararı, BricmontBelçika kararı 7 Temmuz 1989, Solakov- Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti no: 47023/99). AİHS tarafından AİHM’ye verilen görev ilgili görgü tanıkları ifadelerinin delil unsuru olarak gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediği değil, kanıt unsurlarının sunulması yöntemi de dahil olmak üzere, sürecin bütünü itibariyle adil olup olmadığının belirlenmesidir (Bkz. diğer birçokları arasında A.M.-İtalya kararı no: 37019/97; Van Mechelen vd.-Hollanda kararı, no: 23 Nisan 1997, Doorson-Hollanda kararı, 26 Mart 1996 ve mutatis mutandis, Garcia Ruiz-İspanya kararı no: 30544/96). AİHM mevcut başvuruda başvuranın görüşlerini ifade edebildiği, delillerini sunabildiği ve görgü tanıklarını dinletebildiği çekişmeli bir yargı sonunda mahkum edildiğini tespit etmektedir. AİHM, Ağır Ceza Mahkemesi’nin görgü tanıklarını dinlemek için gerekli ihtimamı gösterdiğini, ayrıca başvuranın suçluluğunu tespit ederken maddi kanıtlara dayandığını gözlemlemektedir. Özellikle, dava dosyasının incelenmesinden, aralarından savunma tanıklarının da bulunduğu çok sayıda tanığın dinlendiği, başvuranın itiraz etmediği otopsi raporunun davanın gerekleri ışığında incelendiği, olay sırasında çekilen fotoğraflardan hareketle, başvuranın da katılımı ile olayın tatbikatını yaptığı anlaşılmaktadır. Öte yandan, Ağır Ceza Mahkemesi karar verirken F. Ş. tarafından yapılan provokasyonları da dikkate almıştır. AİHM, başvuranın şikayetlerinin özellikle masumiyet karinesi ilkesine riayet edilmediği yönündeki şikayetinin açık olmadığını ve gerektiği gibi gerekçelendirilmediğine itibar etmektedir. Başvuran esasen iç hukukun ulusal merciler tarafından uygulanışına karşı çıkmaktadır. Dava sürecinde herhangi keyfi bir uygulama tespit etmeyen AİHM, ulusal hukuku uygulamak ve yetkisini kullanmak konusunda birinci derecede ehil olan ulusal yargı mercilerinin değerlendirmesini sorgulayacak bir durum görmemektedir (Bkz. Fabre-Fransa kararı no: 69225/01, 2 Kasım 2004). AİHM, dava dosyasında yer alan deliller ve yargı sürecinin tamamı ışığında başvuranın adil bir yargılamadan mahrum kalmadığına kanaat getirmektedir. Bu koşullar çerçevesinde, öne sürülen şikayetlerin incelenmesinden AİHS’nin 6. maddesinin 1., 2., ve 3. paragraflarının ihlal edilmediği anlaşılmaktadır. Yapılan şikayetin bu kısmı AİHS’nin 35/3 maddesi uyarınca dayanaktan yoksun bulunmaktadır ve 35/4 maddesinin uygulanmasına istinaden reddedilmelidir. III. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASINA İLİŞKİN AİHS’nin 41. maddesine göre “Mahkeme işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, AİHM, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun surette, zarar gören tarafın adil tatminine hükmeder.” A. Tazminat Başvuran milletvekilliğinin düşmesi nedeniyle uğradığı gelir kaybına karşılık maddi tazminat olarak 12.000 Euro talep etmektedir. Başvuran mahkum edilmesi dolayısıyla eczanesinin kapanmasının yol açtığı mali kaybın karşılığı olarak 144.000 Euro’nun telafisini ve F.Ş.’nin mirasçılarına ödediği 421.383 Euro’nun kendisine ödenmesini istemektedir. Başvuran ayrıca mahkum olması nedeniyle 352.227 Euro’ya ulaşan emeklilik kaybının olduğunu ileri sürmektedir. Başvuran maddi tazminat olarak toplam 577.838 Euro talep etmektedir. Manevi zarar olarak 200.000 Euro talep etmektedir. Hükümet bu miktarlara karşı çıkmaktadır. Başvuranın öne sürdüğü gelir kaybı ile ilgili olarak AİHM, tespit edilen ihlal kararı ile öne sürülen maddi zarar arasında bir illiyet bağı tespit edememekte ve bu talebi reddetmektedir. AİHM, yerleşik içtihada göre ihlal tespitinin başlı başına öne sürülen manevi zararı gidermesi bakımından yeterli bir tazmini oluşturduğuna itibar etmektedir (Bkz. Kömürcü-Türkiye kararı no: 77432/01, 22 Haziran 2006, sözü edilen Ayçoban vd. kararı). B. Yargılama masraf ve giderleri Başvuran iç hukukta ve AİHM nezdinde yapılan yargı giderleri için 38.786 Euro talep etmekte, bu bağlamda avukatlar ile kendisi arasında imzalanan sözleşmeyi ve avukatlık ücret baremini sunmaktadır. Hükümet bu miktarlara karşı çıkmakta, başvuranın sözü edilen sözleşmeye istinaden yaptığı harcama ve giderleri gösterir herhangi bir belge sunmadığını öne sürmektedir. Hükümet yalnızca iki taraf arasında özel olarak bir anlaşmaya varıldığını ve bunun AİHM önünde harcamaların gerçekliğini ve öne sürülen giderleri kanıtlamadığını ifade etmektedir. AİHM’nin yerleşik içtihadına göre bir başvuran gerçekliğini, gerekliğini kanıtladığı makul miktarlardaki yargı giderlerini elde edebilir. AİHM sunulan belgeler ve yerleşik içtihat ışığında başvurana bu başlık altında tüm vergilerden muaf olarak 1000 Euro ödenmesine karar vermektedir. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE, 1. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın tebliğnamesinin tebliğ edilmediği yönündeki şikayetin kabuledilebilir, bunun dışındaki şikayetlerin kabuledilemez olduğuna; 2. AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine; 3. İhlal tespitinin kendisinin başvuranın öne sürdüğü manevi zararı gidermesi bakımından başlı başına bir tazmini oluşturduğuna; 4 a) AİHS’nin 44 / 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, miktara yansıtılabilecek her türlü vergi ve masraflarla birlikte, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Y.T.L.’ye çevrilmek üzere Savunmacı Hükümetin yargı giderleri için başvurana 1.000 (bin) Euro ödemesine; b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına; 5. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine; KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3. paragraflarına uygun olarak 27 Mayıs 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir. —— • —— ASLAN VE DEMİR/Türkiye* Başvuru No. 38940/02 ve 5197/03 Strazburg 17 Şubat 2009 İKİNCİ DAİRE USUL T.C. vatandaşları Mahmut Aslan ve Hüseyin Demir (“başvuranlar”) tarafından Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, sırasıyla 13 Temmuz 2000 ve 12 Kasım 2002 tarihlerinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme’nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi - AİHS) 34. maddesi uyarınca yapılan 38940/02 ve 5197/03 numaralı başvurular sonucu bu dava görülmektedir. Başvuranlar, Diyarbakır ve Elazığ Barosu avukatlarından E. Talay ve M. Taş tarafından temsil edilmişlerdir. OLAYLAR Başvuranlar sırasıyla 1974 ve 1960 doğumludurlar ve Türkiye’de yaşamaktadırlar. Bu davalar açısından ortak olan husus başvuranların farklı zamanlarda ve yerlerde yakalanmış ve gözaltına alınmış olmalarıdır. Gözaltı sürelerince, yanlarında avukat bulunmaksızın sırasıyla polis, cumhuriyet savcısı ve tetkik hakimi tarafından sorgulanmışlardır. Söz konusu ifadeler, müteakiben, ilk derece mahkemesi tarafından mahkumiyetleri yönünde kullanılmıştır. Başvurulara ilişkin detaylar aşağıdaki tabloda sunulmuştur: 38940/02 Mahmut Aslan 19/06/1999 - 25/06/1999 25/06/1999 Cumhuriyet Savcısı ve tetkik hakimi tarafından yapılan sorgulama tarihleri 25/06/1999 5197/03 Hüseyin Demir – Türkiye 28/01/2000 - 03/02/2000 02/02/2000 03/02/2000 Başvuru numarası ve adı Gözaltı tarihleri Polis tarafından yapılan sorgulama tarihleri Yargıtay’ın nihai karar tarihi 19/12/2000 02/07/2002 * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. HUKUK AİHM, başvuruların benzerlikleri karşısında birleştirilmelerini uygun bulmuştur. Başvuranlar, AİHS’nin 6. maddesinin 1 ve 3 (c) paragraflarına dayanarak, gözaltı sürelerinde avukat yardımından yararlanma haklarının reddedildiği konusunda şikayetçi olmuşlardır. AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde bu şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca, şikayetin başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru taşımadığını tespit etmiştir. Bu nedenle şikayet kabuledilebilir niteliktedir. Esas hususunda, AİHM, aynı şikayeti Salduz – Türkiye başvurusunda incelemiş ve AİHS’nin 6/1 maddesi ile bağlantılı olarak 6/3 (c) maddesinin ihlalini tespit etmiş olduğunu gözlemlemiştir ([BD], no. 36391/02, 27 Kasım 2008). AİHM, bahsi geçen kararda, avukat yardımından yararlanma hakkına getirilen kısıtlamanın sistematik olduğu ve ilgili dönemde devlet güvenlik mahkemeleri yetki alanına giren suçlarla bağlantılı olarak gözaltında tutulan her kişiye yaşa bakmaksızın uygulandığı tespitinde bulunmuştur. AİHM somut davayı incelemiş ve yukarıda belirtilen Salduz kararından sapmasını gerektirecek özel bir durum görmemiştir. Dolayısıyla, somut davada AİHS’nin 6/1 maddesi ile bağlantılı olarak 6/3 (c) maddesi ihlal edilmiştir. AİHS’nin 41. maddesi uyarınca adil tatmin hususunda, birinci başvuran Mahmut Aslan 30.000 Euro manevi tazminat talebinde bulunmuştur. İkinci başvuran Hüseyin Demir 10.800 Euro maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Ayrıca, başvuru belgesine dayanarak, 1.000.000 Euro manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Birinci başvuranın avukatı, Diyarbakır Barosu ücretler tarifesine dayanarak ve AİHM önünde davanın hazırlanması ve sunulmasında harcanan zamanı ve diğer yargılama masraf ve giderlerini kapsamak üzere toplam 2.119 Euro talep etmiştir. İkinci başvuran bu başlık altında herhangi bir talepte bulunmamıştır. Hükümet bu taleplere karşı çıkmıştır. AİHM, talep edilen maddi tazminat ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı görmemiş ve bu nedenle bu talebi reddetmiştir. Hakkaniyet temelinde karar vererek, başvuranların her birine 1.500 Euro manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. AİHM, ayrıca, en uygun telafi şeklinin, talep etmeleri halinde, başvuranların AİHS’nin 6/1 maddesi gereklerine uygun olarak yeniden yargılanmaları olduğunu belirtir (bkz., üzerine gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra, Gençel – Türkiye, no. 53431/99, 23 Ekim 2003; yukarıda anılan Salduz). AİHM, konuyla ilgili içtihadına göre, ayrıca, birinci başvurana yargılama masraf ve giderlerine karşılık olarak, Avrupa Konseyi’nden adli yardım olarak alınan 850 Euro düşülmek üzere, 1.000 Euro ödenmesini uygun olarak değerlendirmiştir. AİHM’ye göre, gecikme faizi Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı orana üç puanlık bir artış eklenerek belirlenecektir. BU GEREKÇELERE DAYANARAK, AİHM OYBİRLİĞİ İLE 1. Başvuruların birleştirilmesine; 2. Başvuruların kabuledilebilir olduğuna; 3. Gözaltı süresinde başvuranların avukat yardımından yararlanamadıkları gerekçesiyle AİHS’nin 6/1 maddesi ile bağlantılı olarak 6/3 (c) maddesinin ihlal edildiğine; 4. a) AİHS’nin 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Türk Lirası’na çevrilmek üzere Savunmacı Hükümet tarafından aşağıdaki miktarların ödenmesine; (i) Başvuranların her birine manevi tazminat olarak 1.500 Euro (bin beş yüz Euro) ile birlikte bu miktara tabi olabilecek her türlü vergi; (ii) Birinci başvuran Mahmut Aslan’a yargılama masraf ve giderleri olarak, Avrupa Konseyi’nden adli yardım olarak alınan 850 Euro düşülmek üzere, 1.000 Euro (bin Euro) ile birlikte bu miktara tabi olabilecek her türlü vergi; b) Söz konusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına; 5. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış ve AİHM İç Tüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. paragrafları gereğince 17 Şubat 2009 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir. Sally Dollé Zabıt Katibi Françoise Tulkens Başkan —— • —— Tebliğler Maliye Bakanlığından: 3218 SAYILI SERBEST BÖLGELER KANUNU GENEL TEBLİĞİ (SERİ NO: 2) 1. Giriş 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanununun geçici 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinin uygulamasına ilişkin açıklamalara 12/3/2009 tarihli ve 27167 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 1 Seri No.lu 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu Genel Tebliğinde yer verilmiş olup, anılan Tebliğ uyarınca mükelleflerin öngörülen şartları sağlayıp sağlamadıklarının tespit edilmesi amacıyla düzenlenmesi gereken Serbest Bölge Faaliyet Tasdik Raporunun ibraz süresine ilişkin açıklamalar bu Tebliğin konusunu oluşturmaktadır. 2. İlgili Mevzuat ve Tasdik Raporunun İbraz Süresi 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanununun geçici 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi, 12/11/2008 tarihli ve 5810 sayılı Kanunun 7 nci maddesiyle 1/1/2009 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Avrupa Birliğine tam üyeliğin gerçekleştiği tarihi içeren yılın vergilendirme döneminin sonuna kadar; ... b) Bu bölgelerde üretilen ürünlerin FOB bedelinin en az % 85'ini yurtdışına ihraç eden mükelleflerin istihdam ettikleri personele ödedikleri ücretler gelir vergisinden müstesnadır. Bu oranı % 50’ye kadar indirmeye ve kanuni seviyesine kadar yükseltmeye Bakanlar Kurulu yetkilidir. Yıllık satış tutarı bu oranın altında kalan mükelleflerden zamanında tahsil edilmeyen vergiler cezasız olarak, gecikme zammıyla birlikte tahsil edilir. ... Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir." Yapılan değişikliğe ilişkin açıklamalara 1 Seri No.lu 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu Genel Tebliğinde yer verilmiş olup, anılan Tebliğ uyarınca mükelleflerin öngörülen şartları sağlayıp sağlamadıklarının tespit edilmesi amacıyla düzenlenmesi gereken Serbest Bölge Faaliyet Tasdik Raporunun dispozisyonu hakkında, 31/12/2009 tarihli ve 27449 (4.Mükerrer) sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 42 Sıra No.lu Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu Genel Tebliğinde gerekli açıklamalar yapılmıştır. 1 Seri No.lu 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu Genel Tebliğinin “3.7.1 Raporun Konusu ve İbraz Süreleri” başlıklı bölümünde; “… Mükellefler, istisna uygulamasına ilişkin olarak yeminli mali müşavirler tarafından düzenlenen faaliyet raporlarını en geç faaliyette bulunulan takvim yılını takip eden yılın şubat ayının 15 inci günü akşamına kadar muhtasar beyannameyi verdikleri vergi dairesine teslim edeceklerdir. Yıl içinde faaliyetine son veren ya da ürettiği ürünü sonraki yıl içerisinde tamamen satan veya kısmen satışla %85 şartını gerçekleştiren mükellefler ise, söz konusu raporları faaliyetlerine son verdikleri ya da ürünü sattıkları veya %85 şartını gerçekleştirdikleri ayı takip eden ikinci ayın 15 inci günü akşamına kadar muhtasar beyannameyi verdikleri vergi dairesine teslim edeceklerdir. Bu bölümde belirtilen YMM raporlarının süresi içerisinde ibraz edilemeyeceğine ilişkin, mükellefler veya YMM'ler tarafından makul mazeret bildirilmesi halinde, vergi dairesince 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 17 nci maddesine göre bu Tebliğde belirlenen sürelerin bir katını geçmemek üzere ek süre verilebilecektir. …” açıklamasına yer verilmiştir. Yukarıda yer alan hüküm ve açıklamalar çerçevesinde, 3218 sayılı Kanunun geçici 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi kapsamındaki gelir vergisi istisnası hükümlerinden yararlanılabilmesi için YMM’ler tarafından düzenlenen Serbest Bölge Faaliyet Tasdik Raporunun en geç faaliyette bulunulan takvim yılını takip eden yılın Şubat ayının 15 inci günü akşamına kadar muhtasar beyannamenin verildiği vergi dairesine teslim edilmesi gerekmektedir. Söz konusu mükellefler veya YMM’ler tarafından makul bir mazeret bildirilmesi halinde yetkili vergi dairesince, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 17 nci maddesi uyarınca anılan Tebliğ ile belirlenen sürenin bir katını geçmemek üzere ek bir süre verilebilmektedir. Buna göre, YMM’ler tarafından düzenlenen Serbest Bölge Faaliyet Tasdik Raporunun, faaliyette bulunulan takvim yılını takip eden Şubat ayının 15 inci günü akşamına kadarki süreyi kapsayan birinci dönem ile mükellefler veya YMM’ler tarafından verilecek dilekçe üzerine belirlenen birinci dönem süresinin bir katını geçmemek üzere verilen ek süreden oluşan ikinci döneme ait süre içinde ibraz edilmesi mümkündür. Bu çerçevede, Serbest Bölge Faaliyet Tasdik Raporunun, söz konusu istisnanın uygulanacağı takvim yılını takip eden Şubat ayının 15 inci günü akşamına kadar vergi dairesine veremeyen mükellefler veya YMM’lerce herhangi bir başvuruda bulunulmaksızın, bu süreyi takip eden 46 günlük süre içinde verilmesi halinde vergi dairesince kabul edilerek, ek süre verilmesi için başvuruda bulunulmaması nedeniyle 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 352/II-7 nci maddesi gereğince adlarına usulsüzlük cezası tatbik edilmek suretiyle işleme konulması, bu süreden sonra verilecek YMM raporlarının ise işleme konulmaması gerekmektedir. Tebliğ olunur. [R.G. 29 Temmuz 2010 – 27656] —— • —— Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasından: ZORUNLU KARŞILIKLAR HAKKINDA TEBLİĞDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ (SAYI: 2010/7) MADDE 1 – 16/11/2005 tarihli ve 25995 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 2005/1 sayılı Zorunlu Karşılıklar Hakkında Tebliğ’in 5 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 5 – Zorunlu karşılık oranları; Türk parası yükümlülüklerde yüzde 5, yabancı para yükümlülüklerde yüzde 10’dur.” MADDE 2 – Bu Tebliğ 6/8/2010 tarihli zorunlu karşılık cetvelinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Tebliğ hükümlerini Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı yürütür. [R.G. 29 Temmuz 2010 – 27656] —— • —— Sağlık Bakanlığından: HAVUZ SUYUNDA KULLANILAN YARDIMCI KİMYASAL MADDELERİN ÜRETİMİNE, İTHALATINA VE BİLDİRİM ESASLARINA DAİR TEBLİĞ BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar Amaç MADDE 1 – (1) Bu Tebliğin amacı, havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddelerin halk sağlığına ve çevreye zarar vermesinin engellenmesini, topluma güvenli ve kaliteli şekilde ulaşmasını teminen piyasaya arz edilmeden önce, Bakanlığa yapılacak bildirimin usul ve esaslarını, ürüne ait teknik dosyada bulunacak bilgi ve belgeleri ve bu ürünlerin piyasa gözetimi ve denetiminin esaslarını belirlemektir. Kapsam MADDE 2 – (1) Bu Tebliğ, yüzme havuzu suyunun dezenfeksiyonu haricinde, pH ayarlanması, çöktürücü, topaklayıcı, parlatıcı, berraklaştırıcı ve teknolojik gelişmelere göre havuz suyunda yardımcı kimyasal madde amacıyla kullanılan bütün müstahzar ve maddeleri, üreten, ithal eden, piyasaya arz eden gerçek ve tüzel kişileri kapsar. Dayanak MADDE 3 – (1) Bu Tebliğ; 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 2 nci maddesine, 29/6/2001 tarihli ve 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanuna, 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 43 üncü maddesine dayanılarak hazırlanmıştır. Tanımlar MADDE 4 – (1) Bu Tebliğde geçen; a) Bakanlık: Sağlık Bakanlığını, b) Formül: Ürünü oluşturan kimyasal maddelerin ağırlıkça veya hacimce yüzde miktarını, c) Havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddeler: Yüzme havuzu suyunun dezenfeksiyonu haricinde, pH ayarlanması, çöktürücü, topaklayıcı, parlatıcı, berraklaştırıcı, kireç önleyici ve iyon tutucu amacıyla kullanılan bütün müstahzar ve maddeleri, ç) Müdürlük: İl Sağlık Müdürlüğünü, d) Teknik dosya: Üretici bilgileri ile ürüne ait bilgi ve belgeleri, e) Üretici: Havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddeleri üreten, ıslah eden veya ürüne adını, ticari markasını veya ayırt edici işaretini koymak sureti ile kendini üretici olarak tanıtan gerçek veya tüzel kişiyi; üreticinin Türkiye dışında olması halinde, üretici tarafından yetkilendirilen temsilciyi ve/veya ithalatçıyı, ayrıca ürünün tedarik zincirinde yer alan ve faaliyetleri ürünün güvenliğine ilişkin özelliklerini etkileyen gerçek veya tüzel kişiyi, f) Ürün: Havuz suyunda yardımcı kimyasal madde olarak kullanılan tüm madde ve müstahzarları, g) Yetkili laboratuvar: Ürün analizlerinin yapılabileceği Bakanlıkça yetkilendirilmiş laboratuvarları ifade eder. İKİNCİ BÖLÜM Havuz Suyunda Kullanılan Yardımcı Kimyasal Maddeler ve Kullanımına Müsaade Edilmeyen Maddeler Havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddeler MADDE 5 – (1) Havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddelerin havuz kullanıcıları ve çalışanları için risk oluşturmaması, dezenfeksiyonu engellememesi, filtrasyon öncesi kullanılması, havuzdaki malzemelere zarar vermemesi ve toksik etki göstermemesi koşuluyla kullanımına izin verilir. Kullanımına müsaade edilmeyen maddeler MADDE 6 – (1) 26/12/2008 tarihli ve 27092 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Bazı Tehlikeli Maddelerin, Müstahzarların ve Eşyaların Üretimine, Piyasaya Arzına ve Kullanımına İlişkin Kısıtlamalar Hakkında Yönetmelik” ile yasaklanmış olan maddeler kullanılamaz. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Bildirim, Etiketleme, Mesul Müdür, Ambalajlama, Teknik Dosya ve Üretim Yeri Nitelikleri Bildirim MADDE 7 – (1) Havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddeleri üreten, ithalatını yapan veya ilk kez üretimini/ithalatını gerçekleştiren gerçek veya tüzel kişiler, Bakanlığa bildirimde bulunmak zorundadır. (2) Sözkonusu havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddelerin ithalatı sırasında gümrük idaresince bu bildirimlere ilişkin herhangi bir belge aranmaz. Bildirim usulü MADDE 8 – (1) Üreticiler bir sefere mahsus olmak üzere, ek-1A ve ek-1B’de yer alan bildirim formunu ve piyasaya arz edilmek üzere hazırlanmış her ürün çeşidine ait etiket örneklerini, formüllerini ve 26/12/2008 tarihli ve 27092 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Tehlikeli Maddeler ve Müstahzarlara İlişkin Güvenlik Bilgi Formlarının Hazırlanması ve Dağıtılması Hakkında Yönetmeliğe uygun hazırlanmış etken maddeye ait güvenlik bilgi formlarını (MSDS) elektronik ortamda hazırlayarak Bakanlığa bildirimde bulunmak zorundadır. Bildirim formunun bir örneği üretici tarafından muhafaza edilir. Bildirimde bulunan üreticilere, Bakanlık tarafından kayıt numarası verilir. Değişiklik MADDE 9 – (1) Üreticiler, bildirimde veya etiket bilgilerinde yer alan hususlardan bir veya birkaçının değişmesi halinde bu değişiklikleri ürünü piyasaya sürmeden önce Bakanlığa bildirmek zorundadırlar. Etiketleme MADDE 10 – (1) Etiketlerde; a) Üreticinin adı ve adresi, b) Üretim yerinin adı ve adresi, c) Ürünün ticari adı, ç) Amaçlanan kullanım alanları, d) Ürünün formülünü oluşturan maddelerin ağırlıkça veya hacimce yüzde miktarı ile kimyasal isimleri, CAS numarası ve 26/12/2008 tarihli ve 27092 sayılı Mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan “Tehlikeli Maddelerin ve Müstahzarların Sınıflandırılması, Ambalajlanması ve Etiketlenmesi Hakkında Yönetmelik” hükümlerine göre belirlenecek tehlike sembolleri, tehlike ibareleri ve güvenlik uyarıları, e) Kullanma talimatı, f) Nominal dolum miktarı, g) Üretim ve son kullanma tarihi (açılmış ambalaj ve seyreltilmiş ürün olarak ayrı ayrı), seri veya parti numarası, ğ) LD 50 (oral, sıçan) değeri, h) Ürünün saklama koşullarının sıcaklık ve nem olarak bulunması zorunludur. (2) Etiketlerde ayrıca uyarı olarak; a) Kullanma talimatını mutlaka okuyunuz, b) Kullanıcılar için koruyucu giysi (gözlük, eldiven, yüz maskesi) kullanınız, c) Çocuklardan uzak tutunuz, ç) Başka bir ürün veya madde ile karıştırmayınız, d) Gıda maddelerinden uzak tutunuz, e) Boşalan ambalajlar Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’ne göre değerlendirilir, f) Zehirlenme durumlarında Ulusal Zehir Danışma Merkezi (UZEM)’nin 114 No’lu telefonunu veya Acil Sağlık Hizmetleri’nin 112 No’lu telefonunu arayınız, g) Ürünün uygulaması sertifikalı personel tarafından yapılacaktır, ğ) Filtrasyon öncesi kullanılır, ifadeleri bulunur. Mesul müdür MADDE 11 – (1) Mesul müdür olarak üretim yerinde kimya mühendisi, kimyager, eczacı veya biyolog görevlendirilir. Mesul müdürün görevden ayrılması durumunda yedi gün içinde yeni bir mesul müdür görevlendirilir. (2) Mesul müdür görevlendirilmesi, üreticinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Ambalajlama/ürünlerin bertarafı MADDE 12 – (1) Ürünlerin ambalajlama, etiketleme ve işaretleme kuralları Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından 10/4/2002 tarihli ve 24722 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 1/7/2006 tarihli ve 26215 sayılı Resmî Gazete ile değişiklik yapılan Hazır Ambalajlı Mamullerin Ağırlık ve Hacim Esasına Göre Net Miktar Tespitine Dair Yönetmelik ile 1/7/2006 tarihli ve 26215 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmış olan Hazır Ambalajlı Sıvı Mamullerin Hacim Tespitine Dair Yönetmelik çerçevesinde değerlendirilir. 24/6/2007 tarihli ve 26562 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe konulan Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği ile 26/12/2008 tarihli ve 27092 sayılı Mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan Bazı Tehlikeli Maddelerin, Müstahzarların ve Eşyaların Üretimine, Piyasaya Arzına ve Kullanımına İlişkin Kısıtlamalar Hakkında Yönetmelik hükümlerine uygun olmak zorundadır. (2) İmhasına karar verilen veya son kullanma tarihi dolmuş ürünler 14/3/2005 tarihli ve 25755 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği çerçevesinde üretici tarafından bertarafı sağlanır. Teknik dosya ve üretim yeri nitelikleri MADDE 13 – (1) Gerekli durumlarda Müdürlük veya Bakanlık tarafından incelenmek üzere üreticiler üretim yerinin bulunduğu yerde, ithalatçılar ise merkez bürolarında ek-3’de yer alan bilgileri içeren teknik dosyayı bulundurmak zorundadır. Ayrıca, üreticiler üretim yerinde ek-2 de belirtilen şartları sağlamak zorundadır. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Denetim, Yasaklar, Cezai Müeyyideler ve Son Hükümler Denetim MADDE 14 – (1) Havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddelerin denetimi 25/6/2007 tarihli ve 26563 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Sağlık Bakanlığınca Yapılacak Piyasa Gözetimi ve Denetiminin Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” kapsamında yapılır. Piyasa gözetimi ve denetimi veya şikayet üzerine alınan numunelerin analizleri yetkili laboratuvarda yaptırılır. Yasaklar MADDE 15 – (1) Bakanlığa bildirimde bulunulmadan havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddelerin üretimi ve ithalatı yapılamaz ve piyasaya arz edilemez. (2) Tebliğde belirtilen kurallara aykırı üretim ve satış ile basın, yayın, broşür dağıtma gibi yollarla tüketicileri yanıltıcı reklam ve herhangi bir şekilde aslına uygun olmayan tanıtım yapılması yasaktır. Cezai müeyyideler MADDE 16 – (1) Tebliğ’de belirtilen hükümlere aykırı davranan veya faaliyet gösterenler hakkında, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun, Gıda Maddelerinin ve Umumi Sağlığı İlgilendiren Eşya ve Levazımın Hususi Vasıflarını Gösteren Tüzük ile ilgili diğer mevzuat hükümleri uygulanır. (2) Güvensiz veya son kullanma tarihi dolmuş ürünler atık olarak değerlendirilir ve bertaraf işlemleri Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliğine göre yapılır. Önceden izin verilmiş ürünler GEÇİCİ MADDE 1 – (1) Bu Tebliğin yayımı tarihinden önce izin verilmiş ürünler, Tebliğin yayımlanmasını müteakip bir yıl içinde Tebliğ hükümlerine uygun hale getirilir. Süre sonunda uyumun gerçekleştirilmemesi halinde üretim ve satış yapılamaz. Yürürlük MADDE 17 – (1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme MADDE 18 – (1) Bu Tebliğ hükümlerini Sağlık Bakanı yürütür. Ek-1 A-ÜRETİCİ BİLDİRİM FORMU Üreticinin adı ve adresi Üretim yerinin adı ve adresi 24 saat içinde ulaşılacak telefon numarası Faks numarası e-posta adresi İrtibat kurulacak kişinin adı ve soyadı Vergi Dairesi-Vergi No (Şahıslar için T.C. Kimlik No) Marka Ürünün açık adı (tüm çeşitler tek tek yazılacak) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Ek-1B-İTHALATÇI BİLDİRİM FORMU İthalatçının adı ve adresi Üreticinin adı ve adresi 24 Saat içinde ulaşılacak telefon numarası Faks numarası e-posta adresi İrtibat kurulacak kişinin adı ve soyadı Vergi Dairesi-Vergi No (Şahıslar için T.C. Kimlik No) Marka Ürünün açık adı (tüm çeşitler tek tek yazılacak) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Ek-2 HAVUZ SUYUNDA KULLANILAN YARDIMCI KİMYASAL MADDELERİN ÜRETİM YERİ NİTELİKLERİ 1- Üretim yerinde; idari bölüm, üretim bölümü, kontrol bölümü (Laboratuvar kontrolü vs.), ambalajlama bölümü ile hammadde ve ürün depolama bölümü bulunur. 2- Ham maddeler ve ambalajlar birbirine karışma riskini önleyecek şekilde yerleştirilir. 3- Üretim yerlerinde, üretim hattı ve depolar gaz ve ısıya duyarlı güvenlik donanımlarına sahip olmalıdır. Ayrıca depolanan ve üretilen ürünlere göre düzenlenmiş kaza, yangın vs. durumlarına karşı güvenlikle ilgili uygulama planı yapılır. Bu plan hazırlanırken itici gazlarla üretim yapan işyerleri buna uygun ek güvenlik önlemleri almakla yükümlüdür. 4- Üretim yerinin zemini kolay temizlenebilir, pürüzsüz ve dezenfekte edilebilir malzemeden yapılmalıdır. 5- Yeterli havalandırma ve yapılan işe uygun aydınlatma olmalıdır. Çalışanlara iş sağlığı ve güvenliği eğitimi verilmelidir. 6- Üretim yerleri iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına uygun olmalıdır. 7- Üretim alanında periyodik kontrolleri yapılmış yangın tüpü ve ürüne göre temizleme malzemesi ve donanımı bulunmalıdır. 8- Üretimde kullanılan ekipmanlar malzeme ile etkileşime girmeyecek türde olmalıdır. 9- Her üretim işlemine başlamadan önce işlemde kullanılacak bütün alet ve teçhizat temizlenmiş olmalıdır. 10- Üretim yerinde üretim işlemleri ve kontroller mesul müdür nezareti altında yapılmalıdır. 11- Ürünün dağıtımı ile ilgili kayıtlar tutulmalıdır. 12- İşyerinde yangın veya patlamaya sebep olabilecek tutuşturucu kaynaklarının bulunması önlenmelidir. 13- Çalışanların kişisel temizliği için uygun ve yeterli şartlar sağlanmalıdır. Ek-3 HAVUZ SUYUNDA KULLANILAN YARDIMCI KİMYASAL MADDELERİ İÇEREN ÜRÜNLERİN TEKNİK DOSYASINDA BULUNMASI GEREKEN BİLGİLER 1- Formül: Ürün formülasyonunu oluşturan kimyasal maddelerin ağırlıkça veya hacimce yüzde miktarları ile formülasyonu oluşturan kimyasal maddelerin formül içerisinde bulunuş nedenleri, 2- Ürünün, etken ve yardımcı maddelerin fiziksel ve kimyasal özellikleri, 3- Ürünün formu ve ambalaj şekli, (emülsiyon, solüsyon, tablet, granül vb.), 4- Ürünün kontrol metotları (kimyasal, fiziksel), 5- 26/12/2008 tarihli ve 27092 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tehlikeli Maddeler ve Müstahzarlara İlişkin Güvenlik Bilgi Formlarının Hazırlanması ve Dağıtılması Hakkında Yönetmeliğe uygun hazırlanmış güvenlik bilgi formu (MSDS) ve Türkçe tercümeleri. Ürünün etiketinde ürünün kullanım amacı ile ilgili bir iddia varsa bu iddiayı açıklayan bağımsız bilimsel kuruluşlardan alınmış bilimsel nitelikteki testler, raporlar ve görüşler, 6- Türkçe etiket örneği, 7- Bitmiş ürüne ait analiz sertifikası, 8- Etken ve yardımcı maddelerde ve bitmiş üründe stabilite testleri, şartları, kontrol yöntemleri, sonuçları ve değerlendirmesi, 9- Ürünün kullanma süresi ve saklama koşulları, 10- LD50 değeri için “IUCLID-Kimyasallara ilişkin Uluslar Arası Bilgi Erişimi Veri Tabanı (European Chemical Bureau), WHO, EPA veya eşdeğer kaynak” orijinal kaynak olarak dosyaya eklenmesi, etiket ve ürün güvenlik bilgi formundaki LD50 (oral, sıçan) değerinin bu kaynak ile uyumlu olması, 11- Ticari Sicil Gazetesi, 12- Türk Patent Enstitüsünden alınacak marka tescil belgesi veya marka tescil belgesinin başvurusunun fotokopisi, 13- Üretici firma tarafından onaylı kısa imalat yöntemi, 14- Üretim yerine ait İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı (ruhsatta faaliyet konusu belirtilmeli), 15- Mesul müdür diploma fotokopisi, 16- Mesul müdür sözleşmesi: Üretim yeri sahibi ile üretim yeri mesul müdürü olarak görev yapan kişi arasında yapılan anlaşmanın noter onaylı bir sureti, 17- Çevre Sağlığı Değerlendirme Raporu: Bakanlık/İl Sağlık Müdürlüğü elemanlarınca üretim yerinin Ek-2’ye göre tetkiki yapılarak düzenlenecek rapor, 18- Sağlık veya Serbest Satış Sertifikası: Ürünün menşei ülkesinde aynı kullanım amacı için izinli veya satışının serbest olduğuna ilişkin menşei ülkenin izin vermeye yetkili kuruluşunca düzenlenmiş belgenin orijinali (tarihi bir yıldan eski olmayacak ve elçilik onaylı) ve noter onaylı tercümesi, Fason üretim yapılacaksa fason üretim sözleşmesinde; 19- Fason üretim yaptıracak firma veya şahıs ile üretimi yapacak firma veya şahıs arasında noter huzurunda yapılacak yazılı anlaşmaya aşağıdaki hususlar eklenmelidir. a) Üretilecek ürünün toplam miktarı ve ambalaj sayısı, b) Anlaşmanın geçerlilik süresi. Not (1) - 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10 ve 11 inci maddeler genel maddeler olup 12, 13, 14, 15, 16, 17 ve 19 uncu maddeler yerli üreticiler için, 18 inci maddede belirtilen şartlar ithal ürünler için düzenlenir. Not (2) - Ayrıca Bakanlık tarafından yukarıda belirtilen bilgi ve belgelerin dışında gerekli görülmesi halinde mesul müdür/ithalatçı firma onaylı ek bilgi ve belge talep edilebilir. [R.G. 4 Ağustos 2010 – 27662] —— • —— Maliye Bakanlığından: GELİR VERGİSİ GENEL TEBLİĞİ (SERİ NO: 274) 1. Giriş 6009 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla1, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesinde yer alan gelir vergisi tarifesi 1/1/2010 tarihinden geçerli olmak üzere değiştirilmiş olup, 1/1/2010 tarihi ile 6009 sayılı Kanunun Resmî Gazete’de yayımlandığı tarih olan 1/8/2010 arasındaki ücret ödemeleri için 6009 sayılı Kanunun yayımından önceki tarifeye göre yapılmış olan ancak, yeni tarifeye göre fazla kesilen gelir vergisi tevkifat tutarlarının ödenecek vergilerden mahsubu veya red ve iadesi ile eksik kesildiği tespit edilen vergilerin ilave olarak kesilmek suretiyle ödenmesi işlemlerinin nasıl yerine getirileceği hususları bu Tebliğin konusunu oluşturmaktadır. 2. Konu ile İlgili Mevzuat 6009 sayılı Kanunla Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesi yeniden düzenlenmiş ve yapılan değişiklikle gelir vergisine tabi gelirlerin; 8.800 TL’ye kadar %15 22.000 TL’nin 8.800 TL’si için 1.320 TL, fazlası %20 50.000 TL’nin 22.000 TL’si için 3.960 TL (ücret gelirlerinde 76.200 TL'nin 22.000 TL’si için 3.960 TL), fazlası 50.000 TL’den fazlasının 50.000 TL'si için 11.520 TL %27 (ücret gelirlerinde 76.200 TL’den fazlasının 76.200 TL’si için 18.594 TL), fazlası %35 oranında vergilendirileceği belirtilmiştir. Öte yandan, 6009 sayılı Kanunla Gelir Vergisi Kanununa eklenen Geçici 78 inci maddede, "2010 takvim yılına ilişkin olarak yapılmış ücret ödemeleri için bu Kanunun yayımlandığı tarihe kadar yapılmış olan gelir vergisi tevkifat tutarlarının, 103 üncü maddede bu Kanunla yapılan değişiklik hükmü uyarınca hesaplanan vergiden fazla olması halinde, fark vergi tutarı terkin edilir, tahsil edilmişse mükelleflerin sonraki dönemlerde ödeyecekleri gelir vergisinden mahsup edilir, mahsup imkânının olmaması halinde ise red ve iade olunur. Eksik olması halinde ise bu fark, vergi sorumluları tarafından bu Kanunun yayımlanmasından sonra yapılacak ilk ücret ödemesinden kesilerek bu ödemenin ait olduğu döneme ilişkin muhtasar beyannamenin verilme ve ödeme süresi içinde topluca (muhtasar beyanname verme yükümlülüğü olmayanlar hariç) verilecek ayrı bir beyanname ile beyan edilir ve ödenir. Bu beyanname için ayrıca damga vergisi hesaplanmaz. Anılan sürede düzeltilen söz konusu fark için gecikme faizi ve vergi cezası aranmaz; eksik tahakkuk etmiş olan verginin bu süre içinde tamamlanmaması halinde bu tarihte vergi ziyaı doğmuş olur. Bu hükmün uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar Maliye Bakanlığınca belirlenir.” hükmüne yer verilmiş olup, bu hükmün vermiş olduğu yetkiye istinaden aşağıdaki açıklamaların yapılmasına gerek duyulmuştur. 3. Mahsup İşleminin Yapılması 3.1. 2010 Yılı Temmuz Ayına Ait Olup Ağustos Ayında Muhtasar Beyanname Verecek Olan Mükellefler Temmuz ayına ait olup Ağustos ayında muhtasar beyannameyi verecek olan mükellefler, yeni tarifeye göre 1/1/2010 tarihinden itibaren kendi hesapları üzerinde gerekli düzeltmeyi yaparak, beyanname ekinde toplam çalışan bazındaki tevkifat ve fazla yapılan tevkifat tutarları ile aradaki farkı gösteren Ek-1’deki listeyi ekleyecek ve sadece ödenmiş vergileri, beyannamenin Tablo-1 "Matrah ve Vergi Bildirimi" bölümünün "Mahsup Edilen Vergiler" kısmının (20) no'lu satırından (KVK 34/8 Mad. Uyarınca KVK 15/3 Maddeye Göre Yapılan Vergi Kesintisinden Mahsup Edilecek Kesinti Tutarları) sonra gelmek üzere "GVK Geçici 78 inci maddeye göre yapılan mahsuplar" ifadesi ile göstererek mahsup etmek suretiyle beyannameleri düzeltilmiş tutarlara göre vereceklerdir. Ödenmiş olan verginin ilk muhtasar beyannameden mahsup edilememesi durumunda, kalan tutarın sonraki dönemlerde de aynı şekilde mahsup edilebileceği tabiidir. Fazla yapılan tevkifat tutarlarının tahakkuk etmesine rağmen ödenmemiş olması halinde ise mahsup söz konusu olmayacak, muhtasar beyanname ekinde verilecek olan her bir aya ilişkin toplam çalışan bazında yapılan tevkifat ile fazla yapılan tevkifat tutarı ve aradaki farkı gösteren Ek1’deki listeye dayanılarak, vergi dairelerince ilgili dönem tahakkuklarında gerekli düzeltme yapılacaktır. Örnek: Aylık muhtasar beyan mükellefiyeti olan (A) Ltd. Şti.’nin çalıştırdığı 2 işçinin ücretlerine ait aylık vergi matrahı tutarları 40.000 TL olup, aylar itibariyle kanuni düzenlemenin yapıldığı tarihten önce ve sonra geçerli olan tarifeler üzerinden yaptığı tevkifat tutarları aşağıdaki gibidir: Değişiklik öncesi hükme göre kesilen gelir vergisi Yeni hükme göre hesaplanan gelir vergisi FARK (TL) Temmuz Ocak Şubat Mart Nisan Mayıs Haziran 7.120 10.520 12.400 14.000 14.000 14.000 7.120 10.520 10.800 11.408 14.000 14.000 14.500 0 0 1.600 2.592 0 0 0 - (A) Ltd. Şti. Mart ve Nisan aylarına ilişkin olarak ücretlilerden fazladan kesilip vergi dairesine beyan edilen ve tahakkuk ettirilerek ödenen 4.192 TL'yi, Ağustos ayında verilecek muhtasar beyannamede, ödenecek vergiden mahsup ederek kalan tutar olan (14.000 – 4.192=) 9.808 TL’yi vergi dairesine ödeyecektir. Dolayısıyla, Temmuz ayında ücretlilerden yapılacak tevkifat tutarı toplamı 9.808 TL olacaktır. 3.2. 2010 Yılı Temmuz Ayına Ait Muhtasar Beyannamesini Vermiş Ancak Tahakkuk Eden Vergiyi Henüz Ödememiş Olan Mükellefler Muhtasar beyannameyi vermiş ancak tahakkuk eden vergiyi henüz ödememiş olan mükellefler tarafından beyanname verme süresinin sonuna kadar düzeltme beyannamesi verilmesi halinde; bu beyannameye Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs ve Haziran 2010 aylarına ilişkin beyannamelerdeki tutarları ayrıntılı olarak gösteren Ek-1’deki liste eklenecek ve bu Tebliğin 3.1. bölümünde açıklandığı şekilde işlem yapılacaktır. 3.3. 2010 Yılı Temmuz Ayına Ait Muhtasar Beyannamesini Vermiş ve Tahakkuk Eden Vergiyi Ödemiş Olan Mükellefler Muhtasar beyannameyi vermiş ve tahakkuk eden vergiyi ödemiş olan mükelleflerin fazladan ödemiş oldukları vergi tutarları, sonraki dönemlerde verecekleri muhtasar beyannamelere göre ödenecek gelir vergisinden mahsup edilecektir. Sonraki dönemlerde verilecek muhtasar beyannamelerde, çalışanlara ait ücret matrahları beyan edilerek bunlara ilişkin yeni tarife üzerinden hesaplanan vergilerin tahakkuk ettirilmesi sağlanacaktır. Her bir aya ilişkin toplam çalışan bazında yapılan tevkifat ile fazla yapılan tevkifat tutarı ve aradaki farkı gösteren Ek-1’deki liste muhtasar beyanname ekinde verilecek ve fazla hesaplanması nedeniyle mahsup edilecek tutar, muhtasar beyannamenin Tablo-1 "Matrah ve Vergi Bildirimi" bölümünün "Mahsup Edilen Vergiler" kısmının (20) no'lu satırından (KVK 34/8 Mad. Uyarınca KVK 15/3 Maddeye Göre Yapılan Vergi Kesintisinden Mahsup Edilecek Kesinti Tutarları) sonra gelmek üzere "GVK Geçici 78 inci maddeye göre yapılan mahsuplar" ifadesi ile gösterilecektir. 3.4. Muhtasar Beyannameyi Üç Aylık Olarak Veren Mükellefler Muhtasar beyannameyi üçer aylık olarak veren mükellefler, fazladan ödenmiş olan vergi tutarlarını Ekim ayında verilecek muhtasar beyannameden, Tebliğin 3.1. bölümünde yapılan açıklamalar çerçevesinde mahsup edeceklerdir. 3.5. Beyannamelerini Elektronik Ortamda Verecek Mükelleflerin Yapacakları İşlemler Beyannamelerini elektronik ortamda veren mükellefler fazla ödedikleri tutarları Tebliğin 3.1. bölümünde açıklanan şekilde tespit ederek, e-beyannamede bu işleme münhasır olmak üzere açılmış bulunan "Mahsup Edilen Vergiler" kısmının "GVK Geçici 78 inci maddeye göre yapılan mahsuplar" satırında göstereceklerdir. Ayrıca, her bir aya ilişkin toplam çalışan bazında yapılan tevkifat ile fazla yapılan tevkifat tutarı ve aradaki farkı gösteren Tebliğ ekinde yer alan liste (EK:1), elektronik ortamda muhtasar beyanname ekinde verilecektir. 4. Yapılmış Olan Gelir Vergisi Tevkifat Tutarının Yeni Hükme Göre Hesaplanan Vergiden Az Olması Durumunda Yapılacak İşlemler 1/1/2010 - 1/8/2010 tarihleri arasındaki ücret ödemelerinden, yeni tarifeye göre hesaplanması gerekenden daha düşük tutarda tevkifat yapılmış olması durumunda oluşan fark tutarlar, vergi sorumluları tarafından 6009 sayılı Kanunun Resmî Gazetede yayımlanmasından sonra yapılacak ilk ücret ödemesinden kesilerek, bu ödemenin ait olduğu döneme ilişkin muhtasar beyannamenin verilme ve ödeme süresi içinde topluca (muhtasar beyanname verme yükümlülüğü olmayanlar hariç) verilecek ayrı bir muhtasar beyanname ile beyan edilecek ve ödenecektir. Söz konusu beyanname e-beyanname vermek zorunda olanlarca elektronik ortamda verilecektir. Bu düzeltme beyannamelerinde de mevcut muhtasar beyanname kullanılacak ve söz konusu beyanname için ayrıca damga vergisi hesaplanmayacaktır. Süresinde düzeltilen söz konusu fark için gecikme faizi ve vergi cezası aranmayıp, eksik tahakkuk etmiş olan verginin bu süre içinde tamamlanmaması halinde ise bu tarihte vergi ziyaı doğmuş olacaktır. Birden fazla ayda oluşan farklarda her bir ay için ayrı ayrı muhtasar beyanname verilmeyecek, tek bir beyanname ile kesilen vergiler beyan edilerek ödenecektir. 5. Emeklilik, İşten Ayrılma, İşyerinin Kapanması, Ölüm vb. Durumlarda Fazla Kesilen Vergi Tutarlarının İadesi Emeklilik, işten ayrılma, işyerinin kapanması, ölüm gibi haller nedeniyle fazla kesilen vergi tutarlarının hak sahiplerine iadesi, vergi dairelerince yerine getirilecektir. Söz konusu mükellefler, işverenden alacakları ve kendilerinden yapılan tevkifat tutarlarını ayrıntılı olarak gösteren bir yazı ile en son çalıştıkları işverenin muhtasar beyanname yönünden bağlı olduğu vergi dairesine başvuracak olup, gerekli düzeltme işlemleri ilgili vergi dairesince yerine getirilecektir. Tebliğ olunur. EK-1 GELİR VERGİSİ KANUNUNUN GEÇİCİ 78 İNCİ MADDESİ KAPSAMINDA VERİLECEK LİSTE Aylar Yapılan Tevkifat Yapılması Gereken Tevkifat Fark ———————————— 1 1/8/2010 tarih ve 27659 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. [R.G. 4 Ağustos 2010 – 27662] —— • —— Kamu İhale Kurumundan: KAMU İHALE GENEL TEBLİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ MADDE 1 - 22.8.2009 tarih ve 27327 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Kamu İhale Genel Tebliğinin 38 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Madde 38 – Yaklaşık maliyetin hesaplanması sırasında aşırı değerlendirilmesinde kullanılmak üzere İdarece yapılacak işlemler düşük tekliflerin 38.1. İdare, yaklaşık maliyetin hesaplanması sırasında her bir iş kalemi/grubunun yaklaşık maliyete oranını tespit edecektir. Yaklaşık maliyeti oluşturan iş kalemleri/grupları tutarlarının büyükten küçüğe sıralandığı ve oranların kümülatif toplamının da gösterildiği “sıralı iş kalemleri/grupları listesi” ile iş kalemleri/gruplarına ait ayrıntılı analizler ve analiz girdilerinin tutarları itibarıyla küçükten büyüğe sıralanmış halini gösteren “sıralı analiz girdileri tablosu” hazırlanarak yaklaşık maliyet hesap cetveli kapsamında ihale onay belgesine eklenecektir. Sıralı iş kalemleri/grupları listesi oluşturulurken, iş kalemleri/grupları tutarlarının yaklaşık maliyete oranları, en yakın dört ondalık basamaklı sayıya getirilecek biçimde yuvarlanacak ve bu oranların toplamının, yuvarlama nedeni ile 1 den farklı olması dikkate alınmayacaktır. Örnek: Yaklaşık maliyet hesap tablosu İş İş Miktarı Birimi kalemi/ kalemi grubu /grubu no adı 1 ……. 10 … 2 ……. 250 … 3 ……. 400 … 4 ……. 30 … 5 ……. 2.500 … 6 ……. 1.200 … 7 ……. 25 … 8 …….. 400 … 9 ……. 500 … 10 …… 844 … Toplam yaklaşık maliyet (YM) Birim fiyatı 12 3 6 500 4 8 90 80 40 20 Sıralı iş kalemleri / grupları listesi Tutarı 120 750 2.400 15.000 1.000 9.600 2.250 32.000 20.000 16.880 100.000 İş kalemi /grubu no 8 9 10 4 6 7 3 5 2 1 İş kalemi/ grubu adı Tutarı ……. ……. ……. ……. ……. ……. ……. ……. ……. ……. TOPLAM Tutar/YM 32.000 20.000 16.880 15.000 9.600 2.400 2.250 1.000 750 120 100.000 Kümülatif toplam 0,3200 0,2000 0,1688 0,1500 0,0960 0,0240 0,0225 0,0100 0,0075 0,0012 0,3200 0,5200 0,6888 0,8388 0,9348 0,9588 0,9813 0,9913 0,9988 1,0000 İş kalemi/grubu analizi İş kalemi / grubu No : 4 Poz No ….. ….. ….. ….. ….. ….. ….. ….. ….. ….. ….. ….. ….. Yangına dayanıklı alçı duvar levhaları ile metal iskeletli giydirme duvar yapılması (………… Duvar Levhası ile) Girdiler Ö.Br Mik. B.Fiy. . Vida ve plastik Ad XXX XXX dubel Levha xx mm (yangı m2 XXX XXX na dayanıklı) Tc 60 Profillim XXX XXX 0,6mm TU 28 Prof.-0,5 mm m XXX XXX Agraf 12 cm Ad XXX XXX Agraf vidası Kt XXX XXX Derz Bandı (cam.el.) m XXX XXX Ses yal. bandı 5 cm m XXX XXX Borazan vida Kt XXX XXX Derz dol. alçısı harcı m3 XXX XXX Düz İşçi (taş.) Sa XXX XXX Alçı levha ustası Sa XXX XXX Alçı levha usta yar. Sa XXX XXX Ölçü Birimi m2 Tutarı Kar ve genel giderler hariç toplam 18,49 Kar ve genel giderler (% 25) 4,62 TOPLAM TUTAR 23,11 Sıralı analiz girdileri tablosu Girdiler 0,54 Agraf vidası Ö. Br. Kt Mik. Tutarı XXX B.Fi y. XXX 5,00 Ses yal. bandı 5 cm m XXX XXX 0,33 3,50 Derz Bandı (Cam E.) m XXX XXX 0,34 0,80 0,51 0,31 0,34 0,33 0,35 0,43 0,68 3,25 2,45 Borazan vida Derz dol. alçısı harcı Agraf 12 cm Vida ve plastik dubel Düz İşçi (taş.) TU 28 Prof.-0,5 mm Alçı levha usta yar. Alçı levha ustası Tc 60 Prof.-0,6mm Levha xx mm (yangına dayanıklı) Kt m3 Ad Ad Sa m Sa Sa m m2 XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX 0,35 0,43 0,51 0,54 0,68 0,80 2,45 3,25 3,50 5,00 0,31 (NOT = Örnekteki iş kalemine ait analizdeki girdiler ve tutarları gerçek verileri yansıtmamaktadır, (38.1) maddesi için oluşturulmuş sayısal örnektir.)” MADDE 2 - Aynı Tebliğin 45 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “45.1. 4734 sayılı Kanunun 38 inci maddesinde; ihale komisyonunun verilen teklifleri 37 nci maddeye göre değerlendirdikten sonra, diğer tekliflere veya idarenin tespit ettiği yaklaşık maliyete göre teklif fiyatı aşırı düşük olanları tespit edeceği, bu teklifleri reddetmeden önce, belirlediği süre içinde teklif sahiplerinden teklifte önemli olduğunu tespit ettiği bileşenler ile ilgili ayrıntıları yazılı olarak isteyeceği, ihale komisyonunun, yapım yönteminin ekonomik olması, seçilen teknik çözümler ve teklif sahibinin yapım işinin yerine getirilmesinde kullanacağı avantajlı koşullar, yapım işinin özgünlüğü hususlarında belgelendirilmek suretiyle yapılan yazılı açıklamaları dikkate alarak aşırı düşük teklifleri değerlendireceği, bu değerlendirme sonucunda, açıklamaları yeterli görülmeyen veya yazılı açıklamada bulunmayan isteklilerin tekliflerinin reddedileceği, aşırı düşük tekliflerin tespiti ve değerlendirilmesinde Kurum tarafından belirlenen kriterlerin esas alınacağı, Kurumun, aşırı düşük tekliflerin tespiti, değerlendirilmesi ve ekonomik açıdan en avantajlı teklifin belirlenmesi amacıyla sınır değer veya sorgulama kriterleri ya da ortalamalar belirlemeye yetkili olduğu hüküm altına alınmıştır. 4734 sayılı Kanunun aktarılan hükümleri çerçevesinde, yapım işlerinde aşırı düşük tekliflerin tespit edilmesi ve sorgulanmasına ilişkin olarak aşağıdaki esaslara uyulması gerekmektedir: 45.1.1. Yapım işleri ihalelerinde, 4734 sayılı Kanunun 37 nci maddesi uyarınca geçerli teklifler tespit edildikten sonra; Yaklaşık maliyetin % 120’sinin üzerindeki ve % 40’ının altındaki teklifler dikkate alınmaksızın, geçerli tekliflerin aritmetik ortalaması ve standart sapması hesaplanır. Tort1 : Geçerli tekliflerin (Tn) aritmetik ortalaması (Tort1 = ) σ ) : Geçerli tekliflerin standart sapması (σ = Aritmetik ortalamadan standart sapma çıkartılır ve eklenir. Tort1- σ Tort1+ σ Aritmetik ortalama değerinin standart sapma kadar aşağısı ve standart sapma kadar yukarısı arasında kalan bölgede yer alan tekliflerin tekrar ortalaması alınmak suretiyle, ikinci aritmetik ortalama bulunur. Ti : Standart sapma aralığında kalan teklifler : { Ti: (Tort1- σ ≤ Ti ≤ Tort1+ σ)} Tort2 : Standart sapma aralığında kalan tekliflerin (Ti) aritmetik ortalaması (Tort2= ) Hesaplanan ikinci aritmetik ortalama yaklaşık maliyete bölünmek suretiyle (C) değeri elde edilir. C : Tort2/YM → (C) değeri aşağıdaki eşitliklerin ilgili olanında yerine konularak (K) değeri bulunur. C < 0,60 → 0,60 ≤ C ≤ 1,00 → C > 1,00 → Sınır değer aşağıdaki eşitlikten bulunur: SD (Sınır değer) = [ ]/ 1,20 Yaklaşık maliyetin % 120’sinin üzerinde ve % 40’ının altındaki teklifler dışında tek geçerli teklif bulunması durumunda; “Tort2” değeri tek geçerli teklife eşittir. Yaklaşık maliyetin % 40 - % 120 aralığında geçerli teklif bulunmaması durumunda; sınır değer yaklaşık maliyetin % 40’ıdır. Sınır değer hesaplanmasında idarelerin faydalanmasına yönelik olarak hazırlanan “Yapım işlerinde sınır değer hesaplama aracı” programına Kurumun (www.kik.gov.tr) internet sayfasından erişilebilir. 45.1.2. Sınır değerin altındaki teklif sahiplerinden yaklaşık maliyetin % 80’lik bölümünü oluşturan iş kalemleri/gruplarına ilişkin ayrıntılar yazılı olarak istenir. Bu çerçevede; istenen açıklamanın niteliği dikkate alınarak, isteklilere beş (5) iş gününden az olmamak üzere makul bir süre verilir. 45.1.2.1. İhale komisyonunca, (38.1) maddesi kapsamında idarece hazırlanan “sıralı kalemleri/grupları listesi” kullanılarak yaklaşık maliyetin % 80’lik kısmına giren kalemleri/grupları belirlenir. iş iş Sıralı listeye göre, tutarlarının yaklaşık maliyete oranlarının kümülatif toplamı % 80 oranına kadar olan iş kalemleri/grupları ile kümülatif toplama eklendiğinde % 80 oranının aşılmasına neden olan iş kalemi/grubu, sorgulamaya tabi tutulacak olan iş kalemleri/grupları olarak belirlenecektir. Bunların dışında kalan iş kalemleri/grupları için sorgulama yapılmayacaktır. 45.1.2.2. İhale komisyonu tarafından, açıklama istenilmesi gereken iş kalemleri/gruplarına ait idarece (38.1) maddesine göre oluşturulan “sıralı analiz girdileri listesi” kullanılarak tutarı kar ve genel gider hariç analiz toplamının % 3’üne eşit ve bu tutarın altında olan analiz girdileri tespit edilecektir. Yaklaşık maliyeti oluşturan iş kalemi/grubu analizlerindeki analiz girdilerinden, tutarı kar ve genel gider hariç analiz toplamının %3’üne eşit ve altında olanlar için isteklilerden açıklama yapılması istenilmeyecektir. Tutarı, kar ve genel gider hariç analiz toplamının % 3’üne eşit veya altında olması nedeniyle sorgulamaya tabi tutulmayacak analiz girdilerinin tutarlarının kümülatif toplamının kar ve genel gider hariç analiz toplamının %15’ini aşması durumunda; en küçük tutardan itibaren kümülatif toplamda % 15’lik tutarın aşılmasına neden olan analiz girdisi belirlenecek, tutarı bu girdinin tutarından daha az olan girdiler için açıklama istenilmeyecektir. Aynı girdinin yaklaşık maliyeti oluşturan birden fazla iş kalemi/grubunun analizinde yer alması halinde bu girdinin oranı her analiz için ayrı ayrı değerlendirilerek analiz toplamının % 3’ünün altında kalıp kalmadığına göre işlem yapılır. Herhangi bir analizdeki oranı %3’ün üstünde olan analiz girdisi için açıklama istenilecektir. Analizlerdeki işçilik girdisi, tutarları analiz toplamının % 3’üne eşit veya altında olsa dahi, açıklama istenilmeyecek girdiler arasında yer alamaz. 45.1.2.3. İhale komisyonu teklifleri aşırı düşük olarak tespit edilen isteklilerden (45.1.2.1) maddesinde belirlediği iş kalemleri/grupları için isteyeceği açıklama ile ilgili yazıda, (45.1.2.2) maddesine göre açıklama istenilmeyecek olan analiz girdilerini de belirtecektir. İstekliler, teklifi kapsamında yer alan iş kalemleri/grupları için hazırlayacakları analizlerde (45.1.2.2) maddesine göre açıklama istenilmeyecek olan analiz girdileri de dahil analizlerini oluşturan tüm girdileri göstereceklerdir. Örnek: Yaklaşık maliyeti 100.000 TL olan bir ihalede; ihale komisyonu, (38.1) maddesine göre idarece oluşturulan “sıralı iş kalemleri/grupları listesi” ni kullanarak yaklaşık maliyete oranlarının kümülatif toplamı % 80 den küçük olan (0,6888) 8, 9 ve 10 nolu iş kalemleri/grupları ile kümülatif toplama eklendiğinde % 80 oranının aşılmasına neden olan 4 nolu iş kalemi/grubunu açıklama istenilecek iş kalemleri/grupları olarak belirleyecektir. Sıralı iş kalemleri/grupları listesi İş kalemi/grubu No 8 9 10 4 6 7 3 5 2 1 İş kalemi/grubu adı ……. ……. ……. ……. ……. ……. ……. ……. ……. ……. TOPLAM Tutarı 32.000 20.000 16.880 15.000 9.600 2.400 2.250 1.000 750 120 100.000 Tutar/YM 0,3200 0,2000 0,1688 0,1500 0,0960 0,0240 0,0225 0,0100 0,0075 0,0012 100,0000 Kümülatif toplam 0,3200 0,5200 0,6888 0,8388 0,9348 0,9588 0,9813 0,9913 0,9988 1,0000 Sorgulama yapılacak olan “4” nolu iş kalemi/grubunun kar ve genel gider hariç birim fiyatının 18,49 TL olduğu varsayıldığında, ihale komisyonu tarafından, tutarı 18,49 TL’nin % 3’ü olan (18,4 9x0,03=0,55) 0,55 TL’ye eşit veya altında kalan analiz girdileri “vida ve plastik dupel, agraf 12 cm, agraf vidası, derz bandı, ses yalıtım bandı, borazan vida, derz dolgu alçısı harcı” olarak tespit edilecektir. Ancak söz konusu girdilerin tutarları toplamı olan 2,81 TL’nin, 4 nolu iş kaleminin kar ve genel gider hariç analiz toplamının (birim fiyatının) % 15’i olan (18,49x0,15=2,77) 2,77 TL’den fazla olması nedeniyle sıralı analiz girdileri tablosuna göre 2,77 TL’lik tutarın aşılmasına neden olan “vida ve plastik dubel” açıklama yapılması gerekli olmayan analiz girdileri içinden çıkarılacak ve “agraf 12 cm, agraf vidası, derz bandı, ses yalıtım bandı, borazan vida, derz dolgu alçısı harcı” açıklama yapılmasına gerek olmayan analiz girdileri olarak ihale komisyonunca tespit edilecektir. İş kalemi / grubu analizi İş kalemi / grubu No : 4 Yangına dayanıklı alçı duvar levhaları ile metal iskeletli giydirme duvar yapılması (………… Duvar Levhası ile) Ö Br. Miktarı B.Fiyatı Ölçü Birimi m2 Poz No Girdiler …… Vida ve plastik dubel Ad XXX XXX Tutarı* 0,54 ….. Levha xx mm (yangına dayanıklı) m2 XXX XXX 5,00 ….. Tc 60 Profilli-0,6mm m XXX XXX 3,50 ….. TU 28 Profilli-0,5 mm m XXX XXX 0,80 ….. Agraf 12 cm Ad XXX XXX 0,51 ….. Agraf vidası Kt XXX XXX 0,31 ….. Derz Bandı (Cam el.) m XXX XXX 0,34 ….. Ses yalıtım bandı 5 cm m XXX XXX 0,33 ….. Borazan vida Kt XXX XXX 0,35 ….. Derz dolgu alçısı harcı m3 XXX XXX 0,43 ….. Düz İşçi(taş.) Sa XXX XXX 0,68 ….. Alçı levha ustası Sa XXX XXX 3,25 ….. Alçı levha usta yar. Sa XXX XXX 2,45 Kar ve genel giderler hariç toplam 18,49 Kar ve genel giderler (% 25) 4,62 TOPLAM TUTAR 23,11 Sıralı analiz girdileri tablosu Girdiler Agraf vidası Ses yalıtım bandı 5 cm Derz Bandı (Cam el.) Borazan vida Derz dolgu alçısı harcı Agraf 12 cm Vida ve plastik dubel Düz İşçi(taş.) Ö.B . Kt m m Kt m3 Ad Ad Sa Miktarı XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX B.Fiyat ı XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX XXX Tutarı 0,31 0,33 0,34 0,35 0,43 0,51 0,54 0,68 TU 28 Profilli-0,5 mm m XXX XXX 0,80 Alçı levha usta yar. Sa XXX XXX 2,45 Alçı levha ustası Sa XXX XXX 3,25 Tc 60 Profilli-0,6mm m XXX XXX 3,50 Levha xx mm (yangına dayanıklı ) m2 XXX XXX 5,00 Kümülatif Toplam 0,31 0,64 0,98 1,33 1,76 2,27 2,81 Açıklama yapılması istenilmeyecektir Açıklama yapılması istenilmeyecektir Açıklama yapılması istenilmeyecektir Açıklama yapılması istenilmeyecektir Açıklama yapılması istenilmeyecektir Açıklama yapılması istenilmeyecektir (NOT = Örnekteki iş kalemine ait analizdeki girdiler ve tutarları gerçek verileri yansıtmamaktadır, (45.1.2.1) ve (45.1.2.2) maddesi için oluşturulmuş sayısal örnektir.) 45.1.3. İsteklilerden teklifleri kapsamında analiz ve hesap cetveli sunmaları istenmeyecektir. Analizler ve hesap cetveli, Kanunun 38 inci maddesi uyarınca teklif fiyatı aşırı düşük olarak tespit edilen isteklilerin tekliflerinin önemli bileşenleri ile ilgili ayrıntıların belirlenmesi amacıyla, sadece aşırı düşük teklif sahibi isteklilerden istenecektir. Bu çerçevede; teklif fiyatının aşırı düşük olduğu tespit edilen istekliler tekliflerinde önemli olduğu tespit edilen bileşenlerine ilişkin olarak yapacakları açıklama kapsamında; a) Anahtar teslimi götürü bedel işlerde, toplam teklif bedelini oluşturan iş kalemleri ve/veya iş gruplarına ait miktarlar ve bunlara ait birim fiyatların gösterildiği hesap cetveli ile açıklama istenen iş kalemleri ve/veya iş gruplarının birim fiyatlarına ilişkin ihale dokümanında verilen analiz formatına uygun analizleri, b) Teklif birim fiyatlı işlerde; açıklama istenen iş kalemlerinin birim fiyatlarına ilişkin olarak ihale dokümanında verilen analiz formatına uygun analizleri sunacaklardır. Sorgulamaya konu edilmeyen iş kalemleri/grupları için analiz sunulması istenmeyecektir. 45.1.4. İdare tarafından ihale dokümanı kapsamında; a) Teklif birim fiyatlı işlerde; her bir iş kaleminin yapım şartlarına, tarif ve içeriğine göre analizde yer almasını istediği “malzeme, işçilik, makine ve diğerleri (varsa; nakliyeler, inşaat yerindeki yükleme, boşaltma, yatay ve düşey taşımalar, zamlar vb.)” sadece girdi cinslerinin belirlendiği, analiz girdileri ile miktarlarının ve tutarlarının belirtilmediği, b) Anahtar teslimi götürü bedel işlerde; iş kalemleri ve/veya iş gruplarının yapım şartlarına bağlı kalınarak, her iş kalemi/iş grubunun içeriğine göre analizde yer almasını istediği “malzeme, işçilik, makine ve diğerleri (varsa; nakliyeler, inşaat yerindeki yükleme, boşaltma, yatay ve düşey taşımalar, zamlar vb.)” sadece girdi cinslerinin belirlendiği, analiz girdileri ile miktarlarının ve tutarlarının belirtilmediği, (Ek-Y.2)’de yer alan örneğe uygun analiz formatının isteklilere verilmesi, isteklilerin de tekliflerinin aşırı düşük olarak tespit edilerek kendilerinden açıklama istenmesi durumunda, yapacakları açıklamada sunacakları analizlerin verilen bu formata uygun olması gerekmektedir. İdare tarafından bütün iş kalemleri/iş grupları için tek bir analiz formatı düzenlenebileceği gibi, iş kalemleri/iş gruplarının yapım şartlarına göre birden fazla analiz formatı da düzenlenebilir. Ancak bu durumda, idare ihale dokümanında hangi analiz formatının hangi iş kalemleri/iş grupları için kullanılacağını belirtmek zorundadır. 45.1.5. İsteklilerin iş kalemleri/iş grupları için kamu kurum ve kuruluşlarınca yayımlanmış cari yıl birim fiyatları veya bu fiyatlardan daha yüksek fiyatları teklif etmeleri ve söz konusu iş kalemleri/grupları için; hangi kamu kurum ve kuruluşunun birim fiyatını kullandıklarını, birim fiyat poz numarasını da yazmak suretiyle liste halinde belirterek açıklamaları kapsamında sunmaları durumunda analiz düzenlemeleri zorunlu değildir. Bu kapsamda; isteklilerin, kamu kurum ve kuruluşlarınca yayımlanmış “kar ve genel gider içermeyen birim fiyatların” üzerine, kendi belirledikleri “kar ve genel gideri” ilave ederek birim fiyatlarını oluşturmaları durumunda da; hangi kamu kurum ve kuruluşunun “kar ve genel gider hariç birim fiyatını” kullandıklarını ve kendi belirledikleri “kar ve genel gider” tutarını yazmak suretiyle liste halinde belirterek açıklamaları kapsamında sunmaları halinde de, söz konusu iş kalemleri/iş grupları için analiz düzenlemeleri zorunlu değildir. Bu kapsamda isteklilerin analiz düzenlemeleri zorunlu olmayan söz konusu iş kalemleri/grupları için (45.1.14) maddesinde belirtildiği şekilde, proforma fatura, teklif alma yazısı, maliyet/satış tutarı tespit tutanağı (Ek: O-5, O-6, O-7) ve stok tespit tutanağı (Ek: O-8) sunmalarına da gerek bulunmamaktadır. Örneğin; isteklinin, “150 dozlu demirsiz beton” iş kalemi için Bayındırlık ve İskan Bakanlığının 16.001 poz numaralı birim fiyatını (2010 B.F: 97,86 TL) teklif etmesi, “200 dozlu demirsiz beton” iş kalemi için Bayındırlık ve İskan Bakanlığının 16.002 poz numaralı birim fiyatının (2010 B.F: 104,00 TL) üzerinde 105,00 TL teklif vermesi, 250 dozlu demirsiz beton” iş kalemi için Bayındırlık ve İskan Bakanlığının 16.003 poz numaralı birim fiyatının kar ve genel gider hariç tutarına, (110,13/1,25=88,10 TL) kendi belirlediği % 18 kar ve genel gider karşılığı eklemek suretiyle 103,96 TL (88,10 x 1,18) teklif etmesi ve teklif ettiği söz konusu birim fiyatları aşağıdaki örnek listede gösterildiği şekilde tablo halinde göstermesi durumunda; bu üç iş kalemi için analiz düzenlemesi zorunlu değildir. Sıra No 1 Kamu kurum ve kuruluşlarının yayımlanmış birim fiyatları kullanılarak oluşturulan teklif birim fiyat listesi (Örnek) Kamu kurum ve kuruluş birim fiyatları Teklif Kar ve Kar ve genel genel Teklif Teklif gider gider edilen kar Poz edilen birim İş kaleminin adı dahil hariç ve genel No Birim fiyatı alınan kurum/kuruluş fiyat birim birim gider fiyat fiyat (TL) (TL) (TL) (TL) 16.001 150 dozlu demirsiz beton Bayındırlık ve İskan Bakanlığı 97,86 97,86 2 3 … 16.002 16.003 … 200 dozlu demirsiz beton 250 dozlu demirsiz beton … Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı … 104,00 110,13 88,10 15,86 105,00 103,96 İş kalemleri/grupları için, kamu kurum ve kuruluşlarınca yayımlanmış birim fiyatlar esas alınarak teklif sunulmuş olmakla birlikte; yukarıda belirtildiği şekliyle liste halinde belirtilmemesi durumunda, söz konusu iş kalemleri/grupları için analiz sunulması zorunludur. İlan veya davet tarihinde cari yıl birim fiyatın yayımlanmamış olması durumunda, istekli tarafından önceki yılın yayımlanmış birim fiyatları kullanılabilir. 45.1.6. Analizler ile yardımcı ve/veya alt analizlerde, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından belirlenerek yayımlanmış rayiçleri kullanan ve söz konusu rayiçleri poz numaraları da belirterek liste halinde sunan isteklilerin, söz konusu rayiçlere ilişkin olarak (45.1.14) maddesinde belirtildiği şekilde, proforma fatura, teklif alma yazısı, maliyet/satış tutarı tespit tutanağı ve stok tespit tutanağı sunmalarına gerek bulunmamaktadır. 45.1.7. İstekliler tarafından, inşaat iş kalemleri/iş grupları dışında yer alan sıhhi tesisat, kalorifer tesisatı, müşterek tesisat, havalandırma, brülör, asansör, elektrik tesisatı vb. iş kalemleri/iş gruplarına ait analiz sunulması yerine bu iş kalemi/iş gruplarına ait malzeme ve montaj bedelini ayrı ayrı gösterecek şekilde açıklama yapılması kabul edilecektir. 45.1.8. Aşırı düşük teklifine ilişkin olarak yaptığı açıklamada sunduğu analizler, ihale dokümanı kapsamındaki analiz formatına, birim fiyat tariflerine, idarece tanımlanan yapım şartlarına veya teknik şartnameye uygun olmayan, analiz fiyat tutarları teklif fiyatların üzerinde olan isteklilere ait teklifler reddedilecektir. Analizler üzerinde yapılan incelemede; çarpım ve toplamlarda hesaplama hatası bulunması durumunda, analiz girdilerine ait fiyatlar esas alınarak, hesaplama hatası ihale komisyonu tarafından re’sen düzeltilir. Bu şekilde düzeltilmiş analiz fiyatı, teklif fiyatın üzerinde olan isteklilerin teklifleri reddedilir. 45.1.9. İş kalemleri/gruplarına ait analizler ile yardımcı ve/veya alt analizlerde yer alan işçilik fiyatları için Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından belirlenen işçilik rayiçlerinin kullanılmaması durumunda, teklif edilen işçilik fiyatları ihale tarihinde yürürlükte olan saatlik asgari ücretin altında olamaz. 45.1.10. İhale komisyonu, sınır değerin altındaki tekliflerin önemli bileşenlerini; a) Yapım yönteminin ekonomik olması, b) Seçilen teknik çözümler ve yapım işinin yerine getirilmesinde kullanılacak avantajlı koşullar, c) Teklif edilen yapım işinin özgünlüğü, hususlarında istekliler tarafından belgelere dayalı olarak yapılan yazılı açıklamaları da dikkate almak suretiyle değerlendirir ve ihaleyi sonuçlandırır. 45.1.11. Yapım yönteminin ekonomik olması hususunda bir açıklamada bulunulması durumunda; kullanılan yapım yöntemi ve teknolojisinin sağlayacağı maliyet avantajının belgelere dayalı olarak açıklanması gereklidir. 45.1.12. Seçilen teknik çözümler, yapım işinin yerine getirilmesinde kullanılacak avantajlı koşullar veya yapım işinin özgünlüğü hususunda bir açıklamada bulunulması durumunda; belirtilen çözüm, avantajlı koşul ve özgünlük sayesinde elde edilen maliyet avantajı, bilgi ve belgelere dayalı olarak açıklanmalıdır. 45.1.13. Teklifi aşırı düşük bulunan isteklilerin, tekliflerinde önemli olduğu tespit edilen bileşenler ile ilgili olarak Kanunun 38 inci maddesi uyarınca yapacakları açıklamada; sorgulamaya konu iş kalemlerine/gruplarına ilişkin analizler ile bu analizlere dayanak teşkil eden bilgi ve belgeleri sunmaları gerekmektedir. İsteklinin analizlerine dayanak teşkil eden bilgi ve belgeler; a. Tedarikçi veya üreticilerden alınan proforma faturalar, b. Fiyat teklifleri, c. Çimento ve demir ürünleri için üreticinin ilan edilmiş fiyat tarifeleri ç. Kamu kurum ve kuruluşları tarafından sunulan mal ve hizmetlere ilişkin ilan edilmiş fiyat tarifeleri veya bunlardan alınmış fiyat teklifleri, d. Kamu kurum ve kuruluşları tarafından ilgili mala ilişkin ilan edilen asgari fiyatlar, e. Ürettiği, aldığı veya sattığı mallara ilişkin maliyet/satış tutarı tespit tutanakları, f. Stoğunda bulunan mallara ilişkin stok tespit tutanakları, g. İdarece istenmesi durumunda yardımcı analizler v.b. dir. İstekliler tekliflerine ilişkin olarak yukarıda sayılan belgelerden kendileri için uygun olanları (45.1.13.1 – 45.1.13.8) maddelerine göre yapacakları açıklamalar kapsamında sunacaklardır. Yukarıda sayılan belge ve bilgilerden hiçbiri ile açıklama yapılmasının fiilen mümkün olmadığının anlaşıldığı durumlarda istekli tarafından gerekçesi belirtilmek suretiyle ilgili mevzuatına göre son 12 ay içinde düzenlenen açıklamaya elverişli diğer belge ve bilgiler kullanılarak da açıklama yapılabilir. (Örnek: Yurt dışından ithal edilen mallara ilişkin olarak gümrük giriş beyannamesi kullanılarak açıklama yapılabilir.) 45.1.13.1. Tedarikçi veya imalatçılardan alınan ve birim fiyatları gösteren proforma fatura sunularak açıklama yapılması durumunda proforma faturadaki birim satış tutarı; a) Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında yer alan (Ek-O.5) ağırlıklı ortalama birim maliyetin, b) Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında yer alan (Ek-O.5) ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin, altında olamaz. Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından proforma fatura üzerine; “Birim satış tutarının, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan maliyet/satış tutarı tespit tutanağındaki ağırlıklı ortalama birim maliyet tutarının altında olmadığını beyan ederim.” ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek suretiyle kaşelenmesi/mühürlenmesi gerekmektedir. Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından proforma fatura üzerine; “Birim satış tutarının, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan maliyet/satış tutarı tespit tutanağındaki ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin altında olmadığını beyan ederim.” ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek suretiyle kaşelenmesi/mühürlenmesi gerekmektedir. Kaşeleme işlemi bu Tebliğin 8.4 maddesinde belirtilen özel kaşe kullanılmak suretiyle yapılabileceği gibi, bu kaşe dışında meslek mensubuna ilişkin bilgileri içeren kaşe kullanılmak suretiyle de yapılabilir. 45.1.13.2. İsteklilerce yapılan açıklamalarda; teklifin bir bölümünü oluşturan iş kalemlerine/gruplarına ilişkin olarak piyasada o alanda faaliyet gösteren kişilerden alınan fiyat tekliflerinin sunulması halinde, fiyat teklifinde belirtilen veya fiyat teklifine göre hesaplanan birim fiyat; a) Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında (Ek-O.6) yer alan toplam birim maliyet tutarının, b) Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında (Ek-O.6) yer alan ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin, altında olamaz. Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından fiyat teklifinin üzerine; “Birim fiyatın, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan maliyet/satış tutarı tespit tutanağındaki toplam birim maliyet tutarının altında olmadığını beyan ederim.” ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek suretiyle kaşelenmesi/mühürlenmesi gerekmektedir. Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından fiyat teklifinin üzerine; “Birim fiyatın, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan maliyet/satış tutarı tespit tutanağındaki ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin altında olmadığını beyan ederim.” ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek suretiyle kaşelenmesi/ mühürlenmesi gerekmektedir. Kaşeleme işlemi bu Tebliğin 8.4 maddesinde belirtilen özel kaşe kullanılmak suretiyle yapılabileceği gibi, bu kaşe dışında meslek mensubuna ilişkin bilgileri içeren kaşe kullanılmak suretiyle de yapılabilir. İstekli tarafından teklif kapsamındaki harita, kadastro ve proje işlerine ilişkin olarak yapılacak açıklamalarda sadece bu işlere ilişkin fiyat tekliflerinin sunulması yeterlidir. 45.1.13.3. İsteklinin teklifine konu çimento veya demir ürünlerine ilişkin açıklamalarında çimento veya demir ürünleri üreticisinin ilan edilmiş fiyat tarifelerini kullanması halinde, sadece ilan/davet ile ihale tarihi arasında (ihale tarihi hariç) geçerli olan bir tarifeyi gösterir belgeyi sunması yeterlidir. 45.1.13.4. İsteklinin, kamu kurum ve kuruluşları tarafından sunulan mal ve hizmetlere ilişkin ilan edilen fiyat tarifelerinde belirtilen fiyatları kullanması halinde, sadece ilan/davet ile ihale tarihi arasında (ihale tarihi hariç) geçerli olan bir tarifeyi gösterir belgeyi sunması yeterlidir. (Örnek: Orman Genel Müdürlüğüne bağlı işletmeler tarafından satılan ürünlere ilişkin ilan edilmiş fiyatlar vb.) 45.1.13.4.1. İsteklinin, kamu kurum ve kuruluşları tarafından sunulan mal ve hizmetlere ilişkin fiyat tekliflerini kullanması halinde, sadece ilan/davet ile ihale tarihi arasında (ihale tarihi hariç) düzenlenmiş fiyat teklifini sunması yeterlidir. (Örnek: Karayolları Genel Müdürlüğü, İl Özel İdareleri, Belediyeler vb.nin sattıkları kum, çakıl, kırmataş vb. mallara ilişkin verdikleri fiyat teklifleri.) 45.1.13.5 İstekli tarafından açıklaması yapılacak girdinin fiyatı, kamu kurum ve kuruluşlarınca ilan edilen ilgili mala ilişkin asgari fiyatlara uygun olması halinde, sadece ilan/davet ile ihale tarihi arasında (ihale tarihi hariç) geçerli olan asgari fiyatın belgelendirilmesi suretiyle açıklama yapılması yeterlidir. (Örnek: EPDK tarafından il bazında günlük yayımlanan akaryakıt fiyatları vb.) 45.1.13.6. İsteklinin açıklamalarını kendi ürettiği, aldığı veya sattığı mallara dayandırması durumunda ihale konusu işte kullanılması öngörülen mala ilişkin ağırlıklı ortalama birim maliyetin veya ağırlıklı ortalama birim satış tutarının belirtildiği “maliyet/satış tutarı tespit tutanağı” (Ek-O.7) sunulacaktır. İsteklilerce teklif edilen tutara ilişkin birim fiyatlar, a) Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, ağırlıklı ortalama birim maliyetin, b) Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin, altında olamaz. İsteklinin satışlar üzerinden açıklama yapabilmesi için malın ticareti ile iştigal ediyor olması; maliyete dayalı açıklama yapabilmesi için ise, son geçici vergi beyanname döneminde ihale konusu işte kullanılmasını öngördüğü mal miktarının en az yarısı kadar alış yapmış olması gerekmektedir. İsteklinin son geçici vergi beyanname döneminde 4734 sayılı Kanun kapsamındaki idarelere açıklama konusu mala ilişkin satış yapmış olması ve satılan malın idarece kabul edilmiş olması durumunda “maliyet/satış tutarı tespit tutanağı” (Ek-O.7) sunmasına gerek bulunmayıp sadece söz konusu satışa ilişkin fatura suretleri ile de belgelendirme yapılabilecektir. 45.1.13.7. İstekliler tarafından yapılan açıklamada; malın ihale tarihi itibariyle stoklarda bulunduğunun belirtilmesi durumunda, stokta bulunan mala ilişkin “stok tespit tutanağı”nın (EkO.8) sunulması zorunludur. Stok tespit tutanağında ilgili malın ağırlıklı ortalama birim maliyeti gösterilecektir. İsteklilerce teklif edilen tutara ilişkin birim fiyatlar, stok tespit tutanağındaki ağırlıklı ortalama birim maliyetin altında olamaz. Ayrıca stoklarda olduğu belirtilen söz konusu malın miktarının, ihale konusu işte kullanılacağı belirtilen miktardan az olması halinde eksik kalan miktar için bu Tebliğdeki diğer açıklama yöntemlerine uygun olarak açıklama yapılması gereklidir. 45.1.13.8. İsteklinin ortağı olduğu tüzel kişiye ait işletmeden mal çekmesi veya satın alması durumunda söz konusu malın emsal bedeli ile değerlenmesi gereklidir. Emsal bedelinin tespitinde Vergi Usul Kanununun ilgili hükümleri esas alınır. Bu durumda, Vergi Usul Kanununa göre hesaplanan emsal bedeli gösteren ve istekliyle tam tasdik sözleşmesi yapan veya beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından hazırlanarak imzalanan ve kaşelenen beyanın verilmesi yeterlidir. Kaşeleme işlemi bu Tebliğin 8.4 maddesinde belirtilen özel kaşe kullanılmak suretiyle yapılabileceği gibi, bu kaşe dışında meslek mensubuna ilişkin bilgileri içeren kaşe kullanılmak suretiyle de yapılabilir. 45.1.13.9. İstekliler tarafından aşırı düşük teklif sorgulaması kapsamındaki mallara ilişkin olarak stok tespit tutanağı veya proforma fatura ya da fiyat teklifi yerine sadece alış faturası ile açıklamada bulunulması geçerli bir açıklama olarak kabul edilmeyecektir. 45.1.13.10. Proforma fatura ve fiyat tekliflerinin, proforma fatura veya fiyat teklifine konu alanda faaliyet gösterenlerden alınması gerekmekte olup bu belgelerin ihale tarihinden önce düzenlenmiş olması zorunlu değildir. 45.1.13.11. Maliyet/satış tutarı tespit tutanakları ve stok tespit tutanaklarının; 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununa göre çalışan meslek mensuplarından, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya beyannamelerini imzalamaya yetkili olanlar tarafından düzenlenmesi, bütün belge ve tutanakların her sayfasının taraflar tarafından imzalanarak kaşelenmesi gerekmektedir. (45.1.13.1) maddesine göre düzenlenen tutanak meslek mensubu ve proforma fatura veren tedarikçi veya imalatçı tarafından, (45.1.13.2) maddesine göre düzenlenen tutanak meslek mensubu ile istekliye fiyat teklifini veren kişi tarafından imzalanarak kaşelenecek ancak bu tutanaklar proforma fatura veya fiyat teklifi ekinde idareye verilmeyecek ve düzenleyen meslek mensubu tarafından muhafaza edilecektir. (45.1.13.6) maddesine ve (45.1.13.7) maddesine göre düzenlenen tutanaklar ise meslek mensubu ile ihaleye katılan istekli tarafından imzalanarak kaşelenecek ve açıklama ekinde idareye sunulacaktır. Meslek mensubu proforma fatura veya fiyat teklifi üzerindeki beyanı ile O-5, O-6, O-7 ve O-8 nolu tutanaklardaki beyanlarının, mükellefin yasal defter ve belgelerine uygunluğundan sorumludur. Gerekli görülmesi durumunda ihaleyi yapan idare, proforma fatura ve fiyat tekliflerine ilişkin maliyet/satış tutarı tespit tutanaklarını, incelemek üzere muhafaza eden meslek mensubundan isteyebilir. İhale komisyonunun, gerek meslek mensubundan istenen tutanaklar gerekse istekliler tarafından açıklama kapsamında ihale komisyonuna sunulan tutanaklar üzerinde yaptığı inceleme sonucunda sunulan proforma fatura / fiyat teklifi ile bu belgeler arasında uyumsuzluk olduğunu tespit etmesi durumunda teklif reddedilerek uyumsuzluğun niteliğine göre söz konusu belgeler mükellef ve/veya isteklinin bağlı olduğu vergi dairesine gönderilir ve gerekli olması halinde Cumhuriyet Savcılığına bildirim yapılır. İhale komisyonunca yapılan inceleme sonucunda, yukarıda belirtildiği şekilde bir uyumsuzluk olduğu tespit edilmemekle birlikte, belgelerde yer alan bilgilerin ticari hayatın olağan durumuna ve ekonomik verilerle ilgili genel bilgilerle uyumlu olmadığının değerlendirilmesi durumunda isteklinin teklifi reddedilmeyecek ancak proforma fatura ve fiyat teklifleri ile maliyet/satış tutarı tespit tutanakları ve stok tespit tutanağı mükellef ve/veya isteklinin bağlı olduğu vergi dairesine gönderilecektir. 45.1.13.12. Maliyet/satış tutarı tespit ve stok tespit tutanaklarının son geçici vergi beyanname dönemine ilişkin olarak düzenlenmesi esastır. Ancak son geçici vergi beyanname döneminde, yasal defter ve belgelerde açıklama konusu mal veya hizmetlerle ilgili işlem bulunmaması durumunda, isteklinin kendi ürettiği, aldığı veya sattığı mallara ilişkin ağırlıklı ortalama birim maliyetin veya ağırlıklı ortalama birim satış tutarının belirtildiği “maliyet/satış tutarı tespit tutanağı” (Ek-O.7) hariç, söz konusu tutanaklar bir önceki geçici vergi beyanname dönemi esas alınarak düzenlenebilir. Son geçici vergi beyanname döneminin tespitinde; 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (a), (d) ve (e) bentlerine göre pazarlık usulü ile yapılan ihalelerde ilk yazılı fiyat tekliflerinin alındığı tarih, diğer ihale usulleri ile yapılan ihalelerde ise ihale tarihi esas alınır. Örneğin; 11.1.2010 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan ihalede son geçici vergi beyanname dönemi “Ekim-Kasım-Aralık 2009”, 15.7.2010 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan ihalede son geçici vergi beyanname dönemi “Nisan-Mayıs-Haziran 2010” dur. 45.1.13.13. İşletme hesabına göre defter tutuluyor olması durumunda; yukarıda belirtilen tutanaklar, işletme hesabı defteri ve işletme hesap özeti kayıtlarına göre düzenlenecektir. 45.1.14. Aşırı düşük teklif sorgulaması sonucunda; (45.1.3 - 45.1.13) maddelerine uygun açıklamada bulunmayan, açıklamaları idarece tanımlanan yapım şartlarına uymayan veya teknik şartnameye aykırı hususlar içeren isteklilerin teklifleri gerekçeleri belirtilmek suretiyle reddedilecektir. 45.1.15. İtirazen şikayet başvurularına ilişkin olarak Kurum tarafından yapılan incelemede gerekli görülmesi durumunda, proforma fatura ve fiyat tekliflerine ilişkin maliyet/satış tutarı tespit tutanakları, bunları muhafaza eden meslek mensubundan istenebilir. Gerek meslek mensubundan istenen tutanaklar gerekse ihaleyi yapan idare tarafından Kuruma gönderilen belgeler arasında yer alan proforma fatura ve fiyat teklif tutarları ile maliyet/satış tutarı tespit ve stok tespit tutanağında belirtilen maliyet ve satış tutarlarının arasında uyumsuzluk olduğunun veya bu belgelerde yer alan bilgilerin ticari hayatın olağan durumuna ve ekonomik verilerle ilgili genel bilgilerle uyumlu olmadığının değerlendirilmesi durumunda; proforma fatura ve fiyat teklifleri ile maliyet/satış tutarı tespit tutanakları ve stok tespit tutanağı mükellef ve/veya isteklinin bağlı olduğu vergi dairesine gönderilir ve gerekli olması halinde Cumhuriyet Savcılığına bildirim yapılır. 45.1.16. Aşırı düşük teklifine ilişkin olarak istenen sürede açıklama yapmasına rağmen teklifi reddedilen isteklilerin açıklamalarının yeterli görülmeme nedenlerinin, sadece ilgili madde numaralarına atıf yapılmakla yetinilmeyerek hangi düzenlemeye aykırılık bulunduğu da belirtilmek suretiyle kesinleşen ihale kararının bildirilmesi zorunludur. 45.1.17. İhale süreci devam ederken çeşitli nedenlerle teklif geçerlik süresinin bitmesi ve 4734 sayılı Kanunun 32 nci maddesi uyarınca teklif geçerlik sürelerinin uzatılması yönündeki idare talebini kabul etmeyen isteklilerin bulunması durumunda; yeniden bir sınır değer tespit edilmeyecek ve idarece aşırı düşük teklif sorgulaması, tespit edilen ilk sınır değer dikkate alınarak gerçekleştirilecektir. Ancak; gerek idarece gerek Kurum veya mahkemeler tarafından alınan kararlar çerçevesinde, ihale tarihi itibari ile geçerli olan teklif sayısında değişiklik olması halinde aşırı düşük teklif sınır değerinin geçerli teklifler dikkate alınarak yeniden belirlenmesi gerekmektedir. 45.2. Aşırı düşük teklif sınır değerinin tespitine ilişkin örnek aşağıda yer almaktadır: Yaklaşık maliyeti (YM) 100.000 TL olan bir ihalede, 17 adet teklifin verildiği, bunlardan 12 adedinin geçerli teklif olduğu kabul edildiğinde; “Teklif 1” “Teklif 2” “Teklif 3” “Teklif 4” “Teklif 5” “Teklif 6” “Teklif 7” Geçerli teklif Geçerli teklif Geçerli teklif Geçerli teklif Geçerli teklif Geçerli teklif Geçerli teklif 38.700 TL 44.000 TL 48.000 TL 49.500 TL 55.000 TL 62.000 TL 68.200 TL “Teklif 8” “Teklif 9” “Teklif 10” “Teklif 11” “Teklif 12” “Teklif 13” “Teklif 14” “Teklif 15” “Teklif 16” “Teklif 17” Geçerli teklif Geçerli teklif Geçerli teklif Geçerli teklif Geçerli teklif Geçersiz teklif Geçersiz teklif Geçersiz teklif Geçersiz teklif Geçersiz teklif 69.000 TL 72.200 TL 82.000 TL 112.800 TL 123.300 TL 55.000 TL 45.000 TL 75.000 TL 105.000 TL 60.500 TL 1. ADIM: Tort1’nın hesaplanması: Geçerli 9 teklifin aritmetik ortalaması alınır. ( 1 nolu teklif yaklaşık maliyetin % 40’ından düşük, 12 nolu teklif yaklaşık maliyettin % 120’sinden yüksek olduğundan ortalama hesabına dahil edilmez.) Tort1 = (44.000 + 48.000 + 49.500 + 55.000 + 62.000 + 68.200 + 69.000 + 72.200 + 82.000 + 112.800)/10 Tort1 = 66.270,00 2. ADIM: Standart sapmanın hesaplanması: (σ = ) σ = [[(44.000 – 66.270,00)2 + (48.000 – 66.270,00)2 + (49.500 – 66.270,00)2 + (55.000 – 66.270,00)2 + (62.000 – 66.270,00)2 + (68.200 – 66.270,00)2 + (69.000 – 66.270,00)2 + (72.200 – 66.270,00)2 + (82.000 – 66.270,00)2 + (112.800 – 66.270,00)2] / (10-1)]1/2 σ = 20.317,05 3. ADIM: Aritmetik ortalamadan standart sapma çıkartılır ve eklenir. (Tort ve σ değerleri 2 ondalık basamak olacak şekilde yuvarlanarak) Tort1 – σ = 66.270,00 – 20.317,05 = 45.952,95 Tort1 + σ = 66.270,00 + 20.317,05 = 86.587,05 4. ADIM: 86.587,05– 45.952,95 aralığındaki tekliflerin aritmetik ortalaması hesaplanır. (2 ve 11 nolu teklifler standart sapma aralığının dışında kaldığından ikinci ortalama hesabına dahil edilmez.) Tort2 = (48.000 + 49.500 + 55.000 + 62.000 + 68.200 + 69.000 + 72.200 +82.000) / 8 Tort2 = 68.066,67 (2 ondalık basamak olacak şekilde yuvarlanır.) 5. ADIM: C değerinin hesaplanması: C = Tort2 / YM C = 68.066,67 / 100 000 = 0,681 (3 ondalık basamak olacak şekilde yuvarlanır.) 6. ADIM: C değerinin 0,60 ile 1,00 arasında olduğu ilgili formülden (K) değeri hesaplanır. 0,60 ≤ C ≤ 1,00 → K = 0,664 (3 ondalık basamak olacak şekilde yuvarlanır.) 7. ADIM: Aşırı düşük teklif sınır değerinin (SD) hesaplanması: SD = [ ]/ 1,20 SD = [ 0,664 x 68.0667,67/0,681] / 1,20 = 55.306,25 TL olarak bulunur. Aşırı düşük teklif sınır değeri olan (55.306,25 TL)’nin altında bulunan aşağıdaki beş adet aşırı düşük teklifin, 4734 sayılı Kanunun 38 inci maddesi uyarınca, yukarıda yer alan açıklamalar çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. “Teklif 1” “Teklif 2” “Teklif 3” “Teklif 4” “Teklif 5” 38.700 TL 44.000 TL 48.000 TL 49.500 TL 55.000 TL MADDE 3- Aynı Tebliğin 79 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Madde 79-Hizmet alımı ihalelerinde aşırı düşük tekliflerin değerlendirilmesi 79.1. Personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihalelerinde, tekliflerin değerlendirilmesinde; İhale ve sözleşmeye ilişkin damga vergileri, Kamu İhale Kurumu payı ve noter masrafları gibi sözleşme giderleri ile amortisman, kıdem tazminatı, iş yeri hekimliği ücreti, oryantasyon (ihale konusu işe uyum) eğitimi gideri, yaka kartı ve bu mahiyetteki genel giderleri karşılamak üzere birim fiyat teklif cetvelinde yer alan her bir işçilik kalemindeki (yol, yemek ve giyecek dahil brüt asgari ücret veya brüt asgari ücretin yüzde (%) fazlası üzerinden ücret hesaplanan işçilik kalemi ile ulusal bayram ve genel tatil günleri ve fazla çalışma saatlerine ilişkin işçilik kalemleri) birim fiyatlar üzerinden işçilik hesaplama modülü kullanılarak % 3 oranında sözleşme giderleri ve genel giderler hesaplanacaktır 79.2. Personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihalelerinde; amortisman, kıdem tazminatı, iş yeri hekimliği ücreti, oryantasyon eğitimi gideri, yaka kartı ve bu mahiyetteki giderlerin genel giderler içinde yer alacağı kabul edileceği için aşırı düşük teklif sorgulamasında bu giderler, önemli teklif bileşeni olarak belirtilmeyecek ve isteklilerden aşırı düşük teklif sorgulamasına verdikleri cevaplarda bu giderler için bir bedel öngörmeleri istenmeyecektir. Sözleşme giderleri ve genel giderler içinde değerlendirilmesi öngörülen giderler idari şartnamelerde “teklif fiyata dahil olan diğer giderler” kısmında belirtilmeyecektir. 79.3. Asgari işçilik maliyeti; i- İhale tarihinde yürürlükte bulunan brüt asgari ücret veya idari şartnamede brüt asgari ücretin yüzde (%) fazlası olarak belirlenen ücret (ulusal bayram ve genel tatil günleri ile fazla çalışma saatlerine ilişkin ücretler dahil), ii- İdari şartnamede öngörülen nakdi veya ayni yemek ve yol bedeli ile ayni giyim bedeli, iii- İşveren sigorta primi tutarından oluşmaktadır. 79.4. İhale komisyonu tarafından, personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihaleleri ile personel çalıştırılmasına dayalı olmamakla birlikte ihale dokümanında personel sayısının belirlendiği ve haftalık çalışma saatinin tamamının idarede kullanılacağı hizmet alımı ihalelerinde asgari işçilik maliyeti, sözleşme giderleri ve genel giderler ile varsa malzeme ve diğer maliyet kalemleri, bunlar dışında kalan hizmet alımı ihalelerinde ise ihale dokümanında belirtilen teklif fiyata dahil giderler dikkate alınmak suretiyle tekliflerin değerlendirilmesi yapılarak 4734 sayılı Kanunun 38 inci maddesi uyarınca teklifi aşırı düşük görülen isteklilerden işin niteliğine göre ihale komisyonunca belirlenen önemli teklif bileşenleri ile ilgili açıklama istenecektir. İdarelerce aşırı düşük tekliflere yönelik açıklama istenmesine ilişkin yazıda, teklifte önemli olduğu tespit edilen bileşenlerin belirtilmesi ve açıklama için isteklilere üç (3) iş gününden az olmamak üzere makul bir süre verilmesi gerekmektedir. Personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihalelerinde, kar hariç yaklaşık maliyet tutarının üzerindeki teklifler aşırı düşük teklif olarak kabul edilmeyecektir. 79.4.1. İsteklilerce yapılacak aşırı düşük teklife ilişkin açıklamalar belgelere dayanmalıdır. Belgelere dayanılmaksızın yapılan açıklamalar kabul edilmeyerek söz konusu teklifler reddedilecektir. 79.4.2. İhale komisyonu tarafından yapılacak aşırı düşük teklif değerlendirmesinde aşağıdaki hususların dikkate alınması gerekmektedir. 79.4.2.1. İhale komisyonu, teklifin önemli bileşenlerine ilişkin olarak; a) Verilecek hizmetin ekonomik olması, b) Seçilen teknik çözümler ve hizmetlerin temininde kullanılacak avantajlı koşullar, c) Teklif edilen hizmetin özgünlüğü, hususlarında istekliler tarafından belgelere dayalı olarak yapılan yazılı açıklamaları da dikkate almak suretiyle aşırı düşük teklifleri değerlendirerek ihaleyi sonuçlandıracaktır. 79.4.2.2. Verilecek hizmetin ekonomik olması, seçilen teknik çözümler, hizmetin yerine getirilmesinde kullanılacak avantajlı koşullar veya hizmetin özgünlüğü hususunda bir açıklamada bulunulması durumunda; sadece bu hususların neler olduğu değil, belirtilen çözüm, avantajlı koşul, özgünlük ya da hizmetin ekonomik olması sayesinde elde edilen maliyet avantajının da bilgi ve belgelere dayalı olarak açıklanması gerekmektedir. 79.4.2.3. Teklifi aşırı düşük bulunan isteklilerin, tekliflerinde önemli olduğu tespit edilen bileşenler ile ilgili olarak Kanunun 38 inci maddesi uyarınca yapacakları açıklamaya dayanak teşkil eden bilgi ve belgeleri sunmaları gerekmektedir. İsteklilerin açıklamalarına dayanak teşkil eden bilgi ve belgeler; a. Tedarikçi veya üreticilerden alınan proforma faturalar, b. Fiyat teklifleri, c. Kamu kurum ve kuruluşları tarafından sunulan mal ve hizmetlere ilişkin ilan edilmiş fiyat tarifeleri veya bunlardan alınmış fiyat teklifleri, ç. Kamu kurum ve kuruluşları tarafından ilgili mala ilişkin ilan edilen asgari fiyatlar, d. Perakende satış yapan zincir mağaza veya marketlerin yayımladıkları fiyat kataloglarında yer alan fiyatlar, e. Ticaret borsalarına kayıtlı mallara ilişkin olarak 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanununun 51 inci maddesinin (c) bendi uyarınca borsa idaresi tarafından düzenlenen ilgili malın fiyatını gösteren belgeler, f. Yaş sebze ve meyve için, Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname uyarınca faaliyet gösteren toptancı hali idaresi tarafından düzenlenen ilgili malın fiyatını gösteren belgeler, g. İsteklinin ürettiği, aldığı veya sattığı mallara ilişkin maliyet/satış tutarı tespit tutanaklarıdır. İstekliler tekliflerine ilişkin olarak yukarıda sayılan belgelerden kendileri için uygun olanları (79.4.2.4-79.4.2.13) maddelerine göre yapacakları açıklamalar kapsamında sunacaklardır. Yukarıda sayılan belge ve bilgilerden hiçbiri ile açıklama yapılmasının fiilen mümkün olmadığının anlaşıldığı durumlarda istekli tarafından gerekçesi belirtilmek suretiyle ilgili mevzuatına göre son 12 ay içinde düzenlenen açıklamaya elverişli diğer belge ve bilgiler kullanılarak da açıklama yapılabilir. (Örnek: Yurt dışından ithal edilen mallara ilişkin olarak gümrük giriş beyannamesi kullanılarak açıklama yapılabilir.) 79.4.2.4. Tedarikçi veya üreticilerden alınan birim fiyatları gösteren proforma fatura sunularak açıklama yapılması durumunda proforma faturadaki birim satış tutarı; a) Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında yer alan (Ek-O.5) ağırlıklı ortalama birim maliyetin, b) Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında yer alan (Ek-O.5) ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin, altında olamaz. Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından proforma fatura üzerine; “Birim satış tutarının, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan maliyet/satış tutarı tespit tutanağındaki ağırlıklı ortalama birim maliyet tutarının altında olmadığını beyan ederim.” ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek suretiyle kaşelenmesi/mühürlenmesi gerekmektedir. Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından proforma fatura üzerine; “Birim satış tutarının, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan maliyet/satış tutarı tespit tutanağındaki ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin altında olmadığını beyan ederim.” ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek suretiyle kaşelenmesi/mühürlenmesi gerekmektedir. Kaşeleme işlemi bu Tebliğin 8.4 maddesinde belirtilen özel kaşe kullanılmak suretiyle yapılabileceği gibi, bu kaşe dışında meslek mensubuna ilişkin bilgileri içeren kaşe kullanılmak suretiyle de yapılabilir. 79.4.2.5. İsteklilerce yapılan açıklamalarda; teklifin bir bölümünü oluşturan iş kalemlerine/gruplarına ilişkin olarak piyasada o alanda faaliyet gösteren kişilerden alınan fiyat tekliflerinin sunulması halinde, fiyat teklifinde belirtilen veya fiyat teklifine göre hesaplanan birim fiyat; a) Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında (Ek-O.6) yer alan toplam birim maliyet tutarının, b) Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında (Ek-O.6) yer alan ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin, altında olamaz. Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından fiyat teklifinin üzerine; “Birim fiyatın, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan maliyet/satış tutarı tespit tutanağındaki toplam birim maliyet tutarının altında olmadığını beyan ederim.” ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek suretiyle kaşelenmesi/mühürlenmesi gerekmektedir. Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından fiyat teklifinin üzerine; “Birim fiyatın, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan maliyet/satış tutarı tespit tutanağındaki ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin altında olmadığını beyan ederim.” ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek suretiyle kaşelenmesi/ mühürlenmesi gerekmektedir. Kaşeleme işlemi bu Tebliğin 8.4 maddesinde belirtilen özel kaşe kullanılmak suretiyle yapılabileceği gibi, bu kaşe dışında meslek mensubuna ilişkin bilgileri içeren kaşe kullanılmak suretiyle de yapılabilir. 79.4.2.6. İsteklinin, kamu kurum ve kuruluşları tarafından sunulan mal ve hizmetlere ilişkin fiyat tekliflerini kullanması halinde sadece ilan/davet ile ihale tarihi arasında (ihale tarihi hariç) düzenlenmiş fiyat teklifini sunması yeterlidir. 79.4.2.7. İsteklinin, kamu kurum ve kuruluşları tarafından sunulan mal ve hizmetlere ilişkin ilan edilen fiyat tarifelerinde belirtilen fiyatları kullanması halinde sadece ilan/davet ile ihale tarihi arasında (ihale tarihi hariç) geçerli olan bir tarifeyi gösterir belgeyi sunması yeterlidir. (Örnek: Orman Genel Müdürlüğüne bağlı işletmeler tarafından satılan ürünlere ilişkin ilan edilmiş fiyatlar vb.) 79.4.2.8. İstekli tarafından açıklaması yapılacak girdinin fiyatının, kamu kurum ve kuruluşlarınca ilan edilen ilgili mala ilişkin asgari fiyatlara uygun olması halinde sadece ilan/davet ile ihale tarihi arasında (ihale tarihi hariç) geçerli olan asgari fiyatın belgelendirilmesi suretiyle açıklama yapılması yeterlidir.(Örnek: EPDK tarafından il bazında günlük olarak yayımlanan akaryakıt fiyatları vb.) 79.4.2.9. İstekli tarafından perakende satış yapan zincir mağaza veya marketlerin yayımladıkları fiyat kataloglarının kullanılması halinde, ilgili mala ait sadece ilan/davet ile ihale tarihi arasında (ihale tarihi hariç) geçerli olan bir fiyatı gösteren mağaza veya market yönetimince onaylanmış kataloğu sunması yeterlidir. 79.4.2.10. İstekli tarafından ticaret borsalarında oluşan fiyatların kullanılması halinde, 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanununun 51 inci maddesinin (c) bendi uyarınca borsa idaresi tarafından düzenlenen ve ilgili malın ihale tarihinden önceki son işlem tarihinde gerçekleşen asgari fiyatını gösteren belge ile açıklama yapılması yeterlidir. 79.4.2.11. İstekli tarafından yaş sebze ve meyve için, toptancı halinde oluşan fiyatların kullanılması halinde, Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname uyarınca faaliyet gösteren toptancı hali idaresi tarafından düzenlenen ve ilgili malın, ihale tarihinden önceki son 12 ayın herhangi bir işlem gününe ait asgari fiyatını gösteren belge ile açıklama yapılması yeterlidir. 79.4.2.12. İsteklinin açıklamalarını kendi ürettiği, aldığı veya sattığı mallara dayandırması durumunda ihale konusu işte kullanılması öngörülen mala ilişkin ağırlıklı ortalama birim maliyetin veya ağırlıklı ortalama birim satış tutarının belirtildiği “maliyet/satış tutarı tespit tutanağı” (Ek-O.7) sunulacaktır. İsteklilerce teklif edilen tutara ilişkin birim fiyatlar, a) Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, ağırlıklı ortalama birim maliyetin, b) Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin, altında olamaz. İsteklinin satışlar üzerinden açıklama yapabilmesi için malın ticareti ile iştigal ediyor olması; maliyete dayalı açıklama yapabilmesi için ise, son geçici vergi beyanname döneminde ihale konusu işte kullanılmasını öngördüğü mal miktarının en az yarısı kadar alış yapmış olması gerekmektedir. İsteklinin son geçici vergi beyanname döneminde 4734 sayılı Kanun kapsamındaki idarelere açıklama konusu mala ilişkin satış yapmış ve satılan malın idarece kabul edilmiş olması durumunda “maliyet/satış tutarı tespit tutanağı” (Ek-O.7) sunmasına gerek bulunmayıp sadece söz konusu satışa ilişkin fatura suretleri ile de belgelendirme yapılabilecektir. 79.4.2.13. İsteklinin ortağı olduğu tüzel kişiye ait işletmeden mal çekmesi veya satın alması durumunda söz konusu malın emsal bedeli ile değerlenmesi gereklidir. Emsal bedelinin tespitinde Vergi Usul Kanununun ilgili hükümleri esas alınır. Bu durumda, Vergi Usul Kanununa göre hesaplanan emsal bedeli gösteren ve istekliyle tam tasdik sözleşmesi yapan veya beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından hazırlanarak imzalanan ve kaşelenen beyanın verilmesi yeterlidir. Kaşeleme işlemi bu Tebliğin 8.4 maddesinde belirtilen özel kaşe kullanılmak suretiyle yapılabileceği gibi, bu kaşe dışında meslek mensubuna ilişkin bilgileri içeren kaşe kullanılmak suretiyle de yapılabilir. 79.4.2.14. Proforma fatura ve fiyat tekliflerinin, proforma fatura veya fiyat teklifine konu alanda faaliyet gösterenlerden alınması gerekmekte olup bu belgelerin ihale tarihinden önce düzenlenmiş olması zorunlu değildir. 79.4.2.15. Maliyet/satış tutarı tespit tutanaklarının; 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununa göre çalışan meslek mensuplarından, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya beyannamelerini imzalamaya yetkili olanlar tarafından düzenlenmesi, bütün belge ve tutanakların her sayfasının taraflar tarafından imzalanarak kaşelenmesi gerekmektedir. (79.4.2.4.) maddesine göre düzenlenen tutanak meslek mensubu ve proforma fatura veren tedarikçi veya imalatçı tarafından, (79.4.2.5.) maddesine göre düzenlenen tutanak meslek mensubu ile istekliye fiyat teklifini veren kişi tarafından imzalanarak kaşelenecek ancak bu tutanaklar proforma fatura veya fiyat teklifi ekinde idareye verilmeyecek ve düzenleyen meslek mensubu tarafından muhafaza edilecektir. (79.4.2.12.) maddesine göre düzenlenen tutanaklar ise meslek mensubu ile ihaleye katılan istekli tarafından imzalanarak kaşelenecek ve açıklama ekinde idareye sunulacaktır. Meslek mensubu, proforma fatura veya fiyat teklifi üzerindeki beyanı ile O-5, O-6, O-7 nolu tutanaklardaki beyanların doğruluğundan sorumludur. Gerekli görülmesi durumunda ihaleyi yapan idare, proforma fatura ve fiyat tekliflerine ilişkin maliyet/satış tutarı tespit tutanaklarını, incelemek üzere muhafaza eden meslek mensubundan isteyebilir. İhale komisyonunun, gerek meslek mensubundan istenen tutanaklar gerekse istekliler tarafından açıklama kapsamında ihale komisyonuna sunulan tutanaklar üzerinde yaptığı inceleme sonucunda sunulan proforma fatura / fiyat teklifi ile bu belgeler arasında uyumsuzluk olduğunu tespit etmesi durumunda teklif reddedilerek uyumsuzluğun niteliğine göre söz konusu belgeler mükellef ve/veya isteklinin bağlı olduğu vergi dairesine gönderilir ve gerekli olması halinde Cumhuriyet Savcılığına bildirim yapılır. İhale komisyonunca yapılan inceleme sonucunda, yukarıda belirtildiği şekilde bir uyumsuzluk olduğu tespit edilmemekle birlikte, belgelerde yer alan bilgilerin ticari hayatın olağan durumu ve ekonomik verilerle ilgili genel bilgilerle uyumlu olmadığının değerlendirilmesi durumunda isteklinin teklifi reddedilmeyecek ancak proforma fatura ve fiyat teklifleri ile maliyet/satış tutarı tespit tutanakları ve stok tespit tutanağı mükellef ve/veya isteklinin bağlı olduğu vergi dairesine gönderilecektir. 79.4.2.16. İstekliler tarafından aşırı düşük teklif sorgulaması kapsamındaki mallara ilişkin olarak proforma fatura yerine sadece alış faturası ile açıklamada bulunulması geçerli bir açıklama olarak kabul edilmeyecektir. Yukarıda belirtilen maliyet/satış tutarı tespit tutanaklarının son geçici vergi beyanname dönemine ilişkin olarak düzenlenmesi esastır. Ancak son geçici vergi beyanname döneminde, yasal defter ve belgelerde açıklama konusu mal veya hizmetlerle ilgili işlem bulunmaması durumunda, isteklinin kendi ürettiği, aldığı veya sattığı mallara ilişkin ağırlıklı ortalama birim maliyetin veya ağırlıklı ortalama birim satış tutarının belirtildiği “maliyet/satış tutarı tespit tutanağı” (Ek-O.7) hariç, söz konusu tutanaklar bir önceki geçici vergi beyanname dönemi esas alınarak düzenlenebilir. Son geçici vergi beyanname döneminin tespitinde; 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (a), (d) ve (e) bentlerine göre pazarlık usulü ile yapılan ihalelerde ilk yazılı fiyat tekliflerinin alındığı tarih, diğer ihale usulleri ile yapılan ihalelerde ise ihale tarihi esas alınır. Örneğin; 11.1.2010 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan ihalede son geçici vergi beyanname dönemi “Ekim-Kasım-Aralık 2009”, 15.7.2010 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan ihalede son geçici vergi beyanname dönemi “Nisan-Mayıs-Haziran 2010” dur. 79.4.2.17. İşletme hesabına göre defter tutuluyor olması durumunda; yukarıda belirtilen tutanaklar, işletme hesabı defteri ve işletme hesap özeti kayıtlarına göre düzenlenecektir. 79.4.2.18. İtirazen şikayet başvurularına ilişkin olarak Kurum tarafından yapılan incelemede gerekli görülmesi durumunda, proforma fatura ve fiyat tekliflerine ilişkin maliyet/satış tutarı tespit tutanakları, bunları muhafaza eden meslek mensubundan istenebilir. Gerek meslek mensubundan istenen tutanaklar gerekse ihaleyi yapan idare tarafından Kuruma gönderilen belgeler arasında yer alan proforma fatura ve fiyat teklif tutarları ile maliyet/satış tutarı tespit ve stok tespit tutanağında belirtilen maliyet ve satış tutarlarının arasında uyumsuzluk olduğunun veya bu belgelerde yer alan bilgilerin ticari hayatın olağan durumu ve ekonomik verilerle ilgili genel bilgilerle uyumlu olmadığının değerlendirilmesi durumunda; proforma fatura ve fiyat teklifleri ile maliyet/satış tutarı tespit tutanakları ve stok tespit tutanağı mükellef ve/veya isteklinin bağlı olduğu vergi dairesine gönderilir ve gerekli olması halinde Cumhuriyet Savcılığına bildirim yapılır. 79.4.2.19. Personel çalıştırılmasına dayalı olmayan hizmet alımlarına ilişkin aşırı düşük teklif sorgulamasında, sözleşme giderleri ve genel giderlerin % 3 oranında hesaplanması söz konusu olmayacak, sözleşme giderleri ilgili mevzuatına göre hesaplanmak suretiyle aşırı düşük teklif sorgulamasına cevap verilecek ve teklifler değerlendirilecektir. 79.4.2.20. Personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihalelerinde; malzeme ve diğer maliyet kalemlerine ilişkin sözleşme giderinin de % 3 oranındaki sözleşme giderleri ve genel giderler içinde yer aldığı kabul edildiğinden, malzeme ve diğer maliyet kalemleri için ayrıca sözleşme gideri hesaplanmayacaktır. 79.4.2.21. Personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihalelerinde, % 3 oranındaki sözleşme giderleri ve genel giderler, sadece aşırı düşük tekliflerin değerlendirilmesine ilişkin olduğundan, bu sözleşme giderleri ve genel giderler idarece hazırlanan teklif mektubu eki cetvelde ayrı bir birim fiyat kalemi olarak öngörülmeyecektir. İhale sonuçlandırıldıktan sonra ihale üzerinde kalan isteklinin ödeyeceği ihale kararı damga vergisi, sözleşme damga vergisi ile diğer sözleşme giderleri ilgili mevzuatına göre hesaplanacaktır. 79.4.2.22. Temizlik hizmet alımlarında amortismana tabi olmayan kova, fırça, paspas, bez, süpürge, faraş, cam sileceği gibi malzemeler, temizlik malzemesi olarak kabul edilecek ve aşırı düşük teklif sorgulamasına verilen cevapta bu malzemeler için öngörülen bedellerin maliyetlerini tevsik eden belgeler sunulacaktır. 79.4.2.23. Özel güvenlik hizmet alımlarında ihale konusu işe ilişkin her türlü güvenlik sistem ve cihazları ile ekipman, alet, edevat, kelepçe, cop, dedektör, telsiz, el feneri, düdük gibi makine ve ekipman maliyetlerinin tamamı, sözleşme ve genel giderler içerisinde yer alan amortisman olarak kabul edilecek ve aşırı düşük teklif sorgulamasında önemli bir bileşen olarak değerlendirilmeyecektir. Özel güvenlik hizmet alım ihalelerinde aşırı düşük teklif sorgulamasında giyim bedeli ise önemli bir bileşen olarak görülecek ve isteklilerce giyim bedelini tevsik eden belgeler sunulacaktır. Giyeceklerin daha önce alındığı ve bunun için bir gider öngörülmediği gibi açıklamalar kabul edilmeyecektir. Özel güvenlik hizmet alım ihalelerinde mali sorumluluk sigortası gideri aşırı düşük teklif sorgulamasında önemli bir bileşen olarak kabul edilecek ve isteklilerce aşırı düşük teklif sorgulaması çerçevesinde sigorta acentelerinden alınarak sunulan poliçe, proforma fatura veya sözleşmelerin ekine sigorta acentelerince Özel Güvenlik Mali Sorumluluk Sigortası Tarife ve Talimatında yer alan teminat tutarları üzerinden teklif ettikleri sigorta prim tutarlarıyla özel güvenlik mali sorumluluk sigortası hizmetini geçekleştirebileceklerine ilişkin ilgili sigorta şirketinin genel müdürlüğünden veya bölge müdürlüğünden alınan teyit yazısının eklenmesi ve bu teyitlerin yetkili kişilerin imzasını taşıması gerekecektir. Ancak sigorta şirketlerinin genel müdürlük veya bölge müdürlüklerinden alınmış poliçe veya fiyat teklifleri için teyit alınmasına gerek bulunmamaktadır. Özel güvenlik hizmetinin kampüs gibi belirli bir alan içerisinde yerine getirilmesi ve güvenlik için bir araca gerek duyulması halinde, bu aracın akaryakıt ve diğer maliyetleri önemli teklif bileşeni olarak kabul edilmeyecektir. 79.4.2.24. Yemek hizmet alımı ihalelerinde, çalıştırılacak personelin giyim gideri ile su, tuz, baharat, peçete ve masa örtüsü giderleri için yapılacak açıklamalara ilişkin olarak isteklilerden belge sunmaları istenmeyecektir. İhale komisyonu ayrıca, bu girdiler dışındaki girdilerden de belgelendirilmesine gerek bulunmayanları tespit edebilecektir. 79.4.2.25. Personele, çalışma saatleri dışında ihale konusu işle ilgili eğitim verilmesi, işçiler açısından 4857 sayılı Kanunun 66 ncı maddesinin (d) bendine göre fazla çalışmaya yol açacağından, bunun teklif fiyata dahil olacağının ve mesai dışında işçinin kaç saat işle ilgili meşgul edileceğinin idari şartnamede belirtilmesi ve aşırı düşük teklif sorgulamasında dikkate alınması gerekmektedir. Ayrıca, oryantasyon eğitimi dışında, silahlı atış eğitimi, uçuş eğitimi gibi önemli maliyet gerektiren eğitim giderlerinin, teklif fiyata dahil giderler içinde değerlendirilmesi ve bu giderlerin idari şartnamede açıkça belirtilmesi, birim fiyat teklif alınmak suretiyle gerçekleştirilecek ihalelerde ise birim fiyat teklif cetvelinde ayrı bir iş kalemi olarak öngörülmesi gerekmektedir. Dolayısıyla bu tür eğitim giderleri % 3 oranının içerisinde bulunan bir genel gider olarak kabul edilmeyecek ve teklifin önemli bir bileşeni sayılarak aşırı düşük teklif sorgulamasında dikkate alınacaktır. 79.5. Aşırı düşük teklif sorgulaması sonucunda; (79.4.2.) maddesine uygun açıklamada bulunmayan, açıklamaları teknik şartnameye aykırı hususlar içeren veya teklif tutarı, personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihalelerinde asgari işçilik maliyeti ve % 3 oranındaki sözleşme giderleri ile genel giderleri, personel çalıştırılmasına dayalı olmamakla birlikte ihale dokümanında personel sayısının belirlendiği ve haftalık çalışma saatinin tamamının idarede kullanılacağı hizmet alımı ihalelerinde ise asgari işçilik maliyeti ve ilgili mevzuatı uyarınca hesaplanacak sözleşme giderlerini karşılamayan isteklilerin teklifleri gerekçeleri belirtilmek suretiyle reddedilecektir. 79.6. Aşırı düşük teklifine ilişkin olarak istenen sürede açıklama yapmasına rağmen teklifi reddedilen isteklilere, açıklamalarının yeterli görülmeme nedenlerinin kesinleşen ihale kararı ile birlikte bildirilmesi zorunludur. 79.7. Yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde, Kurumca ilgililerin faydalanmasına yönelik olarak hazırlanan “işçilik hesaplama modülü”ne (www.kik.gov.tr) adresinden ulaşılabilecektir.” MADDE 4 – Aynı Tebliğin ikinci kısmının mevcut beşinci bölümü altıncı bölüm olarak madde numaraları ile birlikte teselsül ettirilmiş ve Tebliğe aşağıdaki bölüm beşinci bölüm olarak eklenmiştir. “BEŞİNCİ BÖLÜM Çerçeve Anlaşma İhalelerine İlişkin Özel Hususlar Madde 90- Yaklaşık maliyetin açıklanması 90.1. 4734 sayılı Kanunun 36 ncı maddesinin ikinci fıkrası ile Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 33.2 nci maddesi uyarınca ihale komisyonu tarafından yaklaşık maliyetin, teklif fiyatları ile birlikte açıklanması gerekmektedir. Bu çerçevede, ihale komisyonu tarafından 4734 sayılı Kanunun 36 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca teklif zarflarının incelenmesinin ardından, ez az üç adet uygun teklif zarfının bulunmaması durumunda yaklaşık maliyet açıklanmayacaktır. Madde 91- Münferit sözleşme için teklif vermeye davet aşaması 91.1. Üç istekli ile devam edilen bir çerçeve anlaşmada, münferit sözleşme için teklif vermeye davet edilen herhangi bir istekli tarafından en az iki defa teklif veya geçerli teklif verilmemesi halinde, bu isteklinin çerçeve anlaşmasının feshedilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte münferit alım aşamasına geçilmiş olması nedeniyle, münferit alım için teklif veren diğer istekli/isteklilerin tekliflerinin değerlendirmeye alınarak münferit sözleşmenin gerçekleştirilmesi mümkündür. Ancak çerçeve anlaşmaya taraf olan istekli sayısının üçün altına düşmesi sebebiyle diğer isteklilerle imzalanan çerçeve anlaşmaların da feshedilmesi gerekeceğinden, bu çerçeve anlaşma kapsamında başka bir münferit sözleşmenin gerçekleştirilmesi mümkün değildir. 91.2. Üç veya daha fazla sayıda istekli ile devam edilen bir çerçeve anlaşmada, münferit sözleşme için teklif vermeye davet aşamasında yapılan yasaklılık sorgulaması sonucunda yasaklı olmadığı anlaşılan isteklilerden, son teklif verme tarihinden önce ihalelere katılmaktan yasaklı hale gelenlerin, yasaklı olduklarını bildikleri halde teklif vermeleri ve bu durumun da idare tarafından öğrenilmesi halinde, tekliflerinin değerlendirme dışı bırakılarak çerçeve anlaşmalarının feshedilmesi ve haklarında 4734 sayılı Kanunun dördüncü kısmında belirtilen hükümlerin uygulanması gerekmektedir. 91.2.1. Münferit sözleşme için teklif vermeye davet aşamasında yapılan yasaklılık sorgulaması sonucunda yasaklı olmadığı anlaşılan isteklilerden, son teklif verme tarihinden önce ihalelere katılmaktan yasaklı hale gelenlerin, ihale katılmaktan yasaklı olmaları nedeniyle teklif vermemeleri halinde, bu istekliler teklif vermeyen istekli olarak değerlendirilemeyeceğinden çerçeve anlaşmaları feshedilmemelidir. Ayrıca münferit sözleşme için teklif vermeye davet aşamasında yasaklı olmayan ancak davet aşaması ile münferit sözleşme için son teklif verme tarihi arasında yasaklı hale geldiği için münferit alıma teklif vermeyen istekli/isteklilerin bulunması durumunda, ihalelere katılmaktan yasaklı olmayan diğer istekliler tarafından verilen tekliflerin değerlendirilerek münferit alımın sonuçlandırılması gerekmektedir. 91.3. Üç veya daha fazla sayıda istekli ile devam edilen bir çerçeve anlaşmada, münferit sözleşme için son teklif verme tarihinden, münferit sözleşmenin imzalanması tarihine kadar geçen süreçte yasaklanan istekli/isteklilerin olması durumunda, bu istekli/isteklilerin 4734 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının (i) bendinde belirtilen durumunda bir değişiklik söz konusu olduğu için bu durumu idareye derhal bildirmeleri ve idarenin de bu istekli/isteklilerin tekliflerini değerlendirme dışı bırakması, ancak çerçeve anlaşmalarını feshetmemesi gerekmektedir. Ayrıca bu gibi durumlarda idarenin münferit sözleşme sürecine devam ederek yasaklı olmayan diğer istekli/isteklilerin teklifini/tekliflerini değerlendirerek münferit alımı sonuçlandırması gerekmektedir. Bununla birlikte, münferit sözleşme için teklif vermeye davet edilen isteklilerin tamamının yukarıda belirtilen süreç içerisinde ihalelere katılmaktan yasaklı hale geldiğinin anlaşılması halinde, isteklilerin çerçeve anlaşmaları feshedilmeksizin, verilen bütün tekliflerin değerlendirme dışı bırakılarak münferit alım için gerçekleştirilen ihalenin iptal edilmesi gerekmektedir. 91.3.1. Üç veya daha fazla sayıda istekli ile devam edilen bir çerçeve anlaşmada, münferit sözleşme için son teklif verme tarihinden münferit sözleşme imzalanma tarihine kadar geçen süreçte yasaklanan istekli/isteklilerin olması durumunda, bu isteklilerin 4734 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının (i) bendinde belirtilen durumunda bir değişiklik söz konusu olmakla birlikte, isteklilerin bu durumu idareye bildirmemiş olmaları ve bu durumun da idare tarafından fark edilmemesi nedeniyle münferit alımın bu isteklilerden biri üzerine bırakılarak isteklinin münferit sözleşmeyi imzalamaya davet edilmesi ve isteklinin de sözleşme imzalamaya gelmesi durumunda Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 43 üncü maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki “Münferit sözleşmenin imzalanacağı tarihte, sözleşme imzalanmadan önce, ihale sonuç bilgileri Kuruma gönderilmek suretiyle isteklinin ihalelere katılmaktan yasaklı olup olmadığının teyit edilmesi zorunludur. İsteklinin ihalelere katılmaktan yasaklı olduğunun anlaşılması halinde münferit sözleşme imzalanmayarak kendisiyle imzalanan çerçeve anlaşma feshedilir. Bu durumda sekizinci fıkrada yer alan usul uygulanır.” hükmü uyarınca bu istekli ile imzalanan çerçeve anlaşmanın feshedilmesi, ancak hakkında 4734 sayılı Kanunun dördüncü kısmında belirtilen hükümlerin uygulanmaması gerekmektedir. Ayrıca bu durumda kendisi ile çerçeve anlaşma imzalanan istekli sayısı üçün altına düşmekte ise diğer isteklilerle imzalanan çerçeve anlaşmaların da feshedilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte münferit alım aşamasına geçilmiş olması nedeniyle münferit sözleşme için teklif veren diğer istekli/isteklilerin tekliflerinin Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 43 üncü maddesinin sekizinci fıkrasında yer alan “ihale yetkilisince uygun görülmesi kaydıyla, listede yer alan diğer istekliler sırayla sözleşme imzalamaya davet edilebileceği gibi yeniden teklif vermeye de davet edilebilir…”düzenlemesi uyarınca değerlendirmeye alınarak münferit sözleşmenin gerçekleştirilmesi mümkündür. Ancak çerçeve anlaşmaya taraf olan istekli sayısının üçün altına düştüğü durumlarda diğer isteklilerle imzalanan çerçeve anlaşmaların da feshedilmesi gerekeceğinden, böyle bir durumda bu çerçeve anlaşma kapsamında başka bir münferit sözleşmenin gerçekleştirilmesi mümkün değildir. 91.4. Münferit sözleşme için teklif vermeye davet aşamasında yapılan yasaklılık sorgulaması sonucunda yasaklı olmadığı anlaşılan isteklilerden, son teklif verme tarihinden önce ihalelere katılmaktan yasaklı hale gelenlerin, yasaklı olduklarını bilerek teklif vermeleri ve bu durumun da idare tarafından tespit edilememesi nedeniyle idare tarafından teklifin değerlendirilerek, ihalenin ihalelere katılmaktan yasaklı olan bir istekli üzerinde bırakılması halinde, 4734 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin son fıkrasındaki düzenleme uyarınca münferit alım için gerçekleştirilen ihalenin iptal edilmesi ve Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 43 üncü maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki hüküm uyarınca da çerçeve anlaşmasının feshedilmesi ve hakkında 4734 sayılı Kanunun dördüncü kısmında belirtilen hükümlerin uygulanması gerekmektedir. Ayrıca bu durumda kendisi ile çerçeve anlaşma imzalanan istekli sayısı üçün altına düşmekte ise diğer isteklilerle imzalanan çerçeve anlaşmaların da feshedilmesi gerekmektedir. Madde 92 - Münferit sözleşme imzalamaya davet aşaması 92.1. Üç veya daha fazla sayıda istekli ile devam edilen bir çerçeve anlaşmada, münferit sözleşme imzalamaya davet edildiği halde mücbir sebep halleri dışında, isteklinin sözleşme imzalamaya gelmemesi durumunda Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 43 üncü maddesinin onuncu fıkrasındaki düzenleme uyarınca 4734 sayılı Kanunun 58 inci maddesine göre hakkında kamu ihalelerine katılmaktan yasaklama kararı verilerek kendisiyle imzalanan çerçeve anlaşmanın feshedilmesi gerekmektedir. Bu durumda kendisiyle çerçeve anlaşma imzalanan istekli sayısı üçün altına düşmekte ise diğer isteklilerle imzalanan çerçeve anlaşmaların da feshedilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte münferit alım aşamasına geçilmiş olması nedeniyle münferit sözleşme için teklif veren diğer istekli/isteklilerin tekliflerinin Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 43 üncü maddesinin sekizinci fıkrasında yer alan “ihale yetkilisince uygun görülmesi kaydıyla, listede yer alan diğer istekliler sırayla sözleşme imzalamaya davet edilebileceği gibi yeniden teklif vermeye de davet edilebilir…” düzenlemesi uyarınca değerlendirmeye alınarak münferit sözleşmenin gerçekleştirilmesi mümkündür. Ancak çerçeve anlaşmaya taraf olan istekli sayısının üçün altına düştüğü durumlarda diğer isteklilerle imzalanan çerçeve anlaşmaların da feshedilmesi gerekeceğinden, böyle bir durumda bu çerçeve anlaşma kapsamında başka bir münferit sözleşmenin gerçekleştirilmesi mümkün değildir. 92.2. Üç veya daha fazla sayıda istekli ile devam edilen bir çerçeve anlaşmada, münferit sözleşme imzalamaya davet edilen ve sözleşme imzalamaya gelen isteklinin, diğer yasal yükümlülükleri yerine getirmekle birlikte, 4734 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi kapsamında taahhüt altına alınan durumu tevsik etmek üzere idareye sunmuş olduğu belgelerin taahhüt edilen duruma aykırı hususlar içermesi halinde hakkında 4734 sayılı Kanunun 58 inci maddesi hükümleri uygulanmayacaktır. Ayrıca bu durumda bu istekli ile imzalanan çerçeve anlaşmanın da feshedilmemesi gerekmektedir. Ancak taahhüt altına alınan durumu tevsik etmek üzere idareye sunulmuş olan belgelerin taahhüt edilen duruma aykırı hususlar içermesi hali geçerli teklif vermeme olarak değerlendirilecektir. Dolayısıyla bu durumdaki bir istekli çerçeve anlaşma kapsamında teklif vermeye davet edildiği halde geçerli teklif vermeyen istekli olarak değerlendirilecektir. Madde 93- Çerçeve anlaşma kapsamında alımı planlanan tahmini ihtiyaç miktarı 93.1. Çerçeve anlaşmanın bakanlık veya il düzeyinde yapıldığı durumlarda asıl olan çerçeve anlaşma ihalesine taraf olan bir idarenin ihtiyaç tespitinde çerçeve anlaşmayı imzalayan idareye/merkezi satın alma birimine ihtiyaç olarak bildirdiği malları veya hizmetleri veya yapım işlerini çerçeve anlaşma kapsamında temin edebilmesidir. Bununla birlikte çerçeve anlaşma ihalelerinden beklenilen azami faydanın sağlanabilmesi amacıyla, çerçeve anlaşma ihale dokümanında belirtilen toplam ihtiyaç miktarının idarelerin ihtiyaç tespitinde bildirip bildirmediğine bakılmaksızın bir havuz olarak değerlendirilerek, anlaşma yapılan toplam miktar aşılmamak şartıyla, çerçeve anlaşma kapsamında münferit sözleşme yapabilecek idarelerce ortak olarak kullanılabilmesi de mümkündür. Madde 94- Münferit sözleşme işlem dosyası 94.1. Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde münferit sözleşme işlem dosyasının çerçeve anlaşma işlem dosyasında muhafaza edileceği belirtilmekle birlikte, münferit sözleşme işlem dosyasının çerçeve anlaşmayı gerçekleştiren idarede mi yoksa münferit alımı gerçekleştiren idarede mi muhafaza edileceğine ilişkin herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Dolayısıyla münferit sözleşme işlem dosyasının hem çerçeve anlaşmayı yapan idarede hem de münferit sözleşmeyi gerçekleştiren idarede muhafaza edilmesi mümkün olmakla birlikte, münferit sözleşme işlem dosyasının münferit alımı gerçekleştiren idarede muhafaza edilmesi ve çerçeve anlaşmayı yapan idareye de alımın miktarı, süresi ve fiyatı gibi takip edilmesi gereken bilgilerin gönderilmesi de mümkündür. Madde 95- Çerçeve anlaşmanın bakanlık veya il düzeyinde yapılması 95.1. Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğin 6 ncı maddesindeki düzenleme ile çerçeve anlaşmaların bakanlık veya il düzeyinde de yapılabileceği öngörülmüş ve çerçeve anlaşmaların bakanlık veya il düzeyinde yapılması durumunda aynı Yönetmelikteki bazı düzenlemelerin nasıl uygulanması gerektiği ilgili maddelerde açıklanmıştır. Öte yandan Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin ekinde yer alan idari şartname, çerçeve anlaşma ve münferit sözleşme tasarıları ile standart formlarda da bu duruma özgü düzenlemeler yapılmıştır. 4734 sayılı Kanun ile Uygulama Yönetmeliğinde çerçeve anlaşma; “bir veya birden fazla idare ile bir veya birden fazla istekli arasında, belirli bir zaman aralığında gerçekleştirilecek alımların özellikle fiyat ve mümkün olan hallerde öngörülen miktarlarının tespitine ilişkin şartları belirleyen anlaşmayı… ifade eder” şeklinde tanımlandığından, bu tanım uyarınca birden fazla idarenin aralarında bir protokol yapmak suretiyle bir araya gelerek çerçeve anlaşma ihalesi yapmaları mümkündür. 95.1.1. Birden fazla idarenin bir araya gelerek çerçeve anlaşma ihalesi yapabilmeleri için aralarında yapmış oldukları protokolde çerçeve anlaşma ihalesini yapacak olan idare ile çerçeve anlaşmadan yararlanarak münferit sözleşme yapacak olan idareleri belirlemeleri gerekmektedir. Ayrıca, birden fazla idarenin bir araya gelerek çerçeve anlaşma ihalesi yapmaları durumunda Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliği ve eklerinin çerçeve anlaşmanın bakanlık ve il düzeyinde yapıldığı durumlarda uygulanması gereken hükümlerine göre hareket edilmesi gerekmektedir. 95.2. Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde çerçeve anlaşmaların bakanlık veya il düzeyinde de yapılabileceği öngörülmüş olmakla birlikte, genel müdürlük teşkilatı da geniş anlamda bakanlık teşkilatının kapsamında yer aldığından, bölge müdürlüklerinin faydalanmasına yönelik olarak genel müdürlük düzeyinde çerçeve anlaşma ihalesi yapılmasının bakanlık düzeyinde yapılmış sayılması gerekmektedir. Bu itibarla, Başbakanlığa veya herhangi bir bakanlığa bağlı ya da ilgili genel müdürlüklerin çerçeve anlaşma ihalesi gerçekleştirmeleri durumunda, söz konusu genel müdürlüğe bağlı olan ve kendilerine ödenek tahsis edilen bölge müdürlüklerinin tabi oldukları mali mevzuat çerçevesinde, genel müdürlük tarafından gerçekleştirilen çerçeve anlaşma kapsamında münferit alım gerçekleştirebilmeleri mümkündür. Ancak bu durumda Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliği ve eklerinin çerçeve anlaşmanın bakanlık ve il düzeyinde yapıldığı durumlarda uygulanması gereken hükümlerine göre hareket edilmesi gerekmektedir. Madde 96- Çerçeve anlaşmanın bakanlık veya il düzeyinde yapıldığı durumlarda çerçeve anlaşmanın feshine ilişkin işlemler 96.1. Çerçeve anlaşmanın sona erme halleri “Mal ve Hizmet alımları ile Yapım İşlerine Ait Tip Çerçeve Anlaşma” metninin 11 inci maddesinde ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Tip Çerçeve Anlaşmanın 12 nci maddesinde ise çerçeve anlaşmanın feshedildiğinin makul bir süre içerisinde istekliye bildirileceği hüküm altına alınmıştır. Çerçeve anlaşmanın bakanlık veya il düzeyinde yapıldığı durumlarda, çerçeve anlaşma kapsamında münferit alım gerçekleştiren idarelerin çerçeve anlaşmanın feshini gerektiren bir durumla karşılaştıkları zaman bu durumu gecikmeksizin çerçeve anlaşmayı imzalayan idareye bildirmeleri gerekmektedir. Bu bildirim 4734 sayılı Kanunun 65 nci maddesinde yer alan yöntemlerden herhangi biriyle gerçekleştirilebilir. Çerçeve anlaşmayı imzalayan idarenin çerçeve anlaşmanın feshine ilişkin olarak münferit alımı gerçekleştiren idare tarafından kendisine yapılan bildirimde belirtilen hususların çerçeve anlaşmanın feshini gerektirdiğini tespit etmesi durumunda, bildirim tarihinden itibaren makul bir süre içerisinde çerçeve anlaşmayı feshetmesi ve çerçeve anlaşmanın feshedildiğini de yine makul bir süre içerisinde hem çerçeve anlaşması feshedilen istekliye hem de çerçeve anlaşma kapsamında münferit alım gerçekleştirecek olan idarelerin tamamına bildirmesi gerekmektedir.” MADDE 5- Aynı Tebliğin ekinde yer alan “Ek-Y.1 Yapım İşleri İhalelerinde Yeterliğin Belirlenmesi İçin İstenecek Belgelere İlişkin Tablo” ekteki şekilde değiştirilmiştir. MADDE 6- Aynı Tebliğe “Ek-O-4” formundan sonra gelmek üzere ekteki “Ek-O.5 Maliyet/Satış Tutarı Tespit Tutanağı”, Ek-O.6 Maliyet/Satış Tutarı Tespit Tutanağı”, Ek-O.7 Maliyet/Satış Tutarı Tespit Tutanağı”, Ek-O.8 Stok Tespit Tutanağı” formları eklenmiştir. GEÇİCİ MADDE 1 - Bu Tebliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce ilanı veya duyurusu yapılmış olan yapım işi ihaleleri, ilanın veya duyurunun yapıldığı tarihte yürürlükte olan Kamu İhale Genel Tebliğinin Yapım İşleri İhaleleri Uygulama Yönetmeliğine aykırı olmayan hükümlerine göre sonuçlandırılır. GEÇİCİ MADDE 2 - Bu Tebliğin yürürlüğe girdiği tarihten sonra ilanı veya duyurusu yapılmış olmakla birlikte yaklaşık maliyeti daha önce hesaplanmış olan işlerde, bu Tebliğin birinci maddesiyle değiştirilmiş 38 inci maddede belirtilen işlemler tamamlanarak buna ilişkin belgeler ihale işlem dosyasına eklenir. MADDE 7 – Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 8 – Bu Tebliğ hükümlerini Kamu İhale Kurumu Başkanı yürütür. Tebliğin Yayımlandığı Resmî Gazete’nin Tarihi Sayısı 22/8/2009 27327 Tebliğde Değişiklik Yapan Tebliğin Yayımlandığı Resmî Gazete’nin Tarihi Sayısı 4/3/2010 27511 Ek-O.5 MALİYET/SATIŞ TUTARI TESPİT TUTANAĞI (Tedarikçiden Alınan Proforma Faturayla Açıklama) ……… (İhaleyi yapan idarenin adı) ………..’nın ……………… tarihinde yaptığı …(ihale kayıt numarası) …… İKN’lı ……(ihalenin adı) ….……… ihalesine teklif veren ………… (isteklinin adı ve soyadı/ticaret unvanı)……. nın teklifinin aşırı düşük teklif olarak tespit edilmesi nedeniyle, teklife konu mamul/malla ilgili ortalama maliyet/satış tutarı tespitine yönelik olarak proforma fatura veren mükellefin yasal defter ve belgelerine göre aşağıda belirtilen hususlar mükellef ile birlikte müştereken tespit edilmiştir: 1- Tespit Yapan 3568 Sayılı Kanuna Tabi Meslek Mensubunun; Adı-Soyadı/Unvanı Bağlı Olduğu Oda Oda Sicil ve Kaşe No Vergi Dairesi ve Vergi Kimlik No’su Adresi Telefon ve Faks No E-Posta adresi 2- Mükellefin; Adı-Soyadı/Unvanı Adresi Vergi Dairesi/ VK. Nosu Telefon ve Faks No E-Posta adresi 3- Mükellefin tespit yapılan döneme ait Yasal Defter tasdik bilgileri; Dönemi Defterin Cinsi Tasdik Makamı Tasdik Tarih No Yevmiye / İşletme Defteri Envanter Defteri (İşletme hesabına göre defter tutuluyor olması durumunda; 4 nolu başlık altında yer alan tablo, işletme hesabı defteri ve işletme hesap özeti kayıtlarına göre doldurulacaktır.) 4- Ağırlıklı Ortalama Birim Maliyet: (Maliyete dayalı açıklama yapılması durumunda bu bölüm doldurulacaktır.) Kamu İhale Genel Tebliğine göre teklif fiyatına konu işle ilgili proforma faturayı verenin, proforma fatura muhteviyatı mala ilişkin son geçici vergi beyanname dönemine ait olarak yasal defter ve belgelerine göre hesaplanan ağırlıklı ortalama birim maliyeti aşağıda olduğu gibidir. Proforma faturayı veren tarafından üretilmiş mamule ilişkin olarak; son geçici vergi beyanname döneminde, 152 Mamuller hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (710,720,730 nolu hesaplar ve yansıtma hesapları dikkate alınarak 152 nolu hesapta oluşan maliyete göre, mükellefin taahhüt edilen mamulün üreticisi olması durumunda belirtilecektir Proforma fatura ile taahhüt edilen her bir mamul için ayrı tablo kullanılacaktır.) Yevmiye Defteri Kayıt Adedi Mamuller Hesabında kayıtlı olan teklife konu mamule ilişkin Toplam Tutarı (TL) Toplam Miktarı (Adet/Mt/Kg v.s.) (A) (B) Mamulün ağırlıklı ortalama birim maliyeti (C= A/ B) Proforma fatura düzenleyen mükellef tarafından taahhüt edilen mala ilişkin olarak 153 Ticari Mallar Hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (Mükellefin taahhüt edilen malın üreticisi olmaması durumunda belirtilecektir. Proforma fatura ile taahhüt edilen her bir mal için ayrı tablo kullanılacaktır.) Yevmiye Defteri Kayıt Adedi Ticari Mallar Hesabında kayıtlı olan teklife konu mala ilişkin Toplam Tutarı (TL) Toplam Miktarı (Adet/Mt/Kg v.s.) (A) (B) Malın ağırlıklı ortalama birim maliyeti (C= A/ B) 5- Ağırlıklı Ortalama Birim Satış Tutarı: (Satışlar üzerinden açıklama yapılması durumunda bu bölüm doldurulacaktır.) Proforma fatura düzenleyen mükellef tarafından taahhüt edilen mamul/mala ilişkin olarak 600 Yurtiçi Satışlar (varsa 601 Yurtdışı Satışlar) Hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (Proforma fatura ile taahhüt edilen her bir mamul/mal için ayrı tablo kullanılacaktır.) Yurtiçi Satışlar(varsa Yurtdışı Satışlar) Hesabında kayıtlı olan teklife konu mamul/mala ilişkin Yevmiye Defteri Kayıt Toplam Tutarı (TL) Toplam Miktarı (Adet/Mt/Kg v.s.) Ağırlıklı Adedi (A) (B) ortalama birim satış tutarı (S= A/ B) 6- Mükellefin Sahip olduğu Kapasite Raporuna İlişkin Bilgiler Aşağıda Olduğu Gibidir(Mükellefin taahhüt edilen mamulün üreticisi olması durumunda belirtilecektir.); Kapasite Raporunun Tarih ve No’su Kapasite Raporundaki Firma Erişim No Kapasite Raporunun Geçerlilik Süresi Sonu Bağlı Olduğu Oda Üretim Konusu Yıllık Üretim Kapasite Miktarı Üretim Konusu Malların Birimi (Adet/ Mt / Kg v.s.) Tutanağın 4.maddesindeki ağırlıklı ortalama birim maliyet tablosundaki miktarlara ilişkin açıklamaların mükellefin kapasite raporu ile uyumlu olduğunu, 7-Yukarıda tespiti yapılan, teklif konusu fiyatla ilgili mamulün/malın ağırlıklı ortalama birim maliyet ve ağırlıklı ortalama birim satış tutarının mükellefin yasal defter ve belgeleri ile tutarlı olduğunu, Kamu İhale Genel Tebliğine istinaden mükellefin yasal defter ve belgelerine göre 2 nüsha olarak hazırlanan ve mükellef ile birlikte müştereken imzalanan iş bu tutanak kapsamı bilgilerin doğruluğunu beyan ve kabul ederiz. Tarih ve Yer MÜKELLEFİN MESLEK MENSUBUNUN Adı-Soyadı/Unvanı İmza/Kaşe Adı-Soyadı ve Unvanı İmza/Kaşe Ek: 1) Mükellefe Ait İmza Sirküleri 2) Meslek Mensubuna Ait Faaliyet Belgesi (Meslek Mensubunca “Aslı Gibidir” Onaylı Sureti) Ek-O.6 MALİYET/SATIŞ TUTARI TESPİT TUTANAĞI (Fiyat Teklifi Sunulması Suretiyle Açıklama) ………(İhaleyi yapan idarenin adı)……….’nın ……………… tarihinde yaptığı …(ihale kayıt numarası) …… İKN’lı ……(ihalenin adı) ……… ihalesine teklif veren ………… (isteklinin adı ve soyadı/ticaret unvanı)……. nın teklifinin aşırı düşük teklif olarak tespit edilmesi nedeniyle, teklife konu hizmetle ilgili ortalama maliyet/satış tutarı tespitine yönelik olarak fiyat teklifi veren mükellefin yasal defter ve belgelerine göre aşağıda belirtilen hususlar mükellef ile birlikte müştereken tespit edilmiştir. 1- Tespit Yapan 3568 Sayılı Kanuna Tabi Meslek Mensubunun; Adı-Soyadı/Unvanı Bağlı Olduğu Oda Oda Sicil ve Kaşe No Vergi Dairesi ve Vergi Kimlik No’su Adresi Telefon ve Faks No E-Posta adresi 2- Mükellefin; Adı-Soyadı/Unvanı Adresi Vergi Dairesi/ VK. Nosu Telefon ve Faks No E-Posta adresi 3- Mükellefin tespit yapılan döneme ait Yasal Defter tasdik bilgileri; Dönemi Defterin Cinsi Tasdik Makamı Tasdik Tarih No Yevmiye / İşletme Defteri Envanter Defteri (İşletme hesabına göre defter tutuluyor olması durumunda; 4 nolu başlık altında yer alan tablo, işletme hesabı defteri ve işletme hesap özeti kayıtlarına göre doldurulacaktır.) 4- TOPLAM BİRİM MALİYET: (Maliyete dayalı açıklama yapılması durumunda bu bölüm doldurulacaktır.) Ağırlıklı Ortalama Birim Maliyet: Teklif konusu işle ilgili fiyat teklifi veren mükellefin yasal defter ve belgelerine göre hesaplanan maliyetler; (Maliyet içinde işçilik ve varsa diğer maliyetler de olduğundan bu bölümde söz konusu maliyetler ayrıştırılarak tablo halinde gösterilecektir) Fiyat teklifine konu hizmet kapsamındaki mamule ilişkin, son geçici vergi beyanname döneminde 152 Mamuller hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (710,720,730 nolu hesaplar ve yansıtma hesapları dikkate alınarak 152 nolu hesapta oluşan maliyete göre, mükellefin fiyat teklifine konu hizmet kapsamındaki mamulün üreticisi olması durumunda belirtilecektir. Fiyat teklifine konu hizmet kapsamındaki her bir mamul için ayrı tablo kullanılacaktır) Yevmiye Defteri Kayıt Adedi Mamuller Hesabında kayıtlı olan teklife konu mamule ilişkin Toplam Tutarı (TL) Toplam Miktarı (Adet/Mt/Kg Mamulün ağırlıklı ortalama birim (A) v.s.) maliyeti (B) (C= A/ B) Fiyat teklifine konu hizmet kapsamındaki mala ilişkin olarak 153 Ticari Mallar Hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (Mükellefin fiyat teklifine konu hizmet kapsamındaki malın üreticisi olmaması durumunda belirtilecektir. Fiyat teklifine konu hizmet kapsamındaki her bir mal için ayrı tablo kullanılacaktır.) Yevmiye Defteri Kayıt Adedi Ticari Mallar Hesabında kayıtlı olan teklife konu mala ilişkin Toplam Tutarı (TL) Toplam Miktarı (Adet/Mt/Kg Malın ağırlıklı ortalama birim (A) v.s.) maliyeti (B) (C= A/ B) Teklif Birim Mal/Mamul Maliyeti, Fiyat teklifine konu hizmetin öngörülen birim mal/mamul maliyeti aşağıdaki gibidir; Mal/Mamul Malın/ Mamulün Ağırlıklı Ortalama Birim Maliyeti (C) Birim İş İçin Kullanılacak Mal/Mamul Miktarı (D) Teklif Birim Mal/Mamul Maliyeti (E=CxD) TOPLAM TEKLİF BİRİM MAL/MAMUL MALİYETİ TUTARI (E) *(Tablonun uzun olması durumunda tablo formatına uygun formun imza ve kaşelenerek tutanağa eklenmesi mümkündür) Birim İşçilik maliyeti: Fiyat teklifine konu hizmetin öngörülen birim işçilik maliyeti aşağıdaki gibidir; İşçinin Niteliği İşçinin Saatlik Maliyeti (TL/sa) (F) Birim İşçilik Miktarı (sa/birim) (G) Birim İşçilik Tutarı (H = FxG) TOPLAM BİRİM İŞÇİLİK TUTARI (I) *(Tablonun uzun olması durumunda tablo formatına uygun formun imza ve kaşelenerek tutanağa eklenmesi mümkündür) Varsa diğer birim maliyetler: Fiyat teklifi kapsamında mal ve işçilik dışında hizmet maliyetleri ile ilgili olarak varsa yapılabilecek harcama kalemlerinin birim maliyetlerinin dökümü aşağıdaki gibidir; Harcama Kaleminin Niteliği Harcama Kaleminin Saatlik Maliyeti (TL/sa) (J) Birim Harcama Kalemi Miktarı (sa/birim) (K) Birim Diğer Maliyetler (L = JxK) TOPLAM DİĞER BİRİM MALİYETLER TUTARI (M) *(Tablonun uzun olması durumunda tablo formatına uygun formun imza ve kaşelenerek tutanağa eklenmesi mümkündür) TOPLAM BİRİM MALİYET: Mükellefin fiyat teklifi verilen hizmete ilişkin toplam birim maliyet tutarı aşağıdaki gibidir; Toplam Teklif Birim Mal/Mamul Maliyeti Tutarı (E) Toplam Birim İşçilik Tutarı (I) Toplam Diğer Birim Maliyetler Tutarı (M) Toplam Birim Maliyet Tutarı (N=E+I+M) 5- AĞIRLIKLI ORTALAMA BİRİM SATIŞ TUTARI: (Satışlar üzerinden açıklama yapılması durumunda bu bölüm doldurulacaktır.) Fiyat teklifine konu hizmete ilişkin olarak ilişkin olarak 600 Yurtiçi Satışlar (varsa 601 Yurtdışı Satışlar) Hesabındaki kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; Yurtiçi Satışlar(varsa Yurtdışı Satışlar) Hesabında kayıtlı olan teklife konu hizmete ilişkin Yevmiye Defteri Toplam Tutarı (TL) Toplam Miktarı Ağırlıklı ortalama birim satış tutarı Kayıt Adedi (T) (Adet/Mt/Kg v.s.) (S= T/ P) (P) 6- Mükellefin sahip olduğu Kapasite Raporuna İlişkin Bilgiler Aşağıda Olduğu Gibidir; (Mükellefin fiyat teklifine konu hizmet kapsamındaki mamulün üreticisi olması durumunda belirtilecektir.) Kapasite Raporunun Tarih ve No’su Kapasite Raporundaki Firma Erişim No Kapasite Raporunun Geçerlilik Süresi Sonu Bağlı Olduğu Oda Üretim Konusu Yıllık Üretim Kapasite Miktarı Üretim Konusu Malların Birimi (Adet/ Mt / Kg v.s.) Tutanağın 4.maddesindeki ağırlıklı ortalama birim maliyet tablosundaki miktarlara ilişkin açıklamaların mükellefin kapasite raporu ile uyumlu olduğunu, 7-Yukarıda tespiti yapılan teklif konusu fiyatla ilgili hizmete ilişkin mamulün/malın ağırlıklı ortalama birim maliyeti, birim malzeme maliyeti, birim işçilik maliyeti ve varsa diğer birim maliyetlerin ve ağırlıklı ortalama satış tutarının mükellefin yasal defter ve belgeleri ile tutarlı olduğunu, Kamu İhale Genel Tebliğine istinaden mükellefin yasal defter ve belgelerine göre 2 nüsha olarak hazırlanan ve mükellef ile birlikte müştereken imzalan iş bu tutanak kapsamı bilgilerin doğruluğunu beyan ve kabul ederiz. Tarih ve Yer MÜKELLEFİN Adı-Soyadı/Unvanı İmza/Kaşe MESLEK MENSUBUNUN Adı-Soyadı ve Unvanı İmza/Kaşe Ek: 1) İstekliye Ait İmza Sirküleri 2) Meslek Mensubuna Ait Faaliyet Belgesi (Meslek Mensubunca “Aslı Gibidir” Onaylı Sureti) Ek-O.7 MALİYET/SATIŞ TUTARI TESPİT TUTANAĞI (Malın Üreticisi Olunması, Mala İlişkin Alış veya Satış Yapılması Durumunda Açıklama) ………(İhaleyi yapan idarenin adı)……….’nın ……………… tarihinde yaptığı …(ihale kayıt numarası) …… İKN’lı ……(ihalenin adı) ……… ihalesine teklif veren ………… (isteklinin adı ve soyadı/ticaret unvanı)……. nın teklifinin aşırı düşük teklif olarak tespit edilmesi nedeniyle, teklife konu mamul/malla ilgili ortalama maliyet/satış tutarı tespitine yönelik olarak isteklinin yasal defter ve belgelerine göre aşağıda belirtilen hususlar istekli ile birlikte müştereken tespit edilmiştir. 1- Tespit Yapan 3568 Sayılı Kanuna Tabi Meslek Mensubunun; Adı-Soyadı/Unvanı Bağlı Olduğu Oda Oda Sicil ve Kaşe No Vergi Dairesi ve Vergi Kimlik No’su Adresi Telefon ve Faks No E-Posta adresi 2- İsteklinin; Adı-Soyadı/Unvanı Adresi Vergi Dairesi/ VK. Nosu Telefon ve Faks No E-Posta adresi 3- İsteklinin tespit yapılan döneme ait Yasal Defter tasdik bilgileri; Dönemi Defterin Cinsi Tasdik Makamı Tasdik Tarih No Yevmiye / İşletme Defteri Envanter Defteri (İşletme hesabına göre defter tutuluyor olması durumunda; 4 nolu başlık altında yer alan tablolar, işletme hesabı defteri ve işletme hesap özeti kayıtlarına göre doldurulacaktır.) 4- Ağırlıklı Ortalama Birim Maliyet: (Maliyete dayalı açıklama yapılması durumunda bu bölüm doldurulacaktır.) Kamu İhale Genel Tebliğine göre teklif fiyatına konu işle ilgili isteklinin, teklife konu mala ilişkin son geçici vergi beyanname dönemine ait olarak yasal defter ve belgelerine göre hesaplanan ağırlıklı ortalama birim maliyeti aşağıda olduğu gibidir. Teklife konu mamule ilişkin, son geçici vergi beyanname döneminde 152 Mamuller hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (710,720,730 nolu hesaplar ve yansıtma hesapları dikkate alınarak 152 nolu hesapta oluşan maliyete göre, isteklinin teklife konu olan mamulün üreticisi olması durumunda doldurulacaktır. Teklife konu her bir mamul için ayrı tablo kullanılacaktır) Yevmiye Defteri Kayıt Adedi Mamuller Hesabında kayıtlı olan teklife konu mamule ilişkin Toplam Tutarı (TL) Toplam Miktarı Mamulün ağırlıklı ortalama (A) (Adet/Mt/Kg v.s.) birim maliyeti (B) (C= A/ B) Teklife konu mala ilişkin yapılan alışların, 150 İlk Madde ve Malzeme, 151 Yarı Mamuller – Üretim veya 153 Ticari Mallar Hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (İsteklinin teklife konu olan malın üreticisi olmaması durumunda doldurulacaktır. İsteklinin söz konusu malı imalatlarında kullanıyor olması durumunda 150 İlk Madde ve Malzeme, 151 Yarı Mamuller – Üretim hesapları, ticaretinin yapılıyor olması durumunda ise 153 Ticari Mallar Hesabında bulunan kayıtlar kullanılarak doldurulacaktır. Teklife konu her bir mamul/mal için ayrı tablo kullanılacaktır) İlk Madde ve Malzeme / Yarı Mamuller - Üretim veya Ticari Mallar Hesabında kayıtlı olan teklife konu mamul/mala ilişkin * Yevmiye Defteri Toplam Tutarı (TL) Toplam Miktarı Malın ağırlıklı ortalama birim Kayıt Adedi (A) (Adet/Mt/Kg v.s.) maliyeti (B) (C= A/ B) *(İstekli tarafından yapılacak açıklama kapsamında, belirtilen hesaplardan ilgisine göre biri, birkaçı veya tamamı kullanılarak bu tablo düzenlenebilir. İsteklinin maliyete dayalı açıklama yapabilmesi için, son geçici vergi beyanname döneminde ihale konusu işte kullanılmasını öngördüğü mamul/mal miktarının en az yarısı kadar alış yapılmış olması gerekmektedir.) 5- Ağırlıklı Ortalama Birim Satış Tutarı: (Satışlar üzerinden açıklama yapılması durumunda bu bölüm doldurulacaktır.) Teklife konu mamul/mala ilişkin olarak 600 Yurtiçi Satışlar (varsa 601 Yurtdışı Satışlar) Hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (Teklife konu her bir mamul/mal için ayrı tablo kullanılacaktır) Yurtiçi Satışlar(varsa Yurtdışı Satışlar) Hesabında kayıtlı olan teklife konu mamul/mala ilişkin Yevmiye Defteri Toplam Tutarı (TL) Toplam Miktarı (Adet/Mt/Kg Ağırlıklı ortalama birim satış tutarı Kayıt Adedi (T) v.s.) (S= T/ M) (M) *(İsteklinin satışlar üzerinden açıklama yapabilmesi için mamul/malın ticareti ile iştigal ediyor olması gerekmektedir.) 6- İsteklinin sahip olduğu Kapasite Raporuna ilişkin bilgiler aşağıda oluğu gibidir (İsteklinin teklif edilen mamulün üreticisi olması durumunda doldurulacaktır); Kapasite Raporunun Tarih ve No’su Kapasite Raporundaki Firma Erişim No Kapasite Raporunun Geçerlilik Süresi Sonu Bağlı Olduğu Oda Üretim Konusu Yıllık Üretim Kapasite Miktarı Üretim Konusu Malların Birimi (Adet/ Mt / Kg v.s.) Tutanağın 4.maddesindeki açıklamaların isteklinin kapasite raporu ile uyumlu olduğunu, 7- Yukarıda tespiti yapılan teklif konusu fiyatla ilgili mamul/malın ağırlıklı ortalama birim maliyeti ve ağırlıklı ortalama birim satış tutarının isteklinin yasal defter ve belgeleri ile tutarlı olduğunu, Kamu İhale Genel Tebliğine istinaden isteklinin yasal defter ve belgelerine göre 2 nüsha olarak hazırlanan ve istekli ile birlikte müştereken imzalan iş bu tutanak kapsamı bilgilerin doğruluğunu beyan ve kabul ederiz. Tarih ve Yer İSTEKLİNİN MESLEK MENSUBUNUN Adı-Soyadı/Unvanı Adı-Soyadı ve Unvanı İmza/Kaşe İmza/Kaşe Ek: 1) İstekliye Ait İmza Sirküleri 2) Meslek Mensubuna Ait Faaliyet Belgesi (Meslek Mensubunca “Aslı Gibidir” Onaylı Sureti) Ek-O8 STOK TESPİT TUTANAĞI (Malın Stoklarda Bulunması Durumunda Açıklama) ………(İhaleyi yapan idarenin adı)……….’nın ……………… tarihinde yaptığı …(ihale kayıt numarası) …… İKN’lı ……(ihalenin adı) ……… ihalesine teklif veren ………… (isteklinin adı ve soyadı/ticaret unvanı)……. nın teklifinin aşırı düşük teklif olarak tespit edilmesi nedeniyle, teklife konu mamul/malla ilgili stok tespitine yönelik olarak isteklinin yasal defter ve belgelerine göre aşağıda belirtilen hususlar istekli ile birlikte müştereken tespit edilmiştir. 1- Tespit Yapan 3568 Sayılı Kanuna Tabi Meslek Mensubunun; Adı-Soyadı/Unvanı Bağlı Olduğu Oda Oda Sicil ve Kaşe No Vergi Dairesi ve Vergi Kimlik No’su Adresi Telefon ve Faks No E-Posta adresi 2- İsteklinin; Adı-Soyadı/Unvanı Adresi Vergi Dairesi/ VK. Nosu Telefon ve Faks No E-Posta adresi 3- İsteklinin tespit yapılan döneme ait Yasal Defter tasdik bilgileri; Dönemi Defterin Cinsi Tasdik Makamı Tasdik Tarih No Yevmiye / İşletme Defteri Envanter Defteri (İşletme hesabına göre defter tutuluyor olması durumunda; 4 nolu başlık altında yer alan tablo, işletme hesabı defteri ve işletme hesap özeti kayıtlarına göre doldurulacaktır.) 4-İsteklinin son geçici vergi beyanname döneminde çıkartılan geçici mizana uygun olarak stoklarda bulunan mala ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir: Ağırlıklı Ortalama Birim Maliyet: Teklife konu mamule ilişkin, son geçici vergi beyanname döneminde çıkartılan geçici mizana uygun olarak 152 Mamuller hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (710,720,730 nolu hesaplar ve yansıtma hesapları dikkate alınarak 152 nolu hesapta oluşan maliyete göre, isteklinin teklif edilen mamulün üreticisi olması durumunda doldurulacaktır. Teklife konu her bir mamul için ayrı tablo kullanılacaktır.) Yevmiye Defteri Kayıt Adedi Mamuller Hesabında kayıtlı olan teklife konu mamule ilişkin Toplam Tutarı (TL) Toplam Miktarı Mamulün ağırlıklı ortalama birim (A) (Adet/Mt/Kg v.s.) maliyeti (B) (C= A/ B) Stoklarda bulunan teklife konu malın son geçici vergi beyanname döneminde çıkartılan geçici mizana uygun olarak 153 Ticari Mallar Hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (İsteklinin teklif edilen malın üreticisi olmaması durumunda doldurulacaktır. Teklife konu her bir mal için ayrı tablo kullanılacaktır.) Yevmiye Defteri Kayıt Adedi Ticari Mallar Hesabında kayıtlı olan teklife konu mala ilişkin Toplam Tutarı (TL) Toplam Miktarı Malın ağırlıklı ortalama birim maliyeti (A) (Adet/Mt/Kg v.s.) (C= A/ B) (B) 5- Yukarıda (4). maddede tespiti yapılan teklif konusu mamul/malla ilgili ağırlıklı ortalama birim maliyetin isteklinin yasal defter - belgeleri ile tutarlı olduğunu ve teklif edilen mamul/malın ihale tarihi itibariyle isteklinin stoklarında bulunduğunu, Kamu İhale Genel Tebliğine istinaden isteklinin yasal defter ve belgelerine göre 2 nüsha olarak hazırlanan ve istekli ile birlikte müştereken imzalan iş bu tutanak kapsamı bilgilerin doğruluğunu beyan ve kabul ederiz. Tarih ve Yer İSTEKLİNİN MESLEK MENSUBUNUN Adı-Soyadı/Unvanı İmza/Kaşe Adı-Soyadı ve Unvanı İmza/Kaşe Ek: 1) İstekliye Ait İmza Sirküleri 2) Meslek Mensubuna Ait Faaliyet Belgesi (Meslek Mensubunca “Aslı Gibidir” Onaylı Sureti) Ek-Y.1 Yapım İşleri İhalelerinde Yeterliğin Belirlenmesi İçin İstenecek Belgelere İlişkin Tablo Yaklaşık maliyet ile eşik değerin oranları Mesleki faaliyetini sürdürdüğünü ve teklif vermeye yetkili olduğunu gösteren belge İş deneyim belgesi Yaklaşık maliyeti eşik değerin onda birine kadar olan işlerin ihalelerinde Ekonomik ve mali yeterliğe ilişkin belgeler İstenilemez Anahtar teknik personel 5/3/2011 5/3/2011 tarihine kadar itibaren İstenilemez tarihinden Kali Çev Yön Sist Belg İstenilemez İstenile Yaklaşık maliyeti eşik değerin onda birinden eşik değerin yarısına kadar olan işlerin ihalelerinde İstenilmesi zorunludur Yaklaşık maliyeti eşik değerin yarısı ile eşik değer arasındaki işlerin ihalelerinde İstenilebilir İstenilebilir İstenilebilir En fazla bir kişi İstenilmesi zorunludur En fazla iki kişi İstenilmesi zorunludur Yaklaşık maliyeti eşik değerin üzerinde olan işlerin ihalelerinde İstenilmesi İstenilmesi zorunludur zorunludur İstenile En fazla üç kişi [R.G. 30 Temmuz 2010 – 27657] —— • —— İlânlar Adalet Bakanlığından : MÜNHAL NOTERLİKLER Aşağıda 2009 yılı gayrisafı gelirleri ve isimleri yazılı olan İKİNCİ SINIF noterlikler münhaldir. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BİRİNCİ SINIF VE İKİNCİ SINIF noterlerden bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvurmaları gerekmektedir. Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiş olan dilekçeler başvuru süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama işleminde nazara alınmaz. İlan olunur. Sıra No: Noterliğin Adı: 1- ADIYAMAN BİRİNCİ NOTERLİĞİ 2- AFYONKARAHİSAR BEŞİNCİ NOTERLİĞİ 2009 Yılı Gayrisafi Geliri 456.921,36.-TL. 399.837,34.-TL. 3- BİSMİL NOTERLİĞİ 4- BOĞAZLIYAN NOTERLİĞİ 5- ÇANAKKALE DÖRDÜNCÜ NOTERLİĞİ 6- ÇANKIRI BİRİNCİ NOTERLİĞİ 7- ÇARŞAMBA BİRİNCİ NOTERLİĞİ 8- ÇAYCUMA İKİNCİ NOTERLİĞİ 9- ÇERKEZKÖY İKİNCİ NOTERLİĞİ 10- ÇERKEZKÖY DÖRDÜNCÜ NOTERLİĞİ 11- ERZİNCAN İKİNCİ NOTERLİĞİ 12- GÖNEN BİRİNCİ NOTERLİĞİ 13- İNEGÖL İKİNCİ NOTERLİĞİ 14- KARABÜK İKİNCİ NOTERLİĞİ 15- KIRKLARELİ İKİNCİ NOTERLİĞİ 16- KÖYCEĞİZ NOTERLİĞİ 17- MANAVGAT İKİNCİ NOTERLİĞİ 18- MANAVGAT ÜÇÜNCÜ NOTERLİĞİ 19- MUT NOTERLİĞİ 20- ÖDEMİŞ BİRİNCİ NOTERLİĞİ 21- SÖKE İKİNCİ NOTERLİĞİ 22- TEKİRDAĞ BEŞİNCİ NOTERLİĞİ 23- VAN BEŞİNCİ NOTERLİĞİ 24- YALOVA DÖRDÜNCÜ NOTERLİĞİ 252.278,81.-TL. 224.437,65.-TL. 255.408,00.-TL. 409.703,79.-TL. 389.967,98.-TL. 253.960,28.-TL. 369.540,31.-TL. 178.204,72.-TL. 396.625,23.-TL. 214.753,52.-TL. 438.284,52.-TL. 332.126,61.-TL. 421.490,61.-TL. 244.746,26.-TL. 452.624,38.-TL. 489.120,86.-TL. 404.894,28.-TL. 541.889,56.-TL. 504.097,69.-TL. 279.937,41.-TL. 389.541,73.-TL. 353.045,36.-TL. 5902/1-1 ————— MÜNHAL NOTERLİKLER 2004 yılı tahmini gayrisafi gelirleri 150.000.-TL. Olan, aşağıda isimleri yazılı olan muhdes İKİNCİ SINIF noterlikler münhaldir. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BİRİNCİ SINIF VE İKİNCİ SINIF noterlerden bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvurmaları gerekmektedir. Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiş olan dilekçeler başvuru süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama işleminde nazara alınmaz. İlan olunur. 1- Bartın Üçüncü Noterliği'nin; Hacı Mehmet Camii Sokak ile Su Terazisi Sokak ve Karakaş Caddesinin kesiştiği noktadan başlayarak Piryamcılar Caddesinin Topçu Konağı Caddesi ile kesiştiği noktaya kadar olan bölümünde ve caddenin bu bölümüne açılan cadde ve sokakların ilk 50 metre derinliklerinde, diğer noterliklerle rekabet ortamı yaratmayacak uygun bir yerde, 2- Gölcük Dördüncü Noterliği'nin; Atatürk Bulvarının Karadeniz Caddesi ile kesiştiği yerden, Fatih Caddesi ile kesiştiği yere kadarki kısmının güney tarafında ve bu tarafa açılan cadde ve sokakların ilk 150 metre derinliklerinde, ayrıca Atatürk Bulvarı, Fatih Caddesi, Preveze Caddesi ve Donanma Caddesinin birleşmesiyle oluşan alanda ve bu caddelerin birleşiminde belirtilen kısımların her iki yakasında, diğer noterliklerle rekabet ortamı yaratmayacak uygun bir yerde, 5903/1-1 ————— MÜNHAL NOTERLİKLER Aşağıda 2009 yılı gayrisafi gelirleri ve isimleri yazılı olan BİRİNCİ SINIF noterlikler münhaldir. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BİRİNCİ SINIF, noterlerden bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvurmaları gerekmektedir. Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiş olan dilekçeler başvuru süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama işleminde nazara alınmaz. İlan olunur. Sıra No: Noterliğin Adı: 1- ANKARA YEDİNCİ NOTERLİĞİ 2- ANKARA YİRMİYEDİNCİ NOTERLİĞİ 3- BEYOĞLU OTUZDÖRDÜNCÜ NOTERLİĞİ 4- BEYOĞLU KIRKYEDİNCİ NOTERLİĞİ 5- BURSA BİRİNCİ NOTERLİĞİ 6- DİYARBAKIR ALTINCI NOTERLİĞİ 7- ELAZIĞ ÜÇÜNCÜ NOTERLİĞİ 8- ERZURUM BİRİNCİ NOTERLİĞİ 9- EYÜP DOKUZUNCU NOTERLİĞİ 10- GAZİANTEP ÜÇÜNCÜ NOTERLİĞİ 11- HATAY BİRİNCİ NOTERLİĞİ 12- İSTANBUL ONİKİNCİ NOTERLİĞİ 13- İZMİR ÜÇÜNCÜ NOTERLİĞİ 2009 Yılı Gayrisafi Geliri 572.013,49.-TL. 840.931,12.-TL. 1.860.865,90.-TL. 665.294,88.-TL. 832.473,09.-TL. 820.174,13.-TL. 962.503,83.-TL. 473.566,31 .-TL. 851.953,60.-TL. 1.308.355,24.-TL. 842.280,80.-TL. 928.985,29.-TL. 883.824,87.-TL. [R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658] —— • —— Adalet Bakanlığından: İskenderun Kadastro Mahkemesinin 1999/19 Esas, 1999/37 Karar sayılı dosyasının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için uygulanmasına ve anılan Kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan olunur. 5962/1-1 ————— Yeşilyurt Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/78 esas sayılı dava dosyası içinde bulunan Kahta Asliye Hukuk Mahkemesinin 1955/59, 1955/60, 1955/61, 1955/64 Esas sayılı ve 1973/74 Esas, 1973/630 Karar sayılı dava dosyalarının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosyalar için uygulanmasına ve anılan Kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan olunur. [R.G. 2 Ağustos 2010 – 27660] —— • —— Adalet Bakanlığından: MÜNHAL NOTERLİKLER Aşağıda 2009 yılı gayrisafi gelirleri ve isimleri yazılı olan ÜÇÜNCÜ SINIF noterlikler münhaldir. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BİRİNCİ SINIF, İKİNCİ SINIF, ÜÇÜNCÜ SINIF NOTERLERDEN VE NOTERLİK BELGESİ SAHİPLERİNDEN bu noterliklere/atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde ve istekli oldukları her noterlik için ayrı dilekçe vermek suretiyle Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvurmaları gerekmektedir. Başvuruda bulunan ve belge numarası 7500’ün altında olan belge sahiplerinin başvuru dilekçelerine 1512 sayılı Noterlik Kanununun 23 üncü maddesi gereğince sabıka kaydı, sağlık raporu, mal bildirimi, kayıtlı olunan barodan hakkında soruşturma ya da disiplin cezası olup, olmadığına ilişkin belge, vukuatlı nüfus kayıt örneği ve Cumhuriyet Başsavcılıklarından temin edilebilecek beyannameyi eklemeleri gerekmektedir. Eksik belgelerini ilan tarihinden itibaren bir ay içinde tamamlamayan kişilerin istemi dikkate alınmaz. Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiş olan dilekçeler ve ekleri başvurma süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama işleminde dikkate alınmaz. Aynı kanunun değişik 30 uncu maddesi uyarınca, atanma emrinin tebellüğünden sonra vazgeçme halinde noterlik belgesi sahipleri de noterler gibi istifa etmiş sayılacaktır. İlan olunur. SIRA NO NOTERLİĞİN ADI 1 - ADAKLI NOTERLİĞİ 2 - AĞAÇÖREN NOTERLİĞİ 3 - AKSEKİ NOTERLİĞİ 4 - ALMUS NOTERLİĞİ 5 - ARHAVİ NOTERLİĞİ 6 - ARTOVA NOTERLİĞİ 7 - AYDINCIK NOTERLİĞİ 8 - BEŞİKDÜZÜ NOTERLİĞİ 9 - BUHARKENT NOTERLİĞİ 10 - CUMAYERİ NOTERLİĞİ 11 - ÇAYKARA NOTERLİĞİ 12 - ÇERKEŞ NOTERLİĞİ 13 - DİVRİĞİ NOTERLİĞİ 14-FINDIKLI NOTERLİĞİ 15-GÖYNÜCEK NOTERLİĞİ 16 GÜMÜŞHANE BİRİNCİ NOTERLİĞİ 17 - HANAK NOTERLİĞİ 18 - HAVZA NOTERLİĞİ 19 - HİZAN NOTERLİĞİ 20 - İNCESU NOTERLİĞİ 21 - KARAPINAR NOTERLİĞİ İLİ BİNGÖL AKSARAY ANTALYA TOKAT ARTVİN TOKAT YOZGAT TRABZON AYDIN DÜZCE TRABZON ÇANKIRI SİVAS RİZE AMASYA ARDAHAN SAMSUN BİTLİS KAYSERİ KONYA 2009 YILI GAYRİSAFİ GELİRİ 16.108,30.-TL. 36.172,92.-TL. 50.650,44.-TL. 44.623,61.-TL. 144.182,42.-TL. 38.069,19.-TL. 19.880,43.-TL. 152.213,97.-TL. 91.782,68.-TL. 97.097,21.-TL. 60.243,32.-TL. 106.50,12.-TL. 106.298,97.-TL. 91.162,26.-TL. 33.292,71.-TL. 149.736,84.-TL. 38.664,77.-TL. 238.278,96.-TL. 53.469,51.-TL. 65.386,88.-TL. 268.185,15.-TL. 22 - KARATAŞ NOTERLİĞİ 23 - KOÇARLI NOTERLİĞİ 24 - KULA NOTERLİĞİ 25 - MANYAS NOTERLİĞİ 26 - OĞUZELİ NOTERLİĞİ 27 - PALU NOTERLİĞİ 28 - SAİMBEYLİ NOTERLİĞİ 29 - SÖĞÜTLÜ NOTERLİĞİ 30 - TARAKLI NOTERLİĞİ 31 - UĞURLUDAĞ NOTERLİĞİ 32 - UZUNDERE NOTERLİĞİ 33 - VAKFIKEBİR NOTERLİĞİ 34 - VİZE NOTERLİĞİ 35 - YAHYALI NOTERLİĞİ ADANA AYDIN MANİSA BALIKESİR GAZİANTEP ELAZIĞ ADANA SAKARYA SAKARYA ÇORUM ERZURUM TRABZON KIRKLARELİ TRABZON 89.535,30.-TL. 97.819,64.-TL. 318.985,59.-TL. 113.278,79.-TL. 93.684,11.-TL. 38.276,67.-TL. 23.543,20.-TL. 19.789,71.-TL. 19.791,97.-TL. 14.011,27.-TL. 21.789,47.-TL. 184.258.41.-TL. 170.771,55.-TL. 196.649,65.-TL. 6035/1-1 ————— MÜNHAL NOTERLİKLER 2009 yılı gayri safi gelirleri ve isimleri yazılı olan birinci sınıf İzmir Onyedinci Noterliği 23 Eylül 2010, Sivas Birinci Noterliği 25 Eylül 2010, Ankara Onsekizinci Noterliği 27 Eylül 2010, Bakırköy Yirmisekizinci Noterliği 30 Eylül 2010, Karşıyaka Altıncı, Üsküdar Yedinci Noterlikleri 1 Ekim 2010 ve Bakırköy Onbirinci Noterliği 5 Ekim 2010 tarihlerinde yaş tahdidi nedeniyle boşalacaktır. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BİRİNCİ SINIF NOTERLERDEN bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvurmaları gerekmektedir. Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiş olan dilekçeler başvurma süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama işleminde nazara alınmaz. Keyfiyet Noterlik Kanununun 22 nci maddesinin 2 nci fıkrası uyarınca ilan olunur. SIRA NO: NOTERLİĞİN ADI 1 - ANKARA ONSEKİZİNCİ NOTERLİĞİ 2 - BAKIRKÖY ONBİRİNCİ NOTERLİĞİ 3 - BAKIRKÖY YİRMİSEKİZİNCİ NOTERLİĞİ 4 - İZMİR ONYEDİNCİ NOTERLİĞİ 5 - KARŞIYAKA ALTINCI NOTERLİĞİ 6 - SİVAS BİRİNCİ NOTERLİĞİ 7 - ÜSKÜDAR YEDİNCİ NOTERLİĞİ 2009 YILI GAYRİSAFİ GELİRLERİ 1.290.284,66.-TL. 1.188.798,25.-TL. 1.357.731,64.-TL. 667.260,91.-TL. 728.362,56.-TL. 803.859,08.-TL. 1.583.433,06.-TL.