tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni

advertisement
T.C.
ADALET BAKANLIĞI
EĞİTİM DAİRESİ BAŞKANLIĞI
YARGI MEVZUATI BÜLTENİ
Bültenin Kapsadığı Tarihler
29 Temmuz – 05 Ağustos
2010
Yayımlandığı Tarih
06 Ağustos 2010
Sayı
456
İÇİNDEKİLER
-
-
-
23/7/2010 Tarih ve 6014 Sayılı Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun
(R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658)
23/7/2010 Tarih ve 6011 Sayılı Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU)
Kuruluş Yasası ve Sözleşmesinde Değişiklik Yapan Antalya Tam Yetkili
Temsilciler Konferansı Sonuç Belgelerinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun
(R.G. 31 Temmuz 2010 –
27658)
23/7/2010 Tarih ve 6012 Sayılı Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) 2003
Dünya Radyokomünikasyon Konferansı Sonuç Belgelerinin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
(R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658)
23/7/2010 Tarih ve 6009 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
(R.G. 1 Ağustos 2010 – 27659)
Kimlik Paylaşımı Sistemi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair
Yönetmelik”in Yürürlüğe Konulmasına Dair 2010/738 Sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı
(R.G. 5 Ağustos 2010 – 27663)
Adalet Bakanlığından 1 Adet Atama Kararı
(R.G. 5 Ağustos 2010 – 27663)
Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliğinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
(R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658)
Uçucu Maddelerin Zararlarından İnsan Sağlığının Korunması Hakkında
Yönetmelik
(R.G. 5 Ağustos 2010 – 27663)
Türkiye Atom Enerjisi Kurumundan Nükleer Yakıt Çevrimi Tesislerinin Güvenliği
İçin Özel İlkeler Yönetmeliği
(R.G. 30 Temmuz 2010 – 27657)
Türkiye Atom Enerjisi Kurumundan Radyasyon Güvenliği Denetimleri ve
Yaptırımları Yönetmeliği
(R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658)
Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelikte
Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
(R.G. 3 Ağustos 2010 – 27661)
-
-
30/4/2010 Tarihi İtibari ile 1 inci Dereceye Yükselip 2802 Sayılı Hâkimler ve
Savcılar Kanununun 32 nci Maddesi Uyarınca 30/4/2010 Tarihinden Geçerli Olmak
Üzere İlk Defa Birinci Sınıfa Ayrılma İncelemesine Tabi Tutulan Adli Yargı
Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının Adlarını Gösterir Liste
(R.G. 29 Temmuz 2010 – 27656)
Yargıtay 2. Hukuk Dairesinden 2 Adet Karar
(R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658)
Yargıtay 18. Hukuk Dairesinden 1 Adet Karar
(R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658)
Yargıtay 14. Hukuk Dairesinden 1 Adet Karar
(R.G. 4 Ağustos 2010 – 27662)
Danıştay Onüçüncü Dairesinden 1 Adet Karar
(R.G. 3 Ağustos 2010 – 27661)
Anayasa Mahkemesinin E: 2010/49, K: 2010/87 Sayılı Kararı
(R.G. 1 Ağustos 2010 – 27659 - Mükerrer)
Yüksek Seçim Kurulunun 522 Sayılı Kararı
(R.G. 2 Ağustos 2010 – 27660 - Mükerrer)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Dizman/Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Tekelioğlu/Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Aslan ve Demir/Türkiye)
Maliye Bakanlığından 3218 Sayılı Serbest Bölgeler Kanunu Genel Tebliği (Seri
No: 2)
(R.G. 29 Temmuz 2010 – 27656)
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasından Zorunlu Karşılıklar Hakkında Tebliğde
Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Sayı: 2010/7)
(R.G. 29 Temmuz 2010 – 27656)
Sağlık Bakanlığından Havuz Suyunda Kullanılan Yardımcı Kimyasal Maddelerin
Üretimine, İthalatına ve Bildirim Esaslarına Dair Tebliğ
(R.G. 4 Ağustos 2010 – 27662)
Maliye Bakanlığından Gelir Vergisi Genel Tebliği (Seri No: 274)
(R.G. 4 Ağustos 2010 – 27662)
Kamu İhale Kurumundan Kamu İhale Genel Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Tebliğ
(R.G. 30 Temmuz 2010 – 27657)
Adalet Bakanlığından Münhal Noterlikler İlânları
(R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658)
Adalet Bakanlığından 2 Adet İlân
(R.G. 2 Ağustos 2010 – 27660)
Adalet Bakanlığından Münhal Noterlikler İlânları
(R.G. 5 Ağustos 2010 – 27663)
Kanunlar
KARAYOLLARI TRAFİK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK
YAPILMASINA DAİR KANUN
Kanun No. 6014
Kabul Tarihi: 23/7/2010
MADDE 1 – 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 25/6/2010
tarihli ve 6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile
değişik 65 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “taşıdığı fazla yolcu başına” ibaresi madde
metninden çıkarılmış ve aynı fıkrada yer alan “60 Türk Lirası” ibaresi “50 Türk Lirası” olarak
değiştirilmiştir.
MADDE 2 – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 3 – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
30/7/2010
[R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658]
—— • ——
ULUSLARARASI TELEKOMÜNİKASYON BİRLİĞİ (ITU) KURULUŞ
YASASI VE SÖZLEŞMESİNDE DEĞİŞİKLİK YAPAN ANTALYA
TAM YETKİLİ TEMSİLCİLER KONFERANSI SONUÇ
BELGELERİNİN ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN
Kanun No. 6011
Kabul Tarihi: 23/7/2010
MADDE 1 – (1) 6-24 Kasım 2006 tarihleri arasında Antalya’da yapılan Uluslararası
Telekomünikasyon Birliği (ITU) Tam Yetkili Temsilciler Konferansı’nda kabul edilen Uluslararası
Telekomünikasyon Birliği Kuruluş Yasası ve Sözleşmesi’nde değişiklik yapan Sonuç Belgeleri’nin
beyanlarla ve çekincelerle onaylanması uygun bulunmuştur.
MADDE 2 – (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 3 – (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
30/7/2010
[R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658]
—— • ——
ULUSLARARASI TELEKOMÜNİKASYON BİRLİĞİ (ITU) 2003 DÜNYA
RADYOKOMÜNİKASYON KONFERANSI SONUÇ
BELGELERİNİN ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN
Kanun No. 6012
Kabul
Tarihi: 23/7/2010
MADDE 1 – (1) 9 Haziran - 4 Temmuz 2003 tarihleri arasında Cenevre’de yapılan Dünya
Radyokomünikasyon Konferansında kabul edilen, “Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU)
2003 Dünya Radyokomünikasyon Konferansı Sonuç Belgeleri”nin onaylanması uygun
bulunmuştur.
MADDE 2 – (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 3 – (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
30/7/2010
[R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658]
—— • ——
GELİR VERGİSİ KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE
KARARNAMELERDE
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN
Kanun No. 6009
Kabul Tarihi: 23/7/2010
MADDE 1- 13/7/1956 tarihli ve 6802 sayılı Gider Vergileri Kanununun 28 inci maddesinin
üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“90 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye göre ikraz işleriyle uğraşanlarla ikinci fıkrada
belirtilen muamele ve hizmetlerden herhangi birini esas iştigal konusu olarak yapanlar bu Kanunun
uygulanmasında banker sayılırlar. Bir şahsın münhasıran altın alım ve satımı ile uğraşması banker
sayılmasını gerektirmez.”
MADDE 2- 6802 sayılı Kanunun 29 uncu maddesinin birinci fıkrasının (p) bendinde yer alan
“Arbitraj muameleleri” ibaresi “Arbitraj muameleleri ile Türkiye’de kurulu borsalarda
gerçekleştirilen vadeli işlem ve opsiyon sözleşmelerine ilişkin muameleler” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 3- 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesi
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 103- Gelir vergisine tabi gelirler;
8.800 TL’ye kadar % 15
22.000 TL’nin 8.800 TL’si için 1.320 TL, fazlası % 20
50.000 TL’nin 22.000 TL’si için 3.960 TL
(ücret gelirlerinde 76.200 TL'nin 22.000 TL’si için 3.960 TL), fazlası % 27
50.000 TL’den fazlasının 50.000 TL'si için 11.520 TL
(ücret gelirlerinde 76.200 TL’den fazlasının 76.200 TL’si için 18.594 TL), fazlası % 35
oranında vergilendirilir.”
MADDE 4- 193 sayılı Kanunun geçici 67 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci
paragrafında yer alan “Dar mükellef gerçek kişi ve kurumlar için bu oran % 0 olarak uygulanır.”
cümlesi “5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki
mükellefler ile münhasıran menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası aracı getirileri ile değer artışı
kazançları elde etmek ve bunlara bağlı hakları kullanmak amacıyla faaliyette bulunan
mükelleflerden 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununa göre kurulan yatırım fonları ve yatırım
ortaklıklarıyla benzer nitelikte olduğu Maliye Bakanlığınca belirlenenler için bu oran % 0 olarak
uygulanır.” şeklinde ve (17) numaralı fıkrasında yer alan “her bir kazanç” ibaresi “her bir sermaye
piyasası aracı, kazanç” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 5- 193 sayılı Kanunun geçici 69 uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan “yine
bu tarihteki mevzuat hükümleri (vergi oranına ilişkin hükümler dâhil) çerçevesinde kazançlarından
indirebilirler.” ibaresi “yine bu tarihteki mevzuat hükümleri (bu Kanunun geçici 61 inci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan vergi oranına ilişkin hüküm dâhil) çerçevesinde kazançlarından
indirebilirler.” şeklinde değiştirilmiş ve bu ibareden sonra gelmek üzere “Şu kadar ki, vergi
matrahlarının tespitinde yatırım indirimi istisnası olarak indirim konusu yapılacak tutar, ilgili
kazancın % 25’ini aşamaz. Kalan kazanç üzerinden yürürlükteki vergi oranına göre vergi
hesaplanır.” cümleleri eklenmiştir.
MADDE 6- 193 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 78- 2010 takvim yılına ilişkin olarak yapılmış ücret ödemeleri için bu
Kanunun yayımlandığı tarihe kadar yapılmış olan gelir vergisi tevkifat tutarlarının, 103 üncü
maddede bu Kanunla yapılan değişiklik hükmü uyarınca hesaplanan vergiden fazla olması halinde,
fark vergi tutarı terkin edilir, tahsil edilmişse mükelleflerin sonraki dönemlerde ödeyecekleri gelir
vergisinden mahsup edilir, mahsup imkânının olmaması halinde ise red ve iade olunur. Eksik olması
halinde ise bu fark, vergi sorumluları tarafından bu Kanunun yayımlanmasından sonra yapılacak ilk
ücret ödemesinden kesilerek bu ödemenin ait olduğu döneme ilişkin muhtasar beyannamenin
verilme ve ödeme süresi içinde topluca (muhtasar beyanname verme yükümlülüğü olmayanlar
hariç) verilecek ayrı bir beyanname ile beyan edilir ve ödenir. Bu beyanname için ayrıca damga
vergisi hesaplanmaz. Anılan sürede düzeltilen söz konusu fark için gecikme faizi ve vergi cezası
aranmaz; eksik tahakkuk etmiş olan verginin bu süre içinde tamamlanmaması halinde bu tarihte
vergi ziyaı doğmuş olur. Bu hükmün uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar Maliye Bakanlığınca
belirlenir.”
MADDE 7- 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununa 107 nci maddeden sonra
gelmek üzere aşağıdaki 107/A maddesi eklenmiştir.
“Elektronik ortamda tebliğ
MADDE 107/A- Bu Kanun hükümlerine göre tebliğ yapılacak kimselere, 93 üncü maddede
sayılan usullerle bağlı kalınmaksızın, tebliğe elverişli elektronik bir adres vasıtasıyla elektronik
ortamda tebliğ yapılabilir.
Maliye Bakanlığı, elektronik ortamda yapılacak tebliğle ilgili her türlü teknik altyapıyı
kurmaya veya kurulmuş olanları kullanmaya, tebliğe elverişli elektronik adres kullanma
zorunluluğu getirmeye ve kendisine elektronik ortamda tebliğ yapılacakları ve elektronik tebliğe
ilişkin diğer usul ve esasları belirlemeye yetkilidir.”
MADDE 8- 213 sayılı Kanunun 114 üncü maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“Şu kadar ki, vergi dairesince matrah takdiri için takdir komisyonuna başvurulması,
zamanaşımını durdurur. Duran zamanaşımı mezkûr komisyon kararının vergi dairesine tevdiini
takip eden günden itibaren kaldığı yerden işlemeye devam eder. Ancak işlemeyen süre her hâl ve
takdirde bir yıldan fazla olamaz.”
MADDE 9- 213 sayılı Kanunun 140 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinden
sonra gelmek üzere aşağıdaki (2) numaralı bent eklenmiş, mevcut (2) ve (3) numaralı bentler (3) ve
(4) numaralı bentler olarak teselsül ettirilmiş, aynı fıkraya aşağıdaki (5) ve (6) numaralı bentler ile
maddenin sonuna aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“2. Vergi incelemesine başlanıldığı hususunu bir tutanağa bağlayarak bir örneğini nezdinde
vergi incelemesi yapılana verirler. Ayrıca, tutanağın bir örneğini bağlı olduğu birime, diğer örneğini
de ilgili vergi dairesine gönderirler.”
“5. Vergi kanunlarıyla ilgili kararname, tüzük, yönetmelik, genel tebliğ ve sirkülere aykırı
vergi inceleme raporu düzenleyemezler. Ancak, bu düzenlemelerin vergi kanunlarına aykırı olduğu
kanaatine varırlarsa bu hususu bağlı oldukları birimler aracılığıyla Gelir İdaresi Başkanlığına
düzenleyecekleri bir rapor ile bildirirler.
6. İncelemeye başlanıldığı tarihten itibaren, tam inceleme yapılması halinde en fazla bir yıl,
sınırlı inceleme yapılması halinde ise en fazla altı ay içinde incelemeleri bitirmeleri esastır. Bu
süreler içinde incelemenin bitirilememesi halinde ek süre talep edilebilir. Bu talep vergi
incelemesine yetkili olanların bağlı olduğu birim tarafından değerlendirilir ve altı ayı geçmemek
üzere ek süre verilebilir. Bu durumda, vergi incelemesi yapmaya yetkili olanların bağlı olduğu birim
tarafından incelemenin bitirilememe nedenleri yazılı olarak nezdinde inceleme yapılana bildirilir.
Vergi incelemesi yapmaya yetkili olanların bağlı olduğu birimler vergi incelemesinin öngörülen
süreler içinde bitirilmesi için gerekli tedbirleri alırlar.
Maliye müfettişleri, hesap uzmanları ile bunların yardımcıları ve gelirler kontrolörleri ile
stajyer gelirler kontrolörleri tarafından düzenlenen vergi inceleme raporları, işleme konulmak üzere
ilgili vergi dairesine tevdi edilmeden önce, vergi incelemesine yetkili olanların bağlı olduğu birimler
nezdinde meslekte on yılını tamamlamış en az üç kişiden oluşturulacak rapor değerlendirme
komisyonları tarafından vergi kanunları ile bunlara ilişkin kararname, tüzük, yönetmelik, genel
tebliğ, sirküler ve özelgelere uygunluğu yönünden değerlendirilir. İncelemeyi yapanla komisyon
arasında uyuşmazlık oluşması halinde uyuşmazlığa konu vergi inceleme raporları üst değerlendirme
mercii olarak, Maliye Bakanlığınca belirlenen tutarları aşan tarhiyat önerisi içeren vergi inceleme
raporları ise doğrudan, Maliye Teftiş Kurulu Başkanlığı, Hesap Uzmanları Kurulu Başkanlığı ve
Gelirler Kontrolörleri Başkanlığı bünyesinde oluşturulan rapor değerlendirme komisyonlarının
üyeleri arasından görevlendirilecek üçer üyeden oluşan dokuz kişilik merkezi rapor değerlendirme
komisyonu tarafından vergi kanunları ile bunlara ilişkin kararname, tüzük, yönetmelik, genel tebliğ,
sirküler ve özelgelere uygunluğu yönünden değerlendirilir. İncelemeyi yapanlar, bu komisyon
tarafından yapılacak değerlendirmeye uygun olarak düzenleyecekleri vergi inceleme raporlarını
işleme konulmak üzere bağlı oldukları birime tevdi ederler.
135 inci madde ile vergi incelemesi yapmaya yetkili kılınan diğer memurlar tarafından
düzenlenen vergi inceleme raporları, Gelir İdaresi Başkanlığı merkez ve taşra birimlerinde
oluşturulacak rapor değerlendirme komisyonları tarafından değerlendirilir.
Merkezi Rapor Değerlendirme Komisyonu ile diğer rapor değerlendirme komisyonları
yaptıkları değerlendirme sırasında, verilmiş bir özelgenin 369 uncu maddenin birinci fıkrası
kapsamında olduğu kanaatine varmaları halinde, söz konusu özelge, Merkezi Rapor Değerlendirme
Komisyonundan üç üye ile 413 üncü maddeye göre oluşturulan komisyondan iki üyenin katılımıyla
oluşturulacak beş kişilik bir komisyon tarafından değerlendirilir. Bu komisyonca verilen kararlar,
ilgili rapor değerlendirme komisyonu ile incelemeye yetkili olanı bağlar.
Bu maddede yazılı komisyonların başkan ve üyelerine her toplantı günü için (1000) gösterge
rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunacak tutar üzerinden toplantı ücreti ödenir.
Bu şekilde ödenecek toplantı ücretinin bir aylık tutarı (5000) gösterge rakamının memur aylık
katsayısıyla çarpımı sonucu bulunacak tutarı aşamaz.
Bu maddede belirlenen esaslar çerçevesinde, vergi incelemelerinde uyulacak diğer usul ve
esaslar, komisyonların teşekkülü ile çalışma usul ve esasları ve Merkezi Rapor Değerlendirme
Komisyonu tarafından doğrudan değerlendirmeye tabi tutulacak vergi inceleme raporlarının
tutarları, Vergi İnceleme ve Denetim Koordinasyon Kurulunun önerisi üzerine Maliye Bakanlığınca
çıkarılan yönetmelikle belirlenir.”
MADDE 10- 213 sayılı Kanunun mükerrer 227 nci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki
bent eklenmiştir.
“3. Vergi kanunları kapsamındaki yeminli mali müşavirlik tasdik işlemlerini elektronik
ortamda gerçekleştirmeye ve tasdike konu işlemleri mükellef grupları, faaliyet ve tasdik konuları
itibarıyla ayrı ayrı belirlemeye ve uygulatmaya,”
MADDE 11- 213 sayılı Kanunun 353 üncü maddesinin (8) numaralı bendinin sonuna
aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Ancak, bu bent uyarınca kesilecek özel usulsüzlük cezasının toplamı bir takvim yılı içinde
114.000 TL’yi aşamaz.”
MADDE 12- 213 sayılı Kanunun mükerrer 355 inci maddesinin dördüncü fıkrasının sonuna
aşağıdaki cümle eklenmiş ve beşinci fıkrasında yer alan “15 gün” ibareleri “30 gün”, “1/4” ibaresi
“1/10”, “1/2” ibaresi “1/5”, altıncı fıkrasında yer alan “1/2” ibaresi “1/5” şeklinde değiştirilmiştir.
“Ancak, bu fıkra uyarınca bir takvim yılı içinde kesilecek özel usulsüzlük cezasının toplamı
770.000 TL’yi geçemez.”
MADDE 13- 213 sayılı Kanunun 367 nci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“Yaptıkları inceleme sırasında 359 uncu maddede yazılı suçların işlendiğini tespit eden maliye
müfettişleri, hesap uzmanları ile bunların yardımcıları ve gelirler kontrolörleri ile stajyer gelirler
kontrolörleri tarafından ilgili rapor değerlendirme komisyonunun mütalaasıyla doğrudan doğruya ve
vergi incelemesine yetkili olan diğer memurlar tarafından ilgili rapor değerlendirme komisyonunun
mütalaasıyla vergi dairesi başkanlığı veya defterdarlık tarafından keyfiyetin Cumhuriyet
başsavcılığına bildirilmesi mecburidir.”
MADDE 14- 213 sayılı Kanunun 369 uncu maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“Yanılma ve görüş değişikliği:
MADDE 369- Yetkili makamların mükellefin kendisine yazı ile yanlış izahat vermiş olmaları
veya bir hükmün uygulanma tarzına ilişkin bir içtihadın değişmiş olması halinde vergi cezası
kesilmez ve gecikme faizi hesaplanmaz.
Bir hükmün uygulanma tarzı hususunda yetkili makamların genel tebliğ veya sirkülerde
değişiklik yapmak suretiyle görüş ve kanaatini değiştirmesi halinde, oluşan yeni görüş ve kanaate
ilişkin genel tebliğ veya sirküler yayımlandığı tarihten itibaren geçerli olup, geriye dönük olarak
uygulanamaz. Şu kadar ki, bu hüküm yargı mercileri tarafından iptal edilen genel tebliğ ve sirküler
hakkında uygulanmaz.”
MADDE 15- 213 sayılı Kanunun 413 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“Mükelleflerin izahat talebi:
MADDE 413- Mükellefler, Gelir İdaresi Başkanlığından veya bu hususta yetkili kıldığı
makamlardan, vergi durumları ve vergi uygulaması bakımından müphem ve tereddüdü mucip
gördükleri hususlar hakkında yazı ile izahat isteyebilir.
Gelir İdaresi Başkanlığı, kendisinden istenecek izahatı özelge ile cevaplandırabileceği gibi,
aynı durumda olan tüm mükellefler bakımından uygulamaya yön vermek ve açıklık getirmek üzere
sirküler de yayımlayabilir.
Sirküler ve özelgeler, Gelir İdaresi Başkanlığı bünyesinde, Gelir İdaresi Başkanı veya tevkil
edeceği bir başkan yardımcısının başkanlığında en az üç daire başkanından müteşekkil bir komisyon
marifetiyle oluşturulur.
Söz konusu komisyonda oluşturulmuş sirküler veya özelgeler ile konu, kapsam ve ilgili
olduğu mevzuat bakımından tamamen aynı mahiyeti taşıyan bir hususta izahat talebinde
bulunulması halinde, komisyon tarafından oluşturulan sirküler veya özelgelere uygun olmak şartıyla
Gelir İdaresi Başkanlığı taşra teşkilatı tarafından da özelgeler verilebilir.
Sirküler ve vergi mahremiyetine ilişkin hükümler gözönünde bulundurulmak şartıyla
özelgeler, Gelir İdaresi Başkanlığınca internet ortamında yayımlanır.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığınca çıkarılan
yönetmelikle belirlenir.”
MADDE 16- 213 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 28- 1/1/2005 tarihinden önceki dönemlere ilişkin olarak, bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten önce matrah takdiri için takdir komisyonuna sevk edilmiş olup,
komisyonca takdir edilen matrah üzerinden 31/12/2012 tarihine kadar tarh ve tebliğ edilmeyen
vergiler zamanaşımına uğrar. Bu hüküm, 374 üncü maddede yer alan ceza kesmede zamanaşımı
açısından da uygulanır.”
MADDE 17- 1/7/1964 tarihli ve 488 sayılı Damga Vergisi Kanununa ekli (2) sayılı tablonun
“III- İşçiler, çiftçiler ve göçmenlerle ilgili kağıtlar” başlıklı bölümüne aşağıdaki fıkra eklenmiş, “IVTicari ve medeni işlerle ilgili kağıtlar” başlıklı bölümünün (30) numaralı fıkrasında yer alan “4077
sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 10 uncu maddesi çerçevesinde tüketici finansman
şirketlerince kullandırılacak tüketici kredilerinin” ibaresi
“Finansman şirketlerince kullandırılacak kredilerin” şeklinde, (33) numaralı fıkrasında yer
alan “Ekici ile alıcı arasında düzenlenen tütün alım satımı mukavelenameleri ile” ibaresi “Ekici ve
alıcı arasında düzenlenen tütün alım satımı mukavelenameleri ile 5488 sayılı Tarım Kanunu
çerçevesinde, üretici ve alıcı arasında düzenlenen tarımsal üretim sözleşmeleri ve” şeklinde
değiştirilmiştir.
“10. Tarımsal destekleme programları kapsamında hibe desteği sağlanması uygun görülen
yatırım projelerine ilişkin olarak proje sahipleri ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığı arasında
düzenlenen kâğıtlar.”
MADDE 18- 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanununun 28 inci maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“a) Karar ve ilam harcı,
Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay
içinde ödenir. Şu kadar ki, ölüm ve cismani zarar sebebiyle açılan maddi ve manevi tazminat
davalarında peşin alınan harcın oranı yirmide bir olarak uygulanır. Bakiye karar ve ilam harcının
ödenmemiş olması, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konulmasına ve kanun yollarına
başvurulmasına engel teşkil etmez.”
MADDE 19- 492 sayılı Kanunun 123 üncü maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Bu maddede veya diğer kanunlarda yer alan harçtan muafiyete ilişkin hükümler, bu Kanunun
(1) sayılı Tarifesinin “(A) Mahkeme Harçları” bölümünün (V) numaralı fıkrasındaki “keşif harcı”
ve (1) sayılı Tarifesinin “B) İcra ve iflas harçları” bölümünün (III) numaralı fıkrasındaki “haciz,
teslim ve satış harcı” bakımından uygulanmaz.”
MADDE 20- 492 sayılı Kanunun (1) sayılı Tarifesinin “(A) Mahkeme Harçları” bölümüne
aşağıdaki (V) numaralı fıkra ve (1) sayılı Tarifesinin “B) İcra ve iflas harçları” bölümüne aşağıdaki
(III) numaralı fıkra eklenmiştir.
“V. Keşif harcı: 120 TL”
(Mahkemelerce re’sen veya istem üzerine verilen keşif ya da
tespit kararlarını yerine getirmek için)
“III- Haciz, teslim ve satış harcı: 40 TL”
(Yukarıdaki (I) ve (II) numaralı fıkralarda yer alan icra ve iflas
işlemlerinin daire dışında memur eliyle yerine getirildiği her bir işlem için)
MADDE 21- 14/1/1970 tarihli ve 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
Kanununun 61 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Değerleme farkları
MADDE 61- Türk parasının yabancı paralar karşısındaki değerinin ve uluslararası piyasalarda
altın fiyatlarının değişmesi nedeniyle Bankanın aktifindeki ve pasifindeki dövizlerin, efektiflerin ve
yabancı para cinsinden diğer varlık ve yükümlülükler ile altınların değerlemesi sonucu oluşan
değerleme farkları ayrı bir hesapta izlenir.
Türk parasının yabancı paralar karşısındaki değerinin ve uluslararası piyasalarda altın
fiyatlarının değişmesi nedeniyle Bankanın aktifindeki ve pasifindeki dövizlerin, efektiflerin ve
yabancı para cinsinden diğer varlık ve yükümlülükler ile altınların değerlemeye tabi tutulması
sonucu Banka lehine oluşan gerçekleşmemiş değerleme farkları, değerlemenin yapıldığı dönem
kazancına dahil edilmez ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde gelir olarak dikkate alınmaz.
Banka aleyhine oluşan gerçekleşmemiş değerleme farkları ise değerlemenin yapıldığı dönem
kazancından düşülmez ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak dikkate alınmaz.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 280 inci maddesi hükmü bu madde kapsamında yapılacak
değerlemede uygulanmaz.”
MADDE 22- 23/4/1981 tarihli ve 2451 sayılı Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama
Usulüne İlişkin Kanuna ekli (2) sayılı cetvele “Gelir İdaresi Başkanı,” ibaresinden sonra gelmek
üzere “Gelir İdaresi Başkan Yardımcıları, Gelir İdaresi Daire Başkanları ve Vergi Dairesi
Başkanları,” ibaresi eklenmiştir.
MADDE 23- 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 72 nci maddesinin ikinci
fıkrasının sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Ancak, satış tarihinden itibaren en az yirmi yıl geçen ve veriliş maksadına uygun olarak
kullanılan taşınmazların, mevcut faaliyet aksatılmaksızın kısmen veya tamamen ticari amaçlarla
değerlendirilmesinin kuruluş gayelerine daha fazla hizmet edeceği hallerde, elde edilecek gelirin
yüzde otuzunun Hazineye verilmesi koşuluyla taşınmazların satış dahil değerlendirilmesine Maliye
Bakanlığınca belirlenecek usul ve esaslara göre izin verilebilir.”
MADDE 24- 2886 sayılı Kanunun 75 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “13 üncü
maddesinde gösterilen komisyonca takdir ve tespit edilecek” ibaresi “idareden taşınmaz ve
değerleme konusunda işin ehli veya uzmanı üç kişiden oluşan komisyonca tespit tarihinden geriye
doğru beş yılı geçmemek üzere tespit ve takdir edilecek” şeklinde değiştirilmiş, ikinci fıkrasının
başına aşağıdaki cümle ile aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Ecrimisile itiraz edilmemesi halinde yüzde yirmi, peşin ödenmesi halinde ise ayrıca yüzde
onbeş indirim uygulanır.”
“Köy sınırları içerisinde yer alan Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan taşınmazların işgalcilerinden tahsil edilen ecrimisil gelirlerinin yüzde beşi,
442 sayılı Köy Kanununda belirlenen görevlerde kullanılmak kaydıyla, tahsilatı izleyen ay içinde bu
gelirlerin elde edildiği köy tüzel kişiliği hesabına aktarılmak üzere emanet nitelikli hesaplara
kaydedilir. Maliye Bakanlığı bu oranı iki katına kadar artırmaya yetkilidir.”
MADDE 25- 2886 sayılı Kanunun geçici 2 nci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki
geçici madde eklenmiştir.
“Terkin edilecek ecrimisiller
GEÇİCİ MADDE 3- Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce tespit ve takdir edilen,
tebliğ edilen veya tahakkuk ettirilen ecrimisil alacaklarının tespit tarihinden geriye doğru beş yılı
aşan kısmı hangi aşamada olursa olsun düzeltilir veya terkin edilir, tahsil edilmiş olanlar iade
edilmez.”
MADDE 26- 13/12/1983 tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye 33/A maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 33/B
maddesi eklenmiştir.
“Vergi İnceleme ve Denetim Koordinasyon Kurulu
MADDE 33/B- Bakanlığın vergi inceleme ve denetim amaçlarına ulaşmasını sağlamak, vergi
inceleme ve denetimleri ile raporlamaya ilişkin standart, ilke, yöntem ve teknikleri geliştirmek,
inceleme ve denetim rehberleri hazırlamak, vergi incelemesi yapmaya yetkili olanların uyacakları
etik kuralları belirlemek, vergi inceleme birimleri arasında koordinasyonu, bilgi akışını ve uygulama
birliğini temin etmek, Bakanlığın vergi inceleme ve denetim birimlerinin uygulayacağı yıllık vergi
inceleme ve denetim planını hazırlamak ve uygulamayı izlemek üzere Vergi İnceleme ve Denetim
Koordinasyon Kurulu oluşturulur.
Vergi İnceleme ve Denetim Koordinasyon Kurulu; Bakanın veya tevkil etmesi halinde
Müsteşarın başkanlığında, Gelir İdaresi Başkanı, Maliye Teftiş Kurulu Başkanı, Hesap Uzmanları
Kurulu Başkanı, Gelir İdaresi Başkanlığı Denetim ve Uyum Yönetimi Daire Başkanlığının bağlı
olduğu Gelir İdaresi Başkan Yardımcısı ve Gelirler Kontrolörleri Başkanından oluşur. Kurulun
sekretarya görevi Gelir İdaresi Başkanlığı Denetim ve Uyum Yönetimi Daire Başkanlığı tarafından
yerine getirilir.
Vergi incelemeleri, vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca, yıllık vergi inceleme ve
denetim planına uygun olarak yerine getirilir. Vergi incelemesi ve denetimine ilişkin temel amaç ve
hedefler, Gelir İdaresi Başkanlığı risk analiz sistemi üzerinden yapılan analizler de dikkate alınarak
incelemeye tabi tutulacak sektörler ile mükellefler ve vergi incelemesi ve denetiminin uygulanması
ve izlenmesine ilişkin diğer hususlar gerekçeleriyle birlikte yıllık vergi inceleme ve denetim
planında belirlenir. Teftiş, soruşturma, ihbar, şikâyet ve benzeri nedenlerle yıl içinde ortaya
çıkabilecek vergi incelemelerinin yapılmasına dair usul ve esaslara da yıllık vergi inceleme ve
denetim planında yer verilir. Yıllık vergi inceleme ve denetim planı Bakanın onayı ile yürürlüğe
girer.
Vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlar tarafından yapılacak tam ve sınırlı vergi
incelemelerinin kapsamı, vergi incelemesine tabi tutulma bakımından birinci sınıf tüccarların yıllık
iş hacimleri, aktif ve öz sermaye büyüklükleri esas alınarak gruplara ayrılması ve yapılacak bu
gruplamaya bağlı olarak vergi incelemesine alınma bakımından asgari süreler getirilmesi ile bu
hususlara dair diğer usul ve esaslar, Vergi İnceleme ve Denetim Koordinasyon Kurulunun önerisi
üzerine Maliye Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
Vergi İnceleme ve Denetim Koordinasyon Kurulu, yıllık vergi inceleme ve denetim planı
uygulama sonuçlarını ertesi yılın Nisan ayı sonuna kadar kamuoyuna açıklar.
Gelir İdaresi Başkanlığı, Maliye Teftiş Kurulu Başkanlığı, Hesap Uzmanları Kurulu
Başkanlığı ile vergi incelemesine yetkili olanlar, vergi incelemesi ve denetimine ilişkin görevlerini
bu maddede ve bu maddeye dayanılarak çıkarılan yönetmelikte belirtilen usul ve esaslara uygun
olarak yerine getirmek zorundadır.
Kurulun çalışma usul ve esasları, yıllık vergi inceleme ve denetim planının hazırlanması,
uygulanması ve sonuçlarının izlenmesi ile bu maddede yer alan diğer hususlara ilişkin usul ve
esaslar Kurulun önerisi üzerine Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir.”
MADDE 27- 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 43 üncü maddesinin (a) bendine
üçüncü paragraftan sonra gelmek üzere aşağıdaki paragraf eklenmiştir.
“Bakanlıkta daire başkanı veya genel müdür yardımcısı kadrolarında bulunanlar ile defterdar
kadrosunda en az üç yıl görev yapmış olanlar Personel Genel Müdürlüğünde kontrolör kadrolarına
atanabilir. Bunlar Personel Genel Müdürlüğü taşra teşkilatının iş ve işlemleriyle ilgili olarak
defterdarlık birimlerinde inceleme ve araştırma işleri ile Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri
yapar. Bu şekilde atananlar yukarıdaki hükümlere göre atanan kontrolörler için ilgili mevzuatında
öngörülen tüm mali ve sosyal haklardan aynen yararlanır.”
MADDE 28- 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 17 nci
maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinin sonunda yer alan “teslim ve hizmetleri” ibaresi
“teslim ve hizmetleri ile bunlardan sağlık hizmeti sunanların teşhis ve tedaviye yönelik olarak
birbirlerine yapacakları teslim ve hizmetler” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 29- 4/4/1988 tarihli ve 320 sayılı Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 2 nci maddesinin ikinci fıkrası
aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“İdare, şans oyunlarının düzenlenmesiyle ilgili aşağıda sayılan iş ve hizmetlerin tamamını
veya bir kısmını özel hukuk sözleşmeleriyle Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş
anonim şirketlere yaptırabilir:
a) İdare tarafından belirlenecek şans oyunlarının terminaller ile elektronik ortamlar üzerinden
oynatılması ve ikramiyelerinin ödenmesi amacıyla mülkiyeti yükleniciye ait olmak üzere şans
oyunları sisteminin kurulumu ile işletim, bakım ve onarımının yapılması.
b) Merkezi oyun sistemi ile terminaller arasındaki iletişimin sağlanması.
c) Şans oyunlarına ilişkin pazarlama, reklam, tanıtım faaliyetlerinde bulunulması, çekiliş
sonuçlarının yazılı ve görsel basın aracılığıyla kamuoyuna duyurulması, İdare ile bayi ve
iştirakçilere danışma ve destek hizmeti verilmesi.
d) Şans oyunlarına ait biletler ile sarf malzemelerinin tedarik ve dağıtımı.
Şans oyunlarının düzenlenmesiyle ilgili ikinci fıkrada sayılan iş ve hizmetlerden hangilerinin
yaptırılacağı İdare tarafından ihale dokümanı ile belirlenir ve söz konusu iş ve hizmetler aşağıda
belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yaptırılır:
a) Belirlenen iş ve hizmetler; ihale ile kısımlara bölünmeden, en fazla on yıllık süreyle ve
hasılattan pay verilmesi suretiyle yaptırılabilir. İhalede saydamlığın, rekabetin, eşit muamelenin,
güvenilirliğin, gizliliğin, kamuoyu denetiminin, ihtiyaçların uygun şartlarla ve zamanında
karşılanmasının ve kaynakların verimli kullanılmasının sağlanması esastır.
b) İhaleye katılacak isteklilerin belirli ekonomik ve mali yeterlik ile mesleki ve teknik
yeterliğe sahip olması esastır. İhaleye katılacak isteklilerin sağlaması gereken ekonomik ve mali
yeterlik ile mesleki ve teknik yeterlik kriterlerine idari şartnamede yer verilir. İhaleye katılacak
isteklilerden, yeterliklerinin belirlenmesine ilişkin olarak aşağıda belirtilen bilgi ve belgeler istenir:
1) İsteklinin, mevzuatı gereği ilgili odaya kayıtlı olarak faaliyette bulunduğunu gösterir
belgeler.
2) İsteklinin veya ortaklarından birinin ihale konusu iş veya benzer işlerde son beş yıl içinde,
asgari toplam bir yıl süreyle idari şartnamede belirlenecek sayıda terminalden oluşan bayi ağını
yurtiçinde veya yurtdışında işletmiş ve belirlenecek tutarda yıllık hâsılatı gerçekleştirmiş olduğuna
ilişkin iş deneyim belgeleri.
3) İsteklinin, ilgili mevzuatı uyarınca yayımlanması zorunlu olan bilançosu veya bilançosunun
gerekli görülen bölümleri, yoksa bunlara eşdeğer belgeler.
4) Bir takvim yılında gerçekleşen hasılatın taahhüt edilen hasılatın altında kalması
durumunda, isteklinin hasılattan aldığı pay oranının, gerçekleşen hasılat ile taahhüt ettiği hasılat
arasındaki farkın taahhüt edilen hasılata oranı kadar noksan uygulanacağına ilişkin hükmü de içeren
ve miktarı idari şartnamede belirlenen asgari yıllık hasılat taahhütnamesi.
5) İhale konusu iş kapsamında kullanılacak altyapı ve ekipmanlar ile yapılacak işin ihale
dokümanında belirtilen standartlara uygunluğunu gösteren, uluslararası kurallara uygun şekilde
akredite edilmiş kalite kontrol kuruluşları tarafından verilen sertifikalar.
6) İsteklinin organizasyon yapısına ve ihale konusu işi yerine getirmek için yeterli sayıda ve
nitelikte personel çalıştırdığına veya çalıştıracağına ilişkin bilgi ve belgeler.
Tekliflerin değerlendirilmesi ve uygun teklifin seçimi aşağıda belirtilen usul ve esaslara göre
yapılır:
a) Tekliflerin değerlendirilmesinde, öncelikle belgeleri noksan olduğu veya geçici teminatı
usulüne uygun olmadığı tespit edilen isteklilerin teklifleri değerlendirme dışı bırakılır. Bu ilk
değerlendirme ve işlemler sonucunda belgeleri noksansız ve geçici teminatı usulüne uygun olan
isteklilerin tekliflerinin ayrıntılı değerlendirilmesine geçilir. Bu aşamada, isteklilerin ihale konusu
işi yapabilme kapasitelerini belirleyen yeterlik kriterlerine ve tekliflerin ihale dokümanında
belirtilen şartlara uygun olup olmadığı incelenir. Uygun olmadığı belirlenen isteklilerin teklifleri
değerlendirme dışı bırakılır.
b) İhaleye teklif vermiş olan tüm istekliler ikinci oturuma davet edilir. Belgeleri noksan olan
veya istenilen şartlara uygun olmadığı tespit edilen isteklilere değerlendirme dışı bırakıldığı
bildirilir ve mali teklifleri açılmadan iade edilir. Aynı oturumda, yeterliği sağlayan isteklilerin mali
teklifleri açılır. Değerlendirme sonucu yeterli görülen isteklilerden ikinci oturuma katılmayanlar da
ihale dışı bırakılarak geçici teminatları gelir kaydedilir.
c) İkinci oturumda, yeterliği sağlayan isteklilerin mali teklifleri okunur ve tekliflerin alınış
sırasıyla, ilk tekliflerinden yüksek bir oran olmamak üzere yeni tekliflerini yazılı olarak sunmaları
istenir. Oturum esnasında, isteklilerden alınan yazılı teklif mektupları istekliler huzurunda okunur.
İhale komisyonunca ihale, oturuma katılan isteklilerin katılımı ile açık eksiltme suretiyle
sonuçlandırılır. Açık eksiltmede asgari eksiltilebilecek miktar ile teklif verme sırası ihale
komisyonunca isteklilerin huzurunda bir tutanakla tespit edilir. Açık eksiltmeye, yazılı olarak
sunulan mali tekliflerdeki en düşük pay yüzdesi tavan alınmak suretiyle başlanır. İhale komisyonu
başkanı, isteklilere sırayla söz vererek mali tekliflerini sorar ve talep ettikleri pay yüzdeleri açık
eksiltme kâğıdına yazılarak karşısına isteklinin imzası alınır. Daha fazla indirim yapamayacağını
beyan ederek ihaleden çekilenlerin eksiltme kâğıdına imzaları alınır. İmzadan kaçınması halinde,
ihale komisyonunca durum tutanak ile tespit edilir. Eksiltmeye, tek istekli kalıncaya kadar devam
edilir. Tek kalan istekli, daha fazla eksiltme yapamaz ise eksiltme tutanağı tek kalan istekli ve
komisyon üyeleri tarafından imzalanır. İhale komisyonu, ihalede birinci ve ikinci en düşük teklifleri
belirler ve ihale kararını almak üzere oturumu kapatır.
d) İhale komisyonu, verilen mali teklifleri değerlendirirken varsa diğer mali tekliflere veya
İdarenin tespit ettiği yaklaşık orana göre teklif oranı aşırı düşük olan teklif sahiplerinden teklifte
önemli olduğunu tespit ettiği bileşenler ile ilgili ayrıntıları yazılı olarak ister. Yapılan açıklamaları
değerlendirir, bu değerlendirme sonucunda açıklamaları yeterli görülmeyen veya yazılı açıklamada
bulunmayan isteklilerin teklifleri reddedilir.
e) İhale en düşük pay yüzde oranını teklif eden istekli üzerinde bırakılır ve ihale komisyonu,
gerekçeli kararını ihale yetkilisinin onayına sunar. İhale kararı ihale yetkilisince onaylanmadan önce
İdare, ihale üzerinde kalan isteklinin kamu ihalelerinden yasaklı olup olmadığını Kamu İhale
Kurumundan teyit ettirerek buna ilişkin belgeyi ihale kararına ekler. İhale yetkilisi, karar tarihini
izleyen en geç beş iş günü içinde ihale kararını onaylar veya gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle
ihaleyi iptal eder. İhale komisyonu gerekçesini belirtmek suretiyle, verilmiş olan bütün teklifleri
reddederek ihaleyi iptal etmekte serbesttir. İhale komisyonu ihaleyi iptal etme kararı alması
durumunda, bu kararını da ihale yetkilisinin onayına sunar.
f) İhalenin iptal edilmesi halinde bu durum bütün isteklilere, ihalenin iptaline ilişkin gerekçe
de belirtilmek suretiyle derhal bildirilir. İhalenin iptal edilmesi nedeniyle istekliler İdareden
herhangi bir hak talebinde bulunamaz.
İdare ile yüklenici arasında imzalanan sözleşmenin iptali veya yükleniciden kaynaklanan bir
nedenle feshi halinde; oyunların sürekliliğinin sağlanması amacıyla şans oyunları sistemi ve
bunların fikri ve sınai mülkiyet haklarının tamamının işletim ve kullanım hakkı İdareye geçer.
Yüklenici, sözleşme süresini geçmemek üzere bu madde hükümlerine göre çıkılacak ihale
sonucunda belirlenen yeni yüklenicinin faaliyete geçiş tarihine kadar bu hakların İdare veya altıncı
fıkra hükümleri uyarınca belirlenecek tüzelkişi tarafından kullanımını engelleyemez ve bu hakların
kullanılması karşılığında herhangi bir bedel veya hak talebinde bulunamaz.
Sözleşmenin feshi veya iptali halinde, sözleşme kapsamındaki iş ve hizmetlerin tamamı veya
bir kısmı İdare tarafından ilan yapılmaksızın, davet edilenlerle teknik şartlar ve hasılattan verilecek
pay oranı görüşülmek suretiyle, süresi bir yılı geçmeyen özel hukuk sözleşmeleriyle tüzelkişilere
yaptırılabilir.
Müteakip ihalenin yapılamaması veya iptal edilmesi ya da belirlenen yeni yüklenicinin
süresinde faaliyete geçememesi halinde, İdare, sözleşme süresi sona eren yükleniciden birer yılı
geçmemek üzere sözleşmedeki iş ve hizmetleri aynı şartlarla almaya devam edebilir.
Yüklenici sözleşme süresince şans oyunları ile ilgili Türkiye'deki faaliyetleri için özel olarak
geliştirdiği oyun ismi, marka, reklam spotları ile bilet ve afiş tasarımları ve benzerlerinden tescile
kabil olanları kullanmaya başlamadan önce İdare adına tescil ettirir.
Şans oyunlarının düzenlenmesiyle ilgili iş ve hizmetlerin özel hukuk sözleşmeleriyle Türk
Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş anonim şirketlere yaptırılması amacıyla yapılacak
ihalede;
a) İhale komisyonu, yaklaşık oran, ihaleye katılamayacak olanlar, yasak fiil ve davranışlar,
ihalenin ilanı, şartnameler, ihale dokümanının verilmesi, dokümanda değişiklik ve açıklama
yapılması, tekliflerin hazırlanması ve sunulması, teminatlar ve teminat olarak kabul edilecek
değerler, tekliflerin alınması ve açılması, kesinleşen ihale kararının bildirilmesi, sözleşmeye davet,
sözleşme yapılmasında isteklinin görev ve sorumluluğu, sözleşmeye ilişkin esaslar, sözleşmenin
uygulanmasında yasak davranışlar, mücbir sebepler ve tebligat ile ilgili olarak 5738 sayılı Spor
Müsabakalarına Dayalı Sabit İhtimalli ve Müşterek Bahis Oyunlarının Özel Hukuk Tüzel Kişilerine
Yaptırılması Hakkında Kanunun 5, 6, 8, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 18, 19, 20, 21, 22, 23 ve 27 nci
maddeleri uygulanır.
b) Ceza ve yasaklama hükümleri hariç olmak üzere 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile 4735
sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu hükümleri uygulanmaz.
Şans oyunlarının düzenlenmesiyle ilgili iş ve hizmetlerin özel hukuk sözleşmeleriyle Türk
Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş anonim şirketlere yaptırılmasına ilişkin ihale
işlemlerine Bakanlar Kurulu kararı ile başlanır.
Lisansın verilmesine ve şans oyunlarının düzenlenmesiyle ilgili iş ve hizmetlerin özel hukuk
sözleşmeleriyle Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş anonim şirketlere yaptırılmasına
ilişkin diğer usul ve esaslar İdare tarafından hazırlanan ve Bakanlık tarafından yürürlüğe konulan
yönetmelikle düzenlenir.”
MADDE 30- 8/5/1991 tarihli ve 3717 sayılı Adli Personel ile Devlet Davalarını Takip
Edenlere Yol Gideri ve Tazminat Verilmesi ile 492 Sayılı Harçlar Kanununun Bir Maddesinin
Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanunun 2 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 2- Daire dışında yapılması gereken her keşif ve icra işlemi için; hâkimlere,
Cumhuriyet savcılarına, askerî mahkemelerdeki subay üyelere, adlî tabiplere, icra müdürleri ve
yardımcıları ile icra işlemlerini yapmakla yetkili memurlara, Hazine avukatlarına, Hazine avukatı
olmayan il ve ilçelerde davaları takibe yetkili daire amirleri ve 3402 sayılı Kadastro Kanununa göre
yetkili kılınan kişilere (275); yazı işleri müdürlerine, hâkim veya Cumhuriyet savcısının kararı
üzerine görevlendirilen sosyal çalışmacı, psikolog ve pedagoglara, muhakemat hizmetlerinde görev
yapan memurlara, zabıt kâtiplerine ve ceza ve infaz kurum personeli hariç olmak üzere diğer adlî ve
idarî yargı personeline (200); mübaşir ve hizmetlilere (150) gösterge rakamının memur aylık
katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutar kadar yol tazminatı ödenir.
Bu madde uyarınca yol tazminatı bütçenin ilgili tertibinden her ayın sonunda ödenir ve ayrıca
yevmiye ödenmez.
Bir kişinin alacağı aylık yol tazminatı tutarı, en yüksek Devlet memuru aylığının ek gösterge
dahil iki katını geçemez.
Kamu adına takibi gereken işler ile Hazine avukatlarına, Hazine avukatı olmayan il ve
ilçelerde davaları takibe yetkili daire amirlerine ödenecek yol giderleri ile yol tazminatı, bu madde
hükümlerine göre bütçenin ilgili tertibinden ödenir.
Bu madde uyarınca ödenen yol tazminatı damga vergisi hariç herhangi bir vergiye tabi
tutulmaz.
Yol giderleri ilgili kişiler tarafından karşılanır. Görülen işler birden fazla ise ödenecek yol
gideri uzaklıkla orantılı şekilde hesaplanır.”
MADDE 31- 3717 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 2- 21/11/2008 tarihinden bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar bu
Kanunun 2 nci maddesi uyarınca banka hesaplarına yatırılan paralar, bu süreler içinde çalışan
personele çalışma süresi dikkate alınarak 21/11/2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan Kanun
hükümlerine göre dağıtılır. Bu şekilde yapılacak ödemelerin Kanunda öngörülen üst sınırı aşması
durumunda, artan miktar Hazineye gelir kaydedilir.
GEÇİCİ MADDE 3- Bu Kanunun 2 nci maddesi uyarınca Adalet Bakanlığı bütçesinden
yapılacak giderler için kullanılmak amacıyla, 2009 yılı yargı harçları gelir gerçekleşmesinin yüzde
beşini geçmemek üzere Adalet Bakanlığı 2010 yılı bütçesine ödenek eklemeye Maliye Bakanlığı
yetkilidir.”
MADDE 32- 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların
Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 4
üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yer alan “Hisse oranı yüzde kırkı,” ibaresi “Hisse
oranı yüzde kırkı veya” şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Hazineye ait tarım arazilerinin satışında 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanunundaki kısıtlamalara tabi olan taşınmazlar bu maddenin birinci fıkrasının (c) bendindeki
kısıtlamalara tabi olmaksızın hissedarına doğrudan veya birden fazla hissedar olması halinde
hissedarlar arasında pazarlık usulüyle satılabilir.”
MADDE 33- 4706 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin beşinci fıkrasına aşağıdaki cümle
eklenmiş, altıncı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “üzerinde yapılanma olanlar;” ibaresinden
sonra gelmek üzere “Hazine adına tescil tarihine bakılmaksızın” ibaresi eklenmiş, bu fıkranın
dördüncü cümlesi “Bu suretle yapılacak satışlarda satış bedeli, en az yüzde onu peşin ödenmek
üzere beş yıla kadar taksitlendirilebilir.” şeklinde değiştirilmiş, sekizinci fıkrasının birinci
cümlesinde yer alan “altı ay” ibaresi “bir yıl” olarak değiştirilmiş, bu fıkranın sonuna aşağıdaki
cümle eklenmiş ve maddeye dokuzuncu fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Köy sınırları içerisinde yer alan Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan tarım arazilerinin kiracılarından tahsil edilen kira gelirlerinin yüzde onu,
442 sayılı Köy Kanununda belirlenen görevlerde kullanılmak kaydıyla, tahsilatı izleyen ay içinde bu
gelirlerin elde edildiği köy tüzelkişiliği hesabına aktarılmak üzere emanet nitelikli hesaplara
kaydedilir. Maliye Bakanlığı bu oranı iki katına kadar artırmaya yetkilidir.”
“Bu süre Bakanlık tarafından 5 yıla kadar uzatılabilir.”
“Bu maddenin altıncı fıkrası uyarınca ilgili belediyelere bedelsiz olarak devredilen
taşınmazların yapı sahipleri ile bunların kanuni veya akdi haleflerine doğrudan satılması halinde,
ilgili belediyelerin devre ilişkin taleplerinin defterdarlık veya malmüdürlüğüne intikal tarihinden
itibaren ecrimisil alınmaz. Ancak taşınmazların genel hükümlere göre değerlendirilmesi halinde
ecrimisil alınır.”
MADDE 34- 4706 sayılı Kanunun ek 2 nci maddesinin sonuna aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Gümrük Müsteşarlığı tarafından 8/6/1994 tarihli ve 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin
Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun kapsamında gerçekleştirilen
veya geçekleştirilecek olan gümrük kapılarının modernizasyonu ile gümrük idarelerine ait bina ve
alt yapı tesislerine ilişkin yatırımlar için Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazların
üzerinde tesis edilen irtifak hakları ile Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerler üzerinde
verilen kullanma izinlerinde irtifak hakkı veya kullanma izni bedelleri ile hasılat payı; özel
kanunları uyarınca ilgilileri tarafından bedeli ödenmek suretiyle kamulaştırılarak Hazine adına tescil
edilen veya tapudan terkin edilen taşınmazlar üzerinde ilgilileri lehine tesis edilecek irtifak hakları
veya verilecek kullanma izinlerinde hasılat payı alınmaz.”
MADDE 35- 4706 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“Bu madde kapsamında Hazine adına tescil edilen taşınmazlar, büyükşehirlerde öncelikle
büyükşehir belediyelerine, büyükşehir belediyelerinin talebinin olmaması halinde ilgili belediyelere,
diğer yerlerde ilgili belediyelere bedelsiz olarak devredilir. Bu taşınmazların yapı sahiplerine satışı
ve genel hükümlere göre değerlendirilmesi bu Kanunun 5 inci maddesine göre yapılır.”
MADDE 36- 4706 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 12- Bu maddenin yürürlük tarihinden önce bu Kanunun 5 inci maddesine
göre;
a) Belediyelere devredilen taşınmazlardan devir tarihinden itibaren üç yıl içinde belediyelerce
satılamaması nedeniyle Hazine adına re’sen tescil edilmesi gereken taşınmazların aynı amaçla
değerlendirilmesi için talepleri halinde belediyelere iki yıl ek süre verilir.
b) Belediyelere devredilen taşınmazların üzerlerindeki yapı sahipleri veya bunların kanuni
veya akdi haleflerinden aynı maddede öngörülen altı aylık süre içinde başvurmayanlar ile
yükümlülüklerini yerine getirmeyenler, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde
müracaat etmeleri halinde, aynı madde hükümlerinden yararlandırılır.
c) Belediyelere devredilen ve belediyelerce de yapı sahipleri ile bunların kanunî veya akdi
haleflerine doğrudan satılan taşınmazlar için ilgili belediyelerin devre ilişkin taleplerinin
defterdarlık veya malmüdürlüğüne intikal tarihinden itibaren tahakkuk ettirilen ecrimisil alacakları
hangi aşamada olursa olsun terkin edilir, tahsil edilmiş olan ecrimisil bedelleri ise satış bedeline
mahsup edilir.”
MADDE 37- 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 21 inci maddesinin
dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“(4) Zamanaşımı süresi, kararın kesinleşmesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı
başından itibaren işlemeye başlar.”
MADDE 38- 5/5/2005 tarihli ve 5345 sayılı Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanunun 6 ncı maddesinde yer alan “beş” ibaresi “altı,” 8 inci maddesinin (f) bendi ile
aynı Kanuna ekli (1) sayılı listede yer alan “Gelirler Kontrolörleri Daire Başkanlığı” ibareleri
“Gelirler Kontrolörleri Başkanlığı” şeklinde değiştirilmiş, aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiş, 9
uncu maddesinin son fıkrası yürürlükten kaldırılmış, 28 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan
“Başkan yardımcıları, daire başkanları, vergi dairesi başkanları ve” ibaresi yürürlükten kaldırılmış
ve aynı maddenin son fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Yukarıda belirtilen ana hizmet birimlerine (Gelirler Kontrolörleri Başkanlığı hariç) verilen
görevler gerektiğinde birden fazla daire başkanlığı tarafından yürütülebilir.”
“Gelirler Kontrolörleri Başkanı, gelirler kontrolörü sıfat ve yetkilerini haiz olup, gelirler
kontrolörü unvanını almış olanlar arasından 2451 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde müşterek
kararla atanır ve başkan yardımcıları için ilgili mevzuatında öngörülen tüm mali ve sosyal haklardan
aynen yararlanır.”
MADDE 39- 5345 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi “c) Vergi
İnceleme ve Denetim Koordinasyon Kurulunun sekreterya hizmetlerini yürütmek.” şeklinde, (f)
bendinde yer alan “Başkanlığın vergi inceleme ve denetim yıllık planına uygun olarak” ibaresi
“Yıllık vergi inceleme ve denetim planına uygun olarak” şeklinde, (j) bendinde yer alan
“Mükelleflerin” ibaresi “Risk Analiz Sistemi üzerinden mükelleflerin” şeklinde değiştirilmiş ve (d)
bendi yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 40- 5345 sayılı Kanunun 14 üncü maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“Gelirler Kontrolörleri Başkanlığı
MADDE 14- Gelirler Kontrolörleri Başkanlığı doğrudan Başkana bağlı olup, görevleri
şunlardır:
a) Yıllık Vergi İnceleme ve Denetim Planına uygun olarak, vergi inceleme ve denetimlerinin
gelirler kontrolörleri ve stajyer gelirler kontrolörleri tarafından yerine getirilmesini sağlamak.
b) Gelirler kontrolörleri ve stajyer gelirler kontrolörlerinin belirlenecek görev yerlerinde
çalıştırılmalarına ilişkin usul ve esasları belirlemek.
c) Vergi inceleme ve denetimlerinin etkinlik ve verimliliğini artırıcı tedbirler konusunda görüş
ve önerilerde bulunmak.
d) Belirlenecek konularda etüt, araştırma ve incelemeler yapmak.
e) Mevzuatla gelirler kontrolörlerine verilen görevleri yapmak ve yetkileri kullanmak.
f) Başkan tarafından verilecek diğer görevleri yapmak.”
MADDE 41- 5345 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“c) 8/1/1943 tarihli ve 4353 sayılı Kanun hükümlerine göre adli davalarda gerekli bilgileri
hazırlamak, Başkanlık merkez ve taşra birimlerinin veya Başkanlığın görev alanıyla ilgili
işlemlerden dolayı Bakanlığın taraf bulunduğu idari yargı mercilerindeki davaları avukat sıfatını
haiz hukuk müşavirleri ve avukatları vasıtasıyla ait olduğu makam ve mercilerde ikame, takip ve
müdafaa ettirmek, Başkanlıkça hizmet satın alma yoluyla takip ve müdafaa ettirilen davaları takip
ve koordine etmek.”
“İdari yargı mercilerindeki davaları ikame, takip ve müdafaa görev ve yetkisi, ilgisine göre
daire amiri, avukat sıfatını haiz hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından kullanılır.
Hukuk müşavirlerinin temsil yetkisi, Başkanlık merkez ve taşra birimleri ile Başkanlığın
görev alanı ile ilgili işlemlerden dolayı Bakanlık husumetiyle açılan bütün dava takiplerini,
avukatların temsil yetkisi ise atandıkları veya görevlendirildikleri iller ile bu illerle ilişkilendirilen
yerlerdeki dava takiplerini kapsar.
Davalarda temsil yetkisi bulunan hukuk müşavirleri ve avukatların bir listesi merkezde
Başkanlık, diğer yerlerde vergi dairesi başkanlıklarınca o yerin bölge idare mahkemesi başkanlığına
verilir. Bu listelerin birer nüshası, mahkeme başkanlığınca yargı çevresinde bulunan mahkemelere
gönderilir. Danıştaydaki duruşmalarda temsil yetkisini kullanacakların isimleri ayrıca Danıştay
Başsavcılığına bildirilir. Listede isimleri yer alan hukuk müşavirleri ve avukatlar, Baroya kayıt ve
vekâletname ibrazı gerekmeksizin temsil yetkilerini kullanırlar. Temsil yetkisi sona erenlerin
isimleri yukarıda yazılı mercilere derhal bildirilir.
İhtisas gerektiren ve ihtiyaç duyulan hâllerde, 4353 sayılı Kanunun 22 nci maddesinde
belirtilen usule tabi olmaksızın, Bakanın onayı üzerine Başkanlık, 4734 sayılı Kanunun 22 nci
maddesinin (h) bendi hükmüne göre serbest avukatlardan veya avukatlık ortaklıklarından hizmet
satın alabilir. Bu kapsamda görevlendirilen avukatlar 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 5 inci
maddesi ve 6183 sayılı Kanunun 107 nci maddesinde yer alan yasaklara uymak mecburiyetindedir.
Bu mecburiyete uymadıkları takdirde bu fiiller için öngörülen hükümlere göre cezalandırılırlar.
Görevleri nedeniyle idare tarafından bu kişilere verilen bilgiler vergi mahremiyetinin ihlali ve sırrın
ifşaı sayılmaz.
Kurum lehine sonuçlanan davalar nedeniyle hükme bağlanarak karşı taraftan tahsil edilen
vekâlet ücretlerinin dağıtımı hakkında 2/2/1929 tarihli ve 1389 sayılı Kanun ve ilgili mevzuat
hükümleri kıyas yoluyla uygulanır.
Davaların takibi, hukuk müşavirleri ve avukatların temsil yetkisinin kullanılma şekli ve
kapsamına dair usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.”
MADDE 42- 5345 sayılı Kanunun 29 uncu maddesinin başlığı “Denetim elemanı, avukat ve
uzman personel çalıştırılması” şeklinde değiştirilmiş, maddenin ikinci fıkrasından sonra gelmek
üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş, mevcut altıncı fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve aynı maddeye
aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“Avukatlar, hukuk fakültesi mezunu olup avukatlık ruhsatını haiz olanlar arasından yazılı ve
sözlü olarak yapılacak sınav sonucuna göre atanır. Avukatlar, vergi dairesi başkanlıklarında görev
yaparlar. Görevlerin yürütülmesinde etkinliği ve verimliliği sağlamak amacıyla avukatlardan biri
koordinatör olarak görevlendirilebilir. Avukatların mesleğe alınmaları ile çalışma usul ve esasları
yönetmelikle düzenlenir.”
“Başkanlık merkez ve taşra teşkilatında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve diğer
kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki usul ve esaslara bağlı olmaksızın, Bakan
onayı ile Başkanlığın stratejik plan ve performans programlarında yer alan önemli projelerin
hazırlanması, gerçekleştirilmesi veya uygulanması amacıyla proje süresi ile sınırlı olmak üzere tam
veya kısmî zamanlı sözleşmeli personel çalıştırılabilir. Bunlara ödenecek ücret, 657 sayılı Kanunun
4 üncü maddesinin (B) bendine göre çalıştırılanlar için uygulanmakta olan sözleşme ücreti tavanının
beş katını, çalıştırılabilecek toplam sözleşmeli personel sayısı ise 150’yi geçemez ve bu fıkrada
belirtilen ücret dışında herhangi bir ödeme yapılamaz. Bu şekilde istihdam edilecek personelin,
yükseköğretim kurumlarından lisans düzeyinde eğitim veren fakülte veya bölümlerinden veya
bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulunca kabul edilmiş yurtdışındaki yükseköğretim
kurumlarından mezun olması şarttır. Sözleşmeli personelde aranılacak diğer nitelikler, istihdam
türüne bağlı sözleşmeli personel sayısı ile ödenecek sözleşme ücretinin tespiti, istihdama dair
hususlar ile sözleşme usul ve esasları Başkanlıkça belirlenir.
Bu madde hükümlerine göre yapılacak sözlü sınavlar, adayın;
a) Bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücünün,
b) Liyakati, temsil kabiliyeti, bilgi düzeyi, davranış ve tepkilerinin mesleğe veya göreve
uygunluğunun,
c) Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığının,
ç) Genel yetenek ve genel kültürünün,
d) Bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığının,
değerlendirilmesi suretiyle yapılır. Sınav kurulu, adaylar hakkında yukarıda yazılı özelliklerin
her biri için değerlendirme yapar. Yapılan değerlendirmeye göre verilen puanlar tutanağa geçirilir.
Bunun dışında sözlü sınav ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.”
MADDE 43- 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 4 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin sonuna aşağıdaki cümle eklenmiş, (l) bendi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiş ve 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin sonuna aşağıdaki paragraf
eklenmiştir.
“(Bunlardan sağlık hizmeti sunanların teşhis ve tedaviye yönelik olarak birbirlerine
yapacakları mal ve hizmet satışları bu muafiyeti ortadan kaldırmaz.)”
“l) Yabancı ülkeler veya uluslararası finans kuruluşları ile yapılan malî ve teknik işbirliği
anlaşmaları çerçevesinde yalnızca kredi teminatı sağlamak üzere kurulmuş olup bu faaliyetlerinden
elde ettikleri kazançları teminat sorumluluk fonlarına ekleyen ve sahip oldukları fonları ortaklarına
dağıtmaksızın, kredi sağlayan banka ve kuruluşlara yatıran kurumlar.”
“Bu bent hükümleri, 29/6/2004 tarihli ve 5200 sayılı Tarımsal Üretici Birlikleri Kanununa
göre kurulan Birliklerin üyeleri ile yaptıkları muameleler hakkında da uygulanır.”
MADDE 44- Ekli (1) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Genel Kadro ve
Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Maliye Bakanlığına ait
bölümüne, (2) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin Gelir İdaresi Başkanlığına ait bölümüne eklenmiştir.
MADDE 45- 15/10/2008 tarihli ve 5804 sayılı 2009 Yılında İstanbul Şehrinde Yapılacak
Beşinci Dünya Su Forumunun Organizasyonu İle Katma Değer Vergisi Kanununa Bir Geçici
Madde Eklenmesine Dair Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
“Forum Sekretaryasının tüzel kişiliği en geç 31/12/2011 tarihinde sona erer ve bu süre içinde
tasfiye işlemleri tamamlanır.”
MADDE 46- 8/1/1985 tarihli ve 3143 sayılı Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanunun 18 inci maddesinin birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki
fıkra eklenmiştir.
“Bu görevlerin ifası ile ilgili olarak müfettişlerin bilgi ve belge taleplerini, kamu kurum ve
kuruluşları ile bankalar dâhil gerçek ve tüzel kişiler karşılamakla yükümlüdürler.”
MADDE 47- 1/6/1989 tarihli ve 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli
Mali Müşavirlik Kanununun 45 inci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Hayri ve ilmi kuruluşlar, 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname kapsamındaki iktisadi devlet teşekkülleri, kamu iktisadi kuruluşları ve bunların
müesseseleri, bağlı ortaklıkları ve iştirakleri, kamu idarelerinin doğrudan ya da dolaylı hissedarı
olduğu kurumlar ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun yönetimindeki kurumların bu Kanun
kapsamındaki faaliyetlerini yürütmemeleri şartıyla, bu kurum ve kuruluşların yönetim kurulu
başkanlığı, üyeliği, denetçiliği görevleri ile bilirkişilik ve tasfiye memurluğu meslekle bağdaşmayan
işler sayılmaz.”
MADDE 48- 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununun 2 nci maddesinin üçüncü
fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Bu Kanunun uygulanması bakımından;
a) İşyerinde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinde görev yapmak üzere Bakanlıkça
belgelendirilmiş hekimler, işyeri hekimini; mühendis, mimar ve teknik elemanlar ise iş güvenliği
uzmanını,
b) İş sağlığı ve güvenliği hizmetlerini vermek üzere, gerekli donanım ve personele sahip olan
Bakanlıkça yetkilendirilen kamu kurum ve kuruluşları ile Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre
faaliyet gösteren şirketlerce kurulan ve işletilen müesseseler ortak sağlık ve güvenlik birimini,
c) İş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinde görev yapacak işyeri hekimi ve iş güvenliği
uzmanlarının eğitimlerini vermek üzere Bakanlıkça yetkilendirilen kamu kurum ve kuruluşları,
üniversiteler ve Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre faaliyet gösteren şirketlerce kurulan ve
işletilen müesseseler eğitim kurumunu,
ifade eder."
MADDE 49 - 4857 sayılı İş Kanununun 81 inci maddesinin üçüncü fıkrası yürürlükten
kaldırılmış, ikinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
"İşyeri sağlık ve güvenlik birimleri ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerinin nitelikleri, ortak
sağlık ve güvenlik birimlerinden hizmet alınmasına ilişkin hususlar, bu birimlerde bulunması
gereken araç, gereç ve teçhizat ile görevlendirilecek işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı ve diğer
sağlık personelinin nitelikleri, sayısı, işe alınmaları, görev, yetki ve sorumlulukları, çalışma şartları,
görevlerini nasıl yürütecekleri, eğitimleri ve belgelendirilmeleri ile eğitim kurumlarının
yetkilendirilmeleri, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı eğitim programlarının ve bu programlarda
görev alacak eğiticilerin niteliklerinin belirlenmesi ve belgelendirilmeleri ile eğitimlerin sonunda
yapılacak sınavlar ilgili tarafların görüşü alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından
çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.
İşyeri hekimlerinin, işyeri sağlık ve güvenlik birimleri ile ortak sağlık ve güvenlik
birimlerinde görevlendirilmeleri ve hizmet verilen işyerlerinde çalışan işçilerle sınırlı olmak üzere
görevlerini yerine getirmeleri hususunda diğer kanunların kısıtlayıcı hükümleri uygulanmaz."
MADDE 50- 9/1/1985 tarihli ve 3146 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasına (1) bendinden sonra
gelmek üzere aşağıdaki (m) bendi eklenmiş, takip eden bent buna göre teselsül ettirilmiştir.
"m) İşyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı, diğer teknik ve sağlık personel ile işçilere eğitim
vermek için kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler ve Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre
faaliyet gösteren şirketler ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerini yetkilendirmek, gerektiğinde
yetkilerini iptal etmek, hizmetin etkin ve verimli bir şekilde verilip verilmediğinin kontrol ve
denetimini sağlamak, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının eğitimleri sonundaki sınavları yapmak
veya yaptırmak, belgelerini vermek,"
MADDE 51- 4/2/1924 tarihli ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanununun ek 37 nci
maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, maddeye bu fıkradan sonra gelmek üzere
aşağıdaki fıkra eklenmiş ve maddenin son fıkrasında yer alan "telekomünikasyon" ibareleri
"elektronik haberleşme" şeklinde değiştirilmiştir.
"Kurum tarafından sayısı sınırlandırılarak, ulusal çapta, kamuya açık mobil elektronik
haberleşme hizmeti sunmak üzere;
a) Yetkilendirilen işletmeciler aylık brüt satışlarının yüzde 15'ini,
b) Yetkilendirilen işletmecilerin şebekeleri üzerinden elektronik haberleşme hizmeti sunan
diğer işletmeciler brüt satışlarından, hizmet sunmak için şebeke kullanımı karşılığında söz konusu
işletmecilere ödedikleri ya da borçlandıkları tutar düşüldükten sonra kalan tutarın yüzde 15'ini,
Hazine payı olarak öderler.
Hazine payının hesabında süresinde ödenmeyen bedeller için tahakkuk ettirilen gecikme faizi
ile vasıtalı vergiler, harç ve resim gibi malî yükümlülükler ile raporlama amacıyla
muhasebeleştirilen tahakkuk tutarları dikkate alınmaz."
MADDE 52- 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 21/1/2010 tarihli ve
5947 sayılı Kanunla değişik 58 inci maddesinin (g) fıkrasına ikinci paragraf olarak aşağıdaki
paragraf eklenmiştir.
“Bu madde uyarınca 2914 sayılı Kanuna tabi personele yapılan ödemeler, (c) ve (f) fıkraları
kapsamında bulunanlar haricindeki personel açısından, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
ek 3 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının uygulanmasında dikkate alınmaz.”
MADDE 53- 13/10/1983 tarihli ve 2919 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Sekreterliği Teşkilat Kanununun 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi harcamalarının dış denetimi, her yıl Sayıştay tarafından
görevlendirilen üç denetçiden oluşan bir komisyonca, yalnızca hesaplar ve bunlara ilişkin belgeler
esas alınarak yapılır.”
MADDE 54- Ekli (3) sayılı listede yer alan kadrolar iptal edilerek 2919 sayılı Kanuna ekli
kadro cetvelinden çıkarılmış, ekli (4) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek aynı cetvele
eklenmiştir.
MADDE 55- 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun
69 uncu maddesinin başlığında ve metninde yer alan “Türkiye Büyük Millet Meclisi ve” ibareleri
çıkarılmıştır.
MADDE 56- 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin
Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten
Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 2 nci maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“EK MADDE 2- Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğünün bu Kanun
Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin (b) ve (c) bentleri kapsamına giren personeline; aylık
tutarı, “Avrupa Hava Seyrüsefer Emniyeti Teşkilatı” prensipleri çerçevesinde personel
maliyetlerinin tamamı karşılanan kadro ve pozisyonlarda bulunanlar için en yüksek Devlet memuru
aylığının (ek gösterge dâhil) brüt tutarının % 600’ünü, kısmen karşılanan kadrolar ve pozisyonlarda
bulunanlar için aynı miktarın % 300’ünü, pilotlar için ise % 1000’ini, diğerleri için de % 150’sini
geçmemek üzere Yüksek Planlama Kurulunca belirlenen oran, esas ve usullere göre “Havacılık
Tazminatı” ödenir. Yüksek Planlama Kurulu, yukarıda belirtilen kriterlere göre aynı tazminat tavanı
grubu içerisinde yer alan bir kadro veya pozisyon unvanında çalışanlar için uygulanacak tazminat
oranını, birimin bulunduğu yer, iş yoğunluğu, öğrenim durumu farklılığı, hizmet süresi, personel
temininde güçlük gibi kriterleri birlikte veya ayrı ayrı dikkate almak suretiyle ve ödenecek tazminat
tutarının % 30’unu geçmeyecek şekilde farklılaştırmaya yetkilidir. Bu şekilde yapılacak ödemeler,
sözleşmeli personel için belirlenen ücret tavanı ile kapsama dahil personele verilecek diğer hak ve
ödemelerin hesabına esas alınacak matrahın tespitinde dikkate alınmaz.
Bu tazminat, aylıklara ilişkin esaslar çerçevesinde gelir vergisi ve damga vergisi hariç
herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaksızın ödenir.”
MADDE 57- 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
“EK MADDE 4- Kamu idarelerinde çalışanlardan bu Kanunun 66 ncı maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendi kapsamına girenler için acil hallerle sınırlı olmak üzere sadece kendilerinin, aynı
fıkranın (b) bendi ile söz konusu maddenin sekizinci fıkrası kapsamına girenlerin ise kendilerinin ve
yurtdışında birlikte yaşadıkları bakmakla yükümlü olduğu kişilerin kamu kurumları tarafından
yurtdışında sağlık hizmetlerinden yararlandırılması aşağıda belirtilen temel ilkelere göre yürütülür.
1) Eşlerin aylıksız izinli olması veya aylıksız izin süresini borçlanması, bu Kanunun geçici 4
üncü maddesi kapsamına girenler açısından isteğe bağlı iştirakçiliğin devam etmesi, sosyal güvenlik
mevzuatı kapsamında eşin kendi adına aylık veya gelir bağlanmış olması, bakmakla yükümlü
olunan aile ferdi sıfatını ortadan kaldırmaz.
2) Çocuklar için yetim aylığı bağlanmış olması bakmakla yükümlü olunan aile ferdi sıfatını
ortadan kaldırmaz.
3) Kamu kurumlarınca bedeli ödenecek sağlık hizmetlerinin kapsamı, bu Kanunun 66 ncı
maddesine göre Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından ödenen sağlık hizmetleri ile
sınırlıdır. Ancak, bulunulan ülke mevzuatı gereğince zorunlu olarak yaptırılması gereken kontrol ve
muayeneler ile aşı gibi Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tarafından doğrudan ve ücretsiz olarak
yürütülmesi sebebiyle 66 ncı madde kapsamında herhangi bir belirleme yapılmamış sağlık
hizmetlerine ilişkin giderler Türkiye’deki uygulamanın sınırlılıkları dahilinde ayrıca ödenir.
4) 68 inci maddede belirtilen tutar veya oranları geçmemek kaydıyla, Dışişleri Bakanlığı ve
Maliye Bakanlığı tarafından tespit edilecek tutar, oran ve usule göre katılım payı alınır. Alınan
katılım payları, ilgisine göre genel bütçeye ya da ilgili kurum bütçesine gelir kaydedilir.
5) Tıbbi lüzum üzerine yaptırılan diş tedavileri sonucu doğan giderler;
a) Diş çekimi, kanal tedavisi, diş dolguları ve travma sonucu oluşan çene defektlerine yapılan
cerrahi müdahalelerle, protez tamirlerine ait tedavi bedelleri aynen,
b) Diğer diş tedavilerine ait giderler ise, bedeli ödenecek her bir diş tedavisi kalemi için
faturada yer alan tutarı geçmemek kaydıyla, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından aynı tedavi için
tespit edilen birim fiyatların % 100 oranında artırılması suretiyle bulunacak miktar üzerinden,
ödenir.
6) Gözlük camı ve çerçeveye ilişkin tedavi bedeli, bedeli ödenebilecek her bir kalem için
faturada yer alan tutarı geçmemek kaydıyla, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından tespit edilen birim
fiyatların % 100 oranında artırılması suretiyle bulunacak miktar üzerinden ödenir.
7) Sürekli görev yaptıkları memuriyet merkezinde tedavileri sağlanamadığı için aynı ülke
içinde başka bir yere tedavi amacıyla sevk edilenlerin, yurtdışı gündeliklerine dair karar ekinde yer
alan cetvelde belirlenen miktar kadar gündelik ve fiilen kullandıkları taşıtlara ilişkin gider
belgelendirilmiş olması kaydıyla ödenir. Kendi araçlarını kullanmış olanlara yapılacak ödeme, o
ülkede aynı yer için geçerli olan genel ulaşım türü esas alınarak belirlenir.
8) Yurtdışında sağlık hizmetinden ve yol giderlerinden yararlanacak olanların hastalanmaları
halinde tedavilerinin sağlanabilmesi için, gerekli olması halinde tedaviye mahalli usule göre lüzum
gösterilmiş olması zorunludur.
9) Kamu kurumlarınca bedeli ödenecek tutarın yurtdışına transferi halinde, yılın ilk günündeki
kurlar esas alınır.
Kapsama dahil kişilerin sağlık hizmetlerinden yararlanmasına ilişkin usul ve esaslar ile bu
maddenin uygulanmasına ilişkin diğer hususlar, Maliye Bakanlığının koordinatörlüğünde, Dışişleri
Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
tarafından müştereken çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir.”
MADDE 58- 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanununun; 13 üncü maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan “azami dört sene için muteber olmak üzere verilip icabında aynı müddetler için
üç defa temdit olunur.” ibaresi “Dışişleri Bakanlığınca tespit edilecek sürede geçerli olmak üzere
verilir.” şeklinde; aynı maddenin üçüncü fıkrasında yer alan “Büyükelçilik unvanı taşıyan Başbakan
başmüşavirleri ile Başbakan dışişleri danışmanlarına,” ibaresi “Büyükelçi unvanını almış olanlar
ile” şeklinde; aynı maddenin beşinci fıkrası “Diplomatik pasaport alan kimselerin sıfat ve vazifeleri
devam ettiği müddetçe, ergin olmayan veya ergin olsalar dahi yanlarında yaşayıp evli bulunmayan
ve iş sahibi olmayan öğrenimi devam eden çocuklarına 25 yaşının ikmaline kadar, yine ergin olsalar
dahi yanlarında yaşayıp evli bulunmayan ve iş sahibi olmayan aynı zamanda bedensel, zihinsel veya
ruhsal özürlerinden en az biri nedeniyle sürekli bakıma muhtaç durumda olduğu resmi sağlık
kurumlarının düzenlediği sağlık kurulu raporu ile belgelenen çocuklarına da hak sahibi kişinin
pasaportu ile aynı süre geçerli diplomatik pasaport verilir.” şeklinde; 14 üncü maddesinin birinci
fıkrasının (A) bendinin son paragrafı “Hususi damgalı pasaport alabilecek durumda bulunanların
ergin olmayan veya ergin olsalar dahi yanlarında yaşayıp evli bulunmayan ve iş sahibi olmayan
öğrenimi devam eden çocuklarına 25 yaşının ikmaline kadar, yine ergin olsalar dahi yanlarında
yaşayıp evli bulunmayan ve iş sahibi olmayan, aynı zamanda bedensel, zihinsel veya ruhsal
özürlerinden en az biri nedeniyle sürekli bakıma muhtaç durumda olduğu resmi sağlık kurumlarının
düzenlediği sağlık kurulu raporu ile belgelenen çocuklarına da hususi damgalı pasaport verilir.”
şeklinde; aynı maddenin (B) bendinin son paragrafı “Hizmet damgalı pasaport alanların eşlerine,
ergin olmayan veya ergin olsalar dahi yanlarında yaşayıp evli bulunmayan ve iş sahibi olmayan
öğrenimi devam eden çocuklarına 25 yaşının ikmaline kadar, yine ergin olsalar dahi yanlarında
yaşayıp evli bulunmayan ve iş sahibi olmayan aynı zamanda bedensel, zihinsel veya ruhsal
özürlerinden en az biri nedeniyle sürekli bakıma muhtaç durumda olduğu resmi sağlık kurumlarının
düzenlediği sağlık kurulu raporu ile belgelenen çocuklarına da hak sahibi kişinin pasaportu ile aynı
süre geçerli hizmet damgalı pasaport verilir.” şeklinde; aynı maddenin (C) bendinin ikinci
paragrafının birinci cümlesi “Hususi damgalı pasaportlar altı aydan az olmamak kaydıyla İçişleri
Bakanlığınca belirlenecek sürelerde; hizmet damgalı pasaportlar altı aydan az olmamak kaydıyla
pasaport sahibinin görevinin müddetine göre İçişleri Bakanlığınca tespit edilecek süre için geçerli
olmak üzere tanzim edilir.” şeklinde; 15 inci maddesinin dördüncü fıkrası “Umuma mahsus
münferit pasaportlar Kanunda yazılı istisnalar saklı kalmak ve altı aydan az olmamak kaydıyla
İçişleri Bakanlığınca belirlenecek sürelerde geçerli olmak üzere düzenlenir.” şeklinde; 18 inci
maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin birinci paragrafı “Bir gidiş ve geliş için verilen
pasaportlar üç aydan az olmamak kaydıyla İçişleri Bakanlığının takdirine göre belirlenecek süreyle
geçerli olmak üzere tanzim edilir.” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 59- 5682 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
“EK MADDE 6- Elektronik pasaportlarda refakate kayıt işlemi yapılamaz, bu pasaportlar
temdit edilemez ve müşterek e-pasaport düzenlenemez.”
MADDE 60- 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 79 uncu
maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Kurumlarınca gönderilenlerden, uluslararası kuruluşlarda staj yapan ve çalışma esas ve
usulleri ile misyon şeflikleriyle ilişkileri Devlet Personel Başkanlığının görüşü üzerine Dışişleri
Bakanlığınca belirlenen memurlara, gittikleri ülkelerde sürekli görevle bulunan ve dokuzuncu
derecenin birinci kademesinden aylık alan meslek memurlarına ödenmekte olan yurtdışı aylığı
tutarı, diğerlerine bu tutarın 2/3’ü ödenir.”
MADDE 61- 2/3/1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanununa aşağıdaki ek madde
eklenmiştir.
“EK MADDE 16- Kanunlar ile verilmiş yetkiler çerçevesinde Başkanlığa devri talep edilen
taşınmazların kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde kalması halinde, Başkanlığın
devir talebi önceliklidir. Bu yerlerde Başkanlık mülkiyetinde bulunan taşınmazlar ile devri talep
edilen taşınmazlara ilişkin olarak Başkanlık, kanunlardan kaynaklanan tüm yetkilerini münhasıran
kullanır.”
GEÇİCİ MADDE 1- Bu Kanunun yayımı tarihi itibarıyla Gelir İdaresi Başkanlığında görevli
olan Hazine avukatlarından, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki ay içinde istekte
bulunanlar arasından Başkanlıkça uygun görülenler, bu Kanunla ihdas edilen avukatlık kadrolarına
atanabilirler. Vergi dairesi başkanlıklarında görevli bulunan Hazine avukatlarının görev ve yetkileri,
görevli olduğu vergi dairesi başkanlığına avukat ataması yapılıncaya kadar devam eder, atama
yapıldıktan sonra görevli Hazine avukatlarının görev ve yetkileri başkaca bir işleme gerek
kalmaksızın sona ermiş sayılır.
GEÇİCİ MADDE 2- 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununun bu
Kanunla değişik 61 inci maddesi hükmü, Bankanın aktifindeki ve pasifindeki dövizlerin, efektiflerin
ve yabancı para cinsinden diğer varlık ve yükümlülükler ile altınların Türk parasının yabancı paralar
karşısındaki değerinin ve uluslararası piyasalarda altın fiyatlarının değişmesi nedeniyle 5/5/2001
tarihinden bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar değerlemeye tabi tutulması sonucu Banka
lehine ve aleyhine oluşan gerçekleşmemiş değerleme farkları için de uygulanır.
GEÇİCİ MADDE 3- 5345 sayılı Kanunun geçici 3 üncü maddesinin dördüncü fıkrası
uyarınca yapılan özel sınavların herhangi birinde yetmiş veya üzeri puan almalarına karşın
atanamayanlardan halen Gelir İdaresi Başkanlığı kadrolarında görev yapanlar, atama tarihinden
öncesi için kazanılmış hak doğurmamak kaydıyla, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren üç ay
içerisinde gelir uzmanı kadrosuna atanırlar.
GEÇİCİ MADDE 4- Gelir İdaresi Başkanlığına tahsis edilen serbest gelir uzman yardımcısı
kadrolarından boş bulunan 2.000 gelir uzman yardımcısı kadrosuna, 25/12/2009 tarihli ve 5944
sayılı 2010 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununun 22 nci maddesi kapsamında yapılacak
atamaların dışında olmak üzere, 2010 yılı içinde atama yapılabilir.
GEÇİCİ MADDE 5- 18/2/2009 tarihli ve 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesinin;
a) Birinci fıkrasındaki “1979” ibaresi “1985” şeklinde, “30/6/2010” ve “31/12/2009” ibareleri
“31/12/2011” şeklinde, “31/12/2008” ibaresi “28/2/2009” şeklinde, “il özel idarelerine bedelsiz
olarak teslim edenler” ibaresi “il özel idarelerine bedelsiz olarak teslim eden” şeklinde, “gerçek ve
tüzel kişilerden,” ibaresi “gerçek ve tüzel kişiler” şeklinde,
b) İkinci fıkrasında yer alan “31/12/2009” ibaresi “31/12/2011” şeklinde,
c) Dördüncü fıkrasında yer alan “31/12/2009” ibaresi “31/12/2011” şeklinde,
ç) Beşinci fıkrasında yer alan “çalınma tarihinden bulunma tarihine kadar, henüz
bulunmadıysa” ibaresi “çalınma veya trafikten çekme tarihinden” şeklinde,
değiştirilmiş;
d) Beşinci fıkrasında yer alan “5/7/2003 tarihinden önce çalınan” ibaresinden sonra gelmek
üzere “veya trafikten çekme belgesi alınan” ibaresi, fıkranın sonuna “5/7/2003 tarihinden önce
trafikten çekme belgesi alınan taşıtlar için bu fıkrada değişikliğin yapıldığı tarihten önce ödenmiş
olan motorlu taşıtlar vergisi ile buna ilişkin gecikme zammı, gecikme faizi, vergi cezaları ve idari
para cezaları red ve iade edilmez.” cümlesi,
eklenmiş;
e) Birinci fıkrasında yer alan “il özel idarelerine bedelsiz olarak teslim edenler” ibaresinden
sonra gelen “adına” ibaresi ile “yük ve yolcu taşımacılığı dışında bilanço esasına göre defter tutmayı
gerektiren başkaca ticari veya mesleki faaliyetten dolayı mükellefiyeti bulunmayanlar” ibaresi,
f) İkinci fıkrasında yer alan “ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla yük ve yolcu
taşımacılığı dışında bilanço esasına göre defter tutmayı gerektiren başkaca ticari veya mesleki
faaliyetten dolayı mükellefiyeti bulunmayan” ibaresi,
g) Altıncı fıkrasında yer alan “taşıtın 31/12/2009 tarihine kadar alıcısı adına tescili kaydıyla,”
ibaresi,
madde metninden çıkarılmıştır.
GEÇİCİ MADDE 6- Bu Kanunun 54 üncü maddesi ile kadroları kaldırılan personel, en geç
iki ay içinde derece ve kademelerine uygun kadrolara atanır ve atama işlemi yapılıncaya kadar
ihtiyaç duyulan işlerde görevlendirilirler. Bunlar, yeni bir kadroya atanıncaya kadar eski kadrolarına
ait aylık, ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali haklarını almaya devam ederler.
GEÇİCİ MADDE 7- Bu Kanunun yayımı tarihinden önce Türkiye Büyük Millet Meclisi
2009 yılı harcamalarının dış denetimi ile ilgili oluşturulan komisyonun görevi 2010 yılı Eylül ayı
sonuna kadar devam eder.
GEÇİCİ MADDE 8- Konusu suç teşkil etmemek ve kesinleşmiş bir yargı kararına müstenit
olmamak kaydıyla, bu Kanunun yayımı tarihine kadar, memur temsilcileri ile toplu iş sözleşmesi
akdederek veya başka bir tasarrufta bulunarak belediye, büyükşehir belediyesi ve il özel idaresinde
çalışan kamu personeline her ne ad altında olursa olsun ek ödemede bulunmaları nedeniyle kamu
görevlileri haklarında idarî veya malî yargılama ve takibat yapılamaz, başlatılanlar işlemden
kaldırılır.
GEÇİCİ MADDE 9- Devlete ait üniversitelerin tıp fakültelerine bağlı sağlık uygulama ve
araştırma merkezi birimlerinden, ilgili üniversite rektörlüğünün talebi üzerine Maliye Bakanı,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Sağlık Bakanı, Hazine Müsteşarlığı ile Devlet Planlama
Teşkilatının bağlı olduğu Devlet Bakanları ve Yüksek Öğretim Kurulu Başkanından oluşan kurulca
belirlenmiş kriterler çerçevesinde mali durumunun zayıf olduğu kararlaştırılanlara, belirlenecek
tedbirleri uygulamayı kabul etmesi ve fiilen uygulaması şartıyla, yapılacak protokol kapsamında
Bakanlar Kurulu kararıyla, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren Maliye Bakanlığınca bir
yıl içinde ilgili üniversite bütçelerine aktarılacak ödeneklerden ilgili döner sermaye bütçesine
yardım yapılabilir. Bu maddenin uygulanması kapsamında gerekli olan iş ve işlemleri yapmaya ve
usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir.
MADDE 62- Bu Kanunun;
a) 2 nci ve 56 ncı maddeleri yayımını izleyen aybaşında,
b) 3 üncü, 6 ncı ve 60 ıncı maddeleri 1/1/2010 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı
tarihinde,
c) 4 üncü maddesi 1/10/2010 tarihinde,
ç) 5 inci maddesi 2010 takvim yılı kazançlarına uygulanmak üzere yayımı tarihinde,
d) 8 inci, 16 ncı ve geçici 5 inci maddeleri 1/7/2010 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı
tarihinde,
e) 9 uncu ve 13 üncü maddeleri 1/1/2011 tarihinde,
f) 45 inci maddesi 30/6/2010 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde,
g) 57 nci maddesi 15/1/2010 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde,
ğ) Diğer hükümleri yayımı tarihinde,
yürürlüğe girer.
MADDE 63- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
31/7/2010
(1) SAYILI LİSTE
KURUMU : MALİYE BAKANLIĞI
TEŞKİLATI: MERKEZ
İHDAS EDİLEN KADROLARIN
Sınıfı
Unvanı
Derecesi
GİH
GİH
Başkontrolör
Daire Başkanı
TOPLAM
1
1
Serbest Kadro
Adedi
20
2
(2) SAYILI LİSTE
KURUMU : GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI
TEŞKİLATI: MERKEZ
Toplam Kadro
Adedi
20
2
22
İHDAS EDİLEN KADROLARIN
Sınıfı
GİH
GİH
GİH
Unvanı
Derecesi
Gelir İdaresi Başkan Yardımcısı1
Gelirler Kontrolörleri Başkanı 1
Gelir İdaresi Daire Başkanı
1
TOPLAM
Serbest
Kadro
Adedi
1
1
3
Toplam Kadro
Adedi
1
1
3
5
KURUMU : GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI
TEŞKİLATI: TAŞRA
İHDAS EDİLEN KADROLARIN
Sınıfı
Unvanı
Derecesi
AH
AH
AH
AH
AH
AH
GİH
GİH
GİH
GİH
Avukat
1
Avukat
3
Avukat
5
Avukat
7
Avukat
8
Avukat
9
Vergi Denetmen Yardımcısı9
Gelir Uzmanı
1
Gelir Uzmanı
2
Gelir Uzman Yardımcısı 9
TOPLAM
Serbest KadroToplam Kadro
Adedi
Adedi
15
15
15
15
30
30
30
30
30
30
30
30
5.000
5.000
2.500
2.500
2.500
2.500
5.000
5.000
15.150
15.150
(3) SAYILI LİSTE
KURUMU : TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ GENEL SEKRETERLİĞİ
TEŞKİLATI: MERKEZ
İPTAL EDİLEN KADRONUN
SINIFI
GİH
AHS
AHS
UNVANI
2. Hukuk Müşaviri
Müşavir Avukat
Müşavir Avukat
DERECE
1
1
2
ADET
1
2
1
(4) SAYILI LİSTE
KURUMU : TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ GENEL SEKRETERLİĞİ
TEŞKİLATI: MERKEZ
İHDAS EDİLEN KADRONUN
SINIFI
GİH
UNVANI
Hukuk Müşaviri
DERECE
1
ADET
10
[R.G. 1 Ağustos 2010 – 27659]
—— • ——
Bakanlar Kurulu Kararı
Karar Sayısı : 2010/738
Ekli “Kimlik Paylaşımı Sistemi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”in
yürürlüğe konulması; İçişleri Bakanlığının 2/7/2010 tarihli ve 1665 sayılı yazısı üzerine, 25/4/2006
tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununa göre, Bakanlar Kurulu’nca 19/7/2010 tarihinde
kararlaştırılmıştır.
Abdullah GÜL
CUMHURBAŞKANI
Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan
H. YAZICI
B. ARINÇ
A. BABACAN
M. AYDIN
Devlet Bak. ve Başb. Yrd. V.Devlet Bak. ve Başb. Yrd.
Devlet Bak. ve Başb. Yrd.
Devlet Bakanı
H. YAZICI
F. N. ÖZAK
C. YILMAZ
F. ÇELİK
Devlet Bakanı
Devlet Bakanı
Devlet Bakanı V.
Devlet Bakanı
E. BAĞIŞ
F. N. ÖZAK
C. YILMAZ
S. ERGİN
Devlet Bakanı
Devlet Bakanı V.
Devlet Bakanı
Adalet Bakanı
F. ÇELİK
B. ATALAY
T. YILDIZ
M. ŞİMŞEK
Milli Savunma Bakanı V.İçişleri Bakanı Dışişleri Bakanı V.
Maliye Bakanı
N. ÇUBUKÇU
N. ERGÜN
R. AKDAĞ
B. YILDIRIM
Milli Eğitim BakanıBayındırlık ve İskân Bakanı V.Sağlık Bakanı Ulaştırma Bakanı
M. M. EKER
Ö. DİNÇER
N. ERGÜN
T. YILDIZ
Tarım ve Köyişleri BakanıÇalışma ve Sos. Güv. Bakanı
Sanayi
ve
Ticaret
Bakanı
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
E. GÜNAY
V. EROĞLU
Kültür ve Turizm Bakanı
Çevre ve Orman Bakanı
KİMLİK PAYLAŞIMI SİSTEMİ YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK
YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK
MADDE 1 – 16/11/2006 tarihli ve 2006/11249 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe
konulan Kimlik Paylaşımı Sistemi Yönetmeliğinin 18 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
“(2) Geri izleme bilgileri 8 yıl bitimine kadar saklanır.”
MADDE 2 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 3 – Bu Yönetmelik hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
Bakanlar Kurulu Kararının Yayımlandığı Resmî Gazete'nin
Tarihi
Sayısı
8/12/2006
27370
[R.G. 5 Ağustos 2010 – 27663]
—— • ——
Atama Kararı
Adalet Bakanlığından:
Karar Sayısı : 2010/516
1 – Adlî Tıp Kurumu Beşinci Adlî Tıp İhtisas Kurulu Analitik Kimya Üyesi Prof. Dr. Salih
CENGİZ’in bu görevinden alınması,
2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanununun 26 ncı maddesi gereğince uygun görülmüştür.
2 – Bu Kararı Adalet Bakanı yürütür.
4/8/2010
Abdullah GÜL
CUMHURBAŞKANI
Recep Tayyip ERDOĞAN
Sadullah ERGİN
Başbakan
Adalet Bakanı
[R.G. 5 Ağustos 2010 – 27663]
—— • ——
Yönetmelikler
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından:
YABANCILARIN ÇALIŞMA İZİNLERİ HAKKINDA KANUNUN
UYGULAMA YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK
YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK
MADDE 1 – 29/8/2003 tarihli ve 25214 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yabancıların
Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin 5 inci maddesinin birinci fıkrası
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Kanun kapsamında Bakanlığa yapılacak başvuruların elektronik ortamda yapılması ve kağıt
ortamında imzalanarak Yönetmelik ekinde belirlenen diğer belgelerle birlikte başvuruyu takip eden
altı işgünü içerisinde şahsen veya posta ile Bakanlığa ulaştırılması gerekmektedir.”
MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer
alan “doksan” ibaresi “otuz” olarak değiştirilmiştir.
MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 11 inci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer
alan “doksan” ibaresi “otuz” olarak değiştirilmiştir.
MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 30 uncu maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 33 üncü maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 38 inci maddesinin son cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin EK-2’sinin “B-Yabancı Personel İstihdam Edecek
Kurum/Kuruluşta İstenilen Belgeler” bölümünün ikinci satırında yer alan “Doğrudan Yabancı
Yatırımlar Kanunu kapsamında yapılacak başvurular için” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 8 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 9 – Bu Yönetmelik hükümlerini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı yürütür.
[R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658]
—— • ——
Sağlık Bakanlığından:
UÇUCU MADDELERİN ZARARLARINDAN İNSAN SAĞLIĞININ
KORUNMASI HAKKINDA YÖNETMELİK
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar
Amaç
MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı, kişilerde bağımlılık yapabilen uçucu madde içeren
ürünlerin kontrolünü sağlamak, özellikle çocukların erişimini ve kullanımını önleyerek onları ve
toplumu bu maddelerin zararlı etkilerinden korumaktır.
Kapsam
MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik; kırtasiye malzemesi, boya incelticisi gibi maddeler ile
yapıştırıcı olarak kullanılan ve uçucu madde ihtiva eden Ek–1 deki ürünleri ve bu ürünlerin üretimi,
ithalatı, satışı, denetimi, depolanmaları ve kullanım alanlarıyla ilgili hususları kapsar.
Dayanak
MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelik, 7/5/2009 tarihli ve 5898 sayılı Uçucu Maddelerin
Zararlarından İnsan Sağlığının Korunmasına Dair Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b)
bendine istinaden hazırlanmıştır.
Tanımlar
MADDE 4 – (1) Bu Yönetmelikte geçen;
a) Bağımlılık: Bir maddenin belirgin bir etkiyi elde etmek için alınması sürecinde ortaya çıkan
bedensel, ruhsal ya da sosyal sorunlara rağmen madde alımının devam etmesi; bırakma isteğine
rağmen bırakılamaması, aynı etkiyi elde edebilmek için giderek madde miktarının artırılması ve
maddeyi alma isteğinin durdurulamaması durumunu,
b) Bakanlık: Sağlık Bakanlığını,
c) Bilimsel Kurul: Çalışanların maruz kalacakları uçucu madde miktarları ve maruz kalma
sürelerini belirlemek, eğitim öğretim faaliyetlerinde kullanılmak üzere üretilmek veya ithal edilmek
istenen, hoş olmayan koku ihtiva eden ürünlerin üretim veya ithal izni müracaatlarında görüş
vermek ve uçucu maddelerin zararlarından insan sağlığının korunması, sağlık etkileri ve riskleri
hususunda Bakanlıkça yürütülen çalışmalarda bilimsel danışmanlık yapmak üzere Bakanlıkça
oluşturulacak bilimsel danışma kurulunu,
ç) Müdürlük: İl Sağlık Müdürlüğünü,
d) Çocuk: 18 yaşından küçükleri,
e) İlgili Bakanlıklar: Devlet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığını,
f) İşyeri: Bu Yönetmelik kapsamında yer alan ürünlerin üretildiği veya bu ürünlerin ara ürün
olarak üretimde kullanıldığı işletmeleri,
g) Ürün: Solumak, koklamak, içmek veya başka bir şekilde kullanıldığında kişilerde
bağımlılık yapabilen kırtasiye malzemesi, boya incelticisi gibi maddeler ile yapıştırıcı olarak
kullanılan ve uçucu madde ihtiva eden ürünleri,
ğ) Uçucu Madde: Kırtasiye malzemesi, boya incelticisi gibi maddeler ile yapıştırıcı olarak
kullanılan maddelerin bileşiminde bulunan ve buharlaşabilen, toluen, xylol, aseton, benzen,
trikloretan, perkloretilen, trikloretilen,1,2 diklorpropan, halojenli hidrokarbonlar ve benzeri
bileşikler ile bunların türevlerini,
ifade eder.
İKİNCİ BÖLÜM
Genel İlkeler
İşyerlerinde alınacak tedbirler
MADDE 5 – (1) İşyerlerinde uçucu maddelerden kaynaklanan sağlık riskini önlemek ve
asgariye indirmek üzere;
a) İşyerlerinde çocukların çalıştırılması yasaktır. Bu işyerlerinde Ek-3’de belirtilen niteliklere
uygun uyarı levhası asılır.
b) İşyerlerinde kısmî veya genel havalandırma sistemi bulunması, havalandırmanın halk
sağlığı ve çevreye zarar vermeyecek şekilde yapılması, kapı, pencere vb. açıklıklardan atmosfere
kontrolsüz çıkışın önlenmesi zorunludur. Havalandırma sistemi, hava emisyonlarına ilişkin mevzuat
usul ve esaslarına uygun olmak zorundadır.
c) Çalışanların maruz kalacakları madde miktarları ve maruz kalma süreleri hususunda iş
sağlığı ve güvenliği mevzuatı hükümlerine uyulur. Bu mevzuatta yer almayan uçucu maddeler için
çalışanların maruz kalacakları madde miktarları ve maruz kalma süreleri ise Bilimsel Kurul
tarafından belirlenir ve ilan edilir. Bu hususlar çalışma sürelerinin tespitinde esas alınır.
ç) Ürünlerin atık ve artıklarının en uygun şekilde işlenmesi, kullanılması, taşınması ve
depolanması için 14/3/2005 tarihli ve 25755 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliğine göre gerekli düzenlemeler yapılır.
d) Çalışanlara uygun ve yeterli yıkanma yeri, tuvalet ve temizlik malzemesi sağlanır ve
koruyucu amaçlı maske, eldiven ile ayrı bir iş kıyafeti verilir.
(2) Bu önlemler, çalışanlara maddi yük getirmeden, işyeri sahip ve işletenlerince yerine
getirilir.
(3) Bu maddede yer alan hususların yerine getirilmesi, işverenin işyerinin tabi olduğu iş
sağlığı ve güvenliği mevzuatından doğan yükümlülüklerini ortadan kaldırmaz.
Çalışanların eğitimi ve bilgilendirilmesi
MADDE 6 – (1) İşyeri sahip ve işletenlerince, çalışanların yılda en az bir kez olmak üzere
konuyla ilgili yeterli ve uygun eğitimi almaları sağlanır. Bu eğitim işyeri hekimi bulunan yerlerde
işyeri hekimlerince, diğer işyerlerinde ise koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında toplum sağlığı
merkezlerince verilir.
(2) Eğitim programı Ek-2’deki konulardan oluşur. Eğitim müfredatı ayrıca Bakanlıkça
yayımlanır.
(3) Bu maddede belirtilen eğitim ve bilgilendirme faaliyetleri 4857 sayılı İş Kanunu ve alt
düzenlemelerinde yer alan eğitim ve bilgilendirme faaliyetleri yerine geçmez.
Etiketleme ile ilgili düzenlemeler
MADDE 7 – (1) Ürünlerin dış ambalajlarına ve varsa iç ambalajlarına toplam alanın yüzde
otuzundan az olmayacak şekilde “Dikkat! Sağlığa Zararlıdır. Çocuklara Satılamaz, Verilemez”
ibaresi konur. Bu uyarı yazısına resim ve şekil de eklenebilir. Eklenecek resim ve şekiller
Bakanlıkça onaylanır.
(2) Ürünlerin etiketlerinde tüketicileri yanıltacak veya kayıtsızlığa düşürecek yazı ve resimlere
yer verilemez.
(3) Yukarıdaki düzenlemelerin yapılması üretici ve/veya ithalatçının sorumluluğunda olup
ürünün tabi olduğu diğer mevzuat gereği yapılması zorunlu düzenlemeleri ortadan kaldırmaz.
Kullanım alanları ve kısıtlamalar
MADDE 8 – (1) Su bazlı yapıştırıcılar haricindeki ürünlerin eğitim ve öğretim faaliyetlerinde
kullanılması yasaktır.
(2) Yükseköğretim kurumları ile mesleki eğitim ve iş eğitimi yapan kurumların, eğitim gereği
kullandıkları ürünlerin hoş olmayan koku ihtiva etmeleri zorunludur.
(3) Eğitim öğretim faaliyetlerinde kullanılmak üzere hoş olmayan koku ihtiva eden ürünleri
üretmek veya ithal etmek isteyen firmalar üretim izni veya ithal izni veren kuruma müracaat ederler.
Bu kurumun Bakanlığa müracaatı üzerine, Bilimsel Kurul tarafından yapılacak değerlendirme
sonrasında söz konusu ürünün üretimi hususunda ilgili kuruma görüş verilir.
(4) Eğitim öğretim faaliyetlerinde hoş olmayan koku ilave edilmiş ürünlerin kullanılabilmesi
için kullanım alanında kısmî veya genel havalandırma sistemi bulunması zorunludur.
Satış ve denetimle ilgili düzenlemeler
MADDE 9 – (1) Ürünler ortamın havasından etkilenmeyecek şekilde kapalı ambalajlarda
piyasaya arz edilir ve satış yerlerinde yeterli havalandırma sağlanır.
(2) Ürünlerin hangi amaçla olursa olsun çocuklara satışı yasaktır. Eğitim ve öğretim
faaliyetleri için yapılan alımlar gibi çocuklar tarafından kullanılabilme ihtimalinin varlığı halinde bu
ürünler yetişkinlere de satılamaz, verilemez. Müşterileri bu konuda bilgilendirmek zorunludur.
(3) Ürünlerin satışının yapıldığı işyerlerinde Ek–4’de belirtilen niteliklere uygun uyarı levhası
asılır.
(4) İşyerleri, satış yerleri ve bu ürünlerin eğitim öğretim faaliyetlerinde kullanıldığı yerler bu
Yönetmelik hükümlerine uygunluk açısından Müdürlüklerce denetlenir. Denetleme faaliyetleri ilgili
Bakanlıkların il teşkilatları ile müştereken yapılabilir.
(5) Bu Yönetmelikte yer alan hususlar diğer kurumların meri mevzuatta yer alan denetim
görev ve yetkisi dâhilindeki uygulamalardan doğan yükümlülükleri ortadan kaldırmaz.
Önleme, tedavi ve rehabilitasyon
MADDE 10 – (1) Uçucu maddelerin ve ürünlerin yarattığı sağlık riskleri konusunda toplumu
bilinçlendirmek üzere Bakanlıkça önleme çalışmaları yapılır.
(2) Bu alanda kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamak teşhis, tedavi ve
rehabilite edici sağlık hizmetleri aile hekimlerince, topluma yönelik okul sağlığı hizmetleri ile diğer
koruyucu sağlık hizmetleri toplum sağlığı merkezlerince verilir.
(3) Uçucu madde bağımlılarının ikinci basamak tedavi ve rehabilitasyonları, bünyesinde ruh
sağlığı ve hastalıkları uzmanı ile psikolog bulunan devlet hastanelerinde sağlanır. İleri tetkik ve
tedavi ise, 16/2/2004 tarihli ve 25375 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Madde
Bağımlılığı Tedavi Merkezleri Yönetmeliği hükümlerine göre hizmet veren madde bağımlılığı
tedavi merkezlerinde yapılır.
Müeyyideler
MADDE 11 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerine uyulmaması durumunda 5898 sayılı Uçucu
Maddelerin Zararlarından İnsan Sağlığının Korunmasına Dair Kanun hükümleri uyarınca cezai
işlem yapılır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Son Hükümler
Yürürlük
MADDE 12 – (1) Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE 13 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Sağlık Bakanı yürütür.
Ek–1: Bu Yönetmelik Kapsamında Uçucu Madde İhtiva Edebilen Ürünler
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
Tiner ve boya incelticileri
Su bazlı olmayan yapıştırıcılar
Solventler
Cila ve boya çıkarıcıları
Maket yapıştırıcıları
Lastik tutkalları
Sprey boyalar
Yazı düzeltici sıvılar
Cila ve vernikler
Ayakkabı boyaları
Kokulu silgiler
İşaretleyici kalemler
Resim boyaları
Kokulu defterler
Oyun hamurları
Uçan balonlar
Uçucu madde ihtiva eden diğer kırtasiye malzemeleri
Uçucu madde ihtiva eden diğer yapıştırıcılar ve teknik eğitim malzemeleri
Ek–2: İşyerlerinde verilecek “Uçucu Maddelerin Zararlarından İnsan Sağlığının
Korunması Eğitimi” konu başlıkları
a) Uçucu maddeler ile uçucu maddelerin sağlık üzerine etkileri ve bağımlılık riski,
b) Bu maddelerle çalışma esnasında ortaya çıkacak mesleki risklerden korunmak amacıyla
alınması gerekli önlemler,
c) Genel sağlık bilgisi kuralları,
ç) Kişisel koruyucu donanımlar ve kullanımları,
d) Kazaların önlenmesi ve kaza halinde kurtarma çalışmaları da dâhil yapılması gereken
işler,
e) Acil yardım teknikleri,
f) Parlama, patlama ve alevlenme gibi yangın ile ilgili konular.
Ek–3: Üretim Yerlerinde Kullanılacak Uyarı Levhalarının Özellikleri (ÖRNEK 1):
a) Uyarı, asgari A4 boyutunda, beyaz zeminli, yasal uyarı yazısı sürekli ve kalıcı olmak
kaydıyla kâğıt veya süreklilik arz eden uygun bir materyal üzerinde yer alır.
b) Köşeleri oval kırmızı renkli çerçeve ile çerçevelenir,
c) Baskı yapılan alanın üstte kalan yüzde yirmibeşlik kısmında; siyah renkli “18” ibaresi ile bu
ibarenin altında büyük harflerle yazılmış “YAŞ ALTI” ibaresinin, ortasından soldan sağa doğru
çapraz şekilde bir kırmızı çubuk geçen kırmızı renkli bir daire içerisinde kapalı bulunduğu grafikten
oluşan onsekiz yaş altı yasak sembolünü içerir,
ç) En az iki santimetre büyüklüğünde, altı çizili, kırmızı renkli büyük harflerle yazılan YASAL
UYARI” ibaresi ile siyah renkli büyük harflerle yazılan “5898 SAYILI KANUN HÜKÜMLERİNE
GÖRE BU İŞYERİNDE 18 YAŞINDAN KÜÇÜKLER ÇALIŞTIRILAMAZ” ibaresini içerir.
d) Yazılar, italik olmayan ve Haettenschweiler yazı karakteri kullanılarak Türkçe olarak yazılır
ve yukarıda belirtilenlerin dışında başkaca işaret ve ibare içermez,
e) Kırmızı renk kullanılması gereken yerlerde bayrak kırmızı kullanılır.
Ek–4: Satış Yerlerinde Kullanılacak Uyarı Levhalarının Özellikleri (ÖRNEK 2):
a) Uyarı, asgari A4 boyutunda, beyaz zeminde, yasal uyarı yazısı sürekli ve kalıcı olmak
kaydıyla kâğıt veya süreklilik arz eden uygun bir materyal üzerinde yer alır.
b) Köşeleri oval kırmızı renkli çerçeve ile çerçevelenir.
c) Baskı yapılan alanın üstte kalan yüzde yirmibeşlik kısmında; siyah renkli “18” ibaresi ile bu
ibarenin altında büyük harflerle yazılmış “YAŞ ALTI” ibaresinin, ortasından soldan sağa doğru
çapraz şekilde bir kırmızı çubuk geçen kırmızı renkli bir daire içerisinde kapalı bulunduğu grafikten
oluşan onsekiz yaş altı yasak sembolünü içerir.
ç) En az iki santimetre büyüklüğünde, altı çizili kırmızı renkli büyük harflerle yazılan “YASAL
UYARI” ibaresi ile siyah renkli büyük harflerle yazılan “5898 SAYILI KANUN HÜKÜMLERİNE
GÖRE UÇUCU MADDE İÇEREN ÜRÜNLERİN 18 YAŞINDAN KÜÇÜKLERE SATIŞI
YASAKTIR SATANLAR HAKKINDA YASAL İŞLEM YAPILIR" ibaresini içerir.
d) Yazılar, italik olmayan ve Haettenschweiler yazı karakteri kullanılarak Türkçe olarak yazılır
ve yukarıda belirtilenlerin dışında başkaca işaret ve ibare içermez.
e) Kırmızı renk kullanılması gereken yerlerde bayrak kırmızı kullanılır.
ÖRNEK 1: İŞYERİ UYARI LEVHASI
YASAL UYARI
5898 SAYILI KANUN
HÜKÜMLERİNE GÖRE
BU İŞYERİNDE
18 YAŞINDAN KÜÇÜKLER
ÇALIŞTIRILAMAZ
ÖRNEK 2: SATIŞ YERİ UYARI LEVHASI
YASAL UYARI
5898 SAYILI KANUN HÜKÜMLERİNE
GÖRE UÇUCU MADDE İÇEREN
ÜRÜNLERİN 18 YAŞINDAN KÜÇÜKLERE
SATIŞI YASAKTIR
SATANLAR HAKKINDA YASAL İŞLEM
YAPILIR
[R.G. 5 Ağustos 2010 – 27663]
—— • ——
Türkiye Atom Enerjisi Kurumundan:
NÜKLEER YAKIT ÇEVRİMİ TESİSLERİNİN GÜVENLİĞİ İÇİN
ÖZEL İLKELER YÖNETMELİĞİ
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar
Amaç
MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı, nükleer yakıt çevrimi tesislerinde Kurum tarafından
belirlenen nükleer güvenlik hedeflerine ulaşılabilmesi için yetkilendirilen kişi tarafından uyulması
gereken özel güvenlik ilkelerini belirlemektir.
Kapsam
MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik, cevher çıkarma, nükleer reaktörler ve nihai depolama
tesisleri hariç olmak kaydıyla, nükleer yakıtlara ilişkin olarak cevher işleme, saflaştırma,
dönüştürme, zenginleştirme, yakıt fabrikasyonu, kullanılmış yakıt depolama, yeniden işleme, atık
işleme ve geçici depolama faaliyetlerinin gerçekleştirildiği tesisler ile bu tesislerde saha, tasarım,
inşa, işletmeye alma, işletme ve işletmeden çıkarma aşamalarındaki etkinlikleri kapsar.
Dayanak
MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelik 13/7/1982 tarihli ve 2690 sayılı Türkiye Atom Enerjisi
Kurumu Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (e) bendine dayanılarak hazırlanmıştır.
Tanımlar
MADDE 4 – (1) Bu Yönetmelikte geçen;
a) Beklenen işletme olayları: Tesisin ömrü boyunca bir ya da daha fazla kez meydana gelmesi
beklenen ve gerçekleştiğinde tesise veya güvenlik sistemlerine bir zarar vermesi veya kaza
koşullarına yol açması mühendislik sistemleri ile tasarım aşamasında engellenen normal işletmeden
sapmaları,
b) Çift-olasılık: Bir kritiklik kazası olasılığı ortaya çıkmadan önce işletme şartlarında düşük
olasılıklı, bağımsız ve aynı zaman dilimine denk gelen en az iki değişikliğin meydana gelmesini,
c) Farklılık: Belirli bir işlevi yerine getirmek üzere, ortak nedenli arıza olasılığını azaltmak
amacıyla farklı özellikleri kullanan iki ya da daha fazla sayıda yedekli sistem veya bileşenlerin
varlığını,
ç) Fiziksel ayrılık: Ortak nedenli arıza olasılığını azaltmak amacıyla, aynı işlevi gören
sistemlerin konum, yön gibi mekansal yöntemlerle, uygun bariyerlerle veya bunların kombinasyonu
bir sistemle birbirlerinden ayrı olmasını,
d) Güvenli-arıza: Tesiste kullanılan sistem veya bileşenlerin, arızalanmaları durumunda tesis
güvenliği açısından daha kötü bir duruma geçilmesini engelleyecek şekilde tasarımlanmasını,
e) İşletici personel: Tesisin işletiminde doğrudan görev alan yetkili personeli,
f) İşletme koşulları: Normal işletme ile beklenen işletme olaylarını kapsayan durumları,
g) İşletme sınır ve koşulları: Halkın ve çalışanların sağlık ve güvenliği ile çevreyi korumayı
garanti altına alan, tesisin güvenli işletiminin bütünsel bir çerçevesini çizen ve işletme lisansı ile
verilen yetkilerin sınırlarını belirleyen tüm sınır ve koşulları,
ğ) Kaza koşulları: Beklenen işletme olaylarının ötesinde, tasarımda kapsanan ve tasarım ötesi
kazaları da kapsayan normal işletme koşullarından tüm sapmaları,
h) Kontaminasyon: İnsan vücudu da dahil olmak üzere herhangi bir yer veya maddenin
yüzeyinde veya içinde istenmeyen ya da zararlı olabilen radyoaktif veya kimyasal madde birikimini,
ı) Kurum: Türkiye Atom Enerjisi Kurumunu,
i) Mühendislik güvenlik özellikleri: Nükleer tesislerde beklenen işletme olayları ve kaza
koşullarının olası sonuçlarını hafifletmek amacıyla tasarımlanmış otomatik olarak tetiklenen özel
sistem veya özelliklerini,
j) Normal işletme: İşletme için sınır koşullar ihlal edilmeksizin bir nükleer tesisin
işletilmesini,
k) Ortak nedenli arıza: Birden fazla yapı, sistem ve bileşenin tek bir olay veya nedenle
arızalanması,
l) Öngörülen başlatıcı olaylar: Beklenen işletme olayları veya kaza koşullarına yol açabilecek
tasarımda göz önünde bulundurulan olayları,
m) Tasarıma esas kazalar: Tesisin tasarımı sırasında güvenlik sistemlerinin sınırlarını
belirleyen kazaları,
n) Tasarımda kapsanan kazalar: Radyoaktif madde salınması uygun tasarım özellikleri
sayesinde kabul edilebilir düzeyde tutulan normal işletme koşullarından sapmalar sonucu meydana
gelen ve tasarıma esas kazaları kapsayan kazaları,
o) Tasarım ötesi kazalar: Tasarımda kapsanan kazalardan daha ciddi kaza koşullarını,
ö) Tesis: Cevher çıkarma, nükleer reaktörler ve nihai depolama tesisleri hariç olmak kaydıyla,
nükleer yakıtlara ilişkin olarak cevher işleme, saflaştırma, dönüştürme, zenginleştirme, yakıt
fabrikasyonu, kullanılmış yakıt depolama, yeniden işleme, atık işleme ve geçici depolama
faaliyetlerinin gerçekleştirildiği tesisleri,
p) Test edilebilirlik: Yapı, sistem ve bileşenlerin güvenlik fonksiyonlarının denetlenip, test
edilmelerine olanak verecek şekilde tasarımlanması ve yerleştirilmesi ilkesini,
r) Yedeklilik: Sistem ve bileşenlerin işlevlerinin her koşulda yerine getirildiğinin güvence
altına alınmasını sağlamak amacıyla aynı işlevi gören aynı ya da farklı nitelikte yedek sistem veya
bileşenlerin bulunmasını,
s) Yetkilendirilen kişi: Tesise ilişkin yetki gerektiren herhangi bir faaliyeti yerine getirmek
üzere prosedürler uyarınca Kurum tarafından yetkilendirilmiş gerçek veya tüzel kişiyi,
tanımlar.
İKİNCİ BÖLÜM
Saha
Tesisi etkileyebilecek dış olaylar
MADDE 5 – (1) Tesis sahası ve çevresi, tesisin güvenliğini etkileyebilecek doğal veya insan
kaynaklı bütün dış olaylar açısından ayrıntılı olarak incelenir. Sahanın, tesisin güvenliğini
etkileyebilecek dış olaylara karşı yeterli güvenlik önlemlerinin alınabilmesi için uygun olduğu ve
Kurum tarafından belirlenen kriterleri sağladığı belgelerle gösterilir.
Tesisin radyolojik ve kimyasal etkileri
MADDE 6 – (1) Tesis sahası normal işletme ve kaza koşullarında birey, toplum ve çevre
üzerindeki radyolojik ve kimyasal etkileri açısından incelenir. Radyoaktif ve kimyasal maddelerin
hava, gıda zinciri ve su kaynakları gibi olası yollarla insana taşınmasını etkileyebilecek saha
özellikleri dikkate alınır. Olası radyolojik etkilerin Kurum tarafından belirlenmiş olan limitlerin
altında olduğu belgelerle gösterilir.
(2) Tesis sahası radyoaktif ve kimyasal maddeler ile bunların atıklarının, depolanması ve
taşınmasına uygunluğu yönünden değerlendirilir.
Acil durum planlarının uygulanabilirliği
MADDE 7 – (1) Saha değerlendirmesinde halk sağlığını ve çevreyi tehdit edebilecek kazalara
karşı hazırlanacak olan acil durum planlarının uygulanabilir olduğu belgelerle gösterilir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Tasarımda Genel Güvenlik Esasları
Tasarım için genel esaslar
MADDE 8 – (1) Tesis, normal işletme, beklenen işletme olayları ve kaza koşullarında
güvenlik hedeflerinden sapmayacak şekilde tasarımlanır.
(2) Tesiste yer alan yapı, sistem ve bileşenler fonksiyonları ve güvenlik açısından önemlerine
göre sınıflandırılarak ilgili standartlara uygun olarak tasarımlanır. Normal işletme ve beklenen
işletme olayları sırasında güvenlik açısından önemli yapı, sistem ve bileşenlere bir zarar gelmemesi
tasarımda garanti altına alınır. Kazaların önlenmesi ve kaza koşullarında sonuçlarının hafifletilmesi
için güvenlik sistemleri tasarımlanır.
(3) Tesisin tasarım ve güvenliği, yalnızca tesisin kendisini değil, aynı zamanda güvenliğini
etkileyebilecek diğer tesislerle etkileşimini de dikkate alır.
Tasarım kriterleri
MADDE 9 – (1) Her bir işletme koşulu ve tasarımda kapsanan kaza durumu için ilgili tüm
parametrelerin tasarım kriterleri güvenlik paylarını da içerecek şekilde belirlenir. Yapı, sistem ve
bileşenler için tasarım kriterleri, ulusal ve uluslararası kod ve standartlar ve mühendislik güvenlik
özellikleri göz önüne alınarak belirlenir.
Kod ve standartlar
MADDE 10 – (1) Tesis tasarımında yapı, sistem ve bileşenlere uygulanacak kod ve
standartlar belirlenir ve kullanımları doğrulanır. Aynı sistemin farklı durumları için farklı kod ve
standartlar kullanılması durumunda bu kod ve standartlar arasında bir uyum ve tutarlılık olduğu
gösterilir.
Kullanılabilirlik ve güvenilirlik
MADDE 11 – (1) Tesiste yer alan yapı, sistem ve bileşenler işletme ve kaza koşullarında
kullanılabilirliği ve güvenilirliği sağlamak amacıyla yedeklilik, fiziksel ayrılık, farklılık, çiftolasılık, güvenli –arıza ve test edilebilirlik gibi ilkelere uygun olarak tasarımlanır.
Ergonomi ve insan faktörü
MADDE 12 – (1) Tesis, insan faktörü ve insan –makine etkileşimi dikkate alınarak
tasarımlanır. Normal işletme, beklenen işletme olayları ve kaza koşullarında işletme personelinin
yükünü azaltmak ve insan hatalarını en aza indirmek amacıyla, tasarımda otomatik sistemlere
mümkün olduğu kadar yer verilir.
(2) Kontrol odasının ve panellerinin tasarımında ergonomi ilkeleri dikkate alınır, insan
hatalarını en aza indirmek üzere işletme personelinin bilgiyi algılaması ve gerekli önlemleri alması
için uygun koşullar sağlanır. Güvenlik için önemli parametrelerin izlenmesini sağlayan
göstergelerdeki değişikliklerin erken fark edilebilmesi için görsel ve işitsel alarm sistemleri
tasarımda yer alır.
Malzeme seçimi ve yaşlanma
MADDE 13 – (1) Tasarımda, işletme koşulları ve kaza koşullarında malzemenin maruz
kalabileceği radyolojik, kimyasal ve fiziksel etkiler göz önüne alınır. Malzemenin tesisteki kullanım
ömrü sonunda sahip olacağı özellikler dikkate alınarak tasarımda güvenlik payları bırakılır.
(2) Malzeme özelliklerinin bilinmediği durumlarda, uygun malzeme gözetim programı
uygulanır. Bu programdan elde edilen sonuçlar, belirli aralıklarla tasarımın yeterliliğinin gözden
geçirilmesinde kullanılır.
Bakım, onarım, denetim ve testler
MADDE 14 – (1) Yapı, sistem ve bileşenler, tesisin işletmede bulunduğu süre içinde bakım,
onarım, denetim ve testlerin yapılmasını kolaylaştıracak şekilde tasarımlanır.
(2) Yapı sistem ve bileşenlerin yerleşimi ve tasarımı bakım, onarım, test ve denetimler
sırasında maruz kalınabilecek radyasyon dozunun en aza indirilmesini sağlayacak şekilde
gerçekleştirilir.
Bilgisayar tabanlı sistemlerin yapı, sistem ve bileşen olarak kullanımı
MADDE 15 – (1) Bilgisayar tabanlı bir sistem; yapı, sistem ve bileşen olarak kullanılıyor
veya yapı, sistem ve bileşenlerin bir parçasını oluşturuyor ise sistemin ömrü boyunca, bilgisayar
donanım ve yazılımların geliştirilmesi ve testleri için uygun standart ve yöntemler saptanır ve
uygulanır. Bütün geliştirme süreci, uygun kalite yönetimi programı çerçevesinde gerçekleşir.
Kaza durumları
MADDE 16 – (1) Yapı, sistem ve bileşenler işletme koşulları ve tasarımda kapsanan kaza
koşullarında ortaya çıkan aşırı çevresel koşullara dayanabilecek ve işlevini sürdürebilecek şekilde
tasarımlanır.
(2) Tesis için acil durdurma sistemi gerekli ise prosesler arasındaki etkileşim dikkate alınır.
Prosesi hemen durdurmanın pratik olarak mümkün olmadığı durumda tesis güvenli ve kararlı
işletme durumuna ulaşacak şekilde tasarımlanır.
(3) Tasarım ve proses kontrol düzenlemeleri tesiste sürdürülen işlemleri güvenli ve kararlı
duruma getirecek şekilde yapılır.
(4) Tesisin tasarımında kaza başlatabilecek tüm olaylar dikkate alınarak, öngörülen başlatıcı
olaylar insan hatalarını da içerecek şekilde kapsamlı olarak tanımlanır.
(5) Tesiste yer alan güvenlik sistemleri gerektiğinde otomatik olarak devreye girecek şekilde
tasarımlanır.
(6) Bazı durumlarda kaza koşullarını takiben tesisi güvenli ve kararlı duruma getirmek için
işletici personel müdahalesine ihtiyaç duyulabilir. İşletici personel müdahalesi, ancak müdahale için
yeterince zaman olduğu, bilginin doğru olarak işletici personele ulaştırılabildiği, teşhisin kolay ve
net bir şekilde yapılabildiği ve işletici personelden talep edilen işyükünün aşırı olmadığı gösterildiği
takdirde güvenilir kabul edilebilir. Bu koşullardan herhangi birinin karşılanmadığı durumda
güvenlik sistemleri tesisi güvenli duruma ulaştıracak şekilde tasarımlanır.
(7) Tasarım kaza koşullarında tesisi durdurabilecek, kararlı durumda tutabilecek, kaza
sürecinde gerekli tüm parametrelerin izlenebilmesini sağlayacak önlemleri içerir ve eğer gerekiyorsa
uzaktan izleme ve durdurma olanağı sağlanır.
(8) Yapı, sistem ve bileşenler; elektrik, ısıtma-soğutma sistemleri, sıkıştırılmış hava gibi
destek sistemlerinin kaybı durumunda, güvenlik fonksiyonlarını yerine getirebilecek şekilde, bunun
sağlanamadığı durumlarda ise güvenli-arıza durumuna geçebilecek şekilde tasarımlanır.
Acil durum planlaması
MADDE 17 – (1) Tasarımda, tesiste olabilecek potansiyel tehlikelere karşı, güvenilir acil
durum aydınlatmalarına sahip kolay kaçış yolları, güvenilir iletişim yöntemleri, radyasyon ve zararlı
kimyasalların izlenmesi amacıyla teçhizatların yerleştirilmesi gibi acil durum planlamasına yönelik
önlemler dikkate alınır. Gerektiğinde acil durumlarda tesise müdahale etmek üzere ayrı bir acil
durum merkezi tasarımlanır.
Radyoaktif atık yönetimi
MADDE 18 – (1) Tesis tasarımında, işletme sırasında ortaya çıkabilecek radyoaktif atık
miktarı Kurum tarafından belirlenen sınırların altında, mümkün ve makul olan en düşük düzeyde
tutulması amacıyla gereken önlemler alınır. Radyoaktif atıkların güvenli bir şekilde toplanması,
işlenmesi, taşınması, depolanması ve bertaraf edilmesi gibi işlemleri sağlayan sistemlere tasarımda
yer verilir.
Gaz ve sıvı salımı
MADDE 19 – (1) Çevreye radyoaktif gaz ve sıvı salımı durumunda maruz kalınan
radyasyonun Kurum tarafından belirlenen sınırların altında ve mümkün ve makul olan en düşük
düzeyde tutulması ve izlenmesi için gerekli olan özellikler tasarımda dikkate alınır.
İşletmeden çıkarma
MADDE 20 – (1) Tesisin tasarımında, işletmeden çıkarma işlemini kolaylaştırmak,
işletmeden çıkarma işlemi sırasında çalışanlar ve toplumun maruz kalacağı radyasyonu mümkün ve
makul olan en düşük seviyede tutmak, çevre için uygun korumayı sağlamak ve ortaya çıkan
radyoaktif atığı en aza indirmek ve depolamak için gerekli önlemler dikkate alınır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Radyolojik Tehlikelere Karşı Tasarımda Güvenlik Esasları
Kontaminasyon kontrolü ve iç ışınlama
MADDE 21 – (1) Tasarımda işletme ve kaza koşullarında çalışanların, toplumun ve çevrenin
zararlı maddelerin salımından korunmasına yönelik önlemlere yer verilir.
(2) Radyoaktif maddelerin hapsedilmesi ve kaçak tespitine yönelik olarak kontaminasyon
kontrolu için gerekli önlemler dikkate alınır.
(3) Tasarımda kontamine olabilecek alanlar öngörülen yüzey ve atmosferik kontaminasyon
seviyelerine göre sınıflandırılır ve bu sınıflandırmaya göre donatılır. Tasarımda atmosferik
kontaminasyon için izleme ve uygun alarm sistemleri yer alır.
Dış ışınlama
MADDE 22 – (1) İyonlaştırıcı radyasyondan korunmak amacıyla uygun zırhlama ve uzaktan
kumandalı ekipmanlar gibi mühendislik yöntemleri tasarımda yer alır.
(2) Tasarımda normal ışınlamanın büyüklüğü, potansiyel ışınlama büyüklük ve olasılığı,
güvenlik prosedürleri ve gerekli korumanın kapsamı dikkate alınarak alanlar sınıflandırılır.
(3) Gerektiğinde çalışanların tahliyesini sağlamak amacıyla iyonlaştırıcı radyasyon
seviyesinin izlenmesi ve olağandışı durumların algılanması için uyarıcı sistemlere tasarımda yer
verilir.
Kritiklik
MADDE 23 – (1) Bölünebilir maddelerle ilgili bütün işlemler kritiklik kazasını önleyecek
şekilde ve çift-olasılık ilkesi dikkate alınarak tasarımlanır.
(2) Kritiklik değerlendirmesi ve hesaplaması tutucu varsayımlar kullanılarak yapılır.
(3) Gerektiğinde çalışanların tahliyesini sağlamak amacıyla kritiklik algılama ve alarm
sistemlerine tasarımda yer verilir.
Radyoaktif bozunum ısısı ve radyoliz
MADDE 24 – (1) Radyoaktif bozunum ısısı ve radyolizin etkilerine karşı önlemler tesisin
tasarımında dikkate alınır.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Radyolojik Olmayan Tehlikelere Karşı Tasarımda Güvenlik Esasları
Radyolojik olmayan tehlikelere karşı güvenlik
MADDE 25 – (1) Kimyasal, zehirli, yanıcı ve patlayıcı maddelerin, nükleer güvenliğe
olumsuz etkilerini önleyebilmek amacıyla, proseslerde kullanılacak tehlikeli maddelerin güvenli
depolanması, prosesin başlangıç şartları ve/veya bunların kimyasal ve zehirli madde salımı,
yangınlara veya patlamalara neden olan değişimleri, kimyasal ve zehirli maddelerin algılanması ve
uyarı sistemleri, personelin kimyasal ve zehirli maddelere maruz kalmasını önleyen korunma
ekipmanları gibi önlemler tasarımda yer alır.
ALTINCI BÖLÜM
İnşa ve İşletmeye Alma
İnşa
MADDE 26 – (1) Tesisinin inşası başlamadan önce, tesisin tasarımında temel güvenlik
gereksinimlerinin yeterli düzeyde sağlandığı gösterilir.
(2) Tesisin tasarıma uygun inşa edilmesini sağlamak üzere görev, yetki ve sorumlulukların net
bir şekilde tanımlandığı inşaat organizasyonu oluşturulur.
(3) Tasarımda yer alan tüm yapı, sistem ve bileşenler kanıtlanmış ve kabul görmüş teknik
yöntem ve prosedürler kullanılarak güvenlik sınıflarına uygun kalitede inşa edilir.
(4) İnşa sırasında tesis tasarımında güvenliğe ilişkin değişiklik yapılması gerektiğinde
Kurumun belirlediği prosedürler çerçevesinde onay alınır.
İşletmeye alma programı
MADDE 27 – (1) Tesisin güvenlikle ilgili elemanlarının tasarıma uygun şekilde inşa
edildiğini ve amacına uygun şekilde çalıştığını göstermek ve yetersizliklerin belirlenip giderilmesini
sağlamak için bir işletmeye alma programı oluşturulur.
(2) İşletmeye alma programında, uygunluk değerlendirmeleri, gözden geçirme ve
değerlendirmeler yolu ile testlerin planlandığı şekilde tamamlandığı gösterilir.
Organizasyon ve sorumluluk
MADDE 28 – (1) Yetkilendirilen kişi, işletmeye alma öncesinde işletme organizasyonu
oluşturur ve bu organizasyon inşaat organizasyonu ile birlikte işletmeye alma programının
hazırlanması ve uygulanmasında fiilen yer alır.
(2) İşletmeye alma aşamasında işletme organizasyonunda görev alan kişilerin görev, yetki ve
sorumluluk dağılımının açık ve net olması sağlanır. İşletici personelin işletmeye alma sırasında
tesise özel eğitimleri almaları sağlanır.
İşletmeye alma testleri ve aşamaları
MADDE 29 – (1) İşletmeye alma, aşamalar halinde yürütülür, aşamalardan biri başarı ile
bitirilmeden diğerine geçilmez. Her aşamada yer alan testlerin gereken ayrıntıdaki sonuçları
dokümante edilir ve tesisin ömrü boyunca korunur.
(2) İşletmeye alma testleri tesisteki tüm sistem ve bileşenleri kapsayacak şekilde ve mümkün
olduğunca işletmede karşılaşılabilecek koşullara uygun olarak işletici personelin katılımıyla
gerçekleştirilir.
İşletmeye alma prosedürleri ve raporları
MADDE 30 – (1) İşletmeye alma faaliyetleri prosedürlere uygun olarak yapılır. Prosedürler;
testlerin amacını, beklenen sonuçları, testler için doğruluk kriterlerini, test aşamasında gerekli
güvenlik önlemlerini, önkoşulları ve test talimatlarını kapsar.
(2) İşletme sırasında takip edilecek prosedürler, tasarımcıların ve imalatçıların sağladığı
bilgilere dayanılarak, işletmeye almadan önce ve işletmeye alma sırasında hazırlanır. Hazırlanan
prosedürler doğrulanmak ve gerekli görülen değişiklikler yapılmak üzere işletmeye alma sırasında
test edilir.
(3) İşletmeye alma sırasında, güvenlik açısından önemli bileşenler ve işletme durumunda rutin
olarak izlenen ve ölçülen güvenlikle ilgili tüm parametreler için temel veriler toplanır.
(4) İşletmeye alma sırasında tesis tasarımında güvenliğe ilişkin değişiklik yapılması
gerektiğinde Kurumun belirlediği prosedürler çerçevesinde onay alınır.
Güvenliğin doğrulanması
MADDE 31 – (1) Tesisin güvenlik analiz raporu, inşaat ve işletmeye alma aşamalarında
tasarım değerlerinden farklılaşan tüm parametreler dikkate alınarak güncellenir ve tesisin kurulduğu
şekliyle de güvenli olduğu ve güvenli bir şekilde işletilebileceği gösterilir.
YEDİNCİ BÖLÜM
Genel İşletme Özellikleri
Yapılanma, sorumluluklar ve personel
MADDE 32 – (1) Yetkilendirilen kişi, tüm işletme sürecinde tesisin güvenli işletilmesi
sorumluluğunu yerine getirmek üzere tesis yönetiminin doğrudan otoritesi altında güçlü bir işletme
organizasyonu kurar ve tesis yönetimine işletme için gerekli mali, teknik, malzeme ve işgücü
kaynaklarını sağlama ve kullanma yetkisi tanır. İşletme organizasyonunun bütün seviyelerindeki
birim ve bireylerin fonksiyonları ve güvenliğe ilişkin sorumlulukları görev tanımında açıkça
belirtilir. İşletme organizasyonu için tanımlanan yetki ve sorumluluklar yetkilendirilen kişinin nihai
sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
(2) İşletme ve kaza koşullarında güvenli bir tesis işletiminin gereğince yerine getirilmesi için
yeterli sayıda deneyimli personel istihdam edilir.
Tesisler arası arayüz düzenlemeleri
MADDE 33 – (1) Aynı saha içerisinde, birden fazla tesis varsa, bu tesisler arasındaki
güvenlikle ilgili bağlantılar belirlenir, sorumluluk sınırları açıkça tanımlanır ve etkin iletişim
sistemleri oluşturulur.
(2) Saha içi taşımacılık yetkili kişi veya kuruluşlar aracılığıyla ve Kurum tarafından belirlenen
prosedürlere uygun olarak yapılır.
Personelin nitelik ve eğitimi
MADDE 34 – (1) İşletme personeline hem normal hem de acil durum koşullarında
kendilerinden beklenen görevleri istenilen seviye ve nitelikte yapabilmelerini sağlayacak beceri ve
bilgiyi kazandıran bir eğitim programı oluşturulur ve uygulanır. Bu program işletme tecrübeleri ve
yeni bilgiler ışığında gerektikçe geliştirilir.
(2) Personel, kazanılmış bilgi ve becerilerin korunması ve tesisin işletilmesi sırasında edinilen
tecrübelerin ışığında bu bilgi ve becerilerin geliştirilmesini sağlamak amacıyla belirli aralıklarda
yeniden eğitime tabi tutulur.
(3) Özellikle patlama ve yangın durumları için hızlı ve etkin müdahaleyi sağlamak üzere
işletme personeli yeterli ve düzenli aralıklarla eğitime ve tatbikata tabi tutulur.
(4) Eğitimde personelin yerine getirdiği görevin sorumluluklarının ve tehlikelerinin farkında
olmasına özel önem verilir.
İşletme deneyiminin aktarılması
MADDE 35 – (1) Tesiste veya benzer bir tesiste gerçekleşen olağandışı olaylar ve kazaların
tekrar yaşanmaması amacıyla bu olaylardan çıkarılan derslerin ve kazanılan işletme deneyimlerinin
işletme personeline aktarılması için gerekli düzenlemeler yapılır.
Değişiklikler
MADDE 36 – (1) Tesiste yapılacak güvenlikle ilgili tüm değişiklikler için Kurumun
belirlediği prosedürler çerçevesinde onay alınır.
Olağandışı olaylar
MADDE 37 – (1) Tesis yönetimi güvenlik açısından önemli olayların belirlenmesini,
değerlendirilmesini, gerekli düzeltici önlemlerin alınmasını sağlar ve ilgili prosedürler uyarınca
Kuruma bildirimde bulunur.
(2) Olağandışı olayın etkileri uygun bir şekilde analiz edilir ve nedenleri saptanır. Tesis
yönetimi aynı olayın tekrarlanmaması veya tekrarının bir kazaya yol açmaması için gerekli
önlemleri almakla yükümlüdür.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Özel İşletme Özellikleri
İşletme sınır ve koşulları
MADDE 38 – (1) Tesis işletmeye başlamadan önce güvenli işletme sınırlarını belirleyen
işletme sınır ve koşulları hazırlanır ve bu sınır ve koşullar içerisinde çalıştırılır.
(2) İşletme sınır ve koşulları, tesisin normal işletmesinde yer alan tüm durumlar için belirlenir.
Kurum tarafından onaylı prosedürlerce izin verilen durumlar dışında işletme sınır ve koşulları kasıtlı
olarak aşılamaz.
İşletme prosedürleri ve yönergeleri
MADDE 39 – (1) Tesis ayrıntılı, doğrulanmış ve Kurum tarafından belirlenen kurallar
uyarınca onaylanmış işletme prosedürlerine uygun olarak işletilir. İşletme prosedürleri işletme
deneyimleri doğrultusunda, gerektiğinde, ilgili prosedürlere uygun olarak değiştirilir. Değişiklikler
ancak Kurum tarafından belirlenen kurallar uyarınca onaylandıktan ve ilgili personel eğitildikten
sonra uygulanır.
(2) İşletme yönergelerinde tesisin işletme sınır ve koşullarının içinde kalındığını gösteren
bütün kontrol, test, kalibrasyon ve denetimleri içeren işletme metotları açık bir şekilde yer alır.
İşletme yönergeleri belli aralıklarla gözden geçirilir, güncellenir ve gerektiğinde kullanıcının
kolayca ulaşabilmesi sağlanır.
Bakım, onarım, test ve denetim
MADDE 40 – (1) Yapı, sistem ve bileşenlerin tasarım amaçlarına ve güvenlik gereklerine
uygunluğunu tesisin tüm ömrü boyunca sürdürebilmek için koruyucu ve önleyici bakım, onarım,
periyodik test ve denetimler yapılır. Bakım, onarım ve periyodik testler saha içinde acil durum
planının yerine getirilmesini sağlayan ekipmanları da kapsar.
(2) Bütün bakım, onarım, periyodik test ve denetimler ayrıntılı, doğrulanmış, yazılı ve onaylı
prosedürlere uygun ve düzenli olarak yetkin personel tarafından bir program çerçevesinde
gerçekleştirilir.
(3) Bakım, onarım, test ve denetim programı düzenli aralıklarla gözden geçirilir, işletme
deneyimleri doğrultusunda geliştirilir.
(4) Bakım, onarım, test ve denetim sonuçları değerlendirme amacıyla kaydedilir ve saklanır.
Değişiklikler
MADDE 41 – (1) Tesiste gerçekleştirilecek değişiklikler uygulanmadan önce güvenlik
açısından değerlendirilir ve tüm değişiklikler için Kurum tarafından belirlenen prosedürler
çerçevesinde onay alınır.
Radyasyondan korunma
MADDE 42 – (1) Tesiste radyasyona maruz kalınabilecek tüm faaliyetlerin planlanması,
yönetilmesi ve uygulanmasının temel radyasyondan korunma ilkeleri çerçevesinde
gerçekleştirilmesini sağlamak üzere oluşturulan radyasyondan korunma programı uygulanır.
(2) Radyasyondan korunma programı kapsamındaki kayıtlar ilgili mevzuatta belirtilen
ayrıntıda tutulur ve belirtilen süre boyunca saklanır.
(3) Radyasyondan korunma programında yer alan faaliyetler radyasyondan korunma
prosedürleri çerçevesinde radyasyondan korunma personeli tarafından yürütülür. Radyasyondan
korunma personeline prosedürlere uyulduğunu garanti altına almak ve gerektiğinde tavsiyelerde
bulunmak amacıyla tesis yönetimine doğrudan ulaşabilme olanağı sağlanır.
(4) Radyasyonlu alanda çalışan işletme personelinin aldığı dozlar gerektiği şekilde ölçülür,
kaydedilir ve değerlendirilir.
(5) Radyoaktif kontaminasyonun yayılması uygulanabildiği ölçüde kontrol altında tutulur ve
en aza indirgenir. Kontaminasyon seviyesine göre kontrollü alanlar oluşturulur ve bu alanlara erişim
sınırlandırılır.
(6) Radyasyonlu alanlarda çalışan personel için radyasyondan korunmak amacıyla gerekli
ekipman sağlanır.
Kritiklik kontrolü
MADDE 43 – (1) Tesiste bölünebilir maddelere ilişkin tüm işlemler kritiklik kazasına neden
olmayacak şekilde gerçekleştirilir.
(2) Kritikliğin önlenmesine ilişkin tüm işlemler yazılı prosedürler çerçevesinde yerine getirilir.
Bu prosedürlerde kontrol edilmesi gereken tüm parametreler belirtilir.
(3) Prosedürlerden sapma ve proses koşullarında öngörülemeyen değişimler gibi kritikliğin
kontrolünü etkileyen olaylar ilgili prosedürler uyarınca Kuruma bildirilir. Olayların tekrarlanmasını
önleyecek tedbirler alınır.
(4) Tesis işletiminde kritiklik konusunda personel eğitimine yardımcı olma, işletme
prosedürlerinin geliştirilmesinde teknik yardım ve uzmanlık sağlama, kritiklik kontrolü gerektiren
bütün uygulamaları kontrol etme ve onaylama görevlerini yerine getiren konusunda uzman ve
yetkili personel yer alır.
Radyoaktif atık yönetimi
MADDE 44 – (1) Tesiste üretilen tüm radyoaktif atıklar radyoaktif atık yönetimi çerçevesinde
ele alınır. Radyoaktif atık yönetimi, her çeşit radyoaktif atık üretimini uygulanabilir yöntemlerle en
aza indirecek ve kontrol edecek, çevreye radyoaktif madde salımı mümkün ve makul olan en düşük
seviyede olacak, atıkların tasfiyesini, işlenmesini ve tesisin işletmeden çıkarılmasını kolaylaştıracak
şekilde gerçekleştirilir.
(2) Radyoaktif ve zararlı kimyasal atıklara ilişkin tüm faaliyetler bir atık yönetimi programı
kapsamında Kurumun belirlediği esaslara uygun şekilde yürütülür.
(3) Tüm radyoaktif ve zararlı kimyasal atık salımları izlenir ve kaydedilir.
Endüstriyel ve kimyasal güvenlik yönetimi
MADDE 45 – (1) Tesiste meydana gelebilecek kimyasal ve endüstriyel tehlikelerin çalışanlar,
halk ve çevreye olan risklerinin en aza indirilmesi için gerekli düzenlemeler yapılır ve güvenlik
önlemleri alınır.
(2) Nükleer güvenliği tehlikeye atabilecek yangın ve patlama tehlikelerine ilişkin tüm
faaliyetler belirli aralıklarla gözden geçirilip güncellenen yangından korunma programı
çerçevesinde ele alınır.
(3) Nükleer güvenliği tehlikeye atabilecek kimyasal tehlikelere ilişkin tüm faaliyetler belirli
aralıklarla gözden geçirilip güncellenen bir program çerçevesinde ele alınır.
Acil durum planlaması
MADDE 46 – (1) Tesiste olabilecek kazalar sırasında uygulanmak üzere Kurum tarafından
onaylı bir acil durum planı bulunur ve bu planın uygulanabilirliğinden emin olmak için periyodik
tatbikatlar yapılır. Acil durum planı, kazanılan deneyimler doğrultusunda gözden geçirilir ve
güncellenir.
(2) Acil durum planında acil durum organizasyonu, kazaların radyolojik sonuçlarına göre
sınıflandırılması, acil durum planlama bölgesinin tanıtılması, acil durumlarda müdahale ve
koruyucu önlemler, ilgili ekipman, tesis ve prosedürler, acil durumun sonlandırılması koşulları ile
tesisteki acil durum hazırlıkları tanımlanır.
(3) Acil durumlarda kullanılacak tüm ekipman, cihaz, dokümantasyon ve iletişim sistemleri
her an kullanıma hazır tutulur.
Güvenliğin doğrulanması
MADDE 47 – (1) Tesisin periyodik güvenlik değerlendirmesi teknik gelişmeler, işletme
deneyimi, yaşlanma ve saha özelliklerindeki değişimler de gözönüne alınarak belirli aralıklarla
yapılır.
(2) Periyodik güvenlik değerlendirmesi sonuçları rapor halinde Kuruma sunulur ve
değerlendirme ışığında ilgili tesis dokümanları güncellenir.
DOKUZUNCU BÖLÜM
İşletmeden Çıkarma
İşletmeden çıkarma programı
MADDE 48 – (1) Tesisin tasarımı aşamasından işletmeden çıkarılmasına kadar olan tüm
faaliyetlerde tesisin işletmeden çıkarılacağı ve atıkların depolanacağı dikkate alınır ve işletme
sırasında ortaya çıkacak olan radyoaktif atık miktarı mümkün ve makul olan en düşük düzeyde
tutulur.
(2) İşletmeden çıkarma sürecinde çalışanların ve halkın radyasyondan korunması sağlanır.
Tesisi işletmekle yetkilendirilen kişi çalışanların ve halkın radyasyondan korunmasını ön plana alan
bir işletmeden çıkarma programı hazırlamak ve Kurumun onayını aldıktan sonra uygulamakla
yükümlüdür.
ONUNCU BÖLÜM
Son Hükümler
Yürürlük
MADDE 49 – (1) Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE 50 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Kurum Başkanı yürütür.
[R.G. 30 Temmuz 2010 – 27657]
—— • ——
Türkiye Atom Enerjisi Kurumundan:
RADYASYON GÜVENLİĞİ DENETİMLERİ VE
YAPTIRIMLARI YÖNETMELİĞİ
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar
Amaç
MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı, radyasyon uygulamalarını yürütmek üzere
yetkilendirilen kişilerin radyasyon güvenliğine ilişkin olarak yetkilendirme koşullarının
devamlılığını sağlayıp sağlamadığının incelenmesi ve yetkilendirilmek üzere Kuruma başvuran
kişilerin yetkilendirilme koşullarına uygunluğunun tespiti amacı ile Kurum tarafından yapılacak
denetimleri ve yaptırımları belirlemektir.
Kapsam
MADDE 2 – (1) Bu Yönetmeliğin hükümleri radyasyon uygulamalarının denetimini kapsar.
(2) Nükleer tesislerin ve nükleer maddelerin denetimi bu Yönetmeliğin kapsamı dışındadır.
Dayanak
MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelik, 9/7/1982 tarihli ve 2690 sayılı Türkiye Atom Enerjisi
Kurumu Kanununun 4 üncü maddesinin (d) bendi ile 24/7/1985 tarihli ve 85/9727 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla yürürlüğe konulan Radyasyon Güvenliği Tüzüğünün 19 uncu maddesine
dayanılarak hazırlanmıştır.
Tanımlar
MADDE 4 – (1) Bu Yönetmelikte geçen;
a) Denetim: Radyasyon uygulamalarını yürütmek üzere yetkilendirilen veya yetkilendirilmek
üzere başvuran kişilerin radyasyon güvenliğine ilişkin mevzuat hükümlerince Türkiye Atom
Enerjisi Kurumu tarafından denetlenmesini,
b) Denetim görevlisi: Radyasyon güvenliğine ilişkin mevzuat hükümlerince denetim
yapmakla yetkili Türkiye Atom Enerjisi Kurumu personelini,
c) Kurum: 2690 sayılı Kanun ile kurulan Türkiye Atom Enerjisi Kurumunu,
ç) Olağan dışı olay: Normal çalışma koşullarındaki sapmalardan ciddi kazalara kadar bütün
olayları,
d) Radyasyon güvenliği: Radyasyon uygulamalarında radyasyondan korunmanın ve
radyasyon kaynaklarının güvenli bir şekilde kullanılmasının sağlanmasını, kaynakların çalınması,
kaybolması, yetkisiz kişilerin eline geçmesi gibi durumları önlemek üzere kaynakların emniyetinin
sağlanmasını, kazaların önlenmesini ve olması durumunda kaza sonuçlarının hafifletilmesi için
gerekli idari ve teknik tedbirleri içeren sistemi,
e) Radyasyon kaynağı: İyonlaştırıcı radyasyon üreten ve yayan her türlü cihaz ile radyoaktif
maddeleri,
f) Radyasyon uygulamaları: Kurum tarafından belirlenen muafiyetlerin dışında kalan
radyasyon kaynaklarının üretimi, kurulması, sökülmesi, bakımı, onarımı, ithali, ihracı, taşınması,
satışı, depolanması, kullanılması, bulundurulması, el değiştirmesi, yurtdışı edilmesi ve bertaraf
edilmesi faaliyetleri ile radyasyon tesislerine ilişkin faaliyetleri,
g) Yetkilendirilen kişi: Radyasyon uygulamalarını yürütmek üzere Kurum tarafından
lisanslama veya izin verme suretiyle yetkilendirilen gerçek ya da tüzel kişiyi,
ğ) Yetkilendirme: Radyasyon uygulamalarını yürütenlerin ve uygulama koşullarının
radyasyon güvenliği açısından yeterliliğinin Kurum tarafından belirlenmesi sonucunda uygulanan
lisanslama veya izin işlemini
ifade eder.
İKİNCİ BÖLÜM
Denetim ve Denetimin Sonuçları
Denetim
MADDE 5 – (1) Kurum, yapacağı denetimleri önceden bildirmekle yükümlü değildir.
Denetimler resmi tatil günleri de dahil olmak üzere yılın herhangi bir günü ve günün herhangi bir
saatinde haberli veya habersiz olarak yapılabilir.
(2) Denetim, kapsamına göre en az 2 (iki) denetim görevlisi tarafından yapılır.
(3) Denetim aşağıdaki hususlardan gerekli görülenler dahilinde gerçekleştirilir.
a) Radyasyon uygulamalarının yürütüldüğü yer, tesis ve çevre alanlar ile radyasyon kaynakları
radyasyon güvenliği ve emniyeti yönünden incelenir.
b) Gerekli radyasyon ölçümleri yapılır.
c) Radyasyon güvenliğine ilişkin bilgi, belge, rapor ve tutulması gereken kayıtlar incelenir.
ç) Radyasyon güvenliğine ilişkin mevzuat hükümlerine uyulup uyulmadığı, yetkilendirme
koşullarının ve devamlılığının sağlanıp sağlanmadığı incelenir.
d) Radyasyona maruz kalan çalışanların ve toplumun radyasyondan korunmasını sağlamak
üzere alınan önlemler ile tehlike durumuna ilişkin planın yeterliliği ve güncelliği incelenir.
e) Olağan dışı olayların saptanmasına, değerlendirilmesine, yapılan müdahaleye ve olayın
tekrarlanmaması için alınan önlemlere ilişkin kayıt, belge ve raporlar incelenir.
Denetimin sonuçları
MADDE 6 – (1) Yapılan denetim sonunda Kurumun denetim işlemlerini yürüten personel
tarafından denetime ilişkin rapor düzenlenir.
(2) Yetkilendirilen kişinin denetimine ilişkin raporun değerlendirilmesi sonucunda, tespit
edilen eksiklikler denetlenene yazılı olarak bildirilir ve eksikliklerin giderilmesi için en fazla 3 (üç)
ay süre verilir. Belirlenen eksiklikler nedeniyle radyasyon güvenliğinin sağlanamadığı
değerlendirilirse eksiklikler giderilene kadar radyasyon uygulaması geçici olarak durdurulur. Tespit
edilen hususların verilen sürede tamamlanması durumunda geçici durdurma kararı kaldırılır. Verilen
sürede eksikliklerin giderilmemesi durumunda lisans iptal edilir.
(3) Yetkilendirilen kişinin denetimine ilişkin raporun değerlendirilmesi sonucunda, radyasyon
güvenliğinin sağlanamadığının ve bu durumun toplumun ve çevrenin radyasyondan korunmasını
tehdit edebileceğinin değerlendirilmesi durumunda lisans iptal edilir.
(4) Yetkilendirilmek üzere başvuran kişinin denetimine ilişkin rapora göre yetkilendirme
başvurusu değerlendirilir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Denetim Görevlisi, Yetkiler, Yükümlülükler ve Yaptırımlar
Denetim görevlisi
MADDE 7 – (1) Mühendislik veya fen bilimlerinin ilgili alanlarında en az dört yıllık lisans
eğitimi almış, Kurumda radyasyon güvenliğine ilişkin faaliyetlerde en az 2 yıl çalışmış ve görevin
gerektirdiği fiziksel yeterlilikte olan personel arasından;
a) İçeriği, süresi ve başarı ölçütleri Kurum tarafından belirlenen eğitim programını başarıyla
tamamlamış,
b) En az 1 (bir) yıl süre ile denetim görevlisi ile birlikte denetimlere katılmış
denetim görevlisi adaylarından Kurumun Radyasyon Sağlığı ve Güvenliği Dairesi Başkanının
önerisi ile Kurum Başkanı tarafından onaylanan kişiler denetim görevlisi olarak görevlendirilir.
(2) Denetim görevlisine, görevi süresince kullanılmak üzere denetim yetkisini gösteren özel
bir kimlik kartı verilir.
(3) Radyasyon güvenliği denetim görevi, Kurumun Radyasyon Sağlığı ve Güvenliği Dairesi
bünyesinde yürütülür.
Denetim görevlisinin yetkileri
MADDE 8 – (1) Denetim görevlisi radyasyon güvenliğine ilişkin mevzuat kapsamında;
a) Radyasyon uygulamalarının yürütüldüğü yer, tesis ve çevre alanlara girmek, faaliyetleri
yerinde denetlemek,
b) Denetim öncesinde, denetim sırasında veya denetim sonrasında gerekli gördüğü kişilerle
görüşmek ve bilgi almak, radyasyon güvenliğine ilişkin mevzuat kapsamında talimat vermek,
c) Radyasyon güvenliğine ilişkin bilgi, belge, rapor ve kayıtları istemek, incelemek ve
bunların aslını, kopyalarını veya örneklerini almak,
ç) Gerektiğinde malzeme veya numune almak ya da aldırmak, alıkoymak, usulüne uygun
olarak bertaraf etmek veya ettirmek,
d) Gerekli ölçüm, muayene veya testleri yapmak veya yaptırmak,
e) Denetim ile ilgili olarak yazılı veya sözlü bilgi istemek ve gerekli tutanakları düzenlemek,
görsel veya yazılı kayıt tutmak,
f) Denetim sırasında radyoaktif kaynakların emniyetinin tehlikeye düşeceğini
değerlendiriyorsa kaynak emniyetinin sağlanması için gerekli işlemleri yaptırmak,
g) Denetim sırasında, radyasyon güvenliğinin sağlanamadığının saptanması durumunda
iyileştirici çalışmaların başlatılması ve sürdürülmesi talimatını vermek, durumun acil müdahale
gerektirmesi halinde yürütülen radyasyon uygulamasına ilişkin yetkileri sınırlandırmak veya
radyasyon uygulamasını durdurmak,
ğ) Denetim sırasında ihtiyaç duyulması halinde mülki idare amirlerinden kolluk kuvveti
yardımı talebinde bulunmak
yetkisine sahiptir.
Denetlenenin yükümlülükleri
MADDE 9 – (1) Yetkilendirilen veya yetkilendirilmek üzere başvuran kişiler denetimlerde;
a) İlgili personelin hazır bulundurulmasını sağlamakla,
b) İhtiyaç duyulan çalışma ortamı ile gerekli malzeme ve kolaylığı sağlayarak işbirliğinde
bulunmakla,
c) Radyasyon güvenliğine ilişkin talep edilen bilgi ve belgeyi gizlilik hükümlerini ileri
sürmeksizin istenilen zamanda yazılı olarak vermek veya sözlü olarak açıklamakla,
ç) Radyasyon uygulamalarına ilişkin sistem, cihaz, yazılım ve diğer donanımı denetim
görevlisinin erişimine açık tutmakla,
d) Radyasyon güvenliğine ilişkin mevzuat kapsamında verilen talimatları, ortaya çıkabilecek
maliyeti de karşılayarak eksiksiz olarak ve zamanında yerine getirmekle
yükümlüdür.
(2) Yetkilendirilen kişi denetim sonucunda tespit edilen eksiklikleri verilen süre içerisinde
tamamlamakla yükümlüdür.
Yaptırımlar
MADDE 10 – (1) Denetim sırasında, radyasyon güvenliğinin sağlanamadığının saptanması ve
durumun acil müdahale gerektirmesi halinde, denetim görevlileri yürütülen radyasyon uygulamasına
ilişkin yetkileri sınırlandırır veya yetkileri askıya alarak radyasyon uygulamasını durdurur,
radyoaktif kaynağın emniyetinin sağlanması için gerekli önlemleri aldırır.
(2) Denetim sırasında yetkilendirilen kişinin yükümlülüklerini yerine getirmemesi, belgelerde
tahrifat yapıldığının veya yanlış bilgilendirme yapıldığının saptanması halinde; denetim görevlisi
tarafından gerekli görülmesi durumunda radyasyon uygulamasına izin verilmez ve Kurum kanuni ya
da idari soruşturma başlatmak üzere gerekli girişimlerde bulunur.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Diğer Hükümler
Usul ve esaslar
MADDE 11 – (1) Bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde, radyasyon uygulamalarının türüne
göre yapılacak denetimin ilkeleri, içeriği, sıklığı, raporlanması ve değerlendirme ölçütleri ile
denetim görevlisinin niteliği, eğitimi, sorumlulukları, görevlendirilmesi ve görevinin
sonlandırılmasına ilişkin hususlar Kurum tarafından hazırlanacak usul ve esaslar ile belirlenir.
Mevcut personelin görevlendirilmesi
GEÇİCİ MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihte Kurumun radyasyon
güvenliğine ilişkin faaliyetlerinde en az üç yıl görev yapmış ve halen Kurumun Radyasyon Sağlığı
ve Güvenliği Dairesinde denetim görevini yürütmekte olan personel Kurum Başkanının onayı ile
denetim görevlisi olarak görevlendirilir.
(2) Kurumun radyasyon güvenliğine ilişkin faaliyetlerinde en az üç yıl görev yapmış ve
denetim veya radyasyon kontrolü faaliyetlerine katılmış personel, bu Yönetmeliğin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde, Kurumun Radyasyon Sağlığı ve Güvenliği Dairesi
Başkanının önerisi ve Kurum Başkanının onayı ile denetim görevlisi olmak üzere
görevlendirilebilir.
Yürürlük
MADDE 12 – (1) Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE 13 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı
yürütür.
[R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658]
—— • ——
Sağlık Bakanlığından:
AYAKTA TEŞHİS VE TEDAVİ YAPILAN ÖZEL SAĞLIK KURULUŞLARI
HAKKINDA YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA
DAİR YÖNETMELİK
MADDE 1 – 15/2/2008 tarihli ve 26788 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ayakta Teşhis ve
Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmeliğin 12/Ç maddesinin birinci fıkrasının
(a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı fıkraya aşağıdaki (h) ve (ı) bentleri eklenmiştir.
“a) Hasta bekleme salonu: Kullanım alanı en az 20 metrekaredir, ikiden fazla her bir muayene
odası için 5 metrekare ilave bekleme alanı oluşturulur. Orta koridor bekleme amaçlı kullanılacak ise
genişliği asgari 3 metredir. Bu durumda bekleme için tahsis edilmiş 1 metrelik bekleme alanı,
toplam bekleme alanı hesabından düşülerek diğer bekleme alanlarının değerlendirmesi yapılır.
Özürlülerin de kullanımına uygun şekilde düzenlenmiş bay ve bayan tuvaleti bulundurulur.
Tuvaletler, bekleme salonuna koridorla bağlantılıdır ve içerisinde acil çağrı sistemi bulunur. Tuvalet
içerisinde el yıkama bölümü ve gerekli hijyen şartlarını sağlayacak malzemeler bulundurulur.”
“h) Bebek emzirme ve bakım odası: Kadın hastalıkları ve doğum ile çocuk sağlığı ve
hastalıkları uzmanlarının hizmet verdiği polikliniklerde, içinde lavabosu bulunan asgari 5
metrekarelik bebek emzirme ve bakım odası bulunması gerekir.”
“ı) Kapılar: Hasta kullanımına ait tüm kapılar sedye ve tekerlekli sandalye geçişine uygun
olacak şekilde en az 110 santimetre genişliğinde olması gerekir.”
MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğe 12/Ç maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 12/D
maddesi eklenmiştir.
“Muayenehane standardı ve açılması
MADDE 12/D – (1) Muayenehanelerin taşıması gereken asgari tesis, hizmet ve personel
standartlarına ilişkin şartlar aşağıda belirtilmiştir:
a) Hekim çalışma odası/hasta muayene odası: Muayenehanede, 8 metrekare hekim çalışma
alanı ve 8 metrekare hasta muayene alanı olmak üzere en az 16 metrekare kullanım alanına sahip,
yeterli şekilde aydınlatılan ve havalandırılan hasta muayene odası ayrılır. Hasta muayene odalarında
uzmanlık dalına uygun araç, gereç ve donanım ile hasta muayene masası, soyunma bölümü ve
lavabo bulunur. Kadın hastalıkları ve doğum ile üroloji muayene odalarında ayrıca, içerisinde sıvı
sabun-tuvalet kağıdı ve kağıt havlu gibi hijyen araçları bulunan tuvaletin bulunması gerekir. Bu
bölümde, hasta mahremiyetini ihlâl etmeyecek ve uygun şartlarda muayeneyi temin edecek şekilde
ses, görüntü ve gürültü açısından gerekli düzenlemeler yapılır.
b) Hasta bekleme salonu: Kullanım alanı en az 20 metrekaredir. Bekleme salonu sekreter
hizmet alanı olarak da kullanılabilir.
c) Tuvalet: Özürlülerin de kullanımına uygun şekilde düzenlenmiş tuvalet bulunur. Tuvalet,
bekleme salonuna koridorla bağlantılıdır ve içerisinde acil çağrı sistemi bulunur. Tuvalet içerisinde
el yıkama bölümü ve gerekli hijyen şartlarını sağlayacak malzemeler bulundurulur.
ç) Arşiv birimi: Sağlık kayıtlarının tutulacağı, dosyalama, verilerin toplanması ve istatistikî
değerlendirmeler ile resmi kurum ve sigorta kurumlarına yapılacak bildirimlerin hazırlanması gibi
çalışmaların güvenli bir şekilde yapılabileceği bir büro veya bölüm bulundurulur.
d) Pansuman ve acil müdahale bölümü/odası: En az 10 metrekare kullanım alanına sahip
olması gerekir. Acil müdahaleler için gerekli olan acil seti bulundurulur. Acil setinde; ambu,
laringoskop, endotrakeal tüp bulundurulması gerekir. İlaçlar, muayenehane içinde sürekli hazır
bulundurulur ve kolay ulaşılabilir bir yerde olur.
e) Asansör ve merdivenler: Giriş katta olmayan muayenehanelerin bulunduğu binada, hastanın
tekerlekli sandalye ile girebilmesini sağlamak amacıyla, girişi en az 80 santimetre genişliğinde
asansör olması gerekir. Merdivenin gerektiğinde sedye ile hasta taşınmasına imkan sağlayacak
şekilde, basamak yüksekliği 16-18 santimetre, basamak genişliği 30-33 santimetreyi sağlamak
kaydıyla merdiven ve sahanlığın genişliği en az 1,30 metredir. Merdiven basamak yüksekliği
özürlülerin çıkışını zorlaştırmayacak şekilde düz bir satıhla bitirilir, muayenehanenin girişi, zemin
seviyesinde değilse %8 eğimli rampa yaptırılır.
f) Kapılar: Hasta kullanımına ait tüm kapılar sedye ve tekerlekli sandalye geçişine uygun
olacak şekilde en az 110 santimetre genişliğinde olması gerekir.
g) Aydınlatma ve ısıtma: Hastaların ve personelin kullandığı bütün alanlar uygun bir şekilde
havalandırılır ve yeterli gün ışığı ile birlikte enerji kaynaklarından yararlanılarak bu kullanılan
alanların aydınlatılmaları sağlanır. Bütün alanlar kullanım saatleri boyunca 22-24 oC aralığında
olacak şekilde ısıtılır/soğutulur. Muayenehane içerisinde ortama gaz ve duman verebilecek ısıtma
araçları kullanılamaz.
ğ) Personel: Muayenehanede en az bir sağlık personeli istihdam edilir.
h) Kayıt ve bildirim: Bakanlıkça istenecek tıbbi kayıtlar, belirlenen formata uygun şekilde ve
belirli aralıklarla gönderilir.
ı) Atıklar: Tıbbî atıklar ve çöpler hakkında 22/7/2005 tarihli ve 25883 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Tıbbî Atıkların Kontrolü Yönetmeliği hükümleri uygulanır.
i) Bebek emzirme ve bakım odası: Kadın hastalıkları ve doğum ile çocuk hastalıkları
uzmanlarının muayenehanelerinde içinde lavabosu bulunan asgari 5 metrekarelik bebek emzirme ve
bakım odası bulunur.
j) Hasta ve çalışan güvenliği: Muayenehanede teşhis ve tedavi edilenlerle çalışanlar için sağlık
kurum ve kuruluşlarında hasta ve çalışan güvenliğinin sağlanması ve korunmasına ilişkin mevzuata
uygun tedbirler alınır.
(2) Muayenehane açacak tabipler EK-1/d’deki belgelerle birlikte müdürlüğe başvurur.
Müdürlük, birinci fıkrada belirtilen şartları haiz olup olmadığını yerinde inceler, uygun şartları
taşıyan muayenehane için hekim adına uygunluk belgesi düzenler.
(3) Muayenehaneler, müdürlükçe asgari altı ayda bir bu maddeye ve EK-1/d’ye göre yerinde
denetlenir. Denetim sırasında noksanlıkları bulunan muayenehaneler uyarılır ve noksanlarını
tamamlamak için yedi gün süre verilir. Süre bitiminde noksanlıklarını tamamlamayan
muayenehanelerin noksanlığı giderilinceye kadar faaliyeti durdurulur.”
MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 27 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“(8) Sağlık kuruluşları, istenecek tıbbi kayıtları, belirlenen formata uygun şekilde ve belirli
aralıklarla Bakanlığa gönderir.”
MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-1/d aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“EK-1/d
MUAYENEHANE AÇMA BAŞVURUSUNDA
İSTENECEK BELGELER
1) Muayenehanenin açılışına ilişkin başvuru dilekçesi ve muayenehanenin faaliyet göstereceği
adresi,
2) Muayenehanenin oda esasında bütün mekânlarının ne amaçla kullanılacağını gösterir en az
1/100 ölçekli ve Müdürlük tarafından yerinde bizzat görülerek doğruluğu onaylanmış plan örneği,
3) Muayenehane açacak olan tabibin diplomasının ve varsa uzmanlık belgesinin Müdürlükçe
tasdikli sureti ile iki adet vesikalık fotoğrafı,
4) Muayenehanede kullanılacak ve bulundurulması mecburi asgari tıbbi malzeme ve donanım
ile ilaç listeleri dikkate alınarak hazırlanmış, Müdürlük tarafından yerinde bizzat görülerek
doğruluğu onaylanmış asgari araç-gereç ve ilaç listesi,
5) Binanın yapı kullanma izin belgesinin aslı ya da müdürlükçe onaylı sureti,
6) Binanın, ilgili mevzuata göre alınmış depreme dayanıklılık raporu,
7) Binada, ilgili mevzuata uygun şekilde yangın için gerekli tedbirlerin alındığını, tesisatın
kurulduğunu ve binanın bu açıdan uygunluğunu ayrıntılı olarak gösteren ve yetkili merciden alınan
belgeyi,
8) Çalışan personelin iş sözleşmesi ve Sosyal Güvenlik Kurumu kaydı,
9) Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliğine göre düzenlenmiş tıbbi atık raporu ve tıbbi
atıkların bertarafı için ilgili kurumla yapılmış sözleşmeyi.”
MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek 6 sayılı Özel Sağlık Kuruluşları Denetim
formunun “2. Bölüm: Hizmet Birimlerine Esas Bilgiler” bölümüne aşağıdaki satır eklenmiştir.
14Tıbbi
kayıtlar,
belirlenen
formata uygun
şekilde
ve
istenen
aralıklarla
Bakanlığa
gönderiliyor mu
?
Uyarılır ve Bildirim
3 gün süre yapılıncaya
verilir.
kadar
faaliyeti
durdurulur.
MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğe aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 7 – (1) 3/8/2010 tarihine kadar açılmış olan muayenehaneler, 12/D
maddesine bir yıl içerisinde uygunluklarını sağlayarak müdürlüğe başvururlar. Müdürlükçe yerinde
incelenen ve bu Yönetmelikteki şartları taşıdığı tespit edilen muayenehanelere uygunluk belgesi
düzenlenir. Bu süre içerisinde yeni uygunluk belgesi almayan muayenehanelerin valilikçe faaliyeti
durdurulur.”
MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğe aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 8 – (1) Bakanlık, tıbbi kayıtların bildirimine ilişkin bilgi işletim
sistemini 3/8/2010 tarihinden itibaren bir ay içerisinde kurar. Sağlık kuruluşları bu sistemin
kurulmasından sonra bildirime başlar.”
MADDE 8 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 9 – Bu Yönetmelik hükümlerini Sağlık Bakanı yürütür.
Yönetmeliğin Yayımlandığı Resmî Gazete'nin
Tarihi
Sayısı
15/2/2008
26788
Yönetmelikte Değişiklik Yapan Yönetmeliklerin Yayımlandığı Resmî Gazete'nin
Tarihi
Sayısı
1
23/7/2008
26945
2
11/3/2009
27166
3
31/12/2009
27449 (5. Mükerrer)
4
10/3/2010
27517
[R.G. 3 Ağustos 2010 – 27661]
—— • ——
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kararı
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığından:
30/4/2010 tarihi itibari ile 1 inci dereceye yükselip 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanununun 32 nci maddesi uyarınca 30/4/2010 tarihinden geçerli olmak üzere ilk defa birinci sınıfa
ayrılma incelemesine tabi tutulan adli yargı hâkim ve Cumhuriyet savcılarının adlarını gösterir liste
aşağıda gösterilmiştir.
Sürelerini bitirdikleri halde bu listede adlarını göremeyenler yayım tarihinden itibaren 1 ay
içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na yazılı başvurmak sureti ile durumlarının
incelenmesini isteyebilirler.
[R.G. 29 Temmuz 2010 – 27656]
—— • ——
Yargıtay Kararları
Yargıtay 2. Hukuk Dairesinden:
Esas No
: 2009/9298
Karar No
: 2010/11001
YARGITAY İLAMI
İncelenen Kararın:
Mahkemesi
: Bucak Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi
Tarihi
: 19/12/2006
Numarası
: Esas No: 2006/374 Karar No: 2006/363
Davacı
: Aslı Ferda Çalışkan
Davalı
: Maksut Çalışkan
Dava Türü
: Boşanma
Temyiz Eden : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hükmün
kanun yararına bozulması Adalet Bakanlığının yazısı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından istenilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
Davacı Ferda Çalışkan tarafından 12/10/2006 tarihinde eşi Maksut Çalışkan aleyhine açılan
boşanma davasında tarafların mahkeme önünde anlaştıklarını beyan etmeleri üzerine davanın
kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Türk Medeni Kanununun l66/3. maddesinde, evlilik en az bir yıl sürmüş ise eşlerin birlikte
başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde evlilik birliğinin temelinden
sarsılmış sayılacağı öngörülmüştür.
Dosyada mevcut nüfus kaydından, tarafların 11/12/2005 tarihinde evlendikleri anlaşılmış
olup, dava tarihine göre henüz bir yıllık yasal süre dolmamıştır.
Mahkemece yasal bir yıllık süre şartının gerçekleşmemiş olması nedeniyle tarafların delilleri
sorulup gösterdikleri takdirde toplanarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme
ile davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun
427/6. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin açıklanan sebeple kabulü ile hükmün
sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi. 3/6/2010
—— • –—
Yargıtay 2. Hukuk Dairesinden:
Esas No
: 2009/9299
Karar No
: 2010/11210
YARGITAY İLAMI
İncelenen Kararın:
Mahkemesi
: Kartal 1. Aile Mahkemesi
Tarihi
: 9/4/2008
Numarası
: Esas No: 2008/132 Karar No: 2008/262
Davacı
: Zeynep Şıh’a Velayeten Gülsen Şıh
Davalı
: Hasımsız
Dava Türü
: Evlenmeye İzin Verilmesi
Temyiz Eden : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hükmün
kanun yararına bozulması Adalet Bakanlığının yazısı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından istenilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
Davacı Zeynep Şıh tarafından 8/2/2008 tarihinde hasımsız olarak açılan davada, evlenmesine
izin verilmesinin istendiği, annesi Gülsen Şıh tarafından davaya muvafakat edildiği, yurt dışında
olan babasının dinlenilmediği, mahkemece davanın kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz
edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 124/2. maddesi ile "ancak, hakim olağanüstü durumlarda
ve pek önemli bir sebeple on altı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin
verebilir. Olanak bulundukça karardan önce ana ve baba veya vasi dinlenir "hükmü getirilmiştir.
Evlenmesine izin verilmesi istenilen 4/12/1992 doğumlu Zeynep Şıh’ın dava tarihinde on altı
yaşını doldurmadığı anlaşılmaktadır.
Mahkemece, yasal şartın oluşmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken
Türk Medeni Kanununun l24/2. maddesi hükmüne aykırı olarak evlenmeye izin verilmesi usul ve
yasaya aykırıdır.
SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun
427/6. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin açıklanan sebeple kabulü ile hükmün
sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi. 7/6/2010
[R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658]
—— • ——
Yargıtay 18. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2010/5491
Karar No
: 2010/8684
YARGITAY İLAMI
Davacı Nesrin Şentürk ile davalı Nüfus Müdürlüğü arasındaki davada Gaziosmanpaşa 2.
Asliye Hukuk Mahkemesince verilen ve Yargıtay'ca incelenmeksizin kesinleşmiş bulunan
22.10.2008 günlü ve 2008/199-2008/436 sayılı kararın yürürlükteki hukuka aykırı olduğu savıyla
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 05.05.2010 gün ve Hukuk-2010/100719 sayılı yazısıyla kanun
yararına temyiz edilerek bozulması istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm kağıtlar okunup gereği
düşünüldü:
YARGITAY KARARI
Davacının, Nüfus Müdürlüğü aleyhine açtığı davada, davacının 04.09.1984 olan doğum
tarihinin 09.04.1984 ve Kordjali olan doğum yerinin de Kırcaali olarak düzeltilmesini istediği,
mahkemece davanın kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği
anlaşılmaktadır.
Dosyada bulunan nüfus kayıt örneğinden, davacının Nermin adındaki kardeşinin doğum tarihi
de davacı gibi 04.09.1984 olarak yazılmıştır.
Mahkemece, ikizlerden birinin yaş tashihi söz konusu olunca her ikisinin birlikte sağlık
kuruluna sevk edilerek ikiz olup olmadıkları ve yaşları hususunda alınacak heyet raporuyla durumun
aydınlatılması gerekirken, ikizlik kaydı bertaraf edilmeden eksik inceleme ve yetersiz araştırmayla
davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.
Bu itibarla yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının temyiz
itirazlarının kabulü ile hükmün HUMK.'nun 427. maddesi gereğince sonuca etkili olmamak
kaydıyla kanun yararına BOZULMASINA ve gereği yapılmak üzere kararın bir örneği ile dosyanın
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, 08.06.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
[R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658]
—— • ——
Yargıtay 14. Hukuk Dairesinden:
Esas No
: 2010/5842
Karar No
: 2010/6880
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : Akçakale Asliye Hukuk Mahkemesi
Tarihi
: 14/1/1999
Numarası
: 1999/88-1999/74
Davacı-K.Davalı
: Selahattin ÖZTÜRK
Davalı-K.Davacı
: Gülüstan ÖZTÜRK Vd.
Davacı-K.Davalı vekili tarafından, davalılar-k. davacılar aleyhine 11/1/1999 gününde verilen
dilekçe ile alacak, 11/1/1999 tarihli karşı dava ile de tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan
duruşma sonunda; asıl ve karşı davanın kabulüne dair verilen 14/1/2009 günlü hükmün Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 22/6/1999 gün ve 9062291 sayılı tebligatnamesi ile HUMK.'nun 427/6
maddesi uyarınca kanun yararına bozulması istenilmiş olmakla, dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar
incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı, Bursa, Osmangazi, Yunuseli Köyü'nde bulunan 866 parsel sayılı taşınmazı 12/7/1997
günlü taahhütname ile davalılara sattığını, davalıların satış bedelini ödenmediğini ileri sürerek, 210
YTL'nin davalıdan alınmasını istemiştir.
Karşı davada ile de davacılar, dayanılan harici satış senedi uyarınca 866 parsel sayılı
taşınmazın mülkiyetinin devri gerektiği halde, tapu kaydının devredilmediğini ileri sürerek payları
oranında adlarına tescilini istemişlerdir.
Mahkemece, tarafların davaları karşılıklı kabulü nedeniyle davaların kabulüne karar
verilmiştir.
Tapu kaydından, Bursa ili, Osmangazi ilçesinde bulunduğu anlaşılan taşınmaz mülkiyetinin
aktarımı için Akçakale Mahkemelerinde dava açılmış ve istek hüküm altına alınmıştır.
Taşınmaz mülkiyetinin intikalini sağlamak amacıyla açılan davanın HUMK'nun 13.
maddesindeki kesin yetki hükmü gözetilerek "taşınmazın bulunduğu yer" mahkemesinde açılması
kuralı kamu düzenine ilişkin ve kesindir. Bu konuda HUMK'nun 22. maddesi uyarınca yetki
sözleşmesi yapılamaz. Şayet dava, yetkisi olmayan bir mahkemede açılmışsa, işin esası
incelenmeksizin "yetkisizlik kararı" verilmesi gerekir.
Diğer yandan, hakimin re'sen Türk Kanunları gereğince hüküm vermesi zorunludur. Tarafların
kamu düzeni ile ilgili hükümlerine aykırılık oluşturan kabul beyanları da hukuki sonuç doğurmaz.
Bütün bunlara göre mahkemenin yetkisiz olduğu gözetilerek dava dilekçesinin reddi yönünden
davanın reddine karar vermesi gerekirken, çekişmenin esası hakkında hüküm kurması doğru
olmamıştır.
Karar açıklanan nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun
426/6 maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin yukarıda açıklanan nedenle kabulüne,
hükmün sonuca etkili olunmamak üzere BOZULMASINA ve gereği yapılmak üzere karar bir örnek
ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmesine, 11/6/2010 tarihinde oybirliği ile
karar verildi.
[R.G. 4 Ağustos 2010 – 27662]
—— • ——
Danıştay Kararı
Danıştay Onüçüncü Daire Başkanlığından:
Esas No : 2010/733
Karar No
: 2010/3678
Kanun Yararına Temyiz İsteminde Bulunan: Danıştay Başsavcılığı
Davacı
: Çelikler Yaylı Petrol Ürünleri Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.
Vekili
: Av. Lütfi Arslan
Kırcaali Mah. Cami Sokak, Akçay İş Merkezi, No: 7, D: 18
Osmangazi BURSA
Davalı
: Yeşil Vergi Dairesi Müdürlüğü - BURSA
İstemin Özeti
: Çelikler Yaylı Petrol Ürünleri Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nin
lisans almaksızın bayilik faaliyetinde bulunduğundan bahisle verilen idarî para cezasının tahsili
amacıyla adına düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddi
üzerine 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 58. maddesi uyarınca,
ödeme emrinin konusu olan idarî para cezasının %10’u oranında haksız çıkma zammının tahsili
amacıyla düzenlenen 12.3.2007 tarih ve 19 sıra nolu ceza ihbarnamesinin iptali istemiyle açılan
davada, Bursa 1. İdare Mahkemesi’nin 21.10.2008 tarih ve E:2007/713, K:2008/1017 sayılı kararı
ile, davacı şirket adına düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı
nedeniyle reddine ilişkin Bursa 1. İdare Mahkemesi'nin 16.02.2007 tarih ve E:2006/2522,
K:2007/197 sayılı kararının temyizi üzerine Danıştay Onüçüncü Dairesi'nin 28.01.2008 tarih ve
E:2007/6037, K:2008/1610 sayılı kararı ile onandığı, 6183 sayılı Yasa'nın 58. maddesi uyarınca,
davasında haksız çıkan davacıdan ödeme emrine konu alacağın % 10'u oranında haksız çıkma
zammının tahsilinde hukuka aykırılık bulunmadığı, davanın esastan veya süre aşımı nedeniyle
reddedilmesinin aynı hukukî sonucu doğuracağı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen karara
yapılan itirazın Bursa Bölge İdare Mahkemesi'nin 14.04.2009 tarih ve E:2009/893, K:2009/1187
sayılı kararı ile reddedilmesi ve kararın düzeltilmesi isteminin Bursa Bölge İdare Mahkemesi'nin
24.09.2009 tarih ve E:2009/3136, K:2009/3113 sayılı kararı ile reddedilerek kesinleşmesi üzerine,
Danıştay Başsavcılığı tarafından Bursa 1. İdare Mahkemesi'nin 21.10.2008 tarih ve E:2007/713,
K:2008/1017 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulması istenilmektedir.
Danıştay Başsavcısı Yılmaz ÇİMEN'in Düşüncesi: Çelikler Yaylı Petrol Ürünleri Sanayi ve
Ticaret Limited Şirketi vekili Av. Lütfî Arslan tarafından, bayilik lisansı almadan akaryakıt satışı
yaptığından bahisle davacı şirkete Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunca verilen, 57.156,00-TL idari
para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı
yönünden reddine karar verilmesinden sonra, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanunun 58. maddesi uyarınca, ödeme emri konusu olan idari para cezasının %10'u
oranında 5.175,60- TL haksız çıkma zammının tahsili amacıyla davacı şirket adına düzenlenen
12.3.2007 günlü, 19 sıra nolu ceza ihbarnamesinin iptali istemiyle açılan davanın reddine ilişkin
olarak, Bursa 1. İdare Mahkemesinin tek hakimle verdiği 21.10.2008 günlü, E:2007/713,
K:2008/1017 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, kanun yararına bozulması
konusunda, Danıştay Başsavcılığını bilgilendiren dilekçe üzerine konu incelendi;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kanun yararına bozma" başlıklı 51 inci
maddesinde, bölge idare mahkemesi kararları ile idare ve vergi mahkemelerince ve Danıştay'ca ilk
derece mahkemesi olarak verilip, temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan
niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların
göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz
olunabileceği, temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın kanun yararına bozulacağı, bu
bozma kararının daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını
ortadan kaldırmayacağı hükme bağlanmıştır.
Davacı şirketin, 20.03.2005 tarihinden sonra bayilik lisansına işletmeksizin 16 GU 452 plakalı
seyyar tanker vasıtasıyla akaryakıt satışı yaptığının tespit edilmesi üzerine, 5015 sayılı Kanun'un
19/2-b-2 maddesi ve anılan maddenin dördüncü fıkrası hükmü uyarınca, idari para cezası
uygulanmasına ilişkin Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'nun 10.04.2006 tarih ve 717/19 sayılı
kararı alınmış, söz konusu idari para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen 19.6.2006 günlü, 001
sayılı ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın; Bursa 1. İdare Mahkemesi'nin 16.02.2007
günlü, E:2006/2522, K:2007/197 sayılı kararı ile süre aşımı yönünden reddine karar verilmesinden
sonra, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 58. maddesi uyarınca
ödeme emri konusu olan idari para cezasının %10'u oranında 5.175,60- TL haksız çıkma zammının
tahsili amacıyla düzenlenen ceza ihbarnamesinin iptali istemiyle açılan davada, Bursa İdare
Mahkemesinin tek hakimle verdiği 21.10.2008 günlü, E:2007/713, K:2008/1017 sayılı kararla
davanın reddedildiği, bu karara karşı yapılan itiraz başvurusunun da Bursa Bölge İdare
Mahkemesinin 14.4.2009 günlü, E:2009/893, K:2009/l187 sayılı kararı ile reddedildiği
anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davada; hangi hallerde "tamamen veya
kısmen haksız" çıkılmış olunacağına ilişkin bulunmaktadır.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun, işlemin tesis edildiği
tarihte yürürlükte olan 58. maddesinde, "Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu
olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7
gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda
bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul
Kanunu hükümleri tatbik olunur.
Borcun bir kısmına itiraz eden borçlunun o kısmın cihet ve miktarını açıkça göstermesi
lazımdır, aksi halde itiraz edilmemiş sayılır.
İtirazda bulunan borçlu bu kanuna göre teminat gösterdiği takdirde takip muamelesi itirazlı
borç miktarı için ve itiraz komisyonunca bu hususta karar verilinceye kadar durdurulur.
İtiraz komisyonu bu itirazları en geç 7 gün içinde karara bağlamak mecburiyetindedir.
İtirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan, hakkındaki itirazın reddolunduğu
miktardaki amme alacağı %10 zamla tahsil edilir.
İtiraz komisyonlarının bu konudaki kararları kesindir. Borcun tamamına bu madde gereğince
vaki itirazların tamamen veya kısmen reddi halinde, borçlu ret kararının kendisine tebliği tarihinden
itibaren 7 gün içinde mal bildiriminde bulunmak mecburiyetindedir.
Borcun bir kısmına karşı bu madde gereğince vaki itirazlar mal bildiriminde bulunma
müddetini uzatamaz" hükmüne yer verilmiştir.
6183 sayılı Kanunun 58. maddesinde adlandırılmayan ancak öğreti ve içtihatlarda "haksız
çıkma zammı" olarak tanımlanan alacağın, borçludan istenebilmesi için, öncelikle borçlunun, ödeme
emrinin iptali istemiyle açtığı davada; tamamen veya kısmen haksız olduğunun dava sonucu verilen
kararla ortaya konulması, haksız çıkma zammı olarak tahsil edilecek tutarın, reddolunan miktar
üzerinden hesaplanması gerektiğinden, ödeme emrine karşı açılan davada verilecek kararın, bu
hesaplamanın yapılmasına dayanak olacak şekilde, uyuşmazlığın esasının incelenmesi sonucunda
haksız çıkıldığını ortaya koyar nitelikte olması gerekir.
2575 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile bu kanun kapsamındaki uyuşmazlıkların
çözümünde uygulanacak usuller kurala bağlanmış olup, anılan Yasanın 14. maddesinde dava
dilekçeleri üzerinde yapılacak ilk inceleme hususları, 15 inci maddesinde ise; ilk inceleme
yönünden saptanacak aykırılıklarla ilgili verilecek kararlar gösterilmiş, bu çerçevede süre aşımının,
ilk inceleme konusu olduğu, bu durumun saptanması halinde, davanın süre aşımı yönünden
reddedileceği düzenlemesi yapılmıştır.
2575 sayılı Kanunun 14 üncü ve 15 inci maddeleri hükümleri gereği, davada süre aşımının
bulunması halinde, uyuşmazlığın esasının incelenmesine olanak bulunmamaktadır.
İdari yargıda açılan bir iptal davasında, davacının haklı olup olmadığı ancak davaya konu idari
işlemin; yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden hukuki denetiminin yapılması suretiyle
ortaya konulabilmektedir.
Uyuşmazlıkta, idari para cezasının tahsili amacıyla davacı şirket adına düzenlenen ödeme
emrinin iptali istemiyle açılan davada, 2575 sayılı Yasanın 14 üncü maddesi uyarınca yapılan ilk
inceleme sonucu, davada süre aşımı bulunduğu nedeniyle anılan Yasanın 15 inci maddesi uyarınca
davanın süre yönünden reddine ilişkin karar verilmiş olup, dava konusu idari işlemin 6183 sayılı
Yasanın 58 inci maddesinde sayılan itiraz nedenleri yönünden esasa ilişkin olarak incelenmediği,
söz konusu kararda, davacının iddialarında haklılığının veya haksızlığının tespitine esas olacak bir
hükme yer verilmediği anlaşıldığından, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davada, davacının
haksız çıktığından bahisle, 6183 sayılı Kanunun 58 inci maddesi uyarınca haksız çıkma zammının
tahsili amacıyla ceza ihbarnamesi düzenlenmesinde hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
Bu durumda; İdare Mahkemesi'nce, davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet
bulunmamaktadır.
Nitekim benzer bir uyuşmazlık nedeniyle Danıştay Dördüncü Dairesince verilen E:2005/1164,
K:2005/2267 sayılı kararda da, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolundaki kararla davacının
davasında haksız çıkma durumunun gerçekleşmediği kabul edilmiştir.
Açıklanan nedenle, niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı sonuç ifade eden, Bursa 1.
İdare Mahkemesi'nin tek hakimle verdiği 21.10.2008 günlü, E:2007/713, K:2008/1017 sayılı
kararının; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 51 inci maddesi uyarınca kanun yararına
bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Danıştay Tetkik Hâkimi Cengiz MASYAN'ın Düşüncesi: Uyuşmazlık davacı şirket adına
düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın süre yönünden reddedilmesi üzerine
haksız çıkan davacıdan, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 58.
maddesinin 5. fıkrası uyarınca ödeme emrine konu kamu alacağının %10'u oranında haksız çıkma
zammının tahsili için düzenlenen ceza ihbarnamesine ilişkindir.
6183 sayılı Yasa'nın 58. maddesinin 5. fıkrasında, itirazında tamamen veya kısmen haksız
çıkan borçludan itirazının reddolunduğu miktardaki alacağın % 10 zamla tahsil edileceği kurala
bağlanmıştır.
Uyuşmazlıkta ise, davacı şirket tarafından, adına düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle
açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddedildiği tartışmasız olup, davacının tamamen veya kısmen
haksız çıktığı yönünde bir saptama mevcut olmadığından, kamu alacağının davacı şirketten % 10
zamla tahsil edilmesinin hukuki dayanağı bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, idare mahkemesi kararının kanun yararına bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve
dosya incelendikten sonra gereği görüşüldü:
Davacı şirket adına düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı
yönünden reddi sonucu, davacı şirketten ödeme emrinin konusu kamu alacağının % 10 zamla tahsil
edilmesine ilişkin olarak düzenlenen 12.03.2007 tarih ve 1/19 sayılı vergi ceza ihbarnamesinin iptali
istemiyle açılan davanın reddine ilişkin Bursa 1. İdare Mahkemesinin 21.10.2008 tarih ve
E:2007/713, K:2007/1017 sayılı kararına davacı şirketçe yapılan itirazın ve kararın düzeltilmesi
isteminin Bölge İdare Mahkemesi'nce reddedilmesi üzerine Danıştay Başsavcılığı tarafından kanun
yararına bozulması istenilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kanun yararına bozma" başlıklı 51.
maddesinde, bölge idare mahkemesi kararları ile idare ve vergi mahkemelerince ve Danıştay'ca ilk
derece mahkemesi olarak verilip, temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan
niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların
göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz
olunabileceği, temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın kanun yararına bozulacağı, bu
bozma kararının daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını
ortadan kaldırmayacağı, bozma kararının bir örneğinin ilgili bakanlığa gönderileceği ve Resmî
Gazete'de yayımlanacağı kuralı bulunmaktadır.
Öte yandan, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 58.
maddesinde, "Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen
ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil
dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli,
incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik
olunur.
Borcun bir kısmına itiraz eden borçlunun o kısmın cihet ve miktarını açıkça göstermesi
lazımdır, aksi halde itiraz edilmemiş sayılır.
İtiraz komisyonu bu itirazları en geç 7 gün içinde karara bağlamak mecburiyetindedir.
İtirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan, hakkındaki itirazın reddolunduğu
miktardaki amme alacağı % 10 zamla tahsil edilir.
İtiraz komisyonlarının bu konudaki kararları kesindir.
Borcun tamamına bu madde gereğince vaki itirazların tamamen veya kısmen reddi halinde,
borçlu ret kararının kendisine tebliği tarihinden itibaren 7 gün içinde mal bildiriminde bulunmak
mecburiyetindedir.
Borcun bir kısmına karşı bu madde gereğince vaki itirazlar mal bildiriminde bulunma
müddetini uzatamaz." hükmüne yer verilmiştir.
Yukarıda metnine yer verilen 6183 sayılı Kanun'un 58. maddesi uyarınca kamu alacağının %
10 zamla tahsil edilebilmesi için ilgili adına düzenlenen ödeme emrine karşı açılan dava sonucunda
tamamen veya kısmen haksız çıktığının yargı kararı ile ortaya konulması, yasal düzenlemede yer
alan zammın tutarının tamamen veya kısmen reddolunan miktar üzerinde hesaplanması
gerekmektedir.
Dosyanın incelenmesinden, davacı şirketin lisans almaksızın bayilik faaliyetinde
bulunduğunun saptandığından bahisle 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun 19. maddesi uyarınca
verilen idarî para cezasının tahsili amacıyla adına düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan
davanın Bursa 1. İdare Mahkemesi'nin 16.02.2007 tarih ve E:2006/2522, K:2007/197 sayılı kararı
ile süre yönünden reddedilmesi sonucu, davacının ödeme emrine karşı açtığı davada haksız
çıktığından bahisle ödeme emrine konu kamu alacağının % 10 zamla birlikte tahsili için düzenlenen
12.03.2007 tarih ve 1/19 sayılı vergi/ceza ihbarnamesinin iptali istemiyle açılan davanın, Bursa 1.
İdare Mahkemesi'nin 21.10.2008 tarih ve E:2007/713, K:2008/1017 sayılı kararı ile reddedildiği,
davacı şirketin itirazının Bursa Bölge İdare Mahkemesi'nin 14.04.2009 tarih ve E:2009/893,
K:2009/1187 sayılı kararı ile reddedildiği ve kararın düzeltilmesi isteminin Bursa Bölge İdare
Mahkemesi'nin 24.09.2009 tarih ve E:2009/3136, K:2009/3113 sayılı kararı ile reddedildiği
anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlıkta, davacı şirkete verilen idarî para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme
emrinin iptali istemiyle açılan davanın işin esasına girilmeksizin süre aşımı yönünden reddedilmesi
nedeniyle, ödeme emrinin, 2577 sayılı Yasa'nın 2. maddesinde öngörülen yetki, şekil, sebep, konu
ve amaç yönlerinden hukukî denetiminin yapılmamış olması karşısında, davacı şirketin, 6183 sayılı
Yasa'nın 58. maddesinin 5. fıkrasında düzenlenen anlamda tamamen veya kısmen haksız olduğu
veya haklı olduğu hususu saptanmadığından, tamamen haksız çıktığından bahisle düzenlenen vergi/
ceza ihbarnamesinde ve bu ihbarnamenin iptali istemiyle açılan davanın reddine ilişkin idare
mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 51. maddesi uyarınca
Danıştay Başsavcılığı'nın kanun yararına temyiz isteminin kabulüne, Bursa 1. İdare Mahkemesi'nin
21.10.2008 tarih ve E:2007/713, K:2008/1017 sayılı kararının kanun yararına ve hükmün
sonuçlarına etkili olmamak koşulu ile bozulmasına, kararın bir örneğinin Maliye Bakanlığı ile
Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmesine ve Resmî Gazete'de yayımlanmasına, 03.05.2010 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.
[R.G. 3 Ağustos 2010 – 27661]
—— • ——
Anayasa Mahkemesi Kararı
Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı : 2010/49
Karar Sayısı
Karar Günü
: 2010/87
: 7.7.2010
İPTAL DAVASINI AÇAN: Ankara Milletvekili Hakkı Suha OKAY,
Milletvekili Kemal ANADOL ile birlikte 111 milletvekili
İzmir
İPTAL DAVASININ KONUSU: 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un;
A) Kanun teklifinin getirilmesi, Anayasa Komisyonunda görüşülmesi, TBMM Genel
Kurulunda görüşülüp oylanması, ivedilikle görüşülme yasağı ve yöneldiği amaç bakımından tüm
maddelerinin;
B) Ayrıca özel Anayasaya aykırılık nedenleriyle de:
1- 8. maddesiyle 7.11.1982 günlü, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 74.
maddesine, üçüncü fıkrasını yürürlükten kaldırılarak eklendiği ifade edilen; madde başlığında yer
alan “… ve kamu denetçisine başvurma…” ibaresinin ve üçüncü fıkrada yer alan “… ve kamu
denetçisine başvurma… “ ibaresi ile dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarının,
2- 14. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 144. maddesinin,
3- 16. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 146. maddesinin birinci, ikinci, üçüncü ve
dördüncü fıkralarının,
4- 19. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 149. maddesinin
a- Birinci fıkrasının “Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır.”
Biçimindeki dördüncü tümcesinin,
b- Üçüncü fıkrasının,
5- 22. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 159. maddesinin ikinci, üçüncü, dördüncü,
beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci, dokuzuncu, onuncu, onbirinci, onikinci, onüçüncü fıkralarının,
6- 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen;
a- Geçici Madde 18’in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarının,
b- Geçici Madde 19’un birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç), (d), (e) bendlerinin, ikinci
fıkrasının, üçüncü fıkrasının, dördüncü fıkrasının, altıncı fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin,
yedinci ve sekizinci fıkralarının,
7- 26. maddesinde yer alan “…ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle… “ ibaresinin,
Anayasa’nın 2., 4., 87. ve 175. maddelerine aykırılığı savıyla iptallerine ve
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
“I.A. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un Tümünü İlgilendiren Anayasaya
Aykırılık Gerekçeleri
I.A.1. Teklifin Getiriliş Biçimi Bakımından 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un
Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175 inci maddesinde “Anayasanın değiştirilmesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir…
Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, bu maddedeki
kayıtlar dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tabidir” hükmü yer
almaktadır.
Bu hükümden hemen anlaşılabileceği gibi, teklif bakımından, Anayasa değişikliğine
yönelik kanunlar ile diğer kanunlar arasında iki önemli fark bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi, Anayasa değişikliğine ilişkin olmayan kanun teklifleri tek bir
milletvekili tarafından yapılabilirken, Anayasa değişikliğine yönelik kanun teklifleri için TBMM
üye tamsayısının en az üçte birinin imzasının gerekmesidir.
İkinci fark ise, Bakanlar Kurulunun sıradan kanunlar için tasarı ile değişiklik önermesi
mümkün iken, Anayasa değişikliklerinin yalnız milletvekillerince teklif edilebilmesidir.
“Tasarı” ve “teklif” arasındaki görünürdeki temel ayrım, sunulan metni imzalayanların
kişisel ve kurumsal farklılığı olmakla birlikte, gerçekteki temel ayrım, “imza iradesi”dir. Bu
iradenin gerekli incelemeyi, araştırmayı ve usulü yansıtması gerekir. Anayasanın 175 inci
maddesiyle getirilen teklif kuralı, aynı zamanda “tasarı” yasağını içermektedir.
Bu yasak, Anayasanın Anayasa değişikliklerinin bakan ya da başbakanların değil,
tamamıyla milletvekillerinin iradesinin ürünü olmasını istemesinden kökenlenmektedir.
Bir metnin teklif niteliğini taşıyabilmesi, tasarı ya da bir parti metni olmamasına; o
metnin tümüyle milletvekili iradesine dayanmasına bağlıdır.
Oysa 7.5.2010 tarih ve 5982 sayılı Kanunun teklif olarak sunulmadan önce geçirdiği
süreç, bu Anayasa değişikliğinin tümüyle milletvekili iradesine dayalı bir öneri niteliğini
taşımadığını; Başbakanın başkanlığında bir tasarı gibi hazırlandığını; daha sonra hazırlanan metne
sadece Adalet ve Kalkınma Partisi TBMM Grubundaki milletvekillerinin imzalarının alınması
yoluyla bir teklif görünümü kazandırılarak, Anayasaya uygunluğun sağlanmaya çalışıldığını
göstermektedir. Ancak bu durum, Anayasa değişikliği teklifinin, teklif görünümü verilmiş bir kanun
tasarısı olduğu gerçeğini değiştirmeye yetmemektedir. Kaldı ki bizzat Başbakan bile, bu Anayasa
değişikliği teklifinden çoğu kez “tasarı” olarak söz etmek suretiyle durumu açıkça ifade etmiş;
durum, kamuoyunca da böyle algılanmıştır.
Dahası, oylama sürecinde Adalet ve Kalkınma Partisinin üç kez grup toplantısı yapması;
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “ya tarih yazarsınız ya tarih bizi siler” açıklaması da, değişiklik
önerisinin bizzat Başbakanca sahiplenildiğini ortaya koymaktadır.
Böyle bir durumun Anayasanın 175 inci maddesinin birinci fıkrasına aykırı düştüğü
açıktır.
Öte yandan, Anayasa değişikliğinin bir tasarı niteliğini taşımasına rağmen, teklif
görünümü verilmeye çalışılarak önerilmesi, kamunun hukuka güven duygusunu da sarsmıştır. Bu da
hukuk devleti ile bağdaşmaz. Çünkü Anayasa Mahkemesinin de belirttiği gibi, “hukuk devleti,
bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal
düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir” (Bkz.
AYMK. 2.7.2009 günlü E.2005/66, K.2009/102). “Vatandaşların Devlete karşı güven
duyabilmeleri, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri hukuk güvenliğinin
sağlandığı bir sistem içinde olanaklıdır” (Bkz. AYMK. 28.9.1995 günlü E.1995/24, K.1995/52).
Bu durum, 5982 sayılı Kanunun, bir tasarı niteliği taşımasına rağmen teklif görünümü
verilerek önerilmesinin, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen ve hukuk güvenliği temel unsuru
olan “hukuk” devleti ilkesine de aykırı olduğunu ortaya koymaktadır.
5982 sayılı Kanun bir Anayasa değişikliği gerçekleştirdiği için bu aykırılık, Anayasanın
2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesinin Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirilmezlik
ilkesine aykırı olarak değiştirildiği anlamına gelmektedir. Bu da yasakoyucuya yetki tanınmamış bir
husustur ve Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddelerine aykırıdır.
Bu açıklamalardan hareketle, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun daha teklif
edilirken, Anayasaya aykırı düştüğü ve bu aykırılığın 5982 sayılı Kanunun tüm hükümlerini
ilgilendirdiğini göstermektedir.
Anayasanın 148 inci maddesinde, Anayasa Mahkemesine Anayasa değişikliklerini şekil
açısından denetleme yetkisi verilmiş ve bu şekil denetiminin teklif ve oylama çoğunluğuna ve
ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı olduğu belirtilmiştir.
Yukarıda belirtilen hususlar “teklif” unsuru ile ilgili olduğundan Anayasa
Mahkemesinin denetim alanı içinde kalacağı kuşkusuzdur. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunu, tüm hükümleri bakımından şekil açısından denetleyerek
Anayasanın 175 inci maddesine aykırı biçimde, teklif görünümü verilmeye çalışılmış bir tasarı
olarak önerildiği gerekçesiyle iptal etmesi gerekmektedir. Aynı zamanda yukarıda açıklandığı gibi
yapılan bu Anayasa değişikliği önerisi, bir tasarı niteliği taşıması bakımından, yukarıda açıklandığı
gibi hukuk güvenliği temel unsurlarından birisi olan ve Anayasamızın 2 inci maddesinde açıklanmış
bulunan hukuk devleti ilkesini değiştirici niteliği nedeniyle Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddesine
de aykırı düşmüştür. Bu da bir başka iptal nedenidir.
I.A.2. Anayasa Komisyonundaki Görüşme Biçimi Bakımından 7.5.2010 Tarihli ve 5982
Sayılı Kanun’un Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun Anayasa Komisyonunda görüşülmesi
aşamasında da, Anayasaya aykırı uygulamaların yapıldığı görülmektedir.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ ve
Samsun Milletvekili Suat Kılıç ile 214 Milletvekili “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi”ni TBMM Başkanlığı’na sunmuşlar ve
2/650 E. sayılı bu teklif, TBMM Başkanlığınca Anayasa Komisyonuna havale edilmiştir. Anayasa
Komisyonu Başkanı bu teklifi görüşmek üzere Anayasa Komisyonunu 07.04.2010 Çarşamba günü
10:30 da toplantıya davet etmiş ve bunu TBMM’ndeki siyasi parti grup başkanlıklarına yazı ile
bildirmiştir.
Ancak daha sonra, söz konusu teklifteki milletvekili imzalarının “stok imza” olarak
adlandırılan, milletvekillerinden hangi konuda kullanılacağı belirtilmeden önceden alınan imzalar
olduğu; bu nedenle de aralarında TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in de imzası bulunduğu ortaya
çıkmıştır. Ancak TBMM Başkanlığına verilen kanun teklifindeki imzaların bulunduğu çizelge
Anayasa Komisyonuna gelme aşamasında değiştirilmiş, ikinci stok imza teklif metnine eklenerek
Anayasa Komisyonuna sunulmuştur. Bu gelişmelerden sonra 61 Milletvekili 2/650 E. Sayılı kanun
teklifinden imzalarını geri çekmişlerdir.
Bunun üzerine Anayasa Komisyonu Başkanı, 2/650 E. sayılı Teklifi, Anayasa
Komisyonunda görüşmeye açmadan, resen ve imza sayısının Anayasanın 175 inci maddesinde
öngörülen yetersayının altına düştüğü gerekçesi ile TBMM Başkanlığı’na geri göndermiş ve 2/650
E. sayılı teklifin görüşüleceği 07.04.2010 tarihli toplantıyı iptal etmiştir.
Bu arada Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanı İstanbul Milletvekili Recep Tayyip
ERDOĞAN VE 264 milletvekili, “07.11.1982 Tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi”ni TBMM
Başkanlığına sunmuşlar ve 2/656 E. sayılı bu teklif Anayasa Komisyonuna havale edilmiş; Anayasa
Komisyonu Başkanı bu teklifi görüşmek üzere Anayasa Komisyonunu 8 Nisan 2010 tarihinde
toplantıya davet etmiştir. 2/656 E. sayılı kanun teklifi, Anayasa Komisyonunda görüşülerek kabul
edilmiş; TBMM’de de kabulünden sonra 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun olarak, Resmi
Gazete’de halkoyuna sunulmak üzere yayımlanmıştır. Bu süreçte göze çarpan Anayasaya aykırı
uygulamaları şu şekilde özetlemek mümkündür:
• Bir Anayasa değişikliği teklifi Anayasa Komisyonunun gündemine alındıktan ve
hatta toplantı tarihi belirlendikten ve toplantı daveti yapıldıktan sonra bu teklifteki kimi imzalar geri
çekilmiş ve kalan imzalar Anayasanın öngördüğü kabul yetersayısının altına düşmüşse; bu durumda
Komisyonun TBMM İçtüzüğünün 26 ncı maddesi uyarınca gündemine sahip çıkması ve önergenin
akıbeti hakkında karara varması gerekir. (Bkz.Dr. Erdal Onar, “1982 Anayasasında Anayasayı
Değiştirme Sorunu; Ankara 1993, sa.1, dipnot 28)
Böyle bir durumda Anayasa Komisyonu Başkanının yapılacak işlemi belirlemek için
Komisyonda müzakere açmak yerine, Anayasa değişikliği teklifini, teklifteki imzaların kimilerinin
geriye alınması nedeniyle, Anayasanın öngördüğü teklif yetersayısının altına düştüğü gerekçesiyle
res’en TBMM Başkanlığına geri göndermesi kabul edilemez ve Anayasa Komisyonunun gündemine
sahip olmasını, TBMM İçtüzüğünün 26 ncı maddesine aykırı olarak engelleyen bir durumdur.
• Belli sayıda imza ile yapılabilecek olan Anayasa değişikliği teklifleri, kollektif bir
iradenin kullanımı sonucunda yapılan ortak irade beyanları niteliğini taşıdıkları için, bu tekliflerin
geri alınması da, ancak aynı toplu irade tarafından yapılabilir; yani yukarıdaki koşullar
doğrultusunda yapılmış bir anayasa değişikliği teklifinin geri alınmış olması sonucu, ancak teklifi
yapanların tümünün imzalarını geri çekmeleri halinde doğar.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi de 25.7.2005 günlü, E.2004/2 (Siyasi Parti-İhtar),
K.2005/4 sayılı kararında bu hususu vurgulamıştır.
Bu nedenle 2/650 E. sayılı kanun teklifini imzalayanlardan sadece altmış bir kişinin
imzasını geri çekmesi, bu teklifin geri alınmış olduğu sonucunun doğması için yeterli değildir. Bu
bakımdan 2/650 E. sayılı kanun teklifinin söz konusu 61 kişi imzasını çekse bile, Anayasanın
öngördüğü teklif yetersayısına uyularak TBMM Başkanlığına yapılmış ve Anayasa Komisyonunun
gündemine girmiş geçerli bir teklif olma niteliğini koruduğunun kabul edilmesi gerekir.
Bu durumda da, Anayasa Komisyonunun bu geçerliliğini koruyan teklifi, TBMM
İçtüzüğünün 35 inci maddesinin verdiği yetki çerçevesinde, yakından ilgili olduğu 2/656 E. sayılı
teklifle birleştirerek görüşme imkanının doğacağı açıktır.
Ancak Anayasa Komisyonu Başkanının, 2/650 E. sayılı kanun teklifini, teklifteki imza
sayısının Anayasanın 175 inci maddesinde öngörülen yetersayının altına düştüğü gerekçesiyle resen
TBMM Başkanlığına iade etmesi, hem Anayasa Komisyonu Başkanı için bir yetki aşımı olmuş;
hem de Anayasa Komisyonunu, gündemine hakim olarak TBMM İçtüzüğünün 26 ncı maddesi
uyarınca 2/650 E. sayılı kanun teklifinin geçerliliğini müzakere ve karara bağlamak ve 2/656 E.
sayılı kanun teklifi ile TBMM İçtüzüğünün 35 inci maddesi uyarınca birleştirerek görüşmek
imkanından mahrum bırakmıştır.
Bunun, milletvekillerinin Anayasanın 87 nci maddesinde TBMM’ne verdiği kanun
koymak yetkisini, Anayasanın 95 inci maddesinin birinci fıkrası gereğince TBMM’nin yaptığı
TBMM İçtüzüğünün 26 ncı ve 35 inci maddeleri doğrultusunda kullanmasını engelleyen bir durum
olduğu ve Anayasanın 87 nci maddesine aykırı düştüğü ortadadır.
Öte yandan, Komisyon Başkanının görevleri İçtüzükte sayılmıştır. Gündeme alınan bir
tasarı ya da teklif hakkında karar verme yetkisi Başkanın değil, usulüne uygun olarak toplanan
Komisyonundur. Başkan, Komisyona ait yetkiyi kullanmıştır. İçtüzük değişikliği niteliğindeki bu
işlem, Komisyona ait karar yetkisinin, hukuka aykırı olarak Komisyon Başkanı tarafından
kullanılması nedeniyle Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Söz konusu 5982 sayılı Kanun bir Anayasa değişikliği yaptığı için bu aykırılık, 5982
sayılı Kanunun Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti niteliğini değiştirdiği
anlamına gelmektedir ki, bu da Anayasanın 4 üncü maddesindeki değişmezlik ilkesine aykırıdır.
Yukarıda da belirtildiği gibi Anayasamız, 148 inci maddesinde Anayasa Mahkemesine
Anayasa değişikliği yapan kanunları şekil açısından denetleme yetkisini vermiş; şekil denetimini de
teklif ve oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile
sınırlandırılmıştır.
Yukarıda belirtilen durum “teklif” aşaması ile ilgili ve söz konusu Kanunun tüm
maddelerini ilgilendiren bir şekil aykırılığıdır ve Anayasa Mahkemesinin denetim alanına gireceği
açıktır.
Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tüm
maddelerini, yukarıda açıklanan gerekçelerle Anayasanın 2 nci, 4 üncü, 87 nci ve 95 inci
maddelerine aykırı olduğu için iptal etmesi gerekmektedir.
I.A.3. Türkiye Büyük Millet Meclisinde Oylanma Biçimi Bakımından 7.5.2010 Tarihli
ve 5982 Sayılı Kanun’un Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175 inci maddesinde Anayasanın değiştirilmesi
hakkında kanun tekliflerinin kabulünde gizli oy esası getirilmiştir.
Ancak 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun, TBMM’deki görüşmelerinde 1 ve 2 nci
tur oylamalarında oy gizliliğine uyulmamış olduğu görülmektedir.
Oy gizliliğinin ihlal edildiği; oy gizliliğinin sağlanması için önlem alınması gerektiği
muhalefet partilerinin milletvekilleri ve Grup Başkanvekillerince sıklıkla dile getirilmesine, bu
konuda tartışmalar yapılmış olmasına rağmen TBMM Başkanlığınca herhangi bir önlem
alınmamıştır.
Ekte sunulan belge ve bilgilerden, kimi milletvekillerinin diğerlerinin oy pulunu
gördüğü, oy zarfını denetlediği, oy kabinine birlikte girdiği, bu görüntülerin özellikle 5982 sayılı
kanunun çerçeve 8 inci maddesinin düşmesinden sonra yeni numarası ile çerçeve 16 ncı ve devamı
ile çerçeve 22 inci maddelerinde ihlallerin doruk noktasına ulaştığı, sonuç olarak oylamalarda
gizlilik ilkesinin ihlal edildiği açık olarak görülmektedir.
Böyle bir durum, Anayasanın 175 inci maddesine açıkça aykırıdır ve bu aykırılık, söz
konusu Kanunun 1 inci tur oylamalarında sözkonusu olsa bile, Kanunun tümünü geçersiz kılacak
niteliktedir. Çünkü Kanunun 2 nci tur oylamaları ve tümü hakkındaki oylama 1 inci tur oylamaların
hazırladığı zemin üzerinde yapılmaktadır.
Anayasamızın 148 inci maddesinde, Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliği yapan
Kanunları ancak şekil açısından denetleyebileceği bildirilmiş ve bu denetim teklif ve oylama
çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile
sınırlandırılmıştır.
Bir oylamanın öngörülen çoğunlukta yapılıp yapılmadığı ancak geçerli oylar
bakımından belirlenebilecek bir husustur. Bu nedenle oylama çoğunluğuna uyulup uyulmadığının
anlaşılabilmesi için önce kullanılan oyların ne kadarının geçerli olduğu ortaya konulmalıdır. Oy
gizliliğinin ihlal edilmiş olması ise, oyun geçerliliğini ortadan kaldıran bir durumdur. Bu nedenle,
Anayasanın 148 inci maddesinin Anayasa Mahkemesine verdiği oylama çoğunluğuna uyulup
uyulmadığını denetleme yetkisinin evleviyetle oylamanın geçerli olup olmadığı hususunu da
içerdiği kabul edilmelidir.
Duruma bu açıdan bakılınca, olayda Anayasa Mahkemesinin oylamanın geçerliliğini de
denetlemesi ve oy gizliliğinin Anayasanın 175 inci maddesine aykırı olarak bozulduğu gerekçesiyle
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tümünü iptal etmesi gerektiği görülmektedir.
I.A.4. İvedilikle Görüşülmeme Şartı Bakımından 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı
Kanun’un Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175 inci maddesinin 1987 tarih ve 3361
sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki şeklinde “Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler
ivedilikle görüşülemez” denirken; maddede, anılan Kanunla yapılan değişiklikten sonra, bu ifade
“Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurulda iki defa görüşülür” şekline
dönüştürülmüştür.
Bu nedenle Anayasanın 148 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “ivedilikle
görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı” ibaresinin, “Anayasa değişikliği teklifinin TBMM
Genel Kurulunda iki kere görüşülüp görüşülmediği” olarak anlaşılması gerekmektedir. (Bkz. Erdal
Onar, “1982 Anayasasında Anayasayı Değiştirme Sorunu”, Ankara 1999, s. 153; Ergun Özbudun,
“Türk Anayasa Hukuku”, Gözden Geçirilmiş 6. baskı, Ankara 2000, s. 151; Erdoğan Teziç,
“Anayasa Hukuku”, 13. bası, İstanbul 2009, s. 171)
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun ise TBMM Genel Kurulunda Anayasanın
öngördüğü biçimde iki defa görüşülmediği görülmektedir. Çünkü Anayasanın 175 inci maddesinde,
Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, bu maddedeki kayıtlar
dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tabi kılınmıştır. Kanunların
TBMM Genel Kurulunda nasıl görüşüleceği, TBMM İçtüzüğünün 81 inci maddesinde belirtilmiştir.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun TBMM Genel Kurulundaki birinci görüşmesinde,
İçtüzüğün 81 inci maddesi hükmü doğrultusunda uygulama yapıldığı görülmektedir; ancak ikinci
görüşmede, İçtüzüğün 81 inci maddesinde kanunlar için öngördüğü usulün dışına çıkılmış ve sadece
maddeler üzerinde verilmiş değişiklik önergeleri görüşülmüş; siyasi parti gruplarına, maddeler
üzerinde söz verilmemiştir.
Böyle bir yöntemle yapılan ikinci görüşmenin Anayasanın 175 inci maddesinde
belirtilen anlamda bir ikinci görüşme sayılamayacağı ortadadır. Çünkü Anayasanın 175 inci
maddesinin birinci fıkrası uyarınca iki defa yapılacak görüşmenin, her ikisinin de, kanunların
görüşülmesinde uygulanan ve TBMM İçtüzüğünün 81 inci maddesinde belirtilen usul doğrultusunda
gerçekleştirilmesi; bu bağlamda ikinci görüşmede de tüm maddeler üzerinde siyasi parti gruplarına
söz verilmesi gerekmektedir.
Bu şekilde yapılmayan bir ikinci görüşmenin, Anayasanın 175 inci maddesinin birinci
ve ikinci fıkralarına aykırı düşeceği ve bu aykırılığın, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tüm
maddelerini ilgilendireceği açıktır.
Ancak burada 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun yasalaşma sürecinde TBMM’de
yapılan ikinci görüşmede uygulanan yöntemin TBMM İçtüzüğünün 93 üncü maddesinin üçüncü
fıkrasına dayandırıldığının belirtilmesi gerekir. Ne var ki, ikinci görüşmenin İçtüzüğün 93 üncü
maddesinin üçüncü fıkrasına uygun bir yöntemle yapılmış olması, bu görüşmenin Anayasaya da
uygun bir nitelik kazanmasını sağlamamaktadır. Çünkü TBMM İçtüzüğünün 93 üncü maddesinin
üçüncü fıkrasında getirilen görüşme yöntemi, Anayasanın 175 inci maddesinin birinci ve ikinci
fıkralarına aykırıdır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin Anayasanın 148 inci maddesinin kendisine
verdiği şekil açısından denetim yetkisi kapsamında, ikinci görüşmesi Anayasanın 175 inci
maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına uygun olarak yapılmadığı için Anayasanın 175 inci
maddesine yukarıdaki gerekçelerle aykırı düşen 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tüm
maddelerini denetlemesi ve iptal etmesi gerekmektedir.
I.A.5. Amacı Bakımından 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un Anayasaya
Aykırılık Gerekçeleri
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, yürürlüğe girdiği günden bu yana, çeşitli
açılardan eleştirilerin hedefi olmuş; kimi hükümlerinde bu eleştiriler doğrultusunda önemli
değişiklikler yapılmıştır.
Bugün toplumumuz yeni bir Anayasa değişikliği ile karşı karşıyadır. 7.5.2010 tarihli ve
5982 sayılı Kanunla gerçekleştirilen bu Anayasa değişikliğinin, özellikle bu değişiklik paketini
hazırlayan ve yasalaşmasını sağlayan iktidar partisi ve ona yakın çevrelerce, “toplumun beklentileri
doğrultusunda yapılan bir reform” olarak nitelendirildiği görülmektedir.
Ancak dikkatli bir inceleme, bu değişikliğin asla toplumun beklentileri doğrultusunda
gerçekleştirilmiş bir reform olmadığını ortaya koymaktadır.
Çünkü bu Anayasa değişikliği, Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından, sivil toplum
örgütlerinin, ilgili meslek kuruluşlarının, üniversitelerin, konuyla ilgili bilim insanlarının ve siyasi
partilerin katkısı alınmadan, görüş ve önerileri de gözardı edilerek ve bir uzlaşma arayışına
girilmeksizin hazırlanmıştır. Hatta bu süreçte anayasal kurumların da görüşü alınmamıştır. Bu
durum, AB Komisyonunca hazırlanan 3. İstişari Ziyaret Raporunda da “yasa yapma sürecinde
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun görüşlerinin alınabilmesine imkan tanıyacak resmi
görüşme mekanizmasının bulunmadığını öğrenmekten şaşırdık”, “Yüksek Kurul ile Parlamento
üyeleri arasında adaletin yönetimi ile ilgili yasal reformların tartışılacağı resmi toplantılar
yapılmasını teklif ediyoruz” ifadeleriyle belirtilmiştir. Bu görünüm, bu değişikliğin bir dayatmaya,
bir parti metnine dönüşmesine neden olmuş; toplumdan ve siyasi partilerden dayatılan metne sadece
destek istenmiştir. Halbuki Anayasa değişikliklerinde temel unsurlar “katılım, müzakere ve
uzlaşma”dır. Anayasamızın 175 inci maddesinde Anayasa değişikliklerinin teklif ve kabul
aşamalarında nitelikli çoğunluk aranmasının amacı da aslında bu hususların yaşama geçirilmesidir.
Bu Anayasa değişikliğinde, toplumun üzerinde anlaştığı çözümlerin aksi yönde
çözümlere yer verilmesi de belirtilmesi gereken bir husustur.
Söz konusu Anayasa değişikliğinin, çağdaş demokratik toplumun gereklerine, Avrupa
Birliği çerçevesinde ortaya konulmuş önerilere, değerlendirme ve ilkelere uygun bir nitelik
taşımadığı da görülmektedir.
Toplumumuzda ve Avrupa Birliğinde, yargı alanında devletin yapılanması bakımından
üzerinde anlaşılarak ve vurgulanarak yıllardır yapılması beklenenler; yargının tam anlamıyla
tarafsızlığının ve bağımsızlığının sağlanması, bir bağlamda Cumhurbaşkanına Anayasa
Mahkemesinin ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun üye seçiminde rol tanınmaması, Adalet
Bakanı ve Müsteşarına Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda yer verilmemesi, yargıç ve
savcıları denetleyecek müfettişlerin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlanması, denetimde
Adalet Bakanına ve adalet müfettişlerine rol verilmemesi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
sekreteryasının Kurula bağlanması, hakim adaylarının seçiminde Adalet Bakanına rol tanınmaması,
hakimlerin idari yönden Adalet Bakanlığına bağlılıklarının kaldırılması, Anayasa Mahkemesinin
yasama ve yürütmeden bağımsız ve daha hızlı çalışmasını sağlayacak bir oluşuma kavuşturulması
olarak sıralanabilir.
Bu istemlerin yalnız toplumumuzdan gelmediğini; özellikle Avrupa Birliği bünyesinde
de aynı doğrultularda genel veya Türkiye’ye yönelik önerilerin yapıldığını belirtmekte yarar vardır.
Örneğin yargı bağımsızlığı konusunda Avrupa standartını oluşturacak temel ilkeleri
belirleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin (R[94]12) kararında; “Hakimlerin seçimi ve
kariyerleri konusunda karar veren merci, hükümet ve idareden bağımsız olmalıdır. Bu merciin
bağımsızlığını teminat altına almak için getirilecek kurallarla, merciin üyeleri yargı tarafından
seçilmeli ve bu merci kendi usul kurallarını kendisi vaz’etmelidir.” ilkesi ortaya konulmuştur. (Bkz.
Fazıl Sağlam, “AKP’nin Anayasa Değişikliği’ne Bakı”dan naklen, Cumhuriyet Gazetesi, 3 Nisan
2010)
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 13 Ekim 1994 tarihli 518 inci toplantısında
kabul edilmiş olan bu kararda, yargı ile ilgili olarak benimsenen bu temel ilkenin dışındaki, değişik
ülkelerde görülen ve bir kısmı gelenekten kaynaklanan farklı atama usullerinin ancak uygulamada
bağımsızlığı sağlayan hukuki ya da fiili güvencelerin varlığı halinde geçerli sayılabileceği ifade
edilmiştir. Hemen belirtelim ki, Avrupa Yargıçları Danışma Konseyi (CCJE)’nin Avrupa Konseyi
Bakanlar Komitesine sunduğu 10 (2007) No’lu görüşte de, hakimlerin seçimleri ve kariyerleri
hakkında karar verecek Kurulun yalnız yargıçlardan oluşması ve bu yargıçların kendi emsallerince
seçilmesi, birinci tercih olarak sunulmuştur. CCJE’nin, Kurulun yalnız yargıç üyelerden oluşmadığı
durumlarda ise, yargıç olmayan üyelerin yürütme tarafından seçilmemesini önerdiği görülmektedir.
(Bkz. Fazıl Sağlam, “AKP’nin Anayasa Değişikliği’ne Bakış”, Cumhuriyet Gazetesi, 13 Nisan
2010, ayrıca Bkz. “Avrupa Yargıçları İstişare Konseyi (CCJE)’nin Toplum Hizmetine Adanmış
Yargı Yüksek Kurulları Hakkında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Dikkatine sunduğu 10
(2007) No’lu Görüş, III.A madde 16 ve 17, III.C.2 nci madde 32)
AB Komisyonu uzmanları tarafından Türk yargı düzeniyle ilgili olarak hazırlanan
İstişari Ziyaret Raporlarında da benzer yaklaşımların öne çıktığı görülmektedir.
Örneğin (28 Eylül 2003 – 10 Ekim 2003) tarihli 1. İstişari Ziyaret Raporunda öncelikli
öneri; Cumhurbaşkanının, Avrupa Konseyi’nin Hakimlerin Bağımsızlığına İlişkin Tavsiyelerinin I
(2) (c) ilkesi uyarınca Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliklerine atama yetkisinin
kaldırılması ve söz konusu yetkinin hakim ve savcıların bizzat kendilerine verilmesidir. Aynı
Raporda öneriler arasında, yukarıda belirtilen Avrupa Konseyi tavsiyelerinin I (2) (c) ilkesine göre,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu maddesinin, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan
Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının çıkarılacak şekilde yeniden düzenlenmesi; hakim
adaylarının seçilmesi usulünde Adalet Bakanının yetkisinin kaldırılması; Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 144 üncü maddesinin, yeniden düzenlenerek adalet müfettişlerinin Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun denetimi altında çalışacak şekilde yeniden atanması; yargı mensupları
hakkında inceleme ve soruşturma iznini vermek veya talep etmek yetkisinin Yüksek Kurula
bırakılması da tavsiye edilmiştir. (Bkz. “İstişari Ziyaret Raporu (28 Eylül – 10 Ekim 2003), IX.
Sonuçların ve Tavsiyelerin Özeti”, bu rapor dilekçenin ekinde Ek. 9 olarak sunulmuştur.
Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlattırılan (11 – 19 Temmuz 2004) tarihli 2.
İstişari Ziyaret Raporunda da; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu maddesinin Adalet
Bakanı ve Müsteşarının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan çıkarılmasını sağlayacak şekilde
yeniden düzenlenmesi ve Cumhurbaşkanının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme
yetkisinin kaldırılması; Kurula kendisine ait sekreterya bağlanması; hakim adaylarının seçiminde
Adalet Bakanına değil Kurula yetki tanınması; adalet müfettişlerinin Kurula bağlanması gibi
önerilerin yinelendiği ve bunlara uyulmadığı hususunun vurgulandığı görülmektedir. (Bkz. “İstişari
Ziyaret Raporu (11 – 19 Temmuz 2004)”, Avrupa Birliği tarafından hazırlattırılan 13 – 22 Haziran
2005 tarihli İstişari Ziyaret Raporunda da aynı hususlar üzerinde durulmaktadır. (Bkz. İstişari
Ziyaret Raporu (13 Haziran – 22 Haziran 2005), Tavsiyelerin Özeti, madde 1, 4, 5, 7, 9.)
Aynı yaklaşım daha genel ifadelerle, Avrupa Birliğinin Türkiye ile ilgili İlerleme
Raporlarında da kendisini göstermektedir. Örneğin 2006 yılı İlerleme Raporunda (Bölüm 2.1’de
“Yargı Sistemi” alt başlığı altında) “… Adalet Bakanı ve Müsteşarı da Kurulun oy hakkında sahip
yedi üyeliğinden ikisini oluşturmaktadır… Bu yapı … yürütmenin Türkiye’deki hakimlerin mesleki
ilerlemelerine yönelik alınacak kararları etkileme potansiyeli yaratır” değerlendirmesi yapılmıştır.
(Bkz. Fazıl Sağlam, “AKP’nin Anayasa Değişikliğine Bakış”, Cumhuriyet Gazetesi, 13 Nisan 2010)
Bu açıklamalar, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun Genel Gerekçesinde ve Madde
Gerekçelerinde, her ne kadar Avrupa Birliği gereklerine uyum amacı öne sürülse de, getirilen
düzenlemelerin böyle bir uyumu sağlamayı hedeflemediğini kanıtlamaktadır.
Çünkü yapılan bu yeni düzenlemede de Adalet Bakanına ve Müsteşarına Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunda yer verilmiştir; Adalet Bakanı Kurulun Başkanıdır; Kurul üyeliklerinin
seçiminde Cumhurbaşkanının hakim veya savcı kökenli olmayan kimseler arasından da Kurula üye
seçmesine olanak tanınmıştır. Savcı ve yargıçlar hakkındaki inceleme ve soruşturmaları Kurula
bağlı müfettişlerin yapacağı esası kabul edilmekle birlikte getirilen geçici maddelerle, ilgili
kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıp kurul müfettişleri atanıncaya kadar adalet müfettişlerinin
aynı zamanda Kurul müfettişi olarak görev yapacakları hükme bağlanmış ve ne zamana kadar
tamamlanması gerektiği bildirilmemiş olan ilgili kanunlardaki düzenlemeler yapılmadığı sürece,
eski düzenin sürdürülmesi sağlanmıştır.
Kısaca, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunla, hakim ve savcıların kariyerleri ve
mesleki ilerlemeleri konusunda karar yetkisine sahip olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
yürütmeye bağımlı karakteri değiştirilmemiş; aksine bu Kurul, yürütmenin etki ve baskılarına daha
açık bir hale getirilmiştir.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun, Anayasa Mahkemesini yeniden yapılandıran
hükümleri de Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu yapılandıran hükümlerden farklı nitelikte
değildir. Çünkü bu hükümler de, bir yandan Anayasa Mahkemesinin yetkilerinin kullanılmasını
güçleştirirken; (örneğin parti kapatma ve Anayasa değişikliklerini iptal kararı verme yetkisini, karar
yetersayısını yükseltmek yoluyla nerede ise kullanılamaz hale getirirken) diğer yandan da,
üyelerinin seçiminde eskiden Cumhurbaşkanına verilen yetkileri, yargı bağımsızlığı konusundaki
tüm Avrupa Birliği tavsiye ve kararlarını gözardı ederek korumuş, hatta artırmış; ayrıca TBMM’ye
de Anayasa Mahkemesine üç üye seçmek yetkisi tanıyarak, Mahkemeyi yasamaya da bağımlı hale
getirmiştir. TBMM’deki çoğunluk ile Cumhurbaşkanının aynı siyasal parti kökenli olduğu
durumlarda bu bağımlılığın, iktidar partisine bağımlılığa dönüşeceği ortadadır.
Halbuki yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, bir hukuk devletinin olmazsa olmaz
koşuludur. Çağdaş çok partili parlamenter rejimlerde, iktidar partisi kanalıyla yasama – yürütme
arasında yaratılan fiili bütünleşmenin yasama – yürütme arasındaki denetim araçlarını işlemez hale
getirmesi nedeniyle ortaya çıkacak denetim boşluğu karşısında, siyasi iktidarın hukuki sınırları
içinde kalmasını sağlayacak tek güç, yargıdır.
Yargının yargı organlarının üyelerinin seçiminde yasama veya yürütmeye tanınan
yetkiler nedeniyle tarafsızlığını ve bağımsızlığını, yitirip, yandaş yargıya dönüşmesi; yasama –
yürütme arasındaki fiili bütünleşmeye yargının da katılması sonucunu doğuracaktır. Böylesi bir
bütünleşmenin ise, demokrasinin bir totaliter rejime dönüşmesi tehlikesine yol açacağı kuşkusuzdur.
Anayasa değişikliği kapsamında ortaya konulan bu düzenlemeler birlikte
değerlendirildiğinde ortaya çıkan tablonun, demokratik hukuk devleti anlayışı, Cumhuriyetimizin
temel değerleri ve Avrupa ortak demokratik standartları açısından kabul edilebilir bir yanı yoktur.
Çünkü değindiğimiz düzenlemelere göre; yargı, yürütme ve yasamanın güdümüne girecek ve
yandaşlaşacak; Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı fiillerin
işlendiği bir odak haline gelen partilerin bile kapatılması ve Anayasaya aykırı Anayasa
değişikliklerinin iptali hemen hemen imkânsızlaşacaktır.
Bu tablo karşısında, akla gelecek ilk soru, böyle sonuçlar yaratacak bir Anayasa
değişikliğinin hangi amaçla yapıldığıdır.
Bu soruya, söz konusu Anayasa değişikliğinde yer alan bu düzenlemelerin, kamu yararı
amacıyla yapıldığı yanıtını vermek olanaksızdır.
Çünkü bu düzenlemelerde, Avrupa Birliğinin, ilgili kurum ve kuruluşların, bilim
insanlarının ve siyasi partilerin üzerinde anlaşmış olduğu hemen hemen hiçbir çözüm yer almadığı
gibi; toplumumuzda oluşmuş hiçbir ortak beklenti de karşılanmamıştır; hatta bunlara aykırı yönlere
yönelinmiştir. Bu durum, söz konusu Anayasa değişikliğinin kamu yararına değil, birtakım öznel
amaçlara yönelik olarak gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır.
Bu öznel amacın ne olduğu sorusunun yanıtı ise kuşkusuz, bugünün koşullarında
yasama – yürütme ve yargı, daha açık ifade etmek gerekirse, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ile
yargı arasındaki ilişkide saklıdır.
Adalet ve Kalkınma Partisinin ve Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının yargı ile,
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Anayasa Mahkemesi ile sorunu vardır. Çünkü, Adalet ve
Kalkınma Partisinin kapatılması için dava açan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısıdır. Bu davada
Adalet ve Kalkınma Partisinin demokratik ve laik Cumhuriyet karşıtı fillerin işlendiği bir odak
olduğunu karara bağlayan ve Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğunun TBMM’de çıkardığı
birtakım Anayasaya aykırı yasaları iptal eden de, Anayasa Mahkemesidir. İdari ve adli yargı
organlarının kararları, artık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının öznel beklentilerini karşılamaktan
uzaklaşmış; Adalet ve Kalkınma Partisi ve bu partinin milletvekili, bakan ve yandaşlarından oluşan
blok ile yargı arasında bir gerginlik ve çekişme başlamıştır.
Örneğin, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı Cihaner olayında, Erzurum Cumhuriyet
savcılarının özel yetkilerini, hukuka açıkça aykırı işlemleri nedeniyle kaldıran Hakimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu kararı, Adalet ve Kalkınma Partili çevrelerce “saldırı” denebilecek şekilde
eleştirilmiştir.
Adalet Bakanı ve Müsteşarının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu çalışmalarına
katılmamak suretiyle Kurul çalışmalarını kilitlemeleri ve bunu bir alışkanlık haline getirmeleri
nedeniyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Müsteşar hakkında suç duyurusunda bulunması
da, aynı çevrelerde benzer tepkilere yol açmıştır. Bu durum “yetki aşımı” olarak tanımlanmıştır.
Başbakan, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulunun siyasallaşmakla suçlamış ve “Bu kadar siyasete
meraklılarsa seçim yaklaşıyor, mesleklerini bırakıp herhangi bir partiden üye olsunlar” sözleri ile
duygularını ifade etmiştir.
Adalet ve Kalkınma Partili hükümet üyeleri hakkında ortaya atılan yolsuzluk iddiaları,
bunlar hakkında muhalefetin soruşturma açılmasına ilişkin taleplerinin reddedilmesi suretiyle rafa
kaldırılmakta; ancak bu, Yüce Divan’da yargılanma tehlikesini bertaraf etmeye yetmemektedir.
Bütün bunlara ek olarak, milli iradeyi TBMM’deki parti çoğunluğunun iradesinden
ibaret sanmak yanılgısına kapılan Adalet ve Kalkınma Partisi, artık hukuka sığmayan icraatına
“dur” diyen yargıyı kendisi için bir engel olarak da görmeye ve yandaş bir yargı yaratma özlemi
çekmeye başlamıştır. Oysa yargı, kamusal bir faaliyet olup hiç kimsenin değil, herkesindir (bkz.
Kunter-Yenisey, Ceza Muhakemesi Hukuku, 11. Baskı, Beta, İstanbul, 2000, s. 119); ulusun
egemenliğine dayanan hukuki bir faaliyettir.
Bütün bu durumlar, Adalet ve Kalkınma Partisinin yargıya bakış açısının ve yargıdan
beklentilerinin ortaya konulmasına yardımcı olduğu gibi, tümü Adalet ve Kalkınma Partili olan
milletvekillerince önerilen Anayasa değişikliğinin asıl amacının belirlenmesini de sağlamaktadır. Bu
amaç; Adalet ve Kalkınma Partisinin yasama ve yürütmedeki iktidarına bağımlı ve aynı zamanda
yandaş bir yargı yaratılması, bir başka deyişle yargının fethedilmesi; Anayasa Mahkemesinin
etkisizleştirilmesi ve Yüce Divan olarak tehlike arzetmekten uzaklaştırılması; kısaca Adalet ve
Kalkınma Partisine ve bu Partinin iktidarına yargıya karşı korunma sağlanmasıdır.
Bunlar gerçekleştirildiğinde ise, artık yargı, hukuki sınırlarına sığamayan Adalet ve
Kalkınma Partisi için bir engel oluşturmaktan çıkacak; kapatılma davaları ve Yüce Divan
yargılamaları korku yaratmaktan uzaklaşacaktır.
En önemlisi de, bu Anayasa değişikliği, Anayasayı Anayasaya aykırı olarak değiştiren
kanunların iptalini getirdiği düzeneklerle imkansız denecek kadar güçleştirdiği için; Cumhuriyetin,
kuvvetler ayrılığı, yargının bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkelerinin dışındaki niteliklerini örneğin
laikliği veya Cumhuriyet yönetim biçiminin kendisini değiştirecek başka Anayasa değişikliklerinin
de önünü açacaktır. Böylece Cumhuriyetin temel felsefesi ve bu felsefeye dayalı Devlet yapısı,
yapılacak yeni Anayasa değişiklikleri ile rahatça başkalaştırılabilecektir.
(Halen New York’taki New School For Social Researh’te öğretim üyeliği yapan ve
çalışmalarını anayasa hazırlama süreçleri üzerinde yoğunlaştırmış bulunan Macar asıllı Prof. Dr.
Andrew Arato’nun da söz konusu Anayasa değişikliği ile ilgili değerlendirmesinde özellikle bu
hususa dikkat çektiği görülmektedir. Bkz. “soru cevap”, Milliyet Gazetesi, 26 -27 Nisan 2010)
Bunun, uygulanan seçim sisteminin çoğunluk partisine aldığı oya oranla aşırı temsil
imkanını sağladığı ülkemizde, “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Anayasanın Başlangıcında belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan ve devleti ile ülkesi bölünmez bir bütün
oluşturan Türkiye Cumhuriyeti için, belki de üzerinde durulması gereken en büyük tehlike olduğu
ortadadır.
Bu sonuç ve imkanları hazırlayan bir Anayasa değişikliğini kabul edilebilir hale
getirmek için, söz konusu Anayasa değişikliği paketinde temel hak ve özgürlüklerle, eşitlikle ve
bunun yanısıra askeri yargı, yargı kararları, Ekonomik ve Sosyal Konsey, TBMM Başkanının görev
süresi ile ilgili toplumun beğenisini kazanacağı düşünülen ilgili birtakım başka düzenlemelere de
yer verilmiştir. Bunlar, Anayasanın 10, 20, 23, 41, 51, 53, 54, 84, 94, 125, 128, 129, 145, 147, 148,
156, 157, 166 ncı maddeleri ve “Geçici 15” inci maddesi ile ilgili değişikliklerdir.
Bu düzenlemelerin, TBMM’de muhalefetin bu Anayasa değişikliğine karşı çıkmasını
önleyeceği veya desteğini sağlayacağı düşünülmüştür. Dahası, halkoylamasında beğenileceği
düşünülen bu hükümlere, reddedileceğinden korkulan hükümlerin taşıttırılması amaçlanmış ve bu
nedenle halkoylamasında 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tümüyle oylanacağına ilişkin bir
hüküm, bu Kanunun yürürlük maddesine yerleştirilmiştir.
Kullanılan bu yöntemler, Adalet ve Kalkınma Partisinin, gerek TBMM Genel
Kurulundaki görüşmelerde gerekse yapılacak halkoylamasında bu Anayasa değişikliğinin mutlaka
kabul edilmesini sağlama kararlılığının bir göstergesidir.
Bu Anayasa değişikliğinin kabulü halinde düzende oluşacak değişimlerden sonra,
TBMM’de gerekli karar yetersayısı çoğunluğuna sahip bir partinin, yukarıda belirtildiği gibi
Cumhuriyetin temel niteliklerini, başka yeni Anayasa değişiklikleri yoluyla değiştirmesinin önünde
de artık önemli hiçbir engel kalmayacaktır; hatta Anayasa Mahkemesinin söz konusu 7.5.2010
tarihli ve 5982 sayılı Kanunla ilgili kararı halkoylaması sonrasına kalacak olursa, bu Kanunun
halkoylamasında kabulü halinde, karar yetersayısının yükselmesi nedeniyle bir iptal kararının
verilmesi de çok güçleşecektir.
Bütün bu hususlar dikkate alınarak, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun amacı
değerlendirildiğinde, bunun “kamu yararı” olmadığını söylemek gerekli hale gelmektedir.
Bilindiği ve yukarıda da ifade edildiği gibi bir hukuk devletinde, kamu erki kullanılarak
yapılan tüm işlemlerin nihai amacının “kamu yararı” olması gerekir.
Kamu erki kullanılarak yapılan bir işlemin kamu yararı nihai amacına yönelik olmaması,
hukuk devletine aykırıdır.
Hukuk devleti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2 nci maddesinde Cumhuriyetin
nitelikleri arasında gösterilmiştir. Bu nedenle, hukuk devletine aykırı bir Anayasa değişikliği,
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti niteliğinin Anayasanın 4 üncü maddesine
aykırı bir biçimde değiştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu da Anayasanın 4 üncü maddesinde ifade
edilen değişmezlik ilkesine aykırıdır. Yöneldiği amaç bakımından yukarıda belirtilen gerekçelerle
Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddelerine aykırı düşen 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun, tüm
hükümlerinin iptal edilmesi gerekmektedir.
I.B. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 8’inci, 14’üncü, 16’ncı, 19’uncu, 22’nci,
25’inci ve 26’ncı Maddelerine İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
I.B.1. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 8’nci maddesinin 7.11.1982 tarihli ve
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 74’üncü Maddesinin Üçüncü Fıkrasını Yürürlükten
Kaldırarak Maddeye Eklediğini İfade Ettiği Üçüncü Fıkradaki “ve Kamu Denetçisine Başvurma”
İbaresi İle Madde Başlığındaki “ve Kamu Denetçisine Başvurma” İbaresinin, Dördüncü, Beşinci ve
Altıncı Fıkralarının Anayasaya Aykırılığı
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 74 üncü maddesinin üçüncü fıkrasını yürürlükten kaldırarak maddeye eklediğini ifade
ettiği üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarda, Kamu Denetçiliği Kurumu oluşturulduğu
görülmektedir. Ancak Kamu Denetçiliği Kurumunu oluşturmak için T.C. Anayasasının 74 üncü
maddesine eklenen fıkralarda Anayasaya aykırı hususlar vardır. Şöyle ki:
•5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin değiştirdiğini ifade ettiği T.C. Anayasasının 74
üncü maddesinin yeni eklenen dördüncü fıkrasında, Kamu Denetçiliği Kurumunun Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına bağlı olarak, ancak idareyle ilgili şikayetleri incelemek üzere kurulduğu
görülmektedir.
Şikayetleri incelemekle görevli bir idari kurumun TBMM Başkanlığına bağlanması,
yasamanın bu kurumun işlevleri bakımından yürütme üzerinde üstünlük kazanması anlamına
gelmektedir. Bu durumun ise Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında
sıralanan Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığı ile bağdaşmayacağı ortadadır.
•Diğer yandan T.C. Anayasasının 74 üncü maddesine eklendiği ifade edilen beşinci
fıkrada, Kamu Başdenetçisinin seçiminin Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olması, yukarıda
belirtilen “yasamanın yürütme üzerinde kuvvetler ayrılığına aykırı olarak üstünlük kurması”
durumunun, daha da somut bir görünüm kazanmasına neden olmaktadır. Seçim için, söz konusu
beşinci fıkrada belirtilen yöntem ise, Kamu Başdenetçisinin seçiminde tamamen Türkiye Büyük
Millet Meclisindeki çoğunluk partisinin belirleyici olmasını sağlamaktadır. Bu da, yasamanın bu
bağlamda yürütme üzerinde üstünlük kurmasını sağlayan bir başka husus olarak ortaya çıkmaktadır.
Çünkü ilk iki oylamada seçilmek için üye tamsayısının üçte iki ve 3 üncü oylamada üye
tamsayısının salt çoğunluğu aranırken, dördüncü oylamada, seçilmek için, en fazla oyu almak
yeterli görülmüştür. Bu da Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sıralanan
Başlangıç ilkelerinden kuvvetler aykırılığına aykırıdır.
5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin, T.C. Anayasasının 74 üncü maddesine
eklediğini ifade ettiği altıncı fıkrada ise, Kamu Denetçiliği Kurumunun görevlerine, yetkilerine,
inceleme sonunda yapacakları işlemlere ilişkin hiçbir belirleme yapılmamış; bu hususların kanunla
düzenleneceği belirtilmiştir. Bir başka deyişle Kamu Denetçiliği Kurumunun yetkileri, inceleme
sonunda yapacakları işlemler, tamamen Türkiye Büyük Millet Meclisine bırakılarak adeta isimden
ibaret işlevi ve yetkileri belirsiz bir kurum oluşturulmuştur. Böyle bir belirsizliğin hukuki güven
duygusunu sarsacağı, keyfiliğe yol açacağı ve bu nedenlerle Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen
“hukuk devleti” niteliği ile bağdaşmayacağı açıktır.
Ayrıca Kamu Denetçisi Kurumunun idarenin işleyişi ile ilgili şikayetleri inceleyeceği
belirtilmiş; ancak, bu inceleme sonunda yapılacak işlemler belirtilmemiş; özerk kurumlar ayrık
tutulmadığı için, onlar da bu denetimin kapsamı içine girmişlerdir. Aynı durum yargıya intikal etmiş
veya yargı kararına bağlanmış idari işlemler için de söz konusudur. Bunlar da ayrık tutulmadıkları
için söz konusu denetimin kapsamı içinde kalmışlardır. Denetimin sonucunda yapılacaklar hakkında
da belirsizlik vardır. Bu belirsizlikler de hukuki güven duygusunu zedelemekte ve söz konusu
düzenlemenin hukuk devleti ilkesine aykırılığı çok açık hale gelmektedir.
Bu nedenle, 5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin Anayasanın 74 üncü maddesine
eklediği dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraların Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk
devleti niteliğine aykırı düştüğünün, 8 inci madde bir Anayasa değişikliği yaptığı için bu aykırılığın
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti niteliğinin Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı
olarak değiştirilmesi anlamına geldiğinin, söz konusu fıkraların bu nedenle iptal edilmesi
gerektiğinin söylenmesi gerekmektedir.
Bu belirsizlikler hukuki güven duygusunu zedelemekte ve hukuk devleti ilkesine aykırı
düşmektedir. Diğer yandan hakkında yargıya başvurulan veya yargı kararı verilmiş idari işlemlerin
denetim alanı içinde olması da, kuvvetler ayrılığı ilkesi ile bağdaşmamaktadır.
Bu nedenle, 5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin Anayasanın 74 üncü maddesine
eklendiğini ifade ettiği dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraların, Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen Cumhuriyetin “hukuk devleti” niteliği ile Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına aykırı
düştüğünün; söz konusu 8 inci madde bir Anayasa değişikliği yaptığı için, bu aykırılığın Anayasanın
2 nci maddesindeki yukarıda belirtilen niteliklerin Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı olarak
değiştirildiği anlamına geldiğinin ve bu nedenle söz konusu dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraların
iptalinin gerektiği söylenmelidir.
Diğer yandan 5982 sayılı Kanunun Anayasanın 74 üncü maddesine eklediği ifade edilen
üçüncü fıkrada, Anayasaya aykırılığı açıklanan Kamu Denetçiliği Kurumuna başvuru hakkı
düzenlenmektedir. Bu hakkın da, Kamu Denetçiliği Kurumunun ve bu uygulamanın Anayasaya
aykırı olduğu dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralar için yapılan açıklamalarda ortaya konulmuş
olduğu için, bu açıklamalarda belirtilen gerekçelerle Anayasaya aykırı düştüğü söylenmelidir ve bu
nedenle bu fıkrada yer alan “ve kamu denetçisine başvurma” ile madde başlığındaki “ve kamu
denetçisine başvurma” ibareleri iptal edilmelidir.
I.B.2. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 14’üncü Maddesine İlişkin Anayasaya
Aykırılık Gerekçeleri
Bir hukuk devletinde yargı erkinin sağlıklı bir biçimde işleyebilmesi, öncelikle yargı
bağımsızlığının ve yargıç – savcı güvencelerinin sağlanmış olmasına bağlıdır.
5982 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci tümcesinde yer alan
hüküm, adalet hizmetleri ile savcıların idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığınca denetiminin,
adalet müfettişleri ile hakim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler; araştırma, inceleme ve
soruşturma işlemlerinin ise adalet müfettişleri eliyle yapılacağını ifade etmektedir.
Böyle bir düzenlemenin savcıların, idari görevleri yönünden yapılacak denetimler ve
araştırma, inceleme ve soruşturmalar aracılığı ile Adalet Bakanının etki ve baskısı altına girmesine
yol açabileceği ortadadır. Son günlerde ülkemizde savcıların denetimi bağlamında yaşananlar, bu
olasılığın hiç uzak olmadığını göstermektedir.
Savcıların, idari görevleri bakımından yapılacak denetim, araştırma, inceleme ve
soruşturmaların Adalet Bakanlığının etki ve baskısı altına girmesine yol açabilecek husus, söz
konusu madde değişikliğinde bu denetimin, inceleme, araştırma ve soruşturmaların adalet
müfettişleri ile hakim ve savcılık mesleğinden gelen iç denetçilere bırakılmış olmasıdır. Çünkü iç
denetçiler de, adalet müfettişleri de Adalet Bakanlığına bağlıdırlar ve bu nedenle Adalet Bakanının
denetim süreçlerini etkileme olasılığı söz konusu olabilir. Böyle bir olumsuzluğu aşmanın yolu, söz
konusu denetim, inceleme, araştırma ve soruşturmaların Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna
bağlı müfettişler eliyle yapılmasını sağlamaktır.
Savcıların idari görevlerinin denetimi, araştırma, inceleme ve soruşturmaları bağlamında
bile olsa Adalet Bakanının etki ve baskısı altına girmesi, yargısal görevlerini bağımsız bir biçimde
yerine getirmelerini engelleyecek; güvencelerini etkisiz kılabilecektir. Bunun da hukuk devleti
ilkesine ve kuvvetler ayrılığına aykırı düşeceği ortadadır.
Diğer yandan söz konusu 14 üncü maddenin ikinci fıkrasının birinci tümcesinde sözü
geçen “Adalet hizmetleri”, kapsamı belirsiz bir kavramdır ve bu belirsizlik, yargıçların da adalet
hizmetleri yönünden Adalet Bakanlığınca denetlenmesine yol açabilecektir. Bu da savcılar
bakımından yukarıda değinilen tüm Anayasaya aykırı durumların, yargıçlar açısından da kendisini
göstermesine neden olacaktır. Bu bağlamda bu denetim, yargıçları da, Adalet Bakanının etki ve
baskısı altına sokacak; görevlerini bağımsız bir biçimde yerine getirmelerini engelleyecek;
güvencelerini etkisiz kılabilecektir. Böylece hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı bir
görünüm ortaya çıkacaktır.
Öte yandan getirilen düzenleme, HSYK üyesi olacak 1. sınıf yargıç ve savcıların, üyelik
süresince Bakanlık denetimi dışında kalmamasına, Bakanlık denetimine tabi olmasına da yol
açacaktır. Bu da yukarıda belirtildiği gibi yargı bağımsızlığına, yargıç ve savcı güvencesine aykırı
bir durum olup hukuk devleti ile de bağdaşmamaktadır.
Söz konusu 14 üncü maddenin ikinci fıkrasının ikinci tümcesinde de, Anayasaya aykırı
bu denetimin usul ve esaslarının belirlenmesi çıkarılacak kanunlara bırakılmıştır. Bu nedenle,
denetim konusunda yukarıda belirtilen Anayasaya aykırılık ve belirsizlikler, söz konusu ikinci
tümce için de aynen geçerlidir.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin nitelikleri arasında, hukuk devleti
ve başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığı da yer almaktadır. Bu nedenle, yukarıdaki açıklamalar
doğrultusunda söz konusu 14 üncü maddenin ikinci fıkrasının tümüyle Anayasanın 2 inci
maddesinde belirtilen bu niteliklere aykırı düştüğünün söylenmesi gerekmektedir. Bu düzenleme bir
Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için, bu aykırılık söz konusu 14 üncü maddenin ikinci
fıkrasının Anayasanın 2 nci maddesini hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı nitelikleri bakımından
değiştirildiği anlamına gelmektedir. Böyle bir değişiklik ise Anayasanın 4 üncü maddesindeki
değişmezlik yasağına aykırıdır. Bu nedenle Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddelerine aykırı olan
5982 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (2709 sayılı kanunun değişen 144 üncü
maddesinin) iptal edilmesi gerekmektedir.
I.B.3. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 16’ıcı Maddesine İlişkin Anayasaya
Aykırılık Gerekçeleri
Anayasa Mahkemesinin üyelerinin seçiminde ülkelerin kendi siyasal koşul ve
gelişimleri doğrultusunda birbirinden farklı yöntemler kullandıkları görülmektedir.
Bu bağlamda, kimi devletlerde yasama organlarına veya devlet başkanlarına Anayasa
Mahkemesine üye seçme yetkisinin verildiği görülmektedir. Ancak dikkatlice bir inceleme, örneğin
karar yetersayılarının yükseltilmesi, başka kurum ve kuruluşların göstereceği adaylar arasında seçim
yapılması ve yargılayacak konumdakilerin, yargılayabilecekleri tarafından seçilmemesi gibi
önlemlerle, Anayasa yargılaması yapacak yargı organının bağımsızlığının ve tarafsızlığının
korunmasına çalışıldığını ortaya koymaktadır. Avrupa ülkeleri, ilke olarak, yasamanın üye seçmesini
uygun karşılamamakla birlikte, ancak ileri demokrasilerde, sayısı azınlıkta kalmak ve 2/3 oy
çokluğuyla seçilmek koşuluyla parlamentoların yüksek yargıya üye seçtiği de görülmektedir. İleri
demokrasiden kastedilenin, iki turlu dar bölge yöntemiyle seçilen ve lideri değil, halkı temsil eden
milletvekillerinden oluşan, ayrıca seçim barajının yüksek olmaması nedeniyle hemen tüm siyasal
görüşlerin temsil edildiği parlamentoların yer aldığı demokrasiler olduğu açıktır.
Buna karşın günümüzde Anayasa yargısı yapacak organa yürütme ve yasama
organlarının üye seçmesi yöntemini benimsemiş ülkelerde de yukarıda belirtilen önlemler alınmış
olsa bile bu yöntemin, yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı bakımından sakıncalı bulunarak
yoğun eleştirilere hedef olduğu da bilinmektedir.
Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi için yöntem belirlenirken, tüm
ülkelerde gözetilmesi gereken ortak hedef, bağımsız ve yansız bir yapının ortaya çıkması olmalı; her
ülke kendi tarihi ve siyasal koşulları çerçevesinde bu hedefe ulaşmasını sağlayacak çözümleri
bulmalıdır. Kamuoyu da bağımsızlık konusunda her hangi bir kuşkuya düşmemelidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, Anayasa Mahkemesi yapılanması hakkındaki çözüm,
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 146 ncı maddesinde ortaya konulmuştur.
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 146 ncı maddesinde Anayasa
Mahkemesinin kuruluşu ile ilgili olarak yapılmış bulunan düzenlemenin, 1982 tarihli Anayasanın
yürürlüğe girdiği günden bu yana ağır eleştirilerin hedefi olduğu bilinmektedir. Bu eleştiriler,
Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde Cumhurbaşkanına tanınan yetkiler üzerinde
yoğunlaşmıştır. Türkiye’de, yasama, yürütme organları ile Cumhurbaşkanı arasındaki organik ve
hukuksal bağın, uygulamada siyaseten tek güç haline geldiği, demokrasinin aynı zamanda bir yaşam
biçimi olduğu gözetildiğinde, Anayasa Mahkemesi üyelerinin TBMM ve Cumhurbaşkanı tarafından
seçilmesinin, “denetimsiz bir siyasal güç” yaratacağı bunun da Anayasanın 2 nci maddesindeki
demokratik hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerini değiştirici nitelikte olduğu hususuna dikkat
çekilmiştir. Cumhurbaşkanına Anayasa Mahkemeleri üyelerinin seçiminde tanınan yetkilerin
Anayasa Mahkemesini, oluşum bakımından Cumhurbaşkanının etkisine açık hale getirdiği ve bunun
Mahkemenin bağımsızlığını zedeleyecek ve yürütmenin etkisi altına girmesine yol açacak bir durum
olduğu; bu yetkilerin azaltılması gerektiği sıklıkla öne sürülmüştür.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin dördüncü fıkrasında getirilen
hükümlerin ise, bu eleştirileri ortadan kaldıracak değil; daha da yoğunlaştıracak bir nitelik taşıdığı
görülmektedir. Şöyle ki: 1982 tarihli T.C. Anayasasına göre; Cumhurbaşkanı, Anayasa
Mahkemesine 3 asıl üyeyi doğrudan seçmekteydi. 16 ncı madde ile yapılan değişiklikte bu sayı 4’e
çıkarılmıştır. Cumhurbaşkanına ayrıca Anayasa Mahkemesinin 10 üyesini de dolaylı olarak seçme
yetkisi verilmiştir; yani, 17 üyelik Anayasa Mahkemesinde üyelerin çoğunluğu (14’ü)
Cumhurbaşkanının tercihleri doğrultusunda belirlenecektir. Böylesi bir düzenlemenin Anayasa
Mahkemesinin bağımsızlığının zedelenmesine yol açacağı ve tarafsızlığından kuşku duyulmasına
neden olacağı ortadadır.
Değişiklikten önce Cumhurbaşkanına Anayasa Mahkemesinin 3’ü doğrudan 8’i dolaylı
olmak üzere tüm asil üyeleri ile 1’i doğrudan 3’ü dolaylı olmak üzere tüm yedek üyelerini seçme
yetkisi verilmiş olduğunun söylenmesi; bu gerçeği değiştirmemektedir. Çünkü 1982 Anayasasının
102 nci maddesinin 21.10.2007 tarihli ve 5678 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki halinde,
Cumhurbaşkanının TBMM tarafından üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile seçilmesi
öngörülmüş; ilk iki oylamada üçte iki çoğunluğun sağlanamaması halinde üçüncü oylamada üye
tamsayısının salt çoğunluğu yeterli sayılmış; üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamayacak olursa
üçüncü oylamada en çok oy alan iki aday arasında yapılacak dördüncü oylamada da Cumhurbaşkanı
seçilebilmek için yine üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyu aranmıştır. Ayrıca 102 nci maddenin
Anayasa Mahkemesince yorumu, toplantı yetersayısının da TBMM üye tamsayısının üçte ikisi
olduğu doğrultusunda yapılmıştır. Bu düzenlemeler, Anayasanın 102 nci maddesinde 2007 yılında
yapılan değişiklikten önce, Cumhurbaşkanının ancak TBMM’de oluşacak bir uzlaşmanın sonunda
seçilebileceğini ortaya koymaktadır. Bu da, Cumhurbaşkanı seçilecek kişinin tarafsız bir yapıda
olmasını gerektirecek bir durumdur.
Cumhurbaşkanına Anayasa Mahkemesinin üyelerini seçme konusunda geniş yetkiler
tanınmasının temelinde de bu tarafsız yapısı ve konumu yatmaktadır. Ancak 2007 yılında yapılan
Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının genel oyla seçilmesi esasının getirilmesi ve partilere
Cumhurbaşkanı adayı gösterme imkanının tanınması, bu durumu değiştirmiştir. Artık
Cumhurbaşkanı adaylarının seçilebilmesi için halkın desteği gereklidir ve bu desteğin bir partinin
katkısı olmaksızın sağlanabilmesi ve seçim propagandasının bir partinin parasal kaynaklarından
yararlanmadan yürütülebilmesi imkansız denecek kadar zordur. Cumhurbaşkanları Anayasa
kurallarında tarafsız bir statüde olsalar da, artık bu göreve bir partinin desteğini arkalarına almış,
parasal kaynaklarından yararlanmış kişiler olarak geleceklerdir. Bu konumdaki Cumhurbaşkanlarına
Anayasa Mahkemesi üyelerini seçmek konusunda geniş yetkiler tanınması, Anayasa Mahkemesinin
bağımsızlığının, öncekine oranla çok daha fazla tehlikeye düşürülmesi anlamına gelecektir. Çünkü
belli bir partinin desteğiyle göreve seçilen Cumhurbaşkanları, Anayasa Mahkemesine, 16 ncı
maddede yapılan düzenleme doğrultusunda, bu partinin tercihlerine uygun adayları seçecek ve bu
partinin görüşleri doğrultusunda hareket edecek bir Anayasa Mahkemesi yaratmaya girişeceklerdir.
2007 yılında yapılan Anayasa değişikliğinde Cumhurbaşkanına ikinci kez seçilmek
imkanının getirilmiş olması; Cumhurbaşkanını tekrar seçilmek amacıyla, kendisini göreve getiren
partiye bağımlılığını görevi boyunca da sürdürmeye itecek ve bu, yukarıda belirtilen bağımlılığı
daha da pekiştirici bir etki yapacaktır. Kuşkusuz bu durumun yansımaları, Anayasa Mahkemesi
üyelerinin seçiminde de görülecektir. Bütün bu hususlar, 16 ncı maddenin dördüncü fıkrasında
getirilen yeni düzenlemenin, Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığını ve yansızlığını zedeleyecek bir
nitelik taşıdığını ortaya koymaktadır.
Yargının yansızlığı ve yasama – yürütmeden bağımsızlığı, hukuk devletinin olmazsa
olmaz koşullarıdır.
Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedeleyebilecek böyle bir
düzenlemeyi getiren 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin dördüncü fıkrasının, bu açıklamalar
doğrultusunda Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sıralanan “hukuk
devleti”ne aykırı olacağı ortadadır.
Diğer yandan, söz konusu dördüncü fıkrada Cumhurbaşkanına verilen Anayasa
Mahkemesine üye seçme yetkisinin, Anayasa Mahkemesini Cumhurbaşkanına, bir başka deyişle
yargıyı yürütmeye bağımlı hale getirerek Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri
arasında sıralanan Başlangıç kısmı ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na da aykırı düşeceği
yadsınamaz.
Söz konusu dördüncü fıkrada Cumhurbaşkanına sadece 4 üyeyi doğrudan üst kademe
yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hakimler ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış
Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından seçme yetkisi verilmesi; diğer 10 üyeyi ise, ancak Yargıtay,
Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Yükseköğretim Kurulunun kendilerine
ayrılan kontenjanlar çerçevesinde gösterecekleri adaylar arasından seçme durumunda bırakılması
da, bu aykırılıkları gidermeye yetmeyecektir. Çünkü aşağıda ayrıntılarıyla belirtileceği gibi; aday
seçimleri için söz konusu dördüncü fıkrada belirtilen yöntem, seçici kurumların iradesini aslına
uygun biçimde yansıtmaya elverişli olmayan bir özellik taşımakta ve yukarıda belirtilen Anayasaya
aykırılık durumlarını ortadan kaldırmaya değil, pekiştirmeye neden olmaktadır.
Açıklanan bu hususlar çerçevesinde söz konusu 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin
dördüncü fıkrasının Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen
“hukuk devleti”ne ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğü söylenmelidir.
5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında Türkiye Büyük Millet
Meclisine de, Anayasa Mahkemesine 3 üye seçme yetkisi verilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi,
2 üyeyi Sayıştay Genel Kurulu’nun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için
gösterecekleri 3’er aday içinden; 1 üyeyi ise baro başkanlarının serbest avukatlar arasından
gösterecekleri 3 aday içinden gizli oylamayla seçecektir.
Görülüyor ki bu düzenleme, uzlaşma gerektirecek nitelikte bir karar yetersayısı
belirlememiş olduğu için, giderek uzlaşma arayışından uzaklaşan yasama organımızda, iktidar
partisi grubu, gösterilen adaylar arasından kendi dünya görüşlerine uygun bulduklarını rahatlıkla
Anayasa Mahkemesine üye olarak seçebilecektir. Bu da, yasama organındaki çoğunluğun iktidarını,
bir başka deyişle iradesini denetleyecek bir organın, bu çoğunluğa bağımlı hale getirilmesine ve bu
nedenle bağımsızlığından ve tarafsızlığından kuşku duyulmasına yol açacaktır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin söz konusu 3 üyeyi, kendilerine ayrılan kontenjanlar
çerçevesinde Sayıştayın ve Baro Başkanlarının göstereceği adaylar arasından seçiyor olması da bu
durumu değiştirmeyecektir. Çünkü bu adayların seçimi için belirlenen yöntem, aşağıda açıklanacağı
gibi, Sayıştayın ve Baroların iradesini aslına uygun biçimde aday listelerine yansıtmaya elverişli
değildir. Bu nedenle de bu yöntemin yukarıda belirtilen Anayasaya aykırılık durumlarını ortadan
kaldırmaya değil, pekiştirmeye neden olacağı belirtilmelidir.
Yukarıda da belirtildiği gibi, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, hukuk devletinin
olmazsa olmazlarıdır.
Anayasa Mahkemesinin tarafsızlığının ve bağımsızlığının zedelenmesine yol açabilecek
bir düzenlemenin, bu nedenle Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında
belirtilen “hukuk devleti” ile bağdaşması beklenemez.
Bu açıklamalara dayalı olarak 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrasının
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti”ne aykırı
düştüğü söylenmelidir.
Anayasa Mahkemesini, Türkiye Büyük Millet Meclisine bağımlı kılacak böyle bir
düzenlemenin, Anayasanın Başlangıç kısmında belirtilen ve Anayasanın 2 nci maddesinde yapılan
gönderme nedeniyle Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer alan “kuvvetler ayrılığı” ilkesine de
aykırı düşeceği açıktır.
Burada, 17 üyeden oluşacak Anayasa Mahkemesinin, söz konusu 16 ncı maddenin
üçüncü ve dördüncü fıkralarına göre hukukçu üyelerin azınlıkta kalacağı bir görünümle ortaya
çıkması olasılığının da bulunduğuna dikkat çekilmelidir.
Çünkü Cumhurbaşkanının doğrudan ve Sayıştay, Danıştay ve Yükseköğretim
Kurulunun göstereceği adaylar arasından seçeceği toplam 11 üye, hukukçu olmayabilir. Bu da
yaptığı işin niteliği “yargılama” olan bir kurum için yadırganacak hatta bu organın işlevini tam
anlamıyla yerine getirmekten uzaklaştıracak, etkisizleştirecek bir durumdur. Anayasa
Mahkemesinin Yüce Divan sıfatı ile ceza yargılaması da yaptığı düşünülecek olursa, böyle bir
durumun yol açabileceği olumsuz sonuçlar daha da belirgin biçimde görülebilir.
Yargının etkinliği, hukuk devleti için vazgeçilmezdir. Yargıyı etkisizleştiren bir
düzenleme hukuk devleti ile bağdaşmaz. Bu nedenle söz konusu üçüncü ve dördüncü fıkraların
belirtilen yönden de Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen
“hukuk devleti”ne aykırı düştüğü söylenmelidir.
5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin beşinci fıkrasında Yargıtay, Danıştay, Askeri
Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurulları ile baro başkanlarının
Anayasa Mahkemesi üye adaylarını seçerken uygulayacakları seçim yöntemi gösterilmiştir. Bu
seçim yöntemi de, yukarıda belirtildiği gibi, Cumhurbaşkanı ve TBMM’nin kendi dünya görüşlerine
uygun bir Anayasa Mahkemesi oluşturmalarını kolaylaştıracaktır. Çünkü, yapılacak aday
seçimlerinde her genel kurul üyesi ve barolarda da her baro başkanı, her boş üyelik için ancak tek oy
kullanabilecek; en fazla oy almış bulunan üç kişi aday gösterilmiş olacaktır. Bu yöntem, üçer
adaylık için yapılacak bu seçimlerde, seçmenlere ancak birer aday için oy kullanmak imkanını
tanıyarak, oy haklarını kısıtlamakta, kurumların tercihinin aslına uygun bir biçimde oya yansımasını
engellemekte; kurumlarında fazla destek görmeyen kimselerin bile adaylar arasına girmesine ve
eğer Cumhurbaşkanı veya TBMM’deki çoğunluğun görüşlerine yakınsalar, Anayasa Mahkemesine
üye seçilmesine imkan tanıyarak temsil adaletini bozmaktadır. Bu da, seçim kurumunun anlamı ve
dolayısı ile “demokrasi” ile çelişmekte; gerçekleştirmeye yöneldiği en önemli hedeflerden birisi
adalet olan hukuk devleti anlayışına aykırı düşmektedir.
Diğer yandan böyle bir yöntem, hukuk devletinin temel unsurlarından birisi olan eşitliğe
de aykırıdır. Şöyle ki; Sayıştay, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinden gelecek adayların söz konusu organların genel kurullarınca seçilmesi
öngörülmüşken, Yükseköğretim Kuruluna doğrudan adayları seçme yetkisi verilmiş; baroların ise
başkanlarının adayları belirlemesi öngörülmüştür. Bu düzenleme aday belirleyecekler bakımından,
Sayıştay, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ile barolar ve
Yükseköğretim Kurulu arasında bir eşitsizliğin doğmasına yol açmaktadır. Çünkü Baro
Başkanlarına ve Yükseköğretim Kuruluna aday belirleme yetkisi verilirken, diğerleri için Genel
Kurullarına yetki tanınmıştır.
Buna ek olarak, baro başkanlarına verilen seçme yetkisi de, bir başka sorun daha
yaratmaktadır. Çünkü her baro başkanı aynı sayıda baro üyesini temsil etmemektedir. Yüz üyesi bile
olmayan bir baronun başkanı ile binlerce üyesi olan barolarının başkanlarının (Örneğin 31.12.2009
itibarıyle İstanbul Barosunun 24.989, Siirt Barosunun 35, Ankara Barosunun 9.437, Artvin
Barosunun 54, Tunceli Barosunun 33 üyesi bulunmaktadır.) oylarının eş değer tutulması adil
değildir; demokrasilerdeki temsil adaletine ve hukuk devletinin temel gereklerinden olan eşitliğe
aykırı düşmekte, demokratik seçim gerekleriyle bağdaşmamaktadır.
Bu nedenlerle söz konusu beşinci fıkranın Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen
Cumhuriyetin “demokratik hukuk devleti” olma niteliğine aykırı düştüğünün söylenmesi gerekir.
Bu noktada, yukarıda açıklanan gerekçelerle 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16
ncı maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarının, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen
Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti”ne; beşinci fıkrasının da yine Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “demokratik hukuk devleti”ne aykırı oldukları;
söz konusu fıkralar bir Anayasa değişikliğine yönelik olduğu için, bu aykırılığın Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen nitelikler açısından Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı bir değişiklik
yapmak anlamına geleceği söylenmelidir. Böyle bir değişikliğin yapılmasına Anayasanın 4 üncü
maddesindeki değiştirilme yasağı engel olduğu için, söz konusu 5982 sayılı Kanunun 16 nci
maddesinin üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarının (2709 sayılı kanunun değişen 146 ncı
maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarının) iptal edilmesi gerekmektedir.
5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin ikinci fıkrası, (2709 sayılı kanunun değişen 146
ncı maddesinin birinci fıkrası) yukarıda belirtilen gerekçelerle Anayasaya aykırı olduğu ifade edilen
Anayasa Mahkemesi yapılanmasına sayısal zemin hazırladığı için; bu fıkranın da söz konusu 16 ncı
maddenin üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları bakımından geçerli olan gerekçelerle iptal edilmesi
gerekmektedir.
I.B.4. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 19’uncu Maddesine İlişkin Anayasaya
Aykırılık Gerekçeleri
I.B.4.a. 19’uncu Maddenin İkinci Fıkrasının Dördüncü Tümcesine İlişkin Anayasaya
Aykırılık Gerekçeleri
5982 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin ikinci fıkrasının dördüncü tümcesinde,
Bölümlerin ve Genel Kurulun kararlarını salt çoğunlukla alacağı ifade edilirken, burada toplantıya
katılanların salt çoğunluğunun mu, yoksa üye tamsayısının salt çoğunluğunun mu kastedildiği
hususuna açıklık getirilmemiştir. Bu, özellikle uygulamada vahim sonuçlara yol açabilecek bir
belirsizliktir.
Bir hukuk devletinde hukuk kurallarındaki belirsizlik, hukuki güvensizlik yaratacağı için
kabul edilemez; çünkü hukuk devletinin en önemli unsurlarından birisi hukuki güvenliktir. Bu
nedenle, belirsizlik yaratarak hukuki güvenliği ortadan kaldıran 19 uncu maddenin ikinci fıkrasının
dördüncü tümcesinde yer alan bu düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen “hukuk
devleti” ilkesine aykırıdır. Böylesi bir düzenlemeyi getiren bir Anayasa değişikliğinin, Anayasanın
4 üncü maddesine aykırı bir biçimde, Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri
arasında gösterilen “hukuk devleti” ilkesini değiştirmek anlamına geleceği kabul edilmelidir.
Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirilmezlik ilkesi böyle bir değişiklik yapılmasına imkan
vermediği için 5982 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin ikinci fıkrasının (2709 sayılı kanunun
değişen 149 uncu maddesinin birinci fıkrası) dördüncü tümcesinin iptal edilmesi gerekmektedir.
I.B.4.b. 19’uncu Maddenin Dördüncü Fıkrasına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
1982 tarihli Anayasanın 149 uncu maddesinin, Anayasa değişikliklerinde iptale ve siyasi
partilerle ilgili kapatma davalarında kapatmaya karar verilebilmesi için gerekli kıldığı çoğunluk,
beşte üçtür.
5982 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının bu konudaki karar yeter
sayısını yükseltmek suretiyle, Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliklerinin iptaline, siyasi
parti kapatmaya ve Devlet yardımından yoksun bırakmaya karar vermesini, imkansız denecek
ölçüde güçleştirdiği görülmektedir.
Böyle bir hüküm, Anayasa değişiklikleri konusunda Anayasanın getirdiği yasakların
rahatça aşılmasına ve özellikle, Cumhuriyetin Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddelerinde
gösterilen nitelik ve özelliklerinin güvencesiz kalmasına yol açacaktır.
Aynı durum siyasi parti yasakları bakımından da kendisini gösterecek ve Anayasanın 68
inci maddesine aykırı fiillerin işlendiği bir odak haline gelen partilerin kapatılması veya Devlet
yardımından yoksun bırakılması, karar yeter sayısına ulaşılamadığı için imkânsızlaşacaktır.
Böylece, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasında sıralanan ve büyük bir kısmı
Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen değerleri koruma altına
alan yasaklara uyulması güçleşecek; bunlar etkisizleştirilmiş olacaktır.
Bir hukuk devletinde, birtakım hukuk kurallarının belirlediği yasaklara uyulmamasını
kolaylaştırmak veya getirdiği yaptırımların uygulanmasını imkansızlaştırmak üzere başka hukuk
kuralları yapılması, kabul edilemez bir durumdur. Çünkü bu, hukuk devletinin sağlamak zorunda
olduğu hukuk düzeninin etkinliğini ve hukuka güven duygusunu özünden zedeler. Bu açıdan söz
konusu dördüncü fıkranın, Anayasanın 2 nci maddesindeki “hukuk devleti” ilkesine aykırı olduğu
ve söz konusu dördüncü fıkra bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bunun, Anayasanın 4
üncü maddesine aykırı biçimde Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesinin
değiştirilmesi anlamına geldiği kabul edilmelidir.
Bu açıklamalar, 19 uncu maddenin dördüncü fıkrasının, Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen Cumhuriyetin hukuk devleti niteliğini değiştirdiğini ortaya koymaktadır. Anayasanın 4
üncü maddesindeki değiştirilmezlik ilkesi böyle bir değişikliğe imkan vermediği için söz konusu
dördüncü fıkra (2709 sayılı kanunun değişen 149 uncu maddesinin üçüncü fıkrası) iptal edilmelidir.
I.B.5. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 22’nci Maddesine İlişkin Anayasaya
Aykırılık Gerekçeleri
I.B.5.a. 5982 Sayılı Kanunun 22’nci Maddesinin Üçüncü ve Dördüncü Fıkralarına
İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu maddesinde, 7 üyeden oluşan
bir Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu öngörülmüştür.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin üçüncü fıkrasında ise
Kurulun, üye sayısı arttırılarak, 22 asıl ve 12 yedek üyeden oluşan bir yapı ortaya konulmuştur.
22 asıl ve 12 yedek üyeden oluşan bu Kurulun nasıl yapılandırılacağı da, 22 nci
maddenin dördüncü fıkrasında gösterilmiştir. Ancak, dördüncü fıkra hükmüne bakıldığında,
Anayasaya aykırı birtakım hususlar görülmektedir. Şöyle ki:
• Kurulun Başkanı Adalet Bakanı olarak gösterilmiş; Adalet Bakanlığı Müsteşarına
Kurulda doğal üye olarak yer verilmiştir. Bu durum, dördüncü fıkranın; AB uzmanlarınca
düzenlenen ilerleme raporlarının, istişari ziyaret raporlarının, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi
kararlarının, Avrupa Yargıçları Danışma Konseyi’nin görüş ve önerilerinin; ulusal düzeyde de tüm
ilgili kurum ve kuruluşlar ile bilim insanlarının ve hukukçuların görüş ve önerilerinin gözardı
edilerek düzenlendiğini ortaya koymaktadır. Çünkü; söz konusu rapor, karar, öneri, görüş ve
değerlendirmelerde, Adalet Bakanına ve Müsteşarına Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda yer
verilmesi, yargıyı yürütmeye bağımlı kılacak bir husus olarak nitelendirilmiş; bu nedenle de yargı
bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığına ve hukuk devletine aykırı bulunmuştur.
22 nci maddenin dördüncü fıkrasında da, Adalet Bakanı ve Müsteşarına Kurulda yer
verilmesi; onlara yargıç ve savcıların özlük işleri bakımından alınacak kararları etkileme imkanını
getirecektir.
Ayrıca Kurulun Başkanının Adalet Bakanı olması ve 22 nci maddenin diğer fıkralarında
bu nedenle Bakana verilen yönetim ve temsil yetkileri, Kurulun çalışmalarını ve gündemini Bakanın
düzenlemesini sağlayacak; Bakan ve Müsteşarı toplantılara katılmamak suretiyle Kurulun
çalışmalarını kilitleyebilecektir. Yapılan değişikliklerde bu kilitlemeyi ortadan kaldıracak ve
kurulun demokratik esaslara göre çalışmasını sağlayacak koruyucu bir önlem alınmamış, güvence
getirilmemiş, tam tersi kilitleme yolu açık tutulmuştur.
Bu durum, yürütmenin yargı üzerinde üstünlük kurduğu, yargının yürütmeye bağımlı
kılındığı bir tabloyu ortaya koymaktadır. Yargının yürütmeye bağımlı kılınması ve yürütmenin yargı
üzerinde üstünlük kurması, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırıdır. Bunun yanı sıra, yargının yürütmeye
bağımlı kılınmasının ve yürütmenin etkisi altına sokulmasının, yargı bağımsızlığını ortadan
kaldıracağı da açıktır. Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin olmazsa olmazıdır. Bu nedenle, yargı
bağımsızlığının sağlanıp korunmadığı yönetim biçimlerinin hukuk devleti niteliğini taşıması
olanaksızdır.
Bütün bu açıklamalar, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda Adalet Bakanına
Başkan, Müsteşarına doğal üye sıfatıyla yer veren 22 nci maddenin dördüncü fıkrasının; yargının
yansızlığını ve bağımsızlığını zedelediğini, dolayısı ile Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan
Cumhuriyetin hukuk devleti niteliğine ve yine 2 nci maddenin Cumhuriyetin nitelikleri arasında
gönderme yaptığı Anayasanın Başlangıç kısmında belirtilen kuvvetler ayrılığına aykırı düştüğünü
ortaya koymaktadır.
• 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin dördüncü fıkrasında,
Kurulun dört asıl üyesinin, nitelikleri kanunda belirtilen, yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat
ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile avukatlar
arasından Cumhurbaşkanınca seçileceği ifade edilmiştir.
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu maddesinde,
Cumhurbaşkanına Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini seçme konusunda tanınmış olan
yetkilerin, Kurulu yürütmeye bağımlı kıldığı öne sürülmüş; bu durum yargı bağımsızlığı, hukuk
devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı görülerek, şiddetle eleştirilmiştir.
Bu yetkilerin Cumhurbaşkanına Anayasadaki tarafsız statüsü nedeni ile tanınmış olması,
seçiminde öngörülen toplantı ve karar yeter sayılarının da Cumhurbaşkanının tarafsız bir kimlik
taşımasını güvence altına alması, bu eleştirileri etkisizleştirmeye yetmemiştir.
Bugün ise, Anayasanın 102 nci maddesinde yapılan değişikliğin getirdiği seçim sistemi,
Cumhurbaşkanı adaylarını seçilebilmek için siyasi partilerin desteğini almak zorunda bırakmakta;
siyasi partilere de Cumhurbaşkanı adayı göstermek imkanı tanımaktadır. Bu düzenlemelerin
Cumhurbaşkanının artık tarafsız bir kimlik taşımasını sağlayamayacağı ortadadır. Çünkü göreve bir
siyasi partinin desteklediği veya önerdiği Cumhurbaşkanı olarak başlayacaklardır. Bu konumdaki
bir Cumhurbaşkanına söz konusu yetkilerin 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında tekrar
tanınmasının, yargı bağımsızlığı, hukuk devleti ilkesi ve kuvvetler ayrılığı bakımından 2007
değişikliği öncesine göre çok daha zedeleyici olacağı ve yargının tarafsızlığını da tehlikeye
düşüreceği kuşkusuzdur.
Çünkü Cumhurbaşkanları Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçerken,
seçimlerinde kendilerini desteklemiş olan partilerin tercihleri doğrultusunda hareket etmek
eğilimine gireceklerdir. Cumhurbaşkanlarına artık ikinci kez göreve seçilebilmek imkanının
getirilmiş olması, onları ikinci kez seçilebilmek amacıyla aynı partinin desteğini sürdürmek
arayışına itebilir. Bu arayışı da, desteğini aldığı partinin tercihlerinin, Cumhurbaşkanının Hakimler
ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçimlerinde belirleyici olmasına yol açar. Bunun, yukarıda
belirttiğimiz sakıncanın daha da belirginleşmesine neden olacağı ortadadır.
Söz konusu 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında Cumhurbaşkanına tanınan Hakimler
ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme yetkisi, yargıçlık ve savcılık mesleğinden gelmeyen üst
kademe yöneticileri ile iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyelerinin de bu
Kurula üye seçilebilmelerine olanak hazırlamaktadır.
Bu kimselerin, hakimlerin ve savcıların seçimi, kariyeri, özlük işleri gibi tamamen
yabancısı oldukları konularda Kurula ne gibi katkıda bulunacakları, elbette ki merak edilecek bir
husustur. Ancak bu konulara yabancı olmanın, bu kişileri, bilgilendirmek adı altında yapılacak
yönlendirmelere açık hale getireceği de ortadadır. Böyle bir durum, yargının tarafsızlığını ve
bağımsızlığını zedeleyici niteliktedir. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ise hukuk devletinin
olmazsa olmazıdır. Yargının tarafsızlığının ve bağımsızlığının sağlanamadığı ortamda hukuk devleti
de gerçekleşemez. Bu nedenle, söz konusu düzenlemenin bu bakımdan da kuvvetler ayrılığı ve
hukuk devleti ilkelerine aykırı düştüğünün söylenmesi gerekmektedir.
Diğer yandan söz konusu 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında Cumhurbaşkanına
tanınan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme yetkisinin, Avrupa Birliği ortak
standartları ile bağdaştırılması da olanaksızdır. Çünkü Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin
yukarıda belirtilen (R [94] 12) sayılı kararında ve CCJE’nin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine
sunduğu 10(2007) no’lu görüşte; hakimlerin seçimleri ve kariyerleri konusunda karar veren merciin
hükümet ve idareden bağımsız olması, bu merciin üyelerinin yargıçlardan oluşması ve kendi
emsallerince yargı tarafından seçilmesi gerekli bulunmaktadır.
Bu açıklamalar, 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında Cumhurbaşkanına tanınan
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme yetkisinin de yukarıda belirtilen nedenlerle
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin hukuk devleti niteliğine ve 2 nci maddenin
Cumhuriyetin nitelikleri arasında gönderme yaptığı Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına
aykırı düştüğünü ortaya koymaktadır.
• 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında, Cumhurbaşkanının yukarıda belirtilen
koşullarla seçeceği 4 üyenin yanı sıra, Hakimler ve Savcılar Kurulunun, 3 asıl ve 3 yedek üyesinin
Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, 2 asıl ve 2 yedek üyesinin Danıştay üyeleri
arasından Danıştay Genel Kurulunca, 1 asıl ve 1 yedek üyesinin Türkiye Adalet Akademisi Genel
Kurulunca kendi üyeleri arasından, 7 asıl ve 4 yedek üyesinin birinci sınıf olup, birinci sınıfa
ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adli yargı hakim ve savcıları arasından adli yargı hakim
ve savcılarınca, 3 asıl 2 yedek üyesinin birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektirecek
nitelikleri yitirmemiş idari yargı hakim ve savcıları arasından idari yargı hakim ve savcılarınca 4 yıl
için seçileceği ifade edilmiş ve süresi biten üyelerin yeniden seçilmesine imkan tanınmıştır.
Bu hüküm, Kurulda Cumhurbaşkanının seçebileceği 4 üyenin yanı sıra Türkiye Adalet
Akademisi Genel kurulunca seçilecek 1 üye ile birlikte, toplam 5 savcı ve yargıç kökenli olmayan
üyenin Kurulda yer almasına imkan hazırlamaktadır. Bu durumun, hakimlik ve savcılık sorunlarına
ve özlük işlerine yabancı bu kişileri, bilgilendirmek adı altında yapılacak yönlendirmelere açık
kılacağı ve bunun da yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına aykırı düşeceği yukarıda belirtilmiştir.
Diğer yandan söz konusu 5 üye, Adalet Bakanı ve Müsteşarı ile birlikte yürütmenin
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üzerinde etki kurmasını da sağlayacaktır. Çünkü Adalet
Bakanı yürütmenin bir unsurudur. Adalet Bakanlığı Müsteşarı, 2992 sayılı Kanunun 6 nci
maddesine göre, “Bakanın emri altında ve o’nun yardımcısı”dır. Türkiye Adalet Akademisi Adalet
Bakanlığına bağlı, özerk yapıda olmayan bir kuruluştur. Adalet Akademisinin yapacağı seçimin
Adalet Bakanının tercihini yansıtmaması olanaksızdır.
Cumhurbaşkanı ile Adalet Bakanının aynı partiden gelmeleri durumunda, farklı tutumlar
benimsemeleri pek olası değildir. Böylece Kurulda yürütmenin tercihleri doğrultusunda hareket
edecek 7 üyelik bir blok ortaya çıkabilecektir. Bunun yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı
ilkelerine aykırı bir görünümün ortaya çıkmasını hazırlamak bakımından önemli bir sayı olduğu
açıktır.
Diğer yandan adli yargıdaki birinci sınıf yargıç ve savcılar arasından yapılacak seçimde,
seçilenlerin hepsinin yargıç veya hepsinin savcı olduğu garip durumlar ortaya çıkabilecektir. Aynı
durum, idari ve adli yargıdaki birinci sınıf yargıç ve savcılar arasından yapılacak seçimde de
kendisini gösterebilecektir. Bunun sonucunda Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, çoğunluğu
hakimlerden veya çoğunluğu savcılardan oluşan bir Kurula dönüşebilecektir. Bu da savcıların
mesleki kariyerleri ve özlük işleri bakımından hakimlerin çoğunlukta olduğu veya hakimlerin,
mesleki kariyerleri ve özlük işleri bakımından savcıların çoğunlukta olduğu bir Kurulun kararlarına
bağlı kılınmaları gibi bir duruma yol açabilecektir. Hakimlerin ve savcıların mesleki kariyerleri ve
özlük işlerinin farklı özellikleri gözönünde tutulduğunda, aynı kurulda örgütlenmeleri eleştirilirken,
böyle bir durum elbette ki kabul edilemez. Çünkü bu, yukarıda belirttiğimiz Avrupa Konseyi
Bakanlar Komitesi kararlarına, dolayısı ile Avrupa ortak demokrasi standartlarına aykırı olduğu
gibi; savcıyı yargıca, yargıcı da savcıya bağımlı kılmak gibi demokratik ve adil olmayan bir duruma
yol açacaktır. Adalet hukuk devletinin temel hedeflerinden birisidir. Demokratik ve adil olmayan
böyle bir düzenleme, hukuk devletine de aykırıdır.
22 nci maddenin dördüncü fıkrasının öngördüğü bu Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu yapılanmasının Yargıtay ve Danıştay ile adli yargıdaki 1. sınıf yargıç ve savcılar ve idari
yargıdaki 1. sınıf yargıç ve savcılar arasında, Kurula seçecekleri üye sayısı bakımından bir eşitsizlik
yarattığı da görülmektedir.
Bu da, alınacak kararlarda Yargıtay’ın Danıştay’a, adli yargının idari yargıya nazaran
daha etkin olabilmesine neden olacak bir durumdur. Böyle bir durumun ise, adil olmadığı açıktır.
Adil olmayan bir düzenleme ise, yukarıda da belirtildiği gibi hukuk devletine aykırıdır.
1. sınıf yargıç ve savcılar arasından yapılacak seçim sonrası, HSYK üyesi olacak yargıç
ve savcılara üyelik süresi boyunca özel güvence getirilmemiştir. İdari yönden Adalet Bakanlığına
bağlı olmak, yargıçların yargı bağımsızlığı ilkesine uygun olarak çalışmalarını engelleyeceğinden
hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturur. Kurulda, bu yargıç ve savcıların yüksek yargı üyelerinden
niceliksel fazlalığı gözetildiğinde yargı bağımsızlığının daha da zedeleneceği açıktır.
22 nci maddenin dördüncü fıkrasının dördüncü tümcesinde yer verilen süresi biten
üyelerin yeniden seçilebileceğine ilişkin hükmün de, Kurul üyelerini, yeniden seçilebilmek için,
kendilerini seçenlerin beğenisini kazanacak tutumları benimsemeye iteceği; bunun da yargı
bağımsızlığına ve yargı tarafsızlığına dolayısı ile hukuk devleti ilkesine aykırı bir başka durum
yaratacağı görülmektedir.
Bütün bu açıklamalar, 22 nci maddenin dördüncü fıkrasının birinci ve ikinci
tümcelerinin Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen hukuk
devletine ve 2 nci maddenin Cumhuriyetin nitelikleri arasında gönderme yaptığı Başlangıç
ilkelerinden kuvvetler ayrılığına; üçüncü ve dördüncü tümcelerinin ise yine Anayasanın 2 nci
maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen “hukuk devleti”ne aykırı olduğunu ortaya
koymaktadır. Söz konusu dördüncü fıkra bir Anayasa değişikliği ile ortaya konulduğu için, bu
aykırılık dördüncü fıkranın Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti niteliği ile 2 nci
maddenin gönderme yaptığı Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığını değiştirdiği anlamına
gelmektedir. Anayasanın 4 üncü maddesindeki değişmezlik ilkesi buna imkan tanımadığı için söz
konusu 22 nci maddenin dördüncü fıkrası (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin
üçüncü fıkrası) bütünüyle iptal edilmelidir.
Kuşkusuz 22 nci maddenin üçüncü fıkrasının da, dördüncü fıkra ile birlikte
değerlendirilmesi uygun düşer. Çünkü 22 nci maddenin üçüncü fıkrasında Hakimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun 22 asıl ve 12 yedek üyeden oluşması ve 3 daire halinde çalışması öngörülerek,
22 nci maddenin dördüncü fıkrasında yer alan Anayasaya aykırı oluşuma sayısal zemin
hazırlanmıştır. Bu nedenle üçüncü fıkra da (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin
ikinci fıkrası), dördüncü fıkra için söz konusu olan gerekçelerle iptal edilmelidir.
I.B.5.b. 22’nci Maddenin Beşinci ve Altıncı Fıkralarına İlişkin Anayasaya Aykırılık
Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin beşinci ve altıncı
fıkralarında, yukarıda üçüncü ve dördüncü fıkralarla ilgili değerlendirmelerde oluşumu bakımından
Anayasaya aykırı olduğu gerekçeleriyle açıklanmış olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
üyeliklerine yapılacak seçimler düzenlenmiştir. Bu nedenle söz konusu üçüncü ve dördüncü fıkralar
için ortaya konulmuş olan Anayasaya aykırılık gerekçeleri, beşinci ve altıncı fıkralar için de
geçerlidir.
Ancak bunun yanında, altıncı fıkranın birinci tümcesinde düzenlenmiş bulunan seçim
yönteminin, bu fıkra için ek bir Anayasaya aykırılık durumu oluşturduğu da gözden
kaçırılmamalıdır. Çünkü söz konusu seçim yöntemi; Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet
Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üyenin, birinci sınıf adli ve idari
yargı hakim ve savcıları arasından seçilecek Kurul üyeliği için her hakim ve savcının, ancak bir
aday için oy kullanmasına imkan tanımakta; en fazla oy alanlar ise, sırasıyla asıl ve yedek üye
seçilmektedirler.
Böyle bir yöntemin, bu seçimin seçmenlerinin, seçilecek tüm üyelikler için tercihlerini
ortaya koymasını engellediği ortadadır. Seçmenlerin tercihlerini kullandıkları oya tam anlamıyla
yansıtamadığı ve seçme imkanlarının sınırlandırıldığı bir yöntemin ise, demokratik olduğu kabul
edilemez ve bu yöntem, Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen
“demokratiklik” ile bağdaştırılamaz.
Diğer yandan böyle bir yöntem, kurumunda veya meslektaşları arasında yeteri ölçüde
desteği bulunmayanların da aday listelerine girmelerini ve dolayısı ile Kurula üye olarak
taşınmalarını sağlayarak, adil olmayan bir seçim sonucunun ortaya çıkmasına neden olabilecek bir
özellik taşımaktadır.
“Adalet”, hukuk devleti adı verilen yönetim biçiminin gerçekleştirmeye yöneldiği temel
hususlardan birisidir. “Adil” olmayan bir seçim sisteminin, hukuk devleti ile bağdaştırılması
mümkün değildir.
Bu nedenlerle söz konusu 22 nci maddenin altıncı fıkrasının birinci tümcesinin
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer alan “demokratik
hukuk devleti”ne aykırı düştüğü söylenmelidir.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun, 22 nci maddesinin altıncı fıkrasının ikinci
tümcesinde ise, “Bu seçimler her dönem için bir defada ve gizli oyla yapılır.” hükmü yer almaktadır.
Bu hüküm gereği, Yargıtay, Danıştay Genel Kurulları, Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu
veya Adli yargı ile idari yargı hakim ve savcıları tarafından seçilecek asıl üyelerin yerine gelecek
yedek üyelerin de 4 yıllık süre dolmadan tükenmesi halinde, Kurul üyelikleri boş kalabilecek ve bu
durum, Kurul çalışmalarının etkisizleşmesine yol açabilecektir. Yargının etkisizleştirilmesi ise,
hukuk devleti ile bağdaşmayan bir durumdur. Böyle bir durumun da, Anayasanın 2 nci maddesinde
Cumhuriyetin nitelikleri arasında belirtilen hukuk devletine aykırı düşeceği açıktır.
Bu tablo karşısında, söz konusu 22 nci maddenin beşinci ve altıncı fıkralarının
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin “demokratik hukuk devleti” niteliğine
yukarıda açıklanan yönlerden aykırı düştüğü; bu fıkraların Anayasa değişikliği olarak düzenlendiği
gözönünde tutulduğunda bunun, Cumhuriyetin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen demokratik
hukuk devleti olma niteliğinin Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı olarak değiştirilmesi anlamına
geleceği söylenmelidir. Anayasanın 4 üncü maddesindeki değişmezlik ilkesi buna imkan vermediği
için söz konusu beşinci ve altıncı fıkralar (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin
dördüncü ve beşinci fıkraları) iptal edilmelidir.
I.B.5.c. 22’nci Maddenin Yedinci Fıkrasına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin yedinci fıkrası, Kurulun
yedek üyeleri bakımından, asıl üyeler için öngördüğü görev yasaklarını getirmemiştir; bu nedenle
Kurulun birinci sınıf hakimler ve savcılar arasında seçilen 4 yedek üyesi, kürsü hakimliğine devam
edecek; bu nedenle de her türlü soruşturma ve idari tasarrufun, dolayısı ile yürütmenin etki alanına
bağımlı durumda olacaklardır. Bu da, kuvvetler ayrılığına, yargı bağımsızlığına ve yargı
bağımsızlığının olmazsa olmaz koşulu olduğu hukuk devletine aykırı düşecektir.
Bu nedenle 22 nci maddenin yedinci fıkrasının Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen
Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer alan Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na ve “hukuk
devleti”ne aykırı düştüğü ve yedinci fıkra bir Anayasa değişikliği kapsamında yer aldığı için bunun,
Anayasanın 2 nci maddesinin bu nitelikler bakımından Anayasanın değiştirilmesi anlamına geleceği
söylenmelidir. Anayasanın 4 üncü maddesindeki değişmezlik yasağı buna imkan tanımadığı için söz
konusu yedinci fıkra (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin altıncı fıkrası) iptal
edilmelidir.
I.B.5.d. 22’nci Maddenin Sekizinci Fıkrasına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin sekizinci fıkrasında,
yukarıda 22 nci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarda açıklanan nedenlerle Anayasaya aykırı bir
nitelik taşıyan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Başkanlığına ve çalışma düzenine ilişkin
düzenlemeler yapılmıştır. Bu nedenle sekizinci fıkranın da, 22 nci maddenin üçüncü ve dördüncü
fıkraları için belirtilen gerekçelerle Anayasaya aykırı olduğu söylenmelidir.
Sekizinci fıkranın birinci, üçüncü ve dördüncü tümceleri, bu hususa ek olarak, başka
bakımlardan da Anayasaya aykırılıklar taşımaktadır. Şöyle ki:
• Sekizinci fıkranın birinci tümcesinde, “Kurulun yönetimi ve temsili Kurul Başkanına
aittir.” hükmü yer almaktadır.
Bu tümcenin, Kurulun Başkanının Adalet Bakanı olduğunu ifade eden söz konusu 22
nci maddenin dördüncü fıkrasının birinci tümcesi ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.
Böyle bir değerlendirme ise, sekizinci fıkranın birinci tümcesinin aslında “Kurulun yönetimi ve
temsili Adalet Bakanına aittir” olarak da okunabileceğini ortaya koymaktadır. Bunun ise Kurulu,
özellikle çalışma düzeni bakımından, yürütmeye bağımlı kılacağı; yargının bağımsızlığı, olmazsa
olmaz koşulu olan “hukuk devleti”ne ve kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı düşeceği ortadadır.
Hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı, Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin
nitelikleri arasında belirtilmiştir. Bu nedenle, söz konusu tümcenin, Anayasanın 2 nci maddesine
aykırı olduğunun söylenmesi gerekmektedir.
• 22 nci maddenin sekizinci fıkrasının üçüncü ve dördüncü tümceleri ise şöyledir:
“Kurul, kendi üyeleri arasından daire başkanlarını ve daire başkanlarından birini de
başkanvekili olarak seçer. Başkan, yetkilerinden bir kısmını başkanvekiline devredebilir”.
Bu tümcelerde, Başkanını seçmek yetkisi tanınmayan Kurula, ancak kendi üyeleri
arasından daire başkanlarını ve daire başkanlarından birisini de başkanvekili olarak seçmek olanağı
verilmiştir; ancak, başkanvekilinin yetkileri Anayasada gösterilmeyerek, dilerse Başkanının
devredeceği bir takım yetkileri kullanmak durumuna sokulmuştur. Bu da, yönetime ilişkin yetkilerin
tam anlamıyla Adalet Bakanında veya Adalet Bakanının güdümünde kalmasına yol açmaktadır.
Böyle bir düzenlemenin de, yargıyı yürütmeye bağımlı kılacağı açıktır. Bu durumda, söz
konusu üçüncü ve dördüncü tümcelerin de, aynen birinci tümce için belirtilen gerekçelerle
Anayasanın 2 nci maddesine aykırı düştüğünün söylenmesi gerekmektedir.
Fıkranın 2 nci tümcesindeki, Kurul Başkanı dairelerin çalışmalarına katılamaz tümcesi
ise yukarıda çerçeve 22 inci maddenin üçüncü fıkrasında 3 daire halinde çalışma hükmünde
belirtilen aykırılık gerekçelerine dayanarak iptal edilmelidir.
Bu tablo, söz konusu 22 nci maddenin sekizinci fıkrasının yukarıda açıklanan yönlerden
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti”ne ve
Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğünü ortaya koymaktadır. Sekizinci
fıkranın Anayasa değişikliği olarak düzenlendiği gözönünde tutulduğunda bu durumun,
Cumhuriyetin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen niteliklerinden “hukuk devleti” ve “kuvvetler
ayrılığı”nın, değiştirilmesi anlamına geleceği ve Anayasanın 4 üncü maddesindeki değişmezlik
ilkesi buna imkan vermediği için sekizinci fıkranın (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu
maddesinin yedinci fıkrası) iptal edilmesi gerektiği söylenmelidir.
I.B.5.e. 22’nci Maddenin Dokuzuncu Fıkrasına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin dokuzuncu fıkrasında,
yukarıda 22 nci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarıyla ilgili Anayasaya aykırılık gerekçelerinde
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti” ve Başlangıç
ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğü açıklanan Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun yetki ve görevleri ile ilgili bir düzenleme yapılmıştır.
Bu bakımdan söz konusu dokuzuncu fıkranın da, 22 nci maddenin üçüncü ve dördüncü
fıkraları için yukarıda ifade edilen gerekçelerle Anayasaya aykırı düştüğü kabul edilmelidir.
Bu noktadan hareket edildiğinde de, dokuzuncu fıkranın, Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti”ne ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler
ayrılığı”na aykırı düştüğünün; dokuzuncu fıkranın Anayasa değişikliği olarak düzenlendiği
gözönünde tutulduğunda da bu durumun, Cumhuriyetin Anayasada belirtilen bu niteliklerinin
değiştirilmesi anlamına geleceğinin; Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirilemezlik ilkesinin
böyle bir değişikliğe imkan vermemesi nedeniyle dokuzuncu fıkranın (2709 sayılı kanunun değişen
159 uncu maddesinin sekizinci fıkrası) iptal edilmesinin gerektiğinin söylenmesi gerekmektedir.
I.B.5.f. 22’nci Maddenin Onuncu ve Onbirinci Fıkralarına İlişkin Anayasaya Aykırılık
Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin onuncu ve onbirinci
fıkralarına bakıldığında, bu fıkralarda yapılan düzenlemelerin Anayasaya aykırı bazı yönleri
bulunduğu görülmektedir. Şöyle ki:
• Bugün için, yargıç ve savcılar hakkında soruşturma açma izni verme yetkisi ilgili
mevzuat gereğince, Adalet Bakanı tarafından kullanılmakta; bu iznin verilmemesi halinde idari
yargı mercilerine başvurulabilmektedir. Adalet Bakanlığının, birçok yargıç ve savcı hakkında, çok
kolaylıkla soruşturma izni verip, bu soruşturmaları uzun süre yürüterek; yürütmenin yargı üzerinde
baskı kurmasını sağladığı yolundaki örnek ve eleştiriler oldukça yaygındır.
22 nci maddenin onuncu fıkrasının birinci tümcesinin ilgili dairenin önerisi ile
sınırlandırılmış olsa bile, hakim ve savcılarla ilgili soruşturmaya olur vermek yetkisini Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu Başkanına vermesi, bu eleştirileri ortadan kaldırmaya yetmeyecektir.
Çünkü Kurulun Başkanı, yine Adalet Bakanıdır. Bu durumda yeni düzenlemenin de, yürütmenin
yargıyı etkisi aklına almasına yol açacağı ve kuvvetler ayrılığı ilkesi ile yargı bağımsızlığı temel
unsurlarından birisi olan “Hukuk Devleti”ne aykırı düşeceği açıktır.
• 22 nci maddenin onuncu fıkrasında, inceleme ve soruşturmanın daha kıdemli hakim
veya savcı eliyle de yaptırılabileceği hükmüne de yer verilmiştir. Ancak bu hüküm inceleme ve
soruşturmayı soruşturulandan daha kıdemli bir savcı veya yargıca yaptırma kararını kimin vereceği
ve soruşturma veya incelemeyi yapacak yargıç veya savcıyı kimin belirleyeceği konusunda herhangi
bir açıklık taşımamaktadır. Bu, söz konusu belirlemeleri de, oluru verecek Hakimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu Başkanının yani Adalet Bakanının yapmasına yetki verecek yasa düzenlemelerine
Anayasal dayanak oluşturacak bir durumdur. Böylesi bir durumun, yargının yürütmenin baskı ve
etkisine girmesine yol açacağı ortadadır. Bu da yargı bağımsızlığının olmazsa olmaz olduğu hukuk
devleti ilkesine ve kuvvetler ayrılığına aykırıdır.
• 22 nci maddenin onbirinci fıkrasında, Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin
olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı yolunu kapatmış olması da; tüm yasama ve yürütme
işlemlerinin yargısal denetimi esasını temel unsuru olarak kabul eden hukuk devleti ile
bağdaşmamaktadır. Hukuk devletinin en temel ilkelerinden birisi, devletin bütün işlem ve
eylemlerinin yargı denetimine bağlı olmasıdır. Bunun istisnasının Anayasa ile getirilmiş olması dahi
hukuk devleti ilkesinin ihlali anlamına gelir. Böyle bir istisna 2 nci madde karşısında kabul
edilemez.
Bu açıklamalar ışığında, 22 nci maddenin onuncu ve onbirinci fıkralarının Anayasanın 2
nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında belirtilen hukuk devletine ve Başlangıç
ilkelerinden kuvvetler ayrılığına aykırı olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Söz konusu
fıkraların Anayasa değişikliği niteliğini taşıması nedeniyle bu aykırılık, Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı niteliklerinin değiştirildiği anlamına
gelmektedir. Anayasanın 4 üncü maddesi böyle bir değişikliğe imkan vermediği için söz konusu
onuncu ve onbirinci fıkraların (2709 sayılı yasanın değişen 159 uncu maddesinin dokuzuncu ve
onuncu fıkraları) iptal edilmesi gerekmektedir.
I.B.5.g. 22’nci Maddenin Onikinci Fıkrasına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
Yukarıda, söz konusu 22 nci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarına ilişkin
Anayasaya aykırılık gerekçelerinde, bu fıkralardaki görünümüyle Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun, yapılandırılışı açısından Anayasaya aykırı bir nitelik taşıdığı açıklanmıştır. Bu
bakımdan, onikinci fıkrada düzenlenen Genel Sekreterliğin, Anayasaya aykırı olan bu Kurula
bağlanmış bulunması nedeniyle, 22 nci maddenin onikinci fıkrası da, bütünüyle ve 22 nci maddenin
üçüncü ve dördüncü fıkraları için geçerli olan gerekçelerle, Anayasaya aykırı düşmektedir ve iptal
edilmesi gerekmektedir.
Buna ek olarak, onikinci fıkranın ikinci tümcesinde Genel Sekreterin, Kurulun
göstereceği üç aday arasından olsa bile, Kurul Başkanı tarafından atanacağının belirtilmiş olması da,
onikinci fıkra için bir başka Anayasaya aykırılık nedeni oluşturmaktadır. Çünkü Kurulun Başkanı,
Adalet Bakanıdır. Bu durum, söz konusu Genel Sekreterlik bağlamında yargı ile yürütme arasında,
yürütmenin yargı üzerinde üstünlük kurmasına ve yargıyı etkilemesine yönelik bir bağ kurulmasına
yol açmaktadır. Bu aynı zamanda kurul sistemi ile çalışması gereken bir yapı için Başkanlık
sisteminin atama üzerine kurulu yapıya ve kurulun tamamı ile Başkanın etkisine girmesine yol
açacak bir düzenlemedir. Bunun ise Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında
gösterilen Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düşeceği açıktır.
Diğer yandan, yürütmenin yargı üzerinde üstünlük sağlaması ve yargıyı etkilemesi,
yargının bağımsızlığı ve yansızlığı ile de bağdaşacak bir durum değildir. Yargının yansızlığı ve
bağımsızlığı ise, hukuk devletinin olmazsa olmazlarıdır. Söz konusu ikinci tümcenin, bu bakımdan
da “hukuk devleti”ne de aykırı olduğunun belirtilmesi gerekmektedir.
Bu açıklamalar çerçevesinde söz konusu onikinci fıkranın Anayasanın 2 nci maddesinde
Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen “hukuk devleti” ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler
ayrılığı”na aykırı düştüğü; onikinci fıkra bir Anayasa değişikliği gerçekleştirdiği için bu aykırılığın,
Anayasanın 2 nci maddesindeki “hukuk devleti” ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”nın
değiştirildiği anlamına geldiği söylenmelidir. Böyle bir değişiklik ise Anayasanın 4 üncü maddesine
aykırı düşeceği için, onikinci fıkranın (2709 sayılı yasanın değişen 159 uncu maddesinin onbirinci
fıkrası) iptal edilmesi gerekmektedir.
I.B.5.h. 22’nci Maddenin Onüçüncü Fıkrasına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin onüçüncü fıkrasında, Adalet
Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hakim ve
savcılar ile adalet müfettişlerini ve hakim ve savcı mesleğinden olan iç denetçileri atama yetkisinin
Adalet Bakanına verilmesi, yürütmeye yargı üzerinde üstünlük kurma ve yargıyı etkisi altına alma
imkanının tanınması anlamına gelmektedir.
Bu süreçte Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun devreden çıkarılmış bulunması,
özellikle adalet müfettişlerini ve iç denetçileri Adalet Bakanının atıyor olması; 5982 sayılı Kanunun
çerçeve 14 üncü maddesinde belirtilen denetimin de, Adalet Bakanının güdüm ve etkisi altına
girmesine neden olabilecektir.
Belirtilen bu hususlar ise; yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına, dolayısı ile bu
nitelikler olmazsa olmazı olan hukuk devletine ve kuvvetler ayrılığına aykırıdır.
Bu nedenle 22 nci maddenin onüçüncü fıkrasının Anayasanın 2 nci maddesinde
Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer verilen Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na ve
“hukuk devleti”ne aykırı düştüğü; onüçüncü fıkra bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bu
aykırılığın kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti nitelikleri yönünden Anayasanın 2 nci maddesinin
değiştirilmesi anlamına geldiği söylenmelidir.
Böyle bir değişiklik Anayasanın 4 üncü maddesinde belirtilen değiştirilmezlik ilkesine
aykırı düşeceği için, söz konusu onüçüncü fıkra (2709 sayılı kanunu değişen 159 uncu maddesinin
onikinci fıkrası) iptal edilmelidir.
I.B.5.ı. 22’nci Maddenin Ondördüncü Fıkrasına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
Yukarıda söz konusu 22 nci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarına ilişkin Anayasaya
aykırılık gerekçelerinde, bu fıkralardaki görünümüyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun,
yapılandırılışı yönünden Anayasaya aykırı bir nitelik taşıdığı açıklanmıştır.
Bu bakımdan, ondördüncü fıkrada kanunla düzenlenmesi öngörülen hususların
Anayasaya aykırı düşen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun çalışma düzenine ilişkin olması;
ondördüncü fıkrayı da aradaki bağlantı nedeniyle, üçüncü ve dördüncü fıkralarda belirtilen
gerekçelerle Anayasaya aykırı bir görünüme sokmaktadır ve aynı gerekçelerle ondördüncü fıkranın
(2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin onüçüncü fıkrası) da iptal edilmesi
gerekmektedir.
I.B.6. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanunun 25’inci Maddesinin Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasına Eklediğini İfade Ettiği “Geçici Madde 18” Ve “Geçici Madde 19”A
İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
I.B.6.a. 25’inci Maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Eklediğini İfade Ettiği
“Geçici Madde 18”in Birinci, İkinci, Üçüncü, Dördüncü ve Beşinci Fıkralarına İlişkin Anayasaya
Aykırılık Gerekçeleri
“Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarında görevdeki
Anayasa Mahkemesinin yapısının, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinde
ortaya konulmuş olan yeni Anayasa Mahkemesi yapısına uyumunun sağlanması için yapılacak işler
ve kullanılacak yöntemler gösterilmiştir.
Yukarıda 16 ncı maddeye ilişkin Anayasaya aykırılık gerekçelerinde, 7.5.2010 tarihli ve
5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinde getirilen yeni Anayasa Mahkemesi yapısının çeşitli
açılardan Anayasaya aykırı olduğu açıklanmıştır.
Bu nedenle, mevcut Anayasa Mahkemesinin getirilen bu Anayasaya aykırı yeni
yapılanma modeline uyumunun sağlanması için “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü,
dördüncü ve beşinci fıkralarında yapılması öngörülen bütün işler ve kullanılacak yöntemler, söz
konusu 16 ncı madde için öne sürülen gerekçelerle Anayasaya aykırı düşmektedir.
Bu nedenle mevcut Anayasa Mahkemesinin, getirilen bu Anayasaya aykırı yeni
yapılanma modeline uyumunun sağlanması için, “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü,
dördüncü ve beşinci fıkralarında yapılması öngörülen bütün işler ve kullanılacak yöntemler, 16 ncı
madde ile birlikte değerlendirilmeli ve “Geçici Madde 18”in, birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve
beşinci fıkralarındaki hükümlerin, 16 ncı madde için geçerli olan gerekçelerle Anayasaya aykırı
düştüğü söylenmelidir. Bu nedenle “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve
beşinci fıkraları iptal edilmelidir.
Bu bağlamda daha açıkça ifade edilmesi gerekirse:
• Geçici Madde 18’in birinci ve beşinci fıkralarında yer alan hükümler, 7.5.2010 tarihli
ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesine ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirmelerde
Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan Cumhuriyetin niteliklerinden “kuvvetler ayrılığı”na ve
yargının bağımsızlığı ile tarafsızlığı olmazsa olmaz koşulu olan “demokratik hukuk devleti”ne
aykırı bulunmuş olan yeni Anayasa Mahkemesi modeline geçişi sağlamaya yöneldiği için; 16 ncı
madde için öne sürülmüş olan “kuvvetler ayrılığı” ve “demokratik hukuk devleti”ne aykırılık, söz
konusu birinci ve beşinci fıkralar için de geçerli olmalıdır. Söz konusu birinci ve beşinci fıkralar
Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için; bu aykırılık Anayasanın 2 nci maddesinin sözü geçen
nitelikler bakımından, Anayasanın 4 üncü maddesindeki yasağa rağmen değiştirildiği anlamına
gelmektedir. Anayasanın 4 üncü maddesi böyle bir değişikliğe imkan tanımadığı için “Geçici
Madde 18”in birinci ve beşinci fıkralarının iptal edilmesi gerekmektedir.
• Geçici Madde 18’in ikinci ve üçüncü fıkralarında, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun 16 ncı maddesi ile ilgili değerlendirmelerde “hukuk devleti” ve “kuvvetler ayrılığı”
ilkelerine dolayısı ile Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olduğu açıklanmış bulunan, TBMM’nin
Anayasa Mahkemesine üye seçme yetkisinin, görevdeki Anayasa Mahkemesinin yeni yapısına
uyumunu sağlamak için nasıl kullanılacağına ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Burada söz konusu
16 ncı maddenin üçüncü fıkrasında belirtilmiş olan yöntemin, geçiş aşaması için de benimsendiği
görülmektedir. 16 ncı madde için yapılan değerlendirmelerde, Sayıştay ve baroların aday belirleme
yönteminin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin “demokratik hukuk devleti”
ilkesine aykırı düştüğü sonucuna varıldığı için, bu yöntemlerin geçiş dönemi için de aynı aykırılıkla
malul olacağının söylenmesi gerekmektedir. “Geçici Madde 18”in ikinci ve üçüncü fıkraları
Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için, bu aykırılık, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen
“demokratik hukuk devleti” niteliğinin, Anayasanın 4 üncü maddesindeki yasağa rağmen iptali
anlamına gelmekte; bu nedenle de, Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddelerine aykırı olan “Geçici
Madde 18”in ikinci ve üçüncü fıkralarının da iptali gerekmektedir.
• Geçici Madde 18’in dördüncü fıkrasında, Cumhurbaşkanının, 7.5.2010 tarihli ve
5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinde belirtilen Yükseköğretim Kurulunun göstereceği öğretim
üyesi adaylar arasından Anayasa Mahkemesine üye seçme yetkisinin, yeni Anayasa Mahkemesi
yapısına geçiş aşamasında nasıl kullanılacağı belirtilmiştir.
Yukarıda söz konusu 16 ncı maddeye ilişkin Anayasaya aykırılık gerekçelerinde,
Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesine üye seçmesinin, Anayasanın 2 nci maddesinde
Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na ve “hukuk
devleti”ne aykırı olduğu ifade edilmiştir. “Geçici Madde 18”in dördüncü fıkrası da Anayasaya
aykırı bulunan bu yetkinin kullanımına ilişkin düzenlemeler yaptığı için, 16 ncı madde için söz
konusu olan bu gerekçelerle, Anayasanın 2 nci maddesine aykırı düşmektedir.
“Geçici Madde 18”in dördüncü fıkrası, bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bu
aykırılık, Anayasanın 2 nci maddesinin, Cumhuriyetin “kuvvetler ayrılığı” ve “hukuk devleti”
niteliklerinin Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı olarak değiştirildiği anlamına gelmekte; bu
nedenlerle, “Geçici Madde 18”in Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddelerine aykırı olan dördüncü
fıkrasının da iptal edilmesi gerekmektedir.
I.B.6.b. 25’inci Maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Eklediğini İfade Ettiği
“Geçici Madde 19”a İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasına eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 19”da, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun
22 nci maddesinin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu için ortaya koyduğu yeni yapılanma
biçimine halen görevde bulunan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun uyumunu sağlamaya
yönelik ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Bu bağlamda “Geçici Madde 19”un birinci fıkrasının, (a)
bendinde; geçiş aşamasında Cumhurbaşkanının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna doğrudan
üye seçme yetkisini nasıl kullanacağına ilişkin hükümlere yer verilmiştir. (b) bendinde Yargıtay
Genel Kurulunca, (c) bendinde Danıştay Genel Kurulunca, (ç) bendinde Türkiye Adalet Akademisi
Genel Kurulunca, (d) ve (e) bentlerinde birinci sınıfa ayrılmış adli ve idari yargı hakim ve
savcılarınca, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna seçilecek üyeler için, Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren 30 gün içinde yapılacak işlemler ve 22 nci maddede öngörülen seçim
sistemine uyularak yapılacak bu seçimlere ilişkin esaslar ortaya konulmuştur. Yani “Geçici Madde
19”un birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç), (d) ve (e) bentleri, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun
22 nci maddesinin, mevcut Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna uygulanması için gerekli
düzenlemeleri yapmaktadır. Bu nedenle, Cumhurbaşkanına tanınmış olan Hakimler ve Savcılar
Yüksek Kuruluna doğrudan üye seçme yetkisi; Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi ile
adli ve idari yargı yargıç ve savcılarının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme yetkisi
ve seçimlerde kullanılacak yöntemlerle ilgili olarak, 22 nci maddeye ilişkin Anayasaya aykırılık
gerekçelerinde yapılan bütün değerlendirmelerin ve ortaya konulan Anayasaya aykırılık
gerekçelerinin, “Geçici Madde 19”un birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç), (d) ve (e) bentleri için de
geçerlidir. Daha açık ifade etmek gerekirse:
• 22 nci madde ile ilgili değerlendirmelere bakıldığında; Cumhurbaşkanına ve Türkiye
Adalet Akademisine tanınan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme yetkisinin yargı
bağımsızlığına, dolayısı ile “kuvvetler ayrılığı” ve “hukuk devleti”ne aykırı bulunduğu; Yargıtay,
Danıştay, adli ve idari yargı yargıç ve savcılarına tanınan üye seçme yetkisinin ise tanınan
kontenjanlar ve seçim sistemi yönünden adalete ve dolayısı ile demokratik hukuk ilkesine aykırı
olduğunun saptandığı görülmektedir. Buradan hareketle “Geçici Madde 19”un birinci fıkrasının
birinci tümcesinin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen demokratik hukuk devleti ve Başlangıç
ilkelerinden kuvvetler ayrılığına aykırı görülmüş bir yapıya geçişi öngördüğü için Anayasanın 2 nci
maddesine; birinci fıkrasının (a) bendinin Cumhurbaşkanına tanınan yetkiler bakımından
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin yargının bağımsızlığı ve yansızlığı
gerekleri ile Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına; (b), (c), (ç), (d), (e) bentlerinin, Yargıtay ve
Danıştaya ve adli yargı hakim - savcıları ile idari yargı hakim - savcılarına ayrılan Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu üyelik kontenjanlarının adil bir orantıyı yansıtmadığı için Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devleti niteliğine; kullanılan seçim sisteminin adil bir demokratik
temsile imkan vermediği için Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen demokratik hukuk devleti
niteliğine aykırı düştüğü ifade edilmelidir.
“Geçici Madde 19”un birinci fıkrası bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bu
aykırılıklar, Anayasanın 2 nci maddesindeki “demokratik hukuk devleti” ve Başlangıç ilkelerinden
kuvvetler ayrılığının Anayasanın 4 üncü maddesindeki yasağa aykırı olarak değiştirildiği anlamına
gelmektedir. Bu nedenle, “Geçici Madde 19”un birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç), (d), (e) bentlerinin
iptal edilmeleri gerekmektedir.
• “Geçici Madde 19”un ikinci fıkrasında, birinci fıkrasının (a), (ç), (d) ve (e) bentleri
uyarınca seçilen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun asıl üyelerinin göreve başlayacağı tarih
belirlenmiştir. Ancak söz konusu (a), (ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca yapılacak seçimlerin
Anayasaya aykırılığı yukarıda belirtildiği için, ikinci fıkranın da aynı gerekçelerle, yani Anayasanın
2 nci maddesinde belirtilen “demokratik hukuk devleti”ne aykırı olduğu söylenmelidir. İkinci fıkra
bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bu aykırılık, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen
“demokratik hukuk devleti” niteliğinin değiştirildiği anlamına gelmektedir. Böyle bir değişiklik
Anayasanın 4 üncü maddesinde belirtilen değişmezlik yasağına aykırı düşeceği için, “Geçici Madde
19”un, ikinci fıkrası iptal edilmelidir.
• “Geçici Madde 19”un üçüncü fıkrasında, yine Anayasaya aykırı olduğu yukarıda
açıklanan yeni Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yapısına, görevdeki Kurulun uyumunun
sağlanması bağlamında; (b) ve (c) bentlerinde belirtilen ve oy verenlerin iradelerini oylarına tam
anlamıyla yansıtmalarına imkan vermediği için Anayasanın 2 nci maddesinde yer verilen
“demokratik”lik niteliğine aykırı bulunan yöntemlerle seçilen Danıştay ve Yargıtay üyelerinin ne
zaman göreve başlayacakları düzenlenmiş; bu düzenleme yapılırken halen görevde bulunan
üyelerin, seçildikleri sürenin sonuna kadar görevde kalacakları öngörülmüştür. Bu düzenleme,
Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında belirtilen “demokratik hukuk
devleti”ne ve Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına aykırı olduğu yukarıda 22 nci maddede
belirtilen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu modeline, görevdeki Kurulun uyumunun sağlanması
amacıyla yapıldığı için, 22 nci madde için ortaya konulan Anayasaya aykırılık gerekçeleri, söz
konusu üçüncü fıkra için de geçerlidir. Ayrıca (b) ve (c) bendi uyarınca yapılan seçimlerin,
kullanılan seçim yönteminin seçmenlerin iradelerinin tümüyle oya yansımasını önlemesi, seçim
hakkını kısıtlaması bakımından demokratik bir nitelik taşımamasının da, Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen “demokratiklik” niteliği ile bağdaşmayan bir başka aykırılık nedeni
oluşturduğu dikkatten kaçırılmamalıdır.
Bu hususlardan hareket edildiğinde, “Geçici Madde 19”un üçüncü fıkrasının, birinci ve
ikinci tümcelerinin birbiriyle yakın ilişkisi de göz önünde tutularak, Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “demokratik hukuk devleti”ne aykırı düştüğü söylenmelidir.
Söz konusu üçüncü fıkra bir Anayasa değişikliği niteliği taşıdığı için bu aykırılık, Anayasanın 2 nci
maddesinin, “demokratik hukuk devleti” niteliği yönünden, Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı
olarak değiştirilmesi anlamına gelmekte; bu bakımdan da söz konusu “Geçici Madde 19”un üçüncü
fıkrasının iptal edilmesi gerekmektedir.
• “Geçici Madde 19”un dördüncü fıkrasında, birinci fıkranın (b) ve (c) bentleri
uyarınca seçilen üyelerden, üçüncü fıkra uyarınca göreve başlayanların görev süresinin biteceği süre
düzenlenmiştir.
Dördüncü fıkranın da, yukarıda 22 nci maddeyle ilgili açıklamalarda Anayasaya aykırı
olduğu belirtilen yeni Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna, görevdeki Kurulun uyumunun
sağlanmasına yönelik geçiş düzenlemelerini yapması bakımından, 22 nci madde için söz konusu
olan gerekçelerle, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden
“demokratik hukuk devleti” ile Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğü
söylenmelidir. Söz konusu dördüncü fıkra bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için, bu aykırılık
sözü geçen nitelikler yönünden Anayasanın 2 nci maddesinin, dördüncü maddesindeki yasağın
gözardı edilerek değiştirildiği anlamına gelmektedir. Bu nedenle söz konusu dördüncü fıkranın iptal
edilmesi gerekmektedir.
• “Geçici Madde 19”un altıncı fıkrasının (b) bendinde; Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun ikinci fıkra uyarınca asıl üyelerinin göreve başladığı tarihten itibaren bir hafta içinde
Adalet Bakanının Başkanlığında toplanıp bir geçici Başkanvekili seçeceği hükmüne yer verilmiştir.
Kurulun bu şekilde Adalet Bakanının Başkanlığında bir seçim yapmasını öngören bir düzenlemenin,
yürütmenin yargı üstünde üstünlük kurması ve yargının yürütmeye bağımlı hale gelmesine yol
açacağı; bu nedenle de yargı bağımsızlığına ve kuvvetler ayrılığına dolayısı ile Anayasanın 2 nci
maddesine aykırı düşeceği ortadadır. Çünkü buradaki ifade Adalet Bakanının, Başkanlığının Kurul
Başkanı olmaktan değil; Adalet Bakanı olmasından doğduğunu ortaya koymakta; eğer, böyle bir
durum ifade edilmek istenmeseydi, Kurulun, Kurul Başkanının Başkanlığında toplanacağı
doğrultusunda bir hükmün konulması gerekmektedir.
Altıncı fıkranın (c) bendinde ise kurulun en az 15 üye ile toplanacağı ve üye tam
sayısının salt çoğunluğu ile karar vereceği belirtilmiştir. 22 kişiden oluşacak yeni Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun yukarıda I.B.5 bölümünde açıklanan gerekçelerle anayasaya aykırı
olduğu ve iptalinin gerektiği belirtildiğinden aynı gerekçelerle kurulun toplanma ve kararla ilgili
düzenlemesinin de anayasaya aykırı olacağı açıktır.
Diğer yandan “Geçici Madde 19”un altıncı fıkrasının (ç) bendinde, ilgili kanunlarda
gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar, sekretarya hizmetlerinin Adalet Bakanlığı tarafından
yürütüleceği bildirilmiştir. İlgili kanunlardaki değişikliklerin ne kadar süre içinde veya hangi tarihe
kadar tamamlanacağına ilişkin bir belirleme söz konusu altıncı fıkrada yer almadığı için bu hüküm,
yasamanın eline, gerekli düzenlemeleri geciktirerek sekretarya bakımından yargıyı sürekli biçimde
yürütmeye bağımlı kılmak imkanını vermektedir. Böylesi bir bağımlılık, yasama ve yürütmenin,
yargı üzerinde üstünlük kurmasına da neden olacaktır. Böylesi durumların yargının bağımsızlığına
dolayısı ile yargı bağımsızlığının olmazsa olmazı olan hukuk devletine ve kuvvetler ayrılığı ilkesine
de aykırı düşeceği ortadadır.
Bu açıklamalardan hareketle, “Geçici Madde 19”un altıncı fıkrasının (b), (c) ve (ç)
bentlerinin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden hukuk devletine ve
Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına aykırı düştüğü; söz konusu altıncı fıkra bir Anayasa
değişikliği niteliğini taşıdığı için bu aykırılığın Anayasanın 2 nci maddesinin sözü edilen nitelikler
yönünden Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı biçimde değiştirildiği anlamına geldiği ve bu
nedenle altıncı fıkranın (b) ,(c) ve (ç) bentlerinin iptal edilmesi gerektiği söylenmelidir.
• “Geçici Madde 19”un yedinci fıkrasında; Kurul müfettişleri ile adalet müfettişleri
atanıncaya kadar, mevcut adalet müfettişlerinin kurul müfettişi ve adalet müfettişi sıfatıyla görev
yapacakları; sekizinci fıkrasında ise, gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar bu madde
hükümlerinin uygulanacağı bildirilmiştir.
Bu düzenlemeler, yargıç ve savcılar hakkında Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu
tarafından yapılacak inceleme, araştırma ve soruşturmaların, Kurula bağlı müfettişler tarafından
değil, adalet müfettişleri eliyle yaptırılması yönteminin, bugünkü yürütme ve yasama istediği sürece
kalıcılık kazanmasını sağlamaktadır. Çünkü ilgili kanunlarda gerekli düzenlemelerin hangi süre
içinde yapılmasının gerektiğini ve kurul müfettişlerinin hangi süre içinde atanacağını gösteren
herhangi bir belirleme, yedinci ve sekizinci fıkralarda yapılmamıştır.
Bu, gerekli Kanunları çıkarma konusunda yasamayı, gerekli atamaları tamamlama
konusunda yürütmeyi keyfi hareket etmekte özgür bırakacak ve hukuk düzeninde belirsizlik
yaratacak bir durumdur. Böylesi durumlar hukuk devleti ile bağdaşmaz.
Diğer yandan böylesi bir hüküm, müfettişler ve yapacakları denetim yönünden belirsiz
bir süre boyunca yargıyı yürütmeye bağımlı kılmakta; yürütmenin ve yasamanın yargı üzerinde
üstünlük kurmasını sağlamaktadır. Bu da kuvvetler ayrılığı ile bağdaşmayacak bir durumdur.
Bu açıklamalardan hareketle, “Geçici Madde 19”un yedinci ve sekizinci fıkralarının da,
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti” ve Başlangıç
ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğü; söz konusu yedinci ve sekizinci fıkralar bir
Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bu aykırılığın Anayasanın 2 nci maddesinin söz konusu
nitelikler yönünden Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı bir biçimde değiştirildiği anlamına geldiği
söylenmeli; bu nedenle de “Geçici Madde 19”un yedinci ve sekizinci fıkraları iptal edilmelidir.
I.B.7. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 26’ncı Maddesine İlişkin Anayasaya
Aykırılık Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinde, bu Kanunun halkoyuna
sunulması halinde tümüyle oylanacağı ifade edilmektedir.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanununda, konu bakımından birbiri ile ilgisiz pek çok
madde yer almaktadır. Bu birbirleriyle ilgisiz maddelerin tümünün birlikte oylamaya sunulması,
halkoylamasına katılacak vatandaşların iradelerini tam anlamıyla oylarına yansıtmalarını
engelleyecek bir durumdur. Çünkü böylesi bir birlikte oylama, oy kullanacak vatandaşlara
beğenmedikleri hükümler için ayrı ayrı ret, beğendikleri hükümler için yine ayrı ayrı kabul oyu
vermek imkanını tanımayacak; vatandaşlar beğendikleri hükümlerin yürürlüğe girmesi için,
beğenmedikleri hükümlere de kabul oyu vermek veya beğenmedikleri hükümlerin yürürlüğe
girmesini engellemek için beğendikleri hükümleri de reddetmek zorunda kalacaklardır.
Bu da “demokrasi” kavramına aykırı bir durumdur. Çünkü, oy veren vatandaşın irade
serbestliğini ve seçme imkanını sınırlandırmakta ve bir dayatma meydana getirmektedir.
Demokrasilerde ancak birbirleriyle çok yakından ilgisi olan maddelerin birlikte
halkoyuna sunulması halinde, böyle sakıncalı durumların ortaya çıkması engellenebilmektedir.
Bu konuda Venedik Komisyonunun da aynı çözümü önerdiği görülmektedir.
Venedik Komisyonunun, 2006 tarihli “Referandumlarda İyi Uygulamalar Kılavuzu”nun
30 uncu maddesinde şu hüküm yer almaktadır.
“İçerik birliği, özgür oy iradesinin daha da önemli bir gerekliliğidir. Seçmenler, arasında
bir bağ olmayan farklı sorulara aynı anda oy vermek zorunda bırakılmamalıdır.”
Venedik Komisyonu’nun 2010 tarihli “Referandumlara Dair İyi Uygulama Kodu”nda
da, “Referandum metninin usul hukukunda geçerliliği” başlığı altında şu hükme yer verildiği
görülmektedir:
Bir metnin (Anayasa, yasa) tümünün değiştirilmesi durumu hariç, seçmenlerin serbest
oy hakkını garanti etmek için, oylamaya konan her sorunun çeşitli kısımları arasında öz itibariyle
bağlantı olmalıdır ve seçmenlerden öz itibariyle bağlantı bulunmadan tüm hükümleri kabul veya
reddetmeleri istenmemelidir.” (Bkz. Nisan 2010, “Referandumlara Dair İyi Uygulama Kodu”,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Merkezi, Bu kaynak Ek 14 olarak dilekçenin ekinde
sunulmuştur.)
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun gibi, birbirleriyle hiçbir ilgisi bulunmayan ve çoğu
da son derece teknik düzenlemeler getiren maddelerin birlikte oylanması halinde ise, oy kullanan
vatandaşın iradesini tam anlamıyla aslına uygun biçimde yasama sürecine yansıtması söz konusu
olamaz. Bu, aynı zamanda Venedik Komisyonunun “Referandumlara Dair İyi Uygulama Kodu” ile
de bağdaşmaz.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175 inci maddesinde yapılan 1987 tarihli
değişiklikle, Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların hangi maddelerinin birlikte, hangilerinin
ayrı ayrı halkoylamasına sunulacağını belirlemek imkanının Türkiye Büyük Millet Meclisine
bırakılmasının amacı da, böyle bir olumsuzluğun ortaya çıkmasının önlenmesidir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175 inci maddesinde yapılan 1987 tarihli
değişiklikte; 175 inci maddeye ilişkin değişiklik teklifinde yer almayıp, daha sonra Anayasa
Komisyonunda eklenen bu imkan için, Komisyon raporunda ileri sürülen aşağıdaki gerekçe, bu
hususu açıkça ifade etmektedir:
“Maddede yapılan diğer bir değişiklikle, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Anayasa
değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü sırasında, ileride halkoylamasına sunulması ihtimaline
karşı, Anayasanın değiştirilen hükümlerinin birlikte mi yoksa ayrı ayrı mı oylanacağı hususunun da
kanuna ilave edilecek bir hükümle kararlaştırılması esası getirilmiştir. Halkoyuna sunulmasının
Anayasanın her hükmü için ayrı ayrı yapılması kararlaştırıldığı takdirde, oylama sonunda bazı
hükümlerin benimsenmesi, bazılarının ise reddi mümkün olabilecek, böylece halkoylamasının daha
sağlıklı şekilde sonuçlanması ve bazı hükümler reddedilmiş olsa bile hiç olmazsa benimsenen
değişikliklerin yürürlüğe girmesi sağlanmış olacaktır.” (TBMM’nin 13.05.1987 tarihli 102. Birleşim
Tutanağı sonuna ekli, S. Sayısı 564, s-6, TBMM TD, Dönem 17, c.40) (Ek 15)
Aynı değişikliğe ilişkin olarak, zamanın Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu’nun
14.05.1987 tarihli 103. Birleşiminde, TBMM’nde yaptığı aşağıda yer verilen konuşma da,
TBMM’ye tanınan imkanın amacını göstermektedir.
“Diyelim ki, yapılan değişiklikler farklı farklı hususlarda ise, vatandaşın hepsine birden
oy vermek mecburiyeti tanımamak için; tercih imkanı kullanabilmesi için, yüce Meclis, bunları
paket paket, kısım kısım oylamaya tabi tutmak imkanına sahiptir.” (TBMM TD, Dönem 17, C.40,
s.361) (Ek 16)
Bu açıklamalar, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinde, bu
Kanunun birbiriyle konu bakımından hiçbir ilgisi olmayan, bütünsel değişikliği temsil etmeyen
maddelerinin, halkoyuna gidilmesi halinde, makul bir gerekçe olmadan tümüyle oylanacağına
ilişkin bir hükme yer verilmesinin, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin
demokratiklik niteliğine aykırı düşeceğini ortaya koymaktadır.
26 ncı maddedeki “halkoylamasına sunulması halinde tümüyle” ibaresinin,
Cumhuriyetin, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen demokratiklik niteliğine aykırı olması, 26 ncı
madde bir Anayasa değişikliği yapan Kanunda yer aldığı için, bu aykırılık, söz konusu ibarenin
Anayasanın 2 nci maddesinde, “demokratik”lik niteliğinde bir değişiklik yapıldığı anlamına
gelmektedir. Anayasanın 4 üncü maddesi böyle bir değişikliğe imkan tanımadığı için, 26 ncı
maddedeki “halkoyuna sunulması halinde tümüyle” ibaresinin iptal edilmesi gerekmektedir.
I.B.8. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 8’inci, 14’üncü, 16’ncı, 19’uncu, 22’nci
Maddeleri İle 25’inci Maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Eklediğini İfade Ettiği “Geçici
Madde 18” ve “Geçici Madde 19” İle 26’ncı Maddesindeki Anayasaya Aykırılıkların, Anayasa
Mahkemesinin Denetim Yetkisi Bakımından Konumu
Çağdaş Anayasaların genellikle temel felsefelerini ifade eden ilkelerini ve bu felsefeye
dayalı olarak ortaya koydukları düzenin bütünlüğünü, yasama organının kendisine veya bir başka
deyişle yasama organındaki çoğunluğun baskısına karşı güvence altına alacak hükümleri ve
kuruluşları da birlikte getirme yoluna gittikleri görülmektedir.
Böyle bir sisteme geçiş Türkiye’de de, Cumhuriyetin dayandığı temel ilkeleri ve
felsefeyi güvence altına alma gereksiniminin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Bu gereksinim 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 4 üncü maddesine de,
“Anayasanın 1 nci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2 nci
maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 ncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi
teklif edilemez” hükmünün yerleştirilmesine neden olmuştur.
4 üncü madde incelendiğinde; önce bir değişmezlik ilkesi konulduğu, buna ek olarak da
bir teklif yasağı getirildiği görülmektedir.
Anayasanın 4 ncü maddesine göre; Anayasanın 1 nci maddesindeki Devletin şeklinin
Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 ncü
maddesi hükümlerinde değişmeyi öngören veya Anayasanın sair maddelerinde yapılan
değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak bu ilkeleri değiştirme amacı güden herhangi
bir kanun teklif ve kabul olunamayacaktır. Bu esaslara aykırı olarak çıkarılmış bulunan bir kanunun
Anayasanın mevcut hükümlerinde en küçük bir etki ve değişme yapması veya yeni bir Anayasa
kuralı koyması mümkün değildir.
Anayasanın 4 üncü maddesinde yer alan bu yasak, belli sayıdaki Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyesinin esasında kendileri için bir hak teşkil eden ve niteliği bakımından da bir yasama
işlemi olan Anayasa değişikliği teklif etmelerini önlemektedir. Başka bir deyimle, değişiklik teklifi,
değişmezlik ilkesiyle çatışmıyorsa, Anayasada gösterilen şekil şartlarına uygun olarak yöntemi
içinde yürüyecek ve şayet çatışıyorsa, hiç yapılamayacak, yapılmış ise yöntemi içinde
yürütülemeyecek, yürütülmüş ise kabul edilip kanunlaşamayacaktır. (Bkz. Anayasa Mahkemesinin
E.1970/1, K.1970/31 sayı ve 16.06.1970 tarihli ile E.1973/19, K.1975/87 sayı ve 15.04.1975 tarihli
kararı)
Görüldüğü gibi 4 üncü maddedeki yasak, Anayasanın 7 nci maddesinde TBMM’ne
verilmiş olan yasama yetkisi için bir sınır oluşturmaktadır. Bu sınır, aynı zamanda TBMM’nin
Anayasayı değiştirme yetkisinin, 4 üncü ve 175 inci maddelerinin de sınırıdır. Yani, Anayasanın 1
inci, 2 nci ve 3 üncü maddelerindeki hükümlerin kapsamını oluşturan konular, yasama erkinin
konusal alanının dışında bırakılmış ve bu suretle TBMM, bu alanda, yasama yetkisini kullanmaktan
men edilmiş; yetkisiz kılınmıştır.
Kuşkusuz burada yetkisizlik kapsamında olanın sadece Anayasanın ilk üç maddesi
olmadığını tekrar belirtmekte yarar vardır.
Anayasanın ilk üç madde dışındaki hükümlerinde yapılacak ve ilk üç maddede belirtilen
hususları değiştirip başkalaştırma sonucunu doğuracak tüm yasa düzenlemeleri de 4 üncü
maddedeki yasağın kapsamına girmektedir. (Bkz. Prof. Dr. Sait Güran, “Anayasada Türban
Değişikliği” Cumhuriyet Gazetesi, 27.01.2008)
Aksini kabul, Anayasanın ilk üç maddesindeki hükümlerin özünün Anayasanın diğer
maddelerinde yapılacak değişikliklerle boşaltılmasına, başkalaştırılmasına, “Anayasaya karşı hile”
yapılmasına imkan tanımak anlamına gelecektir.
Bu husus Prof. Dr. Erdoğan Teziç tarafından da, Anayasanın laiklik ilkesini düzenleyen
2 nci maddesi ve onu koruyan 4 üncü maddesi karşısında, türban yasağının başka Anayasa
maddelerinde yapılacak düzenlemelerle kaldırılamayacağı; böyle bir işe kalkışılırsa bunun 2 nci
maddeyi etkisiz kılmak için “Anayasaya karşı hile” oluşturacağı yolundaki ifadelerle açıklanmıştır.
(Bkz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in Fikret Bila’ya yaptığı açıklama, “Yön”, Milliyet Gazetesi,
25.01.2008) (Ek 18)
Kaldı ki Anayasa Mahkemesi de Anayasanın değiştirilemeyecek hükümlerinin,
Anayasanın diğer maddelerinde yapılacak değişikliklerle değiştirilmesi halinde, bu tür yasama
işlemlerinin de değişiklik yasağının kapsamına gireceğini, E.1970/1, K.1970/31 sayı ve 16.06.1970
tarihli kararında şu şekilde ifade etmiştir.
“Bu bakımdan bu ilkelerle değişmeyi öngören veya Anayasanın sair maddelerinde
yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak bu ilkeleri değiştirme amacı güden
herhangi bir kanun teklif ve kabul olunamaz. Bu esaslara aykırı olarak çıkarılmış bulunan bir
kanunun Anayasanın mevcut hükümlerinde en küçük bir etki ve değişme yapması veya yeni bir
Anayasa kuralı koyması mümkün değildir.”
Bu saptamaları yaptıktan sonra, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun iptali istenen
yukarıda belirtilmiş hükümlerinin, Anayasanın 4 üncü maddesi karşısında konumunu
belirleyebilmek için, bu maddedeki düzenlemelerin Anayasanın 2 nci maddesindeki hususları
değiştirici veya başkalaştırıcı bir nitelik taşıyıp taşımadığı sorusuna yanıt vermek gerekir. Bu da
yukarıda, iptali istenen maddelerin Anayasaya aykırılık gerekçelerinde açıklanmış ve getirdikleri
düzenlemelerin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerine aykırı düştüğü,
bunları değiştirip başkalaştırdığı sonucuna varılmıştır.
Anayasanın 148 inci maddesinde Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliklerini
sadece şekil bakımından denetleyebileceği; Anayasa değişikliklerinde şekil denetiminin teklif ve
oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı
olduğu ifade edilmiştir.
Bu hüküm karşısında, Anayasa Mahkemesinin Anayasanın 4 üncü maddesinde belirtilen
yasağa karşın Anayasanın ilk üç maddesinde belirtilen hususları değiştiren bir Anayasa değişikliği
hakkında yargısal denetim yapıp yapmayacağının belirlenmesi gerekmektedir.
Bu belirleme, Anayasanın 4 üncü maddesi dahil, Anayasa değişikliklerinin teklif
edilmesini düzenleyen Anayasa hükümlerinin şekil kuralı niteliğini taşıyıp taşımadığı
saptamasından hareketle yapılmalıdır. Bu saptama, Anayasa Mahkemesinin E.1973/19, K.1975/87
sayı ve 15.04.1975 tarihli kararında yapılmış ve söz konusu kararda Anayasa değişikliklerini teklif
etmeyi düzenleyen Anayasa hükümlerinin yanı sıra bunu yasaklayanların da birer şekil kuralı
olduğunda kuşku bulunmadığı belirtilmiştir.
Ne var ki
ifadesini bulan şekil
içeriğinin Anayasanın
değiştirici bir nitelik
olabilecektir.
olayımızda, iptali istenen düzenlemelerin, Anayasanın 4 üncü maddesinde
kuralına aykırı olup olmadığının belirlenmesi ancak bu düzenlemelerin
ilk üç maddesinde getirilen ilkelerle bağdaşmayacak, bu nedenle bu ilkeleri
taşıyıp taşımadıklarını bir ön denetimle belirlenmesi yoluyla mümkün
Bu durumda Anayasa Mahkemesi, TBMM’nin yetkisizliği nedeniyle yasama yetkisini
kullanamayacağı bir alanda yapılan iptali istenen hükümleri, böyle bir denetimi yapmaya yetkili
olmadığı ve şekil denetiminin kapsamanın “teklif ve kabul yeter sayılarına ve ivedilikle görüşmeme
hususuna uyulup uyulmadığı” ile sınırlı tutulmuş olduğu gerekçesiyle denetlemekten kaçınabilecek
midir?
Bu soruya kuşkusuz olumsuz yanıt vermek gerekmektedir. Çünkü Anayasa
Mahkemesinin böyle bir denetimi yapamayacağını kabul etmek, Anayasanın 4 üncü maddesinde
belirtilen yasağa aykırı yasama işlemlerini yaptırımsız bırakmak anlamına gelecek; Anayasanın 4
üncü maddesindeki yasağı işlevsiz ve etkisiz hale sokacak ve Türkiye Cumhuriyetinin, Anayasanın
ilk üç maddesinde belirtilen niteliklerini güvencesiz bırakacaktır.
Halbuki Anayasamızın ilk 3 maddesinde belirtilen nitelikler, Türkiye Cumhuriyetinin
temelidir. Bu nitelikler değiştirildiği takdirde Anayasanın yerleşmiş düzeni, ahengi, bütünlüğü ve
Devletin niteliği de başkalaşır. Bu durumda da Devlet yapısının Anayasada tanımlanan ve istenen
biçimde işlemesi söz konusu olamaz.
Bir teklifin kabulünde, kabul yeter sayısına ulaşılamamasını iptal nedeni olarak kabul
eden bir Anayasanın, yukarıda ifade edilen durumların ortaya çıkmasına yol açacak bir şekil
aykırılığını, yaptırımsız bırakmayı tercih etmiş olduğu, kabul edilemez. Böyle bir kabul, TBMM’nin
belli bir çoğunluğunun, değişmez nitelikteki Anayasa hükümlerini, ağır ve açık yetki tecavüzü teşkil
eden yasama işlemleriyle bertaraf etmesine ve usul saptırmalarına kapıyı ardına kadar açmak
anlamına gelir. Böyle bir durumun ise, Anayasa ve hukukta yeri olamaz. Çünkü bu, hukukun genel
ilkelerine aykırı düşer. (Bkz. Prof. Dr. Sait Güran, “Anayasada Türban Değişikliği”, Cumhuriyet
Gazetesi, 27.01.2008) (Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in Fikret Bila’ya yaptığı açıklamalar “Yön”,
Milliyet Gazetesi, 25.01.2008 ve 09.02.2008.)
Anayasanın 148 inci maddesindeki, Anayasa değişikliklerinde şekil denetiminin teklif
şartına uyulup uyulmadığı hususlarıyla sınırlı olduğunu ifade eden hüküm, aslında böyle bir
denetime engel değil, dayanaktır. Çünkü “teklif” şartına uyulup uyulmadığının incelenmesi yetkisi,
Anayasa değişikliklerine ilişkin tekliflerde Anayasanın 4 üncü maddesindeki yasağa uyulup
uyulmadığının da denetlenmesini gerektirir.
Kaldı ki Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirilmezlik ilkesinin gereği olarak, bir
teklifin Anayasada öngörülen sayılarla teklif veya kabul edilip edilmediğinin incelenebilmesi için
öncelikle ortada hukuken sonuç doğurabilecek bir teklifin bulunması gerekir. Bu nedenle teklif ve
kabul yeter sayılarını denetleme konusunda verilen bir yetkinin, bir Anayasa değişikliği söz konusu
olduğunda evleviyetle “teklifin Anayasanın 4 üncü maddesine uygunluk bağlamında hukuken
geçerli olup olmadığını inceleme yetkisi”ni de içerdiğini söylemek gerekir.
Bu açıklamalara göre varılacak sonuç, Anayasa Mahkemesinin, 7.5.2010 tarihli ve 5982
sayılı Kanunun yukarıda iptali istenen hükümlerinin Anayasaya uygunluğunu denetleyebileceği ve
bu hükümlerin Cumhuriyetin, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen nitelikleri değiştirdiğine karar
vermesi halinde, bu hükümleri Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirme yasağına aykırılık
nedeniyle iptal edebileceğidir. Kaldı ki Anayasa Mahkemesi de, E.2008/16, K.2008/116 sayı ve
05.06.2008 tarihli kararında bu yolu yerinde görerek, 09.02.2008 tarihli ve 5735 sayılı Kanunun
yukarıda belirtilen açıdan Anayasaya uygunluk denetimini yapmış ve iptal etmiştir.
II. YÜRÜTMEYİ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
II.A. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanunun Tümünü İlgilendiren Yürütmeyi
Durdurma İstemi Gerekçeleri
Bir kanunun kanunlaşma sürecinde Anayasanın ve İçtüzüğün belirlemiş olduğu
yöntemlere uyulmaması, bu kanunun hukuk düzenindeki varlığı veya yokluğu ile ilgili bir sorundur.
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Anayasa değişikliği yapan kanunların
görüşülmesine ilişkin usul ilkelerini 175 inci maddesinde ortaya koymuş; 148 inci maddesinde ise,
Anayasa Mahkemesine, Anayasa değişikliği yapan Kanunların yalnız şekil bakımından denetimini
yapma yetkisini vermiş; bu şekil denetimini de teklif ve oylama çoğunluklarına ve ivedilikle
görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı tutmuştur.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun, oylamalarında gizli oylama ilkesine
uyulmaması ve 2 nci görüşmede kanunlar için geçerli görüşme yönteminin gereklerinin yerine
getirilmemesi nedenleriyle Anayasanın 175 inci maddesine şekil açısından aykırı düştüğü yukarıda
belirtilmiştir. Bu aykırılık kanunun yalnız belli maddelerini değil; tümünü ilgilendirmektedir.
Şekil bakımından bu kadar önemli bir sakatlıkla malul olan söz konusu Kanunun hukuk
düzeninde yürürlüğünü sürdürmesi, Cumhuriyetimizin hukuk devleti niteliğinin bu yürürlüğün
sürdüğü her an için tekrar tekrar darbe alması anlamına gelmektedir.
Diğer yandan teklifin veriliş biçimi, Komisyon görüşmeleri aşaması ve yöneldiği amaç
bakımından da 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun Anayasaya aykırı bir nitelik taşıdığı
görülmektedir.
Anayasanın ve hukukun üstünlüğü anlayışının gereği olarak hukuk düzeninin biran önce
söz konusu Kanunun varlığından arındırılması ve bu yapılıncaya kadar da en azından etkisiz hale
getirilmesi için tüm maddelerinin yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tüm maddeleriyle yürürlüğünü sürdürmesi,
öncelikle Anayasa Mahkemesi iptal kararını verip bu karar Resmi Gazetede yayımlanıncaya kadar
halkoylaması yapılması halinde, halkoyuna sunulması sonucunu verecektir. Anayasa Mahkemesince
tüm hükümlerinin iptal edilme olasılığı bulunan bir Kanun için halkoylaması sandıklarının
kurulması ise, başlı başına sonradan giderilemeyecek bir zarardır.
Diğer taraftan belirtilen süre içinde gerçekleşebilecek bir halkoylamasında bu Kanunun
kabulü halinde, Kanunda yer alan hükümler doğrultusunda örneğin; Anayasa Mahkemesinin ve
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeni yapısına uyumunun sağlanması, kamu denetçisinin
göreve başlaması, gerekli yasaların çıkarılması için hukuk düzeni harekete geçirilecektir. Bu arada,
karar yeter sayısı da Anayasa değişikliğinde yükseltilmiş olduğu için, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun bile belki iptali mümkün olmayabilecektir.
Bu süreç ilerlerken 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun iptali halinde ise, iptale
kadar bu Kanuna dayalı olarak kazanılan statülerin, yetkilerin ve oluşturulan yapıların durumu ve
ileriye yönelik konumu hukuki sorunlara yol açacak; iptal kararlarının geriye yürümezliği nedeniyle,
verilebilecek iptal kararı bu durum karşısında etkisini yitirecek ve ortalığa tam bir karmaşa hakim
olacaktır. Böyle bir durumda ortaya çıkacak zararların herhangi bir biçimde sonradan
giderilebileceğinin düşünülmesi bile olanaksızdır.
Üzerinde durulması gereken bir başka husus da, söz konusu Kanunun tüm hükümlerinin
yürürlüğünün durdurulmaması halinde, Anayasa Mahkemesinin açılan iptal davasına ilişkin
kararının Resmi Gazetede yayımına kadar geçecek süre içinde yapılabilecek halkoylamasında bu
Kanun kabul edildiği takdirde, Anayasal düzenin karşı karşıya kalacağı tehlikedir.
Çünkü böyle bir durumda yürürlüğe girecek kimi hükümler, sadece yargı bağımsızlığını,
kuvvetler ayrılığını ve Cumhuriyetin Anayasada belirtilen niteliklerinden “demokratik hukuk
devleti”ni ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”nı zedelemekle kalmayacak; Cumhuriyetin
diğer önemli temel niteliklerini de değiştirmeye ve Cumhuriyetin temel felsefesini dönüştürmeye
yönelik yeni Anayasa değişikliklerine de imkan hazırlayacaktır. Bu değişiklikler gerçekleştikten
sonra Anayasa Mahkemesinin vereceği bir iptal kararının, Cumhuriyetimizle ilgili dönüşümü tekrar
eski haline getirebilmesi ise kesinlikle imkansızdır.
Yukarıda belirtilen ve sonradan giderilmesi olanaksız bu zararları önlemek için 7.5.2010
tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tüm hükümlerinin yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir.
II.B. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanunun İptali İstenen Bazı Hükümlerine İlişkin
Özel Yürürlüğü Durdurma İstemi Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun Kamu Denetçiliği Kurumu, Anayasa
Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve yapılacak halkoylaması ile ilgili iptali
istenen hükümlerinin yürürlüğünün sürdürülmesine olanak tanınması halinde, söz konusu Kanunun
tümüyle ilgili sonradan giderilemeyecek zararların yanısıra, sadece bu hükümlerle ilgili başka
zararlar da ortaya çıkacaktır. Bunlar aşağıda ayrıntılarıyla özetlenmeye çalışılmıştır.
II.B.1. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanunun 8’inci Maddesinin 7.11.1982 Tarihli ve
2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 74’üncü Maddesine Eklediğini İfade Ettiği Üçüncü,
Dördüncü, Beşinci Ve Altıncı Fıkraların Yürürlüğünün Durdurulması İsteminin Gerekçesi
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin T.C. Anayasasının 74 üncü
maddesine eklediğini ifade ettiği, madde başlığında yer alan “ve kamu denetçisine başvurma” ile
üçüncü fıkrasındaki “ve kamu denetçisine başvurma” ibarelerinin ve dördüncü, beşinci ve altıncı
fıkralarının yürürlüğünün durdurulmaması halinde, bu fıkralar da, Anayasa Mahkemesinin konuyla
ilgili vereceği karardan önce yapılacak bir halkoylamasında halkoyuna sunulacak ve kabulü halinde,
bu fıkralar doğrultusunda Kamu Denetçiliği Kurumu ile ilgili yasa düzenlemelerine girişilecek;
seçim yapılacak ve kurum çalışmalarına başlayarak kararlar alıp, işlemler gerçekleştirecektir.
Bu sürece girildikten sonra Anayasa Mahkemesinin vereceği bir iptal kararı, bu
işlemlerin Anayasal dayanağını ortadan kaldıracak; Kamu Denetçiliği Kurumunun hukuki
meşruiyeti, konumu ve kararları tartışılır hale gelecek ve çözülmesi gereken pek çok hukuki sorun
ortaya çıkacaktır.
İptal kararları geriye yürümediği için, Anayasa Mahkemesinin vereceği bir iptal kararı
da bu sorunları çözmeye yeterli olamayacaktır.
Bu sonradan giderilmesi mümkün olamayacak durum ve zararların önüne geçilebilmesi
için, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin, T.C. Anayasasının 74 üncü
maddesine eklediğini ifade ettiği dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralar ile, üçüncü fıkrasında ve
madde başlığında yer alan “ve kamu denetçisine başvurma” ibaresinin yürürlüklerinin durdurulması
gerekmektedir.
II.B. 2. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 14’üncü Maddesine İlişkin Yürürlüğü
Durdurma İsteminin Gerekçesi
14 üncü maddenin (2709 sayılı kanunun değişen 144 üncü maddesi) yürürlüğünü
sürdürmesi durumunda; bu madde de, yapılacak halkoylamasında halkoyuna sunulacaktır.
Halkoylaması Anayasa Mahkemesinin iptal kararı vermesinden ve bu kararın Resmi Gazetede
yayımlanmasından önce yapılacak ve söz konusu Kanun bu halkoylamasının sonucunda kabul
edilecek olursa, 14 üncü maddenin gerektirdiği yasalar derhal çıkarılmaya başlanacak ve adalet
hizmetlerinin denetimi adı altında, yargıç ve savcılar, Adalet Bakanlığının müfettişleri ve iç
denetçileri tarafından araştırılıp, soruşturulabilecektir. Böylece yürütme yargı üzerinde üstünlük
kurma fırsatı bulacak; yargının bağımsızlığı ve dolayısı ile Cumhuriyetin hukuk devleti niteliği
zedelenecektir. 14 üncü maddenin iptal edilmesi halinde ise, çıkarılmış yasalar ve yapılmış olan
işlemler Anayasal dayanaklarını kaybedecek; buna dayalı olarak da pek çok sorun yaşanacaktır.
İptal kararlarının geriye yürümemesi, kararın etki gücünü azaltacak ve bu sorunların çözümünü daha
da güçleştirecektir.
Böylesi sonradan düzeltilmesi ve yol açacağı zararların giderilmesi olanaksız
durumların önüne geçilebilmesi için, söz konusu 14 üncü maddenin bütünüyle yürürlüğünün
durdurulması gerekmektedir.
II.B.3. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 16’ncı Maddesinin İkinci, Üçüncü,
Dördüncü Ve Beşinci Fıkraları İle 19’uncu Maddesinin İkinci Fıkrasının Dördüncü Tümcesine Ve
Dördüncü Fıkrasına İlişkin Yürürlüğü Durdurma İstemlerinin Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin ikinci, üçüncü, dördüncü ve
beşinci fıkraları ile 19 uncu maddesinin (2709 sayılı kanunun değişen 146 ıncı ve 149 uncu
maddelerinin iptali istenen madde ve fıkraları) ikinci fıkrasının dördüncü tümcesinde ve dördüncü
fıkrasında Anayasa Mahkemesinin yeniden yapılanmasına ve bu yapı çerçevesindeki yeni çalışma
düzenine ilişkin hükümler yer almaktadır. Bunların Anayasaya aykırılığı, belirtilen maddelerle ilgili
Anayasaya aykırılık gerekçelerinde ayrıntılı biçimde açıklanmıştır. Bu hükümlerin yürürlüğü
sürdürülecek olursa, Anayasa Mahkemesinin olası iptal kararının yürürlüğe girmesinden önce
yapılacak bir halkoylamasında, Anayasaya aykırı bu hükümlerin de halkoyuna sunulmaları
gerekecek; Anayasa değişikliğinin halkoylamasında kabul edilmesi durumunda da, bu hükümler
derhal uygulanmaya başlanacaktır.
Bunun sonucunda da:
Mevcut Anayasa Mahkemesinin 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun öngördüğü, bu
Mahkemeyi yürütme ve yasamaya bağımlı kılacak; kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve
dolayısıyla hukuk devleti ilkelerine aykırı yapıya uyumunun sağlanması için gerekenler yapılacak;
yeni üyelerin seçimine gidilecek; çalışmalar öngörülen yeni düzene göre yürütülecek; karar yeter
sayıları yeni düzene göre uygulanacak; bu bağlamda salt çoğunluk konusundaki yukarıda belirtilen
belirsizlik sorun yaratacak; Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliklerini hatta gecikilirse bu
Anayasa değişikliğini bile iptal etmesi güçleşecektir.
Bu değişim gerçekleşirken Anayasa Mahkemesinin söz konusu hükümleri iptal etmesi
ise, uyum bağlamında yapılan tüm işlem ve düzenlemelerin Anayasal dayanağı ve hukuki geçerliliği
konusunda sayısız problemin ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Ayrıca iptal kararlarının geriye yürümezliği nedeniyle, verilecek bir iptal kararı da
etkisini büyük ölçüde kaybedecektir.
Bu durumun yaratacağı sakıncaların ve zararların giderilmesi ise hiçbir şekilde mümkün
olamayacaktır.
Bu nedenle 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin ikinci, üçüncü,
dördüncü ve beşinci fıkraları ile 19 uncu maddesinin ikinci fıkrasının dördüncü tümcesinin ve
dördüncü fıkrasının yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi gerekmektedir.
II.B.4. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 22’nci Maddesinin Üçüncü, Dördüncü,
Beşinci, Altıncı, Yedinci, Sekizinci, Dokuzuncu, Onuncu, Onbirinci, Onikinci, Onüçüncü Ve
Ondördüncü Fıkralarına İlişkin Yürürlüğü Durdurma İsteminin Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin (2709 sayılı kanunla değişen
159 uncu maddenin iptali istenen fıkralarının) yukarıda belirtilen fıkralarında yer alan
düzenlemelerle, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu için yeni bir yapılanma ve çalışma modeli
ortaya konulmuştur.
22 nci maddenin söz konusu fıkralarının yürürlüğünü sürdürmesi halinde, bu maddede
Anayasa Mahkemesinin olayla ilgili kararı Resmi Gazetede yayımlanmadan önce yapılabilecek
halkoylamasında, belirtilen fıkralarıyla halkoyuna sunulacaktır. Anayasa değişikliğinin kabul
görmesi halinde ise, bu fıkralarda yer alan hükümler doğrultusunda, Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu yeniden yapılandırılmaya ve yeni çalışma düzeni çerçevesinde çalışmalarını yürütmeye
başlayacak; yeni üyelerin seçimine ve görev bölümüne gidilecektir.
Yeni yapılanma modeli, Anayasada yer alan kuvvetler ayrılığı, yargının bağımsızlığı ve
dolayısı ile hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu için, bu nitelikteki bir Kurulun yargı çatısı altında
yer alması ve varlığını sürdürmesi, söz konusu ilkeler açısından Anayasanın üstünlüğünün
zedelenmesine; yargıç ve savcıların yürütme karşısında güvencesiz ve korumasız bırakılmasına ve
yargının yürütmenin etkisine girmesine yol açacaktır.
Anayasa Mahkemesinin bu sürece girildikten sonra vereceği bir iptal kararı da, iptal
kararlarının geriye yürümezliği nedeniyle, ortaya çıkacak olumsuz durumları gidermeye,
yürütmenin etkisinde oluşan yeni yargı yapılanmasını değiştirmeye yetmeyecektir.
Bu durumun ve doğuracağı sonradan giderilmesi olanaksız zararların önlenmesi için ise,
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13 ve 14
üncü fıkralarının yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir.
II.B.5. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 25’inci Maddesinin Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasına Eklediğini İfade Ettiği “Geçici Madde 18” Ve “Geçici Madde 19”a İlişkin
Yürürlüğü Durdurma İstemlerinin Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasına eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci
fıkralarında, görevde bulunan Anayasa Mahkemesinin söz konusu Kanunun 16 ncı maddesinde
getirilen ve Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden demokratik
“hukuk devleti”ne ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı bulunmuş olan yeni
Anayasa Mahkemesi modeline uyumunu sağlamak için yapılacak işlemler düzenlenmiştir. “Geçici
Madde 18”in yürürlüğü sürdürüldüğü takdirde, Anayasa Mahkemesinin olayla ilgili kararı Resmi
Gazetede yayımlanıncaya kadar yapılacak halkoylamasında, “Geçici Madde 18”de söz konusu
fıkralarıyla halkoyuna sunulacak ve kabul edildiği takdirde, bu madde doğrultusunda, uyumu
sağlamaya yönelik işlemler başlatılacaktır. Bunun sonucunda, Anayasaya aykırılığı yukarıda
belirtilen modele uygun bir Anayasa Mahkemesi, hukuk düzeninde yerini alacak ve çalışmalarını
sürdürecektir.
Bu değişim gerçekleşirken, Anayasa Mahkemesinin söz konusu “Geçici Madde 18”in
söz konusu fıkralarını iptal etmesi halinde ise, uyum bağlamında yapılan tüm işlemlerin ve
düzenlemelerin Anayasal dayanağı ortadan kalkacak; hukuki geçerlilikleri konusunda sayısız
problem ortaya çıkacaktır. Ayrıca olası bir iptal kararı, geriye yürüyemeyeceği için, bu problemleri
çözmeye ve olumsuzlukları gidermeye yetmeyecektir.
Sonradan giderilemeyecek bu olumsuz durumların ve zararların önlenebilmesi için,
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına
eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarının
yürürlüğünün durdurulması gerekecektir.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasına eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 19”un birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü
fıkraları ile altıncı fıkrasının (b) ,(c) ve (ç) bentlerinde ve yedinci ve sekizinci fıkralarında, Hakimler
ve Savcılar Yüksek Kurulunun, bu Kanunun 22 nci maddesinde getirilen yeni yapılanma modeline
geçişini sağlayacak düzenlemelere yer verilmiştir.
“Geçici Madde 19”un söz konusu fıkralarının yürürlüğü sürdürülecek olursa, bu fıkralar,
Anayasa Mahkemesinin olayla ilgili kararı Resmi Gazetede yayımlanmadan önce halkoylaması
yapıldığı takdirde, 5982 sayılı Kanundaki diğer hükümlerle birlikte halkoyuna sunulacak ve
Kanunun kabulü halinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeni modele uyumunun
sağlanması için “Geçici Madde 19”da öngörülen bu uygulamalara derhal başlanacaktır. Böylece bu
Kanunun 22 nci maddesinin Anayasaya aykırılık gerekçesinde ayrıntılı biçimde açıklanan
nedenlerle Anayasaya aykırı olan ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu yürütmeye bağımlı
kılan yapı, hukuk düzeninde somut bir varlık kazanacaktır. Bu kuşkusuz, Anayasanın üstünlüğü
ilkesi ile bağdaşmayan bir yapımın hukuk düzeninde varlık kazanmasına ve varlığını sürdürmesine
göz yummak anlamına gelecektir.
Diğer yandan bu sürece girildikten veya bu süreç tamamlandıktan sonra verilecek bir
iptal kararı, uyum bağlamında yapılmış olan tüm işlemlerin ve düzenlemelerin Anayasal dayanağını
ortadan kaldıracak ve bunların hukuki geçerliliği konusunda sayısız sorun yaşanacak; iptal kararları
geriye yürümedikleri için söz konusu olumsuzlukları bütünüyle gidermeye yetmeyecek; yeni
modele uyumu sağlanmış Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun hukuki statüsü sorun
yaratacaktır.
Bu sonradan giderilemeyecek olumsuz durumların ve zararların önüne geçilebilmesi
için, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına
eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 19”un birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, yedinci ve sekizinci
fıkraları ile altıncı fıkrasının (b), (c) ve (ç) bendlerinin yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir.
II.B.6. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un 26’ncı Maddesine İlişkin Yürürlüğü
Durdurma İsteminin Gerekçesi
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinde, bu Kanunun yayımı
tarihinde yürürlüğe gireceği ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanacağı ifade edilmektedir.
Yukarıda bu maddenin Anayasaya aykırılık gerekçeleri açıklanırken halkoylamasında tümüyle
oylanmasının demokrasi anlayışıyla bağdaşmayacağı belirtilmiştir.
26 ncı maddede yer alan “ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle”ibaresinin
yürürlüğünün sürdürülmesi halinde, halkoylaması Anayasa Mahkemesinin bu olay hakkındaki
kararının Resmi Gazetede ilanından önce yapılacak olursa, bu halkoylamasında söz konusu
maddenin öngördüğü oylama biçimi geçerli olacaktır.
Bu da, bir dayatma metni üzerinde oy kullanılmasına ve vatandaşların yapılan
düzenlemelerin her birisi için ayrı ayrı iradelerini ifade edemedikleri bir halkoylamasının
gerçekleşmesine yol açacaktır.
Diğer yandan oylama tamamlandıktan sonra Anayasa Mahkemesinin bu maddeyi iptal
etmesi halinde; halkoylamasının hukuki geçerliliği ve Anayasa değişikliğinin hukuki meşruiyeti
tartışmalı hale gelecektir.
İfade edilen bu olumsuzluklar ve yol açacakları giderilmesi olanaksız zararlar
demokratik yaşantımız ve onun hukuk devleti olma özelliği açısından asla küçümsenemez.
Bunları önlemenin yolu, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinde yer
alan “ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle” ibaresinin yürürlüğünün durdurulmasıdır.
III. SONUÇ VE İSTEM
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun:
A) Kanun teklifinin getirilmesi, Anayasa Komisyonunda görüşülmesi, TBMM Genel
Kurulunda görüşülüp oylanması, ivedilikle görüşülme yasağı ve yöneldiği amaç bakımından
yukarıda açıklanan nedenlerle Anayasanın 2 nci, 4 üncü, 87 inci ve 175 inci maddelerine aykırı
olmaları nedeniyle tüm maddelerinin;
B) Ayrıca yukarıda kendileriyle ilgili Anayasaya aykırılık gerekçelerinde ortaya konulan
özel Anayasaya aykırılık nedenleriyle de:
1. 8 inci maddesinin T.C. Anayasasının 74 üncü maddesine, üçüncü fıkrasını
yürürlükten kaldırarak eklediğini ifade ettiği; madde başlığındaki “ve kamu denetçisine başvurma”
ibaresinin ve üçüncü fıkradaki “ve kamu denetçisine başvurma” ibaresi ile dördüncü, beşinci ve
altıncı fıkraların,
2. 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasının, (2709 sayılı kanunun değişen 144 üncü
maddesinin),
3. 16 ncı maddesinin, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarının (2709 sayılı
kanunun değişen 146 ıncı maddesinin birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarının),
4. 19 uncu maddesinin ikinci fıkrasının dördüncü tümcesi (2709 sayılı kanunun değişen
149 uncu maddesinin birinci fıkrasının “Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır.”
şeklindeki dördüncü tümcesinin),
5. 19 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının (2709 sayılı kanunun değişen 149 uncu
maddesinin üçüncü fıkrasının),
6. 22 nci maddesinin üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci, dokuzuncu,
onuncu, onbirinci, onikinci, onüçüncü ve ondördüncü fıkralarının (2709 sayılı kanunun değişen 159
uncu maddesinin ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci, dokuzuncu, onuncu,
onbirinci, onikinci, onüçüncü fıkralarının),
7. 25 inci maddesinin T.C. Anayasasına eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 18”in
birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarının,
8. 25 inci maddesinin T.C. Anayasasına eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 19”un
birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç), (d), (e) bendlerinin, ikinci fıkrasının, üçüncü fıkrasının, dördüncü
fıkrasının, altıncı fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin, yedinci ve sekizinci fıkralarının,
9. 26 ncı maddesindeki “ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle” ibaresinin,
iptallerine ve dava ile ilgili Anayasa Mahkemesi Kararı Resmi Gazetede yayımlanıncaya
kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemimizi saygı ile arz ederiz.”
II - YASA METİNLERİ
A - İptali İstenilen Anayasa Değişikliğine İlişkin Yasa Kuralları
7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un iptali istenilen hükümleri şunlardır:
“MADDE 1 – 7/11/1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 10
uncu maddesinin ikinci fıkrasına “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak
yorumlanamaz.” cümlesi ve maddeye bu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve
gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.”
MADDE 2 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 20 nci maddesine aşağıdaki fıkra
eklenmiştir.
“Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak;
kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların
düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını
öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla
işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
MADDE 3 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 23 üncü maddesinin beşinci fıkrası
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması
sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir.”
MADDE 4 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 41 inci maddesinin kenar başlığı “I.
Ailenin korunması ve çocuk hakları” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkralar
eklenmiştir.
“Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı
olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.
Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.”
MADDE 5 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 51 inci maddesinin dördüncü fıkrası
yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 6 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 53 üncü maddesinin kenar başlığı “A.
Toplu iş sözleşmesi ve toplu sözleşme hakkı” olarak değiştirilmiş, üçüncü ve dördüncü fıkraları
yürürlükten kaldırılmış ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“Memurlar ve diğer kamu görevlileri, toplu sözleşme yapma hakkına sahiptirler.
Toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde taraflar Kamu
Görevlileri Hakem Kuruluna başvurabilir. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararları kesindir ve
toplu sözleşme hükmündedir.
Toplu sözleşme hakkının kapsamı, istisnaları, toplu sözleşmeden yararlanacaklar, toplu
sözleşmenin yapılma şekli, usulü ve yürürlüğü, toplu sözleşme hükümlerinin emeklilere
yansıtılması, Kamu Görevlileri Hakem Kurulunun teşkili, çalışma usul ve esasları ile diğer hususlar
kanunla düzenlenir.”
MADDE 7 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 54 üncü maddesinin üçüncü ve yedinci
fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 8 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 74 üncü maddesinin kenar başlığı
“VII. Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı” şeklinde değiştirilmiş,
maddenin üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“Herkes, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkına sahiptir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bağlı olarak kurulan Kamu Denetçiliği
Kurumu idarenin işleyişiyle ilgili şikâyetleri inceler.
Kamu Başdenetçisi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından gizli oyla dört yıl için
seçilir. İlk iki oylamada üye tamsayısının üçte iki ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt
çoğunluğu aranır. Üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan
iki aday için dördüncü oylama yapılır; dördüncü oylamada en fazla oy alan aday seçilmiş
olur.
Bu maddede sayılan hakların kullanılma biçimi, Kamu Denetçiliği Kurumunun
kuruluşu, görevi, çalışması, inceleme sonucunda yapacağı işlemler ile Kamu Başdenetçisi ve
kamu denetçilerinin nitelikleri, seçimi ve özlük haklarına ilişkin usul ve esaslar kanunla
düzenlenir.”
MADDE 9 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 84 üncü maddesinin son fıkrası
yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 10 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 94 üncü maddesinin üçüncü
fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“İlk seçilenlerin görev süresi iki yıldır, ikinci devre için seçilenlerin görev süresi ise o
yasama döneminin sonuna kadar devam eder.”
MADDE 11 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 125 inci maddesinin ikinci fıkrasına
“Ancak, Yüksek Askerî Şûranın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her
türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açıktır.” şeklindeki cümle eklenmiş ve dördüncü
fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup,
hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz.”
MADDE 12 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 128 inci maddesinin ikinci fıkrasına
aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır.”
MADDE 13 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 129 uncu maddesinin üçüncü fıkrası
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz.”
MADDE 14 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 144 üncü maddesi kenar başlığıyla
birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“G. Adalet hizmetlerinin denetimi
MADDE 144 – Adalet hizmetleri ile savcıların idarî görevleri yönünden Adalet
Bakanlığınca denetimi, adalet müfettişleri ile hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler;
araştırma, inceleme ve soruşturma işlemleri ise adalet müfettişleri eliyle yapılır. Buna ilişkin
usul ve esaslar kanunla düzenlenir.”
MADDE 15 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 145 inci maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“MADDE 145 – Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından
yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler
aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla
görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar
her halde adliye mahkemelerinde görülür.
Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askerî mahkemelerde yargılanamaz.
Askerî mahkemelerin savaş halinde hangi suçlar ve hangi kişiler bakımından yetkili
oldukları; kuruluşları ve gerektiğinde bu mahkemelerde adlî yargı hâkim ve savcılarının
görevlendirilmeleri kanunla düzenlenir.
Askerî yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî
savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri,
mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.”
MADDE 16 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 146 ncı maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“MADDE 146 – Anayasa Mahkemesi onyedi üyeden kurulur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi; iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan
ve üyeleri arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir üyeyi ise baro
başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday içinden yapacağı gizli
oylamayla seçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak bu seçimde, her boş üyelik için
ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu
aranır. İkinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için
üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur.
Cumhurbaşkanı; üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askerî Yargıtay,
bir üyeyi Askerî Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri
arasından her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; en az ikisi hukukçu olmak üzere
üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının
hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından
göstereceği üçer aday içinden; dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci
sınıf hâkim ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri
arasından seçer.
Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay
genel kurulları ile Yükseköğretim Kurulundan Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek
için yapılacak seçimlerde, her boş üyelik için, bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; en
fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından
gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy
kullanabilir ve en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.
Anayasa Mahkemesine üye seçilebilmek için, kırkbeş yaşını doldurulmuş olması
kaydıyla; yükseköğretim kurumları öğretim üyelerinin profesör veya doçent unvanını kazanmış,
avukatların en az yirmi yıl fiilen avukatlık yapmış, üst kademe yöneticilerinin yükseköğrenim
görmüş ve en az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalışmış, birinci sınıf hâkim ve savcıların
adaylık dahil en az yirmi yıl çalışmış olması şarttır.
Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından gizli oyla ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile
dört yıl için bir Başkan ve iki başkanvekili seçilir. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler.
Anayasa Mahkemesi üyeleri aslî görevleri dışında resmi veya özel hiçbir görev
alamazlar.”
MADDE 17 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 147 nci maddesinin kenar başlığı “2.
Üyelerin görev süresi ve üyeliğin sona ermesi” şeklinde, birinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“Anayasa Mahkemesi üyeleri oniki yıl için seçilirler. Bir kimse iki defa Anayasa
Mahkemesi üyesi seçilemez. Anayasa Mahkemesi üyeleri altmışbeş yaşını doldurunca emekliye
ayrılırlar. Zorunlu emeklilik yaşından önce görev süresi dolan üyelerin başka bir görevde
çalışmaları ve özlük işleri kanunla düzenlenir.”
MADDE 18 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 148 inci maddesinin birinci fıkrasının
birinci cümlesinin sonuna “ve bireysel başvuruları karara bağlar” ibaresi, üçüncü fıkrasındaki
“Cumhurbaşkanını,” sözcüğünden sonra gelmek üzere “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını,”
ibaresi eklenmiş, beşinci fıkrası “Yüce Divan kararlarına karşı yeniden inceleme başvurusu
yapılabilir. Genel Kurulun yeniden inceleme sonucunda verdiği kararlar kesindir.” şeklinde
değiştirilmiş, maddeye ikinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar ve üçüncü fıkradan
sonra gelmek üzere “Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile
Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar.”
şeklinde yeni bir fıkra eklenmiştir.
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği
iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.
Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.
Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.”
MADDE 19 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 149 uncu maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“MADDE 149 – Anayasa Mahkemesi, iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışır.
Bölümler, başkanvekili başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır. Genel Kurul, Mahkeme
Başkanının veya Başkanın belirleyeceği başkanvekilinin başkanlığında en az oniki üye ile toplanır.
Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır. Bireysel başvuruların kabul
edilebilirlik incelemesi için komisyonlar oluşturulabilir.
Siyasî partilere ilişkin dava ve başvurulara, iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan
sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurulca bakılır, bireysel başvurular ise bölümlerce karara
bağlanır.
Anayasa değişikliğinde iptale, siyasî partilerin kapatılmasına ya da Devlet
yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki
oy çokluğu şarttır.
Şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları Anayasa Mahkemesince öncelikle incelenip
karara bağlanır.
Anayasa Mahkemesinin kuruluşu, Genel Kurul ve bölümlerin yargılama usulleri,
Başkan, başkanvekilleri ve üyelerin disiplin işleri kanunla; Mahkemenin çalışma esasları, bölüm ve
komisyonların oluşumu ve işbölümü kendi yapacağı İçtüzükle düzenlenir.
Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri dosya
üzerinde inceler. Ancak, bireysel başvurularda duruşma yapılmasına karar verilebilir. Mahkeme
ayrıca, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde
bilgisi olanları çağırabilir ve siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin davalarda, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısından sonra kapatılması istenen siyasî partinin genel başkanlığının veya tayin edeceği bir
vekilin savunmasını dinler.”
MADDE 20 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 156 ncı maddesinin son fıkrası
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Askerî Yargıtayın kuruluşu, işleyişi, mensuplarının disiplin ve özlük
mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.”
işleri
MADDE 21 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 157 nci maddesinin son fıkrası
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri,
mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına
göre kanunla düzenlenir.”
MADDE 22 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“MADDE 159 – Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve
hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yirmiiki asıl ve oniki yedek üyeden oluşur;
üç daire halinde çalışır.
Kurulun
Başkanı
Adalet
Bakanıdır.
Adalet
Bakanlığı
Müsteşarı
Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, dört asıl üyesi, nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim
kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst
kademe yöneticileri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca, üç asıl ve üç yedek üyesi
Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay
üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet
Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıf
olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları
arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci
sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından
idarî yargı hâkim ve savcılarınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.
Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki altmış gün
içinde yapılır. Cumhurbaşkanı tarafından seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul
üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden altmış gün içinde, yeni üyelerin seçimi
yapılır. Diğer üyeliklerin boşalması halinde, asıl üyenin yedeği tarafından kalan süre
tamamlanır.
Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek
Kurul üyeliği için her üyenin, birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları arasından
seçilecek Kurul üyeliği için her hâkim ve savcının; ancak bir aday için oy kullanacağı
seçimlerde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilir. Bu seçimler her dönem
için bir defada ve gizli oyla yapılır.
Kurulun, Adalet Bakanı ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı dışındaki asıl üyeleri,
görevlerinin devamı süresince; kanunda belirlenenler dışında başka bir görev alamazlar veya
Kurul tarafından başka bir göreve atanamaz ve seçilemezler.
Kurulun yönetimi ve temsili Kurul Başkanına aittir. Kurul Başkanı dairelerin
çalışmalarına katılamaz. Kurul, kendi üyeleri arasından daire başkanlarını ve daire
başkanlarından birini de başkanvekili olarak seçer. Başkan, yetkilerinden bir kısmını
başkanvekiline devredebilir.
Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve
nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte
kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden
uzaklaştırma işlemlerini yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı
çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar; ayrıca, Anayasa ve
kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.
Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere
(hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme;
görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin
sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme
ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılır. Soruşturma ve inceleme işlemleri,
hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de
yaptırılabilir.
Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı
yargı mercilerine başvurulamaz.
Kurula bağlı Genel Sekreterlik kurulur. Genel Sekreter, birinci sınıf hâkim ve
savcılardan Kurulun teklif ettiği üç aday arasından Kurul Başkanı tarafından atanır. Kurul
müfettişleri ile Kurulda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıları,
muvafakatlerini alarak atama yetkisi Kurula aittir.
Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici veya sürekli
olarak çalıştırılacak hâkim ve savcılar ile adalet müfettişlerini ve hâkim ve savcı mesleğinden
olan iç denetçileri, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Adalet Bakanına aittir.
Kurul üyelerinin seçimi, dairelerin oluşumu ve işbölümü, Kurulun ve dairelerin
görevleri, toplantı ve karar yeter sayıları, çalışma usul ve esasları, dairelerin karar ve
işlemlerine karşı yapılacak itirazlar ve bunların incelenmesi usulü ile Genel Sekreterliğin
kuruluş ve görevleri kanunla düzenlenir.”
MADDE 23 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 166 ncı maddesinin kenar başlığı “I.
Planlama; Ekonomik ve Sosyal Konsey” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra
eklenmiştir.
“Ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında hükümete istişarî nitelikte görüş
bildirmek amacıyla Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulur. Ekonomik ve Sosyal Konseyin kuruluş ve
işleyişi kanunla düzenlenir.”
MADDE 24 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının geçici 15 inci maddesi yürürlükten
kaldırılmıştır.
MADDE 25 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 18 – Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Anayasa
Mahkemesinin mevcut yedek üyeleri asıl üye sıfatını kazanır.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde, Türkiye Büyük
Millet Meclisi bir üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun ve bir üyeyi de baro başkanlarının
gösterecekleri üçer aday içinden seçer.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin yapacağı üye seçimi için aday göstermek
amacıyla;
a) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde, Sayıştay
Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren beş gün içinde adaylar
Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren beş gün içinde Sayıştay
Genel Kurulunca seçim yapılır. Her Sayıştay üyesinin ancak bir aday için oy kullanabileceği
bu seçimde en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.
b) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde, Türkiye Barolar
Birliği Başkanlığı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren beş gün içinde
adaylar Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden
itibaren beş gün içinde Türkiye Barolar Birliği Başkanlığının ilanında gösterilen yer ve
zamanda baro başkanları tarafından seçim yapılır. Her bir baro başkanının ancak bir aday
için oy kullanabileceği bu seçimde, en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.
c) (a) ve (b) bentleri uyarınca yapılan seçimlerin sonucunda aday gösterilmiş
sayılanların isimleri seçimin yapıldığı günü takip eden gün Sayıştay ve Türkiye Barolar Birliği
başkanlıklarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bildirilir.
ç) (c) bendi uyarınca yapılan bildirimden itibaren on gün içinde Türkiye Büyük
Millet Meclisinde seçim yapılır. Her boş üyelik için yapılacak seçimde, ilk oylamada üye
tamsayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranır; ikinci
oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü
oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur.
Cumhurbaşkanı, birer üyeyi Yargıtay ve Danıştay kontenjanlarından olan ilk
üyeliklerin boşalmasından sonra Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan
yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan
öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden seçer.
Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday gösteren kurumların halen mevcut üyeleri ile
kendi kontenjanlarından seçilmiş yedek üyeler, tamamlama seçiminde göz önünde
bulundurulur.
Anayasa Mahkemesinde halen belli görevlere seçilmiş olanların bu sıfatları seçilmiş
oldukları sürenin sonuna kadar devam eder. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte üye olanlar yaş
haddine kadar görevlerine devam ederler.
Bireysel başvuruya ilişkin gerekli düzenlemeler iki yıl içinde tamamlanır. Uygulama
kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel başvurular kabul edilir.
GEÇİCİ MADDE 19 – Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün
içinde aşağıda belirtilen esas ve usuller dahilinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri
seçilir:
a) Cumhurbaşkanı, hâkimlik mesleğine alınmasına engel bir hali olmayan;
yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında en az onbeş yıldan
beri görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile meslekte fiilen onbeş yılını
doldurmuş avukatlar arasından dört üye seçer. Cumhurbaşkanı, üst kademe yöneticileri
arasından seçeceği Kurul üyesini, bakanlık, müsteşarlık, müsteşar yardımcılığı, valilik,
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, kamu kurum ve kuruluşlarında genel müdürlük veya
teftiş kurulu başkanlığı görevlerini yapanlar arasından seçer.
b) Yargıtay Genel Kurulu, Yargıtay üyeleri arasından üç asıl ve üç yedek üye
seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Yargıtay Birinci
Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar
Birinci Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde
Yargıtay Genel Kurulu seçim yapar. Her Yargıtay üyesinin sadece bir aday için oy
kullanabileceği seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.
c) Danıştay Genel Kurulu, Danıştay üyeleri arasından iki asıl ve iki yedek üye
seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Danıştay Başkanı
adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Başkanlığa
başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Danıştay Genel
Kurulu seçim yapar. Her Danıştay üyesinin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde,
en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.
ç) Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu, kendi üyeleri arasından, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kuruluna bir asıl ve bir yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren yedi gün içinde Türkiye Adalet Akademisi Başkanı adaylık başvurusunu ilan
eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin
sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu seçim
yapar. Her üyenin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en fazla oy alan adaylar
sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.
d) Yedi asıl ve dört yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren
nitelikleri yitirmemiş olan adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, adlî yargı hâkim ve
savcıları tarafından Yüksek Seçim Kurulunun yönetim ve denetiminde seçilir. Bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde Yüksek Seçim Kurulu adaylık başvurularını
ilân eder. İlân tarihinden itibaren üç gün içinde adaylar Yüksek Seçim Kuruluna başvurur.
Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde Yüksek Seçim Kurulu adayların
başvurularını inceler ve aday listesini belirleyerek ilân eder. Takip eden iki gün içinde bu
listeye karşı itiraz edilebilir. İtiraz süresinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde
itirazlar incelenir, sonuçlandırılır ve kesin aday listesi ilân edilir. Yüksek Seçim Kurulunun
kesin aday listesini ilân ettiği tarihten sonraki ikinci Pazar günü her ilde, il seçim kurulunun
yönetim ve denetimi altında yapılacak seçimlerde, o ilde ve ilçelerinde görev yapan hâkim ve
savcılar oy kullanır. İl seçim kurulları o ilde oy kullanacak hâkim ve savcıların sayısına göre
sandık kurulları oluşturur. Sandık kurullarının işlem, tedbir ve kararlarına karşı yapılan
şikâyet ve itirazlar il seçim kurulunca karara bağlanır. Adaylar propaganda yapamazlar;
sadece, Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde
özgeçmişlerini bu iş için tahsis edilmiş bir internet sitesinde yayımlayabilirler. Bu seçimlerde
her seçmen sadece bir aday için oy kullanabilir. Seçimlerde en çok oy alan adaylar sırasıyla
asıl ve yedek üye seçilmiş olur. Kullanılacak oy pusulalarıyla ilgili diğer hususlar Yüksek
Seçim Kurulu tarafından belirlenir. Yüksek Seçim Kurulu, oy pusulalarını kendisi
bastırabileceği gibi gerektiğinde uygun göreceği il seçim kurulları vasıtasıyla bastırmaya da
yetkilidir. Yapılacak seçimlerde, 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri
ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun bu bende aykırı olmayan hükümleri uygulanır.
e) Üç asıl ve iki yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren
nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından, idarî yargı hâkim ve savcıları
tarafından Yüksek Seçim Kurulunun yönetim ve denetiminde seçilir. Bölge idare
mahkemelerinin bulunduğu illerde, il seçim kurulunun yönetim ve denetimi altında yapılacak
bu seçimlerde, o bölge idare mahkemesinde ve yargı çevresi içerisinde kalan yerlerde görev
yapan idarî yargı hâkim ve savcıları oy kullanır. Bu seçimler hakkında da (d) bendi
hükümleri uygulanır.
Birinci fıkranın (a), (ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun asıl üyeleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki otuzuncu günü
takip eden iş günü görevlerine başlarlar.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
Yargıtay ve Danıştaydan gelen asıl ve yedek üyelerinin görevleri, seçilmiş oldukları sürenin
sonuna kadar devam eder. Bunlardan, Yargıtaydan gelen üyelerden görev süresini
tamamlayanların yerine birinci fıkranın (b) bendi uyarınca seçilenler; Danıştaydan gelen
üyelerden görev süresini tamamlayanların yerine birinci fıkranın (c) bendi uyarınca
seçilenler, sırayla göreve başlarlar.
Birinci fıkranın (b) ve (c) bentleri uyarınca seçilen üyelerden, üçüncü fıkra
uyarınca göreve başlayanların görev süresi, birinci fıkranın (a), (ç), (d) ve (e) bentleri
uyarınca seçilen diğer Kurul üyelerinin görev süresinin bittiği tarihte sona erer.
İlgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kuruluna seçilen asıl üyeler, Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatında öngörülen tüm malî ve
sosyal haklar ile emeklilik hakkından aynen yararlanırlar. Ayrıca, Kurulun Başkanı dışındaki asıl
üyelerine, (30000) gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu
bulunacak miktarda aylık ek tazminat ödenir.
İlgili kanunlarda düzenleme yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu;
a) Anayasa hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla, yürürlükteki kanun hükümlerine göre
Kurul şeklinde çalışır.
b) İkinci fıkra uyarınca asıl üyelerinin göreve başladığı tarihten itibaren bir hafta
içinde Adalet Bakanının başkanlığında toplanır ve bir geçici Başkanvekili seçer.
c) En az onbeş üye ile toplanır ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile karar verir.
ç) Sekreterya hizmetleri Adalet Bakanlığı tarafından yürütülür.
Kurul müfettişleri ile adalet müfettişleri atanıncaya kadar, mevcut adalet
müfettişleri, Kurul müfettişi ve adalet müfettişi sıfatıyla görev yaparlar.
Bu madde hükümleri, ilgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar
uygulanır.”
MADDE 26 – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve halkoyuna sunulması
halinde tümüyle oylanır.”
B - Dayanılan Anayasa Kuralları
Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 2., 4., 87. ve 175. maddelerine dayanılmıştır.
III- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, Haşim KILIÇ, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Serdar
ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ, Engin YILDIRIM ve
Nuri NECİPOĞLU’nun katılımlarıyla 8.6.2010 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada
eksiklik bulunmadığından işin şekil yönünden incelenmesine, Engin YILDIRIM ve Nuri
NECİPOĞLU’nun karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA karar verilmiştir.
IV- ŞEKİL YÖNÜNDEN İNCELEME
Dava dilekçesi ve ekleri, konuya ilişkin rapor, iptali istenen kurallar, dayanılan Anayasa
kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü:
Dava dilekçesinde, 7.5.2010 günlü, 5982 Sayılı Kanun’un, Anayasa teklifi olarak veriliş
biçimi, Anayasa Komisyonunda görüşülmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda
oylanması sırasında gizliliğin ihlal edilmesi, ivedilikle görüşülme yasağı ve yöneldiği amaç
bakımından tüm maddelerinin; ayrıca, Anayasa’nın 4. maddesinde öngörülen Anayasa’nın ilk üç
maddesini değiştirme ve değiştirilmesini teklif etme yasağına aykırı olarak Anayasa’nın 2.
maddesinde yer alan Cumhuriyetin niteliklerini dolaylı olarak değiştirdiği ileri sürülerek Kanun’un
8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. maddelerinin bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüklerinin
durdurulması istenmiştir.
A- 7.5.2010 günlü, 5982 Sayılı Kanun’un Anayasa Teklifi Olarak Veriliş Biçimi ve
Anayasa Komisyonundaki Görüşme Şekli Yönünden Anayasa’ya Aykırılığı Sorunu
Dava dilekçesinde Anayasa değişiklik önerilerinin ancak teklif şeklinde yapılabileceği,
tasarı yoluyla Anayasa değişikliği önerisi yapılmasının mümkün olmadığı, dava konusu 5982 sayılı
Kanun’un teklif olarak sunulmadan önce geçirdiği süreçte tümüyle milletvekili iradesine dayalı bir
öneri olarak ortaya çıkmadığı, aksine Başbakan’ın başkanlığında bir tasarı gibi hazırlandığı ve
sadece Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna mensup milletvekillerinin imzalarının alınması yoluyla
bir teklif görünümü kazandırıldığı, bu nedenle tasarı niteliği taşıyan teklifin Anayasa’nın 175.
maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerini düzenleyen Anayasa’nın 148. maddesinde,
Anayasa değişikliklerine ilişkin yasaların teklif ve oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülememe
koşullarına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı olarak sadece şekil yönünden denetlenebileceği
hükme bağlanmıştır. İptal istemi bu sınırlı sebeplerden herhangi birine ilişkin bulunmadığı sürece
davanın dinlenme olanağı yoktur.
Anayasa’nın 175. maddesine göre Anayasa’nın değiştirilmesi Türkiye Büyük Millet
Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir. Bakanlar Kuruluna
Anayasa’nın 88. maddesiyle tanınmış olan kanun tasarısı sunma yetkisi 175. maddede yer
almamaktadır. Bu nedenle Bakanlar Kurulunun bir Anayasa değişikliği teklif edebilmesi mümkün
değildir.
TBMM İçtüzüğü’nün 73. maddesinde “Hükümetçe hazırlanan kanun tasarıları bütün
bakanlarca imzalanmış olarak ve gerekçesi ile birlikte Meclis Başkanlığına sunulur.” denilmektedir.
Buna göre, bir tasarıdan söz edebilmek için milletvekili olsun ya da olmasın tüm Bakanlar ve
Başbakan tarafından imzalanmış ve gerekçesi ile Meclis başkanlığına sunulmuş bir metnin
bulunması gerekir. Bakanlar Kurulu üyeleri dışında hiç kimse bir kanun tasarısına imza atamaz.
Oysa, İçtüzüğün 74. maddesine göre milletvekillerince verilen kanun tekliflerinde bir veya daha çok
imza bulunabilir. Başbakan’ın ve milletvekili oldukları sürece bakanların tekliflere imza atması
mümkündür. Başbakan ve bakanların milletvekili sıfatıyla herhangi bir kanun teklifine imza
atmaları o teklifi tasarı haline getirmez.
“Teklif çoğunluğu” kapsamında Anayasa değişikliği teklifinde Anayasa’nın 175.
maddesinde öngörülen Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte biri oranında
milletvekilinin imzasının bulunup bulunmadığının incelenebileceği gözetildiğinde yeterli imzanın
bulunması hâlinde, bu imzaların hangi saikle atıldığının incelenmesi Anayasa Mahkemesinin yetkisi
dışında kalır.
Dava dilekçesinde ayrıca, Teklifin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa
Komisyonu’nda daha önce Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili
Bekir Bozdağ ve Samsun Milletvekili Suat Kılıç ile 214 milletvekili tarafından verilen ve Komisyon
gündemine alınan, bazı milletvekillerinin imzalarını geri çekmesi nedeniyle Komisyon başkanı
tarafından geçersiz hâle geldiği gerekçesiyle gündemden çekilen başka bir Teklifle birleştirilmesi
gerektiği, ancak Komisyon Başkanı tarafından bu birleştirmenin yapılmadığı ve Anayasa’ya
aykırılık oluştuğu ileri sürülmüştür.
Komisyon aşamalarındaki işlemler, Anayasa’nın 148. maddesinde öngörülen
denetlenebilir hususlardan olmadığı gibi, dava konusu Anayasa değişikliği Yasası ile ilgisi olmayan,
başka bir teklife ilişkin Anayasa’ya aykırılık savlarının incelenmesi de Anayasa Mahkemesi’nin
yetkisi içinde değildir.
Bu nedenlerle 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un Anayasa teklifi olarak veriliş biçimi ile Anayasa
Komisyonundaki görüşme şekline ilişkin iptal isteminin, Anayasa Mahkemesinin yetkisizliği
nedeniyle reddi gerekir.
B- 5982 Sayılı Kanun’un Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Oylanma Biçimi
Yönünden Anayasa’ya Aykırılığı Sorunu
Dava dilekçesinde, 5982 sayılı Kanun’un görüşülmesi ve oylanması sırasında çeşitli
şekillerde oy gizliliğinin ihlal edildiği, bazı milletvekillerinin diğerlerinin oy pulunu gördüğü, oy
zarfını denetlediği, oy kabinine birlikte girdiği belirtilerek oy gizliliğinin sağlanması için önlem
alınması gerektiği muhalefet partilerinin milletvekilleri ve Grup Başkanvekillerince sıklıkla dile
getirilmesine, bu konuda tartışmalar yapılmış olmasına rağmen TBMM Başkanlığınca herhangi bir
önlem alınmadığı, bu nedenle Anayasa’nın 175. maddesinin ihlal edildiği dile getirilmiş ve bu tür
aykırılıkların birinci tur oylamalarda söz konusu olsa bile, Kanun’un tümünü geçersiz kılacağı ileri
sürülmüştür.
Anayasa’nın 148. maddesinde, Anayasa değişikliklerinde Anayasa Mahkemesine
tanınan denetim yetkisi, teklif ve oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartlarına
uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlandırılmıştır. Anayasa’nın 175. maddesinde Anayasa
değişikliğine ilişkin oylamaların gizli yapılması öngörülmüştür. Anayasa’ya uygun geçerli bir kabul
çoğunluğu ancak Anayasa’ya uygun bir oylamayla oluşabilir. Ne var ki, Anayasa Mahkemesinin
oylama usulüne aykırı hareket edildiğine ve oylamanın geçersizliğine karar verebilmesi için oylama
sonucunu etkileyen açık bir Anayasa’ya aykırılığın gerçekleşmiş olması gerekir. Dava dilekçesinde
ileri sürülen hususların oylamanın sonucunu etkileyecek nitelikte olduğunu ispatlayacak açık ve
yeterli delil bulunmadığı gibi bu usulsüzlük iddialarının oylama çoğunluğunun sağlanıp
sağlanmadığı konusunda dikkate alınması gereken ikinci tur oylamalarda gerçekleştiği de
belirlenemediğinden oylamanın Anayasa’ya aykırı bir şekilde yapıldığı söylenemez. Bu nedenle
iptal isteminin reddi gerekir.
C- 5982 Sayılı Kanun’un İvedilikle Görüşülememe Koşulu Yönünden Anayasa’ya
Aykırılığı Sorunu
Dava dilekçesinde, 5982 sayılı Kanun’un TBMM Genel Kurulunda ikinci görüşmeleri
sırasında maddelerle ilgili olarak siyasî parti gruplarına ve milletvekillerine görüşlerini açıklama
olanağı tanınmadığı ve sadece değişiklik önergelerinin görüşülerek maddelerin oylandığı, bu
nedenle Anayasa’nın öngördüğü biçimde iki defa görüşme koşulunun gerçekleşmediği ileri
sürülmüştür.
Anayasa’nın 148. maddesinde Anayasa değişikliklerinin şekil denetiminin “teklif ve
oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı”
olduğu belirtilmektedir. Ancak, Anayasa’nın 175. maddesinde ivedilikle görüşme yasağından söz
edilmemekte, “Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurulda iki defa görüşülür”
denilmektedir. Bu ilke, 1982 Anayasasının 175. maddesinin 1987 yılında değiştirilmeden önceki ilk
hâlinde ve 1961 Anayasası’nda, “Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki teklifler ivedilikle
görüşülemez” şeklinde ifade edilmiştir.
Anayasa ve İçtüzük’te ivedilikle görüşme kavramı tanımlanmamıştır. Ancak, 2 Mayıs
1927 tarihli eski Türkiye Büyük Millet Meclisi Dâhili Nizamnamesi’nin 99. ve 72. maddelerinin
birlikte değerlendirilmesinden “ivedilik” teriminin, iki görüşme yerine tek görüşme anlamına geldiği
anlaşılmaktadır. Sözkonusu İçtüzüğün 99. maddesi, kanun teklif ve tasarılarının iki defa
görüşülmesi esasını düzenlerken, 72. maddesinde “Müstaceliyetine karar verilen layiha veya
teklifler yalnız bir defa müzakere olunur” hükmü yer almıştır. “İvedilik” teriminin eski İçtüzükte
yer alan Arapça “müstaceliyet” sözcüğü yerine kullanıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ivedilik, bir
kanun tasarısı veya teklifinin iki defa yerine bir defa görüşülmesi anlamına gelmekte, ivedilikle
görüşülememe yasağı da, iki defa görüşme zorunluluğunu ifade etmektedir. Bu nedenle 148.
maddede belirtilen ivedilikle görüşme yasağının 175. maddede yer alan iki kez görüşme
yükümlülüğü olduğu anlaşılmaktadır.
Anayasa değişikliği tekliflerinin iki defa görüşülmesinin nasıl olacağı Anayasa’da
düzenlenmediğinden görüşmelerin İçtüzük hükümlerine göre yürütülmesi gerektiği açıktır.
Anayasa değişikliklerinin görüşülmesi yöntemini düzenleyen İçtüzüğün 93. maddesinde,
“Anayasa değişiklik teklifleri, diğer kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesindeki usule tabidir.
Ancak, bu teklifler Genel Kurulda iki defa görüşülür.
İkinci görüşmeye, birinci görüşmenin bitiminden kırksekiz saat geçmeden başlanamaz.
İkinci görüşmede, yalnızca maddeler üzerinde verilmiş olan değişiklik önergeleri
görüşülür, birinci görüşmede üzerinde değişiklik teklifi bulunmayan bir madde hakkında ikinci
görüşmede önerge verilemez” hükmü yer almaktadır. Bu kural gereğince, diğer kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesindeki usule tâbi olan birinci görüşmede, İçtüzüğün 81. maddesi uyarınca,
önce Anayasa değişikliği teklifinin tümünün görüşülerek maddelere geçilip geçilmeyeceği
oylanacak ve maddelere geçilmesinin kabulü halinde, her maddenin tek tek görüşülerek
oylanmasından sonra birinci görüşme tamamlanmış olacak, en az kırk sekiz saat geçtikten sonra
başlanabilecek ikinci görüşmede, artık tekrar teklifin tamamı için görüşme açılamayacak, sadece
maddeler üzerinde verilmiş olan değişiklik önergeleri görüşülerek oylanacaktır. Maddeler
üzerindeki oylamaların tamamlanmasından sonra, teklifin tümü üzerinde yapılacak oylamayla
Anayasa değişikliklerinin görüşülmesi tamamlanmış olacaktır.
Anayasa’nın 175. maddesinde Anayasa değişikliklerinin her iki görüşmesinin aynı
şekilde yapılmasını zorunlu tutan bir hüküm bulunmamaktadır. Aksine Cumhuriyet tarihi boyunca
yasaların ve Anayasaların iki kez görüşülmesini öngören İçtüzük hükümlerinde (1927 tarihli Dahili
Nizamname’nin 107. maddesi “ikinci müzakerede layiha ve teklifin heyeti umumiyesi hakkında
müzakere cereyan etmez. Bu müzakerede ancak tadil teklifleri üzerinde müzakere cereyan eder.”,
1963 tarihli Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğü’nün 75. maddesi “İkinci görüşmede tasarı ve tekliflerin
tümü üzerinde konuşulamaz. Ancak, tadil teklifleri üzerinde görüşülebilir.” ve 1973 tarihli Millet
Meclisi İçtüzüğü’nün 91. maddesi “ikinci görüşmede yalnızca maddeler üzerinde verilmiş değişiklik
önergeleri görüşülür”) ikinci görüşmenin mevcut İçtüzüğün 93. maddesinde belirtilen usule göre
düzenlendiği anlaşılmaktadır.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi 15.4.1975 tarihli ve E:1973/19, K: 1975/87 sayılı
kararında “Anayasanın 155. maddesinin ikinci fıkrasının ‘Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki
tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, birinci fıkradaki kayıtlar dışında kanunların görüşülmesi ve
kabulü hakkındaki hükümlere tabidir.’ hükmüne göre, aynı maddenin birinci fıkrasında yer alan
‘Anayasanın değiştirilmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri
tarafından yazı ile teklif edilebilir. Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki teklifler ivedilikle
görüşülemez. Değiştirme teklifinin kabulü, Meclislerin ayrı ayrı üye tamsayılarının üçte iki
çoğunluğunun oyu ile mümkündür.’ biçimindeki kuralların, özel bir değiştirme yöntemini saptayan
ayrıklı kurallar” olduğuna karar vermiş ve “Anayasa, kanunların görüşülmesi için öngörülen genel
yöntem ilkesini, Anayasa değişiklikleri için de benimsemiş olduğundan, 155. maddedeki biçim
koşulları, Anayasa’nın 85. maddesindeki sözü geçen İçtüzük kurallarına göre de ayrıklı”
olduğundan bahisle “Anayasa değişikliklerinde, Anayasa’nın 155. maddesindeki özel ve ayrıklı
yönteme ters düşen içtüzük hükümlerinin uygulanamayacağı”na hükmetmiştir.
Anayasa Mahkemesinin bu kararında benimsediği yaklaşım 1982 Anayasası için de
geçerlidir. 175. maddenin birinci fıkrasında yer alan, teklif çoğunluğu, iki kez görüşülme koşulu ve
kabul çoğunluğu Anayasa değişikliklerini diğer kanunlardan ayıran şekli unsurlar olup, ikinci
görüşmede kanunların görüşülmesine ilişkin hükümlerin uygulanması mümkün değildir. İki kez
görüşülme koşulu bakımından uygulanacak hüküm kanunların görüşülmesine ilişkin genel hüküm
niteliğindeki İçtüzüğün 81. maddesi değil, Anayasa değişikliklerine ilişkin özel hüküm olan
İçtüzüğün 93. maddesidir.
Yasama belgelerinin incelenmesinden 5982 sayılı Kanun’un ikinci görüşmelerinin
İçtüzüğün 93. maddesine uygun olarak gerçekleştiği anlaşıldığından ivedilikle görüşmeme
yükümlülüğüne aykırılık görülmemiştir. İptal isteminin reddi gerekir. Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Mehmet ERTEN ve Şevket APALAK bu görüşe katılmamışlardır.
D- 5982 Sayılı Kanun’un Amacı Yönünden Anayasa’ya Aykırılığı Sorunu
Dava dilekçesinde, 5982 sayılı Yasa’nın toplumun beklentileri doğrultusunda
gerçekleştirilmiş bir reform olmadığı, İktidar Partisi tarafından, sivil toplum örgütlerinin, ilgili
meslek kuruluşlarının, üniversitelerin, konuyla ilgili bilim insanlarının ve siyasi partilerin katkısı
alınmadan, görüş ve önerileri de göz ardı edilerek ve bir uzlaşma arayışına girilmeksizin
hazırlandığı, bu süreçte anayasal kurumların görüşünün alınmadığı, bu nedenle değişikliğin bir
dayatmaya, bir parti metnine dönüştüğü ileri sürülerek Yasa’nın amacının kamu yararı değil, parti
güdümünde yargı organları yaratmak olduğu bu nedenle amacı bakımından Anayasa’ya aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
Anayasa’nın 148. maddesinde Anayasa değişikliklerinin esas yönünden denetimine yer
verilmediği gibi, bunların biçim yönünden denetimleri de, teklif ve oylama çoğunluğuna ve
ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı tutulmuştur. İptal istemi
bu sınırlı sebeplerden herhangi birine ilişkin bulunmadığı sürece davanın dinlenmesi olanağı yoktur.
Dava dilekçesinde ileri sürülen hususlar Anayasa’nın 148. ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 21. maddelerinde sayılı ve sınırlı olarak belirlenen şekil
bozukluklarından değildir. Bu itibarla Anayasa Mahkemesi’nin yetkisizliği nedeniyle iptal isteminin
reddi gerekir.
E- 5982 Sayılı Kanun’un 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. Maddelerinin Anayasa’nın
4. Maddesinde Öngörülen Teklif Yasağı Kapsamında İncelenmesinin Anayasa Mahkemesinin
Yetkisinde Olup Olmadığı Ön Sorunu
Dava dilekçesinde, 5982 Sayılı Kanun’un 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. maddelerinin,
Anayasa’nın 4. maddesinde düzenlenen teklif edilemezlik kuralına aykırı olarak teklif edilmek
suretiyle Anayasa’nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ve başlangıcında yer alan kuvvetler
ayrılığı ilkelerini ihlâl ettikleri iddiasıyla iptalleri ve yürürlüklerinin durdurulması istenmiştir.
Anayasa’nın 175. maddesi Anayasa’yı değiştirme yetkisinin TBMM’ye ait olduğunu,
Meclisin bu yetkisini üye tamsayısının üçte bir çoğunluğunun yazılı teklifi ve en az beşte üç
çoğunluğunun kabul oyuyla kullanabileceğini öngörmektedir.
Ulus egemenliğine dayalı bir anayasal düzende bütün devlet yetkilerinin kaynağı
Anayasa olduğundan tali kurucu iktidarın Anayasa’yı değiştirme yetkisini Anayasa’ya aykırı bir
şekilde kullanması mümkün değildir. Bu durum, Anayasa’nın 6. maddesinde yer alan “hiçbir kimse
veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” hükmüyle normatif
geçerlilik kazanmıştır. Anayasa koyucu “hiçbir kimse ya da organ”dan söz ettiğine göre, kurulu bir
organ olarak tali kurucu iktidarın da sistem dışı yetki kullanımının hukuksal açıdan geçerli
olmayacağının kabulü gerekir.
Anayasa’nın 175. maddesine göre Anayasa’yı değiştirme yetkisi TBMM’ne tanınmıştır.
Bu yetkinin Anayasa’nın öngördüğü yöntemlerle ve Anayasa’ya uygun olarak kullanılacağı
kuşkusuzdur. Yasama organı bu yetkisini 175. maddede belirtilen yöntemle kullanırken, yetkinin
her şeyden önce asli kurucu iktidar tarafından kullanılmasına izin verilen bir yetki olması gerekir.
Anayasa’nın 4. maddesinde “Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin
Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü
maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” denilmek suretiyle, 175.
maddede belirlenen yetkinin kullanılamayacağı, kullanılsa dahi hukuken geçerli olamayacağı alanlar
açıkça belirlenmiştir.
Anayasa’nın 148. maddesinde öngörülen teklif ve oylama çoğunluğuna uyulmaksızın
gerçekleştirilecek bir Anayasa değişikliği hukuken geçerli olamayacağı gibi, değiştirilmesi teklif
edilemeyecek bir Anayasa kuralına yönelik değişiklik teklifi de yasama organının yetkisi
kapsamında bulunmadığından hukuksal geçerlilik kazanamaz.
Anayasa değişikliklerinin yukarıda belirtilen Anayasa normlarının bütünlüğünden doğan
ve Anayasa’nın ilk üç maddesinde somutlaşan temel tercihe uygun olması gerekir. Bu çerçevede
Anayasa’nın yetki normu olan 175. maddesi, bu yetkinin sınırını çizen 4. maddesi ve bu sınırların
dışına taşan yetki kullanımının hukuksal müeyyidesini belirleme yetkisini öngören 148. maddesinin
birlikte değerlendirilmesi zorunludur.
Anayasa’nın 175. maddesine göre kullanılacak Anayasa’yı değiştirme yetkisinin,
hukuksal geçerlilik ve etkinlik kazanabilmesi için Anayasa’nın 4. maddesinde teklif edilemez olarak
belirlenen hükümlere ilişkin olmaması, teklif ve oylama çoğunluğuna uyularak ve nihayetinde ivedi
görüşme yasağı ihlal edilmeden kullanılmış olması gerekir. Teklif edilebilir olmayan bir Anayasa
değişikliğinin 148. maddenin ikinci fıkrasında öngörülen teklif çoğunluğu koşulunu yerine getirmiş
olması, hukuken geçersiz nitelikteki bir yasama tasarrufunun sırf sayısal çokluğun gücüyle geçerli
kılınmasının gerekçesi olamaz. Zira, kurulu iktidar olan yasama organının işlem ve eylemlerinin
geçerliliği, aslî kurucu iktidarın öngördüğü anayasal sınırlar içinde kalması koşuluna bağlıdır.
Anayasa Mahkemesi 5.6.2008 tarihli ve E:2008/16, K:2008/116 sayılı kararında
Anayasa’nın 148. maddesindeki, Anayasa değişikliklerinde şekil denetiminin “teklif ... şartına
uyulup uyulmadığı” hususlarıyla sınırlı olduğunu ifade eden hükmün, “geçerli teklif” koşulunun
bulunup bulunmadığına yönelik olarak yapılacak bir denetimi de içereceğine karar vermiştir.
Kurucu iktidarın siyasal düzene ilişkin temel tercihi Anayasa’nın ilk üç maddesinde,
bunun somut yansımaları ise diğer maddelerde ortaya çıkmaktadır. 4. madde ise ilk üç maddenin
güvencesi olma niteliği itibariyle doğal olarak değiştirilmezlik özelliğine sahiptir. Bu durumda,
Anayasa’nın 4. maddesi dâhil olmak üzere her bir maddede yapılacak değişikliklerin siyasal
düzende değişikliklere ve kurucu iktidarın yarattığı anayasal düzende dönüşümlere yol açması
mümkündür. O halde Anayasa’nın diğer maddelerinde yapılacak değişikliklerle Anayasa’nın 4.
maddesinin yasama organı için çizdiği sınırların aşılma olasılığı gözardı edilemez.
Anayasa’nın ilk üç maddesinde değişiklik öngören veya Anayasa’nın sair maddelerinde
yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak aynı sonucu doğuran herhangi bir
yasama tasarrufunun da hukuksal geçerlilik kazanması mümkün olmadığından, bu doğrultudaki
tekliflerin sayısal yönden Anayasa’ya uygun olması tasarrufun geçersizliğine engel
oluşturmayacaktır. Anayasa değişikliklerinin içerik yönünden denetimi, değiştirilemez ve
değiştirilmesi teklif edilemez ilkelerin doğrudan ya da dolaylı olarak ortadan kaldırılıp
kaldırılmadığı veya içeriklerinin boşaltılarak anlamsız hâle getirilip getirilmediğine yönelik ve
bununla sınırlı bir denetim olması gerekir.
Açıklanan nedenlerle Anayasa Mahkemesinin, 5982 sayılı Kanun’un 8., 14., 16., 19.,
22., 25. ve 26. maddeleriyle Anayasa’da yapılan değişikliklerin, Anayasa’nın 2. maddesinde
belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini değiştiren ya da etkisizleştirerek anlamsızlaştıran bir nitelik
taşıyıp taşımadığını inceleyebileceğinin ve bu nitelikte olduğuna karar vermesi halinde bu
hükümleri Anayasa’nın 4. maddesindeki teklif yasağına aykırılık nedeniyle iptal edebileceğinin
kabulü gerekir.
Haşim KILIÇ, Engin YILDIRIM ve Nuri NECİPOĞLU bu görüşe katılmamışlardır.
Serruh KALELİ yukarıdaki görüşe farklı gerekçeyle katılmamıştır.
F- 5982 Sayılı Kanun’un 8. Maddesi Yönünden İnceleme
5982 sayılı Yasa’nın 8. maddesi ile Anayasa’nın 74. maddesinde değişiklik yapılarak,
idarenin işleyişine ilişkin şikâyetleri incelemek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
bağlı Kamu Denetçiliği Kurumu oluşturulmakta ve Kamu Başdenetçisinin seçim usulü
düzenlenmektedir.
Dava dilekçesinde şikâyetleri incelemekle görevli bir idari kurumun TBMM
Başkanlığı’na bağlanmasının, yasamanın bu Kurumun işlevleri bakımından yürütme üzerinde
üstünlük kazanması anlamına geleceği ve Anayasa’nın Başlangıcında belirtilen kuvvetler ayrılığı
ilkesi ile bağdaşmayacağı, ayrıca Kamu Başdenetçisinin seçim yönteminin bu durumu daha da
güçlendirdiği, kurumun yapısı ve işleyişine ilişkin diğer konuların düzenlenmesinin yasaya
bırakılmış olması nedeniyle belirsizlik doğduğu ve bu durumun hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
Anayasacılık düşüncesi ve sınırlı devlet ilkesinin bir unsuru olarak kuvvetler ayrılığı
ilkesi genellikle hukuk devleti ilkesi ile ilişkilendirilmektedir. Esasen hukuk devleti ve kuvvetler
ayrılığı ilkeleri anayasacılık düşüncesinin iki farklı yüzüdür. Bu düşünce, devlet iktidarının temel
hak ve özgürlükler lehine sınırlandırılması amacına ulaşmak için iki temel enstrüman öngörmüştür.
Bunlardan birincisi devlet iktidarının farklı organlar arasında paylaştırılması yoluyla kötüye
kullanılmasını engellemeyi amaçlayan kuvvetler ayrılığı, diğeri ise devlet yetkilerinin
kullanılmasının hukuka bağlanması yoluyla yönetimde keyfiliğin sona erdirilmesini amaçlayan
hukuk devleti ilkesidir.
Günümüzde kuvvetler ayrılığı bir taraftan hükümet sistemlerinin tanımlanmasının bir
aracı olarak kullanılmakta, diğer taraftan ise farklı devlet organları arasında bir kontrol ve denge
sistemi olarak görülmektedir. Yasama ve yürütme arasındaki ilişkilerin doğasına bakılarak hükümet
sistemleri, sert kuvvetler ayrılığı (Başkanlık) sistemleri ve yumuşak kuvvetler ayrılığı (Parlamenter
Hükümet) sistemleri şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Bir de her iki sistemin bazı özelliklerini içinde
barındıran yarı başkanlık sisteminden söz edilmektedir.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin tek bir anlamı ve uygulama biçimi olmadığından her ülkenin
özgün tarihsel ve siyasal koşullarına bağlı olarak farklı uygulamaların ortaya çıkması doğaldır. Bu
farklı tercihlerden birisinin, diğerlerine göre üstün tutulması söz konusu değildir. Kuvvetler ayrılığı
ilkesi Anayasalarımızda farklı şekillerde düzenlenmiştir. 1924 Anayasası “kuvvetler birliği,
fonksiyonlar ayrılığı” sistemini benimsemişken, 1961 Anayasası klasik parlamenter sistemi
benimsemiş, 1982 Anayasası ise yürütmenin güçlendirilmesine dayalı rasyonelleştirilmiş
parlamenter sistemi benimsemiştir.
Anayasa’nın Başlangıcının dördüncü paragrafında kuvvetler ayrılığının “… Devlet
organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin
kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu” ifade
edilmektedir.
Anayasa Mahkemesi de çeşitli kararlarında kuvvetler ayrılığının “devlet organları
arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetkilerinin kullanılmasıyla sınırlı bir
işbölümü ve işbirliği olduğu, üstünlüğün ancak Anayasa ve yasalarda bulunduğu” (K.T. 20.5.1997,
E: 1997/36, K: 1997/52; K.T. 12.12.1996, E:1996/64, K:1996/47; K.T. 4.7.1995, E: 1995/35, K:
1995/26) ve bu ilkenin “sadece yasama, yürütme ve yargı işlevlerinin ayrı organlara verilmesini
değil, bazen tek bir kuvvetin çeşitli organlar arasında bölüşülebilmesini de içerebileceğine” (K.T.
1.6.2005, E:2004/60, K:2005/33) karar vermiştir.
Bu nedenle demokratik sistemi ortadan kaldıran ve bütün yetkileri tek elde toplayan
veya diğer organları bir organın kontrolü altına alan bir sistem öngörülmedikçe kuvvetler ayrılığı
ilkesinin anlamsız hale getirildiği ya da ortadan kaldırıldığı söylenemez.
Hukuk devleti ilkesi, özünde yönetimin hukukla bağlılığı, yöneticilerin şahsi ve keyfi
iradesinin değil, hukukun hâkim olması anlamına gelmektedir. Devlet adına yetki kullananların
yetkilerini hukuktan almaları ve hukuka uygun olarak kullanmaları yoluyla tüm bireylerin aynı
muameleye tâbi tutulması, keyfi farklı uygulamaların önüne geçilmesi ve böylece birey haklarının
güvence altında olacağı düşüncesi hukuk devleti kavramını ortaya çıkarmıştır. Hukuk devletinden
söz edebilmek için genel, soyut, önceden bilinebilir, anlaşılabilir ve istikrarlı kurallardan oluşan bir
hukuk düzeni mevcut olmalı ve hukuk kuralları, yönetilenler kadar siyasi iktidarı kullanan devlet
organlarını ve yöneticilerini de bağlamalıdır.
Anayasa Mahkemesi, çeşitli kararlarında hukuk devletini “eylem ve işlemleri hukuka
uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık devlet” şeklinde
tanımlamıştır.
Hukuk devletinin somut uygulamasında farklı hukuk devleti anlayışları ve farklı devlet
uygulamalarının ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bundan dolayı anayasa koyucunun hukuk devleti
ilkesinin nasıl hayata geçirileceğini belirleme konusunda geniş bir takdir yetkisine sahip olması
doğaldır. Bu nedenle hukuk devleti ilkesinin ortadan kaldırılmasından ya da anlamsız hale
getirilmesinden söz edebilmek için, devlet organlarının hukuka bağlılığı ilkesini veya bunun
kurumsal güvencelerini ortadan kaldıran bir değişikliğin yapılmış olması gerekir. Yoksa anayasa
koyucunun farklı hukuk devleti uygulama modellerinden herhangi birisine yönelik tercihinin
yerindeliğine ilişkin yargısal denetim yetkisi bulunduğu söylenemez.
Bu çerçevede temel işlevi kamu yönetiminin şeffaflaşması ve bireylerin temel haklarına
saygı göstermesine katkıda bulunmak suretiyle hukuk devletinin güçlenmesini sağlamak olan
ombudsman ya da kamu denetçiliği kurumu, Avrupa demokrasilerinin temel kurumlarından birisi
haline gelmiştir.
Kamu gücünü kullanan makamların işlemleriyle ilgili olarak vatandaşların şikâyetlerini
incelemekle görevli bağımsız bir kurum olan kamu denetçiliğinin, kendine ulaşan şikâyetlerle ilgili
olarak hukuka ve hakkaniyete uygunluk açısından inceleme yaparak ulaştığı sonuçları ilgili
kurumlara bildirmesi ve gerekli tedbirlerin alınmasını amaçladığı anlaşılmaktadır. Böyle bir
kurumun oluşturulmasının hukuk devletini ortadan kaldırdığı ya da içini boşaltarak
anlamsızlaştırdığı söylenemez.
Diğer taraftan, parlamenter sistemlerde parlamentoların temel işlevlerinden birisi
yürütme organını denetlemektir. Nitekim Anayasa’nın 98 ilâ 99. ve 100. maddelerinde bu denetim
yöntemleri düzenlenmiştir. Yürütme organı yalnızca Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulundan
oluşan siyasi yürütmeden ibaret olmayıp, idare geniş anlamda yürütmenin bir parçasıdır. Siyaset için
zaten var olan denetim yetkisinin idareyi de kapsayacak şekilde genişletilerek idarenin işlemlerinin
hukuka uygunluğunu sağlayacak yeni bir mekanizma oluşturulmasının kuvvetler ayrılığı ilkesini
ortadan kaldırması ya da anlamsız hale getirmesi söz konusu olamaz.
Kuvvetler ayrılığı ilkesi, Anayasa’nın başlangıcında belirtildiği gibi, devlet organları
arasında işbölümü ve medeni bir işbirliği anlamına gelip organların karşılıklı olarak birbirlerini
dengelemeleri esasına dayanır. Yürütmenin yasama tarafından denetlenmesi de bu ilkenin
somutlaştırılması anlamına gelir. O nedenle kamu denetçiliği kurumunun kurulması kuvvetler
ayrılığı ilkesine aykırı değildir.
Öte yandan, dava dilekçesinde Kamu Başdenetçisinin seçimine ilişkin öngörülen usulün
hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı olduğu ileri sürülmüşse de, farklı seçim
usullerinden herhangi birisinin tercih edilmesi kurucu iktidarın takdir yetkisi içinde olduğundan, bu
hükümde somutlaşan tercihin kuvvetler ayrılığı ilkesini ortadan kaldırdığı söylenemez.
Kurumun yapısı ve kamu denetçilerinin seçimi gibi hususların düzenlenmesinin kanuna
bırakılmasında hukuk devleti ilkesini değiştiren bir yön bulunmamaktadır.
Bu nedenlerle iptal isteminin reddi gerekir.
G- 5982 Sayılı Kanun’un 14. Maddesi Yönünden İnceleme
5982 sayılı Yasa’nın 14. maddesi, Anayasa’nın 144. maddesinde değişiklik yaparak
adalet hizmetleri ile savcıların idarî görevleri yönünden denetiminin adalet müfettişleri ile hâkim ve
savcı mesleğinden olan iç denetçiler tarafından denetleneceğini hükme bağlamaktadır.
Dava dilekçesinde, bu düzenlemenin savcıların denetimini Adalet Bakanlığına bağlı
adalet müfettişleri ile iç denetçilere vermekle bu kişileri Adalet Bakanlığına bağımlı hâle getirdiği
bunun ise hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkeleriyle bağdaşmayacağı ileri sürülmüştür.
5982 sayılı Yasa’yla getirilen düzenlemeyle hâkim ve savcıların görevlerini mevzuata
uygun olarak yapıp yapmadıklarının denetimi ile suç soruşturmalarının ya da disiplin
incelemelerinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından atanacak ve Kurula bağlı olarak
çalışacak olan Kurul müfettişleri tarafından yapılması öngörülmüştür. Bu maddede düzenlenen
husus ise gerekçesinde de belirtildiği gibi yargısal nitelikteki işlemlerin dışında kalan ve Adalet
Bakanlığının görevleri arasında yer alan cezaevleri, icra ve iflas daireleri, noterler veya
mahkemelerin mali işleri gibi diğer konulardaki işlemlerin denetiminin Adalet Bakanlığına bağlı
adalet müfettişlerince yerine getirilmesidir. Adalet Bakanlığının yetki alanına giren ve herhangi bir
şekilde yargısal nitelik taşımayan konulara ilişkin denetim görevinin adalet müfettişleri ya da iç
denetçiler tarafından yerine getirilmesinin kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkelerini ortadan
kaldırdığı ya da anlamsız hâle getirdiği söylenemez. Bu nedenle iptal isteminin reddi gerekir.
H- 5982 Sayılı Kanun’un 16. Maddesi Yönünden İnceleme
5982 sayılı Yasa’nın 16. maddesiyle Anayasa’nın 146. maddesi değiştirilerek Anayasa
Mahkemesinin yapısı yeniden düzenlenmiştir. Buna göre, Mahkemenin üye sayısı onyedi’ye
çıkarılmış, yedek üyelik kaldırılmış, üyelerden üçünün Türkiye Büyük Millet Meclisince Sayıştay
ve Baro Başkanları tarafından gösterilen adaylar arasından; on dört üyenin dördünün doğrudan,
onunun da Yargıtay (üç üye), Danıştay (iki üye), Askeri Yargıtay (bir üye), Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi (bir üye) ve Yükseköğretim Kurulu (üç üye) tarafından gösterilecek adaylar arasından
Cumhurbaşkanınca seçilmesi öngörülmüştür. Ayrıca adayların kendi kurumlarındaki seçim usulü
de, her üyenin tek adaya oy vermesi ilkesi çerçevesinde yeniden düzenlenmiştir.
Dava dilekçesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanınca Anayasa
Mahkemesine üye seçilmesinin, parlamenter sistemin özellikleri ve Cumhurbaşkanının seçim
yöntemi dikkate alındığında, Mahkeme’nin yasama ve yürütmenin etkisi altına girmesi sonucunu
doğurabileceği, bu nedenle Anayasa’nın başlangıcında yer alan kuvvetler ayrılığı ve 2. maddesinde
yer alan hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Ayrıca, kurumlardan aday gösterme
sürecinde uygulanacak olan, her üyenin tek adaya oy vermesini öngören seçim usulünün demokratik
hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu ileri sürülerek değiştirilen 146. maddenin ilk dört fıkrasının
iptali istenmiştir.
1- Anayasanın Değiştirilen 146. Maddesinin İlk Üç Fıkrası Yönünden
5982 sayılı Kanun’un 16. maddesi ile değiştirilen Anayasa’nın 146. maddesinin iptali
istenilen ilk üç fıkrasında “Anayasa Mahkemesi onyedi üyeden kurulur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi; iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve
üyeleri arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir üyeyi ise baro
başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday içinden yapacağı gizli oylamayla
seçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak bu seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye
tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranır. İkinci oylamada
salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır;
üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur.
Cumhurbaşkanı; üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askerî Yargıtay, bir
üyeyi Askerî Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri arasından her boş
yer için gösterecekleri üçer aday içinden; en az ikisi hukukçu olmak üzere üç üyeyi Yükseköğretim
Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler
dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden; dört üyeyi üst
kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beş
yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçer.”denilmektedir.
Karşılaştırmalı hukuka ve ülkemizin tarihsel tecrübesine bakıldığında, temel hakların ve
hukuk devletinin güvencesi olan anayasa mahkemelerinin yapıları, yetkileri, işleyişi, üye seçimi ve
üyelerin niteliklerine ilişkin olarak çok farklı düzenlemelerin olduğu görülmektedir. 1961
Anayasasının 145. maddesinde Anayasa Mahkemesinin onbeş üyesinden beşinin Türkiye Büyük
Millet Meclisi (üç üye Millet Meclisi, iki üye Cumhuriyet Senatosu) tarafından seçilmesi
öngörülmüştür. Karşılaştırmalı hukuka bakıldığında, anayasa mahkemesi üyelerinin bazı ülkelerde
tamamının, bazı ülkelerde ise büyük çoğunluğunun parlamentolar tarafından seçildiği
görülmektedir. Anayasa mahkemesi üyelerinin seçimine parlamentoların ya da diğer seçilmiş
organların katılmasının bu kurumun demokratik meşruiyeti açısından büyük önem taşıdığı kabul
edilmektedir.
Bu çerçevede anayasa mahkemesi üyelerinin hangi organlar tarafından ve hangi esaslara
göre seçileceğinin belirlenmesi önemli ölçüde ülkenin tarihsel ve siyasal koşullarına göre kurucu
iktidarın takdirinde olan bir durumdur. Bu düzenlemede öngörülen Anayasa Mahkemesinin üye
yapısı, üyelerin geldiği kaynaklar ve üyelerin atanması usulüne ilişkin düzenlemeler tali kurucu
iktidarın takdir yetkisi içinde kaldığından ve hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerini
anlamsızlaştıran ya da ortadan kaldıran değişiklikler olmadığından iptal isteminin reddi gerekir.
Bu görüşe maddenin birinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Zehra Ayla
PERKTAŞ, ikinci ve üçüncü fıkraları yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ve
Zehra Ayla PERKTAŞ katılmamışlardır.
2- Anayasanın Değiştirilen 146. Maddesinin Dördüncü Fıkrasının Birinci
Tümcesinde Yer Alan “… bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; …” ve İkinci
Tümcesinde Yer Alan “… de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve …”
İbareleri Yönünden
5982 sayılı Yasa ile değiştirilen Anayasa’nın 146. maddesinin dördüncü fıkrasında
Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay, Yüksek Öğretim
Kurulu ve Baro Başkanları tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday seçiminde her üyenin ya
da her Baro Başkanının yalnızca bir aday adayına oy vermesinin öngörülmesi, üç adayın
belirleneceği seçimlerde her üyeye yalnızca bir aday adayına oy verme hakkı tanınması suretiyle
diğer iki adayın seçiminde oy kullanılamaması sonucunu doğurmaktadır. Böyle bir düzenleme
seçilecek diğer adaylar açısından seçmenlerin oy kullanma hakkını ortadan kaldırmaktadır.
Buna göre, bazı adaylar açısından seçmenlere oy kullanma hakkı tanınmayarak
sonuçları seçmen iradesini yansıtmaktan uzak olan bir seçim usulünün demokratik olmadığında
kuşku yoktur. Seçmen iradesinin gerçek anlamda oya yansımasını sınırlayan böylece oy
kullananların iradesini olumsuz yönde etkileyen bu düzenlemenin hukuk devletinin temel öğesi olan
bağımsız ve tarafsız bir yargının oluşmasını da engelleyeceği açıktır.
Bu nedenle 5982 sayılı Yasa ile değiştirilen Anayasa’nın 146. maddesinin dördüncü
fıkrasının birinci tümcesinde yer alan “… bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; …” ibaresi ile
ikinci tümcesinde yer alan “… de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve …”
ibaresi demokratik hukuk devleti ilkesini etkisiz hale getireceğinden iptali gerekir.
3- Anayasanın Değiştirilen 146. Maddesinin Dördüncü Fıkrasının Kalan Bölümü
Yönünden
Yukarıda belirtilen ibarelerin iptalinden sonra dördüncü fıkranın kalan bölümü şöyledir:
“Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel
kurulları ile Yükseköğretim Kurulundan Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için
yapılacak seçimlerde, her boş üyelik için, en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro
başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde en fazla
oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.”
Buna göre, fıkrada sayılan kurumlarca Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilmek üzere
Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Cumhurbaşkanına gönderilecek üç adayın ne şekilde seçileceğinin
yöntemi düzenlenmektedir. Bir üst bölümde, her üyenin sadece tek aday adayına oy vermesini
öngören kısıtlama iptal edilerek ortadan kaldırıldığından, her üyenin ya da baro başkanının seçilecek
aday sayısı kadar aday adayına oy vermeleri olanaklı hâle gelmektedir. Üç aday için tercih hakkı
kullanılarak yapılacak seçimlerde salt çoğunluk da aranmayacağından en çok oy alan üç aday
Cumhurbaşkanı ya da Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulacaktır.
Yukarıda belirtilen ibarelerin iptali ile seçimlerde iradeyi yansıtan oy hakkının tam
olarak kullanılmasının önünde herhangi bir engel kalmadığından dördüncü fıkranın kalan
bölümünün demokratik hukuk devleti ilkesini değiştirici nitelikte olduğu söylenemez. Anayasa’ya
aykırı olmayan ve bu haliyle uygulanmasında herhangi bir sorun bulunmayan kurala ilişkin iptal
isteminin reddi gerekir.
Bu görüşe Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN,
Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ katılmamışlardır.
I- 5982 Sayılı Kanun’un 19. Maddesi Yönünden İnceleme
5982 sayılı Yasa’nın 19. maddesi ile Anayasa’nın 149. maddesi değiştirilerek Anayasa
Mahkemesinin çalışma ve yargılama usulü yeniden düzenlenmiştir. Buna göre Anayasa
Mahkemesinin iki bölüm ve genel kurul halinde çalışması öngörülmektedir.
Dava dilekçesinde, 149. maddenin birinci fıkrasında yer alan “Bölümler ve Genel
Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır.” cümlesinde katılanların mı yoksa üye tamsayısının mı salt
çoğunluğu gerektiği belirtilmediğinden düzenlemenin belirsiz olduğu, ayrıca maddenin üçüncü
fıkrasında yer alan “Anayasa değişikliklerinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da Devlet
yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy
çokluğu şarttır.” hükmünün parti kapatılmasını ve Anayasa’nın değiştirilemez hükümlerine aykırı
Anayasa değişikliklerinin iptalini zorlaştırması nedenleriyle düzenlemenin Anayasa’nın 2.
maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
5982 sayılı Yasa’nın 19. maddesi ile değiştirilen Anayasa’nın 149. maddesinin birinci
fıkrasında bölümlerin Başkanvekili başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanması
öngörülmüştür. Bölümler her zaman beş üye ile toplanacak ve bunların salt çoğunluğu ile karar
verecektir. Genel Kurul ise Başkan ya da belirleyeceği Başkanvekilinin başkanlığında en az oniki
üyenin katılımıyla toplanacaktır. En az onüç veya üstü sayılarla yapılan toplantılarda olağan olarak
karar yeter sayısının toplantıya katılanların salt çoğunluğu olacağı açıktır. Bu, üçüncü fıkrada yer
alan nitelikli çoğunlukla alınacak kararlara ilişkin düzenlemeden de anlaşılmaktadır. Nitelikli
çoğunluk gerektiren kararlarda bile toplantıya katılanlar dikkate alınacağına göre, diğer kararlar
bakımından da toplantıya katılanların salt çoğunluğunun aranması doğal olduğundan herhangi bir
belirsizlik sözkonusu değildir.
Bu nedenle 149. maddenin birinci fıkrasında yer alan “Bölümler ve Genel Kurul,
kararlarını salt çoğunlukla alır.” cümlesi hukuk devleti ilkesini ortadan kaldıran ya da
anlamsızlaştıran bir değişiklik içermemektedir.
Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin belli konularda nitelikli oy çokluğu ile karar
vermesi tali kurucu iktidarın takdir yetkisi içindedir ve hukuk sistemimizde eskiden de bu nitelikte
hükümler yer almıştır. Nitekim, 149. maddenin ilk hâlinde Anayasa değişikliklerinin iptali üçte iki
nitelikli çoğunluğun oyu ile mümkünken, 2001 yılında yapılan değişiklikle siyasi parti kapatma
kararları da nitelikli çoğunluğun oyuna tabi tutulmuş, fakat nitelikli çoğunluk üçte ikiden, beşte üçe
indirilmiştir. Bazı kararların nitelikli çoğunluğun oyu ile alınabilmesi anayasa koyucunun o konuya
verdiği önemden kaynaklanmaktadır. Anayasa değişikliklerinin iptali ya da bir siyasi partinin
kapatılmasının demokratik sistemin işleyişi açısından önemi ve istisnai olarak başvurulabilecek
tedbirler olmaları nedeniyle bunların nasıl ve hangi koşullarda uygulanabileceğine ilişkin Anayasal
düzenlemenin hukuk devletini ortadan kaldırdığı, ya da anlamsız hâle getirdiği söylenemez.
Bu nedenlerle iptal isteminin reddi gerekir.
İ- 5982 Sayılı Yasa’nın 22. Maddesi Yönünden İnceleme
5982 sayılı Yasa’nın 22. maddesi, Anayasa’nın 159. maddesini değiştirerek Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) yapısını yeniden düzenlemektedir. Buna göre, mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulacağı ve görev yapacağı belirtilen Kurul’un,
yirmi iki asıl ve on iki yedek üyeden oluşması ve üç daire halinde çalışması öngörülmüştür. Adalet
Bakanının Kurulun Başkanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarının ise Kurulun doğal üyesi olması
benimsenmiştir. Cumhurbaşkanına dört asıl üyeyi yargıç olmayanlar arasından doğrudan seçme
yetkisi tanınmmış, diğer üyelerin ise Yargıtay (üç asıl, üç yedek), Danıştay (iki asıl, iki yedek),
Türkiye Adalet Akademisi (bir asıl, bir yedek), adli yargı hâkim ve savcıları (birinci sınıf adli yargı
hâkim ve savcıları arasından yedi asıl, dört yedek) ve idari yargı hâkim ve savcıları (birinci sınıf
idari yargı hâkim ve savcıları arasından üç asıl, iki yedek) tarafından doğrudan seçilmesi
öngörülmüştür. Ayrıca Kurulun kendi sekreteryası kurulmakta ve Teftiş Kurulu, Kurula
bağlanmaktadır.
Dava dilekçesinde;
- Adalet Bakanının Kurul Başkanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının kurulun doğal
üyesi olmasının yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına aykırı olduğu, bunun Anayasa’nın 2.
maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturduğu,
-159. maddenin üçüncü fıkrasında Cumhurbaşkanına Kurula üye seçme yetkisi
verilmesinin Cumhurbaşkanının seçim usulü de dikkate alındığında Anayasa’nın 2. maddesinde yer
alan hukuk devleti ve Başlangıçta yer alan kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı olduğu belirtilerek
Adalet Bakanı ve Müsteşarının yanı sıra Cumhurbaşkanının atadığı 4 üye ve Adalet Akademisinden
seçilen üyelerin de yürütmenin etkisi altında olacağı bu nedenle hükmün Anayasa’ya aykırı olduğu,
- 159. maddenin dördüncü ve beşinci fıkralarında yer alan Kurul üyelerinin seçim
usulünün, özellikle seçimlerde her üyenin sadece bir adaya oy verebilmesi esasının adil olmadığı bu
nedenle hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu,
- 159. maddenin altıncı fıkrasında Kurul’un asıl üyeleri için getirilen başka görev alma
yasağının yedek üyeler için getirilmediği bu nedenle hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine
aykırı olduğu,
- 159. maddenin yedinci fıkrasında yer alan Kurul’un yönetimi ve temsilinin Kurul
Başkanına ait olduğu, Kurul Başkanının dairelerin çalışmalarına katılamayacağı, başkanvekili
seçimi ve Başkanın bazı yetkilerini Başkanvekiline devredebileceğine ilişkin düzenlenmelerin yargı
bağımsızlığına dolayısıyla da hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu,
- 159. maddenin sekizinci fıkrasında yer alan Kurulun görevlerine ilişkin düzenlemenin
diğer fıkralara ilişkin Anayasaya aykırılık gerekçeleriyle Anayasa’ya aykırı olduğu,
- 159. maddenin dokuzuncu ve onuncu fıkralarında hâkim ve savcıların görevlerini
hukuka uygun yapıp yapmadıkları ve görev sırasında suç işleyip işlemedikleri hakkında inceleme ve
denetimin ilgili dairenin teklifi ve Kurul Başkanının izniyle Kurul müfettişlerince yapılmasını ve
Kurul kararlarına karşı meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışında yargı yolunun
kapatılmasını öngören kuralların kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu,
- 159. maddenin onbirinci fıkrasında, Kurula bağlı Genel Sekreterlik kurulmasını
öngören ve Genel Sekreterin seçim usulünü düzenleyen hükmün Kurulun yapısına ilişkin
Anayasa’ya aykırılıklar nedeniyle Anayasa’ya aykırı olduğu,
- 159. maddenin onikinci fıkrasında, Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili
kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcılar ile adalet müfettişlerini ve
hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçileri atama yetkisinin, muvafakatlerini alarak Adalet
Bakanına ait olduğunu öngören düzenlenmenin yürütmeyi yargı karşısında daha da güçlendirdiği ve
kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı olduğu,
- 159. maddenin onüçüncü fıkrasında, kanunla düzenlenecek hususlara ilişkin hükmün,
Kurulun yapısına dair Anayasa’ya aykırılıklar nedeniyle Anayasa’ya aykırı olduğu,
ileri sürülmüştür.
1- Anayasa’nın Değiştirilen 159. Maddesinin İkinci, Dördüncü, Altıncı, Yedinci,
Sekizinci, Dokuzuncu, Onuncu, Onbirinci, Onikinci, Onüçüncü Fıkraları Yönünden
Hukuk devleti ilkesinin temel bileşenlerinden birisi olan yargı bağımsızlığını sağlamak
amacıyla yargıç ve savcıların özlük, tayin, terfi ve disiplin işlerini yürütmek üzere bağımsız idari
kurullar (Yüksek Yargı Konseyleri) oluşturulması Güney Avrupa demokrasilerinin yerleşik
geleneklerinden birisidir. Türkiye de 1961 Anayasası’ndan beri bu geleneğe dâhil olmuştur. Ancak
Yüksek Yargı Konseylerinin oluşumuna bakıldığında her ülkede farklı modellerin benimsendiği
görülmektedir. Bazı ülkelerde sadece yargıçların bu kurulların üyesi olduğu, bazı ülkelerde ise
yargıç olmayan hatta hukukçu olmayan üyelerin bulunduğu, bazı ülkelerde yargı içinden ya da
yürütmeden doğal üyelerin bulunduğu, üye seçimlerinde genellikle yargıçlara rol verildiği, ancak
parlamentolara ya da devlet başkanlarına da üye seçme yetkisinin tanındığı görülmektedir. Yargıç
üyelerin genellikle tüm yargıçları temsil edecek şekilde ilk derece mahkemeleri, istinaf mahkemeleri
ve yüksek mahkemelerde çalışan yargıçlar arasından seçildiği anlaşılmaktadır.
Avrupa Yargıçları Danışma Konseyinin “Toplumun Hizmetinde Yargı Konseyleri”
üzerine 2007 tarihli 10. No’lu görüşünde, bu kurulların yapısının her durumda yargı bağımsızlığını
güvenceye alacak ve görevlerini etkin biçimde yerine getirmesine izin verecek bir şekilde olması,
üyelerin tamamının ya da çoğunluğunun yargıçlardan oluşması, yargıç üyelerin kendi meslektaşları
tarafından seçilmesi, kurulların karma yapılı olması halinde mesleki dayanışma ve kayırmacılığın
önlenebileceği ve farklı toplumsal taleplerin temsiline imkân vereceği ancak bu durumda da
yasamanın ya da yürütmenin kontrolünde bir kurul yapılanmasından kaçınılması gerektiği
vurgulanmıştır.
1961 Anayasası’nın 143. maddesinin ilk halinde Yüksek Hâkimler Kurulu’nun onsekiz
asıl ve beş yedek üyeden oluşması öngörülmüş ve asıl üyelerden altısının Yargıtay, altısının birinci
sınıfa ayrılmış hâkimlerce kendi aralarından ve üçer üyesinin de yüksek mahkemelerde hâkimlik
etmiş ya da bunlara üye olma şartlarını kazanmış kimseler arasından Millet Meclisi ve Cumhuriyet
Senatosunca salt çoğunlukla seçilmesi öngörülmüştür. 1971 değişikliğinden sonra ise Yüksek
Hâkimler Kurulu’nun üyelerinin tamamının Yargıtay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından
seçtiği onbir asıl ve üç yedek üyeden oluşması benimsenmiştir. 1982 Anayasası ise Adalet Bakanı
ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının doğal üye olduğu ve üç asıl üç yedek üyenin Yargıtay, iki asıl iki
yedek üyenin ise Danıştay tarafından gösterilecek adaylar arasından Cumhurbaşkanınca seçildiği
yedi asıl üyeli mevcut yapıyı getirmiştir.
Buna göre hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı ilkeleri belli somut bir kurul yapısını
gerektirmemekte, Kurulun yargı bağımsızlığını ihlal etmediği sürece çok farklı modellerde
tasarlanmasına olanak tanımaktadır. Bu farklı modellerden hangisinin benimseneceği tali kurucu
iktidarın takdir yetkisi içindedir. Yasama organının tercihinin yerindeliğinin yargısal denetim
konusu olması mümkün değildir.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısıyla ilgili olarak 5982 sayılı Yasa’nın 22.
maddesiyle yapılan yeni düzenlemeyle Kurulun üye sayısının artırıldığı, seçim tabanının
genişletildiği, Kurul üyelerinin büyük çoğunluğunun yargıçlar tarafından doğrudan seçilmesinin
kabul edildiği, Kurul’un kendi sekreteryasına kavuşturulduğu ve Teftiş Kurulunun Kurul’a
bağlandığı böylece özerk yapısının güçlendirildiği görülmektedir. Cumhurbaşkanının Kurula üye
atama yetkisinin sınırlandırıldığı, Adalet Bakanı’nın dairelerin çalışmasına katılmasının
yasaklandığı, Bakan’ın Teftiş Kurulu üzerindeki mutlak kontrolünün kaldırıldığı, böylece
yürütmenin Kurul üzerindeki etkisinin belli ölçüde azaltıldığı anlaşılmaktadır. Kurul’un kararlarının
kısmen de olsa yargı denetimine açılmasının hukuk devletinin güçlendirilmesine yönelik bir adım
olduğu görülmektedir.
Bu nedenle, sözkonusu hükümlerin yargı bağımsızlığını dolayısıyla hukuk devleti
ilkesini ortadan kaldırdığı ya da içini boşaltarak anlamsız hale getirdiği söylenemez. İptal isteminin
reddi gerekir.
Bu görüşlere, değiştirilen, 159. maddenin;
- ikinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Mehmet ERTEN, Şevket
APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ,
- dördüncü fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
- altıncı fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
- yedinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU,
Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ,
- sekizinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
- dokuzuncu fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU,
Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ,
- onuncu fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
- onbirinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU,
Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ,
- onikinci
katılmamışlardır.
ve
onüçüncü
fıkraları
yönünden
Osman
Alifeyyaz
PAKSÜT,
2- Anayasa’nın Değiştirilen 159. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Üçüncü
Tümcesinde Yer Alan “…iktisat ve siyasal bilimler …” ve “… üst kademe yöneticileri …”
İbareleri Yönünden
5982 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle değiştirilen Anayasa’nın 159. maddesinin üçüncü
fıkrasında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumu düzenlenmektedir. Üçüncü fıkranın
üçüncü tümcesinde Kurulun dört üyesinin yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal
bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından
Cumhurbaşkanınca seçileceği hükme bağlanmıştır.
Hukukçu öğretim üyeleri ile Avukatların yargı ile doğrudan ilişkileri, yargının
işleyişinden kaynaklanan sorunların belli ölçüde onları da etkilemesi ve yargının işleyişi
konularındaki bilgi birikimleri nedeniyle Kurulun çalışmalarına katkı yapacağı düşünülebilir ise de
yargının işleyişi ve yargı teşkilatı ile herhangi bir şekilde ilişkisi olmayan ve yargının işleyişi,
yargının ve yargıçların sorunları ve yargısal görevlerin yerine getirilmesinde gözetilmesi gereken
yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı gibi ilkeler hakkında yeterli ilgi, bilgi ve tecrübeye sahip
olmayan iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile üst kademe
yöneticilerinin hâkim ve savcıların atama, tayin, terfi disiplin gibi özlük işlerinden sorumlu bir
kurulda görev almaları yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı ilkelerini ihlal edip, hukuk devleti
ilkesini zedeler niteliktedir.
Bu nedenle Anayasa’nın değiştirilen 159. maddesinin üçüncü fıkrasının üçüncü
tümcesinde yer alan “…iktisat ve siyasal bilimler …” ve “… üst kademe yöneticileri …”
ibarelerinin iptali gerekir.
3- Anayasa’nın Değiştirilen 159. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Kalan Bölümleri
Yönünden
Yukarıda belirtilen ibarelerin iptalinden sonra üçüncü fıkranın kalan bölümü şöyledir:
“Kurulun
Başkanı
Adalet
Bakanıdır.
Adalet
Bakanlığı
Müsteşarı
Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, dört asıl üyesi, nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim
kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından
Cumhurbaşkanınca, üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel
Kurulunca, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir
asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi
asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş
adlî yargı hâkim ve savcıları arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi
birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve
savcıları arasından idarî yargı hâkim ve savcılarınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler
yeniden seçilebilir.”
Yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı ilkeleri ortadan kaldırılmadıkça Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı, üye sayısı, üyelerin seçileceği kaynaklar ve nitelikleri
konusunda tali kurucu iktidar takdir alanına sahiptir ve bu tercihin yerindeliğinin denetlenmesi
Anayasanın 148. maddesinde öngörülen denetlenebilir hususlardan değildir. Hukuk devletini
zedeleyen unsurların iptalinden sonra Cumhurbaşkanı, bu hükme göre kendisine tanınan dört üyeyi
seçme yetkisini yüksek öğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile
avukatlar arasından seçim yapmak suretiyle kullanabilecektir.
Anayasa’ya aykırı olmayan ve bu haliyle uygulanmasında herhangi bir sorun
bulunmayan kurala ilişkin iptal isteminin reddi gerekir.
Bu görüşe, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN,
Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ katılmamışlardır.
4- Anayasa’nın Değiştirilen 159. Maddesinin Beşinci
Tümcesinde Yer Alan “… ancak bir aday için …” İbaresi Yönünden
Fıkrasının
Birinci
5982 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle değiştirilen Anayasa’nın 159. maddesinin beşinci
fıkrasında Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi ile birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim
ve savcıları tarafından Kurul üyelerinin doğrudan seçilmesi öngörülmektedir. Ancak bu seçimlerde
her seçmenin ancak bir aday için oy kullanması esası getirilmiştir. Buna göre, Yargıtay Genel
Kurulunca seçilecek üç asıl üç yedek olmak üzere toplam altı Kurul üyesi için her Yargıtay üyesi
yalnızca bir adaya oy verebilecektir. Bu durumda her Yargıtay üyesi altı kurul üyesinden yalnızca
birisi için oy kullanabilecek, diğerlerinin seçimine iradesi yansımayacaktır. Aynı durum, Danıştay
tarafından seçilecek iki asıl, iki yedek; Türkiye Adalet Akademisi tarafından seçilecek bir asıl, bir
yedek; adli yargı hâkim ve savcıları tarafından seçilecek yedi asıl, dört yedek ve idari yargı hâkim
ve savcıları tarafından seçilecek üç asıl, iki yedek üyenin seçimleri için de geçerlidir.
Buna göre, bazı adaylar açısından seçmenlere oy kullanma hakkı tanınmayarak
sonuçları seçmen iradesini yansıtmaktan uzak olan bir seçim usulünün demokratik olmadığında
kuşku yoktur. Seçmen iradesinin gerçek anlamda oya yansımasını sınırlayan böylece oy
kullananların iradesini olumsuz yönde etkileyen bu düzenlemenin hukuk devletinin temel öğesi olan
bağımsız ve tarafsız bir yargının oluşmasını da engelleyeceği açıktır.
Bu nedenle 5982 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle değiştirilen Anayasa’nın 159.
maddesinin beşinci fıkrasının, birinci tümcesinde yer alan “ … ancak bir aday için …” ibaresinin
iptali gerekir.
5- Anayasa’nın Değiştirilen 159. Maddesinin Beşinci Fıkrasının Kalan Bölümleri
Yönünden
Yukarıda belirtilen ibarenin iptalinden sonra beşinci fıkranın kalan bölümü şöyledir:
”Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul
üyeliği için her üyenin, birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek Kurul
üyeliği için her hâkim ve savcının oy kullanacağı seçimlerde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl
ve yedek üye seçilir. Bu seçimler her dönem için bir defada ve gizli oyla yapılır.”
Yukarıda belirtilen ibarenin iptali ile her seçmenin sadece tek adaya oy vermesini
öngören kısıtlama ortadan kalktığından, bu fıkra hükmüne göre her üyenin seçilecek üye sayısı
kadar, adaya oy vermesi mümkün hale gelmiştir. Bu şekilde yapılacak oylamada Örneğin, Adli
yargı hâkim ve savcıları yedi asıl dört yedek olmak üzere toplam onbir üye seçme hakkına sahip
olduğundan her hâkim ve savcı bir turda tamamlanacak seçimde onbir aday için oy kullanabilecek,
en çok oy alan onbir kişi sırasıyla asıl ve yedek üyeliklere seçilecektir. Böylelikle her seçmenin
seçilecek üye sayısı kadar adaya oy vermesi suretiyle yapılacak seçimlerde seçmenlerin oy hakkına
saygı gösterilmiş ve seçmenlerin yeterli onayını almış adayların Kurul üyeliğine seçilmesi
sağlanmış, dolayısıyla temsildeki adaletsizlik giderilmiş olacaktır. Böyle bir seçim usulünün
demokratik hukuk devleti ilkesine aykırı olmadığı açıktır. Anayasa’ya aykırı olmayan ve bu haliyle
uygulanmasında herhangi bir sorun bulunmayan kurala ilişkin iptal isteminin reddi gerekir.
Bu görüşe Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN,
Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ katılmamışlardır.
J- 5982 sayılı Yasa’nın 25. maddesi Yönünden İnceleme
5982 sayılı Yasa’nın 25. maddesi Anayasa’ya Geçici 18. ve 19. maddeler olmak üzere
iki yeni geçici madde eklenmesini öngörmektedir. Bu maddelerde Anayasa Mahkemesinin ve
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeni yapısına geçişin nasıl olacağı düzenlenmiştir.
Dava dilekçesinde yukarıda Anayasa Mahkemesinin ve HSYK’nın yeni yapısını
düzenleyen hükümlere ilişkin Anayasa’ya aykırılık iddiaları bu geçiş hükümleri yönünden de
tekrarlanmıştır.
1- Yasa’nın 25. Maddesi İle Anayasa’ya Eklenen Geçici Madde 18 Yönünden
5982 sayılı Yasa’nın 16. maddesinin dördüncü fıkrasının birinci ve ikinci
tümcelerindeki ibarelere ilişkin iptal gerekçeleriyle 5982 sayılı Yasa’nın 25. maddesiyle Anayasa’ya
eklenen Geçici Madde 18’in üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin, son tümcelerinde bulunan “…
ancak bir aday için…” ibarelerinin iptali gerekir.
Geçici 18. maddenin birinci, ikinci, dördüncü ve beşinci fıkraları, üçüncü fıkrasının (a)
ve (b) bentlerinin iptalden sonra kalan bölümleri ile (c) ve (ç) bentlerinde yer alan düzenlemelerin,
5982 sayılı Yasa’nın 16. maddesi için belirtilen gerekçelerle iptal isteminin reddi gerekir.
Bu görüşlere, Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 18’in;
- birinci ve ikinci fıkraları ile üçüncü fıkrasının, (a) ve (b) bentlerinin, birinci, ikinci ve
üçüncü tümceleri yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
- üçüncü fıkrasının, (a) ve (b) bentlerinin son tümcelerinin kalan bölümleri yönünden
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve
Zehra Ayla PERKTAŞ,
- üçüncü fıkrasının (c) bendi yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
- üçüncü fıkrasının (ç) bendi yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK
ve Zehra Ayla PERKTAŞ,
- dördüncü fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ve Zehra
Ayla PERKTAŞ,
-beşinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
katılmamışlardır.
2- Yasa’nın 25. Maddesi İle Anayasa’ya Eklenen Geçici Madde 19 Yönünden
Yasa’nın 22. maddesinin üçüncü ve beşinci fıkralarında iptal edilen ibarelere ilişkin
gerekçelerle Yasa’nın 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 19’un birinci fıkrasının,
(a) bendinin, birinci tümcesinde yer alan “… iktisat ve siyasal bilimler…” ve “… üst kademe
yöneticileri…” ibareleri ile ikinci tümcesi, ayrıca Geçici Madde 19’un birinci fıkrasının (b), (c) ve
(ç) bentlerinin son tümcelerinde yer alan “… sadece bir aday için…” ibareleri ve (d) bendinin, “Bu
seçimlerde her seçmen sadece bir aday için oy kullanabilir.” biçimindeki onbirinci tümcesinin iptali
gerekir.
Geçici 19. Maddenin birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç) ve (d) bentlerinin iptalden sonra
kalan bölümleri ve (e) bendi, ikinci, üçüncü, dördüncü fıkraları, altıncı fıkrasının (b), (c) ve (ç)
bentleri ile yedinci ve sekizinci fıkralarında yer alan düzenlemelere ilişkin iptal istemlerinin,
Yasa’nın 22. maddesi için belirtilen gerekçeler çerçevesinde reddi gerekir.
Bu görüşlere, Yasa’nın 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 19’un;
- birinci fıkrasının (a) bendinin birinci tümcesinin kalan bölümü yönünden Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla
PERKTAŞ,
- birinci fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin ilk dört tümceleri yönünden Osman
Alifeyyaz PAKSÜT,
- birinci fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin son tümcelerinin kalan bölümleri yönünden
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve
Zehra Ayla PERKTAŞ,
- birinci fıkrasının (d) bendinin kalan bölümleri ile (e) bendi yönünden Osman
Alifeyyaz PAKSÜT,
- ikinci, üçüncü, dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasının (b), (c), (ç) bendleri ve yedinci,
sekizinci fıkraları yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
katılmamışlardır.
K- Yasa’nın 26. Maddesi Yönünden İnceleme
5982 sayılı Yasa’nın 26. maddesi yürürlük hükmüdür ve Yasa’nın halkoylamasına
sunulması hâlinde tümüyle oylanmasını hükme bağlamaktadır.
Dava dilekçesinde, 5982 sayılı Kanun’da konu bakımından birbiri ile ilgisiz pek çok
madde yer aldığı ve bunların tümünün birlikte oylamaya sunulmasının, halkoylamasına katılacak
vatandaşların iradelerini tam anlamıyla oylarına yansıtmalarını engelleyeceği, beğenmedikleri
hükümler için ayrı ayrı ret, beğendikleri hükümler için yine ayrı ayrı kabul oyu vermek imkânını
tanımayacağı bu nedenle Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan demokratik devlet ilkesine aykırılık
oluşturduğu ileri sürülmüştür.
Anayasanın 175. maddesinde Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü
sırasında bu Kanunun halkoylamasına sunulması halinde, Anayasanın değiştirilen hükümlerinden
hangilerinin birlikte, hangilerinin ayrı ayrı oylanacağına karar verme yetkisi Türkiye Büyük Millet
Meclisine verildiğinden halkoyuna sunulma biçimini gösteren dava konusu kural Anayasa
değişikliğine ilişkin 5982 sayılı Yasa’nın ayrılmaz bir parçasıdır. Anayasa’nın açıkça parlamentoya
verdiği bir yetkinin somut kullanılış biçiminin yerinde olup olmadığının denetlenmesi Anayasa’nın
148. maddesinde Anayasa Mahkemesine tanınan yetkiler arasında bulunmamaktadır. Bu nedenle
iptal isteminin Anayasa Mahkemesi’nin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir.
Bu görüşe Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN ve
Şevket APALAK katılmamışlardır.
V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un iptali istenen kimi hükümlerinin YÜRÜRLÜĞÜNÜN
DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE
7.7.2010 gününde karar verildi.
VI- SONUÇ
7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un;
A- Anayasa teklifi olarak veriliş biçimi ile Anayasa Komisyonu’ndaki görüşme şekline
ilişkin iptal isteminin, Anayasa Mahkemesi’nin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
B- Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabulüne ilişkin oylamalarda gizliliğin ihlal
edildiğine ilişkin iddialar yönünden, Anayasa’ya aykırılık bulunmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
C- İvedilikle görüşülmeme koşuluna uyulmadığı iddiası yönünden Anayasa’ya aykırılık
bulunmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Mehmet ERTEN ile
Şevket APALAK’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
D- Amacı bakımından Anayasa’ya aykırılık iddialarının incelenmesi isteminin Anayasa
Mahkemesi’nin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E- 8. maddesiyle, 7.11.1982 günlü, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 74.
maddesinin; değiştirilen kenar başlığında ve eklenen üçüncü fıkrasındaki “… ve kamu denetçisine
başvurma …” ibareleri ile dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
F- 14. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 144. maddesinin, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
G- 16. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 146. maddesinin;
1- Birinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- İkinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
3- Üçüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
4- Dördüncü fıkrasının;
a- Birinci tümcesinde yer alan “… bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; …”
ibaresinin,
b- İkinci tümcesinde yer alan “… de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy
kullanabilir ve …” ibaresinin,
Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
c- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile
Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
H- 19. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 149. maddesinin, birinci fıkrasının
“Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır.” biçimindeki dördüncü tümcesi ile
üçüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
I- 22. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 159. maddesinin;
1- İkinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- Üçüncü fıkrasının;
a- Üçüncü tümcesinde yer alan “…iktisat ve siyasal bilimler …” ve “… üst kademe
yöneticileri …” ibarelerinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile
Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
3- Dördüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
4- Beşinci fıkrasının;
a- Birinci tümcesinde yer alan “ … ancak bir aday için …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- Birinci tümcesinin kalan bölümü ile ikinci tümcesinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına
ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet
ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
5- Altıncı fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
6- Yedinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile
Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
7- Sekizinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
8- Dokuzuncu fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile
Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
9- Onuncu fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
10- Onbirinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile
Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
11- Onikinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
12- Onüçüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
İ- 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 18’in;
1- Birinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- İkinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
3- Üçüncü fıkrasının,
a- (a) ve (b) bentlerinin,
aa- Birinci, ikinci ve üçüncü tümcelerinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
bb- Son tümcelerinde bulunan “… ancak bir aday için…” ibarelerinin Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
cc- Son tümcelerinin kalan bölümlerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN,
Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- (c) bendinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
c- (ç) bendinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
4- Dördüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
5- Beşinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
J- 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 19’un;
1- Birinci fıkrasının,
a- (a) bendinin,
aa- Birinci tümcesinde yer alan “… iktisat ve siyasal bilimler…” ve “… üst kademe
yöneticileri…” ibareleri ile ikinci tümcesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
bb- Birinci tümcesinin kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN,
Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- (b), (c) ve (ç) bentlerinin,
aa- İlk dört tümcelerinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
bb- Son tümcelerinde yer alan “… sadece bir aday için…” ibarelerinin Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
cc- Son tümcelerinin kalan bölümlerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN,
Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
c- (d) bendinin,
aa- “ Bu seçimlerde her seçmen sadece bir aday için oy kullanabilir.” biçimindeki
onbirinci tümcesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
bb- Kalan bölümlerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
d- (e) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- İkinci, üçüncü, dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasının (b), (c), (ç) bentleri ve yedinci,
sekizinci fıkralarının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
K- 26. maddesinde yer alan “… ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle…” ibaresinin
Anayasa’ya aykırılık savlarının incelenmesi isteminin Anayasa Mahkemesi’nin yetkisizliği
nedeniyle REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN ile
Şevket APALAK’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
7.7.2010 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
Başkanvekili
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
Üye
Ahmet AKYALÇIN
Üye
Mehmet ERTEN
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye
Şevket APALAK
Üye
Serruh KALELİ
Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ
Üye
Engin YILDIRIM
Üye
Nuri NECİPOĞLU
KARŞIOY GEREKÇESİ
Özet: Halkın oyuna sunulan bir Anayasa değişikliğinin esas denetimini ancak
Millet yapar.
Çoğunluk görüşünde, Anayasa değişikliklerinde “teklif edilebilir nitelikte bir Anayasa
teklifinin var olması” gerektiğini, bunun teklif çoğunluğundan önce aranan bir şart olduğunu, teklif
edilebilir nitelikte olup olmadığının tesbitinin ise ancak işin esasına girilerek anlaşılabileceği
belirtilmektedirler. Başka bir anlatımla Anayasa değişikliklerinin, Anayasal normlarının
bütünlüğünden doğan ve Anayasa’nın ilk üç maddesinde somutlaşan temel tercihe uygun olması
gerektiği, bu sınırların dışına taşan yetki kullanımının müeyyidesinin 148. maddede öngörüldüğü
belirtilmektedir.
Anayasa’nın 148. maddesi, Anayasa değişikliklerinin denetlenmesine ilişkin tek
Anayasa kuralıdır. Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerine ilişkin başkaca hiçbir maddede
buna ilişkin bir ifadeye yer verilmemiştir. Bu nedenle, Anayasa değişikliklerinin hangi yöntemle
olursa olsun esastan denetim sonucunu doğuracak bir incelemeye tabi tutulması mümkün değildir.
Şekil denetimi ise “teklif çoğunluğu” ve “oylama çoğunluğu”nun bulunup bulunmadığı
“ivedilikle görüşülemeyeceği” şartına uyulup uyulmadığıyla sınırlı olarak yapılan bir denetimdir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi E.2007/72, K.2007/68 sayılı kararında aynen: “… Kabul
edilen yasa, Anayasa hükmü haline gelir ve esas yönünden denetimi olanaksız olup, şekil yönünden
ise 148. maddede belirtilen çerçeve içinde denetlenebilir. Yapılacak iptal başvurusu, yasalar ve
içtüzük yönünden altmış gün, şekil yönünden ise on günle sınırlı tutulmuştur. Ayrıca Anayasa
Mahkemesi, olağan yasalar ve içtüzük değişikliklerinde salt çoğunlukla karar verebilirken, Anayasa
değişikliklerinde iptale karar verebilmesi nitelikli çoğunluk koşuluna bağlanmıştır.” Bir önceki
kararda da “Anayasanın 148. maddesinde, Anayasa değişikliklerinde Anayasa Mahkemesine
tanınan denetim yetkisi, teklif, oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartlarına uyulup
uyulmadığı hususları ile sınırlanmıştır. Esas yönünden denetime olanak tanınmadığı gibi 148.
maddede tüketici biçimde sayılan koşulların dışında şekil yönünden denetim yapılması
olanaksızdır.” ifadeleriyle hukuksal durumu somutlaştırmıştır.
Mahkememiz 148. maddeye ek yaparak “yasak bir teklif”in olup olmadığı yönünden
yeni bir şekil şartı öngörmüş ve buradan açtığı yolla Anayasa değişikliklerini esastan incelemiştir.
Çoğunluk görüşünde; asli kurucu iktidarın önceki Anayasalarla bağlı olmaksızın
yarattığı yeni Anayasa, temel düzen normu haline geldiği andan itibaren, tüm Anayasal kurum ve
kuruluşların meşruiyetlerinin dayanağı haline geldiği, Anayasa’nın öngördüğü ve öğretide kurulu
iktidar olarak tanımlanan yasama, yürütme, yargı organları ile bunların alt birimlerinin asli kurucu
iktidarın yarattığı “hukuksal otorite”nin sınırları içinde hareket etmelerinin, işlem ve eylemlerinin
hukuksal geçerlilik kazanabilmesinin ön koşulu olduğu, Anayasa’nın 6. maddesinde “Hiçbir kimse
veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” dendiği, kurulu bir
organ olarak yasama organının da sistem dışı yetki kullanımının hukuksal açıdan geçerli
olmayacağının kabulü gerektiği belirtilmiştir. Ancak bunun yasama organı gibi “kurulu” bir iktidar
olan Anayasa Mahkemesi için de evleviyetle geçerli olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
Anayasa’nın 6. maddesinde hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir yetki
kullanamayacağı ifade edilirken veya 11. madde uyarınca Anayasa kurallarının yasama, yürütme ve
yargı organları ile tüm idare makamlarını bağlayıcı temel kurallar olduğu belirtilirken, Anayasa
Mahkemesi bunlardan istisna edilmemiştir. Bir denetim organı olarak da Anayasa Mahkemesi
ulusun onayladığı Anayasa’nın somut kuralları çerçevesinde kurulmuş, Anayasa’ya ve ulusa karşı
sorumluluk bilinci içinde görev yapmak zorunda olan bir Anayasal organdır. Anayasa’nın çizdiği
sınırlar içinde yetki kullanması, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının da hukuksal açıdan geçerli
olmasının önkoşuludur. Anayasakoyucunun öngördüğü hukuk devleti ilkesi, yalnızca hukuk kuralı
koyan iktidarların değil, bu kuralları uygulayan ve yorumlayan kurumların da Anayasal çerçeve
içinde kalmaları gerektiğini göstermektedir.
Bir denetim organı olan Anayasa Mahkemesi’nin, hukuk dışına çıktığı iddia edilen
otoriteleri denetlerken, bu denetim yetkisinin hukuka uygunluğu konusunda tüm kuşkulardan
arınma zorunluluğu vardır. Anayasal sınırları aşarak denetime başladığı yerde, denetlenen
otoritelerden herhangi bir farkı kalmaz. Hukuk düzeni dışına çıkan otoriteyle aynı kaderi
paylaşmaktan kurtulamaz. Denetimin meşruiyeti denetleyen organın hukuksal meşruiyet sınırları
içinde hareket etmesine bağlıdır.
Çoğunluk, Anayasa’nın 175. maddesine göre Anayasa’yı değiştirme yetkisinin
TBMM’ne tanındığını, kaynağı Anayasa olan bu yetkinin Anayasa’nın öngördüğü yöntemlerle ve
Anayasa’ya uygun olarak kullanılacağını kabul etmektedir. Ayrıca bir yetki sorununu öne çıkararak,
yetkinin geçerliliğini asli kurucu iktidar tarafından izin verilen bir alanda kullanılmasına bağlayarak,
Anayasa değişikliklerinin sıradan bir yasa gibi denetlenebileceğini düşünmektedir. Bu düşünceye
katılmak olanaksızdır. Anayasa’nın Anayasa’yı değiştirme yetkisine çizdiği sınırlar, hiçbir yoruma
gerek duyulmayacak açıklıktadır. Bunlar ilk üç maddenin değiştirilemezliği ile değişikliğin 175.
maddede belirtilen usullerle yapılması zorunluluğu olarak belirlenmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla
Anayasa’ya uygun olarak kullanılacak bu yetkinin, Anayasa’nın ilk üç maddesi dışındaki her
maddede değişiklik yapma olanağı verdiği açıktır. Kurucu iktidar yetkisini daraltacak olan, ancak ve
ancak yine bir kurucu iktidar olabilir. Anayasa Mahkemesi’nin ise kurucu iktidarın çizdiği hukuksal
sınırlar dışına çıkması durumunda kurucu iktidar yerine geçeceği kaçınılmazdır.
Çoğunluk görüşü, kurucu iktidar ile ilgili isabetli açıklamaların ardından vahim bir
hataya düşmekte, kanun yapan yasama organı ile Anayasa’yı değiştiren tali kurucu iktidar
arasındaki farkı görmezden gelmektedir. Aynı organ tarafından gerçekleştirilmiş olmakla birlikte
ikisinin hem nicelik, hem de nitelik olarak birbirinden farklı bir işlevi olduğu, Anayasa hukukunun
temel bilgilerindendir. Yasama ve Anayasa’yı değiştirme işlevi TBMM tarafından yerine
getirilirken, ilki Anayasa’nın 96. maddesi uyarınca Anayasa’nın hiçbir maddesine aykırı olmamak
koşuluyla basit çoğunlukla ve Anayasal değer ve etkisi bulunmayan “yasa” koyma işlevi iken, diğeri
Anayasa’nın yalnızca ilk üç maddesini değiştirmemek koşuluyla, nitelikli çoğunlukla ve Anayasal
değer ve etkisi olan Anayasa Mahkemesi dahil tüm kurum ve kuruluşları bağlayıcı “Anayasayı
değiştirme” işlevidir.
Bu gerçeğe karşın, yapılan Anayasa değişikliğinin iptal edilmesinin olağan bir yasanın
iptalinden hiçbir farkı kalmamıştır. Demokratik bir ülkede, hukuksal değerlendirmelerin dayanağı
varsayımlar veya öznel kabuller değil, demokratik süreçlerin ürünü olan hukuk kurallarıdır. 1982
Anayasası’nın önceki tecrübeler nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nin esas denetim yetkisini
yasaklayıp, şeklî denetim yetkisini çok daha ileri bir düzeyde sınırladığı ortada iken, adeta bu süreç
hiç yaşanmamış gibi, şekil denetiminin 1970’li yıllarda yapıldığı gibi, başka adlar altında yeniden
devreye sokulmasının meşru bir temeli bulunmamaktadır. Sosyal ve siyasal yaşamın dinamizmine
uyum sağlamak amacıyla Anayasa’nın bütünlüğünü oluşturan normları değiştirmek suretiyle
Anayasal düzende dönüşümlere ve değişikliklere her zaman gidilebilir. Anayasal normlar arasında
hiyerarşik bir ilişki kurulamaz. Anayasa’nın 2. maddesindeki soyut niteliklerin somutlaştırılması
diğer maddelerdeki düzenlemelerle mümkündür. İlkelere, bu somut düzenlemelerle anlam
kazandırılarak bütünlük sağlanır. Başka bir anlatımla ilk üç maddenin dışındaki maddelerle
değiştirilemez hükümlere dinamik bir yapı kazandırılarak siyasal yapının temel tercihlerinin
meşruiyet temelleri güncelleştirilmiş olur. Değiştirilemez kurallar dinamik bir dönüşüme tabi
tutulmadığı takdirde tıkanan hukuksal yollar nedeniyle demokrasi dışı girişimlerin gündeme gelmesi
kaçınılmazdır. Çoğunluk görüşü, Anayasa’nın gelecek kuşakların sorunlarına cevap verme olanağını
ortadan kaldırmakla, esasen kendisi değiştirilemez hükümleri işlevsiz hale getirmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin 1961 Anayasası döneminde Anayasa değişikliklerini iptal
etmesi üzerine, 1971 Anayasa değişikliklerinde Anayasakoyucu, bu durumu, “kaynağını
Anayasadan almayan bir yetki kullanımı” olarak nitelemiş ve denetimin yalnızca biçimsel unsurlar
bakımından yapılabileceğini kabul etmiştir. Elbette yapılan incelemede, sözkonusu iradenin
Anayasakoyucu iradesi olduğu saptandığı andan itibaren, tüm kurulu iktidarları bağlayan niteliğiyle
bunun esastan denetime tabi tutulması mümkün değildir.
Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin 1975 yılından başlayarak Anayasa değişikliklerinin
esas denetimini “biçimin esas yönünden incelenmesi” adı altında sürdürmesinin ardından, 1982
Anayasası’nda Anayasa Mahkemesi’nin denetim yetkisi 1971 Anayasası’nda öngörülenden öte
sınırlamaya tabi tutulmuştur. 1982 Anayasası’nın 148. maddesinde Anayasa Mahkemesinin yalnızca
biçim denetimi yapabileceği bu denetimin ise (a) teklif çoğunlu, (b) oylama çoğunluğu ve (c)
ivedilikle görüşülme koşuluna uyulup uyulmadığı hususlarıyla sınırlı olduğu hiçbir farklı yoruma
elvermeyecek açıklıkta vurgulanmıştır. Bu düzenlemenin Anayasa Mahkemesi’nin esas denetimini
hangi ad altında olursa olsun yapmasını engellemek amacıyla kabul edildiği Danışma Meclisi
tutanaklarında yer almaktadır.
Nitekim 1982 Anayasası’nın hazırlanması sırasında Danışma Meclisi’nde Anayasa
Mahkemesi’nin denetim yetkisine ilişkin maddesinin “Anayasa değişikliklerini ise sadece devlet
şeklinin değişmezliği ve şekil bakımından inceler ve denetler” biçiminde değiştirilmesine yönelik
önerge verilmiş, “ …Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu ve bunun değiştirilemeyeceği ilkesinin de
Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi tutulması yararlı olacaktır. Aksi halde bunun bir
müeyyidesi olmaz” ifadeleriyle gerekçelendirilmiş, ancak, “Eğer devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu
yolundaki hüküm değiştirilirse, o zaman buna kim mani olacak?” sorusuna cevap veren bu önerge
reddedilmiştir. Anayasa Komisyonu başkanı ret gerekçesi olarak da “Sayın Genç arkadaşımız
müsterih olsunlar, biz kırkbeş milyon buna karşı koyarız” ifadelerini kullanmıştır.
Kuşkusuz bu yaklaşım, halk temsilcilerine isnat edilecek bir keyfilik karşısında duyulan
çaresizliğin değil, halkın demokratik seçimler sonucunda belirlediği temsilcilerinin nitelikli
çoğunluğunun demokrasi dışı bir talep ekseninde uzlaşmayacağına yönelik derin bir inançtan
beslenen saygının ifadesidir. Nitekim 1982 Anayasası’nın yürürlüğe girdiği tarihten bu yana yapılan
tüm Anayasa değişikliklerine bakıldığında, Türkiye’deki halkın tercihinin daima demokrasinin
geliştirilmesi ve özgürlük alanlarının genişletilmesi yönünde olduğu görülecektir. Bu da halkın ve
onun demokratik temsilcilerinin özgür iradeleriyle demokrasi dışı ve özgürlük karşıtı bir talep
üzerine uzlaşmayacağını kanıtlamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin sınırlı sayıdaki üç husus dışında
herhangi bir denetim yetkisinin bulunmadığı bu tarihi gelişmelerden de açıkça anlaşılmaktadır.
Anayasa’nın 4. maddesinde ilk üç maddenin değiştirilmesi ya da değiştirilmesinin teklif
edilmesi yasaklanmıştır. Anayasa’nın 11. maddesinde yasaların Anayasa’ya aykırı olamayacağı
belirtilmiş olmasına karşın, Anayasa değişikliklerinin ilk üç maddeye aykırı olamayacağına ilişkin
herhangi bir kural öngörülmemiştir.
Anayasa’da değişiklik yapma yetkisi tali kurucu iktidar sıfatıyla TBMM’ne verilmiştir.
Bu yetki kullanılırken, yetkinin asli sahibi olan halk karşısında azami sorumluluk gereği halkın
inanç, din, cinsiyet veya etnik köken değerlerinde bir ayrıma gidilmeksizin yerine getirilmek
zorunluluğu vardır. Yapılan Anayasa değişikliklerinde parlamentonun (5/3, 2/3) şeklindeki
çoğunluk koşulu aranmasına rağmen, aşırı faraziyeler ve uç örnekler gösterilip TBMM’ne duyulan
güvensizlik üzerine yorumlar yapılarak kararlar kurgulanamaz.
Her biri diğerinden farklı, çok yönlü talepleri bulunan bireylerin oluşturduğu ulusun ve
onların demokratik temsilcilerinin büyük bir çoğunluğunun demokrasi dışı bir talep ekseninde
birleşmesi muhtemel görülecekse, bu ihtimalin Egemenlik yetkisi kullanan diğer kurum mensupları
yönünden de geçerli olduğu kuşkusuzdur. Anayasal demokrasilerde egemenliği kullanma yetkisi
farklı organlar arasında paylaştırılmış, ancak Anayasa’da bunlara gerekli sınırlar çizilmiştir.
Anayasal değerleri koruma adına değişikliklerin esastan denetimine olanak tanınması Erk’ler arası
dengenin bozulmasına ve bir vesayetin doğması sonucuna yol açması kaçınılmazdır. TBMM’nin
Anayasa’yı değiştirme iradesi, mahkeme üyelerinin, sınırları belirsiz, sübjektif, her an değişebilir
nitelikli iç dünyalarındaki değerlerin vesayetine bırakılamaz.
Anayasa’nın 2. maddesinde yeralan; adalet anlayışı, insan haklarına saygılı, Atatürk
Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik, sosyal, hukuk
devleti gibi niteliklerin Anayasa’nın 2. madde dışındaki tüm maddeleri ile yakından ilgisi olan
kavramlar olduğu açıktır. Çoğunluk görüşündeki kurgu’dan hareket edilirse yapılabilecek her türlü
Anayasa değişikliğinin belirtilen niteliklerle ilgisi nedeniyle onları başkalaştırdığı, içini boşalttığı,
işlevsiz kıldığı gibi hiçbir ölçüsü olmayan sübjektif gerekçelerle Anayasa Mahkemesi’nin esas
denetimine konu olacağı tartışmasız bir gerçektir. Bu sonuç, halka ait Kurucululuk yetkisinin
üstlenilmesi yine halka ait olan egemenlik yetkisinin göz ardı edilmesidir. Anayasa Mahkemesi
kendi sınırlarını genişletmiş tali kurucu iktidar yetkisini ise oldukça sınırlamıştır. Oysa, idari işlem,
düzenleyici işlem, yasama tasarrufu biçimindeki normlar hiyerarşisine uygun olarak yukarı
çıkıldıkça, işlem sahibi iradenin takdir yetkisi genişlemekte, buna bağlı olarak denetim alanı da
daralmaktadır. Bu, arkalarındaki demokratik meşruiyetin genişlemesiyle de açıklanabilir. Bu
nedenle Anayasa değişikliklerinin denetiminde kurucu iktidarın takdir yetkisinin ileri düzeyde
geniş, denetim organının ise ileri düzeyde sınırlı olması beklenir ki, 1982 Anayasasının üzerine
kurulduğu sistemde buna işaret etmektedir. Çoğunluk görüşü bu ilişkiyi tersine çevirerek siyasal
işleyişi yargı vesayetine bağlayarak ciddi bir sorun yaratmıştır.
Anayasakoyucunun tarihsel deneyimlere dayanan açık tercihi karşısında çoğunluğun
“geçerli teklif yönünden” veya “esasın biçim yönünden incelenmesi” tarzındaki usullerle ulaşmaya
çalışılan sonucun, mantıken doğru kabul edilmesi mümkün değildir. Esas denetim de zaten bundan
başka bir şey değildir. Dolayısıyla Kurucu İktidar Anayasa Mahkemesine esas denetim yetkisi
vermiş olsaydı, zaten bundan farklı bir sonuç ortaya çıkmayacaktı. Bu durumda “1982 Anayasası
Anayasa Mahkemesine neyi yasakladı” sorusu cevapsız kalmaya mahkum olmaktadır.
Bu nedenlerle söz konusu denetimin Anayasal dayanağı yoktur.
Yaratılan “ÖNSORUN” çoğunluk oyu ile aşıldığından sonraki aşamalarda oy
kullanılması zorunluluğu açıktır.
Başkan
Haşim KILIÇ
KARŞIOY YAZISI
5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun’un iptali istemiyle 110 milletvekili tarafından açılan dava sonucunda Anayasa
Mahkemesi çoğunluğunca verilen karara aşağıdaki nedenlerle katılmıyorum:
I- Kanun Teklifinin TBMM Genel Kurulunda Görüşülmesi Sırasında İvedilikle
Görüşme Yasağına Uyulmaması Nedeniyle Tümünün İptali İstemi Yönünden:
İptal başvurusunda, Anayasa’nın 175. maddesinde Anayasa’nın değiştirilmesi
hakkındaki tekliflerin iki defa görüşüleceğinin öngörüldüğü, ancak uygulamada ikinci görüşmenin
sadece maddeler üzerinde verilmiş değişiklik önergelerinin görüşülmesi suretiyle gerçekleştirildiği,
bunun Anayasa’nın emrettiği anlamda iki kere görüşme demek olmadığı, ivedilikle görüşme
yasağının ise iki kere görüşme anlamına geldiğinde duraksama bulunmadığı, bu nedenle Kanun’un
tümüyle iptali gerektiği belirtilmiştir.
Anayasa’nın 175. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde “Anayasanın
değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurulda iki defa görüşülür” denilmektedir. Anayasa’nın
148. maddesinin ikinci fıkrasında, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa değişiklikleri üzerinde
yapacağı denetimin, “ … ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı”nı da içerdiği
öngörülmektedir. Anayasadaki “ivedilikle görüşülememe” ve “iki defa görüşülme” kavramlarının
1927 tarihli TBMM İçtüzüğünde ve 5 Mart 1973 tarihli, 584 sayılı Meclis kararı ile kabul edilen
yürürlükteki İçtüzükte aynı anlamda kullanıldığı açıktır. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi’nin
yapacağı denetime ilişkin 148. maddede geçen ivedilikle görüşülememe yasağının, iki kere görüşme
yapılıp yapılmadığının denetimi olduğunda herhangi bir duraksama yoktur.
5982 sayılı Yasa’nın ikinci görüşmesi, TBMM İçtüzüğü’nün 93. maddesine göre
gerçekleştirilmiştir. Buna göre, ikinci görüşmede yalnızca maddeler üzerinde verilmiş değişiklik
önergeleri görüşülmüş, siyasi parti gruplarına maddeler üzerinde söz verilmemiştir.
Anayasalar, temel hak ve özgürlükleri düzenleyen ve bunları güvence altına alan, Devlet
organlarının görev ve yetkilerini düzenleyen, kalıcı nitelik taşıyan temel hukuk belgeleridir. Bu
nedenle Anayasalar değiştirilirken mümkün olan en geniş tartışma ortamının sağlanması, yapılacak
değişikliklerin yarar ve sakıncalarının etraflıca değerlendirilmesi, olası yanlışlıkların önlenmesi ve
değişiklik yasalarının meşruiyet temelinin güçlendirilmesi amacıyla iki kez görüşülme ilkesi kabul
edilmiştir. Anayasa’nın 175. maddesinde açık ve net biçimde, iki kez görüşme öngörülmüş, anayasa
değişikliklerinin aynı maddedeki kayıtlar dışında kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki
hükümlere tabi olacağı belirtilmiştir. Buna göre her iki görüşmenin de İçtüzüğün 81. maddesindeki
yöntemin tekrarlanması suretiyle yapılması gerekir. Bu usule göre önce tasarı veya teklifin tümü
hakkında görüşme açılır, tasarı veya teklifin tümünün görüşülmesinden sonra soru-cevap işlemi
yapılır, tasarı veya teklifin maddelerine geçilmesi oylanır ve nihayet tasarı veya teklifin tümü
oylanır. 5982 sayılı Kanun’un görüşülmesi sırasında buna uyulmamıştır.
Anayasaların pozitif hukukta en üst norm olduğu, Parlamento İçtüzüğü’nün
hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olamayacağı, Anayasa hükümlerin aksi yönde uygulama ve teamül
yoluyla değiştirilemeyeceği ve ortadan kaldırılamayacağı gözetildiğinde, her ne kadar İçtüzüğün
Anayasa değişikliklerine ilişkin hükümleri uygulanmış olsa da Anayasa’nın emrettiği anlamda iki
kere görüşme sağlanmamış ise, bu şekilde çıkan yasanın Anayasa’nın öngördüğü şekil şartına
uymadığının kabulü gerekir. Kaldı ki ikinci görüşmenin yalnızca değişiklik önergelerinin
görüşülmesi suretiyle yapılması şeklinde bir parlamento teamülünün varlığından da söz edilemez.
1961 Anayasası ile iki meclisli bir sistem öngörüldüğü ve anayasa değişiklikleri her iki mecliste de
ayrı ayrı görüşülerek kabul edildiği için, o dönemde yapılan anayasa değişikliklerinde iki defa
görüşme ilkesi tam olarak uygulanmış bulunmaktaydı.
Diğer yandan, Anayasa’nın iki defa görüşülme ilkesini koyduğu, ancak ikinci
görüşmenin ne şekilde yapılacağını Meclisin tercihine bıraktığı da ileri sürülemez. Birincisi ile aynı
olmayan bir şeyin ikinci kez gerçekleştiğini söylemek mantığa aykırıdır. Bu nedenle Anayasa “iki
defa” demişse, birincinin aynen tekrarı olan bir şeyden bahsediliyor olması gerekir. Aksi takdirde,
Anayasa’nın hem bir kural koyup hem de buna uyulmasını ihtiyari hale getirdiğini yani abesle
iştigal ettiğini kabul etmek gerekir ki, buna da olanak yoktur.
Anayasa’nın bu konudaki amacının saptanması bakımından Anayasa’nın
Cumhurbaşkanına tanıdığı, kanunların “bir daha görüşülmek üzere” TBMM’ne geri gönderebilme
yetkisine ilişkin 89. maddesinin de göz önünde tutulmasında yarar vardır. Parlamento çoğunluğunca
kabul edilse bile toplumda genel kabul görmeyeceği anlaşılan, gerginlik ve kutuplaşmalara yol açma
riski taşıyan veya kanun yapma tekniği bakımından hatalı olan kanunların Cumhurbaşkanınca geri
gönderilmesi üzerine ikinci kez yapılan görüşmede, kanunun sadece bazı maddeleri geri gönderilmiş
olsa bile Meclisin kanunun tümünü yeniden görüşebileceği, Anayasa’nın 89. maddesinden
anlaşılmaktadır. Olağan yasalar dahi, Cumhurbaşkanınca geri gönderilmeleri halinde İçtüzüğün 81.
maddesindeki usulle ikinci defa görüşülürken Anayasa değişikliklerinde Anayasa’nın 175.
maddesinin öngördüğü ikinci görüşmenin kısaltılmış bir usulle yapılması İçtüzüğe uygun olsa bile
Anayasa’ya uygun sayılamaz.
Daha önceki Anayasa değişikliklerinde de izlenen İçtüzüğün 93. maddesindeki
yöntemin, Anayasa’nın 175. maddesinde açık ve yalın olarak emredilen iki kez görüşme gereğini
ortadan kaldırmayacağı yukarıda açıklanmıştır. Önceki Anayasa değişiklikleri de her ne kadar
Anayasa’da öngörülen şekil şartına uyulmadan yapılmışlarsa da bunlara ilişkin iptal iddiası
bulunmaması ve şekle dayalı iptal davası açmak için Anayasa’nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında
belirtilen on günlük sürenin geçmesinden sonra iptal davası açılamayacağı ve defi yoluyla da ileri
sürülemeyeceği kuralı gereğince, bu değişiklikler yine Anayasa’ya dayalı olarak geçerlilik
kazanmışlardır. Yoksa, bunların geçerliliği İçtüzüğün 93. maddesinden veya parlamento
teamülünden kaynaklanmamaktadır. 5982 sayılı Yasa’da durum önceki anayasa değişikliklerinden
farklı olup, 10 günlük Anayasal süre içinde iptal davası açılmış ve iki kez görüşme gereğine
uyulmaması nedeniyle Yasa’nın tümünün iptali istenmiştir. Bu durumda iptal talebinin kabulü
gerekirken reddi yolunda karar verilmesine katılmıyorum.
II- Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Yeniden
Düzenlenmesine İlişkin Değişikliklerin “Teklif Edilemezlik” İlkesi Karşısındaki Durumu
Yönünden:
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan
demokratik hukuk devleti ilkesi, Anayasa’nın 4. maddesine göre değiştirilmesi teklif edilemeyecek
hükümlerdendir. Kuşkusuz, bu teklif yasağı açıkça yapılan teklifleri olduğu kadar dolaylı ve
karmaşık düzenlemelerle aynı sonucu doğurabilecek teklifleri de kapsamaktadır. Bu nedenle,
yapılmış olan bir teklifin tüm madde ve fıkralarıyla birlikte değerlendirilmesi sonucunda
değiştirilmez hükümlere aykırılığı saptandığında, teklif edilemeyecek nitelikte olması nedeniyle
teklif çoğunluğunun oluşmadığına dayalı olarak, şekil yönünden iptali zorunludur.
Demokratik hukuk devletinin varlığını sürdürebilmesi, yasama, yürütme ve yargı
erklerinin tek elde toplanmamasına, yani tüm çağdaş demokratik hukuk sistemlerinde geçerli olan
kuvvetler ayrılığının korunmasına bağlıdır. Kuvvetlerden biri olan yargının yasama ve yürütmeden
ayrılması ise ancak yargının bağımsızlığı ile sağlanabilir. Kaldı ki bağımsızlığı olmayan bir yargının
tarafsızlığından da söz edilemeyeceğinden, yargı bağımsızlığı sağlanamadığı takdirde adil
yargılanma hakkının varlığından da söz edilemez.
Aşağıda açıklanacak nedenlerle, 5982 sayılı Kanun’un iptal istemine konu Anayasa
Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili düzenlemelerinin bütünlük içinde
değerlendirildiğinde yargı bağımsızlığı ile bağdaşmadığı, bu nedenle de Anayasa’nın değiştirilmez
ilkelerinden hukuk devletine aykırı oldukları kanısındayım.
A) 5982 Sayılı Kanun’un 16. Maddesiyle Değiştirilen Anayasa’nın 146. Maddesine
Ve 25. Maddesiyle Anayasa’ya Eklenen Geçici Madde 18’e İlişkin Sakıncalar Yönünden:
Çağdaş demokrasilerin gelişim çizgisi içinde zamanla temel kurumlardan biri haline
gelen anayasa mahkemelerinin asli işlevi, yasama organının anayasal sınırlar içinde çalışmasını
denetlemektir. Siyasi partilerin belli program hedefleri temelinde iktidara gelerek parlamento
çoğunluğunu oluşturduğu parlamenter demokrasilerde yasama organının çalışmaları doğrudan
doğruya parlamentoda çoğunluğu elinde tutan siyasi partinin karar ve tercihlerine göre şekillenir. Bu
nedenle siyasi iktidarın çıkartacağı yasaların yargısal denetimi ancak siyasal çoğunluktan bağımsız
ve tarafsız bir organca yapılırsa anlam taşır. Bir anayasa mahkemesinden beklenen yararın
sağlanması, mahkeme yargıçlarının siyasi iktidarla arasında siyasi görüş, düşünce veya ideoloji
birlikteliği bulunmayan kişilerden oluşmasıyla mümkün olur.
Kuşkusuz, anayasa mahkemeleri bağımsız olduğu kadar tarafsız da olmalı ve siyasal
iktidarın karşısında da tavır almamalıdır. Ancak bu bile anayasa mahkemesinin siyasi iktidarın
kontrolünde olması kadar kötü değildir; zira siyasal iktidarın kontrolündeki bir anayasa mahkemesi,
hak ve özgürlüklerin korunması noktasında kendisinden beklenen işlevi sağlayamamakla kalmaz, bu
hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasının aracı haline gelebilir. Şöyle ki:
Anayasal hak ve özgürlükler yasalarla somutlaşır ve uygulanırlar. Anayasalarda geniş
kapsamlı, güzel ifadelerle bezenmiş hak ve özgürlükler yer almasına rağmen bunlar doğrudan
uygulanamazlar. Yasalar Anayasal hak ve özgürlüklerin içini boşaltacak, daraltacak tarzda çıkarılır
ve bu yasaları çıkaran siyasal görüşün hakim olduğu bir anayasa mahkemesi de bunları anayasaya
uygun bulursa, anayasa mahkemesinin kararı nihai ve herkes için bağlayıcı olacağından, bir daha
bunları başka yargısal yollarla, örneğin mahkemelerce ihmal yoluyla veya Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi içtihatlarına göre hüküm kurmak suretiyle düzeltmek olanağı da kalmaz. Siyasi haklar,
fikir ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ve sosyal haklar büyük zarar
görebilir ve özgürlükçü demokratik düzenin devamı olanaksız hale gelir.
Demokrasi, sıradan insanların yine sıradan insanların yönetimi altında onurlu ve özgür
yaşamasının yöntemidir. Demokratik hukuk devleti, yöneticilerin ve yasakoyucuların ellerindeki
yetkileri kötüye kullanmayacakları varsayımına ve temennisine değil, hak ve özgürlüklerin
güvencesi olan hukuka dayanır. Bu nedenle demokratik hukuk devleti esaslarının, kuvvetler
ayrılığının ayrılmaz unsuru olan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin güvencelerinin somut
maddeler halinde Anayasa’da yer alması gerekir. Bu nedenledir ki anayasa mahkemelerinin
bulunduğu çağdaş demokratik ülkelerde mahkemenin bağımsızlığını sağlayacak farklı sistemler
öngörülmüş ve kiminde seçim tamamen parlamentoya, kiminde cumhurbaşkanına bırakılmış,
kiminde karma sistemler oluşturulmuş olmasına rağmen hiçbirinde siyasal iktidar çoğunluğunun
belirleyici konuma gelmesine izin verilmemiştir. Üyelerin tamamının parlamento tarafından
seçildiği örneklerde üçte iki çoğunluk aranması, cumhurbaşkanı tarafından seçildiği yerlerde
adayların belirlenmesi safhasında tarafsızlığı sağlayacak şekilde aday gösterici kurulların ve
bunların aday belirleme yöntemlerinin belli ilke ve esaslara bağlanması öngörülmüştür.
5982 sayılı Yasa ile yapılan Anayasa değişikliğinden sonraki duruma gelince:
T.C.Anayasası’nın 146. maddesinde yapılacak değişiklikten sonra üye sayısı 17’ye
çıkacak olan Anayasa Mahkemesi’nin 3 üyesi TBMM, 14 üyesi ise Cumhurbaşkanı tarafından
seçilecektir.
TBMM tarafından seçilecek üyelerin ikisi Sayıştay, biri de serbest avukatlar arasından
gösterilecek her boş yer için üçer aday arasından seçilecektir. Her ne kadar bu seçimlerde ilk
oylamada üye tam sayısının üçte iki çoğunluğunun aranacağı öngörülmüş ise de ikinci oylamada
salt çoğunluk, bu da sağlanamazsa bu oylamada en çok oy alan iki aday arasında üçüncü oylama
yapılarak en çok oy alanın seçilmiş sayılması benimsenmiştir. Daha açık bir ifadeyle son tahlilde,
seçilecek aday, iktidar partisinin tercih ettiği adaydır.
Sayıştay üyelerinin seçimi hakkında Anayasa’nın 160. maddesinde bir düzenleme
bulunmamakta, Sayıştay üyelerinin atanmalarının kanunla düzenleneceği belirtilmektedir. Sayıştay
Kanunu’na göre ise Sayıştay üyeleri Meclisçe seçildiğinden, siyasi iktidarın Sayıştay çoğunluğunu
da belirlemede etkin olduğunu, dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’ne Sayıştay’dan seçilecek üyeyi
seçmekle kalmayıp aynı zamanda adayları da dolaylı olarak kendisinin belirlediğini söylemek yanlış
olmayacaktır.
TBMM’nin ayrıca baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday
arasından bir üye seçmesi öngörülmüştür. Bunda da uzlaşı yerine üçüncü oylamada en fazla oy
alanın seçilmesi ilkesi getirildiğinden, yukarıda belirttiğimiz sakıncalar avukat üye yönünden aynen
geçerlidir.
Anayasa Mahkemesi çoğunluğu, her bir baro başkanının ancak bir aday için oy
kullanmasını demokratik hukuk devletine aykırı ve dolayısıyla teklif yasağı kapsamında görerek
iptal etmiştir. Ancak burada demokratik hukuk devletine aykırılık sadece bir aday için oy
kullanılmasından ibaret değildir. Üye sayısı yani temsil ettiği avukat sayısı bakımından birbiriyle
kıyaslanamayacak büyüklükteki baroların hepsinin aynı oy hakkına sahip olması da demokratik
hukuk devletinin gereği olan temsilde adalet ilkesinin en az iptal edilen kural kadar vahim bir
ihlalidir. Bir baro başkanının sadece bir adaya oy vermesi kuralı hukuk devletini ortadan
kaldırabilecek vahamette görülürken on binlerce kişiyi temsil eden baro ile yüz üyesi bile
bulunmayan baronun Anayasa Mahkemesi’ne üye seçiminde aynı söz hakkına sahip olmasında bir
sakınca görülmemesinin gerekçesini anlamakta güçlük çekmekte ve çoğunluk görüşüne
katılmamaktayım.
Cumhurbaşkanının 4’ü doğrudan olmak üzere seçeceği 14 üyenin durumuna gelince,
öncelikle 2007 yılında yapılan değişiklikten sonra Cumhurbaşkanının siyasi tarafsızlık noktasından
anayasal konumunun incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı tarafsızdır. 2007 yılında Cumhurbaşkanı seçimi için
toplantı yeter sayısının 367 olduğunu dair Anayasa Mahkemesi’nce verilen ve haksız eleştiri ve
düzeysiz hakaretlerin hedefi olan kararda, Cumhurbaşkanının parlamento tarafından seçiminde
uzlaşı aranması gerektiği vurgulanmaktaydı.
Ancak Anayasa Mahkemesi’nce verilen bu karardan sonra parlamentoda
Cumhurbaşkanı seçiminin olanaksız hale geldiği gerekçesiyle Anayasa değişikliğine gidilmiş ve
Anayasa’nın 101. maddesinde 5678 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle yapılan değişiklikle,
Cumhurbaşkanının beşer yıllık iki dönem için halk tarafından seçilmesi öngörülmüştür.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi sisteminin benimsenmesi ile uzlaşı sistemi
terk edilmiş, rekabet ve siyasi mücadele sistemi benimsenmiştir. Diğer bir ifadeyle bundan böyle
cumhurbaşkanı adayları, bir seçim kampanyası yürütecek ve diğer adaylara göre farklı siyasi görüş,
tercih ve programlar temelinde kendilerini halka tanıtarak oy isteyecektir. Daha önceki sistemde de
her ne kadar cumhurbaşkanı adaylarının seçilebilmesi için parlamentoda çoğunluğu oluşturan
partinin veya partilerin desteğine ihtiyacı olduğu kuşkusuzsa da, bundan böyle cumhurbaşkanı
adayları halktan oy isteyecek ve bu nedenle siyasi partilerin altyapı, teşkilat, propaganda ve maddi
desteğine ihtiyaç duyacaktır. Cumhurbaşkanının tarafsız olacağı Anayasa’da ne kadar yazılı
kalmaya devam etse de yukarıdaki nedenlerle tarafsızlığını koruyamayacağı, hele ikinci dönem
seçilmesi de söz konusu olduğunda tarafsızlığından söz edilemeyeceği açıktır.
Anayasa’da Cumhurbaşkanının tarafsızlığı ilkesinin korunması böylece güçleşir hatta
olanaksız hale gelirken, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde siyasal bir konumu olan
Cumhurbaşkanının tercih yapacağı alanın daraltılması, yani içlerinden üye seçeceği adayların
tümünün mümkün mertebe tarafsız kişiler arasından belirlenmesini sağlayacak bir düzenleme
yapılması gerekirken, aday belirlemede de bunun tersi yapılmıştır. Şimdiki Anayasa’nın 146.
maddesinde adayların Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin
genel kurullarınca üye tamsayısının salt çoğunluğu ile her boş yer için üç aday göstermesi
öngörülmektedir. Böylelikle üçüncü sıradaki aday da üyesi bulunduğu yüksek mahkemenin salt
çoğunluğunun desteğine sahip olduğu için, ilgili yüksek mahkemelerin Anayasa Mahkemesi’ne üye
gönderdiklerinden söz etmek mümkündür. Ancak Anayasa’da yapılmak istenen değişiklikten sonra
ilgili yüksek mahkemelerin genel kurullarının en azından salt çoğunluğunun tercihinin yansıtılması
ilkesi de kaldırıldığından, Cumhurbaşkanının çok az oy almış ancak üçüncü sıraya girmeyi başarmış
adayı Anayasa Mahkemesi’ne seçmesi mümkündür. Böyle bir durumda seçilen kişi, ilgili yüksek
mahkemenin adayı olmaktan ziyade bireysel bir aday niteliğindedir. Bu nedenle, çağdaş demokratik
ülkelerin anayasa mahkemelerinin oluşumunda gözetilmesi gereken, yüksek yargı organlarının da
uygun bir ölçüde üye kompozisyonunda yer almaları ilkesi de çiğnenmekte, üye kompozisyonu
Cumhurbaşkanının serbestçe seçeceği diğer 4 üye ile birlikte, Cumhurbaşkanının tam serbesti ile
hareket edeceği bir alana terk edilmektedir. Her ne kadar Yüksek Mahkemelerin aday belirlerken
üye tamsayılarının salt çoğunluğunun sağlanması gerekeceği kuralı 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 4. maddesinde yer almaya
devam etse de, bu maddenin siyasal iktidarca yapılacak bir yasa değişikliği ile kolayca ortadan
kaldırılabileceği açıktır.
Açıkça görülebilen bu sakıncalara karşın, Cumhurbaşkanı ile parlamentonun seçim
dönemlerinin ve tarihlerinin farklı olduğu, bu nedenle parlamento çoğunluğu ile cumhurbaşkanının
ayni parti veya siyasi görüşün mensupları olmamaları olasılığının da bulunduğu, bunun da tüm
güçlerin tekelde toplanması tehlikesine karşı bir güvence oluşturduğu ileri sürülebilir. Parlamento
ile cumhurbaşkanının birbirine paralel veya zıt siyaset takip etmesinin güçler birliğine veya aksi
durumda rejimin kilitlenmesine yol açıp açmayacağının tartışması bir yana bırakılacak olsa da,
halkoyu ile seçilen Cumhurbaşkanının ya iktidarla aynı taraf, ya da karşı taraf olacağı gözetildiğinde
Anayasa Mahkemesi üyelerinin üç kişi hariç tamamını belirleyebilmesinin yargı bağımsızlığı ve
tarafsızlığı ile bağdaşmayacağı açıktır.
Yargı bağımsızlığına ve tarafsızlığına ilişkin güvenceleri içermeyen, mevcut güvenceleri
de ortadan kaldıran 146. madde değişiklikleri bir bütün halinde değerlendirildiğinde Anayasa’nın
değişmez maddelerinden olan 2. madde belirtilen demokratik hukuk devletine aykırı niteliktedir. Bu
şekilde oluşturulacak Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin Geçici Madde 18’in yer aldığı, 5982 sayılı
Kanun’un 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 19’un iptal istemine konu fıkra ve
bentleri de tümüyle Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır.
Bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı dahil, oluşum şekline ilişkin 146. madde
değişikliklerinin iptal istemine konu tüm fıkralarının ve Geçici Madde 18’in, Anayasa’nın değişmez
nitelikteki 2. maddesine aykırı oldukları kadar çağdaş ve evrensel hukuka da uygun olmamaları
nedeniyle iptalleri gerektiği düşüncesindeyim.
B) 5982 Sayılı Kanunun 22. Maddesiyle Değiştirilen Anayasa’nın 159. Maddesine
ve 25. Maddesiyle Anayasa’ya Eklenen Geçici Madde 19’a İlişkin Sakıncalar Yönünden:
Anayasa Mahkemelerinde olduğu gibi, hakim ve savcılara ilişkin yüksek kurulların nasıl
oluşacağı ve üyelerinin kimler tarafından seçileceği hakkında evrensel bir kural yoktur. Yargı
bağımsızlığını zedelemedikçe çeşitli şekillerde oluşturulması, çağdaş standartlarda kabul
görmektedir.
Kurulun yargı bağımsızlığını koruyabilecek şekilde çalışması tek bir faktöre bağlı
olmayıp, önemli olan, son tahlilde siyasal iktidarın etki, baskı ve telkinlerine doğrudan veya dolaylı
olarak maruz kalıp kalmayacağıdır. Bu açıdan bakıldığında Adalet Bakanının kurulda onursal
başkan olarak bulunması, yargının genel sorunları hakkında kurul çalışmalarında ortaya çıkan
hususlarda parlamento ve hükümet ile bir köprü vazifesi görmesi yargı bağımsızlığına halel
getirmeyebilecek; buna karşılık Adalet Bakanı veya müsteşarının yargıçlar ve onların mesleki
kaderi üzerinde söz sahibi olması, yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracaktır.
5982 sayılı Yasa’nın 22. maddesi ile yapılan anayasa değişikliğine göre Adalet Bakanı
kurulun başkanı olup, kurulun yönetimi ve temsili Adalet Bakanına aittir. Her ne kadar
Başkanvekilini kurulun seçeceği öngörülmüş ise de Adalet Bakanlığı müsteşarı da kurul üyesi
olduğundan, Başkanvekili seçilmesine ve Başkan sıfatıyla Bakanın kendisine devredeceği yetkileri
yine Bakanın siyasi talimatları çerçevesinde kullanmasına bir engel bulunmamaktadır. Aynı şekilde
müsteşarın, Dairelerden birinin başkanlığını yapmasına da engel yoktur. Hakim ve savcılar
hakkında inceleme ve soruşturma işlemlerinin ilgili dairenin teklifi ve Adalet Bakanının oluru ile
yine Bakan tarafından atanan Kurul müfettişlerince yapılacak olduğu gözetildiğinde, Adalet Bakanı
eliyle siyasal iktidarın Kurul üzerinde ne denli büyük bir etki sahibi haline geldiği kolayca
görülebilmektedir.
Kurulun Genel Sekreteri Adalet Bakanı tarafından atanacağından, Bakan, Genel
Sekreterin hiyerarşik amiri konumundadır. Kurulun Genel Sekreterlikten olabilecek istek ve
talepleri ile Bakanın istek ve talimatları çatıştığında, Genel Sekreterin Bakanın talimatlarına göre
davranmak durumunda kalacağı açıktır.
Kurula Cumhurbaşkanınca seçilecek üyelere gelince, bu konuda Anayasa mahkemesine
Cumhurbaşkanınca üye seçimine ilişkin yukarıda açıklanan sakıncalar HSYK için de aynen
geçerlidir.
Birinci sınıf adli ve idari yargı hakim ve savcıları arasından yine adli ve idari yargı
hakim ve savcılarınca seçilecek üyelere gelince: Bu üyeler Kurulda görevlerini tamamladıktan
sonra, yüksek mahkemelere üye seçilmemişlerse, eski hakimlik ve savcılık görevlerine
döneceklerdir. Kuruldaki görevleri sırasındaki karar ve icraatlarıyla Adalet Bakanı ile ters düşmeyi
göze alarak yasaya ve vicdanına göre hareket eden hakim ve savcının daha sonra siyasal iktidarın
bazı intikam operasyonlarına maruz kalmasını önleyecek herhangi bir güvence bulunmamaktadır.
Zira her ne kadar Kurulun meslekten çıkarmaya ilişkin kararlarına karşı yargı yolu açılmışsa da
diğer cezalara karşı yargı yolu kapalı tutulmaktadır. Bu durumda kurula seçilirken bağımsız ve
tarafsız olan hakim ve savcıların dahi Kurul üyeliği sırasında tarafsızlıklarını korumaları
güçleştirilmektedir. Kaldı ki Kurulda yer alacak yüksek mahkeme üyelerinin güvenceleri bile, ilgili
yasalarında yapılacak değişikliklerle ve bu yasa değişiklikleri hakkında Anayasa Mahkemesi’nde
açılabilecek iptal davasının da reddedilmesi halinde, ortadan kaldırılabilecektir. Bu tablo, yargı
bağımsızlığı ilkesinden tam bir kopuşu ifade etmektedir.
Kurulda ayrıca Cumhurbaşkanınca seçilecek avukat üye de bulunacaktır. Anayasa
Mahkemesi’nce 159. maddenin üçüncü fıkrasındaki “iktisat ve siyasal bilimler” ibaresinin teklif
edilemez nitelikte görülerek iptal edilmesi nedeniyle Cumhurbaşkanınca bunlar yerine avukatlardan
üye seçilmesi gerekecektir. Böylelikle Kurulda iki veya daha fazla avukat üye görev yapabilecektir.
Avukat üyeler Kuruldaki görevleri sırasında mesleklerine ara verecek olsalar bile Kuruldaki
görevleri sona erdiğinde avukatlık mesleğine geri döneceklerdir. Bu nedenle Kuruldaki görevlerinin
icabı olarak hakim ve savcıların özlük hakları, disiplin ve ceza konuları, tayin ve terfileri konusunda
karar verirken daha sonra mesleklerinin icrası sırasında bu hakim ve savcılarla ne tür bir ilişkileri
olacağının gözetilmesi gerekir. Daha açık bir ifadeyle, Kurulda kendilerinden beklenen tarafsız
kamusal görevle, Kurul üyeliğinin bitiminde geri dönecekleri avukatlık mesleğindeki kişisel
çıkarları arasında çatışma olasılığı vardır. Kamusal görev ile kişisel çıkarının çatıştığı ve tarafsızlık
sorunu doğması muhtemel olan durumların elden geldiğince önlenmesi hukuk devletinin gereğidir.
Bu nedenle avukatların, Kurulda sadece yargının genel sorunları ile ilgili olarak bulunmaları hukuk
devletine her hangi bir aykırılık taşımazken, hakim ve savcıların özlük, disiplin, tayin ve terfileri
hakkında söz sahibi olmaları, bu konulardaki kararlara katılıp oy kullanmaları yargı bağımsızlığı ile
bağdaşmaz.
İçerdiği ilke, esas ve yöntemler birlikte değerlendirildiğinde yargının bağımsızlığını
ortadan kaldırabilecek nitelikte olan ve bu nedenle bütünü itibarıyla teklif yasağı kapsamına giren
5982 sayılı Kanun’un 22. maddesi ve bunun uygulanmasını sağlayan, 25.maddesiyle Anayasa’ya
eklenen Geçici Madde 19’a ilişkin tüm iptal istemlerinin kabul edilerek, bunlar yerine yargı
bağımsızlığı ilkesine ve demokratik hukuk devleti gereklerine uygun, çağdaş bir düzenleme
yapılması gerektiği kanaatiyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
III- 5982 sayılı Kanunun 26. maddesinin Anayasaya aykırılığı yönünden:
5982 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun” anayasanın çeşitli maddelerinde değişiklik yapmakta, bazı maddelerini
yürürlükten kaldırmakta ve bazı geçici maddeler eklemektedir. Kanunun son maddesi olan 26.
madde, Anayasanın herhangi bir maddesini değiştirmemekte, kaldırmamakta ve geçici bir madde
eklememekte, sadece kanunun yayımı tarihinde yürürlüğe girmesini ve halkoyuna sunulması
halinde tümüyle oylanmasını öngörmektedir.
İptal başvurusunda, maddenin “ …ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle …”
ibaresinin iptali istenmiştir.
Anayasa Mahkemesi anayasa değişikliklerini sadece şekil yönünden, kanunları ise hem
şekil hem de esas yönünden denetler. İptal istemi incelenirken, öncelikle 26. maddenin bir anayasa
değişikliği mi yoksa olağan bir yasama tasarrufu mu olduğunun saptanması ve şekil yönünden
olduğu kadar esas yönünden de denetlenip denetlenemeyeceğine karar verilmesi gerekmektedir.
Maddenin esas yönünden denetlenebileceği sonucuna varıldığı takdirde Anayasa’nın hangi
maddelerine aykırı olduğunun incelenmesi gerekecektir.
Anayasa değişikliklerinin kendilerinin de birer kanun olduğunda kuşku ve duraksama
yoktur. Ancak kanun metninin anayasa statüsünü kazanması için ya Parlamentoda 367 oyla kabulü
veya zorunlu olarak ya da Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna götürülerek oyların yarıdan fazlası
ile kabul edilmesi gerekir. 26. madde 367 oyla kabul edilmediği gibi referandumun konusunu da
teşkil etmemektedir. İptal istemine konu ibare, oy pusulasının tanzim şekline yani bir veya birden
fazla oy kullanılıp kullanılmayacağına ilişkindir. Bu maddenin de Resmi Gazete’de yayınlanan 5982
sayılı Kanun’un bir maddesi olduğu, dolayısıyla paket referandumda kabul görürse geriye dönük
olarak Anayasa hükmüne eşdeğer kuvvet kazanacağı öne sürülebilirse de, bu sav maddenin Anayasa
Mahkemesi’nin esas denetiminin kapsamı dışında kalmasını açıklamaya yetmez. Paketteki Anayasa
maddelerinden farklı olarak, 26. maddenin halkoyu ile kabul edilmesi beklenmeden uygulamasına
geçilmiştir. Anayasa’nın herhangi bir maddesini değiştirmeyen, kaldırmayan veya yeni bir madde
getirmeyen bir kanun maddesinin niteliği itibariyle Anayasa değişikliği olduğunu iddia etmek
mantıki dayanaktan yoksundur. Aksi düşüncenin kabulü halinde Meclisin, Anayasa değişikliği
yaparken aynı paketin içine koyacağı, olağan yasalara ilişkin değişikliklerin de Anayasa değişikliği
hakkında kanun metni içinde yer almaları ve anayasa değişikliğine uygulanan yöntemle
yasalaştırılmaları nedeniyle anayasa hükmünde olacaklarının ve bunlar hakkında esas incelemesi
yapılamayacağının kabulü gerekir ki, böyle bir sonucun anlamsızlığı ortadadır.
Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli kararlarında ve son olarak 2007/45 Esas, 2007/54 Karar
sayılı kararında belirtildiği gibi, iptali istenilen bir yasama tasarrufunun Anayasal denetime bağlı
tutulabilecek nitelikte olup olmadığı saptanırken sadece, onun bu tasarrufta bulunan organ
tarafından nasıl nitelendiğine ve hangi ismin verildiğine veya bu işlemin nasıl bir yöntem izlenerek
yapıldığına bakılması yeterli olmayıp, yapılış yöntemi ve adı ne olursa olsun hukuksal niteliği, etkisi
ve doğurduğu sonuçlar da gözetilmelidir. Bu içtihat karşısında her türlü ölçüte ve yoruma göre 26.
maddenin kendisi, bir anayasa değişikliği değildir. Bu nedenle 26. maddenin, Anayasa
değişikliklerinin tabi olduğu denetim kurallarına bağlı olduğu ileri sürülemez; maddenin sadece
şekil denetimi değil, esas denetimi de yapılabilir.
Konu Anayasa’nın 2. ve 175. maddelerine göre değerlendirildiğinde ise:
Demokrasilerde seçim ve halkoyu, belli bir konuda seçmen iradesini ortaya koymayı
amaçlayan, genel, eşit, gizli oy, açık sayım esaslarına dayanan ve yargı denetimine tabi bir işlemdir.
Buna göre, seçilecek kişi veya kabul edilecek konuların açık, net biçimde ortaya konması, bunlardan
her biri hakkında seçmen kanaatinin serbestçe oluşmasını ve iradesini serbestçe açıklamasına
elverişli biçimde düzenlenmesi gerekir. Aksi halde örneğin mahalli seçimlerde birkaç ayrı oy verme
işlemi yapılacak yerde sadece tek bir partiye oy verilir ve hem büyükşehir, hem belde belediye
başkanları, hem belediye meclis üyeleri ve il genel meclis üyeleri tek bir oylamayla seçilebilirdi.
Ancak kuşkusuz, böyle bir uygulama demokratik hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmaz. Bir
demokraside ve hukuk devletinde seçmenin serbestçe tercih yapacağı alan ne kadar genişletilirse
demokrasi o kadar gelişir, tercih alanı ne kadar daraltılırsa demokrasiden o kadar uzaklaşılmış olur.
Demokrasi ilkesi açısından durum böyle olduğu gibi Anayasa’nın 175. maddesi de
yasama organına bu konuda tam bir serbesti vermemiştir. Maddenin gerek lafzi gerek amaçsal
yorumu ile farklı bir sonuca varmak mümkün değildir. Aksi halde 175. maddede yedinci fıkra hiç
yer almaz veya “anayasanın değiştirilen hükümlerinin tümüyle oylanıp oylanmayacağını” şeklinde
bir ifade kullanırdı. Halbuki maddede, “… Anayasanın değiştirilen hükümlerinden, hangilerinin
birlikte hangilerinin ayrı ayrı oylanacağını …” ifadesi kullanılmaktadır. Maddenin yazımından,
Anayasa koyucunun, birbiriyle ilgisiz konuların tümüyle oylanmasını öngörmediği anlaşılmaktadır.
Amaçsal olarak da konuya bakıldığında Anayasa’nın, anayasa değişikliğinde tali kurucu iktidar
yetkisini kullanan parlamentonun yine tali iktidar iradesinin ikinci ve nihai aşamasını paylaşan halkı
beğendiği ve beğenmediği değişiklikler arasında zor bir tercih karşısında bırakmasını demokratik bir
kabul tarzı olarak benimsediği ileri sürülemez.
Anayasa değişikleri bağlamında gözetilebilecek Avrupa standartları bakımından da aynı
sonuca varmak mümkündür. Venedik Komisyonunun CDL-AD(2007)008 sayılı belgesinde
belirtilen ana kural, birbiriyle ilgisi olmayan konulardaki değişikliklerin ayrı ayrı oylanmasıdır.
5982 sayılı Kanun’la yapılan anayasa değişiklikleri arasında bazı olumlu yenilikler
getiren maddelerin yanı sıra yukarıda açıklanan son derece sakıncalı maddeler de yer almaktadır.
Özellikle yargısal alanda mevcut anayasal sistemi kökten değiştirebilecek maddelerin mutlaka ayrı
oylanması ve şayet yargının siyasi iktidara bağlanmasına karar verilecekse buna ilişkin kader
tercihinin halk tarafından açık ve net bir biçimde yapılması gerekir. Yasa’nın 26. maddesi buna
olanak vermemektedir.
Bu nedenlerle 26. madde, esas yönünden Anayasa’nın 2. ve 175. maddelerine aykırıdır.
İptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
Başkanvekili
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
KARŞIOY GEREKÇESİ
Anayasa’nın 4. maddesinde, Anayasa’nın 1. maddesindeki Devletin şeklinin
Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi
hükümlerinin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği belirtilmektedir. Buna
göre, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan Türkiye Cumhuriyetinin demokratik, lâik ve sosyal bir
hukuk devleti olarak tanımlanan niteliklerinin, Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif
edilemez kuralları arasında bulunduğunda kuşku yoktur. Anayasa’nın korunmasına özel önem
verdiği ilkelere dokunulmazlık güvencesi sağlamasındaki amacın belirtilen ilkelerin, sadece yer
aldıkları maddelere değil tüm anayasaya egemen kılınması olduğu açıktır. Başka bir anlatımla asli
kurucu iktidar, Türkiye Cumhuriyetini demokratik lâik sosyal bir hukuk devleti olarak öngörmüş ve
öyle kalmasını istemiştir.
Anayasa’nın 175. maddesine göre, Anayasa’yı değiştirme yetkisi, TBMM’ne tanınmış
ise de, bu yetkinin, asli kurucu iktidar tarafından izin verilen alanda ve Anayasa’da belirtilen usul ve
esaslara uygun olarak kullanılması gerektiği açıktır. Bu nedenle tali kurucu iktidar, eylemli olarak
ilk üç maddeyi değiştiremeyeceği gibi, onları etkisiz kılacak düzenlemelerden de kaçınma
yükümlülüğü altındadır. Diğer maddelerde yapılacak değişikliklerle Cumhuriyetin temel değerlerini
güvenceye alması nedeniyle dokunulamaz kabul edilen maddelerin, özelliklerini yitirmelerine izin
verilemeyeceğinden böyle bir durumun değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez kuralları
değiştirmekle eş değer olduğunun kabulü gerekir. Ancak, dokunulması istenilmeyen alan içinde
kalan kurallarla her uyumsuzluğun, bu alanın ihlâli olarak değerlendirilemeyeceği de bir gerçektir.
Burada, ağır bir ihlâl ve bunun sonucu olarak kanunlardan farklı biçimde sınırlı bir denetim söz
konusudur. Bu çerçevede, Anayasa’nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve Anayasa
Mahkemesinin Anayasa değişikliklerindeki şekil denetimini, teklif ve oylama çoğunluğu ile
ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı tutan kuralının
uygulanabilmesi için öncelikle teklif edilmesini Anayasa’nın engellemediği bir alanda değişiklik
yapılması gerekir. Bu nokta aşılmadan Anayasa’nın teklif ve oylama çoğunluğuna ilişkin kurallarına
uygunluk denetimine geçilemez. Belirtilen hususların, yapılan düzenlemenin içeriğine bakılmadan
saptanması ise olanaksız olup, bu durum, şekil yönünden yapılan Anayasa’ya uygunluk denetiminin,
esas yönünden de yapıldığı anlamına gelmez.
I- Yasa’nın 16. Maddesiyle Yapılan Değişiklik Yönünden İnceleme
5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun’un 16. maddesiyle değiştirilen Anayasa’nın 146. maddesinin dördüncü fıkrasında,
“Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurulları
ile Yükseköğretim Kurulundan Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak
seçimlerde, her boş üyelik için, bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; en fazla oy alan üç kişi
aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için
yapılacak seçimde de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve en fazla oy alan üç
kişi aday gösterilmiş sayılır.” denilmektedir. Bu fıkranın, bir üyenin ancak bir aday için oy
kullanabileceği ve her bir baro başkanının da ancak bir aday için oy kullanabileceğine ilişkin
ibareleri Anayasa’nın ikinci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı
gerekçesiyle iptal edilmiştir. Böylece, söz konusu Fıkra, yeni bir anlam ve içerik kazanmıştır.
Anayasa’nın 153. maddesinde, “Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde
kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir
uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez” denilmekte, 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 29. maddesinde ise, Anayasa
Mahkemesi’nin taleple bağlı olduğuna işaret edilmektedir.
Bu durumda, iptal veya itiraz yoluyla yapılan başvurularda “istem” belirli sözcük, ibare
veya tümcelerle sınırlandırılmamışsa inceleme konusu kuralların kimi bölümlerinin iptal edilerek,
onların Anayasa’ya uygun hale getirilmesi, yasa koyucunun öngörmediği yeni bir düzenleme
oluşturulması sonucunu doğurduğundan, Anayasa’ya aykırı bölümler içerdiği saptanan kuralın,
istem doğrultusunda tümünün iptal edilmesi gerekir. Ayrıca, karar gerekçesinde yer alan; Fıkra’nın
belirtilen ibarelerinin iptaliyle seçimlerde iradeyi yansıtan oy hakkının tam olarak kullanılmasının
önünde herhangi bir engel kalıp kalmadığı ve bu haliyle uygulanmasında bir sorun bulunup,
bulunmadığı hususlarının değerlendirilmesi, yasa koyucu ve uygulayıcılara ait olup, Anayasal
denetim kapsamında değildir.
Öte yandan, Anayasa’nın 5982 sayılı Yasa ile değiştirilen 146. maddesinin dördüncü
fıkrasında yer alan ve ancak bir aday için oy kullanılmasına olanak veren ibarelerin iptaliyle aday
belirlenmesinde ortaya çıkan yeni düzenlemeye göre, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurulları ile Yükseköğretim Kurulundan, Anayasa
Mahkemesi üyeliğine aday gösterilmesi için yapılacak seçimlerde, bir üye her boş üyelik için oy
kullanabilecek; en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılacaktır. Baro başkanlarının serbest
avukatlar arasından gösterecekleri adaylar için de aynı yöntem geçerli olacaktır. Böylece, aday
adaylarının, aday olabilmeleri için aldıkları oyların belirli çoğunluğa ulaşması gibi bir koşul
aranmayacak, en fazla oy alan üç kişi arasına girebilmeleri aday gösterilmeleri için yeterli olacaktır.
Oysa, Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday gösterilecek kişilerin belirli çoğunluğun üzerinde oy
almaları, mesleki birikim ve becerileri yanında, kişiliklerine duyulan güvenin de göstergesidir.
Ayrıca, çağdaş demokrasiler çoğunluğa değil çoğulculuğa dayanan rejimlerdir. Bunun sağlanması
ise, uzlaşma aranmasını gerektirir. Aday gösterilebilmek için salt çoğunluk veya nitelikli
çoğunluğun aranması seçimlere belirli grup ve görüşlerin egemen olmasını engelleyeceği gibi, daha
nitelikli adayların seçilmesine de olanak sağlar. Bu hususun, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının
sağlanmasında önemli bir güvence oluşturacağı kuşkusuzdur. Sınırlı sayıdaki çoğunluk iradesinin
belirleyici olmasına izin veren sistemlerin, seçime dayanmaları, onların demokratik sayılmaları için
yeterli neden oluşturmaz. Seçimin yöntemi kadar ortaya çıkan sonucun da çoğulculuğa bu bağlamda
demokrasiye hizmet etmesi gerekir.
Bu durumda, Fıkra’nın iptal edilen ibarelerinden sonra ortaya çıkan farklı seçim
yönteminin, demokratik hukuk devletinin güvencesini oluşturan yargı bağımsızlığını ve
tarafsızlığını gerçekleştiremeyeceği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu fıkranın tümünün iptali gerektiği düşüncesiyle
çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
II- Yasa’nın 22. Maddesiyle Yapılan Değişiklik Yönünden İnceleme
Yasa’nın 22. maddesiyle Anayasa’nın 159. maddesi değiştirilerek Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu’nun kuruluşu ile görev ve yetkileri yeniden düzenlenmiştir.
Anayasa’nın 4. maddesinde, değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif
edilemeyeceği belirtilen “Cumhuriyetin niteliklerinin” düzenlendiği 2. maddesinde, Türkiye
Cumhuriyeti demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanmıştır.
Çağdaş dünyada, hukuk devleti ilkesini yaşama geçiremeyen bir ülkenin saygınlığından
söz edilebilmesi olanaksız hale gelmiş, bu bağlamda hukuk devleti tanımı da insan hak ve
özgürlükleri temelinde yeni unsurların da katılmasıyla daha kapsayıcı bir anlam ve içerik
kazanmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin bir çok kararında hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu
hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli
bir hukuk düzeni kurup, bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan,
bağımsız yargı denetimine açık olan devlettir biçiminde tanımlanmaktadır. Hukuk devletinin tüm
kurum ve kurallarıyla etkili ve egemen kılınarak, temel hak ve özgürlüklerin yaşama geçirilmesinin,
ancak bağımsız yargı denetimi ile sağlanabileceği kuşkusuzdur. Yargı bağımsızlığının
gerçekleştirilebilmesinin ön koşulu ise, kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun olarak yargının, yasamanın
ve yürütmenin etkisinden uzak tutulmasıdır. Bu husus, hukuk devleti ilkesinin yargı bağımsızlığı
ekseninde somutlaştırıldığı Anayasa’nın 138. maddesinde açıkça vurgulanarak, “Hâkimler,
görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre
hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında
mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde
bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile
ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve
yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme
kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” denilmiş, 139.
ve 140. maddelerinde de “Hâkimlik ve savcılık teminatı” ile “Hâkimlik ve savcılık mesleği”ne
ilişkin esaslar aynı anlayış doğrultusunda ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Hak arama özgürlüğü, adil
yargılanma hakkı gibi temel hak güvencelerinin sağlanmasının, yargının bağımsız kılınmasına bağlı
olduğu gözetildiğinde, bunu gerçekleştiremeyen devletin hukuk devleti olma özelliğini yitireceğinde
duraksamaya yer yoktur.
Yasa’nın 22. maddesiyle değiştirilen Anayasa’nın, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu’nu düzenleyen 159. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtildiği gibi, dört asıl üyenin
Cumhurbaşkanınca doğrudan seçilmesi, Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı müsteşarının Kurul’un
tabii üyesi olması, bu üyelerin, yüksek mahkeme üyeliği güvencesinden yoksun adli ve idari yargı
hâkim ve savcıları üzerindeki olası etkileri, Kurul’un yönetim ve temsilinin Kurul Başkanı olan
adalet bakanına ait olması, hâkim ve savcıların görevleriyle ilgili araştırma ve gerektiğinde
haklarındaki inceleme ve soruşturma işlemlerinin, ilgili dairenin teklifi üzerine Kurul Başkanı
sıfatıyla Bakan oluruna bağlanması, Genel Sekreterlik Kurul’a bağlandığı halde Genel Sekreter’i
Kurul’ca teklif edilen üç aday arasından seçme yetkisinin Bakan’a verilmesi hususları
gözetildiğinde, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, yürütme erkinin etkisine açık, yargı
bağımsızlığını sağlayamayacak bir konuma getirildiği sonucuna varılmaktadır.
Yargı bağımsızlığını sağlayamayan bir devletin hukuk devleti olarak nitelendirilmesine
olanak bulunmadığından, yapılan değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin değiştirilemez nitelikleri
arasında bulunan hukuk devleti, önemli ölçüde zedelenmiş temel işlevini yitirmiştir.
Öte yandan, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na ilişkin hukuk devletini temelinden
sarsan değişiklikler yanında, bu boyutlara ulaşmasa da Anayasa Mahkemesi’nin oluşumunda;
TBMM tarafından seçilecek üyelerle diğerlerinin seçim yönteminde çoğulculuğun değil çoğunluk
iradesinin esas alınması; kontenjanların belirlenmesinde, kurumlar arası dengenin ve yapılan
hizmetin özelliklerinin gözetilmemesi; Cumhurbaşkanı’na çok geniş yetkiler tanınması suretiyle
demokratik hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına aykırı kurallar
içeren düzenlemelere yer verilmesi, bir bütünlük içinde değerlendirildiğinde, hukuk devletinin ne
denli büyük bir tehlike ile karşı karşıya bırakıldığı daha iyi anlaşılabilmektedir.
Açıklanan nedenlerle değiştirilen 159. maddenin üçüncü fıkrasının, iptal edilen ibareleri
dışında kalan bölümleri ile yedinci, dokuzuncu, onbirinci fıkralarının Anayasa’nın 4. maddesiyle
korunan alana açık bir müdahale oluşturmasına karşın teklif edilemezlik sınırları aşılarak
yasalaştırıldığı anlaşıldığından, Anayasa’nın 148. maddesi uyarınca şekil yönünden iptali gerekir.
Madde’nin beşinci fıkrasının iptal edilen ibare dışında kalan bölümünün ise değiştirilen 146.
maddenin dördüncü fıkrasına ilişkin gerekçe ile iptali gerekir.
III- Yasa’nın 25. Maddesiyle Yapılan Değişiklik Yönünden İnceleme
Yasa’nın 25. Maddesiyle Geçici Madde 18 ve 19. eklenmiştir. Bu maddelerde
tümcelerin iptal edilen ibareleri dışında kalan bölümlerinin de değiştirilen 146. maddenin dördüncü
fıkrasına ilişkin gerekçe ile iptali gerekir.
IV- Yasa’nın 26. Maddesi Yönünden İnceleme
5982 sayılı Yasa’nın 26. maddesinde “Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve
halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanır.” denilmiş Madde’nin sadece “ve halkoyuna
sunulması halinde tümüyle” ibaresinin iptali istenmiştir.
Anayasa’nın 175. maddesinin yedinci fıkrasında, “Türkiye Büyük Millet Meclisi
Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü sırasında, bu Kanunun halk oylamasına
sunulması halinde, Anayasa’nın değiştirilen hükümlerinden, hangilerinin birlikte hangilerinin ayrı
ayrı oylanacağını da karara bağlar.” denilmektedir. Buna göre, TBMM’nin Anayasa değişikliğiyle
ilgili işlemler tamamlandıktan sonra bunların, hangilerinin birlikte ya da ayrı ayrı oylanacağı
konusunu karara bağlaması, bir Anayasa değişikliği niteliğinde olmadığından Anayasa
Mahkemesinin yapacağı denetim de, Anayasa’nın 148. maddesinde Anayasa değişiklikleri için
öngörülen “teklif ve oylama çoğunluğu ile ivedilikle görüşülmeme koşullarına uyulup uyulmadığı
hususları ile sınırlı bir şekil denetimi değildir. Bu durumda, TBMM’nin Anayasa’nın değiştirilen
hükümlerinin birlikte veya ayrı ayrı oylanmasına ilişkin iradesini açıkladığı yasama tasarrufunun,
diğer kanunlardan farkı bulunmadığından onlarla aynı biçimde denetime bağlı tutulması
gerektiğinde kuşkuya yer yoktur. Bu tasarrufun, Anayasa değişikliğine ilişkin usul ve esaslara
uyularak gerçekleştirilmesinin ise, onu Anayasa kuralı haline getiremeyeceği açıktır.
5982 sayılı Yasa ile Anayasa’da bazı temel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemeler
yapılırken, bu konularla amaç ve içerik bakımından ilgisi olmayan Anayasal kurumların kuruluş ve
işleyişiyle ilgili önemli değişiklikler getirilmiştir. Bunların, tümüyle oylanmasının karara
bağlanması ile kişilerin seçme hakları ellerinden alınmış, farklı alanlardaki değişikliklerden birini
tercih ederek, sadece buna evet, demek isteyenlerle diğerlerine hayır demek isteyenlerin iradelerini
bu yönde kullanmaları olanaksız hale getirilmiştir. Oysa, demokratik hukuk devleti, bireylerin özgür
iradeleri ile seçim yapmalarına olanak tanıyan bir sisteme dayanır. Seçmenin olumlu bulduğu bir
değişiklik nedeniyle olumsuz bulduğuna da oy vermeye zorlanması, Devleti, kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmakla yükümlü tutan Anayasa’nın 5. maddesiyle de bağdaşmaz. Halkın
özgür iradesinin belirleyici olamadığı yerde hukuk devletinden söz edilemez.
Öte yandan, tavsiye niteliğinde görüş oluşturan ancak, özellikle Avrupa’daki yeni
anayasaların yapılmasında önemli katkıları bulunan Venedik Komisyonu’nun Referandum
konusuyla ilgili olarak CDL-AD (2007)008 sayılı belgesinin 12. sayfasında yer alan İçerik Birliği
başlıklı kısımda, “bir metnin (Anayasa, Kanun) tamamının değiştirilmesi hariç, seçmenlerin
aralarında bağlantı olmayan hükümleri bir bütün olarak kabul ya da reddetmeye zorlanmamaları ve
özgür iradelerinin güvence altına alınması için oya sunulan her sorunun değişik bölümleri arasında
içeriksel bir bağlantı bulunmalıdır; bir metnin farklı bölümlerinin aynı anda değiştirilmesi metnin
tamamının değiştirilmesiyle aynıdır” denilerek bir metnin farklı bölümlerinde aynı anda değişiklik
yapılması halinde birlikte oylanabileceği görüşü belirtilmekte ise de Açıklayıcı Rapor’un 30.
paragrafında, özellikle anayasa gibi bir metnin tümden değiştirilmesinin, tabiidir ki sadece birbiriyle
bağlantılı unsurlarla ilişkili olamayacağı, dolayısıyla bu durumda, içerik birliği gerekliliğinin geçerli
olmayacağı, bir Anayasa metninin, birkaç bölümünü içeren önemli miktarda değişikliğin tümüyle
değiştirmeye eş sayılabileceği, ama bunun, farklı bölümlerin ayrı ayrı halkoyuna sunulamayacağı
anlamına gelmeyeceği ifade edilerek referandum oylamalarında esas alınması gereken hususun
halkın özgür iradesi olduğu vurgulanmıştır.
Anayasa’da değişiklik öngören 5982 sayılı Yasa’nın, Anayasa’nın bütününü değiştiren
yeni bir Anayasa niteliğinde olmadığı, ayrıca değiştirilen hükümlerden birbiriyle bağlantılı olanlarla
olmayanların, ayrı oylanabilmesi olanağının bulunduğu gözetilerek, bu doğrultuda oylama yöntemi
belirlenmesi gerekirken, halkın yapılan değişikliği bir bütün olarak kabul ya da reddetmeye
zorlanmasının, Venedik Komisyonu ölçütleriyle de bağdaşmadığı açıktır.
Belirtilen nedenlerle Anayasa’ya aykırı olduğu sonucuna varılan dava konusu ibarenin,
iptali gerekirken istemin, yetkisizlik nedeniyle reddi yolundaki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
KARŞIOY GEREKÇESİ
I- Öncelikle; 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un, Yasama Organı’nda kabul edildiği sırada
izlenen yöntemin, Anayasa’nın 148. maddesinde öngörülen ivedilikle görüşülemeyeceği şartına
uyulmadığından tümünün iptali gerektiği ileri sürülmüştür.
İvedilikle görüşülmeme yasağının, anayasa değişikliklerinin iki defa görüşülmesini
gerektiren kuralla ilgili bir düzenleme olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
Anayasa’nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında
“Kanunların şekil bakımından
denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde
ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı
hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün
geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def’i yoluyla da ileri sürülemez”
denilmiştir.
Anayasa’nın 175. maddesinin birinci fıkrasında Anayasa’nın değiştirilmesine ilişkin
tekliflerin Genel Kurulda iki defa görüşüleceği kurala bağlanmış ve ikinci fıkrasında da tekliflerin
görüşülmesi ve kabulünün bu maddedeki kayıtlar dışında kanunların görüşülmesi ve kabulü
hakkındaki hükümlere bağlı olduğu açıklanmış, 88. maddesinde de kanun tasarı ve tekliflerinin
Türkiye Büyük Millet Meclisince görüşülme usul ve esaslarının İçtüzükle düzenleneceği
öngörülmüştür.
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 81. maddesi kanun tasarı ve tekliflerinin
Genel Kurulda görüşülmesini düzenlemiş ve maddede kanun tasarı ve teklifinin tümü hakkında
görüşme açılacağı, görüşülmesinden sonra soru cevap işlemi yapılacağı, maddelere geçilmesinin ve
sonunda da tasarı ve teklifin tümünün oylanacağı belirtilmiştir. Aynı maddede anayasa değişiklikleri
dışındaki oylamaya değinilmek suretiyle anayasa değişiklikleri için de bu madenin geçerli olduğu
dolaylı olarak vurgulanmış olmaktadır.
Yukarıda belirtildiği gibi, Anayasa’nın 175. maddesinde anayasa değişiklik tekliflerinde
kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlerin uygulanacağının, 88. maddesinde kanun
tasarı ve tekliflerinin İçtüzükle belirlenecek usul ve esaslara göre görüşüleceğinin öngörülmesi ve
İçtüzüğün 81. maddesinde de bu konu ayrıntılı olarak düzenlendiği halde, İçtüzüğün 93. maddesinde
Anayasa değişiklerinin görüşülmesine ilişkin yöntem tekrar konu edilmiş ve maddenin üçüncü
fıkrasında da ikinci görüşmede yalnızca maddeler üzerinde verilmiş değişiklik önergelerinin
görüşüleceği, birinci görüşmede üzerinde değişiklik teklifi bulunmayan bir madde hakkında ikinci
görüşmede önerge verilemeyeceği belirtilmiştir.
İptali istenen Yasa’nın Yasama Meclisi’nde kabulü sırasında ise Anayasa’nın, anayasa
değişikleri için öngördüğü iki defa görüşme yapılması ve bu görüşmelerin kanunların görüşülmesine
ilişkin usul ve esaslar çerçevesinde gerçekleştirilmesi gerektiğine ilişkin emredici kuralı ve normlar
hiyerarşisi göz ardı edilerek, 93. maddenin uygulanmasıyla İçtüzüğün Anayasa’nın önüne
geçirilmesi sonucunun doğurulduğu anlaşılmaktadır. Oysa, Anayasa Mahkemesi’nin konuya ilişkin
kimi kararlarında da vurgulandığı gibi, Anayasa İçtüzük çatışmasında Anayasa’nın öncelik alması
ve öngördüğü yöntemin uygulamaya esas olması gerekmektedir.
Buna göre, Anayasa değişikliğiyle ilgili Anayasa’nın 175. maddesinin yaptığı öngörüye
uygun yönteme bağlı kalınarak iki defa görüşme gereğine ilişkin esas yerine getirilmemiş ve
böylece Anayasal kuralla örtüşme sağlanmamıştır.
II- Yukarıdaki azlık oyu gerekçesinin işlevselliği yanında, iptale konu Yasa’nın karşı oy
kullandığımız diğer maddelerine yönelik olarak Üye Fulya KANTARCIOĞLU’nun Anayasa’nın
temel ilkelerinden olan yargı bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığına, demokratik hukuk devletine,
Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun oluşumuna, Anayasa’nın 153.
maddesinde öngörülen verilecek hükümle yeni bir uygulamaya yol açmama esasına ve Anayasa’da
bir değişiklik yapmayıp referanduma sunulmayı öngören maddeye ilişkin Anayasa’ya aykırılıkla
ilgili görüşlerine katılıyoruz.
Açıklanan nedenlerle davaya konu 5982 sayılı Kanun’un kabul ediliş şekli, Anayasa
değişiklikleriyle ilgili yasaların ivedilikle görüşülemeyeceği koşuluna ve yollama yapılan maddeler
ise Anayasa’nın 4. maddesindeki teklif edilmezlik ilkesine uygun olmadığından kararın karşı oy
kullandığımız bölümlerine katılmıyoruz.
Üye
Mehmet ERTEN
Üye
Şevket APALAK
FARKLI GEREKÇE
Yapılan Anayasa değişikliklerinden iptaline gelinen düzenlemelerin Anayasa’nın 4.
maddesinin atıf yaptığı değiştirilmesi teklif edilmez maddelerden Anayasa’nın 2 maddesinde yer
alıp Cumhuriyetin niteliklerinden sayılan hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu, bu halin ise teklif
edilemezlik yasağı içerdiği bu nedenle teklifin şeklen geçersiz sayılacağı ve denetlenerek iptal
edilmesi gerektiği savı karşısında bu iddianın, Anayasa’nın 148 maddesinin gösterdiği Anayasa
değişikliklerinde, mahkemenin görev ve yetki alanını belirleyen, denetlenecek şekle ilişkin
tanımlaması ve sınırı karşısında, değiştirilmezliği teklif edilmez alan sınırları ile iptaline gelinmiş
normların denetimsel şekli alan aykırılıklarının birbirleri ile çakışıp, çakışmadığı bir diğerinin alan
sınırına taşıp taşmadığına bakılması ve iddianın bu yönüyle karşılanması gerektiği sonucu
çıkarılmıştır.
Anayasa yargıcı olarak 148 maddede sayılan, anayasa değişikliklerinin şeklen
denetiminin sınırlı koşulları yanında, dava konusu iddia edilen aykırılığın tali kurucu iktidara
verilen yetki yönünden yasaklı alan sınırı içinde mütalaa edilip edilmeyeceğinin tespiti için
aykırılığın denetim organı mahkeme önüne hangi içerik ile geldiğine bakmak zorunluluğu ilk
koşuldur.
Bu manada gelen düzenlemenin hukuksuz bir tasarrufla mı geldiği veya anayasal düzen
temelinde meşru tabanı yok sayan bir yasama tasarrufuna mı ilişkin olduğu, bu halin mahkemenin
görev ve yetki kapsamında kalıp kalmadığı, içeriğin İLK BAKIŞTA AĞIR BİR İHLAL YADA
AÇIK BİR ANAYASAL AYKIRILIK taşıyıp taşımadığı ve dolayısıyla meşru anayasal temeli
sarsıcı, sisteme karşı bir zarar olasılığı içerip içermediği unsurları yönünden bir ön değerlendirme
yapmak ve iddiaları karşılamak gereği kaçınılmazdır.
Bahse konu alenen aykırılıklar kimi düzenlemelerde doğrudan anlaşılabilir
olabilecekleri gibi, önümüze gelen dava dosyasındaki gibi düzenlemelerde, aykırılığın soyut bir
kavram olan hukuk devleti ilkesine dayandırılması karşısında, bu konuda bir ön değerlendirme
yapabilmek adına şekli inceleme sınırları ile çatışma alanı yaratabileceği düşünülen yetki alanı
içeriğini belirlemek oldukça zorlaşmaktadır.
Bu nedenledir ki Anayasa’nın 148 maddesi ile belirlenmiş denetim sınır alanının ötesine
geçmemek ama varsa muhtemel hukuksuzluğu da önlemek için aykırılığın dayandırıldığı hukuk
devleti ilkesinin ne anlama geldiğini, dolayısıyla kuramın nitelemesinden ve geçirdiği fikri süreci ve
içeriği anlamlandırarak değerlendirme yapmanın daha doğru olacağı ve denetim şeklinin sınırlarının
da böylece belirlenmesinde yarar olduğu kanısına varılmıştır.
Hukuk devleti ilkesi; Anayasa’nın 2. maddesinin saymış bulunduğu soyut nitelikli bir
kavramdır. Anayasal devlet teorisinin geliştiği tarihten bugüne tüm ilgililerin tartıştığı ve
tanımlamaya çalıştığı kavram olmayı sürdürmektedir. Bu temel hukuk devleti ilkesinin nasıl
başlayıp nasıl gelişmekte ve hangi değer yargıları altında kaldığı farklı ideolojilerde nasıl
tanımlandığı demokrasi ile ilişkisi liberalizmdeki yeri ve küreselleşmiş dünyada bugün aldığı ifade,
ilkeyi tanımak adına önemlidir.
Fikri bir gelişme ile ortaya çıkan bir davranışın norm düzeyine getirilmesi halinde bu
eylem ya da işlemin hukuk devleti ilkesine uygunluğu ya da aykırılığının tespit edilebilmesi için her
ne kadar Anayasa Mahkemesi yargısal bir tanımlama yapmış ise de, hukuk devletinin ne olup nasıl
algılanması gerektiği konusunda gelişen dünya içerisinde var olmuş düşün sistemi çerçevesinde bir
değerlendirme yapmak gerekmektedir.
Çağdaş ülkelerde siyasal sistemlerin liberal-demokratik ilkeler üzerine inşa edildiği
görülecektir. İlkeleri oluşturan siyasal fikir ve ideolojilerin işlevi toplumu yani sosyal grupları bir
arada tutacak birleştirici inanç ve değerleri tatmin etmektir.
Soğuk savaş sonrası dünya düzeni büyük ölçüde değişmiş, katı olan her şeyin
buharlaştığı, çöken feodalite ve yerine gelişen piyasa toplumu ve sanayileşmenin geliştirdiği
özgürlük, hoşgörü ve farklılıklara vurgu yapan açık düşünce sisteminin yaygınlaştığı bir dönem
başlamış, Süreç mutlak monarşiyi ortadan kaldırıp siyasal olarak anayasal ve demokratik
yöntemlerin, aydınlanmacı, fikir ve görüşlerin gelişmesine, bilim, akıl, ilerleme ilkeleri ile
temellenmesine, özgür-liberal fikirlerin oluşmasına sebep olmuştur.
Süreçle baskıya karşı çıkan siyaset, vatandaşlık haklarını koruyan, yetkinin rekabete
seçimle açıldığı, iktidarı sınırlayan anayasal sistemler yani batı tarzı ideolojiler türetmiş, İktisadi ve
kültürel hayata nüfuz etmiş batı uygarlığının parçası olmuştur.
Bu yaklaşım kişiyi ait olduğu sosyal sınıftan çıkarıp birey yapmış, dini teoriler yerini
rasyonel ve bilimsel açıklamalara bırakmış bireyin kişisel ve ayırt edici özellikleri keşfedilmiştir.
Özgürlük, eşitlik, tutarlılık bunlara saygı, batıl inançlardan cehaletten kurtuluşu sağlayan
akıl, ırk, din, inanç, cinsiyet ayrımcılığının, sosyal imtiyaz ve avantaj olmaması, hakların eşit
dağılımı, hukuksal olduğu kadar siyasal eşitlik yani tek kişi, tek oy, tek değer fikirleri, demokrasiye
yönelik liberal siyaset temelini oluşturmuş, fırsat eşitliği, her bireyin toplumda yükselişi sırasında
eşitlik ve liyakat yöntemi, ahlaki, kültürel ve siyasi farklılığı, hoşgörü, demokratik sürecin gelişim
nedenlerini oluşturmuşlardır.
Tabiî ki, dünyayı olduğu gibi değil, davranışlarına yol gösteren ve tutumlarını etkileyen
siyasal inanç ve değer kümesi ardından bakıp, olması istediği gibi gören insanların yaşamanın nihai
amaçları ile ilgili fikir ayrılığına düşmeleri zaruridir, ancak özgür insan özgür toplum karşılıklı hak
ve saygıların bulunduğu hoşgörü ortamında doğabileceğine göre hukuk olmayan yerde
özgürlüklerde olmayacak siyasal düşünceler çatışıp gelişemeyecektir.
Sosyal çıkarları dışa vuran siyasi fikirler, yani soyut nitelikli idealler ve iddialarideolojiler, iyi, kötü, doğru, yanlış, açık, kapalı, özgürleştirici, baskıcı olabilecekleri gibi terside
savunulabilecektir. O halde örneğin taktiri yasa koyucuya ait adalet teorisinin bir başkasına göre
daha tercih edilebilirliğinin kanıtı yoktur.
Farklılıkların bir arada düzenli ve istikrarlı yaşama zorunluluğu, toplumsal sözleşme
olgusunu yaratmış ve bunun özgürlüklerden bir kısmının fedası ile birlikte bir hukuk sistemi içinde
yer alması konusu egemen devlet korumacılığında bir yöntem altında yaşamı idame etme arzusu ile
siyasi otorite varlık kazanmış ve yöneten ve yönetilenlerin hukuku oluşmuştur.
Hukukla gelecek sınırlamalarda yönetimin iktidar boyutlarını, yetki ve işlevini belirleyip
kullanımını sınırlamak, bireyin haklarını temellendirip sağlamlaştırmaktır. (Örnek 1789 İnsan
Hakları Bildirgesi) Yönetsel yetkinin frenlenmesi (anayasal denetim) hukukun üstünlüğü ilkesinin
öneminden doğar. Anayasa ile gelen içsel frenin kuvvetler ayrılığı olduğu, yönetimin yasama
yürütme ve yargı iktidarı gibi üç bağımsız kurumca kullanılması ve siyasi açıdan tarafsızlığı
beraberinde getirmelidir.
O halde demokratik hukuk devleti halkın kendini yönetirken özgürlüğünü, kişiliğini
geliştiren, hoşgörü ortamında çatışan fikirlerin dengeli gelişmesine, toplumsal istikrara fırsat
tanıyan, keyfi yönetimi sınırlayıp denetlemiş, çoğulcu, katılımcı, eşitlik ve adaleti ilke edinmiş bir
yönetişim sistemi bir fikir bilim dalıdır. Tarihsel ve sosyal koşullarda ortaya çıkmış bir idealdir.
Baskıcı, keyfi, dayatmacı, çıkar çevresinde şekillenen, siyasal fikir ve erk kullanan,
sınıfsal düşünceyle oluşan ideolojiyi güçle yaşatan, sivil özgürlük ve bireysel haklara ilgisiz, devlet
güveni ve düzeninin etnik ve dini sadakatin öncelik arzettiği, feodal köklerin etkisinde kalmış, fikri
sistemlerin gelişmesine, rasyonaliteye kapalı, batıl inanç ve cehalet bağlarından kurtulmayı
düşünmemiş, muhafazakarlığın, sosyalistliğin, faşistliğin, anarşistliğin, dini fundementalizmin
içinde yaşadığı alanın yönetim tarzının adı POLİS DEVLETİ VEYA KANUN DEVLETİ iken,
bireyin özgür, özerk ve onurlu yaşam sürmesi ve bunun için devlet toplum ilişkisinden birey için
devlet, toplum için devlet anlayışına kendini terk eden DEVLETİN HUKUKU sistemi her alanda
hukuku üstün varsayan HUKUK DEVLETİ nitelemesine dönmüş ve çağımız yönetim sisteminin
TEMELİNİ oluşturmuştur.
Hukuk devleti kavramında mutlak mutabık kalınmış bir tanım olmasa da bulunması
gerekli şekli gerçekler ve bazı temel ilkeler bulunduğu kabul edilmektedir.
Modern devletin hukuktan hareketle temellendirilmesi meşruluk ve sınırlarının
kaynağını çoğunlukla, bir hatırlatma yapmak gerekirse;
Kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, hakim teminat, tabii hakim ilkesi, idarenin
kanuniliği, idarenin yargısal denetimi, zararın giderimi, hak ve hürriyetlerin kanunla sınırlanması,
eşitlik, iyi niyet, ahde vefa, öngörülebilirlik, ölçülülük, belirlilik, şeffaflık, belgeye ulaşma hakkı,
kusurlu sorumluluğu, suçsuzluk karinesi, suç ve cezaların kanuniliği, geçmişe yürümezlik, adil
yargılanma, ceza sorumluluğunun şahsiliği, genel müsadere yasağı, cezada kıyas, kanunların genel
soyut ve gayri şahsi oluşu, kazanılmış haklara saygı, hakkın kötüye kullanılmaması, kesin hüküm,
zamanaşımı, mücbir sebep, özel kuralın genele üstünlüğü gibi ilkeler oluştururlar.
Maddi hukuk devleti ise salt pozitif hukuk kurallarının varlığıdır. Temel ilke ve bu
kurallar şekli gereklilikler ile devletin keyfi hak ve hürriyetlere karşı tasarruflarını bertaraf etmek
üzere düzenlenmesini haklı kılarlar. Hukuk devleti kanunların kendisine uygun olması için hangi
niteliklere sahip olması gerektiğini ortaya koyan doktrindir ve anayasa ötesi SİYASİ BİR
KAVRAMDIR.
Hukuk devleti, insan hakları korunması temel zeminine oturan ve devlet iktidarını
bunlar lehine sınırlandırmasını amaçlar. Hukuk devletinde haklar, kullanılmasının karartılmasının
önlenmesi için belirlilik içermeli öngörülebilir olmalı, insan haklarını tanıyan, vatandaşlar için
hukuki güvenlik sağlayan, evrensel kanunilik ötesine geçmiş meşruluk taşıyan ilkeler içermelidir.
Ortaya çıkacak düzensizliklerde kamu düzeni, kamu güvenliği, suçluluğun önlenmesi, gibi nedenler
ile hürriyet ile otorite arasında denge kuran vasıfları bünyesinde bulundurup, ilişkiler adil, dengeli
ölçülü olmalı, ölçülülükte sınır orantılılık unsurları ekseninde sınırlanabilmelidir.
Hukuk devletinin en ideal gerçekleşeceği ortamda bu koşullarda demokratik, çoğulcu,
katılımcı, sınıf üstünlüğü tanımayan, sosyal çıkarcılıktan uzak demokratik sistemlerdir.
Demokrasiye anayasal ve liberal bir kimlik eklendiğinde ise çatışmalar azalacak ve
hukuk devleti demokrasinin vazgeçilmezi haline gelecek çünkü sınırsız demokrasi yerini temel
haklarla sınırlı demokrasi anlayışına bırakacaktır.
Aynı zamanda Hukuk devleti ile demokratik devletin sentezi olan anayasal devlet, temel
hak ve hürriyetleri garanti eden ancak devlet iktidarının kapsamını ve kullanımını anayasacılık
tekniği ile daraltan devlettir. Resmi ideolojiye uygun düşmeyen düşünceleri gayri meşru sayan,
bireyi toplum ve devlet karşısında ikinci planda tutan, siyaseti dost düşman karşıtlığına dayanan
etkinlik sayan, gerektiğinde bu görüştekileri cezalandırma hakkını kendinde gören ve bunun için
anayasanın dışına çıkan militan demokrasi anlayışı ise hukuk devleti ilkesi ile
bağdaştırılmamaktadır.
Anayasal gözle bakıldığında hukuk devleti çağdaş yaşamın nirengi noktasıdır.
Yokluğunda devletin sınırlandırılması, hukuk devletinin gerçekleşmesi, temel hakların
korunması gibi anayasacılığın temel unsurlarından biri yok olur ve hukuk devleti yok ise
anayasal demokraside olmayacaktır.
Bu manada, hukuk devletinin neye karşı olduğu çoğunlukla bilinse de, ne için olduğu
konusunda bir uzlaşı bulunmamaktadır. Tabi ki buda kavramın tanımlayıcı ve yönlendirici yani,
olan ve olması gerekenleri içeriyor olmasından kaynaklanmaktadır. Olması gereken
standartlardaki anlayış farklılıkları bu alanda güçlü uyuşmazlıkları beraberinde getirmektedir.
Hukuk devletinin maddi (içeriksel) mi yoksa usulü (prosedüral) mü olması gerektiği ya da
adaletten ziyade öngörülebilirlik mi olduğu konusunda açıklık yoktur ve bu manada hukuk devleti
devletten yana bireye karşı gözükmekte, (adil bulunmayan yasaya uyma zorunluluğu gibi) anayasal
hakların korunması açısından ise anayasa hukukunu harekete geçirdiği ölçüde bireyin yanında
devlete karşı durmaktadır.
Her türlü anlayışta tüm öngörülebilir standart ve ölçülere rağmen hukuk devletinin
içinde yaşadığı meşru demokratik alanda örneğin; pozitif ayrımcılık, kadın erkek eşitliği, cinsiyet
ayrımı, din devlet ilişkilerinde getirilen düzenlemelerin hukuk devleti tanımı içinde kalacağı bir
mutabakatın halen çok zor olduğu bir gerçektir.
Burada, “hukuk devleti” ilkesinin genelde, olağan ve kabul edilebilecek olan konu ile
ilgili herkesin farklı amaçlar için makul bir uyumluluk içinde olduğunun belirlenmesi ötesinde bir
şey olmadığını ve tüm değerlendirmelerimizi buna göre yapmak gereğini söylemek yanlış
olmayacaktır.
Bir yetkinin o yetkiye meşruluk kazandıran amaçlar dikkate alınmaksızın ya da
amaçlara hizmet etmeyecek şekilde kullanılması keyfilik olarak tanımlanabilir. Toplumsal yaşam
tasarımının meşruluk kaynağında hukuk bulunduğu sürece siyasal iktidar politik özelik taşıyan takdir
hakkı yerine hukuki meşruluğa göre yönetimini icra etmesi gerekecek, ortaya koyduğu politikanın
meşruluk sınırlarının ölçütü ise hukuk devleti ilkeleri olacaktır.
Ancak hukukun demokratik toplumlardaki insan ilişkilerinin tümüne sirayet etme
eğilimi ile ulaştığı genişlik, hukuk devletinin sınırlarını tartışılır hale getirmekte, Hukuk devleti yakın
geçmişten itibaren hak temelli bir yaklaşım biçimi olarak ifade edilmeye çalışılmaktadır. Hukukla
iktidar arası ilişkinin doğasında artık günümüzde küresel sermaye, devlet ve hükümet dışı iktidar
odakları vardır ve bunlarda bilinen klasik hukuk devleti içeriğinde sapmalar ve değişimler
yaratmış, hukuk devleti algısı Avrupa birliği dinamikleri, çok uluslu kurum ve kuruluşlar da
gözetildiğinde eksen değiştirmiştir ya da değiştirmektedirler.
Yürütmenin keyfi iktidarını sınırlandıran ulus devlet düzleminde sınırlı özgürlük
alanında oturan hukuk devleti, 1990 sonrasında sonuçları ortaya çıkmaya başlayan küreselleşme
ile dinamik değişim geçirmektedir. Ulus devlet modelindeki tutarlı kuvvetler ayrılığı ilişkisi,
ulusalın alanına küreselin katılımı ile tutarlılığını yitirmektedir. Dünya Bankası ve gümrük tarifeleri
genel anlaşması gibi iki taraflı 1700 ü aşan yatırım anlaşmaları ulus üstü olup yansıdığı ülkelerde
hukuk güvenliği ilkesini zayıflatmış egemenlik, kuvvetler ayrılığındaki denge ülke dışı üstünlüklere
ve kaygılara yerine terk etmeye başlamıştır. Bugün hukuk devleti adına sosyal sigorta, yargılama ve
cezaların infazı gibi bizce kaçınılmaz kamusal alanları özelleştirme kapsamına alan batılı ülkeler
vardır. Ülkeler kapital ağırlıklı dünya piyasasına eklemlenmiş olduğu sürece gelişmekte olan hukuk
sistemi anlayışından geri durmak, gelişimi kabul etmemek ve benim doğrum, benim hukukum en
iyisidir demek yaşanılan gerçekler karşısında hukuk devleti ilkesini tanımını daha da
zorlaştırmaktadır. Milli irade, ulus aşımı zorunluluk hallerinde hukuk devleti ilkelerinden birilerine
göre taviz vermekte birilerine göre de değişime, realizme ayak uydurmaktadır. Hukuk devleti
ilkesinin çağdaş, demokratik, kolektif gelişime ayak uydurmadığı sürece kişiye ve sisteme en iyi
hukuku yaratacağı savunulan bir ütopya olarak kalacağını söylemek yaşanılan konjonktürel
gelişmeler karşısında yanlış olmayacaktır.
Süreçte Anayasa Mahkemesi’ni Hukuk Devletine Bakışına gelince:
Mahkemenin 61 ve 82 Anayasası dönemlerine ilişkin çok sayıda kararı incelendiğinde,
örneğin, sıkıyönetim mahkemelerinin kuruluşunun ihlal ettiği tabii hakim ilkesi, sırf programı
yüzünden kapatılan siyasi partiler, ifade hürriyetinin önünde engel olan TCK 141, 142, 163
maddelerine ilişkin kararları ve 27 Mayıs askeri yönetim ve kurumlarının ima yoluyla
eleştirilmesini men eden kanuni düzenlemelerde anayasal demokrasi zemininden kaymış
hukuk devleti ilkeleri göz ardı edilebilmiş hatta hukuk devletini zedelemediği anayasaya uygun
bulunduğu kararlarının verilebildiği görülmüştür.
AYM kararlarında genelde hukuk devleti gerekleri ilkeler şeklinde sayılmış, her
tanımın başında insan haklarına saygılı adaletli hukuk düzeni kurmak mükellefiyetindeki devletin
varlığına işaret edilmiştir.
Ölçü norm olarak kullanılmış ilkelerden herhangi birine aykırılık hali hukuk devletine
aykırılık olarak görülmüş, anayasa dışında yer alan bazı ölçü normlarında varlığı bazen kabul edilip
farklı bir denetim kapsamı yaratılmıştır. Mahkeme bazen hukuk devleti tanımında anayasanın ve
yasa koyucunun da bozamayacağı yasa üstü temel HUKUK İLKELERİNİN varlığına işaret etmiş ise
de bu değişmezlik nedenleri ve kuralların neler olduğu hakkında açıklayıcı bilgiler vermemiş, destek
aldığı ölçü norm genel hukuk ilkelerine atıfta bulunmuştur.
Genelde insan haklarına saygılı, temel hakları koruyan, geliştiren, sürdüren adaletli
hukuk düzenine sahip, eylem ve işlemlerde yargısal denetime açık, devlet organlarında hukukun
egemen olduğu devlet hukuk devleti olarak nitelenmiş, toplumsal barış ve ulusal dayanışmanın
amaçlanmadığı, anayasal öncelik ve bağlayıcılığın tanınmadığı, evrensel hukuk kurallarına uzak
duran adil olmayan çağdaşlıktan uzak kuralların hukuk devleti ilkesini barındırmayacağı belirtilmiş,
yine mahkemenin birçok kararında temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması konusunda
toplumsal yarar kişisel yarar dengelemesi ekseni gözetilmiş, toplumsal yarar dikkate alınmadan kişi
yararlı düzenlemeler adaletli hukuk düzeni kavramına aykırı ve ölçüsüz bulunabilmiştir.
Sonuç olarak:
Yukarıdaki tüm anlatımlar Hukuk devleti ilkesinin neticede bireyin insanca yaşamasına
odaklı hak ve hukuk olarak ve de yönetenlerce karşı geliştirilecek sistemleri özgürlük ve denetim
ekseninde sınırlayan, keyfiliği önlemeye yönelik, demokratik yaşam alanı yaratma amaçlı, katılımcı,
siyasal fikir ve akımların yaşama imkanı bulduğu, sınıf üstünlüğü tanımayan, eşitlik ilkesi temelli,
dinamik değişimlere, aydınlanmacı fikir ve bilim alanlarına açık, çatışan fikirler arasında uyum ve
denge gözeten öğeler kapsamında bir alanı tanımladığını söylemek mümkündür.
Bu açıklamalar karşısında yeniden anayasal değişikliklerin denetlenmesine ilişkin şekil
şartlarının yorumlanması biçimine döndüğümüzde,
Anayasa’nın 148. maddesinin anayasa değişikliklerinin denetlenmesinin sadece şekil
bakımından olduğu bunun ise, teklif, oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartlarına
uygunlukla sınırlı olduğu, 2949 sayılı Yasa’nın 21. maddesinin birinci fıkrasında da aynı hükmün
tekrar edildiği görülmektedir.
Anayasa değiştirme yetkisinin 175. maddesinde öngörülen yöntem ve asli kurucu
iktidarın belirlediği temel tercih alanı ve sınırını belirleyen teklif edilebilirlik yetki kapsamında
olacağı açıktır.
Siyasal düzenin belirlendiği alanı işaret eden ilk üç maddenin, diğer anayasa maddeleri
gibi Anayasa’nın 148. maddesinin öngördüğü ancak tüketilerek sayılan şartlara uygunluk yönünden
denetimle sınırlı olduğu fikri Anayasa’nın 4. maddesinde belirtilen değiştirilmezliği teklif edilmezlik
alanı ile sınırlandırılmıştır.
Getirilen düzenlemede kendisine yaslanılan aykırılık iddiasına esas hukuk devleti
ilkesinin yukarıda anlatılan içerikte aldığı tanım ve kapsamı karşısında,
Öncelikle, davacının iddiasına dayanak yaptığı hukuk devleti ilkesinin normatif
düzende şekillendirilmesinin tali kurucu iktidarın siyasal taktir alanı içinde olduğuna, dava’da
iptali istenen kurallar yönünden Anayasal değişikliklere ilişkin düzenlemenin;
-Temel hukuk devleti ilke ya da düzenini açıkça ihlal eden veya yok sayan,
-Temel hak ve hürriyetlerin korunmasına sessiz kalmış,
-İnsan onurunu rencide eden hukuksuz bir kaynağı referans alan,
-Eşitsizlik yaratmaya yönelik,
-Asgari demokrasi tanımı kapsamı dışında denetimsiz bir alan yaratma amaçlı ya da
hukuksuzluk odaklı bir düzenleme olduğu,
Hukuk devleti ilkesinden yukarıdaki anlatımlar ışığında uzaklaşıldığı veya
değiştirilmesi teklif edilmezlik alanı içine taşıldığı böylece ANAYASANIN TEMEL ALDIĞI
KORUNAN SİYASAL TERCİH ALANINA VE İLKELERİNE İLK BAKIŞTA GÖRÜLEBİLİR
AÇIK BİR AYKIRILIK YADA TELAFİSİ İMKANSIZ BİR ZARAR GETİRDİĞİ, kanaatine
ulaşılamaması ve de siyasi iktidarın kullandığı taktir hakkının yerindelik denetiminin de
mahkememizin denetleme görev alanı kapsamı içinde kalmadığı, yapılan anayasal değişikliklerde
sekil denetiminin verdiği ölçülerden teklif ve oylama çoğunluklarının bulunup ivedilikle
görüşülmeyeceği şartlarına aykırı bir durumun da fiilen tespit edilememesi karşısında denetlemenin
şekil yönünden bir aykırılık taşımadığı sonucuna varılmış ve bu gerekçelerle şekil denetimi dışında
5982 sayılı Kanun’un iptali istemine gelinen maddelerinin teklif yasağı kapsamında incelenmesinde
mahkemenin yetkili olduğu sonucuna varılan oylamada karşı oy kullanılmıştır. Ancak ön sorun
olarak görüşülen bu hususta mahkeme çoğunluğunun kararı esas alınıp konu denetimine
katılınmıştır.
Üye
Serruh KALELİ
KARŞIOY GEREKÇESİ
Asli kurucu iktidarın yarattığı Anayasa temel düzen normu haline geldiği andan itibaren
tüm anayasal kurum ve kuruluşların meşruiyetlerinin dayanağı haline gelir. Dolayısıyla yasama,
yürütme, yargı organları ile bunların alt birimlerinin asli kurucu iktidarın yarattığı “hukuksal
otorite” sınırları içinde hareket etmeleri işlem ve eylemlerinin hukuksal geçerlilik kazanabilmesinin
önkoşuludur. Bu durum Anayasa’nın 6. maddesinde yer alan “hiçbir kimse veya organ kaynağını
Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” denilmek suretiyle hiçbir istisna tanınmaksızın
kabul edilmiştir.
Anayasa’nın değiştirilmesine ilişkin tekliflerin kanunlaşma süreci Anayasa’nın 175.
maddesinde düzenlenmiştir. Bu kapsamda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne tanınan bu yetkinin her
şeyden önce asli kurucu iktidar tarafından kullanılmasına izin verilen bir yetki olması gerekir.
Anayasa’nın 4. maddesinde, “Anayasa’nın 1. maddesindeki Devletin şeklinin
Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi
hükümleri değiştirilemez ve değiştirmesi teklif edilemez.” denilmek suretiyle, 175. maddede
belirlenen yetkinin sınırları çizilmiştir.
Buna göre Anayasa’nın yetki normu olan 175. maddesi, bu yetkinin sınırını çizen 4.
maddesi ve bu sınırların dışına taşan yetki kullanımının hukuksal müeyyidesini belirleyen 148.
maddesinin birlikte değerlendirilmesi zorunludur.
Anayasa’nın 148. maddesindeki, Anayasa değişikliklerinde şekil denetiminin “teklif…
şartına uyulup uyulmadığı” hususlarıyla sınırlı olduğunu belirten hüküm yukarıdaki açıklamalar
karşısında “geçerli teklif” koşulunun bulunup bulunmadığına yönelik olarak yapılacak denetimi de
içermektedir.
Yürürlükteki Anayasa’nın öngördüğü düzen, anayasal normlar bütünü ve bu bütünü
somutlaştıran ilk üç maddede ortaya çıkan bir anayasal düzendir. Kurucu iktidarın siyasal düzene
ilişkin temel tercihi Anayasa’nın ilk üç maddesinde, bunun somut yansımaları ise diğer maddelerde
ortaya çıkmaktadır. 4. madde ise ilk üç maddenin güvencesi olması itibariyle doğal olarak
değiştirilemezlik özelliğine sahiptir.
Netice olarak, Anayasa’nın 4. maddesi dahil olmak üzere ilk üç maddesinde değişiklik
öngören veya Anayasa’nın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı
olarak aynı sonucu doğuran herhangi bir yasama tasarrufunun hukuksal geçerlilik kazanması
mümkün olmadığından, bu doğrultudaki tekliflerin sayısal yönden Anayasa’ya uygun olması
tasarrufun geçersizliğine engel oluşturmayacaktır.
Bu açıklamalar karşısında; 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 16. maddesi ile Anayasa Mahkemesi, 22.
maddesi ile Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu hakkında yapılan anayasa değişikliklerinin
Anayasa’nın 4. maddesine göre “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” olup
olmadığının 148. madde uyarınca “teklif” edilebilir olma açısından incelenmesi gerekmiştir.
Anayasa’nın 4. maddesinde koruma altına alınan ve değiştirilmesi teklif dahi
edilemeyecek Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer alan “Hukuk Devleti” ilkesi Anayasa
Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere; “insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan ve
adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekte kendisini yükümlü sayan, bütün işlem ve
eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlet” şeklinde tanımlanmaktadır. Hukuk devleti, kısaca
hukukla sınırlanmış devlet anlamına gelmekte, hukuk; devletin hem temelini ve meşruluk
kaynağını, hem de sınırını oluşturmaktadır. Böylece devlet organlarının her türlü faaliyetlerinin
hukuk normlarına uygunluğunun sağlanması, devletin her türlü keyfiliğinin önüne geçilmesi
amaçlanmaktadır.
Bu anlamda hukuk devletinin gerçekleştirilmesinde iki temel gereklilik önemlidir.
Birincisi hukukun ve özellikle de Anayasa’nın üstünlüğü ile adaletin ve güvenliğin güvencesini
zorunlu kılan bireylerin hak ve özgürlüklerinin sağlanması, ikincisi ise egemenliğin Anayasa’nın
koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanılmasıdır.
Bu husus, Anayasa’nın 6. maddesinde “hiçbir kimse ve organ kaynağını Anayasa’dan
almayan bir devlet yetkisini kullanamaz” hükmü ile açık bir şekilde ifade edilmiştir. Anayasa’nın
başlangıç bölümünün 4. paragrafında ise; “kuvvetler ayrımının devlet organları arasında üstünlük
sıralaması anlamına gelmediği, üstünlüğün ancak Anayasa ve Kanunlarda bulunduğu”
belirtilmektedir.
“Kuvvetler ayrılığı”; devlet iktidarının farklı organlar arasında paylaştırılması suretiyle
iktidarın kötüye kullanılmasını engelleyen ve yasama, yürütme ve yargı arasında bir kontrol ve
denge sistemidir.
Yasama ve yürütme organları arasındaki ilişkilerin niteliği uygulamada değişik derece
ve şekillerde gerçekleşmekte ve buna göre çeşitli hükümet şekilleri ortaya çıkmaktadır. Ancak, yargı
kuvvetinin her halde yürütme ve yasama organı karşısında tam bağımsızlığının sağlanması yargının
adaletin ilk ve temel güvencesidir. Bu nedenle yargının bağımsızlığına ilişkin kurallar hukuk devleti
açısından yaşamsal önem taşımaktadır.
“Yargı bağımsızlığı” ile yargının kendisine verilen görevleri yerine getirirken her türlü
müdahale ve yönlendirmeden masun kılınması sağlanmaktadır. Böylece anayasal demokratik hukuk
devleti anlayışı gerçekleştirebilir. Yargıçlar hangi yönden gelirse gelsin her türlü dış etki ve baskıya
karşı korunmadıkları müddetçe adalet hizmetlerini hukuka uygun bir şekilde yerine getirebilmeleri
mümkün değildir. Bu nedenledir ki, yargı bağımsızlığının sağlanabilmesi “yargıç güvencesi” ile
mümkündür.
Bu durum, yargı bağımsızlığının hukuk devleti açısından önemini açıkça ortaya
koymaktadır. Buna göre eğer yürütme ve yasama işlemlerinin hukuka uygunluğunu denetleyecek
olan yargı, yürütme ve yasama organları karşısında tam bir bağımsızlığa sahip değil ise yargı
denetiminden beklenen yarar sağlanamaz. Netice olarak yargı bağımsızlığının güvence altına
alınmamış olduğu sistemlerde demokratik hukuk devletinden söz etmeye imkan yoktur.
Anayasa’nın 9. maddesinde; “Yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız
mahkemelerce kullanılacağı”, 138. maddesinde “mahkemelerin bağımsızlığı”, 139. maddesinde
“hakimlik ve savcılık teminatı” düzenlenmek suretiyle hukuk devleti olmanın temel öğelerinden
olan yargı bağımsızlığı ve hakim teminatı sağlanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında; 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un;
1) Anayasa’nın 146. maddesini değiştiren 16. maddesinin incelenmesi;
Anayasa yargısının temeli Anayasa’nın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkelerine dayanır.
1961 ve 1982 Anayasaları sisteminde Anayasa Mahkemesi şüphesiz yargı organının bir
parçası olmak ve bir yüksek mahkeme niteliği taşımakla beraber, fonksiyonunun mahiyeti ona yargı
organı içinde özel ve öncelikli bir yer vermiştir.
Anayasa Mahkemesi kanunların Anayasa’ya uygunluk denetimi yanında, siyasi
partilerin mali denetimi ve kapatılmaları istemiyle açılan davalarda parti tüzük ve programları ile
eylemlerinin Anayasa’ya uygunluk denetimini yapmakta olup, ayrıca Yüce Divan sıfatı ile
yargılama yapma işlevleri vardır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin oluşumu yani Mahkeme
üyelerinin belirlenmesi büyük önem taşımaktadır.
Karşılaştırmalı hukuka baktığımızda, anayasa yargılaması yapan yargı organının
bağımsız ve tarafsızlığının sağlanması ve korunması amacıyla üye seçimlerinde her ülkenin kendi
tarihi, siyasal koşulları ve gelişimlerine göre değişik yöntemler uygulandığı görülmektedir.
Yapılan düzenleme ile Anayasa Mahkemesi üye sayısı onyediye çıkarılmaktadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulu’nun her boş yer için
gösterdiği üçer aday içinden, bir üyeyi ise Baro Başkanlarının avukatlar arasından gösterecekleri üç
aday içinden yapacağı gizli oylama ile seçeceği bu seçimde ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki,
ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğunun aranacağı, salt çoğunluk sağlanamazsa “en
çok oy alan iki aday arasından en fazla oy alan aday” seçilmiş olacağı belirtilmektedir.
Görüldüğü gibi bu düzenleme ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde uzlaşma
gerektirecek nitelikte bir karar yeter sayısı seçim sonuçlanıncaya kadar aranmaması suretiyle
yasama organında çoğunluğun seçeceği bir adayın seçilmesi söz konusu olacaktır. Bu durum ise
parlamentoda çoğunluğa sahip siyasi partinin, Anayasa Mahkemesi’ne üye seçmesi anlamını
taşıyacaktır. Belirtilen nitelikteki bir seçim sonucunda seçilecek kişi ile ilgili toplumda oluşacak algı
da, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı bakımından tereddütler doğmasına yol açacak ve bu yönüyle
hukuk devletine aykırı olacaktır.
Diğer taraftan Sayıştay ve Baro tarafından gösterilecek adayların belirlenmesindeki
seçim usulü bu kurumların iradesini yansıtmayan şekilde “bir aday için oy kullanma” şeklinde
düzenlenmiştir. Bu demokratik ve adil olmayan bir seçim usulüdür.
Netice olarak gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki seçim sistemi, gerekse aday
seçimindeki seçim usulü; Anayasa Mahkemesi’nin oluşumunda mahkemenin bağımsızlığını ve
tarafsızlığını zedeleyecek niteliktedir.
Cumhurbaşkanı üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askeri Yargıtay, bir
üyeyi Askeri Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca boş yer için gösterecekleri üçer aday
arasından; en az ikisi hukukçu olmak üzere, üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun öğretim üyeleri
arasından göstereceği üçer aday içinden, dört üyeyi de üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar,
birinci sınıf hakim ve savcılar ile en az 5 yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri
arasından seçeceği belirtilmektedir.
Buna göre, Cumhurbaşkanı dört üyeyi doğrudan, on üyeyi ise yargı organları ve
Yükseköğretim Kurulu’nun göstereceği adaylar arasından seçmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin Yüce Divan olarak yargılama fonksiyonunun bulunduğu da
göz önünde tutulduğunda, mahkemenin oluşumunda üye sayısının onyedi olarak artırılmasına
karşın, yargı organlarına ayrılan üye kontenjan sayısının düşürülmesi, Mahkemenin yaptığı görevin
niteliği itibariyle hukuka uygun ve demokratik değildir.
Diğer taraftan, kurumlarca aday seçiminde bir üye “ancak bir aday için oy kullanır”
şeklindeki düzenleme ile demokratik ve eşitliği sağlamayan bir seçim sistemi ile adaylar
belirlenmektedir. Bunun sonucu Anayasa Mahkemesi üyeliği seçiminde aday gösterecek kurumların
çoğunluk iradesini yansıtmayan şekilde demokratik olmayan bir sonuca ulaşılabilecektir.
Bu durumda, yasama faaliyetinin denetimi, siyasi partilerin mali denetimi ve
kapatılmaları istemiyle açılan davalarda parti tüzük ve programları ile eylemlerinin Anayasa’ya
uygunluk denetimi ve Yüce Divan görevleri bulunan Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin basit çoğunluk ile seçeceği üç üye, Cumhurbaşkanı’nın dördü doğrudan, onu
dolaylı şekilde ve demokratik olmayan usullerle seçilen adaylar arasından seçeceği üyeler ile
oluşturulması, Mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığını zedeleyecektir.
Netice olarak 5982 sayılı Yasa’nın 16. maddesi ile Anayasa’nın 146. maddesinde
yapılan değişiklik, Anayasa Mahkemesi’nin bağımsızlığı ve tarafsızlığını olumsuz etkilenmesine yol
açacak şekilde sayısal zemin hazırladığı, bu haliyle kuvvetler ayrılığı ve demokratik hukuk devleti
ilkesini zedelediği ve Anayasa’nın 4. maddesinde belirtilen değiştirme yasağı kapsamında olduğu
açıktır.
2) Anayasanın 159. maddesini değiştiren 22. maddesinin incelenmesi;
Yapılan değişiklikle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yirmiiki asil ve oniki yedek
üyeden oluşan, üç daire halinde çalışan bir yapı ortaya konulmuştur.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu hakim ve savcıların atama, yer değiştirme,
yükseltilme, denetim ve disiplin gibi özlük işlerini yürüten bir kuruldur. Bu nedenle bu yetkileri
kullanacak kurulda yürütme organına yer verilmesi halinde hakimlik teminatının değer ve
etkinliğini büyük ölçüde yitireceği kuşkusuzdur.
Avrupa Birliği uzmanlarınca düzenlenen ilerleme raporları, istişari ziyaret raporları,
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin kararları, Avrupa Yargıçları Konseyi’nin görüş ve
önerilerinde ve ulusal düzeyde ilgili kurum ve kuruluşların raporlarında hakimler ve savcıların
kariyer ve seçimleri konusunda karar veren kurulun hükümet ve idareden bağımsız olması, kurul
üyelerinin yargıçlardan oluşması ve kendi emsalleri olan yargı tarafından seçilmesi gerektiği
belirtilmiştir.
Yapılan düzenleme ile Kurul’un Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı müsteşarı
kurulun tabi üyesidir. Kurul’un yönetim ve temsili Kurul Başkanı sıfatıyla Adalet Bakanı tarafından
yapılacağından Kurul çalışmalarının Adalet Bakanı tarafından yönlendirilmesi ve bu durumun kurul
çalışmalarını etkileyeceği tabii bulunmaktadır.
Diğer taraftan yapılan değişiklikle hakimler ve savcılar hakkında inceleme ve
soruşturma işlemleri ilgili dairenin teklifi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı’nın oluru
ile kurul müfettişlerine yaptırılacağı belirtilmekte olup, buna göre hakim ve savcılar hakkında
inceleme ve soruşturma ancak Bakan’ın oluru ile yapılabilecektir. Öte yandan Kurul’a bağlı olarak
kurulan genel sekreterliğe atamanın Kurul’un belirlediği adaylar arasından Kurul Başkanı sıfatıyla
Adalet Bakanı tarafından yapılacağı belirtilmektedir.
Netice olarak, Adalet Bakanı ve Bakanlık müsteşarının Kurul’a katılması ve Kurul
Başkanı sıfatıyla Adalet Bakanı’na verilen yetkiler yargının yürütmeye bağımlı kılınmasına neden
olacağından, hukuk devleti olmanın ön koşullarından biri olan yargı bağımsızlığını zedelediği
açıktır.
Yapılan değişiklikle kurulun üye sayısı artırılarak kurul, yirmiiki asıl ve oniki yedek
üyeden oluşmaktadır.
Buna göre Kurul’un dört asil üyesinin nitelikleri kanunda belirtilen Yükseköğretim
Kurumları’nın hukuk iktisat ve siyasal bilgiler dallarında görev yapan öğretim üyeleri üst kademe
yöneticileri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçileceği belirtilmektedir. Böylece
Cumhurbaşkanı’na Kurul’a doğrudan meslekten (hakim ve savcı) olmayan kişileri seçme yetkisi
tanınmaktadır.
Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu adından da anlaşıldığı gibi hakim ve savcıların
özlük işleri konusunda karar veren bir mesleki kurul olması itibariyle meslekten olmayan kişilerin
kurula üye olması halinde bu kişilerin kurula nasıl bir katkı sağlayacakları anlaşılamadığı gibi bu
kişileri bilgilendirmek amacıyla yapılan yönlendirmeler de düşünüldüğünde, bu düzenlemenin
yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını etkileyeceği tabiidir
Cumhurbaşkanınca üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel
Kurulunca, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir asıl
ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve
dört yedek üyesi birinci sınıfa ayrılmış adli hakim ve savcılar arasından adli yargı hakim ve
savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıfa ayrılmış idari yargı hakim ve savcıları arasından
idari yargı hakim ve savcılarınca seçileceği belirtilmektedir.
Düzenleme ile Kurul’un üye sayısı artırıldığı halde yapılandırılmasında Yargıtay ve
Danıştay’a ayrılan üye kontenjanının orantısal olarak düşürülmesi kurulun yaptığı görevin niteliği
itibariyle hukuka uygun ve demokratik değildir.
Cumhurbaşkanı tarafından seçilmek üzere kurumlardan gönderilen adayların bu
kurumlar tarafından seçiminde “ancak bir aday için oy kullanılır” şeklindeki düzenleme; aday
seçimlerinde kurumların çoğunluk iradesini yansıtmayan şekilde, demokratik olmayan sonuçlar
doğurabilecektir. Adil olmayan bir seçim sisteminin hukuk devleti ile bağdaştırılması mümkün
değildir.
Öte yandan bir asıl ve bir yedek üyenin Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca
kendi üyeleri arasından seçilmesi, Adalet Akademisinin Adalet Bakanlığı’na bağlı özerk olmayan
bir kurum olduğu ve meslekten olmayan kişilerin de seçilebilmesine yol açabileceği gözetildiğinde,
yargı bağımsızlığına dolayısıyla kuvvetler ayrılığı ve hukuk devletine aykırıdır.
Bu durumda 5982 sayılı Yasa’nın 22. maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın
159. maddesinde yapılan değişiklik yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını etkileyecek şekilde
Adalet Bakanı’nın Kurul başkanı, Bakanlık Müsteşarının kurulun tabii üyesi olarak katıldığı ve
kurul üyelerinin sayısının artırılması suretiyle sayısal zemin hazırladığı bu haliyle kuvvetler ayrılığı
ve demokratik hukuk devleti ilkesini zedelediği ve Anayasa’nın 4. maddesinde belirtilen değiştirme
yasağı kapsamında olduğu açıktır.
Diğer taraftan; yukarıda belirtilen gerekçelerle Anayasa Mahkemesi’nin oluşumuna
ilişkin geçiş sürecini düzenleyen geçici madde 18’in üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin son
tümcelerinin iptal edilen ibareler dışında kalan bölümleri ile aynı fıkranın (ç) bendi, aynı maddenin
dördüncü fıkrasının;
Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun oluşumuna ilişkin geçiş sürecini düzenleyen
geçici madde 19’un birinci fıkrasının (a) bendinin birinci tümcesinin iptal edilen ibareler ve ikinci
tümcesi dışında kalan bölümü ile (b), (c) ve (ç) bentlerinin son tümcesinde iptal edilen ibareler
dışında kalan bölümlerinin de kuvvetler ayrılığı ve demokratik hukuk devleti ilkesini
zedelediğinden Anayasa’nın 4. maddesinde belirtilen değiştirme yasağı kapsamındadır.
Netice olarak 5982 sayılı Yasa’nın 16.ve 22.maddeleri ile Anayasa’nın 148. ve
159.maddelerinde yapılan değişiklikle Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurul’unun yeniden oluşturulmasında yasama ve yürütmenin etkisine açık hale getirilmek suretiyle
yargı bağımsızlığının zedelendiği açık olup, Anayasanın 2. maddesinde yer alan Cumhuriyetin
nitelikleri arasında gönderme yaptığı başlangıç kısmında belirtilen kuvvetler ayrılığı ve demokratik
hukuk devleti ilkelerine aykırıdır.
Yargı bağımsızlığının olmadığı yerde demokratik hukuk devletinden söz edilemez.
Bu nedenle, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un;
1- 16. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 146. maddesinin birinci, ikinci, üçüncü ve
dördüncü fıkralarının,
2- 22. maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 159. maddesinin ikinci, üçüncü, beşinci,
yedinci, dokuzuncu, onbirinci fıkralarının;
3- Geçici Madde 18’in üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin son tümcelerinin iptal
edilen ibareler dışında kalan bölümleri, aynı fıkranın (ç) bendi ve aynı maddenin dördüncü
fıkrasının;
4- Geçici madde 19’un birinci fıkrasının (a) bendinin birinci tümcesinin iptal edilen
ibareler ve ikinci tümcesi dışında kalan bölümü ile aynı fıkranın (b), (c) ve (ç) bentlerinin son
tümcelerinde iptal edilen ibareler dışında kalan bölümlerinin;
Anayasa’nın 2., 4. ve 148. maddeleri gözetilerek değiştirilmezlik ilkesine aykırı olması
nedeniyle iptali gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle kısmen iptal yolundaki çoğunluk kararına bu yönlerden
katılmıyorum.
Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ
MUHALEFET ŞERHİ
İlk İnceleme Yönünden;
Halkoyuna sunulan anayasa değişikliği kanunlarına ilişkin dava açma süresinin ne
zaman başlayacağına ilişkin hukuki düzenlemelere bakıldığında, Anayasanın 148. maddesinin ikinci
fıkrasında “kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı
iptal davası açılamaz” şeklinde, 2949 sayılı kanunun 22. maddesinde ise “anayasa değişiklikleri ile
kanunların şekil yönünden Anayasaya aykırılıklar, iddiası ile doğrudan doğruya iptal davası açma
hakkı, bunların Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak on gün … sonra düşer” biçiminde
düzenlenmiştir.
Halkoyuna sunulan anayasa değişikliği kanun ile ilgili olarak Anayasanın 175.
maddesinin dördüncü fıkrasında “Meclisçe üye tam sayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az
oyla kabul edilen Anayasa değişikliği hakkında kanun cumhurbaşkanı tarafından Meclise iade
edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmi Gazete’de yayımlanır” hükmü yer almaktadır.
Bir kanunun hukuki geçerlilik kazanması ve yürürlüğe girebilmesi için teklif veya
(sadece kanunlar için) tasarının mevcut olması, teklif veya tasarının TBMM’nde görüşülmesi ve
kabul edilmesi, kabul edilen teklif veya tasarının Cumhurbaşkanınca yayımlanması gerekir. Ancak
bu halde metin kanun olarak geçerlilik kazanır ve yürürlüğe girerek vatandaşlar için bağlayıcı hale
gelir. Kanunlar aleyhine Anayasa Mahkemesinde dava açabilmek için de bu aşamaların
tamamlanmış yani, kanunun Resmi Gazete’de yayımlanmış olması gerekmektedir. Anayasa
değişikliklerinde ise yukarda belirtilenlere ilaveten bir aşama da “onay” aşamasıdır. Anayasanın
175. maddesinde öngörülen Anayasayı değiştirme usulüne bakıldığında TBMM’nin beşte üç
çoğunlukla yani 330 milletvekilinin oyuyla bir anayasa değişikliğini kabul etmesi mümkündür,
ancak böyle bir teklifin Cumhurbaşkanınca yayımlanarak yürürlüğe konulması olasılığı yoktur. Bu
kanunun yürürlüğe girebilmesi için mutlaka halkoyuna sunulması ve halkoylamasında geçerli
oylarının yarısından bir fazlasının alınması gerekmektedir. Aksi takdirde böyle bir düzenlemenin
yürürlüğe girmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, halkoylamasının anayasa değişikliklerinin
yasalaşması sürecindeki işlevinin “onay” olduğu görülmektedir. Anayasanın 175. maddesinde bu
nitelikteki metinlere “kanun” denilmiş olması halkoylamasından önce bu metinlerin geçerlilik
kazandığı anlamına gelmemektedir. Çünkü metin ancak halkoylamasında kabul edildikten sonra
geçerlilik kazanmaktadır. Metnin halkoylamasında reddedilmesi halinde kanun iptal edilmiş
olmaktadır. Halkoylamasına sunulan kanun hakkında Anayasa Mahkemesine dava açılması da aynı
anda bir kanunun hem siyasal hem de yargısal denetimin yapıldığı anlamına gelir ki, böyle bir
düşünceyi kabul etmek mümkün değildir.
Öte yandan, halkoylamasına sunulan anayasa değişiklikleri üzerinde denetim
yapılabilmesi için Anayasa’da açık bir düzenlemenin bulunması ve denetime başvurulması halinde
halk oylamasının denetim sonuna bırakılması ve Anayasa Mahkemesine inceleme için kesin bir süre
verilmesi gerekir. Anayasada açıkça düzenleme olmadıkça içtihat yoluyla denetim sistemine
başvurma mümkün değildir. Bu nedenle bir Anayasa değişikliği kanununun denetlenebilir hale
gelmesi için, geçerlilik kazanması ve yürürlüğe girmek üzere yayımlanmış olması zorunludur.
TBMM’nde beşte üçten fazla fakat üçte ikiden az (330-366) oyla kabul edilen Anayasa
değişikliği kanununun zorunlu olarak halkoylamasına sunulması gerekir. Bu durumdaki anayasa
değişikliği kanunlarının Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe konulması mümkün
olmadığı gibi TBMM’nin de bunları herhangi bir şekilde yürürlüğe koyma imkânı yoktur. Bu
kanunlar ancak halkın olumlu kurucu iradesi ile geçerlilik kazanır ve bundan sonra yürürlüğe
konulabilir. Dolayısıyla halkın iradesi bu tür yasaların tekâmülü açısından kurucu bir unsurdur.
Sadece yürürlüğe giriş şartı değildir. Bu nedenle halkoylamasından önce bu kanunların
denetlenmesi mümkün değildir.
Anayasanın 148.maddesinde dava açma süresinin başlangıcı olarak belirlenen Resmi
Gazete’de yayımlama koşulu, Anayasa değişikliği kanunlarının halkoyuna sunulması amacıyla
yayımını değil, halkoylamasında kabul oyu çıkması halinde, kabul edilen metnin yürürlüğe girmesi
amacıyla sonuçların yayımıdır. Dava açma süresi bu yayın tarihinden itibaren başlamaktadır. Çünkü
bu durumda metnin geçerlilik kazanıp kazanmadığı ancak halkoylaması sonuçlarına bakılarak
anlaşılabilir. Halkoylaması sonucuna ilişkin kararın yayım tarihi, Anayasanın 148. maddesine göre
dava açma süresinin başlangıcını teşkil edecektir.
Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde Anayasanın 148. ve 2949 sayılı yasanın 22.
maddelerine göre dava açma süresi henüz başlamadığı düşüncesiyle, başvurunun REDDİNE karar
verilmesi gerektiğinden çoğunluğun kararına katılmadım.
7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un, 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. maddelerinin
Anayasa’nın 4. maddesi kapsamında öngörülen teklif yasağı kapsamında incelenmesinin
Anayasa Mahkemesi’nin yetkisinde olup olmadığı bir ön sorun olarak görüşülmüştür.
Anayasa’nın 148. maddesine göre “Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde
kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas
bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler
ve denetler.” Buradan da anlaşılacağı üzere Anayasa değişikliklerinin sadece ve sadece şekil
yönünden incelenebileceği gayet net bir şekilde vurgulanmaktadır. Asli kurucu iktidar bununla da
yetinmeyerek bu şekil denetimin nasıl yapılacağını da aynı madde içinde göstermiştir. Buna göre
“kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp
yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle
görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır.” Anayasa metninde yer alan
“sınırlıdır” ibaresi, bu denetimin başka hususları içermeyeceğinin bir kanıtıdır.
Anayasa Mahkemesi 2008 yılına kadar Anayasa değişikliklerini Anayasanın ilgili
hükmü çerçevesinde incelemiş ve anayasa değişikliklerinin iptaline ilişkin üç başvuruyu, 148’inci
maddede sayılan şekil bozuklukları ile ilişkili olmadıkları gerekçesiyle reddetmiştir. Mahkeme,
2008’e kadar ve Mahkemenin 5.7.2007 tarihli kararında bu husus, açık olarak ifade edilmiştir:
“Anayasa’nın 148’inci maddesinde, Anayasa Mahkemesi’nin denetim yetkisi, teklif, oylama
çoğunluğu ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartlarına uyulup uyulmadığı hususları ile
sınırlandırılmıştır. Esas yönünden denetime olanak tanınmadığı gibi, 148. maddede tüketici biçimde
sayılan koşulların dışında şekil yönünden denetim yapılması olanaksızdır.”
Mahkeme, 2008 yılında Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerindeki değişikliği iptal ettiği
kararıyla “şekil” adı altında Anayasa’da yer verilmeyen esastan denetim yapmıştır. Burada
Mahkeme, Anayasa’nın 4. maddesinde yer alan ilk üç maddenin değiştirilmesi ya da
değiştirilmesinin teklif edilmesinin yasaklanmasından hareketle söz konusu anayasa
değişikliklerinin değiştirilemez madde niteliğinde olup, olmadığını incelemiştir. Böylece daha
önceki içtihatlarıyla da çelişmiştir.
Anayasa’nın önemli bir bölümü 2. Maddede sayılan ilkelerin somutlaştırılmış
düzenlemelerini içermektedir. Değiştirilemez olan 2. Maddede yer alan ifadelerdir. Bunların
dışındaki maddelerde tali kurucu iktidar usulüne uygun olmak koşuluyla yeni düzenlemeler ve
değişiklikler yapabilir. Değiştirilemez ilkeler diğer anayasa maddelerindeki değişiklikleri
incelemede kullanılacaksa, katı bir yorumla her türlü anayasa değişikliği değiştirilemez maddelere
aykırı olarak değerlendirilebilir. Mahkeme herhangi bir anayasa değişikliğini 4’ncü maddeye
gönderme yaparak 1., 2., ve 3’ncü maddelere aykırılık olarak değerlendirilip kolayca iptal
edilebilecektir. Bunun toplumsal hayatın dinamizmini yansıtması beklenen anayasayı adeta
donduracağı, ona zaman-dışılık ve metafizik bir nitelik kazandıracağı söylenebilir.
Burada Anayasa Mahkemesi kurulu iktidarın bir parçası olmaktan çıkıp, kurucu
iktidarın alanına girmektedir. Böyle bir durumda “anayasal devlet Anayasa Mahkemesi devleti
halini almıştır…Anayasanın üstünlüğü… anayasa yargıcının üstünlüğüne dönüşmüştür.”
Anayasa’nın açık hükmüne aykırı yorum yoluna gidilerek olmayan bir yetki ihdas edilemez.
Kurulu iktidarın bir unsuru olan Anayasa Mahkemesi, kurucu iktidara ait alana girerek
Anayasa’da değişiklik yapma hakkına sahip değildir. Böyle bir durum kuvvetler ayrılığına aykırıdır.
Demokratik usullere uyularak Meclis tarafından kabul edilen anayasa değişikliği tekliflerini her
defasında, değiştirilemez hükümleri Demokles’in kılıcı gibi kullanarak esastan incelemek,
demokrasinin işlerliğine telafisi güç zararlar verecektir. Anayasa’nın değiştirilmez maddelerinden
olan 2. Maddesi Cumhuriyet’in temel nitelikleri arasında demokratikliği de saymaktadır.
Demokratikliğin olmazsa olmaz koşullarından biri de egemenliğin millete ait olmasıdır. Kurulu
iktidarın bir parçası olan Anayasa Mahkemesi’nin kurucu iktidarın Anayasa değişikliklerini esastan
denetlemesi onu kurucu iktidarın üstünde bir konuma getirmekte, bu da millet egemenliğinin
denetlenmesi gibi bir sonuç doğurmaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin “şekil” adı altında esastan inceleme yapması Anayasa’nın 148.
maddesindeki sınırlamaları bir bakıma işlevsiz hale getirmektedir. Asli kurucu iktidarın işlevsiz olan
bir maddeyi Anayasa’ya dahil etmesi düşünülemeyeceğine göre, anayasal denetimin bu madde
kapsamı ile sınırlı tutulması gerekmektedir. Anayasallık denetimi ideolojik bir denetim olmayıp,
kaynağını pozitif hukuk normlarından almalıdır. Pozitif hukuksal temellerden uzaklaşılırsa normlar
arasındaki olası üstünlük veya öncelik bireysel ideolojik bir değerlendirmeye denk düşebilir. Lâfzî,
tarihsel ve amaçsal yorumlar bakımından da Anayasa Mahkemesi’ne esastan denetim yetkisi
verilmemesine rağmen Anayasa metninin ötesinde yorum yapılması Mahkeme’nin yetkisini aşması
anlamına gelmektedir.
Anayasa değişikliklerinin esas bakımından denetiminden söz edilebilmesi için anayasa
üstü normların varlığının kabulü veya anayasa normları arasında bir hiyerarşi bulunması ve sadece
hiyerarşik kademede daha altta olan normun üstte olan norma uygunluğunun denetimi şeklinde
gerçekleşmesi gerekecektir. Anayasa’yı oluşturan normlar arasında bir hiyerarşik üstünlük
bulunmamaktadır. Bir normun denetimi ancak kendisine üstün olan başka bir norma uygunluk
açısından olabilir. Anayasa değişikliği ile ortaya çıkan norm bir anayasa normu olduğuna göre her
ikisi de eşit değerde olan iki normun birbirine uygunluğun denetiminin nasıl olacağı ciddi bir
kuramsal sorundur.
Anayasa üstü pozitif olmayan bir takım değerlerin var olduğu varsayılsa bile, bunların
somutlaştırılması yargıçların değil, egemenliğin sahibi olan halkın ve onun adına kurucu yetki
kullanan anayasa yapıcının yetkisindedir. Anayasa üstülük Anayasa’nın üstünde olan ama Anayasa
tarafından ifade edilmeyen kurallar bulunduğu ve bu kuralların keşfedilmesinin ve uygulamaya
konulmasının yüksek bir yargı organına ait olduğu varsayımına dayanır. Bu ise yargı organının
kurucu iktidar yetkisini ele geçirmesi demektir. Anayasamızın değiştirilemez hükümlerinin
“normatif açıdan Anayasa’nın diğer hükümlerine göre üstün olduğunu söylemek mümkün değildir”.
Anayasa’nın 6. Maddesi’nin 2. fıkrası “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu
esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır” demektedir. Aynı maddenin 3. fıkrasında da “Hiçbir
kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” ibaresi yer
almaktadır. Anayasa’nın 153’üncü maddesinin 2.fıkrasına göre de “Anayasa Mahkemesi bir kanun
veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi
hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez.” Anayasayı değiştirme
iktidarı, üzerinde tartışmaya yer vermeyecek şekilde milli egemenliğin tecelli ettiği Türkiye Büyük
Millet Meclisi’ne aittir. Usulüne uygun olarak TBMM tarafından gerçekleştirilen bir anayasa
değişikliğinin çeşitli nedenlerle toplumun bazı kesimlerince eleştirilmesi, yetersiz ve/veya sakıncalı
olduğunun iddia edilmesi, tali kurucu iktidarın Anayasa’yı değiştirme yetkisini kullanmasının
sakıncalı olduğu anlamına gelmez. Kaldı ki zorunlu olarak halkoyuna sunulacak düzenlemelerin
uygun olup olmadığının denetimini egemenliğin esas sahibi olan halk yapacaktır.
Hukuk devletinde, kamu organ ve makamları kendilerine açık olarak tanınan yetkiler
dışında gerekçesi ne kadar yüce olursa olsun yetki yaratamazlar. Anayasa Mahkemesi varlık
sebebini Anayasa’ya borçludur ve hukuki meşruiyeti ona dayanmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin
kendisinin Anayasa’ya uymaması, “şekil” kapsamında esas denetimi gibi Anayasa’da olmayan bir
yetki yaratarak, bunun kullanılması Mahkeme’nin hukuki meşruiyetinin yanı sıra toplumsal ve
siyasi meşruiyetine de darbe vurmaktadır. Bu çerçevede ABD Yüksek Mahkemesi yargıçlarından
Frankfurter’in, ABD Yüksek Mahkemesi’nin sahip olduğu “müthiş” yetkinin “azami ihtiyatla”
kullanması gerektiği şeklindeki görüşü bize ışık tutmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin sahip olduğu
yetkileri ihtiyatla ve özenle kullanması gerekmektedir. Yargısal aktivizm yoluna girilerek, olmayan
yetkilerin yaratılmaya çalışılması toplum nezdinde Mahkeme’nin meşruiyetinin sorgulanmasına
neden olabilir.
Anayasa yargısı ve mahkemeleri yasamanın ve yürütmenin anayasal sınırlar içinde
kalmasını sağlamak için kurulmuşlardır. Anayasa yargısının görevlerinden biri kanunların
anayasaya uygunluğunu denetlemektir. Kurucu iktidar yetkisi, anayasa yapma ve değiştirme
hakkına sahip halk veya onun seçilmiş meşru temsilcilerine aittir. Anayasa Mahkemesi’nin
Meclis’in gerçekleştirdiği anayasa değişikliklerini “şekil” adı altında esastan denetlemesi kurucu
iktidarın Mahkeme’ye geçmesi sonucunu doğuracaktır. Bu sistemin adı çoğulcu demokrasi değil,
jüristokrasi yani yargıçlar hükümeti olacaktır.
Tali kurucu iktidarın anayasa değişikliklerini mümkün olduğunca toplumun tüm
kesimlerini kapsayıcı ve bunların katılımını kolaylaştırıcı şekilde gerçekleştirilmesi arzulanan bir
durumdur. Son yıllarda dünyadaki anayasa yapımı ve değiştirilmesi süreçlerine bakıldığında böyle
bir eğilimin yaygınlaştığı da görülmektedir. Bu eğilimi, modern demokrasilerin karşı karşıya olduğu
meşruiyet krizini aşma yönünde önemli bir adım olarak görmek mümkündür. Bilindiği üzere ünlü
Alman düşünürü ve siyaset kuramcısı Habermas meşruiyet krizinin demokrasilerin kendilerini
sadece hukukun üstünlüğü ilkesiyle sınırlamalarından kaynaklandığını iddia etmişti. O’na göre
“demokratik yönetim bürokratik modern devletin yalnıza hukukun üstünlüğü ilkesi yoluyla
denetlenmesi anlamına gelmemelidir. Aynı zamanda alttan denetimi sağlayan ve karar alma
süreçlerine katılımı gerçekleştirecek kamusal iletişim mekânın varlığı da devlet-toplum arasında
kurulacak demokratik yönetim için gereklidir.” Anayasal denetim devlet ile toplum arasında
oluşturulacak demokratik yönetime katkı sağlamalıdır.
Sonuç olarak Anayasa’nın koruyucusu ve onu zamanın gereklerine göre değişimini
sağlayıcı esas güç halkın kendisidir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında, 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un, 8., 14., 16., 19., 22.,
25. ve 26. maddelerinin Anayasa’nın 4. maddesi kapsamında öngörülen teklif yasağı kapsamında
incelenmesinin Anayasa Mahkemesi’nin yetkisinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Bu nedenle
çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Üye
Engin YILDIRIM
MUHALEFET ŞERHİ
1. İLK İNCELEME YÖNÜNDEN
Anayasanın 148. maddesinin ikinci fıkrasında şekil bozukluklarına dayalı iptal davası
açma süresine ilişkin olarak “Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil
bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz” hükmüne yer verilmiştir. Aynı konuya ilişkin olarak
2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun’un 22.
maddesinde ise “anayasa değişiklikleri ile kanunların şekil yönünden Anayasaya aykırılıkları
iddiası ile doğrudan doğruya iptal davası açma hakkı, bunların Resmi Gazete’de
yayımlanmalarından başlayarak on gün... sonra düşer” hükmü yer almaktadır.
Bu düzenlemelerden şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açma süresinin kanun ya da
Anayasa değişikliğinin Resmi Gazete’de yayımı ile başlayacağı ve on gün sonra düşeceği
anlaşılmaktadır.
Anayasanın 175. maddesinin dördüncü fıkrasında ise "Meclisçe üye tamsayısının beşte
üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen Anayasa değişikliği hakkında kanun,
Cumhurbaşkanı tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmi
Gazete’de yayımlanır" hükmü yer almaktadır.
Zorunlu ya da ihtiyari olarak halkoyuna sunulan Anayasa değişikliklerine ilişkin dava
açma süresi konusunda mevzuatımızda açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu husus yukarıdaki
düzenlemelerin yorumlanması yoluyla ortaya konulmalıdır. Acaba Anayasa’nın 148. ve 2949 sayılı
Yasa’nın 22. maddesinde belirtilen dava açma süresini başlatan Resmi Gazete’de yayımlama,
Anayasa’nın 175. maddesinde yer alan halkoyuna sunma amaçlı yayımlama mıdır? Yoksa
halkoylaması sonucunda değişiklik teklifinin, sunuluş biçimine göre bir kısmının ya da tamamının
kabul edilmesi halinde buna ilişkin sonucun yayımlanması mıdır?
Bu soruya cevap verebilmek için halkoyuna sunulan anayasa değişikliğinin hukuki
niteliğini açıklığa kavuşturmak gerekir. Hukuk sistemimizde kanunların hukuki geçerlilik kazanarak
yürürlüğe girebilmesi için teklif veya tasarının mevcut olması, teklif veya tasarının TBMM’de
görüşülerek kabul edilmesi ve kabul edilen kanunun Cumhurbaşkanınca yayımlanması gerekir.
Anayasa değişikliklerinin geçerlilik kazanabilmesi için ise kanunlardan farklı olarak ayrıca
onaylanmış olması gerekir. Anayasa’nın 175. maddesinde “onay” terimine yer verilmemiş olmakla
birlikte Türk Anayasa Hukuku öğretisi 1924 ve 1961 Anayasalarından farklı olarak 1982
Anayasası’nın, Anayasa değişikliklerinde bir onay aşaması öngördüğünü ittifakla kabul etmektedir.
(Erdal Onar, 1982 Anayasasında Anayasayı Değiştirme Sorunu (Ankara, 1993) 83 vd.; Ergun
Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, (Yetkin, Ankara, 2005)s. 154 vd.; Kemal Gözler, Türk
Anayasa Hukuku, (Ekin, Bursa, 2000), s. 994 vd.; İbrahim Kaboğlu, Anayasa Hukuku Dersleri,
(Legal, İstanbul, 2009) s. 29.; Bülent Tanör, Necmi Yüzbaşıoğlu, 1982 Anayasasına Göre Türk
Anayasa Hukuku, (YKY, İstanbul, 2000) s. 273.; Zafer Gören, Anayasa Hukuku, (Seçkin,
Ankara, 2006) s.345; Yavuz Atar, Türk Anayasa Hukuku (Mimoza, Konya, 2005) s.372.)
Anayasa’nın metninde onay terimi kullanılmamış olmakla birlikte, anayasa
değişikliğinin gerçekleştirilmesinde Anayasa’nın Cumhurbaşkanı’na ve halkoylamasına yüklediği
işlevin doğasından bunun bir onay olduğu anlaşılmaktadır. Zira halkoyuna sunulan bir Anayasa
değişikliği kanunu, halk tarafından reddedilerek geçerlilik kazanması engellenebilir. Bu nedenle,
Anayasa’nın 175. maddesinde halka tanınan yetkinin bir veto yetkisi olduğu anlaşılmaktadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde beşte üçten fazla, fakat üçte ikiden az (330-366) oyla kabul edilen
Anayasa değişikliği kanunları zorunlu olarak halkoylamasına sunulmak zorundadır. Bu durumdaki
Anayasa değişikliği kanunlarının Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe konulması
mümkün olmadığı gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de bunları herhangi bir şekilde yürürlüğe
koyma imkânı yoktur. Bu kanunlar, ancak halkın olumlu kurucu iradesi ile geçerlilik kazanırlar ve
bundan sonra yürürlüğe konulabilirler. Dolayısıyla halkın iradesi bu tür yasaların tekemmülü
açısından kurucu bir unsurdur.
Bu nedenle hukuk sistemimizde Anayasa değişikliklerinin a priori yargısal denetimi
benimsenmediğinden halkoyuna sunulan Anayasa değişikliği kanunlarının halk oylamasından önce
denetlenmesi mümkün değildir. Bir Anayasa değişikliği kanununun denetlenebilir hale gelmesi için,
geçerlilik kazanması ve yürürlüğe girmek üzere yayımlanmış olması zorunludur. Bu, Anayasa
değişikliği kanunlarının denetlenebilir hale gelmesi için yürürlüğe girmesi gerektiği anlamına
gelmez. Anayasa değişikliği kanunun yürürlüğe girmesi için ileri bir tarih öngörülmüş olabilir.
Fakat dava açma süresinin başlayabilmesi için Anayasa değişikliği kanununun geçerlilik kazanması
için gerekli tüm irade açıklamaları tamamlanmış ve Resmi Gazete’de yayımlanmış olması gerekir.
Gerekli irade açıklamaları tamamlanmadan hiç bir hukuksal işlem geçerlilik kazanamayacağından,
halkoyuna sunmak üzere Resmi Gazete’de yayımlanan bir anayasa değişikliği kanununun halkı
bilgilendirme amaçlı bu yayım ile geçerlilik kazandığı söylenemez. Böyle bir kanun ancak halkın
olumlu iradesi ile geçerlilik kazanabilir.
Anayasa’nın 175. maddesinde kanun teklifinden değil de kanundan söz edilmiş olması
halkoyuna sunulan metnin geçerlilik kazandığı ve denetlenebileceği anlamına gelmez. Nitekim
kanunlar da Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilmekle kanun niteliği kazanırlar, ancak bu
aşamada geçerlilik kazandıkları ve denetlenebilecekleri söylenemez. Bu nitelikteki kanunlar
Cumhurbaşkanınca tekrar görüşülmek üzere geri gönderilebilirler ya da 15 gün boyunca
incelenebilirler. Bu sürede kanun adı taşısalar da Resmi Gazete’de yayımlanmadıkça bu metinler
aleyhine dava açma süresi başlamaz ve dava açılamaz.
Bu nedenle, Anayasa’nın 148. maddesinde dava açma süresinin başlangıcı olarak
öngörülen Resmi Gazete’de yayımlama koşulunun, Anayasa değişikliği kanunlarının halkoyuna
sunulması amacıyla yayımı değil, halkoylamasında kabul oyu çıkması halinde, kabul edilen metnin
yürürlüğe girmesi amacıyla sonuçların yayımı olduğunun kabulü gerekir.
Anayasa’nın 175. maddesinde “Halkoyuna sunulan Anayasa değişikliklerine ilişkin
kanunların yürürlüğe girmesi için, halkoylamasında kullanılan geçerli oyların yarısından çoğunun
kabul oyu olması gerekir” hükmüne yer verilmekte ancak kabul edilen metnin yeniden
yayımlanmasından söz edilmemektedir.
23.5.1987 tarihli ve 3376 sayılı Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması
Hakkında Kanunun 8. maddesine göre “Yüksek Seçim Kurulu, İl Seçim Kurullarından gelen
sonuçları birleştirerek ilan eder.
Geçerli oyların yarısından çoğu ‘Evet’ ise, Anayasa değişikliği Türk Milleti tarafından
kabul edilmiş olur.”
Bu hükümde yer alan “sonuç” kavramını yalnızca halkoylamasında kullanılan oyların ne
kadarının evet ne kadarının hayır oyu çıktığına ilişkin durum olarak değil, bu evet ve hayır oylarının
doğurduğu hukuki netice yani Anayasa değişikliği kanunun kabul edilip edilmediği ya da hangi
bölümlerinin kabul edildiği ve hukuki geçerlilik kazandığına ilişkin hukuki sonuç olarak
değerlendirmek gerekir. Bu nedenle halkoylamasında kabul edilen metnin de halkoylamasında
ortaya çıkan oy durumuyla birlikte yayımlanması gerekir. Çünkü kanunların yürürlüğe girebilmesi
için Resmi Gazete’de yayımlanmaları zorunludur. Kanuna uymak zorunda olan vatandaşlar ve onu
uygulamak durumunda olan görevlilerin hangi metnin yürürlüğe girdiğini bilmeleri gerekir.
Halkoyuna sunmak amacıyla yayımlanan metin her zaman yürürlüğe giren metin
olmayabilir. Anayasa’nın 175. maddesinin sekizinci fıkrasına göre “Türkiye Büyük Millet Meclisi,
Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü sırasında, bu kanunun halkoylamasına
sunulması halinde, Anayasanın değiştirilen hükümlerinden hangilerinin ayrı ayrı oylanacağını da
karara bağlar.” Eğer TBMM halkoylamasının ayrı ayrı maddeler ya da gruplar halinde yapılmasını
kararlaştırırsa, bazı hükümlerin kabul, bazılarının ise reddedilmesi muhtemeldir. Bu durumda hangi
hükümlerin yürürlüğe girdiğinin anlaşılabilmesi için kabul edilen metnin yayımlanması gerekir.
Bununla birlikte metnin yayımlanmayıp sadece sonuçların yayımlanması halinde de
dava açma süresinin bu yayım tarihinden itibaren başlayacağını kabul etmek gerekir. Çünkü bu
durumda, hangi hükümlerin kabul edilerek geçerlilik kazandığı ve hangilerinin reddedilerek
geçerlilik kazanamadığı ancak halkoylaması sonuçlarına bakılarak anlaşılabilir. Bu durumda
sonuçların yayımı, daha önce halkı bilgilendirmek amacıyla yayımlanan metnin tekrarlanmaması
amacıyla o metne atıf anlamına gelir. Yüksek Seçim Kurulu, halkoylaması sonuçlarına ilişkin
kararında kabul edilen metni tekrarlamayıp, sadece önceki metne atıf yapması halinde de önceki
metnin yeniden yayımlanmasıyla aynı sonucu doğuracağı açıktır.
Dolayısıyla Yüksek Seçim Kurulunun, halkoylaması sonuçlarıyla birlikte kabul edilen
metni yayımlaması, ya da metni yayımlamayıp sadece önce yayımlanan metne atıf yapması sonucu
değiştirmeyecektir. Halkoylamasında kabul edilen Anayasa değişikliği kanununun yürürlüğe
girmesini amaçlayan yayım, Yüksek Seçim Kurulunun halkoylaması sonucuna ilişkin kararının
yayımıdır. Anayasanın 148. maddesine göre dava açma süresi bu tarihten itibaren başlayacaktır.
Bu nedenle, dava açma süresi henüz başlamadığından süre yönünden davanın reddine
karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle, şekil incelemesine geçilebileceğine ilişkin çoğunluk
görüşüne katılmadım.
2. ŞEKİL İNCELEMESİ YÖNÜNDEN
Mahkeme çoğunluğunun 5982 sayılı Kanun’un 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26.
maddelerinin bazı hükümlerinin Anayasanın 4. maddesinde öngörülen değiştirilemezlik yasağına
aykırı olarak Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ve Başlangıcında yer alan kuvvetler
ayrılığı ilkelerini ihlal ettiği iddiasını, inceleme yetkisinin Anayasa’nın 148. maddesinde yer alan
Anayasa Mahkemesinin denetleyebileceği şekil unsurları arasında bulunduğu yönündeki görüşüne
aşağıdaki gerekçelerle katılmadım:
Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerini düzenleyen Anayasa’nın 148. maddesinde,
Anayasa değişikliği kanunlarının teklif ve oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülememe
koşullarına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı olarak sadece şekil yönünden denetlenebileceği
hükme bağlanmıştır. İptal istemi bu sınırlı sebeplerden herhangi birine ilişkin bulunmadığı sürece
davanın dinlenme olanağı yoktur.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Anayasa’nın 148. maddesinde yer alan “teklif
çoğunluğu” kavramı, Anayasa’nın 175. maddesinde belirtilen TBMM üye tamsayısının 1/3’üne
denk gelen 184 sayısını göstermektedir ve “teklif konusu” ile herhangi bir ilişkisi bulunmamaktadır.
Şekil denetiminin konusunu oluşturan “teklif çoğunluğu” “neyin teklif edildiği?” ile değil, “nasıl
teklif edildiği?” sorusuyla ilgilidir. Neyin teklif edildiğine ilişkin denetim, şekille ilgili olmayıp
içerikle ilgili bir denetimdir.
Anayasa’nın 4. maddesinde yer alan değiştirme ve değişiklik teklifinde bulunma yasağı,
“neyin” değiştirilemez olduğuna ilişkin bir düzenleme olup, içeriksel bir sınırlama öngörmektedir.
Yoksa “nasıl” değişikliğin yapılamayacağına ilişkin şekli bir sınırlama getirmemektedir. O nedenle
Anayasa’nın 148. maddesinde düzenlenen şekil unsurları, Anayasada neyin değiştirilemeyeceğine
ilişkin 4. madde ile ilgili değil, Anayasa’nın nasıl değiştirileceğini düzenleyen 175. madde ile
ilgilidir.
Anayasanın 148. maddesinin birinci fıkrasındaki “Anayasa değişikliklerini ise sadece
şekil yönünden inceler ve denetler” ibaresi, ikinci fıkradaki “Anayasa değişikliklerinde ise teklif ve
oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile
sınırlıdır” hükmündeki “teklif” kelimesinin Anayasanın 4. maddesi ile ilişkilendirilmesine engeldir.
Zira buradaki unsurlar içerikle değil, şekille ilgilidir. Anayasanın 4. maddesi tekliften söz etmekle
birlikte, teklifin şekline, yani nasıl yapılacağına ilişkin değil, teklifin içeriğine, yani neyin teklif
edilemeyeceğine ilişkin bir düzenlemedir.
Anayasa’nın 148. maddesinde geçen “teklif ve oylama çoğunluğu” ibaresinin “teklif” ve
“oylama çoğunluğu” şeklinde ayrıştırılarak 148. maddenin “teklif çoğunluğu”ndan değil, “teklif”
ten söz ettiği dolayısıyla teklifin, teklif yetkisini de içereceği söylenemez. Zira, ardışık isim
tamlaması olan “teklif ve oylama çoğunluğu” ibaresi, anayasa koyucunun “teklif çoğunluğu ve
oylama çoğunluğu” şeklindeki ardışık isim tamlamalarının akıcılığı sağlamak açısından dil
kurallarına uygun olarak kısaltmış şeklidir. Bu nedenle “teklif çoğunluğu” kavramının “teklif
yetkisi” şeklinde değiştirilmesi mümkün değildir.
Anayasa’nın 148. maddesinin değiştirilemez maddeler açısından bir denetim yapmaya
imkân tanımadığı açıktır. Bu konu Anayasanın yapımı sırasında kurucu meclis tarafından tartışılmış
ve Mahkemeye böyle bir yetki tanınmamıştır.
Danışma Meclisinde Anayasa Tasarısı üzerindeki görüşmeler sırasında Danışma Meclisi
üyesi Kamer Genç, anayasa değişikliklerinin denetimine ilişkin hükmün, "Anayasa değişikliklerini
ise sadece devlet şeklinin değişmezliği ve şekil bakımından inceler ve denetler" şeklinde
değiştirilmesini isteyen bir önerge vermiş değiştirilemezlik hükmünün ancak bu şekilde yaptırıma
kavuşacağını savunmuş ise de Danışma Meclisi Genel Kurulu bu önergeyi kabul etmemiştir.
Kamer Genç’in önergesini savunmak için ileri sürdüğü "... Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğuna
dair değişmezlik ilkesi değiştirilirse, o zaman kim buna engel olacak?" sorusuna Danışma Meclisi
Anayasa Komisyonu Sözcüsü Şener Akyol,
"Sayın Genç arkadaşımız müsterih olsunlar, biz 45 milyon buna karşı koyarız" diyerek, bu
konuda Anayasa Mahkemesinin bir yetkisi bulunmadığına işaret etmiştir (DMTD, C. 10, s. 192.)
1987 yılında yapılan Anayasa değişiklikleri sırasında da Anayasa’nın 175. maddesinde
değişiklik yapan teklifin 3. maddesine ilişkin olarak, değiştirilemez maddelere aykırılığın Anayasa
Mahkemesi tarafından istişari nitelikte bir öndenetim şeklinde denetlenmesini öngören bir önerge
tartışılarak reddedilmiştir. (TBMMTD, Cilt 40, B. 103, s. 366-371)
Sonuç olarak, anayasa koyucu değiştirilemez hükümlerin yargı denetimi konusu
yapılmasını bilinçli bir şekilde reddetmiş ve Anayasa metninde denetimi sadece şekle
özgüleyerek açık bir şekilde yasaklamıştır. Milli egemenlik ilkesini esas alan bir anayasal
düzende bütün yetkilerin kaynağı Anayasa olduğundan, Anayasa Mahkemesinin, anayasa
koyucunun tanımadığı, aksine 148. madde ile yasakladığı bir yetkiyi içtihat yoluyla türetmesinin
mümkün olmaması gerekir.
Yasama organının yetkisini kötüye kullanarak temel ilkeleri ortadan kaldırmaya
yönelik değişikliklere girişmesi halinde bunun yargısal denetiminin yapılması gerektiği
savunulabilir. Ancak bunun için bir Anayasa değişikliği yapılarak Mahkemeye açık bir denetim
yetkisi verilmiş olmalı ya da en azından 148. maddede öngörülen esas denetimi yasağı
kaldırılmalıdır. Böyle bir değişiklik yapılmadığı sürece parlamentonun tali kurucu iktidar
yetkisini kötüye kullanabileceğine yönelik bazı uç örneklerden hareketle Mahkemenin esas
denetim yetkisinin bulunduğunun söylenmesi ve her türlü değişikliğin denetlenebileceğine
yönelik bir karine türetilmesi mümkün değildir.
Yargıcın yorum yetkisinin bazı sınırları vardır. Bu sınırların başında da normun metni
yer almaktadır. Zira metin, yorumunun başlangıcı ve sınırıdır. Yorum, bir metnin
anlamlandırılması olduğuna göre, yorum yoluyla metnin söylemediği, ya da metnin söylediğinin
tam aksine bir sonuca ulaşılması mümkün değildir. Hangi yorum yöntemi kullanılırsa kullanılsın
yorum yoluyla ulaşılabilecek sonuç, yorum konusu metinden çıkarılabilir bir sonuç olmak
durumundadır. Anayasa’yı yorumlayan yargıcın ulaştığı sonuçlar da Anayasa metninin açık
anlamıyla çatışma halinde olamaz. Aksi takdirde yorum yetkisinin sınırlarının aşıldığı ve anayasa
yapıcı organın yetki alanına girildiği anlamına gelir.
Anayasa koyucunun Anayasa’nın bazı ilke ve hükümlerini değiştirilemez olarak
niteleyerek tali kurucu iktidarın yetkilerini içerik bakımından sınırlandırması, tali kurucu iktidar
yetkisine sahip olan yasama organı açısından bağlayıcı olmakla birlikte, bu hususun zorunlu olarak
yargı denetimi konusu olacağı anlamına gelmez. Anayasa koyucunun Anayasa’nın 4. maddesi ile
tali kurucu iktidara getirdiği sınırlama ile Anayasa’nın 148. maddesiyle Anayasa Mahkemesine
getirdiği sınırlama nitelik itibariyle aynıdır ve her ikisi de aynı derecede bağlayıcıdır. Her ikisinin
aşılması da aynı derecede hukuk devleti ilkesini zedeleyecektir.
Anayasa’nın değiştirilemez olarak nitelendirdiği hüküm ve ilkelerin doğrudan
değiştirilmesine ilişkin olarak getirilen denetim yasağının aşılarak, hatta bunun ötesine geçerek
diğer maddelerde yapılacak değişikliklerin de dolaylı bir şekilde değiştirilemez maddelerin içeriğini
etkileyebileceği gerekçesiyle denetlenmesi hiç bir şekilde mümkün değildir. Çünkü öncelikle, böyle
bir denetim içerik incelemesi yapılmaksızın gerçekleştirilemez ve Anayasa’nın açıkça yasakladığı
esas denetiminin yorum yoluyla türetilmesi Anayasa’nın yargı kararıyla değiştirilmesi anlamına
gelir.
Diğer maddelerde yapılacak değişikliklerin de değiştirilmez maddeleri dolaylı bir
şekilde değiştirdiği gerekçesiyle denetime açılması sınırsız ve ölçüsüz bir esas denetiminin önünün
açılması anlamına gelir ki bu pek çok soruna yol açacaktır. Öncelikle böyle bir denetim
değiştirilemez maddelerinin normlar hiyerarşisinde diğer Anayasa hükümlerinden daha üstte
olduğunun kabulü anlamındadır. Böyle bir hiyerarşinin kabulü Anayasanın uygulamasında başka
sorunlara yol açacaktır. Mesela değiştirilemez maddelere aykırı Anayasa hükümlerinin ihmal
edilmesi ve uygulanmaması gerekliliği ilk akla gelebilecek sorunlardan birisidir.
Diğer taraftan böyle bir denetim tali kurucu iktidarın iradesine yönelik anayasal
sınırlamanın 4. maddede öngörülmeyen diğer maddeleri de kapsayacak şekilde genişletilmesi
sonucunu doğurur ki, bu 4. maddenin tüm Anayasa’yı kapsayacak şekilde genişletilmesi dolayısıyla
içinin boşaltılması anlamına gelir.
Zira, Anayasa’nın 4. maddesinde yasaklanan şey ilk üç maddeye aykırı değişiklikler
değil, ilk üç maddenin değiştirilmesidir. Eğer 4. maddede yasaklanan değişiklikler sadece ilk üç
maddeyi değiştiren değişiklikler değil de burada yer alan ilkelerin somutlaştığı maddeleri de
kapsayan bir yasaksa, bu yasağın sınırlarını çizmek olanaksızdır. Çünkü Anayasa’da, Anayasa’nın
2. maddesindeki ilkelerin somutlaştırılması niteliğinde olmayan bir hüküm bulmak mümkün
değildir. Eğer değiştirilemezlik ilkesi 2. maddede yer alan ilkelerin kendilerini aşıp, bu ilkelerin
somut uygulamasını gösteren diğer maddeleri de kapsar şekilde yorumlanırsa, 4. maddede
öngörülen yasak, olumlu ya da olumsuz olduğuna bakılmaksızın her türlü değişikliğe engel
olduğundan Anayasa’da herhangi bir değişiklik yapılması mümkün olmayacaktır. Böyle bir
yorumun doğru olmadığı açıktır. Zira, bu durumda bir taraftan Anayasanın 4. maddesiyle bazı
hükümlerin değiştirilmesi yasaklanırken aslında Anayasanın tamamının değiştirilemez hale geldiği
kabul edilmekte, diğer taraftan da Anayasanın 175. maddesinin anlamsız olduğu sonucu
çıkmaktadır.
Ancak değiştirilemezlik ilkesi sadece olumsuz değişiklik yapılamayacağı şeklinde
yorumlanıyorsa, o zaman da olumlu ya da olumsuzluk kavramlarının sübjektif niteliği dolayısıyla
hangi değişikliğin yapılabileceğine ilişkin nihai karar verme yetkisinin, denetim yetkisine sahip
olduğu varsayılan Anayasa Mahkemesine ait olduğu kabul ediliyor demektir. Bu durumda kurucu
iktidar yetkisi fiilen Anayasa Mahkemesine geçmektedir. Çünkü nihai olarak Anayasa’da hangi
değişikliğin yapılacağına artık Anayasa Mahkemesi karar verecek demektir. Bu durumun kuvvetler
ayrılığı ilkesine uygun olduğunu söylemek mümkün olmadığı gibi, Anayasa’nın sistematik
incelemesinden böyle bir sonucun çıkarılamayacağı da açıktır.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin temelinde farklı devlet fonksiyonlarının farklı organlara
verilmesi ve bu organların sahip olduğu yetkiler yoluyla birbirlerini dengelemesi ve kontrol etmesi
fikri yatmaktadır. Bu “kontrol ve denge” mekanizmasının işlemesi ise sistem içinde hiçbir organın
son sözü söyleme yetkisine sahip olmamasına bağlıdır. Eğer bir organ son sözü söyleme yetkisiyle
donatılırsa, artık o organ diğerlerinden üstün hale geleceğinden kontrol ve dengeden söz etmek
mümkün olmayacaktır, denge o organ lehine bozulacak ve kontrol o organın eline geçecektir.
Anayasa değişikliklerinin esas bakımından Anayasa Mahkemesince denetlenebileceğinin kabulü,
Anayasa değişikliklerine ilişkin son sözü söyleme yetkisinin Anayasa Mahkemesine geçmesi
anlamına gelir. Bu ise kuvvetlerin birbirini dengeleme imkânının ortadan kalktığının göstergesidir.
Kuvvetler ayrılığına dayalı bir demokraside son sözü söyleme yetkisinin her zaman egemenliğin
sahibi olan ulusa ait olduğu hatırda tutularak egemenlik yetkisini zedeleyici yorumlardan
kaçınılmalıdır.
Özetlemek gerekirse, 148. maddede yer alan “teklif çoğunluğu” kavramının teklif
yetkisini de içerdiği, bu nedenle 4. maddeye aykırı tekliflerin teklif yetkisi içinde sayılamayacağı
görüşü kabul edilse bile, bu ancak 1., 2. ve 3. maddelerde doğrudan değişiklik yapan yasalar
açısından geçerli olacaktır.
Bu yorum diğer maddelerde yapılan değişikliklerin dolaylı olarak ilk üç maddede
değişiklik yaptığı iddialarının incelenmesine olanak vermez. Zira diğer maddeler değiştirilemezlik
kapsamında değildir. İkinci olarak başka maddelerde yapılan değişikliklerin ilk üç maddenin
içeriğini dolaylı olarak değiştirebileceği iddiası kabul edilse bile bir değişikliğin bu nitelikte olup
olmadığı esas denetimi yapılmaksızın tespit edilemez. Anayasa’nın 148. maddesinde yer alan ve
Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini denetleme yetkisini “sadece şekil bakımından
inceleme” ile sınırlandıran hükmü karşısında Anayasa Mahkemesinin esas denetimi yapması olanağı
bulunmadığı düşüncesindeyim. Bu nedenle çoğunluk görüşüne katılmadım.
Üye
Nuri NECİPOĞLU
[R.G. 1 Ağustos 2010 – 27659 - Mükerrer]
—— • ——
Yüksek Seçim Kurulu Kararı
Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığından:
Karar No: 522
- KARAR Başkanlık Makamınca Kurulumuza sunulan 02/08/2010 tarihli yazıda, aynen; “Kurulumuz
Başkanlığına Av. Dr. Ali TÜRKMEN tarafından gönderilen 09/07/2010 tarihli, M. Cenap
TERZİOĞLU tarafından gönderilen 23/07/2010 tarihli ve İsçi Partisi Genel Sekreteri Hasan Basri
ÖZBEY tarafından gönderilen 28/07/2010 tarihli dilekçelerde;
5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunun bazı maddelerinin Anayasa Mahkemesince kısmen iptal edilmesi nedeniyle,
gerekçeli kararın açıklanmasından sonra Anayasa Değişikliği paketindeki kısmi iptale konu
maddelerin referandum paketinden çıkarılması gerekip gerekmediği,
5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunun bazı maddelerinin Anayasa Mahkemesince kısmen iptal edildiğinden,
halkoylamasına sunulacak olan Kanunun Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen şekliyle mi
yoksa Anayasa Mahkemesinin iptal kararına uygun metnin mi halkoylamasına sunulacağı,
5982 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunun 13/05/2010 tarihli, 27580 sayılı Resmi Gazetede yayımlandığını, Kurulumuzun
25/05/2010 tarihli, 340 sayılı kararıyla halkoylamasında uygulanacak sürenin 120 gün olmasına ve
halkoylamasının 12/09/2010 Pazar günü yapılmasına karar verildiğini, ancak Resmi Gazetede
yayımlanan ve halkoylamasına sunulacak olan 5982 sayılı Kanunun Anayasa Mahkemesinin
07/07/2010 tarihli kararıyla kısmen iptal edildiğini, bu konudaki gerekçeli kararın henüz yazılıp
Resmi Gazetede yayımlanmadığını, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153. maddesine göre
Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının gerekçesi yazılmadan açıklanamayacağını ve Resmi
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe gireceğini, 3376 sayılı Anayasa Değişikliğinin Halkoyuna
Sunulması Hakkında Kanunun 2. maddesinde Anayasa Değişikliği Kanununun Resmi Gazetede
yayımını takip eden yüzyirminci günden sonraki ilk Pazar günü yapılır hükmünün yer aldığını, oysa
Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesi ve muhalefet şerhlerinin henüz yayımlanmadığını,
dolayısıyla önce Anayasa Mahkemesinin iptal kararının gerekçeleri ve muhalefet şerhleriyle birlikte
yazılmasını ve Resmi Gazetede yayımlanmasının beklenmesi gerektiğini, aksi bir durumun 3376
sayılı Kanunun 2. maddesine aykırılık teşkil edeceğini, Kurulumuzca verilen 25/05/2010 tarihli 340
sayılı kararın kaldırılarak Anayasa Mahkemesinin gerekçeli iptal kararının Resmi Gazetede
yayımlanmasının beklenerek yayımını takip eden yüzyirminci günden sonraki ilk Pazar gününe
gelecek şekilde yeniden referandum tarihi belirlenmesi,
istenilmiş olmakla, yukarda belirtilen konular hakkında gerekli Kurul kararının alınmasını
takdirlerinize arz ederim.” denilmiş olmakla, konu incelenerek;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
07.05.2010 tarih ve 5982 sayılı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un Cumhurbaşkanı’nca Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne
iade edilmeyerek halkoyuna sunulmak üzere 13/05/2010 tarihli, 27580 sayılı Resmi Gazete’de
yayımını takiben Kurulumuzun 13/05/2010 tarih ve 317 sayılı kararı ile halkoylaması tarihi olarak
12 Eylül 2010 tarihi belirlenmiş ve 25/05/2010 tarih ve 340 sayılı kararı ile anılan Kanun’un
halkoyuna sunulmasına ilişkin takvim kabul edilmiştir. Yurtdışında yaşayan seçmenlerin gümrük
kapılarında 3 Ağustos 2010 tarihinden itibaren oy kullanabileceklerini de karara bağlayıp
kamuoyuna duyurulmuştur. 5982 sayılı Kanun’un Resmi Gazete’de yayımlanmasından sonra bu
Kanun’a yönelik iptal istemiyle başvuruda bulunulması üzerine Anayasa Mahkemesi 07.07.2010
gün ve 49-87 sayılı kararı ile sözü edilen Kanun’un diğer maddelerine yönelen iptal istemlerini
reddetmekle birlikte, 16, 22, 25 ve Geçici 18 ile 19 uncu maddelerindeki bazı ibareler ile bir
tümcenin Anayasa’ya aykırı olduğu saptamasıyla iptallerine karar vermiş, aynı tarihte
gerçekleştirilen basın toplantısında kısa karar açıklanarak kamuoyu bilgilendirildiği gibi, gerekçeli
karar da 01.08.2010 tarih ve 27659 Mük. sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak seçmenlerin
bilgisine sunulmuştur.
Anayasanın 79 uncu maddesindeki düzenlemeyle; seçimlerin başlamasından bitimine kadar,
seçimin düzen içinde yönetilmesi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim
süresince ve seçimden sonra seçim konuları ile ilgili bütün yolsuzlukları, şikayet ve itirazları
inceleme ve kesin karara bağlama görev ve yetkisi Yüksek Seçim Kurulu’na verilmiş, diğer seçim
kurullarının görev ve yetkilerinin kanunla düzenleneceği öngörülmüş,
Yine anılan maddenin son fıkrasında; Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların halkoyuna
sunulması işlemlerinin genel yönetim ve denetimi de milletvekili seçimlerinde uygulanan
hükümlere göre olur hükmüne yer verilmiş,
Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında 3376 sayılı Kanun’un 3 üncü
maddesinde de; halkoyuna sunulma işlemlerinin Yüksek Seçim Kurulu’nun yönetim ve denetiminde
seçim kurullarınca yürütüleceği belirtildikten sonra, Yüksek Seçim Kurulu’nun, Anayasa
değişikliklerinin halkoyuna sunulması için bütün tedbirleri alacağı ve hazırlıkları yapacağına işaret
edilmiş ve halkoylamasının sağlıklı ve düzenli bir şekilde gerçekleşmesini sağlamak amacıyla
Kurul’un gerekli ilke kararlarını almaya yetkili bulunduğu vurgulanmıştır.
Anayasamızın 175 inci maddesinde ise, “Meclisce üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte
ikisinden az oyla kabul edilen Anayasa değişikliği hakkındaki Kanun, Cumhurbaşkanı tarafından
Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmi Gazete’de yayımlanır.”
biçimindeki buyurucu kural hükme bağlanmış, ayrıca, Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların
kabulü sırasında, bu Kanunun halkoylamasına sunulması halinde, Anayasa’nın değiştirilen
hükümlerinden hangilerinin birlikte hangilerinin ayrı ayrı oylanacağına karar verme yetkisi
münhasıran Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verilmiştir.
Öte yandan Anayasamızın 148 inci maddesine göre, Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun
hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya uygunluğunu
denetlemekle görevlidir. 153 üncü maddesinin son fıkrası da, kararları, yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını, geçek ve tüzelkişileri bağlar emredici hükmünü içermektedir.
3376 sayılı Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanun’un 2 nci
maddesinde;
“Anayasa değişikliğinin halkoylaması, ilgili Anayasa değişikliği Kanununun Resmi
Gazete’de yayımını takip eden yüzyirminci günden sonraki ilk Pazar günü yapılır.”,
Aynı Yasanın 5 inci maddesinde de; “Anayasa değişikliklerinin halka anlatılmasında, 298
sayılı Kanun’un propaganda serbestliğine ilişkin hükümleri, halkoylaması gününden önceki yedinci
günden başlayarak uygulanır.”
hükümleri yer almaktadır.
Yukarıda belirtilen yasal düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere, halkoylamasının başlangıç
tarihinin saptanmasında, ilgili Anayasa değişikliği Kanununun Resmi Gazetede yayım tarihinin esas
alınması gerekmektedir. Ayrıca, 120 günlük süre sadece halkın bilgilendirilmesine yönelik olmayıp,
seçimin sağlıklı biçimde ve düzen içerisinde yürütülmesi için gerekli tedbirlerin alınması ve hazırlık
çalışmalarının seçimin yürütülmesinden sorumlu kurumlarca yapılabilmesi için gereken süreleri de
kapsamaktadır. Nitekim, 3376 sayılı Yasanın 5 inci maddesindeki “Anayasa değişiklerinin halka
anlatılmasında; 298 sayılı Kanun’un propaganda serbestliğine ilişkin hükümleri, halkoylaması
gününden önceki yedinci günden başlayarak uygulanacağına” yönelik düzenleme de, 120 günlük
sürenin sadece Anayasa değişikliklerinin halka anlatılması için getirilmediğini göstermektedir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin 07.07.2010 gün ve 49-87 sayılı iptal kararı 01.08.2010
tarih ve 27659 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak seçmenlerin bilgisine sunulmuştur.
Gerekçeli karar incelendiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında 5982 sayılı Kanun’un 16, 22, 25 ve Geçici 18 ile 19 uncu maddelerindeki bazı
ibareler ve bir tümcenin Anayasaya aykırı olduğu saptamasıyla iptallerine karar verildiği, bu
ibareler ve bir tümcenin çıkartılmasının ilgili maddelerin bütünlüğünü ortadan kaldırmadığı ve
içeriğindeki düzenlemenin esasını değiştirmediği gözlenmektedir.
Yukarıda açıklandığı üzere, Cumhurbaşkanı’nca halkoyuna sunulan, 07.05.2010 tarih ve
5982 sayılı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında
Kanun’un 26 ncı maddesinde; bu Kanunun halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanacağı
hükmüne yer verildiği ve anılan maddenin Anayasa’ya aykırı olduğu savıyla yapılan iptal
başvurusunun Anayasa Mahkemesinin 07.07.2010 gün ve 49-87 sayılı kararı ile reddedildiği göz
önünde bulundurulduğunda, metnin tümünün birlikte oylanması gerekmektedir.
Bu durumda, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması
Hakkında 5982 sayılı Kanun’un halkoylamasında maddeler yönünden ayrı bir oylama şeklinin
öngörülmeyip tümüyle halkoyuna sunulacak olması, ayrıca seçmenlerin 07/07/2010 tarihinden
itibaren Anayasa Mahkemesinin iptal kararından bilgi sahibi olmaları karşısında, halkoylamasının
5982 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesinin kısmî iptal kararına konu 16, 22, 25 ve Geçici 18 ile
19 uncu maddeleri dışarıda bırakılarak diğer maddeleri yönünden yapılmasına yasal olanak
bulunmadığı gibi, daha önce ilan edilen takvimi işlemekte bulunan halkoylaması sürecinin
ertelenerek, yeniden bir halkoylaması takvimi belirlenmesine de gerek görülmemiştir.
SONUÇ:
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında
5982 sayılı Kanunun, Anayasa Mahkemesi’nin 07.07.2010 gün ve 49-87 sayılı kısmi iptal kararı
sonrasındaki haliyle halkoyuna sunulmasına,
2- Takvimi yürütülmekte olan halkoylamasının ertelenmesini gerektirir bir neden
bulunmadığına ve halkoylaması işlemlerinin Yüksek Seçim Kurulu’nun 25/05/2010 gün ve 340
sayılı kararında saptandığı şekilde yürütülmesine,
3- Karar örneğinin Av. Dr. Ali TÜRKMEN’e, M. Cenap TERZİOĞLU’na ve Hasan Basri
ÖZBEY’e gönderilmesine,
4- Karar örneğinin Resmi Gazetede yayımlanmasına,
02/08/2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Başkan
Ali EM
Üye
Üye
Mehmet KILIÇ
Üye
Hüseyin EKEN
Üye
Üye
Muharrem
COŞKUN
Üye
Turan KARAKAYA
Mehmet KÜRTÜL
Halim AŞANER
[R.G. 2 Ağustos 2010 – 27660 - Mükerrer]
—— • ——
İnsan Hakları Mahkemesi Kararları
DİZMAN/Türkiye Davası*
Başvuru No. 27309/95
Strazburg
20 Eylül 2005
USULİ İŞLEMLER
1.Davanın nedeni, Türk vatandaşı Ahmet Dizman’ın (“başvuran”), 31 Mart 1995 tarihinde,
İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Sözleşme’nin (“Sözleşme”) eski 25. maddesi
uyarınca, Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na (“Komisyon”) yaptığı başvurudur
(başvuru no. 27309/95).
2. Başvuranı görevini Londra’da ifa etmekte olan avukat Anke Stock temsil etmiştir. Türk
Hükümeti (“Hükümet”), AİHM huzurundaki davalar için bir Ajan tayin etmemiştir.
3. Başvuran, özellikle, 5 Ekim 1994 tarihinde dört sivil polis tarafından tenha bir yere
götürüldüğünü ve insanlık dışı ve alçaltıcı bir muameleye maruz bırakıldığını iddia etmiştir.
İddiasını, AİHS’nin 2., 3., 5., 6., 13. ve 14. maddelerine dayandırmıştır.
4. Başvuru, AİHS’ye ek 11 No.lu Protokol’ün yürürlüğe girmiş olduğu 1 Kasım 1998
tarihinde AİHM’ye havale edilmiştir (11 No.lu Protokol’ün 5 § 2. maddesi).
5. Başvuru ile ilgili olarak AİHM’nin Birinci Dairesi görevlendirilmiştir (AİHM İç Tüzüğü,
madde 52 § 1). Sözkonusu Daire içerisinde, davayı değerlendirecek Heyet (AİHS’nin 27 § 1.
maddesi), İç Tüzüğün 26 § 1. maddesinde öngörüldüğü üzere oluşturulmuştur.
6. 18 Ocak 2000 tarihli bir kararla AİHM, başvurunun kabuledilebilir olduğuna karar
vermiştir. AİHM kararında, başvuranın şikayetini 13. madde uyarınca Devlet’e ilişkin daha genel
yükümlülüklerle bağlantılı olarak AİHS’nin 6. maddesi uyarınca incelemenin daha uygun olacağı
kanısındadır.
7. Hükümet değil, başvuran esaslar üzerine görüşlerini sunmuştur (İç Tüzük, madde 59 § 1).
8. 1 Kasım 2004 tarihinde AİHM, Dairelerinde değişiklik yapmıştır (İç Tüzük, madde 25 §
1). Dava ile ilgili olarak yeni oluşturulan İkinci Daire görevlendirilmiştir (İç Tüzük, madde 52 § 1).
OLAYLAR
I. DAVA OLAYLARI
9. Başvuran, 1969 doğumludur ve Adana ili idari kaza bölgesi sınırları içerisinde bulunan
Seyhan kasabasında yaşamaktadır.
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
A. Giriş
10. 5 Ekim 1994 tarihli olayları çevreleyen gerçekler, taraflar arasından ihtilaflıdır.
11. Başvuran tarafından sunulduğu şekliyle olaylar, aşağıda kaydedilen Kısım B’de
belirtilmektedir (bkz. paragraflar 12-21). Hükümet’in olaylarla ilgili görüşleri, aşağıda kaydedilen
Kısım C’de özetlenmektedir (bkz. paragraflar 22-23). Başvuran ve Hükümet tarafından sunulan
yazılı ifadeler, sırasıyla Kısım D (bkz. paragraflar 24-27) ve Kısım E’de (bkz. paragraflar 28-52)
özetlenmektedir.
B. Başvuran’ın olaylara ilişkin görüşleri
12. 3 Ekim 1994 tarihinde Rehib Çabuk ve Sefer Cerf, Adana’da öldürülmüştür. Sırasıyla,
Kürt yanlısı bir parti olan HADEP’in (Halkın Demokrasi Partisi), bölge başkanı ve yönetim kurulu
mensubudurlar. Başvuran, cinayete tanık olmuş ve 4 Ekim 1994 tarihinde cenazeye katılmıştır.
13. 5 Ekim 1994 tarihinde 11.00 sularında, başvuran Adana’da bulunan Mutlu semtindeki
Erzurumlar Kıraathanesinde otururken, daha sonra kendilerini polis olarak tanıtan iki kişi
kıraathaneye girmiştir. İkisi de terörle mücadele şubesindendir ve tabanca taşımaktadır.
Kıraathaneden ayrılırken başvuran, plaka numarası 01 HC 644 olan beyaz bir Renault arabaya
bindirilmiştir.
14. Arabada, üzerlerinde MP-5 otomatik silahlar taşıyan iki polis memuru daha
bulunmaktadır. Başvuranın, yine kıraathanede bulunan ağabeyi Suphi Dizman, polislere kardeşini
neden götürdüklerini sormuştur. Polis kendisine, kardeşine bazı sorular sormak istediklerini ve
kıraathaneye geri getireceklerini söylemiştir.
15. Araba, Kabaktepe yönünde ilerlemiş ve terkedilmiş bir alanda durmuştur. Başvuran,
arabadan çıkarılmıştır. Dışarı çıkar çıkmaz, polis memurları başvuranı yumruklayarak ve
tekmeleyerek silahlarının dipçikleri ile dövmeye başlamıştır. Polis memurları, başvuranı önceki gün
Sefer Cerf ve Rehib Çabuk’un cenaze töreninde görmüş olduklarını söylemişlerdir. Kendisini tehdit
ederek bu tür faaliyetlerde bulunmaya devam ederse, sonunun diğer ölü HADEP mensupları gibi
olacağını belirtmişlerdir.
16. Polis memurları, bölge sakinleri hakkında başvuranı sorgulamıştır. Ayrıca başvuran,
Kürt yanlısı bir gazete olan Özgür Ülke Gazetesi’ni sattıkları ve Kürdistan İşçi Partisi (“PKK”) için
para topladıkları iddia edilen mağaza sahiplerinin eylemlerini bildirmeye zorlanmıştır. Polis
memurlarını, sözkonusu mağaza sahiplerinin politik aktivitelerinden haberdar etmezse
öldürüleceğine ilişkin tehdit edilmiştir.
17. Başvuran, sözkonusu aktivitelere dahil olduğunu reddetmiş ve kendisine bir suçlu gibi
davranmaya hakları olmadıklarını söyleyerek protesto etmiştir. Daha sonra arabaya bindirilmiş ve
kasabaya götürülmüştür. Polis memurlarıi kendisini serbest bırakmadan önce bir adres vermiş ve
gelecek Cuma akşamı orada olmasını söylemişlerdir.
18. Başvuran eve geldiğinde yakınları kendisini, çene kemiğinin kırıldığının ve operasyon
geçirmesi gerektiğinin tespit edildiği hastaneye götürmüşlerdir.
19. Başvuran, bir avukat yardımı ile, 7 Ekim 1994 tarihinde Adana Cumhuriyet Savcılığı’na
bir dilekçe sunmuş ve Savcılık’tan, kendisini kötü muameleye maruz bırakan polis memurları
aleyhinde cezai takibat başlatmalarını talep etmiştir. Olayın detaylı bir açıklamasını yapmış ve
sözkonusu polis memurlarının fiziksel özelliklerini belirtmiştir. Başvuran, daha sonra, Cumhuriyet
Savcısı’ndan, cezai takibatlarda delil olarak kullanılabilecek tıbbi bir rapor almak için kendisini
Adli Tıp Müdürlüğü’ne göndermesini istemiştir.
20. Rapor, 7 Ekim 1994 tarihinde Adana Adli Tıp Müdürlüğü’nden alınmıştır (içerik için
bkz. paragraf 27).
21. Başvuran, Cumhuriyet Savcısı’ndan cevap alamamıştır.
C. Hükümet’in olaylara ilişkin görüşleri
22. Başvuranın 25 gün süreyle çalışamayacağını söyleyen tıbbi bir rapor, 7 Ekim 1994
tarihinde Adli Tıp Müdürlüğünce yayınlanmıştır.
23. Başvuran, 7 Ekim 1994 tarihinde Adana Cumhuriyet Savcısı’na başvuruda bulunmuştur.
10 Ekim 1994 tarihinde Adana Cumhuriyet Savcısı, başvuranın 1994/29324 no.lu dosya bağlamında
sunduğu kötü muameleye maruz bırakıldığına dair iddialarına ilişkin bir soruşturma başlatmıştır.
D. Başvuran tarafından sunulan yazılı ifade
24. Aşağıda kaydedilen bilgi, başvuran tarafından sunulan dokümanlardan elde edilmiştir.
25. 6 Ekim 1994 tarihinde başvuran, Adana Cumhuriyet Savcılığı’na bir dilekçe sunmuştur.
Sözkonusu dilekçenin içeriği, Kısım B uyarınca sunduğu görüşlerinin temelini oluşturmuştur (bkz.
paragraflar 12-20). Ayrıca Cumhuriyet Savcısı’na, polis tarafından serbest bırakılması ardından
hastaneye kaldırılmış olduğunu söylemiştir. Hastanede çene kemiğinin kırılmış olduğu ve operasyon
gerektirdiği tespit edilmiştir. Başvuran, çekilen röntgenleri Cumhuriyet Savcısı’na göstermiştir ve
polis memurlarına ilişkin suçlamalarda bulunmak istediğini belirtmiştir. Son olarak Cumhuriyet
Savcısı’ndan, Adli Tıp Müdürlüğü’ne gönderilmesini istemiştir.
26. 7 Ekim 1994 tarihinde başvuran, Adana Cumhuriyet Savcılığı’na başka bir dilekçe daha
sunmuştur ve daha önceki dilekçesinin içeriğini yinelemiştir. Ayrıca, sözkonusu dilekçedeki polis
memurlarının fiziksel özelliklerini tanımlamıştır.
27. Adana Adli Tıp Müdürlüğünce hazırlanan bir sağlık raporuna göre, başvuranın sol çene
kemiği kırılmıştır. Rapor, başvuranın muayenesine ve röntgenlerine dayanmaktadır. Kırığın hayati
bir tehlike arz etmediği ancak, başvuranı çalışmaktan 25 gün alıkoyduğu sonucuna varılmıştır.
E. Hükümet tarafından sunulan yazılı ifade
28. Aşağıda kaydedilmiş olan bilgi, Hükümet tarafından sunulan dokümanlardan alınmıştır.
29. Sözkonusu karara göre Adana Cumhuriyet Savcısı, başvuranın dilekçelerini kabul etmesi
ardından, belirsiz bir günde polis memurları aleyhinde cezai takibat başlatma yetkisi olmadığına
karar vermiş ve soruşturma dosyasını, polis memurları aleyhinde cezai takibat başlatma yetkisine
sahip olabilme amacıyla Adana İdare Kurulu’na göndermiştir.
30. 24 Kasım 1994 tarihinde, Adana Vali yardımcısının başkanlık ettiği ve altı memurdan
oluşan Adana İdare Kurulu, soruşturma başlatmak için yeterli delil olmadığına ve 5 Ekim 1994
tarihinde başvuranı tehdit edip kötü muameleye maruz bıraktıkları iddia edilen ve Adana terörle
mücadele şubesi için hizmet veren polis memurları Yaşar Soyyiğit, Hacı Kara, Mustafa Duman ve
Kadri Dursun’un cezai takibat izinlerini ellerinden almaya karar vermiştir.
31. Yönetim Kurulu kararını, 5 Ekim 1994 tarihinde kötü muameleye maruz bırakıldığı iddia
edilen başvuranın, 7 Ekim 1994 tarihinde Adli Tıp Müdürlüğü’ne sevkini istememesine
dayandırmıştır. Sözkonusu karardan anlaşıldığına göre, soruşturma dosyası, 18 Ekim 1994 tarihinde
sözkonusu amirlik tarafından yazılan bir mektup ile birlikte, Adana Polis Karakolu Adli Şube
Amirliğince, Yönetim Kurulu’na gönderilmiştir.
32. 7 Aralık 1994 Adana Polis Disiplin Kurulu, tarihinde şikayette bulunulan eylemleri
gerçekleştirmiş olduklarına dair tatmin edici deliller sunulamadığı için polis memurlarına disiplin
cezası vermeme kararını almıştır. Sözkonusu kararda başvuranın polis memurlarınca dövüldüğünü
ve kendisine 25 gün süreyle çalışamayacağına ilişkin bir sağlık raporu verildiğini belirttiği
kaydedilmiştir. Başvuran, kimseye karşı şikayette bulunmamıştır. Başvuranın ağabeyi, Polis
Disiplin Kurulu’na kardeşinin, kıraathaneden polis memurları tarafından alınıp götürüldüğünü
söylemiş ancak, kimseye karşı şikayette bulunmamıştır.
33. Polis Disiplin Kurulu kararında, dört polis memurundan biri olan Yaşar Soyyiğit’in,
kendisi ve iş arkadaşlarının, kıraathanede diğer polis arkadaşları ile kimlik kontrolü yaparken
başvurandan şüphelendiklerini söylemiş olduğu kaydedilmiştir. Başvurana birtakım sorular sormuş
ve ayrılmışlardır. Onu dövmemişlerdir. Diğer üç polis memuru, Yaşar Soyyiğit tarafından verilen
ifadeyi doğrulamıştır.
34. 31 Mayıs 1996 tarihinde Danıştay, Adana İdare Kurulu’nun polis memurları aleyhinde,
kötü muamele suçuna ilişkin, cezai takibat başlatma izninin verilmemesi kararını feshetmiş ve tehdit
iddiaları nedeniyle haklarında cezai takibat başlatma yetkisini vermeyen kararı onamıştır. Danıştay
daha sonra dört polis memurunun, Adana Asliye Ceza Mahkemesi huzurunda yargılanmalarına
karar vermiştir. Danıştay’a göre, sağlık raporu başvuranın, iddia edildiği gibi dört polis memuru
tarafından kötü muameleye maruz bırakılmış olduğunu göstermiştir.
35. Danıştay’ın kararı, 7 Ağustos 1996 tarihinde Adana Cumhuriyet Savcılığı’na iletilmiştir.
8 Ağustos 1996 tarihinde Adana Cumhuriyet Savcısı, kararı Adana Asliye Ceza Mahkemesi’ne
havale etmiş ve Mahkeme’nin gerekeni yapmasını istemiştir.
36. 11 Ağustos 1996 tarihinde Adana Asliye Ceza Mahkemesi Dokuzuncu Dairesi (“Asliye
Mahkemesi”) huzurunda bir hazırlık duruşması yapılmıştır. Mahkeme sanıkları, gelecek duruşma
için 14 Kasım 1996 tarihinde çağırmaya ve ayrıca, sanıkların sabıka kayıtlarını gösteren kimlik
kartlarını ve dokümanları almaya karar vermiştir.
37. 12 Ağustos 1996 tarihinde Adana Cumhuriyet Savcısı, Adalet Bakanlığı’na bağlı
Uluslararası Hukuk ve Dışilişkiler Müdürlüğü’ne (“Müdürlük”) bir mektup göndermiş ve
Müdürlüğü, yukarıda kaydedilen kararlardan haberdar etmiştir. Cumhuriyet Savcısı, cezai takibatın,
1996/818 no.lu dava dosyası bağlamında Asliye Mahkemesi huzurunda devam ettiğini ve 14 Kasım
1996 tarihli bir duruşmanın program dahilinde olduğunu eklemiştir. Bu mektupta Cumhuriyet
Savcısı, 7 Haziran 1996 tarihinde Müdürlük tarafından kendisine gönderilen bir mektuba
değinmiştir ve 13 Haziran 1996 tarihinde Savcılık tarafından bir cevap gönderilmiştir.
38. 21 Ağustos 1996 tarihinde Asliye Mahkemesi, Adana Cumhuriyet Savcısı’ndan, 14
Kasım 1996 tarihinde yapılacak duruşmada sanıkların kimlik kartlarını almasını istemiştir.
39. 27 Ağustos 1996 tarihinde Müdürlük, Dışişleri Bakanlığı’na bir mektup göndermiş ve
başvuran tarafından Komisyon’a sunulan başvuruya değinmiştir. Müdürlük, Bakanlığı yukarıda
kaydedilen kararlardan haberdar etmiştir ve cezai takibatın, 1996/818 no.lu dosya bağlamında
Asliye Mahkemesi huzurunda devam etmekte olduğunu eklemiştir. Müdürlük ayrıca 31 Mayıs 1996
tarihinde Müdürlük tarafından gönderilen mektuba ve 26 Haziran 1996 tarihli cevaplarına
değinmiştir.
40. 5 Eylül 1996 tarihinde terörle mücadele şubesi, Asliye Mahkemesi’ne, sanıklardan biri
olan Yaşar Soyyiğit’in kimlik kartını göndermiştir.
41. 14 Kasım 1996 tarihinde duruşma, Asliye Mahkemesi huzurunda başlamıştır.
Sanıklardan yalnızca ikisi, Yaşar Soyyiğit ve Hacı Kara, Mahkeme salonunda hazır bulunmuştur.
Posta makbuzlarına göre, diğer iki sanık da Mahkeme huzuruna çağrılmıştır.
42. Soyyiğit ve Kara, Asliye Mahkemesi huzurunda, sözkonusu günde kıraathaneye gitmiş
olduklarını ve başvuranın kimlik kartını kontrol ettiklerini belirtmiştir. Başvuranın, yetkili
makamlarca herhangi bir suçtan dolayı aranmadığını anladıklarında, kimlik kartını iade etmişlerdir.
Başvuranı, dövmemişlerdir. Sanıklar, hazırlık soruşturması sırasında verdikleri ifadeleri
doğrulamışlardır.
43. Asliye Mahkemesi, diğer iki sanığın yargı alanlarında yaşamakta olduğu Mahkemelere
talimatlar göndererek, Mahkemelerden sözkonusu sanıkların ifadesini almasını istemiştir. Asliye
Mahkemesi ayrıca, sanıkların doğum kayıtlarını isteme amacıyla Nüfus Müdürlüğü’ne mektuplar
göndermeye karar vermiştir. Başvuranın “sehven Mahkemeye çağrılmamış” olduğunu belirten
Asliye Mahkemesi, 29 Ocak 1997 tarihli duruşmaya çağırma kararı almıştır.
44. 9 Aralık 1996 tarihinde Karakoçan Asliye Ceza Mahkemesi, Asliye Mahkemesi’nden
gelen talimat üzerine, 14 Kasım 1996 tarihinde Asliye Mahkemesi huzurunda düzenlenen
duruşmaya katılmayan iki sanıktan biri olan Mustafa Duman’ın ifadesini almıştır. Duman,
Mahkeme huzurunda, kendisi ya da meslektaşlarının, başvuranı kötü muameleye maruz
bırakmadıklarını belirtmiştir. Duman’a göre, başvuran PKK mensubudur ve bu nedenle, polise karşı
kötü muamele iddialarında bulunmuştur.
45. 25 Aralık 1996 tarihinde Akçakale Asliye Ceza Mahkemesi, yine Asliye
Mahkemesi’nden gelen talimat üzerine, dördüncü sanık Kadri Dursun’un ifadesini almıştır. Dursun
Mahkeme huzurunda, bir iddiadan ibaret olan olayı hatırlamadığını belirtmiştir. Başvuranı bile
tanımamaktadır.
46. 29 Ocak 1997 tarihinde Asliye Mahkemesi huzurunda yapılan duruşma sırasında
başvuran, daha önce polis karakolunda alınmış olan ifadesinin içeriğinin doğruluğunu onaylamıştır.
Ayrıca Asliye Mahkemesi’ne, sanıklar aleyhinde suçlamalarda bulunmak istediğini bildirmiştir.
Başvuranın ağabeyi Suphi Dizman da daha önce polis karakolunda alınmış olan ifadesinin
içeriğinin doğruluğunu onaylamış ve sözkonusu dört polis memurunun, erkek kardeşini
dövdüklerini ve çenesini kırdıklarını belirtmiştir.
47. Asliye Mahkemesi, Akçakale Asliye Ceza Mahkemesi’nin, Kadri Dursun’un ifadelerini
zamanında göndermemiş olması nedeniyle duruşmayı 27 Mart 1995 tarihine kadar ertelemiştir.
48. 27 Mart, 4 Haziran ve 15 Eylül 1997 tarihli duruşmaların, yetkili makamların Asliye
Mahkemesi’ne Kadri Dursun’un kimlik kartını ve Mustafa Duman’ın sabıka kayıtlarını sunmaması
nedeniyle ertelenmesi gerekmiştir.
49. 17 Kasım 1997 tarihli duruşmada Cumhuriyet Savcısı’na, görüşlerini sunması için 29
Aralık 1997 tarihine kadar süre tanınmıştır.
50. 29 Aralık 1997 tarihinde son bir duruşma daha yapılmıştır. Sanıklar, sözkonusu
duruşmaya katılmamıştır. Cumhuriyet Savcısı, kötü muamele iddialarını kanıtlama hususunda
başvuranın ifadesinden başka bir kanıt olmadığını ileri sürmüştür. Ayrıca, başvuran sözkonusu
sağlık raporunu iddia edilen olaydan iki gün önce almıştır. Cumhuriyet Savcısı, Asliye
Mahkemesi’nden sanıkların, beraatini talep etmiştir.
51. Asliye Mahkemesi, sanıkların kendileri aleyhinde sunulan iddiaları “şiddetle inkar
ettiklerini” belirterek ve “sağlık raporunun, iddia edilen olaylardan iki gün önce verildiğini”
belirterek, 29 Aralık 1997 tarihinde başvuranın aldığı yaralara, sanıkların neden olduğuna dair
yeterli delil olmadığı sonucuna varmış ve sanıkların beraatına karar vermiştir.
52. Hükümet tarafından sunulan posta makbuzlarına göre, Asliye Mahkemesi’nin kararı,
1998 senesi Mart ayında sanıklara bildirilmiştir.
II. İLGİLİ İÇ HUKUK VE UYGULAMASI
53. İlgili iç hukuk ve uygulaması, İlhan/Türkiye kararında ([BD], no. 22277/93, §§ 35-46,
ECHR 2000-VII) açıklanmaktadır.
HUKUK
I.AİHM’NİN KANIT DEĞERLENDİRMESİ VE OLGULARI BELİRLEMESİ
A.Tarafların argümanları
1.Başvuran
54.Başvuran, 5 Ekim 1994 tarihinde dört polis tarafından kaçırılarak ıssız bir yere
götürüldüğünü, burada tüfek dipçikleriyle dövülmek, tekmelenmek ve yumruklanmak suretiyle kötü
muameleye maruz kaldığını ileri sürmüştür.
55.Başvuran, AİHM’nin dikkatini yerel yetkililerin uygun soruşturma yapmamasına ve
Hükümet’in AİHM tarafından istenen belirli kilit belgeleri sunmamasına çekmiştir. Bunlar,
başvurana göre, çok açık bir biçimde, iddialarını desteklemekteydi.
2.Hükümet
56.Hükümet, başvuranın iddialarını doğrulamak için herhangi bir kanıt sunmadığını
vurgulamıştır. 7 Ekim 1994 tarihli sağlık raporunun yalnızca başvuranın sol çene kemiğinin
kırılmasına değindiğini ifade etmiştir. Raporda başka bir yara veya ekimoz izi olduğundan
bahsedilmemesi, Hükümet’e göre, başvuranın iddialarının doğruluğuna dair şüphe uyandırmıştır.
Hükümet ayrıca, çene kırık olan başvuranın, olay gününde değil de, iki gün sonra doktora gitmesini
ilginç bulmuştur.
B.38 § 1 (a) madde ve AİHM tarafından çıkarılan sonuçlar
57.Kanıtların değerlendirilmesine geçmeden önce, AİHM, AİHS’nin 34. maddesiyle temim
edilen bireysel başvuru hakkı sisteminin etkili olarak işlemesi bağlamında, Devletlerin başvuruların
gerektiği gibi ve etkili olarak incelenmesini mümkün kılmak için tüm gerekli kolaylıkları sağlaması
gerektiğinin çok büyük önem arz ettiğini tekrarlar (bkz. Tanrıkulu – Türkiye [BD], no. 23763/94,
§70, AİHM 1999-IV). Bir başvuranın, Devlet görevlilerini, kendisinin AİHS haklarını ihlal etmekle
itham ettiği durumlarda, belirli vakalarda yalnızca sorumlu Hükümet’in bu iddiaları doğrulama veya
reddetmeyi muktedir bilgiye ulaşma imkanı olması, bu tür davalara ilişkin işlemlerin özünde
bulunmaktadır. Hükümet’in ellerinde olan bu tür bilgileri tatminkar bir açıklama yapmaksızın
sunmaması, başvuranın iddialarının temelinin olduğuna ilişkin çıkarımların yapılmasına sebep
olmakla kalmayabilir, aynı zamanda AİHS’nin 38 § 1 (a) maddesi çerçevesindeki yükümlülüğüne
ilişkin olarak Devlet’in bu maddeye uygun hareket etme seviyesine ilişkin olarak olumsuzluk
yansıtabilir (bkz Timurtaş – Türkiye, no. 23531/94, §§ 66 ve 70, AİHM 2000-VI). Aynı durum,
Devlet’in bilgi sunmasındaki gecikmeler için de geçerlidir, ki bu dava olguların belirlenmesine halel
getirir (bkz. Orhan – Türkiye, no. 25656/94, § 266, 18 Haziran 2002).
58.Bu bağlamda, AİHM, Hükümet’in, Komisyon’un ve akabinde AİHM’nin bilgi ve belge
talebine cevabına ilişkin birkaç hususu dikkatle not etmiştir. Belirli belgeler için yapılan taleplerden
başka, Hükümet’ten tüm soruşturma dosyasını sunması birkaç defa talep edilmiştir.
59.Hükümet’in talep edilen bilgi ve belgeleri AİHS birimlerine sunmamasına ilişkin olarak,
AİHM, ilk olarak, 18 Eylül 1995 tarihinde Komisyon’un Hükümet’ten, başvuranın 7 Ekim 1994
tarihli dilekçesinin Adana Cumhuriyet Savcısı tarafından alınmasının ardından Savcı tarafından
başvuranın iddialarına yönelik bir soruşturma yapılıp yapılmadığını teyit etmesini talep ettiğini
gözlemler (bkz. 26. paragraf). 16 Nisan 1996 tarihinde, Hükümet, Adana Cumhuriyet Savcısı
tarafından 10 Ekim 1994 tarihinde 1994/29324 dosya numaralı bir soruşturma başlatıldığını ve hala
devam ettiğini bildirmiştir.
60.Ancak, Hükümet, yazısında, Adana Cumhuriyet Savcısı’nın soruşturmasının, Savcı
tarafından verilen yetkisizlik kararının ardından halihazırda tamamlandığını ve dava dosyasının
Adana İdare Kurulu’na gönderildiğine değinmemiştir (bkz. 29. paragraf). Ayrıca, 24 Kasım 1994
tarihinde Adana İdare Kurulu’nun davayı incelemeyi tamamladığına da değinmemiştir (bkz. 30.
paragraf).
61.Hükümet, İdare Kurulu’nun kararını, 30 Eylül 1999 tarihine, yani bu kararın
alınmasından sonra yaklaşık olarak beş yıl geçene kadar, AİHS kurumlarına göndermemiştir.
Ancak, bu durumda, Hükümet, 31 Mayıs 1996 tarihinde Danıştay tarafından alınan kararı – bu
karara değinmek bir yana – AİHM’ye göndermemiştir (bkz. 34. paragraf). Bu karar, 28 Mart 2001
tarihine kadar AİHM’ye gönderilmemiştir.
62.Bu arada, AİHM Sekreteryası, başvuranın adının geçtiği başka bir başvuruyu incelerken
(bkz. Macır – Türkiye, no. 29516/95, § 10, 22 Nisan 2003), 1999 yılında, İdare Kurulu’nun 24
Kasım 1994 tarihli kararının Danıştay tarafından 31 Mayıs 1996 tarihinde bozulduğunun farkına
varmıştır (bkz. 34. paragraf). Ayrıca, Sekreterya, doğrudan Adana Asliye Ceza Mahkemesi ile
temasa geçmek suretiyle, dört polis memurunun başvuranın iddialarına yönelik olarak yargılandığını
ve 29 Aralık 1997 tarihinde beraat ettiklerini de ortaya çıkarmışlardır (bkz. 51. paragraf).
63.27 Ocak 2000 tarihinde, AİHM, Hükümet’ten 16 Mart 2000 tarihinden önce soruşturma
dosyasını ve başvuranın kötü muamele iddialarına ilişkin kararların kopyalarını sunmaya davet
etmiştir. Hükümet, süre limiti geçmeden önce herhangi bir belge sunmamış ve buna ek olarak,
AİHM’nin 3 Temmuz 2000 tarihli uyarısına cevap vermemiştir. 28 Mart 2001 tarihinde, AİHM
tarafından tekrar 9 Mart 2001 tarihinde uyarıldıktan sonra, Hükümet, öne sürdüğü üzere, “gözaltına
alınmasından sorumlu polis memurlarına yönelik olarak başvuran tarafından yapılan kötü muamele
iddialarını takiben başlatılan yargı işlemleri dosyası”nı AİHM’ye iletmiştir.
64.Başvuranın Hükümet tarafından sunulan belgelere ilişkin görüşlerini AİHM’ye
iletmesinin ardından, AİHM, Hükümet’i bu görüşler hakkında görüş bildirmeye davet etmiştir.
Hükümet’ten hiçbir yanıt alınmamıştır.
65.Yukarıda değinilen, AİHS birimlerinin belirli bilgi ve belge taleplerine zamanında yanıt
verme ya da yalnızca yanıt vermeye ilişkin noksanlıkların ötesinde ve bunun aksini iddia etmesine
rağmen (bkz. 63. paragraf), Hükümet, ayrıca AİHM’ye tam soruşturma dosyasını da
iletmemiştir.AİHM, özellikle, aşağıdaki, potansiyel olarak önemli ve Hükümet tarafından
iletilmeyen belgeleri vurgular. Bu belgelerin varlığı, AİHM’nin elinde bulunan belgelerde onlara
yapılan atıflardan ortaya çıkmıştır:
(a)Başvuran tarafından 6 Ekim 1994 tarihinde Adana Cumhuriyet Savcısı’na sunulan ve 7
Ekim 1994 tarihinde Adli Tıp Kurumu Müdürlüğü tarafından incelenen röntgen filmleri (bkz. 25.
paragraf);
(b)Başvuranın Adli Tıp’a nakli talimatını verirken Adana Cumhuriyet Savcısı tarafından
hazırlanan belgeler (bkz. 31. paragraf);
(c)yetkisizlik kararı (bkz. 29. paragraf) ve bu karardan önce Adana Cumhuriyet Savcısı
tarafından başvurandan ve adı iddialarda geçen polislerden alınan ifadeler;
(d)ön soruşturma safhasında polis memurlarından alınan ifadeler (bkz. 33. paragraf);
(e)Adana Emniyet Müdürlüğü’nün 18 Kasım 1994 tarihli yazısı (bkz. 31. paragraf);
(f)Emniyet Müdürlüğü’nde başvurandan ve erkek kardeşinden alınan ifadeler (bkz. 46.
paragraf);
(g)Dışişleri Bakanlığı’nın31 Mayıs 1996 tarihli yazısı (bkz. 39. paragraf);
(h)Müdürlük’ün 7 ve 26 Haziran 1996 tarihli (bkz. 37. ve 39. paragraflar) yazıları ve son
olarak;
(i) Adana Cumhuriyet Savcısı’nın 13 Haziran 1996 yazısı (bkz. 37. paragraf).
66.AİHM, Komisyon’un ve AİHM’nin ilgili bilgi, belge ve açıklama taleplerine cevaben
Hükümet’in gecikme ve ihmallerine herhangi bir açıklama getirmediği sonucuna varmıştır. Buna
göre, Hükümet’in bu bağlamdaki tutumundan sonuçlar çıkarabileceğini tespit etmiştir. Ayrıca,
AİHM, bir sorumlu Hükümet’in AİHS işlemlerinde işbirliği yapmasının önemine atıfta bulunarak
(bkz. 57. paragraf), Hükümet’in, AİHS’nin 38 § 1 (a) maddesi kapsamında, olguları belirleme
görevleri çerçevesinde, Komisyon’a ve AİHM’ye gerekli bütün kolaylıkları sağlama
yükümlülüğünü yerine getirmediğini tespit etmiştir.
C.AİHM’nin olguları değerlendirmesi
67.Başvuran, dört polis memuru tarafından ıssız bir yere götürüldüğünü ve kötü muameleye
maruz kaldığını iddia etmiştir. Bu kötü muamelenin bir sonucu olarak, çene kemiği kırılmıştır.
Hükümet, iddia edilen olay günü sağlık raporu almadığını vurgulayarak başvuranın iddialarını
reddetmiştir.
68.AİHM, ilk olarak – AİHS işlemleri süresince, Hükümet’e verilmiş olan, başvuranın
yorumlarına cevap verme imkanlarına rağmen – Hükümet’in başvuranın dört polis tarafından ıssız
bir yere götürüldüğü iddiasına karşı çıkmadığını gözlemler.
69.Aynı şekilde, dört polisten ikisinin yargılama sırasında verdiği ifadelere ilişkin yorum
yapmamış ve bunların doğruluğunu teyit etmemiştir, bu ifadelere göre, sözkonusu polis memurları
başvuranı götürmemiş, kimliğini kontrol ettikten sonra kendisine geri vermiştir (bkz. 42. paragraf).
Bu bağlamda, AİHM, Hükümet’in AİHM’nin dikkatini bu polislerin yargılanmasına dahi
çekmediğini, bunun AİHM tarafından ex proprio motu ortaya çıkarıldığını tekrarlar (bkz. 62.
paragraf). Ayrıca, pek çok talep ve hatırlatmaya rağmen, Hükümet, 28 Mart 2001 tarihinde kadar,
yani yargılama sona erdikten sonra üç sene geçinceye kadar, AİHM’ye yargılamaya ilişkin belgeleri
sunmamıştır (bkz. 63. paragraf).
70.Bu yargılamanın etkinliğinin aşağıda incelenecek olmasına rağmen (bkz. 90-100
paragraflar), AİHM bu noktada, sanıklardan ikisinin mahkemeye çıkmamasının mazur
görülmesinden dolayı şaşkınlığa düştüğünü vurgular (bkz. 43-45. paragraf). Sonuç olarak,
mahkeme, bu iki sanığı doğrudan yargılama imkanından yoksun kalmıştır. Ayrıca, ilk duruşma için
mahkeme tarafından “kasıtsız olarak” çağrılmayan (bkz. 43 paragraf) ve akabindeki duruşmaların
dahi bildirilmediği başvurana, yargılama sırasında iddialarını ortaya koymak için yeterli imkan
tanınmamıştır.
71.AİHM, sanıkların inkarının görünüşte mahkemenin onları beraat ettirmesi için yeterli
olduğunu not eder. Başvuranın hem polise (bkz. 46. paragraf) hem de yargılama (bkz. 46. paragraf)
esnasında başvuranın ve erkek kardeşinin verdiği ifadelere ağırlık verildiği görünmemektedir.
72. Beraat kararında, mahkeme, Adli Tıp tarafından hazırlanan sağlık raporunu büyük ölçüde
dayanak olarak kullanmıştır. Ne Cumhuriyet Savcısı ne de mahkeme hakimi, başvuranın
söylediğine göre, 5 Ekim 1994’te muayene edildiği, ve ayrıca çene kemiğinin filminin çekildiği
hastaneden bilgi almak yoluna gitmemişlerdir (bkz. 25 . paragraf).
73.Yukarıda anlatılanlar ışığında, AİHM, yargılama süresince polisler tarafından verilen
ifadelerin, başvuranın iddialarını haksız çıkarmayı muktedir, kesin kanıtlar olmadığını tespit
etmiştir.
74.AİHM, bir kez daha, ön soruşturma sırasında polislerden alınan ifadelerin (bkz. 33.
paragraf) veya Danıştay’a iletildiğinde soruşturma dosyasında bulunabilecek başka belgelerin
kendisine sunulmadığını tekrarlar. Bu bağlamda, soruşturma dosyasını elinde bulunduran
Danıştay’ın, 31 Mayıs 1996 tarihli kararında, iddia edildiği üzere başvuranın dört polis memuru
tarafından kötü muameleye maruz kaldığını tespit ettiğini gözlemler (bkz. 34. paragraf). AİHM’ye,
Danıştay’ın vardığı sonucun doğruluğuna dair şüphe oluşturacak hiçbir argüman sunulmamıştır.
75.Hükümet’in, Adli Tıp Kurumu’nun rapor tarihinin 7 Ekim 1994 olması gerçeğine
dayanmasına ilişkin olarak (bkz. 27. paragraf), AİHM, bu tarihin, başvuranın Cumhuriyet Savcısı
tarafından bu kuruma naklettirildiği tarih olduğunu gözlemler (bkz. 26. paragraf). Bu bağlamda,
AİHM, Hükümet’in hiçbir safhada, başvuranın polis tarafından 5 Ekim 1994 tarihinde serbest
bırakıldıktan sonra ailesi tarafından hastaneye götürüldüğü (bkz. 25-26) ya da bu hastanede röntgen
filmlerinin çekildiği ve bu filmlerin başvuran tarafından 6 Ekim 1994 tarihinde Cumhuriyet
Savcısı’na iletildiği (bkz. 25. paragraf) şeklindeki anlatımına itiraz etmediğini gözlemler. Yine aynı
şekilde, Hükümet’in ya da başka bir yerel makamın, başvuranın ifadesinin doğruluğunu sınamak
amacıyla, başvuranın muayene edildiğini iddia ettiği hastaneyle irtibata geçildiği görünmemektedir.
76.Yukarıda anlatılanlar ışığında ve yukarıda ayrıntılı olarak ortaya konulmuş olan,
Hükümet’in AİHM’ye ilgili bilgi ve belgeleri sunmamış olmasını dikkate alarak (bkz. 58-65.
paragraflar), AİHM, başvuranın 5 Ekim 1994 tarihinde dört polis tarafından kötü muameleye maruz
kaldığı ve bu darp sonucunda çenesinin kırıldığı sonucuna varmıştır.
77.Bu tespit temelinde, AİHM, başvuranın AİHS’nin çeşitli maddeleri kapsamında yaptığı
şikayetlerini incelemeye geçecektir.
II.AİHS’NİN 2. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
78.Başvuran, polislerin 5 Ekim 1994 tarihinde yaptığı ölüm tehditleri sebebiyle AİHS’nin 2.
maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bu maddenin ilgili bölümlerine göre:
“1. Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile
cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine
getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez.
…”
79.Hükümet, görüşünde bu şikayete değinmemiştir.
80.AİHM, başvuranın iddialarının, 2. madde ihlali teşkil edecek nitelikte ve derecede olduğu
konusunda ikna olmamıştır (bkz. Buldan – Türkiye, no. 28298/95, § 93, 20 Nisan 2004).
81.Buna göre, AİHM, AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.
III.AİHS’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
82.Başvuran, AİHS’nin 3. maddesi çerçevesinde insanlık dışı ve küçültücü muameleye varan
kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürmüştür. Bu maddeye göre:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.”
83.Hükümet, başvuranın iddialarını doğrulamak için hiçbir kanıt sunmadığını belirtmiştir.
84.AİHM’nin içtihadı, 3. maddenin kapsamına girecek ise, kötü muamelenin asgari bir
vehamet derecesine ulaşması gerektiğini belirtmektedir. Bu asgarinin değerlendirilmesi görecelidir:
muamelenin süresi, fiziksel ve/veya zihinsel etkileri, ve bazı vakalarda kurbanın cinsiyeti, yaşı ve
sağlık durumu gibi davanın bütün koşullarına bağlıdır (bkz. Tekin – Türkiye, 9 Haziran 1998,
Reports of Judgments and Decisions 1998-IV, § 52).
85.AİHM, başvuranın polisler tarafından dövüldüğünü ve bu dövülmenin sonucunda
çenesinin kırıldığının kesin olduğunu tespit ettiğini hatırlatır (bkz. 76. paragraf). Bu tür bir
muamelenin, insanlık dışı ve küçültücü muamele sınırına ulaştığı ve bu bağlamda bir 3. madde
ihlali ortaya koyduğu kanısındadır.
86.Dolayısıyla, başvuranın maruz kaldığı muamele bağlamında 3. madde ihlal edilmiştir.
IV.AİHS’NİN 5. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
87.Başvuran, AİHS’nin 5. maddesinin hiçbir fıkrası ile haklı çıkarılamayacak koşullarda
tutuklu bulundurulduğunu öne sürerek şikayetçi olmuştur.
88.Hükümet, görüşünde bu şikayete değinmemiştir.
89.Yukarıda 3. madde ile ilgili ve aşağıda 13. madde ile ilgili tespitlerini dikkate alarak,
AİHM, bu davanın koşullarında, 5. maddenin ihlal edilip edilmediğinin belirlenmesinin gerekli
olmadığı kanısındadır.
V.AİHS’NİN 13. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
90.Başvuran, soruşturmadaki noksanlıkların, 13. maddeyi ihlal ettiğini ileri sürerek şikayetçi
olmuştur. Bu maddeye göre:
“Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlal fiili resmi görev
yapan kimseler tarafından bu sıfatlarına dayanılarak yapılmış da olsa, ulusal bir makama
etkili bir başvuru yapabilme hakkına sahiptir.”
91.Başvuran, argümanını desteklemek amacıyla özellikle polis memurlarının soruşturulması
ve yargılanması süresince ulusal yetkililerin şu eksikliklerine atıfta bulunmuştur:
(a)polis memurlarından detaylı ifade almamak, ki buna, onları sorgulayarak olayları
anlatmaları dahil idi;
(b)polislerin silahlarını emniyet altına almak, ve diğerlerinin yanı sıra, bunların başvurana
temas edip etmediğini belirlemek için bu silahlar üzerinde adli tıp testleri yapmamak;
(c)ayak izi ve lastik izi için olay yerini incelememek;
(d)7 Ekim 1994 tarihli sağlık raporunu hazırlayan doktordan, başvurandaki yaraların tam
kapsamı ve sebeplerine ilişkin görüşlerine dair ifade alınmaması; örneğin bu yaralar tüfek
dipçiklerinin sebep olduğu yaralanmalar ile örtüşmekte miydi?
(e)5 Ekim 1994 tarihli olaya tanık olmuş olabilecek, kahvehanedeki veya civardaki
şahıslardan ifade alınmaması ve son olarak,
(f)dört polisin görevlerine ve 01 HC 644 plakalı aracın kullanımına ilişkin olarak, 5 Ekim
1994
tarihine
kadar
ilgili
tüm
polis
kayıtlarının
temin
edilmemesi.
92. Başvuran, ayrıca, AİHM’nin dikkatini, dört polis memurunun yargılanmasındaki şu
kusurlara çekmiştir:
(a) sık ertelemeler ve sanığın hazır bulunmadığı duruşmalar ile işlemler ağır bir şekilde
yürütülmüştür. Başvuranın görüşüne göre, oldukça basit bir davanın, Ekim 1994’te
başvuranın şikayetinin yapılmasından Aralık 1997’deki mahkeme kararına kadar üç
yıldan fazla bir süre alması tamamıyla kabuledilmezdir;
(b) dört sanık tarafından sunulduğu şekilleriyle olaylar, hiçbir şekilde, ne hakim
tarafından sorulan sorular ne Cumhuriyet Savcısı tarafından sorulan sorular ne de
başka bir şekilde, kontrol edilmiştir;
(c) başvurana mahkeme çağrısında bulunmamaya ilişkin ”kasıtsız” hata onu sanıklara
soru sorma fırsatından yoksun bırakmıştır;
(d) İlk derece mahkemesinin, 7 Ekim 1994 tarihli tıbbi raporu düzenlemiş olan doktoru
sorgulamama hatası; ve son olarak;
(e) Cumhuriyet Savcısı’nın, kendisinin, delil yetersizliğine dayanarak beraat
tavsiyesinde bulunduğu gerçeği, ilk derece mahkemesine sanıkları beraat ettirmekten
başka şık tanımamıştır. Bu tavsiye, yukarıda değinilen yargılama sürecindeki
kusurların ışığında değerlendirilmelidir ki bunlar Cumhuriyet Savcılığı’nın esas
sorumluluğudur.
93. Özellikle başvuranın yukarıda özetlenen iddialarına ilişkin görüş bildirmek üzere AİHM
tarafından davet edilmiş olan Hükümet, AİHM’nin talebine cevap vermemiş (bkz. yukarıda 64.
paragraf) ve dolayısıyla o iddiaların doğruluğuna itiraz etmemiştir.
94. AİHM, AİHS’nin 13. maddesinin, AİHS hakları ve özgürlüklerinin esasını yürürlüğe
koyacak bir hukuk yolunun ulusal düzeyde erişilebilirliğini, yerel yasal düzende her ne şekilde
sağlanabilirse sağlansın, güvence altına aldığını yineler. 13. maddenin amacı, dolayısıyla, AİHS
uyarınca “savunulabilir bir şikayet”in esasının çaresine bakabilecek ve yerinde bir telafi
sağlayabilecek iç hukuk yolu hükmünü şart koşmaktır, bununla beraber, Sözleşme’ye taraf olan
Devlet’lere bu hüküm uyarınca AİHS yükümlülüklerine uyma şekillerine ilişkin bir miktar takdir
hakkı tanınmaktadır. 13. madde uyarınca yükümlülüğün kapsamı, başvuranın AİHS uyarınca yaptığı
şikayetin niteliğine bağlı olarak değişir. Bununla beraber, 13. madde tarafından şart koşulan hukuk
yolu, uygulama ile birlikte usulde de “etkili” olmalıdır, özellikle, hukuk yolunun uygulanması,
sorumlu Devlet’in yetkililerinin fiiliyatları veya ihmalleri tarafından haksız olarak
engellenmemelidir (bkz. Aksoy – Türkiye, 18 Aralık 1996 tarihli karar, Reports 1996-VI, s. 2286, §
95; Aydın – Türkiye, 25 Eylül 1997 tarihli karar, Reports 1997-VI, ss. 1895-96, § 103; Kaya –
Türkiye, 19 Şubat 1998 tarihli karar, Reports 1998-I, § 167).
95. Kişinin, Devlet tarafından ciddi kötü muameleye maruz kaldığı veya işkence gördüğü
şeklinde savunulabilir bir iddiası olduğu durumda, “etkili hukuk yolu” kavramı, uygun olduğu
hallerde tazminat ödenmesine ek olarak, sorumlu kişilerin teşhis edilmesi ve cezalandırılmasını
sağlayabilen ve şikayetçinin soruşturma sürecine etkili erişimini içeren tam ve etkili bir
soruşturmayı gerektirir (bkz., yukarıda anılan, İlhan § 97).
96. Bu davada gösterilen delillere dayanarak, AİHM, sorumlu Devlet’in, başvurana kötü
muameleden 3. madde uyarınca sorumlu olduğuna karar vermiştir. Dolayısıyla, başvuranın bu
husustaki şikayetleri, 13. maddenin maksatları açısından “savunulabilir” dir (ibid. § 98 ve orada
anılan davalar).
97. Yetkililerin, dolayısıyla, başvuranın yara aldığı olaylara yönelik etkili bir soruşturma
yürütme yükümlülüğü vardı.
98. AİHM, başvuran tarafından belirlendiği gibi, ceza duruşmasındaki ve başvuranın
iddialarına yönelik soruşturmadaki kusurları kabul eder (bkz. yukarıda 91-92. paragraflar). Ayrıca,
başvuranın bu husustaki görüşlerine Hükümet tarafından itiraz edilmediğini kaydeder (bkz. yukarıda
93. paragraf; aynı zamanda bkz. yukarıda 7. paragraf).
99. Yukarıda belirtilenlerin ışığında, 13. maddeye uygun olarak etkili bir cezai
soruşturmanın yürütülmüş olduğu değerlendirilemez. AİHM, dolayısıyla, başvuranın AİHS
şikayetlerine ilişkin etkili bir hukuk yolunun sağlanmamış olduğuna ve böylece, tazminat talebi de
dahil mevcut herhangi başka hukuk yollarına erişimin de reddedildiğine karar vermiştir.
100. Sonuç olarak, AİHS’nin 13. maddesi ihlal edilmiştir.
VI. AİHS’NİN 2, 3, 5 VE 6. MADDELERİ İLE BİRLİKTE ELE ALINAN, AİHS’NİN
14. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
101. Başvuran, polisin şiddetine maruz kalmasının sebebinin Kürt kökeni olduğunu ileri
sürmüştür. Bunun, AİHS’nin 2, 3, 5 ve 6. maddeleriyle birlikte ele alınan, AİHS’nin 14. maddesine
aykırı olarak ayrım teşkil ettiğini iddia etmiştir. 14. madde şöyledir:
“Bu Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer
kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk, servet, doğum veya herhangi başka bir durum
bakımından hiçbir ayırımcılık yapılmadan sağlanır.”
102. Hükümet, görüşlerinde bu şikayeti ele almamıştır.
103. AİHM, AİHS’nin 3 ve 13. maddelerinin ihlali tespitini kaydeder ve bu şikayetleri, aynı
zamanda AİHS’nin 14. maddesi ile birlikte incelemenin gerekli olmadığını değerlendirir.
VII. AVRUPA
UYGULANMASI
İNSAN
HAKLARI
SÖZLEŞMESİ’NİN
41.
MADDESİNİN
104. AİHS’nin 41. maddesi şöyledir:
“Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın
iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar
gören tarafın tatminine hükmeder.”
A. Maddi tazminat
105. Başvuran, polis memurları tarafından saldırıya uğradıktan sonra, 90 günlük bir
süreliğine İstanbul’da bir hastanede tıbbi tedavi görmüş olduğunu iddia etmiştir. Bu süre ve sonraki
üç aylık süre zarfında çalışamamıştır. Altı aylık gelir kaybı 1.571 Sterlin’i bulmuştur. Mali
bakımdan sorumlu olduğu bir eşi ve yaşları altı ila dokuz arasında olan üç çocuğu vardır. Ayrıca,
hastane masraflarının 3.492,84 Sterlin olduğunu iddia etmiştir.
106. Hükümet, başvuranın maddi zarara ilişkin delil sunmamış olduğunu ileri sürerek,
başvuran tarafından talep edilen miktara itiraz etmiştir. Hükümet, AİHM’den, gerektiği takdirde,
tazminat işleminin herhangi bir delil veya belgeden yoksun abartılmış taleplerle istismar edilmesine
müsaade etmeden, başvurana adil bir miktar maddi tazminat ödenmesine karar vermesini talep
etmiştir.
107. AİHM, başvuranın 3. maddeye aykırı olarak maruz kaldığını tespit ettiği yaralar ile
tıbbi masraflar ve belirli bir gelir kaybı arasında doğrudan sebep sonuç ilişkisi olduğu görüşündedir.
Bu bağlamda, başvuranın, ameliyat edilmesi gerekmiş olduğunu ve Adli Tıp Müdürlüğü’nün 7
Ekim 1994 tarihli raporuna göre, 25 günlük bir süre için çalışmasının mümkün olmamış olduğunu
(bkz. yukarıda 27. paragraf) kaydeder. Herhangi bir hastane faturasının yokluğunda eşitlik temeline
dayalı bir karar vererek, AİHM, başvurana, 5.000 Euro maddi tazminat ödenmesine karar verir.
B. Manevi tazminat
108. Başvuran, aynı zamanda, AİHM’den, kendisine 25.000 Sterlin manevi tazminat
ödenmesine karar vermesini talep etmiştir.
109. Hükümet’in görüşüne göre, başvuran tarafından talep edilen miktar haddinden fazladır;
ihlal tespiti yeterli adil tazmin oluşturur. Hükümet, AİHM’den, başvuranın haksız iktisabına yol
açacak herhangi bir tazminata karar vermemesini istemiştir.
110. AİHM, başvuranın, AİHS’nin 3. maddesine aykırı olarak polis memurları tarafından
kötü muameleye maruz kalmış olduğuna karar vermiştir. Ayrıca, bu bağlamda etkili bir hukuk yolu
sağlanmamış olduğunu tespit etmiştir. Bu davanın şartlarını gözönünde tutarak, AİHM, eşitlik
temeline dayalı karar vererek, başvurana 15.000 Euro manevi tazminat ödenmesine karar verir.
C. Mahkeme masrafları
111. Başvuran, başvurunun yapılmasındaki ücretler ve masraflar karşılığı toplam 6.333,60
Sterlin ve 1.712.000.000 Türk Lirası talep etmiştir. Talebi şunları kapsamıştır:
(a) İngiltere’deki avukatlarının ücretleri karşılığı 5.798,60 Sterlin;
(b) Türkiye’deki avukatının ücretleri karşılığı 1.625.000.000 Türk Lirası (yaklaşık
875 Sterlin);
(c) İngiltere’deki avukatlar tarafından yapılan tercüme masrafları karşılığı 375
Sterlin;
(d) İngiltere’deki avukatlar tarafından yapılan idari masraflar karşılığı 160 Sterlin; ve
(e) Türkiye’deki avukatlar tarafından yapılan idari masraflar karşılığı 87.000.000
Türk Lirası (yaklaşık 46 Sterlin).
112. Hükümet, sadece gerçekten yapılmış olan masrafların ödenmesi gerektiğini ileri
sürmüştür. Bu bağlamda, Hükümet, yapıldığı iddia edilen masraflara ilişkin olarak başvuran
tarafından yazılı delil sunulmamış olduğunu değerlendirmiştir.
113. Mevcut bilgilere dayanarak kendi kararını veren AİHM - tabi olabilecek her türlü katma
değer vergisi hariç - net tazminat, başvuran tarafından talep ve tespit edildiği şekliyle, İngiltere’de
başvuranın temsilcisinin banka hesabına Sterlin olarak yatırılmak üzere, başvurana mahkeme
masrafları olarak 8.000 Euro ödenmesine karar verir.
D. Gecikme faizi
114. AİHM, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere
uyguladığı marjinal faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygun olduğuna
karar verir.
BU SEBEPLERLE AİHM,
1. Oybirliğiyle, sorumlu Devlet’in, AİHS’nin 38. maddesi uyarınca olayları saptamak
görevinde AİHM’ye gerekli tüm kolaylıkları sağlamak yükümlülüğünü yerine getirmediğine;
2. Oybirliğiyle, AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edilmediğine;
3. Oybirliğiyle, başvuranın maruz kaldığı muamele dolayısıyla AİHS’nin 3. maddesinin ihlal
edildiğine;
4. Oybirliğiyle, başvuranın AİHS’nin 5. maddesi uyarınca olan şikayetini ayrı olarak
incelemenin gerekli olmadığına;
5. Oybirliğiyle, AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine;
6. Bir oya karşı altı oyla, başvuranın, AİHS’nin 14. maddesi uyarınca olan şikayetini ayrı
olarak incelemenin gerekli olmadığına;
7. Oybirliğiyle,
a) Sorumlu Devlet’in, başvurana, AİHS’nin 44 § 2. maddesi uyarınca kararın kesinleştiği
tarihten itibaren üç ay içinde, 5.000 Euro (beş bin Euro) maddi tazminat ve bu miktara tabi
olabilecek her türlü vergiyi, ödeme günündeki kur üzerinden Yeni Türk Lirası’na dönüştürmek
ve başvuranın banka hesabına yatırmak üzere ödemesine;
b) Sorumlu Devlet’in, başvurana, aynı üç aylık süre içinde, 15.000 Euro (on beş bin Euro)
manevi tazminat ve bu miktara tabi olabilecek her türlü vergiyi, ödeme günündeki kur üzerinden
Yeni Türk Lirası’na dönüştürmek ve başvuranın banka hesabına yatırmak üzere ödemesine;
c) Sorumlu Devlet’in, başvurana, aynı üç aylık süre içinde, tabi olabilecek her türlü katma
değer vergisi ile birlikte, mahkeme masrafları olarak 8.000 Euro’yu (sekiz bin Euro) ödeme
günündeki kur üzerinden Sterlin’e dönüştürmek ve başvuran tarafından belirlenen İngiltere’deki
temsilcilerinin banka hesabına yatırmak üzere ödemesine;
d) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin aşılmasından ödeme gününe kadar geçen süre için
yukarıdaki miktarlara Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli faizinin üç puan
fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına;
8. Oybirliğiyle, başvuranın adil tazmin talebinin kalanının reddine
KARAR VERİR.
İngilizce olarak hazırlanmış ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 77 §§ 2 ve 3. maddesi uyarınca
20 Eylül 2005 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.
S. DOLLÉ
Sekreter
J.-P. COSTA
Başkan
AİHS’nin 45 § 2 maddesi ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 74 § 2 maddesine uygun olarak,
aşağıda yer alan Mularoni’nin kısmi muhalefet şerhi bu karara eklenmiştir.
J.-P.C.
S.D.
YARGIÇ MULARONI’NİN KISMİ MUHALEFET ŞERHİ
Çoğunluğun aksine, ben, AİHM’nin, başvuranın AİHS’nin 14. maddesi uyarınca olan
şikayetini ayrı olarak incelemesinin gerekli olduğuna inanıyorum.
Kürt kökenli Türk vatandaşları tarafından yapılan onlarca benzer başvuruyu inceledikten ve
çok sık olarak AİHS’nin 2 ve 3. maddelerinin ihlal edildiğine karar verdikten sonra, böyle bir
şikayeti, Nachova ve Diğerleri – Bulgaristan davalarındaki (no. 43577/98 ve no. 43579/98) 6
Temmuz 2005 tarihli Büyük Daire kararından bile önce incelememiş olmaktan dolayı rahatsızlık
duydum. Böyle bir karardan sonra daha da fazla rahatsızlık duyuyorum. AİHM’nin, Nachova ve
Diğerleri davasında böyle bir şikayeti incelemeye karar verip şimdiki dava gibi davalarda
incelemenin gereksiz olduğunu değerlendirmeye devam etmesini gerçekten anlayamıyorum.
14. madde uyarınca olan şikayetin incelenmesi, tabii ki, sonunda AİHM’nin 14. maddenin
ihlal edildiğine karar vereceği anlamına gelmez. Çoğunluğun yaklaşımına katılamıyorum, bu
yaklaşım benim için, sorumlu Devlet Türkiye olduğunda bu tip davalarda ayrım yasağını önemli bir
mesele olarak değerlendirmemekle eş değerdedir.
—— • ——
TEKELİOĞLU/Türkiye Davası*
Başvuru No: 16139/03
Strazburg
27 Mayıs 2008
İKİNCİ DAİRE
USUL
Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan 16139/03 numaralı başvurunun nedeni T.C. vatandaşı Cahit
Tekelioğlu’nun (başvuran) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) 9 Nisan 2003 tarihinde
Temel İnsan Hakları ve Özgürlüklerini güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.
Başvuran AİHM önünde İstanbul barosu avukatlarından C. F. Ünal ve A. Bıçak tarafından temsil
edilmektedir.
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
Başvuran 1951 doğumlu olup Ankara’da ikamet etmektedir.
Milletvekili olan başvurana Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 30 Ocak 2001 tarihinde saat 21
sularında televizyonda canlı yayınlanan oturumunda başka bir siyasi partinin milletvekilleri
tarafından küfredilmiştir. Başvuran ile milletvekili F. Ş. arasında ağız dalaşı olmuş, itiş kakışmanın
ardından başvurana F. Ş. yumruk atmış, başvuran da adı geçene kafa atarak karşılık vermiştir. Çıkan
kavgaya otuz kadar kişi katılmıştır.
Bu olaydan kısa bir süre sonra F.Ş. Meclis koridorunda yığılıp kalmış daha sonra da ölmüştür.
Düzenlenen otopsi raporuna göre F.Ş. aşırı iç sıkıntısının yol açtığı bir enfarktüs sonucu yaşamını
yitirmiştir. Raporda ayrıca, kalp rahatsızlığı olan maktulün başına aldığı darbelerin kronik
hastalığına bağlı ağır bir krizi tetikleyen nörohormonal bir sarsılmaya neden olabileceği ve kalp
krizi ile sonuçlanmış olabileceği belirtilmekteydi.
Ankara Cumhuriyet Savcısı Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne (Ağır Ceza Mahkemesi) 2 Şubat 2001
tarihinde sunduğu iddianame ile başvuran ve diğer iki milletvekili hakkında kastı aşan adam
öldürme suçundan kamu davası açmıştır.
Yargılama sürecinde başvuran kendisine yöneltilen suçlamaları reddetmiştir. Başvuran çıkan
kavgaya otuz kişinin karıştığını ve kendisinin de yumruk yediğini, ilk olarak F. Ş.’nin kendisine
saldırdığını ve kendini korumaya çalışırken ona kafa attığını belirtmiştir. Başvuran Ağır Ceza
Mahkemesi önünde otopsi raporunun sonucuna itiraz etmemiştir.
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup,
gayrıresmî tercümedir.
Ağır Ceza Mahkemesi 21 Şubat 2002 tarihli bir kararı ile başvuranı kasıt olmadan F. Ş.’nin
ölümüne sebebiyet verme suçundan suçlu bulmuş ve iki yıl dokuz ay hapis cezasına çarptırmıştır.
Ağır Ceza Mahkemesi, F. Ş.’nin küfürler ve fiziksel saldırılar yoluyla provokasyonuna maruz kalan
başvuranın hafifletici sebeplerden yararlanması gerektiğini kaydetmiştir.
Ağır Ceza Mahkemesi başvuranın suçluluğunun tesisinde taraflarca dile getirilen otuz altı görgü
tanığının ifadelerine ve başvuranın kısmi itiraflarına başvurmuş, kararını ilgili görgü tanıklarının ve
başvuranın huzurunda suç mahallinde gerçekleştirilen olayların tatbikatına, otopsi raporuna, maddi
diğer delillere ve bilhassa olay anında çekilen yüz kadar fotoğrafa dayandırmıştır. Ağır Ceza
Mahkemesi’ndeki duruşmada başvurana avukatları eşlik etmiştir. Dava dosyasında yer alan bilgilere
göre dinlenen tanıkların ifadelerine hiçbir surette karşı çıkılmamıştır.
Hüküm gerekçelerinde Ağır Ceza Mahkemesi sunulan fotoğraflardan yola çıkarak olayların bir
kronolojisini düzenlemiştir. Mahkeme fotoğraflardan birinde F.Ş.’nin başvuranın boğazını sıktığına
işaret etmiştir. Mahkeme kararında başvuranın F.Ş.’nin yüzüne ve başına yumruk attığını ve bu
olaylardan hemen sonrasını gösteren karelere atıfta bulunulmuştur. Mahkeme, bu sonuncu
klişelerde, otopsi raporunda kalp krizinin nedeni olarak ifade edilen acı ve sıkıntı durumunun
maktulün yüzünden anlaşıldığına karar vermiştir.
Yargıtay 23 Ekim 2002 tarihli bir karar ile 21 Şubat 2002 tarihli kararı onamıştır. Bu süreç boyunca
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın tebliğnamesi başvurana tebliğ edilmemiştir.
HUKUK
I. AİHS’NİN 6/1 MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
A. Kabuledilebilirlik hakkında
Başvuran Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın görüşünün tebliğ edilmediğinden şikayetçi olmakta
ve bu bağlamda AİHS’nin 6/1 maddesini ileri sürmektedir.
Hükümet bu iddiaya karşı çıkmaktadır.
AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde başvurunun dayanaktan yoksun olmadığını
kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını
tespit eder. Bu nedenle başvuru kabuledilebilir niteliktedir.
B. Esasa dair
Başvuran Cumhuriyet Başsavcısı’nın görüşünden haberdar olmadığını iddia etmektedir.
Hükümet, Yargıtay’ın bir duruşma gerçekleştirdiğini, duruşmada başsavcının görüşünün okunduğu
sırada başvuranın ve avukatının da hazır bulunduğunu, bu görüşün ardından başvuranın avukatının
ekleyeceği herhangi bir husus olmadığını beyan ettiğini savunmaktadır. Hükümet ayrıca başsavcının
başvuranın lehinde görüş vererek mahkumiyet kararının bozulması yönünde görüş bildirdiğini ifade
etmektedir.
AİHM daha önce de bu başvurudakiyle aynı bir şikayeti daha önce incelediğini ve başsavcının
görüşünün tebliğ edilmemesi, başsavcının görüşlerinin niteliği ve davalının bu görüşlere yazılı
cevap verme imkanından mahrum olması nedenleri ile AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiği
sonucuna vardığını anımsatır (Bkz. diğer birçokları arasında, sözü edilen Göç kararı, Arslan-Türkiye
kararı, 20 Eylül 2007, no: 67036/01).
AİHM bu başvuruda, davalının, kendi lehinde veya aleyhinde olmasından bağımsız olarak,
başsavcının görüşünü duruşmadan önce incelemek için belli bir süreye ihtiyacı olduğunu
düşünmektedir. Başsavcının görüşünün duruşmadan belli bir süre önce kendisine tebliğ edilmemesi
nedeniyle ilgili bununla ilgili görüşlerini ifade etmek imkanından mahrum kalmaktadır. Dahası,
başsavcının görüşünün ilgilinin lehinde olması durumunda, başvuran savcının görüşlerini
destekleme olanağı bulabilir ve Yargıtay önünde kendi çıkarlarını daha iyi savunabilirdi.
AİHM, Hükümetin benzer bu şikayetler karşısında Mahkemenin bu davada farklı bir sonuca
ulaşmasını sağlayacak ikna edici hiçbir tespit ve delil sunmadığını belirlemiştir.
Bu nedenle AİHS’nin 6/1 maddesi ihlal edilmiştir.
II. AİHS’NİN 6. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİNE DAİR DİĞER İDDİALAR
HAKKINDA
Başvuran görgü tanıklarını sorgulama imkânının olmaması ve savunmasını hazırlamak için gerekli
kolaylıklara sahip olamaması doğrultusunda masumiyet karinesi ve silahların eşitliği ilkelerine
riayet edilmediğinden ve Ankara Ağır Ceza Mahkemesi önünde hakkaniyete uygun bir duruşma
gerçekleşmediğinden şikayetçi olmaktadır. Başvuran Ağır Ceza Mahkemesi tarafından otopsi
raporunun değerlendirilmiş olmasına da itiraz etmektedir. Başvuran bu çerçevede AİHS’nin 6.
maddesinin 1., 2., ve 3. fıkralarının ihlal edildiğini öne sürmektedir.
Hükümet başvuranın iddialarına karşı çıkmaktadır.
AİHM her türlü ceza davasının, muhakeme usulü de dahil olmak üzere, çekişmeli olması ve iddia
makamı ile savunma tarafı arasında silahların eşitliği ilkesini gözetmesi gerektiğini hatırlatır: bu adil
yargılama hakkının temel unsurlarından biridir. Çekişmeli bir ceza davası hem iddia makamının
hem savunmanın karşı tarafça ileri sürülen görüşlerden ve kanıt unsurlarından haberdar olmasını
gerektirir. Ayrıca, AİHS’nin 6/1 maddesi uyarınca, iddia makamının, tasarrufunda bulunan bütün
lehte ve aleyhte delilleri savunma tarafına sunması gerekmektedir. (Bkz. Fitt-Birleşik Krallık kararı
no: 29777/96, Georgios Papageorgiou-Yunanistan kararı no: 59506/00).
AİHM, mahkeme tarafından derlenen unsurları değerlendirmenin ve savunma tarafından sunulmak
istenen unsurların isabetliliğine karar vermenin, ilke olarak ulusal yargı makamlarına düştüğünü
hatırlatır. Özellikle, AİHS’nin 6. maddesinin 3d) bendi, yine ilke olarak, yargı makamlarının,
şahitler tarafından sunulan delilin yararlı olup olmadığına, AİHS sisteminde anlaşıldığı şekilde,
“özerk” olarak karar vermelerine imkan tanır; davalı lehindeki bütün tanıkların çağrılması ve
dinlenmesini zorunlu kılmaz, buradaki “aynı şartlarda” ifadesinin amacı “silahların eşitliği”ni tam
olarak sağlamaktır. Öte yandan, ne 6. maddenin 3d) bendi ne çok daha fazla unsuru içeren 1.
paragrafı silahların eşitliği ilkesi ile sınırlıdır. (Bkz. özellikle Vidal-Belçika kararı, BricmontBelçika kararı 7 Temmuz 1989, Solakov- Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti no: 47023/99).
AİHS tarafından AİHM’ye verilen görev ilgili görgü tanıkları ifadelerinin delil unsuru olarak
gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediği değil, kanıt unsurlarının sunulması yöntemi de
dahil olmak üzere, sürecin bütünü itibariyle adil olup olmadığının belirlenmesidir (Bkz. diğer
birçokları arasında A.M.-İtalya kararı no: 37019/97; Van Mechelen vd.-Hollanda kararı, no: 23
Nisan 1997, Doorson-Hollanda kararı, 26 Mart 1996 ve mutatis mutandis, Garcia Ruiz-İspanya
kararı no: 30544/96).
AİHM mevcut başvuruda başvuranın görüşlerini ifade edebildiği, delillerini sunabildiği ve görgü
tanıklarını dinletebildiği çekişmeli bir yargı sonunda mahkum edildiğini tespit etmektedir. AİHM,
Ağır Ceza Mahkemesi’nin görgü tanıklarını dinlemek için gerekli ihtimamı gösterdiğini, ayrıca
başvuranın suçluluğunu tespit ederken maddi kanıtlara dayandığını gözlemlemektedir. Özellikle,
dava dosyasının incelenmesinden, aralarından savunma tanıklarının da bulunduğu çok sayıda
tanığın dinlendiği, başvuranın itiraz etmediği otopsi raporunun davanın gerekleri ışığında
incelendiği, olay sırasında çekilen fotoğraflardan hareketle, başvuranın da katılımı ile olayın
tatbikatını yaptığı anlaşılmaktadır. Öte yandan, Ağır Ceza Mahkemesi karar verirken F. Ş.
tarafından yapılan provokasyonları da dikkate almıştır.
AİHM, başvuranın şikayetlerinin özellikle masumiyet karinesi ilkesine riayet edilmediği yönündeki
şikayetinin açık olmadığını ve gerektiği gibi gerekçelendirilmediğine itibar etmektedir. Başvuran
esasen iç hukukun ulusal merciler tarafından uygulanışına karşı çıkmaktadır. Dava sürecinde
herhangi keyfi bir uygulama tespit etmeyen AİHM, ulusal hukuku uygulamak ve yetkisini
kullanmak konusunda birinci derecede ehil olan ulusal yargı mercilerinin değerlendirmesini
sorgulayacak bir durum görmemektedir (Bkz. Fabre-Fransa kararı no: 69225/01, 2 Kasım 2004).
AİHM, dava dosyasında yer alan deliller ve yargı sürecinin tamamı ışığında başvuranın adil bir
yargılamadan mahrum kalmadığına kanaat getirmektedir. Bu koşullar çerçevesinde, öne sürülen
şikayetlerin incelenmesinden AİHS’nin 6. maddesinin 1., 2., ve 3. paragraflarının ihlal edilmediği
anlaşılmaktadır.
Yapılan şikayetin bu kısmı AİHS’nin 35/3 maddesi uyarınca dayanaktan yoksun bulunmaktadır ve
35/4 maddesinin uygulanmasına istinaden reddedilmelidir.
III. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASINA İLİŞKİN
AİHS’nin 41. maddesine göre “Mahkeme işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar
verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa,
AİHM, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun surette, zarar gören tarafın adil tatminine hükmeder.”
A. Tazminat
Başvuran milletvekilliğinin düşmesi nedeniyle uğradığı gelir kaybına karşılık maddi tazminat olarak
12.000 Euro talep etmektedir. Başvuran mahkum edilmesi dolayısıyla eczanesinin kapanmasının yol
açtığı mali kaybın karşılığı olarak 144.000 Euro’nun telafisini ve F.Ş.’nin mirasçılarına ödediği
421.383 Euro’nun kendisine ödenmesini istemektedir. Başvuran ayrıca mahkum olması nedeniyle
352.227 Euro’ya ulaşan emeklilik kaybının olduğunu ileri sürmektedir. Başvuran maddi tazminat
olarak toplam 577.838 Euro talep etmektedir. Manevi zarar olarak 200.000 Euro talep etmektedir.
Hükümet bu miktarlara karşı çıkmaktadır.
Başvuranın öne sürdüğü gelir kaybı ile ilgili olarak AİHM, tespit edilen ihlal kararı ile öne sürülen
maddi zarar arasında bir illiyet bağı tespit edememekte ve bu talebi reddetmektedir. AİHM, yerleşik
içtihada göre ihlal tespitinin başlı başına öne sürülen manevi zararı gidermesi bakımından yeterli bir
tazmini oluşturduğuna itibar etmektedir (Bkz. Kömürcü-Türkiye kararı no: 77432/01, 22 Haziran
2006, sözü edilen Ayçoban vd. kararı).
B. Yargılama masraf ve giderleri
Başvuran iç hukukta ve AİHM nezdinde yapılan yargı giderleri için 38.786 Euro talep etmekte, bu
bağlamda avukatlar ile kendisi arasında imzalanan sözleşmeyi ve avukatlık ücret baremini
sunmaktadır.
Hükümet bu miktarlara karşı çıkmakta, başvuranın sözü edilen sözleşmeye istinaden yaptığı
harcama ve giderleri gösterir herhangi bir belge sunmadığını öne sürmektedir. Hükümet yalnızca iki
taraf arasında özel olarak bir anlaşmaya varıldığını ve bunun AİHM önünde harcamaların
gerçekliğini ve öne sürülen giderleri kanıtlamadığını ifade etmektedir.
AİHM’nin yerleşik içtihadına göre bir başvuran gerçekliğini, gerekliğini kanıtladığı makul
miktarlardaki yargı giderlerini elde edebilir. AİHM sunulan belgeler ve yerleşik içtihat ışığında
başvurana bu başlık altında tüm vergilerden muaf olarak 1000 Euro ödenmesine karar vermektedir.
BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE,
1. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın tebliğnamesinin tebliğ edilmediği yönündeki şikayetin
kabuledilebilir, bunun dışındaki şikayetlerin kabuledilemez olduğuna;
2. AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine;
3. İhlal tespitinin kendisinin başvuranın öne sürdüğü manevi zararı gidermesi bakımından başlı
başına bir tazmini oluşturduğuna;
4 a) AİHS’nin 44 / 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, miktara
yansıtılabilecek her türlü vergi ve masraflarla birlikte, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden
Y.T.L.’ye çevrilmek üzere Savunmacı Hükümetin yargı giderleri için başvurana 1.000 (bin) Euro
ödemesine;
b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Hükümet tarafından,
Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda
faiz uygulanmasına;
5. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine;
KARAR VERMİŞTİR.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3.
paragraflarına uygun olarak 27 Mayıs 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.
—— • ——
ASLAN VE DEMİR/Türkiye*
Başvuru No. 38940/02 ve 5197/03
Strazburg
17 Şubat 2009
İKİNCİ DAİRE
USUL
T.C. vatandaşları Mahmut Aslan ve Hüseyin Demir (“başvuranlar”) tarafından Türkiye
Cumhuriyeti aleyhine, sırasıyla 13 Temmuz 2000 ve 12 Kasım 2002 tarihlerinde, İnsan Hakları ve
Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme’nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi - AİHS)
34. maddesi uyarınca yapılan 38940/02 ve 5197/03 numaralı başvurular sonucu bu dava
görülmektedir.
Başvuranlar, Diyarbakır ve Elazığ Barosu avukatlarından E. Talay ve M. Taş tarafından
temsil edilmişlerdir.
OLAYLAR
Başvuranlar sırasıyla 1974 ve 1960 doğumludurlar ve Türkiye’de yaşamaktadırlar. Bu
davalar açısından ortak olan husus başvuranların farklı zamanlarda ve yerlerde yakalanmış ve
gözaltına alınmış olmalarıdır. Gözaltı sürelerince, yanlarında avukat bulunmaksızın sırasıyla polis,
cumhuriyet savcısı ve tetkik hakimi tarafından sorgulanmışlardır. Söz konusu ifadeler, müteakiben,
ilk derece mahkemesi tarafından mahkumiyetleri yönünde kullanılmıştır.
Başvurulara ilişkin detaylar aşağıdaki tabloda sunulmuştur:
38940/02
Mahmut Aslan
19/06/1999
- 25/06/1999
25/06/1999
Cumhuriyet
Savcısı ve
tetkik hakimi
tarafından
yapılan
sorgulama
tarihleri
25/06/1999
5197/03
Hüseyin Demir –
Türkiye
28/01/2000
- 03/02/2000
02/02/2000
03/02/2000
Başvuru
numarası ve adı
Gözaltı
tarihleri
Polis
tarafından
yapılan
sorgulama
tarihleri
Yargıtay’ın nihai karar tarihi
19/12/2000
02/07/2002
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
HUKUK
AİHM, başvuruların benzerlikleri karşısında birleştirilmelerini uygun bulmuştur.
Başvuranlar, AİHS’nin 6. maddesinin 1 ve 3 (c) paragraflarına dayanarak, gözaltı sürelerinde
avukat yardımından yararlanma haklarının reddedildiği konusunda şikayetçi olmuşlardır.
AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde bu şikayetin dayanaktan yoksun
olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca, şikayetin başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik
unsuru taşımadığını tespit etmiştir. Bu nedenle şikayet kabuledilebilir niteliktedir.
Esas hususunda, AİHM, aynı şikayeti Salduz – Türkiye başvurusunda incelemiş ve AİHS’nin
6/1 maddesi ile bağlantılı olarak 6/3 (c) maddesinin ihlalini tespit etmiş olduğunu gözlemlemiştir
([BD], no. 36391/02, 27 Kasım 2008). AİHM, bahsi geçen kararda, avukat yardımından yararlanma
hakkına getirilen kısıtlamanın sistematik olduğu ve ilgili dönemde devlet güvenlik mahkemeleri
yetki alanına giren suçlarla bağlantılı olarak gözaltında tutulan her kişiye yaşa bakmaksızın
uygulandığı tespitinde bulunmuştur.
AİHM somut davayı incelemiş ve yukarıda belirtilen Salduz kararından sapmasını
gerektirecek özel bir durum görmemiştir.
Dolayısıyla, somut davada AİHS’nin 6/1 maddesi ile bağlantılı olarak 6/3 (c) maddesi ihlal
edilmiştir.
AİHS’nin 41. maddesi uyarınca adil tatmin hususunda, birinci başvuran Mahmut Aslan
30.000 Euro manevi tazminat talebinde bulunmuştur. İkinci başvuran Hüseyin Demir 10.800 Euro
maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Ayrıca, başvuru belgesine dayanarak, 1.000.000 Euro
manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Birinci başvuranın avukatı, Diyarbakır Barosu ücretler
tarifesine dayanarak ve AİHM önünde davanın hazırlanması ve sunulmasında harcanan zamanı ve
diğer yargılama masraf ve giderlerini kapsamak üzere toplam 2.119 Euro talep etmiştir. İkinci
başvuran bu başlık altında herhangi bir talepte bulunmamıştır. Hükümet bu taleplere karşı çıkmıştır.
AİHM, talep edilen maddi tazminat ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı görmemiş ve
bu nedenle bu talebi reddetmiştir. Hakkaniyet temelinde karar vererek, başvuranların her birine
1.500 Euro manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.
AİHM, ayrıca, en uygun telafi şeklinin, talep etmeleri halinde, başvuranların AİHS’nin 6/1
maddesi gereklerine uygun olarak yeniden yargılanmaları olduğunu belirtir (bkz., üzerine gerekli
değişiklikler yapıldıktan sonra, Gençel – Türkiye, no. 53431/99, 23 Ekim 2003; yukarıda anılan
Salduz).
AİHM, konuyla ilgili içtihadına göre, ayrıca, birinci başvurana yargılama masraf ve
giderlerine karşılık olarak, Avrupa Konseyi’nden adli yardım olarak alınan 850 Euro düşülmek
üzere, 1.000 Euro ödenmesini uygun olarak değerlendirmiştir.
AİHM’ye göre, gecikme faizi Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına
uyguladığı orana üç puanlık bir artış eklenerek belirlenecektir.
BU GEREKÇELERE DAYANARAK, AİHM OYBİRLİĞİ İLE
1. Başvuruların birleştirilmesine;
2. Başvuruların kabuledilebilir olduğuna;
3. Gözaltı süresinde başvuranların avukat yardımından yararlanamadıkları gerekçesiyle AİHS’nin
6/1 maddesi ile bağlantılı olarak 6/3 (c) maddesinin ihlal edildiğine;
4. a) AİHS’nin 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay
içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Türk Lirası’na çevrilmek üzere Savunmacı
Hükümet tarafından aşağıdaki miktarların ödenmesine;
(i) Başvuranların her birine manevi tazminat olarak 1.500 Euro (bin beş yüz Euro) ile
birlikte bu miktara tabi olabilecek her türlü vergi;
(ii) Birinci başvuran Mahmut Aslan’a yargılama masraf ve giderleri olarak, Avrupa
Konseyi’nden adli yardım olarak alınan 850 Euro düşülmek üzere, 1.000 Euro (bin Euro)
ile birlikte bu miktara tabi olabilecek her türlü vergi;
b) Söz konusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez
Bankası’nın o dönem marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranının üç puan fazlasına
eşit oranda faiz uygulanmasına;
5. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine
KARAR VERMİŞTİR.
İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış ve AİHM İç Tüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3.
paragrafları gereğince 17 Şubat 2009 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.
Sally Dollé
Zabıt Katibi
Françoise Tulkens
Başkan
—— • ——
Tebliğler
Maliye Bakanlığından:
3218 SAYILI SERBEST BÖLGELER KANUNU GENEL TEBLİĞİ
(SERİ NO: 2)
1. Giriş
3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanununun geçici 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (b)
bendinin uygulamasına ilişkin açıklamalara 12/3/2009 tarihli ve 27167 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan 1 Seri No.lu 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu Genel Tebliğinde yer verilmiş olup,
anılan Tebliğ uyarınca mükelleflerin öngörülen şartları sağlayıp sağlamadıklarının tespit edilmesi
amacıyla düzenlenmesi gereken Serbest Bölge Faaliyet Tasdik Raporunun ibraz süresine ilişkin
açıklamalar bu Tebliğin konusunu oluşturmaktadır.
2. İlgili Mevzuat ve Tasdik Raporunun İbraz Süresi
3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanununun geçici 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi,
12/11/2008 tarihli ve 5810 sayılı Kanunun 7 nci maddesiyle 1/1/2009 tarihinden itibaren geçerli
olmak üzere aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Avrupa Birliğine tam üyeliğin gerçekleştiği tarihi içeren yılın vergilendirme döneminin
sonuna kadar;
...
b) Bu bölgelerde üretilen ürünlerin FOB bedelinin en az % 85'ini yurtdışına ihraç eden
mükelleflerin istihdam ettikleri personele ödedikleri ücretler gelir vergisinden müstesnadır. Bu oranı
% 50’ye kadar indirmeye ve kanuni seviyesine kadar yükseltmeye Bakanlar Kurulu yetkilidir. Yıllık
satış tutarı bu oranın altında kalan mükelleflerden zamanında tahsil edilmeyen vergiler cezasız
olarak, gecikme zammıyla birlikte tahsil edilir.
...
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir."
Yapılan değişikliğe ilişkin açıklamalara 1 Seri No.lu 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu
Genel Tebliğinde yer verilmiş olup, anılan Tebliğ uyarınca mükelleflerin öngörülen şartları sağlayıp
sağlamadıklarının tespit edilmesi amacıyla düzenlenmesi gereken Serbest Bölge Faaliyet Tasdik
Raporunun dispozisyonu hakkında, 31/12/2009 tarihli ve 27449 (4.Mükerrer) sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanan 42 Sıra No.lu Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali
Müşavirlik Kanunu Genel Tebliğinde gerekli açıklamalar yapılmıştır.
1 Seri No.lu 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu Genel Tebliğinin “3.7.1 Raporun Konusu ve
İbraz Süreleri” başlıklı bölümünde;
“…
Mükellefler, istisna uygulamasına ilişkin olarak yeminli mali müşavirler tarafından
düzenlenen faaliyet raporlarını en geç faaliyette bulunulan takvim yılını takip eden yılın şubat
ayının 15 inci günü akşamına kadar muhtasar beyannameyi verdikleri vergi dairesine teslim
edeceklerdir.
Yıl içinde faaliyetine son veren ya da ürettiği ürünü sonraki yıl içerisinde tamamen satan veya
kısmen satışla %85 şartını gerçekleştiren mükellefler ise, söz konusu raporları faaliyetlerine son
verdikleri ya da ürünü sattıkları veya %85 şartını gerçekleştirdikleri ayı takip eden ikinci ayın 15
inci günü akşamına kadar muhtasar beyannameyi verdikleri vergi dairesine teslim edeceklerdir.
Bu bölümde belirtilen YMM raporlarının süresi içerisinde ibraz edilemeyeceğine ilişkin,
mükellefler veya YMM'ler tarafından makul mazeret bildirilmesi halinde, vergi dairesince 213
sayılı Vergi Usul Kanununun 17 nci maddesine göre bu Tebliğde belirlenen sürelerin bir katını
geçmemek üzere ek süre verilebilecektir.
…”
açıklamasına yer verilmiştir.
Yukarıda yer alan hüküm ve açıklamalar çerçevesinde, 3218 sayılı Kanunun geçici 3 üncü
maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi kapsamındaki gelir vergisi istisnası hükümlerinden
yararlanılabilmesi için YMM’ler tarafından düzenlenen Serbest Bölge Faaliyet Tasdik Raporunun
en geç faaliyette bulunulan takvim yılını takip eden yılın Şubat ayının 15 inci günü akşamına kadar
muhtasar beyannamenin verildiği vergi dairesine teslim edilmesi gerekmektedir.
Söz konusu mükellefler veya YMM’ler tarafından makul bir mazeret bildirilmesi halinde
yetkili vergi dairesince, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 17 nci maddesi uyarınca anılan Tebliğ ile
belirlenen sürenin bir katını geçmemek üzere ek bir süre verilebilmektedir.
Buna göre, YMM’ler tarafından düzenlenen Serbest Bölge Faaliyet Tasdik Raporunun,
faaliyette bulunulan takvim yılını takip eden Şubat ayının 15 inci günü akşamına kadarki süreyi
kapsayan birinci dönem ile mükellefler veya YMM’ler tarafından verilecek dilekçe üzerine
belirlenen birinci dönem süresinin bir katını geçmemek üzere verilen ek süreden oluşan ikinci
döneme ait süre içinde ibraz edilmesi mümkündür.
Bu çerçevede, Serbest Bölge Faaliyet Tasdik Raporunun, söz konusu istisnanın uygulanacağı
takvim yılını takip eden Şubat ayının 15 inci günü akşamına kadar vergi dairesine veremeyen
mükellefler veya YMM’lerce herhangi bir başvuruda bulunulmaksızın, bu süreyi takip eden 46
günlük süre içinde verilmesi halinde vergi dairesince kabul edilerek, ek süre verilmesi için
başvuruda bulunulmaması nedeniyle 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 352/II-7 nci maddesi
gereğince adlarına usulsüzlük cezası tatbik edilmek suretiyle işleme konulması, bu süreden sonra
verilecek YMM raporlarının ise işleme konulmaması gerekmektedir.
Tebliğ olunur.
[R.G. 29 Temmuz 2010 – 27656]
—— • ——
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasından:
ZORUNLU KARŞILIKLAR HAKKINDA TEBLİĞDE
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ
(SAYI: 2010/7)
MADDE 1 – 16/11/2005 tarihli ve 25995 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 2005/1 sayılı
Zorunlu Karşılıklar Hakkında Tebliğ’in 5 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 5 – Zorunlu karşılık oranları; Türk parası yükümlülüklerde yüzde 5, yabancı para
yükümlülüklerde yüzde 10’dur.”
MADDE 2 – Bu Tebliğ 6/8/2010 tarihli zorunlu karşılık cetvelinden geçerli olmak üzere
yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 3 – Bu Tebliğ hükümlerini Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı yürütür.
[R.G. 29 Temmuz 2010 – 27656]
—— • ——
Sağlık Bakanlığından:
HAVUZ SUYUNDA KULLANILAN YARDIMCI KİMYASAL
MADDELERİN ÜRETİMİNE, İTHALATINA VE
BİLDİRİM ESASLARINA DAİR TEBLİĞ
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar
Amaç
MADDE 1 – (1) Bu Tebliğin amacı, havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddelerin
halk sağlığına ve çevreye zarar vermesinin engellenmesini, topluma güvenli ve kaliteli şekilde
ulaşmasını teminen piyasaya arz edilmeden önce, Bakanlığa yapılacak bildirimin usul ve esaslarını,
ürüne ait teknik dosyada bulunacak bilgi ve belgeleri ve bu ürünlerin piyasa gözetimi ve
denetiminin esaslarını belirlemektir.
Kapsam
MADDE 2 – (1) Bu Tebliğ, yüzme havuzu suyunun dezenfeksiyonu haricinde, pH
ayarlanması, çöktürücü, topaklayıcı, parlatıcı, berraklaştırıcı ve teknolojik gelişmelere göre havuz
suyunda yardımcı kimyasal madde amacıyla kullanılan bütün müstahzar ve maddeleri, üreten, ithal
eden, piyasaya arz eden gerçek ve tüzel kişileri kapsar.
Dayanak
MADDE 3 – (1) Bu Tebliğ; 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 2
nci maddesine, 29/6/2001 tarihli ve 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve
Uygulanmasına Dair Kanuna, 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 43 üncü maddesine dayanılarak
hazırlanmıştır.
Tanımlar
MADDE 4 – (1) Bu Tebliğde geçen;
a) Bakanlık: Sağlık Bakanlığını,
b) Formül: Ürünü oluşturan kimyasal maddelerin ağırlıkça veya hacimce yüzde miktarını,
c) Havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddeler: Yüzme havuzu suyunun
dezenfeksiyonu haricinde, pH ayarlanması, çöktürücü, topaklayıcı, parlatıcı, berraklaştırıcı, kireç
önleyici ve iyon tutucu amacıyla kullanılan bütün müstahzar ve maddeleri,
ç) Müdürlük: İl Sağlık Müdürlüğünü,
d) Teknik dosya: Üretici bilgileri ile ürüne ait bilgi ve belgeleri,
e) Üretici: Havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddeleri üreten, ıslah eden veya
ürüne adını, ticari markasını veya ayırt edici işaretini koymak sureti ile kendini üretici olarak tanıtan
gerçek veya tüzel kişiyi; üreticinin Türkiye dışında olması halinde, üretici tarafından yetkilendirilen
temsilciyi ve/veya ithalatçıyı, ayrıca ürünün tedarik zincirinde yer alan ve faaliyetleri ürünün
güvenliğine ilişkin özelliklerini etkileyen gerçek veya tüzel kişiyi,
f) Ürün: Havuz suyunda yardımcı kimyasal madde olarak kullanılan tüm madde ve
müstahzarları,
g) Yetkili laboratuvar: Ürün analizlerinin yapılabileceği Bakanlıkça yetkilendirilmiş
laboratuvarları
ifade eder.
İKİNCİ BÖLÜM
Havuz Suyunda Kullanılan Yardımcı Kimyasal Maddeler ve Kullanımına
Müsaade Edilmeyen Maddeler
Havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddeler
MADDE 5 – (1) Havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddelerin havuz kullanıcıları
ve çalışanları için risk oluşturmaması, dezenfeksiyonu engellememesi, filtrasyon öncesi
kullanılması, havuzdaki malzemelere zarar vermemesi ve toksik etki göstermemesi koşuluyla
kullanımına izin verilir.
Kullanımına müsaade edilmeyen maddeler
MADDE 6 – (1) 26/12/2008 tarihli ve 27092 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
“Bazı Tehlikeli Maddelerin, Müstahzarların ve Eşyaların Üretimine, Piyasaya Arzına ve
Kullanımına İlişkin Kısıtlamalar Hakkında Yönetmelik” ile yasaklanmış olan maddeler
kullanılamaz.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Bildirim, Etiketleme, Mesul Müdür, Ambalajlama, Teknik Dosya ve
Üretim Yeri Nitelikleri
Bildirim
MADDE 7 – (1) Havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddeleri üreten, ithalatını
yapan veya ilk kez üretimini/ithalatını gerçekleştiren gerçek veya tüzel kişiler, Bakanlığa bildirimde
bulunmak zorundadır.
(2) Sözkonusu havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddelerin ithalatı sırasında
gümrük idaresince bu bildirimlere ilişkin herhangi bir belge aranmaz.
Bildirim usulü
MADDE 8 – (1) Üreticiler bir sefere mahsus olmak üzere, ek-1A ve ek-1B’de yer alan
bildirim formunu ve piyasaya arz edilmek üzere hazırlanmış her ürün çeşidine ait etiket örneklerini,
formüllerini ve 26/12/2008 tarihli ve 27092 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Tehlikeli
Maddeler ve Müstahzarlara İlişkin Güvenlik Bilgi Formlarının Hazırlanması ve Dağıtılması
Hakkında Yönetmeliğe uygun hazırlanmış etken maddeye ait güvenlik bilgi formlarını (MSDS)
elektronik ortamda hazırlayarak Bakanlığa bildirimde bulunmak zorundadır. Bildirim formunun bir
örneği üretici tarafından muhafaza edilir. Bildirimde bulunan üreticilere, Bakanlık tarafından kayıt
numarası verilir.
Değişiklik
MADDE 9 – (1) Üreticiler, bildirimde veya etiket bilgilerinde yer alan hususlardan bir veya
birkaçının değişmesi halinde bu değişiklikleri ürünü piyasaya sürmeden önce Bakanlığa bildirmek
zorundadırlar.
Etiketleme
MADDE 10 – (1) Etiketlerde;
a) Üreticinin adı ve adresi,
b) Üretim yerinin adı ve adresi,
c) Ürünün ticari adı,
ç) Amaçlanan kullanım alanları,
d) Ürünün formülünü oluşturan maddelerin ağırlıkça veya hacimce yüzde miktarı ile kimyasal
isimleri, CAS numarası ve 26/12/2008 tarihli ve 27092 sayılı Mükerrer Resmî Gazete’de
yayımlanan “Tehlikeli Maddelerin ve Müstahzarların Sınıflandırılması, Ambalajlanması ve
Etiketlenmesi Hakkında Yönetmelik” hükümlerine göre belirlenecek tehlike sembolleri, tehlike
ibareleri ve güvenlik uyarıları,
e) Kullanma talimatı,
f) Nominal dolum miktarı,
g) Üretim ve son kullanma tarihi (açılmış ambalaj ve seyreltilmiş ürün olarak ayrı ayrı), seri
veya parti numarası,
ğ) LD 50 (oral, sıçan) değeri,
h) Ürünün saklama koşullarının sıcaklık ve nem olarak
bulunması zorunludur.
(2) Etiketlerde ayrıca uyarı olarak;
a) Kullanma talimatını mutlaka okuyunuz,
b) Kullanıcılar için koruyucu giysi (gözlük, eldiven, yüz maskesi) kullanınız,
c) Çocuklardan uzak tutunuz,
ç) Başka bir ürün veya madde ile karıştırmayınız,
d) Gıda maddelerinden uzak tutunuz,
e) Boşalan ambalajlar Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’ne göre değerlendirilir,
f) Zehirlenme durumlarında Ulusal Zehir Danışma Merkezi (UZEM)’nin 114 No’lu
telefonunu veya Acil Sağlık Hizmetleri’nin 112 No’lu telefonunu arayınız,
g) Ürünün uygulaması sertifikalı personel tarafından yapılacaktır,
ğ) Filtrasyon öncesi kullanılır,
ifadeleri bulunur.
Mesul müdür
MADDE 11 – (1) Mesul müdür olarak üretim yerinde kimya mühendisi, kimyager, eczacı
veya biyolog görevlendirilir. Mesul müdürün görevden ayrılması durumunda yedi gün içinde yeni
bir mesul müdür görevlendirilir.
(2) Mesul müdür görevlendirilmesi, üreticinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
Ambalajlama/ürünlerin bertarafı
MADDE 12 – (1) Ürünlerin ambalajlama, etiketleme ve işaretleme kuralları Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı tarafından 10/4/2002 tarihli ve 24722 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 1/7/2006 tarihli
ve 26215 sayılı Resmî Gazete ile değişiklik yapılan Hazır Ambalajlı Mamullerin Ağırlık ve Hacim
Esasına Göre Net Miktar Tespitine Dair Yönetmelik ile 1/7/2006 tarihli ve 26215 sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanmış olan Hazır Ambalajlı Sıvı Mamullerin Hacim Tespitine Dair Yönetmelik
çerçevesinde değerlendirilir. 24/6/2007 tarihli ve 26562 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe konulan Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği ile 26/12/2008 tarihli ve 27092 sayılı
Mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan Bazı Tehlikeli Maddelerin, Müstahzarların ve Eşyaların
Üretimine, Piyasaya Arzına ve Kullanımına İlişkin Kısıtlamalar Hakkında Yönetmelik hükümlerine
uygun olmak zorundadır.
(2) İmhasına karar verilen veya son kullanma tarihi dolmuş ürünler 14/3/2005 tarihli ve 25755
sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği
çerçevesinde üretici tarafından bertarafı sağlanır.
Teknik dosya ve üretim yeri nitelikleri
MADDE 13 – (1) Gerekli durumlarda Müdürlük veya Bakanlık tarafından incelenmek üzere
üreticiler üretim yerinin bulunduğu yerde, ithalatçılar ise merkez bürolarında ek-3’de yer alan
bilgileri içeren teknik dosyayı bulundurmak zorundadır. Ayrıca, üreticiler üretim yerinde ek-2 de
belirtilen şartları sağlamak zorundadır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Denetim, Yasaklar, Cezai Müeyyideler ve Son Hükümler
Denetim
MADDE 14 – (1) Havuz suyunda kullanılan yardımcı kimyasal maddelerin denetimi
25/6/2007 tarihli ve 26563 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Sağlık Bakanlığınca Yapılacak
Piyasa Gözetimi ve Denetiminin Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” kapsamında yapılır.
Piyasa gözetimi ve denetimi veya şikayet üzerine alınan numunelerin analizleri yetkili laboratuvarda
yaptırılır.
Yasaklar
MADDE 15 – (1) Bakanlığa bildirimde bulunulmadan havuz suyunda kullanılan yardımcı
kimyasal maddelerin üretimi ve ithalatı yapılamaz ve piyasaya arz edilemez.
(2) Tebliğde belirtilen kurallara aykırı üretim ve satış ile basın, yayın, broşür dağıtma gibi
yollarla tüketicileri yanıltıcı reklam ve herhangi bir şekilde aslına uygun olmayan tanıtım yapılması
yasaktır.
Cezai müeyyideler
MADDE 16 – (1) Tebliğ’de belirtilen hükümlere aykırı davranan veya faaliyet gösterenler
hakkında, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında
Kanun, 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair
Kanun, Gıda Maddelerinin ve Umumi Sağlığı İlgilendiren Eşya ve Levazımın Hususi Vasıflarını
Gösteren Tüzük ile ilgili diğer mevzuat hükümleri uygulanır.
(2) Güvensiz veya son kullanma tarihi dolmuş ürünler atık olarak değerlendirilir ve bertaraf
işlemleri Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliğine göre yapılır.
Önceden izin verilmiş ürünler
GEÇİCİ MADDE 1 – (1) Bu Tebliğin yayımı tarihinden önce izin verilmiş ürünler, Tebliğin
yayımlanmasını müteakip bir yıl içinde Tebliğ hükümlerine uygun hale getirilir. Süre sonunda
uyumun gerçekleştirilmemesi halinde üretim ve satış yapılamaz.
Yürürlük
MADDE 17 – (1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE 18 – (1) Bu Tebliğ hükümlerini Sağlık Bakanı yürütür.
Ek-1 A-ÜRETİCİ BİLDİRİM FORMU
Üreticinin adı ve adresi
Üretim yerinin adı ve adresi
24 saat içinde ulaşılacak telefon
numarası
Faks numarası
e-posta adresi
İrtibat kurulacak kişinin adı ve
soyadı
Vergi Dairesi-Vergi No (Şahıslar
için T.C. Kimlik No)
Marka
Ürünün açık adı (tüm çeşitler tek tek yazılacak)
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Ek-1B-İTHALATÇI BİLDİRİM FORMU
İthalatçının adı ve adresi
Üreticinin adı ve adresi
24 Saat içinde ulaşılacak telefon
numarası
Faks numarası
e-posta adresi
İrtibat kurulacak kişinin adı ve
soyadı
Vergi Dairesi-Vergi No
(Şahıslar için T.C. Kimlik No)
Marka
Ürünün açık adı (tüm çeşitler tek tek yazılacak)
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Ek-2 HAVUZ SUYUNDA KULLANILAN YARDIMCI KİMYASAL MADDELERİN
ÜRETİM YERİ NİTELİKLERİ
1- Üretim yerinde; idari bölüm, üretim bölümü, kontrol bölümü (Laboratuvar kontrolü vs.),
ambalajlama bölümü ile hammadde ve ürün depolama bölümü bulunur.
2- Ham maddeler ve ambalajlar birbirine karışma riskini önleyecek şekilde yerleştirilir.
3- Üretim yerlerinde, üretim hattı ve depolar gaz ve ısıya duyarlı güvenlik donanımlarına
sahip olmalıdır. Ayrıca depolanan ve üretilen ürünlere göre düzenlenmiş kaza, yangın vs.
durumlarına karşı güvenlikle ilgili uygulama planı yapılır. Bu plan hazırlanırken itici gazlarla üretim
yapan işyerleri buna uygun ek güvenlik önlemleri almakla yükümlüdür.
4- Üretim yerinin zemini kolay temizlenebilir, pürüzsüz ve dezenfekte edilebilir malzemeden
yapılmalıdır.
5- Yeterli havalandırma ve yapılan işe uygun aydınlatma olmalıdır. Çalışanlara iş sağlığı ve
güvenliği eğitimi verilmelidir.
6- Üretim yerleri iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına uygun olmalıdır.
7- Üretim alanında periyodik kontrolleri yapılmış yangın tüpü ve ürüne göre temizleme
malzemesi ve donanımı bulunmalıdır.
8- Üretimde kullanılan ekipmanlar malzeme ile etkileşime girmeyecek türde olmalıdır.
9- Her üretim işlemine başlamadan önce işlemde kullanılacak bütün alet ve teçhizat
temizlenmiş olmalıdır.
10- Üretim yerinde üretim işlemleri ve kontroller mesul müdür nezareti altında yapılmalıdır.
11- Ürünün dağıtımı ile ilgili kayıtlar tutulmalıdır.
12- İşyerinde yangın veya patlamaya sebep olabilecek tutuşturucu kaynaklarının bulunması
önlenmelidir.
13- Çalışanların kişisel temizliği için uygun ve yeterli şartlar sağlanmalıdır.
Ek-3 HAVUZ SUYUNDA KULLANILAN YARDIMCI KİMYASAL MADDELERİ İÇEREN
ÜRÜNLERİN TEKNİK DOSYASINDA BULUNMASI GEREKEN BİLGİLER
1- Formül: Ürün formülasyonunu oluşturan kimyasal maddelerin ağırlıkça veya hacimce
yüzde miktarları ile formülasyonu oluşturan kimyasal maddelerin formül içerisinde bulunuş
nedenleri,
2- Ürünün, etken ve yardımcı maddelerin fiziksel ve kimyasal özellikleri,
3- Ürünün formu ve ambalaj şekli, (emülsiyon, solüsyon, tablet, granül vb.),
4- Ürünün kontrol metotları (kimyasal, fiziksel),
5- 26/12/2008 tarihli ve 27092 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tehlikeli
Maddeler ve Müstahzarlara İlişkin Güvenlik Bilgi Formlarının Hazırlanması ve Dağıtılması
Hakkında Yönetmeliğe uygun hazırlanmış güvenlik bilgi formu (MSDS) ve Türkçe tercümeleri.
Ürünün etiketinde ürünün kullanım amacı ile ilgili bir iddia varsa bu iddiayı açıklayan bağımsız
bilimsel kuruluşlardan alınmış bilimsel nitelikteki testler, raporlar ve görüşler,
6- Türkçe etiket örneği,
7- Bitmiş ürüne ait analiz sertifikası,
8- Etken ve yardımcı maddelerde ve bitmiş üründe stabilite testleri, şartları, kontrol
yöntemleri, sonuçları ve değerlendirmesi,
9- Ürünün kullanma süresi ve saklama koşulları,
10- LD50 değeri için “IUCLID-Kimyasallara ilişkin Uluslar Arası Bilgi Erişimi Veri Tabanı
(European Chemical Bureau), WHO, EPA veya eşdeğer kaynak” orijinal kaynak olarak dosyaya
eklenmesi, etiket ve ürün güvenlik bilgi formundaki LD50 (oral, sıçan) değerinin bu kaynak ile
uyumlu olması,
11- Ticari Sicil Gazetesi,
12- Türk Patent Enstitüsünden alınacak marka tescil belgesi veya marka tescil belgesinin
başvurusunun fotokopisi,
13- Üretici firma tarafından onaylı kısa imalat yöntemi,
14- Üretim yerine ait İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı (ruhsatta faaliyet konusu belirtilmeli),
15- Mesul müdür diploma fotokopisi,
16- Mesul müdür sözleşmesi: Üretim yeri sahibi ile üretim yeri mesul müdürü olarak görev
yapan kişi arasında yapılan anlaşmanın noter onaylı bir sureti,
17- Çevre Sağlığı Değerlendirme Raporu: Bakanlık/İl Sağlık Müdürlüğü elemanlarınca üretim
yerinin Ek-2’ye göre tetkiki yapılarak düzenlenecek rapor,
18- Sağlık veya Serbest Satış Sertifikası: Ürünün menşei ülkesinde aynı kullanım amacı için
izinli veya satışının serbest olduğuna ilişkin menşei ülkenin izin vermeye yetkili kuruluşunca
düzenlenmiş belgenin orijinali (tarihi bir yıldan eski olmayacak ve elçilik onaylı) ve noter onaylı
tercümesi,
Fason üretim yapılacaksa fason üretim sözleşmesinde;
19- Fason üretim yaptıracak firma veya şahıs ile üretimi yapacak firma veya şahıs arasında
noter huzurunda yapılacak yazılı anlaşmaya aşağıdaki hususlar eklenmelidir.
a) Üretilecek ürünün toplam miktarı ve ambalaj sayısı,
b) Anlaşmanın geçerlilik süresi.
Not (1) - 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10 ve 11 inci maddeler genel maddeler olup 12, 13, 14, 15, 16, 17 ve
19 uncu maddeler yerli üreticiler için, 18 inci maddede belirtilen şartlar ithal ürünler için düzenlenir.
Not (2) - Ayrıca Bakanlık tarafından yukarıda belirtilen bilgi ve belgelerin dışında gerekli görülmesi
halinde mesul müdür/ithalatçı firma onaylı ek bilgi ve belge talep edilebilir.
[R.G. 4 Ağustos 2010 – 27662]
—— • ——
Maliye Bakanlığından:
GELİR VERGİSİ GENEL TEBLİĞİ
(SERİ NO: 274)
1. Giriş
6009 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla1, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesinde
yer alan gelir vergisi tarifesi 1/1/2010 tarihinden geçerli olmak üzere değiştirilmiş olup, 1/1/2010
tarihi ile 6009 sayılı Kanunun Resmî Gazete’de yayımlandığı tarih olan 1/8/2010 arasındaki ücret
ödemeleri için 6009 sayılı Kanunun yayımından önceki tarifeye göre yapılmış olan ancak, yeni
tarifeye göre fazla kesilen gelir vergisi tevkifat tutarlarının ödenecek vergilerden mahsubu veya red
ve iadesi ile eksik kesildiği tespit edilen vergilerin ilave olarak kesilmek suretiyle ödenmesi
işlemlerinin nasıl yerine getirileceği hususları bu Tebliğin konusunu oluşturmaktadır.
2. Konu ile İlgili Mevzuat
6009 sayılı Kanunla Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesi yeniden düzenlenmiş ve
yapılan değişiklikle gelir vergisine tabi gelirlerin;
8.800 TL’ye kadar
%15
22.000 TL’nin 8.800 TL’si için 1.320 TL, fazlası
%20
50.000 TL’nin 22.000 TL’si için 3.960 TL
(ücret gelirlerinde 76.200 TL'nin 22.000 TL’si için 3.960 TL), fazlası
50.000 TL’den fazlasının 50.000 TL'si için 11.520 TL
%27
(ücret gelirlerinde 76.200 TL’den fazlasının 76.200 TL’si için 18.594 TL), fazlası %35
oranında vergilendirileceği belirtilmiştir.
Öte yandan, 6009 sayılı Kanunla Gelir Vergisi Kanununa eklenen Geçici 78 inci maddede,
"2010 takvim yılına ilişkin olarak yapılmış ücret ödemeleri için bu Kanunun yayımlandığı tarihe
kadar yapılmış olan gelir vergisi tevkifat tutarlarının, 103 üncü maddede bu Kanunla yapılan
değişiklik hükmü uyarınca hesaplanan vergiden fazla olması halinde, fark vergi tutarı terkin edilir,
tahsil edilmişse mükelleflerin sonraki dönemlerde ödeyecekleri gelir vergisinden mahsup edilir,
mahsup imkânının olmaması halinde ise red ve iade olunur. Eksik olması halinde ise bu fark, vergi
sorumluları tarafından bu Kanunun yayımlanmasından sonra yapılacak ilk ücret ödemesinden
kesilerek bu ödemenin ait olduğu döneme ilişkin muhtasar beyannamenin verilme ve ödeme süresi
içinde topluca (muhtasar beyanname verme yükümlülüğü olmayanlar hariç) verilecek ayrı bir
beyanname ile beyan edilir ve ödenir. Bu beyanname için ayrıca damga vergisi hesaplanmaz. Anılan
sürede düzeltilen söz konusu fark için gecikme faizi ve vergi cezası aranmaz; eksik tahakkuk etmiş
olan verginin bu süre içinde tamamlanmaması halinde bu tarihte vergi ziyaı doğmuş olur. Bu
hükmün uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar Maliye Bakanlığınca belirlenir.” hükmüne yer
verilmiş olup, bu hükmün vermiş olduğu yetkiye istinaden aşağıdaki açıklamaların yapılmasına
gerek duyulmuştur.
3. Mahsup İşleminin Yapılması
3.1. 2010 Yılı Temmuz Ayına Ait Olup Ağustos Ayında Muhtasar Beyanname Verecek
Olan Mükellefler
Temmuz ayına ait olup Ağustos ayında muhtasar beyannameyi verecek olan mükellefler, yeni
tarifeye göre 1/1/2010 tarihinden itibaren kendi hesapları üzerinde gerekli düzeltmeyi yaparak,
beyanname ekinde toplam çalışan bazındaki tevkifat ve fazla yapılan tevkifat tutarları ile aradaki
farkı gösteren Ek-1’deki listeyi ekleyecek ve sadece ödenmiş vergileri, beyannamenin Tablo-1
"Matrah ve Vergi Bildirimi" bölümünün "Mahsup Edilen Vergiler" kısmının (20) no'lu satırından
(KVK 34/8 Mad. Uyarınca KVK 15/3 Maddeye Göre Yapılan Vergi Kesintisinden Mahsup
Edilecek Kesinti Tutarları) sonra gelmek üzere "GVK Geçici 78 inci maddeye göre yapılan
mahsuplar" ifadesi ile göstererek mahsup etmek suretiyle beyannameleri düzeltilmiş tutarlara göre
vereceklerdir. Ödenmiş olan verginin ilk muhtasar beyannameden mahsup edilememesi durumunda,
kalan tutarın sonraki dönemlerde de aynı şekilde mahsup edilebileceği tabiidir.
Fazla yapılan tevkifat tutarlarının tahakkuk etmesine rağmen ödenmemiş olması halinde ise
mahsup söz konusu olmayacak, muhtasar beyanname ekinde verilecek olan her bir aya ilişkin
toplam çalışan bazında yapılan tevkifat ile fazla yapılan tevkifat tutarı ve aradaki farkı gösteren Ek1’deki listeye dayanılarak, vergi dairelerince ilgili dönem tahakkuklarında gerekli düzeltme
yapılacaktır.
Örnek:
Aylık muhtasar beyan mükellefiyeti olan (A) Ltd. Şti.’nin çalıştırdığı 2 işçinin ücretlerine ait
aylık vergi matrahı tutarları 40.000 TL olup, aylar itibariyle kanuni düzenlemenin yapıldığı tarihten
önce ve sonra geçerli olan tarifeler üzerinden yaptığı tevkifat tutarları aşağıdaki gibidir:
Değişiklik
öncesi hükme
göre kesilen
gelir vergisi
Yeni hükme
göre
hesaplanan
gelir vergisi
FARK
(TL)
Temmuz
Ocak
Şubat
Mart
Nisan
Mayıs
Haziran
7.120
10.520
12.400
14.000
14.000
14.000
7.120
10.520
10.800
11.408
14.000
14.000
14.500
0
0
1.600
2.592
0
0
0
-
(A) Ltd. Şti. Mart ve Nisan aylarına ilişkin olarak ücretlilerden fazladan kesilip vergi dairesine
beyan edilen ve tahakkuk ettirilerek ödenen 4.192 TL'yi, Ağustos ayında verilecek muhtasar
beyannamede, ödenecek vergiden mahsup ederek kalan tutar olan (14.000 – 4.192=) 9.808 TL’yi
vergi dairesine ödeyecektir. Dolayısıyla, Temmuz ayında ücretlilerden yapılacak tevkifat tutarı
toplamı 9.808 TL olacaktır.
3.2. 2010 Yılı Temmuz Ayına Ait Muhtasar Beyannamesini Vermiş Ancak Tahakkuk
Eden Vergiyi Henüz Ödememiş Olan Mükellefler
Muhtasar beyannameyi vermiş ancak tahakkuk eden vergiyi henüz ödememiş olan mükellefler
tarafından beyanname verme süresinin sonuna kadar düzeltme beyannamesi verilmesi halinde; bu
beyannameye Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs ve Haziran 2010 aylarına ilişkin beyannamelerdeki
tutarları ayrıntılı olarak gösteren Ek-1’deki liste eklenecek ve bu Tebliğin 3.1. bölümünde
açıklandığı şekilde işlem yapılacaktır.
3.3. 2010 Yılı Temmuz Ayına Ait Muhtasar Beyannamesini Vermiş ve Tahakkuk Eden
Vergiyi Ödemiş Olan Mükellefler
Muhtasar beyannameyi vermiş ve tahakkuk eden vergiyi ödemiş olan mükelleflerin fazladan
ödemiş oldukları vergi tutarları, sonraki dönemlerde verecekleri muhtasar beyannamelere göre
ödenecek gelir vergisinden mahsup edilecektir.
Sonraki dönemlerde verilecek muhtasar beyannamelerde, çalışanlara ait ücret matrahları
beyan edilerek bunlara ilişkin yeni tarife üzerinden hesaplanan vergilerin tahakkuk ettirilmesi
sağlanacaktır. Her bir aya ilişkin toplam çalışan bazında yapılan tevkifat ile fazla yapılan tevkifat
tutarı ve aradaki farkı gösteren Ek-1’deki liste muhtasar beyanname ekinde verilecek ve fazla
hesaplanması nedeniyle mahsup edilecek tutar, muhtasar beyannamenin Tablo-1 "Matrah ve Vergi
Bildirimi" bölümünün "Mahsup Edilen Vergiler" kısmının (20) no'lu satırından (KVK 34/8 Mad.
Uyarınca KVK 15/3 Maddeye Göre Yapılan Vergi Kesintisinden Mahsup Edilecek Kesinti
Tutarları) sonra gelmek üzere "GVK Geçici 78 inci maddeye göre yapılan mahsuplar" ifadesi ile
gösterilecektir.
3.4. Muhtasar Beyannameyi Üç Aylık Olarak Veren Mükellefler
Muhtasar beyannameyi üçer aylık olarak veren mükellefler, fazladan ödenmiş olan vergi
tutarlarını Ekim ayında verilecek muhtasar beyannameden, Tebliğin 3.1. bölümünde yapılan
açıklamalar çerçevesinde mahsup edeceklerdir.
3.5. Beyannamelerini Elektronik Ortamda Verecek Mükelleflerin Yapacakları İşlemler
Beyannamelerini elektronik ortamda veren mükellefler fazla ödedikleri tutarları Tebliğin 3.1.
bölümünde açıklanan şekilde tespit ederek, e-beyannamede bu işleme münhasır olmak üzere açılmış
bulunan "Mahsup Edilen Vergiler" kısmının "GVK Geçici 78 inci maddeye göre yapılan
mahsuplar" satırında göstereceklerdir.
Ayrıca, her bir aya ilişkin toplam çalışan bazında yapılan tevkifat ile fazla yapılan tevkifat
tutarı ve aradaki farkı gösteren Tebliğ ekinde yer alan liste (EK:1), elektronik ortamda muhtasar
beyanname ekinde verilecektir.
4. Yapılmış Olan Gelir Vergisi Tevkifat Tutarının Yeni Hükme Göre Hesaplanan
Vergiden Az Olması Durumunda Yapılacak İşlemler
1/1/2010 - 1/8/2010 tarihleri arasındaki ücret ödemelerinden, yeni tarifeye göre hesaplanması
gerekenden daha düşük tutarda tevkifat yapılmış olması durumunda oluşan fark tutarlar, vergi
sorumluları tarafından 6009 sayılı Kanunun Resmî Gazetede yayımlanmasından sonra yapılacak ilk
ücret ödemesinden kesilerek, bu ödemenin ait olduğu döneme ilişkin muhtasar beyannamenin
verilme ve ödeme süresi içinde topluca (muhtasar beyanname verme yükümlülüğü olmayanlar
hariç) verilecek ayrı bir muhtasar beyanname ile beyan edilecek ve ödenecektir. Söz konusu
beyanname e-beyanname vermek zorunda olanlarca elektronik ortamda verilecektir.
Bu düzeltme beyannamelerinde de mevcut muhtasar beyanname kullanılacak ve söz konusu
beyanname için ayrıca damga vergisi hesaplanmayacaktır. Süresinde düzeltilen söz konusu fark için
gecikme faizi ve vergi cezası aranmayıp, eksik tahakkuk etmiş olan verginin bu süre içinde
tamamlanmaması halinde ise bu tarihte vergi ziyaı doğmuş olacaktır.
Birden fazla ayda oluşan farklarda her bir ay için ayrı ayrı muhtasar beyanname verilmeyecek,
tek bir beyanname ile kesilen vergiler beyan edilerek ödenecektir.
5. Emeklilik, İşten Ayrılma, İşyerinin Kapanması, Ölüm vb. Durumlarda Fazla Kesilen
Vergi Tutarlarının İadesi
Emeklilik, işten ayrılma, işyerinin kapanması, ölüm gibi haller nedeniyle fazla kesilen vergi
tutarlarının hak sahiplerine iadesi, vergi dairelerince yerine getirilecektir. Söz konusu mükellefler,
işverenden alacakları ve kendilerinden yapılan tevkifat tutarlarını ayrıntılı olarak gösteren bir yazı
ile en son çalıştıkları işverenin muhtasar beyanname yönünden bağlı olduğu vergi dairesine
başvuracak olup, gerekli düzeltme işlemleri ilgili vergi dairesince yerine getirilecektir.
Tebliğ olunur.
EK-1
GELİR VERGİSİ KANUNUNUN GEÇİCİ 78 İNCİ MADDESİ KAPSAMINDA
VERİLECEK LİSTE
Aylar
Yapılan Tevkifat
Yapılması Gereken
Tevkifat
Fark
————————————
1
1/8/2010 tarih ve 27659 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.
[R.G. 4 Ağustos 2010 – 27662]
—— • ——
Kamu İhale Kurumundan:
KAMU İHALE GENEL TEBLİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ
MADDE 1 - 22.8.2009 tarih ve 27327 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Kamu İhale Genel
Tebliğinin 38 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Madde 38 – Yaklaşık maliyetin hesaplanması sırasında aşırı
değerlendirilmesinde kullanılmak üzere İdarece yapılacak işlemler
düşük
tekliflerin
38.1. İdare, yaklaşık maliyetin hesaplanması sırasında her bir iş kalemi/grubunun yaklaşık maliyete
oranını tespit edecektir. Yaklaşık maliyeti oluşturan iş kalemleri/grupları tutarlarının büyükten
küçüğe sıralandığı ve oranların kümülatif toplamının da gösterildiği “sıralı iş kalemleri/grupları
listesi” ile iş kalemleri/gruplarına ait ayrıntılı analizler ve analiz girdilerinin tutarları itibarıyla
küçükten büyüğe sıralanmış halini gösteren “sıralı analiz girdileri tablosu” hazırlanarak yaklaşık
maliyet hesap cetveli kapsamında ihale onay belgesine eklenecektir. Sıralı iş kalemleri/grupları
listesi oluşturulurken, iş kalemleri/grupları tutarlarının yaklaşık maliyete oranları, en yakın dört
ondalık basamaklı sayıya getirilecek biçimde yuvarlanacak ve bu oranların toplamının, yuvarlama
nedeni ile 1 den farklı olması dikkate alınmayacaktır.
Örnek:
Yaklaşık maliyet hesap tablosu
İş
İş
Miktarı
Birimi
kalemi/ kalemi
grubu
/grubu
no
adı
1
…….
10
…
2
…….
250
…
3
…….
400
…
4
…….
30
…
5
…….
2.500
…
6
…….
1.200
…
7
…….
25
…
8
……..
400
…
9
…….
500
…
10
……
844
…
Toplam yaklaşık maliyet (YM)
Birim fiyatı
12
3
6
500
4
8
90
80
40
20
Sıralı iş kalemleri / grupları listesi
Tutarı
120
750
2.400
15.000
1.000
9.600
2.250
32.000
20.000
16.880
100.000
İş
kalemi
/grubu
no
8
9
10
4
6
7
3
5
2
1
İş kalemi/
grubu adı
Tutarı
…….
…….
…….
…….
…….
…….
…….
…….
…….
…….
TOPLAM
Tutar/YM
32.000
20.000
16.880
15.000
9.600
2.400
2.250
1.000
750
120
100.000
Kümülatif
toplam
0,3200
0,2000
0,1688
0,1500
0,0960
0,0240
0,0225
0,0100
0,0075
0,0012
0,3200
0,5200
0,6888
0,8388
0,9348
0,9588
0,9813
0,9913
0,9988
1,0000
İş kalemi/grubu analizi
İş kalemi / grubu
No : 4
Poz No
…..
…..
…..
…..
…..
…..
…..
…..
…..
…..
…..
…..
…..
Yangına dayanıklı alçı duvar levhaları ile
metal iskeletli giydirme duvar yapılması
(………… Duvar Levhası ile)
Girdiler
Ö.Br
Mik.
B.Fiy.
.
Vida ve plastik
Ad
XXX
XXX
dubel
Levha xx mm (yangı
m2
XXX
XXX
na dayanıklı)
Tc
60
Profillim
XXX
XXX
0,6mm
TU 28 Prof.-0,5 mm
m
XXX
XXX
Agraf 12 cm
Ad
XXX
XXX
Agraf vidası
Kt
XXX
XXX
Derz Bandı (cam.el.)
m
XXX
XXX
Ses yal. bandı 5 cm
m
XXX
XXX
Borazan vida
Kt
XXX
XXX
Derz dol. alçısı harcı
m3
XXX
XXX
Düz İşçi (taş.)
Sa
XXX
XXX
Alçı levha ustası
Sa
XXX
XXX
Alçı levha usta yar.
Sa
XXX
XXX
Ölçü
Birimi
m2
Tutarı
Kar ve genel giderler hariç toplam
18,49
Kar ve genel giderler (% 25)
4,62
TOPLAM TUTAR
23,11
Sıralı analiz girdileri tablosu
Girdiler
0,54
Agraf vidası
Ö.
Br.
Kt
Mik.
Tutarı
XXX
B.Fi
y.
XXX
5,00
Ses yal. bandı 5 cm
m
XXX
XXX
0,33
3,50
Derz Bandı (Cam E.)
m
XXX
XXX
0,34
0,80
0,51
0,31
0,34
0,33
0,35
0,43
0,68
3,25
2,45
Borazan vida
Derz dol. alçısı harcı
Agraf 12 cm
Vida ve plastik dubel
Düz İşçi (taş.)
TU 28 Prof.-0,5 mm
Alçı levha usta yar.
Alçı levha ustası
Tc 60 Prof.-0,6mm
Levha xx mm (yangına
dayanıklı)
Kt
m3
Ad
Ad
Sa
m
Sa
Sa
m
m2
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
0,35
0,43
0,51
0,54
0,68
0,80
2,45
3,25
3,50
5,00
0,31
(NOT = Örnekteki iş kalemine ait analizdeki girdiler ve tutarları gerçek verileri yansıtmamaktadır, (38.1) maddesi için oluşturulmuş sayısal örnektir.)”
MADDE 2 - Aynı Tebliğin 45 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“45.1. 4734 sayılı Kanunun 38 inci maddesinde; ihale komisyonunun verilen teklifleri 37 nci
maddeye göre değerlendirdikten sonra, diğer tekliflere veya idarenin tespit ettiği yaklaşık maliyete
göre teklif fiyatı aşırı düşük olanları tespit edeceği, bu teklifleri reddetmeden önce, belirlediği süre
içinde teklif sahiplerinden teklifte önemli olduğunu tespit ettiği bileşenler ile ilgili ayrıntıları yazılı
olarak isteyeceği, ihale komisyonunun, yapım yönteminin ekonomik olması, seçilen teknik
çözümler ve teklif sahibinin yapım işinin yerine getirilmesinde kullanacağı avantajlı koşullar, yapım
işinin özgünlüğü hususlarında belgelendirilmek suretiyle yapılan yazılı açıklamaları dikkate alarak
aşırı düşük teklifleri değerlendireceği, bu değerlendirme sonucunda, açıklamaları yeterli
görülmeyen veya yazılı açıklamada bulunmayan isteklilerin tekliflerinin reddedileceği, aşırı düşük
tekliflerin tespiti ve değerlendirilmesinde Kurum tarafından belirlenen kriterlerin esas alınacağı,
Kurumun, aşırı düşük tekliflerin tespiti, değerlendirilmesi ve ekonomik açıdan en avantajlı teklifin
belirlenmesi amacıyla sınır değer veya sorgulama kriterleri ya da ortalamalar belirlemeye yetkili
olduğu hüküm altına alınmıştır. 4734 sayılı Kanunun aktarılan hükümleri çerçevesinde, yapım
işlerinde aşırı düşük tekliflerin tespit edilmesi ve sorgulanmasına ilişkin olarak aşağıdaki esaslara
uyulması gerekmektedir:
45.1.1. Yapım işleri ihalelerinde, 4734 sayılı Kanunun 37 nci maddesi uyarınca geçerli teklifler
tespit edildikten sonra;
Yaklaşık maliyetin % 120’sinin üzerindeki ve % 40’ının altındaki teklifler dikkate alınmaksızın,
geçerli tekliflerin aritmetik ortalaması ve standart sapması hesaplanır.
Tort1 : Geçerli tekliflerin (Tn) aritmetik ortalaması (Tort1 =
)
σ
)
: Geçerli tekliflerin standart sapması (σ =
Aritmetik ortalamadan standart sapma çıkartılır ve eklenir.
Tort1- σ
Tort1+ σ
Aritmetik ortalama değerinin standart sapma kadar aşağısı ve standart sapma kadar yukarısı arasında
kalan bölgede yer alan tekliflerin tekrar ortalaması alınmak suretiyle, ikinci aritmetik ortalama
bulunur.
Ti
: Standart sapma aralığında kalan teklifler : { Ti: (Tort1- σ ≤ Ti ≤ Tort1+ σ)}
Tort2
: Standart sapma aralığında kalan tekliflerin (Ti) aritmetik ortalaması (Tort2=
)
Hesaplanan ikinci aritmetik ortalama yaklaşık maliyete bölünmek suretiyle (C) değeri elde edilir.
C
: Tort2/YM →
(C) değeri aşağıdaki eşitliklerin ilgili olanında yerine konularak (K) değeri bulunur.
C < 0,60 →
0,60 ≤ C ≤ 1,00 →
C > 1,00 →
Sınır değer aşağıdaki eşitlikten bulunur:
SD (Sınır değer) = [
]/ 1,20
Yaklaşık maliyetin % 120’sinin üzerinde ve % 40’ının altındaki teklifler dışında tek geçerli teklif
bulunması durumunda; “Tort2” değeri tek geçerli teklife eşittir. Yaklaşık maliyetin % 40 - % 120
aralığında geçerli teklif bulunmaması durumunda; sınır değer yaklaşık maliyetin % 40’ıdır.
Sınır değer hesaplanmasında idarelerin faydalanmasına yönelik olarak hazırlanan “Yapım işlerinde
sınır değer hesaplama aracı” programına Kurumun (www.kik.gov.tr) internet sayfasından
erişilebilir.
45.1.2. Sınır değerin altındaki teklif sahiplerinden yaklaşık maliyetin % 80’lik bölümünü oluşturan
iş kalemleri/gruplarına ilişkin ayrıntılar yazılı olarak istenir. Bu çerçevede; istenen açıklamanın
niteliği dikkate alınarak, isteklilere beş (5) iş gününden az olmamak üzere makul bir süre verilir.
45.1.2.1. İhale komisyonunca, (38.1) maddesi kapsamında idarece hazırlanan “sıralı
kalemleri/grupları listesi” kullanılarak yaklaşık maliyetin % 80’lik kısmına giren
kalemleri/grupları belirlenir.
iş
iş
Sıralı listeye göre, tutarlarının yaklaşık maliyete oranlarının kümülatif toplamı % 80 oranına kadar
olan iş kalemleri/grupları ile kümülatif toplama eklendiğinde % 80 oranının aşılmasına neden olan
iş kalemi/grubu, sorgulamaya tabi tutulacak olan iş kalemleri/grupları olarak belirlenecektir.
Bunların dışında kalan iş kalemleri/grupları için sorgulama yapılmayacaktır.
45.1.2.2. İhale komisyonu tarafından, açıklama istenilmesi gereken iş kalemleri/gruplarına ait
idarece (38.1) maddesine göre oluşturulan “sıralı analiz girdileri listesi” kullanılarak tutarı kar ve
genel gider hariç analiz toplamının % 3’üne eşit ve bu tutarın altında olan analiz girdileri tespit
edilecektir.
Yaklaşık maliyeti oluşturan iş kalemi/grubu analizlerindeki analiz girdilerinden, tutarı kar ve genel
gider hariç analiz toplamının %3’üne eşit ve altında olanlar için isteklilerden açıklama yapılması
istenilmeyecektir.
Tutarı, kar ve genel gider hariç analiz toplamının % 3’üne eşit veya altında olması nedeniyle
sorgulamaya tabi tutulmayacak analiz girdilerinin tutarlarının kümülatif toplamının kar ve genel
gider hariç analiz toplamının %15’ini aşması durumunda; en küçük tutardan itibaren kümülatif
toplamda % 15’lik tutarın aşılmasına neden olan analiz girdisi belirlenecek, tutarı bu girdinin
tutarından daha az olan girdiler için açıklama istenilmeyecektir.
Aynı girdinin yaklaşık maliyeti oluşturan birden fazla iş kalemi/grubunun analizinde yer alması
halinde bu girdinin oranı her analiz için ayrı ayrı değerlendirilerek analiz toplamının % 3’ünün
altında kalıp kalmadığına göre işlem yapılır. Herhangi bir analizdeki oranı %3’ün üstünde olan
analiz girdisi için açıklama istenilecektir.
Analizlerdeki işçilik girdisi, tutarları analiz toplamının % 3’üne eşit veya altında olsa dahi, açıklama
istenilmeyecek girdiler arasında yer alamaz.
45.1.2.3. İhale komisyonu teklifleri aşırı düşük olarak tespit edilen isteklilerden
(45.1.2.1) maddesinde belirlediği iş kalemleri/grupları için isteyeceği açıklama ile ilgili yazıda,
(45.1.2.2) maddesine göre açıklama istenilmeyecek olan analiz girdilerini de belirtecektir.
İstekliler, teklifi kapsamında yer alan iş kalemleri/grupları için hazırlayacakları analizlerde
(45.1.2.2) maddesine göre açıklama istenilmeyecek olan analiz girdileri de dahil analizlerini
oluşturan tüm girdileri göstereceklerdir.
Örnek:
Yaklaşık maliyeti 100.000 TL olan bir ihalede; ihale komisyonu, (38.1) maddesine göre idarece
oluşturulan “sıralı iş kalemleri/grupları listesi” ni kullanarak yaklaşık maliyete oranlarının kümülatif
toplamı % 80 den küçük olan (0,6888) 8, 9 ve 10 nolu iş kalemleri/grupları ile kümülatif toplama
eklendiğinde % 80 oranının aşılmasına neden olan 4 nolu iş kalemi/grubunu açıklama istenilecek iş
kalemleri/grupları olarak belirleyecektir.
Sıralı iş kalemleri/grupları listesi
İş kalemi/grubu No
8
9
10
4
6
7
3
5
2
1
İş kalemi/grubu adı
…….
…….
…….
…….
…….
…….
…….
…….
…….
…….
TOPLAM
Tutarı
32.000
20.000
16.880
15.000
9.600
2.400
2.250
1.000
750
120
100.000
Tutar/YM
0,3200
0,2000
0,1688
0,1500
0,0960
0,0240
0,0225
0,0100
0,0075
0,0012
100,0000
Kümülatif toplam
0,3200
0,5200
0,6888
0,8388
0,9348
0,9588
0,9813
0,9913
0,9988
1,0000
Sorgulama yapılacak olan “4” nolu iş kalemi/grubunun kar ve genel gider hariç birim fiyatının
18,49 TL olduğu varsayıldığında, ihale komisyonu tarafından, tutarı 18,49 TL’nin % 3’ü olan (18,4
9x0,03=0,55) 0,55 TL’ye eşit veya altında kalan analiz girdileri “vida ve plastik dupel, agraf 12 cm,
agraf vidası, derz bandı, ses yalıtım bandı, borazan vida, derz dolgu alçısı harcı” olarak tespit
edilecektir.
Ancak söz konusu girdilerin tutarları toplamı olan 2,81 TL’nin, 4 nolu iş kaleminin kar ve genel
gider hariç analiz toplamının (birim fiyatının) % 15’i olan (18,49x0,15=2,77) 2,77 TL’den fazla
olması nedeniyle sıralı analiz girdileri tablosuna göre 2,77 TL’lik tutarın aşılmasına neden olan
“vida ve plastik dubel” açıklama yapılması gerekli olmayan analiz girdileri içinden çıkarılacak ve
“agraf 12 cm, agraf vidası, derz bandı, ses yalıtım bandı, borazan vida, derz dolgu alçısı harcı”
açıklama yapılmasına gerek olmayan analiz girdileri olarak ihale komisyonunca tespit edilecektir.
İş kalemi / grubu analizi
İş kalemi / grubu
No : 4
Yangına dayanıklı alçı duvar levhaları ile metal
iskeletli giydirme duvar yapılması (………… Duvar
Levhası ile)
Ö Br.
Miktarı
B.Fiyatı
Ölçü Birimi
m2
Poz No
Girdiler
……
Vida ve plastik dubel
Ad
XXX
XXX
Tutarı*
0,54
…..
Levha xx mm (yangına dayanıklı)
m2
XXX
XXX
5,00
…..
Tc 60 Profilli-0,6mm
m
XXX
XXX
3,50
…..
TU 28 Profilli-0,5 mm
m
XXX
XXX
0,80
…..
Agraf 12 cm
Ad
XXX
XXX
0,51
…..
Agraf vidası
Kt
XXX
XXX
0,31
…..
Derz Bandı (Cam el.)
m
XXX
XXX
0,34
…..
Ses yalıtım bandı 5 cm
m
XXX
XXX
0,33
…..
Borazan vida
Kt
XXX
XXX
0,35
…..
Derz dolgu alçısı harcı
m3
XXX
XXX
0,43
…..
Düz İşçi(taş.)
Sa
XXX
XXX
0,68
…..
Alçı levha ustası
Sa
XXX
XXX
3,25
…..
Alçı levha usta yar.
Sa
XXX
XXX
2,45
Kar ve genel giderler hariç toplam
18,49
Kar ve genel giderler (% 25)
4,62
TOPLAM TUTAR
23,11
Sıralı analiz girdileri tablosu
Girdiler
Agraf vidası
Ses yalıtım bandı 5 cm
Derz Bandı (Cam el.)
Borazan vida
Derz dolgu alçısı harcı
Agraf 12 cm
Vida ve plastik dubel
Düz İşçi(taş.)
Ö.B
.
Kt
m
m
Kt
m3
Ad
Ad
Sa
Miktarı
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
B.Fiyat
ı
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
XXX
Tutarı
0,31
0,33
0,34
0,35
0,43
0,51
0,54
0,68
TU 28 Profilli-0,5 mm
m
XXX
XXX
0,80
Alçı levha usta yar.
Sa
XXX
XXX
2,45
Alçı levha ustası
Sa
XXX
XXX
3,25
Tc 60 Profilli-0,6mm
m
XXX
XXX
3,50
Levha xx mm (yangına dayanıklı
)
m2
XXX
XXX
5,00
Kümülatif
Toplam
0,31
0,64
0,98
1,33
1,76
2,27
2,81
Açıklama yapılması istenilmeyecektir
Açıklama yapılması istenilmeyecektir
Açıklama yapılması istenilmeyecektir
Açıklama yapılması istenilmeyecektir
Açıklama yapılması istenilmeyecektir
Açıklama yapılması istenilmeyecektir
(NOT = Örnekteki iş kalemine ait analizdeki girdiler ve tutarları gerçek verileri yansıtmamaktadır, (45.1.2.1) ve (45.1.2.2) maddesi için oluşturulmuş
sayısal örnektir.)
45.1.3. İsteklilerden teklifleri kapsamında analiz ve hesap cetveli sunmaları istenmeyecektir.
Analizler ve hesap cetveli, Kanunun 38 inci maddesi uyarınca teklif fiyatı aşırı düşük olarak tespit
edilen isteklilerin tekliflerinin önemli bileşenleri ile ilgili ayrıntıların belirlenmesi amacıyla, sadece
aşırı düşük teklif sahibi isteklilerden istenecektir. Bu çerçevede; teklif fiyatının aşırı düşük olduğu
tespit edilen istekliler tekliflerinde önemli olduğu tespit edilen bileşenlerine ilişkin olarak
yapacakları açıklama kapsamında;
a) Anahtar teslimi götürü bedel işlerde, toplam teklif bedelini oluşturan iş kalemleri ve/veya iş
gruplarına ait miktarlar ve bunlara ait birim fiyatların gösterildiği hesap cetveli ile açıklama istenen
iş kalemleri ve/veya iş gruplarının birim fiyatlarına ilişkin ihale dokümanında verilen analiz
formatına uygun analizleri,
b) Teklif birim fiyatlı işlerde; açıklama istenen iş kalemlerinin birim fiyatlarına ilişkin olarak ihale
dokümanında verilen analiz formatına uygun analizleri
sunacaklardır. Sorgulamaya konu edilmeyen iş kalemleri/grupları için analiz sunulması
istenmeyecektir.
45.1.4. İdare tarafından ihale dokümanı kapsamında;
a) Teklif birim fiyatlı işlerde; her bir iş kaleminin yapım şartlarına, tarif ve içeriğine göre analizde
yer almasını istediği “malzeme, işçilik, makine ve diğerleri (varsa; nakliyeler, inşaat yerindeki
yükleme, boşaltma, yatay ve düşey taşımalar, zamlar vb.)” sadece girdi cinslerinin belirlendiği,
analiz girdileri ile miktarlarının ve tutarlarının belirtilmediği,
b) Anahtar teslimi götürü bedel işlerde; iş kalemleri ve/veya iş gruplarının yapım şartlarına bağlı
kalınarak, her iş kalemi/iş grubunun içeriğine göre analizde yer almasını istediği “malzeme, işçilik,
makine ve diğerleri (varsa; nakliyeler, inşaat yerindeki yükleme, boşaltma, yatay ve düşey
taşımalar, zamlar vb.)” sadece girdi cinslerinin belirlendiği, analiz girdileri ile miktarlarının ve
tutarlarının belirtilmediği,
(Ek-Y.2)’de yer alan örneğe uygun analiz formatının isteklilere verilmesi, isteklilerin de tekliflerinin
aşırı düşük olarak tespit edilerek kendilerinden açıklama istenmesi durumunda, yapacakları
açıklamada sunacakları analizlerin verilen bu formata uygun olması gerekmektedir.
İdare tarafından bütün iş kalemleri/iş grupları için tek bir analiz formatı düzenlenebileceği gibi, iş
kalemleri/iş gruplarının yapım şartlarına göre birden fazla analiz formatı da düzenlenebilir. Ancak
bu durumda, idare ihale dokümanında hangi analiz formatının hangi iş kalemleri/iş grupları için
kullanılacağını belirtmek zorundadır.
45.1.5. İsteklilerin iş kalemleri/iş grupları için kamu kurum ve kuruluşlarınca yayımlanmış cari yıl
birim fiyatları veya bu fiyatlardan daha yüksek fiyatları teklif etmeleri ve söz konusu iş
kalemleri/grupları için; hangi kamu kurum ve kuruluşunun birim fiyatını kullandıklarını, birim fiyat
poz numarasını da yazmak suretiyle liste halinde belirterek açıklamaları kapsamında sunmaları
durumunda analiz düzenlemeleri zorunlu değildir. Bu kapsamda; isteklilerin, kamu kurum ve
kuruluşlarınca yayımlanmış “kar ve genel gider içermeyen birim fiyatların” üzerine, kendi
belirledikleri “kar ve genel gideri” ilave ederek birim fiyatlarını oluşturmaları durumunda da; hangi
kamu kurum ve kuruluşunun “kar ve genel gider hariç birim fiyatını” kullandıklarını ve kendi
belirledikleri “kar ve genel gider” tutarını yazmak suretiyle liste halinde belirterek açıklamaları
kapsamında sunmaları halinde de, söz konusu iş kalemleri/iş grupları için analiz düzenlemeleri
zorunlu değildir. Bu kapsamda isteklilerin analiz düzenlemeleri zorunlu olmayan söz konusu iş
kalemleri/grupları için (45.1.14) maddesinde belirtildiği şekilde, proforma fatura, teklif alma yazısı,
maliyet/satış tutarı tespit tutanağı (Ek: O-5, O-6, O-7) ve stok tespit tutanağı (Ek: O-8) sunmalarına
da gerek bulunmamaktadır.
Örneğin; isteklinin, “150 dozlu demirsiz beton” iş kalemi için Bayındırlık ve İskan Bakanlığının
16.001 poz numaralı birim fiyatını (2010 B.F: 97,86 TL) teklif etmesi, “200 dozlu demirsiz beton”
iş kalemi için Bayındırlık ve İskan Bakanlığının 16.002 poz numaralı birim fiyatının (2010 B.F:
104,00 TL) üzerinde 105,00 TL teklif vermesi, 250 dozlu demirsiz beton” iş kalemi için Bayındırlık
ve İskan Bakanlığının 16.003 poz numaralı birim fiyatının kar ve genel gider hariç tutarına,
(110,13/1,25=88,10 TL) kendi belirlediği % 18 kar ve genel gider karşılığı eklemek suretiyle 103,96
TL (88,10 x 1,18) teklif etmesi ve teklif ettiği söz konusu birim fiyatları aşağıdaki örnek listede
gösterildiği şekilde tablo halinde göstermesi durumunda; bu üç iş kalemi için analiz düzenlemesi
zorunlu değildir.
Sıra
No
1
Kamu kurum ve kuruluşlarının yayımlanmış birim fiyatları kullanılarak oluşturulan teklif birim fiyat listesi (Örnek)
Kamu kurum ve kuruluş birim fiyatları
Teklif
Kar ve
Kar ve
genel
genel
Teklif
Teklif
gider
gider
edilen kar
Poz
edilen birim
İş kaleminin adı
dahil
hariç
ve genel
No
Birim fiyatı alınan kurum/kuruluş
fiyat
birim
birim
gider
fiyat
fiyat
(TL)
(TL)
(TL)
(TL)
16.001 150 dozlu demirsiz beton
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı
97,86
97,86
2
3
…
16.002
16.003
…
200 dozlu demirsiz beton
250 dozlu demirsiz beton
…
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı
…
104,00
110,13
88,10
15,86
105,00
103,96
İş kalemleri/grupları için, kamu kurum ve kuruluşlarınca yayımlanmış birim fiyatlar esas alınarak
teklif sunulmuş olmakla birlikte; yukarıda belirtildiği şekliyle liste halinde belirtilmemesi
durumunda, söz konusu iş kalemleri/grupları için analiz sunulması zorunludur.
İlan veya davet tarihinde cari yıl birim fiyatın yayımlanmamış olması durumunda, istekli tarafından
önceki yılın yayımlanmış birim fiyatları kullanılabilir.
45.1.6. Analizler ile yardımcı ve/veya alt analizlerde, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından
belirlenerek yayımlanmış rayiçleri kullanan ve söz konusu rayiçleri poz numaraları da belirterek
liste halinde sunan isteklilerin, söz konusu rayiçlere ilişkin olarak (45.1.14) maddesinde belirtildiği
şekilde, proforma fatura, teklif alma yazısı, maliyet/satış tutarı tespit tutanağı ve stok tespit tutanağı
sunmalarına gerek bulunmamaktadır.
45.1.7. İstekliler tarafından, inşaat iş kalemleri/iş grupları dışında yer alan sıhhi tesisat, kalorifer
tesisatı, müşterek tesisat, havalandırma, brülör, asansör, elektrik tesisatı vb. iş kalemleri/iş
gruplarına ait analiz sunulması yerine bu iş kalemi/iş gruplarına ait malzeme ve montaj bedelini ayrı
ayrı gösterecek şekilde açıklama yapılması kabul edilecektir.
45.1.8. Aşırı düşük teklifine ilişkin olarak yaptığı açıklamada sunduğu analizler, ihale dokümanı
kapsamındaki analiz formatına, birim fiyat tariflerine, idarece tanımlanan yapım şartlarına veya
teknik şartnameye uygun olmayan, analiz fiyat tutarları teklif fiyatların üzerinde olan isteklilere ait
teklifler reddedilecektir. Analizler üzerinde yapılan incelemede; çarpım ve toplamlarda hesaplama
hatası bulunması durumunda, analiz girdilerine ait fiyatlar esas alınarak, hesaplama hatası ihale
komisyonu tarafından re’sen düzeltilir. Bu şekilde düzeltilmiş analiz fiyatı, teklif fiyatın üzerinde
olan isteklilerin teklifleri reddedilir.
45.1.9. İş kalemleri/gruplarına ait analizler ile yardımcı ve/veya alt analizlerde yer alan işçilik
fiyatları için Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından belirlenen işçilik rayiçlerinin kullanılmaması
durumunda, teklif edilen işçilik fiyatları ihale tarihinde yürürlükte olan saatlik asgari ücretin altında
olamaz.
45.1.10. İhale komisyonu, sınır değerin altındaki tekliflerin önemli bileşenlerini;
a) Yapım yönteminin ekonomik olması,
b) Seçilen teknik çözümler ve yapım işinin yerine getirilmesinde kullanılacak avantajlı koşullar,
c) Teklif edilen yapım işinin özgünlüğü,
hususlarında istekliler tarafından belgelere dayalı olarak yapılan yazılı açıklamaları da dikkate
almak suretiyle değerlendirir ve ihaleyi sonuçlandırır.
45.1.11. Yapım yönteminin ekonomik olması hususunda bir açıklamada bulunulması durumunda;
kullanılan yapım yöntemi ve teknolojisinin sağlayacağı maliyet avantajının belgelere dayalı olarak
açıklanması gereklidir.
45.1.12. Seçilen teknik çözümler, yapım işinin yerine getirilmesinde kullanılacak avantajlı koşullar
veya yapım işinin özgünlüğü hususunda bir açıklamada bulunulması durumunda; belirtilen çözüm,
avantajlı koşul ve özgünlük sayesinde elde edilen maliyet avantajı, bilgi ve belgelere dayalı olarak
açıklanmalıdır.
45.1.13. Teklifi aşırı düşük bulunan isteklilerin, tekliflerinde önemli olduğu tespit edilen bileşenler
ile ilgili olarak Kanunun 38 inci maddesi uyarınca yapacakları açıklamada; sorgulamaya konu iş
kalemlerine/gruplarına ilişkin analizler ile bu analizlere dayanak teşkil eden bilgi ve belgeleri
sunmaları gerekmektedir.
İsteklinin analizlerine dayanak teşkil eden bilgi ve belgeler;
a. Tedarikçi veya üreticilerden alınan proforma faturalar,
b. Fiyat teklifleri,
c. Çimento ve demir ürünleri için üreticinin ilan edilmiş fiyat tarifeleri
ç. Kamu kurum ve kuruluşları tarafından sunulan mal ve hizmetlere ilişkin ilan edilmiş fiyat
tarifeleri veya bunlardan alınmış fiyat teklifleri,
d. Kamu kurum ve kuruluşları tarafından ilgili mala ilişkin ilan edilen asgari fiyatlar,
e. Ürettiği, aldığı veya sattığı mallara ilişkin maliyet/satış tutarı tespit tutanakları,
f. Stoğunda bulunan mallara ilişkin stok tespit tutanakları,
g. İdarece istenmesi durumunda yardımcı analizler v.b. dir.
İstekliler tekliflerine ilişkin olarak yukarıda sayılan belgelerden kendileri için uygun olanları
(45.1.13.1 – 45.1.13.8) maddelerine göre yapacakları açıklamalar kapsamında sunacaklardır.
Yukarıda sayılan belge ve bilgilerden hiçbiri ile açıklama yapılmasının fiilen mümkün olmadığının
anlaşıldığı durumlarda istekli tarafından gerekçesi belirtilmek suretiyle ilgili mevzuatına göre son
12 ay içinde düzenlenen açıklamaya elverişli diğer belge ve bilgiler kullanılarak da açıklama
yapılabilir. (Örnek: Yurt dışından ithal edilen mallara ilişkin olarak gümrük giriş beyannamesi
kullanılarak açıklama yapılabilir.)
45.1.13.1. Tedarikçi veya imalatçılardan alınan ve birim fiyatları gösteren proforma fatura sunularak
açıklama yapılması durumunda proforma faturadaki birim satış tutarı;
a) Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında yer alan (Ek-O.5)
ağırlıklı ortalama birim maliyetin,
b) Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında yer alan (Ek-O.5)
ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin,
altında olamaz.
Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya
beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından proforma fatura üzerine;
“Birim satış tutarının, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan
maliyet/satış tutarı tespit tutanağındaki ağırlıklı ortalama birim maliyet tutarının altında olmadığını
beyan ederim.” ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek suretiyle
kaşelenmesi/mühürlenmesi gerekmektedir.
Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya
beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından proforma fatura üzerine;
“Birim satış tutarının, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan
maliyet/satış tutarı tespit tutanağındaki ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin altında
olmadığını beyan ederim.” ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek
suretiyle kaşelenmesi/mühürlenmesi gerekmektedir.
Kaşeleme işlemi bu Tebliğin 8.4 maddesinde belirtilen özel kaşe kullanılmak suretiyle
yapılabileceği gibi, bu kaşe dışında meslek mensubuna ilişkin bilgileri içeren kaşe kullanılmak
suretiyle de yapılabilir.
45.1.13.2. İsteklilerce yapılan açıklamalarda; teklifin bir bölümünü oluşturan iş
kalemlerine/gruplarına ilişkin olarak piyasada o alanda faaliyet gösteren kişilerden alınan fiyat
tekliflerinin sunulması halinde, fiyat teklifinde belirtilen veya fiyat teklifine göre hesaplanan birim
fiyat;
a) Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında (Ek-O.6) yer alan
toplam birim maliyet tutarının,
b) Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında (Ek-O.6) yer alan
ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin,
altında olamaz.
Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya
beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından fiyat teklifinin üzerine; “Birim
fiyatın, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan maliyet/satış
tutarı tespit tutanağındaki toplam birim maliyet tutarının altında olmadığını beyan ederim.”
ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek suretiyle
kaşelenmesi/mühürlenmesi gerekmektedir.
Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya
beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından fiyat teklifinin üzerine; “Birim
fiyatın, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan maliyet/satış
tutarı tespit tutanağındaki ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin altında olmadığını beyan
ederim.” ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek suretiyle kaşelenmesi/
mühürlenmesi gerekmektedir.
Kaşeleme işlemi bu Tebliğin 8.4 maddesinde belirtilen özel kaşe kullanılmak suretiyle
yapılabileceği gibi, bu kaşe dışında meslek mensubuna ilişkin bilgileri içeren kaşe kullanılmak
suretiyle de yapılabilir.
İstekli tarafından teklif kapsamındaki harita, kadastro ve proje işlerine ilişkin olarak yapılacak
açıklamalarda sadece bu işlere ilişkin fiyat tekliflerinin sunulması yeterlidir.
45.1.13.3. İsteklinin teklifine konu çimento veya demir ürünlerine ilişkin açıklamalarında çimento
veya demir ürünleri üreticisinin ilan edilmiş fiyat tarifelerini kullanması halinde, sadece ilan/davet
ile ihale tarihi arasında (ihale tarihi hariç) geçerli olan bir tarifeyi gösterir belgeyi sunması yeterlidir.
45.1.13.4. İsteklinin, kamu kurum ve kuruluşları tarafından sunulan mal ve hizmetlere ilişkin ilan
edilen fiyat tarifelerinde belirtilen fiyatları kullanması halinde, sadece ilan/davet ile ihale tarihi
arasında (ihale tarihi hariç) geçerli olan bir tarifeyi gösterir belgeyi sunması yeterlidir. (Örnek:
Orman Genel Müdürlüğüne bağlı işletmeler tarafından satılan ürünlere ilişkin ilan edilmiş fiyatlar
vb.)
45.1.13.4.1. İsteklinin, kamu kurum ve kuruluşları tarafından sunulan mal ve hizmetlere ilişkin fiyat
tekliflerini kullanması halinde, sadece ilan/davet ile ihale tarihi arasında (ihale tarihi hariç)
düzenlenmiş fiyat teklifini sunması yeterlidir. (Örnek: Karayolları Genel Müdürlüğü, İl Özel
İdareleri, Belediyeler vb.nin sattıkları kum, çakıl, kırmataş vb. mallara ilişkin verdikleri fiyat
teklifleri.)
45.1.13.5 İstekli tarafından açıklaması yapılacak girdinin fiyatı, kamu kurum ve kuruluşlarınca ilan
edilen ilgili mala ilişkin asgari fiyatlara uygun olması halinde, sadece ilan/davet ile ihale tarihi
arasında (ihale tarihi hariç) geçerli olan asgari fiyatın belgelendirilmesi suretiyle açıklama yapılması
yeterlidir. (Örnek: EPDK tarafından il bazında günlük yayımlanan akaryakıt fiyatları vb.)
45.1.13.6. İsteklinin açıklamalarını kendi ürettiği, aldığı veya sattığı mallara dayandırması
durumunda ihale konusu işte kullanılması öngörülen mala ilişkin ağırlıklı ortalama birim maliyetin
veya ağırlıklı ortalama birim satış tutarının belirtildiği “maliyet/satış tutarı tespit tutanağı” (Ek-O.7)
sunulacaktır. İsteklilerce teklif edilen tutara ilişkin birim fiyatlar,
a) Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, ağırlıklı ortalama birim maliyetin,
b) Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin,
altında olamaz.
İsteklinin satışlar üzerinden açıklama yapabilmesi için malın ticareti ile iştigal ediyor olması;
maliyete dayalı açıklama yapabilmesi için ise, son geçici vergi beyanname döneminde ihale konusu
işte kullanılmasını öngördüğü mal miktarının en az yarısı kadar alış yapmış olması gerekmektedir.
İsteklinin son geçici vergi beyanname döneminde 4734 sayılı Kanun kapsamındaki idarelere
açıklama konusu mala ilişkin satış yapmış olması ve satılan malın idarece kabul edilmiş olması
durumunda “maliyet/satış tutarı tespit tutanağı” (Ek-O.7) sunmasına gerek bulunmayıp sadece söz
konusu satışa ilişkin fatura suretleri ile de belgelendirme yapılabilecektir.
45.1.13.7. İstekliler tarafından yapılan açıklamada; malın ihale tarihi itibariyle stoklarda
bulunduğunun belirtilmesi durumunda, stokta bulunan mala ilişkin “stok tespit tutanağı”nın (EkO.8) sunulması zorunludur. Stok tespit tutanağında ilgili malın ağırlıklı ortalama birim maliyeti
gösterilecektir. İsteklilerce teklif edilen tutara ilişkin birim fiyatlar, stok tespit tutanağındaki ağırlıklı
ortalama birim maliyetin altında olamaz. Ayrıca stoklarda olduğu belirtilen söz konusu malın
miktarının, ihale konusu işte kullanılacağı belirtilen miktardan az olması halinde eksik kalan miktar
için bu Tebliğdeki diğer açıklama yöntemlerine uygun olarak açıklama yapılması gereklidir.
45.1.13.8. İsteklinin ortağı olduğu tüzel kişiye ait işletmeden mal çekmesi veya satın alması
durumunda söz konusu malın emsal bedeli ile değerlenmesi gereklidir. Emsal bedelinin tespitinde
Vergi Usul Kanununun ilgili hükümleri esas alınır. Bu durumda, Vergi Usul Kanununa göre
hesaplanan emsal bedeli gösteren ve istekliyle tam tasdik sözleşmesi yapan veya beyannamelerini
imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından hazırlanarak imzalanan ve kaşelenen beyanın
verilmesi yeterlidir.
Kaşeleme işlemi bu Tebliğin 8.4 maddesinde belirtilen özel kaşe kullanılmak suretiyle
yapılabileceği gibi, bu kaşe dışında meslek mensubuna ilişkin bilgileri içeren kaşe kullanılmak
suretiyle de yapılabilir.
45.1.13.9. İstekliler tarafından aşırı düşük teklif sorgulaması kapsamındaki mallara ilişkin olarak
stok tespit tutanağı veya proforma fatura ya da fiyat teklifi yerine sadece alış faturası ile açıklamada
bulunulması geçerli bir açıklama olarak kabul edilmeyecektir.
45.1.13.10. Proforma fatura ve fiyat tekliflerinin, proforma fatura veya fiyat teklifine konu alanda
faaliyet gösterenlerden alınması gerekmekte olup bu belgelerin ihale tarihinden önce düzenlenmiş
olması zorunlu değildir.
45.1.13.11. Maliyet/satış tutarı tespit tutanakları ve stok tespit tutanaklarının; 3568 sayılı Serbest
Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununa göre çalışan meslek
mensuplarından, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya beyannamelerini imzalamaya yetkili
olanlar tarafından düzenlenmesi, bütün belge ve tutanakların her sayfasının taraflar tarafından
imzalanarak kaşelenmesi gerekmektedir.
(45.1.13.1) maddesine göre düzenlenen tutanak meslek mensubu ve proforma fatura veren tedarikçi
veya imalatçı tarafından, (45.1.13.2) maddesine göre düzenlenen tutanak meslek mensubu ile
istekliye fiyat teklifini veren kişi tarafından imzalanarak kaşelenecek ancak bu tutanaklar proforma
fatura veya fiyat teklifi ekinde idareye verilmeyecek ve düzenleyen meslek mensubu tarafından
muhafaza edilecektir.
(45.1.13.6) maddesine ve (45.1.13.7) maddesine göre düzenlenen tutanaklar ise meslek mensubu ile
ihaleye katılan istekli tarafından imzalanarak kaşelenecek ve açıklama ekinde idareye sunulacaktır.
Meslek mensubu proforma fatura veya fiyat teklifi üzerindeki beyanı ile O-5, O-6, O-7 ve O-8 nolu
tutanaklardaki beyanlarının, mükellefin yasal defter ve belgelerine uygunluğundan sorumludur.
Gerekli görülmesi durumunda ihaleyi yapan idare, proforma fatura ve fiyat tekliflerine ilişkin
maliyet/satış tutarı tespit tutanaklarını, incelemek üzere muhafaza eden meslek mensubundan
isteyebilir.
İhale komisyonunun, gerek meslek mensubundan istenen tutanaklar gerekse istekliler tarafından
açıklama kapsamında ihale komisyonuna sunulan tutanaklar üzerinde yaptığı inceleme sonucunda
sunulan proforma fatura / fiyat teklifi ile bu belgeler arasında uyumsuzluk olduğunu tespit etmesi
durumunda teklif reddedilerek uyumsuzluğun niteliğine göre söz konusu belgeler mükellef ve/veya
isteklinin bağlı olduğu vergi dairesine gönderilir ve gerekli olması halinde Cumhuriyet Savcılığına
bildirim yapılır.
İhale komisyonunca yapılan inceleme sonucunda, yukarıda belirtildiği şekilde bir uyumsuzluk
olduğu tespit edilmemekle birlikte, belgelerde yer alan bilgilerin ticari hayatın olağan durumuna ve
ekonomik verilerle ilgili genel bilgilerle uyumlu olmadığının değerlendirilmesi durumunda
isteklinin teklifi reddedilmeyecek ancak proforma fatura ve fiyat teklifleri ile maliyet/satış tutarı
tespit tutanakları ve stok tespit tutanağı mükellef ve/veya isteklinin bağlı olduğu vergi dairesine
gönderilecektir.
45.1.13.12. Maliyet/satış tutarı tespit ve stok tespit tutanaklarının son geçici vergi beyanname
dönemine ilişkin olarak düzenlenmesi esastır. Ancak son geçici vergi beyanname döneminde, yasal
defter ve belgelerde açıklama konusu mal veya hizmetlerle ilgili işlem bulunmaması durumunda,
isteklinin kendi ürettiği, aldığı veya sattığı mallara ilişkin ağırlıklı ortalama birim maliyetin veya
ağırlıklı ortalama birim satış tutarının belirtildiği “maliyet/satış tutarı tespit tutanağı” (Ek-O.7) hariç,
söz konusu tutanaklar bir önceki geçici vergi beyanname dönemi esas alınarak düzenlenebilir. Son
geçici vergi beyanname döneminin tespitinde; 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (a), (d) ve
(e) bentlerine göre pazarlık usulü ile yapılan ihalelerde ilk yazılı fiyat tekliflerinin alındığı tarih,
diğer ihale usulleri ile yapılan ihalelerde ise ihale tarihi esas alınır.
Örneğin; 11.1.2010 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan ihalede son geçici vergi beyanname
dönemi “Ekim-Kasım-Aralık 2009”, 15.7.2010 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan ihalede son
geçici vergi beyanname dönemi “Nisan-Mayıs-Haziran 2010” dur.
45.1.13.13. İşletme hesabına göre defter tutuluyor olması durumunda; yukarıda belirtilen tutanaklar,
işletme hesabı defteri ve işletme hesap özeti kayıtlarına göre düzenlenecektir.
45.1.14. Aşırı düşük teklif sorgulaması sonucunda; (45.1.3 - 45.1.13) maddelerine uygun
açıklamada bulunmayan, açıklamaları idarece tanımlanan yapım şartlarına uymayan veya teknik
şartnameye aykırı hususlar içeren isteklilerin teklifleri gerekçeleri belirtilmek suretiyle
reddedilecektir.
45.1.15. İtirazen şikayet başvurularına ilişkin olarak Kurum tarafından yapılan incelemede gerekli
görülmesi durumunda, proforma fatura ve fiyat tekliflerine ilişkin maliyet/satış tutarı tespit
tutanakları, bunları muhafaza eden meslek mensubundan istenebilir. Gerek meslek mensubundan
istenen tutanaklar gerekse ihaleyi yapan idare tarafından Kuruma gönderilen belgeler arasında yer
alan proforma fatura ve fiyat teklif tutarları ile maliyet/satış tutarı tespit ve stok tespit tutanağında
belirtilen maliyet ve satış tutarlarının arasında uyumsuzluk olduğunun veya bu belgelerde yer alan
bilgilerin ticari hayatın olağan durumuna ve ekonomik verilerle ilgili genel bilgilerle uyumlu
olmadığının değerlendirilmesi durumunda; proforma fatura ve fiyat teklifleri ile maliyet/satış tutarı
tespit tutanakları ve stok tespit tutanağı mükellef ve/veya isteklinin bağlı olduğu vergi dairesine
gönderilir ve gerekli olması halinde Cumhuriyet Savcılığına bildirim yapılır.
45.1.16. Aşırı düşük teklifine ilişkin olarak istenen sürede açıklama yapmasına rağmen teklifi
reddedilen isteklilerin açıklamalarının yeterli görülmeme nedenlerinin, sadece ilgili madde
numaralarına atıf yapılmakla yetinilmeyerek hangi düzenlemeye aykırılık bulunduğu da belirtilmek
suretiyle kesinleşen ihale kararının bildirilmesi zorunludur.
45.1.17. İhale süreci devam ederken çeşitli nedenlerle teklif geçerlik süresinin bitmesi ve 4734 sayılı
Kanunun 32 nci maddesi uyarınca teklif geçerlik sürelerinin uzatılması yönündeki idare talebini
kabul etmeyen isteklilerin bulunması durumunda; yeniden bir sınır değer tespit edilmeyecek ve
idarece aşırı düşük teklif sorgulaması, tespit edilen ilk sınır değer dikkate alınarak
gerçekleştirilecektir. Ancak; gerek idarece gerek Kurum veya mahkemeler tarafından alınan kararlar
çerçevesinde, ihale tarihi itibari ile geçerli olan teklif sayısında değişiklik olması halinde aşırı düşük
teklif sınır değerinin geçerli teklifler dikkate alınarak yeniden belirlenmesi gerekmektedir.
45.2. Aşırı düşük teklif sınır değerinin tespitine ilişkin örnek aşağıda yer almaktadır:
Yaklaşık maliyeti (YM) 100.000 TL olan bir ihalede, 17 adet teklifin verildiği, bunlardan 12
adedinin geçerli teklif olduğu kabul edildiğinde;
“Teklif 1”
“Teklif 2”
“Teklif 3”
“Teklif 4”
“Teklif 5”
“Teklif 6”
“Teklif 7”
Geçerli teklif
Geçerli teklif
Geçerli teklif
Geçerli teklif
Geçerli teklif
Geçerli teklif
Geçerli teklif
38.700 TL
44.000 TL
48.000 TL
49.500 TL
55.000 TL
62.000 TL
68.200 TL
“Teklif 8”
“Teklif 9”
“Teklif 10”
“Teklif 11”
“Teklif 12”
“Teklif 13”
“Teklif 14”
“Teklif 15”
“Teklif 16”
“Teklif 17”
Geçerli teklif
Geçerli teklif
Geçerli teklif
Geçerli teklif
Geçerli teklif
Geçersiz teklif
Geçersiz teklif
Geçersiz teklif
Geçersiz teklif
Geçersiz teklif
69.000 TL
72.200 TL
82.000 TL
112.800 TL
123.300 TL
55.000 TL
45.000 TL
75.000 TL
105.000 TL
60.500 TL
1. ADIM: Tort1’nın hesaplanması:
Geçerli 9 teklifin aritmetik ortalaması alınır. ( 1 nolu teklif yaklaşık maliyetin % 40’ından düşük, 12
nolu teklif yaklaşık maliyettin % 120’sinden yüksek olduğundan ortalama hesabına dahil edilmez.)
Tort1 = (44.000 + 48.000 + 49.500 + 55.000 + 62.000 + 68.200 + 69.000 + 72.200 + 82.000 +
112.800)/10
Tort1 = 66.270,00
2. ADIM: Standart sapmanın hesaplanması:
(σ =
)
σ = [[(44.000 – 66.270,00)2 + (48.000 – 66.270,00)2 + (49.500 – 66.270,00)2 + (55.000 –
66.270,00)2 + (62.000 – 66.270,00)2 + (68.200 – 66.270,00)2 + (69.000 – 66.270,00)2 + (72.200 –
66.270,00)2 + (82.000 – 66.270,00)2 + (112.800 – 66.270,00)2] / (10-1)]1/2
σ = 20.317,05
3. ADIM: Aritmetik ortalamadan standart sapma çıkartılır ve eklenir. (Tort ve σ değerleri 2 ondalık
basamak olacak şekilde yuvarlanarak)
Tort1 – σ = 66.270,00 – 20.317,05 = 45.952,95
Tort1 + σ = 66.270,00 + 20.317,05 = 86.587,05
4. ADIM: 86.587,05– 45.952,95 aralığındaki tekliflerin aritmetik ortalaması hesaplanır. (2 ve 11
nolu teklifler standart sapma aralığının dışında kaldığından ikinci ortalama hesabına dahil edilmez.)
Tort2 = (48.000 + 49.500 + 55.000 + 62.000 + 68.200 + 69.000 + 72.200 +82.000) / 8
Tort2 = 68.066,67 (2 ondalık basamak olacak şekilde yuvarlanır.)
5. ADIM: C değerinin hesaplanması:
C = Tort2 / YM
C = 68.066,67 / 100 000 = 0,681 (3 ondalık basamak olacak şekilde yuvarlanır.)
6. ADIM: C değerinin 0,60 ile 1,00 arasında olduğu ilgili formülden (K) değeri hesaplanır.
0,60 ≤ C ≤ 1,00 →
K = 0,664 (3 ondalık basamak olacak şekilde yuvarlanır.)
7. ADIM: Aşırı düşük teklif sınır değerinin (SD) hesaplanması:
SD = [
]/ 1,20
SD = [ 0,664 x 68.0667,67/0,681] / 1,20 = 55.306,25 TL olarak bulunur.
Aşırı düşük teklif sınır değeri olan (55.306,25 TL)’nin altında bulunan aşağıdaki beş adet aşırı
düşük teklifin, 4734 sayılı Kanunun 38 inci maddesi uyarınca, yukarıda yer alan açıklamalar
çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
“Teklif 1”
“Teklif 2”
“Teklif 3”
“Teklif 4”
“Teklif 5”
38.700 TL
44.000 TL
48.000 TL
49.500 TL
55.000 TL
MADDE 3- Aynı Tebliğin 79 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Madde 79-Hizmet alımı ihalelerinde aşırı düşük tekliflerin değerlendirilmesi
79.1. Personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihalelerinde, tekliflerin değerlendirilmesinde;
İhale ve sözleşmeye ilişkin damga vergileri, Kamu İhale Kurumu payı ve noter masrafları gibi
sözleşme giderleri ile amortisman, kıdem tazminatı, iş yeri hekimliği ücreti, oryantasyon (ihale
konusu işe uyum) eğitimi gideri, yaka kartı ve bu mahiyetteki genel giderleri karşılamak üzere birim
fiyat teklif cetvelinde yer alan her bir işçilik kalemindeki (yol, yemek ve giyecek dahil brüt asgari
ücret veya brüt asgari ücretin yüzde (%) fazlası üzerinden ücret hesaplanan işçilik kalemi ile ulusal
bayram ve genel tatil günleri ve fazla çalışma saatlerine ilişkin işçilik kalemleri) birim fiyatlar
üzerinden işçilik hesaplama modülü kullanılarak % 3 oranında sözleşme giderleri ve genel giderler
hesaplanacaktır
79.2. Personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihalelerinde; amortisman, kıdem tazminatı, iş yeri
hekimliği ücreti, oryantasyon eğitimi gideri, yaka kartı ve bu mahiyetteki giderlerin genel giderler
içinde yer alacağı kabul edileceği için aşırı düşük teklif sorgulamasında bu giderler, önemli teklif
bileşeni olarak belirtilmeyecek ve isteklilerden aşırı düşük teklif sorgulamasına verdikleri
cevaplarda bu giderler için bir bedel öngörmeleri istenmeyecektir. Sözleşme giderleri ve genel
giderler içinde değerlendirilmesi öngörülen giderler idari şartnamelerde “teklif fiyata dahil olan
diğer giderler” kısmında belirtilmeyecektir.
79.3. Asgari işçilik maliyeti;
i- İhale tarihinde yürürlükte bulunan brüt asgari ücret veya idari şartnamede brüt asgari ücretin
yüzde (%) fazlası olarak belirlenen ücret (ulusal bayram ve genel tatil günleri ile fazla çalışma
saatlerine ilişkin ücretler dahil),
ii- İdari şartnamede öngörülen nakdi veya ayni yemek ve yol bedeli ile ayni giyim bedeli,
iii- İşveren sigorta primi tutarından oluşmaktadır.
79.4. İhale komisyonu tarafından, personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihaleleri ile personel
çalıştırılmasına dayalı olmamakla birlikte ihale dokümanında personel sayısının belirlendiği ve
haftalık çalışma saatinin tamamının idarede kullanılacağı hizmet alımı ihalelerinde asgari işçilik
maliyeti, sözleşme giderleri ve genel giderler ile varsa malzeme ve diğer maliyet kalemleri, bunlar
dışında kalan hizmet alımı ihalelerinde ise ihale dokümanında belirtilen teklif fiyata dahil giderler
dikkate alınmak suretiyle tekliflerin değerlendirilmesi yapılarak 4734 sayılı Kanunun 38 inci
maddesi uyarınca teklifi aşırı düşük görülen isteklilerden işin niteliğine göre ihale komisyonunca
belirlenen önemli teklif bileşenleri ile ilgili açıklama istenecektir. İdarelerce aşırı düşük tekliflere
yönelik açıklama istenmesine ilişkin yazıda, teklifte önemli olduğu tespit edilen bileşenlerin
belirtilmesi ve açıklama için isteklilere üç (3) iş gününden az olmamak üzere makul bir süre
verilmesi gerekmektedir.
Personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihalelerinde, kar hariç yaklaşık maliyet tutarının
üzerindeki teklifler aşırı düşük teklif olarak kabul edilmeyecektir.
79.4.1. İsteklilerce yapılacak aşırı düşük teklife ilişkin açıklamalar belgelere dayanmalıdır.
Belgelere dayanılmaksızın yapılan açıklamalar kabul edilmeyerek söz konusu teklifler
reddedilecektir.
79.4.2. İhale komisyonu tarafından yapılacak aşırı düşük teklif değerlendirmesinde aşağıdaki
hususların dikkate alınması gerekmektedir.
79.4.2.1. İhale komisyonu, teklifin önemli bileşenlerine ilişkin olarak;
a) Verilecek hizmetin ekonomik olması,
b) Seçilen teknik çözümler ve hizmetlerin temininde kullanılacak avantajlı koşullar,
c) Teklif edilen hizmetin özgünlüğü,
hususlarında istekliler tarafından belgelere dayalı olarak yapılan yazılı açıklamaları da dikkate
almak suretiyle aşırı düşük teklifleri değerlendirerek ihaleyi sonuçlandıracaktır.
79.4.2.2. Verilecek hizmetin ekonomik olması, seçilen teknik çözümler, hizmetin yerine
getirilmesinde kullanılacak avantajlı koşullar veya hizmetin özgünlüğü hususunda bir açıklamada
bulunulması durumunda; sadece bu hususların neler olduğu değil, belirtilen çözüm, avantajlı koşul,
özgünlük ya da hizmetin ekonomik olması sayesinde elde edilen maliyet avantajının da bilgi ve
belgelere dayalı olarak açıklanması gerekmektedir.
79.4.2.3. Teklifi aşırı düşük bulunan isteklilerin, tekliflerinde önemli olduğu tespit edilen bileşenler
ile ilgili olarak Kanunun 38 inci maddesi uyarınca yapacakları açıklamaya dayanak teşkil eden bilgi
ve belgeleri sunmaları gerekmektedir.
İsteklilerin açıklamalarına dayanak teşkil eden bilgi ve belgeler;
a. Tedarikçi veya üreticilerden alınan proforma faturalar,
b. Fiyat teklifleri,
c. Kamu kurum ve kuruluşları tarafından sunulan mal ve hizmetlere ilişkin ilan edilmiş fiyat
tarifeleri veya bunlardan alınmış fiyat teklifleri,
ç. Kamu kurum ve kuruluşları tarafından ilgili mala ilişkin ilan edilen asgari fiyatlar,
d. Perakende satış yapan zincir mağaza veya marketlerin yayımladıkları fiyat kataloglarında yer alan
fiyatlar,
e. Ticaret borsalarına kayıtlı mallara ilişkin olarak 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile
Odalar ve Borsalar Kanununun 51 inci maddesinin (c) bendi uyarınca borsa idaresi tarafından
düzenlenen ilgili malın fiyatını gösteren belgeler,
f. Yaş sebze ve meyve için, Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname uyarınca faaliyet gösteren toptancı hali idaresi tarafından
düzenlenen ilgili malın fiyatını gösteren belgeler,
g. İsteklinin ürettiği, aldığı veya sattığı mallara ilişkin maliyet/satış tutarı tespit tutanaklarıdır.
İstekliler tekliflerine ilişkin olarak yukarıda sayılan belgelerden kendileri için uygun olanları
(79.4.2.4-79.4.2.13) maddelerine göre yapacakları açıklamalar kapsamında sunacaklardır.
Yukarıda sayılan belge ve bilgilerden hiçbiri ile açıklama yapılmasının fiilen mümkün olmadığının
anlaşıldığı durumlarda istekli tarafından gerekçesi belirtilmek suretiyle ilgili mevzuatına göre son
12 ay içinde düzenlenen açıklamaya elverişli diğer belge ve bilgiler kullanılarak da açıklama
yapılabilir. (Örnek: Yurt dışından ithal edilen mallara ilişkin olarak gümrük giriş beyannamesi
kullanılarak açıklama yapılabilir.)
79.4.2.4. Tedarikçi veya üreticilerden alınan birim fiyatları gösteren proforma fatura sunularak
açıklama yapılması durumunda proforma faturadaki birim satış tutarı;
a) Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında yer alan (Ek-O.5)
ağırlıklı ortalama birim maliyetin,
b) Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında yer alan (Ek-O.5)
ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin,
altında olamaz.
Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya
beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından proforma fatura üzerine;
“Birim satış tutarının, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan
maliyet/satış tutarı tespit tutanağındaki ağırlıklı ortalama birim maliyet tutarının altında olmadığını
beyan ederim.” ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek suretiyle
kaşelenmesi/mühürlenmesi gerekmektedir.
Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya
beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından proforma fatura üzerine;
“Birim satış tutarının, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan
maliyet/satış tutarı tespit tutanağındaki ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin altında
olmadığını beyan ederim.” ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek
suretiyle kaşelenmesi/mühürlenmesi gerekmektedir.
Kaşeleme işlemi bu Tebliğin 8.4 maddesinde belirtilen özel kaşe kullanılmak suretiyle
yapılabileceği gibi, bu kaşe dışında meslek mensubuna ilişkin bilgileri içeren kaşe kullanılmak
suretiyle de yapılabilir.
79.4.2.5. İsteklilerce
yapılan
açıklamalarda;
teklifin
bir
bölümünü
oluşturan
iş
kalemlerine/gruplarına ilişkin olarak piyasada o alanda faaliyet gösteren kişilerden alınan fiyat
tekliflerinin sunulması halinde, fiyat teklifinde belirtilen veya fiyat teklifine göre hesaplanan birim
fiyat;
a) Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında (Ek-O.6) yer alan
toplam birim maliyet tutarının,
b) Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, maliyet/satış tutarı tespit tutanağında (Ek-O.6) yer alan
ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin,
altında olamaz.
Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya
beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından fiyat teklifinin üzerine; “Birim
fiyatın, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan maliyet/satış
tutarı tespit tutanağındaki toplam birim maliyet tutarının altında olmadığını beyan ederim.”
ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek suretiyle
kaşelenmesi/mühürlenmesi gerekmektedir.
Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, mükellefle tam tasdik sözleşmesi yapan veya
beyannamelerini imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından fiyat teklifinin üzerine; “Birim
fiyatın, mükellefin yasal defter ve belgelerine göre çıkartılan ve tarafımdan onaylanan maliyet/satış
tutarı tespit tutanağındaki ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin altında olmadığını beyan
ederim.” ibaresinin yazılarak imzalanması ve iletişim bilgileri de belirtilmek suretiyle kaşelenmesi/
mühürlenmesi gerekmektedir.
Kaşeleme işlemi bu Tebliğin 8.4 maddesinde belirtilen özel kaşe kullanılmak suretiyle
yapılabileceği gibi, bu kaşe dışında meslek mensubuna ilişkin bilgileri içeren kaşe kullanılmak
suretiyle de yapılabilir.
79.4.2.6. İsteklinin, kamu kurum ve kuruluşları tarafından sunulan mal ve hizmetlere ilişkin fiyat
tekliflerini kullanması halinde sadece ilan/davet ile ihale tarihi arasında (ihale tarihi hariç)
düzenlenmiş fiyat teklifini sunması yeterlidir.
79.4.2.7. İsteklinin, kamu kurum ve kuruluşları tarafından sunulan mal ve hizmetlere ilişkin ilan
edilen fiyat tarifelerinde belirtilen fiyatları kullanması halinde sadece ilan/davet ile ihale tarihi
arasında (ihale tarihi hariç) geçerli olan bir tarifeyi gösterir belgeyi sunması yeterlidir. (Örnek:
Orman Genel Müdürlüğüne bağlı işletmeler tarafından satılan ürünlere ilişkin ilan edilmiş fiyatlar
vb.)
79.4.2.8. İstekli tarafından açıklaması yapılacak girdinin fiyatının, kamu kurum ve kuruluşlarınca
ilan edilen ilgili mala ilişkin asgari fiyatlara uygun olması halinde sadece ilan/davet ile ihale tarihi
arasında (ihale tarihi hariç) geçerli olan asgari fiyatın belgelendirilmesi suretiyle açıklama yapılması
yeterlidir.(Örnek: EPDK tarafından il bazında günlük olarak yayımlanan akaryakıt fiyatları vb.)
79.4.2.9. İstekli tarafından perakende satış yapan zincir mağaza veya marketlerin yayımladıkları
fiyat kataloglarının kullanılması halinde, ilgili mala ait sadece ilan/davet ile ihale tarihi
arasında (ihale tarihi hariç) geçerli olan bir fiyatı gösteren mağaza veya market yönetimince
onaylanmış kataloğu sunması yeterlidir.
79.4.2.10. İstekli tarafından ticaret borsalarında oluşan fiyatların kullanılması halinde, 5174 sayılı
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanununun 51 inci maddesinin (c) bendi
uyarınca borsa idaresi tarafından düzenlenen ve ilgili malın ihale tarihinden önceki son işlem
tarihinde gerçekleşen asgari fiyatını gösteren belge ile açıklama yapılması yeterlidir.
79.4.2.11. İstekli tarafından yaş sebze ve meyve için, toptancı halinde oluşan fiyatların kullanılması
halinde, Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname uyarınca faaliyet gösteren toptancı hali idaresi tarafından düzenlenen ve
ilgili malın, ihale tarihinden önceki son 12 ayın herhangi bir işlem gününe ait asgari fiyatını
gösteren belge ile açıklama yapılması yeterlidir.
79.4.2.12. İsteklinin açıklamalarını kendi ürettiği, aldığı veya sattığı mallara dayandırması
durumunda ihale konusu işte kullanılması öngörülen mala ilişkin ağırlıklı ortalama birim maliyetin
veya ağırlıklı ortalama birim satış tutarının belirtildiği “maliyet/satış tutarı tespit tutanağı” (Ek-O.7)
sunulacaktır. İsteklilerce teklif edilen tutara ilişkin birim fiyatlar,
a) Maliyete dayalı açıklama yapıldığında, ağırlıklı ortalama birim maliyetin,
b) Satışlar üzerinden açıklama yapıldığında, ağırlıklı ortalama birim satış tutarının % 80’inin,
altında olamaz.
İsteklinin satışlar üzerinden açıklama yapabilmesi için malın ticareti ile iştigal ediyor olması;
maliyete dayalı açıklama yapabilmesi için ise, son geçici vergi beyanname döneminde ihale konusu
işte kullanılmasını öngördüğü mal miktarının en az yarısı kadar alış yapmış olması gerekmektedir.
İsteklinin son geçici vergi beyanname döneminde 4734 sayılı Kanun kapsamındaki idarelere
açıklama konusu mala ilişkin satış yapmış ve satılan malın idarece kabul edilmiş olması durumunda
“maliyet/satış tutarı tespit tutanağı” (Ek-O.7) sunmasına gerek bulunmayıp sadece söz konusu satışa
ilişkin fatura suretleri ile de belgelendirme yapılabilecektir.
79.4.2.13. İsteklinin ortağı olduğu tüzel kişiye ait işletmeden mal çekmesi veya satın alması
durumunda söz konusu malın emsal bedeli ile değerlenmesi gereklidir. Emsal bedelinin tespitinde
Vergi Usul Kanununun ilgili hükümleri esas alınır. Bu durumda, Vergi Usul Kanununa göre
hesaplanan emsal bedeli gösteren ve istekliyle tam tasdik sözleşmesi yapan veya beyannamelerini
imzalamaya yetkili olan meslek mensubu tarafından hazırlanarak imzalanan ve kaşelenen beyanın
verilmesi yeterlidir.
Kaşeleme işlemi bu Tebliğin 8.4 maddesinde belirtilen özel kaşe kullanılmak suretiyle
yapılabileceği gibi, bu kaşe dışında meslek mensubuna ilişkin bilgileri içeren kaşe kullanılmak
suretiyle de yapılabilir.
79.4.2.14. Proforma fatura ve fiyat tekliflerinin, proforma fatura veya fiyat teklifine konu alanda
faaliyet gösterenlerden alınması gerekmekte olup bu belgelerin ihale tarihinden önce düzenlenmiş
olması zorunlu değildir.
79.4.2.15. Maliyet/satış tutarı tespit tutanaklarının; 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik
ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununa göre çalışan meslek mensuplarından, mükellefle tam tasdik
sözleşmesi yapan veya beyannamelerini imzalamaya yetkili olanlar tarafından düzenlenmesi, bütün
belge ve tutanakların her sayfasının taraflar tarafından imzalanarak kaşelenmesi gerekmektedir.
(79.4.2.4.) maddesine göre düzenlenen tutanak meslek mensubu ve proforma fatura veren tedarikçi
veya imalatçı tarafından, (79.4.2.5.) maddesine göre düzenlenen tutanak meslek mensubu ile
istekliye fiyat teklifini veren kişi tarafından imzalanarak kaşelenecek ancak bu tutanaklar proforma
fatura veya fiyat teklifi ekinde idareye verilmeyecek ve düzenleyen meslek mensubu tarafından
muhafaza edilecektir.
(79.4.2.12.) maddesine göre düzenlenen tutanaklar ise meslek mensubu ile ihaleye katılan istekli
tarafından imzalanarak kaşelenecek ve açıklama ekinde idareye sunulacaktır.
Meslek mensubu, proforma fatura veya fiyat teklifi üzerindeki beyanı ile O-5, O-6, O-7 nolu
tutanaklardaki beyanların doğruluğundan sorumludur.
Gerekli görülmesi durumunda ihaleyi yapan idare, proforma fatura ve fiyat tekliflerine ilişkin
maliyet/satış tutarı tespit tutanaklarını, incelemek üzere muhafaza eden meslek mensubundan
isteyebilir.
İhale komisyonunun, gerek meslek mensubundan istenen tutanaklar gerekse istekliler tarafından
açıklama kapsamında ihale komisyonuna sunulan tutanaklar üzerinde yaptığı inceleme sonucunda
sunulan proforma fatura / fiyat teklifi ile bu belgeler arasında uyumsuzluk olduğunu tespit etmesi
durumunda teklif reddedilerek uyumsuzluğun niteliğine göre söz konusu belgeler mükellef ve/veya
isteklinin bağlı olduğu vergi dairesine gönderilir ve gerekli olması halinde Cumhuriyet Savcılığına
bildirim yapılır.
İhale komisyonunca yapılan inceleme sonucunda, yukarıda belirtildiği şekilde bir uyumsuzluk
olduğu tespit edilmemekle birlikte, belgelerde yer alan bilgilerin ticari hayatın olağan durumu ve
ekonomik verilerle ilgili genel bilgilerle uyumlu olmadığının değerlendirilmesi durumunda
isteklinin teklifi reddedilmeyecek ancak proforma fatura ve fiyat teklifleri ile maliyet/satış tutarı
tespit tutanakları ve stok tespit tutanağı mükellef ve/veya isteklinin bağlı olduğu vergi dairesine
gönderilecektir.
79.4.2.16. İstekliler tarafından aşırı düşük teklif sorgulaması kapsamındaki mallara ilişkin olarak
proforma fatura yerine sadece alış faturası ile açıklamada bulunulması geçerli bir açıklama olarak
kabul edilmeyecektir.
Yukarıda belirtilen maliyet/satış tutarı tespit tutanaklarının son geçici vergi beyanname dönemine
ilişkin olarak düzenlenmesi esastır. Ancak son geçici vergi beyanname döneminde, yasal defter ve
belgelerde açıklama konusu mal veya hizmetlerle ilgili işlem bulunmaması durumunda, isteklinin
kendi ürettiği, aldığı veya sattığı mallara ilişkin ağırlıklı ortalama birim maliyetin veya ağırlıklı
ortalama birim satış tutarının belirtildiği “maliyet/satış tutarı tespit tutanağı” (Ek-O.7) hariç, söz
konusu tutanaklar bir önceki geçici vergi beyanname dönemi esas alınarak düzenlenebilir. Son
geçici vergi beyanname döneminin tespitinde; 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (a), (d) ve
(e) bentlerine göre pazarlık usulü ile yapılan ihalelerde ilk yazılı fiyat tekliflerinin alındığı tarih,
diğer ihale usulleri ile yapılan ihalelerde ise ihale tarihi esas alınır.
Örneğin; 11.1.2010 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan ihalede son geçici vergi beyanname
dönemi “Ekim-Kasım-Aralık 2009”, 15.7.2010 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan ihalede son
geçici vergi beyanname dönemi “Nisan-Mayıs-Haziran 2010” dur.
79.4.2.17. İşletme hesabına göre defter tutuluyor olması durumunda; yukarıda belirtilen tutanaklar,
işletme hesabı defteri ve işletme hesap özeti kayıtlarına göre düzenlenecektir.
79.4.2.18. İtirazen şikayet başvurularına ilişkin olarak Kurum tarafından yapılan incelemede gerekli
görülmesi durumunda, proforma fatura ve fiyat tekliflerine ilişkin maliyet/satış tutarı tespit
tutanakları, bunları muhafaza eden meslek mensubundan istenebilir. Gerek meslek mensubundan
istenen tutanaklar gerekse ihaleyi yapan idare tarafından Kuruma gönderilen belgeler arasında yer
alan proforma fatura ve fiyat teklif tutarları ile maliyet/satış tutarı tespit ve stok tespit tutanağında
belirtilen maliyet ve satış tutarlarının arasında uyumsuzluk olduğunun veya bu belgelerde yer alan
bilgilerin ticari hayatın olağan durumu ve ekonomik verilerle ilgili genel bilgilerle uyumlu
olmadığının değerlendirilmesi durumunda; proforma fatura ve fiyat teklifleri ile maliyet/satış tutarı
tespit tutanakları ve stok tespit tutanağı mükellef ve/veya isteklinin bağlı olduğu vergi dairesine
gönderilir ve gerekli olması halinde Cumhuriyet Savcılığına bildirim yapılır.
79.4.2.19. Personel çalıştırılmasına dayalı olmayan hizmet alımlarına ilişkin aşırı düşük teklif
sorgulamasında, sözleşme giderleri ve genel giderlerin % 3 oranında hesaplanması söz konusu
olmayacak, sözleşme giderleri ilgili mevzuatına göre hesaplanmak suretiyle aşırı düşük teklif
sorgulamasına cevap verilecek ve teklifler değerlendirilecektir.
79.4.2.20. Personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihalelerinde; malzeme ve diğer maliyet
kalemlerine ilişkin sözleşme giderinin de % 3 oranındaki sözleşme giderleri ve genel giderler içinde
yer aldığı kabul edildiğinden, malzeme ve diğer maliyet kalemleri için ayrıca sözleşme gideri
hesaplanmayacaktır.
79.4.2.21. Personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihalelerinde, % 3 oranındaki sözleşme
giderleri ve genel giderler, sadece aşırı düşük tekliflerin değerlendirilmesine ilişkin olduğundan,
bu sözleşme giderleri ve genel giderler idarece hazırlanan teklif mektubu eki cetvelde ayrı bir
birim fiyat kalemi olarak öngörülmeyecektir. İhale sonuçlandırıldıktan sonra ihale üzerinde kalan
isteklinin ödeyeceği ihale kararı damga vergisi, sözleşme damga vergisi ile diğer sözleşme giderleri
ilgili mevzuatına göre hesaplanacaktır.
79.4.2.22. Temizlik hizmet alımlarında amortismana tabi olmayan kova, fırça, paspas, bez, süpürge,
faraş, cam sileceği gibi malzemeler, temizlik malzemesi olarak kabul edilecek ve aşırı düşük teklif
sorgulamasına verilen cevapta bu malzemeler için öngörülen bedellerin maliyetlerini tevsik eden
belgeler sunulacaktır.
79.4.2.23. Özel güvenlik hizmet alımlarında ihale konusu işe ilişkin her türlü güvenlik sistem ve
cihazları ile ekipman, alet, edevat, kelepçe, cop, dedektör, telsiz, el feneri, düdük gibi makine ve
ekipman maliyetlerinin tamamı, sözleşme ve genel giderler içerisinde yer alan amortisman olarak
kabul edilecek ve aşırı düşük teklif sorgulamasında önemli bir bileşen olarak
değerlendirilmeyecektir.
Özel güvenlik hizmet alım ihalelerinde aşırı düşük teklif sorgulamasında giyim bedeli ise önemli
bir bileşen olarak görülecek ve isteklilerce giyim bedelini tevsik eden belgeler sunulacaktır.
Giyeceklerin daha önce alındığı ve bunun için bir gider öngörülmediği gibi açıklamalar kabul
edilmeyecektir.
Özel güvenlik hizmet alım ihalelerinde mali sorumluluk sigortası gideri aşırı düşük teklif
sorgulamasında önemli bir bileşen olarak kabul edilecek ve isteklilerce aşırı düşük teklif
sorgulaması çerçevesinde sigorta acentelerinden alınarak sunulan poliçe, proforma fatura veya
sözleşmelerin ekine sigorta acentelerince Özel Güvenlik Mali Sorumluluk Sigortası Tarife ve
Talimatında yer alan teminat tutarları üzerinden teklif ettikleri sigorta prim tutarlarıyla özel güvenlik
mali sorumluluk sigortası hizmetini geçekleştirebileceklerine ilişkin ilgili sigorta şirketinin genel
müdürlüğünden veya bölge müdürlüğünden alınan teyit yazısının eklenmesi ve bu teyitlerin yetkili
kişilerin imzasını taşıması gerekecektir. Ancak sigorta şirketlerinin genel müdürlük veya bölge
müdürlüklerinden alınmış poliçe veya fiyat teklifleri için teyit alınmasına gerek bulunmamaktadır.
Özel güvenlik hizmetinin kampüs gibi belirli bir alan içerisinde yerine getirilmesi ve güvenlik için
bir araca gerek duyulması halinde, bu aracın akaryakıt ve diğer maliyetleri önemli teklif bileşeni
olarak kabul edilmeyecektir.
79.4.2.24. Yemek hizmet alımı ihalelerinde, çalıştırılacak personelin giyim gideri ile su, tuz,
baharat, peçete ve masa örtüsü giderleri için yapılacak açıklamalara ilişkin olarak isteklilerden belge
sunmaları istenmeyecektir. İhale komisyonu ayrıca, bu girdiler dışındaki girdilerden de
belgelendirilmesine gerek bulunmayanları tespit edebilecektir.
79.4.2.25. Personele, çalışma saatleri dışında ihale konusu işle ilgili eğitim verilmesi, işçiler
açısından 4857 sayılı Kanunun 66 ncı maddesinin (d) bendine göre fazla çalışmaya yol açacağından,
bunun teklif fiyata dahil olacağının ve mesai dışında işçinin kaç saat işle ilgili meşgul edileceğinin
idari şartnamede belirtilmesi ve aşırı düşük teklif sorgulamasında dikkate alınması gerekmektedir.
Ayrıca, oryantasyon eğitimi dışında, silahlı atış eğitimi, uçuş eğitimi gibi önemli maliyet gerektiren
eğitim giderlerinin, teklif fiyata dahil giderler içinde değerlendirilmesi ve bu giderlerin idari
şartnamede açıkça belirtilmesi, birim fiyat teklif alınmak suretiyle gerçekleştirilecek ihalelerde ise
birim fiyat teklif cetvelinde ayrı bir iş kalemi olarak öngörülmesi gerekmektedir. Dolayısıyla bu tür
eğitim giderleri % 3 oranının içerisinde bulunan bir genel gider olarak kabul edilmeyecek ve teklifin
önemli bir bileşeni sayılarak aşırı düşük teklif sorgulamasında dikkate alınacaktır.
79.5. Aşırı düşük teklif sorgulaması sonucunda; (79.4.2.) maddesine uygun açıklamada
bulunmayan, açıklamaları teknik şartnameye aykırı hususlar içeren veya teklif tutarı, personel
çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihalelerinde asgari işçilik maliyeti ve % 3 oranındaki sözleşme
giderleri ile genel giderleri, personel çalıştırılmasına dayalı olmamakla birlikte ihale dokümanında
personel sayısının belirlendiği ve haftalık çalışma saatinin tamamının idarede kullanılacağı hizmet
alımı ihalelerinde ise asgari işçilik maliyeti ve ilgili mevzuatı uyarınca hesaplanacak sözleşme
giderlerini karşılamayan isteklilerin teklifleri gerekçeleri belirtilmek suretiyle reddedilecektir.
79.6. Aşırı düşük teklifine ilişkin olarak istenen sürede açıklama yapmasına rağmen teklifi
reddedilen isteklilere, açıklamalarının yeterli görülmeme nedenlerinin kesinleşen ihale kararı ile
birlikte bildirilmesi zorunludur.
79.7. Yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde, Kurumca ilgililerin faydalanmasına yönelik olarak
hazırlanan “işçilik hesaplama modülü”ne (www.kik.gov.tr) adresinden ulaşılabilecektir.”
MADDE 4 – Aynı Tebliğin ikinci kısmının mevcut beşinci bölümü altıncı bölüm olarak madde
numaraları ile birlikte teselsül ettirilmiş ve Tebliğe aşağıdaki bölüm beşinci bölüm olarak
eklenmiştir.
“BEŞİNCİ BÖLÜM
Çerçeve Anlaşma İhalelerine İlişkin Özel Hususlar
Madde 90- Yaklaşık maliyetin açıklanması
90.1. 4734 sayılı Kanunun 36 ncı maddesinin ikinci fıkrası ile Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama
Yönetmeliğinin 33.2 nci maddesi uyarınca ihale komisyonu tarafından yaklaşık maliyetin, teklif
fiyatları ile birlikte açıklanması gerekmektedir. Bu çerçevede, ihale komisyonu tarafından 4734
sayılı Kanunun 36 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca teklif zarflarının incelenmesinin ardından,
ez az üç adet uygun teklif zarfının bulunmaması durumunda yaklaşık maliyet açıklanmayacaktır.
Madde 91- Münferit sözleşme için teklif vermeye davet aşaması
91.1. Üç istekli ile devam edilen bir çerçeve anlaşmada, münferit sözleşme için teklif vermeye davet
edilen herhangi bir istekli tarafından en az iki defa teklif veya geçerli teklif verilmemesi halinde, bu
isteklinin çerçeve anlaşmasının feshedilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte münferit alım
aşamasına geçilmiş olması nedeniyle, münferit alım için teklif veren diğer istekli/isteklilerin
tekliflerinin değerlendirmeye alınarak münferit sözleşmenin gerçekleştirilmesi mümkündür. Ancak
çerçeve anlaşmaya taraf olan istekli sayısının üçün altına düşmesi sebebiyle diğer isteklilerle
imzalanan çerçeve anlaşmaların da feshedilmesi gerekeceğinden, bu çerçeve anlaşma kapsamında
başka bir münferit sözleşmenin gerçekleştirilmesi mümkün değildir.
91.2. Üç veya daha fazla sayıda istekli ile devam edilen bir çerçeve anlaşmada, münferit sözleşme
için teklif vermeye davet aşamasında yapılan yasaklılık sorgulaması sonucunda yasaklı olmadığı
anlaşılan isteklilerden, son teklif verme tarihinden önce ihalelere katılmaktan yasaklı hale
gelenlerin, yasaklı olduklarını bildikleri halde teklif vermeleri ve bu durumun da idare tarafından
öğrenilmesi halinde, tekliflerinin değerlendirme dışı bırakılarak çerçeve anlaşmalarının feshedilmesi
ve haklarında 4734 sayılı Kanunun dördüncü kısmında belirtilen hükümlerin uygulanması
gerekmektedir.
91.2.1. Münferit sözleşme için teklif vermeye davet aşamasında yapılan yasaklılık sorgulaması
sonucunda yasaklı olmadığı anlaşılan isteklilerden, son teklif verme tarihinden önce ihalelere
katılmaktan yasaklı hale gelenlerin, ihale katılmaktan yasaklı olmaları nedeniyle teklif vermemeleri
halinde, bu istekliler teklif vermeyen istekli olarak değerlendirilemeyeceğinden çerçeve anlaşmaları
feshedilmemelidir. Ayrıca münferit sözleşme için teklif vermeye davet aşamasında yasaklı olmayan
ancak davet aşaması ile münferit sözleşme için son teklif verme tarihi arasında yasaklı hale geldiği
için münferit alıma teklif vermeyen istekli/isteklilerin bulunması durumunda, ihalelere katılmaktan
yasaklı olmayan diğer istekliler tarafından verilen tekliflerin değerlendirilerek münferit alımın
sonuçlandırılması gerekmektedir.
91.3. Üç veya daha fazla sayıda istekli ile devam edilen bir çerçeve anlaşmada, münferit sözleşme
için son teklif verme tarihinden, münferit sözleşmenin imzalanması tarihine kadar geçen süreçte
yasaklanan istekli/isteklilerin olması durumunda, bu istekli/isteklilerin 4734 sayılı Kanunun 10 uncu
maddesinin dördüncü fıkrasının (i) bendinde belirtilen durumunda bir değişiklik söz konusu olduğu
için bu durumu idareye derhal bildirmeleri ve idarenin de bu istekli/isteklilerin tekliflerini
değerlendirme dışı bırakması, ancak çerçeve anlaşmalarını feshetmemesi gerekmektedir. Ayrıca bu
gibi durumlarda idarenin münferit sözleşme sürecine devam ederek yasaklı olmayan diğer
istekli/isteklilerin teklifini/tekliflerini değerlendirerek münferit alımı sonuçlandırması
gerekmektedir. Bununla birlikte, münferit sözleşme için teklif vermeye davet edilen isteklilerin
tamamının yukarıda belirtilen süreç içerisinde ihalelere katılmaktan yasaklı hale geldiğinin
anlaşılması halinde, isteklilerin çerçeve anlaşmaları feshedilmeksizin, verilen bütün tekliflerin
değerlendirme dışı bırakılarak münferit alım için gerçekleştirilen ihalenin iptal edilmesi
gerekmektedir.
91.3.1. Üç veya daha fazla sayıda istekli ile devam edilen bir çerçeve anlaşmada, münferit sözleşme
için son teklif verme tarihinden münferit sözleşme imzalanma tarihine kadar geçen süreçte
yasaklanan istekli/isteklilerin olması durumunda, bu isteklilerin 4734 sayılı Kanunun 10 uncu
maddesinin dördüncü fıkrasının (i) bendinde belirtilen durumunda bir değişiklik söz konusu olmakla
birlikte, isteklilerin bu durumu idareye bildirmemiş olmaları ve bu durumun da idare tarafından fark
edilmemesi nedeniyle münferit alımın bu isteklilerden biri üzerine bırakılarak isteklinin münferit
sözleşmeyi imzalamaya davet edilmesi ve isteklinin de sözleşme imzalamaya gelmesi durumunda
Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 43 üncü maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki
“Münferit sözleşmenin imzalanacağı tarihte, sözleşme imzalanmadan önce, ihale sonuç bilgileri
Kuruma gönderilmek suretiyle isteklinin ihalelere katılmaktan yasaklı olup olmadığının teyit
edilmesi zorunludur. İsteklinin ihalelere katılmaktan yasaklı olduğunun anlaşılması halinde münferit
sözleşme imzalanmayarak kendisiyle imzalanan çerçeve anlaşma feshedilir. Bu durumda sekizinci
fıkrada yer alan usul uygulanır.” hükmü uyarınca bu istekli ile imzalanan çerçeve anlaşmanın
feshedilmesi, ancak hakkında 4734 sayılı Kanunun dördüncü kısmında belirtilen hükümlerin
uygulanmaması gerekmektedir. Ayrıca bu durumda kendisi ile çerçeve anlaşma imzalanan istekli
sayısı üçün altına düşmekte ise diğer isteklilerle imzalanan çerçeve anlaşmaların da feshedilmesi
gerekmektedir. Bununla birlikte münferit alım aşamasına geçilmiş olması nedeniyle münferit
sözleşme için teklif veren diğer istekli/isteklilerin tekliflerinin Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama
Yönetmeliğinin 43 üncü maddesinin sekizinci fıkrasında yer alan “ihale yetkilisince uygun
görülmesi kaydıyla, listede yer alan diğer istekliler sırayla sözleşme imzalamaya davet edilebileceği
gibi yeniden teklif vermeye de davet edilebilir…”düzenlemesi uyarınca değerlendirmeye alınarak
münferit sözleşmenin gerçekleştirilmesi mümkündür. Ancak çerçeve anlaşmaya taraf olan istekli
sayısının üçün altına düştüğü durumlarda diğer isteklilerle imzalanan çerçeve anlaşmaların da
feshedilmesi gerekeceğinden, böyle bir durumda bu çerçeve anlaşma kapsamında başka bir münferit
sözleşmenin gerçekleştirilmesi mümkün değildir.
91.4. Münferit sözleşme için teklif vermeye davet aşamasında yapılan yasaklılık sorgulaması
sonucunda yasaklı olmadığı anlaşılan isteklilerden, son teklif verme tarihinden önce ihalelere
katılmaktan yasaklı hale gelenlerin, yasaklı olduklarını bilerek teklif vermeleri ve bu durumun da
idare tarafından tespit edilememesi nedeniyle idare tarafından teklifin değerlendirilerek, ihalenin
ihalelere katılmaktan yasaklı olan bir istekli üzerinde bırakılması halinde, 4734 sayılı Kanunun 11
inci maddesinin son fıkrasındaki düzenleme uyarınca münferit alım için gerçekleştirilen ihalenin
iptal edilmesi ve Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 43 üncü maddesinin
dokuzuncu fıkrasındaki hüküm uyarınca da çerçeve anlaşmasının feshedilmesi ve hakkında 4734
sayılı Kanunun dördüncü kısmında belirtilen hükümlerin uygulanması gerekmektedir. Ayrıca bu
durumda kendisi ile çerçeve anlaşma imzalanan istekli sayısı üçün altına düşmekte ise diğer
isteklilerle imzalanan çerçeve anlaşmaların da feshedilmesi gerekmektedir.
Madde 92 - Münferit sözleşme imzalamaya davet aşaması
92.1. Üç veya daha fazla sayıda istekli ile devam edilen bir çerçeve anlaşmada, münferit sözleşme
imzalamaya davet edildiği halde mücbir sebep halleri dışında, isteklinin sözleşme imzalamaya
gelmemesi durumunda Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 43 üncü maddesinin
onuncu fıkrasındaki düzenleme uyarınca 4734 sayılı Kanunun 58 inci maddesine göre hakkında
kamu ihalelerine katılmaktan yasaklama kararı verilerek kendisiyle imzalanan çerçeve anlaşmanın
feshedilmesi gerekmektedir. Bu durumda kendisiyle çerçeve anlaşma imzalanan istekli sayısı üçün
altına düşmekte ise diğer isteklilerle imzalanan çerçeve anlaşmaların da feshedilmesi gerekmektedir.
Bununla birlikte münferit alım aşamasına geçilmiş olması nedeniyle münferit sözleşme için teklif
veren diğer istekli/isteklilerin tekliflerinin Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 43
üncü maddesinin sekizinci fıkrasında yer alan “ihale yetkilisince uygun görülmesi kaydıyla, listede
yer alan diğer istekliler sırayla sözleşme imzalamaya davet edilebileceği gibi yeniden teklif vermeye
de davet edilebilir…” düzenlemesi uyarınca değerlendirmeye alınarak münferit sözleşmenin
gerçekleştirilmesi mümkündür. Ancak çerçeve anlaşmaya taraf olan istekli sayısının üçün altına
düştüğü durumlarda diğer isteklilerle imzalanan çerçeve anlaşmaların da feshedilmesi
gerekeceğinden, böyle bir durumda bu çerçeve anlaşma kapsamında başka bir münferit sözleşmenin
gerçekleştirilmesi mümkün değildir.
92.2. Üç veya daha fazla sayıda istekli ile devam edilen bir çerçeve anlaşmada, münferit sözleşme
imzalamaya davet edilen ve sözleşme imzalamaya gelen isteklinin, diğer yasal yükümlülükleri
yerine getirmekle birlikte, 4734 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi kapsamında taahhüt altına alınan
durumu tevsik etmek üzere idareye sunmuş olduğu belgelerin taahhüt edilen duruma aykırı hususlar
içermesi halinde hakkında 4734 sayılı Kanunun 58 inci maddesi hükümleri uygulanmayacaktır.
Ayrıca bu durumda bu istekli ile imzalanan çerçeve anlaşmanın da feshedilmemesi gerekmektedir.
Ancak taahhüt altına alınan durumu tevsik etmek üzere idareye sunulmuş olan belgelerin taahhüt
edilen duruma aykırı hususlar içermesi hali geçerli teklif vermeme olarak değerlendirilecektir.
Dolayısıyla bu durumdaki bir istekli çerçeve anlaşma kapsamında teklif vermeye davet edildiği
halde geçerli teklif vermeyen istekli olarak değerlendirilecektir.
Madde 93- Çerçeve anlaşma kapsamında alımı planlanan tahmini ihtiyaç miktarı
93.1. Çerçeve anlaşmanın bakanlık veya il düzeyinde yapıldığı durumlarda asıl olan çerçeve
anlaşma ihalesine taraf olan bir idarenin ihtiyaç tespitinde çerçeve anlaşmayı imzalayan
idareye/merkezi satın alma birimine ihtiyaç olarak bildirdiği malları veya hizmetleri veya yapım
işlerini çerçeve anlaşma kapsamında temin edebilmesidir. Bununla birlikte çerçeve anlaşma
ihalelerinden beklenilen azami faydanın sağlanabilmesi amacıyla, çerçeve anlaşma ihale
dokümanında belirtilen toplam ihtiyaç miktarının idarelerin ihtiyaç tespitinde bildirip bildirmediğine
bakılmaksızın bir havuz olarak değerlendirilerek, anlaşma yapılan toplam miktar aşılmamak
şartıyla, çerçeve anlaşma kapsamında münferit sözleşme yapabilecek idarelerce ortak olarak
kullanılabilmesi de mümkündür.
Madde 94- Münferit sözleşme işlem dosyası
94.1. Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde münferit sözleşme işlem dosyasının
çerçeve anlaşma işlem dosyasında muhafaza edileceği belirtilmekle birlikte, münferit sözleşme
işlem dosyasının çerçeve anlaşmayı gerçekleştiren idarede mi yoksa münferit alımı gerçekleştiren
idarede mi muhafaza edileceğine ilişkin herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Dolayısıyla münferit
sözleşme işlem dosyasının hem çerçeve anlaşmayı yapan idarede hem de münferit sözleşmeyi
gerçekleştiren idarede muhafaza edilmesi mümkün olmakla birlikte, münferit sözleşme işlem
dosyasının münferit alımı gerçekleştiren idarede muhafaza edilmesi ve çerçeve anlaşmayı yapan
idareye de alımın miktarı, süresi ve fiyatı gibi takip edilmesi gereken bilgilerin gönderilmesi de
mümkündür.
Madde 95- Çerçeve anlaşmanın bakanlık veya il düzeyinde yapılması
95.1. Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğin 6 ncı maddesindeki düzenleme ile çerçeve
anlaşmaların bakanlık veya il düzeyinde de yapılabileceği öngörülmüş ve çerçeve anlaşmaların
bakanlık veya il düzeyinde yapılması durumunda aynı Yönetmelikteki bazı düzenlemelerin nasıl
uygulanması gerektiği ilgili maddelerde açıklanmıştır. Öte yandan Çerçeve Anlaşma İhaleleri
Uygulama Yönetmeliğinin ekinde yer alan idari şartname, çerçeve anlaşma ve münferit sözleşme
tasarıları ile standart formlarda da bu duruma özgü düzenlemeler yapılmıştır. 4734 sayılı Kanun ile
Uygulama Yönetmeliğinde çerçeve anlaşma; “bir veya birden fazla idare ile bir veya birden fazla
istekli arasında, belirli bir zaman aralığında gerçekleştirilecek alımların özellikle fiyat ve mümkün
olan hallerde öngörülen miktarlarının tespitine ilişkin şartları belirleyen anlaşmayı… ifade eder”
şeklinde tanımlandığından, bu tanım uyarınca birden fazla idarenin aralarında bir protokol yapmak
suretiyle bir araya gelerek çerçeve anlaşma ihalesi yapmaları mümkündür.
95.1.1. Birden fazla idarenin bir araya gelerek çerçeve anlaşma ihalesi yapabilmeleri için aralarında yapmış oldukları
protokolde çerçeve anlaşma ihalesini yapacak olan idare ile çerçeve anlaşmadan yararlanarak münferit sözleşme yapacak olan
idareleri belirlemeleri gerekmektedir. Ayrıca, birden fazla idarenin bir araya gelerek çerçeve anlaşma ihalesi yapmaları
durumunda Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliği ve eklerinin çerçeve anlaşmanın bakanlık ve il düzeyinde
yapıldığı durumlarda uygulanması gereken hükümlerine göre hareket edilmesi gerekmektedir.
95.2. Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde çerçeve anlaşmaların bakanlık veya il düzeyinde de yapılabileceği
öngörülmüş olmakla birlikte, genel müdürlük teşkilatı da geniş anlamda bakanlık teşkilatının kapsamında yer aldığından,
bölge müdürlüklerinin faydalanmasına yönelik olarak genel müdürlük düzeyinde çerçeve anlaşma ihalesi yapılmasının
bakanlık düzeyinde yapılmış sayılması gerekmektedir. Bu itibarla, Başbakanlığa veya herhangi bir bakanlığa bağlı ya da ilgili
genel müdürlüklerin çerçeve anlaşma ihalesi gerçekleştirmeleri durumunda, söz konusu genel müdürlüğe bağlı olan ve
kendilerine ödenek tahsis edilen bölge müdürlüklerinin tabi oldukları mali mevzuat çerçevesinde, genel müdürlük tarafından
gerçekleştirilen çerçeve anlaşma kapsamında münferit alım gerçekleştirebilmeleri mümkündür. Ancak bu durumda Çerçeve
Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliği ve eklerinin çerçeve anlaşmanın bakanlık ve il düzeyinde yapıldığı durumlarda
uygulanması gereken hükümlerine göre hareket edilmesi gerekmektedir.
Madde 96- Çerçeve anlaşmanın bakanlık veya il düzeyinde yapıldığı durumlarda çerçeve
anlaşmanın feshine ilişkin işlemler
96.1. Çerçeve anlaşmanın sona erme halleri “Mal ve Hizmet alımları ile Yapım İşlerine Ait Tip
Çerçeve Anlaşma” metninin 11 inci maddesinde ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Tip Çerçeve
Anlaşmanın 12 nci maddesinde ise çerçeve anlaşmanın feshedildiğinin makul bir süre içerisinde
istekliye bildirileceği hüküm altına alınmıştır. Çerçeve anlaşmanın bakanlık veya il düzeyinde
yapıldığı durumlarda, çerçeve anlaşma kapsamında münferit alım gerçekleştiren idarelerin çerçeve
anlaşmanın feshini gerektiren bir durumla karşılaştıkları zaman bu durumu gecikmeksizin çerçeve
anlaşmayı imzalayan idareye bildirmeleri gerekmektedir. Bu bildirim 4734 sayılı Kanunun 65 nci
maddesinde yer alan yöntemlerden herhangi biriyle gerçekleştirilebilir. Çerçeve anlaşmayı
imzalayan idarenin çerçeve anlaşmanın feshine ilişkin olarak münferit alımı gerçekleştiren idare
tarafından kendisine yapılan bildirimde belirtilen hususların çerçeve anlaşmanın feshini
gerektirdiğini tespit etmesi durumunda, bildirim tarihinden itibaren makul bir süre içerisinde
çerçeve anlaşmayı feshetmesi ve çerçeve anlaşmanın feshedildiğini de yine makul bir süre içerisinde
hem çerçeve anlaşması feshedilen istekliye hem de çerçeve anlaşma kapsamında münferit alım
gerçekleştirecek olan idarelerin tamamına bildirmesi gerekmektedir.”
MADDE 5- Aynı Tebliğin ekinde yer alan “Ek-Y.1 Yapım İşleri İhalelerinde Yeterliğin
Belirlenmesi İçin İstenecek Belgelere İlişkin Tablo” ekteki şekilde değiştirilmiştir.
MADDE 6- Aynı Tebliğe “Ek-O-4” formundan sonra gelmek üzere ekteki “Ek-O.5 Maliyet/Satış
Tutarı Tespit Tutanağı”, Ek-O.6 Maliyet/Satış Tutarı Tespit Tutanağı”, Ek-O.7 Maliyet/Satış Tutarı
Tespit Tutanağı”, Ek-O.8 Stok Tespit Tutanağı” formları eklenmiştir.
GEÇİCİ MADDE 1 - Bu Tebliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce ilanı veya duyurusu yapılmış
olan yapım işi ihaleleri, ilanın veya duyurunun yapıldığı tarihte yürürlükte olan Kamu İhale Genel
Tebliğinin Yapım İşleri İhaleleri Uygulama Yönetmeliğine aykırı olmayan hükümlerine göre
sonuçlandırılır.
GEÇİCİ MADDE 2 - Bu Tebliğin yürürlüğe girdiği tarihten sonra ilanı veya duyurusu yapılmış
olmakla birlikte yaklaşık maliyeti daha önce hesaplanmış olan işlerde, bu Tebliğin birinci
maddesiyle değiştirilmiş 38 inci maddede belirtilen işlemler tamamlanarak buna ilişkin belgeler
ihale işlem dosyasına eklenir.
MADDE 7 – Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 8 – Bu Tebliğ hükümlerini Kamu İhale Kurumu Başkanı yürütür.
Tebliğin Yayımlandığı Resmî Gazete’nin
Tarihi
Sayısı
22/8/2009
27327
Tebliğde Değişiklik Yapan Tebliğin Yayımlandığı Resmî Gazete’nin
Tarihi
Sayısı
4/3/2010
27511
Ek-O.5
MALİYET/SATIŞ TUTARI TESPİT TUTANAĞI
(Tedarikçiden Alınan Proforma Faturayla Açıklama)
……… (İhaleyi yapan idarenin adı) ………..’nın ……………… tarihinde yaptığı …(ihale kayıt numarası)
…… İKN’lı ……(ihalenin adı) ….……… ihalesine teklif veren ………… (isteklinin adı ve soyadı/ticaret
unvanı)……. nın teklifinin aşırı düşük teklif olarak tespit edilmesi nedeniyle, teklife konu mamul/malla ilgili
ortalama maliyet/satış tutarı tespitine yönelik olarak proforma fatura veren mükellefin yasal defter ve
belgelerine göre aşağıda belirtilen hususlar mükellef ile birlikte müştereken tespit edilmiştir:
1- Tespit Yapan 3568 Sayılı Kanuna Tabi Meslek Mensubunun;
Adı-Soyadı/Unvanı
Bağlı Olduğu Oda
Oda Sicil ve Kaşe No
Vergi Dairesi ve Vergi Kimlik No’su
Adresi
Telefon ve Faks No
E-Posta adresi
2- Mükellefin;
Adı-Soyadı/Unvanı
Adresi
Vergi Dairesi/ VK. Nosu
Telefon ve Faks No
E-Posta adresi
3- Mükellefin tespit yapılan döneme ait Yasal Defter tasdik bilgileri;
Dönemi
Defterin Cinsi
Tasdik Makamı
Tasdik
Tarih
No
Yevmiye / İşletme Defteri
Envanter Defteri
(İşletme hesabına göre defter tutuluyor olması durumunda; 4 nolu başlık altında yer alan tablo, işletme
hesabı defteri ve işletme hesap özeti kayıtlarına göre doldurulacaktır.)
4- Ağırlıklı Ortalama Birim Maliyet: (Maliyete dayalı açıklama yapılması durumunda bu bölüm
doldurulacaktır.)
Kamu İhale Genel Tebliğine göre teklif fiyatına konu işle ilgili proforma faturayı verenin, proforma fatura
muhteviyatı mala ilişkin son geçici vergi beyanname dönemine ait olarak yasal defter ve belgelerine göre
hesaplanan ağırlıklı ortalama birim maliyeti aşağıda olduğu gibidir.
Proforma faturayı veren tarafından üretilmiş mamule ilişkin olarak; son geçici vergi beyanname döneminde,
152 Mamuller hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (710,720,730 nolu
hesaplar ve yansıtma hesapları dikkate alınarak 152 nolu hesapta oluşan maliyete göre, mükellefin taahhüt
edilen mamulün üreticisi olması durumunda belirtilecektir Proforma fatura ile taahhüt edilen her bir mamul
için ayrı tablo kullanılacaktır.)
Yevmiye Defteri Kayıt
Adedi
Mamuller Hesabında kayıtlı olan teklife konu mamule ilişkin
Toplam Tutarı (TL)
Toplam Miktarı (Adet/Mt/Kg v.s.)
(A)
(B)
Mamulün
ağırlıklı
ortalama birim
maliyeti
(C= A/ B)
Proforma fatura düzenleyen mükellef tarafından taahhüt edilen mala ilişkin olarak 153 Ticari Mallar
Hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (Mükellefin taahhüt edilen malın üreticisi
olmaması durumunda belirtilecektir. Proforma fatura ile taahhüt edilen her bir mal için ayrı tablo
kullanılacaktır.)
Yevmiye Defteri Kayıt
Adedi
Ticari Mallar Hesabında kayıtlı olan teklife konu mala ilişkin
Toplam Tutarı (TL)
Toplam Miktarı (Adet/Mt/Kg v.s.)
(A)
(B)
Malın ağırlıklı
ortalama birim
maliyeti
(C= A/ B)
5- Ağırlıklı Ortalama Birim Satış Tutarı: (Satışlar üzerinden açıklama yapılması durumunda bu bölüm
doldurulacaktır.)
Proforma fatura düzenleyen mükellef tarafından taahhüt edilen mamul/mala ilişkin olarak 600 Yurtiçi
Satışlar (varsa 601 Yurtdışı Satışlar) Hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir;
(Proforma fatura ile taahhüt edilen her bir mamul/mal için ayrı tablo kullanılacaktır.)
Yurtiçi Satışlar(varsa Yurtdışı Satışlar) Hesabında kayıtlı olan teklife konu mamul/mala ilişkin
Yevmiye Defteri Kayıt
Toplam Tutarı (TL)
Toplam Miktarı (Adet/Mt/Kg v.s.)
Ağırlıklı
Adedi
(A)
(B)
ortalama birim
satış tutarı
(S= A/ B)
6- Mükellefin Sahip olduğu Kapasite Raporuna İlişkin Bilgiler Aşağıda Olduğu Gibidir(Mükellefin taahhüt
edilen mamulün üreticisi olması durumunda belirtilecektir.);
Kapasite Raporunun Tarih ve No’su
Kapasite Raporundaki Firma Erişim No
Kapasite Raporunun Geçerlilik Süresi Sonu
Bağlı Olduğu Oda
Üretim Konusu
Yıllık Üretim Kapasite Miktarı
Üretim Konusu Malların Birimi (Adet/ Mt / Kg v.s.)
Tutanağın 4.maddesindeki ağırlıklı ortalama birim maliyet tablosundaki miktarlara ilişkin açıklamaların
mükellefin kapasite raporu ile uyumlu olduğunu,
7-Yukarıda tespiti yapılan, teklif konusu fiyatla ilgili mamulün/malın ağırlıklı ortalama birim maliyet ve
ağırlıklı ortalama birim satış tutarının mükellefin yasal defter ve belgeleri ile tutarlı olduğunu,
Kamu İhale Genel Tebliğine istinaden mükellefin yasal defter ve belgelerine göre 2 nüsha olarak hazırlanan
ve mükellef ile birlikte müştereken imzalanan iş bu tutanak kapsamı bilgilerin doğruluğunu beyan ve kabul
ederiz. Tarih ve Yer
MÜKELLEFİN
MESLEK MENSUBUNUN
Adı-Soyadı/Unvanı
İmza/Kaşe
Adı-Soyadı ve Unvanı
İmza/Kaşe
Ek: 1) Mükellefe Ait İmza Sirküleri
2) Meslek Mensubuna Ait Faaliyet Belgesi (Meslek Mensubunca “Aslı Gibidir” Onaylı Sureti)
Ek-O.6
MALİYET/SATIŞ TUTARI TESPİT TUTANAĞI
(Fiyat Teklifi Sunulması Suretiyle Açıklama)
………(İhaleyi yapan idarenin adı)……….’nın ……………… tarihinde yaptığı …(ihale kayıt numarası)
…… İKN’lı ……(ihalenin adı) ……… ihalesine teklif veren ………… (isteklinin adı ve soyadı/ticaret
unvanı)……. nın teklifinin aşırı düşük teklif olarak tespit edilmesi nedeniyle, teklife konu hizmetle ilgili
ortalama maliyet/satış tutarı tespitine yönelik olarak fiyat teklifi veren mükellefin yasal defter ve belgelerine
göre aşağıda belirtilen hususlar mükellef ile birlikte müştereken tespit edilmiştir.
1- Tespit Yapan 3568 Sayılı Kanuna Tabi Meslek Mensubunun;
Adı-Soyadı/Unvanı
Bağlı Olduğu Oda
Oda Sicil ve Kaşe No
Vergi Dairesi ve Vergi Kimlik No’su
Adresi
Telefon ve Faks No
E-Posta adresi
2- Mükellefin;
Adı-Soyadı/Unvanı
Adresi
Vergi Dairesi/ VK. Nosu
Telefon ve Faks No
E-Posta adresi
3- Mükellefin tespit yapılan döneme ait Yasal Defter tasdik bilgileri;
Dönemi
Defterin Cinsi
Tasdik Makamı
Tasdik
Tarih
No
Yevmiye / İşletme Defteri
Envanter Defteri
(İşletme hesabına göre defter tutuluyor olması durumunda; 4 nolu başlık altında yer alan tablo, işletme
hesabı defteri ve işletme hesap özeti kayıtlarına göre doldurulacaktır.)
4- TOPLAM BİRİM MALİYET: (Maliyete dayalı açıklama yapılması durumunda bu bölüm
doldurulacaktır.)
Ağırlıklı Ortalama Birim Maliyet:
Teklif konusu işle ilgili fiyat teklifi veren mükellefin yasal defter ve belgelerine göre hesaplanan maliyetler;
(Maliyet içinde işçilik ve varsa diğer maliyetler de olduğundan bu bölümde söz konusu maliyetler
ayrıştırılarak tablo halinde gösterilecektir)
Fiyat teklifine konu hizmet kapsamındaki mamule ilişkin, son geçici vergi beyanname döneminde 152
Mamuller hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (710,720,730 nolu hesaplar ve
yansıtma hesapları dikkate alınarak 152 nolu hesapta oluşan maliyete göre, mükellefin fiyat teklifine konu
hizmet kapsamındaki mamulün üreticisi olması durumunda belirtilecektir. Fiyat teklifine konu hizmet
kapsamındaki her bir mamul için ayrı tablo kullanılacaktır)
Yevmiye Defteri
Kayıt Adedi
Mamuller Hesabında kayıtlı olan teklife konu mamule ilişkin
Toplam Tutarı (TL)
Toplam Miktarı (Adet/Mt/Kg
Mamulün ağırlıklı ortalama birim
(A)
v.s.)
maliyeti
(B)
(C= A/ B)
Fiyat teklifine konu hizmet kapsamındaki mala ilişkin olarak 153 Ticari Mallar Hesabında bulunan kayıtlara
ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (Mükellefin fiyat teklifine konu hizmet kapsamındaki malın üreticisi
olmaması durumunda belirtilecektir. Fiyat teklifine konu hizmet kapsamındaki her bir mal için ayrı tablo
kullanılacaktır.)
Yevmiye Defteri
Kayıt Adedi
Ticari Mallar Hesabında kayıtlı olan teklife konu mala ilişkin
Toplam Tutarı (TL)
Toplam Miktarı (Adet/Mt/Kg
Malın ağırlıklı ortalama birim
(A)
v.s.)
maliyeti
(B)
(C= A/ B)
Teklif Birim Mal/Mamul Maliyeti,
Fiyat teklifine konu hizmetin öngörülen birim mal/mamul maliyeti aşağıdaki gibidir;
Mal/Mamul
Malın/ Mamulün Ağırlıklı
Ortalama Birim Maliyeti
(C)
Birim İş İçin Kullanılacak Mal/Mamul
Miktarı
(D)
Teklif Birim Mal/Mamul
Maliyeti
(E=CxD)
TOPLAM TEKLİF BİRİM MAL/MAMUL MALİYETİ TUTARI (E)
*(Tablonun uzun olması durumunda tablo formatına uygun formun imza ve kaşelenerek tutanağa eklenmesi
mümkündür)
Birim İşçilik maliyeti:
Fiyat teklifine konu hizmetin öngörülen birim işçilik maliyeti aşağıdaki gibidir;
İşçinin
Niteliği
İşçinin Saatlik
Maliyeti (TL/sa)
(F)
Birim İşçilik Miktarı
(sa/birim)
(G)
Birim İşçilik Tutarı
(H = FxG)
TOPLAM BİRİM İŞÇİLİK TUTARI (I)
*(Tablonun uzun olması durumunda tablo formatına uygun formun imza ve kaşelenerek tutanağa eklenmesi
mümkündür)
Varsa diğer birim maliyetler:
Fiyat teklifi kapsamında mal ve işçilik dışında hizmet maliyetleri ile ilgili olarak varsa yapılabilecek harcama
kalemlerinin birim maliyetlerinin dökümü aşağıdaki gibidir;
Harcama
Kaleminin
Niteliği
Harcama
Kaleminin Saatlik
Maliyeti
(TL/sa)
(J)
Birim Harcama
Kalemi Miktarı
(sa/birim)
(K)
Birim Diğer Maliyetler
(L = JxK)
TOPLAM DİĞER BİRİM MALİYETLER TUTARI
(M)
*(Tablonun uzun olması durumunda tablo formatına uygun formun imza ve kaşelenerek tutanağa eklenmesi
mümkündür)
TOPLAM BİRİM MALİYET:
Mükellefin fiyat teklifi verilen hizmete ilişkin toplam birim maliyet tutarı aşağıdaki gibidir;
Toplam Teklif Birim
Mal/Mamul Maliyeti Tutarı
(E)
Toplam Birim İşçilik Tutarı
(I)
Toplam Diğer Birim
Maliyetler Tutarı
(M)
Toplam Birim Maliyet
Tutarı
(N=E+I+M)
5- AĞIRLIKLI ORTALAMA BİRİM SATIŞ TUTARI: (Satışlar üzerinden açıklama yapılması durumunda
bu bölüm doldurulacaktır.)
Fiyat teklifine konu hizmete ilişkin olarak ilişkin olarak 600 Yurtiçi Satışlar (varsa 601 Yurtdışı Satışlar)
Hesabındaki kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir;
Yurtiçi Satışlar(varsa Yurtdışı Satışlar) Hesabında kayıtlı olan teklife konu hizmete ilişkin
Yevmiye Defteri
Toplam Tutarı (TL)
Toplam Miktarı
Ağırlıklı ortalama birim satış tutarı
Kayıt Adedi
(T)
(Adet/Mt/Kg v.s.)
(S= T/ P)
(P)
6- Mükellefin sahip olduğu Kapasite Raporuna İlişkin Bilgiler Aşağıda Olduğu Gibidir; (Mükellefin fiyat
teklifine konu hizmet kapsamındaki mamulün üreticisi olması durumunda belirtilecektir.)
Kapasite Raporunun Tarih ve No’su
Kapasite Raporundaki Firma Erişim No
Kapasite Raporunun Geçerlilik Süresi Sonu
Bağlı Olduğu Oda
Üretim Konusu
Yıllık Üretim Kapasite Miktarı
Üretim Konusu Malların Birimi (Adet/ Mt / Kg v.s.)
Tutanağın 4.maddesindeki ağırlıklı ortalama birim maliyet tablosundaki miktarlara ilişkin açıklamaların
mükellefin kapasite raporu ile uyumlu olduğunu,
7-Yukarıda tespiti yapılan teklif konusu fiyatla ilgili hizmete ilişkin mamulün/malın ağırlıklı ortalama birim
maliyeti, birim malzeme maliyeti, birim işçilik maliyeti ve varsa diğer birim maliyetlerin ve ağırlıklı
ortalama satış tutarının mükellefin yasal defter ve belgeleri ile tutarlı olduğunu,
Kamu İhale Genel Tebliğine istinaden mükellefin yasal defter ve belgelerine göre 2 nüsha
olarak hazırlanan ve mükellef ile birlikte müştereken imzalan iş bu tutanak kapsamı bilgilerin
doğruluğunu beyan ve kabul ederiz. Tarih ve Yer
MÜKELLEFİN
Adı-Soyadı/Unvanı
İmza/Kaşe
MESLEK MENSUBUNUN
Adı-Soyadı ve Unvanı
İmza/Kaşe
Ek: 1) İstekliye Ait İmza Sirküleri
2) Meslek Mensubuna Ait Faaliyet Belgesi (Meslek Mensubunca “Aslı Gibidir” Onaylı Sureti)
Ek-O.7
MALİYET/SATIŞ TUTARI TESPİT TUTANAĞI
(Malın Üreticisi Olunması, Mala İlişkin Alış veya Satış Yapılması Durumunda Açıklama)
………(İhaleyi yapan idarenin adı)……….’nın ……………… tarihinde yaptığı …(ihale kayıt numarası)
…… İKN’lı ……(ihalenin adı) ……… ihalesine teklif veren ………… (isteklinin adı ve soyadı/ticaret
unvanı)……. nın teklifinin aşırı düşük teklif olarak tespit edilmesi nedeniyle, teklife konu mamul/malla ilgili
ortalama maliyet/satış tutarı tespitine yönelik olarak isteklinin yasal defter ve belgelerine göre aşağıda
belirtilen hususlar istekli ile birlikte müştereken tespit edilmiştir.
1- Tespit Yapan 3568 Sayılı Kanuna Tabi Meslek Mensubunun;
Adı-Soyadı/Unvanı
Bağlı Olduğu Oda
Oda Sicil ve Kaşe No
Vergi Dairesi ve Vergi Kimlik No’su
Adresi
Telefon ve Faks No
E-Posta adresi
2- İsteklinin;
Adı-Soyadı/Unvanı
Adresi
Vergi Dairesi/ VK. Nosu
Telefon ve Faks No
E-Posta adresi
3- İsteklinin tespit yapılan döneme ait Yasal Defter tasdik bilgileri;
Dönemi
Defterin Cinsi
Tasdik Makamı
Tasdik
Tarih
No
Yevmiye / İşletme Defteri
Envanter Defteri
(İşletme hesabına göre defter tutuluyor olması durumunda; 4 nolu başlık altında yer alan tablolar, işletme
hesabı defteri ve işletme hesap özeti kayıtlarına göre doldurulacaktır.)
4- Ağırlıklı Ortalama Birim Maliyet: (Maliyete dayalı açıklama yapılması durumunda bu bölüm
doldurulacaktır.)
Kamu İhale Genel Tebliğine göre teklif fiyatına konu işle ilgili isteklinin, teklife konu mala ilişkin son geçici
vergi beyanname dönemine ait olarak yasal defter ve belgelerine göre hesaplanan ağırlıklı ortalama birim
maliyeti aşağıda olduğu gibidir.
Teklife konu mamule ilişkin, son geçici vergi beyanname döneminde 152 Mamuller hesabında bulunan
kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (710,720,730 nolu hesaplar ve yansıtma hesapları dikkate
alınarak 152 nolu hesapta oluşan maliyete göre, isteklinin teklife konu olan mamulün üreticisi olması
durumunda doldurulacaktır. Teklife konu her bir mamul için ayrı tablo kullanılacaktır)
Yevmiye Defteri
Kayıt Adedi
Mamuller Hesabında kayıtlı olan teklife konu mamule ilişkin
Toplam Tutarı (TL)
Toplam Miktarı
Mamulün ağırlıklı ortalama
(A)
(Adet/Mt/Kg v.s.)
birim maliyeti
(B)
(C= A/ B)
Teklife konu mala ilişkin yapılan alışların, 150 İlk Madde ve Malzeme, 151 Yarı Mamuller – Üretim veya
153 Ticari Mallar Hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (İsteklinin teklife konu
olan malın üreticisi olmaması durumunda doldurulacaktır. İsteklinin söz konusu malı imalatlarında
kullanıyor olması durumunda 150 İlk Madde ve Malzeme, 151 Yarı Mamuller – Üretim hesapları, ticaretinin
yapılıyor olması durumunda ise 153 Ticari Mallar Hesabında bulunan kayıtlar kullanılarak doldurulacaktır.
Teklife konu her bir mamul/mal için ayrı tablo kullanılacaktır)
İlk Madde ve Malzeme / Yarı Mamuller - Üretim veya Ticari Mallar Hesabında kayıtlı olan teklife konu mamul/mala
ilişkin *
Yevmiye Defteri
Toplam Tutarı (TL)
Toplam Miktarı
Malın ağırlıklı ortalama birim
Kayıt Adedi
(A)
(Adet/Mt/Kg v.s.)
maliyeti
(B)
(C= A/ B)
*(İstekli tarafından yapılacak açıklama kapsamında, belirtilen hesaplardan ilgisine göre biri, birkaçı veya
tamamı kullanılarak bu tablo düzenlenebilir. İsteklinin maliyete dayalı açıklama yapabilmesi için, son geçici
vergi beyanname döneminde ihale konusu işte kullanılmasını öngördüğü mamul/mal miktarının en az yarısı
kadar alış yapılmış olması gerekmektedir.)
5- Ağırlıklı Ortalama Birim Satış Tutarı: (Satışlar üzerinden açıklama yapılması durumunda bu bölüm
doldurulacaktır.)
Teklife konu mamul/mala ilişkin olarak 600 Yurtiçi Satışlar (varsa 601 Yurtdışı Satışlar) Hesabında bulunan
kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (Teklife konu her bir mamul/mal için ayrı tablo
kullanılacaktır)
Yurtiçi Satışlar(varsa Yurtdışı Satışlar) Hesabında kayıtlı olan teklife konu mamul/mala ilişkin
Yevmiye Defteri
Toplam Tutarı (TL)
Toplam Miktarı (Adet/Mt/Kg
Ağırlıklı ortalama birim satış tutarı
Kayıt Adedi
(T)
v.s.)
(S= T/ M)
(M)
*(İsteklinin satışlar üzerinden açıklama yapabilmesi için mamul/malın ticareti ile iştigal ediyor olması
gerekmektedir.)
6- İsteklinin sahip olduğu Kapasite Raporuna ilişkin bilgiler aşağıda oluğu gibidir (İsteklinin teklif edilen
mamulün üreticisi olması durumunda doldurulacaktır);
Kapasite Raporunun Tarih ve No’su
Kapasite Raporundaki Firma Erişim No
Kapasite Raporunun Geçerlilik Süresi Sonu
Bağlı Olduğu Oda
Üretim Konusu
Yıllık Üretim Kapasite Miktarı
Üretim Konusu Malların Birimi (Adet/ Mt / Kg v.s.)
Tutanağın 4.maddesindeki açıklamaların isteklinin kapasite raporu ile uyumlu olduğunu,
7- Yukarıda tespiti yapılan teklif konusu fiyatla ilgili mamul/malın ağırlıklı ortalama birim maliyeti ve
ağırlıklı ortalama birim satış tutarının isteklinin yasal defter ve belgeleri ile tutarlı olduğunu,
Kamu İhale Genel Tebliğine istinaden isteklinin yasal defter ve belgelerine göre 2 nüsha olarak
hazırlanan ve istekli ile birlikte müştereken imzalan iş bu tutanak kapsamı bilgilerin doğruluğunu
beyan ve kabul ederiz. Tarih ve Yer
İSTEKLİNİN
MESLEK MENSUBUNUN
Adı-Soyadı/Unvanı
Adı-Soyadı ve Unvanı
İmza/Kaşe
İmza/Kaşe
Ek: 1) İstekliye Ait İmza Sirküleri
2) Meslek Mensubuna Ait Faaliyet Belgesi (Meslek Mensubunca “Aslı Gibidir” Onaylı Sureti)
Ek-O8
STOK TESPİT TUTANAĞI
(Malın Stoklarda Bulunması Durumunda Açıklama)
………(İhaleyi yapan idarenin adı)……….’nın ……………… tarihinde yaptığı …(ihale kayıt numarası)
…… İKN’lı ……(ihalenin adı) ……… ihalesine teklif veren ………… (isteklinin adı ve soyadı/ticaret
unvanı)……. nın teklifinin aşırı düşük teklif olarak tespit edilmesi nedeniyle, teklife konu mamul/malla ilgili
stok tespitine yönelik olarak isteklinin yasal defter ve belgelerine göre aşağıda belirtilen hususlar istekli ile
birlikte müştereken tespit edilmiştir.
1- Tespit Yapan 3568 Sayılı Kanuna Tabi Meslek Mensubunun;
Adı-Soyadı/Unvanı
Bağlı Olduğu Oda
Oda Sicil ve Kaşe No
Vergi Dairesi ve Vergi Kimlik No’su
Adresi
Telefon ve Faks No
E-Posta adresi
2- İsteklinin;
Adı-Soyadı/Unvanı
Adresi
Vergi Dairesi/ VK. Nosu
Telefon ve Faks No
E-Posta adresi
3- İsteklinin tespit yapılan döneme ait Yasal Defter tasdik bilgileri;
Dönemi
Defterin Cinsi
Tasdik Makamı
Tasdik
Tarih
No
Yevmiye / İşletme Defteri
Envanter Defteri
(İşletme hesabına göre defter tutuluyor olması durumunda; 4 nolu başlık altında yer alan tablo, işletme
hesabı defteri ve işletme hesap özeti kayıtlarına göre doldurulacaktır.)
4-İsteklinin son geçici vergi beyanname döneminde çıkartılan geçici mizana uygun olarak stoklarda bulunan
mala ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir:
Ağırlıklı Ortalama Birim Maliyet:
Teklife konu mamule ilişkin, son geçici vergi beyanname döneminde çıkartılan geçici mizana uygun olarak
152 Mamuller hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (710,720,730 nolu
hesaplar ve yansıtma hesapları dikkate alınarak 152 nolu hesapta oluşan maliyete göre, isteklinin teklif
edilen mamulün üreticisi olması durumunda doldurulacaktır. Teklife konu her bir mamul için ayrı tablo
kullanılacaktır.)
Yevmiye Defteri
Kayıt Adedi
Mamuller Hesabında kayıtlı olan teklife konu mamule ilişkin
Toplam Tutarı (TL)
Toplam Miktarı
Mamulün ağırlıklı ortalama birim
(A)
(Adet/Mt/Kg v.s.)
maliyeti
(B)
(C= A/ B)
Stoklarda bulunan teklife konu malın son geçici vergi beyanname döneminde çıkartılan geçici mizana uygun
olarak 153 Ticari Mallar Hesabında bulunan kayıtlara ilişkin bilgiler aşağıda olduğu gibidir; (İsteklinin teklif
edilen malın üreticisi olmaması durumunda doldurulacaktır. Teklife konu her bir mal için ayrı tablo
kullanılacaktır.)
Yevmiye Defteri
Kayıt Adedi
Ticari Mallar Hesabında kayıtlı olan teklife konu mala ilişkin
Toplam Tutarı (TL)
Toplam Miktarı
Malın ağırlıklı ortalama birim maliyeti
(A)
(Adet/Mt/Kg v.s.)
(C= A/ B)
(B)
5- Yukarıda (4). maddede tespiti yapılan teklif konusu mamul/malla ilgili ağırlıklı ortalama birim maliyetin
isteklinin yasal defter - belgeleri ile tutarlı olduğunu ve teklif edilen mamul/malın ihale tarihi itibariyle
isteklinin stoklarında bulunduğunu,
Kamu İhale Genel Tebliğine istinaden isteklinin yasal defter ve belgelerine göre 2 nüsha olarak
hazırlanan ve istekli ile birlikte müştereken imzalan iş bu tutanak kapsamı bilgilerin doğruluğunu
beyan ve kabul ederiz. Tarih ve Yer
İSTEKLİNİN
MESLEK MENSUBUNUN
Adı-Soyadı/Unvanı
İmza/Kaşe
Adı-Soyadı ve Unvanı
İmza/Kaşe
Ek: 1) İstekliye Ait İmza Sirküleri
2) Meslek Mensubuna Ait Faaliyet Belgesi (Meslek Mensubunca “Aslı Gibidir” Onaylı Sureti)
Ek-Y.1 Yapım İşleri İhalelerinde Yeterliğin Belirlenmesi İçin İstenecek Belgelere
İlişkin Tablo
Yaklaşık maliyet ile
eşik değerin
oranları
Mesleki faaliyetini
sürdürdüğünü ve
teklif vermeye
yetkili olduğunu
gösteren belge
İş deneyim
belgesi
Yaklaşık
maliyeti
eşik değerin onda
birine kadar olan
işlerin ihalelerinde
Ekonomik ve
mali yeterliğe
ilişkin belgeler
İstenilemez
Anahtar teknik personel
5/3/2011
5/3/2011
tarihine kadar itibaren
İstenilemez
tarihinden
Kali
Çev
Yön
Sist
Belg
İstenilemez
İstenile
Yaklaşık
maliyeti
eşik değerin onda
birinden eşik değerin
yarısına kadar olan
işlerin ihalelerinde
İstenilmesi
zorunludur
Yaklaşık
maliyeti
eşik değerin yarısı
ile
eşik
değer
arasındaki
işlerin
ihalelerinde
İstenilebilir
İstenilebilir
İstenilebilir
En fazla
bir kişi
İstenilmesi
zorunludur
En fazla
iki kişi
İstenilmesi
zorunludur
Yaklaşık
maliyeti
eşik
değerin
üzerinde olan işlerin
ihalelerinde
İstenilmesi
İstenilmesi
zorunludur
zorunludur
İstenile
En fazla
üç kişi
[R.G. 30 Temmuz 2010 – 27657]
—— • ——
İlânlar
Adalet Bakanlığından :
MÜNHAL NOTERLİKLER
Aşağıda 2009 yılı gayrisafı gelirleri ve isimleri yazılı olan İKİNCİ SINIF noterlikler
münhaldir.
1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BİRİNCİ SINIF
VE İKİNCİ SINIF noterlerden bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden
itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına
başvurmaları gerekmektedir.
Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiş olan dilekçeler başvuru süresi içinde
Bakanlığa gelmediği takdirde atama işleminde nazara alınmaz.
İlan olunur.
Sıra No:
Noterliğin Adı:
1- ADIYAMAN BİRİNCİ NOTERLİĞİ
2- AFYONKARAHİSAR BEŞİNCİ NOTERLİĞİ
2009 Yılı Gayrisafi Geliri
456.921,36.-TL.
399.837,34.-TL.
3- BİSMİL NOTERLİĞİ
4- BOĞAZLIYAN NOTERLİĞİ
5- ÇANAKKALE DÖRDÜNCÜ NOTERLİĞİ
6- ÇANKIRI BİRİNCİ NOTERLİĞİ
7- ÇARŞAMBA BİRİNCİ NOTERLİĞİ
8- ÇAYCUMA İKİNCİ NOTERLİĞİ
9- ÇERKEZKÖY İKİNCİ NOTERLİĞİ
10- ÇERKEZKÖY DÖRDÜNCÜ NOTERLİĞİ
11- ERZİNCAN İKİNCİ NOTERLİĞİ
12- GÖNEN BİRİNCİ NOTERLİĞİ
13- İNEGÖL İKİNCİ NOTERLİĞİ
14- KARABÜK İKİNCİ NOTERLİĞİ
15- KIRKLARELİ İKİNCİ NOTERLİĞİ
16- KÖYCEĞİZ NOTERLİĞİ
17- MANAVGAT İKİNCİ NOTERLİĞİ
18- MANAVGAT ÜÇÜNCÜ NOTERLİĞİ
19- MUT NOTERLİĞİ
20- ÖDEMİŞ BİRİNCİ NOTERLİĞİ
21- SÖKE İKİNCİ NOTERLİĞİ
22- TEKİRDAĞ BEŞİNCİ NOTERLİĞİ
23- VAN BEŞİNCİ NOTERLİĞİ
24- YALOVA DÖRDÜNCÜ NOTERLİĞİ
252.278,81.-TL.
224.437,65.-TL.
255.408,00.-TL.
409.703,79.-TL.
389.967,98.-TL.
253.960,28.-TL.
369.540,31.-TL.
178.204,72.-TL.
396.625,23.-TL.
214.753,52.-TL.
438.284,52.-TL.
332.126,61.-TL.
421.490,61.-TL.
244.746,26.-TL.
452.624,38.-TL.
489.120,86.-TL.
404.894,28.-TL.
541.889,56.-TL.
504.097,69.-TL.
279.937,41.-TL.
389.541,73.-TL.
353.045,36.-TL.
5902/1-1
—————
MÜNHAL NOTERLİKLER
2004 yılı tahmini gayrisafi gelirleri 150.000.-TL. Olan, aşağıda isimleri yazılı olan
muhdes İKİNCİ SINIF noterlikler münhaldir.
1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BİRİNCİ SINIF
VE İKİNCİ SINIF noterlerden bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden
itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına
başvurmaları gerekmektedir.
Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiş olan dilekçeler başvuru süresi içinde
Bakanlığa gelmediği takdirde atama işleminde nazara alınmaz.
İlan olunur.
1- Bartın Üçüncü Noterliği'nin; Hacı Mehmet Camii Sokak ile Su Terazisi Sokak ve
Karakaş Caddesinin kesiştiği noktadan başlayarak Piryamcılar Caddesinin Topçu Konağı
Caddesi ile kesiştiği noktaya kadar olan bölümünde ve caddenin bu bölümüne açılan cadde ve
sokakların ilk 50 metre derinliklerinde, diğer noterliklerle rekabet ortamı yaratmayacak uygun
bir yerde,
2- Gölcük Dördüncü Noterliği'nin; Atatürk Bulvarının Karadeniz Caddesi ile kesiştiği
yerden, Fatih Caddesi ile kesiştiği yere kadarki kısmının güney tarafında ve bu tarafa açılan
cadde ve sokakların ilk 150 metre derinliklerinde, ayrıca Atatürk Bulvarı, Fatih Caddesi,
Preveze Caddesi ve Donanma Caddesinin birleşmesiyle oluşan alanda ve bu caddelerin
birleşiminde belirtilen kısımların her iki yakasında, diğer noterliklerle rekabet ortamı
yaratmayacak uygun bir yerde,
5903/1-1
—————
MÜNHAL NOTERLİKLER
Aşağıda 2009 yılı gayrisafi gelirleri ve isimleri yazılı olan BİRİNCİ SINIF noterlikler
münhaldir.
1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BİRİNCİ SINIF,
noterlerden bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde
Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvurmaları
gerekmektedir.
Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiş olan dilekçeler başvuru süresi içinde
Bakanlığa gelmediği takdirde atama işleminde nazara alınmaz.
İlan olunur.
Sıra No:
Noterliğin Adı:
1- ANKARA YEDİNCİ NOTERLİĞİ
2- ANKARA YİRMİYEDİNCİ NOTERLİĞİ
3- BEYOĞLU OTUZDÖRDÜNCÜ
NOTERLİĞİ
4- BEYOĞLU KIRKYEDİNCİ NOTERLİĞİ
5- BURSA BİRİNCİ NOTERLİĞİ
6- DİYARBAKIR ALTINCI NOTERLİĞİ
7- ELAZIĞ ÜÇÜNCÜ NOTERLİĞİ
8- ERZURUM BİRİNCİ NOTERLİĞİ
9- EYÜP DOKUZUNCU NOTERLİĞİ
10- GAZİANTEP ÜÇÜNCÜ NOTERLİĞİ
11- HATAY BİRİNCİ NOTERLİĞİ
12- İSTANBUL ONİKİNCİ NOTERLİĞİ
13- İZMİR ÜÇÜNCÜ NOTERLİĞİ
2009 Yılı Gayrisafi
Geliri
572.013,49.-TL.
840.931,12.-TL.
1.860.865,90.-TL.
665.294,88.-TL.
832.473,09.-TL.
820.174,13.-TL.
962.503,83.-TL.
473.566,31 .-TL.
851.953,60.-TL.
1.308.355,24.-TL.
842.280,80.-TL.
928.985,29.-TL.
883.824,87.-TL.
[R.G. 31 Temmuz 2010 – 27658]
—— • ——
Adalet Bakanlığından:
İskenderun Kadastro Mahkemesinin 1999/19 Esas, 1999/37 Karar sayılı dosyasının zayi
olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle
Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere
Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için uygulanmasına ve anılan Kanun hükümleri
gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan olunur.
5962/1-1
—————
Yeşilyurt Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/78 esas sayılı dava dosyası içinde bulunan
Kahta Asliye Hukuk Mahkemesinin 1955/59, 1955/60, 1955/61, 1955/64 Esas sayılı ve
1973/74 Esas, 1973/630 Karar sayılı dava dosyalarının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473
sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde
Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz
konusu dosyalar için uygulanmasına ve anılan Kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına
karar verildiği ilan olunur.
[R.G. 2 Ağustos 2010 – 27660]
—— • ——
Adalet Bakanlığından:
MÜNHAL NOTERLİKLER
Aşağıda 2009 yılı gayrisafi gelirleri ve isimleri yazılı olan ÜÇÜNCÜ SINIF noterlikler
münhaldir.
1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BİRİNCİ SINIF,
İKİNCİ SINIF, ÜÇÜNCÜ SINIF NOTERLERDEN VE NOTERLİK BELGESİ
SAHİPLERİNDEN bu noterliklere/atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay
içinde ve istekli oldukları her noterlik için ayrı dilekçe vermek suretiyle Bakanlığımıza veya
bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvurmaları gerekmektedir.
Başvuruda bulunan ve belge numarası 7500’ün altında olan belge sahiplerinin başvuru
dilekçelerine 1512 sayılı Noterlik Kanununun 23 üncü maddesi gereğince sabıka kaydı, sağlık
raporu, mal bildirimi, kayıtlı olunan barodan hakkında soruşturma ya da disiplin cezası olup,
olmadığına ilişkin belge, vukuatlı nüfus kayıt örneği ve Cumhuriyet Başsavcılıklarından
temin edilebilecek beyannameyi eklemeleri gerekmektedir. Eksik belgelerini ilan tarihinden
itibaren bir ay içinde tamamlamayan kişilerin istemi dikkate alınmaz.
Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiş olan dilekçeler ve ekleri başvurma
süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama işleminde dikkate alınmaz.
Aynı kanunun değişik 30 uncu maddesi uyarınca, atanma emrinin tebellüğünden sonra
vazgeçme halinde noterlik belgesi sahipleri de noterler gibi istifa etmiş sayılacaktır.
İlan olunur.
SIRA NO NOTERLİĞİN ADI
1 - ADAKLI NOTERLİĞİ
2 - AĞAÇÖREN NOTERLİĞİ
3 - AKSEKİ NOTERLİĞİ
4 - ALMUS NOTERLİĞİ
5 - ARHAVİ NOTERLİĞİ
6 - ARTOVA NOTERLİĞİ
7 - AYDINCIK NOTERLİĞİ
8 - BEŞİKDÜZÜ NOTERLİĞİ
9 - BUHARKENT NOTERLİĞİ
10 - CUMAYERİ NOTERLİĞİ
11 - ÇAYKARA NOTERLİĞİ
12 - ÇERKEŞ NOTERLİĞİ
13 - DİVRİĞİ NOTERLİĞİ
14-FINDIKLI NOTERLİĞİ
15-GÖYNÜCEK NOTERLİĞİ
16
GÜMÜŞHANE
BİRİNCİ
NOTERLİĞİ
17 - HANAK NOTERLİĞİ
18 - HAVZA NOTERLİĞİ
19 - HİZAN NOTERLİĞİ
20 - İNCESU NOTERLİĞİ
21 - KARAPINAR NOTERLİĞİ
İLİ
BİNGÖL
AKSARAY
ANTALYA
TOKAT
ARTVİN
TOKAT
YOZGAT
TRABZON
AYDIN
DÜZCE
TRABZON
ÇANKIRI
SİVAS
RİZE
AMASYA
ARDAHAN
SAMSUN
BİTLİS
KAYSERİ
KONYA
2009 YILI
GAYRİSAFİ
GELİRİ
16.108,30.-TL.
36.172,92.-TL.
50.650,44.-TL.
44.623,61.-TL.
144.182,42.-TL.
38.069,19.-TL.
19.880,43.-TL.
152.213,97.-TL.
91.782,68.-TL.
97.097,21.-TL.
60.243,32.-TL.
106.50,12.-TL.
106.298,97.-TL.
91.162,26.-TL.
33.292,71.-TL.
149.736,84.-TL.
38.664,77.-TL.
238.278,96.-TL.
53.469,51.-TL.
65.386,88.-TL.
268.185,15.-TL.
22 - KARATAŞ NOTERLİĞİ
23 - KOÇARLI NOTERLİĞİ
24 - KULA NOTERLİĞİ
25 - MANYAS NOTERLİĞİ
26 - OĞUZELİ NOTERLİĞİ
27 - PALU NOTERLİĞİ
28 - SAİMBEYLİ NOTERLİĞİ
29 - SÖĞÜTLÜ NOTERLİĞİ
30 - TARAKLI NOTERLİĞİ
31 - UĞURLUDAĞ NOTERLİĞİ
32 - UZUNDERE NOTERLİĞİ
33 - VAKFIKEBİR NOTERLİĞİ
34 - VİZE NOTERLİĞİ
35 - YAHYALI NOTERLİĞİ
ADANA
AYDIN
MANİSA
BALIKESİR
GAZİANTEP
ELAZIĞ
ADANA
SAKARYA
SAKARYA
ÇORUM
ERZURUM
TRABZON
KIRKLARELİ
TRABZON
89.535,30.-TL.
97.819,64.-TL.
318.985,59.-TL.
113.278,79.-TL.
93.684,11.-TL.
38.276,67.-TL.
23.543,20.-TL.
19.789,71.-TL.
19.791,97.-TL.
14.011,27.-TL.
21.789,47.-TL.
184.258.41.-TL.
170.771,55.-TL.
196.649,65.-TL.
6035/1-1
—————
MÜNHAL NOTERLİKLER
2009 yılı gayri safi gelirleri ve isimleri yazılı olan birinci sınıf İzmir Onyedinci
Noterliği 23 Eylül 2010, Sivas Birinci Noterliği 25 Eylül 2010, Ankara Onsekizinci Noterliği
27 Eylül 2010, Bakırköy Yirmisekizinci Noterliği 30 Eylül 2010, Karşıyaka Altıncı, Üsküdar
Yedinci Noterlikleri 1 Ekim 2010 ve Bakırköy Onbirinci Noterliği 5 Ekim 2010 tarihlerinde
yaş tahdidi nedeniyle boşalacaktır.
1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BİRİNCİ SINIF
NOTERLERDEN bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay
içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvurmaları
gerekmektedir.
Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiş olan dilekçeler başvurma süresi
içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama işleminde nazara alınmaz.
Keyfiyet Noterlik Kanununun 22 nci maddesinin 2 nci fıkrası uyarınca ilan olunur.
SIRA NO: NOTERLİĞİN ADI
1 - ANKARA ONSEKİZİNCİ NOTERLİĞİ
2 - BAKIRKÖY ONBİRİNCİ NOTERLİĞİ
3 - BAKIRKÖY YİRMİSEKİZİNCİ NOTERLİĞİ
4 - İZMİR ONYEDİNCİ NOTERLİĞİ
5 - KARŞIYAKA ALTINCI NOTERLİĞİ
6 - SİVAS BİRİNCİ NOTERLİĞİ
7 - ÜSKÜDAR YEDİNCİ NOTERLİĞİ
2009 YILI GAYRİSAFİ
GELİRLERİ
1.290.284,66.-TL.
1.188.798,25.-TL.
1.357.731,64.-TL.
667.260,91.-TL.
728.362,56.-TL.
803.859,08.-TL.
1.583.433,06.-TL.
Download