Tanıtım ve Medya Başkanlığı 11 Kasım 2011 Cuma GÜNLÜK BASIN RAPORU 1 GÜNDEM 11 KASIM 2011 CUMA 1- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi heyetini kabul edecek. (Ankara/10.45) 2- TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Türkiye Genç İşadamları Derneği Başkanı Barış Aydın ve beraberindeki heyeti kabul edecek. (TBMM/15.30) 3- 111 tesisin toplu açılış töreni... - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti 10. Yıl Hatıra Ormanı dikim töreni ile Orman ve Su İşleri Bakanlığının 111 tesisin toplu açılış törenine katılacak. - Törende Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu da bulunacak. (Ankara/13.30/14.30) 4- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, deprem bölgesinde incelemelerde bulunacak. (Van) 5- AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Estonya Başbakanı Andrus Ansip tarafından kabul edilecek. - Bağış, Dışişleri Bakanı Urmas Paet ile görüşmesinin ardından ortak basın toplantısı yapacak. - Paet tarafından verilecek çalışma yemeğine katılacak olan Bağış, Estonya Parlamentosu'ndaki temaslarının ardından Eestürk Derneği'ni ziyaret edecek. 6- Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Kahramanmaraş'ta Göksu yolu ve Ankara yolunda inceleme yapacak, ulaştırma çalıştay toplantısına katılacak ve valilik, belediye başkanlığı ile AK Parti İl Başkanlığını ziyaret edecek. (Kahramanmaraş/11.00-17.00) - Yıldırım daha sonra Kurtuluş Savaşı'nda Nafiz Kotan tarafından orduya hediye edilen uçağın yeni yapılan benzerinin Erzurum Havalimanı'ndaki açılış törenine katılacak. (Erzurum/18.30) 11 KASIM 2011 CUMA GÜNDEM HABERLERİ GÜNDEM ULU ÖNDER ATATÜRK ANILDI Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, ölümünün 73'üncü yılında düzenlenen etkinliklerle anıldı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Atatürk'ün çağını aşan bir lider olduğuna dikkat çekerek, "İnsanlık Atatürk'ün eserine, gerçekleştirdiği dönüşümlere, ülkenin kurtuluşu ve milletimizin yücelmesi için verdiği mücadeleye bugün büyük bir hayranlık duymaktadır" dedi. BAŞBAKAN ERDOĞAN: "RED VE İNKÂR ATATÜRK'ÜN MİLLET TARİFİNE AYKIRI" Başbakan Erdoğan, Mustafa Kemal'in "Millet, topyekûn manevi bir şahıs halinde ve tek bir kitle olarak tecelli etti" sözlerini hatırlatarak, asimilasyon, red ve inkâr politikalarının Atatürk'ün millet tarifine de "aykırı olarak", 1940'lardan sonra ortaya çıktığını ileri sürdü. Erdoğan, "Bu ülkenin her bir ferdi birinci sınıf vatandaştır" dedi. EKONOMİ PİYASALAR İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Bileşik Endeksi günün tamamında 639 puanlık düşüşle 55.540 puandan tamamladı. Hisse senetleri günlük ortalama yüzde 1,14 değer kaybetti. İstanbul serbest piyasada, kapanış saatlerinde doların satış fiyatı 1,7850 lira, avronun satış fiyatı 2,4270 lira oldu. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Tahvil ve Bono Piyasası Kesin Alım Satım Pazarında işlem gören gösterge kâğıdı 17 Temmuz 2013 vadeli tahvilin, 2 bileşik faizi önceki kapanışa göre 0,04 puan azalarak 9,92'den kapandı. Bu tahvilin basit getirisi yüzde 10.35 oldu. Bu tahvilin, aynı gün valörlü işlemlerinin önceki kapanışında basit getirisi yüzde 9,96, bileşik getirisi yüzde 10,39 olmuştu. TRAFİK CEZALARI ARTIYOR Trafik cezaları, Maliye Bakanlığının yeniden değerleme oranı çerçevesinde yılbaşından itibaren yaklaşık yüzde 10 oranında artacak. Yılbaşından sonra alkollü araç kullananlar 650 lira, kırmızı ışık ihlali yapanlar ile hız limitini aşanlar 154 lira ceza ödeyecek. POLİTİKA "KANITLARLA BİRLİKTE SUNULMALI” CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne sahte belge gönderildiği iddiasına Adalet Bakanlığı'ndan cevap geldi. Bakanlığın açıklamasında; "Bu kadar önemli bir iddia kanıtları ile birlikte sunulmalı" denildi. DÜNYA İRAN'I VURMA TARİHİNİ İNGİLTERE VERDİ İngiliz istihbarat yetkilileri, İsrail'in İran'ın nükleer silah geliştirmesinin önüne geçmek için hızlı hareket edeceğini, bu yılsonunda ya da önümüzdeki yılbaşında saldırıya geçeceğini savundu. İran'ın dini lider Ayetullah Ali Hamaney de, ülkesinin nükleer tesislerine saldırı düzenlenmesi durumunda yanıtın ağır olacağını ABD ile İsrail'e bildirdi. BERLUSCONİ'NİN EN GEÇ PAZARTESİ GÜNÜ İSTİFASI BEKLENİYOR İtalya'da yeni ekonomik reformlar, Cumartesi günü mecliste oylanacak. İktidar partisi PDL Genel Sekreteri Alfano, yasa kabul edildikten sonra istifa edeceği sözünü veren Berlusconi'nin, Cumartesi ile Pazartesi arası istifasını sunacağını açıkladı. İRLANDA'DAN İSRAİL'E: AKTİVİSTLERİ GÖNDERİN Gazze'ye yardım götürmeye çalışırken İsrail'in müdahalesiyle durdurulan 'Saoirse' isimli teknede 14 İrlandalı aktivist bulunuyordu. YENİ BAŞBAKAN PAPADİMOS Yunanistan'da, iktidardaki PASOK ve ana muhalefet Yeni Demokrasi'nin (ND) desteğiyle oluşturulan işbirliği hükümeti açıklandı. Cumhurbaşkanı Papulyas, hükümeti kurma görevini Lukas Papadimos'a verdi. Papadimos ise geniş katılımlı bir hükümet kurulmasının önem taşıdığını söyledi. CEPLERE FLASH DARBESİ Photoshop ve Flash gibi yazılımlarıyla dünyanın önde gelen yazılım şirketlerinden biri olan Adobe, radikal bir karar alarak mobil cihazlarda Flash Player desteğini çekeceğini duyurdu. YAZILI BASIN ÖZETLERİ ’ın bazı haber başlıkları: ATATÜRK ÜN HAYAL ETTİĞİ YERDEYİZ Milli Kütüphane Konferans Salonu'nda düzenlenen Atatürk'ü Anma Töreni'nde konuşan Başbakan Erdoğan, Türk milletinin, cumhuriyeti, Atatürk'ün ifadeleriyle, "muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak" için yoğun bir gayretin içinde olduğunu dile getirdi. 1923’te 50 milyon dolar olan ihracatın bugün 133 milyar dolara ulaştığını belirten Erdoğan, şunları söyledi: "Kurtuluş Savaşı'nda cepheye mermi taşırken soğukta bebeğini kaybeden Halime Çavuş'tan aldığımız güçle kendi uydumuz Göktürk'ü üretiyoruz." 3 Van'da okulların açılışı 5 Aralık'a ertelendi Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, "5 Aralık'a kadar okulların açışını tehir ediyoruz, sadece Van ilinde" dedi. Dinçer, NTV'nin canlı yayınma telefonla katıldı. Van'da 7.2 büyüklüğündeki depremin ardından okulların hasar tespitinin tamamlanıp tamamlanmadığının sorulması üzerine Dinçer, şunları söyledi: "Erciş'te meydana gelen depremden sonra biz okullarımızın tamamını gözden geçirmiştik zaten. Van Merkez, Muradiye ve Erciş'te toplam 459 civarında okulumuz vardı. Onlardan sadece bir tanesi yıkılmıştı, ama yaptığımız tespitlerde toplam 20 okulumuzda eğitim yapılması çok doğru görülmemişti. Bu vesileyle biz diğer geri kalan okullarımızı yeniden gözden geçirmiş ve eğitime hazır hale getirmiştik. Ancak artçıların devam ediyor olması, orada çocuklarımızda tereddütler yaratıyordu. Hem de bu deprem tereddütleri biraz pekiştirdi sanıyorum. Bu sebeple 5 Aralık'a kadar beklemenin uygun olacağını düşünüyoruz." TEK TEK İNCELENİYOR Bazı binaların hasarları gizleyebildiğinin belirtilerek, okullarla ilgili yeni bir çalışma yapılıp yapılmayacağının sorulması üzerine ise Dinçer, yine çalışacaklarını söyledi. Dinçer, daha önce Ankara'dan giden 40 kişilik bir ekibin okulları tek tek incelendiğini ifade ederek, bu depremden sonra okulların bir kez daha gözden geçirileceğini düşündüğünü kaydetti. Dershane bombacısı müebbet yatacak Diyarbakır'da 2008 yılında, 6'sı dershane öğrencisi 7 kişinin ölümüne neden olan bombalı saldırının faili Erdal Polat'a verilen 9 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onandı. PKK'lı Onat'ın gerçekleştirdiği saldırıda, 12 Haziran seçimlerinde AK Parti'den Diyarbakır milletvekili seçilen Oya Eronat'ın dershane öğrencisi oğlu Eren Şahin de hayatını kaybetmişti. 9. Ceza Dairesi'ni kararında, Erdal Polat'ın şehir merkezinde insanların çokça bulunduğu işlek bir caddede, hedeflediği askeri servis otobüsünün geçtiği sırada, bomba yüklü aracı uzaktan kumandayla patlatarak, aracın yakınında bulunan 7 kişinin ölümüne neden olduğunu hatırlatıldı. İnsanların yoğun olarak bulunduğu bir caddede böylesine güçlü bir bombanın patlaması halinde çevredeki insanların da öleceği sonucunun muhakkak olduğu belirtilen kararda, Polat'ın doğrudan kastla hareket ettiğinin kabul edildiği kaydedildi. ’ın bazı haber başlıkları: Kızıp masanın üstüne çıkalım ama sonuç olsun AK Parti'nin ve hükümetin önemli isimlerinden Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, SABAH'ın konuğu oldu. AK Parti'nin yeni anayasa vizyonunu anlatan Ergün "12 Eylül anayasası 1 sene tartışılsaydı 30 senedir tartışmazdık" dedi ve yeni Türkiye'nin anayasası için tüm tartışmalara açık olacaklarını söyledi. Ergün, 1787'de kabul edilen ABD anayasasının eyalet eyalet tartışıldığını ve insanların kafelerde masa, sandalye üstüne çıktığını anlatarak, "1787'den bu yana ABD anayasası var ve bu anayasada insan hakları ilerlemelerini ekleme dışında değişiklik olmamış. Biz de anayasamızı 1 sene tartışalım. Tartışma hararetli olsun. Kızıp masanın üzerine çıkalım" dedi. Dayatma olarak algılanmaması için anayasa taslağı hazırlamadıklarını aktaran Ergün, bu nedenle uzlaşma komisyonu kurulduğunu anlattı. Herkesin yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu konusunda mutabık kaldığını belirten Ergün, "ön şartsız anayasa çalışmalarına başladık. 1982 anayasası üzerinde tartışmak, aleyhine konuşmak yasaktı. 1982'de kabul edildi. 30 yıldır tartışıyoruz. 2 referandum ve defalarca değişim oldu ama maddelerde uyum yok. Anayasanın özü özgürlükçü değil. Başlangıç metni metin mi Allah'ım seversen? Başlangıç metnini okuyup bir defa da anlayan olsun alnında öpeyim. Yeni 4 anayasamızı özgürce tartışalım" diye konuştu. Türkiye'nin artık her şeyi tartışabilecek olgunlukta olduğunu anlatan Ergün, BDP milletvekillerini örnek verdi. TBMM çatısında çok uç fikirlerin de gündeme geldiğini hatırlatan Ergün, "Eskiden bunlar konuşulamazdı. 1991 parlamentosunda Kürt kökenli vekillerin konuşması ile 2011 parlamentosunda Kürt kökenli vekillerin konuştukları mukayese edilirse 1991 çok masum kalır. Ancak bu konuşma yüzünden başlarına gelmedik kalmamış" dedi. TERÖR VE KÜRT SORUNU AK Parti'nin açılımları sonrası Kürt sorununun ayrışma noktasına geldiğini savunan Ergün, terörün Türkiye'nin hedefleri istikametinde ayağındaki en önemli ve en son pranga olduğunu söyledi. Ergün, "Demokrasi açığı kapandıkça terör ve Kürt sorunu arasında ayrışma belirginleşiyor. Terör, Kürt sorununun versiyonu olarak önümüzde durmak yerine Türkiye'nin ileri gitmesini baltalamanın argümanı oluyor" değerlendirmesi yaptı. 1990'lı yıllarda Güneydoğu'da oyların ağırlıklı olarak merkez partilere giderken bugün bölgede AK Parti ve BDP'nin yalnız kaldığını hatırlatan Ergün, "AK Parti Diyarbakır'da ve İzmir'de aynı anda yer alıyor. Türkiye'yi tüm yönleriyle ile kucaklayan siyasi parti olması açısından güvence" dedi. "Belediyede çalışan şoförden çaycıdan oluşan bir mekanizma Diyarbakır Belediye Başkanı'nı yargılıyorsa 'Doğru düzgün konuş. Açıklamaların işimize gelmiyor' diyorsa, o zaman Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı'nı sorununun çözümü için irade koyabilecek muhatap olarak nasıl göreceğim" sorusunu soran Ergün, şöyle devam etti: "Kardeşim 'Hem siyaset yapılsın diyorsun hem de siyaset yapan hapse konuluyor' deniyor. Siyasi aktör denilen kişilerin iradelerinin nasıl ipotek altına alındığını göstermek lazım. Sen, birçok eleştiriye, kuşkuya rağmen bu parlamentoda Türkiye anayasasını müzakere etmek için oturuyorsun. Bu büyük şans. Bu şansı siyasi iradeye dönüştürün, öbür yapının talimatı ile hareket eden, oturun dediği yerde oturan, kalkın dediği yerde kalkan model olursanız, insanlar 'Bunlarla konuşacak bir şey yok' derler." Bakan Ergün, tutuklu vekiller sorunu için "Adam darbe teşebbüsü iddiası ile yargılanıyor. O işin içinde mi değil mi bilmiyoruz. Darbe demokrasiyi ortadan kaldırmaktır. Bu, demokrasi içinde olmak isteyenin yapacağı iş değil. Aday gösterilmeleri doğru değildi. Seçildikten sonra Meclis'e gelmeleri makul karşılanabilir ama bunun faturasını o siyasi parti topluma karşı ödesin" dedi. Ergün, "Yargılamanın hızlanması gerekir. Ancak belli suçlar için tutukluluk süresinde adam o kadar ağır ithamla yargılanıyorsa mahkeme ne yapacak? Örneğin, Hizbullah davasında uzun tutukluluk süresi bile kamu vicdanını tatmin etmiyor" görüşünü savundu. Letonyalı öğrencilere Erdoğan'ı anlattı AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, dünyada birçok liderin bugün Libya'ya giderek halka birlikte namaz kılabileceğini ve yine çok sayıda liderin Libya'da demokrasi ve laiklikten bahsedebileceğini belirterek "Ama Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan başka bunların ikisini aynı anda yapabilecek başka lider var mı?" diye sordu. Riga ziyaretine Letonya Üniversitesinde verdiği konferansla başlayan Bağış, dersine eşlik ettiği siyaset bilimi profesörü Daunis Aures'in teklifi üzerine saatler 9'u 5 geçerken tüm öğrencilerle birlikte saygı duruşunda bulundu. Yaptıkları bu jest için Aures ve öğrencilerine teşekkür eden Bağış, "Atatürk, kuruluşundan 20-30 yıl önce Avrupa Birliği fikrini gündeme getiren büyük bir liderdir" dedi. Türkiye'nin AB üyelik sürecini de anlatan Bağış, ne sadece ekonomik ne de sadece siyasi bir birlik olarak gördükleri AB'nin temelde bir barış projesi olduğunu söyledi. AB'nin Türkiye'ye 'hayır' demesinin Arap ülkelerindeki milyonlarca gencin hayalini de dumura uğratacağına dikkat çeken Bağış, şöyle dedi: "Dünyada birçok lider bugün Libya'ya giderek halka birlikte namaz kılabilir. Yine çok sayıda lider Libya'ya gidip demokrasi ve laiklikten bahsedebilir. Ama Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan başka hangi lider aynı anda her ikisini birlikte yapabilir?" Bağış, Libya'da Erdoğan için onbinlerin toplandığını hatırlattı. 5 ’ın bazı haber başlıkları: RET VE İNKAR POLİTİKASI 1940'TAN SONRA BAŞLADI HERKES 1. SINIF VATANDAŞ Bu ülkenin her ferdi 1. sınıf vatandaştır. Herhangi bir ayrımcılığı ve eşitsizliği asla kabul etmeyiz. Terörün bertaraf edilmesi ve Türkiye üzerine oynanan kirli hesapları bozmak ancak böyle mümkün olacaktır. ASİMİLASYON CUMHURİYETE AYKIRI Türkiye çok renklilik, birlik temelleri üzerinde yükselmişti. 19401 ardan sonraki asimilasyon, ret ve inkar politikaları Cumhuriyetin kuruluş felsefesine ve Atatürk'ün millet tarifine aykırıdır. Başbakan Erdoğan, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından Milli Kütüphane Konferans Salonu'nda düzenlenen Atatürk'ü Anma Töreninde tüm badirelere, engelleme ve yavaşlatma çabalarına, tüm müdahale ve kesintilere rağmen cumhuriyetin dimdik ayakta olduğunu söyledi. Erdoğan, son dönemde gerçekleştirilen büyük reform ve yatırımlarla Türkiye'nin ulaştığı seviyenin "başta Gazi Mustafa Kemal olmak üzere Cumhuriyetin kurucularının" hedefledikleri seviye olduğunu kaydetti. Kuruluş felsefesine aykırı "Cumhuriyetimizin banisi" dediği, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, 1929 yılında el yazısıyla kaleme aldığı satırları paylaşan Erdoğan, bu satırların esasen, Türkiye Cumhuriyeti'nin hangi ruh ve esaslar üzerine kurulduğunu, nasıl bir millet tarif ve tasavvuruyla inşa edildiğini ortaya koyduğunu söyledi. Erdoğan, şunları kaydetti: "Atatürk'ün de çok net bir biçimde ortaya koyduğu gibi, millet, aynı ırkın, aynı kabilenin, aynı kavmin mensupları değil, geçmişleri ve gelecekleri müşterek olan, sevinçleri, hüzünleri ve ümitleri ortak olan, yek vücut olarak kader birliği eden bir cemiyettir. Atatürk'ün bu millet tanımı ve tasavvuru, ilk Meclis'te çok somut olarak tezahür etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, işte, bu millet tanımından yola çıkılarak, çok renklilik, birlik, kardeşlik ve dayanışma temelleri üzerinde yükselmişti. 1940'lardan sonra ortaya çıkan asimilasyon, ret ve inkar politikaları, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesine olduğu kadar, Atatürk'ün millet tarifine de bütünüyle aykırıdır." KURBAN İÇİN GELMİŞLERDİ Van'daki 5.2'lik deprem, aylar önce 9.0’1a sarsılan Fukuşima'da yasayan ve Kurban Bayramı'nda depremzedelere yardım için gelen Japon kurtarma ekibini de vurdu. Enkazda Türkçe yardım istedi Japon yardım ekibinden Yumeka Ota, Miyuki Konnai ve Atsushi Miyazaki dışarıdan sağlam görünmesine rağmen yerle bir olan Bayram Otel'in enkazında kaldı. 3 kişilik ekibin yeri Konnai'nin 'Kimse var mı' çağrısına Türkçe Var' karşılığını vermesi sayesinde bulundu. Hayat kurtardı kendisi öldü Konnai’nin ilk sözü 'Türkiye'yi seviyorum' oldu. Enkazdan sağ çıkarılan doktor Atsushi Miyazaki ise kurtarılamadı. Ekip, kurtarma çalışmaları bitmesine rağmen ülkesine dönmemiş ve aralarında para toplayarak kestirdikleri kurbanı depremzedelere dağıtmıştı. KURTARMA REKORU KIRDILDI, 27 KİŞİ KURTARILDI Ekipler arama kurtarma çalışmalarında dünya istatistiklerini alt üst eden başarılara imza attı. Enkazdan 27 kişiyi sağ çıkaran ekipler dünya ortalaması 17 kişi olan kurtarma istatistiğini yüzde 75lere yükseltti. Eski vekil Bahri Zengin vefat etti Eski Saadet Partisi İstanbul Milletvekili Bahri Zengin, vefat etti. Has Parti'den yapılan yazılı açıklamada, bir suredir kanser tedavisi gören Has Parti GİK üyesi ve yazar Zengin'in 6 Ankara'da hayatını kaybettiği belirtildi. Zengin'in cenazesinin bugün Ankara'dan kaldırılacağı kaydedildi. Mavera dergisini kuran ve genel yayın yönetmenliğini yapan Zengin, Saadet Partisinden İstanbul milletvekilli seçildi. Has Parti'nin kurucularından olan Zengin, partinin GİK üyesiydi. Öte yandan Başbakan Erdoğan Zengin'in eşini arayarak başsağlığı dileklerinde bulundu. Krizdeki ülkelerin müsrif liderleri Avrupa’da mali krizle boğuşup kemer sıkma politikası uygulamaya hazırlanan ülkelerin liderleri G20 zirvesinde bir gecelik konaklama için otellere ortalama 30 bin dolar ödedi. Avrupa bölgesinin ekonomik olarak en rahat iki ülkesinin liderleri ise G20 zirvesinde 2 bin dolar otel ücreti ödemesi dikkat çekti. G20 zirvesinde en yüksek otel ücretini Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy öderken, en az ücreti Başbakan Tayyip Erdoğan ve İngiltere Başbakanı David Cameron ödedi. Fransa ekonomik krizden kurtulmak için yem kemer sıkma politikalarını devreye sokmaya hazırlanırken, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin geçtiğimiz hafta düzenlenen G20 zirvesinde ödediği bir gecelik otel masrafı tepkilere sebep oldu. Sarkozy, katılımcı 20 ülke lideri arasında geceliği 37 bin euro ile en yüksek ücreti ödeyen isim oldu. Sarkozy'nin konakladığı Majestıc de Cannes oteli Fransa'nın turistik şehri Can nes'in en lüks oteli olarak biliniyor. Carlton Voısin otelinde kalmayı tercih eden ABD Başkanı Barack Obama bir geceliğine ödediği 35 bin Euro ile ikinci sırayı alırken, ekonomik krizin en çok sarstığı ülkelerin başında gelen ve gelecek seçimlerde tekrar aday olmayacağını söyleyen İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ise gecelik 29 bin Euroluk oda ücreti ile üçüncü sırayı aldı. Erdoğan en az ödeyen 2. lider oldu Toplantıya katılanlardan Çin Devlet Başkanı Mu Jintao ise geceliği 11 bin 600 Euro olan Cray d'Albion otelinde kalmayı tercih etti. Fransa'nın tatil bölgesi Cannes'te gerçekleşen G20 zirvesinde liderler arasında en düşük ücreti ödeyen ikinci isim Başbakan Erdoğan oldu. Erdoğan, Hotel Martinez'e geceliğine 2 bin 600 euro ücret ödedi. Zirvede liderler arasında en düşük ücreti ödeyen isim ise kaldığı Marriot Oteli'ne gecelik bin 950 euro ödeyen İngiltere Başbakanı David Cameron oldu. Avrupa'daki mali krizin vurduğu ülkelerin liderlerinin yanında krizden en az etkilenen iki ülke İngiltere ve Türkiye'nin liderlerinin bu tutumu dikkat çekici bulundu. ’ın bazı haber başlıkları: ATATÜRK'Ü ANARKEN GÜÇLÜ TÜRKİYE VURGUSU Devletin zirvesi, Atatürk'ü anma törenlerinde Türkiye'nin geldiği noktanın altını çizerken, birlik mesajı verdi. Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye'nin son yıllarda gerçekleştirilen köklü reformlarla önemli bir değişim sürecine girdiğini vurguladı. Başbakan Erdoğan da, yeni anayasada bireyi ve özgürlükleri öne çıkararak terörü bertaraf edeceklerini kaydetti. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün ebediyete intikalinin 73. yılında düzenlenen törenler devletin zirvesini bir araya getirdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başkanlığındaki devlet erkânı, ilk olarak Anıtkabir'de mozoleye çelenk koydu. Atatürk'ün manevî huzurunda 2 dakika saygı duruşunda bulundu. Buradaki törene Cumhurbaşkanı Gül, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, CHP Genel Başkam Kemal Kılıçdaroğlu, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Yargıtay Başkanı Nazım Kaynak, Danıştay Başkanı Hüseyin Karakullukçu, Bakanlar Kurulu üyeleri, kuvvet komutanları, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Ankara Valisi Alaaddin Yüksel, siyasi partilerin temsilcileri, bürokratlar ve diğer devlet erkânı yer aldı. Devlet erkânı buradan Milli Kütüphane'deki anma programına katildi. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından düzenlenen programda konuşan Cumhurbaşkanı Gül, 7 ağırlıklı olarak Gazi'nin güçlü liderlik özellikleri üzerinde durdu. Cumhurbaşkanı, Atatürk'ün yenilikçi, reformist kişiliğiyle insanlığın saygısını kazandığını belirtirken, Türkiye'nin modernleşme çabalarının son yıllarda gerçekleştirilen köklü reformlarla daha da ivme kazandığını, ülkenin önemli bir değişim ve dönüşüm sürecine girdiğini vurguladı. "İnsanlık Atatürk'ün eserine, gerçekleştirdiği dönüşümlere, ülkenin kurtuluşu ve milletimizin yücelmesi için verdiği mücadeleye büyük bir hayranlık duymaktadır." diyen Gül, sözlerini şöyle sürdürdü: "Halkın serbestleşme ve değişim taleplerini karşılamayı amaçlayan cesur adımlar ülkenin önünü açmıştır. Dünyada krizlerin yaşandığı bir dönemde ekonomimiz kırılganlıklara karşı daha dayanıklı hale gelmiş, rekabet gücü yüksek bir yapıya kavuşmuştur. Bunun altını özellikle çizmek isterim, ekonomik gücün ülkenin itibarıyla doğrudan bağlantılı olduğu göz önüne alınırsa bu söylediklerim daha iyi anlaşılacaktır. Evrensel ilke ve değerleri benimseyip uygulamak, Türk milletini daha büyük atılımlarla yüceltmek ve Cumhuriyet'imizi demokrasiyle taçlandırmak konusunda güçlü bir iradeye sahibiz. Bu süreçte ülkemizi geleceğe taşıyacak yapısal reformların aksatılmadan hayata geçirilmesi temel önceliğimizdir. Halkın beklentileri doğrultusunda yeni ve özgürlükçü bir anayasanın yapılması ülkemizi daha da güçlendirecektir. Diğer yandan insan haklan ve temel hürriyetlere saygı ile hukuku her şeyin üzerinde tutan bir anlayışın hâkim kılınması ve uygulamalardan kaynaklanan sıkıntıları ortadan kaldırmak için gerekli olan zihniyet dönüşümünün gerçekleştirilmesi Türkiye'nin itibarını daha da yüceltecektir." Hasar tespit çalışmalarına bugün başlanacak Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Bayram Oteli'nin enkazından yaralı olarak çıkarılan Japon Miyuki Konnai'yi, kontrol için geldiği hastanede ziyaret etti. Atalay, hastane çıkışında gazetecilere açıklamalarda bulundu. Bir soru üzerine Atalay, "Van'da ilk depremden sonra, Van, Erciş ve köylerde geçici bir hasar tespiti yapılmıştı. Buna 'ön hasar' diyoruz. Oturulmaz yerleri daha kısa sürede tespit ederek vatandaşların orada oturmamalarını esas alıyoruz. Kalıcı hasar tespitine bugün başlanacaktı. Artık onun bir anlamı kalmadı. Depremden sonra yeniden Van ilimiz için hasar tespiti yapılacak. Burada fazla hissedilmesinin sebebi ise merkezinin burası olması. Yarından itibaren ekipler, Van'da baştan sona hasar tespitine başlayacaklar." ifadelerini kullandı. Uyuşturucu tacirleri sigaraya yöneldi, devlet düğmeye bastı Hükümet, 'Tütün ve Tütün Mamulleri Kaçakçılığı ?31 ile Mücadele Eylem Planını açıklayarak kaçak sigara ile topyekün mücadele başlattı. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan başkanlığında Maliye Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kumlunun (TAPDK) katılımıyla yapılan toplantılar neticesinde eylem planı kabul edilerek yürürlüğe girdi. Devletin böyle bir eylem planı hazırlamasının arkasında çarpıcı rakamlar yatıyor. Sigara kaçakçılığı, son yıllarda suç örgütleri tarafından o kadar cazip hale geldi ki uyuşturucu kaçakçıları bile sigaraya yönelmeye başladı. Emniyet Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanlığı verilerine göre daha önce uyuşturucu işi yapan 1.250 kişi sigara kaçakçılığına kaydı. Bunun sebebi, sigaradaki gelirin daha fazla olması, daha az sermaye gerektirmesi ve riskinin daha az olması. Her bir sigara paketinin yüzde 82'si vergi. Dolayısıyla kaçak sigaradaki gelir oranı çok yüksek. Ayrıca sigara kaçakçılarının yüzde 90'ı hapis cezası almadan kurtuluyor. Eylem planı ile birlikte 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda değişiklik yapılarak cezaların artırılacağı belirtiliyor. Ayrıca 6 bin liradan 60 bin liraya kadar idari para cezalarının da getirilmesi gündemde. Yeni eylem planının getirdiği yeniliklerden biri de uyuşturucuda olduğu gibi sigara kaçakçılığında da ihbar mekanizmasını harekete geçirecek olması. 8 Köyünden AK Parti'ye oy çıkarsa, canından olursun! PKK terör örgütünün seçimler öncesinde Doğu ve Güneydoğu'da millete nasıl zulmettiği, tehditler yağdırdığı Zaman'ın ele geçirdiği bir mektupla deşifre oldu. Terör örgütü tarafından Bingöl'ün köyünde bir sahsa gönderilen mektupta su ifadeler kullanılıyor: "Köyünden çıkacak her AKP'ye gidecek oydan sen mesulsün. İçine gireceğin yanlış tavır olursa karşılığı artık mal olmaz. Can olur!" ’ün bazı haber başlıkları: Çiçek'le Erdoğan'dan mini zirve TBMM Başkanı Çiçek, Başbakan Erdoğan'ı kabul etti. 2 saat süren görüşmede, Başbakan Yardımcısı Bozdağ, Adalet Bakanı Ergin, Gençlik ve Spor Bakanı Kılıç ile AK Parti Grup Başkan Vekili Ünal da hazır bulundu. ’ün bazı haber başlıkları: 'HASTALARI ÇEVRE İLLERE NAKLEDİYORUZ' Deprem bölgesine gelen ve yaralıları ziyaret eden Sağlık Bakanı Recep Akdağ, çevre illerden ilk anda 50'ye yakın ambulans ve 250'ye yakın sağlık personelinin yola çıktığını söyleyerek, hastaların mümkün olduğunca çevre illere nakledildiğini söyledi. TSK 168 PERSONEL GÖREVLENDİRDİ Genelkurmay Başkanlığı, önceki akşam Van'da meydana gelen depremin ardından arama kurtarma faaliyetleri için özel eğitimli toplam 168 personel ile gece görüş kabiliyetine sahip 4 helikopterin görevlendirildiğini açıkladı. 30 ile yeni emniyet müdürü atandı, 17 müdür merkezde Resmi Gazete'de yayımlanan kararnameyle 30 ilin emniyet müdürü değişti, 17 kentin emniyet müdürü merkeze çekildi. Kararnameyle Başbakan Erdoğan'ın memleketi Rize'ye eski Antalya Emniyet Müdür Yardımcısı, istihbarat ve terör uzmanı Hüseyin Yenice atandı. BURSA TARAFTARI YAKTI Bursa-Beşiktaş maçı öncesi sokaklarda taşkınlık yapan taraftara yönelik tedbir almamakla suçlanan Emniyet Müdürü Halil Yılmaz merkeze çekildi. Muş Emniyet Müdürlüğü'ne ise Ankara'da uzun yıllar istihbarat şube müdürü ve istihbarattan sorumlu emniyet müdür yardımcısı olarak görev yapan Muharrem Durmaz getirildi. Tekirdağ Emniyet Müdürü Necdet Çelikbilek de merkeze çekildi. Asayiş şube müdürü ile birlikte bir vatandaşı dövdüğü iddia edilen Çelikbilek hakkında sahte belge hazırladığı için soruşturma açılmıştı. Uşak Emniyet Müdür Cafer Şahin ise gurbetçi bir aile ile ilçede yaşayan bir grup arasında yaşanan olaylara müdahalede gecikmesi nedeniyle merkeze alındı. ’in bazı haber başlıkları: Bugün 111 açılış yapılacak Dünyayı saran' 11.11.11' çılgınlığına, hükümet de katılıyor. Bu özel tarihte evlenmek isteyenler nikah salonlarını doldururken, hükümet de 111 tesisin açılışını yapacak. Orman ve 9 Su İşleri Bakanlığı'na bağlı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Meteoroloji Genel Müdürlüğü, Orman Genel Müdürlüğü, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nün tamamladığı 111 tesis, 11.11.11 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılacak. Geçen yıl da 10.10.10 tarihinde, 110 tesisin açılışı yapılmıştı. 8.3 milyar yatırım bedeli Bugün, birçok şehirde baraj ve göletler, hidroelektrik santraller, taşkın koruma, sulama tesisleri, kent ormanları, meteoroloji radarları gibi 111 tesis hizmete girecek. Toplam maliyeti 8 milyar 365 milyon lira olan 111 tesis, 5 baraj, 48 hidroelektrik santrali, 12 dere ıslahı ve taşkın koruma tesisi, 5 gölet, 11 sulama tesisi, 10 içme suyu tesisi, 3 meteoroloji radarı, 5 otomatik meteoroloji gözlem istasyonu, 6 kent ormanı, 6 milli parktan oluşuyor. Bu tesislerle yılda 7 milyar 100 milyon kilovat saat elektrik üretilmesi, 721 bin 153 dekar tarım arazisinin sulanması, yılda 124 milyon metreküp içme-kullanma suyu sağlanması, 2 il 16 ilçe, 43 köy ve 23 bin 350 dekar arazinin taşkından korunması bekleniyor. Açılış bugün saat 14.00'te Ankara Atatürk Kapalı Spor Salonu'nda yapılacak. 48 HES açılıyor Bugün açılacak tesisler arasında, temelden 218 metre yüksekliğiyle Türkiye'nin en yüksek, Avrupa'nın 6'ncı yüksek barajı Karaman Ermenek Barajı'nın hidroelektrik santrali de yer alıyor. 302.4 megavat kurulu gücündeki Karaman Ermenek HES üe yılda yaklaşık 1.2 milyar kilovat saat elektrik üretilmesi bekleniyor. Bugün ayrıca özel sektör tarafından tamamlanan 47 adet HES de hizmete açılıyor. Konya Gembos Derivasyonu'yla yıllık 130 milyon metreküp suyun, 15 bin 769 metre uzunluğundaki kanallarla Beyşehir Gölü'ne aktarılarak, 30 bin 400 dekar arazinin sulanması ve 68 bin 558 metre uzunluğundaki BSA Kanalı'yla da Suğla Depolaması'na ve Konya Çumra Ovası'na su verilmesi planlanıyor. Bodrum başta olmak üzere Adıyaman, Ağrı, Bayburt, Çankırı ve Isparta'ya temiz ve sağlıklı içme suyu temin edecek tesislerin açılış töreni de bugün gerçekleşiyor. Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda da bazı açılışlar yapılacak. ’in bazı haber başlıkları: Çelik: Ön tespit yapılmış, kesin tespit aylar alır AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, onlarca kişinin enkazı altında kaldığı Bayram Oteli'nin, hasarlı olduğu halde faaliyetine devam etmesiyle ilgili eleştirileri yanıtladı. CNN Türk'ün canlı yayınına katılan Çelik, bu soruyu kendisinin de deprem uzmanlarına sorduğunu söyleyerek, "Ben bunun uzmanı değilim. Ancak binayla ilgili ön hasar tespiti yapılmış olması deprem dayanıklılık testi değildir. Van 1 milyon 50 bin nüfuslu. Bütün binalarla ilgili depreme dayanıklılık testinin yapılması aylar alan prosedür gerektirir. Yapılacak testler de binanın taşıyıcı kolonlarında ciddi manada hasar var mı diye bakılır" dedi. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Bayram Oteli'nin hasarlı olduğunun bilindiği ve bu olayın 'cinayet olduğu'nu, Van Belediye Başkanı'nın yazılı başvurusuna rağmen Bayram Oteli'nin valilik tarafından dikkate alınmadığını söylemişti. Çelik ise "bunun gerçeği yansıtmadığını" söyledi. 'O oteli çocukluğumdan beri bilirim' Vanlı olan Çelik, "Bayram Oteli, çocukluk yıllarımdan bilirim. Bina eski bir bina. 23 bina mühürlenmiş, onlar çöktü can kaybı yok. Öyle yoldan geçen mimar sağlam dedi olmaz" diye konuştu. Van'a 70 bin çadır getirildiğini belirten Çelik, "Türkiye'nin çadır stoku bu. Çadırkentler kuruluyor. Binasında çizik dahi olmayanlar da çadır istiyor" dedi. Çelik, 'günün ideolojik rant elde etme günü olmadığını, el birliği ile yangını söndürüp, kimin çıkardığının ise sonra tartışılması gerektiğini' sözlerine ekledi. 10 22 'molotof' zanlısı yakalandı PKK'nın gençlik yapılanmasına yönelik yapılan operasyonda 22 kişi gözaltına alındı. Örgüt içinde gezici eylem komitesi olarak faaliyet göstermekle suçlanan zanlıların 16 ayrı eylemde aralarında bir akaryakıt istasyonunun bulunduğu çok sayıda aracı ve işyerini molotofkokteyli atarak, benzin dökerek ateşe verdikleri, sopalarla kırıp döktükleri, halk arasında büyük panik yaşanmasına neden olup etnik çatışma çıkarttıkları öne sürüldü. Son olarak cumartesi akşamı Zeytinburnu AK Parti0 İlçe Binası'nı Molotof kokteylleriyle ateşe verdikleri belirtilen zanlıların MOBESE kameralarına yakalandığı öğrenildi. Yüzleri örtülü zanlıların 1520 kişilik gruplar halinde hedeflere saldırdığı görüldü. ’ın bazı haber başlıkları: Fazla kilolar evlileri seviyor Sağlık Bakanlığı'nın kendi çalışanları arasında yaptığı araştırmadan ilginç bir sonuç çıktı. 66 bin 761 sağlık çalışanının büyük bir kısmının kilosu obeziteye savaş açan Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ı sevindirecek biçimde normal. Ancak evli sağlık çalışanları riskli grupta. Obez gruba girenlerden evli olanlar, bekarların iki katı çıktı. İşte o araştırmadan diğer çarpıcı sonuçlar.... Çalışmaya katılan sağlık çalışanlarının yüzde 35.4'ü sigara içerken, yüzde 63’ü içmiyor. Çalışan kadınlarda 31-40 yaş grubu, erkeklerde ise 41-50 yaş grubu kilo konusunda riskli. İlköğretim mezunu sağlık çalışanlarının yüzde 42.2'si fazla kilolu, yüzde 20.5'i obez. Sağlık çalışanlarının yüzde 53.8'i normal kilolu. Obezite oranı ise yüzde 10. Fazla kilolu evli çalışanların oranı yüzde 37.7, fazla kilolu bekarların oranı ise yüzde 21.8. Evlilerde obezite yüzde 12.7, bekarlarda yüzde 6.2. Ara öğün konusunda kadınlarda ikindi ara öğün tüketme k durumu, erkeklere göre yüksek çıkarken erkeklerde ise ara öğün tüketme durumu kadınlara göre daha yüksek çıktı. ’ın bazı haber başlıkları: 'Bedelli 30 yaş üstü 10 bin Euro olabilir' TBMM Milli Savunma Komisyonu Başkanvekili AKP'li Ünal, bedelli askerliğin ipuçlarını VATAN'a açıkladı. Ünal, yaklaşık 100-150 bin kişinin yaralanmasının beklendiği bedelli askerliğin en kısa sürede uygulamaya sokulmasından yana olduğunu da söyledi. Kulislerdeki iddialara göre ise bedelli askerlik konusunda geçmişteki uygulamalardan farklı ve seçenekli bir model üzerinde çalışılıyor: Bedelli askerlik, yaş gruplarına göre iki ana kategoride uygulanacak. Kategoriler 30-40 yaş grubu ile 40'ın üstündeki yaş gruplarından oluşacak. Ancak son anda Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'ın 20'li yaşları telaffuz etmesi üzerine kulislere yayılan iddialara göre 27-30 yaş grubu kategorisinin de bedelli uygulamasına dahil edilmesi ihtimali güç kazandı. Geçmiş dönemlerdeki bedelli askerlik uygulamalarında gelen başvuru miktarının sürekli olarak beklentilerin çok altında kalmasının da dikkate alınacağı ve bu seferki uygulamada yaş sınırının olabildiğince alta çekilebileceği beklentisi oluştu. 27-40 yaş arasındakiler bedel ödemeye ek olarak 21 günlük temel askerlik eğitimi alacak. 40 yaş üstündekiler için ise seçenekli sistem düşünülüyor. 40 yaş altındakilerden daha yüksek belirlenecek tutarı ödeyenler 21 gün temel askerlik eğitimi alacak, ancak temel askerlik eğitimi almak istemeyenler daha da yüksek bedel ödeyecek ancak temel askerlik eğitiminden muaf tutulacak. 11 Maddi durumu bedel ödemeye müsait olmayanlar için farklı ödeme seçenekleri uygulanacak. İsteyenler banka kredisi ile defaten ödeme yapabilecek, isteyenlere taksitli ödeme imkanı sağlanacak. ? Bankaya borçlanmak istemeyenler veya kredi kullanma hakkı olmayanlar, kamuya borçlanabilecek. Bunun için devlet kurumlarında çalışacaklar ve askerlik bedelini bu çalışma karşılığında taksitle ödeyecekler. Bu şekilde çalışacak olanlar, bedel ödemelerini tamamladıklarında kamudaki görevleri de sona erecek. Taksitle ödeme imkanının, kamuda çalışmak istemeyenlere de tanınması, ancak bu durumda taksitlere vade farkı uygulanması formülü üzerinde de duruluyor. Bedel tutarları konusunda nihai kararı Başbakan verecek. Ancak teknik düzeydeki çalışmalarda 27-30 yaş grubu için 7 bin 500 veya 10 bin Euro, 30-40 yaş grubu için 10 veya 15 bin Euro, 40 yaş üstü için de 15 bin veya 20 bin Euro ihtimalleri değerlendiriliyor. 21 gün temel askerlik eğitimi almak istemeyen 40 yaş üstü için ise 20 bin Euro'dan daha yüksek bir bedel belirlenebileceği konuşuluyor. ’in bazı haber başlıkları: Yabancı doktor özele yaradı Sağlık Bakanlığı'nın yabancı hekim çalıştırma izni, özellere nefes aldıracak. Özel hastanelerin uzman hekim açığı, yabancı doktorlara çıkan çalışma izni ile kapanacak. Bakan Recep Akdağ, hekim açığının yarısı kadar yabancı hekim çalıştıracak olan özel hastanelere kadro verileceğini söyledi. Böylece 10 hekim açığı olan bir hastane 5 yabancı doktor istihdam edebilecek. Bedelli için son viraj Bedelli askerlikle ilgili bir açıklama da Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'tan geldi. Bayram tatili sonrası Ankara'ya dönen Arınç, mola verdiği Bolu'da gazetecilere önemli açıklamalarda bulundu. Arınç, yılbaşına kadar bedelli askerlikle ilgili önemli gelişmeler olacağını belirtti. Başbakan Yardımcısı Arınç, şunları söyledi: "Ben de geçmiş yıllardan beri bedelli askerliği en çok konuşan bakan olarak gelişmelerden memnunum. Bayram sonrasında, yılbaşına kalmadan bu konuda bir gelişme olacak. Yaş konusu kanunda ayrıca gösterilecek. Çok sayıda insanın belirli bir bedel mukabilinde askerliğini yapmış sayılması kanunlaşmış olacak. Bunu da umutla bekliyoruz. Bizim beklediğimiz gibi binlerce insanımız da bekliyor." Bu arada bankalar da bedelli için hazırlıklarım yapmaya başladı. Bankalar 60 aya kadar vade ve düşük faiz oranlarıyla bedelli kampanyası hazırlıyor. ’nin bazı haber başlıkları: HAYALET FAY! Türkiye'yi acıya boğan 7.2'lik ve 5.6'lık depremlerin ortak özelliğini yetkililer açıkladı: İki deprem de daha önce 'görülmemiş fay'da oldu. Van, 7.2'lik depremden 17 gün sonra bu defa 5.6 ile sallandı. İki depremin ardından "hayalet fay" tartışması başladı. 23 Ekimdeki şokun ardından bölgede inceleme yapan yetkililer, "Yüzeyde herhangi bir faya rastlamadık" açıklamasını yapmıştı. Deprem riski devam ediyor Rasathane yetkilileri, bu durum için "Türkiye'de bir ilk" demişti. Yine bilinmeyen bir fayın hareket ettiğini belirten uzmanlar, "Bu bölgede haritalanmış fay yok. Son deprem de gömülü bir fay. Bunlar risk taşıyabilir" ifadesini kullandı. 12 Komşu çareyi Türkiye'de arayacak Borç batağına saplanan Yunanistan çareyi Türkiye'de arayacak. Atina, kriz öncesinde planlanan Türkiye-Yunanistan yüksek düzeyli işbirliği konseyi toplantısının yapılmasını istedi. İki ülke arasındaki yüksek düzeyli iş birliği konseyi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın geçtiğimiz yıl mayıs ayında gerçekleştirdiği Atina ziyareti sırasında toplanmıştı. Toplantıda iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi için 22 anlaşma imzalanmıştı. Erdoğan sözünü tuttu ilk kepçe Rize'ye gitti Deprem ve sel felaketlerine karşı kentsel dönüşüm seferberliği başlatan hükümet işe Rize'den başlıyor. Kaçak bölgelerdeki yıkımda kimsenin gözünün yaşına bakılmayacak Deprem ve sel gibi afetlerde can ve mal kaybına sebep olan kaçak yapılaşmaya karşı kapsamlı bir kentsel dönüşüm başlatılıyor. Bu kapsamda ilk kazma, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın memleketi Rize'den başlayacak. Kaçak yapılaşma ve gecekondunun olduğu bölgelerde, gerekirse mülk sahibine bile sormadan kamulaştırma yapacaklarım söyleyen Başbakan Erdoğan, sözünü tutuyor. "Bedeli ne olursa olsun, oy verirmiş vermezmiş biz bunları dinlemeyeceğiz artık" sözleriyle kararlılığını açıklayan Erdoğan, kentsel dönüşüm seferberliğini memleketi Rize'den başlattı. Başbakanlık Toplu Konut idaresi Başkanlığı (TOKİ) ile Rize Belediye Başkanlığı arasında imzalanan protokolle, Rize merkezinde ilk etapta 9 hektarlık alanda kentsel dönüşüm ve gelişim projesi uygulanacak. AK Parti Milletvekili Nabi Avcı Odunpazarı’nda zabıta ekipleri ile buluştu Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı ve AK Parti Eskişehir Milletvekili Prof. Dr. Nabi Avcı Odunpazarı Belediyesi tarafından düzenlenen programda belediye zabıta ekipleri ile bir araya geldi. Odunpazarı Belediye Başkanı Burhan Sakallı ile birlikte katıldığı etkinlikte zabıta ekiplerine hazırlanan eşofman takımlarını ve spor ayakkabıları armağan eden Avcı, Başkan Sakallı'dan zabıta müdürlüğü çalışmaları hakkında bilgi aldı. Zabıtalar tarafından büyük ilgi ile karşılanan Avcı yaptığı konuşmada spora büyük önem veren zabıta müdürlüğü ekiplerini kutladığını ifade etti. KÖŞE YAZARLARI GAZETESİ ALİ BAYRAMOĞLU Hava Bulutlu... Sorunların çözümleri, o sorunların nedenlerini doğru saptamakla mümkün olur. Ülkenin yapısal meseleleri, yerleşik devlet geleneği, "eksik modernite anlayışı" bir yana bırakılacak olursa, bu sorunları konjonktürel olarak tetikleyen, büyük bir "toplumsal değişim dalgası"nın sistem tarafından reddedilmesi olmuştur. Bellekleri tazeleyelim... Devlet tekelindeki red politikaları ilk darbeyi merkez siyasi partilere vurmuştu. Yeni toplumsal ve ekonomik talepler, siyasetin yapılma biçimine yöneltilen eleştiriler siyaset mekanizmasının tekelindeki "rant sahası"nı tehdit edince merkez sağ ve sol siyasal partiler kendi içlerine kapandılar. Yenilenme yerine devlet çemberinin içine doğru çekilmeyi tercih ettiler. Nitekim 18 Nisan 1999 seçimlerinde ortaya çıkan tablo netti: 13 Bu tablo merkez partilerin egemen olduğu Batı, milliyetçi hareketin ve İslami temsilin hakim olduğu Orta Anadolu, HADEP'in önderliğindeki Güneydoğu, hatta Doğu şeklinde üç paralel Türkiye'ye işaret ediyordu. 1990'ların başında hız kazanan toplumsal kutuplaşmanın artık lokalize olmaya yüz tuttuğunu ifade ediyordu. Seçimler devletin siyaset üzerindeki tahakkümünü hiçbir şekilde değiştirmemiş, tersine pekiştirecek bir yelpaze üretmişti. 5 partiden ikisi cezalı olmayı sürdürmüş, ANAP küçülmüş, toplumsal tepkinin ve yaşanan krizlerin meyvesi olan iki siyasi parti, DSP ve MHP seçimlerin galibi olmuştu. Hükümet onlara kalmış, tek hükümet alternatifi siyaseti biraz daha örselemiş, iktidar, kendilerine biçilen rolü oynamakla yetinmek zorunda kalmıştı. Ve ülke kendisini bugünlere ulaştıracak gemiye binmişti. Değişen toplumu; talepleri çeşitlenen, farklılaşan bir bünyeyi, rant politikalarıyla geleceğini tüketen bir ekonomiyi eski araçlarla idare etmeye kalkmanın sonucu, toplumda kaos, siyasette istikrarsızlık, ekonomide iflas olmuştu. Kasım 2002 seçimleri bu sonucu iyice vurguladı. Bu seçimlerle gelen siyasi tasfiye en az AK Parti'nin başarısı kadar anlamlıydı. Sonra yeni bir sayfa açıldı. AK Parti gerek kimliğinden ötürü gerek uluslararası konjonktürün oyunu üzerinden ise kendisini bir anda cenderede buldu. Ardından Kıbrıs adımı, AB hattındaki irade, bölge gelişmeleri karşısındaki mesafeli tutum bir rahatlık sağladı. Sonrası malum, siyasi alanı genişleten, bunu demokratikleşme politikalarıyla yürüten, bu çerçevede süngü savaşı yapan bir siyasi iktidarla Türkiye büyük bir sıçrama yaşadı... Ne var ki, ülke hayatları daimidir ve sıçramalar kadar geri dönüşler, duraklamalar, sıkıntılar içerirler... Ve belli dönemdeki sıçramalar geleceği ne yönetir ne tarif ederler... Nitekim bugün aynı cenderenin yeniden oluştuğuna dair sinyaller var. Kürt sorunundaki 1980'lere geri dönüşü hatırlatan, derinden derine Kürt sorununu PKK'ya, PKK'yı üç beş eşkıyaya indirgeyen, faturayı farklı düşüncelere çıkaran, asayişçi görüntü, otoriter dilin hortlaması, Türkiye'nin kendini boşluğa bırakarak salınan bir dış politika izlemesi, siyasetçinin özerk alan tahammülsüzlüğü, hepsi zincirleme bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Bu cendereyle ilgili bir dizi gerekçe, hafifletici neden, karşı tez bulmak mümkün... Bugün Türkiye yeniden siyasetin "sıfır noktası"na yakın bir yerde duruyor. Şöyle de denebilir: "Devlet"in kendi dışında hiç özerk alana tahammül edememesi hali, devletin yerini bir tür "siyaset"in, siyasetçinin iktidarının almasıyla süregidiyor. Kararnamelerle bağımsız idari kurulların bakanlıklara bağlanması bu durumun tipik örneklerinden değil midir? Dirilmek gerek. Ve dirilişin tek yöntemi var: Siyasi iktidarın içinden doğduğu değişimi görmesi, ardından da yönetmesi... YASİN DOĞAN Atatürk Ve 'Millet'... Başbakan Erdoğan, dünkü 10 Kasım töreninde yaptığı konuşmada 'millet' kavramı üzerine önemli bir söylem ortaya koydu. Bu tür törenlerde beylik ve klişe laflar edilir, 'anmak'tan 'anlama'ya bir türlü geçilemez. Erdoğan, yeni anayasada gündeme gelecek millet kavramına Atatürk'ün sözleri üzerinden farklı bir ışık tutmuş oldu. Gazi Mustafa Kemal, cumhuriyeti kuran ruhu ve felsefeyi anlatırken şunları söylüyor: "Zengin bir hatırat mirasına sahip bulunan; beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvaffakatte samimi olan; sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleştirilmesinden vücuda gelen cemiyete MİLLET namı verilir. Maziden, müşterek zafer ve yeis mirası, istikbalde tahakkuk ettirilecek aynı program, beraber sevinmiş olmak, beraber aynı ümitleri beslemiş olmak... Bunlar, elbette bugünün medeni zihniyetinde diğer her türlü şartların üzerinde mana ve şumul alır." Erdoğan Atatürk'ün sözlerini tefsiren şunları vurguladı: "MİLLET, aynı ırkın, aynı kabilenin, aynı kavmin mensupları değil, geçmişleri ve gelecekleri müşterek olan, sevinçleri, hüzünleri ve ümitleri ortak olan, yek vücud olarak kader birliği eden bir cemiyettir." Erdoğan'a göre Atatürk'ün millet tanımı ve tasavvuru ilk Meclis'te 14 somut olarak tezahür etmiş, cumhuriyet bu millet tanımından yola çıkılarak "çok renklilik, birlik, kardeşlik ve dayanışma" temelleri üzerinde yükselmiştir. Bugün bir kısım Kemalistlerin tektipçi, dışlayıcı ve ayrıştırıcı 'ulus' tanımı yapmaları, geçmişte yaşanan sorunları beslediği gibi, Türkiye'nin bugünkü birlik ve beraberliğini de güçlendirmiyor, aksine bir kısım riskler üretiyor. Nitekim Kürt meselesi yanlış kurgulanan bir 'millet' anlayışının tezahürü olarak ortada duruyor. Erdoğan da böyle bir millet anlayışının inkar politikaları yaşanmasına sebep olduğunu şu cümlelerle vurguladı: "1940'lardan sonra ortaya çıkan asimilasyon, red ve inkar politikaları, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine olduğu kadar, Atatürk'ün millet tarifine de bütünüyle aykırıdır." Başbakan'ın 10 Kasım günü böyle teorik bir tartışmaya girmesinin sebebi 'millet' kavramının yeni anayasa sürecinde yeniden ele alınması gerektiğine inanması... Eğer özgürlükçü ve demokratik bir anayasa yapılacaksa, ayrıştıran ve dışlayan değil birleştiren ve kucaklayan bir fikri çerçeve üretilmesi gerekiyor. Bu yüzden Erdoğan konuşmasını "İşte yeni Anayasa'nın, böyle bir ruh ve anlayışla yazılması, bireyi, vatandaşı, özgürlükleri öne çıkarması, ülkenin birlik ve bütünlüğünü daha da pekiştirmesi en büyük arzumuzdur" diyerek tamamlıyor. Millet kavramı üzerine elbette çok şeyler söylenebilir, farklı analizler yapılabilir. Yeni anayasada nirengi noktalarından birisi 'millet' kavramının içinin nasıl doldurulacağıdır. Eğer 'biz'i doğru tanımlayamazsak, 'senlik-benlik' çekişmesi birlik değil ayrılık üretir. GAZETESİ MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE PKK'nın Sonbaharı Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki halk hareketlerine 'Arap Baharı' denmesi, bir tercüme hatasından kaynaklandı. İngilizcedeki 'spring' kelimesinin, 'bahar' dışında da anlamları var; 'uyanış', 'canlanma' gibi. Arap halklarının diktatörlük rejimlerine karşı başkaldırıları bahar aylarına değil, kış aylarına rast gelmişti. Demek ki doğrusu 'Arap uyanışı' olmalı. PKK'nın 'Arap Baharı' tabirinden ilham alarak bir 'devrimci halk savaşı' başlatmaya niyet etmesi, bu tercüme hatasının üstüne tarih dışına düşmek gibi daha katmerli bir hatayı da içinde barındırıyordu. PKK kış aylarını dağda, yalıtılmış şartlarda geçiriyor; baharla birlikte saldırılara başlıyordu. Son istisna bu baharda yaşandı. Tırmanan terörün BDP oylarını olumsuz etkileyeceğini hesaplayarak PKK, saldırılarını düşük profilde tuttu. Seçimden sonra Silvan saldırısı ile İmralı'nın iradesi hilafına yeni bir savaş başlattı. PKK, Soğuk Savaş dönemine ait bir örgüt. PKK'nın kullandığı yöntemleri anlamak için bu 'Soğuk Savaş'a özgü' niteliğini kavramak çok önemli. Terör üretmek için oluşturulmuş 'Soğuk Savaş örgütleri', Sovyetler ile Batı bloku arasındaki yıpratma savaşının etkileyici araçlarıydı. ABD kontrgerilla ile Sovyetler de komünist partileri, kır veya şehir gerillası taktikleri kullanan terör örgütleri ile, fiilen sıcak çatışmaya girmeden 'soğuk' bir savaşı yürütüp rekabet ettiler. Marksist örgütler, Sovyet desteği veya modeli ile kendi yerel amaçları ile uluslararası rekabeti birleştirmiş oldular. Soğuk Savaş, taraflardan birinin yani Sovyetler Birliği'nin havlu atmasıyla bitmesinden sonra bu örgütler buharlaşıp yok olmadılar. Kontrgerilla örgütü profesyonel-darbeci bir örgüte, yani Ergenekon'a dönüşerek varlığını sürdürdü. PKK ise bölge dengelerine yaslanarak Sovyetler Birliği'nden boşalan yere Suriye, Yunanistan gibi ülkeleri koyarak bir Kürt ulusalcı hareketine evrildi. Bugün PKK'nın, kendine bile himmet edemeyen Suriye'ye canhıraş bir şekilde dört elle sarılması, ancak Soğuk Savaş formatı ile açıklanabilir. Ergenekon-PKK işbirliği üzerine spekülasyon yapmak uzmanların işi. Ama her iki örgütün birbiri sayesinde var olduğu, birbirinden beslendiği ortada. Darbeciler PKK tehdidinden ve teröründen kendi iktidarlarını genişletmek için çok yararlandılar. PKK da, kendisini doğrudan 15 ismi ve cismi ile hedef tahtasına koyan; köy yakıp, işkence yaparak PKK'ya kitle desteği üreten bu kontrgerilla yapılanmasından verimli bir şekilde beslendi. Sonuç: Ergenekon çöktü, dağıldı. PKK kendisini var eden en önemli şeyini, antagonizmasını kaybetti. Son bir yılda yaşanan süreçlerin tamamı, PKK'nın varlık şartlarının ortadan kalkmasına işaret ediyor. Birincisi silahın anlamı kalmadı. İkincisi, uluslararası konjonktür Soğuk Savaş yöntemlerini çöpe atmış durumda. PKK, silahın her şey olduğuna inanan sığ gerilla dünyası içinde (buna 'gerilla romantizmi' deniyor) kendince bir çıkış aradı. Lenin'in formüle ettiği 'bütün iktidar Sovyetlere' stratejisi ile, KCK merkezli bir 'devrimci halk ayaklanması' yolunu denedi. Hiç konuşulmayan, hiç tartışılmayan bir konu ama; asıl darbeyi Kürtlerden aldı. Kürtler ne KCK tutuklamalarına tepki koydu ne de halk savaşı çağrılarına cevap verdi. PKK'nın stratejisi bütünüyle çökmüş oldu. PKK'nın bugün, Devrimci Halk Savaşı için Türkiye sınırları içinde tuttuğu yaklaşık 3 bin militanı, güvenlik güçleri tarafından kuşatılmış durumda. PKK bu güçleri, mutadı olduğu üzere kış moduna geçirip Kandil başta olmak üzere kamplara göndermedi. Şimdi bu militanların hayatı bütünüyle devletin insafına ve merhametine bağlı. Siyasî akıl devrede olduğu için, devletin bu gücü imha etmek yerine enterne etmek ve etkisiz hale getirmekle yetineceğini kestirmek mümkün. Terör sorununu çözecek siyasî irade, Barzani'yi ayağına çağırıp talimatlar veriyor. Türkiye'ye gelecek İran Devlet Başkanı ile bu konuda mutabakat sağlandığı açık. İran üzerinde yoğunlaşan 'nükleer silah' baskısı, PKK'yı Türkiye'ye kestirmeden teslim etmek için yeterli. PKK'nın güvendiği Suriye'deki Esed yönetimi zaten gözden çıkartılmış durumda. PKK, sonbaharını yaşıyor. Havalar giderek soğuyor. KADİR DİKBAŞ Denizin Bittiği Yer... Euro Bölgesi'ndeki yangın, Yunanistan, İrlanda ve Portekiz'den sonra İtalya'ya sıçradı. Borç krizindeki ülkede faiz oranları tarihi rekor kırdı. 1,5 trilyon Avro'luk gayri safi yurtiçi hasılası ile Almanya, Fransa ve İngiltere'den sonra AB'nin dördüncü büyük ekonomisine sahip olan İtalya'nın içinde bulunduğu durum, dünya piyasalarını sarsıyor. İtalya korkutuyor. Çünkü, Avrupa'nın dördüncü, dünyanın sekizinci büyük ekonomisi. Yunanistan, Portekiz veya İrlanda gibi değil, kurtarılması zor bir ekonomi. Ve üstelik siyasi belirsizlik söz konusu. Eğer İtalya da dahil olursa, 17 üyeli Avro Bölgesi'nde iflasa sürüklenen ülke sayısı 4'e çıkacak. Dolayısıyla Avro'ya yönelik endişeler de artıyor. Yunanistan'da siyasi krize yol açan borç krizi, ülkenin özgür hareket etme kabiliyetini de elinden aldı. Avrupa Birliği'nin baskısıyla, AB'nin kurtarma paketini referanduma götürmekten vazgeçen Başbakan Yorgo Papandreu, koltuğundan da oldu. Ama Avrupa için bu da yetmedi. Şimdi, iflas kervanına İtalya da katılmak üzere. Ülkenin içinde bulunduğu borç yükünün ve artış eğiliminin oluşturduğu tedirginlik, Başbakan Silvio Berlusconi'nin istifa edeceğini açıklamasına rağmen giderilemedi. Tam tersi, şimdi de "Ülkeyi kim yönetecek? Yönetecek isim belli olsa bile bu borç nasıl temizlenecek?" soruları sorulmaya başladı. İtalya'nın kamu borcu şu an için 1,9 trilyon avro civarında. GSYH'sının yüzde 118'ini aşan bir rakam bu. AB'nin borçlanma sınırı olan yüzde 60'lık oranın iki katı. Ve faiz oranları yüzde 7,4'e çıkarak rekor kırdı. İtalya'nın 2012 yılında 300 milyar avro civarında borcu çevirmesi gerekiyor. Yüksek faiz oranı, kamunun borçlanma maliyetini ve dolayısıyla borç stokunu artırıyor. Büyüme ise oldukça zayıf. İtalya'da faiz oranı, son bir buçuk yıldır uluslararası kurtarma paketine mecbur kalan Yunanistan, İrlanda ve Portekiz ile aynı seviyeye ulaşmış durumda. Bu üç ülke faizler tırmanınca piyasadan borçlanmayı bırakıp AB ve IMF'den acil yardım talep etmişti. Artık İtalya'nın da uluslararası yardım olmadan borç krizini atlatması zor görülüyor. Ve bu yardımı Avrupa'nın tek başına üstlenmesi de mümkün değil. İşte esas endişe de burada. İtalya, kurtarılması zor bir büyüklüğe sahip. Bunun yanında gözler, Avrupa bankalarına odaklanmış vaziyette. Yunanistan kağıtlarına yatırım yapıp zarar eden 16 Avrupa bankalarından sonra yakın gelecekte İtalyan kağıtlarına yatırım yapan bankaları konuşuyor olabiliriz. O sebeptendir ki, borsalardaki her dalgalanmada en büyük darbeyi banka hisseleri yiyor. İtalya'nın da Yunanistan gibi, ciddi şekilde kemer sıkması gerekiyor. Ancak, bir süre önce yaşanan sokak eylemleri, İtalya'da da bu sürecin son derece sancılı geçeceğini gösteriyor. Avrupa hem ekonomik hem siyasi açıdan daha kötüye giderken, bizde ise işlerin hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi mümkün değil tabii ki. Şöyle ya da böyle, yansımalar görülecektir. Ekonomik faaliyetlerimizi büyük ölçüde AB ülkeleriyle yapıyoruz. Dış ticaretimizin yarısı Avrupa'yla. Avro Bölgesi'nin en büyük ekonomisi Almanya ihracatımızda da, ithalatımızda da birinci ülke. 'Sıradaki müflis' olarak görülen İtalya da, bizim en fazla ticaret yaptığımız ülkelerden. Bu yılın ilk 9 ayında yaptığımız 6,1 milyar dolarlık ihracatla Almanya'dan sonra ikinci büyük pazarımız. İthalatımızda ise beşinci sırada. Dokuz ayda yaptığımız ithalat 10,2 milyar dolar. Arada büyük bir ticaret açığı var ama yine de genel dış ticaret açığımızdan daha iyi bir oran söz konusu. AB, borç krizini borçlanmayı kolaylaştırarak, yeni kaynaklar bularak çözüp iflasları önlemeyi deniyor. Çünkü kemer sıkmak, alışılmış refahtan ve lüksten kesinti yapmak çok zor. Siyasetçiler için de büyük risk. Ama olmuyor, sorun daha da büyüyor. Bazı ülkeler denizin bittiği yerde... GAZETESİ FEHMİ KORU KCK, Kötü Bir Kopya Balkanlar’da gezerken ‘etnik sorun’ kendisini hep hissettiriyor. Çok-uluslu büyük bir imparatorluk, çözülürken, arkasında en önemli sorun olarak ‘toplumsal barış’ konusunu bırakmış... Bir ırklar meşheri Balkanlar ve kendini güçlü hisseden etnik grup, diğerlerine, kendine özel çözümü dayatmış... Kan, savaş, yabancıların müdahalesi... Mareşal Josip Tito’nun ölümünden sonra Yugoslavya dağılırken bunların hepsini görmüş bu topraklar... Bosna-Hersek’te, Kosova’da, Makedonya’da... Aynı coğrafyada gezer ve yaşananları dinlerken kendi ülkenizde olanlarla ilişki kurmamanız imkânsız; hem de bayağı yakın bir ilişki... Buradaki bazı etnik gruplar, yönetimleri zor duruma düşürmek, çaresiz bırakmak, yabancı müdahalesini çabuklaştırmak için ne yapmışlarsa, PKK da neredeyse hepsini Türkiye’de denemiş, deniyor... Denemiş denemesine, ama olanı yanlış okuduğu için istediği sonucu alamıyor... Şimdilerde üzerinde çok konuşulan ‘KCK’ sözgelimi; Kosova’da Sırplara karşı mücadele veren İbrahim Rugova önderliğindeki LDK (Kosova Demokratik Birliği) adlı örgütün ‘paralel devlet yapılanması yöntemi’ne çok benziyor. Rugova halka hizmeti önceleyen bir anlayışla oluşturmuş LDK’yı; başta eğitim ve sağlık olmak üzere hemen her alanda devletin görevlerini üstlenen birimler oluşturmuş... Yanlış okuma, Rugova ve arkadaşlarını bu noktaya getiren baskılara gözlerini kapamaları ve LDK’nın başarısını sağlayan en önemli özelliğini görmezden gelmeleriyle ilgili... Türkiye’de ‘Kürt sorunu’ başlangıçta devletin politikalarından üremiş olabilir; büyümesi ve bu günlere ‘çözümü zor’ bir sorun olarak intikali ise kesinlikle devletin izlediği politikalar yüzünden... Ancak KCK yeni bir oluşum ve devletin eski hatalarından vazgeçtiği bir dönemde uygulamaya konuldu. LDK’nın ortaya çıkış şartları çok farklı: Daha önce 1974 anayasasıyla Kosova’ya tanınmış ‘özerklik’ ve onun getirdiği bütün kültürel haklar, Sırbistan merkezi yönetimi tarafından 1989’da iptal edildi. Kosova’da çoğunluğu Arnavutlar teşkil ediyordu, Sırbistan Cumhurbaşkanı Slobodan Miloşeviç bu dengeyi bozmak için iki taraflı göç başlattı: Arnavutları kitleler halinde yerlerinden ederken onbinlerce Sırpı Kosova’ya gitmeye zorladı. Çoğunluğunu Arnavutlar oluşturduğu için yerel meclisi dağıttı Miloşeviç; 17 Arnavut diliyle yapılan gazete, radyo ve televizyon yayınlarını yasakladı. Arnavutça diline yeni sınırlamalar getirildi. Priştine Üniversitesi’nin 800 öğretim üyesiyle 22 binden fazla öğrencisi uzaklaştırıldı. Bürokraside de büyük temizlik yapıldı. İşsizlik yüzde 80’in üzerine çıkınca Arnavutlar çareyi yurtdışına göçmekte buldu. Rugova’nın LDK’yı kurduğu dönemin şartları bunlar... Türkiye’de olanın tam tersi... Miloşeviç gibi ‘uluslararası terörist’ sayılan biriyle mücadelede hiçbir zaman şiddete başvurmadı İbrahim Rugova; başka örgütler silâha sarılırken bile,Rugova, örgütünü ısrarla terörden uzak tuttu. Sonucu biliyoruz: Miloşeviç -Kosova dahil- eski Yugoslavya topraklarında gerçekleştirdiği kıyımlar yüzünden Lahey’de yargılandı ve işlediği cürümlerin cezası yüzüne tefhim edilemeden hücresinde ölü bulundu. İbrahim Rugova ise uluslarası câmianın müdahalesiyle sona erdirilen Sırp kıyımına karşı takındığı ilkeli duruştan ötürü milleti tarafından mükâfatlandırıldı... KCK Kosova’daki LDK’yı taklit ediyorsa, kötü bir kopya o... ESER KARAKAŞ Ben Bu Yazıyı Yer Miyim? Türkiye’de, muhtemelen ve İnşallah, önümüzdeki bir sene içinde çok geniş çaplı bir anayasa değişikliği gerçekleşecek, hatta ilk üç madde ve dibace değişikliğini de kapsayacak yeni bir anayasa yapılacak. Bu muhtemel adımın Türkiye için ne kadar büyük bir adım olacağını söylemeye, yazmaya bile gerek yok. AMA ACABA, Türkiye’de siyaset yapma tarzı değişmediği sürece ve ölçüde yeni ve İnşallah dünya standartlarında bir anayasa bile daha demokratik bir Türkiye’nin önünü ne kadar açacaktır? Bu konuya neden bugün girmek istiyorum, açayım. Fransa’da Nisan (22) ve Mayıs (6) aylarında iki turlu Cumhurbaşkanlığı seçimleri var ve siyasal oluşumlar bu seçimler için adaylarını belirliyorlar ve bu aday belirleme yöntemi, mecburi olmamakla birlikte, ilginç, ilginç olduğu ölçüde dedemokratik bir ön seçim yöntemine dayanıyor. İki turlu cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ağırlıklı olarak mevcut Cumhurbaşkanı Sarkozy ile Sosyalist Parti’nin adayı arasında geçeceği tahmin ediliyor; ırkçı, yabancı düşmanı Marine Le Pen’in (eski Le Pen’in kızı) de ikinci tura çıkabilme şansından da bahsedenler yok değil. Fransız Sosyalist Partisi’nden cumhurbaşkanlığı seçimleri için altı aday çıktı. Ve bu adaylar meydanlarda, salonlarda, ekranlarda tartıştılar ve geçen ay tüm fransızların katılabildiği bir seçimle, Yüksek Seçim Kurulu benzeri bir organın denetiminde, kozlarını paylaştılar, seçimde François Hollande birinci geldi, Martine Aubry de ikinci. Ve bu sefer, sadece bu iki aday ikinci turda yine tüm fransız seçmenlerin katılabildiği bir seçimle son kez kozlarını paylaştılar, François Hollande birinci geldi, Sosyalist Parti’nin cumhurbaşkanı adayı oldu, diğer beş aday da, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Hollande’ı destekleyeceklerini açıkladılar. Başka bir anlatımla, Sosyalist Parti, cumhurbaşkanlığı seçimleri için adayını fransız seçmenlerine doğrudan, iki turlu bir seçimle belirletti. Sarkozy’nin cenahında (UMP) ise böyle bir girişim yok, yazının başında ön seçimlerin zorunlu olmadığını belirtmiş idim, Sarkozy cumhurbaşkanlığı seçimleri için UMP’nin doğal adayı, başka rakibi yok. Sosyalist Parti’nin ön seçim süreci çok renkli geçti, fransızlar adayların her konuda ne düşündüğünü öğrendiler, oylarını da buna göre attılar. Yanlış anlaşılmasın bu ön seçimlere, sandık sürecine sadece Sosyalist Parti üyeleri, sempatizanları, militanları ya da delegeler (?) değil, tüm fransızlar katılabiliyorlar; teorik olarak Sarkozy bile gidip Sosyalist Parti’nin aday belirleme seçimlerinde oy kullanabiliyor. Bu sürecin demokrasi açısından çok önemli ve ilginç olduğunu düşünüyorum. Fransa Türkiye değil, orada yarı başkanlık sistemi var, Cumhurbaşkanı çok yetkili, bizde durum hiç aynı değil ama yine de bu süreçten, bu modelden ders alınabileceğini düşünüyorum. Yeni anayasa başkanlık ya da yarı başkanlık gibi bir sistemi benimser ise, partiler başkanlık, cumhurbaşkanlığı adaylarını kendi içlerinde mi belirleyecekler, yoksa tüm 18 Türkiye seçmenlerinin katılabileceği bir ön seçim olur mu? Ben bu konuda çok iyimser değilim; anayasa daha kolay değişir belki ama partilerin başkan ya da cumhurbaşkanı adaylarının genel bir önseçimle belirleneceğini pek düşünemiyorum. Haydi Türkiye, şayet bir başkanlık ya da yarı başkanlık sistemine geçilir ve adaylar partiler içinde genel seçimlerle belirlenebilir ise, beni utandır, bana bu yazıyı yedir. Ben bu yazıyı yemeye hazır ve razıyım. NASUHİ GÜNGÖR Çözüm Ve Ortak Hafıza Esasen sözü sağa sola çevirmeye hiç gerek yok. Geldiğimiz nokta gerçekten bir yol ayrımı. Ya Türkiye Kürt meselesini çözerek büyüyecek. Yahut Kürt meselesi, daha da dallanıp budaklanarak bizi yönetir hale gelecek. Kuşku yok ki son dönemde hız kazanan KCK operasyonları, Kürt meselesinin Türkiye’yi kuşatmasını isteyenlere yönelik bir devlet refleksi. Bu tür reflekslerin kaçınılmaz bir biçimde ‘güvenlik’ merkezli yaklaşımlar ürettiğini de biliyoruz, aynı zamanda görüyoruz. ‘Saltanat tecezzi kabul etmez’ sözünün bu topraklarda karşılığının ne olduğunu bilmeyenlere, bunu anlatmak kolay değil. Bugünün diliyle ifade edersek, bir devletin kendi içinde paralel bir yapılanmaya ya da alternatif güç merkezine göz yumması söz konusu olamaz. Ancak bu durum, belli ittifak alanlarını, müzakere süreçlerini ya da paylaşımları tümüyle ortadan kaldırmaz. Devlet aklı, elbette görünür anlamda iktidarını paylaşmaz. Elbette oturup anayasa kaleme alıp vergi toplayanlara, hatta neredeyse kendi adına Cuma hutbesi okutmaya kalkışanlara hoş görüyle yaklaşamaz. Ancak işler bu noktaya gelmişse, ‘devlet aklı’nı inşa eden herkesin oturup kendisini gözden geçirmesi de elzemdir. Dahası, en azından benim tarif edebildiğim kadarıyla bu akıl, sadece devletin kurumlarından ibaret değildir, olamaz da. Zihin konforunu bozmamak! Eğer bir sorunu çözmek, hafifletmek ya da bugünün moda deyimiyle yönetmek istiyorsanız, sık sık onun tarihine bakmak, aynı zamanda hangi dinamikler etrafında şekillendiğini, o dinamiklerin önünde yürümeyi göze alarak yapmak zorundasınız. Bunu yapabilmek için, bahsettiğimiz aklın, her şeyden önce farklı araçları kullanabilme, yeri geldiğinde birini sahadan çekip ötekini sürebilme ve hepsinden önemlisi sert ve yumuşak güç unsurlarını bir arada kullanabilme yeteneğine sahip olması gerekiyor. Gücün arkasına saklanmak ve olup biteni o gücün şemsiyesi altında değerlendirmek, hayli konforlu bir faaliyet olsa gerek. Zira bir ülkenin önemli ve karmaşık bir sorununu çözebilme yeteneği, sadece devlet kurumlarından ve siyasi iktidarın faaliyetlerinden ibaret olamaz. Aksi takdirde ‘güvenlik merkezli’ olması kaçınılmaz hale gelir. Türkiye’de bir şekilde kendisini sivil toplum çerçevesinde örgütlemiş pek çok yapı var. Bunların giderek daha etkin hale geldiği de malum. Ancak her nedense bu yapıların önemli bir bölümü enerjilerini Türkiye’nin kendi içinde bitmek bilmeyen iktidar kavgaları üzerinde tüketiyor. Oysa kafalarını kaldırıp coğrafyaya baksalar, sahip oldukları muazzam gücü ve enerjiyi kullanabilecekleri geniş bir alan olduğunu görebilecekler. Neyi, kimi bekliyoruz? Örnek mi istiyorsunuz, buyurun. İşte Suriye Kürtleri ve onlarla aramızda var olan bunca ortaklık. Nerede bu ortaklıklar üzerinden yapmamız gereken işler, kurmamız gereken dostluklar, açmamız gereken kanallar? Allah rızası için birisi bu topraklarda Nakşibendiliğin hiç olmazsa tarihini merak etmez mi? Onu araştırırken Suriye Kürtlerine rastlamaz mı? Yahut Irak haritasıyla yollarının kesiştiğini görmez mi? Şerif Mardin ömrünün ahirinde Nakşilik üzerine ipe sapa gelmez değerlendirmeler yaparken, birimiz kalkıp bunların üzerinde yaşadığımız coğrafyanın ortak hafızası olduğunu söyleyemez miyiz? Tüm bunları akletmek, Şam’da, Halep’te, Erbil’de, Kerkük’te, Süleymaniye’de nasıl bir tarih var, hangi dinamikler üzerinden bugüne akıyor, bunları yeniden üretebilmek, ortak değerler üzerinden bir yeni dil inşa edebilmek mümkün müdür diye sormak için kim ne bekliyor? Bu saydıklarımızı sadece devletin kurumları ve hükümet üzerinden yapılacak işler 19 gibi gördüğümüz sürece, yapacağımız her şey eninde sonunda devletin ‘güvenlik’ rengine bürünür. O zaman da şikayet etmeye hakkımız kalmaz. MUSTAFA KARTOĞLU Kılıçdaroğlu Haklı, Tam Da Bu Yapılıyor CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 10 Kasım mesajındaki “Atatürk’ü anmak; cumhuriyete, demokrasiye, özgürlüklere, bağımsızlığa ve kimsesizlere bugün her günden daha fazla sahip çıkmak demektir” sözünün altını çizmek gerekiyor. Kılıçdaroğlu bunları “hiçbiri yok” manasında söyledi ama sadece son birkaç haftalık gelişmeleri hatırlamak bile “bugün bunlar için her zamankinden fazla çaba ve alınan mesafe var” kanaatini pekiştiriyor. Sırayla gidersek, Cumhuriyet’in temeli olan “cumhur”un temsil edildiği TBMM (siyaset, yasama) üzerinde “kurumların tahakkümü”nün kalkması Cumhuriyet’i tezyif değil tahkim etmektir. Halkın bir bölümünü “yok” sayma, ana diliyle konuşmasını, şarkı söylemesini, inandığı gibi yaşamasını yasaklama döneminin bitirilmesi demokrasi ve özgürlüklere daha fazla sahip çıkıldığının kanıtıdır. Yurdun dört bir yanını hızlı tren, duble yol ve hava yollarıyla son on yılda on kat daha sık ağlarla örmek, kendi uydusunu, helikopterini, uçağını, savaş gemisini, otomobilini, bilgisayar işletim sistemini, bilimsel patentlerini üreten bir ülke hedefinin ilk adımlarını başarıyla atmak tam da “muasır medeniyet seviyesini aşmak”tır. Bunlar ve ek olarak “muasır medeniyet”in içindeki ülkeler domino taşları gibi birbiri ardına ekonomik iflasa girerken Türkiye ekonomisinin ve sanayisinin tıkır tıkır işlemesi “tam bağımsızlık”ın en önemli unsuru olarak gözümüzün önünde duruyor. Bu destekle Türkiye, üyesi olduğu NATO’da son ana kadar, Kılıçdaroğlu’nun“emperyalist” dediği ülkelere Libya’ya müdahale konusunda direniyor, BM kürsüsünden bunu ve beş “emperyalist” ülkenin BM iradesini veto yetkisiyle ambargo altına almasına en sert tepkiyi gösterebiliyor; sayısız BM kararını takmayan İsrail’e “one minute” diyebiliyor ve “alçak koltuk” gibi süfli aşağılama tepkilerine, Akdeniz’de kanlı korsanlığa karşı İsrail yönetimini dünya karşısında ilk kez bu kadar zor durumda bırakabiliyor. Dahası, İran ve Suriye’ye“emperyalist müdahale”nin önündeki en büyük engel olarak dikilebiliyor. Endonezya’dan Japonya’ya, Haiti’den Somali’ye kadar insani operasyonlarıyla dünya basınında sayısız haber ve makaleye konu olan, felaket gelmeden ihtiyacı olanın kapısına giden sivil yardım kuruluşlarıyla “kimsesizlerin kimsesi” olan Türkiye, “... kimsesizlere her zamankinden daha fazla sahip çıkmak”ifadesiyle tanımlanacak bir ülkenin çok ötesine geçti artık. Bir 1999 depreminin Kızılay’ına, bir de 2011 Van depreminin Kızılay’ına, arama kurtarma ekiplerine ve yardım organizasyonlarına bakmak yeterli. Başbakan Erdoğan’ın 10 Kasım mesajı aslında Kılıçdaroğlu’na yanıt niteliğindeydi. Son cümlesiyle yetinelim: “Türkiye’nin bugün ulaştığı seviye hiç kuşkusuz başta Gazi Mustafa Kemal olmak üzere, Cumhuriyetimizin kuranların hedefledikleri bir seviyedir. Kimsenin kuşkusu olmasın, Cumhuriyet emin ellerdedir.” Kılıçdaroğlu’nun tüm bunların farkında olmadığını söylemek kariyerine hakaret olur. Ancak politikalarını Ergenekon davasının “tarafı” olmakla, uluslar arası gelişmeleri mezhep bakışıyla belirlemek “siyasi liderliği” de “genel başkanlık”la sınırlıyor. Hedefim ana muhalefet partisini daha da zayıflatmak değil; aksine her alanda güçlenen Türkiye’nin muhalefetinin de güçlü olması gerektiğini bir kez daha hatırlatmak. 20 GAZETESİ ADEM YAVUZ ARSLAN Kılıçdaroğlu'nun Ergenekon Aşkı Nereden Geliyor? CHP'nin milletvekili aday listesi açıklandığı zaman Ankara siyasetini iyi bilen tecrübeli bir isim; "Bu isimlerin hepsini Ankara'dan aynı otobüse bindirseniz, İstanbul'a varmadan kavga eder, inerler" demişti. Seçim sonrası yaşananlar bu öngörüyü teyit etmiş oldu. CHP tam anlamıyla her kafadan ayrı bir sesin çıktığı kaotik bir yapıya dönüştü. Gerçi CHP yönetimi 'parti içi demokrasi' olarak lanse etmeye çalışsa da görünen şey farklı. Kılıçdaroğlu'nun Silivri ziyareti ve mahkemeyi hedef alan talihsiz sözlerine geçmeden önce bir hatırlatma yapmam lazım. Bu köşede defalarca gündeme getirdiğim ve hâlâ cevapsız kalan bir soru var. Baykal'a yönelik kaset komplosu kimin işiydi? Eğer bu soruya sağlıklı ve tatminkâr bir cevap bulamazsak CHP'yi de anlamamız mümkün olmayacak. Her ne kadar Kılıçdaroğlu 'bu komployu çözmek boynumuzun borcudur' dese de koltuğa oturduktan sonra pek gündemine almadı. Oysa Türk siyasi tarihinin en girift komplosu hâlâ çözülmüş değil. Sahi Baykal'ın bu kadar yakınına girebilen, birkaç farklı eve kamera yerleştirebilen, kimin hangi saatte geldiği bilgisine bile sahip olan güç kimdi? Oran'daki siteye kim girdi ve o kamerayı elektrik prizine kim yerleştirdi? Evin kapısı zorlanmadığına, hırsızlık da ihbar edilmediğine göre 'tanıdık' birilerinin işi miydi? Ergenekon kapsamında tutuklanan bazı kişiler bu işin neresindeydi? Bu sorular önemli çünkü ortadaki komployu çözemezsek süreci yönetenleri bilmemiz mümkün değil. Bu durumda gelişmeleri de sağlıklı analiz edemeyiz. Kılıçdaroğlu'na geri dönersek. Çok büyük bir medya desteği ile gelen CHP lideri maalesef kendi eliyle bu krediyi harcadı. Ergenekon sanıklarını aday yaptı, mahkeme kararına saygılı oluruz dedi ama sonrasında ömründe bir kez bile CHP'ye oy verdiği tartışmalı adaylar için Meclis'i boykot etti. Bayramda ise cezaevine çıkarma yaptı. Silivri'yi 'toplama kampı'na benzetip davanın hakimlerine de ağır ifadeler kullandı. Zaten daha önce de 'nerede bu örgüt gidip üye olacağım' demişti Meclis kürsüsünden. Sadece bu ifadeleri bile ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Ana muhalefet partisi darbe girişimi iddiası ile yargılananları 'muhalif' olarak tanımlıyor. Kılıçdaroğlu'nun Ergenekon aşkı nereden kaynaklanıyor hâlâ anlaşılabilmiş değil ama PKK sorununun çözümü ile ilgili önerisi de partiyi karıştırmış durumda. Hatırlanacağı gibi Kılıçdaroğlu ilk günden bu yana 'akil adamlar komisyonu' kurulmasını öneriyor. PM ve MYK'da ise bu öneri çok tartışılıyor çünkü 'akil adamlar komisyonu' önerisi Öcalan'ın yıllardır gündeme getirdiği bir konu. Sezgin Tanrıkulu'nun çalışmaları ise bir başka tartışma konusu. Tabii KCK tutuklamaları da partide tansiyonu yükseltiyor. Öte yandan Selvi Kılıçdaroğlu'nun röportajının da CHP Genel Merkezi'nde tartışma doğurduğu herkesin malumu. Zira dün Sabah'ta yer alan röportajında Kılıçdaroğlu eşinin açıklamalarının hatırlatılması üzerine yorum yapmayıp 'aile içi mesele' demekle yetindi. Peki ne demişti Selvi Hanım? Partide kimin dost kimin düşman olduğunun bilinmediğini, parti içi mücadelelerin çok acımasız olduğunu, solun Türkiye'de taş çatlasa yüzde 35 oy alabileceğini söylemişti. Yani Kılıçdaroğlu daha eşini bile ikna edememiş tek başına iktidar olabileceğini. Ayrıca CHP'nin yüzde kaç oy alacağı Kılıçdaroğlu ailesinin iç meselesi olarak görülüyorsa ortada daha büyük sorun var demektir. Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün Zaman'a verdiği demeç ve söylediği 'Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP'dir" ifadesini de unutmamak lazım. Eğer bu kadar kafanız karışık, gündeminiz muğlak olursa, üstelik de kendi hatalarınızla rakiplerinize koz verirseniz, bir taksici de 'sen oy bile kullanamadın' deyip sizi 21 renkten renge sokabilir. Baykal'a kaset komplosu ve Kılıçdaroğlu'nun gelişi sürecinde ilk düğme yanlış iliklendiği için arkası da bir türlü düzgün gitmiyor. AHMET TAŞGETİREN Kimse Yanlış Hesap Yapmamalı PKK yanlış hesap yapmamalı. BDP de yanlış hesap yapmamalı. Kuzey Irak Kürt Yönetimi de yanlış hesap yapmamalı. Ve Türkiye'de şu saydığım hareketlere kol kanat gerenler de yanlış hesap yapmamalı. Türkiye'de başka bir Ankara var. Evet, AK Parti'nin temsil ettiği Ankara da öğrenme, devlet birimlerini ahenkleştirme süreçlerinde aksama ve olgunlaşma süreci yaşadı. Ama sonunda, "Bu işi bitirmek gerekir" gibi bir kararlılık durumu oluştu. O kararlılığa hem Kürt sorununun çözümü hem "Türkiye'nin yükselme yolunda bu tür ayak bağlarından kurtulması" iradesi eşlik edince, her şeyin formatı değişti. Benim okuduğum format şöyle: -Bu iktidar PKK'yı bitirmek istiyor ama daha çok insan öldürmek istemiyor. PKK'nın iradesinin çözülmesi ve ölümlerin sona ermesi ana amaç gibi görünüyor. -Bu iktidar kendisini, bu ülkede yaşayan herkesin asli iktidarı olarak görüyor. -Bu iktidar, bu niteliği ile ülkenin her kesiminden, bu arada Kürtler'den de yoğun biçimde hatta Kürt siyaseti yapıyoruz diyenlerden daha çok oy alıyor. -Bu iktidar, bu toplumsal karşılığı bölge insanı ile kurduğu kalbi iletişim ile sağlamış durumda. O kalbi iletişimin içinde de Kürtler'in İslam konusundaki hassasiyetleri ile iktidar kadrolarının frekans birlikteliği önemli pay sahibi. Buna bir de "Kürt siyaseti"ne soyunanların aynı konulardaki soğuk karakterleri eklenince, ortaya terör örgütü adına çok negatif bir durum çıkıyor. -Bu iktidar, Kürt sorunu gibi bir sorun bulunduğunu biliyor ve bunu çözmek istiyor. -Bu iktidar, ülkenin kurulu düzenin çarpıklığından kaynaklanan başka sorunlarının bulunduğunu da biliyor. -Bu iktidar, şu ana kadar, kendi tabanının en hassas olduğu bir sorun alanına, mesela başörtüsü sorununa, yasal metinler anlamında el atabilmiş değil. Bu sorunu kökten çözme iradesi bulunduğunda kuşku duymak anlamsız olduğu gibi, Kürt sorununun çözüm iradesinde sarsaklamalar bulunduğunu düşünmek de anlamsız. -Bu iktidar, yönetici kadroları devletin gadrine uğramışlıktan geldiği için devletin şefkati konusunda son derece duyarlı. -Bu iktidar, "Kürt sorunu" diye tanımlanan hadisenin doğduğu zeminin mağduriyetlerini gidermek için yoğun çaba sarf ediyor. -Bu iktidar, bölge halkı üzerindeki örgüt baskısını ortadan kaldırmak gibi çok net bir iradeye sahip ve bölgede daha etkin olmak üzere tüm ülkede, güvenlik birimlerini bu anlamda ahenkli bir çaba içine sevk etme noktasına gelmiş bulunuyor. Çukurca sonrası harekâtta Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının operasyon süresince bölgede kalması, bu kararlılığın son işareti. Ve bölgeye tayin edilen yeni emniyet müdürlerinin bilgi birikimi bu kararlılığı yansıtıyor. -Bu iktidar, Türkiye'yi dünyada etkin bir güç haline getirmiş durumda. Uluslararası konjonktür de, Türkiye'nin etkisini azaltmıyor, artırıyor. Buradan çıkan sonuç, terör örgütüne bugüne kadar şu veya bu şekilde destek vermiş uluslararası odakların, örgütü çöpe atma noktasına gelmesidir. Örgüt artık Kuzey Irak'tan koruma, Amerika'dan göz yumma, Avrupa'dan lojistik destek sağlamakta zorlanacak. -Bu iktidar, başa döneyim "Bu işi bitirme kararlılığında!" Bu iktidar hem Türkiye için etkinlik alanları üretmeye çalışsın hem de kendi içindeki bir sorun sebebiyle boğulsun, bunu akıl alır mı? Belli ki bu iş ya bitecek ya bitecek. Kimse yanlış hesap yapmamalı. Türkiye'ye karşı silahlı bir örgütün sırtını sıvazlamak demek sadece ölümleri artırmak demektir. 22 GAZETESİ MAHMUT ÖVÜR 'Kemalizm Yapay Bir İdeolojidir' Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış'la Brüksel, Letonya ve Estonya gezisinin ikinci durağı Riga'dayız... Tarih 10 Kasım... Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün 73'üncü ölüm yıldönümüne, ilk kez Türkiye'den binlerce kilometre uzakta bir Baltık ülkesinde tanıklık ediyorum... Türkiye'nin muhafazakar partisinin bir bakanıyla birlikte başkent Riga'daki Letonya Üniversitesi kampusunda bir salondayız. Saat 09'u 5 geçe Letonya Üniversitesi Siyaset bilimi profesörü Daunis Aures salonu bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyor. Olması gereken gerçekleşiyor ama Türkiye'deki algının tersliği nedeniyle insanlar bir an bile olsa o tereddüdü yaşıyor; "Acaba yanlış mı görüyorum?" Aslında önyargıların yarattığı bu fotoğrafın gerçekliği Bakan Bağış'ın konuşmasıyla daha bir netleşiyor. Bir ilkin yaşandığı salon tıklım tıklım dolu... İlginin yoğunluğunu gören AB Bakanı Bağış, Türkiye'nin bir barış projesi olan AB üyeliğine ne kadar önem verdiğini Atatürk'ün vizyonuyla açıklıyor: "Atatürk, kuruluşundan 20-30 yıl önce Avrupa Birliği fikrini gündeme getiren büyük bir liderdir. Kuruluşunda en büyük pay sahibi olduğu Balkan Paktı'nın genişleyerek Avrupa Birliği haline gelmesi gerektiğini söylüyordu. Ömrü savaş meydanlarından geçtiği için barışın önemini çok iyi bilen Atatürk, Avrupa'da barış ve istikrarın bu şekilde sağlanabileceğini öngörmüştü..." Bu tespiti yapan Bağış, Türkiye'de Atatürk üzerinden AK Parti iktidarına karşı yürütülen siyasi mücadeleye de gönderme yapıyor ve şu çarpıcı sözleri söylüyor: "Kemalizm Atatürk'ün ortaya attığı ve ürettiği bir ideoloji değildir. Kemalizm içerisinde bizzat Atatürk'e ait hiçbir şey bulunmayan yapay bir ideolojidir ve sistemi elinde tutmak isteyenler tarafından Türk demokrasisinin üzerinde Demoklesin'in kılıcı gibi bir görüntü vermiştir." Başbakan Erdoğan'ın Mısır gezisinde Müslüman coğrafyada ezber bozan laikli çıkışı gibi Bağış'ın bu yaklaşımı da tartışılacak gibi görünüyor. Atatürk'e sığınarak "devlet içinde devletler" oluşturmaya çalışanlar ihanet içinde olduğuna dikkat çeken Bağış, şu tespiti de yapıyordu: "Türkiye'de Ergenekon davası olarak bilinen yargılama süreci aynı zamanda Atatürkçü düşüncenin de gerçek sahibine yani millete teslim edilme sürecidir." Menderes'in Demokrat Partisi'ni hatırlatan bu yaklaşım Türkiye'den uzakta da dile getirilse bir hayli yankı yaratacak gibi görünüyor. Terör yasası değişmeli AB Bakanı Bağış'ın izlediğim iki günü bir hayli yoğundu. Brüksel'de art arda yapılan görüşmeler arasında Genişleme ve Komşuluk Politikasından sorumlu Avrupa Komisyonu üyesi Stefan Füle önemliydi. Fule de Türkiye'deki demokratlar gibi KCK tutuklamaları ekseninde terör ve ceza yasalarındaki bazı maddelerin değişmesi gerekliliğini dile getirdi. Brüksel'de 2 bini aşkın öğrencinin okuduğu Türk okulları gezisi, Vrije Üniversitesi'ndeki konferans ve son olarak Avrupa'daki Türk işadamlarının oluşturduğu konfederasyonların temsilcileriyle yapılan toplantılar bir tek şeye işaret ediyordu: "Türkiye'nin önemi artıyor..." Avrupa'nın krizle sarsıldığı bir dönemde Türkiye'nin öneminin artması başta Almanya olmak üzere bütün Avrupa ülkelerindeki Türk yatırımcıları harekete geçirmiş durumda... Kendilerine güvenen ve bir araya gelme başarısı gösteren işadamlarının önerisi de bir hayli ilginçti: "Yeni işyeri açmayalım. Mevcut markaları satın alalım..."AB-Türkiye ilişkilerinin durgunluk dönemine girdiği bir süreçte, AB Bakanı Bağış'ın gezisi yeni ufuklar açılabileceğini gösteriyor. Bu gerçeği sadece siyasi aktörlerin ilgisinde, işadamlarının artan güveninde değil, bir anlamda sokağı temsil eden üniversite öğrencilerinin sorularında da görmek mümkün. Düne kadar Türkiye denilence Fransız kalan öğrenci kitlesi bu kez çok 23 anlamlı sorularıyla Türkiye'yi yakından izlediklerini gösterdiler. Kürt sorunundan Türkiye'nin ekonomik başarısına kadar birçok şeyle "pozitif" ilgilenen bir üniversiteli kesimin olması umut verici... Türkiye kendi demokratikleşmesini başardığında dünyadaki yeri çok daha önemli olacak... GAZETESİ GAZİ ERÇEL Arap'ın Baharı Avrupa'nın Kısı Dünya ekonomileri 2011 yılında önemli iklim değişiklikleriyle karşı karşıya kaldılar. Önce Arap ülkelerinde bahar başladı. Sonra Avrupa kışa yakalandı. Arap baharı hâlâ da sürüyor. Petrol ihraç eden ve bahar rüzgârına yakalananlar geçici bir dönemden sonra ekonomik durumlarını düzeltmeye başladılar. Petrol ithalatçısı olanlar ise yapısal reformlara giriştiler. Önceliklerini politik olanlarına verdiler. Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki değişim uzun bir zaman alsa da doğru yönde hareket ediyorlar. Sorunlarını çözme kararlılıkları var. Avrupa ise önce sonbaharı yaşadı. İngilizce'de sonbahar anlamına gelen "fail" kelimesi aynı zamanda "düşmek" için de kullanılır. Bu nedenle "Fail in Europe" başlığı ikisini de kapsayan bir deyim olarak tam yerine oturuyor. Ne var ki Avrupa sonbaharı fazla hissetmeden kışı yaşamaya başladı. Küresel ısınmadan Avrupa'nın payına soğuklar düştü. Hava gün geçtikçe daha da soğuyor. Bunun arkasından kar ve tipi beklenebilir. Gidiş o yönde. Euro Elitleri Havası giderek soğuyan İtalya'dan sonra sıra İspanya ve Belçika'ya gelirse şaşmamak gerekir. Bu durumda Euro Bölgesi'nde Almanya, Fransa ve Hollanda dışında hava değişiminden etkilenmeyecek kadar küçük yedi ülke kalıyor. Bunlar Estonya, Slovenya, Malta, Güney Kıbrıs, Slovakya, Lüksemburg ve Finlandiya. Geçen 12 yıllık sürede Euro Bölgesi'nin geldiği durum bu. Daha doğrusu Euro elitlerinin Avrupa'yı getirdikleri nokta bu. Sabahtan akşama kadar toplantı yapıp bir sonuç alamayan ve 21. yüzyılın gerisinde kalmış bu elitler şimdi tüm şimşekleri üzerlerine çekiyorlar. ABD Başkanı Obama, Cannes'da yapılan son G-20 toplantısı sonrası basının sorularını yanıtlarken bir gözlemini şöyle aktarıyor: "Avrupa Birliği'nde çok sayıda kurum var. Bunlar sürekli toplantı yapmakla zaman kaybediyorlar. İş yapamaz durumdalar." Doğru söze ne denilir. Baş elit Sarkozy'nin ise İngiltere Başbakanı Cameron'a "Bizi eleştirmenden ve ne yapmamız gerektiğini söylemenden bıktık" şeklindeki sert çıkışı, Avrupa'nın içine düştüğü durumu açıkça gösteriyor. Euro elitlerinin, finans piyasalarının globalleşmenin sonucu olarak geldikleri noktadan pek haberleri yok. Serbest bir biçimde akan sermayenin hızı konusunda bilgi sahipleri değiller herhalde. Demokrasinin eskiden kalma tanımlarını ve araçlarını hâlâ kullanma peşindeler. Temel'in idama götürülürken son arzun nedir sorusuna verdiği yanıt gibi "Ha bu kriz onlara ders olur inşallah". Tabii kışı donmadan atlatabilirlerse. 24 GAZETESİ SAMİ KOHEN Yorgo Ve Silvio’nun Çekilmesiyle İş Bitmiyor Birkaç hafta öncesine kadar dikkatler Yunan ekonomisinin çöküşü üzerinde toplandığı sırada,Avrupa’da borç krizinin İspanya ve Portekiz’i ve belki de İtalya’yı vuracağı tahmini yürütülüyordu. İtalya’nın bu salgına bu kadar çabuk yakalanacağı açıkçası hesapta yoktu. Bu bakımdan hafta içinde İtalya’nın başına gelenler, büyük şok yarattı. İtalya bu hale düşecek ülke miydi? Yunanistan için öyle olabilir: O, fazla bir şey üretmeyen, doğru dürüst bir sanayisi ve teknolojisi bulunmayan, halkı rahata alışık bir ülke. Yıllar boyunca AB’den aldığı yardımların ve finans kuruluşlarından sağladığı kredilerin de katkısıyla, yaşam tarzını sürdürebildi. Ta ki borçlarını ödeyemeyecek duruma gelinceye ve mensubu bulunduğu “euro bölgesi”nin ağır toplarının salvolarına maruz kalıncaya kadar... İtalya’nın durumu farklı. Bu ülke Avrupa’nın üçüncü, dünyanın sekizinci en büyük ekonomisine sahip. Endüstrisi, teknolojisi epey ilerde. Gerçi İtalyan halkının da bir Akdeniz kültürü ve yaşam tarzı var. Ama onu asıl sıkıntıya sokan şey, astronomik rakamları bulan borçlarıdır: Tam 2.7 trilyon euro! İtalya yavaşlayan ekonomik büyümesi ve azalan geliriyle bu borçlarını ödeyecek durumda değil artık. Onun da kemerleri iyice sıkması gerekir. İşte AB’nin “büyük patronları” bunu sağlamak için Roma üzerindeki baskılarını yoğunlaştırdı. Sonuç: Yunanistan’da Papandreu, İtalya’da Berlusconi döneminin sonu geldi. Yorgo çekildi. Silvio istifa edeceğini açıkladı. Şimdi Atina’da ve Roma’da yeni hükümetler (geniş tabanlı koalisyonlar) kurulacak, çok sıkı “kemer sıkma” kararları alınacak... Kötünün iyisi Yorgo ve Silvio’nun çekilmesiyle işlerin hemen düzeleceğini herhalde kimse beklemiyordur. Olsa olsa yeni yöneticilerin alacağı ve uygulamaya koyacağı tedbirler, iki ülkenin de “kötünün kötüsü” duruma düşmesini frenleyecektir. O da tabii, işbaşına gelecek liderlerin gerçekten güçlü bir önderlik ve kararlılık göstermesiyle mümkün olabilir. Bu borç batağından kurtulmak için gereken “acı reçete”nin çok ağır bir bedeli var. Yanlış popülarist politikalara kurban giden halkın buna karşı direnmesi, sokaklara dökülmesi, grevler ilan etmesi, hatta şiddete başvurması tehlikesi yüksek... Bunun ilk provaları Yunanistan’da yapıldı bile... Oysa bu ülkelerin ekonomiyi düzene sokmaları için, siyasi istikrara ihtiyacı var. Öngörülen ekonomik program, ancak etraf sakin olursa, halk canla başla çalışırsa ve tabii yöneticiler arasında tam bir uyum sağlanırsa, işler yoluna girebilir. Yeni dönemde Yunanistan ve İtalya bunu başarabilecek mi? Göreceğiz... Kuzey-güney farkı Bu borç krizinin AB açısından ortaya koyduğu bazı ilginç noktalar var. Bu krizin esas vurduğu ülkeler -Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz- AB’nin güney cenahında yer alıyorlar. Sanki Birlik içinde bir kuzey-güney fay hattı oluşmuş... AB’nin en güçlü iki ekonomisinin sahipleri olan Almanya ve Fransa, topluluğun ve “Euro bölgesi”nin- adeta “patronları”. Bu krizde esas söz sahibi olanlar, yönlendirenler, baskı uygulayanlar onlar. Tabii “mağdurlar” bundan hiç de hoşnut değiller... On yedi üyeli “Euro bölgesi” ile AB’nin diğer 10 üyesi arasında da bir çatlak var. Dahası, “Euro bölgesi”nin geleceği de tartışma konusu oldu. Bölgenin “ufalmasını” isteyenler, hatta “iki vitesli” bir Avrupa’dan söz edenler var... Kısacası, “borç krizi” deyip geçmeyelim. Bu olay, hem sıkıntıdaki birçok Avrupa ülkesi için, hem de Avrupa Birliği için bir dönüm noktası oluşturabilir. Üye ülkeler gibi Birliğin de köklü bir yapısal değişime ihtiyacı var... Sorun sadece mali ve ekonomik değil. Sonuçları siyasal, sosyal, kültürel alanlarda da kendilerini hissettirmekte gecikmeyecek... 25 GAZETESİ NECMETTİN TURİNAY Kck'nın Karanlık Yanlar Büşra Ersanlı vakası, yeni bir Türkân Saylan hadisesi ile karşı karşıya bulunduğumuzun resmidir. O da aynen bu bayan gibi, Kürt gençlerin üzerine abanmış gurk tavuk gibi bir şeydi. Türkân Saylan nasıl. Dünya Kilise Örgütleri'nin transfer ettiği paralara aracılık edip bunlan özellike PKK'lı veya PKK adayı gençlere burs adı altında legalleştirmeye çalıştıysa; Büşra Ersanlı'nın yaptığı da benzer şeyleri hatıra getiriyor. Verdiği ders notlarına bakılırsa. masum Kürt gençleri azdırmak, saptırmak amacıyla onlardan daha keskin sözler sarf ediyor, örgütlere sızmış tahrikçi görevlilerden bir fark yok. Ne kadar ileri, ne kadar aşın, raydan çıkancı sözler söylüyor öyle? Bir insanın ırk gayretiyle aşın nasyonalist heyecanlar dolayısıyla, ileri-geri sözler söylemesini anlayabiliriz. Nitekim Kürt gençlerden ziyade, kırkını çoktan devirmiş sınıflar daha hevesli görünüyor böyle bir jargon kullanmaya fakat aslen kendisi Kürt olmadığı halde Kürt'ten ziyade Kürtlük. KCK'lıdan ziyade KÇK'cılık yapmaya kalkarsa birisi, ona ne dersiniz? İşte Büşra Ersanlı'nın yaptığı böyle bir hocalık!.. Kaldı ki buna hocalık da denilebilir mi? Onun yaptığı hocalığın çok çok ötesinde belki bir menajerlik, belki misyonerlik gibi bir şey!.. Hatta denilebilir ki, içinde tahrik dozu eksik olmayan bir nevi sevk ve idare sanatı!.. Çünkü verdiği ders notlarından çıkarılabilen tek anlam bu oluyor. Hele bir de kırk yıllık dostu Oral Çalışlar'ın, Büşra Ersanlı hakkında yazdıklan yok mu? İnsanın kafası daha da karışıyor. Meğer her, ikisi ve daha niceleri, 1971 yılında Türkiye İhtilâlci İşçi Köylü Partisi davasından tutuklanmamışlar mı? İhtilalci İşçi Köylü Partisi deyip geçmeyin!.. Çünkü ilgili parti. Türkiye'nin son kırk yılına damgasını vurmuş örgütlerin başında yer alıyor. İçinde veya başında Doğu Perinçek'in bulunduğu bu illegal yapılanmadan şimdiye kadar kimler yetişmedi? Devir ve konjonktür neyi gerektiriyorsa, birbirinden o kadar farklı politikalar!.. Bir bakıyorsunuz 1980 öncesinde. aşın derecede ordu karşıtı bir politika!.. Bir bakıyorsunuz. 180 derece zıt bir istikamete kaymışlar; bu sefer de ordunun ve askerlerin sözcülüğüne soyunmamışlar mı? Doğu Perinçek ve etrafındaki bir avuç dayanışmacı grubun dışında, şimdi o eski marksist(!) örgütün elemanları liberallik satıyorlar. Geride kalanlar veya şimdiki halde liberallik çalımı atanlar, dün hepsi birden Abdullah Öcalan'ın menajerliğini deruhte etmiyorlar mıydı? İşte 1970'lerin o total çekirdeği, Robert Kolej'de görev yapan bir İngiliz profesörle birlikte baskına uğramışlar, haklarındaki dava da bu yüzden açılmış!.. Nitekim eski MİT'çilerden Mehmet Eymür'ün bir kitabında okumuştum. Bu grubu hemen bütünüyle, yabancı servislerle ilişkilendirerek anlatıyordu. Sabahattin Savaşman meselesinde olduğu gibi!.. İlgili grubun 1960 sonlarından itibaren asıl rolü ise. Türkiye solunu bölmek, kafasını karıştırmak rolüdür. 1968 kuşağı denilen grupları hatırlarsınız. Dünya sosyalist hareketinin neredeyse bir rüzgara dönüştüğü yıllarda, sol hareketleri bölmek, bölerek zafiyete sürüklemek evrensel bir ABD politikası idi. Bu bölme operasyonu öyle usturuplu yapılmalıydı ki, inandırıcılık katsayısı yara almamalıydı. İşte bu sıralarda dünyada bir MAO'culuk icad ediliverdi. Ya da Çin komünizmi gibi bir şey! Yani Türkiyeli sol-marksist gruplar, üniversiteli gençler öyle bir narkoza tabi tutuldular ki sormayın!.. Kuşkusuz o sıralarda solun maruz kaldığı bölünme ve ihtilaflardan, bütün dindar-muhafazakar kesimler memnundu. Çünkü fiili sol tehdit üniversitelerde gemi azıya almış, doğuda PKK'nın yaptığı gibi, her türlü fiili tehditlerden de geri durmuyordu. Fakat burda önemli olan. solu bölmek ve Çin komünizminin sözcülüğüne soyunan sınıfların teşkil ettikleri ortak payda idi. Bunların hemen hepsinin diğer marksistlere göre daha keskin bir dil kullanmaları, meğer bir göz boyama değil miymiş? Çünkü aradan geçen yıllar ilgili grubun asla fikri bir tutarlılık peşinde koşmadığını, 26 daima konjonktüre göre hareket ettiğini ortaya koymaya yetip de artıyor. Bir başka husus da şu idi: Bunların içinden niceleri anti-emperyalist bir mücadeleye destek vermek amacıyla FKÖ kamplarına katılıyorlardı. Meğer bunların çoğu, 1980 sonrasında Türkiye'ye döndüklerinde, hızlı birer Amerikancı olup çıkmasınlar mı? Yani onlar FKÖ kamplarına giderken de, sol görünümlülerin aksine, gene Amerikancı değiller miydi? Dolayısıyla o günün İhtilalci İşçi Köylü Partisi militanlannın hemen çoğu, hiçbir özeleştiri süreci yaşamadan o tarz bir kitap veya hatıra yayınlamadan kolayca rol değiştirebildiler ve şimdi de bağırlarını gere gere liberallik oynuyorlar. Dolayısıyla geride kalanlar ile, şimdiki liberaller arasındaki tezatlı tutuma fazla bel bağlamamak gerekiyor. Zira ilgili grupların en belirgin özelliği "milli" olamamaktır; orijinlerindeki bulanıklık ve vuzûhsuzluktur. Eğer biraz kanştırsanız kimisi sabataist, kimisi Ermeni veya Rum çıkarsa asla şaşırmamak icabeder. Kuşkusuz Türkiye'de her liberal böyledir demek istemiyoruz. Mesela Atila Yayla, Mustafa Erdoğan, mesela Taha Akyol da liberaldirler. Fakat onlarda insanı rahatsız eden bir yan görebiliyor musunuz? İşte son aylarda Türkiye'nin PKK ve KCK konusunda geliştirdiği yeni strateji, ilgili gruplan bütünüyle açığa düşürmüş gözüküyor. Şimdi onlar can havli ile Büşra Ersanlı korosu oluşturmaya çalışıyorlar. Bu koroya lütfen dikkat edin!.. Hani bir söz vardır: Türkiye bağırsaklarını temizliyor diye!.. Evet temizliyor; fakat bu sefer beynini de temizleyeceğe benziyor. GAZETESİ YILMAZ ÖZTUNA İran Ne Durumda? İran, nükleer silâh denen atom bombasını yaptı yapacak. Tel Aviv’i bir gecede harabe hâline getirecek füzelere sahip bulunduğunu zaten resmen söylemişti. Amerika’dan başka Suudi Arabistan ve İsrail gibi iki ağırlıklı devlet, İran’ın ancak savaşla yola getirilebileceğini iddia ediyorlar. Hemen savaş açılması için Washington’ı tahrik ve tazyik ediyorlar. İran’ın nükleer silâh yapmayacağı sözünü tutması ihtimali hiç yoktur. Bunu elbette kullanmayacaktır. Aksi takdirde haritadan silinir. Ama Orta Doğu’da menem diger nîst politikasının efendiliğine soyunacaktır. Zaten çoktan Akdeniz’e indi. Çin’den sonra Rusya da, Amerika’nın İran’la savaşa girişmemesi için, ültimatoma benzer resmî beyanda bulundu. Bu telaş, böyle bir ihtimalin ciddiye alınması gerektiğini gösteriyor. Tabii ne Amerika, ne müttefikleri, İran’a asker sokup ülkeyi istilâ edecek falan değillerdir. Havadan ve denizden bombardımanla nükleer merkezleri ve Basra Körfezi üsleri hedef alınacaktır. Ankara, Irak’ta yaptığı hatayı tekrarlamayacaktır. İran nüfusunun ancak yarısının anadili Farsça’dır. Türkiye’den sonra Türkçe konuşan en büyük nüfus İran’da yaşıyor. 1925’e kadar İran’ı bir Türk hanedanı Kaçarlar, yönetiyordu. İran Türkleri’nin çoğu Âzerî grubundan ve Şîî-Câferi’dir. Horasan Türkmenleri, Sünnî-Hanefî’dir. Kürtler’e gelince, mahcubane kımıldanmalar var. Ama 1940’larda ilk Kürt devletinin, bugünkü Mes’ud Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani tarafından İran topraklarında kurulduğu unutulmadı. Mustafa Barzani 16 yıl Sovyet Rusya’da yaşadı. Başka kavimleri saymıyorum. CIA’nin İran’daki bu kavimlerle eskiden beri ve mutlaka günümüzde de derinlemesine meşgul olduğu biliniyor. Dünyanın en yoğun uyuşturucu yolu Afganistan’dan gelip İran’ı geçerek Avrupa’ya ulaşır. Kısacası Amerika, İran’ın Sırp milliyetçiliğinden ve Yugoslavya’dan daha güçlü bulunduğuna inanmıyor. İran, Irak’tan da fazla bölünmek tehlikesi ile karşılaşabileceğini biliyor. Üstelik dünya 3.’sü Irak’tan sonra dünya petrol rezervinde 2. olan İran’ın enerji kaynaklarının da Amerika’nın savaş masraflarını 27 karşılayacağı âşikârdır. İran şu şartlarla bu projeleri kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm edebilir: Dünyanın enerji deposudur, zaten epey münakaşa konusu da olan nükleer enerjiden vazgeçebilir. Zaten başarı şansı bulunmayan İsrail politikasından çekilir. Polis devleti durumundan kurtulup rejimini sür’atle liberalleştirebilir. Amerika ile sanıldığından daha kolay barışabilir. İtibarından, büyük kültüründen hiç kaybetmez. Daha saygın hâle gelir. Bunu yapabilecek mi? DIŞ BASIN ÖZETİ AB İNANCINI SÜRDÜRMEK Financial Times - 08 Kasım 2011 - İngiltere - Daniel Dombey Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, avronun sancılarına ve bazı AB üyesi ülkelerin Türkiye’nin üyeliğine coşkuyla bakmamasına karşın, ülkesinin AB’ye girme hevesini yitirmediğini söyledi. Gazetemiz geçenlerde Gül ile avro bölgesinin devam eden kargaşa ortamında görüştü. Gül, Türkiye’nin hem ekonomik hem de siyasi açıdan AB üyeliği isteğinin her zamankinden fazla olduğunu söyledi. Gül ayrıca AB kapıyı Türkiye’ye kapatsa da Ankara’nın AB ile uyumlu reformları sürdüreceği hususunda ısrar etti. Gül, “Bazı insanlar Türkiye’nin AB’ye yük olacağını düşünebilir ancak ben bunun tam tersini düşünüyorum: Türkiye, AB’nin büyümesinin motoru olacaktır.” diye konuştu. Türkiye yılın ilk yarısında yüzde 10,2 oranında büyüme kaydetti. Bu, özellikle avro bölgesinin hasta ekonomisiyle karşılaştırıldığında büyük bir oran. Gül, Ankara’nın ya AB üyesi olmaktan ya da müzakereleri başarıyla tamamlamaktan azını kesinlikle değerlendirmeyeceğini sözlerine ekledi. Ayrıca Türkiye, otomotiv ve uçak parçaları gibi uluslararası bakımdan rekabetçi sektörlerde şu anda birçok ürünü AB şartnamelerine göre imal ediyor. Bu anlamda ülke, AB standartlarını benimsemekte şimdiden epey yol katetmiş durumda. Gül şöyle konuştu: “AB üyelik müzakereleri sürecinin, AB ile ilişkilerimizin ayrıca reform sürecinin eş zamanlı olarak doğmasının ülkemizin demokratik standartlarını yükseltmekte ve ekonomimizi güçlendirmekte çok büyük bir rol oynadığına ve buna büyük bir katkıda bulunduğuna bütün kalbimle inanıyorum.” Gül sözlerine şunları ekledi: “Her zaman söylerim, çeşitli siyasi nedenlerden ve AB üyesi bazı ülkelerin dar görüşlü yaklaşımından ötürü üyelik müzakereleri durursa bizim devam etmemiz gerekir.” Ancak Gül, asıl meselesinden vazgeçmiş değil: “AB’deki dostlarımıza her zaman şunu söylerim: Hem ekonomik hem de demokratik yönden güçlü bir Müslüman ülke AB’ye girerse bu, sizin için avantaj mıdır dezavantaj mıdır? Önce bunu düşünün, sonra karar verin." 28