Tanıtım ve Medya Başkanlığı 11 Kasım 2011 Cuma GÜNLÜK BASIN

advertisement
Tanıtım ve Medya Başkanlığı
11 Kasım 2011 Cuma
GÜNLÜK BASIN RAPORU
1
GÜNDEM
11 KASIM 2011 CUMA
1- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi heyetini kabul
edecek. (Ankara/10.45)
2- TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Türkiye Genç İşadamları Derneği Başkanı Barış Aydın ve
beraberindeki heyeti kabul edecek. (TBMM/15.30)
3- 111 tesisin toplu açılış töreni...
- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti 10. Yıl Hatıra Ormanı dikim töreni ile Orman ve
Su İşleri Bakanlığının 111 tesisin toplu açılış törenine katılacak.
- Törende Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu da
bulunacak. (Ankara/13.30/14.30)
4- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, deprem bölgesinde incelemelerde
bulunacak. (Van)
5- AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Estonya Başbakanı Andrus Ansip tarafından
kabul edilecek.
- Bağış, Dışişleri Bakanı Urmas Paet ile görüşmesinin ardından ortak basın toplantısı yapacak.
- Paet tarafından verilecek çalışma yemeğine katılacak olan Bağış, Estonya
Parlamentosu'ndaki temaslarının ardından Eestürk Derneği'ni ziyaret edecek.
6- Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Kahramanmaraş'ta Göksu
yolu ve Ankara yolunda inceleme yapacak, ulaştırma çalıştay toplantısına katılacak ve valilik,
belediye başkanlığı ile AK Parti İl Başkanlığını ziyaret edecek.
(Kahramanmaraş/11.00-17.00)
- Yıldırım daha sonra Kurtuluş Savaşı'nda Nafiz Kotan tarafından orduya hediye edilen
uçağın yeni yapılan benzerinin Erzurum Havalimanı'ndaki açılış törenine katılacak.
(Erzurum/18.30)
11 KASIM 2011 CUMA GÜNDEM HABERLERİ
GÜNDEM
ULU ÖNDER ATATÜRK ANILDI
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, ölümünün 73'üncü
yılında düzenlenen etkinliklerle anıldı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Atatürk'ün çağını aşan
bir lider olduğuna dikkat çekerek, "İnsanlık Atatürk'ün eserine, gerçekleştirdiği dönüşümlere,
ülkenin kurtuluşu ve milletimizin yücelmesi için verdiği mücadeleye bugün büyük bir
hayranlık duymaktadır" dedi.
BAŞBAKAN ERDOĞAN: "RED VE İNKÂR ATATÜRK'ÜN MİLLET TARİFİNE
AYKIRI"
Başbakan Erdoğan, Mustafa Kemal'in "Millet, topyekûn manevi bir şahıs halinde ve tek bir
kitle olarak tecelli etti" sözlerini hatırlatarak, asimilasyon, red ve inkâr politikalarının
Atatürk'ün millet tarifine de "aykırı olarak", 1940'lardan sonra ortaya çıktığını ileri sürdü.
Erdoğan, "Bu ülkenin her bir ferdi birinci sınıf vatandaştır" dedi.
EKONOMİ
PİYASALAR
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Bileşik Endeksi günün tamamında 639 puanlık
düşüşle 55.540 puandan tamamladı. Hisse senetleri günlük ortalama yüzde 1,14 değer
kaybetti. İstanbul serbest piyasada, kapanış saatlerinde doların satış fiyatı 1,7850 lira, avronun
satış fiyatı 2,4270 lira oldu. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Tahvil ve Bono Piyasası
Kesin Alım Satım Pazarında işlem gören gösterge kâğıdı 17 Temmuz 2013 vadeli tahvilin,
2
bileşik faizi önceki kapanışa göre 0,04 puan azalarak 9,92'den kapandı. Bu tahvilin basit
getirisi yüzde 10.35 oldu. Bu tahvilin, aynı gün valörlü işlemlerinin önceki kapanışında basit
getirisi yüzde 9,96, bileşik getirisi yüzde 10,39 olmuştu.
TRAFİK CEZALARI ARTIYOR
Trafik cezaları, Maliye Bakanlığının yeniden değerleme oranı çerçevesinde yılbaşından
itibaren yaklaşık yüzde 10 oranında artacak. Yılbaşından sonra alkollü araç kullananlar 650
lira, kırmızı ışık ihlali yapanlar ile hız limitini aşanlar 154 lira ceza ödeyecek.
POLİTİKA
"KANITLARLA BİRLİKTE SUNULMALI”
CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne sahte belge gönderildiği
iddiasına Adalet Bakanlığı'ndan cevap geldi. Bakanlığın açıklamasında; "Bu kadar önemli bir
iddia kanıtları ile birlikte sunulmalı" denildi.
DÜNYA
İRAN'I VURMA TARİHİNİ İNGİLTERE VERDİ
İngiliz istihbarat yetkilileri, İsrail'in İran'ın nükleer silah geliştirmesinin önüne geçmek için
hızlı hareket edeceğini, bu yılsonunda ya da önümüzdeki yılbaşında saldırıya geçeceğini
savundu. İran'ın dini lider Ayetullah Ali Hamaney de, ülkesinin nükleer tesislerine saldırı
düzenlenmesi durumunda yanıtın ağır olacağını ABD ile İsrail'e bildirdi.
BERLUSCONİ'NİN EN GEÇ PAZARTESİ GÜNÜ İSTİFASI BEKLENİYOR
İtalya'da yeni ekonomik reformlar, Cumartesi günü mecliste oylanacak. İktidar partisi PDL
Genel Sekreteri Alfano, yasa kabul edildikten sonra istifa edeceği sözünü veren
Berlusconi'nin, Cumartesi ile Pazartesi arası istifasını sunacağını açıkladı.
İRLANDA'DAN İSRAİL'E: AKTİVİSTLERİ GÖNDERİN
Gazze'ye yardım götürmeye çalışırken İsrail'in müdahalesiyle durdurulan 'Saoirse' isimli
teknede 14 İrlandalı aktivist bulunuyordu.
YENİ BAŞBAKAN PAPADİMOS
Yunanistan'da, iktidardaki PASOK ve ana muhalefet Yeni Demokrasi'nin (ND) desteğiyle
oluşturulan işbirliği hükümeti açıklandı. Cumhurbaşkanı Papulyas, hükümeti kurma görevini
Lukas Papadimos'a verdi. Papadimos ise geniş katılımlı bir hükümet kurulmasının önem
taşıdığını söyledi.
CEPLERE FLASH DARBESİ
Photoshop ve Flash gibi yazılımlarıyla dünyanın önde gelen yazılım şirketlerinden biri olan
Adobe, radikal bir karar alarak mobil cihazlarda Flash Player desteğini çekeceğini duyurdu.
YAZILI BASIN ÖZETLERİ
’ın bazı haber başlıkları:
ATATÜRK ÜN HAYAL ETTİĞİ YERDEYİZ
Milli Kütüphane Konferans Salonu'nda düzenlenen Atatürk'ü Anma Töreni'nde konuşan
Başbakan Erdoğan, Türk milletinin, cumhuriyeti, Atatürk'ün ifadeleriyle, "muasır
medeniyetler seviyesine çıkarmak" için yoğun bir gayretin içinde olduğunu dile getirdi.
1923’te 50 milyon dolar olan ihracatın bugün 133 milyar dolara ulaştığını belirten Erdoğan,
şunları söyledi: "Kurtuluş Savaşı'nda cepheye mermi taşırken soğukta bebeğini kaybeden
Halime Çavuş'tan aldığımız güçle kendi uydumuz Göktürk'ü üretiyoruz."
3
Van'da okulların açılışı 5 Aralık'a ertelendi
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, "5 Aralık'a kadar okulların açışını tehir ediyoruz, sadece
Van ilinde" dedi. Dinçer, NTV'nin canlı yayınma telefonla katıldı. Van'da 7.2 büyüklüğündeki
depremin ardından okulların hasar tespitinin tamamlanıp tamamlanmadığının sorulması
üzerine Dinçer, şunları söyledi: "Erciş'te meydana gelen depremden sonra biz okullarımızın
tamamını gözden geçirmiştik zaten. Van Merkez, Muradiye ve Erciş'te toplam 459 civarında
okulumuz vardı. Onlardan sadece bir tanesi yıkılmıştı, ama yaptığımız tespitlerde toplam 20
okulumuzda eğitim yapılması çok doğru görülmemişti. Bu vesileyle biz diğer geri kalan
okullarımızı yeniden gözden geçirmiş ve eğitime hazır hale getirmiştik. Ancak artçıların
devam ediyor olması, orada çocuklarımızda tereddütler yaratıyordu. Hem de bu deprem
tereddütleri biraz pekiştirdi sanıyorum. Bu sebeple 5 Aralık'a kadar beklemenin uygun
olacağını düşünüyoruz."
TEK TEK İNCELENİYOR
Bazı binaların hasarları gizleyebildiğinin belirtilerek, okullarla ilgili yeni bir çalışma yapılıp
yapılmayacağının sorulması üzerine ise Dinçer, yine çalışacaklarını söyledi. Dinçer, daha
önce Ankara'dan giden 40 kişilik bir ekibin okulları tek tek incelendiğini ifade ederek, bu
depremden sonra okulların bir kez daha gözden geçirileceğini düşündüğünü kaydetti.
Dershane bombacısı müebbet yatacak
Diyarbakır'da 2008 yılında, 6'sı dershane öğrencisi 7 kişinin ölümüne neden olan bombalı
saldırının faili Erdal Polat'a verilen 9 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, Yargıtay 9.
Ceza Dairesi tarafından onandı. PKK'lı Onat'ın gerçekleştirdiği saldırıda, 12 Haziran
seçimlerinde AK Parti'den Diyarbakır milletvekili seçilen Oya Eronat'ın dershane öğrencisi
oğlu Eren Şahin de hayatını kaybetmişti. 9. Ceza Dairesi'ni kararında, Erdal Polat'ın şehir
merkezinde insanların çokça bulunduğu işlek bir caddede, hedeflediği askeri servis
otobüsünün geçtiği sırada, bomba yüklü aracı uzaktan kumandayla patlatarak, aracın
yakınında bulunan 7 kişinin ölümüne neden olduğunu hatırlatıldı. İnsanların yoğun olarak
bulunduğu bir caddede böylesine güçlü bir bombanın patlaması halinde çevredeki insanların
da öleceği sonucunun muhakkak olduğu belirtilen kararda, Polat'ın doğrudan kastla hareket
ettiğinin kabul edildiği kaydedildi.
’ın bazı haber başlıkları:
Kızıp masanın üstüne çıkalım ama sonuç olsun
AK Parti'nin ve hükümetin önemli isimlerinden Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat
Ergün, SABAH'ın konuğu oldu. AK Parti'nin yeni anayasa vizyonunu anlatan Ergün "12
Eylül anayasası 1 sene tartışılsaydı 30 senedir tartışmazdık" dedi ve yeni Türkiye'nin
anayasası için tüm tartışmalara açık olacaklarını söyledi. Ergün, 1787'de kabul edilen ABD
anayasasının eyalet eyalet tartışıldığını ve insanların kafelerde masa, sandalye üstüne çıktığını
anlatarak, "1787'den bu yana ABD anayasası var ve bu anayasada insan hakları ilerlemelerini
ekleme dışında değişiklik olmamış. Biz de anayasamızı 1 sene tartışalım. Tartışma hararetli
olsun. Kızıp masanın üzerine çıkalım" dedi. Dayatma olarak algılanmaması için anayasa
taslağı hazırlamadıklarını aktaran Ergün, bu nedenle uzlaşma komisyonu kurulduğunu anlattı.
Herkesin yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu konusunda mutabık kaldığını belirten Ergün, "ön
şartsız anayasa çalışmalarına başladık. 1982 anayasası üzerinde tartışmak, aleyhine konuşmak
yasaktı. 1982'de kabul edildi. 30 yıldır tartışıyoruz. 2 referandum ve defalarca değişim oldu
ama maddelerde uyum yok. Anayasanın özü özgürlükçü değil. Başlangıç metni metin mi
Allah'ım seversen? Başlangıç metnini okuyup bir defa da anlayan olsun alnında öpeyim. Yeni
4
anayasamızı özgürce tartışalım" diye konuştu. Türkiye'nin artık her şeyi tartışabilecek
olgunlukta olduğunu anlatan Ergün, BDP milletvekillerini örnek verdi. TBMM çatısında çok
uç fikirlerin de gündeme geldiğini hatırlatan Ergün, "Eskiden bunlar konuşulamazdı. 1991
parlamentosunda Kürt kökenli vekillerin konuşması ile 2011 parlamentosunda Kürt kökenli
vekillerin konuştukları mukayese edilirse 1991 çok masum kalır. Ancak bu konuşma
yüzünden başlarına gelmedik kalmamış" dedi.
TERÖR VE KÜRT SORUNU
AK Parti'nin açılımları sonrası Kürt sorununun ayrışma noktasına geldiğini savunan Ergün,
terörün Türkiye'nin hedefleri istikametinde ayağındaki en önemli ve en son pranga olduğunu
söyledi. Ergün, "Demokrasi açığı kapandıkça terör ve Kürt sorunu arasında ayrışma
belirginleşiyor. Terör, Kürt sorununun versiyonu olarak önümüzde durmak yerine Türkiye'nin
ileri gitmesini baltalamanın argümanı oluyor" değerlendirmesi yaptı. 1990'lı yıllarda
Güneydoğu'da oyların ağırlıklı olarak merkez partilere giderken bugün bölgede AK Parti ve
BDP'nin yalnız kaldığını hatırlatan Ergün, "AK Parti Diyarbakır'da ve İzmir'de aynı anda yer
alıyor. Türkiye'yi tüm yönleriyle ile kucaklayan siyasi parti olması açısından güvence" dedi.
"Belediyede çalışan şoförden çaycıdan oluşan bir mekanizma Diyarbakır Belediye Başkanı'nı
yargılıyorsa 'Doğru düzgün konuş. Açıklamaların işimize gelmiyor' diyorsa, o zaman
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı'nı sorununun çözümü için irade koyabilecek
muhatap olarak nasıl göreceğim" sorusunu soran Ergün, şöyle devam etti: "Kardeşim 'Hem
siyaset yapılsın diyorsun hem de siyaset yapan hapse konuluyor' deniyor. Siyasi aktör denilen
kişilerin iradelerinin nasıl ipotek altına alındığını göstermek lazım. Sen, birçok eleştiriye,
kuşkuya rağmen bu parlamentoda Türkiye anayasasını müzakere etmek için oturuyorsun. Bu
büyük şans. Bu şansı siyasi iradeye dönüştürün, öbür yapının talimatı ile hareket eden, oturun
dediği yerde oturan, kalkın dediği yerde kalkan model olursanız, insanlar 'Bunlarla konuşacak
bir şey yok' derler." Bakan Ergün, tutuklu vekiller sorunu için "Adam darbe teşebbüsü iddiası
ile yargılanıyor. O işin içinde mi değil mi bilmiyoruz. Darbe demokrasiyi ortadan
kaldırmaktır. Bu, demokrasi içinde olmak isteyenin yapacağı iş değil. Aday gösterilmeleri
doğru değildi. Seçildikten sonra Meclis'e gelmeleri makul karşılanabilir ama bunun faturasını
o siyasi parti topluma karşı ödesin" dedi. Ergün, "Yargılamanın hızlanması gerekir. Ancak
belli suçlar için tutukluluk süresinde adam o kadar ağır ithamla yargılanıyorsa mahkeme ne
yapacak? Örneğin, Hizbullah davasında uzun tutukluluk süresi bile kamu vicdanını tatmin
etmiyor" görüşünü savundu.
Letonyalı öğrencilere Erdoğan'ı anlattı
AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, dünyada birçok liderin bugün Libya'ya giderek
halka birlikte namaz kılabileceğini ve yine çok sayıda liderin Libya'da demokrasi ve laiklikten
bahsedebileceğini belirterek "Ama Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan başka bunların
ikisini aynı anda yapabilecek başka lider var mı?" diye sordu. Riga ziyaretine Letonya
Üniversitesinde verdiği konferansla başlayan Bağış, dersine eşlik ettiği siyaset bilimi
profesörü Daunis Aures'in teklifi üzerine saatler 9'u 5 geçerken tüm öğrencilerle birlikte saygı
duruşunda bulundu. Yaptıkları bu jest için Aures ve öğrencilerine teşekkür eden Bağış,
"Atatürk, kuruluşundan 20-30 yıl önce Avrupa Birliği fikrini gündeme getiren büyük bir
liderdir" dedi. Türkiye'nin AB üyelik sürecini de anlatan Bağış, ne sadece ekonomik ne de
sadece siyasi bir birlik olarak gördükleri AB'nin temelde bir barış projesi olduğunu söyledi.
AB'nin Türkiye'ye 'hayır' demesinin Arap ülkelerindeki milyonlarca gencin hayalini de
dumura uğratacağına dikkat çeken Bağış, şöyle dedi: "Dünyada birçok lider bugün Libya'ya
giderek halka birlikte namaz kılabilir. Yine çok sayıda lider Libya'ya gidip demokrasi ve
laiklikten bahsedebilir. Ama Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan başka hangi lider aynı anda
her ikisini birlikte yapabilir?" Bağış, Libya'da Erdoğan için onbinlerin toplandığını hatırlattı.
5
’ın bazı haber başlıkları:
RET VE İNKAR POLİTİKASI 1940'TAN SONRA BAŞLADI
HERKES 1. SINIF VATANDAŞ
Bu ülkenin her ferdi 1. sınıf vatandaştır. Herhangi bir ayrımcılığı ve eşitsizliği asla kabul
etmeyiz. Terörün bertaraf edilmesi ve Türkiye üzerine oynanan kirli hesapları bozmak ancak
böyle mümkün olacaktır.
ASİMİLASYON CUMHURİYETE AYKIRI
Türkiye çok renklilik, birlik temelleri üzerinde yükselmişti. 19401 ardan sonraki asimilasyon,
ret ve inkar politikaları Cumhuriyetin kuruluş felsefesine ve Atatürk'ün millet tarifine
aykırıdır.
Başbakan Erdoğan, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından Milli Kütüphane
Konferans Salonu'nda düzenlenen Atatürk'ü Anma Töreninde tüm badirelere, engelleme ve
yavaşlatma çabalarına, tüm müdahale ve kesintilere rağmen cumhuriyetin dimdik ayakta
olduğunu söyledi. Erdoğan, son dönemde gerçekleştirilen büyük reform ve yatırımlarla
Türkiye'nin ulaştığı seviyenin "başta Gazi Mustafa Kemal olmak üzere Cumhuriyetin
kurucularının" hedefledikleri seviye olduğunu kaydetti.
Kuruluş felsefesine aykırı
"Cumhuriyetimizin banisi" dediği, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, 1929 yılında el yazısıyla
kaleme aldığı satırları paylaşan Erdoğan, bu satırların esasen, Türkiye Cumhuriyeti'nin hangi
ruh ve esaslar üzerine kurulduğunu, nasıl bir millet tarif ve tasavvuruyla inşa edildiğini ortaya
koyduğunu söyledi. Erdoğan, şunları kaydetti: "Atatürk'ün de çok net bir biçimde ortaya
koyduğu gibi, millet, aynı ırkın, aynı kabilenin, aynı kavmin mensupları değil, geçmişleri ve
gelecekleri müşterek olan, sevinçleri, hüzünleri ve ümitleri ortak olan, yek vücut olarak kader
birliği eden bir cemiyettir. Atatürk'ün bu millet tanımı ve tasavvuru, ilk Meclis'te çok somut
olarak tezahür etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, işte, bu millet tanımından yola çıkılarak, çok
renklilik, birlik, kardeşlik ve dayanışma temelleri üzerinde yükselmişti. 1940'lardan sonra
ortaya çıkan asimilasyon, ret ve inkar politikaları, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesine
olduğu kadar, Atatürk'ün millet tarifine de bütünüyle aykırıdır."
KURBAN İÇİN GELMİŞLERDİ
Van'daki 5.2'lik deprem, aylar önce 9.0’1a sarsılan Fukuşima'da yasayan ve Kurban
Bayramı'nda depremzedelere yardım için gelen Japon kurtarma ekibini de vurdu. Enkazda
Türkçe yardım istedi
Japon yardım ekibinden Yumeka Ota, Miyuki Konnai ve Atsushi Miyazaki dışarıdan sağlam
görünmesine rağmen yerle bir olan Bayram Otel'in enkazında kaldı. 3 kişilik ekibin yeri
Konnai'nin 'Kimse var mı' çağrısına Türkçe Var' karşılığını vermesi sayesinde bulundu.
Hayat kurtardı kendisi öldü
Konnai’nin ilk sözü 'Türkiye'yi seviyorum' oldu. Enkazdan sağ çıkarılan doktor Atsushi
Miyazaki ise kurtarılamadı. Ekip, kurtarma çalışmaları bitmesine rağmen ülkesine dönmemiş
ve aralarında para toplayarak kestirdikleri kurbanı depremzedelere dağıtmıştı.
KURTARMA REKORU KIRDILDI, 27 KİŞİ KURTARILDI
Ekipler arama kurtarma çalışmalarında dünya istatistiklerini alt üst eden başarılara imza attı.
Enkazdan 27 kişiyi sağ çıkaran ekipler dünya ortalaması 17 kişi olan kurtarma istatistiğini
yüzde 75lere yükseltti.
Eski vekil Bahri Zengin vefat etti
Eski Saadet Partisi İstanbul Milletvekili Bahri Zengin, vefat etti. Has Parti'den yapılan yazılı
açıklamada, bir suredir kanser tedavisi gören Has Parti GİK üyesi ve yazar Zengin'in
6
Ankara'da hayatını kaybettiği belirtildi. Zengin'in cenazesinin bugün Ankara'dan kaldırılacağı
kaydedildi. Mavera dergisini kuran ve genel yayın yönetmenliğini yapan Zengin, Saadet
Partisinden İstanbul milletvekilli seçildi. Has Parti'nin kurucularından olan Zengin, partinin
GİK üyesiydi. Öte yandan Başbakan Erdoğan Zengin'in eşini arayarak başsağlığı dileklerinde
bulundu.
Krizdeki ülkelerin müsrif liderleri
Avrupa’da mali krizle boğuşup kemer sıkma politikası uygulamaya hazırlanan ülkelerin
liderleri G20 zirvesinde bir gecelik konaklama için otellere ortalama 30 bin dolar ödedi.
Avrupa bölgesinin ekonomik olarak en rahat iki ülkesinin liderleri ise G20 zirvesinde 2 bin
dolar otel ücreti ödemesi dikkat çekti. G20 zirvesinde en yüksek otel ücretini Fransa
Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy öderken, en az ücreti Başbakan Tayyip Erdoğan ve İngiltere
Başbakanı David Cameron ödedi. Fransa ekonomik krizden kurtulmak için yem kemer sıkma
politikalarını devreye sokmaya hazırlanırken, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin geçtiğimiz
hafta düzenlenen G20 zirvesinde ödediği bir gecelik otel masrafı tepkilere sebep oldu.
Sarkozy, katılımcı 20 ülke lideri arasında geceliği 37 bin euro ile en yüksek ücreti ödeyen
isim oldu. Sarkozy'nin konakladığı Majestıc de Cannes oteli Fransa'nın turistik şehri Can
nes'in en lüks oteli olarak biliniyor. Carlton Voısin otelinde kalmayı tercih eden ABD Başkanı
Barack Obama bir geceliğine ödediği 35 bin Euro ile ikinci sırayı alırken, ekonomik krizin en
çok sarstığı ülkelerin başında gelen ve gelecek seçimlerde tekrar aday olmayacağını söyleyen
İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ise gecelik 29 bin Euroluk oda ücreti ile üçüncü sırayı aldı.
Erdoğan en az ödeyen 2. lider oldu
Toplantıya katılanlardan Çin Devlet Başkanı Mu Jintao ise geceliği 11 bin 600 Euro olan
Cray d'Albion otelinde kalmayı tercih etti. Fransa'nın tatil bölgesi Cannes'te gerçekleşen G20
zirvesinde liderler arasında en düşük ücreti ödeyen ikinci isim Başbakan Erdoğan oldu.
Erdoğan, Hotel Martinez'e geceliğine 2 bin 600 euro ücret ödedi. Zirvede liderler arasında en
düşük ücreti ödeyen isim ise kaldığı Marriot Oteli'ne gecelik bin 950 euro ödeyen İngiltere
Başbakanı David Cameron oldu. Avrupa'daki mali krizin vurduğu ülkelerin liderlerinin
yanında krizden en az etkilenen iki ülke İngiltere ve Türkiye'nin liderlerinin bu tutumu dikkat
çekici bulundu.
’ın bazı haber başlıkları:
ATATÜRK'Ü ANARKEN GÜÇLÜ TÜRKİYE VURGUSU
Devletin zirvesi, Atatürk'ü anma törenlerinde Türkiye'nin geldiği noktanın altını çizerken,
birlik mesajı verdi. Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye'nin son yıllarda gerçekleştirilen köklü
reformlarla önemli bir değişim sürecine girdiğini vurguladı. Başbakan Erdoğan da, yeni
anayasada bireyi ve özgürlükleri öne çıkararak terörü bertaraf edeceklerini kaydetti. Türkiye
Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün ebediyete intikalinin 73. yılında
düzenlenen törenler devletin zirvesini bir araya getirdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül
başkanlığındaki devlet erkânı, ilk olarak Anıtkabir'de mozoleye çelenk koydu. Atatürk'ün
manevî huzurunda 2 dakika saygı duruşunda bulundu. Buradaki törene Cumhurbaşkanı Gül,
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Necdet Özel, CHP Genel Başkam Kemal Kılıçdaroğlu, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim
Kılıç, Yargıtay Başkanı Nazım Kaynak, Danıştay Başkanı Hüseyin Karakullukçu, Bakanlar
Kurulu üyeleri, kuvvet komutanları, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Ankara Valisi
Alaaddin Yüksel, siyasi partilerin temsilcileri, bürokratlar ve diğer devlet erkânı yer aldı.
Devlet erkânı buradan Milli Kütüphane'deki anma programına katildi. Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu tarafından düzenlenen programda konuşan Cumhurbaşkanı Gül,
7
ağırlıklı olarak Gazi'nin güçlü liderlik özellikleri üzerinde durdu. Cumhurbaşkanı, Atatürk'ün
yenilikçi, reformist kişiliğiyle insanlığın saygısını kazandığını belirtirken, Türkiye'nin
modernleşme çabalarının son yıllarda gerçekleştirilen köklü reformlarla daha da ivme
kazandığını, ülkenin önemli bir değişim ve dönüşüm sürecine girdiğini vurguladı. "İnsanlık
Atatürk'ün eserine, gerçekleştirdiği dönüşümlere, ülkenin kurtuluşu ve milletimizin yücelmesi
için verdiği mücadeleye büyük bir hayranlık duymaktadır." diyen Gül, sözlerini şöyle
sürdürdü: "Halkın serbestleşme ve değişim taleplerini karşılamayı amaçlayan cesur adımlar
ülkenin önünü açmıştır. Dünyada krizlerin yaşandığı bir dönemde ekonomimiz kırılganlıklara
karşı daha dayanıklı hale gelmiş, rekabet gücü yüksek bir yapıya kavuşmuştur. Bunun altını
özellikle çizmek isterim, ekonomik gücün ülkenin itibarıyla doğrudan bağlantılı olduğu göz
önüne alınırsa bu söylediklerim daha iyi anlaşılacaktır. Evrensel ilke ve değerleri benimseyip
uygulamak, Türk milletini daha büyük atılımlarla yüceltmek ve Cumhuriyet'imizi
demokrasiyle taçlandırmak konusunda güçlü bir iradeye sahibiz. Bu süreçte ülkemizi
geleceğe taşıyacak yapısal reformların aksatılmadan hayata geçirilmesi temel önceliğimizdir.
Halkın beklentileri doğrultusunda yeni ve özgürlükçü bir anayasanın yapılması ülkemizi daha
da güçlendirecektir. Diğer yandan insan haklan ve temel hürriyetlere saygı ile hukuku her
şeyin üzerinde tutan bir anlayışın hâkim kılınması ve uygulamalardan kaynaklanan sıkıntıları
ortadan kaldırmak için gerekli olan zihniyet dönüşümünün gerçekleştirilmesi Türkiye'nin
itibarını daha da yüceltecektir."
Hasar tespit çalışmalarına bugün başlanacak
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız,
Bayram Oteli'nin enkazından yaralı olarak çıkarılan Japon Miyuki Konnai'yi, kontrol için
geldiği hastanede ziyaret etti. Atalay, hastane çıkışında gazetecilere açıklamalarda bulundu.
Bir soru üzerine Atalay, "Van'da ilk depremden sonra, Van, Erciş ve köylerde geçici bir hasar
tespiti yapılmıştı. Buna 'ön hasar' diyoruz. Oturulmaz yerleri daha kısa sürede tespit ederek
vatandaşların orada oturmamalarını esas alıyoruz. Kalıcı hasar tespitine bugün başlanacaktı.
Artık onun bir anlamı kalmadı. Depremden sonra yeniden Van ilimiz için hasar tespiti
yapılacak. Burada fazla hissedilmesinin sebebi ise merkezinin burası olması. Yarından
itibaren ekipler, Van'da baştan sona hasar tespitine başlayacaklar." ifadelerini kullandı.
Uyuşturucu tacirleri sigaraya yöneldi, devlet düğmeye bastı
Hükümet, 'Tütün ve Tütün Mamulleri Kaçakçılığı ?31 ile Mücadele Eylem Planını
açıklayarak kaçak sigara ile topyekün mücadele başlattı. Ekonomiden sorumlu Başbakan
Yardımcısı Ali Babacan başkanlığında Maliye Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı,
Emniyet Genel Müdürlüğü, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı,
Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kumlunun (TAPDK) katılımıyla yapılan toplantılar
neticesinde eylem planı kabul edilerek yürürlüğe girdi. Devletin böyle bir eylem planı
hazırlamasının arkasında çarpıcı rakamlar yatıyor. Sigara kaçakçılığı, son yıllarda suç
örgütleri tarafından o kadar cazip hale geldi ki uyuşturucu kaçakçıları bile sigaraya
yönelmeye başladı. Emniyet Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire
Başkanlığı verilerine göre daha önce uyuşturucu işi yapan 1.250 kişi sigara kaçakçılığına
kaydı. Bunun sebebi, sigaradaki gelirin daha fazla olması, daha az sermaye gerektirmesi ve
riskinin daha az olması. Her bir sigara paketinin yüzde 82'si vergi. Dolayısıyla kaçak
sigaradaki gelir oranı çok yüksek. Ayrıca sigara kaçakçılarının yüzde 90'ı hapis cezası
almadan kurtuluyor. Eylem planı ile birlikte 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda
değişiklik yapılarak cezaların artırılacağı belirtiliyor. Ayrıca 6 bin liradan 60 bin liraya kadar
idari para cezalarının da getirilmesi gündemde. Yeni eylem planının getirdiği yeniliklerden
biri de uyuşturucuda olduğu gibi sigara kaçakçılığında da ihbar mekanizmasını harekete
geçirecek olması.
8
Köyünden AK Parti'ye oy çıkarsa, canından olursun!
PKK terör örgütünün seçimler öncesinde Doğu ve Güneydoğu'da millete nasıl zulmettiği,
tehditler yağdırdığı Zaman'ın ele geçirdiği bir mektupla deşifre oldu. Terör örgütü tarafından
Bingöl'ün köyünde bir sahsa gönderilen mektupta su ifadeler kullanılıyor: "Köyünden çıkacak
her AKP'ye gidecek oydan sen mesulsün. İçine gireceğin yanlış tavır olursa karşılığı artık mal
olmaz. Can olur!"
’ün bazı haber başlıkları:
Çiçek'le Erdoğan'dan mini zirve
TBMM Başkanı Çiçek, Başbakan Erdoğan'ı kabul etti. 2 saat süren görüşmede, Başbakan
Yardımcısı Bozdağ, Adalet Bakanı Ergin, Gençlik ve Spor Bakanı Kılıç ile AK Parti Grup
Başkan Vekili Ünal da hazır bulundu.
’ün bazı haber başlıkları:
'HASTALARI ÇEVRE İLLERE NAKLEDİYORUZ'
Deprem bölgesine gelen ve yaralıları ziyaret eden Sağlık Bakanı Recep Akdağ, çevre illerden
ilk anda 50'ye yakın ambulans ve 250'ye yakın sağlık personelinin yola çıktığını söyleyerek,
hastaların mümkün olduğunca çevre illere nakledildiğini söyledi.
TSK 168 PERSONEL GÖREVLENDİRDİ
Genelkurmay Başkanlığı, önceki akşam Van'da meydana gelen depremin ardından arama
kurtarma faaliyetleri için özel eğitimli toplam 168 personel ile gece görüş kabiliyetine sahip 4
helikopterin görevlendirildiğini açıkladı.
30 ile yeni emniyet müdürü atandı, 17 müdür merkezde
Resmi Gazete'de yayımlanan kararnameyle 30 ilin emniyet müdürü değişti, 17 kentin emniyet
müdürü merkeze çekildi. Kararnameyle Başbakan Erdoğan'ın memleketi Rize'ye eski Antalya
Emniyet Müdür Yardımcısı, istihbarat ve terör uzmanı Hüseyin Yenice atandı.
BURSA TARAFTARI YAKTI
Bursa-Beşiktaş maçı öncesi sokaklarda taşkınlık yapan taraftara yönelik tedbir almamakla
suçlanan Emniyet Müdürü Halil Yılmaz merkeze çekildi. Muş Emniyet Müdürlüğü'ne ise
Ankara'da uzun yıllar istihbarat şube müdürü ve istihbarattan sorumlu emniyet müdür
yardımcısı olarak görev yapan Muharrem Durmaz getirildi. Tekirdağ Emniyet Müdürü
Necdet Çelikbilek de merkeze çekildi. Asayiş şube müdürü ile birlikte bir vatandaşı dövdüğü
iddia edilen Çelikbilek hakkında sahte belge hazırladığı için soruşturma açılmıştı. Uşak
Emniyet Müdür Cafer Şahin ise gurbetçi bir aile ile ilçede yaşayan bir grup arasında yaşanan
olaylara müdahalede gecikmesi nedeniyle merkeze alındı.
’in bazı haber başlıkları:
Bugün 111 açılış yapılacak
Dünyayı saran' 11.11.11' çılgınlığına, hükümet de katılıyor. Bu özel tarihte evlenmek
isteyenler nikah salonlarını doldururken, hükümet de 111 tesisin açılışını yapacak. Orman ve
9
Su İşleri Bakanlığı'na bağlı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Meteoroloji Genel Müdürlüğü,
Orman Genel Müdürlüğü, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nün tamamladığı
111 tesis, 11.11.11 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılacak. Geçen yıl
da 10.10.10 tarihinde, 110 tesisin açılışı yapılmıştı.
8.3 milyar yatırım bedeli
Bugün, birçok şehirde baraj ve göletler, hidroelektrik santraller, taşkın koruma, sulama
tesisleri, kent ormanları, meteoroloji radarları gibi 111 tesis hizmete girecek. Toplam maliyeti
8 milyar 365 milyon lira olan 111 tesis, 5 baraj, 48 hidroelektrik santrali, 12 dere ıslahı ve
taşkın koruma tesisi, 5 gölet, 11 sulama tesisi, 10 içme suyu tesisi, 3 meteoroloji radarı, 5
otomatik meteoroloji gözlem istasyonu, 6 kent ormanı, 6 milli parktan oluşuyor. Bu tesislerle
yılda 7 milyar 100 milyon kilovat saat elektrik üretilmesi, 721 bin 153 dekar tarım arazisinin
sulanması, yılda 124 milyon metreküp içme-kullanma suyu sağlanması, 2 il 16 ilçe, 43 köy ve
23 bin 350 dekar arazinin taşkından korunması bekleniyor. Açılış bugün saat 14.00'te Ankara
Atatürk Kapalı Spor Salonu'nda yapılacak.
48 HES açılıyor
Bugün açılacak tesisler arasında, temelden 218 metre yüksekliğiyle Türkiye'nin en yüksek,
Avrupa'nın 6'ncı yüksek barajı Karaman Ermenek Barajı'nın hidroelektrik santrali de yer
alıyor. 302.4 megavat kurulu gücündeki Karaman Ermenek HES üe yılda yaklaşık 1.2 milyar
kilovat saat elektrik üretilmesi bekleniyor. Bugün ayrıca özel sektör tarafından tamamlanan
47 adet HES de hizmete açılıyor. Konya Gembos Derivasyonu'yla yıllık 130 milyon metreküp
suyun, 15 bin 769 metre uzunluğundaki kanallarla Beyşehir Gölü'ne aktarılarak, 30 bin 400
dekar arazinin sulanması ve 68 bin 558 metre uzunluğundaki BSA Kanalı'yla da Suğla
Depolaması'na ve Konya Çumra Ovası'na su verilmesi planlanıyor. Bodrum başta olmak
üzere Adıyaman, Ağrı, Bayburt, Çankırı ve Isparta'ya temiz ve sağlıklı içme suyu temin
edecek tesislerin açılış töreni de bugün gerçekleşiyor. Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli
Parkı'nda da bazı açılışlar yapılacak.
’in bazı haber başlıkları:
Çelik: Ön tespit yapılmış, kesin tespit aylar alır
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, onlarca kişinin enkazı altında kaldığı
Bayram Oteli'nin, hasarlı olduğu halde faaliyetine devam etmesiyle ilgili eleştirileri yanıtladı.
CNN Türk'ün canlı yayınına katılan Çelik, bu soruyu kendisinin de deprem uzmanlarına
sorduğunu söyleyerek, "Ben bunun uzmanı değilim. Ancak binayla ilgili ön hasar tespiti
yapılmış olması deprem dayanıklılık testi değildir. Van 1 milyon 50 bin nüfuslu. Bütün
binalarla ilgili depreme dayanıklılık testinin yapılması aylar alan prosedür gerektirir.
Yapılacak testler de binanın taşıyıcı kolonlarında ciddi manada hasar var mı diye bakılır"
dedi. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Bayram Oteli'nin hasarlı
olduğunun bilindiği ve bu olayın 'cinayet olduğu'nu, Van Belediye Başkanı'nın yazılı
başvurusuna rağmen Bayram Oteli'nin valilik tarafından dikkate alınmadığını söylemişti.
Çelik ise "bunun gerçeği yansıtmadığını" söyledi.
'O oteli çocukluğumdan beri bilirim'
Vanlı olan Çelik, "Bayram Oteli, çocukluk yıllarımdan bilirim. Bina eski bir bina. 23 bina
mühürlenmiş, onlar çöktü can kaybı yok. Öyle yoldan geçen mimar sağlam dedi olmaz" diye
konuştu. Van'a 70 bin çadır getirildiğini belirten Çelik, "Türkiye'nin çadır stoku bu.
Çadırkentler kuruluyor. Binasında çizik dahi olmayanlar da çadır istiyor" dedi. Çelik, 'günün
ideolojik rant elde etme günü olmadığını, el birliği ile yangını söndürüp, kimin çıkardığının
ise sonra tartışılması gerektiğini' sözlerine ekledi.
10
22 'molotof' zanlısı yakalandı
PKK'nın gençlik yapılanmasına yönelik yapılan operasyonda 22 kişi gözaltına alındı. Örgüt
içinde gezici eylem komitesi olarak faaliyet göstermekle suçlanan zanlıların 16 ayrı eylemde
aralarında bir akaryakıt istasyonunun bulunduğu çok sayıda aracı ve işyerini molotofkokteyli
atarak, benzin dökerek ateşe verdikleri, sopalarla kırıp döktükleri, halk arasında büyük panik
yaşanmasına neden olup etnik çatışma çıkarttıkları öne sürüldü. Son olarak cumartesi akşamı
Zeytinburnu AK Parti0 İlçe Binası'nı Molotof kokteylleriyle ateşe verdikleri belirtilen
zanlıların MOBESE kameralarına yakalandığı öğrenildi. Yüzleri örtülü zanlıların 1520 kişilik
gruplar halinde hedeflere saldırdığı görüldü.
’ın bazı haber başlıkları:
Fazla kilolar evlileri seviyor
Sağlık Bakanlığı'nın kendi çalışanları arasında yaptığı araştırmadan ilginç bir sonuç çıktı. 66
bin 761 sağlık çalışanının büyük bir kısmının kilosu obeziteye savaş açan Sağlık Bakanı
Recep Akdağ'ı sevindirecek biçimde normal. Ancak evli sağlık çalışanları riskli grupta. Obez
gruba girenlerden evli olanlar, bekarların iki katı çıktı. İşte o araştırmadan diğer çarpıcı
sonuçlar....
Çalışmaya katılan sağlık çalışanlarının yüzde 35.4'ü sigara içerken, yüzde 63’ü içmiyor.
Çalışan kadınlarda 31-40 yaş grubu, erkeklerde ise 41-50 yaş grubu kilo konusunda riskli.
İlköğretim mezunu sağlık çalışanlarının yüzde 42.2'si fazla kilolu, yüzde 20.5'i obez. Sağlık
çalışanlarının yüzde 53.8'i normal kilolu. Obezite oranı ise yüzde 10.
Fazla kilolu evli çalışanların oranı yüzde 37.7, fazla kilolu bekarların oranı ise yüzde 21.8.
Evlilerde obezite yüzde 12.7, bekarlarda yüzde 6.2.
Ara öğün konusunda kadınlarda ikindi ara öğün tüketme k durumu, erkeklere göre yüksek
çıkarken erkeklerde ise ara öğün tüketme durumu kadınlara göre daha yüksek çıktı.
’ın bazı haber başlıkları:
'Bedelli 30 yaş üstü 10 bin Euro olabilir'
TBMM Milli Savunma Komisyonu Başkanvekili AKP'li Ünal, bedelli askerliğin ipuçlarını
VATAN'a açıkladı. Ünal, yaklaşık 100-150 bin kişinin yaralanmasının beklendiği bedelli
askerliğin en kısa sürede uygulamaya sokulmasından yana olduğunu da söyledi.
Kulislerdeki iddialara göre ise bedelli askerlik konusunda geçmişteki uygulamalardan farklı
ve seçenekli bir model üzerinde çalışılıyor:
Bedelli askerlik, yaş gruplarına göre iki ana kategoride uygulanacak. Kategoriler 30-40 yaş
grubu ile 40'ın üstündeki yaş gruplarından oluşacak. Ancak son anda Milli Savunma Bakanı
İsmet Yılmaz'ın 20'li yaşları telaffuz etmesi üzerine kulislere yayılan iddialara göre 27-30 yaş
grubu kategorisinin de bedelli uygulamasına dahil edilmesi ihtimali güç kazandı. Geçmiş
dönemlerdeki bedelli askerlik uygulamalarında gelen başvuru miktarının sürekli olarak
beklentilerin çok altında kalmasının da dikkate alınacağı ve bu seferki uygulamada yaş
sınırının olabildiğince alta çekilebileceği beklentisi oluştu.
27-40 yaş arasındakiler bedel ödemeye ek olarak 21 günlük temel askerlik eğitimi alacak.
40 yaş üstündekiler için ise seçenekli sistem düşünülüyor. 40 yaş altındakilerden daha yüksek
belirlenecek tutarı ödeyenler 21 gün temel askerlik eğitimi alacak, ancak temel askerlik
eğitimi almak istemeyenler daha da yüksek bedel ödeyecek ancak temel askerlik eğitiminden
muaf tutulacak.
11
Maddi durumu bedel ödemeye müsait olmayanlar için farklı ödeme seçenekleri uygulanacak.
İsteyenler banka kredisi ile defaten ödeme yapabilecek, isteyenlere taksitli ödeme imkanı
sağlanacak. ? Bankaya borçlanmak istemeyenler veya kredi kullanma hakkı olmayanlar,
kamuya borçlanabilecek. Bunun için devlet kurumlarında çalışacaklar ve askerlik bedelini bu
çalışma karşılığında taksitle ödeyecekler. Bu şekilde çalışacak olanlar, bedel ödemelerini
tamamladıklarında kamudaki görevleri de sona erecek.
Taksitle ödeme imkanının, kamuda çalışmak istemeyenlere de tanınması, ancak bu durumda
taksitlere vade farkı uygulanması formülü üzerinde de duruluyor.
Bedel tutarları konusunda nihai kararı Başbakan verecek. Ancak teknik düzeydeki
çalışmalarda 27-30 yaş grubu için 7 bin 500 veya 10 bin Euro, 30-40 yaş grubu için 10 veya
15 bin Euro, 40 yaş üstü için de 15 bin veya 20 bin Euro ihtimalleri değerlendiriliyor. 21 gün
temel askerlik eğitimi almak istemeyen 40 yaş üstü için ise 20 bin Euro'dan daha yüksek bir
bedel belirlenebileceği konuşuluyor.
’in bazı haber başlıkları:
Yabancı doktor özele yaradı
Sağlık Bakanlığı'nın yabancı hekim çalıştırma izni, özellere nefes aldıracak. Özel hastanelerin
uzman hekim açığı, yabancı doktorlara çıkan çalışma izni ile kapanacak. Bakan Recep Akdağ,
hekim açığının yarısı kadar yabancı hekim çalıştıracak olan özel hastanelere kadro
verileceğini söyledi. Böylece 10 hekim açığı olan bir hastane 5 yabancı doktor istihdam
edebilecek.
Bedelli için son viraj
Bedelli askerlikle ilgili bir açıklama da Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'tan geldi. Bayram
tatili sonrası Ankara'ya dönen Arınç, mola verdiği Bolu'da gazetecilere önemli açıklamalarda
bulundu. Arınç, yılbaşına kadar bedelli askerlikle ilgili önemli gelişmeler olacağını belirtti.
Başbakan Yardımcısı Arınç, şunları söyledi: "Ben de geçmiş yıllardan beri bedelli askerliği en
çok konuşan bakan olarak gelişmelerden memnunum. Bayram sonrasında, yılbaşına kalmadan
bu konuda bir gelişme olacak. Yaş konusu kanunda ayrıca gösterilecek. Çok sayıda insanın
belirli bir bedel mukabilinde askerliğini yapmış sayılması kanunlaşmış olacak. Bunu da
umutla bekliyoruz. Bizim beklediğimiz gibi binlerce insanımız da bekliyor." Bu arada
bankalar da bedelli için hazırlıklarım yapmaya başladı. Bankalar 60 aya kadar vade ve düşük
faiz oranlarıyla bedelli kampanyası hazırlıyor.
’nin bazı haber başlıkları:
HAYALET FAY!
Türkiye'yi acıya boğan 7.2'lik ve 5.6'lık depremlerin ortak özelliğini yetkililer açıkladı: İki
deprem de daha önce 'görülmemiş fay'da oldu. Van, 7.2'lik depremden 17 gün sonra bu defa
5.6 ile sallandı. İki depremin ardından "hayalet fay" tartışması başladı. 23 Ekimdeki şokun
ardından bölgede inceleme yapan yetkililer, "Yüzeyde herhangi bir faya rastlamadık"
açıklamasını yapmıştı.
Deprem riski devam ediyor
Rasathane yetkilileri, bu durum için "Türkiye'de bir ilk" demişti. Yine bilinmeyen bir fayın
hareket ettiğini belirten uzmanlar, "Bu bölgede haritalanmış fay yok. Son deprem de gömülü
bir fay. Bunlar risk taşıyabilir" ifadesini kullandı.
12
Komşu çareyi Türkiye'de arayacak
Borç batağına saplanan Yunanistan çareyi Türkiye'de arayacak. Atina, kriz öncesinde
planlanan Türkiye-Yunanistan yüksek düzeyli işbirliği konseyi toplantısının yapılmasını
istedi. İki ülke arasındaki yüksek düzeyli iş birliği konseyi Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın geçtiğimiz yıl mayıs ayında gerçekleştirdiği Atina ziyareti sırasında toplanmıştı.
Toplantıda iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi için 22 anlaşma imzalanmıştı.
Erdoğan sözünü tuttu ilk kepçe Rize'ye gitti
Deprem ve sel felaketlerine karşı kentsel dönüşüm seferberliği başlatan hükümet işe Rize'den
başlıyor. Kaçak bölgelerdeki yıkımda kimsenin gözünün yaşına bakılmayacak Deprem ve sel
gibi afetlerde can ve mal kaybına sebep olan kaçak yapılaşmaya karşı kapsamlı bir kentsel
dönüşüm başlatılıyor. Bu kapsamda ilk kazma, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın memleketi
Rize'den başlayacak. Kaçak yapılaşma ve gecekondunun olduğu bölgelerde, gerekirse mülk
sahibine bile sormadan kamulaştırma yapacaklarım söyleyen Başbakan Erdoğan, sözünü
tutuyor. "Bedeli ne olursa olsun, oy verirmiş vermezmiş biz bunları dinlemeyeceğiz artık"
sözleriyle kararlılığını açıklayan Erdoğan, kentsel dönüşüm seferberliğini memleketi Rize'den
başlattı. Başbakanlık Toplu Konut idaresi Başkanlığı (TOKİ) ile Rize Belediye Başkanlığı
arasında imzalanan protokolle, Rize merkezinde ilk etapta 9 hektarlık alanda kentsel dönüşüm
ve gelişim projesi uygulanacak.
AK Parti Milletvekili Nabi Avcı Odunpazarı’nda zabıta ekipleri ile buluştu
Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı ve AK Parti Eskişehir Milletvekili
Prof. Dr. Nabi Avcı Odunpazarı Belediyesi tarafından düzenlenen programda belediye zabıta
ekipleri ile bir araya geldi. Odunpazarı Belediye Başkanı Burhan Sakallı ile birlikte katıldığı
etkinlikte zabıta ekiplerine hazırlanan eşofman takımlarını ve spor ayakkabıları armağan eden
Avcı, Başkan Sakallı'dan zabıta müdürlüğü çalışmaları hakkında bilgi aldı. Zabıtalar
tarafından büyük ilgi ile karşılanan Avcı yaptığı konuşmada spora büyük önem veren zabıta
müdürlüğü ekiplerini kutladığını ifade etti.
KÖŞE YAZARLARI
GAZETESİ
ALİ BAYRAMOĞLU
Hava Bulutlu...
Sorunların çözümleri, o sorunların nedenlerini doğru saptamakla mümkün olur.
Ülkenin yapısal meseleleri, yerleşik devlet geleneği, "eksik modernite anlayışı" bir yana
bırakılacak olursa, bu sorunları konjonktürel olarak tetikleyen, büyük bir "toplumsal değişim
dalgası"nın sistem tarafından reddedilmesi olmuştur. Bellekleri tazeleyelim... Devlet
tekelindeki red politikaları ilk darbeyi merkez siyasi partilere vurmuştu. Yeni toplumsal ve
ekonomik talepler, siyasetin yapılma biçimine yöneltilen eleştiriler siyaset mekanizmasının
tekelindeki "rant sahası"nı tehdit edince merkez sağ ve sol siyasal partiler kendi içlerine
kapandılar. Yenilenme yerine devlet çemberinin içine doğru çekilmeyi tercih ettiler. Nitekim
18 Nisan 1999 seçimlerinde ortaya çıkan tablo netti:
13
Bu tablo merkez partilerin egemen olduğu Batı, milliyetçi hareketin ve İslami temsilin
hakim olduğu Orta Anadolu, HADEP'in önderliğindeki Güneydoğu, hatta Doğu şeklinde üç
paralel Türkiye'ye işaret ediyordu. 1990'ların başında hız kazanan toplumsal kutuplaşmanın
artık lokalize olmaya yüz tuttuğunu ifade ediyordu. Seçimler devletin siyaset üzerindeki
tahakkümünü hiçbir şekilde değiştirmemiş, tersine pekiştirecek bir yelpaze üretmişti. 5
partiden ikisi cezalı olmayı sürdürmüş, ANAP küçülmüş, toplumsal tepkinin ve yaşanan
krizlerin meyvesi olan iki siyasi parti, DSP ve MHP seçimlerin galibi olmuştu. Hükümet
onlara kalmış, tek hükümet alternatifi siyaseti biraz daha örselemiş, iktidar, kendilerine
biçilen rolü oynamakla yetinmek zorunda kalmıştı. Ve ülke kendisini bugünlere ulaştıracak
gemiye binmişti.
Değişen toplumu; talepleri çeşitlenen, farklılaşan bir bünyeyi, rant politikalarıyla
geleceğini tüketen bir ekonomiyi eski araçlarla idare etmeye kalkmanın sonucu, toplumda
kaos, siyasette istikrarsızlık, ekonomide iflas olmuştu. Kasım 2002 seçimleri bu sonucu iyice
vurguladı. Bu seçimlerle gelen siyasi tasfiye en az AK Parti'nin başarısı kadar anlamlıydı.
Sonra yeni bir sayfa açıldı. AK Parti gerek kimliğinden ötürü gerek uluslararası konjonktürün
oyunu üzerinden ise kendisini bir anda cenderede buldu. Ardından Kıbrıs adımı, AB
hattındaki irade, bölge gelişmeleri karşısındaki mesafeli tutum bir rahatlık sağladı.
Sonrası malum, siyasi alanı genişleten, bunu demokratikleşme politikalarıyla yürüten,
bu çerçevede süngü savaşı yapan bir siyasi iktidarla Türkiye büyük bir sıçrama yaşadı... Ne
var ki, ülke hayatları daimidir ve sıçramalar kadar geri dönüşler, duraklamalar, sıkıntılar
içerirler... Ve belli dönemdeki sıçramalar geleceği ne yönetir ne tarif ederler... Nitekim bugün
aynı cenderenin yeniden oluştuğuna dair sinyaller var. Kürt sorunundaki 1980'lere geri
dönüşü hatırlatan, derinden derine Kürt sorununu PKK'ya, PKK'yı üç beş eşkıyaya
indirgeyen, faturayı farklı düşüncelere çıkaran, asayişçi görüntü, otoriter dilin hortlaması,
Türkiye'nin kendini boşluğa bırakarak salınan bir dış politika izlemesi, siyasetçinin özerk alan
tahammülsüzlüğü, hepsi zincirleme bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Bu cendereyle ilgili
bir dizi gerekçe, hafifletici neden, karşı tez bulmak mümkün... Bugün Türkiye yeniden
siyasetin "sıfır noktası"na yakın bir yerde duruyor.
Şöyle de denebilir: "Devlet"in kendi dışında hiç özerk alana tahammül edememesi
hali, devletin yerini bir tür "siyaset"in, siyasetçinin iktidarının almasıyla süregidiyor.
Kararnamelerle bağımsız idari kurulların bakanlıklara bağlanması bu durumun tipik
örneklerinden değil midir? Dirilmek gerek. Ve dirilişin tek yöntemi var: Siyasi iktidarın
içinden doğduğu değişimi görmesi, ardından da yönetmesi...
YASİN DOĞAN
Atatürk Ve 'Millet'...
Başbakan Erdoğan, dünkü 10 Kasım töreninde yaptığı konuşmada 'millet' kavramı
üzerine önemli bir söylem ortaya koydu. Bu tür törenlerde beylik ve klişe laflar edilir,
'anmak'tan 'anlama'ya bir türlü geçilemez. Erdoğan, yeni anayasada gündeme gelecek millet
kavramına Atatürk'ün sözleri üzerinden farklı bir ışık tutmuş oldu. Gazi Mustafa Kemal,
cumhuriyeti kuran ruhu ve felsefeyi anlatırken şunları söylüyor: "Zengin bir hatırat mirasına
sahip bulunan; beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvaffakatte samimi olan; sahip
olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların
birleştirilmesinden vücuda gelen cemiyete MİLLET namı verilir. Maziden, müşterek zafer ve
yeis mirası, istikbalde tahakkuk ettirilecek aynı program, beraber sevinmiş olmak, beraber
aynı ümitleri beslemiş olmak... Bunlar, elbette bugünün medeni zihniyetinde diğer her türlü
şartların üzerinde mana ve şumul alır." Erdoğan Atatürk'ün sözlerini tefsiren şunları
vurguladı: "MİLLET, aynı ırkın, aynı kabilenin, aynı kavmin mensupları değil, geçmişleri ve
gelecekleri müşterek olan, sevinçleri, hüzünleri ve ümitleri ortak olan, yek vücud olarak kader
birliği eden bir cemiyettir." Erdoğan'a göre Atatürk'ün millet tanımı ve tasavvuru ilk Meclis'te
14
somut olarak tezahür etmiş, cumhuriyet bu millet tanımından yola çıkılarak "çok renklilik,
birlik, kardeşlik ve dayanışma" temelleri üzerinde yükselmiştir.
Bugün bir kısım Kemalistlerin tektipçi, dışlayıcı ve ayrıştırıcı 'ulus' tanımı yapmaları,
geçmişte yaşanan sorunları beslediği gibi, Türkiye'nin bugünkü birlik ve beraberliğini de
güçlendirmiyor, aksine bir kısım riskler üretiyor. Nitekim Kürt meselesi yanlış kurgulanan bir
'millet' anlayışının tezahürü olarak ortada duruyor. Erdoğan da böyle bir millet anlayışının
inkar politikaları yaşanmasına sebep olduğunu şu cümlelerle vurguladı: "1940'lardan sonra
ortaya çıkan asimilasyon, red ve inkar politikaları, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş
felsefesine olduğu kadar, Atatürk'ün millet tarifine de bütünüyle aykırıdır." Başbakan'ın 10
Kasım günü böyle teorik bir tartışmaya girmesinin sebebi 'millet' kavramının yeni anayasa
sürecinde yeniden ele alınması gerektiğine inanması...
Eğer özgürlükçü ve demokratik bir anayasa yapılacaksa, ayrıştıran ve dışlayan değil
birleştiren ve kucaklayan bir fikri çerçeve üretilmesi gerekiyor. Bu yüzden Erdoğan
konuşmasını "İşte yeni Anayasa'nın, böyle bir ruh ve anlayışla yazılması, bireyi, vatandaşı,
özgürlükleri öne çıkarması, ülkenin birlik ve bütünlüğünü daha da pekiştirmesi en büyük
arzumuzdur" diyerek tamamlıyor. Millet kavramı üzerine elbette çok şeyler söylenebilir,
farklı analizler yapılabilir. Yeni anayasada nirengi noktalarından birisi 'millet' kavramının
içinin nasıl doldurulacağıdır. Eğer 'biz'i doğru tanımlayamazsak, 'senlik-benlik' çekişmesi
birlik değil ayrılık üretir.
GAZETESİ
MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE
PKK'nın Sonbaharı
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki halk hareketlerine 'Arap Baharı' denmesi, bir tercüme
hatasından kaynaklandı. İngilizcedeki 'spring' kelimesinin, 'bahar' dışında da anlamları var;
'uyanış', 'canlanma' gibi. Arap halklarının diktatörlük rejimlerine karşı başkaldırıları bahar
aylarına değil, kış aylarına rast gelmişti. Demek ki doğrusu 'Arap uyanışı' olmalı. PKK'nın
'Arap Baharı' tabirinden ilham alarak bir 'devrimci halk savaşı' başlatmaya niyet etmesi, bu
tercüme hatasının üstüne tarih dışına düşmek gibi daha katmerli bir hatayı da içinde
barındırıyordu. PKK kış aylarını dağda, yalıtılmış şartlarda geçiriyor; baharla birlikte
saldırılara başlıyordu. Son istisna bu baharda yaşandı. Tırmanan terörün BDP oylarını
olumsuz etkileyeceğini hesaplayarak PKK, saldırılarını düşük profilde tuttu. Seçimden sonra
Silvan saldırısı ile İmralı'nın iradesi hilafına yeni bir savaş başlattı. PKK, Soğuk Savaş
dönemine ait bir örgüt. PKK'nın kullandığı yöntemleri anlamak için bu 'Soğuk Savaş'a özgü'
niteliğini kavramak çok önemli. Terör üretmek için oluşturulmuş 'Soğuk Savaş örgütleri',
Sovyetler ile Batı bloku arasındaki yıpratma savaşının etkileyici araçlarıydı. ABD kontrgerilla
ile Sovyetler de komünist partileri, kır veya şehir gerillası taktikleri kullanan terör örgütleri
ile, fiilen sıcak çatışmaya girmeden 'soğuk' bir savaşı yürütüp rekabet ettiler. Marksist
örgütler, Sovyet desteği veya modeli ile kendi yerel amaçları ile uluslararası rekabeti
birleştirmiş oldular. Soğuk Savaş, taraflardan birinin yani Sovyetler Birliği'nin havlu
atmasıyla bitmesinden sonra bu örgütler buharlaşıp yok olmadılar. Kontrgerilla örgütü
profesyonel-darbeci bir örgüte, yani Ergenekon'a dönüşerek varlığını sürdürdü. PKK ise bölge
dengelerine yaslanarak Sovyetler Birliği'nden boşalan yere Suriye, Yunanistan gibi ülkeleri
koyarak bir Kürt ulusalcı hareketine evrildi. Bugün PKK'nın, kendine bile himmet edemeyen
Suriye'ye canhıraş bir şekilde dört elle sarılması, ancak Soğuk Savaş formatı ile açıklanabilir.
Ergenekon-PKK işbirliği üzerine spekülasyon yapmak uzmanların işi. Ama her iki örgütün
birbiri sayesinde var olduğu, birbirinden beslendiği ortada. Darbeciler PKK tehdidinden ve
teröründen kendi iktidarlarını genişletmek için çok yararlandılar. PKK da, kendisini doğrudan
15
ismi ve cismi ile hedef tahtasına koyan; köy yakıp, işkence yaparak PKK'ya kitle desteği
üreten bu kontrgerilla yapılanmasından verimli bir şekilde beslendi. Sonuç: Ergenekon çöktü,
dağıldı. PKK kendisini var eden en önemli şeyini, antagonizmasını kaybetti.
Son bir yılda yaşanan süreçlerin tamamı, PKK'nın varlık şartlarının ortadan
kalkmasına işaret ediyor. Birincisi silahın anlamı kalmadı. İkincisi, uluslararası konjonktür
Soğuk Savaş yöntemlerini çöpe atmış durumda. PKK, silahın her şey olduğuna inanan sığ
gerilla dünyası içinde (buna 'gerilla romantizmi' deniyor) kendince bir çıkış aradı. Lenin'in
formüle ettiği 'bütün iktidar Sovyetlere' stratejisi ile, KCK merkezli bir 'devrimci halk
ayaklanması' yolunu denedi. Hiç konuşulmayan, hiç tartışılmayan bir konu ama; asıl darbeyi
Kürtlerden aldı. Kürtler ne KCK tutuklamalarına tepki koydu ne de halk savaşı çağrılarına
cevap verdi. PKK'nın stratejisi bütünüyle çökmüş oldu.
PKK'nın bugün, Devrimci Halk Savaşı için Türkiye sınırları içinde tuttuğu yaklaşık 3
bin militanı, güvenlik güçleri tarafından kuşatılmış durumda. PKK bu güçleri, mutadı olduğu
üzere kış moduna geçirip Kandil başta olmak üzere kamplara göndermedi. Şimdi bu
militanların hayatı bütünüyle devletin insafına ve merhametine bağlı. Siyasî akıl devrede
olduğu için, devletin bu gücü imha etmek yerine enterne etmek ve etkisiz hale getirmekle
yetineceğini kestirmek mümkün. Terör sorununu çözecek siyasî irade, Barzani'yi ayağına
çağırıp talimatlar veriyor. Türkiye'ye gelecek İran Devlet Başkanı ile bu konuda mutabakat
sağlandığı açık. İran üzerinde yoğunlaşan 'nükleer silah' baskısı, PKK'yı Türkiye'ye
kestirmeden teslim etmek için yeterli. PKK'nın güvendiği Suriye'deki Esed yönetimi zaten
gözden çıkartılmış durumda. PKK, sonbaharını yaşıyor. Havalar giderek soğuyor.
KADİR DİKBAŞ
Denizin Bittiği Yer...
Euro Bölgesi'ndeki yangın, Yunanistan, İrlanda ve Portekiz'den sonra İtalya'ya sıçradı.
Borç krizindeki ülkede faiz oranları tarihi rekor kırdı. 1,5 trilyon Avro'luk gayri safi yurtiçi
hasılası ile Almanya, Fransa ve İngiltere'den sonra AB'nin dördüncü büyük ekonomisine
sahip olan İtalya'nın içinde bulunduğu durum, dünya piyasalarını sarsıyor. İtalya korkutuyor.
Çünkü, Avrupa'nın dördüncü, dünyanın sekizinci büyük ekonomisi. Yunanistan, Portekiz
veya İrlanda gibi değil, kurtarılması zor bir ekonomi. Ve üstelik siyasi belirsizlik söz konusu.
Eğer İtalya da dahil olursa, 17 üyeli Avro Bölgesi'nde iflasa sürüklenen ülke sayısı 4'e
çıkacak. Dolayısıyla Avro'ya yönelik endişeler de artıyor. Yunanistan'da siyasi krize yol açan
borç krizi, ülkenin özgür hareket etme kabiliyetini de elinden aldı. Avrupa Birliği'nin
baskısıyla, AB'nin kurtarma paketini referanduma götürmekten vazgeçen Başbakan Yorgo
Papandreu, koltuğundan da oldu. Ama Avrupa için bu da yetmedi. Şimdi, iflas kervanına
İtalya da katılmak üzere. Ülkenin içinde bulunduğu borç yükünün ve artış eğiliminin
oluşturduğu tedirginlik, Başbakan Silvio Berlusconi'nin istifa edeceğini açıklamasına rağmen
giderilemedi. Tam tersi, şimdi de "Ülkeyi kim yönetecek? Yönetecek isim belli olsa bile bu
borç nasıl temizlenecek?" soruları sorulmaya başladı.
İtalya'nın kamu borcu şu an için 1,9 trilyon avro civarında. GSYH'sının yüzde 118'ini
aşan bir rakam bu. AB'nin borçlanma sınırı olan yüzde 60'lık oranın iki katı. Ve faiz oranları
yüzde 7,4'e çıkarak rekor kırdı. İtalya'nın 2012 yılında 300 milyar avro civarında borcu
çevirmesi gerekiyor. Yüksek faiz oranı, kamunun borçlanma maliyetini ve dolayısıyla borç
stokunu artırıyor. Büyüme ise oldukça zayıf. İtalya'da faiz oranı, son bir buçuk yıldır
uluslararası kurtarma paketine mecbur kalan Yunanistan, İrlanda ve Portekiz ile aynı seviyeye
ulaşmış durumda. Bu üç ülke faizler tırmanınca piyasadan borçlanmayı bırakıp AB ve
IMF'den acil yardım talep etmişti. Artık İtalya'nın da uluslararası yardım olmadan borç krizini
atlatması zor görülüyor. Ve bu yardımı Avrupa'nın tek başına üstlenmesi de mümkün değil.
İşte esas endişe de burada. İtalya, kurtarılması zor bir büyüklüğe sahip. Bunun yanında gözler,
Avrupa bankalarına odaklanmış vaziyette. Yunanistan kağıtlarına yatırım yapıp zarar eden
16
Avrupa bankalarından sonra yakın gelecekte İtalyan kağıtlarına yatırım yapan bankaları
konuşuyor olabiliriz. O sebeptendir ki, borsalardaki her dalgalanmada en büyük darbeyi
banka hisseleri yiyor.
İtalya'nın da Yunanistan gibi, ciddi şekilde kemer sıkması gerekiyor. Ancak, bir süre
önce yaşanan sokak eylemleri, İtalya'da da bu sürecin son derece sancılı geçeceğini
gösteriyor. Avrupa hem ekonomik hem siyasi açıdan daha kötüye giderken, bizde ise işlerin
hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi mümkün değil tabii ki. Şöyle ya da böyle, yansımalar
görülecektir. Ekonomik faaliyetlerimizi büyük ölçüde AB ülkeleriyle yapıyoruz. Dış
ticaretimizin yarısı Avrupa'yla. Avro Bölgesi'nin en büyük ekonomisi Almanya ihracatımızda
da, ithalatımızda da birinci ülke. 'Sıradaki müflis' olarak görülen İtalya da, bizim en fazla
ticaret yaptığımız ülkelerden. Bu yılın ilk 9 ayında yaptığımız 6,1 milyar dolarlık ihracatla
Almanya'dan sonra ikinci büyük pazarımız. İthalatımızda ise beşinci sırada. Dokuz ayda
yaptığımız ithalat 10,2 milyar dolar. Arada büyük bir ticaret açığı var ama yine de genel dış
ticaret açığımızdan daha iyi bir oran söz konusu. AB, borç krizini borçlanmayı
kolaylaştırarak, yeni kaynaklar bularak çözüp iflasları önlemeyi deniyor. Çünkü kemer
sıkmak, alışılmış refahtan ve lüksten kesinti yapmak çok zor. Siyasetçiler için de büyük risk.
Ama olmuyor, sorun daha da büyüyor. Bazı ülkeler denizin bittiği yerde...
GAZETESİ
FEHMİ KORU
KCK, Kötü Bir Kopya
Balkanlar’da gezerken ‘etnik sorun’ kendisini hep hissettiriyor. Çok-uluslu büyük bir
imparatorluk, çözülürken, arkasında en önemli sorun olarak ‘toplumsal barış’ konusunu
bırakmış... Bir ırklar meşheri Balkanlar ve kendini güçlü hisseden etnik grup, diğerlerine,
kendine özel çözümü dayatmış... Kan, savaş, yabancıların müdahalesi... Mareşal Josip
Tito’nun ölümünden sonra Yugoslavya dağılırken bunların hepsini görmüş bu topraklar...
Bosna-Hersek’te, Kosova’da, Makedonya’da... Aynı coğrafyada gezer ve yaşananları
dinlerken kendi ülkenizde olanlarla ilişki kurmamanız imkânsız; hem de bayağı yakın bir
ilişki... Buradaki bazı etnik gruplar, yönetimleri zor duruma düşürmek, çaresiz bırakmak,
yabancı müdahalesini çabuklaştırmak için ne yapmışlarsa, PKK da neredeyse hepsini
Türkiye’de denemiş, deniyor...
Denemiş denemesine, ama olanı yanlış okuduğu için istediği sonucu alamıyor...
Şimdilerde üzerinde çok konuşulan ‘KCK’ sözgelimi; Kosova’da Sırplara karşı mücadele
veren İbrahim Rugova önderliğindeki LDK (Kosova Demokratik Birliği) adlı örgütün ‘paralel
devlet yapılanması yöntemi’ne çok benziyor. Rugova halka hizmeti önceleyen bir anlayışla
oluşturmuş LDK’yı; başta eğitim ve sağlık olmak üzere hemen her alanda devletin görevlerini
üstlenen birimler oluşturmuş... Yanlış okuma, Rugova ve arkadaşlarını bu noktaya getiren
baskılara gözlerini kapamaları ve LDK’nın başarısını sağlayan en önemli özelliğini
görmezden gelmeleriyle ilgili...
Türkiye’de ‘Kürt sorunu’ başlangıçta devletin politikalarından üremiş olabilir;
büyümesi ve bu günlere ‘çözümü zor’ bir sorun olarak intikali ise kesinlikle devletin izlediği
politikalar yüzünden... Ancak KCK yeni bir oluşum ve devletin eski hatalarından vazgeçtiği
bir dönemde uygulamaya konuldu. LDK’nın ortaya çıkış şartları çok farklı: Daha önce 1974
anayasasıyla Kosova’ya tanınmış ‘özerklik’ ve onun getirdiği bütün kültürel haklar, Sırbistan
merkezi yönetimi tarafından 1989’da iptal edildi. Kosova’da çoğunluğu Arnavutlar teşkil
ediyordu, Sırbistan Cumhurbaşkanı Slobodan Miloşeviç bu dengeyi bozmak için iki taraflı
göç başlattı: Arnavutları kitleler halinde yerlerinden ederken onbinlerce Sırpı Kosova’ya
gitmeye zorladı. Çoğunluğunu Arnavutlar oluşturduğu için yerel meclisi dağıttı Miloşeviç;
17
Arnavut diliyle yapılan gazete, radyo ve televizyon yayınlarını yasakladı. Arnavutça diline
yeni sınırlamalar getirildi. Priştine Üniversitesi’nin 800 öğretim üyesiyle 22 binden fazla
öğrencisi uzaklaştırıldı. Bürokraside de büyük temizlik yapıldı. İşsizlik yüzde 80’in üzerine
çıkınca Arnavutlar çareyi yurtdışına göçmekte buldu.
Rugova’nın LDK’yı kurduğu dönemin şartları bunlar... Türkiye’de olanın tam tersi...
Miloşeviç gibi ‘uluslararası terörist’ sayılan biriyle mücadelede hiçbir zaman şiddete
başvurmadı İbrahim Rugova; başka örgütler silâha sarılırken bile,Rugova, örgütünü ısrarla
terörden uzak tuttu. Sonucu biliyoruz: Miloşeviç -Kosova dahil- eski Yugoslavya
topraklarında gerçekleştirdiği kıyımlar yüzünden Lahey’de yargılandı ve işlediği cürümlerin
cezası yüzüne tefhim edilemeden hücresinde ölü bulundu. İbrahim Rugova ise uluslarası
câmianın müdahalesiyle sona erdirilen Sırp kıyımına karşı takındığı ilkeli duruştan ötürü
milleti tarafından mükâfatlandırıldı... KCK Kosova’daki LDK’yı taklit ediyorsa, kötü bir
kopya o...
ESER KARAKAŞ
Ben Bu Yazıyı Yer Miyim?
Türkiye’de, muhtemelen ve İnşallah, önümüzdeki bir sene içinde çok geniş çaplı bir
anayasa değişikliği gerçekleşecek, hatta ilk üç madde ve dibace değişikliğini de kapsayacak
yeni bir anayasa yapılacak. Bu muhtemel adımın Türkiye için ne kadar büyük bir adım
olacağını söylemeye, yazmaya bile gerek yok. AMA ACABA, Türkiye’de siyaset yapma tarzı
değişmediği sürece ve ölçüde yeni ve İnşallah dünya standartlarında bir anayasa bile daha
demokratik bir Türkiye’nin önünü ne kadar açacaktır? Bu konuya neden bugün girmek
istiyorum, açayım.
Fransa’da Nisan (22) ve Mayıs (6) aylarında iki turlu Cumhurbaşkanlığı seçimleri var
ve siyasal oluşumlar bu seçimler için adaylarını belirliyorlar ve bu aday belirleme yöntemi,
mecburi olmamakla birlikte, ilginç, ilginç olduğu ölçüde dedemokratik bir ön seçim
yöntemine dayanıyor. İki turlu cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ağırlıklı olarak mevcut
Cumhurbaşkanı Sarkozy ile Sosyalist Parti’nin adayı arasında geçeceği tahmin ediliyor; ırkçı,
yabancı düşmanı Marine Le Pen’in (eski Le Pen’in kızı) de ikinci tura çıkabilme şansından da
bahsedenler yok değil. Fransız Sosyalist Partisi’nden cumhurbaşkanlığı seçimleri için altı
aday çıktı. Ve bu adaylar meydanlarda, salonlarda, ekranlarda tartıştılar ve geçen ay tüm
fransızların katılabildiği bir seçimle, Yüksek Seçim Kurulu benzeri bir organın denetiminde,
kozlarını paylaştılar, seçimde François Hollande birinci geldi, Martine Aubry de ikinci. Ve bu
sefer, sadece bu iki aday ikinci turda yine tüm fransız seçmenlerin katılabildiği bir seçimle
son kez kozlarını paylaştılar, François Hollande birinci geldi, Sosyalist Parti’nin
cumhurbaşkanı adayı oldu, diğer beş aday da, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Hollande’ı
destekleyeceklerini açıkladılar. Başka bir anlatımla, Sosyalist Parti, cumhurbaşkanlığı
seçimleri için adayını fransız seçmenlerine doğrudan, iki turlu bir seçimle belirletti.
Sarkozy’nin cenahında (UMP) ise böyle bir girişim yok, yazının başında ön seçimlerin
zorunlu olmadığını belirtmiş idim, Sarkozy cumhurbaşkanlığı seçimleri için UMP’nin doğal
adayı, başka rakibi yok. Sosyalist Parti’nin ön seçim süreci çok renkli geçti, fransızlar
adayların her konuda ne düşündüğünü öğrendiler, oylarını da buna göre attılar. Yanlış
anlaşılmasın bu ön seçimlere, sandık sürecine sadece Sosyalist Parti üyeleri, sempatizanları,
militanları ya da delegeler (?) değil, tüm fransızlar katılabiliyorlar; teorik olarak Sarkozy bile
gidip Sosyalist Parti’nin aday belirleme seçimlerinde oy kullanabiliyor. Bu sürecin demokrasi
açısından çok önemli ve ilginç olduğunu düşünüyorum.
Fransa Türkiye değil, orada yarı başkanlık sistemi var, Cumhurbaşkanı çok yetkili,
bizde durum hiç aynı değil ama yine de bu süreçten, bu modelden ders alınabileceğini
düşünüyorum. Yeni anayasa başkanlık ya da yarı başkanlık gibi bir sistemi benimser ise,
partiler başkanlık, cumhurbaşkanlığı adaylarını kendi içlerinde mi belirleyecekler, yoksa tüm
18
Türkiye seçmenlerinin katılabileceği bir ön seçim olur mu? Ben bu konuda çok iyimser
değilim; anayasa daha kolay değişir belki ama partilerin başkan ya da cumhurbaşkanı
adaylarının genel bir önseçimle belirleneceğini pek düşünemiyorum. Haydi Türkiye, şayet bir
başkanlık ya da yarı başkanlık sistemine geçilir ve adaylar partiler içinde genel seçimlerle
belirlenebilir ise, beni utandır, bana bu yazıyı yedir. Ben bu yazıyı yemeye hazır ve razıyım.
NASUHİ GÜNGÖR
Çözüm Ve Ortak Hafıza
Esasen sözü sağa sola çevirmeye hiç gerek yok. Geldiğimiz nokta gerçekten bir yol
ayrımı. Ya Türkiye Kürt meselesini çözerek büyüyecek. Yahut Kürt meselesi, daha da
dallanıp budaklanarak bizi yönetir hale gelecek. Kuşku yok ki son dönemde hız kazanan KCK
operasyonları, Kürt meselesinin Türkiye’yi kuşatmasını isteyenlere yönelik bir devlet refleksi.
Bu tür reflekslerin kaçınılmaz bir biçimde ‘güvenlik’ merkezli yaklaşımlar ürettiğini de
biliyoruz, aynı zamanda görüyoruz. ‘Saltanat tecezzi kabul etmez’ sözünün bu topraklarda
karşılığının ne olduğunu bilmeyenlere, bunu anlatmak kolay değil. Bugünün diliyle ifade
edersek, bir devletin kendi içinde paralel bir yapılanmaya ya da alternatif güç merkezine göz
yumması söz konusu olamaz. Ancak bu durum, belli ittifak alanlarını, müzakere süreçlerini ya
da paylaşımları tümüyle ortadan kaldırmaz. Devlet aklı, elbette görünür anlamda iktidarını
paylaşmaz. Elbette oturup anayasa kaleme alıp vergi toplayanlara, hatta neredeyse kendi adına
Cuma hutbesi okutmaya kalkışanlara hoş görüyle yaklaşamaz. Ancak işler bu noktaya
gelmişse, ‘devlet aklı’nı inşa eden herkesin oturup kendisini gözden geçirmesi de elzemdir.
Dahası, en azından benim tarif edebildiğim kadarıyla bu akıl, sadece devletin kurumlarından
ibaret değildir, olamaz da. Zihin konforunu bozmamak!
Eğer bir sorunu çözmek, hafifletmek ya da bugünün moda deyimiyle yönetmek
istiyorsanız, sık sık onun tarihine bakmak, aynı zamanda hangi dinamikler etrafında
şekillendiğini, o dinamiklerin önünde yürümeyi göze alarak yapmak zorundasınız. Bunu
yapabilmek için, bahsettiğimiz aklın, her şeyden önce farklı araçları kullanabilme, yeri
geldiğinde birini sahadan çekip ötekini sürebilme ve hepsinden önemlisi sert ve yumuşak güç
unsurlarını bir arada kullanabilme yeteneğine sahip olması gerekiyor. Gücün arkasına
saklanmak ve olup biteni o gücün şemsiyesi altında değerlendirmek, hayli konforlu bir
faaliyet olsa gerek. Zira bir ülkenin önemli ve karmaşık bir sorununu çözebilme yeteneği,
sadece devlet kurumlarından ve siyasi iktidarın faaliyetlerinden ibaret olamaz. Aksi
takdirde ‘güvenlik merkezli’ olması kaçınılmaz hale gelir. Türkiye’de bir şekilde kendisini
sivil toplum çerçevesinde örgütlemiş pek çok yapı var. Bunların giderek daha etkin hale
geldiği de malum. Ancak her nedense bu yapıların önemli bir bölümü enerjilerini Türkiye’nin
kendi içinde bitmek bilmeyen iktidar kavgaları üzerinde tüketiyor. Oysa kafalarını kaldırıp
coğrafyaya baksalar, sahip oldukları muazzam gücü ve enerjiyi kullanabilecekleri geniş bir
alan olduğunu görebilecekler.
Neyi, kimi bekliyoruz? Örnek mi istiyorsunuz, buyurun. İşte Suriye Kürtleri ve onlarla
aramızda var olan bunca ortaklık. Nerede bu ortaklıklar üzerinden yapmamız gereken işler,
kurmamız gereken dostluklar, açmamız gereken kanallar? Allah rızası için birisi bu
topraklarda Nakşibendiliğin hiç olmazsa tarihini merak etmez mi? Onu araştırırken Suriye
Kürtlerine rastlamaz mı? Yahut Irak haritasıyla yollarının kesiştiğini görmez mi? Şerif
Mardin ömrünün ahirinde Nakşilik üzerine ipe sapa gelmez değerlendirmeler yaparken,
birimiz kalkıp bunların üzerinde yaşadığımız coğrafyanın ortak hafızası olduğunu söyleyemez
miyiz? Tüm bunları akletmek, Şam’da, Halep’te, Erbil’de, Kerkük’te, Süleymaniye’de nasıl
bir tarih var, hangi dinamikler üzerinden bugüne akıyor, bunları yeniden üretebilmek, ortak
değerler üzerinden bir yeni dil inşa edebilmek mümkün müdür diye sormak için kim ne
bekliyor? Bu saydıklarımızı sadece devletin kurumları ve hükümet üzerinden yapılacak işler
19
gibi gördüğümüz sürece, yapacağımız her şey eninde sonunda devletin ‘güvenlik’ rengine
bürünür. O zaman da şikayet etmeye hakkımız kalmaz.
MUSTAFA KARTOĞLU
Kılıçdaroğlu Haklı, Tam Da Bu Yapılıyor
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 10 Kasım mesajındaki “Atatürk’ü
anmak; cumhuriyete, demokrasiye, özgürlüklere, bağımsızlığa ve kimsesizlere bugün her
günden daha fazla sahip çıkmak demektir” sözünün altını çizmek gerekiyor. Kılıçdaroğlu
bunları “hiçbiri yok” manasında söyledi ama sadece son birkaç haftalık gelişmeleri hatırlamak
bile “bugün bunlar için her zamankinden fazla çaba ve alınan mesafe var” kanaatini
pekiştiriyor. Sırayla gidersek, Cumhuriyet’in temeli olan “cumhur”un temsil edildiği TBMM
(siyaset, yasama) üzerinde “kurumların tahakkümü”nün kalkması Cumhuriyet’i tezyif değil
tahkim etmektir. Halkın bir bölümünü “yok” sayma, ana diliyle konuşmasını, şarkı
söylemesini, inandığı gibi yaşamasını yasaklama döneminin bitirilmesi demokrasi ve
özgürlüklere daha fazla sahip çıkıldığının kanıtıdır.
Yurdun dört bir yanını hızlı tren, duble yol ve hava yollarıyla son on yılda on kat daha
sık ağlarla örmek, kendi uydusunu, helikopterini, uçağını, savaş gemisini, otomobilini,
bilgisayar işletim sistemini, bilimsel patentlerini üreten bir ülke hedefinin ilk adımlarını
başarıyla atmak tam da “muasır medeniyet seviyesini aşmak”tır. Bunlar ve ek olarak “muasır
medeniyet”in içindeki ülkeler domino taşları gibi birbiri ardına ekonomik iflasa girerken
Türkiye ekonomisinin ve sanayisinin tıkır tıkır işlemesi “tam bağımsızlık”ın en önemli unsuru
olarak gözümüzün önünde duruyor.
Bu
destekle
Türkiye,
üyesi
olduğu
NATO’da
son
ana
kadar,
Kılıçdaroğlu’nun“emperyalist” dediği ülkelere Libya’ya müdahale konusunda direniyor, BM
kürsüsünden bunu ve beş “emperyalist” ülkenin BM iradesini veto yetkisiyle ambargo altına
almasına en sert tepkiyi gösterebiliyor; sayısız BM kararını takmayan İsrail’e “one
minute” diyebiliyor ve “alçak koltuk” gibi süfli aşağılama tepkilerine, Akdeniz’de kanlı
korsanlığa karşı İsrail yönetimini dünya karşısında ilk kez bu kadar zor durumda
bırakabiliyor. Dahası, İran ve Suriye’ye“emperyalist müdahale”nin önündeki en büyük engel
olarak dikilebiliyor. Endonezya’dan Japonya’ya, Haiti’den Somali’ye kadar insani
operasyonlarıyla dünya basınında sayısız haber ve makaleye konu olan, felaket gelmeden
ihtiyacı olanın kapısına giden sivil yardım kuruluşlarıyla “kimsesizlerin kimsesi” olan
Türkiye, “... kimsesizlere her zamankinden daha fazla sahip çıkmak”ifadesiyle tanımlanacak
bir ülkenin çok ötesine geçti artık. Bir 1999 depreminin Kızılay’ına, bir de 2011 Van
depreminin Kızılay’ına, arama kurtarma ekiplerine ve yardım organizasyonlarına bakmak
yeterli.
Başbakan Erdoğan’ın 10 Kasım mesajı aslında Kılıçdaroğlu’na yanıt niteliğindeydi.
Son cümlesiyle yetinelim: “Türkiye’nin bugün ulaştığı seviye hiç kuşkusuz başta Gazi
Mustafa Kemal olmak üzere, Cumhuriyetimizin kuranların hedefledikleri bir seviyedir.
Kimsenin kuşkusu olmasın, Cumhuriyet emin ellerdedir.” Kılıçdaroğlu’nun tüm bunların
farkında olmadığını söylemek kariyerine hakaret olur. Ancak politikalarını Ergenekon
davasının “tarafı” olmakla, uluslar arası gelişmeleri mezhep bakışıyla belirlemek “siyasi
liderliği” de “genel başkanlık”la sınırlıyor. Hedefim ana muhalefet partisini daha da
zayıflatmak değil; aksine her alanda güçlenen Türkiye’nin muhalefetinin de güçlü olması
gerektiğini bir kez daha hatırlatmak.
20
GAZETESİ
ADEM YAVUZ ARSLAN
Kılıçdaroğlu'nun Ergenekon Aşkı Nereden Geliyor?
CHP'nin milletvekili aday listesi açıklandığı zaman Ankara siyasetini iyi bilen
tecrübeli bir isim; "Bu isimlerin hepsini Ankara'dan aynı otobüse bindirseniz, İstanbul'a
varmadan kavga eder, inerler" demişti. Seçim sonrası yaşananlar bu öngörüyü teyit etmiş
oldu. CHP tam anlamıyla her kafadan ayrı bir sesin çıktığı kaotik bir yapıya dönüştü.
Gerçi CHP yönetimi 'parti içi demokrasi' olarak lanse etmeye çalışsa da görünen şey farklı.
Kılıçdaroğlu'nun Silivri ziyareti ve mahkemeyi hedef alan talihsiz sözlerine geçmeden önce
bir hatırlatma yapmam lazım. Bu köşede defalarca gündeme getirdiğim ve hâlâ cevapsız kalan
bir soru var. Baykal'a yönelik kaset komplosu kimin işiydi? Eğer bu soruya sağlıklı ve
tatminkâr bir cevap bulamazsak CHP'yi de anlamamız mümkün olmayacak. Her ne kadar
Kılıçdaroğlu 'bu komployu çözmek boynumuzun borcudur' dese de koltuğa oturduktan sonra
pek gündemine almadı. Oysa Türk siyasi tarihinin en girift komplosu hâlâ çözülmüş değil.
Sahi Baykal'ın bu kadar yakınına girebilen, birkaç farklı eve kamera yerleştirebilen, kimin
hangi saatte geldiği bilgisine bile sahip olan güç kimdi? Oran'daki siteye kim girdi ve o
kamerayı elektrik prizine kim yerleştirdi? Evin kapısı zorlanmadığına, hırsızlık da ihbar
edilmediğine göre 'tanıdık' birilerinin işi miydi? Ergenekon kapsamında tutuklanan bazı
kişiler bu işin neresindeydi?
Bu sorular önemli çünkü ortadaki komployu çözemezsek süreci yönetenleri bilmemiz
mümkün değil. Bu durumda gelişmeleri de sağlıklı analiz edemeyiz.
Kılıçdaroğlu'na geri dönersek. Çok büyük bir medya desteği ile gelen CHP lideri
maalesef kendi eliyle bu krediyi harcadı. Ergenekon sanıklarını aday yaptı, mahkeme kararına
saygılı oluruz dedi ama sonrasında ömründe bir kez bile CHP'ye oy verdiği tartışmalı adaylar
için Meclis'i boykot etti. Bayramda ise cezaevine çıkarma yaptı. Silivri'yi 'toplama kampı'na
benzetip davanın hakimlerine de ağır ifadeler kullandı. Zaten daha önce de 'nerede bu örgüt
gidip üye olacağım' demişti Meclis kürsüsünden. Sadece bu ifadeleri bile ciddi bir sorunla
karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Ana muhalefet partisi darbe girişimi iddiası ile
yargılananları 'muhalif' olarak tanımlıyor.
Kılıçdaroğlu'nun Ergenekon aşkı nereden kaynaklanıyor hâlâ anlaşılabilmiş değil ama
PKK sorununun çözümü ile ilgili önerisi de partiyi karıştırmış durumda. Hatırlanacağı gibi
Kılıçdaroğlu ilk günden bu yana 'akil adamlar komisyonu' kurulmasını öneriyor. PM ve
MYK'da ise bu öneri çok tartışılıyor çünkü 'akil adamlar komisyonu' önerisi Öcalan'ın
yıllardır gündeme getirdiği bir konu. Sezgin Tanrıkulu'nun çalışmaları ise bir başka tartışma
konusu. Tabii KCK tutuklamaları da partide tansiyonu yükseltiyor. Öte yandan Selvi
Kılıçdaroğlu'nun röportajının da CHP Genel Merkezi'nde tartışma doğurduğu herkesin
malumu. Zira dün Sabah'ta yer alan röportajında Kılıçdaroğlu eşinin açıklamalarının
hatırlatılması üzerine yorum yapmayıp 'aile içi mesele' demekle yetindi.
Peki ne demişti Selvi Hanım? Partide kimin dost kimin düşman olduğunun
bilinmediğini, parti içi mücadelelerin çok acımasız olduğunu, solun Türkiye'de taş çatlasa
yüzde 35 oy alabileceğini söylemişti. Yani Kılıçdaroğlu daha eşini bile ikna edememiş tek
başına iktidar olabileceğini. Ayrıca CHP'nin yüzde kaç oy alacağı Kılıçdaroğlu ailesinin iç
meselesi olarak görülüyorsa ortada daha büyük sorun var demektir. Tunceli Milletvekili
Hüseyin Aygün'ün Zaman'a verdiği demeç ve söylediği 'Dersim katliamının sorumlusu devlet
ve CHP'dir" ifadesini de unutmamak lazım.
Eğer bu kadar kafanız karışık, gündeminiz muğlak olursa, üstelik de kendi
hatalarınızla rakiplerinize koz verirseniz, bir taksici de 'sen oy bile kullanamadın' deyip sizi
21
renkten renge sokabilir. Baykal'a kaset komplosu ve Kılıçdaroğlu'nun gelişi sürecinde ilk
düğme yanlış iliklendiği için arkası da bir türlü düzgün gitmiyor.
AHMET TAŞGETİREN
Kimse Yanlış Hesap Yapmamalı
PKK yanlış hesap yapmamalı. BDP de yanlış hesap yapmamalı. Kuzey Irak Kürt
Yönetimi de yanlış hesap yapmamalı. Ve Türkiye'de şu saydığım hareketlere kol kanat
gerenler de yanlış hesap yapmamalı. Türkiye'de başka bir Ankara var. Evet, AK Parti'nin
temsil ettiği Ankara da öğrenme, devlet birimlerini ahenkleştirme süreçlerinde aksama ve
olgunlaşma süreci yaşadı. Ama sonunda, "Bu işi bitirmek gerekir" gibi bir kararlılık durumu
oluştu. O kararlılığa hem Kürt sorununun çözümü hem "Türkiye'nin yükselme yolunda bu tür
ayak bağlarından kurtulması" iradesi eşlik edince, her şeyin formatı değişti. Benim okuduğum
format şöyle:
-Bu iktidar PKK'yı bitirmek istiyor ama daha çok insan öldürmek istemiyor. PKK'nın
iradesinin çözülmesi ve ölümlerin sona ermesi ana amaç gibi görünüyor.
-Bu iktidar kendisini, bu ülkede yaşayan herkesin asli iktidarı olarak görüyor.
-Bu iktidar, bu niteliği ile ülkenin her kesiminden, bu arada Kürtler'den de yoğun biçimde
hatta Kürt siyaseti yapıyoruz diyenlerden daha çok oy alıyor.
-Bu iktidar, bu toplumsal karşılığı bölge insanı ile kurduğu kalbi iletişim ile sağlamış
durumda. O kalbi iletişimin içinde de Kürtler'in İslam konusundaki hassasiyetleri ile iktidar
kadrolarının frekans birlikteliği önemli pay sahibi. Buna bir de "Kürt siyaseti"ne soyunanların
aynı konulardaki soğuk karakterleri eklenince, ortaya terör örgütü adına çok negatif bir durum
çıkıyor.
-Bu iktidar, Kürt sorunu gibi bir sorun bulunduğunu biliyor ve bunu çözmek istiyor.
-Bu iktidar, ülkenin kurulu düzenin çarpıklığından kaynaklanan başka sorunlarının
bulunduğunu da biliyor.
-Bu iktidar, şu ana kadar, kendi tabanının en hassas olduğu bir sorun alanına, mesela
başörtüsü sorununa, yasal metinler anlamında el atabilmiş değil. Bu sorunu kökten çözme
iradesi bulunduğunda kuşku duymak anlamsız olduğu gibi, Kürt sorununun çözüm iradesinde
sarsaklamalar bulunduğunu düşünmek de anlamsız.
-Bu iktidar, yönetici kadroları devletin gadrine uğramışlıktan geldiği için devletin şefkati
konusunda son derece duyarlı.
-Bu iktidar, "Kürt sorunu" diye tanımlanan hadisenin doğduğu zeminin mağduriyetlerini
gidermek için yoğun çaba sarf ediyor.
-Bu iktidar, bölge halkı üzerindeki örgüt baskısını ortadan kaldırmak gibi çok net bir iradeye
sahip ve bölgede daha etkin olmak üzere tüm ülkede, güvenlik birimlerini bu anlamda ahenkli
bir çaba içine sevk etme noktasına gelmiş bulunuyor. Çukurca sonrası harekâtta Genelkurmay
Başkanı ve kuvvet komutanlarının operasyon süresince bölgede kalması, bu kararlılığın son
işareti. Ve bölgeye tayin edilen yeni emniyet müdürlerinin bilgi birikimi bu kararlılığı
yansıtıyor.
-Bu iktidar, Türkiye'yi dünyada etkin bir güç haline getirmiş durumda. Uluslararası
konjonktür de, Türkiye'nin etkisini azaltmıyor, artırıyor. Buradan çıkan sonuç, terör örgütüne
bugüne kadar şu veya bu şekilde destek vermiş uluslararası odakların, örgütü çöpe atma
noktasına gelmesidir. Örgüt artık Kuzey Irak'tan koruma, Amerika'dan göz yumma,
Avrupa'dan lojistik destek sağlamakta zorlanacak.
-Bu iktidar, başa döneyim "Bu işi bitirme kararlılığında!" Bu iktidar hem Türkiye için etkinlik
alanları üretmeye çalışsın hem de kendi içindeki bir sorun sebebiyle boğulsun, bunu akıl alır
mı? Belli ki bu iş ya bitecek ya bitecek.
Kimse yanlış hesap yapmamalı. Türkiye'ye karşı silahlı bir örgütün sırtını sıvazlamak demek
sadece ölümleri artırmak demektir.
22
GAZETESİ
MAHMUT ÖVÜR
'Kemalizm Yapay Bir İdeolojidir'
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış'la Brüksel, Letonya ve
Estonya gezisinin ikinci durağı Riga'dayız... Tarih 10 Kasım... Cumhuriyetin
kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün 73'üncü ölüm yıldönümüne, ilk kez Türkiye'den binlerce
kilometre uzakta bir Baltık ülkesinde tanıklık ediyorum... Türkiye'nin muhafazakar partisinin
bir bakanıyla birlikte başkent Riga'daki Letonya Üniversitesi kampusunda bir salondayız. Saat
09'u 5 geçe Letonya Üniversitesi Siyaset bilimi profesörü Daunis Aures salonu bir dakikalık
saygı duruşuna davet ediyor. Olması gereken gerçekleşiyor ama Türkiye'deki algının tersliği
nedeniyle insanlar bir an bile olsa o tereddüdü yaşıyor; "Acaba yanlış mı görüyorum?"
Aslında önyargıların yarattığı bu fotoğrafın gerçekliği Bakan Bağış'ın konuşmasıyla daha bir
netleşiyor.
Bir ilkin yaşandığı salon tıklım tıklım dolu... İlginin yoğunluğunu gören AB Bakanı
Bağış, Türkiye'nin bir barış projesi olan AB üyeliğine ne kadar önem verdiğini Atatürk'ün
vizyonuyla açıklıyor: "Atatürk, kuruluşundan 20-30 yıl önce Avrupa Birliği fikrini gündeme
getiren büyük bir liderdir. Kuruluşunda en büyük pay sahibi olduğu Balkan Paktı'nın
genişleyerek Avrupa Birliği haline gelmesi gerektiğini söylüyordu. Ömrü savaş
meydanlarından geçtiği için barışın önemini çok iyi bilen Atatürk, Avrupa'da barış ve
istikrarın bu şekilde sağlanabileceğini öngörmüştü..." Bu tespiti yapan Bağış, Türkiye'de
Atatürk üzerinden AK Parti iktidarına karşı yürütülen siyasi mücadeleye de gönderme yapıyor
ve şu çarpıcı sözleri söylüyor: "Kemalizm Atatürk'ün ortaya attığı ve ürettiği bir ideoloji
değildir. Kemalizm içerisinde bizzat Atatürk'e ait hiçbir şey bulunmayan yapay bir ideolojidir
ve sistemi elinde tutmak isteyenler tarafından Türk demokrasisinin üzerinde Demoklesin'in
kılıcı gibi bir görüntü vermiştir." Başbakan Erdoğan'ın Mısır gezisinde Müslüman coğrafyada
ezber bozan laikli çıkışı gibi Bağış'ın bu yaklaşımı da tartışılacak gibi görünüyor.
Atatürk'e sığınarak "devlet içinde devletler" oluşturmaya çalışanlar ihanet içinde olduğuna
dikkat çeken Bağış, şu tespiti de yapıyordu: "Türkiye'de Ergenekon davası olarak bilinen
yargılama süreci aynı zamanda Atatürkçü düşüncenin de gerçek sahibine yani millete teslim
edilme sürecidir." Menderes'in Demokrat Partisi'ni hatırlatan bu yaklaşım Türkiye'den uzakta
da dile getirilse bir hayli yankı yaratacak gibi görünüyor.
Terör yasası değişmeli
AB Bakanı Bağış'ın izlediğim iki günü bir hayli yoğundu. Brüksel'de art arda yapılan
görüşmeler arasında Genişleme ve Komşuluk Politikasından sorumlu Avrupa Komisyonu
üyesi Stefan Füle önemliydi. Fule de Türkiye'deki demokratlar gibi KCK tutuklamaları
ekseninde terör ve ceza yasalarındaki bazı maddelerin değişmesi gerekliliğini dile getirdi.
Brüksel'de 2 bini aşkın öğrencinin okuduğu Türk okulları gezisi, Vrije Üniversitesi'ndeki
konferans ve son olarak Avrupa'daki Türk işadamlarının oluşturduğu konfederasyonların
temsilcileriyle yapılan toplantılar bir tek şeye işaret ediyordu: "Türkiye'nin önemi artıyor..."
Avrupa'nın krizle sarsıldığı bir dönemde Türkiye'nin öneminin artması başta Almanya olmak
üzere bütün Avrupa ülkelerindeki Türk yatırımcıları harekete geçirmiş durumda...
Kendilerine güvenen ve bir araya gelme başarısı gösteren işadamlarının önerisi de bir hayli
ilginçti: "Yeni işyeri açmayalım. Mevcut markaları satın alalım..."AB-Türkiye ilişkilerinin
durgunluk dönemine girdiği bir süreçte, AB Bakanı Bağış'ın gezisi yeni ufuklar
açılabileceğini gösteriyor. Bu gerçeği sadece siyasi aktörlerin ilgisinde, işadamlarının artan
güveninde değil, bir anlamda sokağı temsil eden üniversite öğrencilerinin sorularında da
görmek mümkün. Düne kadar Türkiye denilence Fransız kalan öğrenci kitlesi bu kez çok
23
anlamlı sorularıyla Türkiye'yi yakından izlediklerini gösterdiler. Kürt sorunundan Türkiye'nin
ekonomik başarısına kadar birçok şeyle "pozitif" ilgilenen bir üniversiteli kesimin olması
umut verici... Türkiye kendi demokratikleşmesini başardığında dünyadaki yeri çok daha
önemli olacak...
GAZETESİ
GAZİ ERÇEL
Arap'ın Baharı Avrupa'nın Kısı
Dünya ekonomileri 2011 yılında önemli iklim değişiklikleriyle karşı karşıya kaldılar.
Önce Arap ülkelerinde bahar başladı. Sonra Avrupa kışa yakalandı. Arap baharı hâlâ da
sürüyor. Petrol ihraç eden ve bahar rüzgârına yakalananlar geçici bir dönemden sonra
ekonomik
durumlarını
düzeltmeye
başladılar.
Petrol ithalatçısı olanlar ise yapısal reformlara giriştiler. Önceliklerini politik olanlarına
verdiler. Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki değişim uzun bir zaman alsa da doğru yönde hareket
ediyorlar. Sorunlarını çözme kararlılıkları var. Avrupa ise önce sonbaharı yaşadı.
İngilizce'de sonbahar anlamına gelen "fail" kelimesi aynı zamanda "düşmek" için de
kullanılır. Bu nedenle "Fail in Europe" başlığı ikisini de kapsayan bir deyim olarak tam yerine
oturuyor. Ne var ki Avrupa sonbaharı fazla hissetmeden kışı yaşamaya başladı. Küresel
ısınmadan Avrupa'nın payına soğuklar düştü. Hava gün geçtikçe daha da soğuyor. Bunun
arkasından kar ve tipi beklenebilir. Gidiş o yönde.
Euro Elitleri
Havası giderek soğuyan İtalya'dan sonra sıra İspanya ve Belçika'ya gelirse şaşmamak
gerekir. Bu durumda Euro Bölgesi'nde Almanya, Fransa ve Hollanda dışında hava
değişiminden etkilenmeyecek kadar küçük yedi ülke kalıyor. Bunlar Estonya, Slovenya,
Malta, Güney Kıbrıs, Slovakya, Lüksemburg ve Finlandiya. Geçen 12 yıllık sürede Euro
Bölgesi'nin geldiği durum bu. Daha doğrusu Euro elitlerinin Avrupa'yı getirdikleri nokta bu.
Sabahtan akşama kadar toplantı yapıp bir sonuç alamayan ve 21. yüzyılın gerisinde kalmış bu
elitler şimdi tüm şimşekleri üzerlerine çekiyorlar. ABD Başkanı Obama, Cannes'da yapılan
son G-20 toplantısı sonrası basının sorularını yanıtlarken bir gözlemini şöyle aktarıyor:
"Avrupa Birliği'nde çok sayıda kurum var. Bunlar sürekli toplantı yapmakla zaman
kaybediyorlar. İş yapamaz durumdalar." Doğru söze ne denilir. Baş elit Sarkozy'nin ise
İngiltere Başbakanı Cameron'a "Bizi eleştirmenden ve ne yapmamız gerektiğini söylemenden
bıktık" şeklindeki sert çıkışı, Avrupa'nın içine düştüğü durumu açıkça gösteriyor.
Euro elitlerinin, finans piyasalarının globalleşmenin sonucu olarak geldikleri noktadan pek
haberleri yok. Serbest bir biçimde akan sermayenin hızı konusunda bilgi sahipleri değiller
herhalde. Demokrasinin eskiden kalma tanımlarını ve araçlarını hâlâ kullanma peşindeler.
Temel'in idama götürülürken son arzun nedir sorusuna verdiği yanıt gibi "Ha bu kriz onlara
ders olur inşallah". Tabii kışı donmadan atlatabilirlerse.
24
GAZETESİ
SAMİ KOHEN
Yorgo Ve Silvio’nun Çekilmesiyle İş Bitmiyor
Birkaç hafta öncesine kadar dikkatler Yunan ekonomisinin çöküşü üzerinde toplandığı
sırada,Avrupa’da borç krizinin İspanya ve Portekiz’i ve belki de İtalya’yı vuracağı tahmini
yürütülüyordu. İtalya’nın bu salgına bu kadar çabuk yakalanacağı açıkçası hesapta yoktu. Bu
bakımdan hafta içinde İtalya’nın başına gelenler, büyük şok yarattı. İtalya bu hale düşecek
ülke miydi? Yunanistan için öyle olabilir: O, fazla bir şey üretmeyen, doğru dürüst bir
sanayisi ve teknolojisi bulunmayan, halkı rahata alışık bir ülke. Yıllar boyunca AB’den aldığı
yardımların ve finans kuruluşlarından sağladığı kredilerin de katkısıyla, yaşam tarzını
sürdürebildi. Ta ki borçlarını ödeyemeyecek duruma gelinceye ve mensubu bulunduğu “euro
bölgesi”nin ağır toplarının salvolarına maruz kalıncaya kadar... İtalya’nın durumu farklı. Bu
ülke Avrupa’nın üçüncü, dünyanın sekizinci en büyük ekonomisine sahip. Endüstrisi,
teknolojisi epey ilerde. Gerçi İtalyan halkının da bir Akdeniz kültürü ve yaşam tarzı var. Ama
onu asıl sıkıntıya sokan şey, astronomik rakamları bulan borçlarıdır: Tam 2.7 trilyon euro!
İtalya yavaşlayan ekonomik büyümesi ve azalan geliriyle bu borçlarını ödeyecek durumda
değil artık. Onun da kemerleri iyice sıkması gerekir. İşte AB’nin “büyük patronları” bunu
sağlamak için Roma üzerindeki baskılarını yoğunlaştırdı. Sonuç: Yunanistan’da Papandreu,
İtalya’da Berlusconi döneminin sonu geldi. Yorgo çekildi. Silvio istifa edeceğini açıkladı.
Şimdi Atina’da ve Roma’da yeni hükümetler (geniş tabanlı koalisyonlar) kurulacak, çok sıkı
“kemer sıkma” kararları alınacak...
Kötünün iyisi
Yorgo ve Silvio’nun çekilmesiyle işlerin hemen düzeleceğini herhalde kimse
beklemiyordur. Olsa olsa yeni yöneticilerin alacağı ve uygulamaya koyacağı tedbirler, iki
ülkenin de “kötünün kötüsü” duruma düşmesini frenleyecektir. O da tabii, işbaşına gelecek
liderlerin gerçekten güçlü bir önderlik ve kararlılık göstermesiyle mümkün olabilir. Bu borç
batağından kurtulmak için gereken “acı reçete”nin çok ağır bir bedeli var. Yanlış popülarist
politikalara kurban giden halkın buna karşı direnmesi, sokaklara dökülmesi, grevler ilan
etmesi, hatta şiddete başvurması tehlikesi yüksek... Bunun ilk provaları Yunanistan’da yapıldı
bile... Oysa bu ülkelerin ekonomiyi düzene sokmaları için, siyasi istikrara ihtiyacı var.
Öngörülen ekonomik program, ancak etraf sakin olursa, halk canla başla çalışırsa ve tabii
yöneticiler arasında tam bir uyum sağlanırsa, işler yoluna girebilir. Yeni dönemde Yunanistan
ve İtalya bunu başarabilecek mi? Göreceğiz...
Kuzey-güney farkı
Bu borç krizinin AB açısından ortaya koyduğu bazı ilginç noktalar var. Bu krizin esas
vurduğu ülkeler -Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz- AB’nin güney cenahında yer alıyorlar.
Sanki Birlik içinde bir kuzey-güney fay hattı oluşmuş... AB’nin en güçlü iki ekonomisinin
sahipleri olan Almanya ve Fransa, topluluğun ve “Euro bölgesi”nin- adeta “patronları”. Bu
krizde esas söz sahibi olanlar, yönlendirenler, baskı uygulayanlar onlar. Tabii “mağdurlar”
bundan hiç de hoşnut değiller... On yedi üyeli “Euro bölgesi” ile AB’nin diğer 10 üyesi
arasında da bir çatlak var. Dahası, “Euro bölgesi”nin geleceği de tartışma konusu oldu.
Bölgenin “ufalmasını” isteyenler, hatta “iki vitesli” bir Avrupa’dan söz edenler var...
Kısacası, “borç krizi” deyip geçmeyelim. Bu olay, hem sıkıntıdaki birçok Avrupa ülkesi için,
hem de Avrupa Birliği için bir dönüm noktası oluşturabilir. Üye ülkeler gibi Birliğin de köklü
bir yapısal değişime ihtiyacı var... Sorun sadece mali ve ekonomik değil. Sonuçları siyasal,
sosyal, kültürel alanlarda da kendilerini hissettirmekte gecikmeyecek...
25
GAZETESİ
NECMETTİN TURİNAY
Kck'nın Karanlık Yanlar
Büşra Ersanlı vakası, yeni bir Türkân Saylan hadisesi ile karşı karşıya
bulunduğumuzun resmidir. O da aynen bu bayan gibi, Kürt gençlerin üzerine abanmış gurk
tavuk gibi bir şeydi. Türkân Saylan nasıl. Dünya Kilise Örgütleri'nin transfer ettiği paralara
aracılık edip bunlan özellike PKK'lı veya PKK adayı gençlere burs adı altında legalleştirmeye
çalıştıysa; Büşra Ersanlı'nın yaptığı da benzer şeyleri hatıra getiriyor. Verdiği ders notlarına
bakılırsa. masum Kürt gençleri azdırmak, saptırmak amacıyla onlardan daha keskin sözler sarf
ediyor, örgütlere sızmış tahrikçi görevlilerden bir fark yok. Ne kadar ileri, ne kadar aşın,
raydan çıkancı sözler söylüyor öyle? Bir insanın ırk gayretiyle aşın nasyonalist heyecanlar
dolayısıyla, ileri-geri sözler söylemesini anlayabiliriz. Nitekim Kürt gençlerden ziyade,
kırkını çoktan devirmiş sınıflar daha hevesli görünüyor böyle bir jargon kullanmaya fakat
aslen kendisi Kürt olmadığı halde Kürt'ten ziyade Kürtlük. KCK'lıdan ziyade KÇK'cılık
yapmaya kalkarsa birisi, ona ne dersiniz? İşte Büşra Ersanlı'nın yaptığı böyle bir hocalık!..
Kaldı ki buna hocalık da denilebilir mi? Onun yaptığı hocalığın çok çok ötesinde belki bir
menajerlik, belki misyonerlik gibi bir şey!.. Hatta denilebilir ki, içinde tahrik dozu eksik
olmayan bir nevi sevk ve idare sanatı!.. Çünkü verdiği ders notlarından çıkarılabilen tek
anlam bu oluyor. Hele bir de kırk yıllık dostu Oral Çalışlar'ın, Büşra Ersanlı hakkında
yazdıklan yok mu? İnsanın kafası daha da karışıyor. Meğer her, ikisi ve daha niceleri, 1971
yılında
Türkiye İhtilâlci İşçi Köylü Partisi davasından tutuklanmamışlar mı?
İhtilalci İşçi Köylü Partisi deyip geçmeyin!.. Çünkü ilgili parti. Türkiye'nin son kırk yılına
damgasını vurmuş örgütlerin başında yer alıyor. İçinde veya başında Doğu Perinçek'in
bulunduğu bu illegal yapılanmadan şimdiye kadar kimler yetişmedi? Devir ve konjonktür
neyi gerektiriyorsa, birbirinden o kadar farklı politikalar!.. Bir bakıyorsunuz 1980 öncesinde.
aşın derecede ordu karşıtı bir politika!.. Bir bakıyorsunuz. 180 derece zıt bir istikamete
kaymışlar; bu sefer de ordunun ve askerlerin sözcülüğüne soyunmamışlar mı? Doğu Perinçek
ve etrafındaki bir avuç dayanışmacı grubun dışında, şimdi o eski marksist(!) örgütün
elemanları liberallik satıyorlar. Geride kalanlar veya şimdiki halde liberallik çalımı atanlar,
dün hepsi birden Abdullah Öcalan'ın menajerliğini deruhte etmiyorlar mıydı?
İşte 1970'lerin o total çekirdeği, Robert Kolej'de görev yapan bir İngiliz profesörle birlikte
baskına uğramışlar, haklarındaki dava da bu yüzden açılmış!.. Nitekim eski MİT'çilerden
Mehmet Eymür'ün bir kitabında okumuştum. Bu grubu hemen bütünüyle, yabancı servislerle
ilişkilendirerek anlatıyordu. Sabahattin Savaşman meselesinde olduğu gibi!..
İlgili grubun 1960 sonlarından itibaren asıl rolü ise. Türkiye solunu bölmek, kafasını
karıştırmak rolüdür. 1968 kuşağı denilen grupları hatırlarsınız. Dünya sosyalist hareketinin
neredeyse bir rüzgara dönüştüğü yıllarda, sol hareketleri bölmek, bölerek zafiyete sürüklemek
evrensel bir ABD politikası idi. Bu bölme operasyonu öyle usturuplu yapılmalıydı ki,
inandırıcılık katsayısı yara almamalıydı. İşte bu sıralarda dünyada bir MAO'culuk icad
ediliverdi. Ya da Çin komünizmi gibi bir şey! Yani Türkiyeli sol-marksist gruplar, üniversiteli
gençler öyle bir narkoza tabi tutuldular ki sormayın!.. Kuşkusuz o sıralarda solun maruz
kaldığı bölünme ve ihtilaflardan, bütün dindar-muhafazakar kesimler memnundu. Çünkü fiili
sol tehdit üniversitelerde gemi azıya almış, doğuda PKK'nın yaptığı gibi, her türlü fiili
tehditlerden de geri durmuyordu. Fakat burda önemli olan. solu bölmek ve Çin
komünizminin sözcülüğüne soyunan sınıfların teşkil ettikleri ortak payda idi. Bunların hemen
hepsinin diğer marksistlere göre daha keskin bir dil kullanmaları, meğer bir göz boyama değil
miymiş? Çünkü aradan geçen yıllar ilgili grubun asla fikri bir tutarlılık peşinde koşmadığını,
26
daima konjonktüre göre hareket ettiğini ortaya koymaya yetip de artıyor.
Bir başka husus da şu idi: Bunların içinden niceleri anti-emperyalist bir mücadeleye destek
vermek amacıyla FKÖ kamplarına katılıyorlardı. Meğer bunların çoğu, 1980 sonrasında
Türkiye'ye döndüklerinde, hızlı birer Amerikancı olup çıkmasınlar mı? Yani onlar FKÖ
kamplarına giderken de, sol görünümlülerin aksine, gene Amerikancı değiller miydi?
Dolayısıyla o günün İhtilalci İşçi Köylü Partisi militanlannın hemen çoğu, hiçbir özeleştiri
süreci yaşamadan o tarz bir kitap veya hatıra yayınlamadan kolayca rol değiştirebildiler ve
şimdi de bağırlarını gere gere liberallik oynuyorlar. Dolayısıyla geride kalanlar ile, şimdiki
liberaller arasındaki tezatlı tutuma fazla bel bağlamamak gerekiyor. Zira ilgili grupların en
belirgin özelliği "milli" olamamaktır; orijinlerindeki bulanıklık ve vuzûhsuzluktur. Eğer biraz
kanştırsanız kimisi sabataist, kimisi Ermeni veya Rum çıkarsa asla şaşırmamak icabeder.
Kuşkusuz Türkiye'de her liberal böyledir demek istemiyoruz. Mesela Atila Yayla, Mustafa
Erdoğan, mesela Taha Akyol da liberaldirler. Fakat onlarda insanı rahatsız eden bir yan
görebiliyor musunuz?
İşte son aylarda Türkiye'nin PKK ve KCK konusunda geliştirdiği yeni strateji, ilgili
gruplan bütünüyle açığa düşürmüş gözüküyor. Şimdi onlar can havli ile Büşra Ersanlı korosu
oluşturmaya çalışıyorlar. Bu koroya lütfen dikkat edin!.. Hani bir söz vardır: Türkiye
bağırsaklarını temizliyor diye!.. Evet temizliyor; fakat bu sefer beynini de temizleyeceğe
benziyor.
GAZETESİ
YILMAZ ÖZTUNA
İran Ne Durumda?
İran, nükleer silâh denen atom bombasını yaptı yapacak. Tel Aviv’i bir gecede harabe
hâline getirecek füzelere sahip bulunduğunu zaten resmen söylemişti. Amerika’dan başka
Suudi Arabistan ve İsrail gibi iki ağırlıklı devlet, İran’ın ancak savaşla yola getirilebileceğini
iddia ediyorlar. Hemen savaş açılması için Washington’ı tahrik ve tazyik ediyorlar.
İran’ın nükleer silâh yapmayacağı sözünü tutması ihtimali hiç yoktur. Bunu elbette
kullanmayacaktır. Aksi takdirde haritadan silinir. Ama Orta Doğu’da menem diger nîst
politikasının efendiliğine soyunacaktır. Zaten çoktan Akdeniz’e indi. Çin’den sonra Rusya
da, Amerika’nın İran’la savaşa girişmemesi için, ültimatoma benzer resmî beyanda bulundu.
Bu telaş, böyle bir ihtimalin ciddiye alınması gerektiğini gösteriyor. Tabii ne Amerika, ne
müttefikleri, İran’a asker sokup ülkeyi istilâ edecek falan değillerdir. Havadan ve denizden
bombardımanla nükleer merkezleri ve Basra Körfezi üsleri hedef alınacaktır.
Ankara, Irak’ta yaptığı hatayı tekrarlamayacaktır. İran nüfusunun ancak yarısının anadili
Farsça’dır. Türkiye’den sonra Türkçe konuşan en büyük nüfus İran’da yaşıyor. 1925’e kadar
İran’ı bir Türk hanedanı Kaçarlar, yönetiyordu. İran Türkleri’nin çoğu Âzerî grubundan ve
Şîî-Câferi’dir. Horasan Türkmenleri, Sünnî-Hanefî’dir. Kürtler’e gelince, mahcubane
kımıldanmalar var. Ama 1940’larda ilk Kürt devletinin, bugünkü Mes’ud Barzani’nin babası
Molla Mustafa Barzani tarafından İran topraklarında kurulduğu unutulmadı. Mustafa Barzani
16 yıl Sovyet Rusya’da yaşadı. Başka kavimleri saymıyorum.
CIA’nin İran’daki bu kavimlerle eskiden beri ve mutlaka günümüzde de derinlemesine
meşgul olduğu biliniyor. Dünyanın en yoğun uyuşturucu yolu Afganistan’dan gelip İran’ı
geçerek Avrupa’ya ulaşır. Kısacası Amerika, İran’ın Sırp milliyetçiliğinden ve
Yugoslavya’dan daha güçlü bulunduğuna inanmıyor. İran, Irak’tan da fazla bölünmek
tehlikesi ile karşılaşabileceğini biliyor. Üstelik dünya 3.’sü Irak’tan sonra dünya petrol
rezervinde 2. olan İran’ın enerji kaynaklarının da Amerika’nın savaş masraflarını
27
karşılayacağı âşikârdır. İran şu şartlarla bu projeleri kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm edebilir:
Dünyanın enerji deposudur, zaten epey münakaşa konusu da olan nükleer enerjiden
vazgeçebilir. Zaten başarı şansı bulunmayan İsrail politikasından çekilir. Polis devleti
durumundan kurtulup rejimini sür’atle liberalleştirebilir. Amerika ile sanıldığından daha kolay
barışabilir. İtibarından, büyük kültüründen hiç kaybetmez. Daha saygın hâle gelir. Bunu
yapabilecek mi?
DIŞ BASIN ÖZETİ
AB İNANCINI SÜRDÜRMEK
Financial Times - 08 Kasım 2011 - İngiltere - Daniel Dombey
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, avronun sancılarına ve bazı AB üyesi ülkelerin Türkiye’nin
üyeliğine coşkuyla bakmamasına karşın, ülkesinin AB’ye girme hevesini yitirmediğini
söyledi. Gazetemiz geçenlerde Gül ile avro bölgesinin devam eden kargaşa ortamında
görüştü. Gül, Türkiye’nin hem ekonomik hem de siyasi açıdan AB üyeliği isteğinin her
zamankinden fazla olduğunu söyledi. Gül ayrıca AB kapıyı Türkiye’ye kapatsa da Ankara’nın
AB ile uyumlu reformları sürdüreceği hususunda ısrar etti. Gül, “Bazı insanlar Türkiye’nin
AB’ye yük olacağını düşünebilir ancak ben bunun tam tersini düşünüyorum: Türkiye, AB’nin
büyümesinin motoru olacaktır.” diye konuştu. Türkiye yılın ilk yarısında yüzde 10,2 oranında
büyüme kaydetti. Bu, özellikle avro bölgesinin hasta ekonomisiyle karşılaştırıldığında büyük
bir oran. Gül, Ankara’nın ya AB üyesi olmaktan ya da müzakereleri başarıyla tamamlamaktan
azını kesinlikle değerlendirmeyeceğini sözlerine ekledi. Ayrıca Türkiye, otomotiv ve uçak
parçaları gibi uluslararası bakımdan rekabetçi sektörlerde şu anda birçok ürünü AB
şartnamelerine göre imal ediyor. Bu anlamda ülke, AB standartlarını benimsemekte şimdiden
epey yol katetmiş durumda. Gül şöyle konuştu: “AB üyelik müzakereleri sürecinin, AB ile
ilişkilerimizin ayrıca reform sürecinin eş zamanlı olarak doğmasının ülkemizin demokratik
standartlarını yükseltmekte ve ekonomimizi güçlendirmekte çok büyük bir rol oynadığına ve
buna büyük bir katkıda bulunduğuna bütün kalbimle inanıyorum.” Gül sözlerine şunları
ekledi: “Her zaman söylerim, çeşitli siyasi nedenlerden ve AB üyesi bazı ülkelerin dar görüşlü
yaklaşımından ötürü üyelik müzakereleri durursa bizim devam etmemiz gerekir.” Ancak Gül,
asıl meselesinden vazgeçmiş değil: “AB’deki dostlarımıza her zaman şunu söylerim: Hem
ekonomik hem de demokratik yönden güçlü bir Müslüman ülke AB’ye girerse bu, sizin için
avantaj mıdır dezavantaj mıdır? Önce bunu düşünün, sonra karar verin."
28
Download