T.C. DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ YAYlNLARI 0907 ·BY· 86 · 008 · 013 iLAHIYAT FAKÜLTESi .. . DERGISI III İSLAM'A GÖRE İLİM Prof. Dr. MEHMET AYDIN ' Kültür ve medeniyetlere biiriz vasıflarmı kallandıran ve bu yolla bir. kü1türü başka birinden ayırmamıza yardımcı olan bir takım temel unsurlar vardır. İslam kültür ve medeniyeti sözkonusu olduğunda bu ayırıcı vasıf, ~üphesiz, i 1 i m kavramıchr. Bu kav~am, bilebildiğimiz kadarıyla, başka . hiç bir kültür vasatında İslam fikir tarihinde olduğu kadar belirleyici ol· manuş, İslamda sahip olduğu mevkii başka hiçbir yerde kaz:mamamıştır. İ'slam bir i 1 i m d i n i ve onun vücuda getirdiği medeniyet, bir i 1 i m m e d e n i y e t i d i r. Bunun özellikle <<klasik dönem» (XIII. yüzyılın sonlarına kadar) için doğru olduğunu belirtmek isterim; çünkü ilim zihniyetinin zayıflamaya başladığı dönemlerde durum, oldukça farklı olmuştur. . Şüphesiz, ilim her medeniyette vardır ve her medeniyet için önemli· dir. O, eski Yunan-Roma medeniyetleri için önemliydi. Ama onların hiçbirinde ilim, bütün boyutlarıyla hayatın bütün derin noktalarına nüfuz etmiş görünmüyor. Eski Yunan'ın te or i a'sı Roma'nın h u k u k u Çinin küçük el sa na tl ar ı Rinidin teemmül hayatı, ilimsiz olamazdı.. Fakat bunlar, insan hayatının, dolayısiyle kü1türünün, sadece bir veya birkaç yönüyle ilgiliydi. Oysa İslamda el yıkamaktan tutunuz da ölmeye varıncaya kadar her şey, bir «ilim ve kitap me,selesi» haline gelmiştir. İlim kavramının Ortaçağ İslam dünyasında arzettiği - önemi, en ciddi surette ineelemiş olan Fransız Rosenthal'ın deyimiyle, İslamda olduğu ölçüde hiçbir inanç sisteminde din-ilim kayn-aşması ayrılmaz bir şekilde gerçekleşme­ miştir. MUsliiman kelamcılar, «ilim» ile «İslam» arasmda bir ayniyetin olup olmadığı konusunu uzun uzun ta,rtışmış ve birçoğu böyle bir ayniyetin kabulünün teknik açıdan kolay olmadığını öne sürmüşlerdir. Ayniyet meselesi ayrı bir konu; fakat onların böyle bir ilişki üzerinde ciddi olarak durmaları bile İsli'ımcla ilmin mevkiini göstermesi bakımından yeterlidir. (ı ı Kur an-ı Kerim, t~eygamberlere ve onlar vasıtasıyla bütün . ( l) F. RDsentha!, Knowledge Triııı.mphant (Leiden, 1960), 334 v.d. -1- Prof. Dr. MEHMET AYDIN insanlığa' «ililll>>, «Ki,talb» ve <<hikmet» in öğretildiğinden sık sık 'bahseder ve böylece vahiy müe1sse,sesinin ilahi bir· mektep olduğu hakikatını hatır­ latır. «İlim» kelimesi ve ondan türeyen isim ve fiiller Kur'anda yaklaşık olarak 750 yerde geçmektedir. Çoğu kez epistemolojik bir mana ifade eden <·~hikmet.>, <<kitap», gibi kelimeler, «anlama» (f"h-m) «farkınd3. olma» (§·'e-r) «akletme» (a-k-1) v.s. gibi terimler (>bunlardan türeyen yüzlerce isim, sıfat ve fiiller) yukarıda verilen sayının dışmda kalmak· tadır, Bir de bu kelimelerin zıtlarını dü§ünürsek Kur'amn epistemolojik terimler örgüsünün ihata gücünü tahmin edebiliriz. ' '•Oj Kur'ilnın vahiy eseri olduğunu kabul etmey.e yanaşmayan -yahıit vahiy müessesesini kabul etmeyen- bir ço!k ilim adamı ve müsteşrik, Kur'anın bu ilim ağırlıklı veeılıesi kaıışısmda şaşırıp kalmakta, ınet1odları gereği kullanmak zorunda oldukları tarihi sosyolojik açıklama tarzının yeteJ.1sizliğini açıkça ifade etmektedirler. Kur'anda yer alan ilim görüşünün kaynaklarını <'cahiliy~ şiiri»nde aramanın da, Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarında ara·· manın da beyihude olduğu bugün artık anlaşılmış durumdadır. İşte isiilm medeniyetini bir ilim medeniyeti haline getiren baş faktör,· Ku:r'anın ilim görüşUdür., Bu görüş doğru ve tam olarak anlaşıldığı sürece müslümanlar, insanlık tarihinin rnedenileştirici gücü olmuşlar, yanlış ve elk!sik anla:şıldığı zamar;ı iJSie, müslümanın fikri ve fiili darmadiağmık, onun <<mücessem vahdet.> demek olan hayatı altüst olmuştur. Kur'amn ilim ve hikmet telakJkisi, ilk tatbik saharsını, elbetteki, Peyıgamiberimiz'in h::ı:yatında bulmuştur. Mü•s:lümanlar, bu Yüce insanın zuhurundan önceki dönemi, «cahiliyet d·evri» olarak vasıflandırmak:la Kur'anın beşer tarihinde başlattığı yeni döneme de adını vermiş olmu~or­ lar mı? İlim ve hik:meUe gerçekleştirilmiş <<Saadet Asrı» nın bilnisi, Yüce Peygamber'in ilim teHtkkisini g;örebilmek için elimi~deki hadis külliyatına bir gö(l) atmak kafiı:Hr. Başta «kütüıbü sitte>> olmak üzere hemen her hadis mecmuasında yer alan müstaikil «kitab-ul-ilim» ler- vardır. Yine, hemen hemen bütün kelam kitapları, epistemoloji konusunu, yani bilginin kaynağı ve değeri ~roiblemini ön planda tutmakta ve bütün kei~mi meseleleri epistemolojik bir zeminde tartL§maktadır. Eğer ta'Savvufu bir tek kelime ile anlatmaya çahşmak durumund:ı kalsaydık, ilim kelimesinin çrok kere e§ anlamhsı olan «Marifet» kelimesini kullanmdık. <:ı) Muamelat sahasında ilmin yer ve önemini görmek için bu (2) BUJ tki terimin farklı yerlerde de kullanıldığı dışında kalmaktadır. -2- meselesi 'burada konumuzun İSLAM' A GÖRE İLİM sahanın disiplinLi bir etüdü demek olan «Fıkıh-> kelimesinin Talbiin devrinden itibnren kazimdJgı manayı hatırlamak kafidir. Felsefe ise, müs· lUrnan mo~ofların gö121önünde bir 'llmu'l-ulftm dur; yani bi1gi objesi o~ma vasfım kazanmış her şeyin bütünlük içinde ele alındığı bir saha. Bu söyleıdiklerimiz, ilim kavramı ile ilgili -tabir yerinde iıse- «coğraf- · ya»nın kaba ç~ilerinden sadece bir kısmını teşkil ediyor. Ama bu bile <~İslam medeniyeti bir ilim medeniyetidir» hükmünün teyidi için yeterlidi~ • Tanınmış A1maı::ı filo?Jofu Max Scheller, Bilg~ Formlan ve Toplum adlı ilim iklimini aklmda tutmak kaydıyla fünkısiyo:.n,el açidan eserinde Batı ilmi üç ana başlıkta 1ıopluyor. a- . Ferdi şahsiyetin te·kamülu için gösterilen ilm! çabalar. b. Tabiatm ve beşeri toplumun bilinmesi ve kontııolünü hedef alan ilmi çabalar. c. Alemdeki ilahi düzeni kavramaya ve bu yolla nedtta ermeye matuf çabalar. Birinci ve üçüncü şık, geçmiş dönemlerin Hmi faaliyetlerinin bariz vasfını, ikinci şık iıse günümüzıde ortaya konan çabaların temel özelliğini dile getirmektedir. Hatta ta;biat ve toplum üzerinde hakimiyet kurma fikri, çağıınızın ilim telakkisine o ölçüde nüfuz etmi§ bulunmaktadır ki, ilmin çahsiyeti tektimiii ettirmedeki rolü, tamamen geri planda kalmı~ ve Scheller'e göre üçünoü şrk, yani alemdeki ilruıi nizaJmın sırrını yakalama çabası, unutulma no1ktasına gelmiştir. İlınin bu üç :flormsiyonu her zaman ve her toplumda dengeli bir §e· kilde vaııolmamıştır. Bazan ibiTinirn, bazan da ötekinin hakim durumuna geldiği gok. sık görülen bir hadisedi.r. Fakat İslam dünyasmda ilim, her üç fonksiyonu balnmından daima canlı olmuştur; hatta öteki birçok medeniyetlere nazaran tsHlmda bu fonksiyonların en azından bazı dönemlerde nisbeten dengeli lbir durumda olduğunu da söylemek mümkündür. Biraz sonra daha yakından görebileceğimiz gilbi, özellikle Kur'an-ı Kerim'de bdlginin farklı fonksiy:onları arasında ve bu arada insamn ilmi tecrübesi ile ahlak, sanat ve iman gibi öil:eki sahalara dair tecrübeleri arasındaki denge, gayet mükemmel bir şekilde kurulmuş durumdadır. Tarihin seyri içinde, biraz da ortaya çıkan icUmai, siyasi ve iktisadi şartların gereği olarak, denge durumunda bir takım bozulmaların olduğu müşahade edilmektedir. Bu konuya ileride ayrıca temas edeceğiz. Öyle görünüy;or ki, özellikle Ga- -3- ' Prof. Dr. MEHMET AYDIN zali döneminde ve bizzat Gazali'de «İlim>> sözünden ağırlıklı olarak <<dini ilimler>> anlaşılmıştır. Gazali ihya'nın özellikle konumuz açısından son derece önemli olan <<İlim Kitaib>>ında Peygamberimizin ilirole ilgili «İlim talebi her müslüman erkek ve kadın için bir farizadır» ve «ilim Çinde de olsa araştırınız» şeklindeki meşhur sözleıini ·bunların sılılıatı me· melesi üzerinde durmak konumuzun dışıııdadır- ikti!bas ettikten sonra şöyle demektedir: Buradaki «ilim» den hangi ilmin kastedildiği konusunda ihtilaf vardır. Bir birinden farklı yirmi eörüş öne sürülmüş ve :ner ilim sahibi hadi&-i ş·eriflerin kendi sahasına işaret ettiğini iddia etmiştir. Gazali bu yirmi görüşün nelel'den ibaret olduğunu bize anlatmaz. Onlardan sadece ibeşini dile getirir ki bunlar, ,Tefsir ve Hadis, Kelam, Fıkıh, Tasavvuf ve ilm-i Batın. Daha sonra Ga:zall «fadza» kelimesinin ilim talebi bakimmdan ifade ettiği mana üzerinde durur ki, bu konunun 1slam tarihinde ne ölçüde köık saldığı hepimizin malumudur. Bilmiyorum, ilim talebinin dinin merikezi katıeg:orisi olan f a r z terimi ile (ama f a r z-ı 'a y n, ama f a r z-ı k i f a y e) açıklayan başka bir kültür var mıdır yeryüzünde? Gazali, farz kılınan fiillerle ilgili malumat talebinin f a r z-ı a y n, dünya işlerinin devamı Ckıvam-ı umüri-d-dünya) için gerekli olan bilgilerin ise f a r z-ı k i f ay e olduğunu söylemektc, bugün «iilümu diniyye»ye dahil ettiğimiz baz~ ilimleri- ı;neısela fukahaya ait sahanın çok büyük bir kısmını - dinle dolaylı olarak ilgili görmekte, dolayisiyle f a r z-ı· k i f a y e olarak mütalaa etmektedir. GaziHi'n:in umumi tavrı, umür-u dünyaya müteallik ulümu, ulümu diniyye kadar teşvik etmemek~e birlikte - ki bu İslam dünyasında çok uzun süre hakim olan bir görüş olmuştur - ilim tasnifıinde her iki tarafa da hetkkmı vermektedir. Şöyle ki, ilimler önce <<şer'i olanlar» ve <<şer'i-ol­ mayanlar» dtye ayrılma,kta, ikinciler ise, <~zaruri» (yani apriori) olanlaı· ile <<tecrübi olanla:r>>a . ayrılmakta, biH'thare bu sonunculardan hangisinin «ınemdüh» hangiisinin iıse «ınezmüm» olduğu konusu ele alınmakta­ 3 dır. < ı İ h y a'nın bu K i ta b u'l- İ 1 m'i, bir müslüman mütefekkirin ilim konusunda ne kadar çıok ve önemli şeyler söyleyebileceğini ortaya koyması bakımından son derece dikkat çekici ve aynı zamanda göğüs kaibarhcı bir eserdir. ilim konusunu farklı bir açıdan değ·erlendiren, dini ilimlerle akU ilimler arasmda daha müvazeneli bir müna:seibet kurmaya çahşan mütefekıkirler de olmuştur. Bunların başında İbn Rüşd gelmektedir. Bu ünlü . (3) İhya' ıılum ad-d:iıı, Kahire, 1967 c. I ' s. 24 v.d. -4- İSLAM' A GÖRE İLİM düşünür, şer'i ve akli kıyasın birlikte kullanılmasının «Vucilbunu.» Kur· an'dan getirdiği delillerle ~sbatlaınaya çalışır. (4 l Onun, «?Taştınlması şer'­ an vaciibdir» dediği şeye akıl yürütme ile araştırılabilen her bilgi objesi girmektedir ki, İbn Rüşd:'e göre bu, «cemi-ul-mevcüdat» dır. İnsan, bildiklerinden bilmediklerini çıkarır ve bu yolla Yaratıcı hakkında bilgi sahibi olur. Şimdi İbn Rüşd'ün Kur'ana dayanarak böyle bir netice çı­ karması fikri, isirum aleminde oldukcçaı yaygın olmu!?tur. Gerçi bu fikirde, tabiata hakim olma arzusu ön pianda görülmemektedir. ön planda olan, insanın «nefsini ve Rwblbini bilmesi» dir. Bunun böyle olmaı~ı da tabiidir, çünkü sırf hakim olma arzustma müteveccih bir fa'aliyetin, Kur'anın ilim ve hiltmet anlay~şmda yer almıyacağı açıkıtır. Bu konu, ilim zihniyetinin temel vasıflanm, Kur'anm, birkaç ke~ atıfta bulunduğumuz ama açıkla­ madığımız, ilim ve hikmet anlayışı ışığında değerlendirmemizden ponra, sanırım daha bir açıklık kazanacaktır. Temel iddiamız şudur: Kur'an, insanın, ilmi anlayışı_nda tarihte ben· zeri görülmeyen bir ·inkılillb vücuda getirmiş ve ilim llihniyetinin sadeec islam .fikir dünyasında değil, Yahudi ve Hıristiyan aleminde de yerle§me· sine imldn hazırlamıştır. O, kendisine inananların gönlünde ve kafasındia-dolayısiyle, insanın t<Vbiatla öteki insanlarla ve Yaraıtıcı ile olan her türlü münas~betinde- köklü değişiklikler meydana getirmiştir. Kur'anın insanın iç dünyasmda meydana getirdiği değişiklik çok daha ani ve de· rin olmuştur. Fi:kri yanı daha ağır işl~diği ve bir biriki~in varlığını §art koştuğu için oradaki değişme tedricen olmuş ve meyvesini bir-iki yüzyıl sonra verebilmiştir. · . ilim zihniyetinin oluşması ve gelişmesi, esas itibariyle layacağımız ön-fikirlerin kafalarda yeretmesine bağlıdır. ı. aşağıda sıra­ Düzen Fikri Alemde bir düzenin olduğu, her şeyin bir takım kanunlara. bağlı olaraik cereyan ettiği, hatta bu durumun sosyal ve tar1hi hadis:eler için de geçerli olduğu, Kur'anın :ı:srarla üzerinde durduğu bir kıonudur. Sosyal hadisleri tetkik eden ve bugün sosyıoloji ve sosıyal psilmloji alanlarının konularını teşkil eden noktaların önemli bir bölümünü de içine alan Tarihin, İslam fikir dünyasında bir ilim diıs~p1ini olarak erken bir tarih· (4) Fasl·<ll Makal, Yay. G. F. Hourani, Leiden, 1959, s. 2 v.d. (5) Science and Modem World, New York, 1925 s. 5 v.d. ' -'-5- • Prof. D:r. MEHMET AYDIN te ön plana çıkmasının sebeplerinden biri, olsa gerektir. Kur'anın bu genel tutumu Aslında, nizarn fikri, yaratma fikriyle birlikte alkla gelir. Alemi:n, ilim, irade, kudret ve hlkme[. sahibi bir Varlık tarafından yaratılmış ol- · ması, orada bir nizamın var olduğunun en açık delilidir. İkinci olarak, ayru nizarn fikri, islamda v;a[l:]daniyet inancına bağlanmı§!tır.< 6 ı Yine nizam frkri gaye fikrini de birlikte getirir. Bu bakımJdan, isLam mütefekkir..leri kainatın olu§umu hakkında öne sürdükleri görü§lerinde bir düzenin varoLduğuna daima inanmış ve kaos fikrini tasvip etmemişlerd:ir. Kur'ani bir terim olan «Sünnetullah» kavramı da nizarn fikri ile yakından ilgilidir. Eğer yanılmıyorısam, Kur'an bu terimi sadece sosyal hadiselerle Hgili olarak kullanmaktadır. Ama başta Gazali ve XX. Yüzyıl­ da Muhammed İl~bal olmak üzere ünlü İslam alimlerinden birçoğu, <-<SÜnnetulla:ll>> terimine tabii hadislerin tabi oldukları kanunları da dahil etmi§lerdir. Kur'an'a göre Allah, her an yararttığı ve ilminin fonksiyonel olmasını önleyen her türlü zati eksiklikten uzaık olduğu iço,:in yaratmış olduğu nizam-ı alemin bizzat teminatı olmak::tadır. Bu teminatın hem ontolojik hem de epistıemo1ojiık a,ç1dan büyü(k b~r ehemmiyeti vardır. Şöyle ki, hiçbir kudret, kendi ba§ına sö·z konusu düzeni ve sürekliliği tehlilkeye sokamaz. Ydne aleme nıüteallik bilgimizin kaynağı da Allah'ın bizzat kendisi oldu· · ğu icin bu bilgi, bir yanılma olamaz. Descarteıs'in dı§ dünya hakkında bilıgimizi Allah'ın varlığına bağlamasının gerisinde işte böyle bir düşün­ ce ya tma'ktaıdır. Kur'amn geliştiı1diiği Nizarn'ın varhğı :fiıkdnden hiıçbir müslüman alim ve mütefelkki·r şüpihe et:memi§tir. Hatta görebildiğim kadarıyla ilim icin son derece önemli olan ve düzen fikrinin bütünlüğü içinde bulunması gereken s e b e p ı i ı i k prensibinden şüpihe eden bir alimimiz de yoktur. D. Hume ve J. S. Mill'in :IDoiZalite kavramı ile ilgilıij eleştirilerine öncülük. eden Gazali bile, bilimi tehlikeye sokan bir şüphe içine düşmü~ değildir. Onun itiraz ettiği, filozofların sebep-sonuç ilişkisini rorunlu görmeleri, ve ayrıca sözkonulsu ili§ikiyi birebirlik bir tekaıbüliyet içinde · dile getirmeleriydli. Gazali, gerek soıs:Yal gerek ta~bii olayları açıklarken yakın sebeplerden başlayıp derece derece uzak sebeplere gitmenin şart o1du,ğunu söyler. Aslında Gazali'nin bildiğimiz anlamda sebep ve · sonuç (6) Bkz.: Enbiya, 22 İSLW' A GÖRE İLİM münasehetini reddetmiş olduğu doğru olsaydı, İ h y a nın özellikle «Muhlik&1>> bölümünü yazması mümkün olmazdı. Çünkü bu bölümün genel metodu, e:vvela hangi fiillerin hangi manevi ha,stalıklarma s e b e p olduğunu te,sbit etmeik ve daha sonra bu hastalıkların izalesi,ne · s e b e p olacak başka fülleri tayin ve tesbit etmektir. 2. Tecriibi Yak~§ım Alemin yaratılmışlığı fikri burada da ilk planda rol oynamaktadır. Madem ki alem, R.eaRte'nin ve Hakikat'ın kendisi demek olan bir Yiaratı­ cının e s e r i d i r; o halde onun g e r ç ek l i ği n d e n ve bir mü m k ü n ı e r a l a n ı · olduğundan §Üphe edilemez. Dünya da, onun hakkında elde ettiğimiz bilgi de ge r çe k tir. Sani'in varlık ve birliği­ ğıi.nin, ilim, ve kudretinin nişaneleri, işaretleri (ayetleril durumunda olan hadiseleri hayal ürünü saymak el!bette mümkün olmaz. Alemin :ve orada olup biten her şeyin «mümkün» olduğu fikri, ilmi, ve felsefi bir ağırlıkta, ilk defa Fara!bi :ve özelli!kle ibn Sina tarafından ele alınmıştır. Onların, varlıkları <.WaciJb-ul :vucüd» ve «münıkün-ul-vucüd>~ diye ikiye ayırmaları ve en önemli kelami delilleri bu ontolojiik ayırım:ı dayandırmaları, islam fikir tarihinde olduğu kadar Ortaçağın Latin Hıri's­ tiyan dünyasmda da etkili olmuştur. Aleınin müınkün olması, onun zorunlu haldkatlerdn oluşturduğu bir saha olmadığı manasma gelir. Öyle ise, bilimin a priori olarak kurulması gereği diye bir şart söz~onusu de-· ğildir. Gerçi Kur'anm a priıori hi1giyi reddetmedliğine dair bir takım ipuçları mevcuttur; fakat onun bilgi elde · etmek için teşvik ettiği asıl yol, tecrübi yıoldur. İslam filo:eıoflarından bazıları, me,sala Fara:bi ve llm Sina, genel felsefi tutumlarında, Kla1sik Yunan felsefesinin tesiriyle tecrübi anlayışı ihmal ettikleri için şiddetle eleştirilmliştir. Eleştiride bulunanların son halkasında Muhammed İl\lbal'i görmekteyiz. lkihal'e göre Kur'anın tutumu klasik Yunan tefekküründen tamamen farklı olup onun espirisi bütünüyle ampirik karakterdedir. <7 J 3. Bilginin Smırhlığı . llim zihniyetinde bulunan, bulunması gereken üçüncü bir özellik, bildiklerimizin ve bilme güçlerimiizin sınırlı olduğunu, bu yüzden birçol{ hatalar yapabileceğlimizi, bizden öncekilerin de yapmış ola!hileceklerini, (7) Reconstruction. of F.eligious Thought In lislam, Laihore, 19Ş8, s. 128. Prof. Dr. MEHMET AYDI~ dolayısiyle mevcut bilgi birikiminde birçok yanlışlıkların bulunabile. ceğini kabul etmeık, inceleme, araştırma ve soru§turmalarımızı buna göre yapmaktır. Gazall, Descartes, B. Russell ve daha birçok mütefek:kir, araştırma yapmaya en iyi bildliğimizi say:dığımız şeylerden, bize en açık ve seçikmiş gibi görünenlerden başlamanın gerektiği üzerinde durmuşlar­ dır; ç;ünkü ilmin ilerlemesine en büyük engel, insanın veya belli bir tarih .kesriminde yaşayan bir topluluğun, kend:i. bilgisinin mutlaklık ve tamlığına inanmasıdır. Bu söylediklerimiz, her zaman ve her alanda kesin bir rölativizmin olduğu manasma gelmez. İnısanlığın bilgi biriki:r.rı:inin, sürekli olarak değişmekte olan tariıhi, sosyal ve psilm1ojik şartlara göre oluşmuş olduğu­ nu kaıbul etmek ayrı şey, sözJronusu birirkimde her zaman ve her yerde doğru olabilecek unsurların bulunabileceğini kabul etmek ise daha ayrı ·bir şeydir. Bu ikinci şık kcubul edilmezsıe, ilirnde bir <·1birikim» den; bir <<ilerleme>, den sözetmek imkansız hale gelir. Mutlakçılık kadar, mutlakçı bir statü kazandırılmış rölativizm de ilmi anlayış ve ilerleme için tehlikelidir. Ben, Kur'ana göre eğitilmiş bd.r zihin kadar bilgimizin sınırlılığınn. şuurunda olan ve 'bunu da daima ifade etni:ek zamretini duyan başka bir . zihin tanımıyorum. İster Gaziili g~bi din ilimlerinde zirve noktaya ula§nı.L§ bir insanın, ister llin Sina g~bi felsefe tarihinin büY:iik dehasının, ister bir çağa kendi adını vermiş bir ilim kutbu olan Beyrüni'nin eserlerine; yahut klasik dönemde yazılmış elinizinin altındaki her hangi bir kitaba bakınız, hemen her faslın sonunda «Allahu 'al'lem bi·s-sevfUJ>> cümlesini oikursunuz. işte bu d e n g e l i tutum da Kur' anın eseridir. «Dengeli» diyorum, çünkü burada sadece mutla~çı tutumla aşırı rölativist tutum arasında bir orta yolun bulunmuş olduğunu değil, ilahi ilinıle beşe­ ri bilgi arasında da makul bir nilS!betin kurulmuş olduğunu görüyoruz. Tafdil sigasının kullanılması, bir yandan insan için bUgi iınkanını dile getiriyor; öte yandan mutlak bilginin insanın kendisine değil, Allah'a ait olduğunu ifade ediyor. <<Allahu 'a'lem bi'IS-sevab»a sadece müslümanın alçak gönüllülüğü değil, ayın zamanda <~bilen bir varlık olan insan» ın alem g.örüşü sindirilmiştir. islam kültürü bu görüşe genellikle sadık kalm1ştır. Belki bazı filozıoflarımız sadece bazı hükümlerinde onu ihmal etmiş olabilirler. Ve !Sanıyorum Gazali'nin felsefeyi tenkidine her şeyden çok bu <<Unutma» sebep oLmuştur; çünkü onun T a h a f u t'te akıl için -felasife'nin aiklı için- çizmek istediği sınır, öız-e1likle metafiz~k ve eskatolojik konularda insan bilgisi için de bir sınır olmakitadır. 1ste bu sınırlılık konusu, -8-. İSLAM' A GÖRE İLİM kendisiyle çok yakından ilgili olan başka önemli bir konuyu daha hatıra getiriyor ki, bu, ilmiTI bağımsızlığı me<sele<sidir. 4. Bilimin Otonomluğu ! Kısmi bir otonamluk sadece bilim için değil, her beşeri faaliyet için yararlı ve gereklidir. Aslında, tslam söz konusu olduğu takdirde, otonomluk meselesini din-hilim münaısebeti çerçevesi i:çinde değil de bilim adamlarnun faaliyet sahası ile din alimlerinin fiikirleri, yorumları v.s nin oluşhıPduğu bir müna,sebet örgüsü içinde ele almak gereıldr. Ve her alan için kısmi bir otonomluğun gerekliliği ancak bu durumda bir mana ifade eder. Kanaatimce, otonomluk konusunda, hatta heLten hemen bütün kmiularda, her dini dünya görü§ünün kendine has p~ oblemleri vardır. Bu bakıtndan, eğer din~bilim, yahut din-sanat ilişkisi ~"Jnuların­ da konuşmaya başlar ve buradaki elinin adını koymazsak, büyük yaıılışlıl~­ lara sebebiyet veririz. Nlesela, Batıda Ronesans'tan sonra ortaya çıkan bilimin otoııomluk mücadelesinin bir paralelini İslam fikir tarihi içinde bulmaya çalışırsak hata ederiz. Oradıa Kilise'nin ve Kilise mensuplarının otoritesine (dini yetkrsine) muadil bir otorite İslam da yoktur. Orada Kilise-bilim çatışına:sı gerçek anlamıda bir din-bilim çatı§masına dönüşe­ bilir. İslami çerçeve içinde şu veya bu derecede bağımsızlık, bir takım anlayışlar, görüşler ve1 yorumlar karışısında olur; elinin özünü teşkil eden vwhiy karşısında değil. V<ahyin anlaşılması ve yorumlanması be§eri bir faaliyettir, dolayrsiyle sınırlıdır. Böyle bir faailyet ·karşısında sadece bilim, sanat v.:s. nin değil, yeni veya farklı dini anlayış ve yorumların da mücadele hakkı -eğer gerekli iıse- olacaktır. Farklı dinlerin bilim adamının faaliyetleri üzerinde farklı tesirler icra edeceğini gerek Müslüman alimler, gerek Hıristiyan ilahiyatçılar OrL.ıç!ağ boyunca farketmişlercHr. Mesela, tecrübi ilimlerin ortaya koyduğu wnuçların genel kabul görmesinin Kilisenin otoritesini iyiden iyiye sarsacağı inancı orta çağda oldukça yaygmdı <sı Burada büyük bilgin Beyrüni'nin konuyla ilgili bir tesibiüne yer vermek istiyorum. Beyrüni'ye göre, bir çok ilim adamı din·bilim çatışmasını gidermek için ya dinlerini aşırı yorumlara tfıbi tutmaMa, yahut ilmi neticeleri saptırmaktadırlar. O, Hind~stan da araştırma yaparken bunu mü§ahade ettiğini, Hind astronomi bilginlerinin, Puıraııa'ların dediklerine uymak için ilmi gerçekleri ı;:; . (8) Bkz.: J. J. Smart, «ReHgion and Science>> ' N. Y. 1967, C. 7, s. 158 v.d. -9- ; The Encyciopedia of Philosophy 1 Prof. Dr. MEHMET AYDIN saptırmak zorunda kaldıklarını söyler ve bu duruma gok üzüldüğünü ifade eder. ( Beyrü'ni, başka din men\Suplarının dia benzer güçlüklerle karçı kar§ıya ka1dJ:klarım ifade ettikiten sonra sözü Kur' ana geti~ir ve şunları söyler: Kur'anın, göklerin, yerin v.s.nin yapıları ve şekilleri ile ilgili ayetlerini ve bu arada insanın bilmek durumunda olduğu ö1teki bilim dalları ih~ ilgili ila..lıi ifadeleri aşırı yorumlamalara tabi tutmaya hiç gerek yoktur. Bu ayetlerle dini hükümleri konu alan öteki ayetler arasında tam bir mutabakat vardır. Kaldı ki Kur'an, diyor Beyrüni, bHimde sürekli olarak araştırma konusu olan meselelerde insanı bağlayıcı bir hüküm ortaya at:mıyor. Mesela, alemin ve insanın tarihi ile ilgili kronolojik konularda öteki Kutsal Kitaplarda yer alan görüşlere yer vermiyorY 0 > 9) Beyrüni'nin ifadesinden şunu anlıymuz: Kur'an, ilmi faaliyet sahasın­ da her haJ)gi bir kısıtlama getirmediği, tam tersine araştırma ve incelemeyi teşvik ettiği ve bu faaliyete dini bir boyut kazıandırdığı iıçin her hangi bir din-bilim çatışmasma sebep olaibilecek ve bilim adamının bağımsız olarak faaliyet göstermesini engelleyecek yolları kapatmıştır. Mutlak bir otonomlukıtan bahsetmek, sınırlı olduğunu söylediğimil be§eri bakış tarzını evrenısel1e§tirmek, dolayısiyle mutlaklaştırmak anlamına gelir. Bugün şu veya bu manada bilime dayanan, hatta sözüm ona brütünüyle <<bilimsel» ol:a:n birç;ok ideolojide bu mutlakiLk ve evrensellik iddiasını, bir çeş,it <<tek dıoğruculuk» u mü§ıahıade etmekteyiz. Batı fikir dünyasının yaıkından tanıdığı Amerikalı mütefekroir ilalıiyatçı R. Ni· ebhur lnsarun Tabiiatı ve Kaderi adlı kitaıbmda şöyle yazıyor: (ll) «Bütün beşeri bilgilerimiz ideolojik hir leke ile lekerenmiştir. Bilgimiz, olduğun­ dan daha fazla bir şey olma iddiaısindadır. O, belli bir göı:ıüş açısından kazanılınışı sınırlı bir bıiLgidir; gel gör ki niliai ve mutlak olma havasın.i bürünmüştür>>. Bilimin nihai ve mutlak o1duğu iddiası, onun kapalı bir sistem oluı­ turlduğu idd1asıyle aynı kapiya çıkar. İddialarm her ikiisi de yanlıştır, çünkü tarihi gelişmenin seyri içinde bilim, çok k€re dar anlamda «bilimsel» olmayan ibir takım ön-düşüncelere, faraziyelere dayanır durumda olmuştur. Bir bilim adamı, tecrübi bakı:ş lmnusunda ne kadar titiz olursa ol~9) AJ-Bılril.n1's fud:ia, London, 1910, II, s. 110, 10 A.E.I. s. 263. (10) A.E.l. s. 263. (11) The Nature and Destiny of Man, New York, 1941, s. 194. -10- İSLAM' A GÖRE İLİM sun metafizik ve epistemolojik türden faraziyeleri tamamen engelleyemez. Bu faraziyeler ise, genellikle bilimin her konuda, özellikle de he§eri ilimlerde bilim adamının kullandığı tasvir edici kavramlara,. mü§ahade etti,ği fenomerılere, malzeme toplama tarızına ve her §eyden önce se~melerine tesir eder. <ı::ıı Dto,layısiyle, ilmi .faaliyet, ba§mda da sonunda da kapalı olmayan bir siistemdir. Ba§mda ba§ka be§eri tecrühelere bıağlı olarak geli§ir; ula§ılan sonuçlar ile de hayatın her alanında tes~rini duyurur. Kur'an acrsmdan bakıldığında, be§eri faaliyet sahasından her hangi oorini nihai nokıtada kendi kendine yeterli, yani otonam say;mak mümikün görünmemektedir. Kur'anın temel gayesi, insanı bir tek Yaratıcının va-mlduğuna inandırmak ve öteki bütün münasebetler öııgüsünü bu inanca göre düzenlemektir. İnsan böyle bir inanç tecrühesine-istel'lseniz «§Uuruna» deyiniz- ula§tırmak için Kur'an, be§eri hayat aç]sından muteber her vasıtayı, her veriyi kullanır. Gerçi insanoğlunun ilmi, ahlaki, estetik v.s. tecrübeleri tek ba§'larına alındıklarında da bir mana Ve değer ifade ederler, ama insan hayatı bakımından bu tecrü:beleriDı her biri, nihai gayeye ula§mak i~iıı bir yoldur. Dik!kat edilecek olursa, Kur'an-ı Kertmin birçok ayetinde insanoğlundan nazar etmesi, dti§fuımesi, anlaması ve bilahare ders ve ibret olması, Haltk'a dayamnas,ı ve §ükre:txn1esi istenir. Şimdi buı~ada ayrımla§mamı§. bir tecrü!bi bütünlükle kar§ı kar§ıyayız. Çevresinde olup biten tabii ve beşeri olaylara hakmasını ve onlar: üzerinde dü§ünüp bir taik1m SiOnuı~lara varmasını bilen -yani Hmi imkan ve kabiliyetlerini kullanan- insan, bir anlayışa (Kur'andaki manasıyla bir 'fııkh'a) ula~ır. Bu anlayışın n o r m a ı geli§imesi iman tecri.i:besi istikametinde olur ki, burada anlama kudreti kadar irade kudretinin de payı büyüktür. Bu ikinci kudret, başka istiktamette kullanılabilir ve bu sefer anormal -Kur'anı'n deyimiyle <<marazi>>· tezahürler ortaya ç1kabilir. İnkar denen marazi MJi, insan-eşya münasebeti açısından değil, insan-Allah münasebeti açı­ sından değerlendirmek gerekir. İkinci münasebetin kurulmayışı veya kurulamayışı, birinci ı:nünasebetin epistemolojik yap]sını, sahip olduğu s1nırlı çerçeve içerisinde kalmak şartıyla, geçers~z kılmaz. ݧte yukarıda dokunduğumuz kısmi epistemowojik bağ1ı:nsızlıkla da· bunu anlatmaya çalı~mıştı:k. İman tecrübesine ulaşan insan, tecrübe nihai noktada bütünlük kazanmak zorunda olduğu için, öteıki tecrübelerine tekrar dlöner; yani iL'mi (12) Krş.: D. Cartwri>ght'ın K. Lewin tarafından kaleme alınan Field Theory in Science (New Yo:r;k, 1951, s. IX) adlı esere yamnı:ş olduğu önsöz. -ll- lProf. Dr. MEHMET AYDL.'J ahlaki ve es.tetik tecrübelerine bakar ve iman tecrübeısıini onlara nüfuz ettirir ve böylece, Kur'an'ın deyimiyle,<<Allah'm rengi>> (sıbğat·AJlah) ile renklenmek, hayata yepyeni epistemolojik (m "Çı k a § e f e boyutu) ve aksE•yolojik ('ilahi ahlak He ahlaklanma' boyutu) d-erinlikler kazandırmak mümkün olur. Burada artık bir <diın>>, «irfall>> ve <<ZeVk» bütünlüğünü gerçekleştirmek söz konusudur. 5. Tar·afsız (Objektif) Aıı.al§tırma : ilmi zihniyet, mümkün olan en yüksek derecede bir objektif araştırma faaliyetini §art koşar. İlınin geliı§me:si için bunun ne kadar önemli olduğuna temas etmeyi gerekli görüyorum. Ben sadece İsla!n aleminde gelişen tatafsız ilmi zihniyetin büyük çapta Kur'ana borçlu olduğu konusunda bir iki no\ktaya temas etmek vei bir iki örnek veııme!k istiyorum. Kur'an-ı Kerimin araştırmayı, incelemeyi, çalışıp ç~?alamayı, ne ölçüde teşvik ettiği hepimizin malO.mudur. Araışıtırılması istenen şey, insanın iç dünyasından, tarihi tecrübelerine; bindiği deveısinden yıldızlarla donatılmış kusu:rsuz semaya kadar uzamp gitmektedir. Kur'an-ı Kerimin bu tutumu araştırmada öncelik kazanan konuların belirlenmesine ve ilim adamlarının bakış tarzıarına tesir etmiştir. Bundan dolayıdır ki, «alim·> ve <<mütefekkir>> adını almaya layık her müslümanın başarmak istediği ilk şey, <<hakikatın tesbit ve tayini» olmuştur. Bu, tercüme ve §erh edilen eserler kadar telif eserler i·çin de söz konusudur. Konuyla ilgili bir ka.; örnek vereyim. F'elsefe tarihinin «İkinci Muallimi» Farabi, Büyük Zinon'uıı bir eserine yaızruğı şerhte Hıristiyan şarihlerin işledikleri ilmi cinayetlerden yakınmaktadır. Onlar, diy:or Farabi, eserleri tam olarak ele almıyor, bazan ilaveler yapıyor bazan da bir, takımı şeyleri' dışarda tutuyorlar. Bu i:se kötü bir uygulamadır. o 3 ı öte ya'ndan, İibn Sina, Bağdat Okulu'na mensup mantıkç;ıların eskilerin dedilderini: tekrar ettiklerini, onlarda bir takım yanlışlıkların ola:hileceğini düıçünmediklerini, muhtemel hataları belirleyip ortaya çıkarmak suretiyle hakikatin bulunmalSına yardımcı olma· dıklarını ve kendi zihin güçlerini kullanmaktan korktuklarını söyleyerek tenkid etm~kte ve <·'baıbalanml'Zdan böyle göııdük>> anlayışıyla-ki Kur'an bu tutumu şiddetle eleştirmektedir ıbir ye.re varı1mıyacağını dolaylı yolla ima etmektedir, ( 14 ı Bir örnek de bilim alanından verelim: Beyrüni «Hindistan>> kitabının girişinde, metodu ile ilgili ayrıntılı malumat vermek(13) Mehmet Aydın, (14) A. E., s. 37. Tuırki~J:ı Corı.tri.lmtion. to Plill.osophy, Ankara, 1985, s. 37. -12- iSLAM' A GÖRE İLİM tecHr. Ona göre, <<duydtrğumuz şey gördüğümüz şeyden farklı olabiliD>; 0 halde Kur'anının buyruğuna uyarak bize gelen bir hwberi tahlük etmemiz gerekir. Beyrüni HiBd~stanla i1gili araştırması esnasında, yanlış kanaatlerden ve peşin hükümlerden uzak kalmak iısrtediğini, bu konuda muvaffak olmak için dua ettiğini belirtir ve ş1öyle devam eder: Hakikatı söylemek zorundayız, kendi aleyhimize olsa bile. çünkü Kur'an böyle buyurur. BenH i n d i st an kitabında sadece tarihi hakH~atleri dile getirecek ve bir polemik eseri kaleme almayacağım. cı 5 ı Beyrü.ni, söylediklerini başarmı~ bir alimdir. O, himayesinde çalıştığı Gazneli Sultan'ın ordularıyla Hintliler arasmda sürekli savaşların olduğu günlerde bunları söylemiş ve o şart1ar altında -gücünü Kur'andan aldığını tekar tekrar söylemek suretiyle- hakikati söylemiş ve yazmıştır. tbn Sina yukarıdaki ifadelerini kaleme alırken ve Beyrüni muasJrlarına ilirnde objektiflik dersi verirken bugün bile ula§mayı pek başaramadığınıız bir seviyeyi ortaya koyuyorlardı. Bir Beyrfmi'nin «Hindistan» ını olmyunuz, o günlkil Hindistan'ın dini inançları hakkında verilen malumata göz gezdiriniz, mesela bir de İngilizce yazılmış son derece meşhur Sosyal İlimler Ansiklopedisi'nin diyelim ki, ~<Din Hüriyeti» (Religious Freedom) · maddesinde( 16 l biz Türklerle ilgili öne sürülmüş hükümleri okuyunuz ve bir seviye tesbitini kendiniz )~"apı­ nı..:. Biri ne kadar objektif ise, öteki de o kadar perişan hükümlerle dolu. "1 Aslında ilmin otomonluğu k:onusunda da, ilmi araştırmadaki objektiUik konusunda da güçlükler, insan yapısından, sahip olduğu imkan ve mbiliyet1erin sınırlılığından kaynaklanmaktadır. Bunun içindir ki, özellikle ~§eri Wmlerde tam objektiflik bugün için sadece bir ideal durumundadır. İlmi sahalarda seçilen konular, uygulanan metodlar ve varılan netice ler in hayata intikaJi, önemli ahlaki ve dini problemlere sebep olmak· tadır. Biz, bu konuyu <<Beşeri Himler ve Ahlaki Değerler» adlı bir kongre i:rNiğimizde ele aldık( 17 l Orada da ifade ettiğimiz g~bi, inanç, ilm'i ön-dayanak ve faraziyelerin oluşturduğu çerçeveye nüfüz etmekıte ve bu çerçeve, hem oluşmuş dünya görüşlerine bağlı olmakta, hem de yeni dünya lJ~rüşlerirıin olusmasma. taibii ilimiere nazaran, daha kısa yoldan sebep olmaktadır. Kur'anın bize sunduğu bilgilerle beşeri ilimierin bize öğret­ tilderi arasırda çok sıkı bir ilişkinin olduğunu düşünmek icabeder. Kur'anın dünya görüşünde .kendine özgü özellikleri bulunan hir insan al"llayışı saklıdır. Bu yüzden, beşeri ilimler salıarsında evvela nazariye, (15) A. E., s. 38. ( 16) The En~ydü~1edin of Social Sciences. (17) D:iyıuıet Dergisi, C. XXI, Nu. 3, 1985, s. 38-42 -13- Prof. Dr. MEHMEI.' AYDL'l" tahmin v.s. nin oluşturduğu hükümlerle, kanıtlanmı§ ilmi neticelerin birbirinden ayrılmasına, ikinci basamalda ise, varılan neticeleıin pek de bilimin kontroJünde olmayan sahalara tatbik keyfiyetinin temel dünya . görüşümUz müvacehesin!de kıymetlendirilmesine gitmek zarureti vardır. Meselenin gü~lüğüne işaret etmek bakımından burada biri -sosyolog, örteki iktisadçı olan iki çağdaş sosyal bilimcinin şu tesbitlerine; yer vermek is~ tiyorum: Clark Kerr ve L. Fisher'e göre, sosyal bilimler alanında yürütülen hiçbir araştırma, değer hükümlerinden tam olara:k bağımsız oLamaz. Sosyal bilimlerin değerler dünyaısını hir tarafa bfraıkmak rorund:ı o1duğu iddiası, naiv bir tutum olarak kalmaya devam etmektedir. Teorik bir srstemin tazammun ettiği değerleri bulup çıkarmak pek zor bir iş değildir. Bu hususta insanı en çok rahatsız eden bir şey de, değer hükümlerinin objektif ilmi araştırınalardan çıkarılmış hükümler kılığına salrolmasıdır (1 s ı Kur'anın tutumruyla ilim zihniyeti arasındaki münasebet konu:sunda ve bu söylediklerimizin ışığında, burada kedimize şu soruyu sormam1z yersiz olma:sa gerekir. Kur'amn ilim göri.i§ünü müslümmılar bugüne kadar sürdürebilmi§ler miro'r? Kanaatimce bu soruya ınü:sbet bir cevap bulabilmek için tarihimie:de din"bHiın münassebetinin gayet ilmi ve çok ayrıntılı bir şe;kilde i:rııeelenme:si gerekir. Şu ana kadar gerç'ekleştirilen çalışmalar -ki çoğu münferit ilim dallarmda ortaya k:Jonan başlarıların tesbiti ile ilgilidir- öteki birçok islami etüdler alanında olduğu gibi henüz başlangıç sacfhasındadır. Sorunun cevabı, din ve bilim araiSındaki ınünaısebetin iyice bilinmesi kadar dini fikir ve tatbikatın tarihinin de bilinme:sdni gerekli kılmaktadır. Bu bakımdan, şimdi burada söyleyeceklerimin çoğu, umumi kanaatl~r niteliğinde olacaktır. Daha önce işaret ettiğimiz gibi, Kur'anın g€lişiyle insanlık, ilim ve fikir tarihinde yeni bir döneme girmiş~.ir. Kur'an, Yaratıcının varlığı, birliği, kudret, ilim ve hikmetin idrald için her türlü bilgi kaynağına baş­ vurulmasını teşvik etmiştir. Kur'amn çizdiği çeııçeve açrsından baktığı­ mız zaman müslümanlarm fikir ve ilim anlayışında bir bütünlüğün olduğu göze çarpmal\tadır. Daha sonra ortaya çıkan zaruretl€r, genel bHgi yapı­ sının çeşitli ~ollar halinde dal budak salınasma sebep olmuştur. Bunun neticesi olarak bazı kavramlar yeni muhtevalar kazanmtş, yeni hir takım (18) Clark Kerr, L. Fisher, Plant Soci.ology: The Eute and Aborigines (W Heriberg'in «Faith and Secular Learninıg, (Chıristhm Faith and Social Ac,tion ed. J. A. Hutchison, N. Y., 1953, s. 211-2), başlıklı yazısından naklen. -14- İSLAM' A GÖRE İLİM d~siplinler doğmu:ştıır. Mesela, İslamın kuruluş döneminde öğrenme, düşünme ve tecrübe yoluyla kazanılan her çeşit bilginin «ilim» olarak te· ·lakki edilme'si anlayışında, tslamın bir kültür ve medeniyet olarak geniş­ lemesine paralel olarak <<öğrenme>> unsuru «düşünme» ve «tecrüb€» ye nazaran daha ağır basmaya başladı. Ama «ilm»'in orijinal manasını sürdüren çevreler daima var oldu. Buna en iyi örnek, «fıkıh» terimin anlaşı]maısında ortaya çıkan değişiklikJtir. Öy]e gıörünüyor l~i, Kur'an bu terimi düşünme, anl'ama ve böylece bilme manasında kullanıyor. Daha sonra aynı terim, oluşan hukuki yapının öğrenilmesi, netieelerin belirlenmesi anlamında kullanıldı. Fazlur Rahman'a bakılırsa, takriben dördüncü Hicri yüzvıldan itibaren terimin asli manası neredeyıs~e akla gelmez oldu. <ıııı Gazali'ye göre, isianun ilk asrıncia «fıkıh>> terimi ahiret tarikinin i 1 m i n e ve nefislere ait afetierin inceliklerinin ve arnelleri ifsad eden şeylerin <~ma­ rifetine>> işaret ederdi; talak, li'fm, idira v.~s. gibi hususlarm teferruatı­ nın bilinme'sine değil. Doğrusu, o dönemde «fıkı·h>> ve <<fehiD>>, diyor Gazali, aynı manaya geliyordu. Gazall'ye göre terim, kendi döneminde de asli manasını büsbütün yitirmiş değiLdi. <:ıoı tslam tarihinde ilim dalları genellikle onlara duyulan ihtiyaç açı­ smdan değerlendirilmiştir. Gerçi İslam aleminde «ilim» in hem bizatihi iyi (nefsin kemali için hayırlı) hem de vasıta olarak iyi olduğu fikri geniş tasvirb gömnüştür. Mesela Beyrüni'ye göre, iırsan, bilginin elid~ edilmesinden haz duyduğu için onu bizatihi değeri~ bulmaktadır. <21 l Oyle görünüyor ki, özellikle bugün, <<müslbet» sıfatı ile dile getirıcliğimiz ilimIerle uğraşanlar, Kur'anın ilimle ilgili olan ve ilmi teşvik eden ayetlerini, haklı olarak kendi sahasını da i~çine alacak ölıçüde anlamış ve yorumlamışlardır. Bu konuda. onlar, ibn Sina ve İibn RUşd gibi büyük filozıoflarla aynı kanaati paylaşmaktadırlar. Bu sonuncular da Kur'anın ineeleme ve araştırınayı emreden ayetlerini her çe,şit bilginin ~büyü v.s. hariç- araştırılmasına teşmil ederek anlamak ve yıorumlaımaıktadırlar. Her iki gruba göre de Allah'ın yarattığı şeyler üzerinde düşünmek, onları incelemek, iDisanı sommda Yaradan'ın birliğine, 'kudret ve hikmetine götürür. İbn Rüşıd'ün Fasl·ul-makiH'ına, Battani'nin Zic'ine, Yusuf Sebti'nin XIII. yüzyı1da kaleme aldı,ğı yazılarına ve nihayet XVIII. yüzyıld'l Hacı Halife'nin eserlerine bir göz atmak yukarıda verdiğimiz hükmü'!l (19) ~azlur Rwhman, Islamic Methodology in History, Karaçi, 1965,s. 129 v.d: (20) Ihya ı. s. 49. (21) Hudi'tı.I ... İng. ter. Determi:nism ... s. 8. -15- Prof. Dr. MEHMET AYDIN dioğruluğunı.:ı, ortaya koymaya yetecektir. c~:n Ama ibu sağlıklı tutumun islam dünyasının her yerinde ve her zaman yaygın olduğunu söylemek kolay görünmemektedir. Mesela, tıbbi çalışmalar, yararları hemen gö· rülen bir saha olduğu için farz-ı kiffıye sayılmış fakat fizik ona nisbetle çok az ilgi görmü§tür. Adından birkaç defa sözettiğimiz Gazali, felsefenin kı~sımlarmdan (Geometri-a:ritmetıik, mantık, ilahiyat ve fizik) bahsederken bu alanlardan hiçbirini bizatihi sakmcalı görmemekte, sakıncanın d!oğma ihtimalini onların uygulanmasındaki muhtemel yanlışlığa bağla­ makta ve şöyle demektedir. <<Tıp fi~il-den daha üstündür, çünkü birinciye ihtiyaç hissedildiği halde, Hdnciye hissedilmemektedir.»czsı. Bu sonuncu ifadeden Gazali'nin bazı ilim daUarına karşı olduğu neticesi çıkarıla­ maz; çünkü o, bugün yaşıyor olsaydı, fiziğin ne ölçüde yararlı olduğunu görecek ve k e n d i k r i t e r i n e göre onun dikkate alınmasım farz-ı kifaye sayacalktır. Yine de şu hususun dile getirilmesinde yarar vardır: Gazali ve onun gibi dü§ünen yüzlerce ~Him, müsbet i1imler karşısında «ihtiyacımız olduğu kadar bilelim yeter» tavrını daima muhafaza etmişlerdir. ilim kavramının altında toplanan sahaların :değerlendirilmesinde görülen bu farklı tutumlar, ilmin alınması ve meydana getirilmesi: konu· larında da ortaya çıkmaktadır. Takdir edileceği gibi bu iki faaliyet arasmda f&rk vardır. Mevcud bir b'ilgi birikimini almak, yeni bilgiler ortaya kaymaya nazaran çok daha kolay;dır. Gerçi felsefe ve ilim birikiminin alınması da belli bir zihin gücünUn varlığını şart hoşar. ·Nitekim Kur'anın zihinlere getirdiği disiplin ,ve açtığı ufuk saye!sinde başta Yunan ilim ve felsefesi olmak üzere çesitli kültür mirasları müsliimanlar tarafından kısa bir zaman zarfında alınıp hazmedileıbilmişıtir. Böyle bir faaliyet, önemli olmasına rağmen, ilim zihniyetiyle sadece ikinci derecede ilgilidir. Bu zihniyetle asıl ilgili olan, orijinal bilgi ve eserlerin ortaya konmasını sağlayan imkan ve kabiliyetlerıdir. İslam dünyasmda bilgi birikiminin alınması ile i_1gili faaliyet, hiçbir zaman eklsik olmamıştır. Bilim üJtih:sal etme faaliyeti ise, en yoğun biçimde IX. ve XIII. yüzyıllar arasında, yani İslam fikir tarihinin altın çağında geııçekleışmiş, bu tarihten sonra sürekli olarak zayıflama, kesintiye uğrama hadiseieriyle karşı kgrşıya kalmı§ltır. Bu zayıflama ve gerileme hadi!seleriyle dini anlayış arasmdaki münaseıbet, yeni araştırmaları gerekli kılan üstü-örtük bir konu(22) Krş.: Aydın Sayılı, The Observatory in Isiarn Ankara, 1960 Giris Bölümü. ' ' . ( 23) İlı ya, I, s. 46. -16- İSLAM' A GÖRE İLİM dur. ilim zihniyetinin güçlenmesi ile beten daha açıktır. dini anlayış arasındaki ilişki, nis- eserler ortaya korymus büyük çaplı ilim adamlarının sö~k:ıonu'Su münasebete bizzat işaret etmeleridir. Oldukça yaygın gibi görünen iddia şudur: Eğer Eşiiri ve Gazali gibi tesir sahası son derece güçlü olan alimler, tslam fikir hayatına yeni bir istikamet vermemiş o}salardı, Galile, Kepler, Newton çapında b~ilginle:ri tslam dünyası yetiştirirdi Uzun zamandan beri öne sürülen bu ve b-enzeri iddi· alan doğrulayacak veya tamamen haksız saydıracak ilmi araştırmalar, ne yazık ki, bu güne kadarı, yapılmış değildir. Acabıa Eşar'i ve Gazali gibi alimierin bizzat kendi görüşleri mi, yokisa onların daha sonraki nesillerce yapılan yıorumları mı dura!klam!lya selhep olan faktörlerden biri oldu? Ben, Gazali'nin eserlerinin bir bsmını tetkıik etme imkarn bulmuş bir kims·e olarak sözkonusu ~d!dianın diogruluğundan şüphe etmekteyim. Bunun selbebi, oırijinal Muhammed ik!bal gibi birçolk çağdaş mütefekkir, g-erek felasifenin, gerek büyük kelam bilginlerinin Kur'anın empirik ruhuna yeterince saıd1<l'.: kalmaıdrklarını, bunun da ilmin müesseseleşım:esine engel olan arnillerden birini oluşttırduğunu öne sürmüşlerdir. Ayrıca, bu müeısse­ seleşmemeye s-ebep olan başka bir faktörün de dini ilimlerle tecrübi ilimler arasında hem epiıstemolojik açıdan, hem de kıyınet hükümleri açısından önemli farkların bulunduğunun İslam fikir tarihinde çok önceden his· sedilmiş olmaısını öne sürenler de vavdır. Böyle bir farkedişin belki yanlış bir tarafı yoktur; ama o, dinin bazı bilim dallarmdan (sosyal bir müesse.se olarak) desteğinin çekilmeısine sebep teşkil etmiş_ olabilir. İlim bir yerde sarsılmaz bir biçimde· kıölı:: salamayınca, onun geniş halk tabakalarına yayılmaısı-ki Beyrüni bunun son derece önemli olduğunu keışfet­ ıniştir(26ı- mümkün olmamış ve neticede ilmin teşviki, kafası ve gönlü açık yöneticilere kalmıştır. Bütün bunlara, ilaveten şunu da söylemek mümkündür: İslam tarihinde kelamHelsefi meselelerin gok erken bir dönemde, heım de çok hararetli bir biçimde ortaya çıkma-sı, zrhin gücünün çok önemli bir. kı s·(24) Sachau, Al Birımi's India, 1897, s. x. Bu a;tıf ve burada dile getirilen görüş­ lerin ıbir kısmının münaıkaşası için ibkz. A. S&yılı. «Orta:çağ islam Dünyarunda İlmi Çalışıma Temposundaki Ağırla~manın Bazı Temel Prolblemleri>>, Araştırma, C. 2, 1963, s. 5-71 ·(25) Bu nokta için de ibıkz. A. Sayılı, a.g.e., s. 20 v.d . .(26) lindia, (1914) T, 203 -17- Prof. Dr. MEHMET AYDIN mını bu da dini ilimlerle tecrübi ilimler arasında bir nisbetsizliğin dağınasına sebep olmu§itUI\. 'I1asavvufi hareketlerin kuvvet kazanması, bu nis:betsiz,liği daha da avtırmış olabilir. Pek tabii bu deği­ şikliğe •muvazi olarak İslfımın ana kaynaklarının anlaşılması ve yorurnlanma;sında da farkh -ve belki de tamlık arzetmeyen- bir durum ortıaya o tarafa çekmiş, çıkmıştır. Mesela, başta «teshii'>> ayetleri olmak üzere, twbii v:arlık ve hadiseleri dile getiren Kur'an ifadeleri daha ziyade derin dini t-ecrübe açısın­ dan anlaşılmış ve yrorumlanmıştır. Aslında bu, itiraz edilecek bir tutum değildir. Çünkü derin dini hayat, Kur' anın asli gayesidir. Ama. bu asli gayenin gerçekleışme~sine yrol açan ilk ve. müteakip basarnakların kıymeti, biraz daha önplanda tutulaibilirdi. Tecrübi ilimlerle uğraşanlar, bu işi gayet iyi yapmış g:ö~rünmektedirler. tşt•e bu insanlarm söz konUJsu sağlıklı tutumu, XIX. yüzyılın i'kinci yarısından itibaren tekrar canlılık kazanmıştır. Hint- Pakistan alt- kıtasında Seyyid Ahmed Han, İkbal; Mısır da Muhammed AJbduh ve öğrencileri, Türkiye'de Namılk Kemal, Mehmed Akif ve daha birçolkları, tıpkı İibn Rüşd'ün a:sırlarca önce yaptığı gibi, tecrübi ili:mlerle de uğraşmayı ilahi bir emir telaıkki etmekte ve böyle bir ça!banın «ibadet» vasfım haiz olduğunu öne sürmektedirler. Gerçi klasik <<farz-ı kifa:ye» ta!birinin de dini bir b!Oyut taşJidığına daha önce işaret etmiştik. Ama bu boyutun ne gibi hususları ihUva ettiği meselesi pek açık görünmemektedir. Ben şahsen tabii ilimlerle, me~sela fizikle, meşgul olmanın «Lbadeb olduğunu açık olar1 aik ifade eden esıki bir metne rastlarnadım. Görebildiğim kadarıyla meşhur <<bir saatlik tefekkÜI'>> hadisi de genellikle dini açıdan yıorumlanrnıştır. Bunda yadırganacak bir husus: ol~ masa gerektir. Her ilmi tutum ve çaiba, ortaya konulduğu dönemin sosyal ve tarihi şartları içinde değerlendrrrilmelidir. Gazali gibi büyük bilginler, bilgi birikimini ve üretimini yaşadıkları dönemlerin maddi ve manevi ihtiyaçları ışığında g:örmüş ve değerlendirmişlerdir. Bu ne kadar tabii ise, gUnümüz i1slftm bilginlerinin bazı farklı ölçü ve değerlendirmelere başvurmaları da o ölçüde tabiidir. Bu, bilgi so:syolojinin bize öğrettiği e~ önemli gerçeklerden biridir. -18-