İSLAM FELSEFESİNİN KAYNAKLARI, DOĞUŞU VE GELİŞİMİ

advertisement
İSLAM FELSEFESİNİN KAYNAKLARI, DOĞUŞU VE GELİŞİMİ
*Feridun ESER
Felsefenin en temel özelliği, eleştirel olması ve inanca değil akla dayalı olmasıdır.
Müslüman filozofların, daha doğrusu İslam coğrafyasında yaşayan düşünürlerin, ortaya
koyduğu felsefeye, “İslam felsefesi” denilmiştir. İslam felsefesi, Türk, Arap, Hint ve
İranlı düşünürlerin ortaya koyduğu bilgi ve kültür birikimidir. İslam felsefesi, Yunan
felsefesinin çeviri ve yorumundan ibaret değildir; çünkü, öncelikle İslam felsefesi,
dayandığı temeller ve hedefler açısından Yunan felsefesinden farklıdır ve gerek ele aldığı
bazı konular açısından, gerekse konuları ele alış metodu da farklıdır. Her felsefi etkinlik,
ortaya çıktığı sosyokültürel ortamdan etkilenir.
Yukarıda işaret ettiğimiz farklılığa bağlı olarak, İslam dünyasında, “felsefe” terimi
yerine “hikmet” kavramı, “filozof” terimi yerine de “hükema” kavramını kullanmak
tercih edilmiştir. “Felsefe” kavramına sıcak bakılmamıştır; buna rağmen yine de felsefe
terimini kullananlar olmuştur. Bunda, İslam dininin oluşturduğu kültürün etkisi vardır.
Her medeniyetin terminolojisi, farklıdır.
İslam felsefesinin doğuşunda etkili olan kaynakları, iki kısımda ele almak adet
olmuştur:
I. İç kaynaklar: Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin sözleri (hadisler). Her iki
kaynakta düşünmeyi, akletmeyi, araştırmayı teşvik etmekte ve yerine göre bu etkinlikleri
ibadet olarak nitelendirmektedirler. Her iki kaynakta, varlığın hakikatini ve varlıktaki
düzeni araştırmayı ısrarla tavsiye etmektedirler. Yine bu iki temel kaynaktan ayrı olarak,
kıyas ve icma müesseseleri, İslam’da aklın hiçbir öneminin olmadığını söyleyenlere karşı
gösterilebilecek, akla dayalı dini müesseseler olarak gösterilebilir. Bu durum, İslam’ın
akılcı bir din olduğunu, aklı küçümsemediğini gösterir. İlginçtir ki dinler, dogmatik
olmalarına rağmen İslam, kendine körü körüne inananların iman etme tarzını (taklid-i
iman) değil, araştırarak, inceleyerek, bilerek iman etme tarzını (tahkik-i iman) övmüş ve
daha üstün tutmuştur. İslam’ın temel kaynaklarının bu tavrı, düşünce özgürlüğüne de kapı
aralamıştır. Hatta, İslam coğrafyası içinde, materyalist eğilimlere sahip, dinin ilkelerine
ters düşen açıklamalar yapan filozoflar bile (Dehriyyun gibi) yetişmiştir.
II. Dış Kaynaklar: İslam’ın yayıldığı coğrafyalarda, Müslümanların karşılaştığı
inanışlar, kültürler ve onların bağlıları da İslam düşünce sistemini etkilemiştir. Önceden
Müslüman olmayan milletlerin kültür birikimleri ve inançları, bir ölçüde
İslamileştirilerek İslam düşüncesini etkilemiştir. İran, Hint ve Yunan etkilerini bu
çerçevede örnek gösterebiliriz. Bu arada çeviri faaliyetleri ile de İslam kültürünün içine
diğer kültürlerden sızmalar olmuştur. Mesela Aristo ve Platon’un etkisi ile İslam
dünyasında kendilerine “Meşşailer” denilen filozoflar ortaya çıkmıştır: Kindi, Farabi, İbni
Sina ve İbni Rüşt gibi. Buna rağmen bu filozoflar, Allah’ın varlığını inkar etme veya
onun varlığından şüpheye düşme durumuna gelmemişler; Allah’ın, “vacib-ul vücut”
(zorunlu varlık) olduğunu söylemişler; kendilerince din ile felsefeyi konularının ve
amaçlarının ayniliğini ileri sürerek uzlaştırmaya çalışmışlardır. Meşşailerin yöntemi,
Aristo mantığı ve felsefesini benimsemeyle oluşmuştur.
Yine bu süreçte İslam düşünce tarihi içinde, eski doğu din ve felsefelerinin de
etkisini görürüz. Eski doğu din ve felsefelerinin etkisi, ortaya yeni bir akım çıkarmıştır:
İşrakilik (Nur felsefesi). Bu akımın kurucusu, tasavvufçu olarak bilinen Sühreverdi’dir.
İşrakilik, sezgiciliğe ağırlık veren bir öğretidir.
Meşşailerin karşısında, İslam’ın temel kaynaklarına sıkı sıkıya bağlı olan ve
tasavvufi düşünce çizgisinde bulunan Gazali gibi düşünürler de ortaya çıkmıştır. Aynı
zamanda büyük bir din alimi olan Gazali, Yunan tarzı felsefeyi ve Yunan felsefesi
etkisindeki İslam filozoflarını, şiddetle eleştirmiştir; bu tarz bir felsefenin, insanları
sapkınlığa götüreceğini ileri sürmüştür. Gazali, kendi devrine kadar yaşamış olan
filozofların fikirlerini ele alarak, hepsini eleştirmiş ve felsefenin, hakikate götürme
özelliğinin olmadığını, “Tehafet-ül Felasife” ve “Makasıd-ul Felasife” adlı eserlerinde
göstermiştir; ancak bunu, yine aklı kullanarak, yani felsefi metotla yapmıştır. Gazali’ye
göre iman, akıldan üstündür. Bazılarına göre Gazali’nin eleştirilerinden sonra, İslam
dünyasında, felsefe yapmaya cüret edebilecek kimse çıkmamıştır. Yani Gazali’ye, “İslam
dünyasında felsefeyi bitiren adam” gözü ile bakılmaktadır. Oysa tek etken Gazali
olmamıştır! Haçlı seferlerinin ve ardından gelen Moğol istilasının yıkıcı etkileri de (İslam
kültür ve bilim merkezleri, kütüphaneleri bu güçler tarafından yakılıp yıkılmıştır) burada
göz ardı edilmemelidir.
Gazali’den sonra İbni Rüşt’ün ortaya çıkarak felsefeyi tekrar canlandırma
gayretleri de etkili olmamıştır. İbn-i Rüşt, Gazali’nin “Tehafüt”ünü eleştirmiş ve
“Tehafet-ü Tehafet-ül Felasife”yi yazmış ancak bu eser, felsefeyi canlandırmada etkili
olamamıştır.
Bu tarihsel süreç işlerken, bir yandan da ortaya “İslami felsefe” denilebilecek bir
ilim çıkmıştır: Kelam. Bu ilim, dinin temel ilkelerini, akılla temellendirmeye, dinin
ilkelerini akılcı hale getirme amacı ile ortaya çıkmıştır. Maturidilik ve Eşarilik
mezhepleri, iki büyük kelam ekolü olarak İslam düşünce tarihinde yerlerini almışlardır.
Kelam ilmi, İslam dinini, çeşitli inanç ve felsefelere karşı akılcı metotlarla savunma
amacını taşımaktadır. Din sorunlarını, ilk kez akılla çözmeye çalışanlar, kelamcılar
olmuştur. Bu iki ekolden Maturidilik, Eşariliğe göre daha akılcıdır.
Fatih Sultan Mehmed ise zamanının düşünce insanlarını toplayarak bu iki tezin
(Gazali ve İbn-i Rüşt’ün) aşılmasını istemiş, bu iki tezi aşabilecek bir kitabın ortaya
konulmasını istemiş; ancak zamanın düşünce insanları bunu başaramamışlardır.
İslam bilim ve düşünce adamlarının ortaya koyduğu eserler, 12.yy.dan sonra
Latinceye ve diğer Avrupa dillerine çevrilmeye başlamıştır. Bu çeviri ile İslam bilim ve
düşünce adamları, Avrupa’yı etkilemeye başlamıştır. Arapça’dan çevrilen pek çok eser,
18.yy.a kadar Avrupa’da temel kaynaklar olarak kullanılmış, üniversitelerde ders kitabı
olarak okutulmuştur. W. Humbolt, Draper ve L. Kahon’a göre rönesansın temelinde,
Müslümanların büyük etkisi vardır. Eski Yunanlıların bilim ve felsefeyi doğudan aldıkları
gibi Rönesans sonrası Avrupalılarda bilim ve felsefeyi, Müslümanlardan öğrenmişlerdir.
İslam filozofları ve bilim adamları olmasa idi; Eski Yunan kaynakları bilinemeyecekti.
Feridun ESER
M.N.A. Anadolu Lisesi
Felsefe Öğretmeni
Download