2. ÜNİTE İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ Ahmet Yesevi Türbesi TARİH 6 NELER ÖĞRENECEĞİZ? Bu ünitenin sonunda: 1. Tarih boyunca kurulmuş büyük medeniyetler, insanlığa hizmet etmiş milletler ve devlet adamları hakkında genel bir tarih kültürü kazanacak, 2. Tarihte büyük medeniyetler kurmuş, köklü ve büyük bir geçmişe sahip büyük bir milletin evladı olduklarının sorumluluğunu kavrayacak, 3. Tarihi olaylara yön veren kişilerin, yerinde ve zamanında gösterdikleri uzak görüşlülük, yüksek kavrayış, cesaret, fedakârlık ve kahramanlıkları veya uzağı göremeyişleri ve bilinçsiz davranışları sebebiyle olayların ve tarihin akışını nasıl etkilediklerini belirtecek, 4. Toplumu yönlendiren Atatürk ve diğer Türk büyüklerinin sadece millî değil, evrensel yönlerini de kavrayıp takdir etmeyi öğreneceksiniz. ANAHTAR KAVRAMLAR TÜRKMEN MAVERAÜNNEHİR HORASAN SULTAN İHŞİD NAİP GAZA VERASET HİLAT BÅTİNİLİK 38 TARİH 6 GİRİŞ Sevgili Öğrenciler! Türklerin, İslam milletleri camiasına girmeleri ve kısa bir zaman sonra bütün Arap merkezlerinde boy göstermeleri iledir ki birçok milletlerin siyasi tarihlerinde yeni bir devir başlamıştır. Tarihçiler bu yeni devri «İslam tarihinde Müslüman Türklerin devresi» olarak nitelendirirler. Emeviler devri hariç, Abbasiler devrinde Hilafet ordularına Türklerin alınmasından bu yana yaklaşık olarak XII asır gibi çok uzun bir devrede, Türkler aktif durumda bütün İslam milletlerinin tarih ve mukadderatlarına hakim olmuşlardır. Bu ünitemizde ilk Müslüman Türk devletlerini, onların Türk ve İslam tarihindeki yerlerini inceleyeceğiz. E OKUYALIM Türk tarihinin çok geniş bir devri, Türklerin İslamlığı kabul etmelerinden Tanzimat’a kadar bin yıllık bir devre İslam tarihi denilen umumi çerçeve içindedir. Dünyanın ve bilhassa İslam dünyasının mukadderatı üzerinde büyük ve devamlı bir tesir yapmış olan Türklerin tarihini bilmeden, İslam tarihini anlamanın mümkün olmayacağı nasıl tabi ise, tarihî Resim. 02.01: Buhara, Muğak Attari Cami (IX.-X YY) çerçevesine sokmadan Ortaçağ tarihini anlamanın da mümkün olamayacağı o kadar tabidir. On birinci asırdan başlayarak daha sonraki devirlere kadar Türkler gerek Hıristiyan dünyası ve gerekse Hindistan’a kadar olan İslami fetihlerde önlerinde kimsenin duramayacağı kadar keskin bir kılıç olmuşlardır. Zekeriya Kitapçı, Yeni İslam Tarihi ve Türkistan C,1,s,52 ? Verilen bilgilere göre Türklerin İslam tarihi içindeki önemi hakkında neler söylenebilir? 39 TARİH 6 1.TOLUNOĞULLARI(868-905) Afrika kıtasının kuzey doğusunda bulunan Mısır, Nil Nehri ve bulunduğu yer bakımdan oldukça değerli bir ülkedir. Dünyanın en uzun ikinci nehri olan Nil, burada denize ulaşırken büyük bir delta oluşturmaktadır. Bunun yanında, dünyanın en büyük kıtası Asya ile Afrika’nın birbirine en yakın noktasındadır. Mısır Hz. Ömer döneminde Amr bin el-As tarafından fethedilerek İslam hakimiyetine girdi. Alınışından itibaren valilerin idaresine bırakılan bölge, İslam Devleti’nde ortaya çıkan çeşitli siyasi olaylara karışmıştı. Mısır’da, devlet kurmayı başaranlardan biri de Tolunoğlu Ahmet’tir. Devletin Kuruluşu ve Gelişmesi Ahmet’in babası Tolun, Dokuzoğuz Türklerindendi. Tolun, dolunay demektir. Tolun Samanoğullarının Horasan valisi, Nuh bin Esed’in memlukü (köle, uşak, kul) idi. Esed onu Abbasi halifesi Memun’a göndermişti. Halifenin hizmetinde başarılı olan Tolun, Bağdat’ta yüksek seviyeli Türk beyleri arasına katılmıştı. Tolunoğulları Devleti’nin kurucusu Ahmet ise 829 yılında Bağdat’ta doğdu. Devrin en iyi askerlerini yetiştiren Samerra Türk askerleri arasında iyi bir asker olarak yetişti. İlk önemli görevi, İslam Devleti’nin uç (sugur) teşkilat merkezlerinden olan Tarsus’ta yaptı. Bu arada Abbasi halifelerinin otoritesi iyice zayıflamış, ileri gelen emirler ve valiler disiplinsiz hareket eder olmuşlardı. Örneğin, vilayetlere tayin edilen valiler görev yerlerine gitmiyor yerlerine naip (vekil) gönderiyorlardı. 868 yılında Mısır’a vali tayin edilen Tolunoğlu Ahmet’in üvey babası Bayık Bey, görev yerine gitmeyerek yerine Ahmet’i naip olarak gönderdi. Bayık Bey’in 869 yılında öldürülmesinden sonra Mısır valiliği, Ahmet’in kayınpederi Yercuh et-Türki’ye verildi. Yercuh da yine naip olarak Mısır’a Ahmet’i atadı. Mısır idaresini ele alan Ahmet, kendine bağlı kara ve deniz kuvvetlerinden oluşan bir ordu kurdu. Mısır’da ve Suriye’de çıkan isyanları bastırmakla görevlendirildi ve başarı sağladı. Halife Tolunoğlu Ahmet’e Mısır’ın mali kontrolünü verdi. Bundan sonra maliyeyi de düzelten Ahmet, Mısır’da idari ve sosyal faaliyetleri gerçekleştirdi. Bu sırada Bağdat halifeliği, ülkenin çeşitli yörelerinde meydana gelen isyan hareketlerinden dolayı zor durumdaydı. Bunun üzerine Halife Mutemit ile kardeşi Muvaffak arasında iktidar mücadelesi başladı. Bu iktidar mücadelesinden faydalanan Ahmet, bağımsızlığını ilan ederek daha önce fiilen kurduğu devletini 875 yılında resmîleştirdi. Tolunoğulları Devleti’nin merkezi bugünkü Kahire olan Fustat şehriydi. Tolunoğlu Ahmet, her yıl Bağdat’a ödenen vergiyi göndermeyerek büyük bir servet topladı. Bu servetle ülkesini bayındır hâle getirdi. Kurduğu güçlü ordusu ve donanma ile ülkesinde çıkan isyanları bastırdı. Bingazi, Filistin ve Suriye’yi ele geçirdi. 40 TARİH 6 Tolunoğlu Ahmet, çok büyük gayretle elde etmiş olduğu tam bağımsız iktidarını fazla yaşatamadı. Tarsus sugurunda (uç) çıkan bir ayaklanmayı bastırmak için sefere çıktığında burada hastalandı. Bir süre kara yürüyüşünden sonra gemi ile Mısır’a döndü. 884 yılında vefat etti. Öldüğü sırada 50 yaşlarında olan Türk hükümdarı, Mısır’da 16 yıl hakimiyet sürmüştü. İktidarı sırasında Mısır’ı sosyal ve ekonomik yönden kalkındırmış; sınırlarını Mısır’ın dışında Suriye, Antakya ve Tarsus’a kadar uzandırmıştı. Çok iyi bir idare gösterdiğinden Mısır halkınca çok sevilmiş ve uzun müddet hafızalarda yer etmişti. Harita 02.01: Tolunoğulları Humaraveyh Dönemi ve Tolunoğlu Devleti’nin Yıkılışı Tolunoğlu Ahmet, 10 Mayıs 884’te ölünce yerine yirmi yaşındaki oğlu Humareveyh (884-896) geçti. Humareveyh, ağabeyi Abbas’ı ortadan kaldırdıktan sonra, babasından kendisine kalan ülkeleri koruyabilmek için orduya önem verdi. Askerlerin eğitimi ve silahlarının tamamlanmasıyla yakından ilgilendi. Yılda 900.000 dinar harcadığı orduyu, değişik birliklere ayırmıştı. Ayrıca bedevilerden Muhtare adını verdiği özel bir muhafız birliği kurmuştu. Babası gibi Müslümanlarla birlikte Hıristiyanların da devlete bağlılığını sağlama yönünde gayret sarf ederek bunda da başarılı oldu. Halife Muvaffak, Mısır’daki iktidar değişikliğinden yararlanmak istedi. Kuvvet göndererek Tolunoğulları Devleti’ne son vermek niyetindeydi. Başlangıçta Abbasi kuvvetleri başarılı oldular. Suriye topraklarını Tolunluların elinden aldılar. 886 yılında 41 TARİH 6 hazırlığını tamamlayan Humaraveyh, ordusunun başında Suriye seferine çıktı. Arka arkaya kazandığı başarılardan sonra Suriye’yi aldı. Hatta Abbasi ordu komutanı İshak Bin Kandac’ı Samerra’ya kadar takip etti. Bunun üzerine Abbasi Halifesi, Suriye’de ve sugur denilen Adana Tarsus bölgesinde Tolunlu hakimiyetini yeniden tanıdı. 892 yılında Abbasi halifeliğinin başına Muvaffak’ın oğlu El-Mütemid geçmişti. Bu halife döneminde Tolunoğulları ile Bağdat arasında çok iyi ilişkiler kuruldu. Humaraveyh’in kızıyla halife evlendi. Bu dönemde Mısır’ın dışında Suriye’de, Sugur’da ve Kuzey Irak’ta Tolunoğullarının hakimiyeti tanındı. Buna karşılık Mısır Türk Devleti, Bağdat’a geçmişin vergileriyle beraber yüklü bir para ödedi. Humaraveyh zamanında Bizanslılarla yapılan savaşlar sonucunda ülke sınırları Toroslara, Musul hariç El-Cezire’ye; (Kuzey Mezapotamya), batıda da Bingazi’ye ulaştı. Fakat o, Suriye’ye yaptığı bir sefer sırasında yaklaşık 32 yaşında iken (18 Şubat 896) öldürüldü. Sonraki on yıl içerisinde sıra ile yerine geçen oğulları Ceyş (Ö. 25 Temmuz 896), Harun (Ö. 31 Aralık 904) ve ancak dokuz gün tahtta kalabilen kardeşi Şeyban devletin birliğini koruyamadılar. Önce Suriye’de Karmatilerle yıpratıcı bir mücadele yapmak zorunda kaldılar. Bunda başarılı olamamaları, güçlerinden çok şey kaybettiklerini gösteriyordu. Bu sırada harekete geçen halifelik ordusu önce Suriye’ye daha sonra da Mısır’a girerek Tolunoğulları Devleti’ne son verdi(10 Ocak 905). ? 1. Tolunoğlu Ahmet kimdir? 2. Tolunoğlu Ahmet’in Abbasi halifeleriyle ilişkileri hakkında neler söylenebilir? 3. Sugur ne demektir? Hangi bölgeleri kapsar? 4. Tolunoğulları devleti ne zaman, kimler tarafından yıkılmıştır? 2.İHŞİDOĞULLARI Mısır’da Tolunoğulları Devleti’nin yıkılmasından sonra, İhşidoğulları Devleti’nin kurulmasına kadar geçen dönemde yönetimde valiler bulundu. Valiler, Bağdat’tan direkt olarak atandılar ve Abbasi Devleti’ne bağlı kaldılar. Ancak, Tolunoğulları devrindeki emniyet, refah ve huzuru devam ettiremediler. İhşidoğulları Mısır’da kurulan ikinci Türk-İslam devletidir. İhşidlerin atası Cuff adında Ferganalı bir Türk idi. O dönemde fergana hükümdarlarına “ihşid” derlerdi. “ihşid,” prens veya hükümdar demektir. Bundan dolayı devleti kuranlara “İhşidiler” denilmiştir. Cuff, Halife Mutasım (833-842) zamanında İslam Devleti’nin hizmetine giren Türklerdendi. Samarra’da yetişen Cuff, kabiliyeti ve faaliyetleri ile kısa zamanda hız- 42 TARİH 6 la yükselmiş ve çeşitli rütbeler almıştı. 861 yılında ölen Cuff’un oğullarından Toğaç (Tugaç) Mısır’a giderek önce Tolunoğulları Devleti’nde, bu devletin yıkılması ile de Abbasilerin hizmetinde bulundu. Fakat Bağdat’taki iktidar mücadeleleri sırasında yakalandı ve hapsedildi. Hapisteyken de öldü. Toğaç ‘ın oğullarından Muhammed, Suriye valiliğinden sonra 935 yılında Mısır valiliğine tayin edildi. Mısır’ın idaresiyle beraber her türlü iktisadi kontrol yetkisi de kendisine verildi. Halife, Muhammed’e hilat ve menşur vermekten başka önemli bir unvan olan “ihşid” unvanını da verdi. Mısır’da idareyi ele alan İhşid Muhammed, burada çok nüfuzlu bir aile olan Mazerailerle mücadele etti. Sonuçta onların nüfuzunu kırdı, mallarını da müsadere etti. İhşid Muhammed, Bağdat’da halifelikten sonra en yüksek rütbeyi almış olan Muhammed Bin Raik’le nüfuz mücadelesi yaptı. Bu mücadele özellikle Suriye hakimiyeti üzerinde oldu. Raik, bu mücadelede Suriye’nin bir kısmını elde ettiyse de bir müddet sonra öldürüldü. Onun ölümü üzerine İhşid (943) Suriye’nin tamamına tekrar hakim oldu. Bundan dolayı kendisine güveni artan İhşid Muhammed, Mısır’da oğlu Ebu’l Kasım Unucur’u kendisinden sonrası için veliaht ilan etti. Bu kararını ayrıca bütün komutanlarını toplayarak kabul ettirdi. Abbasi Halifeliğine rağmen böyle bir icraat onun dolaylı olarak bağımsızlığını ilan etmesi demekti. Halifelik bu duruma müdahâle etmemiş veya edememiştir. Daha sonra ise iyi ilişkiler kurduğu Abbasi Halifeliği onun Mısır hakimiyetini ve oğlunun veliahtlığını tanıdı. İhşid, 940 yılından itibaren Mısır’da kendi adına para bastırmış ve paraya kendinden önce halifenin adını yazdırmıştı. İhşid, hayatının son yıllarında El- Cezire’de (Suriye’nin kuzeyi) yeni bir siyasigüç olarak ortaya çıkan Hamdanilerle mücadele etti. Onlarla özellikle Suriye üzerinde hakimiyet mücadelesi yaptı. Hâlep’te yapılan savaşı kazandı. Böylece Suriye’deki haklarını korumaya muvaffak oldu. Buradan Dımaşk’a döndü, orada hastalanarak öldü. İhşidoğulları Devleti’nin Yıkılması İhşid’in ölümünden sonra yerine oğlu Ebu’l Kasım Unucur tahta oturdu. Unucur, tahta çıktığında on beş yaşındaydı. Devletin her tür sorumluğunu ve işlerini babasının sadık bir adamı olan ve devlet işlerini çok iyi bilen Kâfur yürüttü. Kâfur Muhammed bin Toğaç tarafından çocukları için saltanat naibi olarak görevlendirilmişti. Kâfur, İhşidoğulları Devleti’ni sadakat ve doğrulukla idare etti. Bazı tahrikçiler yüzünden Unucur ile Kâfur’un arası açıldıysa da hükümdarın annesi aracılığıyla barıştılar. Kâfur idareciliği esnasında devletin içinde İsmaili propagandası ve eksik tahıl üretiminin doğurduğu ekonomik güçlüklerle uğraştı. Dışta ise Karmatilerin, Sudanlıların, Hamdanilerin ve Fâtımîlerin baskılarıyla mücadele etti. Tarihçiler Kâfur için “Mahir bir siyasetçi, anlayışlı, zeki, akıllı ve dâhi bir idareci” özelliklerini sayarlar. 43 TARİH 6 Harita 02.02: İhşidiler Unucur’un 961 yılında ölümünden sonra devletin başına kardeşi Ebu’l Hasan Ali geçti. Bu dönemde de devlet işlerini yürütmede yine Kâfur birinci planda yer aldı. Fakat bu dönemde Mısır’da işler iyi gitmedi. Devlet, içerde ve dışarda çeşitli karışıklıklarla uğraşmak zorunda kaldı. Batıdan Fâtımîler, güneyden Nubyalılar, Suriye’den Bizanslılar ve Karmatiler İhşid Devleti’nin topraklarına tecavüz ettiler. Ebu’l Hasan Ali’nin saltanatının sonuna doğru Kâfur devlete iyice hakim oldu. 966 yılına Ebu’l Hasan Ali’nin ölümünden sonra Kâfur, devleti üç yıl daha idare etti. İhşidiler Devleti’nin başında bulunan en son hükümdar Ebu’l Hasan Ali’nin oğlu Ebu’l-Fevaris Ahmed (968-969)’dir. Onun döneminde ülkede düzen bozulmuş ve Kuzey Afrika’da uzunca bir süredir gözlerini buraya çevirmiş olan Şii Fâtımîlerin beklediği fırsat çıkmıştı. Fâtımîlerin başarılı komutanları Cevher, Fustat’a girerek buraları Fâtımî Devleti hesabına zapt etmiş ve İhşidiler Devleti’ne son vermiştir. (2 Temmuz 969). E OKUYALIM İhşidilerin Türk Tarihindeki Önemi Otuz dört senelik kısa ömre sahip olan İhşidiler Devleti’nin millî tarihimiz açısından önemi, Tolunoğulları örneğinde olduğu gibi, ırk itibarıyla yabancı bir ülkede, kuvvetli ve teşkilatçı bir Türk valinin devlet kurmuş olmasıdır. Bununla birlikte bu 44 TARİH 6 kısa dönemde Fustat, kaybetmiş olduğu başşehir olma özelliğine tekrar kavuşmuş, İhşidiler Sünni olmaları dolayısıyla hilafet merkezini batıdan gelen Fâtımî tehlikesine karşı, dayanabildikleri sürece korumuşlardır. Bilindiği gibi 909’da İfrîkiye’de Ubeydullah El-Mehdi tarafından kurulan Fâtımî Hilafeti (909-1171) kendisi için istikbalin doğuda olduğunu düşünüyordu ve baştan itibaren Mısır’ın fethini değişmez siyaseti yapmıştı. Nitekim bu yönde ilk iki silahlı girişim birinci halife Mehdi zamanında ve 913 ve 919 tarihlerindedir. Onun oğlu Kâim-Bi-emrillah (934-946) benzer girişimleri devam ettirmiştir. Mısır’ın Fâtımîleradına fethi ise dördüncü halife Muiz-Lidinillah (953-972) zamanında Cevher es-Sıkılli’nin eliyle mümkün olmuştur. Şüphesiz bu gecikmede İhşidilerin Mısır’da kurmuş oldukları idarenin gücünü ve bölgeyi Fâtımî tehlikesinden koruma azimlerini görmek gerekmektedir. İhşidilerle ilgili bir diğer husus da, azat edilmiş bir köle olan Kâfur’un, idareyi ele geçirip yirmi sene naip olarak , iki sene de asaleten devleti yönetmiş olmasıdır. İhşidiler Bağdat Abbasi halifeleri ile iyi geçinmişlerdir. Bu dönemde Mısır ve Suriye’de hutbeler halife adına okunmuştur. Bu ülkelerde İhşidilerin hâkimiyetini de Abbasiler kabul etmişlerdir. Hamdanilerle Suriye için savaş yapmışlardır. Aynı bölge için Bizanslılarla da harp etmişlerdir. İhşidilerin savaş yaptıkları başka bir millet de Nubya (Sudan)’lılardır. Nesimi Yazıcı, İlk Türk İslam Devletleri Tarihi,S,105 ? 1. İhşidilerin millî tarihimiz açısından önemi nedir? 2. İhşid unvanı ne anlama gelmektedir? 3. İhşid Muhammed hangi siyasi faaliyetlerde bulunmuştur? 4. İhşidoğulları hangi tarihte, kimler tarafından yıkılmıştır? 3.KARAHANLILAR(840-1212) Karahanlıların Kökeni ve Devletin Kuruluşu Karahanlılar Devleti, Orta Asya’da kurulan ilk Müslüman Türk devletidir. Hükümdar unvanları arasında “Kara” ve”Han” kelimelerine çok sık rastlanmasından dolayı bu Türk devletine “Karahanlılar” adı verilmiştir. Kara, eski Türkçede kuzey yönüne verilen isim olduğu gibi büyüklük, güçlülük ve yüksekliği de ifade eder. Karahanlılara ayrıca İlek (İlig) Hanlar da denmiştir. Burada ilig; devlete, millete sahip çıkan demektir. Yine bu hükümdar sülalesinde Türkistan Uygur hanları ve Türkistan hakanları adları da kullanılmıştır. Bundan başka Karahanlı hükümdarları, kendilerinin Alper Tunga neslinden geldiklerini kabul etmelerinden dolayı, İranlılar onlara Al-i 45 TARİH 6 Afrasiyab (Afrasiyab oğulları) ismini de vermişlerdir. Uygur Devleti’nin yıkılması üzerine (840) onlara bağlı olan Yağma Türkleri batıya çekilerek Kaşgar yöresinde bazı yerleri daha sonra da Çu ve İli vadilerini ele geçirdiler. Bu bölgelerde yaşayan Karluk ve Çiğil Türklerinin de birleşmesiyle Karahanlılar Devleti kuruldu (840). Balasagun alınarak devletin merkezi yapıldı. Türk töresine uyularak devlet doğu ve batı olarak ikiye ayrıldı. Doğuda Arslan Kara Han unvanını taşıyan büyük kağan, batıda ise Buğra Kara Han unvanlı Batı kağanı bulunmaktaydı. Büyük hükümdar olan Arslan Kara Han, Kaşgar’ı alarak merkezi buraya taşıdı. Ona bağlı olan Buğra Kara Han ise Talas’ta oturuyordu. Karahanlılar batıda genişleyince başkent Semerkant olmuştur. Karahanlı Devleti’ni tek başına Karlukların kurduğunu öne süren görüşler de bulunmaktadır. Buna göre, Uygur Devleti’nin 840 yılında Kırgızlar tarafından yıkılmasından sonra Karluk yabgusu kendisini bozkırların hakimi ilan ederek Karahanlı Devleti’ni kurdu. Bu devletin başındaki sülalenin unvanında yer alan “kara” sözcüğünden de Karahanlılar ismi doğdu. Resim. 02.02: Karahanlıların Bilinen İlk Hükümdarı Bilge Kül Kadir Han Karahanlıların bilinen ilk hükümdarı Bilge Kül Kadir Han’dır. Onun zamanında komşuları olan Samanoğulları ile mücadele edildi. Bu mücadelenin asıl nedeni, bu devletin Karahanlı Devleti’ne saldırarak bir kısım topraklarını almasıydı. Kadir Han’dan sonra, oğulları Arslan Bazir ve Oğulcak da bu mücadeleyi sürdürdü. 46 TARİH 6 Harita 02.03: Karahanlılar SATUK BUĞRA HAN Amcası adına vergi toplamak üzere Artuç’a giden Satuk, burada camide namaz kılan Müslümanları görüp Ebu Nasr ve diğer Müslümanlardan İslam hakkında bilgi aldı. “İbnü’l-Esir El-Kâmil Fi’t-Tarih” adlı tarihî kaynakta Satuk’un rüyasında gökten inen bir kişinin kendisine Türkçe olarak “Müslüman ol ki dünyada ve ahirette esenlik bulasın” dediğini ve bunun üzerine Satuk’un sabahleyin İslam’ı kabul ettiğini anlatır. Müneccimbaşı da “Camiüddüvel”de meseleyi benzer bir hikâye ile anlatmıştır. “Tarih-i Kaşgar” ve “Tezkire-i Satuk Buğra Han” adlı eserlerde yer alan menkıbevi kayıtlara göre Satuk on iki yaşında Müslüman oldu. Bundan sonra Karahanlı hanedan mensuplarını gizlice İslam’a davet eden Satuk yirmi beş yaşına gelince amcası Oğulçak Kadir Han ile mücadeleye girişti ve onu yenerek Kaşgar’ı ele geçirdi. Bundan sonra hakim olduğu sahalarda İslamiyeti resmi din olarak ilan etti. Hükümdarlarının önderliğinde Karahanlı Devleti’nin İslamiyeti kabul tarihi 954 yılı olarak tahmin edilmektedir. Satuk Buğra, İslam’ı yayma ideali ve heyecanıyla çok dinamik bir faaliyete girişti. Özellikle Müslüman olmayan Türklere karşı siyasi- askerî faaliyetleri, Karahanlıların merkezlerinden olan Balasagun üzerinde yoğun olmuştur. Sonuçta Müslüman Karahanlılar Balasagun’a kesin olarak hakim oldular. Bütün bu mücadelelerde Abdülkerim Satuk Buğra Han, etraftan toplanan gönüllü gazilerin de desteğini gördü. 955 yılında vefat eden Abdülkerim Satuk Buğra Han Artuç’a defnedilmiş olup mezarı hâlen bir ziyaret yeri durumundadır. Onun kişiliği, İslam’a girişi ve İslam’ı yaymak için yaptığı faaliyetleri anlatan “Tezkire-i Satuk Buğra Han” isimli eser menkıbe tarzında olup Müslüman Türk destanlarının en önemlilerinden biridir. Bu destanda 47 TARİH 6 Hz. Muhammed’in Satuk Buğra Han’ı Miraç’ta gördüğüne dair bir hikâye şöyle anlatılmaktadır: “Hz. Muhammed miraç esnasında bütün peygamberlerle birlikte Satuk Buğra Han’ı da görür. Onu tanıyamadığı için Cebrail’e kim olduğunu sorar. Cebrail de:” Bu kişi peygamber değildir, sizin ölümünüzden 333 yıl sonra dininizi Türkistan’da yayacaktır.”der Destana göre buna sevinen Hz Muhammed Satuk Buğra için dua etmiştir. Satuk Buğra Han’dan sonra yerine oğlu Musa Tonga İlig geçti. Onun kısa süren saltanatından sonra oğlu Baytaş Arslan Han Karahanlı tahtının sahibi oldu. Arslan Han bölgede Müslüman olmayan Türk muhaliflerine karşı başarılı bir mücadele verdi. Bunun sonucunda Karahanlı Devleti’nin tamamını İslam dairesine katmayı başardı. Kaynakların belirttiğine göre bu devirde 200.000 çadırlık bir Türk halkı Müslüman olmuştur. Karahanlıların hakim oldukları bu sahalarda, Müslüman olanlar Yağma, Karluk, Çiğil ve Tuhsi gibi Türk kavimleridir. Karahanlı Devleti’nin Yükselişi Baytaş’ın yerine oğlu Ebu’l Hasan Ali Arslan Han devletin başına geçti. Arslan Han da ataları gibi Müslüman olmayan kavimlere karşı mücadele etti. Onun döneminde devletin batı kesimlerini idare eden kardeşi Kılıç Buğra Han Harun’du. Çeşitli siyasi ve askerî faaliyetleriyle tanınan bir devlet adamıdır. Kılıç Buğra Han, zayıflamış durumda olan Samanoğulları Devleti’yle mücadele etti. Onların bir kısım topraklarını alarak Karahanlı topraklarına kattı. Bu toprakların en önemlisi Samanlıların başkenti olan Buhara’dır. Ancak kısa bir süre sonra Kılıç Buğra Han öldü. Kılıç Buğra Han’ın ölümünden sonra devletin batısından Samanlılara karşı mücadeleyi, Ali Arslan’ın oğullarından İlek Nasr yürüttü. İlek Nasr, Samanlı topraklarına arka arkaya seferler yaptı. 992’den itibaren gerçekleşen bu seferler sırasında, bölgenin yeni siyasi gücü olan Selçuklular, Samanoğullarına yardım ettiler. Fakat Samanoğulları Devleti yıkılmaktan kurtulamadı. İlek Nasr, Gazneli Sultan Mahmut’la yaptığı anlaşmayla Samanoğulları Devleti’ni paylaştırdı. Buna göre Samanoğullarının Maveraünnehir toprakları Karahanlılara, Horasan toprakları Gaznelilere verildi (1001). İlek Nasr, Horasan’ı Gaznelilerde bırakmayı bir türlü içine sindiremedi. Gazne hükümdarı Sultan Mahmut’un Hindistan seferinde bulunduğu bir sırada Horasan’a girerek birçok yeri geri aldı fakat Sultan Mahmut’la Belh yakınlarında yaptığı mücadeleyi kaybetti. Sonunda Ceyhun Nehri iki devlet arasında sınır olarak kabul edildi (1008). Karahanlıların en geniş sınırları; kuzeyde Balkaş Gölü, batıda Aral Gölü, güneyde Hindukuş Dağları ve doğuda Çungarya’ya kadar ulaştı. Nasr’ın Belh’deki yenilgisi Karahanlı hanedan üyelerinin birbirine düşmesine neden oldu. 48 TARİH 6 Karahanlı Devleti’nin Zayıflaması ve Parçalanması 1012-1013 tarihinde İlek Nasr öldü. Bundan sonra Karahanlı hanedanı içinde taht mücadeleleri dönemi yaşandı. Bu mücadelelerde Yusuf Kadir Han üstün gelerek devletin başına büyük kağan olarak geçti. Buna kardeşleri Ahmet ile Ali Tekin itiraz ettiler. Bu arada Ali Tekin Buhara’ya, Ahmet, Balasagun’a yerleşerek kendi devletlerini kurmuşlardı. Yusuf Kadir Han, Gazneli Mahmut’un yardımı sayesinde hükümdarlığını korudu. Hatta hakimiyetini genişleterek Özkent ve Balasagun’u hakimiyet sahasına kattı. 1032 tarihinde Kadir Han öldü. Yusuf Kadir Han’ın oğlu, Ali Tigin’e karşı Gazneli Sultan Mesut’tan yardım istedi. Mesut, Harzem (Harizm) Valisi Altuntaş’ı Ali Tigin’in üzerine gönderdi. İki kuvvet arasında çetin mücadeleler yaşandı. Altuntaş’ın ölümü üzerine yerine geçen oğlu, Gazneli Mesut’a karşı Ali Tigin ile anlaştı. Maveraünnehir’i aralarında paylaşmaya karar verdiler. Buna çok sinirlenen Sultan Mesut, Ali Tigin’i ortadan kaldırmaya karar verdi. Ali Tigin, Gazneli Mesut’a karşı Selçuklularla anlaştığı bir sırada öldü. Bunun üzerine Mesut’un planladığı sefer gerçekleşmedi (1034). Ali Tigin’in yerine geçen oğlu Yusuf zamanında, Tuğrul ve Çağrı beyler komutasındaki Selçuklu ordusu Horasan’ı aldı. Bu durum Karahanlı Devleti’nin kesin olarak ikiye ayrılmasına neden oldu (1042). Doğu Karahanlı Devleti Doğu Karahanlılar; Talas, İsficab, Kaşgar, Özkent ve Doğu Fergana gibi topraklara hükmetmişlerdir. Devletin batı kısmı İlek Nasr’ın çocuklarının elinde kalınca Yusuf Kadir Han’ın oğulları da ayrı devlet oluşturarak devletin doğu topraklarını sahiplendiler. Bu devletin ilk hükümdarı Yusuf Kadir Han’ın oğlu Süleyman Arslan Han (1032-1056)dır. Süleyman, çok adil bir hükümdardı. Ülkesinde Müslüman Türklerin yanı sıra gayri Müslim Türklerin de yaşamasına müsade etti. Bu sayede pek çok Türk, Müslümanlığı kabul etti. Süleyman, kardeşi Muhammed’le yaptığı taht mücadelesini kaybetti. Ondan sonra Karahanlı saltanatında iktidarsızlık yaşandı. Doğu Karahanlı hükümdarlarının en büyüklerinden birisi de Ebu Ali Hasan’dır. 1070 yıllarında Doğu Karahanlı Devleti’nin başına geçen Ebu Ali Hasan 1102 yılına kadar saltanatta kaldı. Bu zaman içinde devleti iyi yöneten Ebu Hasan özellikle ilme ve âlimlere büyük değer verdi. Örneğin “Kutadgu Bilig” ona ithaf edilerek yazılmıştır. Ebu Hasan 1089’da bölgeye gelen Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın hakimiyetini tanıyarak ona tabi oldu. Ebu Ali Hasan’dan sonra yerine oğlu Ahmet’in geçtiği anlaşılmaktadır. Ahmet Han’ın 1128’de devletin doğusundan gelen Karahitay saldırısını, onları yenerek bertaraf etmesi çok önemli bir hadisedir. Bu zaferi sayesinde hem Karahanlılar hem de Selçuklular büyük bir tehlikeden kurtulmuşlardır. 49 TARİH 6 1141’de tekrar ortaya çıkan Karahitay tehlikesi aynı şekilde bertaraf edilememiştir. Bu devrede devletin başında bulunan II. İbrahim Han içeride çıkan bir isyanı bastırabilmek için Karahitaylardan yardım istemişti. Karahitaylar yardım için geldikleri Başkent Balasagun’u işgal ettiler. Bir müddet sonra Batı Karahanlı topraklarını da işgal eden Karahitayları çıkarmak Büyük Selçuklulara düşmüştü. Ne var ki harekete geçen Büyük Selçuklu Sultanı Sancar, 1141’de Karahitaylarla Katvan’da yaptığı muharebeyi kaybetmişti. Bu muharebenin kaybından sonra Doğu Karahanlıların bir müddet Karahitayların işgali altında kaldığı anlaşılmaktadır. Karahanlıların çöküşü sırasında iş başına gelen hükümdarlar Karahitaylarla mücadele ettiler. Fakat ülkeye sonuçta Karahitaylar hakim oldular. Doğu Karahanlıların son hükümdarı Muhammed’i Karahitay hükümdarı Kür Han, sarayında göz altına aldı. 1211 yılında Karahitaylar Doğu Karahanlılar Devleti’ne son verdi. Karahanlı Devleti’nin parçalandığı sırada Batı Karahanlı Devleti’nin ilk hükümdarı olarak I. Muhammed görülmektedir. Devletin başlangıçtaki başkenti Özkent’ti. I.İbrahim döneminde (1052-1068) başkent Semerkant oldu. İbrahim dönemi Batı Karahanlı Devleti’nin en parlak dönemlerinden olmuştur. İbrahim, devletini gayet iyi idare etti.Doğu Karahanlılardan bazı topraklan alarak devletini genişletti, İbrahim’in 1068’de ölümünden sonra yerine oğlu Nasr geçti. Nasr döneminde devlet Doğu Karahanlılarla ve Selçuklularla mücadele etmek zorunda kaldı. Bu mücadeleler sonunda bazı topraklarını kaybetti. Nasr’dan sonra tahta, kardeşi Hızır geçti. Devlet onun döneminde huzurlu bir dönem geçirdi. Hızır Han akıllı, adil ve siyaseti iyi bilen birisiydi. Sanatkârları, özellikle şairleri himaye etti. Hızır Han’ın iktidarının ne kadar sürdüğü belli değildir. Hızır Han’dan sonra devletin başına geçen Ahmet Han döneminde devlet bir ara Büyük Selçukluların hakimiyetine geçti. Sultan Melikşah 1089’da Batı Karahanlıları Selçuklulara bağlarken Ahmet Han’ı göz altında tutmak için yanında götürdü. Fakat Ahmet’in ülkesinde isyan çıkarması üzerine onu ülkesine iade etti ve Batı Karahanlı Devleti, Selçuklulara tabi hâle geldi. 1095 yılında Ahmet Han bizzat kendi ulemasının verdiği fetva sonucu bertaraf edildi. Bundan sonraki dönemde Batı Karahanlılar, siyasi iktidar bakımından zayıf bir döneme girdiler. İşbaşına gelen hükümdarlar genelde yetersiz kaldılar ve devlet zayıfladı. 1136 yılında başlayan Karahitay istilası Batı Karahanlıların sonunu getiren en önemli hadiselerden biri oldu. Daha sonraki Katvan Meydan Muharebesinde galip gelen Karahitaylar bölgeye iyice yerleştiler. Kendilerine bağlı olarak Karahanlı soyundan İbrahim’i tahta çıkardılar ve on beş yıl kadar Batı Karahanlı Devleti’ni devam ettirdiler. İbrahim Han da 1156 yılında Kartuklarla yaptığı bir muharebede yenilerek öldürüldü. Batı Karahanlılar en sonunda Harzemşahlar Devleti hükümdarı Muhammed Harzemşah tarafından yıkıldı (1212). 50 TARİH 6 Fergana Hanlığı Karahanlı Devleti’nin 1042’de ikiye ayrılmasından sonra Fergana bir süre Batı Karahanlılarda kaldı. Daha sonra Doğu Karahanlılara geçen Fergana’da 1141’de Karahitayların Maveraünnehir’i istila etmelerinden sonra merkezi Özkent şehri olmak üzere bağımsız bir Karahanlı Devleti daha kuruldu. Bunun hükümdarları genellikle “Tuğrul Kara Hakan” unvanını taşıdılar. Tarihini çok iyi bilmediğimiz bu devleti kuran sülalenin bazı hükümdarları da tanınmamaktadır. İlk hakanları Batı Karahanlı hakanı Hasan Ali’nin üçüncü oğlu Hüseyin b. Hasan’dı. Bu hanedan hakkında oldukça yetersiz olan bilgiler, 1212’den sonra tamamıyla kesilmektedir. Karahanlıların Türk Tarihindeki Önemi • Karahanlılar, Orta Asya’da kurulan İlk Müslüman Türk devletidir. İslamiyet’in Orta Asya’da yayılmasını sağlamışlardır. • Karahanlılar Devleti İslam öncesi Türk devletlerinde görülen ikili yönetim anlayışını devam ettirmiştir. Bu yönetim anlayışı güçlü bir merkezi otorite kurulmasını engellemiştir. • Karahanlı Devleti’nde, diğer Türk İslam devletlerinden farklı olarak halkın tamamına yakını Türk’tür. Halkın çoğunluğunun Türk olması resmî dilin, eğitim ve edebiyat dilinin Türkçe olması sonucunu ortaya çıkarmıştır. • Türklere ait ilk İslami eserler bu dönemde meydana getirilmiş, böylece Türk İslam kültürünün temeli atılmıştır. Kaşgarlı Mahmut’un Türkçenin Arapça kadar zengin olduğunu göstermek için yazdığı “Divanu Lügati’t-Türk,” Yusuf Has Hacib’in Türk devlet anlayışının nasıl olması gerektiğini anlattığı “Kutadgu Bilig,” Ahmet Yesevi’nin İslam tasavvufu ile ilgili bilgiler verdiği “Divan-ı Hikmet” ve Edip Ahmet’in ahlaki öğütler verdiği “Atabet’ül Hakayık” kitapları bu döneme ait önemi eserlerdendir. ? 1. Karahanlı Devleti’ ne neden “Karahanlı” denilmiştir? 2. Karahanlıların kurucuları kimlerdir? 3. Karahanlılar ne zaman Müslüman olmuşlardır? 4. Orta Asya Türklerinin İslam’ı tanıması açısından Karahanlıların önemi hakkında neler söylenebilir? 5. Karahanlılar ikiye ayrılmaları yönetim anlayışları ile nasıl ilişkilendirilebilir? 6. Fergana Hanlığı nasıl kurulmuştur? 51 TARİH 6 4. GAZNELİLER Gazneliler, bugünkü Afganistan, İran’ın Horasan bölgesi ve Kuzey Hindistan’da kurulmuş bir Türk devletidir. Gaznelilerin ismi, devletin başşehri Gazne şehrinden gelmektedir. Türkler IX-X. yüzyıllarda, başta Abbasiler olmak üzere, birçok İslam ülkesinde eyaletlerde asker, vali ve diğer devlet görevlerinde hizmetlerde bulunmuşlardır. İran’da kurulan Samaniler Devleti’nde (844-999) 912 tarihinden itibaren Türk vali ve kumandanlar görev almaya başlamıştır. Bunlardan biri de Horasan orduları kumandanı Alp Tegin’dir. Alp Tegin (891-963), Samani emiri Ahmed b. İsmail’in (907-914) hassa askeri olarak görev yaptı. Üstün özelliklere sahip olduğundan birlik komutanlığı ve “hacibü’l- hüccablık”a (bütün saray idaresinin başı ) yükseldi. Ancak Samani emirlerinden Abdülmelik (954-961) ile arası açılınca Horasan valiliğine tayin edildi. Fakat o, Horasan’dan Samanoğullarının merkezi Buhara’da olup bitenleri takip ediyordu. Nihayet Mansur b. Nuh zamanında buradan da ayrılmak durumunda kalınca emrindeki çok az askerle Doğu Afganistan’daki Gazne şehrine gitti. Buranın hâkimi olan Levikler hanedanını mağlup ederek bölgeden uzaklaştırdı ve şehirde hâkimiyeti ele geçirdi. Böylece Gazneliler Devleti’nin temeli atılmış oldu (12 Ocak 963) . Alp Tegin ölünce (13 Eylül 963) sırası ile Ebu İshak İbrahim, Türk komutanlardan Bilge Tegin, Böri Tegin ve Sebük Tegin ülkeyi yönetti. Sebük Tegin’in başa geçmesiyle Gazneliler Devleti, hükümdarlığın babadan oğula geçtiği bir hanedanın idaresi altına girmiş oldu. Bir diğer yönüyle Gazneliler Devleti’ni kuruluş yıllarında yöneten Türk komutanların yerini artık bir hanedan almış oluyordu. Sebük Tegin (977-997) zamanına kadar Gazneliler, Samanilere bağlı idi. Sebük Tegin, görünüşte Samanilerin bir valisi olarak hareket etmesine rağmen, bağımsız Gazneliler Devleti’nin temeli onun zamanında atıldı. Sebük Tegin zamanında devlet, kuzey ve doğuya doğru gelişmeye başladı. Zebulistan, Büst ve Belucistan’a kadar olan yerler fethedildi. Diğer taraftan Sebük Tegin, Kabil Nehri boyunca Peşaver’e kadar sefer düzenleyerek Hintlileri mağlup etti ve Kuzey Hindistan’da İslam’ı yaymaya muvaffak oldu. Samani hakimiyetinde olan Horasan’da isyan çıkınca Sebük Tegin ve oğlu Mahmut bu isyanın bastırılmasında Samanilere yardımcı oldular. Sebük Tegin vefat ettiğinde yerine küçük oğlu İsmail’i veliaht olarak tayin etti. Böylece Gaznelilerde babadan oğula geçen hanedanlık idaresi başlamış oldu. 52 TARİH 6 Sultan Mahmut ve Gazne Devleti’nin Yükseliş Dönemi Sebük Tegin ölmeden önce yerine oğlu İsmail’i (997-998) veliaht göstermişti. Fakat Mahmud onun hükümdarlığına razı olmadı. kardeşine karşı giriştiği taht mücadelesinden başarılı çıkarak Mart 998’de Gazne’de babasının tahtına oturdu. Tahta geçtiğinde 28 yaşındaydı. Mahmut çocukluğundan itibaren iyi bir dinî tahsil görmüş, Kur’an-ı Kerim’i ezberlemişti. İslami geleneklere oldukça bağlıydı. Din uğruna her türlü fedâkarlığı yapabilecek özelliklere sahipti. Geçmiş padişahlara ait haberleri dinlemeyi severdi. Gençlik yıllarından itibaren devlet idaresinde farklı görevler almış, seferlere katılmış ve bunlardan bazılarını bizzat yönetmişti. Mahmut, Gazne tahtına oturduğunda üstlendiği görev için oldukça iyi bir alt yapıya sahipti. O, devletin başında bulunduğu otuz senenin üzerindeki bir sürede takip edeceği yol ve bu yolda gösterdiği başarıyla çok önemli bir Türk-İslam kahramanı olarak adını tarihe yazdıracaktı. Ganeli Mahmut’un yetişmesinde çok önemli bir yere sahip olan babası Sebük Tegin’in Mahmut’a verdiği öğüdün bir bölümünü aşağıda okuyunuz. E OKUYALIM SEBÜK TEGİN’İN OĞLU MAHMUT’A ÖĞÜDÜ Memleketinin idaresinde gafil olma. Ordu ve askerin durumundan, silahlardan ve maaşlardan ve iaşelerden haberdar ol. Müstahak olanın hakkını ver. Yolları emin tut. Hak sahibinin hakkını iade edinceye kadar uyuma. Aksi hâlde Allah’ın sana kıyamet günü bundan dolayı hesap soracağını bilesin. Eğer gece yarısı senin memleketinde bir canlı aç uyursa Tanrı senin cezanı verir. Hiçbir zaman zulmü uygun görme. Cömert ve merhametli olmalısın ve senin affın öfkenden fazla olmalı ki, insanlar sana rağbet etsinler. Bir işi lâyık olmayan bir kimseye buyurmamalısın. Padişahın en büyük düşmanının kendini beğenmişlik ve istibdat olduğunu bil. Her işte dostluğu denenmiş sadık insanların tavsiyelerini al ve o hususta kendi aklınla karar ver. Memleketin her tarafına casuslar ve haberciler tayin etmelisin. Nesimi Yazıcı, İlk Türk İslam Devletleri Tarihi, s 179 Gazneli Mahmut’un hükümdarlığı Gaznelilerin en parlak dönemidir. Gazneli Mahmut, Karahanlılarla birlikte Samanoğulları devletine son verdi. Samanoğullarının yıkılması ile bu devletin topraklan Karahanlılar ve Gazneliler arasında paylaşıldı. Horasan, Amuderya Nehri’ne kadar Gaznelilerin eline geçti. Gazneli Mahmut, Samaniler tarafından tanınmamış bulunan Abbasi Halifesi’ne 53 TARİH 6 elçiler gönderdi ve onun adına hutbe okuttu. Halife Kadir-Billah (991-1031) da kendisine hilat, taç ve bayrak gönderdi. 1000 yılında bu olaydan duyulan memnuniyet sebebiyle Gazne’de büyük bir tören yapılmıştı. Mahmut, halifenin kendisini onurlandırmasının karşışığında; İslam dinine yardım etmek ve İslam düşmanlarını söküp atmak maksadıyla her yıl Hindistan’a sefer yapmayı vaat etmişti. Gazne Sultanı, bundan sonra Gazne’nin batısında bir ülke olan Sistan’a bir sefer yaptı. Saffari Hanedanının yönetiminde bulunan Sistan, Mahmut’un hakimiyetini tanımak zorunda kaldı. E OKUYALIM GAZNELİ MAHMUT’UN HİNT SEFERLERİ Sultan Mahmut Samani topraklarının önemli bir kısmına sahip olup kuzey sınırlarını güvence altına aldıktan sonra Hint seferlerine başladı. O, daha önceden babası ile Hindistan’a gitmiş ve bu ülkeyi tanıma fırsatı bulmuştu. Hint seferlerinin sebeplerini, ülkenin zenginliği ve İslamiyet’i yayma düşüncesi oluşturmaktadır. Ayrıca kalabalık ve çeşitli unsurlardan oluşan orduyu hareket hâlinde tutup cihada yönlendirme, ayrıca gönüllüler ve halkın ganimet edinme bakımından bu seferleri desteklediği bir gerçektir. Tahminen ilk Hindistan seferi 1000 tarihinde başlamış ve 1026’ya kadar on yedi sefer yapılmıştır. İlk seferde Kabil’in doğusundaki bazı kaleler alındıktan sonra, 1001 tarihinde Hindistan düzlüğüne inilmiştir. Hindistan’ın coğrafi şartları çok engebeli olduğundan seferlerde ilerlemek zor olmuş ve mahalli idareci racaların direnişleri önemli bir engel oluşturmuştur. Ancak sekizinci Hint seferinde Multan (1010), dokuzuncu Hint seferinde Keşmir (1013) alınmıştır. En mühim seferlerden birisi Sumnat Seferidir. Sumnat, Hindistan’ın batı sahilinde, Kathiavar Yarımadası’nda bir şehirdir. Bu şehirde kutsal bir tapınak, tapınağın içinde kutsal bir put vardı. Hindistan’daki bütün putların en büyüğü kabul edildiğinden, bu put için on bin köy vakfedilmişti. Ziyaret için gelenler, en kıymetli eşyalarını, mücevherlerini kutsal puta sunuyorlardı. Hindu inancına göre Sumnat’taki put, Hint ülkesindeki diğer putların üstünde olup Müslümanların fethettikleri topraklardaki putların başlarına gelenler Sumnat putunun onlara verdiği bir ceza olarak görülmüştür. Sultan Mahmut bu inancı yıkmak için Sumnat seferini yapmış ve üç gün direnebilen Sumnat en sonunda teslim olmuştur. Gazneli Mahmut şehri ele geçirdikten sonra büyük putu yerinden söktürdü. Put dört parçaya ayrılarak parçalardan ikisi Gazne’deki Ulu Cami ve sarayın kapılarına konuldu. Diğer iki parça ise Mekke ve Medine’ye gönderildi. Halife Kadir Billah bu başarısından sonra Mahmut’a Kehfüddevle Ve’l-İslam unvanını vermiştir. Bu sefer Hindistan’daki batıl inançların zayıflaması ve İslam’ın yayılması açısından oldukça önemlidir. Hasan Karaköse,Orta Çağ tarihi ve Uygarlığı,s,139,140’dan yararlanılarak hazırlanmıştır. 54 TARİH 6 ? 1. Gazneli Mahmut’un Hindistan’a seferler düzenlemesinin sebepleri nelerdir? 2. Gazneli Mahmut Hindistan’a kaç sefer yapmıştır? 3. Sumnat seferinin önemi hakkında neler söylenebilir? Resim. 02.03: Gazneli Mahmut’un Askerleri İle Savaşmasını Gösteren Bir Minyatür Sultan Mahmut’un 1000 yılında başlattığı Hint seferlerinin sonunda Hindistanın Pencap, Peşaver, Multan, Gücerat, Delhi ve Ganj vadisinin batı yakası Gazne hakimiyetine geçti Gazneli Mahmut bu seferleri ile Hindistan’da sürecek olan Türk İslam hakimiyetinin temellerini attı. Bu bölgelerde Müslümanlık yayılmaya başladı. Bütün bu bölgeler Hindistan’ın en zengin yöreleriydi. Bunun yanında Gazne Devleti siyasi, askerî ve ekonomik olarak büyüdü. Özellikle Hindistan’dan temin edilen filler Gazne ordusuna hem güç kattı, hem de değişik bir özellik kazandırdı. Sultan Mahmut’un bu seferleri sayesinde Gazne Devleti, devrinin en zengin devleti hâline geldi. Fethedilen Kuzey Hindistan, Türklerin uzun süre hüküm sürdükleri bölgelerden biri oldu. Günümüz Pakistan devletinin temelleri Sultan Mahmut’un Hint seferleri ile atılmıştır. Harita 02.04: Gazneliler 55 TARİH 6 Sultan Mahmut’un ilişki içerisinde olduğu devletlerden biri de Karahanlılardı. Sultan Mahmut Hindistan seferine çıktığında Batı Karahanlı hükümdarı İlek Nasr, Horasan’a ordular gönderdi. Fakat bu ordular Sultan Mahmut tarafından iki defa mağlup edildiler (1006 ve 1008). Karahanlıların Horasan’ı almak için yaptıkları girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. Karahanlıların bu mağlubiyetleri hanedan içinde karışıklığa yol açtı. İlig Nasr, Horasan’ı Gazneli Mahmut’a bırakmak istemiyordu. Horasan’ı almak en büyük hayali idi. Ancak 1013 tarihinde ölünce bu hayalini gerçekleştiremedi. İlig Nasr’dan sonra hükümdar olan Yusuf Kadir Han ile kardeşi Mansur, Horasan’ı almak için ordularını birleştirdiler. Fakat bu mücadelede, Belh’de ikinci defa yenilgi aldılar (1019). Sultan Mahmut bir taraftan Karahanlılara karşı zaferlerine devam ederken bir yandan da Harezm, Belh, Huttal, Tirmiz gibi yerleri topraklarına kattı. Diğer taraftan Karahanlı hanedan ailesi arasında zaman zaman çıkan iç çekişmelerde arabulucuk yaparak bu ortamdan yararlanmasını bildi. Afganistan’da Helmend vadisi ile Herat arasındaki dağlık bölgeye Gur denir. Sürekli Gaznelileri rahatsız eden bölge halkına karşı Sultan Mahmut 1011 ve 1020 de iki defa sefer düzenledi. Ancak bölgenin bazı yerleri kontrol altına alınabildi. Fakat Gur bölgesi Gazneliler zamanında tam olarak kontrol altına alınamadı. Dağlık bir yer olması bunda önemli bir etkendir. Bölge halkı 1150’lerden sonra zayıflamaya başlayan devletin yıkılmasında önemli rol oynayacaktır. Gazneli Mahmut devrinin önemli olaylarından biri de Gazne-Selçuklu ilişkileridir. Bu sırada kuzeyde büyük bir tehlike hâline gelen Selçuklu Oğuz Türkleri Horasan’a girmeye çalışıyordu. Sultan Mahmut Selçuklular üzerine yürüyerek onları mağlup etti. Ancak Selçuklular yeni katılımlarla bölgedeki güçlerini artırmaya devam ettiler. Selçukluların yurt edinme faaliyetleri Gazneli Mahmut’u korkuttu. Mahmut, Selçuklu Yabgusu Arslan’ı hile ile yakalatarak Hindistan’daki Kalincar Kalesi’ne hapsettirdi. Resim 02.04: Gazneli Mahmut 56 Irak’a yönelen Gazne hükümdarı, Büveyhoğullarını yendi ve Bağdat’ta oturan Abbasi halifesini Büveyhoğullarının baskısından kurtardı. Kendisine halife tarafından sultan unvanı verildi. Türk tarihinde ilk defa sultan unvanını kullanan hükümdar Gazneli Mahmut oldu. Sultan TARİH 6 Mahmut, Irak topraklarını da alarak batıda en geniş sınırlara ulaştı. Irak seferinden dönerken yolda hastalandı. Gazne’ye ulaşınca da vefat etti (1030). Türk tarihinin en büyük hükümdarlarından biri olan Sultan Mahmut, Gazneliler Devleti’ni imparatorluk hâline getirdi. Hindistan fatihi Gazi Sultan Mahmut Han’ın âlimleri himaye ettiği ve farklı şehirlerden âlimleri Gazne’ye davet edip onların ilminden faydalanmak istediği bilinmektedir. Sultan Mahmut çıktığı bazı Hint seferlerine meşhur âlim Biruni’yi de götürdü. Biruni “Kitabu Tahkiku’l-Mal li’l-Hind” adlı eserini bu seferler sonrasında yazdı. Bu eser Hint inanç ve âdetlerini tarafsız olarak ele alan ve İslam dünyasına tanıtan ilk eser olması bakımından önemlidir. Gazneli Devleti’ni en geniş sınırlarına ulaştıran, âlimlere, kültüre ve edebiyata değer veren Gazi Sultan Mahmut, ölümünün ardından âlemin aslanı ve zamanın yeganesi olarak anılmıştır. ? 1. Gazneli Mahmut Karahanlılarla niçin mücadele etmiştir? 2. Gazneli Mahmut’un Selçuklularla ilişkileri hakkında neler söylenebilir? 3. Gazneli Mahmut’un İslam dünyasına hizmetleri hakkında neler söylenebilir? Sultan Mesut Dönemi Sultan Mahmut’un ölümünden sonra oğulları Muhammet ve Mesut arasında taht kavgaları başladı. Bu mücadeleyi Mesut kazandı (1030). Sultan Mesut tahta geçince veziri değiştirdi. Bazı vali ve komutanları görevlerinden alarak yerlerine kendi adamlarını görevlendirdi. Abbasi Halifesi Kadir Billâh’ın yerine halife olan Kâim Biemrillah’ın adına hutbe okuttu ve onu tanıdı. Sultan Mesut babasının ölümü üzerine kardeşi Muhammed ile taht kavgasına başladığında kendi gücü ile tahta çıkamadı ve Ali Tegin’den yardım istedi. Ali Tegin’e yapacağı yardım karşılığında Huttal topraklarını vereceğini vaad etti. Ancak tahta çıkınca sözünü yerine getirmedi. Ali Tegin’in kendisine karşı savaş hazırlığı yaptığını öğrenince Buhara’yı almak için ordu gönderdi. İki ordu Buhara-Semerkand arasındaki Debusiye’de karşılaştı. Her iki taraf birbirlerine üstünlük sağlayamadı ve bir anlaşma yapıldı (1032). Fakat Ali Tegin bundan sonra fazla yaşamadı ve 1034 tarihinde öldü. Böylece Sultan Mesut, Ali Tegin’den kurtulmuş oldu. Sultan Mesut babası gibi Hindistan seferlerine önem verdi. Hindistan’a yaptığı seferlerde başarı kazandı. Mesut döneminde Gazneliler için en büyük tehlike Selçuklular idi. Sultan Mesut Maveraünnehir ve Horasan’a doğru ilerleyen Tuğrul ve 57 TARİH 6 Çağrı Beylerin emrindeki Selçuklular üzerine ordu gönderdi. Nesa yakınlarında 1035 yılında yapılan savaşta Gazne ordusu yenildi. Savaşı kazanan Selçuklular Horasan bölgesinde gittikçe güçlendiler ve Belh şehrini ele geçirdiler. Bu haberi alan Sultan Mesut yeniden ordu hazırlayarak Selçukluları Horasan’dan çıkarmak istedi. Selçuklular Serahs yakınlarında yapılan savaşta Gaznelilere karşı ikinci defa zafer kazandı (1038). Tuğrul Bey bu başarıdan sonra Horasan’ın önemli bir şehri olan Nişabur’a girdi. Sultan Mesut, Gazne Devleti için gittikçe büyük bir tehdit oluşturan Selçukluları tamamen etkisiz kılmak amacıyla güçlü bir ordu hazırlayarak tekrar harekete geçti. Fillerle güçlendirilen Gazne ordusu Dandanakan’da Tuğrul ve Çağrı beylerin komutasındaki Selçuklu ordusuyla karşılaştı. Savaş üç gün sürdü. Sultan Mesut kahramanca savaşmasına rağmen yenildi ve savaş alanından kaçarak canını kurtarabildi. Dandanakan Savaşı, hem Selçuklular hem de Gazneliler için bir dönüm noktası oldu. Bu savaşı kazanan Tuğrul ve Çağrı Beyler Büyük Selçuklu Devleti’ni kurdular. Bu devlet kısa sürede güçlenerek büyük bir imparatorluk hâline gelirken Dandanakan Savaşı’nı kaybeden Gazneliler Devleti ise hızla zayıfladı. Sultan Mesut, daha güçlü bir ordu hazırlayıp yeniden Selçuklular üzerine yürümek amacıyla ailesini ve hazinesini alarak Gazne’den Hindistan’a hareket etti. Ancak Mesut, yolda ayaklanan askerleri tarafından öldürüldü (1041). Sultan Mesut’tan Sonra Gazne Devleti Sultan Mesut’u öldüren Gazneli askerler, onun yerine kardeşi Muhammet’i tahta çıkardılar fakat Mesut’un oğlu Mevdut amcası ile mücadeleye girerek tahtı ele geçirdi. Onun döneminde Hindistan’da ayaklanmalar çıktı. Horasan’ı alan Selçuklular da güneye doğru ilerliyorlardı. Mevdut, Selçuklular üzerine yapacağı sefere hazırlanırken öldü (1049). Ülkede on yıla yakın bir süre taht kavgaları yaşandı. Bu kavgalar İbrahim’in sultan olmasıyla sona erdi (1059). Sultan İbrahim Selçuklularla akrabalık kurdu ve onlarla iyi geçinmeye çalıştı. Kuzeyden gelecek saldırılardan bu şekilde kurtulan İbrahim, Hindistan seferlerine ağırlık verdi. Kırk yıllık hükümdarlığı döneminde devleti toparlayan Sultan İbrahim 1099’da öldü. Gaznelilerin son büyük hükümdarı Selçukluların yardımıyla tahta oturan Behram Şah oldu (1117). Onun döneminde Gazne Devleti artık bağımsız bir devlet olmayıp Selçuklu hakimiyetine girdi. Behram Şah, Hindistan’da çıkan ayaklanmaları bastırarak devlet işlerini düzene koydu. Gazne sultanı yıllık vergisini ödemeyince Selçuklu Sultanı Sencer Gazne üzerine sefer düzenledi (1136). Behram Şah, Sencer’den özür dileyerek ona bağlılığını bildirdi. Behram Şah’ın bir diğer siyasi faaliyeti de, Gurluların iktidar kavgalarına karışmak oldu. Bunun üzerine Gurlularla Gazneliler arasında büyük bir mücadele başladı. 58 TARİH 6 Sonunda Gurlular Gazne’ye kadar gelerek şehri yakıp yıktılar ve halkı kılıçtan geçirdiler. Bu sırada Behram Şah Hindistan’a çekilmişti. 1152’de Selçukluların Gurluları yenmesi üzerine Behram Şah yeniden Gazne’ye hakim oldu. Gazne Devleti’nin Yıkılması Behram Şah ölünce yerine geçen oğlu Hüsrev Şah döneminde Gurlular, Gazne Devleti’ni tehdit etmeye devam ettiler. Bu baskı özellikle Sultan Sencer’in 1157’de ölümünden sonra daha da arttı. Hüsrev Şah, Gurluların baskılarına daha fazla dayanamayarak başkenti, Gazne’den Lahor’a taşıdı ve orada öldü (1160). Yerine geçen oğlu Hüsrev Melik, devleti toparlayamadı. 1187 yılında Lahor’a giren Gurlular Gazne Devleti’ne son verdi. ? 1. Dandanakan Savaşı’nın Gazne tarihi açısından önemi nedir? 2. Gazneliler Dandanakan Savaşı’ndan sonra ikinci toparlanmayı hangi hükümdarları zamanında yaşamışlardır? 3. Behram Şah’ın siyasi faaliyetleri nelerdir? 5.BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ (1040-1157) Selçukluların Kökeni Türkler tarih boyunca farklı mekânlarda çeşitli devletler kurmuşlardır. İsimleri başka başka olmasına rağmen bu devletler bir devamlılık göstererek bugüne kadar gelmiştir. Türk tarihi bakımından bu devletlerin en önemlilerinden biri Büyük Selçuklu İmparatorluğu’dur. Büyük Selçuklu Devleti, Oğuz Türkleri tarafından kuruldu. Devleti kuranlar Oğuz komutanlarından Selçuk Bey’e bağlı olduklarından devlet bu adla anılır. Oğuz kelimesinin Türkçede “ok” kelimesinden geldiği kanaati yaygındır. Türkçede “ok” kelimesi boy karşılığı olarak kullanılmaktadır. “Z” sesi ise çoğul ekidir. Bu durumda “ok-uz:boy-lar” olarak anlaşılmalıdır. Oğuz adına ilk kez Orhun Yazıtları’nda rastlandı. Oğuzlar daha önce Köktürklerin ve Uygurların hakimiyeti altında yaşamışlardı. Oğuzlar, Uygurların yıkılmasından sonra batıya giderek Seyhun Nehri kıyılarına yerleştiler. Oğuzlar, X. yüzyılda Seyhun Nehri boylarıyla, Hazar Denizi’nin doğusu ve Aral Gölü arasındaki bölgede yaşıyorlardı. Maveraünnehir çevresine yerleştikten sonra hiçbir devlete bağlanmayan Oğuzlar, yabgu unvanı taşıyan bir hükümdarın başkanlığında bir devlet kurdular. Başkentleri yenikent olan Oğuz Yabgu Devleti’nin en önemli merkezleri Cend, Sugnak, Karaçuk, Kernak, Barçınlıkent ve Sütkent’ti. Yabgunun yardımcısına kül erkin, ordu komutanına subaşı denirdi. Devletin çeşitli ka59 TARİH 6 ? demelerinde görev yapan memurlara da tarhan ismi verilirdi. Oğuzların muntazam bir boy teşkilatı vardı. Bu teşkilata göre Boz-oklar ve Üç-oklar olarak iki ana kola ve yirmi dört boya ayrılıyorlardı. Bu yirmi dört boydan on ikisi Boz-okları, on ikisi de Üçokları meydana getiriyordu. 1. “Oğuz” adı hangi anlama gelmektedir? 2. ”Oğuz” adına ilk defa nerede rastlanmıştır? 3. Oğuzların Türk tarihindeki önemi hakkında neler söylenebilir? 60 TARİH 6 Selçuklu hanedanının atası Selçuk Bey, Oğuzların Kınık boyundandır. Selçukluların atası olarak kabul edilen ilk kişi “demir yaylı” unvanını taşıyan Selçuk Bey’in babası Dukak’tır. Dukak Bey, Oğuz Yabgu Devleti’nde üst dereceli bir komutandı. Selçuk, tahminen 900 yıllarında doğmuştu. Babası öldüğünde 17-18 yaşlarında idi. Selçuk da babası gibi Oğuz yabgusunun hizmetine girdi. Yeteneği ve bilgisi sayesinde kısa zamanda kendisini gösterdi ve hızla yükseldi. Yabgu, onu en sonunda çok önemli bir görev olan subaşılığa getirdi. Selçuk’un başarıları karşısında Oğuz hükümdarının Selçuk’a olan ilgisi gittikçe arttı. Bu durum diğer devlet ileri gelenlerinin kıskançlığına yol açtı. Selçuk aleyhine tavır aldılar ve bu konuda yabgunun hatununu da etkilediler. Bir keresinde Selçuk’un bütün herkesi aşarak yabgunun yanı başında oturması, Selçuk’un Oğuzlar Devleti’nden kopmasının başlangıcı oldu. Aslında bu davranışı bir protokol hatasıydı. Yalnız Selçuk’un bunu ne maksatla yaptığı bilinmemektedir. Yabgunun hatunu, Selçuk’un bu yaptığı saygısızlığın büyük amaçları olabileceği şeklinde yabguyu ikaz etti. Selçuk aleyhtarlarına göre Selçuk Bey, yabgunun yerine göz dikmişti. Bu durumda Oğuz Yabgu Devleti’nde Selçuk Bey için huzursuz bir ortam doğdu. Gitgide kendinin ve yanındakilerin canının tehlikeye girdiğini gören Selçuk, Oğuzlar Devleti’nden ayrılmaya karar verdi. Selçuk Bey’in Cend’e Göç Etmesi ve Müslüman Olması Selçuk Bey gerek kendi hayatının emniyeti gerekse bazı ekonomik sebeplerden dolayı Seyhun Nehri’nin Aral’a yakın sağ kıyısındaki Cend şehrine göç etti. Selçuk Bey’in liderliğindeki Kınık Türkleri Cend’e geldiklerinde, burası Müslümanların sınır kasabalarından biri idi. Hem göçebe hem de yerleşik toplulukların yer aldığı bölgede Maveraünnehir’den gelen Müslümanlar bulunmakta idi. Bölgeye gaza maksadıyla gelen bazı gaziler gayrimüslim unsurlarla mücadele etmekte idi. Böyle bir ortama gelen Selçuk Bey ve ona bağlı grup 985 ile 992 yılları arasında İslamiyet’i kabul etti. Selçuk Bey Müslüman olduktan sonra Oğuz Yabgu Devleti’nin Resim 02.05: Selçuk Bey vergi memurunu Müslümanların kafirlere vergi vermeyeceğini ileri sürerek kovdu. Bundan sonra gayrımüslimlerle mücadeleye girişen Selçuk Bey, oğlu Mikail’i bu mücadelelerden birinde şehit verdi. Mikail, Selçuklu Devleti’nin kurucuları Tuğrul ve Çağrı Beylerin babasıdır. Onun ölümünden 61 TARİH 6 sonra Tuğrul ve Çağrı Beyleri dedeleri Selçuk bizzat kendisi yetiştirdi. Cend’de başarılarından dolayı itibar bulan ve kuvvetlenen Selçuk Bey etrafında toplananların sayısının artmasıyla kısa zamanda kendisinden yardım istenecek, güç hâline geldi. Nitekim Karahanlılar karşısında zor durumda kalan Samanoğulları, Selçuklulardan yardım istemişti. Selçuk Bey de yardım göndermişti. Samanoğulları, Selçukluların yardımıyla devletlerini geçici de olsa koruyabilmişlerdi. Böylece Selçuklular Buhara yakınlarında Nur kasabasına yerleştirilmişlerdi. 999’da Karahanlılar Samanoğullarına karşı yeniden harekete geçtiler. Selçuk Bey, oğlu Arslan Yabgu’yu Samanoğullarına yardıma gönderdi. Fakat Samanoğulları Devleti yıkılmaktan kurtulamadı. Zira tek rakipleri Karahanlılar değildi. Güneydoğudan gelen daha büyük bir güç olan Gazneliler de ikinci bir rakip olmuşlardı. Gazneli Sultan Mahmut, yaptığı başarılı askerî harekatla Samanoğullarının Horasan topraklarını ele geçirdi. Maveraünnehir toprakları da Karahanlılar tarafından alındı. Samanoğulları Devleti de böylece tarih sahnesinden çekildi. Selçuk Bey, 1009 tarihinde vefat etti. Öldüğünde Musa, Yusuf, Arslan Yabgu adında üç oğlu sağ idi. İdareye Arslan Yabgu geçti. Zaten Arslan Yabgu, babasının yaşlılık yıllarında ailesinin fiili liderliğini üstlenmişti. ? 1.Selçuk Bey Oğuz Yabgu Devleti’nden niçin ayrılma gereği duymuştuır? 2.Selçuk Bey’in Cend bölgesine yerleşmesinin önemi nasıl açıklanabilir? 3.Selçuk Bey hangi siyasi güçlerle ilişki içerisine girmiştir? Arslan Yabgu’nun Selçukluların Başına Geçmesi Selçuk Bey’in ölümünden sonra yerine, oğlu Arslan Yabgu geçti. Onun zamanında Selçuklular 992’den önce göç etmeye başladıkları Maveraünnehir’de yaşamaya devam ettiler. Selçuk Beyin sağlığında ölen oğlu Mikail’in çocukları olan Tuğrul ve Çağrı Beyler, Selçuklu Devleti’nde etkili görevler üstlendiler. Karahanlı şehzadelerinden Ali Tigin, ağabeyi Yusuf Kadir Han’a karşı ayaklanıp Buhara’yı ele geçirerek hükümdarlığını ilan etti (1021). Ali Tigin’le Arslan Yabgu, Karahanlı ve Gazne tehditlerine karşı iş birliğine girdiler. Bölgedeki bu güç birliği Karahanlı ve Gazne hükümdarlarını bir araya getirdi. Gazneli Mahmut ile Yusuf Kadir Han Semerkant yakınlarında bir araya gelerek Ali Tigin’in kurduğu devletin yıkılması ve Arslan Yabgu tehlikesinin ortadan kaldırılması için anlaştılar. Gazneli Mahmut, Arslan Yabgu’ya bir elçi göndererek Hindistan’daki kâfirler üzerine sefere çıkacağını ve Selçukluların bu konuda kendisine yardımcı olması gerektiğini söyledi. Arslan Yabgu yardım konusunu görüşmek için Gazneli Mahmut’un yanına gitti. Orada hileyle yakalanarak Hindistan’daki Kalincar Kalesi’ne hapsedildi (1025). Tutsaklıktan kurtulamayan Arslan Yabgu 1032 yılında öldü. 62 TARİH 6 Tuğrul ve Çağrı Beyler, babaları ölünce dedeleri Selçuk Bey’in yanında kalmışlardı. Her bakımdan çok iyi yetiştirilen bu iki kardeş zamanla Selçukluların kaderini belirleyen kişiler oldular. Amcaları Arslan Yabgu zamanında ekonomik ve askerî yönden güçlerini artırmak için gazalar yaptılar. Tuğrul ve Çağrı Beyler, Arslan Yabgu’yu lider olarak tanımalarına rağmen kendi başlarına hareket edip ayrı bir güç olarak ortaya çıkmaya başladılar. Çağrı Bey’in Horasan, Kafkasya ve Anadolu’ya kadar uzanan seferleri başarılı geçti. 1015 yılında başlayan seferler daha çok keşif seferleri niteliğindeydi. Kafkasya’da Gürcülere, Anadolu’da Ermenilere karşı başarılı sonuçlar alındı. Böylece hem ganimet elde edildi hem de bölge tanındı (1021). ? Çağrı Bey’in Doğu Anadolu’ya gerçekleştirdiği seferin Selçuklular açısından önemi hakkında neler söylenebilir? Arslan Yabgu öldükten sonra yerine Musa Yabgu geçmişse de yönetim fiilen Tuğrul ve Çağrı Beylerdeydi. Bu iki kardeş üstün özelliklerine rağmen bütün Selçukluları bir araya toplayamadılar. Arslan Yabgu’nun ailesi ve taraftarları onların liderliğini kabul etmediler. Bu aileden gelenler ile Mikail’in oğulları arasında Selçuklu tarihi boyunca sürecek bir düşmanlık başladı. Daha sonraki dönemlerde Arslan Yabgu’nun oğullarından Kutalmış, Süleyman Şah ve I.Kılıç Arslan bu mücadeleler sırasında hayatlarını kaybettiler. 1030 yılında Gazneli Mahmut ölünce tahta oğlu Mesut geçti. Bu sırada Selçuklular, Karahanlıların Buhara hükümdarı olan Ali Tigin ile Gaznelilere karşı birleştiler. Sultan Mesut, Ali Tigin üzerine yapacağı sefer hazırlıkları içinde iken Ali Tigin öldü (1034). Ali Tigin’in oğlu zamanında Selçuklularla olan dostluk ve iş birliği bozuldu. Gaznelilerin Harzem Valisi Harun ile Gaznelilerin hükümdarı Sultan Mesut’un arası açılmıştı. Harun, Selçukluların yapacağı yardıma karşılık topraklarından bir kısmını vermeyi vadetti. Bu nedenle Tuğrul ve Çağrı Beyler bir kısım kuvvetleriyle Harzem’e göç ettiler. Onların Harzem’e gitmesini fırsat bilen Cent hakimi Şah Melik, Maveraünnehir’de bulunan Oğuzlara saldırdı. Bu saldırıda pek çok Selçuklu Türkü öldü. Diğerleri de Maveraünnehir’i tamamen boşaltmak zorunda kaldılar. Ancak Harzem Valisi Harun’un bir suikast sonucu öldürülmesi üzerine Şah Melik tehlikesi yeniden başladı. Ali Tigin’in ölümünden sonra tahta geçen oğluyla da ilişkiler iyice bozulunca Harzem’de barınamayacaklarını anlayan Selçuklular Horasan’a göç ettiler (1035). Selçuklular bölgedeki diğer Türkmenlerin de katılmasıyla güçlendiler. Selçukluların Horasan’a girmesi Sultan Mesut’u telaşlandırdı. Onları topraklarından atmak isteyen Sultan Mesut, Gazne ordusunu üzerlerine gönderdi. Gazne ordusu 1035 yılında Nesa’da, 1038 yılında da Serahs yakınlarında Selçuklulardan iki yenilgi aldı. Selçuklular Horasan’ın merkezi durumundaki Nişabur’u alarak burada Tuğrul Bey’i tahta çıkarıp adına hutbe okuttular (1038). Tuğrul Bey tahta çıktıysa da Selçukluların bütün kurumlarıyla devlet hâline gelmesi Dandanakan Zaferi (1040) ile gerçek63 TARİH 6 leşecektir. Dandanakan Savaşı ve Büyük Selçuklu Devleti’nin Kuruluşu Gazneliler ordusunun arka arkaya iki defa yenilmesinden sonra durumun ne kadar ciddi olduğunu anlayan Sultan Mesut, 300 savaş fili ile destekli 50 bin kişilik atlı ve yaya birliklerden meydana gelen ordusunun başına geçerek Selçukluların üzerine yürüdü. Amacı Selçukluları tamamen Horasan’dan çıkarmaktı. Selçuklular, başlangıçta bir meydan savaşını göze alamadılar. Gazneliler ordusunun ilerlemesi karşısında devamlı çekilerek onları yıpratma savaşına giriştiler. Ara hücumlarla ve aralıksız yaptıkları baskınlarla Gazneliler ordusuna önemli kayıplar verdirdiler. Ayrıca bu taktiğin bir gereği olarak bir taraftan Gazneliler ordusunu kendileri için uygun yerlere çekerken diğer taraftan onların geçeceği yerlerdeki kuyuları kapatıyorlar, her türlü yiyecek maddesini yok ediyorlardı. Böylece, Gazneliler ordusuna endişe ve korku dolu zor günler yaşatıyorlar ve onları hem maddeten hem de manen çökertiyorlardı. Gerçekten de Selçukluların uyguladıkları taktik sonuç vermekte gecikmedi; Gazneliler ordusunda panik ve yılgınlık baş gösterdi. Sonunda Selçuklular, Merv yakınlarındaki Dandanakan Kalesi önünde meydan savaşını kabul ettiler. Son derece hareketli olan Selçuklu birliklerinin durmadan tekrarladıkları vurma ve geri çekilme taktiği üç gün sürdü. Zaten bitkin olan Gazneliler ordusu, bu şiddetli saldırılar karşısında daha fazla dayanamadı, bozguna uğradı. Selçukluların eline büyük ganimet geçti (23 Mayıs 1040). Daha önceki çarpışmalarda olduğu gibi bu savaşta da zaferin kazanılmasında Çağrı Bey başlıca rol oynadı. Sultan Mesut ise, Hindistan istikametinde kaçarken kendi adamları tarafından öldürüldü. Dandanakan Savaşı’nın kazanılmasında Çağrı Bey’in çok önemli gayretleri olmuştu. Bu konuyla ilgili aşağıdaki metni okuyunuz. E OKUYALIM SELÇUKLULARIN SAVAŞ TAKTİĞİ Dandanakan Savaşı’ndan önce Gazne hükümdarı Selçuklular üzerine güçlü bir ordu ile sefere çıkınca Tuğrul Bey batıya çekilmeyi önermişti. Çünkü henüz Gaznelilerle meydan savaşı yapacak güçte değillerdi. Çağrı Bey ise Gazneliler ile savaşmaktan yanaydı. Gazne ordusunu çöle çekip yıpratmayı ve küçük gruplar hâlinde sık sık Gazne ordusuna saldırmayı planlıyordu. Sonunda Çağrı Bey’in görüşünü kabul ettiler. Selçuklular, Gazne ordusu yaklaştıkça köylerini boşaltıp yakıyorlar, su kuyularını kullanılmaz hâle getiriyorlardı. Bir süre sonra Gazne ordusunda erzak ve su sıkıntısı başladı. Bu arada Selçuklular küçük gruplar hâlinde vurkaç taktiği ile Gazne 64 TARİH 6 ordusuna saldırıyorlardı. Sonunda Gazne ordusunda birlik bozuldu. Artık Gazne ordusuna son darbeyi vurma zamanı gelmişti. Ancak atlar, fillerden ürktükleri için bir türlü etkili bir hücum yapılamıyordu. Bunun üzerine Selçuklulur, öküzlerin kuyruklarına odun parçaları ve ağaç dalları bağlayarak bunları ateşe verdiler ve bu öküz sürüsünü Gazne ordusu üzerine sürdüler. Arkalarındaki yangından kaçan gözü dönmüş öküz sürüsü fillerin içine dalınca Gazne ordusunun da savunma düzeni bozuldu. Böylece Selçuklular ummadıkları ölçüde büyük bir zafer kazandılar. ? Selçukluların Dandanakan Savaşı’nı kazanmasını sağlayan etkenler nelerdir? Türk-İslam tarihinin dönüm noktalarından biri olan Dandanakan Meydan Muharebesi’nin sonuçları şöyle özetlenebilir: • Büyük Selçuklu Devleti resmen kuruldu, Tuğrul Bey sultan ilan edildi. • Gazneliler eski güçlerine bir daha kavuşamadılar ve yıkılış sürecine girdiler. • Horasan toprakları kesin olarak Selçuklulara geçti. • Selçuklular kısa bir süre sonra büyük bir imparatorluk hâline gelerek İslam dünyasının lideri oldular. • Bir süre sonra Karahanlılar ve Gazneliler, Selçuklulara bağlandılar. • Türklerin batıya doğru ilerlemelerinin önü açıldı. E OKUYALIM DANADANAKAN SAVAŞI’NDAN SONRAKİ GELİŞMELER Dandanakan Zaferi’nden sonra Cuma namazını takiben yapılan toplantıda Tuğrul Bey yeniden tahta çıkartılarak “Horasan emiri” sıfatıyla selamlandı. Bunun yanı sıra Türkistan hanlarına, Ali-Tigin oğullarına, Böri-Tigine, Aynu’d-devleye ve Türkistan ileri gelenlerine kazanılan zaferi bildiren mektuplar yazıldı. Kısa bir süre sonra Merv’de toplanan kurultayda ise ortak idarenin devam ettirilmesi fikri benimsendi. Fethedilen topraklarla birlikte ileride fethedilecek topraklar, hanedan üyeleri arasında paylaştırıldı. Buna göre, Merv merkez olmak üzere Serahs ve Belh dâhil Horasan’ın Ceyhun ile Gazne arasında kalan doğu kısmı Çağrı Bey’e; Büst, Herat, İsfizar, Busene ve Sistan ile etrafında zapt edeceği yerler Musa Yabgu’ya; Nîşabur merkez olmak üzere ileride fethedilecek olan batı toprakları da Tuğrul Bey’e verildi. Musa Yabgu’nun oğlu Hasan Yabgu babasının yanında bulunmaktaydı. Çağrı Bey’in büyük oğlu Kavurd Bey, Tabes ile Kirman taraflarını fethe memur edildi. Hanedanın diğer üyelerinden Tuğrul ve Çağrı Beylerin üvey kardeşi İbrahim Yınal, Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış ve Çağrı Bey’in oğlu Alp-Sungur Bey Yâkûtî, Tuğrul Bey’in 65 TARİH 6 yanında kaldılar. Tuğrul Bey, bunlardan İbrahîm Yınal’ı Hemedan ve Dinever, Yakuti’yi Ebher, Zencan ve Azerbaycan, Kutalmış’ı ise Gurgan ile Damgan’a gönderdi. Yine kurultayda, kurulan devletin tanınmasını sağlamak için Abbasi halifesine mektup yazılmasına karar verildi. Hanedanı temsilen Tuğrul Bey tarafından yazdırılan ve elçi Ebu İshak el-Fukka’i ile Bağdat’a gönderilen bu mektup, devletin daha kuruluşunda Sünniliğe ve Abbasi hilafetine bağlılığını göstermesi açısından önemlidir. Dandanakan Zaferi’nin ardından artık Gaznelilerin Horasan’da tutunabilmesi imkânsızdı. Nişabur kısa sürede yeniden Selçuklu hakimiyetine girdi ve Tuğrul Bey’in siyasi-idari merkezi hâline geldi. Tuğrul Bey, bürokratik işleri yürütmesi için Amidu’l-Mulk el-Kunduri (Ö. 456/1064)’yi vezir tayin etti. Tuğrul Bey Nişabur’a yerleşirken Çağrı Bey de Gazneli Hacib Altuntak’ın idaresinde bulunan Belh şehrini ele geçirmişti. Hakimiyetini kısa sürede daha da genişleten Çağrı Bey, Nişabur’un doğusunda kalan bölgelerde hutbeyi el-Meliku ‘l-mülûk unvanıyla kendi adına okuttu. Osman Gazi Özgüdenli, Selçuklu Tarihi El Kitabı, Editör, Refik Turan s,55,56 ? 1. Dandanakan Savaşı’ından sonra Selçuklularda ne gibi gelişmeler yaşanmıştır? 2. Toplanan kurultayda Selçuklu topraklarının idaresi hakkında nasıl kararlar alınmıştır? Tuğrul Bey Dönemi(1040-163) Selçuklu Devleti, Dandanakan Savaşı’nı takip eden ilk on beş yıl içinde hızlı bir büyüme gösterdi. Tuğrul Bey 1041-42 yılı içerisinde önce Gurgan, ardından da Taberistan’ı ele geçirdi. Mahalli hakim Anuşirvan ‘ın tabiiyetini arz etmesi ve 100.000 dinar ödemesi karşılığında barış yapıldı. Ziyârî ve Bavendi hanedanları itaat altına alındı. Kardeşi Çağrı Bey ile birlikte ezeli düşmanları Şah-Melik’in hakimiyetine giren Harezm’i Selçuklu idaresine bağlayan Tuğrul Bey, bundan sonra batıya yöneldi. Resim 02.06: Tuğrul Bey 66 Selçukluların batı fetihlerinin kahramanı Tuğrul ve Çağrı TARİH 6 Beylerin anne bir üvey kardeşleri, İbrahim Yınal idi. İbrahim Yınal Orta İran’ın önemli merkezlerinden Rey şehrini 1042 yılında zorlanmadan ele geçirdi. Orta İran ve Batı İran’ın Selçuklulara karşı koyabilecek siyasi birliktelikten yoksun olması, batıda Selçuklu fetihlerini daha da hızlandırdı. Rey şehrini hareket merkezi hâline getiren İbrahim Yınal, Bürucerd, Hemedan, Kazvin ve Zencan gibi Cibal bölgesinin önemli şehirlerini kısa süre içerisinde ele geçirdi. İbrahim Yınal’ın yanı sıra, Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış ve Çağrı Bey’in oğlu Alp-Sungur Bey Yakuti, Orta ve Batı İran fetihlerini yürüten diğer önemli hanedan üyeleriydi. Tuğrul Bey, 1042 yılında İbrahim Yınal tarafından fethedilen Rey şehrine geldi. Tuğrul Bey başkenti Nişabur’dan Rey’e nakletti. Tuğrul Bey, Rey şehrinden gönderdiği elçilerle Orta ve Batı İran’a hakim olan mahalli hanedanlardan bir kısmı Selçuklu Devleti’ne bağlandı. İbrahim Yınal, 1047-48 yılında Tuğrul Bey’in emri ile Azerbaycan’a yürüdü. Selçuklu hâkimiyeti Orta ve Batı İran’da yayılırken Türkmen boylarının kalabalık kitleler hâlinde Horasan üzerinden batıya akışı da devam etmekteydi. Bu geniş kapsamlı göç hareketi yerleşik İran coğrafyasında ciddi bir rahatsızlık yarattı. Bu durumu dikkate alan Selçuklular, Türkmenleri Azerbaycan üzerinden Anadolu’ya yönlendirdiler. Bu siyaset neticesinde Dandanakan Savaşı’nı takip eden ilk on yıl içerisinde, Türkmen boylarından önemli bir kitle Azerbaycan, el-Cezire ve Doğu Anadolu’ya ulaştı. Büyük Selçuklu Devleti kısa sürede doğuda İndus Nehri’ne, güneyde Umman Denizi’ne ulaştı. Batı yönünde yapılan akınlarda Bizans ve Gürcülere karşı da önemli başarılar kazanıldı (1046). Bu sırada Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış ve Musa Yabgu’nun oğlu Hasan Anadolu seferine çıktılar. Hasan bu sefer sırasında şehit düştü. Hasan’ın pusuya düşürülerek şehit edilmesi üzerine Kutalmış ile birlikte İbrahim Yınal da Anadolu’da fetihler yapmak üzere görevlendirildi. Selçuklu ordusu, Bizans ve Gürcü kuvvetlerinden oluşan düşmanı Erzurum yakınlarındaki Pasinler Ovası’nda ağır bir yenilgiye uğrattı (18 Eylül-1048). Bu savaş, Selçukluların Bizans’la yaptığı ilk önemli savaştır. Bu zafer sonucunda Gürcü Kralı Liparit esir düştü. Bizans’ın Doğu Anadolu’daki askerî gücü önemli ölçüde kırıldı. Pek çok esir ve ganimet elde edildi. Bu savaş sonunda Erzurum ele geçirildiği gibi Selçuklular Van Gölü’nden Trabzon’a kadar olan alanda hakimiyet sağladılar. Tuğrul Bey, 1054 yılı başlarında güçlü bir orduyla Doğu Anadolu’ya girdi. Bargiri ve Erciş Kalelerini kısa süre içerisinde fethetti. Ardından Malazgirt Kalesi’ni kuşattı. Kuşatma yaklaşık bir ay sürdü. Kaleyi ele geçirebilmek için Bitlis şehrinden büyük bir mancınık getirildi. Ancak mancınığın Rumlar tarafından yakılması ve kışın yaklaşması üzerine askerî harekâta baharda devam etmek üzere kuşatma kaldırıldı. Bizans seferini yanda bırakmak zorunda kalan Tuğrul Bey, Çağrı Bey’in oğlu Yakuti’yi Anadolu’ya seferler düzenlemekle görevlendirdi. Bu sırada Irak ve Suriye üzerinde hakim olan Abbasi halifeleri oldukça güçsüz bir durumdaydı. Şii Büveyhoğullarının Bağdat üzerinde gittikçe artan bir baskısı söz konusuydu. Ayrıca Abbasiler Anadolu üzerinden Bizans’ın, Mısır üzerinden de 67 TARİH 6 Fâtımîlerin baskısı altındaydı. Bu baskılardan kurtulmak isteyen Abbasi halifesinin yardım istemesi üzerine Bağdat’a gelen Tuğrul Bey, Büveyhoğulları’nın hakimiyetine son verdi (1055). Halifeyi himayesi altına aldı. Tuğrul Bey, İbrahim Yınal’ın ayaklanması nedeniyle Bağdat’tan ayrılmak zorunda kaldı. Tuğrul Beyin Bağdat’a girişi sırasında kaçan Büveyhoğulları Devleti’nin Türk kökenli komutanı Arslan Besasiri Fâtımîhalifesinin yardımıyla yeni bir ordu kurarak Musul’a girdi ve Fâtımîhalifesi adına hutbe okuttu. 1057 yılında harekete geçen Tuğrul Bey bütün Kuzey Irak’ı Büveyhoğullarından temizledi. Ancak, Arslan Besasiri Mısır’a kaçtı. Böylece Irak, Suriye ve Hicaz toprakları Selçukluların kontrolüne geçti. Halife el-Kâ’im, Tuğrul Bey’in 24 Ocak 1058 tarihinde Musul seferinden dönüşünde Tuğrul Bey’i kabul ederek bütün dünyevi yetkilerini sultana devretti. Tuğrul Bey’e “hil’atler” ve “sancaklar” verildi, “taç” giydirilerek “altın kılıç” kuşatıldı. Siyasi gelişmeler Tuğrul Bey’i tartışılmaz bir şekilde “doğunun ve batının sultanı” konumuna getirmişti. Tuğrul Bey, bu konumunu hilafet makamına resmen tasdik ettirerek meşrulaştırmayı başardı ve bizzat halife tarafından tahta oturtularak “doğunun ve batının sultanı” (Sultânu ‘l-maşrik vel-magrib) ilan edildi. Devletin doğusunda ise Çağrı Bey, Harzem bölgesini ele geçirmiş, oğlu Alp Arslan’ın da yardımı ile Karahanlıları ve Gaznelileri yenmişti. Böylece Karahanlılarla Ceyhun, Gaznelilerle de Hindikuş dağları sınır kabul edildi. Hayatının sonuna kadar doğuda tüm yetkiyi elinde bulundurmuş olan Çağrı Bey, 1061 yılında öldü. 11 Şubat 1063’te Sultan Tuğrul, Abbasi Halifesi’nin kızıyla muhteşem bir düğünle evlendi. Ancak iki ay sonra Sultan Tuğrul, Kavurd’un isyanı ile ilgilenmek üzere Bağdat’tan ayrıldı. Tuğrul Bey, Rey’e geldiği sıralarda hastalandı ve 4 Eylül 1063’te vefat etti. Yaklaşık yirmi beş yıl hüküm süren Tuğrul Bey, vefat ettiğinde 70 yaşını aşmış bulunuyordu. Ömrünü Cend’den Erzurum ve Nusaybin’e kadar yaklaşık 3.000 km genişliğinde bir coğrafyada bir askerî seferden başka bir askerî seferle geçiren Tuğrul Bey; sabrı, metaneti, cesareti, sağlam muhakemesi ve bitmek bilmeyen enerjisiyle güçlü bir devletin temellerini attı. Askerî kabiliyetleri, siyasizekâsı ve teşkilatçılığı ile tarihte kabile reisliğinden büyük ve teşkilatlı bir devletin hükümdarlığına yükselebilmeyi başaran nadir şahsiyetlerden biridir. ? 1. Çağrı Bey’in Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulmasına katkıları hakkında neler söylenebilir? 2. Tuğrul Bey zamanında hangi bölgeler fethedilmiştir? 3. Türklerin İslam dünyasının liderliğini ele geçirmeleri açısından Tuğrul Bey’in önemi hakkında neler söylenebilir? 4. Pasinler Savaşı kimler arasında olmuştur? Önemi nedir? 5. Çağrı Bey hangi bölgeleri fethetmiştir? 6. Tuğrul Bey’in şahsi özellikleri ile ilgili neler söylenebilir? 68 TARİH 6 Harita 02.05: Büyük Selçuklu Devleti Alp Arslan Dönemi (1063-1072) Tuğrul Bey’in oğlu yoktu. Vezir El-Kündüri, Çağrı Bey’in oğullarından ve Alp Arslan’ın kardeşlerinden Şehzade Süleyman’ı Büyük Selçuklu tahtına oturttu. Birçok Türk beyi bu cülusa karşı çıktılar ve Alp Arslan’a bağlılıklarını bildirdiler. Alp Arslan da Süleyman’ın sultan olmasına karşı çıktı. Alp Arslan, Bağdat Halifesi Kaim Biemrillah’ın topladığı bir mecliste sultan ilan edildi.Bu sırada taht için hak iddia eden Kutalmış da Alp Arslan’a karşı ayaklandı. Bu ayaklanma hayatını kaybetmesiyle sonuçlandı (1064). Alp Arslan vezirliğe Büyük Selçuklu Devleti teşkilatının düzenlenmesinde, ülkenin iç ve dış siyasetinin belirlenmesinde önemli rol oynayacak olan Nizamülmülk’ü getirdi. Alp Arslan ilk seferini Tuğrul Bey’in batı siyasetine uygun olarak Azerbaycan ve Kafkasya üzerine yaptı. Resim 02.07: Sultan Alp Arslan’ın Şirvan ve Gürcistan’ı alarak Bizans topraklarına Temsili Resmi girdi.1064 yılına kadar Ermeni krallığının merkezi olan Ani’yi fethetti(1064). Bizans’ın önemli kalelerinden olan Ani’nin fethi İslam dünyasında büyük yankı uyandırdı. Abbasi halifesi Alp Arslan’a ebul feth(fetih babası) unvanını verdi. Alp Arslan, ağabeyi Kavurd’un isyan etmesi üzerine Kafkasya seferini yarıda 69 TARİH 6 bırakarak Kavurd Bey’in bulunduğu Kirman’a sefere çıktı. Kavurd Bey beklemediği bu durum karşısında şaşırdı ve Sultan’ı karşılamaktan başka çare bulamadı. Bağlılığını bildirerek af diledi. Böylece Kavurd’un ilk isyan girişimi çabuk kapandı(1064). 1065 yılında doğu seferine çıkan Alp Arslan, Hazar Denizi’nin Mangışlak Yarımadası civarında yaşayan Türkleri itaat altına aldı. Buradan atalarının daha önce yaşamış olduğu Cend’e kadar giderek dedesi Selçuk’un mezarını ziyaret etti. Selçuklu topraklarına giren Batı Karahanlılar üzerine sefer düzenleyen Alp Arslan onları anlaşma yapmaya zorladı. Dostluk ilişkilerinin devamı için oğlu Melikşah’ı Karahanlı hanedanından olan Terken Hatun ile evlendirdi. Alp Arslan 1067 yılı içinde bir taraftan Aral Gölü’nün kuzey ve doğusundaki Türk ülke ve boylarını itaat altına alırken emirlerinden bazı beyleri Anadolu’ya akınlar yapmaya görevlendirmişti. Bunlardan Gümüştekin, Afşin ve Ahmetşah, Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki Doğu Anadolu’da birçok zaferler kazandılar. Anadolu’da Bizans sınırlarında “uç” bölgesi akıncı beyleri komutanı olan Afşin, Bizans İmparatorluğu’nun önemli bir kuvvetini Malatya civarında dağıtmış, Kayseri’yi fethederek Gesi bölgesini ele geçirmişti. Afşin Bey, Orta Anadolu’ya, hatta Marmara kıyılarına kadar akınlarda bulunduktan sonra, Kilikya (Çukurova) yoluyla geri dönmüştü. Alp Arslan 1068’de ikinci defa Aras Nehri’ni geçti ve Gürcistan’a girdi. Gürcü kralı Bagrat, Sultan’a bağlılığını arz etti. Sultan Alp Arslan bundan sonra Horasan’a döndü. Şehzadelerle beylerden bir kısmını Anadolu’ya gaza için gönderdi. ? Alp Arslan’ın Selçuklu gazi ve beylerini Anadolu’ya yönlendirmesinin önemi hakkında neler söylenebilir? Malazgirt Meydan Savaşı (26 Ağustos-1071) Sultan Alp Arslan, Büyük Selçuklu tahtına geçtikten sonra amcası Tuğrul Bey’in bıraktığı yerden Anadolu akınlarına devam etti. Özellikle 1064-1071 yılları arasında Anadolu’ya sık sık akınlar düzenlendi. Bu akınlar Anadolu coğrafyasında etkili güç olan Bizans İmparatorluğu’nu rahatsız etti. Bizans İmparatoru IV. Romanos Diogenes (Romen Diyojen) (1067-1071) Anadolu’ya yavaş yavaş yerleşmeye başlayan Türkleri bu coğrafyadan çıkarmak için istiyordu. Bu amaçla IV.Romanos Diogenes, Balkanlar’da bulunan Peçenek, Uz (Oğuz), Kıpçak ve Hazar Türkleriyle Slav, Got, Frank, Ermeni ve Gürcü kuvvetlerinden oluşan büyük bir ordu hazırladı. Bu kuvvetle yola koyuldu. Horasan’da bulunan Sultan Alp Arslan, Mısır’daki beylerden aldığı mektuplar üzerine, burayı Şii Fâtımî halifelerinden temizlemek için hazırlığa başlamıştı. 1070 yılı ortalarında Azerbaycan’a geldi. Van Gölü’nün kuzeyinden geçerek Malazgirt önlerine ulaştı. Vaktiyle amcası Tuğrul Bey’in alamadığı bu sağlam kaleyi kolayca zaptetti. Güneye doğru yürüyüşüne devam ederek, Dicle’nin yukarı kolları ile Murat 70 TARİH 6 Suyu havzasında birçok kaleyi aldı. Daha sonra, Sultan Alp Arslan, Meyyafanrakin (Silvan) ve Amid’e (Diyarbakır) geldi. Diyarbakır bölgesi hükümdarı olan Mervanoğullarından Nasr ve Said kardeşler sultanı karşılayarak itaatlerini arz ettikleri için yerlerinde bırakıldılar. Alp Arslan buradan El-Cezire bölgesine geçti ve başta Süveyda olmak üzere birçok kaleyi fethetti. Urfa’yı elli gün kuşattıktan sonra Hâlep’e doğru yola çıktı. Hâlep yakınlarında iken Bizans İmparatoru Romanos Diagenes’in çok güçlü bir ordu ile Doğu Anadolu’ya gelmekte olduğu haberini aldı. Bunun üzerine Mısır Seferi’nden vazgeçen Alp Arslan, ordusu ile geri döndü. Fırat’ı geçti ve Diyarbakır yoluyla Ahlat’a doğru ilerledi. Biraz önce gelmiş ve Malazgirt’i zaptetmiş olan imparator Romanos Diogenis ile Malazgirt Kalesi’nin 12 kilometre kadar güneydoğusunda bulunan sahada karşılaştı (26 Ağustos 1071). Sultan Alparslan savaş meydanında Cuma namazı öncesinde ordusuna şöyle seslenmişti: “Biz ne kadar az olursak olalım, onlar(Bizanslılar) ne kadar çok olurlarsa olsunlar, bütün Müslümanların minberlerde bizler için dua ettikleri şu saatte kendimi onlar(düşman) üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer oluruz ya şehit olarak cennete gideriz. Ayrılmak isteyen ayrılsın. Bugün burada Sultan yoktur, ben de ancak sizlerden biriyim…”(Mehmet Altay Köymen;Selçuklu Devri Türk Tarihi s 269 ) Savaş 26 Ağustos 1071 Cuma günü ilk olarak ok atışı ile başladı. Karşılıklı ilk hücumun arkasından Selçuklu ordusu, yenilmiş görüntüsü vererek geri çekilmeye başladı. Sayıca çok fazla olan Bizans ordusu “erken bir galibiyetin işaretleri görülüyor” zannıyla coşkuyla saldırdı. Geri çekilen Türk ordusunun üzerine gitti. Aslında Selçuklular açısından uygulanan savaş planı “sahte ricat (kaçış)” denilen klasik Türk savaşı taktiğiydi. Askerlik deyimiyle bu bir “çevirme harekatı”ydı. Kendine çok güvenen Romen Diyojen de bir bakıma taktiğe uyum gösterdi. Yeterli seviyede geri çekilen Selçuklu ordusu, uygun zamanda Alp Arslan’dan aldığı işaretle önce durdu, sonra karşı atağa geçti. Bu arada Bizans ordusundaki Uz ve Peçenek Türkleri de Bizans ordusunu kendi hâline bırakıp Selçuklu saflarına geçti. Eş zamanlı olarak muharebe alanının yan taraflarında görünmeden konuşlanmış Türk askerleri de savaşa katıldılar. Bizans askerleri kendinden küçük bu bozkır ordusunun ağzı kapanmamış çemberi içinde kaldı. Koca Bizans ordusu büyük bir şaşkınlık içindeydi. Yer yer saflar bozulmuş, irtibatlar kopmuştu. Artık Bizans’ın büyük güvenle kurduğu büyük ordunun mağlubiyete doğru sürüklendiği gözleniyordu. Nitekim, ordunun başkumandanı ve Bizans’ın dinamik hükümdarı Romen Diyojen’in de esir düşmesi, Bizans güçlerine son darbe oldu. Harp alanında ayakta kalmış askerlere kaçıp canını kurtarmaktan başka çare kalmamıştı. Savaş Bizans ordusu açısından dehşet bir bozgun, Selçuklular açısından da müthiş bir zaferle sonuçlanmıştı. Savaşta Takdire Şayan Bir Ayrıntı Sultan Alp Arslan savaşa Azerbaycan’ın Hoy şehrinde hazırlanmıştı. Bu hazırlıklar sırasında Vezir Nizamülmülk de kendisine yardım etmişti. Yapılacak savaşın daha önceki savaşlardan daha zorlu ve önemli olacağının idrakinde olan komutanlar sa71 TARİH 6 vaşa katılacak askerleri son derece itina ile seçiyorlardı. Savaşacak orduya katılması pek uygun görülmemiş bir asker, ısrarla kendisinin de orduya alınmasını istiyordu. Aşırı ısrar sonucu konu vezir Nizamülmülk’e kadar getirildi. Biraz da çelimsiz olan asker, Nizamülmülk’e de aynı ısrarlı tavrını sürdürdü. Yeterli heybeti gösteremeyen ama oldukça sevimli olan bu asker için Nizamülmülk “Bu neferi de ordumuza alalım” dedi ve “Belki bize Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i esir alır, getirir.” diyerek latife yaptı. Rivayete göre Romen Diyojen’i esir alan asker, bu askerdi. Tarihte büyük savaşlar, hesaba katılmamış olaylar ve ince ayrıntılarla doludur. Bir bakıma bu ince ayrıntılardan birisi daha Malazgirt Savaşı’nda gerçekleşmişti. E Refik Turan ,Selçuklu El Kitabı, s,132 OKUYALIM Esir düşen Romanos Diogenes ile Alp Arslan arasında geçen tarihi konuşmayı okuyalım. NE KONUŞTULAR SULTAN: “Dostluk kurmak üzere sana halifenin elçilerini göndermedim mi? Sana düşmanlarımın iadesini istemek üzere Afşin ile elçi göndermedim mi? Fakat reddettin. (Daha) dün akşam sana adam göndererek, dönmeni rica etmedim mi? Fakat sen, para sarf ettim ordu topladım dedin ve üzerimize geldin. Serkeşliğinin (kafa tutmanın) neticesini gördün mü?” halini İMPARATOR: “Ülkelerini almak için her türlü kavimlerden oluşan askerler topladım, paralar sarf ettim. Memleketim ve kaderim elindedir. Bu durumda önündeyim. Tevbih(azarlama) ve takdiri bırak, ne istiyorsan onu yap!” SULTAN: “Zaferi sen kazansaydın, bana ne yapardın?” İMPARATOR: “Sen böyle karşımda olsaydın, ya başını kesmelerini yahut bir darağacına asmalarını emrederdim.” SULTAN:(Kendi Kendine) “Ah, vallahi doğru söyledi. Bundan başka türlü konuşsaydı yalan söylemiş olurdu. Bu adam akıllı, mert bir adamdır. Katli caiz değildir. (sonra yüksek bir sesle) Sana ne yapacağımı zannediyorsun? İMPARATOR: “Üç seçenek vardır: Birincisi beni öldürtürsün. İkincisi, üzerine yürümekten bahsettiğin ülkelerinde beni teşhir edersin. Üçüncü seçeneğe gelince yapmayacağın için söylenmesinde fayda yoktur.” SULTAN: “Bu nedir?” İMPARATOR: “Affedilmem, (takdim edeceğim) paraları kabul etmen, aramızda dostluk kurulması, beni bir kölen, kumandanlarından biri ve Rum’da bir Naib’in olarak memleketime iade etmen. Zira beni öldürürsen sana bir faydası olmaz; benim yerime başka birisini tahta geçirirler.” 72 TARİH 6 SULTAN: “Hakkında aftan başka bir şey düşünmedim: Kendini satın al!” İMPARATOR: “Sultan ne istediğini söylesin.” SULTAN: “10 milyon dinar.” İMPARATOR: “Hayatımı bana bağışladığın takdirde, Rum mülkünü bile istemekte haklısın. Lakin başlarına geçtiğimden beri ordular sevk etmek, savaşlar yapmak için Rûm’un paralarını sarf ettim, mallarını müsadere(el koyma) ettim, halkını fakir düşürdüm.” (Mehmet Altay Köymen; Selçuklu Devri Türk Tarihi, s.275-276, TTK) ? Alp Arslan’ın Romen Diyojen’e davranışı siz de hangi duyguları oluşturmaktadır? Savaşın Arkasından Tarihin Dönüşümü Malazgirt Savaşı’nda Romen Diyojen yenilmiş ve esir düşmüştü. Sultan Alp Arslan onu beklemediği bir şekilde misafir etti. Bir anlaşma yaptı ve tahtına iade etti. Ancak o bir daha Bizans tahtına çıkamadı. Daha yolda iken Bizans tahtına başka bir hükümdar çıktı. Bundan sonra olayların gelişmesi çok hızlı bir seyir takip etti. Anadolu’nun kapıları Türk-Oğuz boylarına Resim 02.08: Malazgirtteki Alp Arslan Anıtı ardına kadar açıldı. Oğuz boyları Anadolu’ya çeşitli yönlerden girdiler. Binlerce Türk aşireti, oymağı, cemaati Anadolu’nun boşaltılmış viran merkezlerine geldiler. Oğuzların gelişi dev bir barajın yıkılan bentlerden sonra akan sularına benziyordu. Batılı bir kaynağın belirttiği gibi “Türkler Anadolu’ya randevulaşmışçasına geliyorlardı”. Gelenler bir daha geri dönmemecesine yerleşiyorlar, bulundukları mekânı yurt tutuyorlardı. Anadolu’da arka arkaya Türk devletleri kurulmuştu. Erzurum’da Saltuklu, Erzincan’da Mengücekli, Mardin-Diyarbakır’da Artuklu, Amasya-Niksar’da Danişmendli devletleri öncelikli kurulanlardandı. Fakat bütün bu devletlerin en 73 TARİH 6 önemlisi Süleyman Şah’ın kurduğu Türkiye Selçuklu Devleti idi. Buna tarihçi Öztuna, Türkiye Devleti’nin kuruluşu diyordu. Tarih 1075 idi. Gerçekten Türkiye Selçuklu Devleti’nin Malazgirt’ten 4 sene sonra kurulması, başlı başına tarihi bir hadiseydi. Türkiye Devleti’nin başkenti İznik oluyordu. Bu da ayrı bir olağanüstü durumdu. Bu durum, Anadolu’nun yüzde 80’inin Bizans’ın elinden çıkması anlamına geliyordu. Anadolu gibi dünya jeopolitiğinin belki de en değerli yeri el değiştiriyordu. Bu el değiştirme medeniyetler arası bir değişimdi. Yani Bizans medeniyetinden İslam medeniyetine geçiyordu. Kanaatimizce Anadolu’nun Müslüman Türklerin eline geçip Türkiye olması tarihin büyük inkılâplarından birisiydi. Amerika kıtasında Amerika Birleşik Devletleri’nin doğuşu kadar önemli bir gelişmeydi. Bütün bu gelişmeler, yeni tarihi olayları peşi sıra getirmişti. Bizans’ı harekete geçirmiş, Haçlıları bölgeye çekmişti. Fakat bütün bunlar dünyanın üç büyük devletinden birisi olan Osmanlı Devleti’nin Türkiye üzerinde doğmasını önleyememişti. Batılılar için Doğu Meselesi (Türk Meselesi) de başlamış oluyordu. Sonuç olarak bütün bunlar 26 Ağustos 1071 savaşının arkasından gelişen olaylardı. Yani Malazgirt, o zamanki dünyanın taşlarını oynatmış, Ortadoğu’da dengeleri alt üst etmişti. Refik Turan, Selçuklu El Kitabı s,132,133 Sultan Alp Arslan , Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun fethine bizzat devam etmedi. Komutanlarını ve şehzadeleri bölgeye akın için görevlendirdi. Kendisi 1072 Mayıs ayında Mâverâünnehir’e Karahanlılar üzerine sefere çıktı. Bu sefer sırasında esir aldığı bir kale kumandanı tarafından ağır şekilde yaralandı ve birkaç gün sonra, henüz 40-45 yaşları civarında iken öldü. Alp Arslan, yorulmak bilmez bir gayret ve şahsiyet sahibi önemli bir hükümdar idi. Oğlu Melikşah’a Nizamülmülk gibi çok güçlü bir vezir, her tarafta güven sağlanmış muazzam bir devlet bıraktı. Selçuklu Devleti’nin sınırları kuzeyde Orta Asya’dan başlayarak, Aral ve Hazar Denizleri’ne oradan Kafkas Dağları’na ve Karadeniz kıyısına kadar uzanmış; batıda ise Anadolu’da Marmara kıyılarına kadar ulaşmıştır. Güneyde bütün Arap yarımadası sakinleri, Büyük Sultan’a itaat etmişti. Doğuda da, Umman Denizi kıyılarına kadar, bütün İran, Sind’e kadar Hindistan, Afganistan ve Türkistan bu muazzam ülkenin hudutları içinde bulunmaktaydı. ? 1. Malazgirt Savaşının Türk ve dünya tarihi açısından önemi hakkında neler söylenebilir? 2.Alp Arslan zamanında Selçuklu ülkesine nereler dâhil olmuştur? Melikşah Dönemi (1072-1092) Alp Arslan, oğlu Melikşah’ı birinci Kafkasya seferinden döndükten sonra 1065’te veliaht olarak ilan etmişti. Melikşah, babasının ölümünden hemen sonra Nizamülmülk’ün de desteği ile tahta çıktı. Fakat amcası ve Kirman meliki Kavurd 74 TARİH 6 onun sultanlığını tanımadı ve yapılan savaşı Kavurd kaybetti. Diğer taraftan hem Alp Arslan’ın ölümü, hem de Kavurd meselesini fırsat bilen, Selçuklulara bağlı Karahanlılar ve Gazneliler, Selçuklu sınırlarına saldırıya geçtiler. Kavurd meselesini halleden Melikşah, her iki devlete sefer düzenledi. Yeniden bu devletler Selçuklu hakimiyetini tanımak durumunda kaldılar (1073). Melikşah bu seferden dönüşte daha önce başkent olan Rey şehrini bırakıp kendisi için daha güvenli gördüğü İsfahan’ı devlet merkezi yaptı. Tuğrul Bey zamanından beri Anadolu’ya devam eden akınlara Melikşah döneminde de devam edildi. Türkmen reislerinden Artuk ve Tutak, Süleyman ve Mansur Beyler, Batı Anadolu’ya kadar akınlar düzenleyerek buraları öğrenme fırsatı buldular. (1074). Süleyman Şah, İznik şehrini Bizanslılardan alarak Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlı Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurdu. Alp Arslan zamanında Suriye’yi fethe memur edilen Atsız, bu görevi Melikşah zamanında da sürdürdü. Atsız, kısa zamanda Kudüs ve Şam dâhil olmak üzere bütün bölgeyi Fâtımîlerin elinden aldı. Ancak, Mısır üzerine yaptığı seferde Fâtımîordusuna yenildi. Elindeki bir kısım toprakları da kaybederek Şam’a geri çekildi. Atsız’ın bu başarısız seferi, yerine Melikşah’ın kardeşi Tutuş’un getirilmesine neden oldu. Şam’ı ele geçiren Tutuş, egemenliği altındaki topraklarda Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlı olarak Suriye Selçuklu Devleti’ni kurdu (1079). Diyarbakır, Silvan Selçuklu yönetimine girdi. Mervani devleti ortadan kaldırıldı (1085). Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleyman Şah, Bizans İmparatorluğu ile anlaşma yapıp ve devletinin batı sınırlarını emniyet altına aldıktan sonra (1082) Suriye taraflarına sefere çıktı. Çukurova, Adana, Misis, Tarsus ve Antakya’yı Ermenilerden aldı. Daha da ileri giderek Hâleb’i kuşatınca Suriye meliki Tutuş’la karşı karşıya geldi. İki taraf arsında yapılan savaşı Süleyman Şah kaybetti ve şehit oldu (5 Haziran 1086). Hâleb emirinin şehrin anahtarını Melikşah’a vereceğini bildirmesi üzerine Sultan Melikşah İsfaan’dan hareket etti. Musul, Harran, Hâleb üzerinden Antakya’ya geldi. Buralara ve Urfa’ya emirler tayin etti. İdareyi düzene koyduktan sonra (10861087) Bağdat’a geçti. Parlak törenle karşılanan sultana halife tarafından “doğunun batının hükümdarı” unvanı verildi (1087). Melikşah, 1089 yılında Batı Karahanlılardan şikâyet gelmesi üzerine Semerkant’a kadar uzanacak bir sefere çıktı. Bu seferinde Batı Karahanlı hükümdarı Ahmet Han’ı işbaşından uzaklaştırıp bu devlete son verdi. Doğu Karahanlıları da tâbi devlet hâline getirdi. Melikşah Anadolu’nun fethinde görevli bulunan Artuk Beyi Arabistan yarımadasının Selçuklu hakimiyetine alınması için görevlendirdi. Artuk Bey kısa sürede Arabistan yarımadasının doğusunu alarak ülke topraklarına kattı. Hicaz, Yemen, Aden gibi yerler de diğer Türkmen beylerince Selçuklu sınırlarına dahil edildi (1092). Sultan Melikşah döneminin uğraştıran meselelerinden birisi de Bâtınilik oldu. Mısır’da Darü’l-Hikme denilen yüksek okullarda yetişen Şii propagandacılar dış ülke- 75 TARİH 6 lere gönderilmişlerdi. Dai (davet eden) denilen bu propagandacılar, gittikleri ülkelerinde Mısır Fâtımî Devleti ideolojisine hizmet ediyor, taraftar toplamaya çalışıyorlardı. Bâtınilik Şiiliğin en uç koludur. Bunlar Kur’an ayetlerinin hepsinde bir gizli (batın) mananın varlığına inanan insanlardır. Bunlar ayetleri kendilerince değişik yorumlamışlar ve ayrı bir mezhep hâline gelmişlerdir. Bâtıniliği Selçuklu Devleti’ne taşıyan kişi Hasan Sabbah oldu. İranlı olan Hasan Sabbah Mısır’da yetişmişti. 1081’de Selçuklu Devleti’nin topraklarına giren Sabbah, hızlı bir propagandaya başladı. Özellikle ülke idaresinden memnun olmayan başı boş insanlardan taraftar topladı. Hasan Sabbah’ın bu dinî-siyasi hareketi 1090’da Alamut kalesini aldıktan sonra tehlikeli bir hal aldı. Hasan Sabbah, mevcut devlet düzenine karşı çıkıyordu. Mülkiyette ortaklığı savunuyor, insanlara cennet ve cehennem vadediyordu. Propagandasını gayet gizli yürütüyor, kendisine mani olanları da “fedai” denilen taraftarlarına hançerleterek öldürtüyordu. Melikşah döneminde gelişme gösteren bu dinî-siyasihareket git gide toplumu bölecek bir sosyal yara hâline geldi. En nihayet Melikşah, Bâtıniler üzerine ordu sevketti. Fakat önce vezir Nizamülmülk, Bâtınilerce öldürüldü. Sonra Melikşah öldü (1092). Bunun üzerine Bâtıni hareketı sonuca ulaşamadı. Hasan Sabbah öldüğü 1134 yılına kadar saldırılarını sürdürdü. Bâtınilere karşı bilhassa Sultan Sancar döneminde oldukça etkili tedbirler alındı. Ancak Bâtıniler ortadan kaldırılamadılar. Varlıkları Selçukluların yıkılışından sonra bile devam etti. 1256’yılında Moğol hükümdarı Hulagü Han, Alamut Kalesi’ni yıkarak bütün Batinileri ortadan kaldırdı. Melikşah öldüğünde Selçuklu sınırları Maveraünnehir’den Akdeniz’e, Kafkasya’dan Yemen’e kadar uzanıyordu. Siyasi başarıların yanında devlet sosyal ve ekonomik bakımdan en parlak dönemini bu hükümdar zamanında yaşadı. Başarılı bir devlet adamı olan Nizamülmülk tarafından açılan medreselerde çok sayıda Müslüman bilim adamı ve sanatçı yetişti. Devlet Bâtınilik taarruzuna medreseyle karşı koymaya çalışarak akıllı bir siyaset izlemişti. Devrinde her bakımdan zirveye çıkılan bu yetenekli sultanın ölümü, Selçuklu tarihi ve bütün Türk tarihi için büyük kayıp olmuştu. ? 1. Melikşah zamanında Selçuklu sınırları nerelere ulaşmıştır? 2. “Melikşah’ın ölümüne sadece Müslümanlar değil, Süryani, Ermeni ve diğer Hıristiyanlar da oldukça üzülmüştür”. Bu cümleye göre Melikşah’ın şahsi özellikleri hakkında hangi çıkarımlarda bulunulabilir? 3. Nizamülmük’ün Selçuklu tarihindeki yeri ve önemi nedir? 4. Bâtıniler kimlerdir? Selçuklu-Bâtıni mücadelesinin sebepleri hakkında neler söylenebilir? 76 TARİH 6 Taht kavgaları ve Berkyaruk Dönemi Büyük Selçuklu Devleti Melikşah’ın ölümüyle fetret devrine girdi. Melikşah’ın eşi Terken Hatun, oğlu Mahmut’un tahta çıkmasını istiyordu. Melikşah’ın diğer oğlu Berkyaruk ise bunu kabul etmedi. Berkyaruk, kardeşi Mahmut ve Terken Hatun’la girdiği mücadeleyi kazanarak Rey şehrinde tahta çıktı (1093). Bu sırada Suriye’yi yöneten amcası Tutuş da tahtta hakkı olduğunu söyleyerek ayaklandı. Rey yakınlarındaki savaşı Berkyaruk kazandı ve Tutuş öldürüldü (1095). Berkyaruk, kardeşi Sencer’i Horasan’a, diğer kardeşi Mehmet Tapar’ı da Azerbaycan’a vali olarak atadı. Ancak bir süre sonra Mehmet Tapar Berkyaruk’a karşı ayaklandı. İki kardeş arasındaki mücadele devlet büyüklerinin araya girmesi ile antlaşmayla sonuçlandı (1104). Antlaşmaya göre ülkenin batı bölümü Mehmet Tapar’da, doğusu (Bağdat dâhil) ise Berkyaruk’ta kalacaktı. Bu olaydan kısa bir süre sonra Berkyaruk öldü (1104). Taht mücadeleleri sırasında Avrupa’dan gelen büyük Haçlı taarruzuna, devlet gerekli tedbiri alamadı. Bu yüzden 1098 yılından itibaren Antakya, Urfa, Trablus, Şam ve Kudüs gibi merkezler Haçlıların eline geçti. Haçlılarla büyük ölçüde Anadolu Selçuklu Devleti mücadele etti. Yine bu dönemde ülke içinde anarşik bir unsur olarak doğan Bâtınilik meselesi büyüdü. Bunun sebebi hem bu gizli teşkilata yönelik tedbir alınamaması hem de istismara açık ekonomik ve sosyal meselelerin artış göstermesiydi. Mehmet Tapar Dönemi(1105-1118) Berkyaruk ölünce tahta oğlu Melikşah geçti. Onun hükümdarlığını kabul etmeyen Mehmet Tapar kendi hükümdarlığını ilan ederek Melikşah üzerine kuvvetler gönderdi ve onu yakalatıp öldürttü. Böylece, Mehmet Tapar rakiplerini etkisiz hâle getirip devleti yeniden birleştirerek tek başına tahta oturdu (1105). Mehmet Tapar’ın siyasi hedeflerinden birisi Bâtıniliği ortadan kaldırmaktı. Siyasi hedeflerinden ikincisi ise Selçuklu topraklarında kurulan Haçlı devletlerini ortadan kaldırmaktı. Kudüs Krallığı’na gönderdiği ordu başarısız oldu ve bir sonuç alamadı (1115). Mehmet Tapar, Müslümanları Haçlılara karşı korumaya çalışan son Büyük Selçuklu hükümdarı oldu. Mehmet Tapar ilk olarak Bâtınilerin elinde bulunan Şahdiz ve Han incan Kalelerini aldı. Daha sonra Bâtınilere son vermek için bir orduyu Alamut Kalesi’ni almaya gönderdi. Fakat sultanın ölmesi ve ölüm haberinin hızla yayılması, ordunun dağılmasına sebep oldu (1118). Sultan Sancar (Sencer ) Dönemi (118-1155) Mehmet Tapar’ın ölümünden sonra oğlu Mahmut Selçuklu tahtına oturdu. Mahmut tecrübesiz olduğundan devlete hakim olamadı. Devlet erkanının çoğu 77 TARİH 6 Sancar’ı desteklediğinden, Sancar tahta oturdu ve yeğeni Mahmut’a devletin batı taraflarının idaresini verdi. Selçuklu Devleti’nin son büyük hükümdarı Sancar’dır. Onun 1118 yılında hükümdar olmasıyla birlikte Berkyaruk’un idaresi ile başlayan fetret devri sona erdi. Devletin ağırlık merkezini Batı İran’dan, tekrar Merv şehrine taşıyan Sancar, batıdaki bütün Selçuklu ülkelerini kendine bağlayarak, “en büyük sultan” unvanını aldı. Bundan sonra Sancar, tıpkı meliklik zamanında olduğu gibi, doğudaki aktif faaliyetlerini devam ettirebilmek için batıdaki işleri yeğeni Mahmut’a bıraktı. Sancar, Harezmşahlar, Karahanlılar ve Gaznelilerden sonra, Afganistan’da gelişmekte olan Gurluları da Selçuklulara bağlayarak (1121), devletin doğu sınırlarını tamamen güvenlik altına aldı. Ayrıca o, zaman zaman Harezmşahların istiklâl hareketlerini başarıyla kırdığı gibi, Karluk kabilelerinin Karahanlılara çıkardıkları güçlükler yüzünden seferlere çıkıyordu. 1133 yılına gelindiğinde Sancar’ın gücü doruk noktasına ulaşmıştı. Bu sırada o, Horasan, Maveraünnehir, Harezm’e doğrudan hükmediyor; Anadolu, Irak, Azerbaycan, Kirman, Kuzey Hindistan ve Hicaz bölgeleri de onun üstünlüğünü tanıyorlardı. Doğuda beliren Moğol Karahıtaylarının Maveraünnehir’e girmeleri ve burada gittikçe güçlerini artırmaları, Sancar’ı son derece telaşlandırdı. Çünkü, uzun bir mücadele sonucunda meydana getirdiği emniyet çemberi Karahıtaylar tarafından kırılmıştı. Bu sebepten, Selçuklu orduları ile Karahıtay orduları Maveraünnehir’in kaderini tayin için 1141’de Semerkand yakınlarındaki Katvan çölünde karşı karşıya geldiler. Sancar, ilk defa bu savaşta ağır bir yenilgiye uğradı ve Selçuklu ordusu bozgun hâlinde dağıldı. Bütün ağırlıkları ile Selçuklu karargâhı Karahıtayların eline geçti. Bundan sonra Karahıtaylar Maveraünnehir’e tamamen hakim oldular. Katvan Savaşı’ndan sonra devletin göz kamaştırıcı parlaklığı birden sönmeye başladı. Tâbi devletlerin Sancar’a karşı tutumları da temelden değişti. Bir taraftan Harezmşahlar, diğer taraftan Gurlular harekete geçtiler; Sancar’ın başkentine varıncaya kadar her yeri talan ettiler. Sancar, kısa sürede tekrar mücadeleyi ele alacak şekilde güçlenmeyi başardı. O, her iki devleti de yenerek, tekrar yüksek hakimiyet haklarını tanıttı. Karahıtayların baskısıyla Horasan’a çok sayıda Oğuz kitleleri gelmişti. Sultan Sancar ile soydaşı Oğuzlar arasında vergi yüzünden anlaşmazlık çıktı. Oğuz isyanıyla ilgili aşağıda verilen yazıyı okuyunuz. Oğuz İsyanı ve Büyük Selçuklu Devleti’nin Yıkılışı Bilindiği gibi Büyük Selçuklu İmparatorluğu Oğuzların bir kolu tarafından kurulmuştu. Kendi içlerinden çıkmış bir grubun devlet kurduğunu gören Oğuzlar, büyük kitleler hâlinde bu devlet sınırlarına göç etmişler, özellikle Anadolu’nun Türkleşmesine çok önemli katkıda bulunmuşlardır. Hemen bütün Selçuklu Sultanları, Oğuz topluluklarının devletleri içerisinde uyumlu bir biçimde yer almalarına ilgi duy78 TARİH 6 muşlardır. Sultan Sencer döneminde Maveraünnehir’de bulunan mühim bir Oğuz kütlesi, Katvan’daki mağlubiyet sonrasında, bölgelerine hakim olan Karahıtaylar ve Karlukların baskısıyla buradan batıya, Horasan’a geçmek durumunda kalmışlardır. Burada Sencer’in mutfağına yıllık 24.000 koyun vergi göndererek, oldukça serbest bir biçimde yaşıyorlardı. Bu sırada vergi ödemekle ilgili bir mesele çıkmış, Sencer’in Belh Valisi Kumac bunu büyüterek, on bin kişilik bir orduyla Üçok ve Bozok kollarından meydana gelen Oğuzların üzerine gitmiştir. Oğuzların antlaşma istekleri reddedildiğinde, savaşı onlar kazanmışlardır. Kumaç ve oğlu öldürülmüştür. Bu hadise sonrasında Sencer’in çevresindeki kumandanlar, Oğuzların üzerine şiddetle gidilmesi gerektiğine onu ikna ettiler. Sencer Belh civarına geldiğinde, Oğuzlar ondan af dilediler. Sultan bu soydaşlarını affetmeye hazır idiyse de, çevresindeki emirler buna mani oldular. Sonuçta Belh civarında 1153 ilkbaharında 100.000 kişilik Selçuklu ordusuyla Oğuzların üzerine yürüyen Sencer, onlar karşısında mağlup oldu, esir düştü. Sencer’in esareti üç yıl sürdü. Bu dönemde Oğuzlar başta Merv olmak üzere Horasan’ın bütün şehirlerini yağmaladılar, talana tabi tuttular. Oğuzların önünden kaçabilen bazı Selçuklu ileri gelenleri, Sencer’in esareti sırasında devletin başına önce yeğeni Süleymanşah B. Muhammed’i sonra Karahanlı Arslan Han ile kız kardeşinin oğlu Mahmud’u geçirdilerse de bir başarı elde edilemedi. Bu sırada Müeyyed Ayaba isimli biri , Sencer’i kurtarmağa muvaffak oldu (Ekim-Kasım 1156). Fakat artık o çok yorulmuş ve ruhen çökmüştü. 26 Nisan veya 9 Mayıs Resim 02.08: Sultan Sancar’ın Türbesi, Merv, Türkmenistan 1157’de 71 yaşında vefat etti. Merv’de sağlığında yaptırdığı ve Dâru’l-Ahiret adını verdiği türbesine gömüldü. Onun ölümüyle Büyük Selçuklu İmparatorluğu da tarih sahnesinden çekilmiş oldu. E OKUYALIM Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, s,238,239. Sultan Sancar’la ilgili verilen yazıyı okuyunuz. 79 TARİH 6 SULTAN SANCAR En büyük sultan olarak Selçuklu devletini yöneten Sancar’ın saltanat zamanı (MS 1118-1157), ünlü Türk tarihçisi M. Altay Köymen tarafından Selçuklu tarihinde “İkinci İmparatorluk Devri” başlığı ile adlandırılmıştır. Sultan Sancar’ın Selçuklular ve İslam tarihindeki mevkisini gösteren önemli belgelerden biri onun, Atabey Müntecibüddin’in kalemiyle yazılan 1133 tarihinde Abbasi halifesine gönderdiği mektubudur. Sancar, mektubunda Maveraünnehir, Kaşgar, Talaz, Harizm, Bulgar, Çin, Hint hudutlarına kadar bütün hükümdarları itaati altına aldığından bahsettikten sonra, Cend havalisinde ve diğer yerlerde sayısız kâfirleri kılıçtan geçirdiğini ve İslam ülkelerini bu şekilde muhafaza ettiğini anlatmıştır. Birbirini takip eden zaferler sayesinde Selçuklu Devleti’nin her geçen gün genişlemekte olduğunu dile getirmiş olan sultan, batıdaki Selçuklu hükümdar ve emirlerinin ise Haçlı ve Bizans taarruzları karşı yetersiz kaldıklarından yakınmıştır. Sultan, ayrıca bu mektubunda “Tanrı bu dünyayı bizim tasarrufumuza ve emanetimize tevdi eyledi; emir ve hükümdarlar bizim nâib ve memurlarımızdır. Biz, Cihan padişahlığını yine Cihan padişahı olan babamız Melikşah’tan ve verdiği sancak ile Halifenin dedesinden miras aldık” demek suretiyle Türk Cihan Hakimiyeti şuurunu taşıdığını da göstermiştir. Sultan Sancar, meliklik yıllarından itibaren imar faaliyetlerine ağırlık vermiş, âlimleri, bilginleri, din ve sanat adamlarını himaye etmiş, onların düşünce özgürlüğü içinde bilimsel çalışma yapmalarına imkân tanımıştır. Pek çok İslam âlimi, bundan cesaret alarak Selçuklu ülkesinde ikamet etmiş ve bu hanedan adına çok değerli eserler kaleme almışlardır. Nitekim meşhur İslam âlimi İmam Gazzalî, “Nasîhatü’lMülûk” adlı eserini Sultan Sancar’a ithaf etmiştir. Devrin edip ve şairleri Sancar’ı öven birçok kaside ve şiir yazmışlardır. “Mefâhiru’l-Etrâk” adlı eser de Sancar adına yazılmıştır. Bu eser, Sancar’ın Türk ananelerini muhafaza eden bir karaktere sahip olduğuna da işaret sayılmıştır. Cevdet Yakupoğlu, Sultan Sancar Devri, Selçuklu El Kitabı,s,164-166 Büyük Selçukluların Yıkılma Nedenleri Oğuz isyanı, Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılmasında çok önemli bir etkiye sahiptir. Bunun dışında devletin yıkılmasına etkili olan başka sebepler de vardır. Bunları şöyle özetleyebiliriz: • Ülkenin hanedan üyelerinin ortak malı sayılması (veraset hukuku) • Atabeylerin bölgelerinde güçlenmeleri ve bağımsızlıklarını ilan etmeleri • Bâtınilerin zararlı çalışmaları • Devlet idaresinin Farsların eline geçmesiyle Türkmenlerin küstürülmesi • Abbasi halifelerinin eski siyasi güçlerine ulaşmak için aleyhte çalışmaları • Birçok devletle savaşmak zorunda kalmaları 80 TARİH 6 ? 1. Büyük Selçuklu Devleti’nde hangi hükümdarın ölümüyle birlikte taht kavgaları başlamış ve fetret devrine girilmiştir? 2. Mehmet Tapar hangi tarihlerde hükümdarlık yapmıştır? Onun döneminin önemli olayları nelerdir? 3. Katvan Savaşı’nın sebep ve sonuçları nelerdir? 4. İmam Gazzali hangi eserini Sultan Sancar’a ithaf etmiştir? 5. Veraset hukuku Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılmasında nasıl etkili olmuştur? Açıklayınız. Büyük Selçuklu Devleti’nin Toprakları Üzerinde Kurulan Devletler ve Atabeylikler Selçuklu Devleti’nde merkeziyetçi devlet anlayışının benimsenmemesi, ülkenin hanedanın malı sayılması ve fethedilen yerin fethedenin malı sayılması anlayışları nedeniyle hanedana ait devletler ve atabeylikler ortaya çıktı. Bu devlet ve atabeylikler şunlardır: Irak ve Horasan Selçukluları (1119-1194) Sultan Sencer, Mehmet Tapar ölünce Mehmet Tapar’ın oğlu Mahmut ile taht mücadelesine girmişti. Sultan Sencer mücadeleyi kazandıktan sonra Irak topraklarını Mahmut’a verdi(1119). Devletin başkenti Merv’di. Irak Selçukluları daha çok Abbasi halifeleri ve Harzemşahlarla mücadele etti. Bir ara Horasan’ı da alan devlete Harzemşahlar 1194 yılında son verdi. Kirman Selçukluları (1048-1187) Çağrı Bey’in büyük oğlu olan Kavurd, Tuğrul Bey tarafından Kirman bölgesini alması için görevlendirilmişti. Burayı fetheden Kavurd, Büyük Selçuklulara bağlı olarak Kirman Selçuklularını kurdu. Kavurd, Alparslan’ın başa geçmesi üzerine isyan ettiyse de başarılı olamadı. Bu isyandan sonra Kirman Selçukluları, Büyük Selçuklular yıkılıncaya kadar devlete bağlı kaldılar. Daha sonraki dönemde önce atabeyler daha sonra ise Oğuzlar yönetimi ele geçirdi. Kirman Selçuklularına Oğuz beylerinden Melik Dinar 1187 yılında son verdi. Suriye Selçukluları (1069-1118) Suriye Selçuklularını Atsız ve Şöklü Beyler 1069 yılında Suriye ve Doğu Akdeniz Bölgesi’nde kurdular. Başkentleri Şam’dı. Melikşah zamanında buraya Melikşah’ın 81 TARİH 6 kardeşi Tutuş vali olarak gönderildi. Tutuş, sınırlarını Doğu Anadolu ve Azerbaycan’a doğru genişletti. Tutuş öldükten sonra devlet Dımaşk (Şam) ve Hâlep olarak iki kola ayrıldı. Dımaşk koluna 1105 yılında Böriler, Hâlep koluna 1118 yılında Artuklular son verdiler. Türkiye (Anadolu) Selçukluları (1077-1308) Arslan Yabgu’nun torunu Süleyman Şah (Kutalmış oğlu) tarafından İznik merkez olmak üzere 1077 yılında kuruldu. Haçlılara karşı başarıyla mücadele eden devlet, 1243 yılında yapılan Kösedağ Savaşı’yla zayıfladı ve 1308 yılında yıkıldı. Atabeylikler Atabeyler, Selçuklu şehzadelerini eğiten, onların iyi bir devlet adamı olmasına yardımcı olan bilgili kimselerdi. Atabeyler merkezi otoritede boşlukların görülmeye başlamasıyla küçük devletler kurdular. Zengiler Atabeyliği Irak Selçuklu hükümdarı Mahmut’un Musul valiliğine gönderdiği İmadeddin Zengi tarafından 1127 yılında kuruldu. Merkezleri Musul’dur. İmadeddin Zengi’den sonra Musul ve Hâlep olarak iki kola ayrıldı. Hâlep atabeyi Nurettin Mahmut Zengi, Haçlılarla savaştı, Börililer (Şam) Atabeyliği’ni ele geçirdi ve Fâtımîleri yıktı. Nurettin Mahmut Zengi’nin ölümüyle toprakları Eyyubilere geçti (1171). Eyyübiler, Musul kolunu da yıktı (1186). Börililer (Şam) Atabeyliği Selçuklu atabeylerinden Tuğ Tekin’in oğlu Böri tarafından 1128 yıında Şam’da kuruldu. Merkezleri Şam’dır. Suriye’deki Bâtınilerle ve Haçlılarla mücadele ettiler. Nurettin Mahmut Zengi atabeyliğe son verdi. İldenizliler (Azerbaycan) Atabeyliği Irak Selçuklularının Azerbaycan genel valisi olan Şemseddin İldeniz tarafından 1146 yılında Tebriz merkez olarak kuruldu. Sınırlarını İran içlerine kadar genişlettilerse de Celaleddin Harzemşah’a 1225 yılında yenilerek yıkıldılar. Beg-Teginoğulları (Erbil) Atabeyliği Zengiler Atabeyliği’nin Musul valisi Zeynüddin Ali Küçük tarafından Erbil merkez olarak kuruldu. 82 TARİH 6 ? 1. Atabey ne demektir? 2. Büyük Selçuklu Devleti topraklarında farklı devlet ve atabeyliklerin kurulmasının sebepleri nelerdir? 3. Kirman Selçukluları kim tarafından kurulmuştur? 6. HARZEMŞAHLAR DEVLETİ(1097-1231) Harzem (Harezm), Ceyhun (Amuderya) nehrinin Aral Gölü’ne döküldüğü yerin çevresidir. Bu ülkeyi yönetenlere Harzemşah denilirdi. Harzemşahlar hanedanının bilinen atası Anuştigin’dir. Anuştigin’in Büyük Selçuklu emirlerinden Bilge Tigin tarafından Garcistan’da satın alınarak saray hizmetlerinde istihdam edildi. Zekâsı ve dirayeti sayesinde Anuştigin, Sarayın en önemli görevlerinden biri kabul edilen taştdarlık mevkiine kadar yükseldi. Bu sırada bu görevin tahsisatı Harzem’in gelirlerinden ödenmekte olmasından dolayı Anuştigin aynı zamanda Harzem valisi sıfatını da taşımaktaydı. Fakat kendisinin merkezden ayrılması mümkün olamadığından, burada naipleri bulunuyordu. Böylece sülalenin, bu dönemden itibaren Hârzem’le, dolaylı da olsa ilgisi başlamış oluyordu. Ülkeyi Harzemşah lâkabının sahibi olarak Selçuklular adına idare eden İkinci B. Kaçkar’ın 1097’de ölümünden sonra Anuştigin’in büyük oğlu Kutbuddin Muhammed Harizm’e vali tayin edilmiş, Harzemşahların Harzem’le doğrudan ilişkisi de böylece başlamıştı. Harzemşahlar hanedanının hakiki kurucusu da Kutbuddin Muhammed’dir. Kutbuddin Muhammed Büyük Selçukluların umumî valisi sıfatıyla ve otuz yıl süreyle Harzem’i idare etti(1097-1127).O İlmin ve dinin koruyucusuydu. Selçuklulara karşı dürüst ve sadık kalarak Harzem’deki mevkiini, güçlendirdi, nüfuz ve kudretini artırmaya çalıştı, bunda da başarılı oldu. Sultan Sencer’in sarayına bir sene kendisi, ertesi yıl ise büyük oğlu Atsız gelir, bu sırada Harzem’in vergisini getirirler, ayrıca gerekli hediyeleri takdim ederlerdi. Hükümdar da kendilerine iltifat ve hediyelerini eksik etmezdi. Kutbuddin Muhammed, bağımsız bir hükümdar olamadı fakat Harzemlilerin bağımsız olabilmeleri için sağlam bir zemin hazırladı. Büyük Selçuklu imparatorluğun önemli bir parçası olması sayesinde, Harzem’de ticari ilişkiler arttı, bunun sonucunda ülke zenginleşti, Kutbiddin de güç kazandı. Onun vefatı üzerine, Sultan Sencer tereddüt etmeden bir menşurla büyük oğlu Kızıl Arslan Atsızı Harzemşah (Harzem Valisi) tayin etti. Atsız ilk sıralarda Sultan Sancar’a tam bir bağlılık ve sadakat gösterdi. Onunla birlikte seferlere katıldı. Bir taraftan da kendi gücünü artırmaya çalışıyordu. Amacı şartlar oluştuğunda bağımsız olmaktı. 1138’de Sultan Sancar’a karşı ayaklanan 83 TARİH 6 Atsız, Cend ve Mangışlak gibi askerî yönden önemli olan yerleri ele geçirip ağır vergiler kaymak suretiyle bölge halkına kötü davranmaya başladı. Bunun üzerine Sultan Sancar Harzem’e sefer düzenledi ve Hezaresp civarında Atsız’ı yendi. Bölgenin idaresini önce yeğenine veren Sancar bir müddet sonra kendisinden özür dileyen Atsız’ı affetti ve ona tekrar valilik görevi verdi. Atsız, Katvan bozgunundan sonra bir kere daha ayaklandı. Horasan’a gelerek önce Selçukluların devlet merkezi Merv’i işgal etti.1142 ilkbaharında Nişabur’u alarak kendi adına hutbe okuttu. Sultan Sancar kısa zamanda devleti toparladıktan sonra Atsız üzerine yeniden sefere çıktı. Atsız bir kere daha sultandan özür diledi ve sultan da özrünü kabul etti. Atsız Harezm’de kaldı. Atsız, bundan sonra bağımsız olma düşüncesini içinden atamamasına rağmen Sancar’a bağlı kaldı. Hatta Oğuzların Sancar’ı esir almaları sırasında onu kurtarmak için çaba gösterdi. Atsız 1156 yılında ölünce yerine oğlu İl Arslan geçti. İl Arslan’ın, Harezm idaresine geçişinden hemen sonra, Selçuklu sultanı Sancar öldü. Dolayısıyla Harezmliler bağımsız bir devlet olarak ortaya çıktılar. İl Arslan, Büyük Selçuklu Devleti yıkılınca Horasan’ı kontrol altına aldı ve Harezm Devleti’ni büyük bir devlet hâline getirdi. Böylece bir bakıma büyük Selçukluların mirasına oturdu. Aynı iddiayı yapan Irak Selçuklularını dinlemedi ve İran’a sokmadı. Bununla beraber her yıl Karahıtaylara vergi ödedi. Bir bakıma onlara tabi bir devlet olmayı kabul etti. İl-Arslan 1172 de öldü. Yerine kısa bir taht kavgasından sonra tahta Alaeddin Tekiş geçti (1172-1200). Harita 02.06: Harzemşahlar Devleti 84 TARİH 6 Harezmşahlar Devletinin Gelişmesi ve Büyümesi Alaeddin Tekiş, Harezm Devleti’nin en kudretli hükümdarı oldu(1172-1200). Onun zamanında Harezmlilerin sınırları çok genişledi. Saltanatının başında Karahıtaylara başkaldırdı ve onlarla mücadele etti. Karahıtayların Harezm ülkesine hücuma geçmesi üzerine değişik bir savaş yöntemi uyguladı. Savunma için Ceyhun Nehri’ni kullandı. Nehrin yatağını değiştirerek araziyi bataklık hâline getirdi.Karahıtay ordusu bataklıkta ilerleyemedi ve geri dönmek zorunda kaldı. Böylece Karahıtay baskısından kurtuldu. Daha sonra İran üzerinde Irak Selçuklularına karşı yaptığı mücadeleyi kazandı ve Irak-ı Acem’i (Fars Irakı) de ele geçirdi. Bu arada Abbasi Halifesi Nasır Lidinillah da Selçuklular Dönemi’nde Abbasilerin kaybettiği siyasi yetkilerini yeniden kazanmak istiyordu. Bunun için kendine ait bir ordu oluşturmuş ve Alaeddin Tekiş’le mücadeleye başlamıştı. Mücadele sonunda Tekiş’le başa çıkamayacağını anlayan halife en sonunda Irak, Horasan ve Türkistan topraklarının Harezm hükümdarlarına ait olduğunu kabul etti. Böylece Alaeddin Tekiş, Maveraünnehir’den Azerbaycan’a kadar olan topraklara hakim oldu. Alaeddin Tekiş, içerde Bâtınilerle mücadele ederken 1200 yılında öldü. Alaeddin Tekiş’in yerine oğlu Alaeddin Muhammed (1200-1220) geçti. Muhammed iktidarı sırasında doğusunda güçlü bir devlet hâline gelen Gurlularla mücadele etti. Gur Devleti bu mücedelede başarı sağladı. Harezm’e kadar girmeye muvaffak oldular. Buna karşılık Muhammed, Karahıtay ve Karahanlılardan yardım istedi. Daha sonra gelen yardım sayesinde ülkesini kurtardı. Karahıtay yardımının kendisine pahalı olacağını bilen Harezm hükümdarı, Gurlularla barıştı. İnce bir siyasetle Müslüman Gurluları Müslüman olmayan Karahıtaylar aleyhine çevirmeye muvaffak oldu. Alaeddin Muhammed’in bu siyasi ve askerî başarısı onu bir anda İslam dünyasının en büyük hükümdarı hâline getirdi. Karahıtaylar karşısında önce mağlup olan Alaaddin Muhammed, Eylül 1210’da çıktığı Maveraünnehir seferinde Endican civarında onları korkunç bir hezimete uğrattı ve Buhara’yı aldı. Aynı zamanda Karahanlıların Semerkant kolunu da ortadan kaldırdı. Böylece Maveraünnehir’i kesin olarak Harzemşahlara bağlamış oldu. Karahanlılardan önce de Mazenderan’daki Bavendilere son vermiş olan Alaaddin Muhammed’in darbeleri ve takip ettiği siyaset sayesinde, Karahıtay Devleti de ortadan kalktı. Bundan sonra o, eski lakaplarına ek olarak İskender-i Sani (İkinci İskender) ve Sencer gibi yeni lakaplar aldı ve kendisinin Büyük Selçukluların varisi ve İslam dünyasının en güçlü hükümdarı olduğunu kabul ettirdi. Bu arada Alaaddin Muhammed. Gurlulara ait Gazne ve Firuzkuh’u devletine kattı (1215). Gurlular onun ortadan kaldırdığı dördüncü devlet oluyordu. Daha sonra Tâceddin Ebu’l-Fazl ve Melik Dinaroğulları yenilerek Kirman, Sistan ve Umman denizine kadar olan bölgeler de Harzemşahlara bağlanmış oldu. Alaeddin Muhammed, Abbasi halifeliğiyle de nüfuz mücadelesi yaptı. Muhammed, halifenin her türlü siyasi yetkisini terk ederek sadece dinî lider olarak kalmasını 85 TARİH 6 istedi. Fakat halife, buna cevap vermedi. Üstelik Muhammed aleyhine çalıştı. Bazı Müslüman hükümdarlara mektup yazarak Muhammed aleyhine birleşme teklif etti. Hatta Bâtınilerle bile işbirliğine girişti. Buna karşılık Alaeddin Muhammed de halifeyi tanımadı ve ismini ülkesinde okunan hutbelerden kaldırdı. Arkasından Bağdat’a bir ordu gönderdi. Fakat kötü kış şartlarından, ordu Bağdat’a giremedi. Perişan bir hâlde geri döndü (1217). Bununla beraber batıda Muhammed’e karşı çıkabilecek bir hükümdar kalmadı. ? 1. Harzemşahlar en güçlü dönemlerini hangi hükümdarları zamanında yaşamıştır? 2. Alaeddin Muhammed’e İskender-i Sanî(İkinci İskender) ve Sencer lakapları niçin verilmiştir? 3. Abbasi Halifesi niçin Bâtınilerle ittifak yapma gereği duymuştur? Moğol –Harzem Çatışması XIII. yüzyıl başlarında Cengiz Han’ın kurduğu Moğol Devleti gittikçe gelişmiş ve büyük bir askeri güç hâline gelmişti. Moğollarla iyi ilişkiler kurmak isteyen Sultan Alâeddin harekete geçti. Karşılıklı gönderilen heyetlerin yaptığı görüşmeler sonucunda, iki devlet arasında dostluk ve ticarî ilişkiler içeren bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma çerçevesinde Harzem ülkesine gelen Moğol kervanı Harzemlerin Otrar Valisi İnalcık tarafından casuslukla suçlanarak öldürüldü ve mallarına el konuldu (1218). Bu olayla ilgili gelişmeleri aşağıdaki metinden okuyunuz. Otrar Faciasının Sonuçları Otrar katliamıyla ilgili haberler Cengiz Han’a ulaştığında o bu durumu “haince ahit bozma” şeklinde değerlendirdiyse de soğuk kanlılığı elden bırakmadı. Daha önce babası Alaaddin Tekiş’in hizmetinde bulunmuş olan İbn Kefrece Boğra ve iki Moğol’dan oluşan elçileri vasıtasıyla, faciayı Sultan nezdinde şiddetle protesto etti. Elçiler Cengiz Han adına bu “kötü ve çirkin” işin doğrudan faili olan İnalcık’ın teslimini istediler. Sultan’ın bunu yapması, istese bile çok zordu. Halbuki o bir taraftan Moğollardan endişelenmekte, diğer taraftansa “sağlam ve eğilmez” görünmeyi arzulamakta idi. Nihayet tedbirli davranmayı büsbütün elinden kaçırdı ve elçileri öldürttü. Böylece de dönülmez bir yola girilmesini önleme çabasında bulunmak bir yana, aksine olayların daha da vahamet kazanarak hızlanmasına sebep oldu. Artık gelişmeler, ihtişamlı bir görünüme sahip büyük Harzemşahlar İmparatorluğu’nun, ani ve korkunç bir şekilde yıkılmasıyla bile durdurulamayacak, yüzbinlerce günahsız Müslümanın ölümü, birçok mamur bölge ve beldelerin harabiyeti, kısacası İslam dünyasının çok önemli bölgelerini kara bulutların kaplamasına neden olacaktır.Moğollar bir müddet sonra İslam ülkelerinde her türlü zulmü işleyeceklerdir. Nesimi Yazıcı, İlk Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s, 363,364 86 TARİH 6 Cengiz Han Harzemşahları cezalandırmak amacıyla 1220 yılında Harzem seferine çıktı. Moğol ordusu Harzem ülkesine girerek şehirleri yakıp yıkmaya başladı. Otrar şehri kuşatılarak yakılıp yıkıldı. Vali İnalcık yakalanarak öldürüldü. Sultan Muhammed; Cengiz’e karşı güçlü bir orduyla meydan muharebesi yapmak yerine, ordusunu küçük bölümlere ayırarak mücadele ettiyse de başarılı olamadı. Harzem şehirleri birer birer Moğolların eline geçti. Alaeddin Muhammed, Hazar Denizi’nde küçük bir adaya sığındı ve orada öldü (1220). Yerine oğlu Celaleddin geçti. ? 1.Cengiz Han Otrar faciasını nasıl karşılamıştır? 2.Otrar faciasının İslam dünyasına karşı olumsuz etkileri nelerdir? Harzemşahlar Devleti’nin Yıkılışı Alaeddin Muhammed’den sonra yerine oğlu Celaleddin Mengübirdi (Tanrıverdi) geçti.(1220-1231) Moğollarla mücadeleye başladı. Harzem’e kadar geldi. Fakat Moğollarla İndüs nehri kıyısında yaptığı muharebeyi kaybederek Hindistan’a gitti. 3 yıl Hindistan’da kaldıktan sonra İran’a döndü. 1225’te Tebriz’i alarak burasını kendisine yeni başkent yaptı ve Harzem Devleti’ni canlandırdı. Azerbaycan’ı ve İran’ı ülkesine yeniden kazandırdı. Bu arada Horasan’da Moğollarla karşılaştı ve onları bir kaç sefer yendi. Celaleddin Harzemşah, Anadolu Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykûbat’la da iyi ilişkiler kurmuştu. Hatta Anadolu’daki Türk hükümdarıyla Moğollara karşı ittifak için bile çalışmıştı. Fakat Celâleddin, bir müddet sonra Keykubat tavır aldı. Anadolu Selçuklularına bağlı Ahlat şehrini kuşattı. Bölgenin en önemli kültür merkezi olan Ahlat, uzun müddet kendini savundu. Ama en sonunda Harzemlilerce düşürüldü. Şehir alınırken tamamen harap edilmişti. Arkasından Alaeddin Keykubat’a bağlı bazı mahalli hükümdarların tahrikiyle Alaeddin’le Celaleddin birbirlerine amansız bir düşman oldular. En sonunda Harzemşah kuvvetleriyle Selçuklu kuvvetleri Erzincan civarında Yassı Çimen’de karşı karşıya geldiler. Muhaberenin sonunda Harzem kuvvetleri büyük bir bozguna uğradı (1230). Celaleddin Harzemşah, Bozgundan sonra Doğu Anadolu’da perişan bir şekilde gezerken Amed (Diyarbakır) dağlarında bir dağlı tarafından öldürüldü (1231). Böylece Harzemşahlar Devleti de kesin olarak tarih sahnesinden çekildi. Celaleddin iyi bir öğrenim görmüştü. Harp işlerinde cesurdu, buna karşılık devlet idaresinde ve dış siyasette tedbir ve maharet sahibi değildi . Bununla birlikte Moğol baskısına karşı mücadelesi ve Gürcüleri mağlup etmesi dolayısıyla bütün 87 TARİH 6 Doğu halk edebiyatlarında önemli bir şöhret kazanmıştı. Moğollar geniş İslam ülkelerini acımasızca baskı altına aldıklarında da, Celaleddin’in bütün eksik ve noksan tarafları unutulmuş, halkın gözünde İslamiyet’in müdafaacıları arasında yerini almıştı. Nitekim Namık Kemal de meşhur piyesinde onu bu şekilde değerlendirmiştir. Celaleddin Harzemşah’ın “Mağlup olmak veya Galip gelmek Allah’ın takdiridir. Benim görevim onun yolunda cihad ederek kendi üzerime düşeni yapmaktır.” sözü oldukça meşhurdur. O, putperest Moğollara karşı başarılı olabilseydi İslam dünyasının ikinci Selahattin Eyyubi’si olabilirdi. Ne var ki kader buna müsaade etmedi. Buna rağmen onun ölümüne halk uzun süre inanmamış, hakkında birçok efsane yayılmıştır. Harzemliler Devleti, Büyük Selçuklu Devleti’nin bıraktığı boşluğu büyük ölçüde doldurmuştur. Bu bakımdan bölge halkının daha büyük bir karışıklığa maruz kalmasını önlemiştir. Zaten kendilerini Selçukluların mirasçısı olarak kabul etmişler, Selçuklu topraklarından en büyük payı almışlardır. Harzemşahların hakim oldukları geniş sahalarda, sosyal ekonomik ve kültürel yönden İslam medeniyeti gelişmesini sürdürmüştür. Bunun yanında Harzemşahlar Türk kültürünün çeşitli unsurlarını daha fazla yansıtan bir devlet olarak dikkat çekmişlerdir. Resim 02.09: Celaleddin Harzemşah ? 1. Harzemşahlar Devleti’nin yıkılmasında Moğolların etkisi nedir? 2. Harzemşahlar Devleti’nin Türk tarihi açısından önemi nedir? 3. Türkiye Selçukluları ile Harzemşahların ilişkileri nasıl bir tarihi seyir içerir? 4. Celaleddin Harzemşah hangi yönüyle İslam tarihinde meşhur olmuştur? 88 TARİH 6 ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME 1. Aşağıdakilerden hangisi bulundukları yerde vali olarak görev yapan devlet adamları tarafından kurulan devletlerden biri değildir? A. Tolunoğulları B. İhşidoğulları C. Harzemşahlar D.Karahanlılar 2. Aşağıdakilerin hangisi Tolunoğulları Devleti’nin Mısır’a katkılarındandır? A. Kahire şehrini kurmaları B. El Ezher Medresesini kurmaları C. Süveyş Kanalını inşa etmeleri D.Piramitleri inşa etmeleri 3. Karahanlılar Devleti’nn içinde geçen “kara” kelimesinin anlamı aşağıdakilerden hangisidir? A. Sancak B. Büyüklük,Güçlülük C. Güney D.Uygar 4. Gazneliler Devleti’nin kurulduğu Gazne Şehri bugün hangi devletin sınırları içerisindedir? A. Türkmenistan B. İran C. Hindistan D.Afganistan 5. Gazneli Mahmut’un Hindistan’a yaptığı seferlerin en önemli amacı aşağıdakilerden hangisidir? A. Baharat Yolu’nu ele geçirmek B. Çin yolunu açmak C. İslam dinini yaymak ve İslam coğrafyasını genişletmek D.Selçukluların kuruluşunu engellemek 89 TARİH 6 6. Selçukluların atası Selçuk Bey Oğuz Yabgu Devleti’nde hangi görevde bulunuyordu? A. Subaşı B. Tarhan C. Yinal D.Yabgu 7. Aşağıdakilerden hangisi Tuğrul ve Çağrı Beylerin siyasi mücadele verdiği devletlerden biri değildir? A. Gazneliler B. Abbasiler C. Karahanlılar D.Büveyhoğulları 8. Aşağıdakilerden hangisi Sultan Alp Arslan’ın Malazgirt Savaşı öncesindeki siyasi faaliyetlerinden biri olarak değerlendirilemez? A. Türkmenleri Van Gölü çevresine yerleştirmesi B. Kavurd’un isyanını bastırması C. Ani Krallığına son vermesi D.Karahanlılar üzerine sefere çıkması 9. Sultan Sancar’la ilgili aşaığıdaki lerden hangisi söylenebilir? A. Gazneliler Devleti’ne son vermiştir B. Katvan Savaşı’nda Karahitayları mağlup etmiştir C. Selçukluların son büyük hükümdarıdır D.Bâtınilerin faaliyetlerine son vermiştir 10. Otrar faciası Cengiz Han’a hangi fırsatı vermiştir? A. Çin’i hakimiyet altına almasına B. Moğol Kabileleri arasında birlik sağlamasına C. Haçlılarla mücadele etmesine D.Türk ve İslam dünyasını istila etmesine 90