17.yüzyıl reformları (ıslahatları) ve 18.yüzyıl reformları (ıslahatları)... 17.yüzyıl için : Köprülüler, Genç Osman, IV.Murat, Tarhuncu Ahmet Paşa’nın gerçekleştirmeye çalıştığı reformlar; bu yüzyıl için reformların niteliği...Yani bu yüzyılın reformları “devleti düzeltmeye ve eski günlerine döndürmeye dönük” nitelikte yapıldı. Hiçbir reformcu diğerinin bıraktığı yerden başlamadı; hepsi kendi bilgi ve becerileri ölçüsünde reform yapmaya çalıştı. Yeniçeri Ocağını düzene sokmak için çaba sarfetti. Neden “reform” yapma ihtiyacını duydular ? 1699 Karlofça ve 1718 Pasarofça Anlaşmaları ile ciddi biçimde toprak kaybına uğradıktan sonra dünyada bir şeylerin değiştiğini fark eden yöneticilerin telaşa kapılarak yenilikler yapmaya çalıştıklarını ve bu yeniliklerde Batı’nın ölçü olarak alındığını; bir başka deyişle “Batının üstünlüğünün kabul edildiğini” söyleyebiliriz. Lale Devri boyunca (1718-1730) yapılan reformların niteliklerine baktığımızda bu açıkça görülür : matbaanın gelişi, çiçek aşısı uygulaması, kumaş fabrikası kurulması, yaşamın renklendirilmesi vb.). Burada önemli olan her toplumda reform yapmanın zorluklarıdır. Reform yenilik demek ve toplumlar denenmemiş olaylardan hoşlanmaz; muhafazakâr tepkiler yükselir....Nitekim dönem Patrona Halil ayaklanması ile son bulacak ancak bu yüzyıldan itibaren başlayan “reformcu-tutucu” kavgası devam edecektir... Daha sonraki yıllarda I.Abdülhamit, I.Mahmut gibi hükümdarlar Batılı anlamda okullar oluşturmaya devam edeceklerdir. Reformcuların öne geçmesi ise II.Mahmut’un 1826’da Yeniçeri Ocağını şiddet kullanarak ortadan kaldırması ile olacaktır... ABD’nin kuruluşu ve Fransız Devrimi konular arasında yer alıyor... Fransız Devrimi ile ilgili metin mutlaka okunmalı; derslerde anlatmaya çalıştığımız kavramları derli toplu verdiği gibi Gironden ve Jakoben kavramlarını öğrenmeniz iyi olur. Devrimin nasıl nitelik değiştirdiği, iç kavgalar sonucu Napolyon’un nasıl ve hangi yöntemlerde iktidara geldiğini öğrenmeniz sadece ders değil hayat için de lazım... “Atatürk bir Jakobendi” ya da “Galatasaray-Gironden Bordeaux maçı” gibi tanımlarda karşınıza çıkacak olan tanımları “anlamanız”, hayatınızı daha bilgili ve anlamlı kılacaktır. Özgürlük metinlerini okuyun. Bu maddelerde saptanan ilkeler insan olan herkes için çok önemli . Beraberinde şunu düşünün : günümüz dünyasında bu ilkelerin neresindeyiz ? Ne kadarını gerçekleştirebildik ve neden ? Osmanlı coğrafyasına ilişkin olarak sizlere dağıtılan harita üzerinde özellikle imparatorluğun dağılma sürecinde öne çıkacak olan Batı bölgesinde yer alan ve sonradan bağımsızlaşan ülkelerin yerlerini bilmeniz önemli...Bugün bu ülkelerdeki Osmanlı mirası halen tartışma konusu... 1789 Fransız Devrimi (1789-1794) 1789’dan önce Fransız devleti bir monarşiydi. Nüfusun ezici çoğunluğunu köylülerin oluşturduğu bir tarım ülkesiydi. Ama kentler doğmuş ve bu kentlerde yaşayan yeni bir kent toplumu oluşmuştu. 1789 burjuva devriminin esas kaynağı ve üssü bu kentlerdi. Devrimden önce “Aydınlanma” adı verilen düşünsel (fikri, entellektüel) bir devrim yaşanmış ve bu dönemin akılcılık, milliyetçilik ve bireycilik (kişi hakları) gibi fikirleri öncelikle kentlerde tutunarak devrime katkıda bulunmuşlardı. Toplumun okur-yazar kesimlerinde bu dönemde bir fikirsel dönüşüm görülür. Fransız Devrimi’nin temel sloganı haline gelen “Liberty, Equality, Fraternity” (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) kavramlarını Aydınlanma düşünürleri koymuşlardı. Ulusçuluk olgusu da Aydınlanma döneminde gerçeklik kazandı. Fransa’da Aydınlanma denen evrenin en önde gelen düşünürleri Jan Jak Rouseau, Montesque ve Voltaire idiler. Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın etkisiyle 26 Ağustos 1789’da ilan edilen Fransız Devrimi’nin onyedi maddelik İnsan Hakları Deklerasyonu ilhamını demokrasi fikrinin babası olarak görülen Rouseau’nun fikirlerinden aldı (“Demokrasi” kavramı ilk kez antik Yunan’da doğmuştu, ama o sıra insan hakları diye bir kavram yoktu). “İnsan hakları” kavramı Fransız Devrimi’nin buluşu olarak kabul edilir. ABD’de daha önce orta çıkmış olsa da bu kavramı evrensel bir sorun olarak gündeme sokan Fransız Devrimi olmuştur. Bu anlamda onu Fransız Devrimi’nin buluşu saymak yanlış değildir. 13. Yüzyıl İngiltere’sindeki “Magna Carta”nın “insan hakları” ile bir ilişkisi yoktur. Modern demokrasi anlayışını ve modern demokrasiyi doğuran Fransız Devrimi oldu. Devrim 14 Temmuz 1789’da başladı. Fransız tarihinde buna Birinci Devrim denmektedir. Bu tarih ulusal bayram ilan edildi. Devrimin bu ilk aşamasına reform yanlıları (Reformcular) öncülük etti. Daha 17 Haziran’da (1789) burjuvazi kendisini Ulusal Meclis olarak ilan etmişti. Bu tarih devrimin başlangıcı olarak alınabilir. 1789 Devrimi ilkin bir Kurucu Meclis ilan etmiş, İnsan ve Vatandaş Hakları Deklarasyonu (1789)’nu yayınlamıştı. 1791 Anayasası ise “Ulusal Egemenlik” ve kuvvetler ayrımını getirdi. Bu aşamada oy hakkı henüz sadece belli miktarda mülkü olanlara (saptanan miktarda vergi ödeyenlere) tanınıyordu. Yani genel oy hakkı henüz tanınmıyordu. 1789-91 arasında Kurucu Meclis’te çeşitli burjuva fraksiyonlar (partiler) mevcuttu. Adları kısmen farklı verilen bu politik klüpler/partiler İngiliz Devrimi örneği izlenerek 1789 Fransız Devrimi’nden hemen sonra Paris’te kuruldular. 1789 Devrimi’nin ve Kurucu Meclis’in başta gelen üç partisi Jirondenler, Jakobenler/Radikaller (Robespierre, St. Just, Danton, Marat, vd) ve Anayasacılar (Ilımlılar: Bailly, Lafayette) idiler. Meclis salonunun düz kısmındaki sandalyelerde oturduklarından Jirondenler’e The Plain (ova), salonun daha yüksekteki sandalyelerinde oturan Jakobenler’e The Maountain (dağ) deniliyordu. 1789-91 Kurucu Meclis (Constitute Assemble)’indeki fraksiyonlardan biri amacı devrimi sona erdirmek olduğu için aristokrasi ile bir anlaşma yapıp Anayasal Monarşi’de uzlaşma girişimi yaptıysa da bu politika çöktü. 1791’de Kurucu Meclis yerini Yasama Meclisi (Legislative Assemble)’ne bıraktı. 1791-92 arası yıllarda Fransa’da Devrimci Hükümet Jirondenler (Girondenler)’in elindeydi. Jirondenler kentlerin özerkliğini ve bir tür federal birliği savunuyorlardı. 1789 Fransız devrimi sırasında oluşan büyük sanayi, ticaret ve toprak burjuvazisinin partisi olan Jirondenler, adlarını mecliste bu partinin birçok lideri tarafından temsil edilen Gironde adlı kentten alıyorlardı. Birinci Cumhuriyet döneminde iktidarı ele geçiren Jakobenler ise bu adı Aziz Jacob’un adını taşıyan bir Jakoben manastırında toplanmaktan dolayı almışlardı. Bunlar federalizme karşı merkezi bir yönetime taraflardı. Yasama Meclisi’ndeki Sol Kanat, Jirondenler ile Jakobenler’den oluşuyordu. Devrik Fransız kralı bir karşı-devrim girişiminde bulundu ve iktidardan edilmiş olan soyluluk eski rejimi restore etmek için Prusya ve Avusturya gibi Avrupa monarşilerinden yardım talep etti. Bu ülkeler 24 Ağustos 1791’de Avrupa’nın “devrimci ulusu” Fransa’ya silahlı müdahale, yani savaş tehdidinde bulundular. Yabancılarla işbirliği yaptığı için “hain” olarak suçlanan kral Louis kaçmaya çalışırken yakalandı. Fransız Meclisi Jirondist burjuvazinin ısrarıyla 1792’de Avusturya’ya savaş açtı, ama bu savaş 1792’de Fransa’nın askeri yenilgisiyle sonuçlandı. Dışarıda savaşa girmeden evvel Fransa’daki aristokrasiyi imha etmeyi önermiş olan Jakobenler’in lideri Robespierre (1758-1794) olaylar tarafından doğrulandı. Ulusal (ekonomik) krizin etkisiyle 1792’de halk yığınları arasında ulusçuluk (yurtseverlik) ve devrimci coşku giderek kabardı. Çok geçmeden burjuvazi içinde Jirondenler’den daha radikal olan Montagnardlar ortaya çıktı. Bu arada 11 Temmuz 1792’de Avrupa monarşilerinin birleşik orduları Fransa’ya girdiler. Avrupa monarşileri arasında böyle bir ittifak ilk kez monarşiyi devirmiş bulunan devrimci Fransa’ya karşı oluştu. Yasama Meclisi’nin “Anavatan tehlikede” çağrısı yaptığı böyle bir dönemde halk ayaklanmasından korkan Jirondenler dış düşmanla işbirliği yapmakla suçladıkları kral ve soylulukla uzlaşma girişimlerinde bulundular. Tam bu sıralarda nihayet Jirondenlerin korktuğu başlarına geldi. 10 Ağustos 1792’de “İkinci Devrim” adı verilen bir halk ayaklanması patlak verdi. Fransa topraklarının yabancı orduların işgalinde bulunduğu bir sırada patlak vermiş olan bu sosyal ayaklanma aynı zamanda ulusaldı. Aşağı sınıflara dayanan bu devrim oy hakkını mülk sahipleriyle sınırlayan 1791 Anayasası’nı da Anayasal Monarşi’yi de devirdi ve bu devrimle birlikte oy hakkına konulan sınırlama kaldırılarak genel oy hakkı (Üniversal suffrage) ilan edildi. Bu gelişmeleri protesto eden soyluluk ve kralla uzlaşma taraftarları (Lafayette vd) bu sırada devrimi terkettiler (19 Ağustos 1792). Eylül 1792’de Fransa’nın bir cumhuriyet olduğu ilan edildi (19. Yüzyılın tüm burjuva anayasalarına devrimden sonra yapılan Fransa anayasası ve cumhuriyeti model teşkil etti). 1792 yılı Meclis’te yeni partilerin de oluştuğu bir yıl oldu. Devrimin radikalleşmesiyle birlikte burjuvazi içinde halk ile ittifakı savunan Montagnardlar (özellikle Jacobenler) ile halkı tehdit olarak gören Jirondenler birbirlerinden iyice koptular. Bu kriz ortamındadır ki 1791 Anayasası askıya alındı ve Ulusal Konvansiyon (National Convention) için seçimler yapıldı. Yeni meclis devrimci ordunun Paris’in kuzeyinde Prusya birliklerini yenilgiye uğrattığı aynı gün toplandı (20 Eylül 1792). Bu savaşa tanık olan ünlü Alman şairi Geothe, “Bugün ve burada dünya tarihinde yeni bir çağ başlıyor” demiştir. Robespierre, Louis de Saint-Just (1767-1794) ve Camille Desmoulins (1760-94) gibi isimlerin liderliğindeki Jakobenler giderek aşağı sınıflardan yana daha radikal tutumlar aldılar. Jirondenler’in karşı çıkmasına rağmen Konvansiyon kral Louis XVI’in yargılanmasını ve ölüm cezasının infazını kararlaştırdı (21 Ocak 1793). Kralın giyotine gönderilmesi krizi derinleştirdi. Monarşiyi geri getirme ya da anayasal monarşi düşüncesi kesin bir darbe yedi ve Cumhuriyet seçeneği güç kazandı. Ulus ve Cumhuriyet kavramları özdeşleşti. 1789 Fransız Devrimi (1789-1794) Bu gelişmeler Jirondenler’in de yenilgisi demekti. 1 Şubat 1793’te Konvansiyon İngiltere ve Hollanda’ya, 7 Mart’ta ise İspanya’ya savaş ilan etti. Başını İngiltere’nin çektiği “Birinci Koalisyon” diye bilinen bu ülkelerin ittifakı “devrimci ulus” Fransa’ya karşı bir dış reaksiyondu. Jakobenler ile Montagnardlar’ın teşvik ettiği Jironden karşıtı 31 Mayıs-2 Haziran 1793 isyanı devrimin yeni bir aşamasını başlattı. Temmuz 1793 tarihi, Jakobenlerin Jirondenleri iktidardan devirdiği ve Robespierre’nin bir diktatörlük kurduğu tarih olarak verilir bazı kaynaklarda. Jirondenler Konvansiyon’dan tasfiye edildiler. Çok geçmeden Ulusal/Kamu Güvenlik Komitesi (Kamu Güvenliği Komitesi, The Commitee Of Public Safety) hükümetin baş organı haline geldi. Bu komitenin üyelerinden biri de Montagnardlar (sağ kanat Jacobenlerden)’dan Parisli lider Danton (1759-1794)’du. Dokuz kişiden oluşan Kamu Güvenliği Komitesi’nin geçici olarak kesin otorite/iktidar yapılması Danton’un önerisiyle gerçekleşmişti. Danton, savaş/kavga yerine görüşmeler yapıyordu. Ulusal Güvenlik Komitesi’nin ve bu komitenin üyelerinden Robespierre’nin otoritesi giderek artmış ve muhalefete karşı artan ölçüde şiddete (teröre) başvurulur olmuştu. 1793 Ekim’inde bir seri politik yargılamalar başlamış, 3 Ekim günü Devrimci Mahkeme (Revolutionary Tribunal) önüne çıkarılan 22 Jironden 31 Ekim’de giyotine verilmişlerdi. 1793 sonlarında politik tutukluların sayısı binleri bulmuş, yüzlerce kişi giyotine yollanmıştı. Temmuz 1794’te 1251 devrim-karşıtı kralcı giyotinde öldürülmüştü. 1794’te tüm Fransız sömürgelerinde kölelik kaldırıldı (Robespierre asıldıktan sonra kölelik tekrar geri getirildi). Ateizm gelişti. Bu dönem boyunca Devrimci hükümetin kontrolünde terör süreklilik kazandı hatta bir aralık kiliselerin de kapatıldığı, dine karşı bir tutum alındığı oldu. Ama Konvansiyon 6 Aralık 1793’te inanç ve ibadet özgürlüğü prensibini tasdik etti. Bir savaş hükümeti olan Devrimci Hükümet’in (yürütmenin) otoritesinin giderek güçlendiği bu süreçte Fransa’da yönetim aygıtı da giderek merkezileşti. Bu, yürütmenin (otoritenin) merkezinde bulunan Ulusal Güvenlik Komitesi’nin başarısı için zorunlu bir koşuldu. Aralık 1793’ten Temmuz 1794’e kadarki sürede (Thermidor adı verilen reaksiyona kadarki sürede) başında Robespierre’nin bulunduğu “Devrimci Hükümetin Diktatörlüğü” istikrar kazanmış, devrimci terör yöntemine başvurularak devrim düşmanları sindirilmiş, karşı-devrimci isyan odakları bastırılmıştı. Devrim, özgürlük/kurtuluş için devrim düşmanlarına karşı açılmış bir savaş olarak değerlendiriliyor ve devrimci hükümetin işlevleri de buna göre tanımlanıyordu. Özel mülkiyetin tasfiyesinden sözedilmese de, Saint-Just “Ne zengin ne de fakir olmalı” diyordu. Ama Devrimci Hükümet uzun yaşamadı. 1789 Devrimi’nin önderlerinden biri olan Danton, kendi gazetesinde ve Mecliste devrimin hızını kesmek, terörü azaltmak gerektiğini savunuyordu. Hatta onun Robespierre’in yönetimine karşı bir darbe hazırlığı yapmakta olduğu söylentileri çıktı. Danton ve çevresindeki grup hükümete muhalefete, ona saldırmaya başlamışlardı. Nihayet 29-30 Mart gecesi “komplo” ve “ihanet”le suçlanan Danton, Camille ve diğerleri (sağ kanat) tutuklanıp Devrimci Mahkeme önüne çıkarıldılar ve 5 Nisan 1794’te giyotine gönderildiler. Nisan 1794’ten Thermidor (Nisan 1794 ile Temmuz 1794 arasındaki döneme Termidor deniyor ki, bu Danton ile Robespierre’in asılışları arasındaki süre ile örtüşür)’a kadar merkezileşme arttı, terör yoğunlaşarak devam etti. Ama bu süreçte devrimci hükümet halk desteğini yitirdi. Mayıs 1794’te Hıristiyanlığın tasfiyesi kararının ve Jakoben terörünün ardından bir hükümet krizi patlak verdi ve bu olay devrimci hükümetin düşüşünü hızlandırdı. Hükümetin kendisi içinde de anlaşmazlıklar patlak vermişti. Ulusal Güvenlik Komitesi’nde Robespierre’in grubu tecrit edilmişti. Bu anlaşmazlıklar sonunda Konvansiyon önüne getirildi. 8 Thermidor günü Robespierre adlarını vermeden Konvansiyon önünde hasımlarına saldırınca onlar da karşı atağa geçtiler. 9 Thermidor günü (yeni Fransız takviminde 27 temmuz 1794) ulusal Meclis’te muhalefet birleşmiş, içinde rüşvetle satın alınmış temsilcilerin de bulunduğu ilkesiz bir koalisyon kurulmuş ve Konvansiyon’dan Robespierre’nin tutuklanması emri çıkartılmıştı. 27-28 Temmuz 1794’te Robespierre düşürüldü. Bu sırada Paris Komünü tarafından yapılan bir isyan girişimi başarısızlığa uğradı. 10 Thermidor günü Robespierre ve yoldaşları (Saint-Just, vd) mahkemeye bile çıkarılmadan giyotine verildiler (1794). Bu olay “devrimin sonu” oldu. Böylece 1789’da başlayan devrim yaklaşık beş yıl sonra 1794’te Robespierre ve yoldaşlarının giyotinde öldürülmeleriyle bitmişti. Eylül 1794’te karşı-devrimci terör geri geldi. Politik partiler/klüpler ve devrimci mahkemeler yasaklandı. 1795 Nisan ve Mayıs aylarında Paris halkı tekrar ayaklandı. Bu isyanlarda bir parti örgütü yoktu. 1796’da ise Gracchus Babeuf yeni hükümeti devirmek için bir komploya başvurdu, ama başarısız kaldı. Aşağı sınıflar artık politik sistemden dışlanmıştı. Babeuf’un komplosundan sonra hükümet (Directory), antiJakoben bir baskı kampanyası yürüttü ve daha da sağa kaydı. Birinci Direktory (1795-97) altında halkı dışlayan çok sınırlı bir Cumhuriyet mevcuttu. Bu dönemde dışarıdaki savaşlarda 179697’deki başarılarıyla özellikle fetihçi general Napoleon Bonaparte prestij kazandı ve giderek bağımsız bir güce ve faktöre dönüştü. Directory, bir zaman sonra Bonapart’ın ve ordunun elinde bir rehine dönüştü. İkinci Direktory denen 179799 döneminde Fransa’nın dışarıdaki fetihlerine tepki olarak Fransa’ya karşı aralarında Britanya, Rusya, Avusturya ve İsveç’in de bulundukları bir “ikinci koalisyon” oluştu. İtalya ve İsviçre’yi kaybeden Fransa giderek kendi doğal sınırlarına çekilmek zorunda kaldı. Dışarıdaki yenilgi ve ekonomik çöküntünün yol açtığı içteki hoşnutsuzluk Jacobinleri güçlendirdiyse de Termidorcu burjuvazi iktidarı korudu. Ama Jacobinler’den duyulan korku da giderek artıyordu. 1799’da Napolyon Bonapart’ı iktidara getiren “Onsekizinci Brumaire Darbesi” oldu. 1799’dan 1815’e kadar artarak güçlenen ve kıtada egemenlik için savaşlar yapan Bonapart, 1804’te kendisini imparator ilan etmiş ve kendi monarşisini yaratmıştı. 1789 Fransız Devrimi (1789-1794) 1813-14’te Napolyon’un egemenliğine karşı Alman ulusal kurtuluş/bağımsızlık savaşı başladı. Fransa’ya karşı başını Britanya’nın çektiği bir “Üçüncü Koalisyon” oluştu. 21 Ekim 1805’te Trafalgar’da Britanya Fransa’yı yenilgiye uğrattı. 181215 arasında Napolyonik sistem çöktü. 1815 Haziaran’ında Fransa Waterloo’da bir kez daha Britanya’ya yenildi. Bu savaşta esir düşen Bonapart sürgün edildiği uzak bir adada 1821’de öldü. Böylece 1799-1815 arasını kapsayan ve Avrupa tarihinde Napolyonik Çağ olarak bilinen çağ sona ermişti. Bu çağ boyunca Fransa kendisini feodal ve mutlakiyetçi rejimlere karşı mücadelenin öncüsü olarak görmüş, 1792’de Avusturya’ya karşı savaşla birlikte kıtasal bir savaş yoluyla kendi fikirlerini, devrimini ve rejimini (devlet biçimini) bütün Avrupa kıtasına ve dünyaya yaymak için savaşmıştı. Fransa’nın yürüttüğü bu kıtasal savaş Avrupa’da monarşileri korumak ve devrimleri ezmek amacıyla Fransa’ya karşı 1815’te o dönemin belli başlı monarşileri olan Prusya, Avusturya ve Rusya arasında “Kutsal ittifak” olarak bilinen gerici ittifakın oluşmasına götürdü (Buna karşın 1815’ten 1914’e kadarki dönem Avrupa’da Fransa’nın başlattığı bir çağ, yani “Ulusal devletler çağı” oldu). 1815 sonrasında Fransa’da bir restorasyon yaşandı. Buna Restorasyon Dönemi (1815-30) deniliyor. Meşrutiyetçiler adı da verilen Bourbon Sülalesi yandaşlarının egemenliği dönemidir bu. İktidar bu aralıkta burjuvazinin bir kesimini oluşturan büyük toprak sahiplerinin (tarım ve ticaret burjuvazisinin) elindedir (burjuvazinin tümünün değil sadece bir kesiminin elinde). Bu dönemin devlet biçimi Marks’ın burjuva devletin bir biçimi (ilk biçimi) olarak gördüğü ve bu nedenle “Burjuva monarşi” olarak tanımladığı Anayasal Monarşi’dir. Sürgünden dönen Louis XVIII (1815-24) altında bir Anayasal Monarşi kuruldu (“Burjuva Monarşi”, Bourbon hanedanı yönetimi). Yönetim burjuvazinin kralcı hizbinin elindeydi. 1789 Devrimi’nin alaşağı ettiği kralcı güçler ve monarşi geri gelmiş, eski günlerin intikamını almak için Beyaz Terör estirmişti. Bu döneme, 1830 Devrimi’yle son verildi. 1830’da halk Bourbon hanedanını Kurucu meclis, Cumhuriyet, Genel Oy Hakkı talepleriyle bir ayaklanmayla devrmiş, ama devrimi halk yapsa da iktidara bu kez de daha örgütlü olduğu için halkın zaferinde yararlanan burjuvazinin bir kesimi gelmişti. Bu kesim burjuvazinin özellikle mali kanadını temsil eden Orleans sülalesinden/hanedanından L. Philippe adında birini kral olarak tahta oturtmuştu. 1830 Devrimi bir burjuva devrimdi, bu devrim iktidarı toprak sahiplerinden kapitalistlere geçirdi. 183048 arası Temmuz Monarşisi diye tanımlanır (adını 1830 Temmuz devriminden alır). Bu dönemde de iktidar burjuvazinin tümünün değil yalnızca bir kesiminin, ama bu kez mali aristokrasinin/sermayenin (Bankerler, Borsa kralları vd) elindedir. Bu sırada muhalefette bulunan sanayi burjuvazisi kralcı burjuvaziye karşı Cumhuriyet talep ediyordu, yani cumhuriyetçiydi. Temmuz Monarşisi adı verilen bu dönemde Fransa’da 1832, 1834 ve 1839 işçi ayaklanmalarına tanık olundu. Hepsi de kanlı şekilde bastırılan bu ayaklanmalardan sonuncusu (12 mayıs 1839) Blanki ve Barbes liderliğindeki Mevsimler Derneği tarafından örgütlenmişti. 1789 Fransız Devrimi’nin hemen her yıldönümünde “Devrim ve Terör” konulu açık oturumlar yapılır, Fransız Devrimi’ni konu alan filmler (Reign Of Terror ve Danton, vd gibi) gösterilir. Lenin ve Robespierre paralelliği kurulur. Fransız devrimi’nde Robespierre, Rus Ekim devriminde Lenin kilit isimlerdir. İngiliz burjuva ideologları şiddet kullandıkları için Fransız ve Rus devrimlerini hep eleştirir. Bugünkü Fransız burjuvazisi de Fransız Devrimi’nin 1789-92 arasındaki birinci evresini kabul eder, ama totaliter bulduğu Robespierre’nin liderliğindeki 179295 evresine sahip çıkmaz. Her ne kadar şiddet her durumda kaçınılmaz değilse de, tanımları ve tabiatları gereği bütün devrimler şiddet içerirler. Aslında devrime sepep olan şeyler, bir de devrimin kendisinin sepep oldukları, yani sonuçları vardır. Terörü yaratan veya başlatan Fransız devrimi olmadı. Terör 1793’te doğmadı. O zaten vardı. Devrimin devirdikleri halka terör uyguluyor, devrildikten sonra da yabancı ordularla işbirliği içinde eskiyi geri getirmek için teröre başvuruyorlardı. Fransız Devrimi de tıpkı Ekim Devrimi gibi kuşatılmıştı. 1792’de hepsi de birer monarşi olan Britanya, Çarlık Rusyası ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları Fransa’ya karşı ittifak yapmış, bu ülkeyi işgale kalkışmışlardır. Karlofça’dan Küçük Kaynarca’ya : 1699-1774 1683 İkinci Viyana Kuşatması, Yenilgi ve idam Karşı saldırı ve Kutsal İttifak A- Dış Olaylar Karlofça Anlaşması 1699 : İlk büyük toprak kaybı ve çözülmenin başlaması Venedik, Rusya, Avusturya, Lehistan ve Malta Şövalyelerinin ittifakı sonucu (Kutsal İttifak) Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisi Şartlar : Venedik’e Dalmaçya kıyıları, Avusturya’ya Macaristan, Lehistan’a Podolya bırakıldı. Rusya anlaşmaya yanaşmayarak teke tek Osmanlı Devletiyle savaşı sürdürdü ve Karadeniz kıyısındaki Azak kalesini elde ettikten sonra 1700 İstanbul anlaşmasını imzaladı. Böylece Rusya tarihinde ilk kez Karadeniz’e çıkmış oldu. 2. Batı , Kuzey ve Doğu Ekseninde meydana gelen çatışmalar 1. SAVAŞLAR ANLAŞMALAR 1711 Osmanlı-Rus Savaşı 1715-1718 Savaşı Osmanlı-Avusturya/Venedik Prut Anlaşması Azak Kalesinin Osmanlılarca geri alınması 1718 Pasarofça Anlaşması, Avusturya’nın Belgrad’ı ele geçirmesi 1718-1730 Lale Devri 1746 İkinci Kasr-ı Şirin Anlaşması ve bugünkü Türk-İran sınırının kesinleşmesi Belgrad Anlaşmaları, Osmanlıların 1736-1739 Osmanlı-Rus/Avusturya Belgrad’ı geri almaları, Rusların işgal Savaşları ettikleri topraklardan geri çekilmeleri 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması, (1770 Çeşme Baskını) Osmanlı devleti için sonun başlangıcı Aynalıkavak Tenkihnamesi (Düzenlemesi) Küçük Kaynarca 1779 Anlaşmasının bazı maddelerinin Osmanlılar lehine değiştirilmesi 1722-1746 Osmanlı-İran Savaşları 1789 Fransız İhtilali 1787-1792 Savaşları Osmanlı-Rus/Avusturya 1791 Ziştovi Anlaşması (Avusturya ile) 1792 Yaş Anlaşması (Rusya ile) : Osmanlı Devleti Kırım’ın Rusya’ya ait olduğunu kabul etti. B- İç Olaylar 1. 2. 3. Lale Devri : İstanbul’da özellikle büyük savaşların ardından sonra süren 1718-1730 arası barış döneminde ilk kez batılı anlamda –özellikle üst düzey yönetici sınıf arasında- yaygınlaşan yaşam tarzının egemenliği dönemi...Osmanlı İmparatorluğu tarihinde bu dönemde ilk kez batılı anlamda reformların da başladığını belirtmek gerek : ilk matbaanın İbrahim Müteferrika tarafından açılmasından, ilk çiçek aşısının uygulanmasına, ilk kez kağıt fabrikasının kurulmasından Sadabat denilen (Kağıthane Deresi çevresi) yazlık konakların ortaya çıkmasına kadar uzanan bir dizi değişim bu dönemde gerçekleşir. Döneme damgasını vuran en önemli edebiyat adamı şair Nedim’dir. Osmanlı tarihinin en ünlü minyatür sanatçısı Levni, en görkemli eserlerini bu dönemde verecektir. Reformcu-tutucu kavgasının ilk büyük sınavını da verdiği bu dönem, 1730’da meydana gelen Patrona Halil İsyanı ile son bulur. Döneme adını veren Lale yetiştirme modasına konu olan çiçek, daha sonraki yıllarda İstanbul kentinin simgesi haline gelecektir. Dönemin padişahı Sultan III.Ahmet (1703-1730) ve sadrazamı Damat Nevşehirli İbrahim Paşa’dır. Sultan I. Mahmut’un (1730-1754) reform çabaları : Mühendishane-i Berri Hümayun (Kara Subayı yetiştiren askeri okul) açıldı. İlk kez Osmanlı ordusunun yenilenmesi için yabancı subay getirildi : Kont de Bonneval (Orduda Fransız ekolü : daha sonra Müslüman olacak ve Humbaracı Ahmet Paşa adıyla anılacaktır) 1740’da Fransız’lara verilen kapitülasyonlar “devamlı” hale geldi. Sultan III. Mustafa (1757-1774) Dönemi reformları : Mühendishane-i Berri Hümayun (Deniz subayı yetiştiren askeri okul) açıldı. Dönemin Avrupa’da zaferden zafere koşan Prusya kralı II.Friedrich’e münecimlerini soran padişahtır... Osmanlı Donanmasının ilginç bir özelliği : Osmanlı donanması 1538’de Preveze’de kazandığı zaferin ardından talihsiz bir gelişim çizgisi izler. Çağa uyum sağlayamamanın bedeli olarak da yorumlanabilecek bir dizi yenilgi yaşanır. Bu yenilgilerin biçimlerinin birbirini çok andırması, donanmanın yeterince önemsenmediğini ya da bu kurumun çeşitli biçimlerde yozlaştırıldığını düşündürtüyor. 1571 İnebahtı (Lepanto) Baskını : Osmanlı donanması, Yunanistan kıyılarında İnebahtı koyunda demirliyken Venedik donanması tarafından imha edilir 1770 Çeşme Baskını : Osmanlı donanması , Rusların Baltık Denizinden çıkarar Cebelitarık boğazından Akdeniz’e giren donanmalarının İzmir’in Çeşme limanında demirli bulunan Osmanlı donanmasını bir baskınla imha etmeleridir. Rusya tehdidini hep kuzeyden bekleyen Osmanlı yöneticilerinin, Rusların İzmir’e nereden ulaştıklarını uzun süre çözememeleri de durumun vahametini ortaya koyuyor. 1827 Navarin Baskını : Yunan isyanını bastırmaya giden Osmanlı donanmasının yine demirli haldeyken İngiliz-Fransız-Rus birleşik donanması tarafından bir baskınla imha edilmesi... 1853 Sinop Baskını : Rus donanmasının Sinop limanında demirli durumdaki Osmanlı donanmasını bir kez daha imha etmesi 4. Sultan I. Abdülhamit Dönemi reformları (1774-1789) : Humbaracı ve lağımcı ocaklarında yenilikler, istihkam okulunun açılması, ulufenin alım satımının engellenmesi 5. 18. Yüzyıl bir Osmanlı-Rus mücadelesi halinde geçti. Burada Rusya’nın amaçlarını kısaca özetlersek : 16. yüzyıla kadar Avrupa siyasetinde hiçbir etkinliği olmayan Rusların ideallerini Çar I. Petro (Rusların deyimiyle Büyük Petro, Osmanlıların tanımıyla Deli Petro) çizmiştir. Bu idealler şöyle özetlenebilir : a) Bir kuzey ülkesi olan Rusya’nın önce Karadeniz (öncelikle Kırım’ı elde etmek) ve Boğazları ele geçirerek, dünya ticaretinin yoğun olarak yaşandığı “sıcak deniz” Akdeniz’e ulaşmak b) Balkan yarımadasında yaşayan Slav kökenli halkları (Bulgar, Sırp, Karadağlı, Sloven vb.) “en kalabalık Slav milleti olarak Rusya’nın egemenliğinde birleştirmek (Pan-Slavizm Politikası) c) Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde yaşayan Ortodoks kökenli Hıristiyanları kendi liderliğinde birleştirmek (Bulgar, Sırp, Yunan, Karadağ, Sloven vb) / (Rusya Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla bu amacına ulaştı) d) Osmanlı devletinde ekonomik ayrıcalıklar koparmak (kapitülasyonlar) A. ABD BAĞIMSIZLIK BĠLDĠRGESĠ 4 Temmuz 1776, Pensilvania İnsanlığı ilgilendiren olayların akışı içinde, bir ulus, kendini bir başka ulusa bağlayan siyasal bağları koparmak ve doğa yasalarının ve Tanrı’nın ona dünya devletleri arasında bağışladığı bağımsız ve eşit yeri almak gereğini duyduğu zaman, insanlığın yargısına duyduğu o yerinde saygı, o ulusu bu ayrılmaya zorlayan nedenleri açıklamakla yükümlü kılar. Aşağıda gerçekler bizim için gayet açıktır: Tüm insanlar eşit yaratılmışlardır; Yaradan’ları tarafından bağışlanmış, belli bazı vazgeçilemez haklara sahiptirler; yaşam, özgürlük ve mutluluğa erişme hakları da bunların arasındadır. Bu hakları güvence altına almak amacıyla, insanlar kendi aralarında yönetimler kurarlar; bu yönetimler gerçek güçlerini, yönetilenlerin onamasından alırlar; herhangi bir yönetim biçimi, bu hedeflere ulaşmada köstekleyici olmaya başladığında, bu yönetimi değiştirmek ya da düşünmek, yeni bir yönetim kurmak ve bu yeni yönetimin yetkilerini ve dayandığı temelleri, güvenlik ve mutluluklarını sağlayacağına en çok inandıkları bir biçimde düzenlemek ve kurmak, halkın hakkıdır; aslında sağgörü, uzun bir geçmişi olan yönetimlerin sudan ve geçici nedenlerle değiştirilmemesini buyurur; bu yüzden insanların durumlarını düzeltmek amacıyla alışılagelen yönetim biçimlerini değiştirmek yerine, kötülüklere katlanmayı yeğlediklerini deneyimler göstermiştir; ancak sürekli aynı amaca yönelik, uzun bir yolsuzluklar ve zorbalıklar silsilesi, ulusu, mutlak bir despotizme sürüklemek niyetini açığa vurursa, o zaman böyle bir yönetimi yıkmak ve gelecekteki güvenlikleri için yeni koruyucular seçmek, o ulusun hakkı ve görevidir. İşte bu kolonilerin sabırla katlandıkları durum bu olmuştur ve şu an, onları bu güne değin varolan yönetim biçimini değiştirmeye zorlayan gerekliliği, her zamankinden fazla hissetmektedirler. Büyük Britanya Kralı’nın yönetim devresi, ardı arkası kesilmeyen haksızlıkların ve sürekli baskıların çağı olmuştur. Tüm bunların amacı, bu devletler üzerinde mutlak bir tiranlık kurmaktır. Bunu kanıtlayabilmek için, tüm gerçeklerin tarafsız dünyaya ilan edilmesi gerekmektedir: İngiltere Kralı, kamu refahı için gayet yararlı ve gerekli olan yasaları onaylamayı reddetmiştir. Valilerine, ivedilikle ve geciktirmeden ele alınması gereken yasaları çıkarmalarını menetmiştir. Kendisi de bu yasaların yürürlüğe girmemesi için elinden geleni yapmış, onayını sürekli ertelemiş; ve bu nedenle uzun bir süre sürüncemede kalan yasaları da bir daha ele almamıştır. Yasama gücünde temsil edilme haklarından vazgeçmedikleri sürece, büyük halk kitlelerinin yararına olan pek çok yasayı çıkarmayı reddetmiştir. Oysa, bu hak paha biçilemez bir haktır ve nedense sadece tiranların hoşuna gitmemektedir. Yasamayla görevli kurulları, kamu belgelerinin ve makam evraklarının bulunduğu yerlerden oldukça uzakta alışılmadık ve uygunsuz yerlerde toplantıya çağırmıştır. Onlara eziyet çektirerek, kendi uygulamalarına boyun eğmelerini sağlamak amacıyla yapmıştır bunu. Milletvekili yarkurullarını, yılmaz bir kararlılıkla halkın haklarına el uzatılmasına karşı çıktıkları için, bir çok kez dağıtmıştır. Bu yarkurulları dağıttıktan sonra da, uzun bir zaman yeni temsilcilerin seçilmesini engellemiştir. Bu yüzden halkın kendisi yasama gücüne sahip çıkmış, bu gücü bundan böyle kendi eliyle kullanmayı uygun bulmuştur. Ancak bu geçiş döneminde devlet, dışarıdan gelebilecek bir saldırının ya da içerdeki kargaşalıkların doğuracağı tehlikelere karşı savunmasız kalmıştır. İngiltere Kralı, bu devletlerin kök salmalarını önlemek için elinden geleni yapmıştır; bu amaçla yabancıların vatandaşlığa kabul edilmesiyle ilgili yasanın icra edilmesine engel olmuş, yabancıların buraya göçünü kolaylaştıracak daha başka yasalar çıkarmayı reddetmiştir; yeni toprak edinme koşullarını da ağırlaştırmıştır. Yargıçlık yetkisinin verilmesiyle ilgili yasaları onaylamayarak, kazai içtihadı etkisiz hale getirmiştir. Yargıçların görev sürelerini, maaşlarının tutarını ve ödeme biçimini sadece kendi keyfine göre belirlemiştir. Halkımıza eziyet olsun ve halkın cevherleri tükensin diye, sayısız yeni makam açmış, buralara büyük memur yığınları yollamıştır. Barış zamanında, yasama meclisinin onayı olmaksızın, topraklarımız üzerinde sürekli bir ordu bulundurmuştur. Askeriyeyi sivil güçten bağımsız ve üstün kılmaya kalkışmıştır. Anayasamıza ters düşen, yasalarımızla bağdaşmayan bir kazai içtihat biçimini bize kabul ettirmek için başkalarıyla işbirliği yapmıştır ve bu tepeden inme kazai içtihadın uygulamalarını onamıştır. Tüm bu uygulamaların nedenleri şunlardır: Bizim topraklarımızda güçlü, silahlı birlikleri üslendirmek; bu devletler halkına karşı askerlerin işleyecekleri olası cinayetler karşısında, sözde yargılamalarla herhangi bir cezalandırmadan kaçınmak; Dünyanın her yeriyle yaptığımız ticareti kösteklemek; Bize rızamız olmadan vergi yüklemek; Hukuki bir durumda, jürili bir mahkeme önünde, usul ve nizama uygun bir yargılamadan geçme hakkımızı elimizden almak; Bizi işlemediğimiz cürümlerden dolayı yargılayıp, başka bir kıtaya sürebilmek; Sınır komşumuz bir ülkede, özgür İngiliz hukuk sistemini kaldırmak, keyfi bir yönetim kurmak ve bu yönetimin yetkilerini genişletmek, dolayısıyla kendini haklı çıkaracak bir örneğe sahip olmak ve bu kolonilerde de aynı, mutlak egemenliğin kurulması için, bu yönetimi uygun bir araç olarak kullanmak; Verilmiş haklarımızı yok saymak, en önemli yasalarımızı yürürlükten kaldırmak ve yönetim biçimimizi temelinden değiştirmek; Yasama gücümüzü dağıtmak ve kendisinin, üzerimizde sınırsız bir yasama gücüne sahip tek yetkili kişi olduğunu ilan etmek; İngiltere Kralı, kendi himayesi altında olmadığımızı bildirmek ve bize karşı savaş açmak suretiyle, bu topraklar üzerinde egemenlik isteminde bulunmuştur. Denizlerimizi talan etmiş, kıyılarımıza asker yığmış, kentlerimizi yakıp yıkmış ve hemşehrilerimizi öldürmüştür. Benzerine barbarlık zamanlarında bile rastlanmayan, hele uygar bir ulusun başkanına hiç mi hiç yakışmayan, gaddarlık ve sadakatsizlikle başlattığı, “Ölüm, Askerileşme ve Tiranlık” adlı eserini tamamlayabilmek için, yakınlarda yabancı paralı askerlerden kurulu büyük bir ordu kurmuştur. Ya cellatların ellerine düşmemek için ya da onlarla dostça geçinebilmek için olsa gerek, açık denizde yakalanan yurttaşlarımızı kendi ülkelerine karşı savaşmaya zorlamıştır. Aramızda ayaklanmalar çıkarmış ve sınır bölgelerinde oturan, savaş yöntemleri; bilindiği gibi yaş, cinsiyet ya da hal gözetmeksizin herkesi kesip biçmek olan, merhametsiz Kızılderili vahşileri bize karşı kışkırtmayı denemiştir. Bu baskının her evresinde yapılan haksızlıkların düzeltilmesini en hakirane bir biçimde talep ettik. Durmadan yinelediğimiz ricalarımızın karşılığı, durmadan yinelenen haksızlıklar oldu. Ancak bir tirandan beklenebilecek davranışlarla karakterini belli eden bir Monark, özgür bir halkı yönetme işine uygun olamaz. Britanyalı kardeşlerimize karşı da saygıda kusur etmiş değiliz. Zaman zaman onları, yasa koyucuların üzerimizde haksız bir yönetim kurma girişimleri konusunda uyardık. Buraya hangi koşullar altında göç edip, yerleştiğimizi anımsattık onlara. Doğal adalet ve alicenaplık duygularına seslenerek aramızdaki ırk bağları dolayısıyla, bu zorbalıkları kınamalarını rica ettik. Çünkü bu zorbalıkların, aramızdaki bağlantıları ve ilişkilerimizi bozması kaçınılmaz bir şeydi. Ama onlar da adaletin ve kan bağımızın feryatlarına kulaklarını tıkadılar. Bunun için artık, onlardan ayrılmamız gerektiği sonucuna boyun eğmek ve onları da, insanlığın geri kalan kısmı gibi, savaşta düşman, barışta dost kabul etmek zorundayız. Bu yüzden, Genel Kongre halinde toplanan biz A.B.D. temsilcileri, görüşlerimizin doğruluğuna, dünyanın en yüce Yargıcı’nı tanık tutarak, bu kolonilerin halkından aldığımız yetkiyle, onların adına, Birleşik kolonilerin özgür ve bağımsız devletler olduklarını ve bunun hukuken böyle korunacağını; Büyük Britanya Krallığı’na karşı her türlü yükümlülükten kurtulmuş olduklarını; bu kolonilerle Büyük Britanya Devleti arasındaki her türlü siyasal ilişkilerin sona erdirildiğini ve bunun böyle kalacağını; özgür ve bağımsız devletler olarak, savaş açmak, barış ilan etmek, antlaşmalar yapmak, ticareti düzenlemek ve diğer tüm bağımsız devletlerin yapabileceği her şeyi yapmak hakkına sahip olduklarını resmen açıklar ve ilan ederiz. Ve bu bildirinin korunması için, Tanrı’nın inayetine tam bir güvenle, yaşamlarımız, servetlerimiz ve en kutsal varlığımız olan onurumuz üzerine ant içeriz. Kaynak: http://www.hakis.org.tr/insan_haklari/magna-carta/abd_bagimsizlik.htm Bkz: Janko Musulin, Hürriyet Bildirgeleri – Magna Charta’dan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, İstanbul: Belge Yayınları, 1983:79-84. B. FRANSIZ ĠNSAN VE YURTTAġ HAKLARI BĠLDĠRGESĠ 26 Ağustos 1789, Paris BaĢlangıç: Milli Meclis halinde toplanan Fransız halkının temsilcileri, halkı mutsuz kılan ve hükümetlerin bozulmasına yol açan nedenlerin, insan haklarını bilmeme, unutma ve hor görme olduğu göz önünde tutularak, insanın tabu ve vazgeçilmez haklarını resmi bir bildiri ile açıklamaya karar verdiler; ta ki toplumsal bedenin bütün üyelerine her zaman açık olan bu bildiri onlara hak ve ödevlerini durmadan hatırlatsın, yasama ve yürütme erkinin eylemleri her an siyasi kurumun amacıyla karşılaştırılarak, daha da saygı görsün; bundan böyle, yurttaşlar tarafından ileri sürülecek ve bundan sonra tartışma götürmez basit ilkelere dayanacak istek ve şikayetler her zaman Anayasanın korunmasına ve herkesin mutluluğuna yönelsin. Sonuç olarak Milli Meclis, yüce varlığın önünde ve himayesi altında aşağıdaki “İnsan ve Yurttaş Hakları”nı tanır ve ilan eder: Madde 1- İnsanlar hukuk bakımından özgür ve eşit doğar ve öyle kalırlar; toplumsal ayrılıklar ancak ortak yarara dayanabilir. Madde 2- Her siyasi topluluğun amacı insanın tabii ve zaman aşımına uğramaz haklarının korunmasıdır. Bunlar özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya direnme haklarıdır. Madde 3- Her türlü egemenlik ilkesi her şeyden önce milletin kendisindedir, hiçbir kurul, hiçbir birey açıkça milletten gelmeyen o tarifeyi kullanamaz. Madde 4- Özgürlük, başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilmeye dayanır. Onun için, her insanın tabii haklarının sınırı, toplumun başka üyelerine aynı hakları sağlayan sınırlardır. Bu sınırlar ancak kanun ile belirlenebilir. Madde 5- Topluma zarar veren eylemler ancak kanun yasaklayabilir. Kanunun yasaklamadığı hiçbir şeye engel olunamaz ve hiç kimse kanunun emretmediğini yapmağa zorlanamaz. Madde 6- Kanun genel irademiz ifadesidir; bütün yurttaşlar, şahsen veya temsilcileri kanalıyla kanunun meydana gelmesine katılması hakkına sahiptirler. Kanun, korurken de cezalandırır hem de herkes için aynı olmak zorundadır. Bütün yurttaşlar kanun önünde eşit olduklarından her türlü rütbe, mevki ve işe alınma hakkına eşit olarak sahiptirler; aralarında erdem ve yeteneklerinden başka hiçbir ayrım yapılmaz. Madde 7- Hiç kimse kanunda belirtilen haller ve kanunun öngördüğü biçimler dışında suçlanamaz, tutuklanamaz ve alıkonamaz. Keyfi emirler verilmesini isteyen, bu emirleri veren, uygulayan veya uygulattıran kimseler cezalandırılırlar; ama kanunun uygun olarak çağrılan veya yakalanan her yurttaş hemen boyun eğmek zorundadır. Direnirse suç işlemiş olur. Madde 8- Kanun ancak açık ve kesin surette gerekli olan cezalar koyar ve ilan edilerek usulüne göre uygulanan bir kanun uyarınca cezalandırabilir. Madde 9- Her insan suçlu olduğu açıklanıncaya kadar suçsuz sayılır. Tutuklanması gerekiyorsa, kaçmamasını sağlamak için yapılması zorunlu olmayan her türlü şiddet eylemi kanun tarafından ağır şekilde cezalandırılır. Madde 10- Hiç kimse, dini bile olsa, kanılarından ötürü rahatsız edilmemelidir; elverir ki onların açığı vurulması kanunca sağlanan kamu düzenini sarsmasın. Madde 11- Düşünce ve kanıların başkalarına serbestçe aktarılması insanın en değerli haklarındadır. Her yurttaş serbestçe konuşabilir, yazabilir ve bunları bastırabilir. Yalnız kanun tarafından belirlenen hallerde, bu özgürlüğün kötüye kullanılmasından sorumludur. Madde 12- İnsan ve yurttaş haklarının güvence altına alınması bir konu gücünün varlığını zorunlu kılar; bu göz, onu ellerinde tutanların özel çıkarları için değil, genel yarar için kurulmuştur. Madde 13- Kamu gücünün devamı ve idarenin giderleri için ortak bir vergi kaçınılmazdır; bu vergi, yurttaşlardan yetenekleri ile orantılı olarak eşitçe alınmalıdır. Madde 14- Bütün yurttaşlar, gerek kendileri gerek temsilcileri kanalıyla genel vergilerin gerekliliğini ortaya koymak, bunlara serbestçe rıza göstermek, nasıl kullanıldığını izlemek, miktarını, matrahını, toplanışını ve süresini belirlemek hakkına sahiptirler. Madde 15- Toplum, idare teşkilatının her üyesinden hesap sormak hakkına sahiptir. Madde 16- Hakların güvence altına alınması sağlanmamış, kuvvetlerin ayrılığı belirlenmemiş olan toplumların anayasaları yok demektir. Madde 17- Mülkiyet dokunulmaz ve kutsal bir hak olduğu için, kanun tarafından belirlenen kamu hizmetleri açıkça gerektirmedikçe, adaletli ve peşin bir tazminat ödenmedikçe, hiç kimse bu haktan yoksun bırakılamaz. Kaynak: Meydan Larousse, c.b. s.340