İSTANBUL TİCARET ODASI 1987-2 YAYIN N O 0 DIŞ ŞOKLAR A KARŞ I DÜNYA'D A V E TÜRKİYE'DE GELİŞTİRİLE N İSTİKRA R POLİTİKALARI Doç.Dr. İlha n ULUDA Ğ Yrd.Doç.Dr. Vilda n SERİN İ S T A N B U L 198 7 MAHMUT SUCUOGLU MATBAASI TEL: 52 2 52 85 - 512 88 4 8 İÇİNDEKİLEK f a ÖNSÖZ GİRİŞ No. 5 BİRİNCİ BÖLÜM DIŞ D E N G E Y İ AMAÇLAYAN POLİTİKALAR V E U Y G U L A M A L A R I I . T E O R İ D E DIŞ DENGE VE İLGİLİ POLİTİKALAR I.A. Dış Denge Kavramı LA.2. Monetarist Yaklaşım ve Dış Denge Kavramı I . B . Dış Dengeyi Amaçlayan Sanayileşme Politikaları I I . D I Ş ŞOKLAR V E GELİŞMEKTE OLAN Ü L K E L E R E E T K İ L E R İ II.A. Dışa Dönük Sanayileşme Modeli Uygulayan Ülkeler I I . B . İçe Dönük Sanayileşme Modeli Uygulayan Ülkeler I I I . D I Ş ŞOKLARA KARŞI GELİŞTİRİLEN P O L İ T İ K A L A R 9 9 10 .10 ..14 17 17 18 İKİNCİ BÖLÜM İÇ D E N G E Y İ AMAÇLAYAN POLİTİKALAR V E U Y G U L A M A L A R I I . T E O R İ D E İÇ DENGE VE İLGİLİ POLİTİKALAR 27 I.A. Keynesci Yaklaşım ve İç Denge 27 I.E. Moneterist Yaklaşım ve İç Denge 28 I I . D I Ş ŞOKLARIN İÇ DENGE ÜZERİNE E T K İ L E R İ .....30 II.A. Dış Şokların Parasal Değişkenlere Etkileri 30 I I . B . Dış Şokların Mali Değişkenlere Etkileri 31 I I . B . l . Gelişmiş Ülkeler yönünden 31 I I . B . 2 . Gelişmekte Olan ülkeler Yönünden 32 II.C. Gelişmekte Olan Ülkeler Tarafından Dış Şoklara Karşı Geliştirilen Mali Politikalar 32 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İÇ V E DIŞ D E N G E Y İ B İ R L İ K T E AMAÇLAYAN P O L İ T İ K A L A R VE ABD ÖRNEĞİ I . T E O R İ D E İÇ V E DIŞ DENGEYİ AMAÇLAYAN P O L İ T İ K A L A R I.A. Harcama-Değiştirici ve Harcama-Kaydırıcı Politikalarla İç ve Dış Denge I.B.Para ve Maliye Politikaları ile İç ve Dış Denge I I . A . B . D . ÖRNEĞİ ( M İ X POLİTİKA UYGULAMALARI) II.A. 1980-1985 Dönemi I I . B . İmalat Sanayine Etkileri II.C. 1985 Sonrası Dönem 39 39 40 40 40 42 43 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM DIŞ ŞOKLAR DÖNEMLERİNDE T Ü R K İ Y E EKONOMİSİNDE G E L İ Ş T İ R İ L E N GENEL CEVAP POLİTİKALAR I . ŞOK DÖNEMİ (1973-1979) I.A. Temel Makro Büyükler 47 I . A . l . Yatıramlar 47 I.A.2. Tasarruflar 49 I.A.3. Diğer Makro Büyüklükler I . B . Cevap Politikalar I I . Ş O K DÖNEMİ (1979-1986) II.A. Temel Makro Büyüklükler I I . A . l . Yatırımlar II.A.2. Tasarruflar II.A.3. Diğer Makro Büyüklükler I I . B . Cevap Politikalar 49 50 52 53 53 56 56 57 BEŞİNCİ BÖLÜ M TÜRKİYE'DE DI Ş DENGEY İ AMAÇLAYA N KUR , SANAYİLEŞM E POLİTİKALARI V E İMALAT SANAYİ İ ÜZERİNE ETKİLER İ I . K U R POLİTİKALARI 63 L A . 1923-1973 Dönemi 63 I . A . l . 1923-1980 Dönemi (Türk Parasının Konvertibl Olduğu Dönem) 63 I.A.2. 1923-1973 Dönemi.... 64 I . B . 1973-Mayıs 1981 Dönemi 64 I.e. 1981 Sonrası 66 I . C . l . Yeni Kur Politikasının Getirdiği Kurumlar Arası Karar Yetki Sorumluluk Dağılımında Değişme 66 I.C.2. İhracat Üzerine Etkileri 68 I.e.3. Dış Ticaret Hadleri Üzerindeki Etkisi 71 I.C.4. Görünmeyen İşlemler Üzerine Etkileri 72 I.C.5. Enflasyon ve Yeni Kur Politikası 74 I.D. Kur Politikaları ili Sanayileşme Politikaları Arasındaki İlişki.. 75 I.E. Türk Lirasının Geleceği 76 I I . SANAYİLEŞME POLİTİKALARI 76 II.A. 1946 öncesi Dönem 78 II.A.L Cumhuriyet Öncesi Dönem 78 II.A.2.I. Liberal Dönem (1923-1929) 80 II.A.3.I. Korumacılık Dönemi (1930-1946) 81 II.A.3.a. Korumacılığa Geçiş (1930-1933) 81 II.A.3.b. Korumacılığın Yerleşmesi (1933-1939) 82 II.A.3.C. II.Liberalizm Dönemine Geçiş 83 I I . B . I l . Liberal Dönem (1946-1963) 85 I I . B . l . Aşın Liberalizm (1946-1953)...., 85 II.B.2. Örtülü Korumacılık (1953-1958) 87 I I . B . 3 . Korumacılık Dönemine Geçiş (1958-1963) 87 II.C.II. Korumacılık Dönemi (1963-1980) 89 I I . C . l . Aşırı Korumacılık (1963-1968) 89 II.C.2. Örtülü Liberalizme Geçiş (1968-1973) 90 II.C.3. örtülü Liberalizmin Yerleşmesi (1973-1980) 92 II.C.4. III.Liberalizm Dönemi 93 II.D.III. Liberalizm (24 Ocak 1980 ve Sonrası) 94 I I I . D I Ş ŞOK DÖNEMLERİNDE İZLENENSANAYİLEŞME P O L İ T İ K A L A R I İMALAT SANAYİ ÜZERİNE E T K İ L E R İ 100 III.A.I. Şok Dönemi (1973-1979) 100 I I I . B . I I . Şok Dönemi (1979-19 87) 109 ALTINCI B Ö L Ü M T Ü R K İ Y E ' D E İ Ç DENGEYİ AMAÇLAYAN P A R A V E M A L İ POLİTİKALARIN KANTİTATÎF ANALİZİ (1950-1986 ) I . UYGULANAN İSTATİSTİKİ M E T O T L A R I.A. Varsayımlar-Hipotez I . B . Değişkenler I.e. Hesaplama Metotları I.D. Teorik Bekleyişler 1 1 . UYGULAMA SONUÇLARI II.A. (1950-1986) Dönemi I I . B . 1980-1987 Dönemi Analizi I I . B . l . Mali Parametrelerdeki Değişmeler I I . B . l . a . Kamu Harcamaları I I . B . l . b . Dış Borçlar I I . B . l . c . İç Borçlar I I . B . l . d . Toplam Kamu Borçları.... II.B.2. Parasal Parametrelerdeki Değişmeler II.B.2.a. Para Arzı, Paranın Dolaşım Hızı II.B.2.b. Faiz Oram II.B.2.C. Yüksek Kredi Faizlerinin Sanayinin Finansmanında Yarattığı Sorunlar GENEL D E Ğ E R L E N D İ R M E SONUÇ ÖNERİLER 117 117 118 118 118 124 124 128 129 129 136 142 143 145 145 146 151 153 163 166 ÖNSÖZ Bilindiği gibi, ülkeleri n uyguladıklan ekonomi politikaları uluslararası konjonktür dalgalanmalarından etkilenmektedir . B u çerçeved e özellikle dış şoklara karş ı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin cevap politikalarının normal zamandan farklı olacağı muhakkaktır. Ayrıca dış şoklar içe dönük ve dışa dönük sanayileşme model i uygulayan ülkele r açısında n farkl ı etkilere sahiptir . Sözkonus u etkiler i büyüme hızı , dı ş borçlanma, kredi değerlilikleri, kambiyo kuru politikaları gibi ana başlıkla r halinde sıralayabiliriz. Ülkemizde 24 Oca k kararları il e yeni bi r ekonomi politikasını n uygulamaya ko yulmasından sonra yapılan tartışmalara ve yukarıda sözünü ettiğimiz etkilerin sonuçlarına bi r ışı k tutacağ ı inancıyl a oluşturula n b u çalışmay ı gerçekleştire n Doç.Dr . İlhan Uludağ' a ve Yrd.Doç.Dr. Vildan Serin'e bu vesileyle teşekkürlerimizi sunarken, araştırmanın üyelerimiz e v e kamuoyun a yararl ı olmasın ı dileriz . Genel Sekrete r Dr. İsmai l Özasla n GİRİŞ Dünya'da ve Türkiye'de Dış Şoklara Karşı Geliştirilen İstikrar Politikaları (1950-1987) konulu araştırmada, teorik yapı, politikalar ve uygulamalar bir bü­ tün halinde, sebep-sonuç zinciri içerisinde değerlendirilmiştir. Özellikle dış şok­ lar dönemlerinde geliştirilen cevap politikalar, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke­ ler açısından tartışılmıştır. Ayrıca dış şokların içe dönük ve dışa dönük sanayi­ leşme modeli uygulayan ülkeler üzerindeki farklı etkileri (büyüme hızı, dış borç­ lanma, kredi değerlilikleri, kambiyo kuru politikaları gibi) incelenmiştir. Böyle­ ce 24 Ocak Kararları ile, sanayileşme stratejisini değiştirdiği ileri sürülen, Türki­ ye Ekonomisinin İstikraj Politikaları uygulamalarmm, iktisat teori ve politika dün­ yasındaki yerinin daha açıklığa kavuşacağı düşünülmüştür. Bu araştırmada, ' T ü r k ­ iye ekonomisi dış şoklara karşı gelişmiş ülkeler gibi bağımsız para ve maliye poli­ tikaları geliştirebiliyor m u ? ' ' , ''Geliştiremiyorsa sebepleri nelerdir?", * T ü r k i y e 24 Ocak sonrası gerçekten dışa açık sanayileşme modeli uygulayan ülkelerin özel­ liklerine kavuşmuş m u d u r ? " , ' T o k s a hâlâ içe dönük ekonomilerin, yapısını mı ko­ rumaktadır?", ' T ü r k sanayicisi bu yeni ortama uyum sağlayabilmiş midir?" gibi sorulara cevap bulunmaya çalışılmıştır. Sözü edilen çalışma, yedi bölümdür. Birinci Bölüm, **Dış Dengeyi Amaçla­ yan Politikalar ve Uygulamaları başlığını taşımaktadır. B u bölümde, teoride dış kavramı, Keynesci ve Monaterist modellere göre verildikten sonra, dış şokların, içe dönük ve dışa dönük sanayileşme modeli uygulayan ülkeler açısından değer­ lendirilmesi ve dış şoklara karşı geliştirilen politikalar ele alınmıştır. İkinci Bölümde, İç Dengeyi Amaçlayan Teoriler, politikalar ve uygulamalar anlatılmakta, dış şokların iç denge üzerinde (parasal ve mali değişkenler) etkileri ve bunların kontrol altına alınmaları, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler tarafın­ dan iç dengeyi amaçlayan istikrar politikaları tartışılmıştır. Üçüncü Bölümde, İç ve Dış Dengeyi birlikte amaçlayan teoriler, politikalar, bunlar arasındaki çelişkiler anlatılmıştır. Ayrıca, ABD'de m i x politika uygulama­ larının imalat sanayine etkileri (1980-85) dönemi ve 1985 sonrası için incelenmiştir. Geri kalan bölümlerde, Türkiye Ekonomisi, ilk üç bölümde çizilen perspektif içerisinde değerlendirilmeye çalışılmıştır. Dördüncü Bölümde, dış şok dönemle­ rinde, Türkiye ekonomisinde, geliştirilen genel cevap politikaları, temel makro büyüklükler ve ödemeler dengesi üzerine etkileri (ticaret hadleri, ihracat hacmi, borç yükü) ele alınmıştır. Beşinci Bölümde, Dış dengeyi amaçlayan kur ve sanayileşme politikaları ve imalat sanayi üzerindeki tesirleri, 1923'ten itibaren dönem dönem değerlendiril­ miştir. Bu değerlendirmede özellikle, ithâl ikâme ve ihracatı teşvik politikaları ile kur politikaları arasındaki karşılıklı bağımlılık dikkate alınmıştır. Bunun yanı sıra, bu uygulamaların, imalat sanayimizde nominal ve efektif koruma oranlarına etkileri araştırılmıştır. Altıncı Bölümde, Türkiye Ekonomisinde, (1950-1987) döneminde uygulanan para ve maliye politikalarının kantitatif analizi yapılmıştır. Parasal ve mali para­ metrelerin, nominal GSMH üzerindeki etkileri tam logaritmik çoklu regresyon me­ todu ile analiz edilmiştir. Parasal (para arzı artışları, M l , M2 paranın dolaşım hı­ zı, kamu kredi rasyosu ve mali bütçe açıkları, kamu harcamalar, kamu gelirleri artış hızlarının) parametrelerinin ekonomik büyüme hızı ne yönde etkilediği araş­ tırılmıştır. Bundan başka, para ve maliye politikalarının hangisinin Türkiye eko­ nomisinde daha büyük ve daha önceden öngörülebilir bir etkiye sahip olduğu in­ celenmiştir. Bu analiz sonuçlarından elde edilen bulgular doğrultusunda, para­ sal ve mali değişkenlerin etkinlikleri, 1987 Mart ayma kadar incelenmiştir. Özel­ likle, faiz politikası ile kamu harcamalarının dağılımı ayrıntılı olarak incelenme­ ye çalışılmıştır. Çalışma, genel değerlendirme bölümünden sonra sonuç ve önerilerle sonuç­ lanmaktadır. BİRİNCİ BÖLÜ M DIS DENGEY İ AMAÇLAYA N POLİTİKALA R V E UYGULAMALARI L TEORİDE DIŞ DENGE VE ILGILI POLITIKALAR LA. Dış Denge Kavramı. Dış Denge, ülkenin dış alım gelir ve giderlerinin eşitlenmesi, bir başka ifa­ deyle ülkenin ödemeler bilançosunda denge anlamına gelmektedir. B u durum da, dış açık veya dış fazla şeklinde görülebilmektedir. Bununla birlikte, ülkeler ara­ sında dış denge amaçlarında da farklılıklar bulunmaktadır. Bazı ülkeler, dış öde­ meler bilançosunda denge sağlamayı, bazıları da döviz piyasası dengesini bu an­ lamda kullanmaktadırlar. Hatta bazen dış denge, döviz rezervlerinde daha önceki bir erimeyi telâfi için geçici dış ödeme fazlası sağlamamak amacını ifade etmektedir(l). Dış dengeyi sağlayıcı politikalar, zaman içerisinde değişme göstermiştir. Breıton Woods Sisteminin geçerli olduğu, ''Ayarlanabilir Sabit Kur S i s t e m i " döne­ minde teorik olarak, Keynesci modele dayanan "Harcama Kaydırıcı Politikalar" geçerli olmuştur. Bununla birlikte uygulamada yeterince başvurulmamıştır. LA.l. Keynesci Yaklaşım ve Dış Denge Kavramı Harcama-Kaydırıcı Politikalar; kur değişmeleri ve dolaysız kontroller olarak ikiye ayrılan bu politikalar sabit kur sistemi altında geçerlidir. Bunlar harcamala­ rın toplam hacmini değiştirmeyip, sadece yerli ve yabancı mallar arasındaki da­ ğılımını etkilemektedir. Dış açık durumunda yabancı mallardan yerli mallara, fazla durumunda da yerli mallardan yabancı mallara doğru talep kaydırılır. Kur politi­ kaları ile devalüasyon ve revalüasyonlara başvurulurken, dolaysız kontroller ile de ticari ve mali kontrollere gidilir. Ticari kontroller; gümrük tarifeleri, kotalar, ithalat yasaklarından, mali kontroller ise; kambiyo kontrolü ve çoklu kur uygula­ malarından oluşmaktadır. Gelir ve fiyat değişmeleri yolu ile dış ödemeler dengesinin sağlanması, ser­ best piyasa mekanizmasının işleyişine dayanırken, dolaysız kontroller hüküme­ tin serbest piyasa mekanizmasının işleyişine dolaysız müdahalesi ile gerçekleş­ mektedir Gümrük tarifeleri durumunda, piyasa mekanizmasına nisbeten yer ve­ rilmiştir kotalar ve kambiyo kontrolleri gibi miktar kısıtlamaları piyasa mekaniz­ masının tamamen ortadan kaldırmaktadır. 1 9 6 0 l a r m sonunda ve 1970'lerin başında birçok iktisatçı, Keynesin iç eko­ nomi hakkındaki görüşlerine paralel olarak geliştirilen, dış denge politikalarını eleştirmeye başlamıştır. II. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan Bretton Woods sis­ teminin kuralları gereği, temel dengesizlik içinde bulunan ülkelerin paralarının nominal değerini değiştirmesine müsaade edilirdi. Fakat dış açık veren ülkeler de, fazla verenler de bu yola gitmek istemiyorlardı. Açık veren ülkeler, yapılacal bir devalüasyonu zayıflık belirtisi olarak görürken, fazla veren ülkeler ödemeler bilançolarının fazlalık vermesinden ve onlara sağladığı üstünlükten memnunlar­ dı. Bundan başka İngiltere ve Amerika, bir devalüasyonun kendi paralarını elle­ rinde bulunduran yabancılar üzerinde kabul edilemez bir yük getiıeceği görüşün­ deydiler. Döviz kurlarında yapılacak çok sık değişikliklerin de ayrıca istikrarsız­ lığa yol açacağı görüşü de bulunmaktaydı. Bundan dolayı döviz kuru değişmele(1) LITTLE, M.D., "Import Controls and Exports in Developing Countries", Finance and Development, Vol. 15, N. 3, Sep. 1978, s. 20-23. l i n e ender baş vurmuşlar dir(2). L A . 2 . Monetarist Yaklaşım ve Dış Denge Kavramı Ülkelerin dış dengeyi sağlamak için harcama kaydırıcı politikaları kullanmakta genellikle isteksiz olmaları, sadece harcama değiştirici politikalardan faydalan­ maları durumunu ortaya çıkarmıştır. Özellikle monetarist görüşün temsilcisi olanR.'Mundell, ödemeler bilançosunu para arz ve talep dengesizlikleri ile açıklamak­ tadır. Eğer iç ekonomideki para arzı, para talebini aşarsa bu aşırı fonlar, yabancı mal, hizmet ve menkul değerlerin (tahvil, hisse senedi vs.) satın alınmasına har­ canır ve yabancılara mal satışı azalır. Bu da, ödemeler bilançosu açığı yaratır ve­ ya mevcut açığı büyütür. Moneterist görüşte reel para talebi önem kazanmakta­ dır. Fiyat seviyesi ile reel para talebi arasında ters yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Eğer fiyatlar yükselirse, halk, ekonomik faaliyetlerini yürütmek için daha fazla para talep etmeye başlar ve parasal fonlarını artırır. Düşük fiyat seviyelerinde ise daha az para talep eder, parasal fonlarının azaltır. Ekonomi büyümesini sürdür­ dükçe, reel gelir seviyesindeki artışa bağlı olarak para talebi de artar. Ekonomik büyüme ile, para talebi arasında doğru yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Bir ülke­ nin para arzı da, iç ekonomik faaliyetlerden kaynaklanan para arzı ve döviz re­ zervleri dolayısıyla yaratılan para arzı olarak ikiye ayrılabilir. Bir ülkede. Merkez Bankası, iç ekonomik faaliyetlerinin durumuna göre, para arzını artırır veya azal­ tır. Bunun gibi döviz rezervlerindeki bir artış, ihracatçılara veya döviz ka­ zandıran diğer kimselere bunun karşılığında daha fazla milli para ödemeyi gerek­ tirdiği için para arzını da artırıcı bir sonuç yapacaktır. Bunun aksine döviz rezerv­ lerinin azalması, ithalat dolayısıyla piyasadan milli para çekilmesi, iç para arzını azaltıcı etkide bulunacaktır. Bu yaklaşıma göre, para arzı ile para talebi aynı ölçüde artarsa ödemeler bi­ lançosunda dengesizlik olmayacaktır(3). Görüldüğü gibi, dış denge otomatik bir süreç içinde sağlanmaktadır. Bu mekanizmanın işleyebilmesi, döviz giriş ve çı­ kışlarına bağlı olarak para arzmdaki genişleme ve daralmanın merkez bankası ta­ rafından nötrleştirilmemesi varsayımına bağlıdır. B u varsayım altında parasal yak­ laşım klasik altın satndardma benzer bir denkleşme mekanizması içinde dış den­ geyi sağlamaktadır. Gerçek ve arzulanan para fonları arasındaki bir dengesizlik zamanla otomatik olarak giderilmektedir. I.B. Dış Dengeyi Amaçlayan Sanayileşme Politikaları Konuya girmeden önce, kalkınma stratejileri olarak kabul edilen ''ithal ika­ mesine ve ihracı teşvike yönelik" sanayileşme politikaları kavramlarının üzerin­ de kısaca durmak istediğimizde, bunlardan ithal ikamesinin en dar anlamıyla,it­ hal edilen malların yurt içinde üretilmesini sağlamak amacıyla koruma önlemle­ rinin uygulanması veya daha başka bir deyişle ithalatın kısmen veya tamamen kı­ sıtlanarak yurt içi pazarlardan yabancı üreticilerin uzaklaştırılması olduğunu gör(2) Salvatore, D.: 1950'den bugüne İngiltere sadece 1967'de Fransa 1957 ve 1969'da, ABD'de 1971 'de devalüasyona başvurmuştur. Almanya 1961, 1969, 1971, 1973 'te devalüasyon yapmıştır. Ulusla­ rarası iktisat, (Çev.: îşgüden. T.), îstanbul-1986, s.163. (3) Mundell. Robert A. ' 'The Approptiate Use of Monetary and Fiscal Policy for Internal and External Stability", IMF, Staff Papers, Vol.9., March 1962., Mundell, Robert A, International Economics, New York, 1968. inekteyiz. İhracatı teşvik politikasını ise üretik kaynaklarını ihracat için üretim yapan sektörlere kaydırmak ve ihracatı giderek ayırmak amacıyla koruma önlem­ lerini içeren bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan biricisi; içe dönük bir modeli ortaya koymaktadır. Literatürde genellikle birbirlerine alternatif ola­ rak yorumlanan bu iki politikanın ekonomik etkileri yönünden, çok büyük farklı­ lıkları bulunmadığı söylenebilir. Şöyleki, en azından her iki politika, ayrı ayrı dö­ nemlerde, ayrı ayrı algılanmış olsalar dahi, sonuç olarak yerli üretim, her iki stra­ teji altında da yabancı üretimler karşısında korunmakta ve selektif şekilde teşvik görmektedir. Bununla beraber edinilen deneyimlerin sonuçlarına göre, karşılaştırmalı üs­ tünlük kurallarına uygun (dışa dönük) bir sanayileşmenin, gelişmekte olan ülke­ ler için yeterli büyüme sağlayamayacağı inancı, kalkınma stratejisinin (içe dönük) olmasını gerektirmiştir. Geniş anlamı ile ithal ikamesi iç pazara (talebe) dönük sanayileşmedir. Kalkınma stratejisi olarak amaç, ekonomide yapısal dönüşüm sağ­ lamak veya yatırım teşviki yaratmaktır. Gelişmekte olan ülkelerin sürekli bir bü­ yüme sağlayamamış olmalarının nedeni; varolan yapılarının büyümeye elveriş­ siz oluşu veya varolan kaynaklarını harekete geçirecek bir teşvik motivinin eksik­ liği ile, ithal ikamesi stratejisi; ithal edilmekte olan bazı malların yurt içinde üre­ timiyle hem muvcut yapıyı değiştirmeye hem de yatırımları harekete geçirmeye yarayacaktır. Yapısal dönüşüm arzusunun diğer bir nedenide dışa bağımlılığın azaltılmasıdır(4). Bilindiği gibi bu fikirleri taşıyan korumacılık geleneği F. List'e kadar uzunmaktadır. Klasik dış ticaret teorisinin liberal görüşüne bir tepki olarak elişen bu görüşler, en son 1 9 5 0 l i yıllarda yoğun tartışmalara konu olmuş bulunmaktadır. Bu konuda en güçlü yorumlara E.E.Hagen ve K.Mandelbaum'da rastlanmaktadır(5). Hagen özet olarak işsizliğin varolduğu tarım sektöründe durumu incele­ mekle işe başlamaktadır. Emeğin marjinal prodüktivitesinin sıfır olduğu bu sek­ törden, emek fazlasını çekebilmek için reel prüdüktivite karşılığı üstünde parasal ödemede bulunan sanayi sektöründe (sosyal alternatif maliyet daha düşük olmakla beraber, yurtiçi kaynaklardan daha rasyonel yararlanabilmek amacıyla) parasal ve sosyal maliyetler arası farkın giderilmesine yardımcı olmak amacıyla sanayi sek­ törünün himayesi gerektiğini ileri sürmektedir. Mandelbaum ise, genç endüstri veya bebek sanayi gibi adlarla tanımladığı korumacılık tezinin başarıya ulaşabil­ mesi için kısaca şu fikirleri ileri sürmüş bulunmaktadır. Ona göre böyle bir politi­ kanın araçlarından (yüksek gümrük tarifeleri, kotalar, sübvansiyonlar gibi...) ya­ rarlanmanın belli sınırlan vardır. Örneğin ülke kendi iç talebinin tamamını veya ona yakın bir kısmını karşılayabilecek bir yerli sanayiye sahip ise, nüfus artışı çok fazla değil ve tüketim harcamaları düzeyi de çok yüksek değil ise, ülkenin bir sü­ re daha kendi kendine yeterliliğini sürdürebileceğini; bunun aksi koşullarında ise, örneğin nüfus artışı çok fazla ise en azından varolan sanayiin bu emek fazlasını (4) îhıahimoğlu, L: "Kalkınma Stratejisi olarak İthal İkamesi ve Sorunları", 5 0 . Yıl Semineri SBF yay., No.382, Ocak 1974, Ankara, s.760. ^""JlT"^^ 1^^^^^""'^ '^' ^ HAGEN E.E., An Economic Justificalion of Protectionism OJE, November 1958 ve MANDELBAUM K.: The Industrialiation of Backward Areas, Basil Blackweel, Oxford, 1 9 5 5 . massedemecegini eger bir de bu arada ülkenin giderek korumacı uygulamadan uzaklaştığı görülüyorsa (yeni uyarıcıların olmaması halinde) sınai gelişmenin, kal­ kınmanın yavaşlayacağını vurgulamaktadır. Gerçekte Hagen'in ve koruma lehindeki tüm tezlerin yeni ifadeleri, temelini Manoilesco tezinde bulmaktadırlar. Bu tezler korumacılık politikasını, bu politi­ kanın uygulanmadığı durumla karşılaştırarak, reel üretim ve reel geliri daha fazla artıran bir araç olarak öneren tüm tezleri kapsamaktadır. Bu yeni tezler arasında, en önemlileri imalat sanayiinde varolduğu sayılan, dışsal-ekonomiler ile ilişkili olanlar ve emeğin sanayideki marjinal veriminin tanımdaki marjinal verimden fazla olması ile karakterize edilen bir dengesizlik olgusu üzerine geliştirilen tezlerdir. Sonuç olarak, tarım ve sanayii sektörü arasındaki bu çarpıklıkların sanayi malla­ rına tarifeler konulmasıyla giderilmesi gerektiğini ileri sürerler. Böylece koruma yoluyla sanayide teşvik edilen üretim artışı, karşılaştırmalı üstünlük teorisi tezi­ nin aksine gerçekleştirilebilir(6). T ü m bu korumacılık tezlerinin yanında zaman, zaman ekonomik literatürde serbest dış ticaret tezlerinin ön plana geçtiği görülmektedir. Gerçekte liberalizm anlayışı ve onun teoriye yansıyan ilk şekli olan ''Karşılaştırmalı Üstünlük" teori­ sini (18. yy. sonu ve 19. yy. başları) diğer ülkelere oranla en erken olarak sanayi devrimini ve sanayileşmesini gerçekleştirmiş İngiltere ve Fransa kaynaklı düşün­ lerin ürünü olmasına karşılık, sanayide daha geri aşamalarda bulunan Almanya ve ABD'nin de aksi tez olarak koruma politikası, dolayısıyla içe dönük bir saniyileşme stratejisini tercih ettikleri ve bu görüşlerin öncülüğünü de H.Carey ve A.Hamilton'un yaptıkları görülmektedir. Ancak ABD'nin 20. yüzyıl başlarında ileri bir sanayi ülkesi haline gelmesiyle, korumacı politikayı savunmaktan hızla uzaklaş­ tığı ve buna bağlı olarak liberal dış ticaret teorilerinin geliştirildiği (örneğin; Stolper-Samuelson'u" girdi fiyatlarının dış ticaret yoluyla eşitlenmesi". Patten in ''Güçlü ülkelerin Koruma T e o r i s i " gibi) izlenmektedir. Bu liberal görüşün yaygınlaşmasını hemen takiben, 1929 "Büyük Dünya Buh­ ranı "ndan kaynaklanan ekonomik koşulların olumsuz yöndeki etkileriyle, "korumacılık" anlayışı ve uygulamasının yeniden gündeme geldiği ve kısa süre­ de çok ülke tarafından uygulanmaya başladığı görülmektedir. Buhran yıllarını he­ men izleyen II. Dünya Savaşı yıllarında da bu eğilimin giderek kuvvetlendiği ve bu politikalar sonucu dünya ticaret hacminin küçüldüğü kaydedilmektedir. Tüm bu nedenlerle bazı ülkelerin (örneğin, ABD ve İngiltere gibi) savaş döneminde dahi tekrar dış ticaretle liberalizme yöneldikleri ve uluslararası ticareti kısıtlayıcı uy­ gulamaları giderek kaldırmak amacıyla, bir takım anlaşmalara gittikleri (GATT, Bretton Woods, 1944 gibi) görülmektedir. Kısaca özetlemeye çalıştığımız, 1 8 . yüzyıl sonundan 2 0 . yüzyıl ortalarına ka­ dar bir süreyi içeren bu dönemde uygulamada ulusların sürekli bir içe dönük ve­ ya dışa dönük bir sanayileşme stratejisi veya başka bir deyişle korumacı veya li­ beral serbest bir dış ticaret politikası izleyemediklerini, milli ekonomik çıkarları­ na bağlı olarak strateji ve politika değişikliklerine gittikleri anlaşılmaktadır. (6) JOHNSONH.O.: Tarifeler ve İktisadi Kalkınma Teorik Bazı Konular. Çev.ı Nazım Ergin, ÎKV Yay. Çev Dizisi No: 1, 1978 İstanbul, s. 5-8. T ü m bu tarihsel gelişmelere rağmen gelişmiş ülkelerin, geçmişte uyguladık­ ları korumacılığı, az gelişmiş ülkelere önermemelerinin nedeni, uluslararası uz­ manlaşma ilkesinin rekabette üstün olana yaramasının bir gerçek olmasıdır (7). Ancak F.List'in ilk kez korumacılık leyhinde ileri sürdüğü görüşlerin geçerliliği, günümüzde Rosenstein Rodan, R.Nurkse, A.Lewis gibi ekonomistler tarafından tekrar ele alındığı görülmektedir. Yukarıda belirlediğimiz dönem içinde dünya ekonomi tarihine baktığımız zaman Rosenstein-Rodan'a göre sadece kapitalist değil ve sosyalist ülkelerde de bu stratejinin geçerli olduğu görülmekte, yalnız, izlenen yolda aşamaların (tüketim-ara yatırım malı) ters bir türde oluşturması, ayrıcalık yaratmaktadır. Daha açık bir deyişle, ithalatı ikame politikası, kapitalist sisteme dahil ülkelerde, sistemin doğal sonucu olarak ilk aşamada tüketim mallarını (ha­ fif sanayii) ikameden başlamakta, sonra ara malı, en son olarak da yatırım malları (ağır sanayii) üretimini ikameyi içermektedir. Buna karşılık, sosyalist sisteme da­ hil ülkeler için ise bu zincir tam ters yönde bir gelişme göstermektedir. Yani önce yatırım malları, sonra ara malları ve nihayet tüketim mallarının ikamesi (derinli­ ğine yoğunlaşma) aşamalarına geçilmektedir(8). İster derinliğine yoğunlaşma, isterse bunun tam tersi yönde bir ithal ikameciliği ve korumacı bir politika izlensin, her iki durumda da getirilen ithal kısıtla­ maları ile genellikle imalat sanayiinde yeni yatırım alanları doğmakta ve kaynak­ lar bu yeni sanayi dallarına kayarak zamanla ekonomide yapısal bir değişimin ger­ çekleştirilebildiği ileri sürülmektedir. Kurulan yeni sanayilerin ürettikleri ürün­ lere yüksek koruma duvarları arkasına sığınarak yüksek fiyatlar koyma ve de bü­ yük kârlar sağlayabilme yolu açık bırakıldığı takdirde kısa sürede sermaye biriki­ mine gidilebileceği (sanayicilerin tasarruf eğilimi yüksek olduğu varsayımıyla) ve bu fonların tekrar yatırıma dönüştürüleceği böylece yatırım hacminin artacağına inanılmaktadır. Bu bir anlamda da sanayi sektörü lehine diğer sektörlerin aleyhi­ ne iç ticaret hadlerinin değişmesi demektir. Bu konu kalkınma teorisi açısından da değerlendirildiğinde, ithalat ikame eden yatırımların artırılması söz konusu olduğuna göre, kaynak dağılımı kriterleri içinde ancak "Marjinal fert başına ye­ niden yatırım kriterinin" bu tezin destekleyicisi olduğu görülmektedir. B u krite­ ri savunan (9) iktisatçılara göre "yeniden yatırım miktarının artması için, gelir dağılımının kâr sahipleri leyhine olması gerekmektedir. Çünkü onlara göre müte­ şebbislerin tasarruf eğilimleri yüksek, ücretli sınıfın ise sıfır veya sıfıra yakındır. Böyle bir yaklaşım, müteşebbis grubunun sürekli kâr ve sermaye birikiminde bu­ lunacakları ve bu fonları da kesinlikle yeniden yatırıma yöneltecekleri (yani yatı­ rım dışı amaçlarda kullanmayacakları) varsayımına dayanmaktadır. Teorik açıdan kısaca değindiğimiz ve bunun yanında çok sayıda ileri sürülen tezlerin gerçekleşemediği ve her ithal ikameci kalkınma stratejinin amacına ulaş­ tığı söylenemeyeceği birçok ülkenin deneyimleriyle ortaya konmuştur. T ü m bun(7) GÜLALP, Haldun; "Türkiye'de İthal İkamesi Bunalımı ve Dışa Açılma", ODTÜ Gelişme Dergisi, C.7, s. 1-2, 1980. (8) ROSENSTEIN Rodan; "Problems of Industrialisation of Eastern and South Eastern Europe", İç; Agarwala. A.N. Singh. S.P; The Economics of Underdevelopment. Oxford Univ. Press, New York, 1975, s.245-246. (9) Bu konuda daha geniş bilgi için Bkz.: HIRSCHMAN, A.I. "Investment Criteria and Capital Inten­ sity Once Again", OJE, Vol. LXXII, 1958, No. 3. lara rağmen "ithal ikamesini gerçekleştireceğiz'' diyerek yıllarca G.S.M.H'da bü­ yük bir artıştan vazgeçiliyor ve ihracat sektörleri büyük bir ihmale uğruyorsa, eko­ nomide gerçekten bir gelir kaybı söz konusudur. Belki de ihracat sektörlerinin ge­ liştirilmesinin ithal ikameciliğine oranla daha başarılı sonuçlar verebileceği ve bu durumda ithal ikamesine gidilen veya gidilecek olan ürünlerin direkt olarak ithal edilmesinin daha rasyonel olabileceği, unutulmamalıdır. Bilindiği gibi ithal ikameci sanayileşme politikası uygulamasında, yerli sa­ nayiin nisbi maliyet yüksekliği, koruma altına alınmayan bir ithal ikamesi sana­ yiin kurulmasına izin veremez. Eğer ülkede dış ödemeler dengesi güçlükleri yok­ sa, korunma altındaki ithal ikamesi sanayiin kendine tanınan ayrıcalıkları, imti­ yazları kötüye kullanması halinde, etkin bir tekel savaşıyla dış ülkelerden ithal yoluna gidilebilir. Böyle nisbi refah dönemlerinde ithal kontrolleri gevşetilmekte ve ithal ikamesi yatırımları özel bir teşvik görmektedirler(10). IL DIŞ ŞOKLAR VE GELIŞMEKTE OLAN ÜLKELERE ETKILERI Onbeş senelik bir çerçeve içerisinde dünya ekonomisinde yaşanan başlıca dış şokların kaynağının genellikle iki grupta ve iki zaman diliminde yoğunlaştığını görmekteyiz. Bunlardan birinci grup, 1973/74 petrol şoku olup bilindiği gibi pet­ rol fiyatlarının yaklaşık dört misli arttırılmasına bağlı bulunmaktadır. Söz konu­ su şoku izleyen 1974/75 resesyon dönemi ise gerek gelişmiş, gerek gelişmekte olan ülkelerin ekonomi politikalarında yeni bir reorganizasyona, yeni ekonomik den­ geleri arayan istikrar politikalarının şekillenmesine yol açmıştır. Ancak 1978 yıllarında yaşayanan ikinci büyük dış şok sürecinde ise dünya finans piyasalarındaki faiz haddelerindeki baş döndürücü yükselişler, gerek ge­ lişmiş ve gerekse gelişmekte olan ülkeleri yeni istikrar politikaları arayışlarına it­ miştir. Teorik açıdan exojen şoklar bir sınıflandırmaya tabi tutulduğunda şu grup faktörlerle karşılaşmaktayız(11). İhracat Gelirlerindeki Değişmeler: Kalkınmakta olan ülkelerin çoğu, tek veya birkaç (petrol, kahve, bakır gibi) temel hammadde ihracatına dayanmaktadır. Bu malların arz ve talebinde oluşan dış şoklar, fiyatlarda beklenmedik değişmelere yol açabilmektedirler. Örneğin, Bre­ zilya'nın kahve fiyatını yükseltmesi, OPEC'in petrol ambargosu uygulaması gibi olaylar, sonuçta diğer mal ihracatçılarını etkilemektedir. Yine dünya dış ticaret hacmindeki gelişme ve durgunluklar, gelişmekte olan ülkelerin ihracatını aynı yönde etkilemektedir. İthal Fiyatlarındaki Değişmeler: Bu konuya örnek olarak, 1973 petrol fiyatlarının birden yükselmesi ile dış cari harcama seviyesinde yapılan kısıtlamalar ithalatı da aynı yönde etkilemiştir. Bi(10) BALOGH, Thomas, "İktisat Politikası ve Fiyat Sistemi", İktisadi Kalkınma ODTÜ Yayını, Ankara-1966, s.316-317 (11) Dış şoklar, bir ülkenin gelir seviyesi üzerinde büyük hacimde etkiler yaratan ve de kontrolü de olmayan dış ekonomik olaylardır, TANZİ, Vito; "Fiscal Policy Responses to Exogenous Shocks in Developvig Countries", AER, May, 1986, p.88. lindigi gibi petrol fiyatına bağlı olarak, ithal fiyatları da otomatikman etkilenmiş bulunmaktadır. D I Ş Bağı ş Düzeyindek i Değişmeler : Pekçok ülke için önemli olan bu kaynakta ani bir değişme söz konusu oldu­ ğunda dış şok ortaya çıkmaktadır. İç harcamalar yönünden bu kaynaklara büyük ölçüde güvenen ülkeler i ç i n bu oldukça önemli bir dış şok oluşturmaktadır. Ör­ neğin bu konuda, Afrika ülkeleri oldukça etkilenmekte ve iç harcama düzeylerini uzun süre ayarlamakta güçlük çekmektedirler. Diğer Faktörlerd e Değişmeler : İşçi dövizleri, dış yatırım hacmindeki değişmeler, sermaye hareketleri düze­ yinde değişmeler dış şokları oluşturmaktadırlar. Ancak bu değişmelerin nedeni, iç ekonomik politikalardan kaynaklanmakta ise söz konusu şokların tamamen dışsal oldukları söylenemez. Dış Borçlanm a Maliyetindek i Değişmeler : Çok sayıda gelişmekte olan ülkenin dış borç yükleri büyük ölçüdedir. Bun­ dan dolayı uluslararası sermaye piyasasındaki faiz oranlarındaki değişme bu yön­ den büyük bir dış şok oluşturabilmektedir. Yine borç veren ülkeye bağlı olarak, uluslararası borçlanmada risk yüzdesindeki değişme yüzünden maliyet yüksel­ meleri olmakta ve bu da borç yükü ağır ülkeleri etkilemektedir. Gerek faiz oranla­ rındaki yükselmeler, gerek risk yüzdesindeki artışlar ve yine borç verme süresi­ nin kısaltılışı gibi nedenlerle borçlanma maliyetinin artışı sonucunda, söz konu­ su ülkelerin bütçe harcamaları direkt olarak etkilenmektedir. Elde Edilebili r Dış Kredilerdek i Değişmeler : 1982 öncesi dünya ticaret bankaları, gelişmekte olan ülkelere borç verme eği­ limi göstermiştir. Örneğin Meksika'ya verilen dış borçlar 1983'de 18 Milyar Do­ lardan 5 Milyar Dolar'a düşmüştür. Ortaya çıkan borç krizi borçlanma seviyesini oldukça azaltmıştır. Hiç kuşkusuz bu düşme söz konusu ülkelerin cari harcama seviyelerini (dolayısıyla hayat standartlarını] fevkalâde etkilemiştir. Belirli gruplar altında belirleyerek, nedenlerini açıklamaya çalıştığımız dış şokların (1973/74 ve 1978/79), birinci ve ikinci petrol şoku dönemleri olarak eko­ nomiler üzerinde farklı etkiler yarattıkları görülmektedir. Örneğin I. şok dönemi daha çok ticaret hadleri etkisi ile ihracat hacmi üze­ rinde yoğun etkiler oluşturmuştur. Başka bir deyişle, I. şok (1973-1978 dönemi), gelişmekte olan ülkelerin ticaret hadlerini bozma ve bu ülkelerin ihraç mallarına karşı dış talebi azaltma yönünde etkilemiştir. Hiç kuşkusuz bu koşullar altında ödemeler dengesi açıklarının artışı yönünde bir gelişme ortaya çıkmıştır. Bu ge­ lişmeler karşısında söz konusu ülkeler, dış kaynaklara daha büyük ölçüde yönel­ me, döviz birikimini hızlandıran ihracatı teşvik eden modellere kayarak, deflasyonist makro ekonomik politikalar uygulamak zorunda da kalmışlardır. Ancak bu dış şoka karşı geliştirilen ilk ekonomik istikrar politikaları tercihleri, geçmiş dö­ nemlere oranla giderek hızla artan bir dış borçlanma bazına dayandırılmıştır. Ama sonuç olarak yine de bu ülkelerin uyguladıkları bu reaksiyon politikaları, ülke eko­ nomilerinin (ihracatı teşvike yönelenler) dünya ihraç piyasalarındaki paylarım art­ tırmıştır. Bunun yanında bir diğer sonuç ise (ithal ikamesine yönelmiş olanlar), ithal talep gelir elastikiyetinin azalmasına yol açmıştır. Gerek ihracatı teşvik eden. gerekse ithal ikameciligine yönelen ülkelerin hemen, hemen hepsinde deflasyonist politikalar devreye girmiştir. Burada ise başlıca amaç ithal talebindeki artışın frenlenerek, ödemeler dengesi açıklarının azaltılmak istenmesidir(12). Aşağıdaki tablo, her iki şok dönemi için (1973-1978 ve 1978-1983) için söz konusu ülkelerce dış şoklara karşı geliştirilen alternatif politikaların ödemeler den­ gesi üzerindeki etkilerinin analizini içeren bir açıklama getirmektedir. Tablo: 1 Dış Şokların Ödemeler Dengesi Üzerine Etkileri ve Bu Şoklara Karşı İçe Dönük Ülkeler Dışa Açık Ülkeler Dış Şokla r — T ~ Ticaret Hadler Etkileri İhracat Hacmi Etkileri Faiz Oranı Etkileri Toplam Geliştirilen Politikala r • Net ilâve Dış finansman İhracat İthalat İkamesi Deflasyonist Politikanın Etkileri 1974 78 1979 83 1974 78 1979 83 6.3 2.4 8.4 4.9 1.7 15.0 3.6 0.9 2.8 0.4 1.6 5.0 8.8 4.5 - — -26.4 48.6 58.3 19.4 -11.5 29.0 24.3 58.0 89.0 -14.9 15.4 10.3 37.6 11.3 9.8 41.1 Kaynak: B . BALA S S A , " P o l i c y Responses to E x ogenous Shocks in Developing Countries", AER, May, 1 9 8 6 , p . 7 5 . Tablodaki her iki gruba, gerek sanayileşmekte olan ve gerekse geri kalmış ül­ keler dahil edilmiştir. Ancak bunların ulaştığı sonuçlar tabloda birleştirilmiştir. B u ülkeler grubuna Kore, Singapur, Tayvan, Şili, Uruguay, Arjantin, Brezilya, İsrail, Meksika, Portekiz, Türkiye, Yugoslavya, ''yeni sanayileşmekte olan ülkeler" grubu olarak girmektedir. Geri kalmış ülkeler grubuna ise, Kenya, Moritanya, Tay­ land, Tunus, Mısır, Hindistan, Jamaika, Fas, Peru, Filipinler, Tanzanya ve Zam­ bia girmektedir. L grupta yer alan ülkelerden Güney Kore, Singapur, Kore ve Tayvan 1960'ların başından itibaren dışa açılırken, daha önce içe dönük stratejiyi benimsemiş olan (12) 1973'deki Bretton Woods sisteminin yıkıhşıyla ülkeler, deflasyonist politika uygulanmaktansa, dış dengeyi serbest döviz kuru aracılığı ile çözümlemeyi ve iç dengeye de monetarist para politikası araçlarıyla ulaşmayı giderek tercih etmeye başlamışlardır. (ULUDAĞ, İlhan, Ödeme­ ler Dengesinin Ayarlamasında Parasal Teoriler, Bursa, 1977, s. 9 vd,, SERİN Vildan, (Uluslara­ rası Para Sistemindeki Değişmelerin ışığında Türkiye'nin Döviz Kuru Politikası", Hukuk Araş. Dergisi, C.l, s.l, 1986, s.22). Ş i l i ve Uruguay'da 1974-1975 döneminin dış şokları nedeniyle dışa dönük strate­ jiyi uygulayan ülkeler arasına katıldılar. Tersine Arjantin, Brezilya, İsrail, Meksi­ ka, Portekiz, Türkiye ve Yugoslavya içe dönük modelde ısrar etmişlerdir. Ancak ikinci şok döneminde Türkiye dışa açılırken, aksine Şili ve Uruguay içe dönük sanayileşme modeline geçmişlerdir. Geri kalmışlar içinde Kenya, Moritanya, Tayland, Tunus dışa dönük grupta yer alırken, Mısır, Hindistan, Jamaika, Fas, Peru, Filipinler, Tanzanya, Zambia içe dönük ülkeler grubunda yer almaktadırlar. II.A. Dışa Dönük Sanayileşme Modeli Uygulayan Ülkeler İçe dönük model uygulayan ülkelere oranla, bu ülkeler üzerinde dış şoklar, dış ticaret hadlerini ve ihracat hacmini daha fazla olumsuz yönde etkilemiştir. Diğer yandan da dünya ekonomisinde o dönemde hüküm süren resesyonun, ülkelerin ihraç ürünlerine olan dış talebi azaltması sonucu, dünya ihraç piyasalarındaki pazar payları da büyük ölçüde düşmüştür. Şili ve Uruguay gibi dışa yönelik stratejiyi izleyen ülkeler, gerek dış borçlanmanın artışı, ihraç pazarlarındaki paylarının dü­ şüşü sonucu ödemeler dengesi açıkları ve yurt içi üretim kayıplarının artışı nede­ niyle, içe dönük sanayileşme stratejisini uygulamaya başlamışlardır. (GSMH'mn giderek daha az büyümesi). I. Şok döneminde dışa yönelik ülkeler, ekonomik büyüme oranını korumak amacıyla dış borçlanmaya daha fazla giderek ödemeler dengesi sorunlarını azalt­ maya ve geçici olarak büyüme hızlarını korumaya çalışmışlarsa da dönem boyun­ ca büyüme hızlarının giderek azaldığı görülmektedir. Aslında dönem başlarında dış finansmana bağımlılığı az tutmak için her ne kadar deflasyonist politikalar uygulamışlarsa da (bu nedenle borç servis rasyosu % 12'den düşük kalmıştır(13), h i ç kuşkusuz bu gelişme GSMH n m artışını yukarıda da açıkladığımız gibi geçici de olsa azaltmıştır. Ancak II. şok döneminde bu ülkeler, ithal ikamesi ve ihracat teşviki stratejisinin "üretimi artırıcı politikalarını" benimsedikleri i ç i n dış şokla­ rın ödemeler dengesi üzerindeki olumsuz etkilerini kesinlikle telafi etmişlerdir. Böylece ekonomik büyümedeki hızlanmayı sürdürmeyi başarmışlardır. II.B. İçe Dönük Sanayileşme Modeli Uygulayan Ülkeler Özellikle I.Şok döneminde geliştirdikleri ekonomik istikrar politikası sonu­ cu, içe yönelik sanayileşme stratejisi uygulayan ülkeler; dışa yönelik ülkelere oranla II. Ş o k döneminde dış borçları fevkalade yüksek ülkeler haline gelmişlerdir (Türk­ iye ve Yugoslavya hariç). Çünkü bu ülkeler 1979 yılında borçlanma sınırına ulaş­ mışlardır. Diğer içe dönük ülkelerin, tekrar borçlanmaları mümkün olduğu halde borç yükü rasyolarmm fevkalade yükselmesiyle, bu ülkelerde 1982'ye doğru borç krizine girmişler ve kredi değerliliklerini kaybetmişlerdir(14). (14) Bkz. Tablo 2. Aslında içe yönelik ülkelerin ikinci şok döneminde dış borç krizine girmele­ rinin sebebi, ikinci şok nedeniyle yapılan borçlanmadan değil, I. Şok dönemi ya­ pılan aşırı borçlanmadan ve de entansif bir şekilde ne de üretimi artırıcı ihracatı teşvik edici bir politika uygulamak yerine deflasyonist bir politikaya gitmeleri so­ nucu eldeki fonların etkin ve rasyonel bir şekilde değerlendirilememesinden do­ layıdır. Söz konusu ekonomilerin bu olumsuz yöndeki gelişmeleri, borç servis rasyolarınm oluşturduğu trendden açıkça görülmektedir. Gerçekten de bu ülkelerin söz konusu dönemde ihracat paylarındaki büyük kayıplar vermeleri, yaptıkları dış borçlanmanın etkilerini daha belirgin şekilde ortaya çıkmasına ve böylece borç servis rasyosunun önemli bir gösterge niteliği kazanmasına yol açmıştır. Bu rasyo hemen hemen 5 yılda 2 katma çıkmış bulunmaktadır. (1973'de % 22 iken, 1978'de % 4 3 ' e , 1983'de % 5 3 ' e ulaşmıştır). II. Şok döneminde içe dönük olan ülkelerden Meksika ve Peru (Petrol rezerv­ lerinin bulunuşu ile ihracat gelirinin artmaya başlaması), Türkiye (1980 sonrası dışa dönük istikrar politikası uygulaması sonucu; 1980-83 arası ihracatının he­ men hemen 2 katma çıkmış olması), Brezilya (ihracat teşviki uygulamasına geçişi dolayısıyla ihracatını geliştirmiş olması) dışındaki tüm ülkeler, ihraç piyasaların­ daki paylarını giderek hızla kaybetmişlerdir. III. DIŞ ŞOKLARA KARŞI GELİŞTİRİLEN POLİTİKALAR Bu konudaki gelişmeleri, özelliklerine göre gruplamaya çalışacağız. 1- Her iki şok döneminde dışa dönük ülkeler, ihraç piyasalarındaki payların­ da büyük kazançlar sağlarken, içe dönük ülkeler ise (hatta birkaç ülkede II. Şok döneminde yoğun bir şekilde ihracatı teşvik uygulamasına geçilmiş olduğu hal­ de) ihraç piyasalarında önemli kayıplar vermişlerdir. 2- Dışa dönük ülkelerde hem ithal ikamesi, hem ihracatın teşviki politikasın­ da "üretici sektörlere" önem verildiği görülürken, içe dönük ülkeler ise sadece ithal ikamesi stratejisinde ısrar etmişlerdir. B u nedenle her iki grup ülkenin ihra­ cat performansında gözle görülür bir farklılık sağlanmıştır. 3- Dışa dönük ülkelerde (ve bazı içe dönük ülkelerde) enflasyonun göz önüne alınarak sürekli kur ayarlamasına gidilirken, içe dönük ülkeler ise paralarını aşırı değerlendirmeye yönelmişlerdir. Ancak bu durum hiç kuşkusuz, onların dış borç­ larında giderek artan bir gelişmeye neden olmuştur. Çünkü bu ülkeler, ödemeler dengesi açığını kambiyo kurlarıyla ayarlama ile sağlama yerine, dış finansmanla (borçlanma) kapama yoluna tercih gitmişlerdir. Dışa dönük ülkeler ise dış borç­ lanmaya sadece kambiyo kurlarını desteklemede başvurmuşlardır. 4- Dışa dönük ülkeler, içe dönük ülkelerin uzun yıllar tecrübede ısrar ettiği ithal ikameciliği stratejisini de uygulamışlardır. Ancak bu uygulamayı, ihracatın gelişmesini teşvik edecek alanlarda uygulamışlardır. Bunun yanında ayrıca ger­ çek kambiyo kuru politikasını izlemeler, bu konudaki başarı derecesini oldukça arttırmıştır. Halbuki içe dönük ülkeler ise ithal ikameciliği uygulamaları sonucu, ithalatla yurt içi üretim yer değiştiremediği gibi ihracat da ikinci plana atılmıştır. 5- Dışa dönük ülkelerde ihracat teşvik politikaları sonucu ihracat gelişirken, bu olay ithal ikameciliğini de kendiliğinden geliştirmiştir. Özellikle bu olgu, büyük hacimlerdeki ihraca t sonucu ölçek ekonomilerin ortaya çıkışı ve maliyetlerin düşmesi ile gerçekleşmiştir. Böylesine etkin bir ithal ikameciligi uygulama­ sı, pekçok içe dönük ülkede uygulanan ithal ikameciligi ile zıt bir görünüm içer­ sindedir. Bu nedenle bu durumdaki içe dönük ülkelerdeki ithal ikameciligi, kar­ şılaştırmalı dezavantaj olan ve yurtiçi piyasa sınırlarına ulaşmış bulunan endüst­ rilerde döviz kazandırıcı niteliğini kaybetmiş gözükmektedir. 6- Dışa dönük ülkeler, imalat sanayi faaliyetlerine (ara ve nihai mal üretimi) yönelik ithal ikameciligi uygularlarken, ilksel mallar üretimine de benzer teşvik ve destekler getirmişlerdir. Halbuki içe dönük ülkeler, yoğun ithal ikameciliğini sadece imalat sanayiine uygularken (ayırımcı politika uygulamalarından dolayı), ilksel mallar üretiminin ise pek çok sorunlar içinde bulunduğu görülmektedir. 7- Yine dışa dönük ülkeler, dünya piyasasındaki fiyatların yükselmesine pa­ ralel olarak enerji fiyatlarını yükseltmeye gitmişler ve böylece bu alandaki alter­ natif enerji kaynaklarının ortaya çıkarılmasına dolayısıyla ithal ikamesinin ger­ çekleşmesine yol açmışlardır. 8- Dışa dönük ülkelerde, ilksel mallar üretimine karşı ve de ihracata karşı ayı­ rımcı politika uygulanmayışı sonucu, yatırımların etkinliğinin artması ekonomik büyümeyi arttırmıştır. İçe dönük ülkeler ise bilindiği gibi pür ithal ikameciliğine yönelmişler ve böylece ihracatı elimine ettikleri gibi, ithal ikameciliğinde de ayı­ rımcı politika uygulamışlardır (İmalat sanayii tercihi). Ayrıca ilksel mal üretimi­ ni de büyük ölçüde gerekli teşvik ve korumadan uzak bırakmışlardır. 9- Dışa dönük ülkelerde, serbest piyasa kurallarına uygun politikalar (liberal fiyat politikası, kamu ekonomik kuruluşlarında, ekonomik gerçeklerin ışığında rasyonel kararların alınması gibi), yatırımların etkinliğini arttırıcı bir etki yapmıştır. B u ise ölçek ekonomilerin ortaya çıkmasını, ihracatın ve kârlılık oranlarının art­ masını sağlamış ve ekonomik büyümenin hızlanmasına ortam hazırlamıştır. İçe dönük ülkelerde ise ilksel mallar üretimini ve ihracatı ikinci plana atan bir teşvik sistemine eğilim gösterilmesi yanında serbest piyasa kurallarına uygun politikaların tercih edilmemesi, özellikle fiyat kontrollerine gidilmesi yatırımla­ rın etkinliğini ve rasyonel kaynak dağılımını olumsuz yönde etkilemiştir. Tüm bu yorumlar, yatırımların verimliliğini ortaya koyan (sermaye/hasıla) rasyolarmdaki büyük farklılıklardan da açıkça anlaşılmaktadır. Dışa dönük ülkeler : (1973-79) için 4 . 1 , (1979-84) için 7.4 İçe dönük ülkelerde: (1973-79) için 4 . 9 , (1979-84) için 8.6 Bu rasyolarm her iki grup ülkede de uygulanmış olan deflasyonist politikalar sonucu yükselmiş olduğu görülmektedir. 10- Dışa dönük ülkelerin, içe dönük ülkelere oranla oldukça yüksek yurtiçi tasarruf oranlarına sahip oldukları görülmektedir. Dışa dönük ülkeler İçe dönük ülkeler 1973-79 % 25.6 % 21.0 1979-84 % 25.7 % 20.9 Kamusal tasamıflar açısmdan konu ele almdığmda, dışa dönük ülkelerin bütçe açıklarını sınırladıklarını, içe dönük ülkeler de ise bütçe açıklarına büyük çapta başvurulduğu ve buna paralel olarak önemli düzeyde iç borçlanmalara gidildiği görülmektedir. Özel tasarruflar yönünden ise dışa dönük ülkelerde faiz enflasyo­ na karşı pozitif getiri sağlarken, içe dönük ülkelerde ise bu negatif şekilde belir­ lenmektedir. 11- Dışa dönük ülkelerde yatırımların verimliliği (K/H) ve yurtiçi tasarruf oran­ ları yüksek düzeylerde gerçekleşebilirken, içe dönük ülkelerin ancak bazılarında yatırımların etkinliği ve yurtiçi tasarruf düzeyindeki artışlar, dış borçlanmanın etkin kullanımıyla kısmen sağlanabilmiştir. Bir başka deyişle, bu olgu dışa dö­ nük ülkelerde, içe dönük ülkelere oranla ekonomik büyümenin oldukça yüksek bir düzeyde ve zaman içerisinde artan bir farklılıkla gerçekleşmesinde açıkça gö­ rülmektedir. LO ^0 ^ o CD r 0 o in Lo CD CD eo HC< o ^^ C O 00 c d th 0 05 0 0 i o 0 I' K ts ş O0 n CO m cm 'CD CM 0 0 tN t H 0 0 o o CM C D C D 0 o:) 0 0 C CD r CTD lO CSî ' ın ınOv 00 cx ) ın o HC OOs l V tN C M O ) ı s . C D Cvî C M ^ C M İ N ÎN r H 0 0 C M ' İN ın C M İN C M tH tN . 00 0 0C D Ln 00 t< CM ın OC CD cd CM 0 u 0 CD ın r H rH 0 0 ın 0 0 cn tv. tHCO rH • OC O m 0 i ^ CMC M M 0 0 (D İCv ! EH cd CD ın r H CvİC M ^ °t %CM ° CM İN r H C O r H ' ^° o ö CD 0 0 0 0 İ N t N CD O İ O Î ^ CD r H Î N C\ I ' rH İ N İ N ın C M ın C O 0 0 ^° CO CD r H İ N CM ' CD CD 0 0 CD ZD ^ OD rH 00 00 ^ İ Nİ N d ın ınC D O CM° ın od O) ın ^ CD O^ İ ^ ° o 00 LO C M C M CM rH r Hr H CD r H İ N C M ' ^s CD C D ^ MC M c6 CD O C cö ın o< i ov i 0 0 r H O C MC M CD r H 0 0 C M ' ^ a o CD / . O) OC X 0 0İ N 00 r H O ) ^ ' CD r H İ N C M " (y> w ^ " C M 0s i ) s öö 0C O o^ ^ cd 0 cd 26 CD / 0s . ÇQ ^ . cd .2 ö Cd ^ İ f a ^c d « „ ^ o^ H m^ mo sm ü cö cd içe Dönü k Ülkele r Grub u 1-1. Şok döneminde dış şoklara karşı aşırı düzeyde dış borçlanmaya gü­ venmeleri. 2- İhracatı ve ilksel mal üretimini ikin­ cil plana atan, ayırımcı ithal ikameciliği uygulamaları. 3- Serbest piyasa ekonomisi kuralları­ nı uygulamamaları, özellikle aşırı fiyat kontrollerine gitmeleri. 4- Yüksek maliyetli kamu yatırımları­ na büyük çapta yer vermeleri nede­ niyle mevcut fonların verimli kul­ lanımım saglay amamaları. Dışa Dönü k Ü l k e l e r Grub u 1- Her iki şok döneminde de GSMH büyüme oranındaki geçici bir dü­ şük büyümeyi dönem başında ka­ bullenmişlerdir. Bu nedenle dış borçlanmayı sınırlamışlardır. Eko­ nomik büyümeyi; üretimi ve verim­ liliği arttırıcı politikaların uygula­ masının sonuçlarına bırakmışlardır. Ancak sonuçlar olumlu olduğun­ dan, büyüme zaman içerisinde hız­ lanarak devam etmiştir. (1981-84) Dönemi: GSMH artışı % 5.3 5- Ağır borç yükü altında, ihracat ge­ lirlerinin geliştirilememesi sonucu kredi değerliliğinin yitirilmesi. 6- Üretimi arttırıcı politikaların uygu­ lanmaması ve dış finansmana limit getirilmemesi sonucu, II. Şok dö­ neminde deflasyonist politikaya gi­ dilmesi, ekonomik büyümeyi bü­ yük ölçüde azaltmış bulunmakta­ dır. (1981-84) Dönemi: GSMH artı­ şı % 1.7 Görüldüğü gibi iki grup ülke arasındaki büyüme farkı oldukça önemlidir. Tablo 3 Sanayileşmiş Ülkelerde G S M H ' n m Reel Büyüme Hızı, 1975-85 (%) Ülkeler Fransa Almanya Japonya İngiltere ABD Ortalama 1979 1980 1981 1982 1983 1984 1985 3.5 4.4 5.2 1.8 3.2 3.6 1.1 2.0 4.8 -2.6 -0.2 0.9 0.3 -0.1 4.1 -1.4 3.4 2.2 1.8 -1.2 3.3 1.5 -2.1 -0.2 0.7 1.3 3.4 3.7 3.7 3.0 0.6 2.7 5.8 2.3 5.2 1.2 1.0 2.3 5.0 3.3 2.5 2.8 Kaynak: World Bank Development Report 1986, Washington s.15.) Tablo 4 7 SANAYİLEŞMİ Ş ÜLKED E GSM H PAYI OLARA K BÜTÇ E DENGES İ Ülkeler Kanada Fransa Almanya İtalya Japonya İngiltere ABD 1979 -1.8 -0.7 -2.7 -9,5 -4.8 -3.2 0.6 1980 -2.7 0.2 -3.1 -8.0 -4.5 -3.9 -1.2 1981 -1.6 -1.8 -3.8 -11.9 -4.0 -3.2 -0.9 1982 -5.0 -2.7 -3.4 -12.6 -3.6 -2.3 -3.8 1983 -6.2 -3.1 -2.8 -12.4 -3.5 -3.5 -4.1 1984 -6.4 -2.8 -2.3 -13.5 -2.6 -4.0 -3.4 (Kaynak, OECD, 1 9 8 5 . c. Not: Negatif işaretler Bütçe açıklarını gösterir.) 1985 -6.0 -3.2 -1.5 -13.0 -1.4 -3.6 -3.7 İKİNCİ BÖLÜ M İÇ DENGEY İ AMAÇLAYA N POLİTİKALA R V E UYGULAMALARI 1. TEORIDE i ç DENGE VE ILGILI POLITIKALAR Bilindiği gibi büyük deprasyonun oluşturduğu noksan istihdam ve talep ye­ tersizliğinin sebep olduğu problemler ''laisser-faire" felsefesine dayanan klasik görüşlerin dışmda yeni ekonomi politikaları aranması gerekliliğini ortaya koymuş­ tur. Keynesin (1936) yayınladığı ''Genel İstihdam Teorisi Para ve F a i z " adlı eseri yeni ekonomi politikalarının temelini oluşturmuştur. Keynesci Gelir Harcama Te­ orisi, ekonomik istikrar politikasından devletin harcama ve vergi düzenine da­ yanmaktaydı. Harcamaları arttırarak, efektif talep yaratma ve böylece tam istih­ dama ulaşmak amacına yönelmişti. Bu görüşe dayanan istikrar politikaları özellikle İL Dünya Savaşı'ndan sonra gerek gelişmiş, gerek gelişmekte olan ülkelerde uygulanmaya konulmuştur. Key­ nesci çarpan mekanizmasına dayalı bu politikaların uygulamaları sonucunda nok­ san istihdamın giderilmesi için kamu harcamalarının ve yatırımların arttırıldığı­ nı görmekteyiz. Bu dönemde ekonominin altın devrinin yaşanıldığına inanılmış, piyanonun tuşlarına basar gibi ekonomik politikası araçlarıyla ekonomik hedefle­ rin elde edileceğine güven artmıştır. Gerçekten de bu dönemde işsizliğin azaldığı ve hızlı bir ekonomik büyümenin gerçekleştiği görülmektedir. Anckk bu iyimser­ lik uzun sürmemiştir. 1970'lerden sonra ABD, Japonya gibi gelişmiş ülkelerde bi­ le görülen çift rakamlı enflasyonlar ve stagflasyon Keynesci görüşlere olan bu inancı zedelemiştir. 1970 yılları enflasyonunu "Modern enflasyon" olarak adlandırılan 1974 yılı Nobel ödülünü kazanmış ünlü liberal iktisatçı F.G. Hayek bile enflasyonun ne­ denlerini Keynesci ekonomik politikalarının sonuçlarına dayandırmaktadır. Y i ­ ne Laidler 1970 sonrası İngiltere'deki enflasyonun sorumlusu olarak tam istidamı sağlama amacını esas alan mali politikaların yan ürünü olan parasal genişlemeyi görmektedir(15). B u nedenle son yıllarda geleneksel para teorisi, Monetarizm adı altında yeniden gündeme gelmiştir. Friedman ve Chicago okulunun hem teorik, hem ampirik çalışmaları Keynesci görüşün kamu harcamalarının toplam istihdam seviyesini değiştirebileceği tezini doğrulamamıştır. Böylece ekonomik istikrar po­ litikalarında mali ve monetarist politikaların nisbi önemleri tekrar aktüelleşmiştir. L A . Keynesci Yaklaşım ve İç Denge Keynesci görüşe dayanan ve Sabit Kur Sistemi altında işleyen bu politikalar­ da iç denge harcama değiştirici politikalarla elde edilmekte, dış denge ise, harca­ ma kaydırıcı politikalarla sağlanmaktadır. İç denge, arzulanan bir istihdam, fiyat istikrarı seviyesi ya da, bunların belli bir bileşimlerine ulaşmak şeklinde tanımlanmaktadır. İç ekonomik dengenin bo­ zulması ise, işsizlik ve enflasyon şeklinde ortaya çıkmaktadır. B u durumda har- (15) LAIDLER, D. -PARKIN, M.: Inflation, A Survey Econonüc Journal, 84 (4), 1975, p.485. cama değiştirici (para ve maliye politikaları) uygulamaktadır(16). Ekonomide bir durgunluk olduğunu varsayarsak, harcama artırıcı politikalar uygulayarak, iç denge amacına ulaşmamız mümkün olacaktır. Bu durumda ge­ nişletici maliye politikası, kamu harcamalarındaki artış ve/veya vergilerin azal­ tılması şeklinde kullanılır. Keynesci yaklaşım içersinde, genişletici kolay para po­ litikası ise, faiz oranlarında bir düşüşe sebep olur, bu da yatırımları uyarır. Ekonomide durgunlukla birlikte, ödemeler dengesinde açık da varsa, iç den­ geyi sağlayıcı genişletici para ve/veya maliye politikaları sonuçta dış dengeyi olum­ suz etkileyecektir. Çünkü, genişletici politikalar sonucu, milli gelirdeki genişle­ me ithalatın artmasına yol açar, bu da faiz oranlarındaki azalmaya ve kısa vadeli sermaye çıkışma yol açabilir. Bu da açığı genişletici bir olumsuz etki ile sonuçla­ nır. Ekonomide enflasyon ve dış ödemeler dengesinde fazlalık olduğu bir durum­ da, uygulanacak sıkı para ve/veya sıkı maliye politikaları ise, enflasyonu önleye­ cek, fakat dış dengeyi olumsuz etkileyecektir. İç dengeyi sağlayıcı politikaların, dış denge üzerinde, meydana getirdiği bu olumsuz etkilere karşılık, aşağıdaki iki durumda da olumlu gelişmelere yol aç­ maktadır. Eğer ekonomide durgunluk ve fazla varsa, genişletici para ve/veya maliye po­ litikaları dış dengedeki fazlalığı giderirken, ekonomiyi de durgunluktan kurtara­ caktır . Enflasyon ve açığın bulunduğu bir ekonomide, sıkı para - sıkı maliye poli­ tikaları, dış denge üzerinde de olumlu değişmelere sebep olacaktır. Ancak iç den­ gesizliği sağlamaya yönelik, para ve maliye politikalarının kullanılması, iç den­ geyi sağlarken, son iki durumda dış dengesizliği bütünüyle gidermez sadece iyi­ leştirir. Burada gözden kaçırılmaması gereken bir önemli nokta da, enflasyonu önle­ meyi amaç alan, sıkı para-maliye politikaların büyümeyi ve işsizliği olumsuz et­ kilemesidir. Başka bir ifadeyle çelişki, sadece iç ve dış denge amaçları arasında değil, iç denge amaçlarının kendi arasında da bulunmaktadır. I.B. Moneterist Yaklaşım ve İç Denge Keynesci görüş milli gelir seviyesini belirleme sorununu ön plana çıkartarak, para-fiyat ilişkisini uzun süre gözden kaçırmıştır(17). Halbuki Keynesten önce Kla(16) Gerek Keynesci ve gerekse Monetarist yaklaşımlarda, ' 'Harcama Değiştirici Politikalardan'' ya­ rarlanılmakta dır. Ancak her iki ekolün, para politikasına bakış açıları farklıdır. Monetarist teo­ ride para teorisinde fiyatlarla para miktarı arasında direkt ilişki kurulurken, Keynesci yakla­ şımlarda bu ilişkiden kaçınılmıştır ve para talebini belirleyen önemli bir değişken olarak faiz oranı kabul edilmiştir. (17) Keynesci model, milli gelir ve istihdam seviyesini belirlemeyi amaçlamaktadır. Tasarruf-yatırım eşitliğine dayanan modelinde Keynes, toplam talep, toplam arz kavramlarına önem vermekte­ dir. Eğer ekonomide atıl kaynaklar varsa, ekonominin toplam hasılası, tasarrufların yatırımlara eşitleyecek bir seviyede oluşacaktır. Tam istihdam durumunda ise tasarruf-yatırım eşitliği, üre­ timdeki değişme ile değil, fiyatlardaki değişme ile sağlanmaktadır. Bu durumda fiyatlar ya da ücretler herhangi bir mekanizma ile reel tasarruf ve reel yatırımlara bağlandığında, yatırım-tasarruf sik Miktar teorisi, paranın fiyat seviyesini belirlemedeki rolünü açıklamıştır. Pa­ ra arzmdaki artışlar iddihar edilmediği sürece ekonomideki değişkenler bundan etkilenecektir. Monetarist görüşe göre, para exojen bir faktördür. Bu etkileşimin yönü para­ sal büyümeden, fiyat artışlarına doğrudur(18). Yalnız fiyat artışlarının, sadece para arzı artışlarından kaynaklanabilmesi için para talebi az sayıdaki bir değişkenin istikrarlı bir fonksiyonu olmalı ve bu değişkenler zaman içinde az çok sabit kal­ malıdır. Bundan başka talebi belirleyen etkenler arzı belirleyen etkenlerden ba­ ğımsız olmalıdır. Başka bir ifadeyle, para talebi fonksiyonunda, arz fonksiyonun­ da bulunmayan en az bir değişken olmalıdır(19). Bu düşünce faiz oranına karşı esnek olmayan kararlı bir para talebi fonksiyo­ nunun varlığı varsayımına dayanmaktadır. Böylece paranın dolaşım hızının is­ tikrarlı olduğu bir modelde, parasal işlemlerin ekonomik faaliyetler üzerinde bü­ yük ölçüde etkili olduğu sonucuna varılmaktadır. Böylece para arzı kontrol edile­ rek, parasal gelir istihdam ve fiyat seviyesinde istenen ekonomik hedeflere ulaşılmaktadır(20). Keynesci istikrar politikalarında, para talebi, faize esnek olduğu için, parasal genişleme veya daralma, sadece faiz oranını değiştirmekte, gelir seviyesi üzerin­ de pek etkili olamamaktadır(21). Böylece para arzı ile milli gelir arasında sıkı bir ilişki söz konusu değildir. Buna karşılık, monetarist görüşü savunanlar ise, bu gö­ rüşü reddetmektedir. Bu yaklaşıma göre, para arzmdaki bir artış doğrudan doğru­ ya harcamaları fiyatları ve çeşitli fiziksel varlıkların reel gelirlerini etkileyebilmek­ tedir. Ayrıca monetaristler, para talebinin faiz oranları seviyesini belirtmediğini, sadece reel ankes miktarını tesbit ettiğini ileri sürmektedirler. Bundan başka, pa­ ra oteritelerinin, reel ankes miktarını değiştererek, faiz oranlarında sürekli deği­ şiklikler yapabileceklerini kabul etmemektedirler. Keynesci yaklaşımda, sadece para ve mali varlıklar birbirlerini ikame etmektedirler(22). Böylece mali varlıkların verimlerindeki değişiklik, işletme yatırım­ larında ve çarpan mekanizması aracılığı ile tüketim harcamalarında bir değişikli- (18) (19) (20) (21) (22) eşitliği enflasyonun incelenmesinde, kullanılabilecek bir araç olmaktadır. Bu şart sağlandığın­ da yani ekonomi dengede iken, harcamalardaki bir artış çarpan aracılığı ile toplam harcamaları arttıracaktır. Reel üretim artmıyorsa, enflasyonist açık oluşacak ve fiyatlar yükselecektir. (JOHNSON, H.G., Essays in Monetary Economics, 2 nd Edition, G.Allen and Un win Lmt. Lon­ don 1960 ve A Survey of Inflation", Indian Economic Rewiev, 6.4. 1963). SWARTZ, A., 40 ülkeyi içine alan 1952-1969 dönemine ait araştırmasında, para arzı, milli ge­ lir oranının büyüme oranıyla enflasyon oranı arasında 0.942 lik korelasyon katsayısı bulmuş­ tur. Buna dayanarak para arzı büyüme oranının, enflasyonu açıklamada en önemli değişken ol­ duğunu savunmaktadır. SWARNTZ, A., Secular Price Change in Historical Perspective, Jour­ nal of Money Credit and Banking Part 11,5 (1), 1973, LAIDLER, D., PATIN KIN, M., Inflation: A Survey, ''Economic Journal, 85 (4), 1985, Friedman, sürekli gelir hipotezini kullanarak, para talep fonksiyonunun faize inelastik olduğu­ nu ileri sürmüştür. FRIEDMAN, M., The Demand for Money: Some Theoritical and Emprical Results, JPE, August, 1959, p . 3 2 7 - 3 5 1 . Bu konuda batı ülkelerinde yapılan araştırma sonuçları, para talebinin faiz oranına esnek oldu­ ğunu doğrulamaktadır. FRIEDMAN, M., "The Role of Monetary Policy" AER, March, 1968, p. 2-3. ğe sebep olmaktadır. Buna karşılık monetaristler, mali varlıkları, paranın yakın bir ikamesi olarak dikkate almamaktadırlar(23). Para ile diğer varlıklar arzında ika­ me esnekliği düşüktür. Bu yaklaşım içinde ekonomik birimler istediklerinden daha fazla paraya sahip olduklarında, bu parayı sermaye malları ve dayanıklı tüketim malları alanına yatıracaklardır. Para arzmdaki bu değişikliğin etkisi geniş olarak yayılacaktır. Reel varlık talebindeki yükselme, bu varlıkların üretiminde bir artı­ şa sebep olacak ve parasal gelir yükselecektir. Sonuç olarak, monetaristlerin, Keynesciler gibi, para arzmdaki değişmelerin faiz aracılığı ile, ekonomik faaliyet üzerinde bir artışa sebep olacağına inanma­ maktadırlar. Monetarist görüşe göre, para arzmdaki artış, reel varlık üretim sevi­ yesinde artışa sebep olacaktır. Bu da, para arzıyla, parasal gelir arasında direkt bir ilişkinin varlığını ortaya koymaktadır. Özellikle az gelişmiş ülkelerde, parasal işlemler ekonomik faaliyetler üzerinde daha büyük bir etki yapmaktadır. Bu da daha kısa bir zaman gecikmesine yol açmaktadır. Para arzı, faiz oranlarına göre, para oteritelerinin kararlarına daha yakından bağlıdır. Ayrıca faiz oranlarının bir ölçü olarak kullanılması durumunda, düşülecek hata oranı, para arzının ölçü ola­ rak kullanılmasından daha fazladır. Para arzını, para oteriteleri istedikleri zaman kontrol edebilirler. Ayrıca az gelişmiş ülkelerdeki para arzı ve sermaye piyasası, yeterince organize olmadığı için, parasal işlemlere ait araçların alanı, rolü ve et­ kinliği sınırlıdır. Bu sebeplere bağlı olarak, gelişmekte olan ülkelerin yapısının monetarist teorinin uygulanmasına daha elverişli olduğu ileri sürülmektedir. IL DIŞ ŞOKLARıN IÇ DENGE ÜZERINE ETKILERI Petrol şokları, gerek gelişmiş gerek gelişmekte olan ülkelerin iç dengelerini bozmuştur. Bu bozulan dengeleri düzeltmek için, gelişmiş ve gelişmekte olan ül­ keler tarafından politikalar geliştirilmiştir. ILA. Dış Şokların Parasal Değişkenlere Etkileri Her iki şok döneminde de, hem içe dönük hem de dışa dönük ülkelerden bir kısmı, iç dengeye ulaşmak için, monetarist istikrar paketleri uygulamaya başla­ mıştır. Bu politikaların, iç denge üzerinde meydana getirdiği etkiler konusunda, ampirik çalışmalar yapılmıştır. Bunlar arasında önemli bir yer tutan. Maxwell FRY(24) in araştırmasında, gerek kalkınmış, gerek kalkınmakta olan 55 ülke üze­ rinde, parasal büyümenin negatif ekonomik büyümeye yol açtığı doğrulanmıştır. Bundan daha önce, Robert Lucas (1973), Roger Kormendive, Philip Meguire (1984,1985)(25) uzun dönemde ve orta dönemde, parasal büyümenin, ekonomik büyümeyi azalttığı sonucunu elde etmişlerdir(2 6). (23) TOBIN, J., ' 'An Essay on Principles of Debt Management Policies'', Ccmmission on Money and Credit, Englewood Cliffs, New Jersey, 1963, p. 106. (24) FRYJ.M. -LILIEN,D.M.: "Monetary Policy Responses to Exogenous Shocks", AER, May, 1968, p. 79-83. (25) Aynı eser, s. 79. (26) Bu bulguların aksine, J. Tobin, uzun dönemde, parasal büyümenin ekonomik büyümeyi artır­ dığı sonucunu elde etmiştir. Gelişmiş ülkeler, dış şoklar karşısında, gelişmekte olan ülkelere oranla, daha düşük büyüme oranını başlangıçta kabullenmişlerdir. Fert başına gelir seviyele­ rinin, gelişmekte olan ülkelere oranla oldukça yüksek olmaları dolayısıyla geliş­ miş ülkelerin ekonomileri daha düşük ekonomik büyümeyi kaldırabilmiştir. Bu nedenle de, gelişmiş ülkelerdeki para politikaları uygulamaları, daha az ekono-mik ve sosyal maliyet yaratmışlardır. Buna karşılık, gelişmekte olan ülkelerde fert başına gelir seviyesinin düşük olması ve belli kalkınma politkaları yürütmek zo­ runda oluşları yüzünden, başlangıçta daha düşük bir ekonomik büyüme oranını benimseyememişlerdir. Ancak, şok sonucunda, çok daha düşük, hatta negatif eko­ nomik büyüme oranları ile karşılaşınca, şokların ekonomik ve sosyal maliyetleri gelişmiş ülkelere oranla çok daha yüksek olmuştur. Negatif ekonomik büyümenin sebeplerini araştıran bir başka çalışmada da(27), genişletici para politikaları uygulayan ülkelerde, bu durum enflasyona, bunun da fiyatlardaki belirsizliğe ve ekonomik büyüme oranlarındaki düşüşlere yol açtığı belirtilmiştir. Bir başka araştırmada da, hükümetin kredi rasyosunun büyümesi (toplam krediler içinde, kamu kredilerinin oranı), buna karşılık özel sektörün kredi rasyosunun azalması sonucu büyümeyi geciktirici bir etkinin ortaya çıktığı belirtilmektedir(28). Enflasyon ve faiz hadlerinin yüksek olduğu bir ortamda, nominal kredi ge­ nişlemesine rağmen, reel faiz hadleri üzerinden kredi bulmada büyük güçlükler doğmaktadır. Böylece optimal altı kurumsal krediler gerek yatırımın kalite ve kantite yönünden gelişmesini engellemekte, gerekse büyüme oranında geciktirici bir etki yapmaktadır. Ekonomik büyümeyi azaltan diğer bir faktör, petrol ihraç eden ülkelerde gö­ rülen petrol fiyatlarındaki artıştan negatif yönde ve önemli ölçüde etkilenmekte­ dir. Çünkü, petrol fiyatlarındaki artış, parasal büyümeye o da negatif ekonomik büyümeye sebep olmaktadır. Parasal büyümeyi öngören genişletici politikalar, orta vadede, çok yoğun pa­ ra politikası uygulanmazsa, pozitif yönde ekonomik büyüme sağlamaktadır. An­ cak uzun dönemde ise, negatif ekonomik büyüme ile sonuçlanmaktadır. II.B. Dış Şokların Mali Değişkenlere Etkileri Dış şoklar, gerek gelişmiş, gerekse gelişmekte olan ülkelerin mali sektörleri­ ni de etkilemiştir. I I . B . l . Gelişmiş Ülkeler Yönünden Gelişmiş ülkelerde, mali sektörün dışa bağımlı olmaması, dış şokların ülke­ nin gelirleri ve mali değişkenleri üzerindeki tesirlerini daha az seviyeye indirge(27) Bu araştırmalar, C.GLEZAKOS tarafından 1978'de ve Axel Leionhufvud tarafından ise 1981 yı­ lında yapılmıştır (FRY.M, a.g.e, p.80). (28) A.BLINDER ve J.STIGLIZ, 1983 yılında yaptıkları çalışmada bu sonucu elde etmişlerdir (FRY.M, a.g.e, p.80). inektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise, tam tersi bir durum ortaya çıkmaktadır. Gerçekten de, 1973 petrol krizi gelişmiş ülkelerin, ithâl faturalarını artırarak, reel gelirlerini azalttığı zaman, hükümet, kamu harcamalarını ve transfer ödemelerini çoğaltarak, bu durumu telâfi yoluna kolaylıkla gidebilmiştir. Ancak bu telâfi, ka­ m u harcamalarında sağlanan direkt, global artışlarla değil, selektif uygulamalar­ la gerçekleştirilmiştir(29). Bundan dolayı, 1975'lerde, OECD ülkelerinde görülen mali sektör açıklan, vergi oranlarının düşürülmesinden kaynaklanmıştır. Geliş­ miş ülkeler, petrol şokları karşısında sıkı para, gevşek mali politikalarına yönel­ mişlerdir. II.B.2 Gelişmekte Olan Ülkeler Yönünden Gelişmekte olan ülkelerin ise mali sektör açısından büyük ölçüde dışa bağımlı olmaları, dış şokların mali değişkenlere olan etkilerini kontrol altına almalarını güçleştirmektedir. Bu ülkelerde, bütçe ile ödemeler dengesi kalemleri (dış sek­ tör) arasında yakın bir bağ bulunmaktadır. Bu bağımlılığın sebebleri arasında, bu ülkelerde dış ticaret vergilerinin, ithalattan sağlanan ülke içi satış vergilemeleri­ nin yüksek oranda oluşu, maden ihracatına uygulanan yüksek gelir vergisi oran­ ları, dış borçlanma ve dış bağışlara kamu sektörünün büyük ölçüde bağımlı olma­ sı sayılabilir. Gerçekten de, gelişmekte olan ülkelerde dış ticaret vergileri (İhracatİthalat vergileri, toplam vergi gelirlerinin 1/3'ünden fazlasını oluşturmaktadır. Bu­ nun yanı sıra, bu ülkelerde, kamu gelirlerinin % 50'den fazlası belki de direkt olarak dış sektöre bağlı bulunduğu ileri sürülmektedir(30). Çünkü dış ticarete ko­ nu olan temel madenlerin çoğunun kamulaştırıldığı ve yine borçlanmanın büyük bir kısmının kamu sektörünce yapıldığı görülmektedir. B u durumda, dış borç ma­ liyetlerinde bir değişme olduğu zaman, hükümetin gelir kaynakları anında ve di­ rekt olarak etkilenmektedir. Gelir kaynaklan yönünden mali sektör ile dış ödeme­ ler dengesi (dış sektör) arasındaki bu sıkı bağ, aynı zamanda harcamalar yönün­ den mevcuttur. Bilindiği gibi, dış şoklar nedeniyle mali gelirler düştüğü zaman, bu azalış, harcamalara da aynen yansımaktadır. II.C. Gelişmekte Olan Ülkeler Tarafından Dış Şoklara Karşı Geliştirilen Mali Politikalar Gelişmekte olan ülkeler tarafından dış şokların etkilerini gidermek amacıyla uygulanan politikalar üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmaktadır. Bunlardan; Gu­ ide Tabellini'nin 1985'de yaptığı araştırma(31) oldukça önemlidir. B u çalışma, oldukça teoriktir ve kısa dönemde, politika yapıcıların politik araçları kontrol ede­ bileceği sonucuna varmaktadır. Ayrıca, politika yapıcılarının optimal politika uy­ gulayabilmek için gerekli bilgiye sahip olduklarını varsaymaktadır. Ancak ger­ çek dünya çok karmaşıktır.. .ve bütün dünya ülkeleri için var olan engeller, geliş­ mekte olan ülkelerde çok daha fazladır (32) (29) Petrol artışlarından hangi kesim zarar gördüyse, oraya selektif transfer uygulanmıştır. TANZİ, V., "Fiscal Policy Responses to Exogeneous Shocks in Developing Contries", AER, May, 1986, p.89. (30) Aynı eser, p.89. (31) TABELUNI, G., "The Reaction of Fiscal Policas the 1979 Shock in Selected Developing Countries" Theary and Facts, Mimeo, 1985. (32) TANZÎ, v., a.g.e., p.90. Grafik: 1 Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerde Reel GSYİH'nm Büyüme Hızı (1961-1985) Reel GSYÎH Gelişmekte Olan Ülkeler Gelişmiş Ülkeler 1961 196 5 197 0 197 5 198 0 1985 ^ Yıllar Kaynak: World Development Report, Washington, 1986 , s.15. Bu engellerden birincisi, değişik politika araçların nasıl kullanılacağı ve eko­ nomide nasıl işleyeceği konularında, hükümet seviyesinde zıt görüşlerin oluşma­ sıdır. B u şartlar altında çelişkili öneriler, en iyi şartlar olarak kabullenilmektedir. İkincisi, yürürlükte bulunan politikalarla yürürlüğe koyanlar ve uygulayıcıları ara­ sında uyumsuzlukların bulunmasıdır. Meselâ vergi kanunu değiştirmek, bu ül­ kelerde kolay olabilmekte, ancak vergi idaresi tarafından uygulamaya sokulması aynı derece kolay ve başarılı olamamaktadır. Bu durumda, kurumsal yapının ye­ tersizliğinden kaynaklanmaktadır. Üçüncüsü, bu ülkelerde, politika araçlarında­ ki değişiklikler, politika değişmeleri bazen bürokrat ve teknotrat gibi politika ya­ pıcılarının dışındaki güçlerin reaksiyonları ile nötr hale getirilmesidir. Dördün­ cüsü ise, istatistiki degerlendirmelerdeki hata ve gecikmelerden dolayı, ekono­ m i k göstergelerin (politika yapıcıları tarafından benimsense dahi) her zaman ge­ çerli ve objektif olmamalarıdır. Beşincisi ise, ekonomistler tarafından önerilen çe­ şitli politikaları, yetkili oteritelerin çeşitli sebeblerle kabul etmemeleridir. Bu fak­ törler, gelişmekte olan ülkelerin, dış şoklara karşı otomatik ve bağımsız politika uygulamalarını engellemektedir. Teorik açıdan, dış ticaret vergi kayıpları gelir vergisindeki artışla veya ülke içi üretim vergilemelerindeki artışlarla telafi ediliebilir. Ancak gelişmekte olan ül­ kelerde son iki çeşit verginin tarh ve toplanması birinci vergiye oranla oldukça uzun zaman almaktadır. Bu durumda enflasyonist finansmana gidilirse, borçlan­ ma en kolay ve kısa dönemde gerçekleşen bir çözüm olmaktadır. B u niteliklerin- den dolayı, enflasyonist finansman ençok başvurulan bir araç niteliğini kazan­ maktadır. Bu ülkelerde, gelişmiş ülkelerin aksine, kamu sektörünün payı çok, döviz ge­ lirleri düşük ve iç borçlanma en çok kullanılan bir araç olduğu için, bağımsız ma­ li politikaların geliştirilmesi güçleşmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde, dış şokların yarattığı baskı, genellikle, ek harca­ maların emisyon aracılığıyla finansmanı ile karşılanmakta, bu durum da, vergi gelirlerinin gerçek değerini azaltıcı bir etki yaratmakta, enflasyonu körüklemek­ tedir. Dış şoklar, iç dengeyi bozarak, hükümet harcamalarındaki limitin düşmesi­ ne yol açarken, bir taraftan da bu ülkeye borç Veren uluslararası bankaların istek­ sizliği sonucu, dış borçlanma limiti de düşmekteyse, bütçe üzerindeki baskıları oldukça artacaktır. Bu şartlar altında tek gerçek alternatif, kamu harcamalarının derhal kısılmasıdır. Çünkü kısa dönemde cari harcamaları (personel gibi) kısmak çok güç olduğundan, bu kısıntıların yatırım ve sermaye harcamalarına kaydırıl­ ması daha rasyonel bir karar olacaktır. Kamu harcamalarındaki bu daralmanın, verimsiz yatırım projelerinin iptal edilmesi yoluyla gerçekleştirilmesi (toplumsal maliyeti yüksek olsa bile) ekonomik bir tercih olacaktır. Dünya Bankası aracılığı ile 1986 Haziran ayında verilen borç miktarı 61 Mil­ yon Dolar olup, % 33'nü Latin Amerika ve Karaibler ülkeleri meydana getirmek­ tedir. İkinci sırayı % 25 ile Doğu Asya ve Pasifik ülkeleri almaktadır. Burada dik­ kati çeken konu, Latin Amerika ülkelerinin ihracatı teşvik politikaları uygulayan dışa açık ülkeler grubuna girmesidir. Gerçekte bilindiği gibi, bu ülkelerin dışa açık bir sanayileşme politikaları iz­ lemelerinde borç veren kurumların yine söz konusu ülkelere yaptıkları politika önerilerinin büyük etkisi olduğu açıktır. Tablo: 5 Dünya Bankasından Borçlular ve Alacaklılar (Haziran 1986 itibariyle) Borçlular Toplam 61 Milyar Dolar % 33 Latin Amerika ve Karaibler Ülkeleri % 25 Doğu Asya ve Pasifik Ülkeleri % 5 Güney Asya Ülkeleri % 11 Güney ve Orta Afrika Ülkeleri % 7 Kuzey Afrika ve Ortadoğu Ülkeleri % 16 Güney Avrupa ve Akdeniz Ülkeleri % 3 Diğer Ülkeler Alacaklar Toplam 70 Milyar $ % 23 Japonya % 16 Batı Almanya % 14 ABD % 6 OPEC % 4 Hollanda % 1 İngiltere % 15 Diğer Avrupa Ül. % 8 Diğer Ülkeler Kaynak: Dış Ticarette Durum, Ocak 1987, s.30. Dış şoklar birinci bölümde açıklandığı gibi, her zaman olumsuz etkiler mey­ dana getirmezler. Bazen olumlu sonuçlar da ortaya çıkabilir. 1970'lerde ülkeler­ deki ihraç fiyatlarındaki yükselme sonucu, kamu gelirlerinde bir artışla karşılaş- mışlardır. Ülkeler bu dış şoka üç farklı şekilde cevap vermişlerdir; Çok küçük olan birinci grup, bu artışın geçici olduğunu ve hükümetin gelirlerini marjinal sevi­ yede etkilediğinin bilincinde hareket etmişlerdir. Bu ülkeler, bu marjinal gelirle­ rini dış borç ödemede veya dış tahvil alımında kullanmışlardır. Böylece gelecek yıllarda dış gelirleri düştüğü zaman, ellerindeki bu tahvillerden faydalanmayı dü­ şünmüşlerdir. Burada, hükümet tüketim ve gelir akımının sürekliliğini sağlama hipotezine dayanarak hareket etmiştir. Daha geniş olan ikinci grup ise, ülke içinde kamu yatırımlarının hacimini ge­ nişleterek, kapital birikimine yönelmiş ve ayrıca kârlı dış yatırımlara (hisse sene­ di ve tahvil] gitmişlerdir. Bununla birlikte, gerek içerde gerek dış dünyadaki bu yatırımlar, ülkelerdeki politik istikrarsızlık, kötü yönetim, bazen çok gevşek, ba­ zen çok katı görüş ve uygulamalarla karlılıklarını kaybetmişlerdir. Dış şokun ya­ rattığı bu geçici artış sona ermiş, ülkeler dış finansmana giderek artan bir bağım­ lılık durumuna girmişlerdir. Üçüncü ve daha geni^ olan gruba dahil ülkeler ise, kamu harcamlarını, trans­ fer ödemelerini, yatırımları ve kamu istahdamını artırmıştır. Ancak harhangi bir nedenle, dış gelirlerinde kaçınılmaz bir düşüşle karşılaştıklarında, harcama ka­ lıplarına çok sıkı bağlı oldukları için harcamalarını kısa sürede azaltamamakta ve hayat satandartlarını sürdürmek için dış borçlanmaya gitmek zorunda kalmışlar­ dır. B u da bilindiği gibi problemleri çözmek için geçici bir çözüm olmakta, bu ülkeleri çok büyük dış borçlarla başbaşa bırakmaktadır. Tablo 6'da 1980-1985 yıl­ ları için gelişmekte olan ülkelerle ilgili belli başlı temel borç göstergelerini ver­ mektedir. Tablodan da izleneceği gibi dış borcun gerek GSMH ve gerekse ihraç gelirleri içindeki payı artış gösterirken toplam birikmiş borçlar 4 3 1 Milyar Dolar dan 711 Milyar Dolar'a ulaşmıştır. Tablo: 6 GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİ N DIŞ BOR Ç GÖSTERGELERİf1980-851 Borç/GSMH Borç/İhracat Borç Servis Oranı Faiz Ödemeleri/İhracat Toplam Dış Borç(Milyar$) Özel Kaynaklı Borç/Toplam borç 1980 1981 1982 1983 1984 1985 21.1 90.1 16.1 7.0 431.6 22.8 97.5 17.7 8.3 492.5 26.8 116.3 20.7 10.4 552.4 31.8 134.3 19.4 10.0 629.9 22.7 130.4 19.8 10.5 33.0 135.7 21.9 11.0 711.2 63.3 64.5 64.9 66.1 64.5 KAYNAK: World Development Report 1985, Borç servis oranı, borucun anapara ve faiz ödemelerinin mal ve hizmet ihracatı gelirlerine oranı ifade et­ mektedir. Grafik: 2 Gelişmekte Olan Ülkelerin ihracat Gelirlerinde Borç/Faiz Ödemeleri(%) % 11 % 10 1980 1 9 8 1 1 9 8 2 1983 Kaynak: Dış Ticarette Durum, Ocak 1987 1984 1985 Grafik:3 Gelişmekte Olan Ülkelerin Toplam Dış Borçlarmdaki Gelişmeler (Milyar Dolar) .900 800 700 600 500 400 300 200 100 # —S , •^ ^ 1980 1981 1982 > 1983 1984 1985 Tablo:7 BÜYÜK BORÇLULARI N BOR Ç FAİZLER İ (İHRACA T İÇİNDEKİ PAYLARI % ) 1985 1984 32 56 1. Arjantin 46 44 2. Şil i 41 38 3. Brezilya 33 37 4 . Meksika 31 33 5. Peru 28 29 6. Filipinler 24 30 7. Ekvator 18 16 8. Venezüella 15 16 9. Yugoslavya 13 11 10. Nijerya Kaynak: LİPSEY, David, Sunday Times, Baviessy Nevs 13 October 1985 Bu tabloda da görüldüğü gibi ihracat gelirlerinin yaklaşık yarısı (Arjantin, Şili gibi) borç faiz ödemelerine gitmektedir. ÜÇÜNCÜ BÖLÜ M İC V E DI S DENGEY İ BİRLİKT E AMAÇLAYA N POLİTİKALA R VE A.B.D . ÖRNEĞ İ I. TEORİDE İÇ VE DıŞ DENGEYİ AMAÇLAYAN POLİTİKALAR Bilindiği gibi, her ülkenin ekonomi politikası belirli bazı genel, amaçların gerçekleşmesine yöneliktir. Bunlar arasında da, iç ve dış denge amaçlarına ulaş­ mak için kullanılan araçlar, sonuçta çelişkilere yol açmaktadır. B u durum ise iç ve dış dengenin birlikte elde edilmesini güçleştirmektedir. Ancak, Bretton Woods Sistemi boyunca gerek gelişmiş, gerek gelişmekte olan ülkelerin "Harcama-Kaydırıcı" politikalara başvurmaktan kaçınmaları ve Keynes­ ci görüşe dayanan "Harcama Kaydırıcı" politikalarda monetarist görüşlere yöne­ liş, 1960 sonlarından itibaren maliye ve para politikaları ile iç ve dış denge yakla­ şımım ortaya çıkarmıştır. LA. Harcama-Değiştirici ve Harcama-Kaydırıcı Politikalarla İç ve Dış Denge Sabit Kur Sistemi altında, iç ve dış dengeye eşanlı olarak ulaşmak mümkün­ dür. Bu durumda harcama kaydırıcı ve harcama değiştirici politikalardan birlikte faydalanılır (33). Ekonomide durgunluk ve açık varsa iç dengeyi sağlamak için genişletici ma­ liye, dış dengeyi sağlamak için de devalüasyon yapılır. Durgunluk ve fazla varsa genişletici maliye ile iç denge, revalüasyonla dış denge sağlanır. Enflasyon ve fazla olduğu bir durumda iç denge; sıkı maliye, dış denge, revalüasyonla, enflasyon ve açık varsa iç denge, sıkı mali, dış denge, devalüasyonla elde edilecektir. Genişletici maliye politikası, bilindiği gibi kamu harcamalarının artırılması ve vergilerin azaltılmasını ifade etmektedir. Böyle bir durumda, ekonomide top­ lam t a l ^ hacmi yükselir ve işsizlik düşer. Bir ekonomide toplam harcamaların azalması ise katkıda bulunur. Fakat bu değişme ithal talebini de değiştirerek dış dengeyi de etkileyecektir. Toplam harcamalardaki bir artış cari işlemler dengesi­ ni bozar, toplam harcamalardaki bir azalma ise, bu dengeyi olumlu değiştirecek­ tir. Hükümet iç dengeyi bozmadan yeni barajlar yaparak kaj lu harcamalarını ar­ tırmak istiyor ve vergileri artırmama kararında ise, harcam . miktarının artması enflasyonist bir etki yaratacaktır. Fakat hükümet, parasını revalue ederek harca­ ma artışını dengeleyebilir. Böylece iç dengede herhangi bir bozulma olmayacak­ tır. Çünkü paranın değer kazanması ihracatı geriletirken, iç harcamaları ithalata kaydıracaktır. Böylece dış ticaret bilançosu negatif yönde etkilenir ve sonuçta tam istihdam gelirini etkilemeden, kamu harcamaları artırılmış olur. Ekonomide dış fazla ve işsizlik varsa kamu harcamlarmm artırılması, her iki probleme birden cevap verecektir. Burada dış ödeme fazlasının bulunmasına rağ­ men revalüasyon gerekli olmamaktadır. İki dengenin birden sağlanmasına katkı­ da bulunan harcama artışlarının aksine, döviz kurlarındaki bir değişme ekonomi­ ye sadece bir amaca yöneltirken, diğer amacından uzaklaşmasına yol açmaktadır. (33) JOHNSON, H.G., "Money and The Balance of Payments", Banza Nazionale del Lavoro Quarterly Review, 1976. Dış açık ve işsizliğin bulunduğu bir durumda ise, toplam kamu harcamaları­ nı artırmak ve ulusal parayı devalüe etmek iç ve dış dengeye ulaşılmasını sağla­ maktadır. Dış fazla ile iç enflasyon bulunduğu bir ekonomide, revalüasyon ve kamu har­ camalarını kısmak, dış açık ile enflasyonun olduğu ekonomide ise devalüasyon yapmak ve kamu harcamalarında devalüasyonun doğurduğu dış harcamaları den­ geleyecek ölçüde kısıntıya gitmek gerekli olacaktır. I.B. Para ve Maliye Politikaları ile İç ve Dış Denge İç denge için maliye, dış denge için para politikası bileşimleri kullanılmakta­ dır. Eğer ekonomide durgunluk ve açık varsa, iç dengeyi sağlamak için genişleti­ ci maliye, dış denge için de sıkı para politikası, durgunluk ve fazla varsa, iç den­ geyi genişletici maliye, dış dengeyi gevşek para, enflasyon ve fazla varsa, iç den­ geyi sınırlayıcı maliye, dış denge gevşek para, enflasyon ve açık varsa, iç dengeyi sınırlayıcı maliye, dış denge sıkı para politikası ile elde edilmektedir. Böyle her iki amaca da eşanlı olarak ulaşmak mümkündür(34). Para politikasının ekonomik büyüme üzerindeki negatif etkilerinin görülme­ si üzerine m i x politika uygulamaları son zamanlarda tekrar gündeme gelmiştir. M i x politika alternatifleri olarak, gevşek mali-sıkı para, gevşek mali-kolay para, sıkı mali-kolay para, sıkı mali-sıkı para politikaları sayılmaktadır. II. A.B.D . ÖRNEĞ İ (Mİ X POLİTİK A UYGULAMALARI) A.B.D.'de 1950 yıllarından itibaren uygulanan mix politikalar A. BRIMMER ve A.SINAI(35) tarafından analiz edilmiştir. Bu çalışmada, para politikalarının gev­ şek veya sıkı olduğunu ölçmek için serbest rezervlerin toplam rezervlere oranının ağırlıklı ortalamasından oluşan bir indeks kullanılmıştır. Maliye politikaları için ise, bütçe açığı veya fazlalıklarını gösteren bir indeks kullanılmıştır. Büyük Deprasyon soması A.B.D.'de uygulanan gevşek mali-kolay para poli­ tikaları kombinezonu, banka rezervlerinde hızlı büyüme, hem de bütçe büyüme­ leri yönünde itici bir rol oynamıştır. II.A. 1980-1985 Dönemi 1980-1982 döneminde uygulanan sınırlayıcı para-mali politika bileşimler, eko­ nomik büyümeyi geriletici bir etki yapmıştır. Bu mix politikaların, A.B.D. ekono­ misinde meydana getirdiği makro ekonomik ve finansal etkileri şöyle sıralanabilir: (34) JOHNSON, H.G., ''Elasticity Absorption, Keynesian Multiplier, Keynesian Policy and Monetory Approaches to Devaluation Theory: A Simple Geometric Exposition'', AER, June 1976, p.448-452. (35) BRIMMER, A.B., SINAI, A.: The Monetary Fiscal Policy Mix; Implications for the Short-Run, AER, May 1968, 0.203. - Bugüne oranla daha yüksek reel ve nominal faiz oranlan, - 1979'da yürürlüğe giren ''New F e d " politikasma rağmen dolar kurunun de­ ğerinin yükselmesi, - Daha düşük enflasyon oranı, - Geniş ve giderek artan ticaret açığı, - Sektörel ve endüstriyel ekonomik akımlar arası bir dengesizlik, - Durgun bir endüstriyel sektör. 1980-1982 dönemi uygulanan sıkı para-sıkı mali politikalarının bu olumsuz sonuçlarının ortaya çıkması üzerine, 1982 sonrası politika değişikliğine gidilmiş, bu kez gevşek mali-sıkı para politikasma yönelinmiştir. Bu politikaya ''Reaganism" adı da verilmektedir(36). Gerçekten de Reagan yönetiminde vergiler 750 Milyar Dolar indirilmiştir (37). Hatta Carter yönetimin de, de gevşek mali politika cari hizmetlerin 2.374 Milyar Dolar, deniz aşın savunma harcamaları için artırılması şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu politikaların uygulanmaları sonucunda ise, Amerika Federal Bütçesi açık vermiş, ancak bir ölçüde reel ekonomik büyüme ve daha düşük oranda işsizlik sağlanmıştır. Bundan başka büyük hacimde iç borçlanma ile karşılaşılmıştır. Da­ ha yüksek bir GSYH; daha çok emisyona ihtiyaç göstermiş bu ise daha yüksek re­ el ve nominal faiz oranlarına sebep olmuştur. Hazine bonolarının payı giderek art­ mıştır. A.B.D. sermaye piyasalarında hükümetle, özel sektör arasındaki rekabet sonucu, A.B.D. faiz oranları diğer ülkelere oranla çok daha yükselmiştir. Bu poli­ tikalar ise dolar değerinde artışlara yol açmıştır. 1985 Şubat'mda dolar. Mart 1973'deki mark değerine oranla 1980'de % 92, 1985'de ABD, Fransa, Japonya, Almanya ve İngiltere, kambiyo piyasasına müdahale etmek konusunda birlikte ka­ rar almışlardır. Sonuçta, dolar derhal % 1 2 . 4 , 1985 ortasında ise % 11.8 oranında değer kaybetmiştir. Kısaca, gevşek mali-sıkı para politikaları sonucu; - Ekonomik büyüme artmış, - Dolar değer kazanmış, - Faiz oranları yükselmiş, - Dış ticaret dengesinde açıklar ortaya çıkmış, - A . B . D . ' n i n reel net ihracatından büyük kayıplar görülmüştür. 1980'de. ABD'nin mal ihracatı, GSMH'ye oranla % 8.4 iken, 1985'de % 5.4'e düşmüştür. Dolayısıyla, 1985 de dış ticaret açığı da 1985 yılında 138.1 milyar do­ lara yükselmiştir. Mix politikaların diğer önemli bir etkisi ise, A.B.D.'deki enflasyon oranının düşmesine ve doların değer kazanmasına ve diğer ülkelerde enflasyon oranının artmasına yol açmasıdır. 1981-1985 arası A.B.D. dışındaki OECD ülkelerinde enf­ lasyon oranı % 6'lara yaklaşmıştır. 1985 yılında, A.B.D.da enflasyon oranı % 3 (36) BRIMMER - SINAI, a.g.e., Ibid., (37) ibid., iken, Fransa'da % 5.7, İngiltere'de % 5, İtalya'da % 9.2, Kanada'da % 4 olmuştur(38). II.B. İmalat Sanayine Etkileri Bu politika uygulamaları, sanayi sektörü üzerine direkt olarak yansımıştır. 1982-1985 arası, yatırım harcamaları % 34.8, tüketim ise % 14.2 oranında artmış­ tır. 1980 Temmuz- 1985 Şubat arası doların değer kazanması, ihracatı azaltırken, dünya ekonomisinde sanayi alanında oynadığı rolün küçülmesine neden olmuş­ tur. Bu durum ABD nin ithalatının artmasına yol açmıştır. İtahalattaki bu olum­ suz gelişme, istihdam üzerine olumlu etki yapmıştu. 1 9 8 0 Ocak 1985 Kasım ara­ sı, 8 milyon kişi toplam istihdama katılmıştır. İstihdamdaki artış, hizmet sektö­ rünün büyümesinden kaynaklanmaktadır. Gerçekten de bu dönemde, hizmet sek­ törüne 9.4 milyon kişi katılırken, mal üreten sektörlerden de 1.4 milyon kişi işten çıkarılmıştır. Mal üreten sektörlerde istihdam kaybı verenlerin başında sanayi sek­ törü gelmektedir. Sanayi sektöründe istihdam kaybı veren sektörler sırasıyla şun­ lardır: Çelik % 4 6 . 6 , tekstil % 2 0 . 4 , elektriksiz makine % 15.7, metal işleme % 13.1. Bu kayıplar genellikle, rakip sanayiler arası, rekabetten kaynaklanmıştır. Buna karşılık, korumacı bir politika uygulayan matbaa ve yayın sektöründe istihdam artmıştır. Özellikle mix politikalar sonucu dolar değerindeki yükselişler, ihracatın azal­ masına ve ithalatın artmasına, korunan ve sanayi sektörü dışındaki sektörlerde istihdamın artmasına, dışa açık olan ve yoğun rekabete konu olan, çelik, testil elek­ triksiz makine ve metal işlemlerinde istihdam kayıplarına yol açmıştır. 72 endüstri grubu için yapılan araştırmadan şu bulgular elde edilmiştir. 1979'da, bu 72 endüstri grubunun, yurt için piyasadaki paylan, % 1 1 . 6 iken; bu 72 endüstri grubunun kendi içindeki değilımı % 4 5 . 8 ile (en yüksek) lastik-plastik sanayi % 0.9 ile otomotiv sanayi (en düşük) olmuştur. 1979-1985 arasında ise, 72 endüstri grubunun 61'inde, ABD'nin yurt içi üretimdeki ithal payı artmış, 10'unda azalmıştır, İthalat piyasa payı artan 61 endüstri grubunun 44'ünde istih­ dam düşmüştür. 5'inde istihdam artmış, 22'sinde ise hiç değişme olmamıştır. Görüldüğü gibi, ithalat piyasa paylarındaki değişmeye karşı, istihdam tepki­ si oldukça farklı olmuştur. ABD'deki mix politikalar, yüksek faizlere ve dolar değerindeki artışlara yol açarak, dış ticareti olumsuz yönden etkilemiştir. Eğer ülkedeki yüksek faiz oran­ larından sermaye hareketleri, dış ticaret hareketlerinden daha fazla etkilenmekteyse, iç nakit seviyesi giderek artmakta, bu ise dış açıkları artırmaktadır. Ülke­ nin bu durumda, rezerv pozisyonu kuvvetli değilse, sonuç olarak dış borçlanma kaçınılmazdır. Söz konusu ülke ise, burada ABD'dir. ABD'nin büyük federal açık­ ları devam ettiği sürece, dış dengedeki kötüleşme sonucu, iç ekonomik büyüme (38) A.B.D'de hazine bonolarının faizi 1979 Eylül'ünde % 9.26 iken, Hollanda % 0,2, Almanya'yı % 1,2, isviçre'yi % 5,4, Japonya'yı % 1,0 oranında aşıyordu. 1985 Kasımı sonunda ise A.B.D. faizleri Hollanda'yı % 2.75, Almanya'yı % 3.7, İsviçre'yi % 5.1, Japonya'yı % 3.36 geçiyordu. (İktisadi Rapor, 1986, s.232, Tic. San. Odaları Btliği ve BRIMMER-SINAI. a.g.e., p.205). de yavaşlamak zorunda kalmıştır. Gevşek mali-sıkı para politikası, hızlı ekono­ mik büyüme oranını artırarak, 1984 yılında % 6.8 oranına yükselmesini sağlamış­ tır. Ancak, yukarıda açıklanan sebeplerden dolayı, 1985'de ekonomik büyüme % *2.5'e düşürülmüştür. II.C. 1985 Sonrası Dönem 1980-1985 mix politika uygulamalarının yukarıda açıklanan etkileri, 1985 son­ rası politika değişikliklerine gidilmesine yol açmıştır, bunun için gerekli yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu geçişin ilk aşamasında, 1985 Mayıs'mda, Cumhu­ riyetçi Parlamenterler ile iktidar arasında ' ' S ı k ı Bütçe Uygulaması" konusunda anlaşma sağlanmıştır. Böylece, Açık İndirim Yasası (Deficit Reduction Legislati­ on) ve Harcama ve Vergi Oranlarını tekrar düzenleme yetkisini veren GRH (GrammRudman-Hollins) yasası kabul edilmiştir, bu yasalara göre, 1 9 9 1 ' e kadar bütün açıkların giderilmesi ve denk bütçeye ulaşılması amaçlanmıştır. Ulaşılmadığı tak­ dirde, savunma ve savunma dışı kalemlerde indirim yapılması kararlaştırılmıştır. Parasal büyüme ile reel ekonomik büyüme arasında varsayılan sıkı ilişki ko­ nusunda esneklik getirilmiş, enflasyon ve dolar politikasına ait gözlem ve yorum­ lara dayanan ve Federal Reserve'in fonksiyonunu azaltan, daha kolay bir para po­ litikasına kayış öngörülmüştür. Sözü edilen yasal düzenlemelerle bütçe açığını, 1986 yılı için 180 milyar do­ lar, 1987 için 1 5 0 , 1988 içinde 120 milyar dolara indirilmesi planlanmıştır. Bu yeni politikaların uygulanmasının muhtemel etkileri, Shearson-Lehman tarafından analiz edilmiştir. (39) Bu sonuçlara göre. Federal Reserve sıkı bütçe politikasının doğuracağı mali baskıları telafi edici bir destek vermemesi varsayı­ mı altında sıkı bütçe uygulaması, üretim, GSMH, tüketim, özel sektör yatırımla­ rı, kamu harcamaları üzerinde negatif etki yapacak ve faiz oranları düşecektir. Bu da konut sektörünü net ihracatı yükseltecektir. M İ ' i n düzenlediği ikinci bir durumda, tekrar GRH öncesi günlere geri dönü­ lür. Nominal ve reel GSMH'de daha küçük bir azalma ve özel sektör açısından sabit yatırımlar ile sonuçlanılır. Faiz oranı düşer ve konut sektöründeki canlan­ ma artar. Federal harcamalarda daha bir azalma ve reel net ihracat kazançlarında bir dereceye kadar zayıflamaya sebep olur. GSMH'nin restore edildiği üçüncü bir durumda, GRH yasası öncesi duruma geri dönülmesi söz konusudur. B u hasıla da en fazla artışla sonuçlanır ve faiz ora­ nı da en fazla düşer. Faiz oranındaki bir artışla sonuçlanır. Tüketici harcamaları daha fazla artar ve federal harcamalar faiz ödemelerinin geniş tasarruf hacmine nisbetle daha çok azalır. Diğer bir deyişle, reel net ihracatlarda genişleme daha azdır. (39) BRIMMER-SINAI, Agle, p.208, The Economist, 27, September - 3 October 1986, s.41. Grafik:4 A.B.D.'de Gayri Safi Tasarruf ve Bütçe Açıkları(1980-85) Gayri Safi Tasarruf Gayri Safi Tasar. ve Bütçe Açıkları Bütçe açıkları 80 81 82 83 84 85 _ı tI I i Yıllar 1 Kaynak: T h e Economist, 7 Dec-13 Dec 1985 Grafik: 5 ABD Bütçe Açıkları (1980-1991) Bütçe Açıkları f 250 \CBO 200 150 V Gramm-Rudman 100 \ 50 ^ Yıllar 1980 82 84 86 88 90 91 Kaynak: The Economist, 27 Sept-30 Ot. 1986 Amerika Birleşik Devletlerinin bütçe açığı, gittikçe kötüleşmektedir. GrummRudman'a göre 1 9 8 7 ' d e bütçe açığı hedefi 10 milyon dolarlık vergi indirimleri dahil 144 milyar dolardır. 1988'de 105 milyar dolarlık açık hedeflenmiştir. Bu ko­ nuda senatör John Dantfacth şöyle demektedir. Gurum-Rudman hedefleri sa­ vunma harcamaları kısılmadan veya vergiler yüksektilmeden elde edilemez, aksi halde Grumm-Rudman ölü bir örnek olacaktır." DÖRDÜNCÜ BÖLÜ M DIŞ ŞOK DÖNEMLERİND E TÜRKİYE EKONOMİSİND E GELİŞTİRİLE N GENEL CEVA P POLİTİKALA R Genişleyici maliye ve para politikalarmm yanı sıra uygulanan düşük faiz ve kur politikası, ekonominin iç ve dış kesimlerinde oluşan dengesizlikleri artırmış­ tır. Türk ekonomisinin 1979 yılında girdiği bunalım, ödemeler dengesi krizi ve hızlı enflasyon süreci, büyük ölçüde sürekli artan kamu kesimi açıklarının finans­ manı için yapılan aşırı para genişlemesinden kaynaklanmıştır. 1950-1980 yıllarını kapsayan dönem, bilindiği gibi, Keynesci çarpan meka­ nizmasına dayalı harcama ve gelir politikalarının uygulandığı, kalkınma strateji­ si olarak da, ithal ikame modellerinin benimsendiği yılları içine almaktadır. Bu nedenle, yurt içi üretimi korumak, yatırımları teşvik etmek, kanunun borçlanma maliyetini azaltmak amacıyla, nominal faiz oranları, 1970'li yıllar boyunca dü­ şük seviyede tutulmuştur. Dönemin sonlarına doğru, enflasyon oranının gittikçe hızlanması sonucu, reel faiz oranları artan ölçüde mevduatı gibi, mali varlıklara olan talebini hızla düşürerek, paranın dolaşım hızının yükselmesine ve dolayı­ sıyla enflasyonist baskıların artmasına yol açmıştır. Bundan başka, mevduatın re­ el getirişinin negatif seviyelerde seyretmesi, birikimlerin banka sisteminden çe­ kilerek, fiziki mallara, dövize ve örgütlenmemiş mali piyasalara yönelmesi, kay­ nak dağılımını bozarak, ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkilemiştir. 1977 yılında % 28.1 olan enflasyon oranı, 1978 yılında % 5 2 . 4 , 1979 yılında % 6 4 . 8 , 1980 yılında % 1 0 7 . 0 ' a yükselmiştir. Buna karşılık birinci plan ortalama­ sı % 6.6, İkinci plan dönemi % 7.1, Üçüncü plan ortalaması % 6.5 olan GSMH artış hızı 1978 yılında % 3, 1979 yılında -0.4, 1980 yılında -1,1'e düşmüştür. Bu yıllarda ekonomik gerilemeler, özellikle sanayi sektöründeki üretim dü­ şüklüğünden kaynaklanmıştır. 1978 yılı için, sanayide öngörülen büyüme hızı % 8 olduğu halde, gerçekleşme % 3.7 olmuştur. 1979-1980 yıllarında da, sanayi sek­ töründe gerilemeler devam etmiştir. Nitekim sanayi, büyüme hızı faktör fiyatla­ rıyla, 1979 yılında % 5.6, 1980 yılında da % 5.9 oranında gerilemeler göstermiş­ tir. Sanayimizdeki bu gerileme ise, imalat sanayiinden kaynaklanmıştır. İmalat Sanayi, bu dönemde, petrol şoku nedeniyle yaşanan döviz darboğazı, sanayimizin gerek duyduğu hammadde, ara malı ve yatırım malını yeterince it­ hal edememesinden kaynaklanmıştır. Genel çizgilerle verilen bu kısa açıklamadan sonra, şimdi her iki şok döne­ minde, şokların Türkiye ekonomisin üzerine başlıca etkilerini ve bu şoklara karşı geliştirilen politikaları görmeye çalışacağız. I. ŞOK DÖNEMİ (1973-1979) LA. Temel Makro Büyüklükler I . A . l . Yatırımlar Birinci petrol şokunun toplam yatırımlara etkisi 1976 yılında görülmüştür. B u şok sonucunun etkisini fiyat artışlarından kurtulmuş olan 1968 fiyatlarıyla ya­ tırım değerlerinin zincirleme artışında daha iyi görülmektedir. 1976 yılında 1975'e göre % 9.2 olan artış, 1978'de (-7.9) olmuştur. Tablo: 8 1973-79 DÖNEMİNDE TOPLAM YATIRIMLARIN GELİŞİMİ Yıllar (Milyon TL) 55.921 2 4 . 84.557 51. 122.837 4 5 . 155.992 2 7 . 219.600 4 0 . 290.800 3 2 . 1973 1974 1975 1976 1977 1978 Sabit Sermaye Yatırım 1968 Fiyatlarıyla Yatırımlar Zincirleme Cari Fiyatlarla Yatırımlar Zincirleme Artış % (Milyon TL) 28.243 2. 33.264 17. 41.583 25. 45.438 9. 51.165 12. 47.131 7. 8 2 3 0 4 4 Artış % 2 7 0 2 6 9 53.416 72.965 106.703 144.966 199.724 266.626 Kaynak: DPT Buna karşılık yatırımlardaki en yüksek reel gelişmeler 197 5 ve 1977 yıllarında gerçekleşmiştir. Enflasyonun arttığı yıllarda yatırımlarda bir azalma gözlenmek­ tedir. Gözden kaçırılmaması gereken bir diğer önemli nokta, bir ülkenin toplam kay­ naklar GSMH ile birlikte dış kaynaklarda bulunmaktadır. 1 9 7 4 yılından itibaren 197 9 yılma kadar GSMH içinde sabit sermaye yatırım­ larının payı artmıştır. Ancak 197 9 dan sonra azalma görülmektedir. 2 4 Ocak ted­ birleriyle birlikte sabit sermaye yatırımları yeniden düzenlenmiş, kısa sürede üre­ time geçebilecek ve ihracata dönük yatırım projelerine ağırlık verilmiştir. Özel­ likle alt yapı yatırımlarına öncelik verilmiştir. Tablo: 9 KAMU VE ÖZEL SEKTÖR SABİT SERMAYE YATIRIMLARI VE SEKTÖRLERİN PAYLARI (Cari fiyatlarla Milyon TL) Yıllar Sabit Sermaye Yatırımları Özel Sektir Toplama Oranı % Kamu Sektörü Toplama Oranı % 53.416 72.965 106.703 145.966 199.724 266.663 475.800 29.338 37.926 52.915 70.739 91.985 131.702 238.200 53.1 52.0 49.6 48.5 46.1 49.4 50.1 25.078 35.038 53.788 75.227 107.739 134.961 237.600 46.9 48.0 50.4 51.5 53.9 , 5 0 .6 49.9 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 Kaynak: DPT Bir ülkenin GSMH 'smdan tasarruflara ayırdığı pay ne kadar yüksek olursa o ülkenin yatırım yapma imkanı da o kadar artar. Bununla birlikte 1973'de özel kesimin payı % 53.1 gibi yüksek bir oranda iken bu rakam 1982 yılında % 3 8 . 9 ' a düşmüştür. 1982'den sonra nisbi bir iyileşme görülmüşse de, 1985 yılında da, 1973 yılındaki seviyesinin altında v e % 40'dır. Bu durum birinci ve ikinci petrol şok­ larından özel sektör sabit sermaye yatırımlarının çok etkilendiğini ortaya koymak­ tadır. Özellikle petrole ödenen döviz miktarının artması yatırımlar için gerekli it­ halatın yapılmasını güçleştirmiştir. LA.2. Tasarruflar I. şok (1973-79) döneminde iç tasarrufların yetersizliği nedeniyle kamu ve özel kesim yatırımları büyük ölçüde alış tasarruflarla finanse edilmiştir. Yurt içi tasarruflarm bu dönemde GSMH'ye oranı ortalama % 9.3 iken, dış tasarrufların oranı % 15.0 olarak gerçekleşmiştir. Kuşkusuz bu durum bize, bu dönemde ülkenin bü­ yük çapta dış borçlanmaya başvurduğunu göstermektedir. Tablo: 10 TASARRUFLARIN GSMH'Y A ORANLAR I (1983 Fiyatlarıyla) (1973-80) IIL Plân (1973-77) 1978 1979 1980 3.2 10.1 -6.9 2.0 10.5 -8.5 4.6 11.8 -7.2 5.3 12.3 -7.0 6.4 9.4 -3.0 9.9 9.1 0.8 9.3 9.7 -0.4 15.0 9.3 6.1 9.9 9.6 7.4 7.7 11.9 11.2 7.6 13.9 11.0 A - 1 . Kam u Tasarruf u 2. Kamu Yatırımı 3. Kamu (Tasarruf-Yatırım Farkı) 4.0 12.0 -8.0 B- 1 . Öze l Tasarru f 2. Özel Yatırım Özel (Tasarruf-Yatırım Farkı) C- Dış Tasarrufla r —Top. Yur t İçi Tas/GSM H —Özel Tas./Özel Harcanabilir Gelir Kaynak: DPT LA.3. Diğer Makro Büyüklükler I. Şok döneminde, ortalama olarak GSMH % 6.5 , dış kaynaklar ise % 22. 3 oranında toplam kaynaklarda 1977 'e kadar bir artış görülürken, 197 7 soması azal­ ma başlamış ve bu ise yatırım ve tüketim artış hızındaki düşüşlere neden olmuş­ tur. Bu durum I. şok döneminin sonlarına doğru yatırım ve tüketimin GSMH'ya olan oranlarındaki düşmelerden de açıkça anlaşılmaktadır. Özellikle kamu tasar­ ruf açığının büyük boyutlarda olduğu ve buna bağlı olarak dış finansmanın da giderek arttığı izlenmektedir. Böylece yurt dışı finansman, yurt içi tasarrufların adeta iki katma yaklaşmış olmaktadır. (1973-197 7 arası yurt içi tasarrufların GSMH'ya oram % 9.3 iken, dış tasarruflar % 15.0 'dır.) 1978-198 2 döneminde ise, dış açıklar toplam kaynaklarda ve toplam yatırımlarda azalma görülmektedir. Ka­ mu yatırımları aynı kalırken özel yatırımlar azalmıştır. Özel tüketimde azalma, kamu tüketiminde artış görülmektedir. Tablo: 1 1 TEMEL MAKRO BÜYÜKLÜKLE R (198 3 Fiyatlarıyla) GSMH İçindeki Payla r 1, G .S.M.H. 2. Dış açık 3. Toplam kaynaklar 4. Toplam yatırımlar 5. Sabit Sermaye Yatırımları —Özel —Kamu 6. Stok değişmesi 7. Toplam Tüketim —Özel —Kamu 8. Toplam yurt içi Tas. i n . Pla n (1973-1977) 1978-1982 Dönemi 100.0 15.0 115.0 24.3 22.9 11.9 11.0 1.4 90.7 8.9 8.8 9.3 100.0 6.6 106.6 20.6 20.4 8.9 11.5 0.2 86.0 75.7 10.3 14.0 Kaynak: DPT I.B. Cevap Politikalar Bu dönemde, diğer ülkelerin aksine 197 3 petrol şokunun, Türk ekonomisi ödemeler dengesi üzerine derhal olumsuz etki yapmadığı görülmektedir. 197 0 yı­ lında üçüncü kez yapılan devalüasyon (%6 6 oranında) ile Türk Lirasının resmi değeri gerçek değerinden % 6 altında tutulmuştur. Bu uygulama sonucu hızla ge­ nişleyen ihracat ve işçi dövizleri, cari işlemler açığını daraltmaya başlamış ve uzun bir süreden beri, ilk kez cari işlemler 1 9 7 4 yılında fazlalık vermiştir. Bunun ya­ nında rezerv birikimi 2 milyar doları aşmış, ihracat geçilmez sanılan 1 milyar do­ larlık değeri geçmiş ve işçi dövizleri ihracat gelirlerine yaklaşmıştır(40). Petrol şokunun etkileri ile ithalatımız hızla artmaya başlamış, ihracatımız adeta olduğu yerde sayarken ithalatımız hızla ilerlemiş, 197 7 yılında dış ticaret açığı­ mız 4 milyar doların üstüne çıkmıştır. Birinci şok sonunda, artan ithalatımız 197 7 yılında 4.04 3 milyar dış ticaret açığı vermemize sebep olmuştur. Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi 1977 'de, 1 9 7 6 ' y a göre % 1 2 7 . 6 oranında dış ticaret açığımız ar+mıştır. İthalatın, ihracatla (40) Bu dönemin ilginç bir olayı söz konusu olumlu gelişmeler nedeniyle 14.15 Tl olan dolar kuru 1974 Mayısımda 13.50 TL'ya düşürülürken, gerçekte Türk Lirasının % 69 oranında olan aşırı değerlenmişliğinin % 77 oranına yükselmiş olduğu anlaşılamamıştır. (E.ALKİN, "Kur Politikası", 2. Türkiye İktisat Kongresi, Dış Ekonomik İlişkiler Komisyonu Tebliğleri, İzmir, 1981, s.286). Tablo: 12 T.ŞOK DÖNEMİNDE DIŞ ŞOKLAR ve UYGULANAN POLİTİKALARIN ÖDEMELER DENGESİ ÜZERİNE ETKİLERİ (1975-1979) (Milyon Dolar) Yıllar 1975 1976 1977 1978 1979 Dış Şoklar(x ) Ticaret Hadlere Etkileri İhracat Hacmi Etkileri 1807 132 1691 92 2289 158 1539 186 1667 116 1939 1783 2447 1725 1783 125.7 5.2 0.3 15.7 5.6 97.2 4.3 0.3 9.9 4.6 125,0 5.1 0.4 15.5 5.5 109.0 3.2 0.5 21.7 3.7 153.5 3.1 0.5 32.0 3.5 4.738.6 1.401.1 6.139.6 (115.6) 3.337.5 (148.6) 5.128.6 1.960.2 7.088.9 (115.5) 3.168.4 (94.9) 5.796.3 1.753.0 7.549.3 (106.5) 4.043.3 (127.6) 4.599.0 2.288.2 6.887.2 (91.2) 2.310.8 (57.7) 5.069.4 2.261.2 7.330.6 (106.4) 2.808.2 (121.5) 29.6 38.2 30.2 49,8 44.6 12.2 17.3 17.1 14.2 12.6 0.39 0.39 0.37 0.29 0.24 143.8 6.2 104.2 4.6 132.6 5.4 41.8 1.2 63.3 1.3 Toplam Ticaret Hadleri Etkisi/ Ortalama Ticaret Ticaret Hadleri Etkisi/GSMH İhracat Hacmi Etkisi/İhracat İhracat Hacmi Etkisi/GSMH Dış Şoklar/GSMH Dış Şoklar a Karş ı Politikalar —İthalat —İhracat —Dış Ticaret Hacmi (Zincirleme Endeks) —Dış Ticaret Açığı (Zincirleme Endeks) —İthalatın İhracatla Karşılanan Bölümü % —Dış Ticaret Hacminin GSMH'ya Oranı % —Dış Ticaretimizin Dünya Ticaretindeki Payı % Politika Cevapları Net Ek Dış Finansman/ Ortalama Ticaret Net Ek Dış Finansman/GSMH Geçici GSMH rakamlarına göre, 2- D.İ.E. ' } D I Ş Şoklar: B . B A L A S S A , ' T e n i Sanayileşen Ülkelerin 1973 yılından sonra Eko­ nomi politikası Tecrübeleri ve Türkiye Örneği", Dışa Açılmada Kambiyo Politi­ kası II, Meban, 1 9 8 1 . s.Tablo l . B ' d e n alınmıştır. karşılanan bölümü ise 1976'da % 3 8 . 2 , 1977 yılında % 30.2'ye düşmüştür. Yine 1977 yılında dış ticaret hacminin GSMH'ye oranı % 1 7 . 1 ' e düşmüştür. Dünya ti­ caretindeki payımız ise giderek azalmış ve 1 9 7 5 ' d e % 0.39 iken 1977'de % 0 . 2 4 ' e düşmüştür. Yanlış ithal ikame politikaları sonucu özel sektörümüzde yüksek maliyetle, sermaye yoğun faaliyetlerine devam edebilmekte, bu da dışa bağımlı sanayimizin ithal girdi taleplerini arttırmakta dolayısıyla döviz rezervlerimiz erimekte, dış borç­ lanmalar olağanüstü boyutlara varmakta idi. 1974 yılı sonrasında I. petrol şokunun bütün şiddetiyle etkisini göstermesi ve bu etkiyi azaltacak ekonomi politikalarının uygulanmaması, Türkiyenin dış kay­ nak ihtiyacını kalkınma amacı dışına taşmasına yol açmıştır(41). Böylece dış kre­ diler ve yardımlar cari işlemler dengesi açığının kapatılması ve biriken dış borç ana para ve faizlerin ödenmesi için alınmaya başlanmıştır. B u da, kalkınmanın finansmanında dış borçların kullanılmasını engelleyerek, kalkınma süreci ile ge­ lişen bir durum ortaya çıkarmıştır. Sanayicimiz bu durumda ithal güçlükleri ile karşılaşmakta ve eksik kapasite ile çalışmak durumunda kalmıştır. Bu dönemde yatırım fonlarının verimli kulla­ nılmaması, marjinal sermaye hasıla oranının hâlâ yükselmesine neden olmuştur. Özellikle imalat sanayiinde, 1963-73 döneminde 1.6 olan marjinal sermaye hasıoranı 1968-72'de 2 . 4 ' e ve 1973-1977'de 4.7'ye çıkmıştır(42). Bu dönemde iş başına geçen hükümetler eriyen rezervler yükselen dış borç­ lar eksik kapasite ve yüksek maliyetle çalışan imalat sanayimizin problemlerine çözüm olarak genişleyici para ve mali politikaları görmüşlerdir. Bu politikalar ile birlikte devalüasyonlardan kaçınılarak yürütülen ve gerçekçi olmayan kur ayarla­ maları ve korumacı tedbirler, sorunları daha da çıkmaza sürüklemiştir. İstikrarı sağlama gayretlerine rağmen Türk ekonomisinin durumu 1979 yılında daha da bozulmuştur. Reel döviz kuru ABD dolarına karşı yeniden % 12-18, diğer başlıca paralara karşı da % 10-15 değerlenirken, ihracat pazar paylarının daha da gerile­ mesine yol açmıştır. B u arada dışardan içeriye kaynak akışının tersine dönmesi de döviz darboğazını ağırlaştırmış ve nihayet özel sektörden fon aktarımına ne­ den olan KİT açıkları bütçe açıklarına ve para arzı artışlarına sebeb olmuştur. B u faktörler sonucu, 1978'de duraklayan kişi başına milli gelir mutlak olarak gerile­ meye başlamıştır. II. ŞOK DÖNEMİ (1979-1986) 1980 yılında uygulanmaya başlayan istikrar politikası, dünya ekonomisi ile, ekonomik ve mali alanlarda bütünleşmeye yöneliktir. Ekonomik bütünleşme, dö(41) BALASSA, B.: "Yeni Sanayileşen Ülkelerin 1973 Yılından Sonra Ekonomi Politikaları Tecrübe­ leri ve Türkiye Örneği", Dışa Açılmada Kambiyo Politikası II, Meban, 1981, s.12. (42) Türkiye, 1960'lı yıllarda iç tasarruf yetersizliği ve daha sonra ticaret dengesi açıklarını kapatmak için dış kaynaklara başvurmuştur. Burada amaç büyüme hızını devam ettirmektir. 1972'lere ka­ dar sağlanan kredilerin genelde yatırımlarının finansmanında kullanılırken, faizinin düşük ve vade şartlarının çekici olması nedeniyle kalkınma sürecine olumlu katkı yapmıştır. (ERÇEL, G.: "Dış Yardım ve Kredile 2. Türkiye İktisat Kongresi, Dış Ekonomik İlişkiler Komisyonu Tebliğle­ ri, a.g.e. s.351) viz kuru, mali bütünleşme ise, faiz politikalarmm uluslararası gelişmeler çerçe­ vesinde belirlenmesini gerekli kılmıştır. 1981-1982 yıllarında, dünya ekonomi­ sindeki gerilemelere rağmen, piyasa ekonomisine ve dışa yönelik politikaların uy­ gulanması, Ortadoğu pazarındaki ticaret payının artışı gibi özel şartların da yar­ dımıyla, milli gelir artışının çok üstünde bir ihracat artışı elde edilmiştir. 1980-86 döneminde, reel pozitif faiz politikası ve esnek gerçekçi kur politikası ile, dünya ekonomisi ile bütünleşme süreci başlatılmıştır. 1981 yılı, 1982 birinci yarı yıl dönemi 24 Ocak ve sonrası kararları çerçeve­ sinde değerlendirildiğinde, reel faiz oranının düzeyi ile, reel döviz kurlarındaki yıllık kaybın, aşağı yukarı eşitlenmesi sonucu, Türk Lirası döviz talebi dengesi sağlanmıştır. Kur ve faiz politikalarının birbirini tamamlayıcı şekilde uygulanması, iç ve dış dengeye doğru olumlu sonuçların elde edilmesini sağlamıştır. 1981 yı­ lında, enflasyon oranı % 36'ya, 1982 yılında da, % 2 5 ' e düşmüştür. GSYİH'da, 1980 yılında % -1.0 olan artış hızı, 1981 yılında % 5.1'e, 1982 yılında da, % 4 . 3 ' e yükselmiştir. 1982 yılının ikinci yarısında, bankerlik piyasalarındaki kriz, tesis edilen iç ve dış talep dengesine, Türk ekonomisinin uyum gösterme zorluklarının bir gös­ tergesidir. 1983 yılı, dünya ekonomisinin çok hızlı genişlediği ve eflasyon baskılarının sınırlı kalmakla birlikte arttığı bir yıldır. Bu dönemde, Türk ekonomisinde, kriz sonrası yaşamın durgunluğunu yenmek için, enflasyon ve cari işlemler dengesi hedefleri ikinci plana atılarak, genişleme yolu benimsenmiştir. 1984 yılında da, dış talebin iç talebe ikame edilmesi amaçlanmıştır. İlk aylarda gözlenen, ihracat artışına paralel olarak, iç talebin de genişlemeyi sürdürmesi GSMH artışlarının son yılların en yüksek oranlarına yükseltmişti. Ancak fiyat artışlarının hızlanma­ sı, pozitif reel faiz politikasını etkisizleştirmiş ve dünya ekonomisindeki yavaşla­ maya paralel olarak, Türk ekonomisinde, enflasyonun tekrar % 52.0'lara çıkma­ sına yol açmıştır. Bu durum, 1985 yılında enflasyon oranının % 39.9'lara düşme­ sinde, KDV uygulamasının, vergi gelirlerinde, hissedilir bir artış sağlayarak, kon­ solide bütçe açığı azaltmasının yanı sıra, kur politikasının reel faiz politikası ile uyumlu hale getirilmesi önemli rol oynamıştır. Yılın ikinci yarısında, iç talep ar­ tışının, milli gelir artış hızı dolayında seyretmesi ve 1985 yılında, GSYÎH'nm % 4.3 oranında artmasını sağlamıştır. I L A . Temel Makro Büyüklükler I I . A . l . Yatırımlar 1980 yılından sonra görülen yatırımlardaki azalmanın bir sebebi de, yeni eko­ nomik politikalara yatırımların hemen uyum gösterememesi ve yeni hedeflerin tesbit edilmesidir. 1981 ve 1982 yıllarında toplam yatırımlarda bir önceki yıllara oranla azalmalar devam etmiştir. 1982 yılından itibaren ise artış görülmektedir, Tablo: 13 1980-1985 DÖNEMİNDE TOPLAM YATIRIMLARIN GELİŞİMİ Sabit Yıllar 1980 1981 1982 1983 1984 1985(x) 1986 Yatırımlar (Milyon TL ) Zincirleme Artış % 1.156.100 1.572.600 1.774.600 2.375.500 3.640.500 5.462.500 9.201.100 107.0 36.0 12.8 33.8 53.2 50.0 61.9 Sermayenin Sabit Sermay e GSM H İçindek i Payı Yatırımları 861.500 1.250.900 140.900 2.180.800 3.369.000 5.098.600 8.742.900 21.6 19.1 18.9 19.2 18.4 18.4 22.3 Kaynak: DPT (x) Tahmin 1986 yıh için sabit sermaye yatırımlarının % 57.1 Kamu'ya, % 4 2 . 9 ' u özel sek­ töre aittir. Kamu yatırımlarının sektörel dağılımında ağırlık ulaştırma, enerji, sosyal alt yapı, imalat konut ve madencilik alanlarına verilmiştir. Özel sektör yatırımla­ rının ise konut imalat ve turizm sektörlerinde ağırlıklı olduğu görülmektedir. Tablo: 14 KAMU VE ÖZEL SEKTÖR SABIT SERMAYE YATıRıMLARı VE SEKTÖRLERIN PAYLARı Sabit Yıllar 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 Sermaye Yatırımları Özel Sektö r Toplama Oranı % Kamu Sektörü Toplama Oranı % 861.500 1.250.900 1.646.900 2.180.800 3.369.000 5.098.600 8.742.900 379.100 489.700 641.400 865.000 1.348.000 2.041.200 3.752.400 44.0 39.1 38.9 39.7 40.0 40.0 42.9 482.400 761,200 1.005.500 1,315,800 2.021.800 3.057.400 4.990.500 56.0 60.0 61,1 60.3 60.6 60.6 57.1 Kaynak: DPT DPT'nin verilerine göre Türkiye'nin yatırımlarının sektörel dağılımı incelen­ diği zaman özellikle imalat sanayi yatırımları başta olmak üzere üretken sektörle­ re (tarım, madencilik) giderek yapılan yatırım miktarının azalma gösterdiği, bu­ na karşılık hizmet sektörlerine, başta ulaştırma, haberleşme olmak üzere yapılan yatırımlarda da büyük bir artış görülmektedir. Hizmet sektörlerinin içinde diğer hizmetlere yapılan yatırımların (örneğin eğitim-sağlık hizmetimi başta olmak üzere) da giderek azaldığı anlaşılmaktadır. İmalat sanayii yatırımlarının toplam içindeki payı; 1 9 8 1 yılında % 2 6 . 2 , 1982'de % 21.6, 1983'te % 22.9, 1984'te % 21.3, 1985'te % 20, 1986'da % 18.2'ye kadar düşmüştür. Yine tarım sektörünün toplam yatırımlardan aldığı pay, 1981'de % 10.5 ton, 1986'da % 7.4'e düşmüş bulunmaktadır. Fakat en endişe verici düş­ me imalat sanayi sektöründe olmuştur. Bu durum kamu kesiminin imalat sanayi'e yaptığı yatırımların paymdaki büyük azalıştan da açıkça anlaşılmaktadır (Bkz. Tablo 10): 1981 yılında bu pay % 24.3 iken, % 8.3'e düşmüştür. Bu koşullar altında 1986 yılında yatırımların canlandığını ve bunun da başlı­ ca nedeni olarak expansiyonist politikalar izlenmiş olmasına bağlayan görüşle­ rin, kuşkusuz yatırım kavramına genel bir yaklaşım yaptıkları, yatırımların dağılışmdaki (üretken ve hizmet yaratma yönünden) payları gözardı ettikleri anlaşıl­ maktadır. Kaldıki Türkiye'de 1986'da yapılan sabit sermaye yatırımlarının M.G. 'e oranı, 1979 yılları düzeyini aşamamıştır (Bkz. Tablo 9 ) . Belki kantite olarak art­ mıştır, ancak MG'den alman pay oranını aynen korumuş bulunmaktadır. Bunun yanında enflasyonist bir ortam yaşayan bir ekonomi için global yatırım miktarın­ dan daha çok, yatırımların sektörel dağılımının önem taşıdığı açıktır. Kuşkusuz bu ekonomilerde kısa sürede piyasaya mal, kaynak temin eden üretken sektörle­ rin gerek MG'den, gerekse yatırımlardan aldığı payın, hizmetler sektörüne oranla daha büyük olması, enflasyonla mücadele edici politikaların gücünü arttıracak­ tır. Bunun yanında hizmetler sektöründe yapılan toplam yatırımlardan eğitimsağlık hizmetleri alt sektörünün aldığı payın giderek azalması da gerek bugünün ve gerekse geleceğin toplumsal yapısının sosyal sorunlarını ağırlaştıracağı ve e n önemli üretim faktör olan insan gücünün yetişmesini fiziksel ve kültürel açıdan olumsuz olarak etkileyeceği açıktır. Bu faktörün ise ülkemizin uzun dönemde ge­ lişmekte olan ülkeler halkasından çıkamayışımızm en önemli nedenlerinden bi­ rini oluşturduğu da anlaşılmaktadır. Tablo: 15 SEKTÖRI^R İTİBARİYLE SABİT SERMAYE YATIRIMLARI (Cari Fiyatlarla, Milyar TL) SEKTÖRLER TARIM MADENCİLİK İMALAT ENERJİ ULAŞTIRMA TURİZM KONUT EĞİTİM SAĞLIK DİĞER HİZMETLER TOPLAM KAMU 206.3 277.7 372.0 734.6 925,4 22.8 68.9 123.9 39.1 336.1 3107.7 1985 1986(1) ÖZEL TOPL. KAMU ÖZEL T O P L . . 209.8 416.2 402.2 247.0 15.0 292.7 311.1 23.4 766.5 1138.6 4 1 2 . 8 1175.6 13.6 . 7 4 8 . 1 1109.4 36.6 415.3 1340.7 1654.7 638.4 44.9 67.6 56.2 82.8 744.5 814.3 90.3 1349.6 8.7 132.6 197.4 16.4 11.4 50.5 80.6 23.4 104.0 440.1 675.8 159.4 2333.7 5441.5 4 9 9 0 . 5 649.2 334.5 1588.4 1146.0 2293.1 138.9 1439.8 213.8 104.0 835.2 3752.4 8742.9 Kaynak: İSO, 1 9 8 7 yılı başında Türkiye Ekonomisi, Şubat 1987, s.63. II.A.2. Tasarruflar II. Şok döneminde yatırımların finansmanında, iç kaynakların öneminin art­ tığını ve yurtiçi tasarrufların GSMH'ya oranı % 15.4'e yükseldiğini, dış tasarruf­ ların GSMH'ye oranının da % 5.4'e gerilediğini görmekteyiz. I. Şok döneminde özel tasarruf oranı 6.1 iken, ikinci şok döneminin ilk üç yılı içinde bu oran % 1 1 . 0 ' a yükselmiştir. Yine kamu tasarruf açığının I. dönemde GSMH'ya oranı % 8.0 iken, II. dönemde bu oran % 5.7'ye düşmüştür. Burda ise 1980 sonrası hükü­ metin geliştirdiği yeni politikaların etkisiyle harcamaların kontrolüne gidilmesi, yeni vergi yasal düzenlemelerinin yapılması ve KİT faktör gelirlerindeki olumlu gelişmeler kaydedilmesinin büyük rolü vardır. Tablo: 16 TASARRUFLARIN GSMH İÇİNDEKİ PAYLARI (1983 FiyaÜarıyla) 1980 1981 1982 1983 1985/ 1986 A-1. Kam u Tasarruf u 2. Kamu Yatırım 3. Kamu (Tasarruf-Yatırım) Farkı 4.6 11.8 -7.2 81.1 13.4 -5.3 8.6 12.1 -3.5 7.3 11.5 -4.2 37.6 58.1 — B - 1 . Öze l Tasarru f 2. Özel Yatırım 3. Özel (Tasarruf-Yatırım) Farkı 9.3 9.7 -0.4 8.8 : 8. 4 -0.4 8.8 8.4 -0.4 9.2 9.1 -0.1 84.9 66.4 — C- Dış Tasarrufla r —Top.Yurt içi Tas./GSMH —Özel Tas./Özel Harcanabilir Gelir 7.6 13.9 4.9 16.9 3.1 17.4 4.1 16.6 21.1 11.0 10.8 10.9 11.2 14 -1.3 Kaynak: DPT., İSO, 198 7 yılı başında Türkiye Ekonomisi, Şubat 1987 , s.55. II.A.3. Diğer Makro Büyüklükler Toplam kaynakların II. şok döneminde, artış hızında görülen bu azalış, yatı­ rım ve tüketim artış hızında düşüşlere neden olmuştur. I. şok döneminde yatırım ve toplam tüketimin artış hızları sırasıyla % 13.8 ve % 7.1 iken bu oranlar II. şok döneminde sırasıyla % 3.3 ve % 0.5 olarak gerçekleşmiştir. Bu gelişmeler sonu­ cu, 1. şok döneminde yatırım ve tüketimin GSMH'ye oranları % 24.3 ve % 90.7 iken II. şok döneminde bu oranlar % 20.8 ve % 84.6 seviyesine inmiştir. Tablo: 1 7 TEMEL MAKRO BÜYÜKLÜKLER (GSMH İçindeki Payları) (1980-1986) IV. Plan(1979-1983 ) 1984 1. 2. 3. 4. 5. GSMH Dış Açık Top. Kaynaklar Top. Yatırımlar Sabit Sermaye Yatırımları Özel Kamu 6. Stok Değişmesi 7. Top. Tüketim Özel Kamu 8. Top. Yurtiçi Tas. 100.0 5.4 105.4 20.8 19.7 8.1 11.6 1.1 84.6 74.3 10.3 17.4 100 2.8 102.8 18.3 19.8 7.3 11.1 1.4 82.9 74.0 8.9 17.1 Yüzde Değişi m 1985 1 9 8 6 / 1 9 8 5 100 1.8 101.8 19.1 18.6 7.4 11.1 0,4 82.5 73.9 8.3 17.6 7.8 -1.2 8.9 12.8 11.6 13.5 10.2 0.4 7.7 7.8 7.4 7.8 Kaynak: B B Y P . Destek Çalışmaları: 1.1972-1983 . DPT: 1975) s.20 İktisadi Rapor 1986'dan yararlanılarak hesaplanmıştır. (x) İTO Ekonomik Rapor Kasım 1986 , 1987, s.4 (x) 198 6 Fiyatlarıyla (İSO, 1987 Yılı Başında Türkiye Ekonomisi, Şubat 1977.s.58) II.B. Cevap Politikalar 24 Ocak 1980 kararları ile Türk ekonomisi kalkınma stratejisini değiştirmeyi amaçlamıştır. Böylece içe dönük kalkınma stratejisinin yerine dışa dönük ve pi­ yasa güçlerinin rolünü artıran bir modele geçilmiştir. Kambiyo politikalarında daha elastiki bir tutum içine girilmiştir. İthalatta miktar kısıtlamalarından, liberasyona gidilmiş ihracat teşvik politikaları uygulanmaya başlanmıştır. Bu kararla Türk lirasının dolar karşısındaki değeri 4 7 liradan 7 0 liraya düşü­ rülmüş ve dolar karşısında değer kaybetmeye başlamıştır. Bu politikalar sonucu 1980-198 6 döneminde, dış ticaret hacmi artarken, dış ticaret açığı da azalmıştır. Dış ticaret hacminin GSMH'ya oranı ise % 19.9 'dan % 3 5 . 8 ' e yükselmiştir. İthalatın ihracatla karşılanan bölümü ise % 3 6 . 8 ' d e n % 6 7 ' y e yükselmiştir. Bu olumlu gelişmeler 1980 sonrası istikrar tedbirleri ile Orta­ doğu'daki savaşın oluşturduğu imkanlarla sağlanmıştır. Dünya ticaretindeki pa­ yımız ise % 0.29 'dan, 1985 'de % 0.60 'a çıkmıştır. Buna karşılık Borç/Yükü ihra­ cat ise % 42.7 'den, % 56.6 'ya yükselmiştir. Bu artan ihracata rağbıen borçlarımı­ zın da arttığını göstermektedir. Toplam dış borçlarımız ise 11.37 4 milyon dolar­ dan 2 8 . 1 8 9 milyon dolara ulaşmıştır. Borç yükü/GSMH rasyosu ise 198 6 yılında % 5 0 . 4 ' e yükselmiştir. Hatta döviz tevdiat hesapları dahil edilirse bu oran % 5 3 . 7 ' y e çıkmaktadır. Türkiye'nin dış ödemelerinin sürekli açık vermesi dış borç­ lanmanın artmasına neden olmaktadır. 198 6 yılında gerek mal ticaretinden do- ğan dış ticaret açığının büyümesi diğer yandan hizmet gelirlerindeki net azalış ve işçi dövizlerinde gerileme, 198.6 yılında cari işlemler açığının büyümesine yol açmıştır. B u da daha fazla dış kredi kullanılmasını gerektirmiştir. Dış borçlanma­ da kısa süreli borçların payının giderek arttığı görülmektedir. 1981 yılında % 13 olan bu payı 1986 yılı sonunda toplam borçların % 32'sine kadar yükselmiştir. Dışa açık sanayileşme stratejisinin ödemeler dengesi üzerinde olumlu etkiler yap­ tığı görülmekle birlikte dış borç miktarının artması olumsuz bir sonuç oluştur­ maktadır. Bununla birlikte dışa açık sanayileşme stratejisi uzun dönemde döviz darboğazını ortadan kaldırmakta ve ekonominin dış şoklara olan duyarlılığını azalt­ maktadır. Ayrıca aşırı korumanın kaldırılması ve döviz kurunun devalüasyondan sonra, imalat sanayi verimliliğini daha hızlı arttıracaktır. Kısaca dışa dönük sanayileşme stratejisi, ödemeler dengesi üzerinde ve uzun dönemde ekonominin toplam arzı üzerinde olumlu etkiler meydana getirebilir. Ancak dış borçların artması bizi düşündürmektedir. Ancak şu hususu önem­ le belirtmekte yarar vardır. Önümüzdeki dönemlerde Türkiye kalkınma ilkesin­ den vazgeçmeyecektir. Dolayısıyla dış finansman kaynaklarını bulmak ve kullan­ mak zorundadır. Çünkü dış ticaret açığımız önümüzdeki yıllarda, azalarak da ol­ sa devam edecektir. İç tasarruflarımız yeterli değildir, ayrıca iç tasarrufların yatı­ rımlara yöneltilmesinde ve ithalat ihtiyaçlarımızı karşılamak ve bu yatırımlar için orta-uzun vadeli ve uygun şartlarla krediler bulmak zorundayız. Ayrıca mevcut dış borçlarımızın ana para ve faiz geri ödemelerini gerçekleştirmek için de dış borç­ lanmaya ihtiyacımız vardır. Böylece geçmişte iki boyutlu olan dış borçlanma (dış ticaret ve iç tasarruf açığı) şimdi üç boyutlu (yıllık dış borç ödemelerinin ilavesi ile) olarak karşımıza çıkmaktadır. Cari ödemeler için yapılan dış borçlanmalar ülkemize sadece belirli bir süre kazandırmaktan başka bir işe yaramamakta, uzun dönemde artan borç yükü ve fa­ iz ödemeleri ile daha güç çözümlenebilir temel sorunlar bırakmaktadır. Bu yüz­ den dış kaynakların gerçekçi biçimde planlayarak dengeli kullanılması ve üreti­ me yönelik harcamaların finansmanda kullanılması ve iç ekonomi politikaları ile uyumlu biçimde kullanılması gerekmektedir. LO IN CNÎ GR^ o CO LO C D ® ^ ^ If iC O t%' 2 00 05 00 çr^ ^C LO CO CSI L O 00 CO 00 r H ^ lo o O CO a IS. CD CO T-i ^ S 2 CO 00 r-( C O CO CSI CS ! ^ CD CO CO CD ^ CD CSI ^ d ^^ C CD C O O ~ l« C IN; O 0 5 D K CT> ÇS1 CSI ^ O ^ "" 00 ^ ^ 00 ^ 00 IS L O 2 CS! C D 00 ifi CD t s C D 00 C co 0IS. 5 CO LO C/D cd CSI LO K rH Lf5 CD d L O lO ' 00 ^r H ^ 00 TH CO tS . csı 00 §t 1:% C D C O ^ r O tv . 00 O 0 esi C O ^ ^ HL O 5C O d wn CD 0^ 0c r-l r H C N ^ 9 O CO CS! I S CD O LO CO es! C O C O ^ •«^ G D C O ^ ^o L O ^C ^C CO ON! ^ Osl 00 o^ ^ ^ R LO IS CO CS! D O cö :^( D ^ .s CO r H 00 d 00 00 00 C O )^ 00 ! LO C O CD l O r- l ^Q rH CS 00 10 t-. ^ d 00 s^ o- ^ 10 CD CN O LO CS! 00 00 CD 00 CS! 00 TH ^ I S C D ^ LO ( J ) C O ONl LO CT) 00 00 00 ?3 00 00 00 00 9O D ° ^ ^ü LO C D • CD ^ dd d 'Tî H ^ Cd • ö 13 O ) CO 9 rs" 00 (D CO CO (p CO 05 CD O ^ TH LO CD d d d IS' Q^ o 00 lO• O^ ^ 05 00 ^ 00 d 00 o 00 ^ CD 9^ ^ 05 cn 00 TH O lo CO ^ LO K CS I CS ! CO CS ! C D O CSI IS . r H dL CD T w. 00 ^ O 00 CO dL o CO 2 ^9 ^ o §0 ^ ^ CO CD CO • TH 00 ^ dK O^ ^ o ^ CO CO 0 5 C O o g ^ Şd c^ £ CD r H IN . 0 5 rH lC D rH ^ C CM O CO CS CD CD esJ CO CS! csi 03 O 00 d O) P LH CO O) 0<l ^P H 00 C D ^ csı ıs ç£J ^ ^ 00 CD L O 0<! d CD =3 s 3i s w ea o Q d as o II 00 cd o "(D cd ^ 0 3 ••3 z 2 -d BEŞİNCİ BÖLÜ M TÜRKİYE'DE DI Ş DENGEY İ AMAÇLAYA N KUR , SANAYİLEŞME POLİTİKALAR I VE İMALA T SANAYİ İ ÜZERİN E ETKİLER İ Bugün Türk lirası saf dolar standardına bağlıdır, ve döviz kuru politikaimız günlük kur uygulamaları şeklinde yapılmaktadır. Ayrıca Türk lirası konvertibl de­ ğildir. Bu güne kadar olan gelişmeler tarihsel gelişim içinde aşağıda verilecektir. L KUR POLİTİKALARI Türkiye döviz kuru politika uygulamaları tarihsel gelişim açısından üç alt bö­ lüme ayrılarak incelenecektir. 1923-1973 dönemi, 1973-1980 dönemi, ve 2 4 Ocak 1 9 8 0 ' d e n sonraki dönem olarak ele alınacaktır. Bilindiği gibi, 1973 yılında, Ulus­ lararası para sistemi değişmiştir. Doların altına konvertibilitesinin kaldırılması ile, Türk kambiyo rejiminde de yeni bir düzenleme getirilmiştir. 24 Ocak 1 9 8 0 yılın­ da ise, Ekonomik İstikrar Programı kararları alınmış ve 25 Ocak 1 9 8 0 ' d e n itibaren uygulamaya geçilmiştir. Ancak döviz kuru açısından önemli olan Mayıs 1981 ta­ rihidir. L A . 1923-1973 Dönemi Türk parasının konvertibilitesinin kaldırılması, 1930 yılında çıkarılan Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu ile olmuştur. Bu sebeple önce 1923-1930 yıl­ larını kapsayan alt dönem ele alınacaktır. I . A . l . 1923-1930 Dönemi (Türk Parasının Konvertibl Olduğu Dönem) 1930 yılma kadar, Türk parasmm dış değeri, arz ve talep dalgalanmalarına bırakılmıştı. Ülkeden para çıkarılması serbestti. İthalat kısıtlaması yoktu. Spekü­ lasyon hareketlerinin yoğunlaşması yüzünden kambiyo fiyatları yükseldiğinde, açık piyasa işlemleriyle, müdahale edecek bir kambiyo denkleştirme fonu bulu­ nuyordu. Bu arada 1929 yılında Büyük Depresyon çıkmış dünya hiper enflasyon olgu­ sunu yaşamaya başlamıştı. Bunalım tüm batı ülkelerinde, ekonomiye kamunun doğrudan müdahalesini haklı ve yararlı gösteren koşulları yaratmıştı. Dünya büyük Depresyonu yaşarken, Türkiye nasıldı? Türk lirası 1924'ten 1929 yılı başlarına kadar, milletlerarası kambiyo piyasalarında fazla bir gerileme kay­ detmemiştir. Fransız Frangı, 9.5 kuruştan, 7.7 kuruşa, İsviçre Frangı, 34 kuruş­ tan 37 kuruşa, dolar 187 kuruştan 196 kuruşa, İngiliz sterlini, 8 3 5 kuruştan 9 5 6 kuruşa, Alman markı 4 4 kuruştan 4 6 kuruşa yükselmiştir(42). 1929-30 dönemi ise Türk lirasmm değerinin en hızlı düştüğü zamandır. Hü­ kümet kambiyo kurlarının istikrarını kaybetmesi üzerine bir tedbirler paketi ha­ zırlamıştır. Resmi döviz alımları durduruldu. Dış borçların ertelenmesi bir '*moratorium"la ertelendi. Bütçeden tasarruf yapıldı. Nihayet, 20 Şubat 1 9 3 0 ' d a Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu çıkarıldı. Bu kanunla, kambiyo, nakit ve tah­ vilat alım ve satımının ve bunlar ile kıymetli madenler ve kıymetli taşlarla bun­ lardan mamul veya bunlara muhtevi her nevi eşya ve kıymetlerin ve ticari senet­ lerle tediyeye temine yarayan her türlü vasıta ve vesikaların memleketten ihracı (42) ERGİN, F.: Atatürk zamanında Türk Ekonomisi, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Yayınlan, İstanbul, 1977, s. 53. veya memlekette ithalatının tanzim ve tahdidine Bakanlar Kurulu yetkili kılmı­ yordu. Bunun anlamı Türk parasının konvertibilitesinin kalkması ve kontrollü kam­ biyo sisteminin yürürlüğe girmesidir. B u tarihten itibaren hangi sebeple olursa olsun döviz transferleri Maliye Bakanlığı'nm iznine bağlanmıştır. I.A.2. 1930-1973 Dönemi 1930 yılından itibaren kambiyo kontrolü rejimi ile birlikte kendine yeterlik politikası uygulanmaya başlanmıştır. Bunu n sonucu 1 9 3 8 yılına kada r dı ş tica retimiz ihraca t fazlası sağlanmış, Türk lirası kambiyo otoritelerinin belirledikle­ ri kuru muhafaza etmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası yeni kurulan uluslararası kurumlar, savaş yıllarında uygulanan kombiyo kontrolleri rejimine son vererek, dış ekonomik ilişkilerde li­ beralleşmeyi teşvik etmeye başlamıştır. Türkiye'de bu ortam içinde 7 Eylül 1946'd a % 11 6 oranında devalüasyon yaparak eskisine göre daha liberal bir dış ticaret re­ j i m i uygulamaya başlamıştır. Türkiye, Bretton Woods sistemini kabul ederek. Ayarlanabilir Sabit Kur Sis­ temini uygulamaya geçmesiyle Türk lirasının başlangıç parite değeri 1 9 Haziran 1947 tarihinde, IM F ile ortaklaş a olarak (0,31738 2 gra m s a f a l ün = 1 ABD doları = 2 . 8 0 TL) tespi t edilmiştir. B u döviz kur u 1 1 sene sürdürülmüştür . 4 Ağustos 1 9 5 8 tarihinde, İstikra r Tedbirler i yürürlüğ e konmu ş ve Tür k Liras ı % 3 20 oranında devalü e edilmiştir . 1946-1960 döneminde sabit kur politikası uygulanmıştır. Bunun nedenleri ül­ ke içinde ithal ikamesi politikasının yürütülmekte oluşu ve o tarihlerde batı ülke­ lerinde bile daha yumuşak kur politikalarının hâlâ tartışılmakta olmasından kay­ naklanmaktadır. 1963 yılında planlı döneme girilmiş, ancak kur politikalarında bir değişme olmamıştır. Yine ithal ikame politikası uygulanmıştır. 1964 yılından başlayarak yeni bir enflasyona girilmesiyle Türk lirası aşırı değerlenmiş bir hale gelmiştir. B u dönemde aşırı değerlenme oran ı 1 9 6 9 yılında % 53 seviyesine kada r yüksel miştir(43). Bu durumda kur ayarlamasına gidileceği yerde, miktar kısıtlamaları­ na, liberasyonun zaman zaman dondurulmasına ihracatta vergi iadesi uygulama­ larına gidilmiş işçi dövizleri ile turist dövizlerine prim ödenmiştir. B u tedbirler 1970 yılının başlarında bir ödemeler dengesi bunalımının başlamasını önleyeme­ miştir. Bunu n üzerine üçüncü devalüasyon karar ı verilere k Türk Liras ı % 66 oranında devalü e edilmiş 1 ABD doları = 1 3 TL olarak belirlenmiştir . Sonuçta ihracat ve işçi dövizleri artarak, cari işlemler 1973 yılında fazlalık vermiştir. I.B. 1973-Mayıs 1 9 8 1 Dönemi Türkiye 16 Şubat 1973 tarihinde, I M F ' i n kararma uygun olarak her ABD do­ ları karşılığı 14 T L ' l ı k bir merkezi kur tespit etmiş ve Smitheonier antlaşmasında kabul edilen % 2.25'lik marjlar için de dalgalanma uygulamasının istifadesine devam edilmiştir. Buna göre Türkiye ABD doları ile TL arasındaki Vadesiz kam(43) FRY, M.J.: Maney Inflation and Growth m Turkey, Inflation in Turkey semineri, İstanbul, 1979 biyo işlemlerinin esaslarma göre % 2.25'lik smırlar arasmda döviz kurlarının oluş­ turulmasını kabul etmiş olmuştur. Ağustos 1973'te kur tesbiti, Maliye Bakanlığı'nm yetkisine verilmiştir. 14 Ma­ yıs 1974'de 1 ABD doları için 1 3 . 5 0 T L ' l ı k yeni bir alış kuru tesbit edilmiş ve bu kur merkezi kurdan % 2.25'lik bir sınırı aşabilecektir. Böylece bu uygulamayla, her ABD doları için 14 TL'lık ''merkezi k u r " u n korunması esası arasında bir çe­ lişki ortaya çıkmıştır. Diğer bir ifadeyle, bir anlamda, kur politikası. Para Fonu'nun ''geniş marjla" konusundaki kararlarının hükümleriyle uyum içinde olacak­ sa; Türk yetkilileri, ya yeni bir merkezi kur tespit edecek, ya da 14 TL'lık merkezi kur civarında öngörülen sınırlara uygun bir biçimde, yani ABD doları karşılığı 1 3 . 6 9 2 0 ile 14.3223 TL sınırları arasında yeni bir döviz kuru belirleme sorumlu­ luğu altına girmişlerdir. Bu soruna ilave olarak, Türkiye Uluslararası Para Fonu (IMF) Anlaşması'nm maddelerine uygun olarak, ''Diğer üye ülkeler ile düzenli kambiyo işlemleri ta­ kip e t m e " genel yükümlülüğünü üstlenmiş durumdadır(44). Yukarıda söz konu­ su edilen kurul kararının değiştirilmiş yeni şeklinde açıklandığına göre, ilgili karşıt oranlar arasındaki fark yüzde 2'yi geçememektedir(45). Yüzde ikiden fazla olan bir kur farkı. Para Fonu tarafından hem bir çoklu kur uygulaması, hem de ayrıca­ lıklı para düzenlemesi olarak kabul edilmektedir. Böyle bir uygulama, IMF Anlaşması'nm Madde VIII, Bölüm 3'ün veya Mad­ de XIV, Bölüm'ün hükümlerine tâbi olmakta; ve Türkiye'nin mevcut şartları çer­ çevesinde, bu uygulama. Para Fonu Anlaşması'nm Madde VII, Bölüm 3 kapsamı içinde değerlendirildiğinden. Para Fonu'nun onayı olmadığı hallerde geçersiz ka­ bul edilmektedir. Mayıs 198 1 tarihinden itibaren T.C. Merke z Bankası Türk lirasını n dış de ğerini, doları n beynelmilel piyasalardak i diğer yabancı paralarla olan ilişkisine nazaran günlük olarak tesbit edip, ilân edecektir. Bu yeni döviz kuru uygulama­ ları ile, birkaç yılda bir yüksek oranlı devalüasyonların ilân edilmesi tarihe karışTablo: 19 DÖVIZ YıLLAR 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1980 1981(Ocak) Mayıs KURU NOMINAL (TL/DOLAR) INDEKS 14.150 13.927 15.150 16.053 28.002 24.282 31.078 79.620 90.665 102.850 100 98 107 113 127 171 219 465 641 726 DOLARA GÖRE DÖVIZ KURU INDEKSI 100 94 93 93 87 82 67 104 102 117 Kaynak: DPT, Türkiye Başlıca Ekonomik Göstergeler, Mayıs 1981; International Financial Statistics, 1984. (44) Ulaslararası Para Fonu Anlaşması, Madde IV, Bölüm 4(a). (45) Uluslararası Para Fonu Yürütme Kurulu 4083 (73/104) Sayılı Kararı'nm 5.paragrafı. Atatürk döneminde, sanayi planları ile başlatılan, ithal ikame politikaları 2 4 Ocak 198 0 tarihine kadar sürdürmüştür. Bunun için de, yüksek oranlı devalüas­ yonlarla, ithalat pahalılaştırılarak, yerli üretim himaye edilmiştir. Tablo 19'da gö­ rüldüğü gibi bu dönemde, Türk lirası aşırı değerlendirilmiştir. 1973 yılında 10 0 olan endeks 2 1 9 ' a çıkarken, dolara göre, kambiyo kuru en­ deksi, 67 'ye düşmüştür. Ancak 198 0 sonlarında, 197 3 yılındaki seviyesini bul­ muştur. Nominal kur 1981 'de 726 'ya çıkarken reel kur, 1 9 8 0 ' e kadar hep aşırı de­ ğerlendirilmiştir. Ağustos 197 3 tarihinde, kur tesbiti. Maliye Bakanlığı'nm yetkisine verilmiş­ tir. T.C. Merkez Bankası, sadece kur değişmelerinin, gerektirdiği çapraz kurları belirleyecekti. Mayıs 198 1 tarihinden itibaren, 2 4 Ocak Kararları'nm temel felse­ fesinin bir gereği olarak, "günlük kur" uygulamalarına geçilmiştir. Böylece, bü­ tün sorumluluk da Merkez Bankası'na devrediliyor, para politikası, tek merkez­ den yönetilme imkânına sahip oluyordu. I.e. 198 1 Sonrası 1973 yılında, Bretton Woods sisteminin yıkılmasına kadar sıkı bir kambiyo rejimi uygulayan Türkiye; 1973 '1erden sonra daha da giderek esnek kur sistemin geçmiştir. Mayıs 198 1 tarihinden itibaren ise günlük kur uygulamalarına geçil­ miştir. Tabloda, nominal ve reel kurlar verilmiştir. Görüldüğü gibi, 198 1 yılma kadar Türk lirası aşırı değer kazanmıştır. 198 1 yılından itibaren ise, Türk lirası değer kaybetmeye başlamıştır. 1977-198 5 döneminde. Nominal kurlar, 1977-10 0 olmak üzere, 1792 'ye çıkarken, reel kurlar, 1 1 3 ' e yükselmiştir. Döviz kurlarındaki bu düzenleme, ihracatı teşvik edici bir rol oynamıştır. Tablo: 2 0 1980-1985 DÖNEMİNDE DÖVİZ KURLARI (1977 = 100 ) Yıllar 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 Nominal Kur İndeks 76.11 112.85 163.12 226.78 349.14 502.93 755 271 400 582 807 853 1792 2696 Reel Kur 2.97 3.23 3.73 3.97 4.02 4.12 — Aşırı İndeks Değerlenme 82 88 102 109 111 113 — -0.66 0.83 3.16 4.61 5.47 6.54 •— Kaynak: H.Seyidoğlu, Türkiye Ekonomisi ve İstikrar Politikaları, 1980-85 , İstan­ bul, 1986 , s.32. I . C . l . Yeni Kur Politikasının Getirdiği Kurumlar Arası Karar-Yetki Sorumlu­ luk Dağılımında Değişme Ağustos 1973 yılından beri TL'sının dış değerini ayarlamada Maliye Bakan­ lığı yetkili bulunuyordu. T.C. Merkez Bankası ise, sadece kur değişmelerinin ge­ rektirdiği çapraz kur değişmelerini belirliyordu. Yeni uygulama T.C. Merkez Ban­ k a s ı ' m kur politikasında karar-yetki-sorumluluk merkezi haline getirmiştir. Böy­ lece para kredi politikasında yürütülen T.C. Merkez Bankası, para arzı faiz haddi ve döviz kuru arasında ilişki kurarak daha verimli bir para politikası uygulayabil­ me imkânına sahip olmuştur. Ayrıca yeni uygulama ile ticaret bankalarına döviz kuru değişmelerinden do­ ğan rizikoyu kendileri taşıyacaklardır. Eski uygulamada ticaret bankaları döviz kredisi kullanma yetkisine sahiptiler, ancak dövizle geri ödeme sorumluluğu T.C. Merkez Bankası'nda idi. Kurumlar arası karar-yetki-sorumluluk yeni uygulama ile dağıtılarak, ticaret bankalarının T.C. Merkez Bankasıyla olan hesapları basit­ leştirilmiştir. Böylece maliyet tasarrufu da sağlanabilecektir. Dış Konvertibilitey e Geçişe Doğr u Gidi ş Bilindiği gibi konvertibilite tam ve mutlak anlamda bir ülkedeki mukim ve gayrimukim hakiki ve hükmi şahısların o ülkelerin parası veya diğer yabancı pa­ raları ile olan alacaklarını hangi sebeple olursa olsun serbestçe iktisap etmesi, di­ ğer yabancı paralarla değiştirilmesi ve transfer etmesi şeklinde tanımlanmakta­ dır. Tam vey a mutla k konvertibilite dör t şekild e sınırlanmaktadır(46) . Birinc i sınırlama, dövi z işlemlerinin niteliğine ai t sınırlamadır. Bund a cari işlemle r bazen d e car i işlemle r içinden sadec e ithalat ve ihraca t muameleler i ile ilgil i öde me v e transferlerde paraları n konvertibilitesi söz konusudur. Sermaye hareket leri il e ilgil i muamelelerd e konvertibilite sö z konus u değildir . İkincisi hakiki ve hükmi şahısların yerleşme niteliğine ait sımrlamadır. Bun­ da o ülkede yerleşmiş (mukim) hakiki ve hükmi şahıslara ve yerleşmemiş (gayri­ mukim) şahısların niteliklerine göre cari işlemler ve sermaye hareketlerinde kon­ vertibilite hakkı verilebilir. Uygulamada ülkelere göre farklılıklar vardır. Alman­ ya'da hem cari işlemlerde hem de sermaye işlemlerinde mukim ve gayrimukim ayrımı olmaksızın dış konvertibilite söz konusudur. Belçika'da ise yalnız mukim şahıslara konvertibilite tedrici olarak verilmiştir. Bölgesel konvertibilite ise, bölgelere göre sınırlar getirir. Örneğin IMF'e üye olmayan Doğu Bloku ülkeler konvertibilite hakkı tanınmamıştır. İdari sınırlama ise Merkez Bankaları veya belli mali kurumlar aracılığı ile kanalize edilir. Dış konvertibilite cari işlemlerin serbestisini zorunlu kılar, fakat sermaye ha­ reketlerinde kontrole imkân tanır. Gayrimukim şahısların alacaklarının konvertibilitesini de zorunlu kılar ancak, mukim şahıslara konvertibilite hakkının tanın­ masını bu konudaki tahditlerin IMF'çe kabul edilmesi şartı ile gerekli görmez. Dı ş konvertibilite sistemini n gerekl i ilkeleri(47). (46) Daha aynntıh bilgi için bkz: AYDIN, İzzet "Paranın Dış Konvertibilitesi", Para Kredi, Sayı 9, Ekim 1981, s. 36-37. (47) İzzet Aydın, a.g.e., s. 38. —ithalata ait miktar tahditlerinin kaldırılması, —Gümrük tarifelerini n hafifletilmesi , —Kendi ülkesi ile I M F ' e üye ülkeler arasında olan iki taraflı i d e m e anlaş­ m a l a r ı ¥e ayrıcalıklarının kaldınlmasıdıro 1958 yılında yürürlüğe giren Avrupa Para Anlaşması ile ülke paralarının dış konvertibilite hakkı sağlanmıştır. Türkiye'de Avrupa Para Anlaşmasına dahildir. Fakat parası sadece dolara konvertibildir. Bu iç konvertibilitedir. Buna karşılık Avrupa P a ra Anlaşmasına dahil ülkelerden sadece İzlanda ve Türkiye paraları nın dı ş konvertibilitelerin i sağlayamamışlardır . Yeni döviz kuru politikası, Türk lirasının dış konvertibilitesinin sağlanması yolunda atılmış olumlu bir adımdır. Gerçekçi Ku r Uygulamalarının Ekonomimize Getireceği Rasyonelleşme Yeni döviz kuru, ekonominin rasyonelleşmesini sağlamıştır. Bunlar şöyle sı­ ralanabilir. Günlük kur uygulamaları ile döviz kuru gerçekçi seviyede tutulursa, karaborsaresmi döviz kuru (Merkez Bankası-Tahtakale) ayrımı ortadan kalkacaktır. Ayrıca Türkiye'de gerçek döviz giriş ve çıkışları bilinecektir. Üçüncü olarak çapraz kur uygulamalarının günü gününe yapılması Türkiye'yi uluslararası rezerv kayıpla­ rına uğramasını önleyecektir. Günlük kur ayarlamaları gerçekçi kuru gecikmeli intibakın doğurduğu iç kay­ nak dağılımı bozukluklarım önleyecek, ekonomide kaynak dağılımında rasyonelleşmeyi sağlayacaktır. İhracatı Teşvi k Edere k Ekonomiy e Dinamizm Kazandırmas ı Bilindiği gibi Türkiye'de 1977 yılında G S M H ' n m yıllık artış hızı azalmaya başlamıştır. B u azalış 1980 yılında tam bir durgunluğa ulaşmıştır. Türk İstikrar Politikası Tedbirleriyle enflasyon hızı düşürülmüş iç talep daraltılmış, sanayi dur­ gunluğa geçmiştir. İşte bu tedbirleri tamamlayıcı olarak getirilen günlük kur ayar­ lamaları ile ihracat teşvik edilmekte, böylece ihracat için üretim yapan sanayiler ortaya çıkarak, ya da varolan sanayiye dışarıdan talep yaratarak, ekonomiye dina­ mizm kazandırılmak istenmektedir. İhracatçıyı teşvik etmek için günlük kur ayarlamalarının yanısıra ek tedbirler de alınmıştır. Bunlar, ihracatçının kazandıkları dövizin bir kısmını ithalatta kul­ lanılmasını sağlayabilmek niteliktedir. I . e . 2 . İhracat Üzerine Etkileri Yeni kur politikasına geçişin, en önemli sebeplerinden biri de, bu tarihe ka­ dar, Türkiye ekonomisinde yaşanılan, ihracat yetersizliği problemidir. 1 9 6 5 yılından, 1980' e kada r geçe n onbeş yıllık dönemde , ihracat, değe r olarak alt ı katına çıkarken, milli geli r içindeki payını, oran olarak hiç değiştirmemiştir. Top lam dış ticaret ve toplam dünya ihracatı içindeki payı ile, ithalatı karşılama oran ı devamlı düşmüştür . (Kur 1965^d e 9 . 8 0 TL, 1980^d e 8 0 TL'dir. K i bu % 8 00 artış demektir.) Kur politikaları ile, sanayiyi koruma ve ihracatı teşvik arasında büyük bir ilişki bulunmaktadır. Bundan dolayı, Türkiye'deki ihracat yetersizliğinin başlıca sebe- bi olarak , Mayıs 198 1 öncesi ku r politikalarını görmede , i ş çevreler i ve üniversit e hemfikirdi. Gerçekte n de, yen i politika , ihracatt a önemli gelişmeler e sebe p olmuş tur. Bun a karşılık , dah a önc e uygulana n itha l ikam e politikaları , Türkiye'yi , 1979'larda dövi z darboğazın a sokmuştur. He r ne kadar , 1963-6 8 döneminde , sa nayideki büyüm e itha l ikamenin pay ı büyükse de , ikinc i dönemde , kapal ı ekono mi modelinde n uzaklaşılmamas ı ters sonuçlar doğurmuştur(48). Kısı r döngü mey dana gelerek , arta n üretim, ithalatın önce yükselmesine, dah a sonra da döviz dar boğazı sebebiyle , ithalatı n yeniden düşmesin e yo l açmaktadır . B u durumdan kurtulmanın sırrı , dengel i bi r dışa açılm a ve cidd i bi r ihracat atılımınd a bulunuyor du. Tablo: 2 1 Döviz Kurlar ı v e İhraca t (1980-85 ) Döv. Kuru(* ) (TL/Dolar) Yıllar 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 (1) 89.72 129.18 186.64 280 442.50 572 755.90 İndeks (2) 100 144 207 311 492 642 848 İhracat (Milyon Dol. ) (3) 2910 4703 5745 5728 7133 7958 7457 İndeks (4) 100 161 197 196 245 273 256 (*) Döviz kuru 31.1 2 itibarı ile döviz alış kurlarıdır. Kaynak: (1 ) no.lu kolon İSO, The Turkish Economy At The Beginning of 1 9 8 5, S.89. (3.4) no.lu kalem, DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı, s.352. İndeksler tarafı­ mızdan hesaplanmıştır. İTO, Aylık Ekonomik Veriler, Ocak 1987 , s.59. Görüldüğü gibi, alt ı yıllık dönemde , dövi z kur u % 755 oranında değişirken , bir başk a ifadeyle , Tür k parası , dolar karşısında değe r kaybederken , ihracatı mız, değe r olara k % 202 oranınd a artmıştır . 1985 yılında, DİE verilerine göre, Ocak-Ekim dönemi ihracatının en yüksek payını % 41. 9 ile, İslâm Ülkeleri almış­ tır. Bunu, % 4 0 . 6 ile, AET, % 1 4 ile OECD ülkeleri almıştır. Bu rakamları, 1 9 8 4 ile mukayese ettiğimizde ise, İslâm Ülkeleri ile, yapılan ihracatın, % 17.9 , A E T ile yapılan ihracatın, % 17. 8 büyüdüğünü görmekteyiz. Dış ticaret dengemizdeki açık ise, 4. 9 milyar dolardan, 198 4 yılında 3. 6 milyar dolara inerken, ih­ racatın, ithalatı karşılama oranı 1 9 8 6 ' d a % 37 'den % 67 'ye yükselmiştir. (48) Serin, V.; Türk Döviz Kuru Politikası, Hukuk Araştırmaları Dergisi 1986 s. 24. Tablo: 22 Dış Ticaret Açığı Yıllar Açık (Milyon Dolar) 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986* 4999 4230 3098 3568 3624 2166 3648 İhracat/İthalat (%] 36 52 64 62 66 70 67 (*) 1986 yılı sonu itibariyle. Kaynak : T.C. DİE, istatistik Yıllığı 1985, s. 3 5 2 ' den istifade edilerek hesaplan­ mıştır. Ayrıca, bir diğer olumlu gelişme, ihracatın sektörlere göre da­ ğılımında elde edilmiştir. Sanayi ürünlerinin payı, 1983 yılında % 64.6 iken, 1984'de % 72.6'ya ulaşmıştır. Bu tablolar da gösteriyor ki, gerçekçi kur dünya fiyatları ile, iç fiyatlar arasın­ daki farkı kaldırarak ihracatı teşvik ederek ekonomiye dinamizm kazandırmıştır. Ayrıca yeni uygulama, kurumlar arası, yetki, sorumluluk dağılımında değişme yaparak. Merkez Bankası'm tek yetkili kurum haline getirirken, ihracatçı'nm kar­ şılaştığı bürokratik engeller de azaltılarak, ticaret bankalarının. Merkez Bankası ile olan hesapları basitleştirmiştir. Dünya ticaretinin daralma gösterdiği bir ortamda, ihracatın artması, ulusla­ rarası finansal pazarların gözde ülkelerin borçlarını ödeyemedikleri bir dönem­ de, T.C. Merkez Bankası'nmdüzenliborç ödemesi, kredi itibarımızı da arttırmış­ tır. 7 Temmuz 1 9 8 4 TPKK hakkında, 30 sayılı karar, ülkemizin artan kredi itibarı doğrultusunda, özel sektörün işletmelerimize dışarıdan borçlanmada önemli ko­ laylıklar sağlamakta, bankalara, ihracatçı sermaye şirketlerine, teşvik belgeli ya­ tırımcılara, dış müteahhitlik hizmeti yapanlara, belirli şartlarla, dışarıdan borç­ lanma imkânı vermektedir. Faiz ve masrafların taraflarca serbest belirlenmesini getiren karar, kur riskini temelde borçluya bırakmaktadır. Kur politikası ile birlikte, ihracat kredileri düşülerek, vergi iadeleri ile ihra­ cat teşvik edilmektedir. 1978 yılında kaldırılan kur garantisi, 1984 yılında yayın­ lanan kararname ile Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş. elinde bulunan yatırım amaçlı, orta ve uzun vadeli, döviz kredilerine kur garantisi ile, teşvik belgeli yatı­ rımlara tahsisi imkânı veriliyordu. 1984 yılında, sadece T S K B , belli bir kredi di­ limi için bundan faydalanmış, kredilerin tükenmesi ile, uygulama sona ermişti. I M F ve Dünya Bankası, kur garantisine karşı olmasına rağmen, düşen yatırım eği­ limini canlandırmak için yeniden uygulamaya konmuştur. Bakanlar Kurulu'nun 8 5 / 9 3 2 5 sayılı ve 2 7 . 3 . 1 9 8 5 tarihli kararnamesi ile, DESİYAB Devlet Yatırım Ban­ kası Turizm Bankası, Sınai Kredi ve Yatırım Bankası, İslâm Kalkınma Bankası ve IFC'yi kapsayacak şekilde, kur garanti sistemi yeniden uygulamaya konulmuştur. İhracat sisteminde yapılan diğer önemli bir değişiklik de yurt dışına ticari amaçla mal ihraç edenlere, ihracat bedeli dövizlerin % 20'lik kısmını serbestçe kullana­ bilme imkânının sağlanmasıdır. Türk ekonomisinin yeni uygulamaya başladığı, ihracatı teşvik politikalarına, Güney Kore, Hong Kong, Taiwan, Singapur, Endonezya, Tayland, Malezya gibi ülkeler, II. Dünya Savaşı'ndan sonra geçmiş ve olumlu sonuçlarını almıştır. İhra­ catın artışı, döviz darboğazını engellemekte, milli geliri artırmaktadır. Özellikle, atıl kapasitenin varlığı durumunda, etkin ve tam kullanımı sağlarken, üretimde ölçek ekonomilerinden faydalanma imkânı da temin etmektedir. Ayrıca, bu poli­ tikaların dolaylı müdahalelere ihtiyaç göstermesi, devlet bütçesine yük olmama­ sı, ithal ikame politikalarına göre daha avantajlı olmalarına yol açmaktadır. An­ cak bu neticelerin elde edilmesi için, şu şartlar gereklidir: — Ekonomide, hem özel hem kamu sektörü, ihracatın artırılma gereğine inan­ malı ve istekli olmalıdır. — Müteşebbislere, özellikle imalat sanayiinin geliştirilmesi açısından devlet desteği sağlanmalıdır. — Dış dünyadaki rekabet şartlarına göre, ihracata söz konusu olan malların fiyatı, kalitesi, miktarı belirlenerek uygun bir politika takip edilmelidir. — Kamu ve özel sektörün birlikte hazırlayacakları uzun dönemli bir program çerçevesinde, ekonomide ihracata yönelik yatırımlara ağırlık verilmeli ve ihraca­ tı çekici bir duruma getirecek tedbirler alınmalıdır. — Ekonomide ihracat ile ilgili tüm özel ve kamu kuruluşları arasında organi­ zasyon sağlanarak, bu konudaki bürokratik engeller ortadan kaldırılmalıdır. — Türk ekonomisi de benzer tedbirleri almıştır. Böylece değerlenmiş kur uy­ gulamaları, ithal girdileri üzerindeki tarifeleri, kambiyo kontrolleri rejiminden uzaklaşılmıştır. T.C.3. Dış Ticaret Hadleri Üzerindeki Etkisi Günlük kur uygulamalarına geçilmeden önceki dönemlerde de, geçici iyileş­ meler hariç, dış ticaret hadleri aleyhimize seyretmekteydi. Bilindiği gibi, geliş­ mekte olan ülkeler, ödemeler dengesinin olumsuz sonuçlarını azaltacak ekono­ mik bir bünyeye ve uluslararası mekanizmaya sahip değildirler. Bu nedenle de, kronik ödemeler dengesi açıkları ile karşılaşırlar. Gelişmiş ülkelerin ihracatında, gıda maddeleri önemli bir yer tutmaktadır. Bunun sonucu olarak da, dış ticaret hadleri aleyhlerine gelişmektedir. Engel kanuna göre, gelir arttıkça, gıda madde­ lerine yapılan harcamaların oranı artarken, sanayi mallarına yapılan harcamala­ rın oranı azalmaktadır. Milli gelir artışı sonucu, ithal talebi, ihraç malları tale­ binden daha hızlı arttığı için, ticaret hadleri, gıda maddeleri ihraç eden ülkeler aleyhine bir gelişim göstermektedir. Ayrıca gelişmiş ülkelerin, sanayi kesimini koruyucu tedbirleri sonucunda, dünya tarımsal ürün ithalatında büyük azalmalar olmuştur. B u durum bütün gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye'nin de, ihracat potansiyelini sınırlamaktadır. Bunun yanısıra, Türkiye, diğer gelişmekte olan ül­ keler gibi, kendi ürettiğinden fazlasını tüketme eğilimindedir. Zengin ülkelerle ilişki içinde bulunan fakir ülkeler, sürekli olarak, kendi üretim kapasitesinin üs­ tünde harcama yapmak için baskı duyarlar, bu da içte enflasyonist bir baskı oluş­ tururken, dışta da, ödemeler dengesizliğine doğru kalıcı bir tesir bırakmaktadır. Sosyal düalizm teorisine göre, az gelişmiş ülkelerde, ithal malı olan sistem yanyanadır. Ve bu durum, ülkenin sosyal yapısında bir çözülme, çatışma ve tutarsız- lıklar ortaya çıkarır. Böylece ikili ekonomik yapıya sahip olan Türkiye'de de, dış ticaret hadlerinin aleyhimizde seyretmesinin sebepleri ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada, vurgulanmak istenen, yeni kur uygulaması, Türk parasının de­ ğerinde hızlı düşüşlere yol açarak, zaten aleyhde olan dış ticaret hadlerini daha da kötüleştirmesidir. Bu durum aşağıdaki tabloda açıkça gözlenmektedir. Tablo: 23 Dış Ticaret Hadleri ve Dış Ticaret İndeksleri - DIŞ TİCARET HADLERİ YILLAR (TL) 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984 82.2 75.9 72.3 58.1 54.6 51.1 51.0 57.0 (DOLAR) 79.4 73.7 73.7 56.9 52.1 49.7 49.0 55.3 İTHALAT İHRACAT (TL) (DOLAR) (TL) (DOLAR) 191.5 274.1 437.5 1196.6 1571.9 2129.7 2621.6 4283.1 146.2 154.9 182.4 215.8 191.3 178.9 158.0 159.7 233.1 361.0 650.3 2055.5 2879.7 4168.9 5191.7 7564.1 184.1 209.8 247.5 379.2 367.3 360.3 328.8 288.6 Kaynak: T.C.DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı, 1985 , s.368 Yukarıda görüldüğü gibi, 197 3 = 100 olmak üzere, endeksimiz, dolar cinsin­ den % 55.3 'e düşmüştür. Bunun nedeni, ithalat fiyatlarının aynı dönemde, 7564 'e yükselirken, irhracat fiyatlarının 4 2 8 3 . l ' d e kalması, başka bir deyişle, ithalat fiyat endeksinin, ihracat fiyat endeksinin üstünde seyretmesidir. Aynı dönemde, mik­ tar olarak, ihracat 1 9 9 . 4 ' e çıkarken, ithalat, 2 4 1 . 2 ' y e yükselmiştir. Bu sonuç, Türk ekonomisinin kalkınması için gerekli sağlam finansman kay­ naklarının oluşma imkânlarını daraltmaktadır. I.C.4. Görünmeyen İşlemler Üzerine Etkileri Yeni uygulama, işçi ve turizm gelirleri ile, diğer görünmeyen net gelirlerden önemli olumlu gelişmeler sağlamıştır. 197 8 yılında 98 3 milyon dolar olan işçi ge­ lirleri, 1981 'de 2.490 , 1982 'de 2.187 , 1983 'de 1.55 4 milyon dolarlık, döviz girişi temin etmiştir. Bu dönemde, turizm gelir sağlayıcı niteliğe kavuşmuştur. Diğer görünmeyenler kaleminde ise, 197 8 yılında 25 4 milyon dolarlık net gelir, 1 9 8 3 ' d e 9 3 4 milyon dolara çıkmıştır. Kısaca ifade edilecek olursa, bu kalemlerde verimli sonuçlar elde edilmiştir. İşçi Dövizi Girişleri İşçi dövizlerinin gelişimi aşağıdaki tabloda verilmektedir. Görüldüğü gibi kur değişmelerine paralel olarak işçi dövizlerine de artışlar olmuştur. Ancak 198 5 yı­ lındaki düşme, 198 6 yılında da devam etmektedir. Tablo: 2 4 İşçi Döviz i Girişler i (1977-1986 ) Yıllar Milyon $ 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 982.0 983.0 1694.0 2071.0 2489.6 2186.6 1553.6 1881.2 1774.3 1500.0 Kredi Mektupl u Döviz Tevdia t Hesabı 173 362 344 365 473 817 1251 1778 2678 3400 n Kaynak: DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı, 1985 , s.395. (* ) 1986 Nisan itabariyle, T.C. Maliye Bakanlığı Bültenleri. İşçi dövizlerinin 198 5 yılından itibaren düşmesine rağmen, kredi mektuplu döviz tevdiat hesabına yatırdıkları döviz tutarı artmaktadır. Yurda giren işçi dövizlerindeki azalmanın başlıca nedeni; T L ' n m özellikle mark karşısında aşın de ğer kaybetmesidir. Markın dolar karşısında değer kazanmaya devam etmesi sonu­ cu, işçilerimi z tasarruflarını dövi z olara k muhafaza etmeyi tercih etmektedirler . Kredi Mektuplu Döviz Tevdiat hesaplarına olan güvenin artması tasarrufla­ rın bu hesaba yönelmesini sağlamıştır. T.C. Merkez Bankası bu tasarrufları krde olarak kullanabilmekte, ve bu bölüm ödemeler dengesi tablosunda kısa süreli borç­ lar içinde yer almaktadır. B u hesaplar aracılığı ile kısa süreli borç yükü bir ölçüde hafiflemektedir. Turizm Türk lirasının aşırı değer kaybetmesi, turizm gelirlerini artırıcı bir faktördür. Ancak, 198 6 yılı başında Libya-Amerikan çatışması, çeşitli gerilim örgütlerinin teröre uygulayacakları konusundaki endişeler, Çernobil nükleer santralmdaki pat­ lama, Türkiye'ye yönelen turizm hareketlerini olumsuz yönde etkilemiştir. Tablo: 2 5 Turizm Gelirler i (Milyon Dolar ) Yıllar Turizm Gelirler i 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984 230.4 280.7 326.7 381.3 370.3 411.1 548.0 Diğer görünmeyen işlemler gelirleri ise 1986 yılmm ilk altı ayında 1985'e % 27'lik bir azalma gözlenmektedir. Bununla birlikte sadece dış müteahhit gelirleri % 8 1 . 5 ' l u k artış göstermiştir. İhracata bağlı olarak taşımacılık sektöründe de artış olmuştur. I . e . 5 . Enflasyon ve Yeni Kur Politikası Türkiye, 1985 yılında, OECD ülkeleri arasında, enflasyonun en fazla arttığı ülkedir. 1985 yılmm Ocak-Kasım döneminde bu oran, A.B.D. için, % 3.2, OECD ülkeleri genelind e % 4 . 3, AET genelinde % 4 . 9, Yunanistan'da d a % 20.1 olmuştur. Aynı dönemde Türkiye'de % 38.3'lük bir oranla karşılaşılmaktadır. B u kadar yüksek bir enflasyon rakam ı eld e edilişinin e n büyük sebebi, ayn ı dönemde, emisyo n artı ş oranını n % 4 8 .3 olmasıdır. Monetarist görüş e göre, dövi z kurundak i değişmelerin etkileri ile, nomina l p a r a miktarındaki değişmeleri n etkileri arasında tam bir paralellik vardır. Reel üretim artışı oranından fazla olan para arzı artışı, enflasyona neden olurken, para da aynı oranda değer kaybedecektir. Günlük kur uygulamaları ile birlikte, para arzı artışlarının kontrol altına alınmaması, Türkiye'de böylesine yüksek bir enf­ lasyona v e alt ı yıllık dönemde , dolar karşısında Türk Lirasının % 8 4 8 oranında değer kaybetmesine neden olmuştur. Sabit kur rejimindeki, monetaristlere göre, para arzı artışı, faiz hadlerini dü­ şürecek, bu da, yaratılan fazla para miktarmca, kısa dönem sermaye çıkışlarına sebep olurken, fiyatlar ve istihdam hedeflerini, para ve maliye politikası aracılığı ile etkilemek mümkün olamayacaktır. Esnek kur rejiminde, para arzı artışı, gene faiz hadlerini düşürecek, ancak bu defa sermaye çıkışı, para değerini düşürecek, bu da dış ticaret dengesinde fazlalı­ ğı ortadan kaldıracaktır. Kısaca , p a r a v e maliye politikaları aracılığı ile, ekono mideki ree l değişkenleri etkilemek , moneteristler e gör e imkânsızdır . Buna kar­ şılık Keynesyen teoride, çarpan mekanizması aracılığı ile, para arzını arttırarak, istihdam, ekonomik büyüme gibi reel parametrelerde olumlu sonuçlar elde edilebiliniyordu. Hatta, Keynesyen iktisatçılar, bir piyanonun tuşları ile oynarcasına, ekonomi politikaları aracılığı ile istenen makro hedeflere ulaşabileceklerine ve eko­ nomi ilminin ''altın çağı " m yaşadıklarına inanıyorlardı. Ancak, 1970' lerden sonra dünyayı saran çift haneli enflasyonlar, hatta stagflation ve slumplation, Keynes­ yen görüşlerin yerine Monetarist görüşlerin almasına neden oluyordu. A.B.D.'nin ödemeler bilançosu açıkları ile karşılaştıkları dönemde, A.B.D. dışındaki ülkeler serbestçe dalgalanan kur uygulamasına geçselerdi, moneterist­ lere göre A.B.D.'deki aşırı para arzı artışından kaynaklanan uluslararası enflasyo­ nu, A.B.D. sınırları içinde tutmak mümkün olacaktı. Oysa, Ayarlanabilir Sabit Kur sisteminde, para arzı artışları, fiyatlarda ve istihdama artışa, bunun sonucun­ da da ihracat ve ithalatçıların yeni nisbi fiyatlara uyum göstermeleri ile ticaret açık­ larına yol açmakta ve sonuçta devalüasyonlara gidilmek mecburiyeti doğmaktay­ dı. Bu da nominal para miktarında bir azalışa sebep olmaktaydı. 1950'ler sonlarında ve 1960'larda, Johnson, Mundell, Michaely gibi iktisat­ çıların makaleleri, ödemeler dengesi sorununa moneterist bir tarzda yaklaşımla­ rın doğmasına ve hız kazanmasına yol açmıştır. Bu görüşte, bütün sürekli ödeme­ ler dengesi açıkları, para arzı artış hızının, reel üretim artış hızından yüksek ol­ masından kaynaklanmaktadır. Yine bu görüşe göre, uluslararası ilişkiler, ülkele- rin para politikalarının etkinliğini azaltmaktadır ve açık ekonomi modellerinde, para arzı, bir para politikası aracı olmaktan çıkmakta, endojen bir değişken hali­ ne gelmektedir. Ancak, reel milli artış, ödemeler bilançosunu olumlu yönde de­ ğiştirebilecektir. Bu teorik açıklamalara dayanarak, enflasyon ve T ü r k parasının değerinde­ ki düşüşlerin para arzı artışlarının reel üretim artışını aştığı hızda devam ede­ ceğini söyleyebiliriz. Önemli olan bir diğer nokta ise, T ü r k parasının değerinin düşük tutulması, ihracatı artırırken; enflasyonun da hızla ihracat gelirlerini aşın­ dırması, reel büyüme oranının istenen düzeyde olmasını engellemesidir. Ayrı­ ca, ihracattaki serbestleşme, iç fiyatların artmasına yol açmaktadır. B u da bir kısır döngüye sebep olarak, Türk parasmm, enflasyon oranından daha fazla düş­ mesi ile sonuçlanmaktadır. Böylece ithal mallarm fiyatları yükselmekte , açık artmakta, üretim hızı düşmektedir, işsizli k 1985 yılında 3.1 milyona ulaşırken, gelir dağılımı da hızla bozulmaktadır. Enflasyon, sermaye birikimini sağlarken, tekelleşmeye de sebep olmaktadır. B u ise, 24 O c a k Kararlarının genel felsefesi­ n e ters düşmektedir. Enflasyon, ödünç alman kapitali aşındırarak, ihracatçı kazançlarını eritmek­ te, ülkemizin temel ithalatını finanslayan kaynakların yetersiz kalmasına ve özsermayeden ziyade krediye dayalı olarak kurulan firmalarda ciddi problemlere yol açmaktadır. l.D. Kur politikaları ile Sanayileşme Politikaları Arasındaki İlişki. Kur politikaları ile, sanayii koruma ve ihracatı teşvik arasında, büyük bir iliş­ ki bulunmaktadır. 1960 'lardan itibaren, Türkiye'de, ithal ikame stratejisi denen­ meye başlanmıştır. 1963-6 8 döneminde, sanayideki büyümede, ithal ikamesinin payı büyük olmuştur. Ancak, ithal ikamesi stratejilerinin ikinci dönemlerinde, ka­ palı ekonomi modelinden yavaş yavaş uzaklaşılmazsa, i l k önce artan üretimle, ithalatın yükselmesine, d a h a sonra da döviz darboğazı sebebiyle, ithalatın yeni­ den düşmesine yol açmaktadır. Nitekim Türkiye'de de böyle olmuştur. Buna 1974'lerden itibaren yaşanan, petrol krizi de eklenince, Türkiye 1 9 7 0 ' l i yılların sonunda döviz darboğazı krizine girmiştir. Ciddi bir ihracat atılımına 197 0 yılla­ rında başlansa idi, dengeli bir dışa açılma ile, bu problemler çözülebilirdi. Petrol krizinden sonra, 1974-198 0 döneminde de, içe dönük bir strateji uygu­ lanmaktadır. Bu dönemin başlangıcında, artan majinal sermaye hasıla oranına rağ­ men, yükselen yatırımlar sonucunda, milli gelirdeki artış, kısa müddet devam et­ miş, fakat yükselen dış borç oranı yeniden dış borç almayı imkânsızlaştırmca, eko­ nomi krize girmiştir. Bunun üzerine 2 4 Ocak istikrar tedbirlerinin alınması ge­ rekli olmuştur. Türkiye'nin dışa açılma stratejisinin devamı gereklidir. İthal ikamesi ile enf­ lasyon arasında ilişki mevcuttur. İthal ikamesi stratejisi uygulanan 32 ülkede, bu bulgu ispatlanmıştır. A y r ı c a Türkiye'de özellikle 1974-1980 dönemi de bunu doğrulamaktadır. B i r b a ş k a korelasyon da, ihracat ile, büyüme oranları arasın­ da elde edilmiştir. Yoğun ihracat yapan ülkelerde, tasarruf oranları daha yük­ sek, sermaye/çıktı katsayıları daha düşüktür. Dışa açık bir strateji uygulayan ül­ kelerde, petrol şoklarının, ödemeler dengesi üzerindeki etkisi, milli gelirlere oranla daha büyük olmuştur. Buna rağmen bu ülkelerde, ithal ikame stratejisi takip eden ülkelere oranla daha yüksek bir büyüme hızı, bu kaybı telafi etmiştir. İçe dönük strateji uygulayan ülkelerde, hem petrol krizi öncesi dönemde, hem de petrol krizi döneminde, dışa açı k ekonomiler e oranla, dah a a z başarılı oldu ğu gözlenmektedir . Özellikle, Türkiye ekonomisi, petrol krizi dönemi denilen, 1973-1980 döneminde dış şoklarından, içe dönük ülkelere oranla dahi daha olum­ suz bir biçimde etkilenmiştir. İthal ikamesi stratejisinin, ikinci dönemini, ara mal­ larında ithal ikamesi dönemini yaşayan Türkiye'de, bir yandan kur politikası ve korumanın maliyetlerini artırması sebebi ile, azalan ihracat, öbür taraftan, gittik­ çe büyüyen ek finansman gereği ile düşmeye zorlanan ithalat, içte hem üretimi aksatmış, hem de enflasyonu artırmıştır. Enflasyon ve üretim azalışı ise, kısır döngü içinde, ihracatı yeniden olumsuz biçimde etkilemiştir. Artan enflasyon, düşen ih­ racat, ithalat zorlukları, aksayan iç üretim v e tekrar artan enflasyon arasındaki zin­ cirleme etkileşim, bu döngü içindeki herhangi bir elemandaki değişme nedeniyle başlayabilmektedir. Bugün ihracat, döviz kaynağı olduğu gibi, içteki üretim artı­ şının da önemli bir kaynağını oluşturmaktadır. Dolayısıyla, kısa ve orta dönemde ihracat teşviklerinin devamında, enflasyon ve iç üretim açısından fayda vardır. I.E. Türk Lirasının Geleceği. Türk lirasının değerindeki düşüş birçok kuruluşun tahminlerine gör e 198 7 sonunda 1 A.B.D. dolarına göre 1 0 0 0 TL'na , Alma n Markı'na gör e de 5 30 TL'sın a yaklaşacaktır . Anca k 198 7 yılında p a r a arz ı artış ı kontro l altın a alınamaz , 1 9 8 6 ' d a olduğ u gib i % 57 civarınd a artarsa , dövi z fiyatları ço k dah a yüksele cektir. Türk Lirasının değerini sürekli düşüren kur politikası, önümüzdeki bir iki yıl içinde, paramızı alışveriş ve tasarruf aracı olarak kullanılamaz hale getirecektir. I L S A N A Y I L E Ş M E POLİTİKALARI Bundan önceki bölümlerimizde, ithal ikamesi ve ihracata dönük sanayileş­ me stratejilerini, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler yönünden irdelediğimizde, gözlediğimiz en önemli olgu; her iki politikanın da, ülkenin yapısal ve konjonktürel (iç ve dış) nedenle bağlı olarak, devrevi bir biçimde birbirlerini izlemeleri­ dir. Bu olgu, ülkemiz yönünden de aşağıda ele alacağımız dönemler çerçevesin­ de de geçerli olmakta ve bugüne dek uygulanan ekonomik politikaların, öznel ter­ cihlerinden daha çok, nesnel gerçeklere göre biçimlenerek süregeldiği anlaşılmak­ tadır. Daha açık bir deyişle, uygulanan sanayileşme stratejileri, genellikle zama­ nın siyasal iktidarlarının, ekonomik-politik görüşlerinden bağımsız olarak oluş­ makta ve özellikle ülke ekonomisinin içinde bulunduğu iç ve dış konjonktürel ko­ şulların hazırladığı ortamdan kaynaklanmaktadır. (49). Ancak Türkiye'de son kırk yıl içinde, mutlak olarak ithal ikamesi politikası­ na sadık kalındığı görüşüne, literatürde sık sık rastlanmaktadır. Bununla beraber, gözardı edilmemesi gerekli bir gerçek de, Türkiye'nin iç ve dış ekonomik kon­ jonktürünün etkisinde kalarak, zaman zaman ihracata yönelik liberal bir sanayi(49) GÜLALP, a.g.m., s.50. Bu konuda bkz. TEKELİ, İ. -İLKİN, S.: Savaş Sonrası Ortamında 1947 Türkiye İktisadi Politi­ ka Arayışları, ODTÜ, Ankara, 1974. BORAT AV, Korkut; Türkiye 'de Devletçilik, İstanbul, 1974. HERSLAG, Z.Y., Turkey, The Challarge of Grewth, Leiden. E.J.BRİLL, 1968. leşme ve dış ticaret politikası izlenmiş olduğudur. Fakat ülkemizin tüm sanayi­ leşme çabasına karşın, hızlı büyümesinin gerektirdiği döviz harcamalarını, kendi döviz gelirleri ile karşılayabileceği dinamik bir ihracat sektörüne halen kavuşa­ madığı görülmektedir. Bunun en önemli nedenin de herhalde Türkiye'nin sana­ yileşmesinde daha çok ithal ikamesinin tercih edilmesinde değil aksine bir ülke­ yi sağlıklı bir ekonomik yapıya kavuşturmada çok yararlı bir araç olarak kullanı­ labilecek bu politikanın, belirli sınırlamalar ve selektif bir şekilde kullanılmadı­ ğında aranması gerekmektedir. Diğer bir deyişle, girişte de vurguladığımız gibi, az gelişmiş bir ülkeyi sağ­ lıklı bir ekonomik yapıya kavuşturmak için, teorik anlamda ithal ikamesi ve ihra­ catı teşvik politikalarının birbirine alternatif olmamaları gerekmektedir. Oysa, ül­ kemizin uygulamada hızlı bir büyüme düzeyini sürdürememesinin nedeni ise, bu iki politikayı uygulamada birbirini tamamlar biçimde değil de, iç ve dış konjonktürel şartların etkisi altında sadece birbirinin daha çok tercih edilmesinde araya­ biliriz. Gerçekten, Türkiye'de her ekonomik bunalımın kaynağını, benimsenmiş sanayi ve dış ticaret politikasında arayıp, bunun alternatifi bir politikaya geçme eğiliminin egemen olduğu görülmektedir. Oysa, biraz gelişmiş ülkede korumacılığın (ithal ikamesi) sanayileşme süre­ cinde önemli bir politika olması doğaldır. Bununla beraber gelişmekte olanbir eko­ nomi, kullandığı her malı, ülke olarak üretmeye yönelmek yerine, daha elverişli koşullara sahip olduğu bazı sanayi mallarını da, ihraç etmek için seçilmiş ölçek­ ler ve teknolojiler ile üretim kapasiteleri kurarak, toplam gelirini ve büyüme hızı­ nı daha da arttırabilir. Burada söz konusu olan, aşırı ithal ikameciliği ve koruma­ cılık bileşimi yerine, dengeli bir ihraç özendiriciliği ve korumacılığın, daha yük­ sek büyüme hızları yaratmak açısından, yeni olanaklar getirme olasılığıdır (50). Gerçekten, ülkemizde aşırı ithal ikameciliği ile, dış ekonomik bağımlılığın azaltılması isteği arasındaki ilişki ters yönde gerçekleşmiştir. Büyüyen ve yapısı değişen bir ekonominin ithal gereksinmesi artarken, dünya piyasasındaki verim­ lilik ve etkililik koşullarından kopuk bir şekilde sürdürülen ithal ikameci sanayi­ leşme (ikamenin tamamladığı sektörlerde korumanın devam etmesi yanında, di­ namik dünya piyasası koşullarına göre fahiş maliyet farkı olan sektörlerde yeni yatırımları teşvik eden korumacılık) ülkenin ihracatını arttıramadığı için büyük dış ticaret açıklarına yol açmıştır. Literatürde ülkemiz yönünden her iki sanayileşme stratejisinin dengeli bir bi­ çimde uygulanmasına gidildiğinde, ekonomide gerçekte kıt olan kaynakların ye­ tersiz kalacağı endişesine rastlanmaktadır. Gerçekten de ithal ikameciliği ve ihra­ catı teşvik politikasının optimal bir bileşimine ulaşmak, her ne kadar teorik yön­ den olası gözükmekteyse de, uygulamada her zaman başarılı olunması kolay ol­ mamakta ve bu nedenle böyle güç kompozisyonlara ulaşmaya çalışmanın maliye­ tine katlanmak yerine, daha pratik çözümlerin (yalnız bir stratejinin izlenmesi gi­ bi) tercih edildiği görülmektedir. Aynı şekilde ülkemizde de uygulanan korumacılık politikası nihai mal üreti­ mini teşvik etmiş, ara ve yatırım malları sanayilerinin kurulmalarını ve gelişme­ lerini engellemiştir. Şöyle ki, mamul mallar için yüksek gümrük tarifeleri ve kota (50) TEZEL, Yahya S.; "Türkiye'de 1929-28 döneminde Sanayileşme ve Dış Ticaret Politikalarının Arasındaki Etkileşimle İlgili Bazı İzlenimler", UNIDO, a.g.k., s. 23. uygulaması il e birlikte, aşırı değerlendirilmiş kur politikası izlenerek, mamul mal üretimini kolaylaştırmak için, ara ve yatırım mallarında ise düşük tarife v e düşük döviz değerlendirilmesine gidilmiştir. Yani, "yerli ara ve yatırım mallan sanayi­ leri iki alanda birden mücadele etme k durumundadırlar.'' Sınırlı finansman ve döviz imkanlarını kısmen kendi alanlarına çekmek ve çok elverişli koşullarla it­ hal edilen yabancı ara ve yatırım mallarıyla rekabet etmek. Türkiye'de özellikle yatırım malları sanayilerinin mücadele etmek zorunda kaldıkları üçüncü bir fak­ tör, aşırı değerlendirilmiş Türk Lirasının yabancı makine-techizat fiyatlarını ya­ pay olarak daha da düşük tutup, söz konusu malların dışalımını olağanın üstün­ de uyarmasıdır(51). O halde, bundan sonra izlenecek sanayileşme stratejisinde ise,şimdiye kada r uygulanan itha l ikames i palitikasm m tersine; niha i tüketi m mallarında koru mayı kaldırıp , a ra ve yatırı m mallarınd a korumay a yönelirsek , genellikl e he m ithal ikamesini tamamlamış sektörleri n ihracatı teşvik edilmiş olacağ ı gibi, he m de b u sektörlere gird i sağlayan ara v e yatırı m mallar ı üretim i d e dolaylı olara k uyarılmış olacaktır. Böylelikle, bugüne dek korumanın sürekliliği ile ihracata açıl­ makta gecikmiş sektörler giderek ihracata açılırlarken, aynı zamanda bu sektörle­ rin özellikle yerli girdilere dayalı üretim yapmaları daha cazip hale geleceğinden ara mallarından da ithal ikamesini tamamlama sürecine girilmiş olacaktır. Bu öneriler ışığında bir sanayileşme stratejisi izlendiğinde, daha önce değin­ diğimiz gibi, teorik yönden mümkün olan her iki stratejinin optimal bileşimine uygulamada da yaklaşmak mümkün olabilecektir. II.A. 1946 Öncesi Dönem II.A.I. Cumhuriyet Öncesi Dönem Türkiye'nin sanayileşme hareketi Osmanlı İmparatorluğu zamanında başla­ mıştır. Batı Avrupa ülkelerinin henüz daha makineli üretim sürecine girmediği 15. ve 18. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu sanayi yönünden dünyanın en ileri gitmiş ülkelerinden biriydi. Özellikle lonca adı verilen ve üretilen malların satış fiyatlarıyla, satış yöntemlerini belirleyen ve düzenleyen yerel örgütler sayesinde çinicilik, dokumacılık ve gemi yapımı gibi sanatlar çok ileri bir seviyeye yüksel­ mişti. Düzenli ve kontrollü bir şekilde yürütülen sınai faaliyetler sonunda üreti­ len tekstil ürünleri dış piyasalara çok kolaylıkla ihraç ediliyor ve tersanelerde Ve­ nedikliler için savaş gemileri yapılıyordu(C2). Fakat, İngiltere'de buharın maki­ neye uygulanması sonucu ortaya çıkan ve sanayi devrimi olarak adlandırılan ha­ rekete ayak uydurulamaması. Batılıların da Osmanlı ülkesini bir hammadde am­ barı olarak değerlendirip, bu ülkeye mamul malllar gönderilmesi biçiminde bir politika izlemeleri sonucu ülkemizdeki sanayi ve teknik bilgi duraklayıp, gerilemiştir(53). (51) ALKİN, Erdoğan; ' 'Kur Politikasının Türk Sanayiine ve İhracata Etkilen' \ 1980'den 1981 'e Türkiye Ekonomisi Semineri, Ankara Sanayi Odası, Ankara, 1981. (52) ZEYTÎNOĞLU, Erol; "Türkiye'nin İktisadi Büyümesi", İstanbul, 1969. (53) UYGUNER, Muzaffer; "50 Yılda Türk Sanayii", MülkiyelilerBirlüği Dergisi, 50. Yıl, No. 32, 1973 78 Avrupa'daki sanayi devrimine karşı, Osmanlı idaresi başlangıçta kayıtsızlık göstermiş ve ancak, yarım yüzyıldan fazla bir gecikmeden sonra, makine gücüne dayalı bir sanayinin kurulmasına yönelmiştir. Kuşkusuz, bu gecikme döneminde Avrupa sanayi, hızla makineleşmiş, seri imalata geçerek maliyetleri büyük ölçü­ de düşürmüş ve el sanayi artık bu yeni sistemle rekabet edemez hale gelmiştir. O sıralarda geleneksel sisteme dayanan Osmanlı yerli sanayinin hızla gerilemesi­ ni etkileyen önemli nedenlerden biri de kapitülasyonlar olmuştur... Zamanla ka­ pitülasyonların alanı genişletilmiş, ülke âdeta açık bir pazar haline getirilmişti. Bu nedenle yerli sanayinin rekabeti korumasız durumdaydı(54). O halde özetle, bazı yabancı ülkelerle imzalanan ticari anlaşmalar sonunda yabancılara tanınan ayrıcalıklar, koruyucu bir gümrük sisteminin uygulanması­ na olanak vermemiş ve ülke, sadece bir hammadde deposu ve ekonomisi dışa ba­ ğımlı bir ülke durumuna gelmiştir. Kısa ve savaş içinde geçen Meşrutiyet dönemlerinde ise, sanayi alanında önem­ li bir reformun yapıldığı görülmemektedir. Yalnız 1913'de sınai tesis kuracakları bazı vergilerden muaf tutmak ve hazine arsası sahibi olmak gibi kolaylıklar geti­ ren ' T e ş v i k - i Sanayi Kanunu" yürürlüğe konuldu ise de, hemen ortaya çıkan 1914 I. Dünya Savaşı nedeniyle bu kanundan pek yararlanılamamıştır. Yine, 1916 yı­ lında da koruyucu bir gümrük kanunu yürürlüğe konulmuş ise de , ülkenin savaş içinde bulunması, tüm ekonomik kaynakların savaş gereksinmelerine yöneltilmesi, bu girişimlerden olumlu sonuçlar alınmasına imkân vermemiştir. Cumhuriyetin kuruluşu ile devralman sanayi hakkında istatistiki bilgiler ye­ terli olmamakla beraber, yıllarca süren iç ve dış savaşlar sonucu mevcut olan sa­ nayi kuruluşlar yıkılmış, çalışamaz olmuş, sermaye kaynakları kurumuş, prodüktif nüfusun bir kısmının da savaşlarda kaydedildiği açıkça bilinmektedir. Böylece, İmparatorluk'tan Cumhuriyet'e Adana ve Tarsus'daki 4 pamuk ipliği fabrikası ile genellikle şehirlerde görülen un ve gıda fabrikaları dışında bir sınai tesisin kal­ madığı görülmektedir(55). Türkiye Cumhuriyeti'nin devraldığı ekonomisinin üretim yapısı da zayıf, is­ tikrarsız ve dışa bağlıdır. Tarım milli gelirin % 50'sini, sanayi % 10-11'ini hiz­ metler de gerisini oluşturur. Tarım nüfusun % 80'ini barındıran en geri yöntem­ lerle yapılmaktadır. Ekonominin sanayi temeli yoktur. 1927 Sanayi Sayımına gö­ re, toplam 6 5 . 3 0 0 kuruluşunda 2 7 0 . 0 0 0 kişi çalışmaktadır. Varolan sanayi kuru­ luşlarının % 6 0 ' ı dokuma ve gıda sanayidir. Buna rağmen, çok düşük bir tüketim düzeyini sürdürmek için bile, Türkiye şekerden, pamuklu dokumaya, pamuk ip­ liğinden yünlü dokumaya kadar ithalat yapmak zorundadır(56). İşte, Cumhuriyet'den sonra izlenen sanayileşme stratejileri; böylesine güç ko­ şullar altında başlamış olup, iç ve dış konjonktürel koşulların etkisi altında kala­ rak, çeşitli biçim ve kompozisyonlarda oluşmuştur. Bu nedenle aşağıda yaptığı­ mız dönemlemede bu kıstas gözönüne alınmıştır. (54) T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, 50. Yılda Türk Sanayi, Ankara, 1973, s. 1. (55) ÖKÇÜN, Gündüz; Osmanlı Sanayii 1913-15 Yıllan Sanayii İstatistiki, SBF Yayını No. 289, An­ kara, 1970. (56) KAZGAN, Gülten; "Türkiye Ekonomisinde 1927-35 Depresyonu'', Atatürk Döneminin Ekono­ mik ve Toplumsal Sorulan, Î.İ.T.Î.A. Mezunlar Cemiyeti Derneği Yay. Eylül 1972, s.237-38. II.A.2. I. Liberal Dönem (1923-1929) 1923-1929 yiUarmi kapsayan bu dönemde izlenen ekonomi politikası 1923 İzmir İktisat Kongresinde belirlenmiş olup, kökenini liberal görüş oluşturmakta­ dır. Her ne kadar, devletin ekonomik görevleri olan bir organ haline gelmesi Kong­ re'de benimsenmiş ise de, bu görev özellikle özel sektörün gelişmesini teşvik edi­ ci yönde olacağı belirtilmiştir. Yine, kongrede ulusal sanayinin gümrük duvarlarıyla korunması ilke olarak kabul edilmiş ise de, Lozan anlaşmasının bu konuda­ ki önleyici hükümlerinin 1929 yılma dek devam etmesi nedeniyle, uygulamaya geçilememiştir. Diğer kararların önemlilerini şöylece sıralamak mümkündür(57). - Hammadeleri Yurt içinde sağlanan sanayi dalları kurulmalıdır. -Elişçiliği ve küçük imalatlarda süratle fabrikasyona geçilmelidir. -Dış rekabete dayanabilmek için, sanayinin bütün olarak kurulması ve yaban­ cı tekellerin oluşmasını engellemek gereklidir. Bu dönemin en önemli kanunu 1927 Teşvik-i Sanayi Kanunu olup, bununla 1 9 4 7 ' e kadar bazı sanayi firmalarına arazi verme, vergi muafiyetleri sağlama, ta­ şıma indirimleri, üretim primleri, devlet kurumlarını zorunlu alıcı kılma gibi teş­ vik önlemleri alındı. Kuşkusuz burada amaç; yurtta sermaye birikimini sağlamak, özel sektör eliyle sanayiiyi başlatmak ve yürütmekti. 15 yıl süreyle yürürlüğe gi­ ren bu kanun tüm sanayi kuruluşlarını 4 sınıfa ayırmış ve her biri için ayrı önlem­ ler getirmişti. Bu dönemde Avrupa ülkelerinden gelen ithal mallarına 1916 yılı gümrük ta­ rifelerini uygulamak gerekiyordu ve bu tarifeler ise İmparatorluk döneminin bile en düşük tarifelerinden biriydi. B u durumun 1929,yılma dek süregeldiği görül­ mektedir. Böylece 1929'a kadar milli bir Türk gümrük sistemi uygulamaya gele­ mediğinden sanayileşmenin temelleri atılamaz ve ödemeler dengesi açığı gide­ rek büyümüştür. Dönem içinde sanayileşme alanında yerinde bir girişim ise, 1927 Sanayi Sa­ yımının yapılmış olmasıdır. Bu sayım ilk kez tüm ülkeyi kapsayan bir sayım özel­ liğini taşımaktadır. Sayım sonuçlarına göre üretim kıymetinin % 65 tarım-sanayi kesiminde, % 18'inin ise dokuma sanayiinde toplandığı görülmektedir.Buna karşı 1927 yılında Türkiye ithalatının % 90, sanayi ürünlerinden oluşmakta, bunun için­ de tüketim malları % 70, ara ve yatırım malları ise % 31 ağırlığa sahip olmakta­ dır. Aynı yıl sınai üretimin % 4 4 . 3 ürün gıda ve % 2 8 . 8 ' i n i n dokuma ve giyim mallarından oluştuğunu belirtelim. Sanayileşmenin henüz başlangıcı sayılabile­ cek bir özellik gösteren bu dönemde sanayi kurulamadığı gibi, ana tüketim mal­ larının bile ithalat yolu ile karşılandığı anlaşılmaktadır(58). Döneme ilişkin olarak şunlar söylenebilir: Uygulamaya çalışılan ekonomi politikası uyarınca özel devletin koruyucu ka(57) Sanayi Bakanlığı, a.g.k., s. 23. (58) KEPENEK, Yakup; "Türk Sanayiinde Yatırımlar Üzerine Bir Deneme", 50. Yıl Semineri, SBF Yay. No. 382. Ankara, 1974, s. 21. natlan altında, özellikle tüketim mallan sanayinde kurulup gelişme göstermiştir. Başarı, sağlanan olanaklar ölçüsünde olmamıştır. Bunun yanında, özel girişimin temel sanayi alanlarına yatırım yapmadığı, bunun da doğal olduğu belirtilmelidir.Nitekim, bu dönemde özel kesimin kısa sürede kâr getiren, iç pazarı hazır olan tüketim malları alanlarında çaba gösterdiği anlaşılmaktadır. Esasen yetersiz alt­ yapı, kıt sermaye ve teknik bilgi eksikliği de bu sonucun ortaya çıkmasına neden olmuştur(59]. Kamu kesiminde gerçekleştirilen sermaye birikiminin gayrisafi yurt içi hası­ laya oranı ise 1924-1929 arasında % l ' d e n % 4 ' e çıktı. O dönemin koşullarına göre önemli olan bu artışta, dış açığın finansmanı, yani yabancı kaynaklar da önem­ li bir rol oynadı... Tarımda da Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşı yıllarında ortaya çıkan üretim daralmaları giderilmiş, 1920'lerin sonlarına doğru, savaşlardan ön­ ceki üretim düzeyleri bütün tarım ürünlerinde aşılmıştı(60). Bütün bunlara karşın,-bundan sonraki bölümde görüleceği gibi-Türkiye eko­ nomisinde de görüleceği gibi 1929 ve 1930 yıllarında. Dünya buhranının etkisiy­ le ciddi bir kriz dönemine girilecektir. II.A.3. I. Korumacılık Dönemi (1930-1946) II.A.3.a. Korumacılığa Geçiş (1930-1933) 1930 öncesi dönem, daha önceki bölümde açıklandığı gibi, birinci liberal dö­ nem olarak tanımlanmış olup, söz konusu dönem boyunca tek kamu girişimi ola­ rak Osmanlı'lardan kalan ve devralman devlet fabrikalarını işletmek ve zamanla özel kesime devretmek amacıyla kurulmuş Sanayi ve Maadin Bankası (1925) gö­ rülmektedir. (1930-33) dönemine gerçekte korumacılığa geçişin şartlarını hazırlayan dö­ nem olarak bakabiliriz. Çünkü Büyük Dünya Buhranı(1929)a kadar ekonomide uy­ gulanan liberal politika sonucu, henüz gelişmemiş bir durumdaki özel sektörün teşvik tedbirleriyle kalkmmayacağı gerçeğini ortaya koymuştur. Bu "dışa açık'' az gelişmiş yapının 1920'lerin sonuna gelindiğinde döviz dar­ boğazı ve dış ödemeler güçlükleriyle karşılaşması kaçınılmazdı. Fakat tabiiki, bu güçlükleri yoğunlaştıran en önemli olgu, 1929 Büyük Dünya Bunalımı olmuştur. Türkiye'de 1920'lerde izlenen liberal politikadan, 1930'larda izlenen Devletçi po­ litikaya geçişte gözlemciler anlaşma içindedirler. Türkiye'nin tarım ürünleri ih­ racatına olan dış talebin azalmasının döviz gelirleri üzerinde yarattığı olumsuz etki, en temel tüketim mallarının bile ithalini imkânsız kılmış ve kendine yeterli bir sınai yapıya geçme zorunluluğu kaçınılmaz bir nitelik almıştır. Tüm diğer ül­ kelerde olduğu gibi, Türkiye'de de içine kapanma ve otarşik bir yapı oluşturma süreci egemen olmuş ve böylece ithal ikamesi sanayileşme politikası başlatılmıştır(61). (59) HAN, Ergül: Türkiye'de Sanayileşme Süreci ve Stratejisi,ÎTİ A. Doç. Tezi, Eskişehir 1977, s. 54. (60) TEZEL, a.g.m., s.14. (61).GÜLALP, a.g.m., s.45.. Kuşkusuz, bu sonuçta buhranın yanında, 1928'de Osmanh borçlarının öden­ mesi de büyük rol oynamıştır. Ayrıca yukarıda değindiğimiz gibi, dünya tahıl ve hammadde pazarlarında fiyatların büyük düşmeler göstermesi Türkiye'nin ihra­ catını azalma yönünde etkilemiştir. B u dönemde Almanya, İtalya, Fransa, Rusya gibi bazı ülkelerde de müdahelecilik görüşünün kuvvetlendiği ve böyle bir politi­ kanın uygulanmasına gidildiği görülmüştür. Kapitalist ülkelerin liberalizmi bıra­ kıp, güdümlü ekonomik politikalarına geçmeleri üzerine ülkemizde de, bu dü­ şünce giderek gelişmeye başlamıştır. Bu koşullar altında oluşan devletçi politika 1930 yılında yeni gümrük vergi­ leri, 1931 yılında da kota uygulamasıyla, koruma dönemini başlatmıştır. Böyle­ likle, liberal dönemin başarısızlığından dolayı müdahaleciliğin önem kazandığı dönemde, 1933 yılma kadar ithalatı düzenleyen, ihracatı denetleyen ve spekülas­ yonları önleyen bir seri kanunlar çıkarılmıştır. II.A.3.b. Korumacılığın Yerleşmesi (1933-1939) Ekonomisi içeriden ve dışarıdan bu şekilde etkilenen Türkiye kalkınmasını devlet sektörleriyle yürütmek ve özel söktörü kontrol altına alacak bir ekonomik planlamaya doğru gitmiştir. Atatürk, 1935 yılında İzmir Fuarının açılış töreninde yaptığı konuşmada, dev­ letçilikten ne anlaşılması gerektiğini şöyle açıklamıştır: ' T ü r k i y e ' n i n uyguladığı devletçilik sistemi 1 9 . yüzyıldan beri sosyalizm teorisyenlerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. B u , Türkiye'nin ihtiyaç­ larından doğmuş, Türkiye'ye has bir sistemdir. Devletçiliğin bizce mânâsı şudur; fertlerin özel teşebbüslerini ve şahsi faaliyetlerini esas tutmak, fakat büyük bir mil­ letin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin yapılmadığı­ nı gözönünde tutmak, memleketin iktisadiyatını Devletin eline almak"(62). Bu devletçi görüş çerçevesinde hazırlanan ve dünyada kapitalist sistem için­ de ilk uygulanan plan olarak gösterilen Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı (BBYSP), tüm ağırlığını ithal ikamesi uygulamasında, tüketim malları üretimine vermekte, ancak bu aşamayı tamamladıktan sonradır ki, geriye giderek ara ve yatırım malla­ rı aşamalarına geçmeyi amaçlamıştır(*). Yalnız bu şekil bir sıralamaya gitmenin nedeni olarak, o yıllarda hâlâ un, şeker, dokuma gibi tüketim mallarının dahi it­ hal edilmekte oluşu gösterilebilir. (62) UYGUNER, a.g.m., s. 22. "İthal ikamesine ilkin ülkemizin istediği yatırım araçlarından başlaya bilirdik, akılcı yol buy­ du, ama böyle yapamadık; döviz kıtlığı nedeniyle, küçük tüketim araçları sanayisi yarattık." (Zeytinoğlu, a.g.k. s. 43). "İthal ikamesini savunanlar, Türkiye'nin içinde bulunduğu bunalımı değerlendirmekte fakat ithal ikamesi modelinin sağlıklı ve sağlıksız kavramlarının ise değer yargısı içerdiği açıktır. Bu yaklaşım en açık ifadesini, ithal ikamesinin hangi sanayilerden başlayıp, hangi aşamaları izle­ mesi gerektiği tartışmalarında bulmaktadır. Türkiye'de nihai tüketim malları üretiminden baş­ layıp giderek yatırım malları üretimine geçildiği için çeşitli güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Oy­ sa, az gelişmiş bir kapitalist ülkelerde ithal ikameci sanayileşmenin başka yolu da yoktur" (Gülalp, a.g.m. s. 42). ithal edilmekte olan temel tüketim mallarının yerli üretimini sağlamak ama­ cıyla kurulacak sanayilerin yerli hammaddeye dayanması B B Y S P ' n m temeliydi. Bu nedenle ülkenin hangi kesimlerinde, hangi sanayi kollarının kurulması gerek­ tiği üzerinde çalışmak için pek çok yabancı uzman Türkiye'ye davet edildi. Bu uzmanlarla sanayi mıntıkaları inceletildi. Teklifler incelendi, uygun görülen tek­ lifler uyarınca harekete geçildi. Örneğin bu dönemde kurulan Karabük tesisleri ayrı ayrı Sovyet, ABD, Almanya ve İngiliz Heyetlerine inceletildi. B B Y S P ' n m uy­ guladığı dönemde dokuma, ağır sanayii, maden sanayii, selüloz sanayii, seramik, şişe, cam, porselen, kimye sanayii dallarından 1 6 fabrikanın kurulduğu görülmek­ tedir. Bunlar görüldüğü üzere, daha önce ithal edilmekte olan, ancak hammadde­ leri ülkemizde bulunan sanayi kollarıdır(63). Türkiye'de sanayileşmenin hızlandırılması, ivedilikle un, şeker, pamuklu ku­ maş gibi temel tüketim maddelerinde çok büyük ölçüde ithalata bağımlı olmanın giderilmesi; sanayileşme, iktisadi gelişmeyi olanaklı kılacak ulaşım, banka siste­ mi, eğitim, sağlık hizmetleri gibi sosyo-ekonomik altyapının geliştirilmesi. Cum­ huriyetin iktisat politikasının çekirdeğini oluşturmuştur. Bir sömürge, ya da yarı sömürge yönetiminden farklı olarak Cumhuriyet hükümeti siyasal bağımsızlığa sahip olduğu içindir ki, 192 9 buhranını izleyen yıllarda bulunan koşulları yani bir sanayileşme atılımı için bir fırsat gibi değerlendirebilmiş, ya da İngiltere, Al­ manya ve Sovyetler Birliği birbirine karşı kullanılarak elverişli koşullarda kredi ve teknik yardım alınabilmiştir(64). Böylece, 1920 'lerde ithalatının % 70'ini kapsayan tüketim mallarını 1930'larda ithal ikamesine geçecek ortamı hazırlayarak, giderek azaltılan ithalat iç pazar pa­ y ı m yerini yerli üretime terketmek zorunda bırakılmıştır. B B Y S P ' n m uyguladığı (1933-1938) döneminde milli gelir ortalama % 6 civarında büyürken, 1934-3 5 % 9 civarındaki düşüş çıkarılırsa, sanayi kesiminin milli hasıla içindeki payı d a l 9 2 7 ' d e % 1 0 iken, 1938 'de % 16 'ye çıkmış tır (65). Ayrıca, korumacılık sayesende bir yıl dışında ödemeler dengesi sürekli fazla vermiştir. Amacı daha çok hafif endüstri ürünlerinde yerli hammaddeyi kullanarak it­ hal ikamesine gitmek olan B B Y S P ' n m uygulanması sonucunda, genel imalat ke­ simi indeksi 1933 'de 8 iken 1939 'da 3 7 ' e çıkmıştır(66). I1.A.3.C. II . Liberalizm Dönemine Geçiş B B Y S P ' n m başarılı olduğu görülünce, 193 6 yılında ikinci beş yıllık sanayi planının (kısaca ÎBYSP) (1939-194 3 yıllarını içeren) hazırlanmasına yol açmıştır. Bu plan ise, bir önceki planın aksine ağırlığını ara ve yatırım mallarını kapsayan ağır sanayiye vermiş olup, ayrıca maden ve hammaddelerin ilksel olarak ihracı (63) DİE, Türkiye'de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50. Yılı, Ankara, 1973, s. 155. (64) TEZEL, Yahya S.; "1923-38 Döneminde Türkiye'nin Dış İktisadi İlişkileri", Atatürk Dönemi­ nin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları, İ. T.İ.A. Mez. Cem. Yay. 1977, s. 225-27. (65) DPT, BBYKP (12963-68), Ankara, 1963. (66) ÇİLLER, Tansu; Türk Sanayiinde İthal İkamesi ve Koruma Politikası, İKV Yayını: İncelemeler Dizisi, No: 2/1, İstanbul, 1977, s. 13. yerine, fabrikasyondan geçilerek, kısmen de olsa işlenmiş olarak ihracını amaçla­ mış ve madencilik ve elektrik enerjisi üretimine öncelik verilmiştir(67). Bu arada 1938 yılında çıkarılan 3460 sayılı bir kanunla, İktisadi Devlet Teşekküllerinin ge­ nel statüleri saptanmış, bunlar yan özerk kuruluşlar haline getirilerek, sanayileş­ me alanında önemli bir yenilik yapılmıştır. Ayrıca, bu dönemde kurulacak sanayinin büyük ölçüde yurt içinde bulunan hammaddeleri işlemesinin tercih edilmesi, bir yanda tüketim malları üretimine yönelmeyi hızlandırırken, diğer taraftan yeni tarımsal yapıya sahip bir ekonomi­ de sanayileşmeyi tarıma dayalı bir niteliğe dönüştürecektir. Gerçekten de bu dö­ nemde elde edilen sanayileşmenin, geniş ölçüde tarıma dayalı ve bir ölçüde sa­ nayinin daha ileri aşamalarında kullanılacak hammadde niteliğinde maden çıkarma biçimindeydi. Son olarak, ithal ikamesi stratejisinin en son halkası olan tüketim (tamamlanmış) mal üretiminin başlaması, bir süre sonra ara ve yatırım mallan ih­ tiyacını meydana çıkararak, bu da yurt içinde üretilmediğinden dış ticaret soru­ nunu ortaya çıkaracaktır. Gerçekten bu dönemde, sanayileşmenin gerektirdiği it­ halatın karşılanması için ihracata da önem verilmesi istenmiştir. Bunun gereği olarak da İBYSP'da ithalatımızı karşılamak için daha fazla ihracat sanayileri öne­ rilmesi ve yine bu planda birinciye oranla daha çok yatırım mallan üretecek sana­ yilere öncelik tanınması bu ithal ikamesine verilen önemi göstermektedir. İkinci Beş Yıllık Sanayi Planının uygulanmadığı bu dönemde(68) sanayileş­ me hareketinin tamamiyle durmasının en önemli nedenleri olarak; savaş dolayı­ sıyla büyük bir prodüktiv nüfusun silah altına alınması, hammadde ve yatırım malları ithalatının zorlaşması, tarım kesimi üretiminin büyük düşme göstermesi ve bazı tüketim maddelerinin vesikaya bağlanması, ihracatın azalması, vs. gibi durumlar gösterilebilir. Ayrıca bu dönemde Merkez Bankasınca enflasyonist bir para-kredi politikasının izlenmiş olması (savaş masraflarının Merkez Bankası kay­ naklarından karşılanması) Türk ekonomisi ve sanayiini, savaşa girilmediği hal­ de, savaşa girmiş gibi.etkilemesine yol açmıştır. Her ne kadar bazı vergiler konul­ muş ise de, bunlarda ekonomi üzerinde feralÖatıcı etkilerde bulunmamıştır. II. Dünya Savaşı ve onu takip eden dönemin sanayi yatırmlanna ait istatistik veriler bulunamamaktadır. Ancak, sanayi üretiminin yılda ortalama % 5 bir artış gösterdiği göz önünde tutulursa bir önceki dönemde çok az da olsa, sanayi yatı­ rımlarının devam ettiği söylenebilecektir. Ayrıca, savaş sırasında tarım ve ham­ madde ihracatının rekor düzeylere varmasının yanısıra içteki enflasyonist ortam, özel sermaye birbirinin büyük boyutlara varmasına neden olmuş, böylece güçle­ nen özel kesim liberalizm özlemlerini dile getirmeye başlamıştır(69). Böylelikle, II. Dünya Savaşı, İ B Y S P ' n m hedeflerine ulaşmasını engellediği gibi, savaş sonra­ sı Türkiye'sinde, savaş sırasında ihracatın artışlar göstermesi ve enflasyon hızı­ nın artması, dolayısıyla sermaye birikimine gidilmiş olması yanında bastırılmış ihalat isteklerinin gerçekleştirilmesi, dış yardım ve kredi imkânlarının giderek art(67) BOROTAV, K.; a.g.k., s. 239. (68) Planın madencilik dışındaki bölümleri savaş nedeniyle uygulama olanağı bulamamıştır. Bu du­ rumun sanayileşme sürecinde günümüze kadar gelen sorunlarını çözümleyememesinden bü­ yük payı olduğu söylenebilir (HAN, a.g.k., s.65). (69) GÜLALP; a.g.m., s. 47. ması gibi nedenlerle, ekonomik gündeme liberalizm ve yeniden dışa açılma gö­ rüşünü getirmiştir. Bu görüşler en açık ifadesini 1947 Kalkınma Planında bula­ caktır. (1930-46)- Devletçi sanayileşme veya L Korumacılık dönemi olarak adlandır­ dığımız dönemi özetleyecek olursak; (1) Yeterli alt yapı tesislerinin, nitelikli işgücünün ve teknik personelin yok­ luğunda, istikrarlı bir ekonomik ortamda-1940'a kadar- (enflasyona başvurmadan) ve iç finansman yolu ile gerçekleştirilmiştir. (2) İç ve dış ekonomik koşulların bir zorlaması sonucu tüketici mallarına ve ithal ikamesine yönelmiştir. (3) Ek olarak yatırımların özel teşebbüsü destekler ve onunla aynı doğrultuda olması "devletçi" sanayileşmenin yalnız sanayiye yönelen geçici bir tedbirler bü­ tünü olduğunu gösterir(70). II.B. II. Liberal Dönem (1946-1963) I I . B . l . Aşırı Liberalizm (1946-1953) Bu döneme aşırı liberalizm denmesinin nedeni; bir önceki dönemde koşulla­ rı hazırlanan bu dönemin 1947 Kalkınma Planı ile yerleşmesidir. Bu dönem ikin­ ci liberal dönem olarak da adlandırılmaktadır. Ekonominin bu döneminin İkinci Liberal Dönem adını almasında devletçilik anlayışının artık terkedilmesi gerektiği görüşünün kökeni 1947 Türkiye iktisadi Kalkınma Planı olduğu ve burada, devletin sadece alt yapı girişimlerinde, sana­ yiin ve özel sektörün genişlemesine en uygun bir alan olduğunun açıkça belirtil­ mesinden anlaşılmaktadır(72). Böylelikle 1947 Kalkınma Planı ile başlatılan bu dönemde ithal ikamesi yeri­ ne ihracatı teşvik politikası, sanayi yerine tarım, kamu kesimi yerine özel kesim tercih edilmektedir. Bu dönem iktidarda olan CHP'nin 1947 kurultayında ve 1948 Türkiye İktisat Kongresinde benimsenen planın hedefleri, ulaşım ve haberleşme (özel sektöre alt yapı), tarım (ihracata dönük politika), enerji ve nihayet tüketim malları sanayii. Ayrıca, planın temel stratejisi, dış kaynaklara dayanmak ve kamu sektörlerini özel sektörlere devretmektir(73). İhracatı teşvik politikasına geçilmesinin en önemli göstergelerinden biri de, 7 Eylül 1946 tarihinde yapılan ve Türkiye'nin ekonomi tarihi literatürüne ''kara g ü n " olarak geçen devalüasyondur(74). Oysa, savaştan sonra hammaddeye gerek(70) KEPENEK, Y.; "Türk S^ayünde Yatırımlar..."; a.g.m., s. 21. (72) ÎLKİN, S. - TEKELİ, İ.; 'Savaş Sonrası Ortamında 1947 Türkiye İktisadi Kalkınma Planı", Ankara, 1974. (73) GÜLALP, a.g.m., s. 48. (74) İthal ikamesi politikası, miktar kısıtlamaları (kota) ve yüksektarifeler (gümrük) yanında aşırı değerlendrilmiş kurla desteklendiğinde, makine teçhizat ve hammadde ithalini ucuza sağla­ yıp, mamul ithalini zorlaştırır. Ayrıca, bu politika, nisbi olarak iç piyasalara üretim yapmanın çekiciliğini arttırarak ithal edilen malların yurt içinde üretimini sağlar. Çünkü ithalatın varlığı sinme duyan Batı'mn sanayileşmiş ülkelerine eski kurdan yapılacak ithalat da­ ha fazla döviz geliri sağlayacaktır. Nitekim 1951 yılında Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası çıkarılmıştır. 1950 yılında iktidara gelen parti de, sanayileşme hareketini özel sektör önce­ liği ve egemenliğiyle gerçekleştirilmesi ilkesini kabul ederek, devletçiliği reddet­ miştir. Böylece devletçilik anlayışının gevşemesi, özel sektöre sanayi alanını çe­ kici kılma ve dış yardımlarında (Marshall yardımı, Avrupa Tediye Birliği, İktisa­ di İşbirliği Teşkilatı, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu gibi) etkileriyle sa­ nayi yatırımlar teşvik görmüştür. Böylelikle, hem liberal-genişletici iktisat politikası, hem de Kore savaşından kaynaklanan lehte dış konjonktür sayesinde Türkiye 1953 yılma kadar yüksek bü­ yüme hızlarına erişmiştir. Özellikle şeker, tekstil, tarım ürünleri sanayi, çimento, demir-çelik, enerji, alet ve makine imalatı ile inşaat malzemeleri kollarında önemli kapasite artışları sağlanmış, özel sektörün yatırım yapma eğilimi hızlandırılmıştır. Bu artışta 1950 yıllarında başlayan Kore Savaşının da büyük etkisi vardır. Savaş nedeniyle tarım­ sal kökenli hammaddelere olan dış talep artınca; ihracat gelirleri hızla yükselmiş, dolayısıyla sanayileşme atılımına başlamak mümkün olmuştur. Yalnız 1953'lerde hükümetin daha çok enflasyonla finanse (75) edilecek biryatırım politikasına başlamak üzere hazırlandığına dair işaretler vardır. Ayrıca 1951'den beri ödemeler dengesi açıkları gittikçe artıyordu. 1950 sava­ şı dönemde, Türk Lirasının suni yollardan aşırı değerli tutulması, başta tarım ke­ siminden tarım dışı kesimlere, bu sonuncular da kâr dışı gelirlerden kâr gelirleri­ ne (ve özellikle ticaret kesimine) önemli transferlere olanak vermiştir. Bunlardan ilkinin sanayileşme için zorunlu olduğu önerilebilir; ne var ki, transferin bu tür fiyat mekanizmaları ile yapılması ve tarımın doğrudan vergilendirilmesinin ortauzun dönemdeki maliyetleri küçümsenemez(76). ithal edilen mal için bir pazarm varlığına bağlıdır (ALKÎN, a.g.m., s. 198). Bu noktada, çelişkili bir durumu açıklamakta yarar vardır. O da, aşın değerlendirilmiş kurun ithal ikamesi politikasının desteleyicisi olduğu görüşüne karşın, devalüasyonun da ithal ika­ mesi politikasının bir aracı olduğu görüşüdür: Türk Lirası 1970 devalüasyonuna kadar gerçek değerinin üstünde bir düzeyde tutulmuştur. Bunun sonucu olarak (çoğunlukla libere edilmiş olan) sermaye mallan ithalatı nispeten ucuzlamış ve yerli üretimin maliyeti yabancı F.O.B. fiyiatlarına kıyasla dahapahahlaşmıştı. Fakat devalüasyondan sonra Türk imalat maliyetleri ya­ bancı F.O.B.fiyatlarına daha yaklaşmıştır (Yine de bazı durumlarda etkin olmayan üretim tek­ nikleri ve ara girdi maliyetleri hâlâ yüksektir). Herşeye rağmen devalüasyon ithal ikamesi sana­ yilerine yaramış ve ithal ikamesi sanayilerinin yabancı üretime kıyasla çok daha az etkin oldu­ ğunu ileri sürenlerin iddialarını zayıflatmıştır (İKV, Ortak Pazara Katılmanın Işığında Türk Ekonomisinin Gelişmesi Yaşayabilir İthal İkamesi Sanayiilerinin Gelişmesi, Ciltli, Y.S. 3312, 1972, S. 2). Oysa, Türkiye'de geçerli ithalat rejimi, nihai ürün ithalatını fiyat önlemleri ile değil, kota ve yasaklamalarla engellemekte, buna karşılık, sınai girdi ithalini serbest bırakmaktadır. İthal ika­ mesi sanayiler ise büyük ölçüde ithal girdisi kullandığından, devalüasyon, bu sanayilerden ihracak sektörüne kaynak aktarma anlamına gelmektedir (GÜLALP, a.g.m., s. 53). (75) ZEYTİNOĞLU, "Türkiye'nin İktisadı", a.g.k., s. 155. (76) AK AT, AsafS.; "Türkiye'nin Dış Ticareti Üzerine Gözlemler", Toplum Bilim Dergisi, Kış 1980, s. 88. II.B.2. Örtülü Korumacılık (1953-1958) 1953'lerde hükümetin daha çok enflasyonla finanse edilecek bir yatırım poli­ tikasına başlamak üzere hazırlandığına dair işaretler vardır. Bu işaretler 1954'de iyice belirdi; o yıl genel seçimler yapılacaktır. Her ne pahasına olursa olsun, tale­ bi arttırmaya devam etme kararının, Türkiye döviz durumunun ciddi olduğu bir devirde almdığma da işaret etmek gerekir. 1951'den beri ödemeler dengesi açık­ ları gittikçe artıyordu(77). Bu giderek kötüleşen dış duruma paralel olarak sürekli olarak banka kredile­ rinin artmasına kaynak olan, Merkez Bankası kredileri ile (kamusal) yatırımlarını genişletme politikası 1954'de en geniş sınırlarına varmış bulunuyordu. Fakat 1 9 5 4 ' e kadar KİT'ler kâr göstermekteyse de, 1955'de ilk kez kamu sektörü topyekün bir zarar göstermiştir. Enflasyonist baskılar geliştikçe, KİT'1erdeki durum fi­ yat kontrolleri ile önlenmeye çalışıldı ise de, hammadde fiyatları artarken, diğer yandan KİT mamul fiyatlarmm arttırılmasına engel olunması paradoksal bir du­ rum yaratmış ve enflasyon giderek hızlanmıştır. Böylelikle, 1953'e kadar yüksek büyüme hızına liberalizm altında erişen Türk­ iye, tarıma açılabilir arazinin sınırlarına varmış olması, tarımsal üretimdeki bü­ yümeye set çekerken, Kore savaşı konjonktürünün sona ermesi de tarımsal ihra­ catta duraklamaya, giderek de azalmaya yol açmıştır(78). Gerçekten, Türkiye konjonktürü üzerinde geniş ölçüde etkili olan tarımsal üre­ timin 1 9 5 4 yılından itibaren arka arkaya birkaç yıl devam eden ağır kuraklık dö­ neminden etkilenmesi ve yatırımlardaki kaynak darlığından doğan enflasyonist baskı, dış ticaret dengesinin bozulmasına sebep olmuş, sınai yatırım malları ve yedek parçaların ithal olanakları daralmış ve sonunda başlangıçta elde edilen ge­ lişme hızında yavaşlama meydana gelmiştir(79). Bütün bu gelişmelerin sonucunda, liberalizm özlemleriyle iktidara gelen DP, zorunlu olarak ithalatta liberasyon politikasından vazgeçmiş, kota ve yasaklama yöntemleriyle ithalatta sınırlamaya gittiğinden, bu döneme örtülü korumacılık dö­ nemi diyoruz. I I . B . 3 . II. Korumacılık Dönemine Geçiş (1958-1963) Böylelikle 1950'li yılların ikinci yarısına kadar sürdürülen ''dışa açılma ve ihracatı teşvik'' modelinin yarattığı olumsuz sonuçlar üzerine son bulması ile tekrar geçilen " i ş e dönük - ithalatı i k a m e " modeli 1958 "İstikrar Önlemleri Paketi" ile tekrar yaşama geçirilmiştir. Ancak, bu model 1930'lardaki ithal ikamesi uygula­ masından ayrılmaktadır. Bilindiği gibi 1930'larda özel kesimin yeterli bir gelişme göstermemesi üze­ rine, tüm yükün kamu kesimine kaldığı, bu ikinci ithal ikamesi sanayileşmede ise, yükü özel kesimin yüklendiği görülmektedir. Ayrıca, bu ikinci uygulamada (77) OKYAR, Osman; "Karma Bir Ekonomide Enflasyon" Sanayide Yatırım ve Sermaye Terakü­ mü, ESEKH, İstanbul, 1963, s. 374 (78) GÜLALP; a.g.m., s. 49. (79) Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, a.g.k., s. 8. kurulan sanayilerde yabancı sermayeden büyük ölçüde yararlanılmıştır. Diğer bir belirgin fark olarak, birinci uygulamada devletin tüketim mallarını ikameye gitti­ ği, ikinci uygulamada ise bu işi özel özel kesimin yaptığı, devletin ise ara malları üretiminde yoğunlaşarak, özel kesime ucuz girdi sağladığı görülmektedir. Gerek tüketim mallarının üretiminde yoğunlaşmaları ve gerekse bu malların ülkeye, ko­ rumacılık politikası gereğince ithalinin gümrük-kota uygulamasıyla yasaklanmış olması nedeniyle, bunları ülkeye satamayan yabancı firmalar yerli firmalara ortak olarak, ya montaj sanayi, ya da hammadde ve ara malı yönünden dışarıya bağımlı dayanıklı tüketim malları sanayiini oluşturmuşlardır. Kuşkusuz böyle bir sınai gelişme, ithal ikameciliğinin amacı olan; bağımsız ekonominin gerçekleştirilmesine tamamiyle ters düşen bir gelişme olmaktadır. Gir­ di ve ara malı açısından dışa bağımlı ve yabancı sermayenin ortak olduğu, ara ve yatırım malı yerine tüketim mallar üretiminde sıkışıp kalmış bir smaileşme... Bununla beraber, bu dönemin Türkiye'de ithal ikamesi endüstri üretiminin artışına yardımcı olduğu görülmektedir. Endüstride ithal ikamesi, yılda, bütün endüstri üretiminin ortalama % 2 . 5 ' u civarındadır. İkame kümülatif bir süreçtir. Bir malda senede bütün arzın % 1 0 ' u oranında ithal ikamesi yapılıyorsa, 1 0 sene­ de bütün arzın aşağı yukarı hepsi yerli olarak üretiliyor demektir. Aynı şey bütün endüstri için doğrudur. 1952-196 5 arasında yılda ortalama olarak endüstrinin tüm arzının % 2 . 5 ' u oranında ithal ikamesi varsa, 1965 'te yerli endüstri üretiminin % 30-35 'i 1952 'ye göre ikamedir. Endüstri üretim indeksi bir endüstrileşme ölçü­ sü olarak alınırsa Türkiye indeksi 1952-6 5 arasında 61 'den 145 'e yükselmiştir (Bkz. Tablo 1 9 ve Tablo 20). Tablo 2 6 Endüstride İthal İkamesi + Toplam İthal Yıllar 1952 1953 1954 1955 1956 1957 1958 1959 1960 1961 1962 1963 1964 1965 İthalat Endüstride İkame + İthalat $ 000 fx 1001 556.605 532.436 478.157 497.440 407.451 397.095 314.962 469.587 468.002 509.394 622.160 690.589 541.946 576.942 + 2.3 7 - .3 9 - 5.7 4 - 5.1 3 - 12.3 3 - 2.8 7 - 1 0 . 39 - 7.8 1 - 3.4 1 .00 - 5.2 7 - 4.0 1 - 12.94 - 8.2 7 Tablo 27 Endüstride İthal İkamesi (Ödemeler A ç ı g m m Oranı Olarak] Yıllar 1952 1953 1954 1955 1956 1957 1958 1959 1960 1961 1962 1963 1964 1965 Açık Endüstride İkame + Açık % 100 (-) (x 100) 192 .834 136 .412 143 554 184 264 102 488 51 780 67 849 116 057 147 515 162 650 240 976 321 523 131 209 113 322 + - - 6 - 1 19 13 43 22 48 31 10 - 13 - 8 - 53 - 41 84 51 12 86 02 24 24 64 84 00 35 59 46 83 Kaynak: Aker , a.g.k . s.147 . 11.C. II . Korumacılık Dönemi (1963-1980 ) II.C.l. Aşır ı Korumacılı k (1963-1968 ) 1950-60 arasındak i tecrübelerden sonra, iktisat politikasının uzu n vadeli, di siplinli, tutarl ı ve bilimse l bi r şema içinde el e alınmas ı gereğ i önem kazanmıştır. Bu "planlama " fikrinin v e gereğini n kabulü yolunda il k adı m olmuştur. 196 3 yılında yürürlüğe giren Beş Yıllık Plân, (1963-67 ) yıllar ı içine ala n ilk 5 yıllık uzu n vadeli planı n birinc i dilimin i teşki l etmiştir(80) . Birinci planı n vurgulanaca k en öneml i strateji k tercihi, kalkınmanın sanayi leşme il e sağlanabileceğin i kabu l etmesidir. Nitekim b u amacın elde edilebilmes i için, sermay e malları üretimi il e ihra ç olanakların ı genişletecek sanayiler e yatırım önceliğ i tanınmıştır . B u öncelik , bi r başka deyişle, itha l ikames i il e ihracat ı arttırmaya yöneli k politikaları n birlikte uygulanacağ ı demektir . İk i politik a ara sında bi r önceli k arama k gerekirse , bu dönemd e yapılmas ı öngörüle n yatırımların yüzd e 61.0'ını n ara mallar ı ve yüzde 20.0'ını n yatırım malları sanayiine ayrıldığı dikkat e alınarak, birinci sırada ithal ikamesi tercihini n geldiği anlaşılır(81) . Ancak, 1923'lerde n itibaren, daha çok iç piyasanın tüketim gereksinmelerin i karşılamak amacıyla kurulan sanayi, her ürettiği malı rekabet riskine girmeksizi n rahatlıkla satabilmekt e v e yükse k kârla r eld e edebilmekt e olduğundan , artı k b u (80) KILIÇBAY, Ahmet; "Türkiye'de Planlama", 50. Yıl Semineri, BİT.İ.A. Yay. No: 4, 1973, s. 424, (81) HAN, a.g.k., s. 96. görüşlerin birinci kalkınma plânında değişmeye başladığı görülmekte yani, yurt içi ekonomide gereksinme duyulan tüm malları yurt içinde üretme (ithalatı ika­ me etme) çabalarına girişilemeyeceği, aksine mukayeseli üstünlüğe sahip özel­ likteki malların üretiminin geliştirileceği belirtilmektedir(82). Bu dönemde kaynak dağılımı bakımından ithal ikamesinin önemini görebilmek için imalat sanayi yatırımlarını sektörler itibariyle incelenmiş ve ithalatı de­ vam eden sektörlere yapılan yatırımlar ithal ikamesi olarak nitelendirilmiştir. Bu tanıma göre Birinci Plân döneminde 18.764 milyon liralık sabit sermaye yatırımı­ nın 6.688 milyon lirası veya % 36'sı önemli miktarda ithalatı olmayan ve genel­ likle tüketim malı üreten gıda, içki, tütün, dokuma ve giyim, cam, seramik, deri ve kösele gibi sanayilere; 12.076 milyon lirası veya % 6 4 ' ü de dönem süresince ithalatı olan ve genellikle ara ve yatırım malı üreten sanayilere yapılmıştır. Tablo: 28 İmalat Sanayiinin Bileşimi (1963-1967) Üretim Tüketim malları Ara malları Yatırım malları İmalat sanayi 1962 1967 62 28 10 100 53 35 12 100 Kaynak: Yeni Strateji ve Kalkınma Planı, UBYKP (1973-77) Özetlersek; 1 9 6 0 ' l ı yıllarda ithal ikamesi çabalarında başarılı olunduğu söy­ lenebilir. Şöyle ki (1963-68) dönemi üretime ithal ikamesi katkısı % 3 5 , buna kar­ şılık ihracat artışı katkısının çok düşük olduğu görülmektedir. O halde BBYKP döneminde ithal ikamesinde önemli artışın sağlandığı, fakat ihracat artışının gö­ rülmediği ve ekonominin büyük ölçüde iç talebe yöneldiği bir gelişme izlenmektedir(83). II.C.2. Örtülü Liberalizme Geçiş (1968-1973) İBYKP'a göre "sanayileşme, bu dönemde de hızlı bir kalkınmayı gerçekleşti­ rebilmek ve bu hızı arttırarak devam ettirebilmek için zorunlu" ve imalat sanayii ise, İBYKP'da gelişmesinde birinci öncelik tanınan sektör olmaktadır. İBYKP, sa­ nayileşme konusunda birinciye oranla daha belirgin öneriler getirmiş olup, dö­ nem boyunca ithalatımızın % 90'ını ara ve yatırım mallarının yerli üretimine ön­ celikle geçilmesinin, öncelikli bir hedef olarak alınması (ithal ikamesi) özellikle dikkat çekicidir. Birinci plânın yalnızca "tüketim malları sanayiini" bıraktığı özel kesime, ikin­ ci plan tüm yapım sanayiini bırakmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, ekonominin AET (82) İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı: (1968-72), Kasım 1967, s. 637. (83) KORUM, Uğur; Türk İmalat Sanayi ve İthal İkamesi; Bir Değerlendirme, SBF Yay. No. 408. Ankara, 1977, s. 99. karşısındaki durumu da gözönüne alınarak, emek yoğun sanayilerin (yatırım ve ara malları üreten) kurulması istenerek, AET rekabeti karşısında mukayeseli üs­ tünlükler ilkesini benimsemektedir(84). Kuşkusuz bu dönemde gerçekleştirilmiş bulunan ara ve yatırım malı sanayiilerinin emek yoğun oldukları kesinlikle söy­ lenemez. Eğer bu sanayiler kurulup, gelişmiş ise bu durumda yararlandıkları aşı­ rı teşvikler ve koruma politikasının büyük rol oynadığı açıktır. Gerçekten Türk Lirası 1 9 7 0 devalüasyonuna kadar gerçek değerinin üstünde bir düzeyde tutul­ muştur. Bunun sonucu olarak (çoğunlukla libere edilmiş olan) sermaye malları ithalatı nisbeten ucuzlamış ve yerli üretimin maliyeti yabancı (FOB) fiyatlara oranla daha pahalılaşmıştı. Bu ise, doğal olarak ara ve yatırım malları sanayilerinin ge­ lişmesini kösteklemiştir. Ancak temel yatırımlara ve ağır sanayie öncelik verilerek döviz girdilerinin kontrol altına alınması sanayiimizin iç pazar yerine, dış pazar koşullarına uydu­ rulması gereği 1970'lerden sonra ciddi olarak anlaşılmış ise de ekonomik ve bü­ rokrasi yapımız değişikliklere karşı esnek olmadığından, süratli bir yapısal deği­ şim sağlanamamıştır. İkinci Plan döneminde 40.614 milyon liralık yatırımın % 2 9 ' u ithalatı olma­ yan sanayilere; % 7 1 ' i ithalatı devam eden ara ve yatırım malı üreten sanayilere yapılmıştır. Bu dönemde ithal ikamesine dönük yatırımlar, birinci plandaki gibi, toplam imalat sanayi yatınmlarmmm % 69'una eşit olmaktadır. İmalat sanayi bi­ leşimine bakıldığında tüketim mallarında ithal ikamesinin büyük ölçüde birinci plan döneminden önce gerçekleşmiş olduğu, her iki plan döneminde ara malla­ rında ithal ikamesine geçildiği görülmektedir. Bu kıstaslara göre Türkiye İthal ika­ mesinin ikinci safhasına geçmiş bulunmakta, fakat yatırım malları sektörünün ge­ lişmemiş olmaması dikkati çekmektedir. Kamu yatırımlarının % 40 dolayında ol­ ması ve önemli bir kısmının kâğıt, petrokimya, petrol ürünleri, suni gübre, demirçelik ve demir dışı metaller gibi sanayilere yapılması, ara mallarında ithal ikame­ sinin büyük ölçüde kamu kesimi tarafından gerçekleştirildiğini göstermekte ve Türkiye'ye özgü bir durumu yansıtmaktadır(85). Tablo: 29 İmalat Sanayinin Bileşimi (1968-1972) Üretim Tüketim malları Ara malları Yatırım malları İmalat sanayi 1967 1972 53 35 12 100 47 39 14 100 Kaynak: Yeni Strateji ve Kalkınma Planı, ÜBYKP (1973-1977) 1968-73 döneminde üretim artışına ithal ikamesi katkısı negatif olup, ihracat (84) İBYKP (1968-73) Kasım 1967, DPT, Ankara, s. 637. (85) ÎBRAHÎMOĞLU, Ertuğrul; "Kalkınma Stratejisi olarak İthal İkamesi ve Sorunları", 50. Yıl Se­ mineri, SBF Yay. No. 382, Ankara, 1974, s. 768. artışının sına i üretim e katkısı, % lO'a, ulaşmıştır . İBYKP dönem i karşı t eğilimin (ithal ikamesine) haki m olduğ u bi r "dış a açılma " dönemi olmuştur . B u dönemd e gıda, dokum a v e giyi m sektörlerind e teşvi k tedbirler i uygulanmasını n etkisiyle , önemli bi r ihraca t çabası görülmüştür(86). Birinci ve İkinc i Pla n dönemleri arasınd a gözlenen b u yapısa l farkı n açıklanması gerekir . 1960'ları n sonuna gelindiğind e itha l ikamesi sürecini n "kolay " aşa ması aşılmış , v e ik i türl ü darboğazl a karşılaşılmıştır; birincisi , dayanıkl ı tüketi m mallarında pazarın doymaya yüz tutması , ikincisi , sanayiini n dış a bağımlılığı ne deniyle ithala t faturasının ço k yüksek boyutlar a ulaşması. Bunları n sonucund a üretim yavaşlamaya ve stokla r birikmeye başlamıştır . B u bunalımı atlatma k amacıyla 197 0 yılında bi r yanda n "persone l reformu " gib i önlemlerl e ort a sınıflar a gelir aktarmas ı yapılırken, bi r yandan d a (ihracatı teşvik) içi n çeşitl i önlemle r alın mıştır. B u gib i tedbirleri n etkisiyle , 197 0 sonras ı arta n ekonomi k sorunlar a rağmen, ihracat a dönü k sanayilerd e üreti m artış ı gerçekleştirilmiştir . İthal ikamesi politikasını n söz ü edile n darboğazlara rağmen sürdürülmesi özel likle ik i tü r dı ş kaynakl a mümkü n olmuştur . Birincisi , 1970'lerd e beklenmedi k düzeyde arta n işçi dövi z gelirleri , ikincis i is e dı ş yardım ve kredilerdeki artıştır(87) . II.C.3. Örtül ü Liberalizmi n Yerleşmes i (1973-1980 ) Üçüncü be ş yıllı k kalkınm a planı , bilindiğ i gib i (1973-77 ) dönem i içi n sap tanmış, 1 5 yıllık uzun döneml i planı n so n dilimini , faka t ayrıca (1973-95) yılları nı içere n 2 2 yıllı k yen i "Kalkınm a Stratejis i "nin il k dilimin i oluşturmaktadır . Bu pla n öz ü itibariyl e ağı r sanayilere önceli k vere n bir politika gütmektedir . Bu alanda , hızl ı v e güçl ü aşamala r yapılmasını öngörmektedir . Özellikl e sanayi nin bileşim i konusund a hassasiye t göstermiştir . Yani , tüketim , ar a malı v e yatı rım mallar ı sanayilerini n ağırlıklar ı arasınd a cidd i bi r ayırı m yapmı ş v e bugü n tüketime dönü k (hafi Q sânayi , 1977'de daha çok ar a ve yatırı m malı (ağı r sanayi) dönük bi r yapıy a dönüştürmey i hede f almıştır (88). Dönemin sonund a gerçekleşmeler i aşağıdak i tablod a görebiliriz . Tablo: 3 0 İmalat Sanayini n Bileşim i (1973-1977 ) Üretim Tüketim mallar ı Ara mallar ı Yatırım mallar ı İmalat sanay i 1972 1977 47 39 14 100 31 50 19 100 Kaynak: Yeni Strateji ve Kalkınma Planı, ÜBYKP (1973-1977 ) (86) KORUM, Uğur; ''Türk İmalat Sanayiinde İthal İkamesi'' Bulgu Ekonomik Araştırmalar Dergi­ si, Haziran 1978, s. 106-7. (87) GÜLALP, a.g.m., s. 53-54 (88) ÜBYKP, 1973-1977, Ocak 1973, s. 160. Tablodan görüldüğü gibi, dönem sonunda tüketim malları sektörünün ima­ lat sanayi içinde payı azalırken, ara ve yatırım malları sektörlerinin payları art­ mıştır. Ancak, 1970'lerin ortalarında yoğunlaşan genel durgunluk Türkiye ekono­ misini de etkilemiş ve dış yardıma daha bağımlı kalmıştır. 1 9 7 8 ' e gelindiğinde ve dış yardımların aynı ölçekte gelmemesi, ithalatta büyük düşmelere yol açmış ve buna paralel olarak da kişi başına büyüme hızı sıfır dolayında kalmıştır. Gerçekten de ithal yasaklarına temellenen korumacılık, ithalattan çok ihraca­ tı engellemiştir; 2 5 yılın sonunda ulaşılan yapının; hangi kriteri kullanırsak kul­ lanalım, dünyanın en kapalı ekonomilerinden biri olduğu görülmektedir(89). Bu koşullar altında Türkiye'nin ekonomik gündemine ''ihracatı teşvik ve dı­ şa a ç ı k " liberal bir ekonomik modelin. Cumhuriyet ekonomisi tarihi süreci için­ de böylece ikinci kez geldiği anlaşılmaktadır. 11.C.4. III. Liberalizm Dönemi Yukarıda kısaca değinilen bu özelliklere göre tamamlanmış üç plan döneminde de sanayileşerek kalkınmanın gerektirdiği biçimdeki atılımların, yeterince gerçek­ leşmediğini söylemek mümkündür. Bu nedenlerle, dördüncü plan dönemine da­ ha ağır görevler düşmekte ve yeni hedeflerin, yeni yaklaşımla ele alınması gerek­ mektedir. Bugün artık Türk sanayiinin gündemindeki konusu; tüketim malları üretimin­ de olduğu gibi ara ve yatırım malları üretiminde de kendi kendine yeterli hale getirmektedir. 1970 'li yılların ortasında dünyayı saran petrol bunalımı, siyasi is­ tikrarsızlıklar ve piyasa ekonomisini hedefinden uzaklaştıran teşebbüsler ile karşılaşılmasaydı, belki de 1980 'li yıllara girerken sanayimiz daha güçlü bir görü­ nüm kazanabileceği düşünülebilirdi. Özellikle son yıllarda sanayi sektöründe gö­ rülen geri kalmalar ekonomimizin özellikle maden, enerji, ulaştırma ve dış tica­ ret sektörlerinde fonksiyonlarını yerine getirememesinden kaynaklanmaktadır. Tablo: 3 1 İmalat Sanayinin Bileşimi (1978-83 ) Üretim Tüketim malları Ara malları Yatırım malları İmalat sanayi 1977 1978 1979 36.6 44.2 19.2 100.0 39.5 42.8 17.7 100.0 40.5 41.7 17.8 100.0 IV. Planda, ara ve yatırım malları üreten sektörlerin imalat sanayi içindeki (89) AK AT, a.g.m., s. 108. payının arttırılması amaçlanmış ise de, tam tersine 197 8 ve 1979 'da, 197 7 yılma göre tüketim malları sektörünün payı artarken, ara ve yatırım malı sektörlerinin payı azalmıştır. Ekonomik kalkınmanın itici gücü olan sanayi sektörünün bu durumu çok kaygı vericiydi. Ekonominin bu duruma gelmesinin başlıca nedeni ise, şimdiye kadar uygulanan bilinçsiz ithal ikamesi politikasıydı. Bu politika, negatif ithal ikamesi­ ne yol açmış, yani bir birimlik ithalatı ikame için daha fazla ithalat gereksinmesi doğurduğundan, ithalata bağımlılığa ve dolayısıyla döviz darboğazına yol açmış­ tır. Bunun sonucunda, kapasite kullanımı % 50 'lerin altına düşmüştür. Bütün bu gelişmelerin sonucunda, ihracata dönük politikanın izlenmesi al­ ternatif politika olarak gündeme gelmiştir. 1978 'in ikinci yarısından bu yana, sa­ nayi malları ihracatında hissedilir bir kıpırdanma olduğu ve bunda sanayici ihra­ catçılara tanınan % 2 5 ve % 5 0 hakların büyük payı olduğu söylenebilir. II.D. III. Liberalizm (2 4 Ocak 198 0 ve Sonrası) 1980 öncesi, ithal ikamesine dayalı sanayileşme politikası, 198 0 istikrar ted­ birleri ile, ihracata teşvik politikalarına yerini bırakmıştır. Böylece dış rekabete açık, bir sanayileşme modelinin esasları uygulanmaya başlamıştır. İthalattaki ya­ sakların azaltılarak, gümrük duvarlarının aşağıya çekilmesi, ihracatın çeşitli ted­ birlerle teşviki ve kolaylaştırılması, kambiyo rejiminin liberalleştirilmesi ve Türk parasının gerçekçi bir şekilde değerlendirilmesi, bu politikaların temel unsurları­ nı teşkil etmektedir. Bu politikalara ilave olarak, yabancı sermaye yatırımlarının kolaylaştırılması ve teşvik edilmesi sonucu, özellikle, turizm yatırımlarında ve bazı enerji yatırım­ larında yabancı sermaye konusunda gelişmeler görülmüştür. Organize sanayi böl­ geleri ve serbest bölgelerin geliştirilmesi 1981-8 5 döneminde sanayi kesiminin, GSMH artışının % 6 0 üzerinde büyümesi ve GSMH içindeki payının % 24 'den % 3 0 ' a çıkması dönemin en belirgin özelliğidir. İmalat Sanayii Planda gelişmenin ağırlıklı sektörü imalat sanayii olarak belirtilmekle bera­ ber, öngörülen ortalama yıllık büyüme hızı % 7. 3 olmuştur. B u ise önceki plânla­ ra nisbetle daha düşük bir hedeftir. Ayrıca, imalat sanayii yatırımlarının, toplam yatırımlar içindeki payının da düşmesi öngörülmektedir. IV. B Y K P ' d e bu oran % 2 5 . 6 iken, V.BYKP'da % 20. 9 olması düşünülmüştür. Birinci Plan döneminde, % 10. 8 büyüme gösteren imalat sanayimiz, büyü­ mesini ikinci ve üçüncü plan dönemlerinde de sürdürmüştür. Ancak, dış şokla­ rın etkisiyle, 197 8 yılından itibaren büyüme oranı yavaşlamış, 1979-8 0 yıllarında ise, duraklama yerine gerilemeye girmiştir. Yeni politikalarla birlikte, imalat ka­ pasite kullanım oranlarının artması, enerji ve diğer alt yapı yatırımlarındaki can­ lanma ve ihracata dönük yatırımlara öngörülen teşviklerle birlikte, yeni yatırım­ ların yapılması sonucu, 198 3 yılında imalat sanayinin büyüme hızı % 9 . 3 ' e yük­ selmiş, 198 5 yılı için büyüme hızı ise, imalat sanayiinde % O.l'diy. Ayrıca, ima­ lat sanayiindeki büyüme hızı, diğer sektörlerdeki büyüme hızından daha büyük olması sebebiyle, imalat sanayi üretiminin I. Plan döneminde, % 17. 5 olan GSMH içindeki payı 198 5 yılında, % 24.7 'ye yükselmiştir. V.BYKP'da imalat sanayinin yapısında önemli bir değişme öngörülmemiştir. Toplam imalat sanayii üretimi için­ de, tüketim mallarının payının % 45.4'den % 4 4 ' e , ana mallarının % 41 olan pa­ yının değişmemesine, yatırım mallarının ise % 13.4 'den % 1 5 ' e yükselmesinin planlanmasından bu durum açıkça anlaşılmaktadır. Uygulamada ise imalat sanayi içinde, % 1 4 paya sahip olan yatırım malları sanayi içinde, elektriksiz makina, elektronik ve gemi inşaatı gibi alt sektörlerde gerçekleşen önemli üretim gelişmeleri gösterirken, tarım makineleri sanayiinde % 9. 3 üretim düşüşü görülmüştür. Ara malları sanayi, 198 5 yılı, imalat sanayi üretiminde, % 4 4 paya sahiptir. Bu gruba dahil olan gübre üretimi yavaşlamış, petrol ürünleri duraklamıştır. Bu­ na karşılık, deri kürk işleme, kimya, petro-kimya, çimento, demir-çelik sektörün­ de çift rakamlı büyüme oranları gerçekleşmiştir. 1985 yılı imalat sanayinde % 42 'lik paya sahip olan tüketim malları üretimi içinde en önemli ağırlığı teşkil eden gıda-malları üretimi % 2. 7 gibi düşük bir büyüme hızı göstermiş, tütün üretimi, 198 4 yılma göre gerilemiştir. En büyük ge­ lişme, hazır giyim de görülmektedir. 198 5 yılında, tüketim malları, 84 'e göre, % 3.3 gibi düşük bir artış hızı göstermiştir. Bu da imalat sanayinin büyüme hızını aşağı çeken bir etki yaratmıştır. İmalat sanayinin toplam ihracatımızdaki payı, % 3 5 . 9 iken, 198 5 yılında % 7 5 . 3 ' e yükselmiştir. İhracatımızdaki en önemli pay, tüketim mallarına aittir. Bu gruba giren sanayilerin 198 5 yılı ihracatı içindeki payı, % 59.7 'dir. İhracatımıza en fazla katkıda bulunan sanayi ise, hazır giyim sanayidir. 198 5 yılı, toplam ima­ lat sanayi ihracatının yaklaşık, beşte biri bu sektör tarafından gerçekleştirilmiştir. Gıda sanayinin payı bir önceki yıla göre azalarak, % 18 , dokuma sanayinin payı % 17' dir. Sanayi malları ihracatına, 1985 'de % 31.7 'lik katkıda bulunmuş olan ara mal­ ları sanayi içinde, ihracata en fazla katkıda bulunan sanayi % 9.7 'lik payla, de­ mir çelik sektörü olmuştur. Bunu % 4.8'lik payla, petrol ürünleri ve % 3'lük pay­ la çırçırlanmış pamuk takip etmektedir. Toplam ihracat içindeki payları küçük olmakla birlikte, 198 5 yılında, ağaç, mantar ve orman ürünleri sanayi, deri ve kürk işleme sanayi gibi bir çok ara malı sanayi ihracatında önemli gelişmeler kaydedil­ miştir. Toplam imalat sanayi ihracatı içinde, % 8.7 'lik bir ağırlığı olan yatırım mal­ ları ihracatı ise birçok alt sektörde önemli gelişmeler göstermesine rağmen, ihra­ cat içinde önemli bir ağırlık kazanmış değildir. Bu sanayiler içinde, son yıllarda en önemli gelişme, elektriksiz makine sektöründe görülmüş, toplam imalat sana­ yi ihracatı içindeki payını, % 2.3 'e çıkarmıştır. Ayrıca, madeni eşya sanayi, taşıt imalat sanayileri de, ihracat açısından gelişmeler göstermektedir. 1984 yılında, ihraç edilen imalat sanayi ürünlerinin, toplam üretim içindeki payı, % 15. 8 iken, 1985 'de % 16.6 'ya çıkmıştır. 198 6 yılının ilk altı ayı sonucun­ da, tarımsal ürün % 7. 8 azalırken, sanayi ürünleri, % 3. 8 oranında artmıştır. Sa­ nayi kesiminde, dokumacılık ürünleri ihracatının gelişmesini devam etmesine kar­ şılık, gıda işlenmiş petrol, çimento, deri, kösele, orman ürünleri ve taşıt aracı sa­ nayi ihracatları 198 5 yılının aynı dönemine göre gerileme görülmüştür. BBYKP'da imalat sanayiinde özel kesim yatınmlarma ağırlık tanınmıştır. DBYKP dönemin­ de imalat sanayii yatırımlarında özel sektörün payı % 46, kamunun ise % 5 4 iken, bu oranlar BBYKP da sırasıyla % 57. 3 ve % 42. 7 olmakta, böylece özel sektörün payı % 46'dan % 57 'ye yükselmektedir. Bu durumda plânın başarısı büyük ölçü­ de, özel kesim yatırımlarının plân hedeflerine uygun şekilde yönlendirilmesine (özellikle DPT'nin) bağlı kalmaktadır. İmalat sanayiinde, kurumlaşma eğilimi, 198 5 yılında artan bir hızla devam etmiş ve yeni kurulan şirketler içinde sermaye şirketlerinin payı giderek artmış­ tır. 198 5 yılında, 371 2 yeni sermaye şirketi kurulmuştur. Ancak bunların büyük çoğunluğu, aile şirketidir. Gerçek anlamda kurumlaşmayı ifade etmemektedir. Yeni kurulan şirketler, gıda, dokuma ve ağaç, mobilya sanayi dallarında yoğunlaştığı gözlenmektedir. Plan döneminde üretim artışının, yeni tesisler kurulmasından çok, mevcut kapasite kullanım oranlarının yükseltilmesi öngörülmüştür. İmalat sanayinde, ka­ pasite kullanım oranı, 1982 'de, % 6 6 . 8 , 1984'de % 71-7 2 civarında seyrederken, 1985 ve 86 'da da artmaya devam etmektedir. İstanbul Sanayi Odası'nm yaptığı bir araştırmadan, 198 6 yılının ilk yarısında sınai firmalardan % 14 'ünün hâlâ % 0-39 arasında kapasite kullanımı ile çalıştıklarını görmekteyiz. İmalat sanayi yatırımlarında, 198 0 yılı başlarında başlayan duraklama eğilim­ leri, 198 4 yılında artışa dönüşmüştür. 198 4 yılında, özel sektör yatırımları, sabit fiyatlarla % 4.5 artarken,kamu kesimi imalat sanayi yatırımları gerilemiştir. 1985 yılında da, sabit sermaye yatırımları, % 5 artmıştır. İmalat sanayi yatırımlarının toplam sabit sermaye yatırımları içindeki payları da, 198 3 yılında % 23. 3 iken, 1 9 8 4 ' d e % 2 2 . 6 , 198 4 yılında da % 1 9 . 5 olarak gerçekleşmiştir. 1985 yılında, 1984 'e göre, DPT tarafından verilen, yatırım teşvik belgeleri­ nin % 7 6 oranında artmış, yatırım teşvik tutarı ise, bir önceki yıla göre 2.3 misli artmıştı. 198 5 yılında verilen imalat sanayi yatırım teşviklerinin toplam içindeki payı ise % 52.5 'dir. 1986 yılında sanayi kesiminin büyüme hızı geçici verilere göre % 10. 9 ola­ rak hesaplanmıştır. Sanayi kesiminde büyüme hızı, program hedefi olan % 5. 5 üstünde gerçekleşmiştir. Ekonominin sürükleyici sektörü olan imalat sanayiinin 1986 yılında büyüme hızı sabit üretici fiyatlarıyla % 10.3 , cari fiyatlarla % 4 9 .8 büyüyeceği beklenmekte idi. DİE göre yılın ilk 9 ayma milli gelir tahminlerinde imalat sanayiindeki katma değer artışı % 10.5 'tır. İSO verilerine göre, ilk dokuz ayında ortalama üretim büyümesi % 13.1 'dir. Böylece 198 6 yılında tahminlerin çok üstünde büyüme hızı gerçekleşmiştir. Bu ekonominin 198 6 yılında son on yı­ lın en yüksek yıllık büyüme hızına ulaşmasında imalat sanayiindeki gelişme en önemli etken olmuştur. 198 6 yılında reel olarak en yüksek büyümede ilk üç sırayı metal ana sanayii, orman ürünleri ve elektrikli makine sanayii almıştır. Son üç sırayı ise diğer imalat sanayii, kimya petrol ürünleri lastik ve plastik sanayii ve kâğıt basım sanayii almıştır. Bununla birlikte, imalat sanayii yatırımlarının, top­ lam içindeki payında düşüş görülmektedir. İmalat sanayii yatırımlarının toplam içindeki DPT verilerine göre payı, 198 1 yılında % 26. 2 iken, bu paya, 1982 'de % 2 1 . 6 , 1983 'te % 2 2 . 9 , 1984 'te % 2 1 . 3 , 1985 'te % 2 0 ve 198 6 yılında da, % 1 8 . 2 ' y e düşmüştür. 2 4 Ocak 198 0 öncesi yatırımların takriben % 30 'unu imalat sanayii yaparken, bu oran 1 9 8 6 ' d a % 20'ye düşmüştür. Kamu kesimi yatırımları içersinde imalat sanayiinin payı ise, 1981 yılında % 24 iken, 1986'da % 8.3'e düş­ müştür. Yukarıda imalat sanayii için verilen yıllık artışlar bazen bir olumlu gelişmeyi bazen de bir önceki yıla oranla, olumsuz bir durumu gösterirken, ulaşılan son ve­ rileri uzun bir periyod içersinde değerlendirdiğimizde ise çok önemli sonuçlar elde edilmektedir. Örneğin son 25 yıl içersinde, 1962 yılında sanayii kesimi GSMH'da % 16'ya kadar bir pay alırken, bu pay 1986'da % 30,1'e yükselmiştir. Bununla birlikte 1 9 6 8 sabit fiyatlarla GSMH içindeki sanayi sektörünün payına baktığımızda 1980 yılında % 24 olan payın, 1986 yılında % 2 2 . 8 ' e düştüğü gö­ rülmektedir. İstikrar Politikaları ile İhracatı teşvik eden bir sanayileşme politikası uygulamamıza rağmen önem sırasıyla talepteki yetersizlik, yüksek kredi faizleri­ nin oluşturduğu mali güçlükler, hammadde yetersizliği gibi sorunlar büyük ima­ lat sanayiinde tam kapasite ile çalışılmamasma sebep olmuştur. 24 Ocak Kararla­ rı ile devlet desteğinden oldukça uzak kalan sanayi kesiminin dış rekabet karşı­ sında güçlü olabilmesi artık maliyetini düşürücü ve kaliteyi yükseltici üretim me­ totlarını uygulamadaki başarı derecelerine bağlı görülmektedir. İstihdam ve İşsizlik Sorunu 1985 yılında, toplam yurtiçi işgücünün % 12.7'si sanayi sektöründe istihdam edilmektedir. 1984 yılında ise, bu oran % 12.58'dir. Görüldüğü gibi son derece düşük bir artış bulunmaktadır. Buna karşılık, 1984 yılında bir kişiyi istihdam ede­ bilmek için gerekli yatırım miktarı ortalama, 18.765 bin TL iken, 1985 yılında % 76.6 gibi bir artışla, 33.127 bin TL ulaşmıştır. Sektörler açısından baktığımızda ise, bir kişiyi istihdam etmek için gerekli yatırım tutarı açısından en fazla yatırı­ mın, enerji, daha sonra hizmetler, tarım ve imalat sanayilerinde geldiği görülmek­ tedir. 1986 yılında da işsizlik sorunu önemini korumuştur. Ancak DPT tahminleri­ ne göre 1986 yılında gözüken işsiz sayısı 1986 yılında 2 . 8 8 0 . 9 0 0 ' e inerek, toplam işgücü fazlası oranı 1985 yılında % 16.3 iken, 1986 yılında % 15.5'e düşecektir. Buna karşılık açık işsiz oranı % 5.2'den % 5.6'ya çıkacaktır. İşgücünün sektörel dağılımında 1986 yılında tarım sektörünün payı % 58.9'dan % 57.5'e düştüğü, sanayi sektörünün % 12.9'dan % 13.3'e, hizmetler sektörünün payının da % 2 8 . 2 ' d e n % 29.2'ye yükseldiği hesaplanmaktadır. Bu da, hizmetler sektörünün, istihdamda daha fazla artış yarattığını ortaya koymak­ tadır. Tablo 32 İMALAT SANAYİİ ÜRETİMİ SEKTÖR ARTIŞ HIZLARI (1972-1983 ) 1983 Fiyatlarıyla (Milyon TL.) Yıllık Artış % 72-77 İMALAT TÜKETİM MALLARI —Gıda —İçki —Tütün —Dokuma-Giyim ARA MALLARI —Orman Ürünleri —Kağıt —Basım —Deri ve Deri Mamulleri —Lastik —Plastik —Kimya —Petrokimya —Petrol Ürünleri —Gübre —Çimento —Pişmiş Kil ve Çimento Gereç. —Cam —Seramik —Demir - Çelik —Demir Dışı Metaller YATIRIM MALLARI —Madeni Eşya —Elektriksiz Mak. İmalat San. —Tarım Alet ve Mak. San. —Meslek, Bilim, Ölçü K o n t Optik —Elektrik Makinâ İmalatı —Elektronik —Karayolu Taşıtları İmalatı —Demiryolu Taşıtları îmalatı —Gemi înşaa —Uçak İmalatı 7.9 5.6 4.7 7.2 4.5 9.1 9.0 7.2 7.6 3.3 9.6 9.4 16.6 9.3 22.2 7.0 13.7 10.4 10.5 14.6 16.2 9.3 18.0 13.2 11.0 19.1 7.6 19.3 13.7 18.6 14.9 9.3 3.6 6.1 77-82 3.5 4.1 4.2 2.4 6.1 3.3 3.3 2.6 3.3 3.4 5.3 9.6 10.2 3.7 6.4 1.5 17.1 2.7 1.6 8.6 1.4 2.2 1.0 2.2 4.8 4.4 2.1 2.0 8.0 5.2 -3.6 -3.8 -1.9 0.5 78-83 5.2 4.8 5.6 2.6 5.1 2.5 5.5 2.4 5.4 3.6 6.6: 11.5 8.4 7.1 8.7 3.8 18.4 -2.4 2.8 7.4 0.2 9.2 6.8 6.0 5.9 8.1 14.8 4.5 5.3 6.9 4.0 0.3 3.2 2.6 Kaynak: DPT. V. Beş Yıllık Kalkınma Planı öncesinde Gelişmeler, 1972-1983. Tablo 3 3 İmalat Sanayii Alt Sektör Payları ve Artış Hızları (1985 Fiyatlarıyla, Milyon TL.) Gerçekleşme Tahmin Program Yüzde Değişme Yüzde Yüzde Yüzde 85-86 84-85 İMALAT SANAYİ TÜKETİM MALLARI Gıda İçki Tütün Dokuma Hazır Giyim Ağaç Mobilya Ayakkabı ARA MALLARI Çırçırlama Araç Mantar Ür. Kağıt Basım Deri Kürk İşleme Lastik Plastik Kimya Petrokimya Petrol Ürünleri Gübre Çimento Pişmiş Kil Seramik Cam Demir Çelik Demirdışı Metaller YATIRIM MALLARI Madeni Eşya Elektriksiz Makina Tarım Makinaları Meslek Bilim Ölçü Elektrikli Makina Elektronik Karayolları Taşıtları Demiryolu Taşıtları Gemi inşa. Uçak İmalatı Kaynak: 1986 Programı. 100.00 43.90 26.86 1.09 2.59 6.05 3.68 2.13 1.49 42.13 1.29 2.81 1.12 0.77 0.97 0.73 0.91 3.73 1.90 14.36 2.04 1.47 1.24 0.34 1.08 5.97 1.41 13.97 3.59 1.87 0.99 0.08 1.84 1.60 3.28 0.32 0.38 0.02 100.00 43.47 26.46 1.10 2.41 6.03 3.84 2.16 1.46 42.56 1.19 2.85 1.15 0.78 1.03 0.76 0.93 3.88 2.22 13.86 1.94 1.57 1.27 0.37 1.10 6.30 1.38 13.97 3.55 1.97 0.86 0.09 1.84 1.73 3.18 0.32 0.39 0.02 100.00 42.65 25.91 11.07 2.28 5.95 3.90 2.14 1.40 43.47 1.14 2.81 1.15 0.76 1.03 0.77 0.98 3.94 3.11 13.41 2.00 1.67 1.29 0.3 1.12 6.57 1.36 13.89 3.46 1.94 0.87 0.09 1.79 1.80 3.22 0.29 0.40 0.02 4.3 3.3 2.7 5.1 -2.8 4.0 8.8 5.8 2.5 5.3 -4.2 5.6 -6.4 5.8 11.3 7.9 6.5 8.5 21.8 0.7 -0.7 11.8 -7.3 11.4 5.8 10.0 2.1 4.2 5.2 9.9 -9.3 12.2 -4.5 12.5 1.2 4.5 9.4 26.6 6.7 4.7 4.5 4.6 0.8 5.2 8.2 5.8 1.8 9.0 2.6 5.3 6.8 4.1 6.6 7.8 12.5 8.5 49.2 3.2 9.9 13.6 8.3 9.2 8.7 11.2 5.0 6.1 4.1 5.0 7.2 8.2 3.9 11.1 7.8 -2.9 8.8 13.0 Tablo 3 4 İmalat Sanayii Alt Sektörler İtibariyle üretim Artış Hızı (1986) x Cari Artış % Sabit Artış % Gıda - İçki - Tütün Tekstil - Deri - Ayakkabı Orman Ürünleri Kağıt ve Basım San. Kimya, Petrol, Ürün. Lastik Plastik San. Taş ve Toprağa Dayalı San. Metal Ana Sanayi Metal Eşya Mak. T e c . ve Ulaşım Araçları Metal Eşya Elektriksiz Mak. San. Elektrikli Mak. San. Otomotiv End. Diğer imalat San. Toplam İmalat San. 38.4 78.1 83.7 52.8 54.0 84.5 80.4 64.0 80.2 51.5 72.7 55.1 28.5 63.1 4.4 23.5 28.9 2.4 1.5 14.6 32.2 14.4 17.1 8.1 24.3 3.2 -3.7 13.1 Kaynak: İSO, 198 7 Yılı Başında Türkiye Ekonomisi, Şubat 1987 . s.40. (x) İlk 9 ay gerçekleşmesi. III. DIŞ ŞOK DÖNEMLERİNDE İZLENEN SANAYİLEŞME POLİTİKALARININ İMALAT SANAY İ ÜZERİNE ETKİLERİ III.A.I. Şok Dönemi (1973-1979 ) Bilindiği gibi bir tarım ülkesi veya azgelişmiş bir ekonominin genellikle ter­ cih ettikleri ithal ikamesine yönelik bir sanayileşme için uyguladıkları koruma politikasının temel nedeni; yüksek hayat standartlarına ulaşılmış modern bir dün­ yada serbest ticaretin; bu ülkelerde sanayileşmenin gerçekleştirilmesine engel ola­ cağı görüşüdür. Kuşkusuz bu görüş ekonomik literatürde " ç o c u k endüstri argümanı" (infant-industry argument) şeklinde tanımlanan ve ilk kez Alexander Hamilton (*) tarafından açıkça ortaya koyulan ve daha soma politik ve sosyolojik faktörler yönünden de Avrupa'daki ekonomistler,, özellikle Friedrich List (**)'in geliştirdiği bir görüşten kaynaklanmaktadır(90). Halbuki ekonomi tarihinin yakın dönemdeki gelişmesine bakıldığında ABD ve Rusya'nın dışındaki diğer küçük ve' orta boyutlu sanayileşmiş ülkelerin, aynı zamanda veya bir süre sonra uluslarara­ sı pazar avantajlarından yararlanmak amacıyla ihracata yönelik sanayileşme stra­ tejisini izledikleri görülmektedir. (*) HAMILTON, Alexander; report on Manufactures, 1981. (**) LIST, Friedrich; The National System of Political Economy, 1840. (90) SNIDER, DelbentA.; Indroduction to International Economics. Second Edition, U.S., 1972, s. 163. Bununla beraber herhangi bir sanayileşme politikasmm (ithal ikamesi, ihra­ catı teşvik) onaylanmasında, o ülkeyi karakterize eden çeşitli faktörlerin hesaba katılması gerekir; ulusal pazarın boyutu, yapısı, coğrafi durum, yabancı pazarla­ ra tercihli giriş, doğal zenginlikler, geleneksel ihracat perspektifleri, insan ve ka­ pital kaynaklarının önemi, o ülkenin sosyal ve politik durumu, bazı endüstrilerin daha önceden kurulmuş olmaları vs. gibi sosyal, ekonomik ve politik etkenler sa­ nayileşme politikalarının seçimini kısıtlamakta ve başarı düzeyini etkilemektedir­ ler. Nedenler ne olursa olsun, II. Dünya Savaşı'nm sonundan itibaren birçok ge­ lişmekte olan ülke, gümrük duvarlarının emniyetinde ithalatlarını ulusal üretim­ le ikame ederek, imalat sanayilerini geliştirmişlerdir. Korumacılık önlemleri ile genellikle ödemeler dengesindeki açığa çözüm bulmak amacı gözetilmişse de; sa­ nayileşme süratle korumanın başlıca nedeni olarak ortaya çıkmıştır(91). Gerçek­ ten çok sayıda gelişmekte olan ülkede ithal ikameci sanayileşme kalkınmayı hız­ landırmada önemli rol oynamıştır. Örneğin; gıda sektöründe, hatta sanayi sektö­ ründe, özellikle önemli kaynakların varolduğu durumlarda bununla beraber bu durum, diğer yandan özellikle küçük ülkelerin kalkınmasında büyük bir engel oluş­ turmuştur. Bilindiği gibi, ithal ikamesi için üretim, kalkınmanın ilk aşamaların­ da sanayileşmeyi başlatmak açısından gerekli ve yararlı olabilmektedir. Ancak çok sayıda ülkenin de sonradan anlamış olduğu gibi kalkınmanın ileri aşamalarında ithal ikamesi, gelişmeyi engelleyecek bir sanayi yapısına neden olarak, daha hız­ lı sanayileşmeyi frenlemektedir. Bununla beraber, bazı ülkelerin genel bir ithal ikameci stratejiden hareket ederek, sanayi mallarının ihracatını da geliştirebildik­ leri gözlenmektedir. Buna karşılık, gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan Arjantin, Brezilya, Kolombiya ve Meksika gibi ülkeler nisbeten basit ithal ikamesi aşamalarını tamam­ ladıktan sonra, ikamenin daha ileri aşamalarını giderek artan maliyetlerle gerçekleştirmişlerdir(92). Çünkü daha ileri ithal ikamesi aşamaları sermaye yoğun tek­ nikler gerektirdiğinden, varolan kapasiteden iç piyasanın darlığı nedeniyle yete­ rince yararlanılamamıştır. Ayrıca, bu aşamaların gerçekleşmesi için kapital mal­ larının ithal edilmesi zorunluluğu net ithal ikamesinin düşük kalmasına neden olmuştur. Böylece, ihracatın arka planda bırakılmasının sonucunda giderek artan ödemeler dengesizliği baskılarıyla karşılaşan söz konusu ülkelerin gelişme hızla­ rı yavaşlamıştır(93). Bu konuda tarihsel deneyimler, pek çok ülkenin uyguladık­ ları koruma politikaları sonucu ekonomide hatalı bir sanayileşmeye gidildiğini görerek, bir süre sonra artık korumacılıktan vazgeçmek istedikleri halde bu duru­ mun, korumaya geçiş gibi kolay olmadığını, aksine çok büyük güçlükler ve so­ runlarla karşılaştıklarını ortaya koymaktadır. Çok kısa bir dönemde koruma poli­ tikalarından kesinlikle vazgeçmek ve böylece henüz etkin bir yapıya kavuşama­ mış firmaları da yok olmaya bırakmak kuşkusuz oldukça güç bir konudur. Yine bu amaçla korumacılığın kaldırılması için bir zaman planlaması, bir takvime bağ(91) BALASSA, Bela; Gelişmekte Olan Ülkelerde Sanayiin Korunması, Çev. Oktay Kozluca, ÎKV Yay. No. 1977-3, Istanbul, s. 35 (92) CHENNERY, B.H.: "The Structural Approach to Development Policy", American Economic Re­ view, Vol. LXV (2), 1975, P. 313-14 (93) STECHER, Bernd; "îthal îkamesi ve îhracata Dayalı Sanayileşme Deneyimlerinin Eleştirisel Bir Değerlendirmesi", T.C. Tic. Bak. UNÎDO-Dış Satımın Geliştirilmesi Semineri, Ankara, 1978, s. 7-12. lanması düşünülebilir ki bu dahi sanayileşme çabalarmı zayıflatıcı, yatırım ter­ cihlerinin kararsızlığı, etkinliği azaltıcı etkiler yapacaktır(94). İmalat Sanayiimiz Yönünden Bilindiği gibi Türk imalat sanayii, gerek plansız ve gerekse planlı dönemler­ de; gümrükler, kotalar, ithal yasakları ile mutlak şekilde korunmuş bulunmaktadır(*). Aynı zamanda Türk Lirasının değerinin yüksek tutulması, ihracatı (sanayi ürünleri) olumsuz yönde etkilemiştir/Bu politikaların sonucu olarak meydana ge­ len ekonomik yapı, ülke koşullarına yabancı, üretim ve yatırımda dışa bağlı, ithal gereği yüksek, tasarruf, istihdam ve gelir dağılımı konularına önemli bir çözüm getirmeyen bir yapı olmuştur. Yeterli bilgi sağlanamadığı için yıllar itibariyle ima­ lat sanayii yatırımlarının ve üretimin ithal oranlarındaki gelişmeleri izlemek ve daha önemlisi, imalat sanayiinin tam kapasitede çalışabilmesi için gerekli ham­ madde ve yardımcı madde ithalatını hesaplamak mümkün olamamıştır. Fakat kal­ kınma planlarında kurulu sanayiin durumunu yansıtan belgeler ve rakamlar yu­ karıdaki görüşü doğrular niteliktedir(95). İmalat sanayii kesiminde farklılaştırılmış bir teşvik politikasının (ithal ikamesine yönelik) 1 9 6 0 ' l ı yıllarda yoğuniaştırıldığı ve 1 9 7 0 ' l i yıllarda da mevcut dış ticaret rejiminin, ithal ikamesi stratejisi­ ne uyumu yolunda çalışmaların hızlandığı görülmektedir. B u tür uygulamalar so­ nucu, imalat sanayiin giderek yoğun bir korumanın (nominal ve efektif) etkisinde kaldığı görülmektedir. O halde bu konuda yapılan çalışmaların sonuçları bize; koruma politikası al­ tında yapılan ihracatı ve ithal ikameciliğinin yurt içi kaynaklar üzerindeki mali­ yeti hakkında kesin olmasa da aydınlatıcı bilgiler verebilmektedir. Ülkemizde ise bu konuda bir çalışmanın yapılabilmesine imkân veren, ithalat akım matriksini içeren bir input-output çalışmasını ilk olarak 1986 yılı için yapıldığı görülmekte­ dir (9 6) (Bkz. Tablo 27 ve 28). Bu toblolarda nominal ve fiili korumanın trendi görülınektedir(*). (94) SNÎDER, a.g±., s. 164. (95) tBRAHÎMOĞLU, Ertuğrul; "Kalkınma Stratejisi olarak İthal ikamesi ve sorunları", 50 Yıl Se­ mineri. SBF Yay. No. 382, Ankara, 1974, s. 771. (*) Korumacılık politikasının Cumhuriyet dönemi ekonomi tarihimizde, bazen kısa süreli dönemler için ya uygulanamadığı, ya da arka planda bırakıldığı görülmektedir. Dergimizin birinci sayı­ sında yer alan makalemizde, bu konuda açıklama yapıldığı için, burada değinilmemektedir. (96) ÇİLLER, Tansu; Türk Sanayiinde İthal İkamesi ve Koruma Politikası, İKV Yayını No: 2-1, İstan­ bul 1977. "Türkiye İmalat Sanayiinde Koruma" Bulgu Ekonomik Araştırma Dergisi, Sayı: 4, Ağustos 1979, s. 13. (*) İthalat malı ipekli bir kumaşın Dünya pazarlarındaki ortalama fiyatının 10 $/m (1 $ = 1000 TL varsayımı ile) olduğunu ve bu kumaşın bir metresini üretmek için 6 $ lık iplik kullanıldığını kabul edelim. Hiç gümrük vergisinin bulunmadığı bir durumda iç fiyatlar da Diinya fiyatlarma göre belirleneceğinden kumaşın yurtiçi metre fiyatı da 10.000 TL. düzeyinden belirlenecektir. Şimdi, yerli üreticileri korumak için kumaşa % 10 oranında vergi koyalım. Bu durumda nomi­ nal koruma % 10'dur ve ithal malının yurt içi satış fiyatı 11.000 TL'na yükselecektir. Kumaşa (nihai mal) % 10 gümrük vergisi koyarken, bu kumaşı yurt içinde üretmek için ithal edilen ipliğe de % 4 oranında gümrük vergisi koyduğumuzu varsayalım. Acaba, bu durumda yerli üreticilere sağlanan koruma nasıl hesaplanabilir. Burada efekti koruma denilen bir kav­ ram gündeme gelmektedir. Kısaca tanımlamak istersek, şöyle diyebiliriz. Efektif koruma, güm­ rük vergisinin (korumanın) bulunmadığı durumda yaratılan katma değer ile gümrük vergisinin hem nihai, hem de ara malı uygulanması halinde yaratılacak katma değerler arasındaki oransal farktır. Tablo: 3 5 Nominal Korum a (1968 ) Toplam İthalat (CİF) SEKTÖRLER 0 1 . TARI M 02. Ormancılı k 03. Hayvancılı k v e Ba lıkçılık 04. Kömü r madenciliğ i 0 5 . Demi r maden i is tihracı 06. Ha m petro l istihrac ı 07. Değirme n ma mulleri 0 8 . Değirme n ma mulleri 09. Şeke r 10. Diğe r besi n 11. Alkoll ü içkile r 12. Alkolsü z içkile r 13. Tütü n 14. Dokum a 15. Ayakkab ı 16. Giyi m 17. Ağa ç v e manta r 18. Mobily a 1 9 . Kâğı t (1) İthal Vergileri m 30.887 Toplam Vergisiz İthalat (3) İthal Vergisi İthalatı mm 1.253 Toplam Vergisiz İthalatı İthalat (3)/(l) 0.703 0.051 0 2.696 — 0.225 — 0.028 — — — — 386.735 — 0 — 1.000 28.358 14.235 12.973 0.502 0.457 1 24 53.588 1.901 — — 109.206 81 7.769 2.733 650 191.511 1 41 25.202 6.826 — — 66.788 84 8.172 1.703 567 145.756 — — — — — 0.500 1.708 0.470 3.591 0 0 0 0 — — 0 0.136 0.001 0 0 0.001 24.641 84.860 59.671 968 22 94.785 — 21.294 — — 386.735 11 5" — — 147 — 0.612 1.037 1.052 0.623 0.872 0.761 Bunu bir örnekte açıklayalım. Yukarıdaki örnekte gümrük vergilerinin sıfır olduğu bir ortamda yaratılan katma değer = P.O' ya eşittir. Burada P üretim değeri, O ise üretimde kullanılan girdilerdir. Başka bir deyişle. nihai mala % 10, ara mala % 4 gümrük vergisi koyduğumuzda yaratılan katma değer (V^^ = 1000 . 6000 = 4000 olacaktır. Vp = 1000 . 6240 = 4760 olacaktır. Efektif koruma (Z) ise, Z = 4670.4000 _ % 19'a eşittir. 4000 Bu örneklerden anlaşılacağı gibi nominal koruma oranı % 10 olduğu halde, ara malı üzerine konulan gümrük vergileri nihai malın üzerindeki gümrük vergileri oranından daha düşük ol­ duğu için efektif koruma % 19'dur. Efektif korumanın iktisat politikası bakımından önemi, kaynakların ekonomide efektif koru­ manın yüksek olduğu yatırım alanlarına kayabileceği varsayımından doğmaktadır. Başka bir deyişle, sanayiciler daha fazla katma değerle çalışma imkânı bulabilecekleri alanlara yatırım yapacaklardır (ALPAR, Cem; "İthalatta Liberalizm Nereye Kadar", Dış Ticarette Durum, Ocak 1987, s. 14). 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. Basım Deri ve kürk Kauçuk ürünleri Kimyasal gübreler Diğer gübreler Petrol rafinerisi Diğer petrol ürünleri 27. Çimento 28. Metal dışı ma­ muller 29. Demir ve çelik 30. Diğer temel maddeler 3 1 . Metal mamulleri 32. Elektrikle çalışma­ yan tarım maki­ neleri 33. Elektrik makineleri 34. Motorlu taşıtlar 35. Motorlu olmayan taşıtlar 36. Plastik ürünleri 37. Çeşitli 2.937 26.819 929 1.745 51.345 53.893 436.346 — 1.184.758 797.912 189.735 1.335.979 5.722 436.346 93.874 228 0.110 0.532 0.953 0 0.673 7.041 0.878 0 0.016 1.000 0.079 0.001 23.539 — 4.883 35.949 253 22.479 4.423 221 0.052 0.625 0.906 0.006 86.078 325.008 54.224 179.533 762 12.586 0.630 0.552 0.009 0.039 159.224 143.731 110.022 123.744 2.877 6.667 0.691 0.861 0.018 2.010.805 1.041.449 233.106 444.015 354.833 477.352 172.574 20.867 6.833 0.518 0.525 0.743 0.086 0.047 0.014 28.900 8.471 123.770 110.207 1 13.327 0.202 2.341 0.563 0.769 143.293 3.619 219.920 0.046 0.003 0.061 Tablo 36 (Nominal Koruma 1973) İthalat Topla Sektörler 01. 02. 03. 04. 05. 06. 07. 08. 09. 10. 11. 12. 13. Tarım Ormancılık Hayvancılık ve Balıkçılık Kömür Madenciliği Demir madeni istihracı Ham petrol Diğer madencilik (taş vs.) Değirmen mamulleri Şeker Diğer besin Alkollü içkiler Alkolsüz içkiler Tütün (CifKl) 581 206 247 2 64 3.480 172 27 3 231 29 16 48 m Toplamİthala İthalVergileri — 106 34 1 13 10 31 t Z V e r g i l e r i İ t h a l a t (3) 0.117 0.500 0.318 0.500 0.0 0.0 0.076 0.370 0.0 0.134 0.138 0.0 0.0 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. Dokuma Ayakkabı Giyim Ağaç ve mantar Mobilya Kağıt Basım Deri ve kürk Kauçuk ürünleri Kimyasal gübreler Diğer kimyasal ürünler Petrol rafinerisi Diğer petrol ürünleri Çimento Metal dışı mamuller Demir ve çelik Diğer temel madenler Metal mamulleri Elektrikle çalışmayan tarım maki­ neleri Elektrik makineleri Motorlu taşıtlar Motorlu olmayan taşıtlar Plastik Çeşitli 314 10 83 7 16 327 85 65 139 1.878 4.285 461 20 2 330 2.877 907 969 7.820 2.219 1.840 1.453 23 707 180 — 1 3 — 164 5 9 123 — 2.216 4.101 1 — 0.573 0.0 0.012 0.429 0.0 0.502 0.59 0.138 0.885 0.0 0.517 0.895 0.050 — 136 9 461 181 0.412 0.003 0.508 0.187 2.421 390 1.024 7 23 191 0.306 0.176 0.557 0.005 1.000 0.270 Tablolar incelendiğinde şöyle bir gelişimle karşılaşılmaktadır. 1968'den 1973'e kadar sanayi sektöründe; hem nominal hem de fiili korumanın düştüğü görülmek­ tedir. Özellikle ithalatta rekabet eden sanayi alt dallarında koruma daha düşük düzeydedir(*). Yine aynı alt kesim içinde ithalatla rekabet eden üretim sektörleri içinde en fazla korunan sanayi alt dalları başında gıda ve tekstil gibi tüketim mal­ ları sektörleri gelmektedir. Buna karşılık koruma düzeyinin demir, çelik, lastik, makine sanayiinde daha düşük olduğu (ara ve yatırım malları sektörü) ve bunlar içerisinde otomobil üretimininnisbeten daha fazla korunduğu gözükmektedir (97). Kuşkusuz bu sonuçlardan uygulamanın, planlarda ve teşvik politikasında öngö­ rülen koruma ile sanayi sektöründeki ithal ikamesi oranında istatistiki düzeyde anlamlı hiçbir ilişkinin bulunmadığı ve korumacılık anlayışının amacından ayrıİmdığı ortaya koymaktadır (ki bu amaç genellikle korumacılığın girdi üretimi ve makine sanayiinde yoğunluk kazanmaktadır). (*) Bu konuda varılan bulguların, 1977 yılma ait çalışma ile de doğrulandığı, bu sonucun; 1968'lerdeki koruma yapısından kaynaklandığı, onun bir uzantısı olduğu görülmektedir. (97) ÇİLLER, a.g.k., s. 14. Tablo: 37 Etkin K o m m a (1973) s ı KT Ö R A. TÜKETİM MALLARI 1. Gıda 2. İçki 3. Dokuma ve giyim 4. Kibrit 5. Madeni eşya Tartılı ortalama B . ARA MALLARI 1. Orman Ürünleri 2. Çimento 3. Madeni eşya 4. Karayolu Taşıt parç. 5. Kimya 6. Cam ve seramik 7. Diğerleri Tartılı ortalama C. YATIRIM MALLARI 1. Makine Genel Tartılı Ortalama Proje Sayısı Nominal Koruma Etkin Koruma (%)^ (%) 6 2 20 2 2 18 30 27 18 (26 26 34 32 26 (32) 3 2 8 7 11 4 3 15 5 48 35 44 25 (10) (34) 1 29 42 24 24 16 (17) 3 29 3 (37) (30) (24) (16) Yukarıdaki açıklanan ve genel olarak sanayi sektörü bazen de yapılan nomi­ nal koruma hesapları sonucu varılan bulguların, şimdi ele alacağımız bir diğer çalışmada (özel sektör imalat sanayi kapsayan) yapılan koruma (nominal ve efek­ tif) hesaplamaları sonucunda da doğrulandığını görmekteyiz (Bkz. Tablo 3 7 ) . Yukarıdaki tablodan görüldüğü gibi, örnek olarak seçilmiş 73 projeyi kapsa­ yan (*) bu çalışma (98), her ne kadar tüm imalat sanayiini temsil etmemekle bera­ ber, tüketim mallarının alt sektörlerinde etkin koruma oranları (yurt içi katma de­ ğerden sübvansiyonların çıkarılması ile hesaplanan), nominal koruma oranların­ dan (yurt içi fiyatın, dünya fiyatına oranı) yüksek oluşu; buna karşılık ara ve yatı­ rım mallarında ise tersine bir durum, sektörlerde etkin koruma oranlarının, no­ minal koruma oranlarından düşük olduğu göze çarpmaktadır (**). Ayrıca çalış(*) T.S.K.B. 'ca değerlendinlmiş projelerden 73 tanesini örnek olarak seçen bu çalışma tüm imalat sanayiini kapsamadığı ve ayrıca projelerin özel kesime ait olması da gözönüne alınarak, genel­ lemelerden kaçınılması gerektiği kuşkusuzdur. (98) İBRAHÎMOĞLU, Ertuğrul; "Kalkınma Stratejisi olarak İthal İkamesi ve Sorunları", 50. Yd Se­ mineri, SBF, Yay. No. 382, Ankara 1-74, s. 772. (**) İthal ikamesinin hemen hemen tamamlanmış olduğu tüketim malları sanayiin hâlâ yoğun bir şekilde korunduğu anlaşılmaktadır. mada değerlendirilmi ş 7 3 projeden sadece 3 tanesinin yatırım malı üretmesi v e toplam yatırımların % 2'sini oluşturmas ı ve sabi t sermayenin % 59 tüketim malları, % 39 ara malları, % 2 yatırım mallar ı oranınd a dağılı m göstermesi , koruma politikalarının kaynak dağılımı ile ilişkisin i açıkç a göstermektedir . Sonuçları n bu yönden d e değerlendirilmes i gerekir . (1963-77) dönemind e ise , izlene n korum a politikalarını n sonucu olara k no minal gümrü k oranlarını n 1974'ler e doğr u düşme gösterdiğini , bununla, beraber 1977'lerde tekra r bi r yükselişin başladığ ı aşağıdaki tablodan (Bkz. Tablo 39) görülmektedir. Tablo: 38 Nominal K o r u m a ( 1 9 6 3 - 1 9 7 7) YIL 1963 1964 1965 1966 1967 1968 1969 1970 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 İthalatta Toplam Vergiye İthal Liberasyon İthalat Tabi Vergileri O r a n ı (% ) (1) M i l y a r TL (2) İ t h a l a t ( i ) 38.60 44.39 43.25 40.76 47.61 47.25 42.95 38.71 45.49 45.32 55.06 66.82 61.60 64.73 70.07 4.878 5.198 6.522 6.217 6.934 6.787 9.598 16.474 21.564 29.265 52.311 67.503 80.753 7.708 11.815 14.9*34 18.237 26.148 38.908 43.045 M i l y a r T L (4 ) 2.076 2.227 2.779 3.496 4.080 4.593 5.309 6.973 8.875 11.006 14.494 19.479 22.414 mm .9046 7512 .7370 .7950 .7450 .5761 m (4)/(2) .4565 .5346 5360 .6563 .6624 .7822 7265 5387 5104 4953 . 3724 3320 Bilindiği gibi imalat sanayiinde nominal ve efektif koruma; sadece ithalatta liberasyon oranı, ithal vergileri ve vergiden muaf tutulan ithalat ve sistematik dış ticaret ve sanayi politikalarının sonucu olarak oluşmamaktadır. Ekonomideki dö­ viz imkânları, A E T ' y e ait yükümlülüklerimiz, piyasa fiyatlarının aşırı etkilenme­ sini önlemek ve sanayideki efektif korumayı yükseltmek amacıyla temel sanayi girdilerinde ithalat vergilerini düşük tutmak ve sanayide gümrüklere ilişkin teş­ vik önlemleri çerçevesinde oluşmaktadır. Bu politikaların sonuçları (Nominal Ko­ ruma) yukarıdaki tabloda toplu şekilde görülmektedir. İthalatta liberasyon oranı hızla artarken, vergiden muaf ithalatta da ithalat artış hızının üzerinde bir artma izlenmekte ve sütun (6) 'da yer alan ithalattaki vergi oranı 1 9 7 0 devalüasyonunu izleyen dönemde hızla düşmektedir. Vergiye tâbi ithalatın vergi oranında da az da olsa düşme görülmektedir. Muafiyetlerin önemli bir kısmı, "teşvik politikası" çerçevesinde oluşmaktadır. Ayrıca kamu ve KİT ithalatı ile ilgili olarak da önemli boyuta varan gümrük muaflığı söz konusudur. Bu muaflıklar, önemli miktarda ithalat vergileri kaybına yol açmaktadır. Sanayiin gümrük korunmasını azaltmak­ tadır. Gümrük vergisi muaflıklarının yerli sanayiiye etkisi ve muafiyet tanınan mad- delerin yurt içi üretiminin yeterli olup olmadığı araştırılmadan uygulama yapıl­ maktadır (99). Bu koşullar altında liberasyonun genişletilmesi vergi muaflıkları, Türk lirasını aşırı değerlendirilmesi gibi yollardan imalat sanayiinde yatırımları ile ucuzlatılan vergi muaflıkları -ki bir teşvik önlemidirler- üzerinde biraz daha durmak gerekmektedir. Bu konuda yapılan bir araştırmada (100) ; proje bazında gümrük muafiyeti ile yatırım malı ithali, işletmelerin yapısında yer alan ithal ma­ lı teçhizat oranını büyüttüğü ileri sürülmektedir. Bilindiği gibi gümrük muafiyet­ lerinden umulan yarar, yatırıma ek bir finansman kolaylığı sağlamak, yatırım ma­ liyetini düşürmek ve buna karşılık yatırımcıdan büyük ölçekli yatırımlara gitme­ sini beklemek ve sağlamak olmaktadır. Tüm bu beklenen olumlu etkilerine rağ­ men, uygulamada oluşan olumsuz etkilerin başlıca bir nedeni (yine söz konusu araştırmaya göre); gümrük muafiyetinin uygulamadaki şeklidir. Özellikle yerli imal belgesi sisteminin çok iyi işlediği iddia edilemez. Bugün yerli imal belgesi veri­ lirken, "kapasite, fiyat, zaman" çok önemli olmuştur. Artık bu üç unsur üzerin­ de durularak yerli imal belgesi girişimciye verilmelidir. Fiyat bakımından her za­ man dış ülkelerin avantajı bulunduğuna göre, gümrük muafiyetinin burada ger­ çekten zayıf kaldığı ve de ithalat oranını arttırdığı görülmektedir. Aynı konuya bir diğer araştırmada şu yönden bir yaklaşım yapmaktadır (101) . Gerçekten son yıllarda ithal vergisi muafiyeti tanınan yatırım malları kapsamının ve yatırım kotaları hacminin önemli ölçüde genişletilmesi sonucu, yatırım malla­ rı kapsamının ve yatırım malları ithalatında yüksek düzeyde artışlar, döviz yatı­ rım malları ithalatı lehine, ana malları ithalatı aleyhine yönlendiren bu gelişme, imalat sanayiinde yaygın bir biçimde görülen atıl kapasite sorununu daha da art­ tırmaktadır. Öte yandan yatırım malları ithalatındaki büyük artışlar, yatırım ya­ pılan yeni ündüstrilerin gerek direkt, gerekse endirekt (yani yerli girdiler aracılı­ ğıyla) ithal girdisi gereksinimlerinin yüksek olması nedeniyle ara malları ithalatı için döviz taleplerini de arttırmaktadır. Bu nedenle mevcut yatırım kotalanniD, kalkınma hızını azaltmaksızm büyük ölçüde kısıtlanabileceğinin yararlı olacağı söylenebilir. Korumaya yönelik önlemlerini yukarıda yaptığımız gibi, örneğin sadece güm­ rük muafiyeti gibi bir tedbir yönünden değil de genel olarak kısa bir değerlenme­ sini yapmak istediğimizde değerlendirmemizin odak noktasını çalışmamızın amacı itibariyle imalat sanayii içindeki uygulama oluşturacaktır. hızları yaratmak açısından yeni olanaklar getirme olasılığıdır (102) . Gerçekten ül­ kemizde aşırı ithal ikameciligi ile ekonomik bağımlılığın azaltılması isteği ara­ sındaki ilişki ters yönde gerçekleşmiştir. Büyüyen ve yapısı değişen bir ekonomi­ nin ithal gereksinmesi artarken, dünya piyasasındaki verimlilik ve etkililik ko­ şullarından kopuk bir şekilde sürdürülen ithal ikameci sanayileşme ve korumacı­ lık uygulaması (ikamenin tamamladığı sektörlerde korumanın sürdürülmesi ya(99) KORUM, Uğur; "Türkİmalat Sanayiindeki Üretimin İthalata Bağımlılığı" UNİDO, a.g.k., s. 55-56. (100) CANEVİ, Yavuz; "Dış Ekonomik İlişkilerdeki Gelişmeler", 1979 Sonbaharı Türkiye'nin İktisa­ di Durumu, ESEKH, İstanbul, 1978, s. 4. (101) DEMİRTAŞ, Günseli; "IV. BYKP'da Teşvik Tedbirlerinin Genel Görünümü" Türk Sanayiinde Teşvik Tedbirleri Semineri, İTO, İstanbul, Aralık 1978, s. 49. (102) TEZEL, Yahya S.; "Türkiye'de 1929-78 döneminde Sanayileşme ve Dış Ticaret Politikalarının Arasındaki Etkileşimle İlgili Bazı İzlenimler", UNİDO, a.g.k., s. 23. nında, dinami k düny a koşulların a gör e fahi ş maliye t fark ı olan sektörlerd e yen i yatırımları teşvi k ede n korumacılık ) ülkenin ihracatın ı arttıramadığı gibi, bilin diği pibi so n yıllard a büyü k dı ş ticare t açıkların a yol açmı ş bulunmaktadır. 111.B. 11 . Şok Dönem i (1979-1987 ) Türkiye'de so n kır k yıl içind e mutla k olara k itha l ikames i politikasın a sadı k kalındığı görüşüne , literatürd e sık rastlanmaktadır . Bununl a beraber gözardı edil memesi gerekl i bir gerçek de, Türkiye'ni n iç ve dı ş ekonomi k konjonktürünü n etkisinde kalarak , zama n zaman ihracata yönelik libera l bir sanayileşme v e dı ş tica ret politikası izlemi ş olduğudur. Faka t ülkemizin tü m sanayileşme çabaların a kar şın hızl ı büyümesini n gerektirdiğ i dövi z harcamalarına , kend i dövi z gelirler i il e karşılayabileceği dinamik bir ihracat sektörün e kavuşamadığı 1980'lerd e artık iyic e anlaşılmıştır. Bunu n en önemli nedenini n d e herhalde, Türkiye'nin sanayileşme sinde dah a ço k itha l ikamesini n terci h edilmesinde değil , aksin e bi r ülkeyi sağ lıklı bi r ekonomik yapıy a kavuşturmad a çok yararlı bi r araç olara k kullanılabile cek b u politikanı n belirl i sınırlamala r ve selekti f bi r şekild e kullanılmadığınd a aranması gerekmektedir . Bilindiği gib i 1960'ları n sonuna gelindiğinde, itha l ikamesi süresini n "kolay " aşaması aşılmı ş v e ik i türl ü darboğazla karşılaşılmıştır. Birincisi , dayanıkl ı tüke tim mallarınd a pazarın doymaya yüz tutması , ikincisi is e sanayini n hâl â dışa bağımlılığı nedeniyl e ithala t faturasının ço k yükse k boyutlar a ulaşmasıdır. Anca k 1970'lerin ortalarınd a yoğunlaşan gene l durgunlu k Türkiye Ekonomisini d e etki lemiş v e dı ş ekonom i finansman a dah a da bağımlı hal e gelmiştir . 1978' e gelindi ğinde (III . BYKP dönem i sonları ) dış yardım ve finansmanın gidere k azalması (70 'li yılların sonunda dı ş bon o 15-1 6 milyar) ithalatla büyük düşmeler e yol açmış , buna parale l olara k d a kiş i başın a büyüm e hız ı sıfı r dolayınd a kalmıştır . Aynı şekild e ülkemizd e d e uygulanan korumacılık politikası niha i ma l üretimini teşvi k etmiş , ar a ve yatırı m malları sanayilerinin kurulmaların ı ve gelişme lerini engellemiştir . Şöyl e ki , mamu l mallar için yüksek gümrü k tarifeleri ve kota uygulaması il e birlikte, aşırı değerlendirilmiş ku r politikası izlenirken , mamu l mal üretimini kolaylaştırmak için, ar a ve yatırım mallarında ise düşü k tarife ve düşü k döviz değerlendirilmesin e gidilmiştir . Yani , "yerl i ar a ve yatırı m malları sanayileri iki aland a birden mücadele etmek durumundadırlar. Sınırl ı finansman v e dö viz imkânların ı kısmen kend i alanların a çekmek v e ço k elverişl i koşullarl a itha l edilen yabancı ara ve yatırı m mallarıyla rekabet etmek. Türkiye'd e özellikle yatırım mallar ı sanayilerini n mücadel e etme k zorund a kaldıkları üçünc ü bi r faktör, aşırı değerlendirilmi ş Tür k lirasını n yabanc ı makine-teçhiza t fiyatlarını n yapa y olarak dah a düşük tutup , sö z konus u malları n dışalımını olağanı n üstünd e uyar masıdır (103) . Bunun yanınd a 197 0 'l i yıllard a başlayan düny a ekonomi k durgunluğu , sa nayileşmiş Bat ı ülkelerinin ihracat ı ö n plana almalarına ve çeşitl i önlemlerl e teş vik etmey e gitmelerin e yol açmıştır . Böylece ihracatı n arttırılması yoluyla bi r bakıma işsizliği n başka ülkelere d e ihra ç edilmi ş olduğ u iyic e anlaşılmı ş olduğun dan, b u gelişm e pe k ço k ülkenin ihra ç edilmi ş olduğ u iyic e anlaşılmı ş olduğun (103) ALKÎN, Erdoğan; "Kur Politikasının Türk Sanayine ve İhracata Etkileri", Ankara Sanayi Odası Semineri, Ankara, 1981. dan, bu pek çok ülkenin ihracatı teşvik eden büyümeye önem vermesinden etkili olmuştur. 1970'li yılların sonlarında iflas durumuna gelen Türkiye Ekonomisin­ de 24 Ocak istikrar programımn âdeta zorunlu olarak gündeme gelen bir sistem değişikliğini öngördüğü görülmektedir. Bilindiği gibi bu sistem değişikliği dev­ letin ekonomik alandan belli ölçülerle ayrılmadı ve dışa açık bir büyüme politika­ sma dayanmaktadır. Bu sistemin oturması için pek çok alanda poltika değişikli­ ğine gidilmiştir. Ancak bu bölümde sanayi kesimini etkileyen politika değişm.elerini ele aldığımız için özellikle dış ticaret rejimindeki gelişmeler ve etkilerini incelemeye çalışacağız. Konunun ihracat yönüne baktığımızda; Türkiye'nin korumacı duvarlar ara­ sında uzun yıllar kalan imalat sanayiini, özellikle ihracat teşviklerine dayanarak dışa açmaya çalıştığı görülmektedir. Bu olgu, ne yazık ki, dışa açılma çabaları için dış konjonktürün en uygun olduğu 1970'li yıllarda değil, aksine korumacılığa dö­ nüş eğilimlerinin arttığı 1980'lerde başlamış bulunmaktadır. Her şeye rağmen ge­ tirilen modelin bu konuda başarılı olduğu gözlenmektedir (İhracat /M.G. oranı 1980 öncesi % 5' lerde iken, 1986'da % 1 4 ' lere çıkmıştır). Ayrıca Türk ekonomi­ sinin ihracat olayını kavraması yanında, bu konuda uzmanlaşmış bir şirketleşme yapısı da ortaya çıkmış bulunmaktadır. Ancak Türkiye'nin Hong Kong, Taiwan, G.Kore, Singapur gibi tüm yatırımını ve üretimini yıllar öncesinden başlayarak dış pazarlar için organize eden ülkelerle karşılaştırılması yerinde olmayacaktır. Çünkü bu ülkeler, bilindiği gibi iç piyasaya ve nüfus darlığından hareketle, dış talebe göre kalkınma ve sanayileşmelerini planlamışlar ve yabancı sermaye yo­ ğun olarak yer vermişlerdir. Oysaki, ülkemizde ne bu düzeyde yabancı sermaye yatırımı bulunmaktadır, ne de yurt içi piyasa ve tüketim oranlarındaki gibi dar değil, aksine fevkalâde geniş bulunmaktadır. Bu nedenle Türk ekonomisinde (dı­ şa açık bir sanayileşme) kavramını kullanmak yerine, (ki 1980'lere kadar sanayi­ leşmede içe dönüş bir strateji izlenmiştir). "Sanayiin dışa açılması" ve yoğun ih­ racat teşvikleri sistemine "dayanılarak açılması" kavramını kullanmak belki da­ ha yerinde bir yaklaşım olacaktır. 1980 yılından bu yana ihracata getirilen yoğu teşvikler içerisinde (düşük kur politikaları yanında) "Vergi İadesi" uygulamasının aldığı görülmektedir. 1980 yı­ lında bu kanaldan ihracata 4.9 milyar liralık destek sağlanırken, 1985'de bu veri 287,2 milyara ulaşılmıştır. Bu fevkalâde artışın sonucu ihracatın reel artış oranı halen tartışmalıdır. Ancak bunun yanında ülkemizde ihracatın gelişmesi için ras­ yonel teşvik önlemlerine ihtiyacımızın olmadığı söylenemez. Çünkü sanayi kesi­ minde kullanılan ithal girdilerinden alman vergi ve fonların yükü, elektrik fiya­ tındaki sürekli yükselmeler, kredi faizlerindeki yükseklik .verimlilik düşüklüğü, sanayi ihraç ürünlerine konu dış talep yetersizliği eksik kapasitede çalışma gibi pek çok sorunu halen mevcut olan sanayiinin teşvike ihtiyacı çok açıktır. Kur po­ litikası ve gümrük duvarları ile uygulanan koruma politikasının terk edilmesi so­ nucu özellikle teşvik uygulamalarına ihtiyacı daha da artmıştır. Ancak ihracat ko­ nusu fonlar ile çok sık oynanmakta ve değiştirilmekte hem sanayi kesimini "han­ gi sanayi dalını koruyor" diye bir soruya yöneltmekte, hem de kesimle ilgili ge­ rek ulusal, gerekse yabancı kararvericilerin kararlarında bir belirsizliğe yol aç­ maktadır. 24 Ocak kararıyla getirilen düşük kur politikası uygulamakla, ihracatın teşvik göreceği artacağı ve ithalatın otomatikman zorlaşacağı ve kısılacağı teorik açıdan dogm olmakla beraber, uygulamada ise her zaman, her yönüyle bu sonuçlara ulaşm a n m mümkün olmadığı açıktır. Yoğun teşvik politikası uygulamasına rağmen 1986 yılında ihracatın hedeflenen düzeyin çok altında kaldığı görülmektedir (1986 yılı için 8 milyar 70O milyon dolar hedef olarak belirlenmişken, gerçekleşme 7 milyar 4 5 0 milyon dolar olmuştur). Bu durum, genellikle ihracatın yapısal özel­ liklerinden kaynaklandığını ortaya koymaktadır. Bunun yanında ülkemizin itha­ latının temel yatırım malı, sanayi hammadde girdileri ve petrole bağımlı bir ka­ rakter taşımakta olması ithalatın istenen ölçüde kısıtlamasına yol açmakta ve dış ticaret açığı boyutlarının kontrol altına almamamasma neden olmaktadır (1986 yılı sonu itibariyle dış ticaret açığı 3.648 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir). Tablo: 39 Dış Ticare t Hede f ve GerçeMeşmeler i (1983-1987) (Milyon dolar ) İTHALAT İHRACAT YILLAR 1983 1984 1985 1986 1987 HEDEF GERÇEK HEDEF GERÇEK 7.100 6.850 8.300 8.700 8.550 5.788 7.134 7.985 7.457 10.000 9.550 10.950 12.100 12.125 9.235 10.757 11.344 11.105 —• — Kaynak: Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı. İthalatın liberalleştirilmesi işlemlerine gelince; 1980 sonrası korumacı poli­ tikası yönünden yapılan en önemli değişikliğin ithalatla liberasyon alanının ge­ nişletilmesi, kotaların bütünüyle kaldırılmasına gidilirken, yasak ithal malları lis­ tesinin oldukça sınırlanmış olduğu görülmektedir. Buradan da anlaşılıyor ki, mik­ tar kısıtlamalarının kaldırılmasıyla, sanayiin korunması sadece gümrük vergile­ rin ve onların benzeri (vergi, resim, harç gibi) kesintilere kalmış bulunmaktadır. Gerçekten gümrük vergisi dışında alman bu mali yüklerin, pek çok batılı ülkede­ ki uygulamanın çok üstünde olup, bir bakıma korumacı bir etki de yaptığı ileri sürülebilir. İthalatın liberalleştirilmesi işlemleri yapılan bir dizi değişiklikle hemen he­ men tamamlandığı ve nihayet izne bağlı ithalat listesinin de tümüyle kaldırılma­ sıyla görülmektedir. Gerçekte izin olgusunu ithalatı caydırıcı önemli bir etkisi ol­ madığı bilinmekle beraber, yine de psikolojik bir baskının ortadan kaldırılması ve ithalatın daha da özenlendirilmesi de mümkündür. Özellikle bu durum ithala­ tın gerçekten caydırılması gereken malların kolaylıkla ve iç üretimi tehdit edici bir ucuzlukla yurda girişini sağlıyorsa düşündürücü olmaktadır. Bu önlemin tek yolu ise bilindiği gibi izni kalkan bazı mallara yüksek oranlı Gümrük Vergisi, o da yeterli gelmezse "fon uygulaması"na gidilmesidir. İthal girdileri üzerinden alman gümrük verginin düşürülmesi (bazı ithal ni­ hai lüks malların vergileri arttırılırken, ithal ara mallarının gümrük vergi oranla­ rının düşürülmesine gidilmesi), iç üretimde belli oranda ithal girdisi kullanan ve nihai mal üreten yerli üreticilere sağlanan efektif korumayı yükseltecek, fakat ben­ zeri girdileri Türkiye'de üreten yerli sanayicilere sağlanan nominal korumayı azalt­ mış olacaktır. Örneğin, Türkiye de otomobil üreten firmalar, otomobilde kullan­ dıkları elektrik motorlarını ithal ediyorlarsa, motor üzerindeki gümrük vergisi­ nin azaltılması, otomobil üreticilerine sağlanan efektif korumayı arttırarak, bu sek­ törün katma değerini yükseltecektir. Ancak, Türkiye'de aynı elektrik motoronu üreten firmalar için nominal koruma oranı,düşük gümrük vergisi nedeniyle azal­ mış olacaktır. Başka bir deyişle, ara malları sanayii üzerindeki koruma bu yoldan azaltılmıştır (104). Ancak bu konuda selektivite uygulanması çok yararlı olacak­ tır. Özellikle yurt içinde üretilmeyen ara malı girdilerinde, yüksek gümrük ve ben­ zeri vergilerin alınmasına gidilmesi, imalat sanayinde, üretim kapasitesini olum­ suz yönte etkileyecek, hatta ithalat girdisine dayalı ihracat bağlantılarının da er­ telenmesine neden olacaktır. Bir diğer gelişme ise 24 Ocak sonrası dış ticaret liberasyona gidilmesi sonucu ithalattaki bu serbestlik ve ucuzlama izin olgusu dışında. Gümrük vergisi oranla­ rının ve fonlarının sık sık düşürülmesiyle (yukarıda da değinildiği gibi) gerçek­ leştirilmiştir. Eğer bu uygulamalar iç piyasadaki haksız fiyat artışlarını önlemek ve kalitenin yükselmesini sağlamak amacıyla yapılan yasa, haklı ve yerinde oldu­ ğu kuşkusuzdur. Ancak bu uygulamalar sonucu, ihracata konu olan her türlü özen­ dirmeye layık bulunan ürünlerin de bundan etkileneceği unutulmamalıdır. Bir başka deyişle. Ülkemizin ve de sanayi kesiminin özellikle mukayeseli avantajla­ rının bulunduğu ürün alanlarını da etkilemekte ise bu konuda dikkatle durmak gereği açıktır. Yine unutmamak gerekir ki gümrük vergilerinin sıfırlanmasıyla ve izne tabi mal listelerinin tek, tek kaldırılmasıyla, yurt içi üretim düzeyi yükselmeyecektir. 24 Ocak sonrası dönemde "dışa a ç ı l m a " stratejisi uygulamalırıyla, Türkiye'nin sanayileşme tercihi arasındaki sıkı ilişkinin sanayileşmeyi olumsuz yönde etkileyebilmesi tehlikesi göz ardı edilmemelidir. 24 Ocak öncesi dönemle­ rindeki genel sanayileşme stratejisi ithal ikamesinden tamamiyle vazgeçilmesiyle getirilen yeni uygulamalarla bu kez "ithalat yoluyla yerli üretimin ikamesi' 'ne yol açmamalıdır. Bu koşullar altında Türkiye'nin ithalatını serbest bırakması ge­ reken mallar ilk başta ihraç edilen veya edilecek üretim düzeyine ulaşmış sınai ve yarı sınai mallar alanında saptanmalıdır. Böylece, ihraç mallarının kalitesinin dışarıdaki aynı ürünlerin düzeylerine yükselmeleri ve de söz konusu ürün pazar­ larına daha kolay girmelerine ve kalıcı olmaları sağlanabilir. Yine 24 Ocak Karar­ larıyla tercih edilen "İhracatı Teşvik Eden Politikalarla" sanki ithal ikamesi ted­ birlerinin tamemen terkedilmesi gerekiyormuş gibi yanlış bir anlayışın hakim ol­ duğu görülmektedir. Belki Türkiye'nin sanayileşmesinin, tamemen içe dönük ve korumacı bir politikayla gerçekleştirmeye dayanması hatalı sayılabilir. Ancak 24 Ocak soması ithal ikameciliği tedbirlerinin tüm ekonomide değil, sadece selektif alanlarda devamına gidilmemesi de ekonomiye hatalı sonuçlar getirebilir. Hiç kuş­ kusuz ülkemizde sanayileşmenin henüz tamamlanamadığı sektörlerde ithal ika­ meciliği uygulamasına gerek duyduğu da açıktır. (104) ALPAR, Cem; 'İthalatta Liberalizm: Nereye Kadar?, a.g.m., s. 15. Tablo: 4 0 1985^ Yılı İçin Seçilmiş Ara ve Yatırım M a l l a n Üzerindeki Nomina l Korum a Oranlar ı CİF Fiyat Gümrüklü Maliyet F.Maliyet Tüm Koruma Oranı MADDELER TL/Ton Gazete kâğıdı 182.402 248.886 269.686 1.48 D.C. Rulo Halinde Saç Taslakları 123.289 145.300 163.500 1.33 1.30 Bakırdan İnce Yaprak ve Şeritler fTL/Tonl fTL/Tonl 3.349.895 4.348.415 4.350.495 18.691.636 29.228.579 32.966.906 1.76 30.340 51.474 57.542 1.90 Yatak Kovanları ve Mil Yatakları 8.670.780 10.103.626 10.970.704 1.27 Elektrik Motorları (10 BG. yukarı) 6.098.020 7.105.718 7.129.118 1.17 Devre Bölücüleri 16.745.316 26.185.070 28.208.470 1.57 Röleler 23.350.961 1.18 Matkap Uzları vs. Torna Aynaları 19.756.232 23.283.361 Elektrik İzole Edici Parçalar 2.877.333 4.449.358 4.535.758 1.58 Binek Otoları 2.142.416 3.634.716 4.380.866 2.04 ^ Master Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara, 1986 . Görüleceği gibi gümrük vergi oranlarında yapılan değişmelerin, Türkiye'nin sanayileşme stratejisinin hedefleri yönünden büyük etkisi olacağı gibi, ayrıca ya­ tırım ve teşvik politikası ile de ters düşmeyecek bir yapıya sahip olması gerek­ mektedir. Oldukça önemli olan bu iktisat politikası aracının (gümrük vergisi oran­ ları) , diğer politikalarla ahenkli bir biçimde kullanıldığı takdirde, ancak ekono­ mide kaynak dağılımını istenen ölçüde etkileyebileceği unutulmamalıdır. Sanayileşme sürecini tamamlamamış (özellikle yatırım malı üreten sanayi yö­ nünden) ve yeterli bir döviz rezervine sahip değilken (dış borçları 198 6 itibariy­ le 2 9 milyar $ civarında), ülke sanayinin dünyanın gelişmiş ülkelerinin sanayi ile rekabet gücüne sahip olduğunu düşünebilmek çok iyimser bir yaklaşımdır. Üre­ tim, finansman, organizasyon, pazarlama alanındaki başlıca olumsuz nedenler ola­ rak şunlar ileri sürülebilir. Üretim yönünden ekonomimiz hammadde girdileri açısından dış ekonomi­ lere kıyasla pahalıdır ve özellikle imalat sanayiinde bazı üretim dalları (makina sanayi gibi) ana malzeme ve ana mamuller açısından dışarıya bağımlıdır Yatırım malları üreten sanayi teknolojik bilgi üretme düzeyine gelemediği için know-how açısından dışarıya bağımlıdır. Finansman yönünden ise; yatırım ve işletme kredileri. Batı ile kıyaslanama­ yacak derecede yüksek bulunmaktadır. üretimde verimlilik, pazarlama optimizasyon konularmm ele almışı olduk­ ça yenidir ve yine yetişmiş yönetici ve uzman kadroları yeterli değildir. Bu olum­ suz kurallar altında imalat sanayimiz gereç iç piyasada ve gerek dış piyasalarda dünyanın güçlü firmaları arasında hâlâ korunmaya ve teşvike muhtaç olduğu gö­ rülmektedir. Ayrıca günümüzde sanayileşmiş ülkeler bizim ihraç ürünlerimize kar­ şı koruyucu tedbirler alarak kendi sanayilerini korumaya gittiklerine göre bunun aksini düşünmek pek yanlış olmayacaktır. Teknoloji üretebilmek için özellikle ya­ tırım malları sanayini özellikle korunması ve teşvik edilmesi gerekmektedir. Kal­ dı ki pek çok gelişmiş ülke dahi ülke yatırım malları sanayini desteklemektedir. Bunun yanında dış pazarlarda rekabet için ve kalitenin yükseltilmesi için ithalat­ la liberasyona gidilirken, her bir sanayi dalının sahip olduğu imkânları ve içinde bulunduğu sorunları ile incelenerek, ulaşılan sonuca gire ithal mallarına karşı ko­ ruma ve ihracatı teşvik önlemleri açısından titizlikle değerlendirilmesi gerekmek­ tedir. Hiç kuşkusuz bu noktada da tekrar korumacılık ile liberalizm veya başka deyişle ithal ikamecilik ile ihracatı teşvik eden sanayileşme arasında optimal bir bileşim ve selektivitiye dayanan bir politika izlenmesine gelmiş bulunuyoruz. Ancak şimdiye kadar dış ticaret rejimi hakkında yapılan açıklamalardan ge­ rek ithalat gerek ihracat rejimi olsun, her ikisinde de selektif olmayışında da 24 Ocak önlemleri ile getirilen piyasa ekonomisindeki iç rekabetin,dış rekabet ile bü­ tünleşmesi amacından kaynaklanmış olması doğaldır. Ne var ki, ç alışma boyun­ ca irdelediğimiz gibi Türkiye'de uzun yıllardır ithal ikamesine yönelik bir koru­ ma politikasıyla gelişmiş bir imalat sanayiin varlığı da bir gerçektir. Kaldı ki, yanlış da olsa bu tür koruma politikası sonucu, hemen hemen korunan tüketim malları sektörünün bugün ithal ikamesini tamamlayıp, ihracata açık bir sektör haline gel­ diğini görmekteyiz. Yine bu sanayileşme süreci içinde, tüketim malı sektörünü geliştirme amacıyla izlenen kota ve gümrük uygulamaları sonucu ara ve yatırım malları sektörünün korunamadığını da bilmekteyiz. Diğer bir deyişle tüm bu açık­ lamalardan hareketle, dışa açık bir ithalat rejimi altında bile, bugünkü düzeye ula­ şabilmiş ve bu ara malı ve yatırım malı sektörlerinden, özellikle ihracat potansi­ yel saptanmış sektörlerimizin; ithal ikamesini tamamlama sürecini kesintiye uğ­ ratmamak amacıyla, belli bir süre selektif bir biçimde korunmaları gerektiği so­ nucunu çıkarabiliriz. .. . ALTINC I BÖLÜ M TÜRKİYE'DE İ Ç DENGEY İ AMAÇLAYA N PAR A V E MAL İ POLİTİKALARIN KANİTATİ F ANALİZ İ (195 0 - 1986 ) Bu bölümde, Türk Ekonomisinin liberal bir politika uyguladığı 1950 yılın­ dan itibaren, para ve mali politikalarının analizi yapılacaktır. Ekonometrik mo* döllerde hedefi belirleyici faktörlerde tam bir duyarlılık hiç bir zaman beklenme­ mektedir. Bazen hedef dışı faktörlerle hedeflerin belirlenmesinde hataya düşüle­ bilir. Genel olarak hedefler tesbit edilen faktörlerden daha duyarlı olduğu sürece , daha hızlı ve sert tepkilerle karşılaşılacaktır (104). Ekonometrik modeller elektrikli aletlere benzetilmekte, bi r çocuğun elinde hatta bir büyüğün elinde dahi, çok tehlikeli sonuçlar verebileceği belirtilmekte­ dir. Bununla birlikte, ekonomi ilminin konuları içinde en çok para v e mali politi­ kalar, kanitatif metotlarla ölçülmeye elverişlidir. Sosyal bir ilim olan ekonomide, olayları labratuvarlara getirerek deney yapma imkanı da olmadığına göre, değiş­ kenler arasındaki sebep sonuç ilişkilerini test etmenin en iy i yolu, ekonometrik metotlara başvurmaktır. I. U Y G U L A N A N İSTATİSTİKİ METOTLAR Bu bölümde 1950-1986 dönemind e para ve mal i politikaların ekonomik faa­ liyet üzerindeki nisbi etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bunun için, bu dö­ nemde mali ve parasal işlemlerin ekonomik faaliyet üzerinde meydana getirdik­ leri etkilerin büyüklükleri, öncede n tahn in edilebilirliği ve hızları arasında kar­ şılaştırmalar yapılmıştır. Bu modelde para politikasının testinde moneterist model kullanılmıştır. Çün­ kü, bu basit ve daha az yapısal bir model olduğu için uygulaması daha kolaydır. Ayrıca faiz oranları özellikle 1980 öncesi dönemde, ekonomik faaliyetler üzerin­ de negatif faiz geliri sağladıkları için etkili olamamışlardır. Türkiye ekonomisi­ nin yapısal özelliğinden dolayı para ve sermaye piyasaları yeterli ölçüde gelişme­ miştir. 1980 öncesi, faiz oranı devlet tarafından belirlenmekteydi. Bu nedenle pa­ ra arzı parasal işlemler için daha iyi bir ölçüdür. Bu da moneterist teoriy e uy gundur. 1980 öncesi para talebi taşınmaz mallara yönelmiş, taşınır mallar a talebi n az oluşu nakit ankesi atıl bırakmaktadır. B u gerçekler moneterist görüşe daha yakın­ dır. Bu çalışma 2 dönemi kapsamaktadır. Önce 1950 - 1956 dönemi bütün olarak ele alınacaktır. İkinci olarak, istikrar politikalarının uygulandığı 1980 86 döne­ mi tekrar incelenecektir. Böylece istikrar politikalarının, ekonomimiz üzerinde yap­ tıkları etkiler değerlendirilecektir. I.A. Varsayımlar-Hipotez Bu çalışmada, para arzının exzojen bir değişken olduğu v e para otoriteleri ta­ rafından kontrol edildiğini varsayıyonız. Buna göre par a arzmdaki degişikilÜer, GSMH'daki değişikliklere nede n eİTr.rr.âadi^'. İkinci olarak, kamu harcamokr ı v e gelirler i değişkeolerinin de exzojen oldu­ ğunu ve sistem dışınd a belirlendiğini varsayıyoruz. Üçüncü varsayımımızda sermeye pıvasalannÂiı [aj-aşUrmamıziFi thırmııvı Va.psa37an dönemde) gelişmediği Ifjn, para R i i k t a n d o ğ r u d a n reel varMdar veva I T - M I 1ar il e değişmektedir. GSMH = f(P,M) GSMH = Ekonomik faaliyetler ölçütü P = Parasal işlemler (104) Okun, A; "Discussion". AER^Mo, 3? ^^:r' ^9f^4,'j. M = Mali işlemler ölçüsü Hipotez Türkiye'de 1950-1985 döneminde ekonomik faaliyet üzerinde mali işlemlerin etkisi parasal işlemlerden daha büyüktür, daha önceden tahmin edi­ lebilir. Çalışmamızda kullanılan veriler T.C. Devlet İstatistik Enstitüsü ve T.C. Mer­ kez Bankası Raporlarından hesaplanmıştır. Böyle bir çalışmada üç aylık veri kul­ lanarak çok kısa dönem de parasal GSMH'yi etkileyen faktörleri incelemek iste­ memize rağmen, ayrıntılı verilerin yıllık olarak yayınlanması buna imkan verme­ miştir. I.B. Değişkenle r Bu çalışmada bağımlı değişkenimiz, cari GSMH'daki yıllık artış hızlarıdır. (Y) ile sembolize edilmektedir. Bağımsız değişkenlerimiz ise, kendi içinde parasal ve mali olarak ikiye ayrıl­ maktadır. Parasal Değişkenler: x l = Ml(Dar tanımlı para arzındaki artış hızıdır (*)) x 2 = M2 (Geniş tanımlı para arzındaki yıllık oranı (**)) x 3 = Kredi rasyosu (Merkez Bankası Kredileri içinde, kamu kesimine açılan kredilerin payı) x 4 = V (Paranın dolaşım hızı) x 5 = (Fiyatlardaki yıllık artış hızı) Mali Değişkenler: x 6 = Bütçe tahsilat, yıllık artış hızı x 7 = Fiili bütçe giderleri yıllık artış hızı x 8 = Bütçe açıklarındaki yıllık artış hızı I.e. Hesaplam a Metotları Bilgisayarlarla yapılan çoklu regresyon modelinde, bağımlı ve bağımsız de­ ğişkenler arasında logaritmik bir ilişki ortaya çıkmıştır. Logaritmik transformas­ yon fonksiyonel bir ilişkinin varlığını göstermektedir. Birden fazla değişken olduğu için F testleri yapılmıştır. B u teste çoklu regresyonda, regresyon katsayılarını, tamamının sıfırdan farklı olup olmadıklarını belirlemek için başvurulmuştur. Denklemin uygunluğu, çoklu determinasyon katsayısı (R^) serbestlik derece­ sine göre ayarlanmış çoklu determinasyon katsayısı olarak bulunmuştur. Ayrıca tahminlerin standart hatalarının küçüklüğüne dikkat edilmiştir. I.D. Teori k Bekleyişle r Parasal büyümenin uzun dönem GSMH büyümesine negatif etki edeceğini bekliyoruz. M2, MI e oranla daha geniş kapsamlı olduğu uçin M^ parametresinin (-5) çıkacağını tahmin etmekteyiz. Ayrıca, Merkez Bankası kredileri içinde, kamu kredilerinin payı yükseldikçe, ekonomik büyümeyi (-) etkileyeceğini bekliyoruz. (*) Mİ = Dolaşımındaki Para (Banknot + Ufaklık) -t Mevduat Bankasındaki vadesiz mevduat (Ti­ cari -h Tasarruf) + Merkez Bankasındaki Mevduat (**) M2=M1+ Mevduat Bank. Vadeli Mevduat (Ticari -h Tasarruf) Tablo: 4 1 Teorik Bekleyişle r Tablos u Değişkenler işaretler xl x2 x3 x4 x5 x6 x7 .X8 i ( , veya -) (,-) (,-) + + veya + + (-) Enflasyon oranı, bazı çalışmalarda, GSMH'daki büyümeyi azaltmaktadır. Bu çalışmalarda, pozitif olarak etkilemiştir. Bu sebeple bu konuda kesin bir tahmin yapmıyoruz ( + ) da olabilir (-) de olabilir. Diğer değişkenlerin ise, pozitif etki yapacağını varsayıyoruz. Tablo 42 ANA EKONOMİK G Ö S T E R G E L E R Fiil Bütçe Bütçe NOMİNAL İthalat İhracat Giderleri Teminatları Bütçe Açığı YILLAR GSMH (Mil Dolar) (Mil Dolar) (Milyar TL.) (Milyar TL.) (Milyar TL.) (Milyar TL.) (Müyon TL.) 1950 1951 1952 1953 1954 1955 1956 1957 1958 1959 1960 1961 1962 1963 1964 1965 1966 1967 1968 1969 1970 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 9.6 12 13 16 16 19 22 29 35 44 47 50 58 61 71 77 91 101 112 125 148 193 241 310 427 536 675 872 1290 2199 4435 6554 8735 11.540 18.375 27.715 39.117 80 112 150 140 133 139 114 \n 88 131 221 458 560 687 587 572 718 684 763 747 885 1088 1507 2036 3719 4738. 5128 5796 4599 5069 7909 8033 8843 9285 10.756 11.348 11.106 73 87 101 110 93 87 85 96 69 90 172 312 343 687 410 463 490 522 496 536 588 676 888 1317 1532 1401 1860 1753 2288 2261 2910 4702 5746 5727 7134 7958 7457 1.467 1.419 1.591 1.646 2.249 2.236 2.372 2.294 2.565 2.391 3.309 3.148 3.487 3.305 3.967 4.163 4.977 4.822 6.728 6.386 7.320 6.933 11.383 10.934 9.118 9.018 11.726 11.731 13.534 12.920 14.488 13.588 17.248 16.558 20.288 20.387 21.322 20.630 25.387 23.561 32.866 33.120 46.688 40.633 51.337 50.952 64.813 61,434 78.282 73.576 114.228 112.828 155.028 150.716 261.189 196.286 240.201 196.172 347.703 323.605 1101.698 942.641 1539.401 1443.427 1654.709 1591.043 2783.141 2512.420 4728 3804 5263 4482 8027 6810 1.5 2.1 2.4 2.9 3.3 4.2 5.3 6.8 7.4 8.6 9.3 10.1 10.9 12.1 13.9 16.4 19.7 22.6 25.9 30.1 35.2 43.5 53.2 70.5 90.0 117.4 151.5 210.6 283.6 444.5 704.0 972.0 1341 1940 2252 3159 4631 1.8 2.2 (2.7) (3.4) (3.9) (4.8) (6.1) 7.8 8.5 9.9 10.1 11.3 12.4 14.2 16.3 19.5 24.1 27.7 32.2 37.3 45.1 57.6 72.8 90.3 113.2 146.6 181.1 243.5 338.0 527.7 881 1637 2994 3288 5178 7060 10252 -48 + 55 -13 -22 + 26 + 39 -82 -4 + 155 -348 -397 -449 -100 +5 -614 -900 -600 + 90 -6,92 -18,26 + 254 -6055 -385 -33,79 -47,06 -14.00 -4312 -399,05 -440,20 -240,98 -159,057 -96,974 -63,666 -270,721 -41,4 -781 -1217 Tablo 43 GSMH, M^, Kamu Harcamaları İndeksi Yıllar 1950 1951 1952 1953 1954 1955 1956 1957 1958 1959 1960 1961 1962 1963 1964 1965 1966 1967 1968 1969 1970 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 GSMH M, Kamu Harcamaları 100 125 135 166 166 197 229 302 364 458 489 520 604 635 739 802 947 1052 1166 1302 1541 2010 2510 3229 4447 5583 7031 9083 13437 22906 46197 68270 90989 120302 191406 288697 407468 100 122 150 188 216 266 335 338 433 472 550 561 627 788 905 1083 1377 1588 1788 2072 2505 3200 4044 5016 6277 8111 10555 13555 18227 29272 48941 90944 141888 182666 287666 392222 569555 100 108 153 156 174 225 237 283 339 458 498 775 621 799 922 987 1175 1382 1453 1730 2240 3182 3499 4418 5336 7786 10567 17804 16373 23701 75098 104935 112795 189716 291615 358759 573357 Kaynak: Tablo 43'den yararlanılarak hesaplanmıştır. Tablo 4 4 Nominal GSMH, Parasal ve Mali Değişkenlerdeki Artış Hızlan (%) (1950-1986) Yıllar (Y) (XI) 1950 1951 1952 1953 1954 1955 1956 1957 1958 1959 1960 1961 1962 1963 1964 1965 1966 1967 1968 1969 1970 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984 1985 7 20 15 16,7 1,9 20,1 15,2 33,0 19,5 24,6 6,8 6,2 16,2 15,9 6,8 7,5 19,2 11,0 16,8 11,0 18,3 30,6 25,0 29,0 38,0 25,0 25,0 29,0 48,0 70,2 101,6 47,8 33,1 32,2 52,6 51,0 8 27 19.7 21,7 14,6 24,5 27,3 28,3 8,1 17,2 6,4 8,3 9,4 10,8 15,0 17,4 20,3 14,7 14,5 16,0 17,0 23,5 22,2 32,4 27,7 31,6 27,9 53,5 35,6 56,7 58,4 38,1 38,1 44,6 16,1 34,3 (X2) 1[X3) 26 22 25 14 23 27 26 9 16 10 4 10 14 15 20 23 15 16 16 21 28 26 27 28,0 25,0 29,0 23,0 34,0 35,0 61,0 67,0 86 56 29 57 320 85 85 75 77 68 73 73 76 78 79 81 48 56 64 64 68 63 59 58 57 58 74,3 71,5 51,9 51,8 59,2 63,0 67.1 67,2 58,0 53,3 59,2 63,5 52,3 64.2 71,6 (X4) (X5) (X6) (X7) (X8) — — — — 6.1 14.0 16.0 8 -214 5.8 1.7 35.8 4 1 . 6 -123 5.5 5.3 1.8 1.8 1.9 -70 7.9 0.8 12.1 -218 4.7 13.8 31.6 29.1 + 50 4.5 4.1 16.4 4.9 5.3 -32 17.2 20.0 19.3 -104 4.3 21.9 21.4 19.3 -40 4.7 22.7 32.4 35.1 -323 5.0 1.7 8.7 8.9 + 211 5.0 — 57.7 55.5 + 216 4.9 3.1 -17.5 -19.9 + 122 5.3 4.0 30.0 28.6 95 5.5 10.2 15.5 -1238 -1.6 5.0 5.2 7.0 + 47 6.2 4.7 6.4 2 1 . 8 19.0 + 43 4.6 4.5 6.6 23.1 17.7 -114 2.4 1.2 5.0 -798 4.3 4.4 7.9 14.2 19.1 + 163 40.6 29.4 -86 9.8 4.9 16.5 22.7 4 2 . 0 -288 4.4 25.4 9.9 -97 16.0 4.5 20.5 26.2 + 78 15.6 4.4 4.7 26.5 19.8 20.8 + 39 53.3 45.9 + 70 11.8 4.5 17.3 33.9 35.9 + 208 4.4 30.2 52.2 + 8254 28.1 4.1 52.4 60.5 -8.7 + 102 4.9 64.8 64.5 + 9 4 . 5 454 4.9 5.8 107.0 + 191.2 + 217.2 + 33.7 36.0 53.1 + 3 9 . 7 + 3 9 . 8 6.7 10.2 + 7.4 -33.8 25.0 6.3 30.6 + 5 7 . 8 + 68.2 + 3285 6.0 8.1 52.0 + 5 1 . 4 + 53.7 + 75.5 8.7 38.0 17.0 CSÎ (M csı rH (N (M CD d 6 d in tx CO d CO d CD CD d 00 CD d O q CO 00 LD in CD CD CD CD in eö CO d CO CO o CO 00 CO 00 d d d csi d o o" o CO CSI q CM r-l CM r-l CSÎ d d d d d in in CD in in P 2/ d 3 in 00 CO d in IN. rH CO £ O CD d q £ o O Ö Cd I CD CO o g o o £ «ct^ Cv l ^ OD 05 CO CO CC O) r H • - IS. o d d d d cd o in ? o CD o Q ^ 00 CO CO ^% oo I o CD 00 c? rH q rH CD d £ d £ d o 60 in d ^c CM CO in CM CO 00 o o d 00 d Csl d CD q d 1-2 Cd o . .C D CO 2-G IL UYGULAMA SONUÇLARı ILA. (1950-1986) Dönem i Genel Denklemimiz , Y - f ( x l , x2 , x 3 , x 4 , x 5 , x 6 , x7,) Y = a + xl +b-hx 2 + c-(-x3 + d + x 4 + e + x5 + f-fx6-ı-g-ı-x7-ı-u Uygulama sonucunda , parasa l GSMH'y i en iy i açıklaya n değişken olara k x l bulunmuştur. Eld e edile n denkle m şöyledir : 1. lo g Y = 0 . 2 4 + 0.9 9 lo g x l + u f0.139)cx) F = 50.77 q = 0.62 R2 = 0.59 Bu denklemde parametre , bağımsız değişkendek i % l'lik değişmenin , bağıml ı değişkene etkisini , başk a bir ifadeyle, bağıml ı değişkeni n bağımsı z değişkenler e karşı elastikiyetin i vermektedir . Bu denklemi n sonuçların ı şöyl e yorumlayabiliriz : Hipotezimizde, da r para arzmdaki (Ml) artış hızının, GSMH'dak i büyüme hı zını, he m (-) , hem d e ( + ) etkileyebileceğini varsaymıştık . Eğer Keynesc i teoriler geçerli ise , ( + ), Moneterist görüş geçerli ise (- ) çıkmasını bekliyoruz . Denklemi mizde, da r tanımlı para arzının parametresinin işareti (+ ) çıkmıştır. Bu Türkiye'de, 1950-85 döneminde , da r tanımlı par a arzını , ekonomi k büyümey i artırdığını ortaya koymaktadır. Burada , denklemle r Logaritmik olarak hesaplandığı çin , elas tikiyeti vermektedir . Nominal GSMH'ni n par a arz ı (Mİ ) elastikiyeti 0.99 olara k hesaplanmıştır. Başk a bi r ifad e ile , da r par a arzmdak i % l'li k artış , nomina l GSMH'yi % 0.99 oranınd a artırmaktadır . Nominal GSMH'ni n dar para arzına olan elastikiyeti görüldüğ ü gibi ço k yüksek bulunmuştur. Buna karşılık Keynesci görüş ü doğrulayan bir sonuç eld e edil miştir. ikinci denklemde , GSMH'y i açıklayıcı değişkenler olarak , enflasyo n oran ı eklenmiştir. B u durumda , nomina l GSMH'ni n da r para arzın a elastikiyeti, 0.73' e düşmüş, enflasyo n oranın a olan elastikiyet i ise , 0 . 2 4 olmuştur. B u sonuçlara göre, par a arzmdak i % l'lik artış , nomina l GSMH'yi , 0.73 artırırken , fiyatlardak i % l'li k bir artış ise, nomina l GSMH'y i % 0.24 oranında artırmaktadır. B u bulgular teori k bekleyişlerimizi doğrulamaktadır . İkinc i denkle m aşağıd a verilmektedir. 2. lo g Y = 0.25 + 0.73x1 + 0.24 x5 (0.163) (0.09 ) [^] Parantez içindeki değerler 33,023 q - 0 .57 parametreleıin slandaıi hatalarıdır. ü ç ü n c ü denklemde, Nominal GSMH'yi en iyi açıklayan üçüncü değişken ola­ rak, paranın dolaşım hızı bulunmuştur. Elde edilen denklem aşağıda verilmekte­ dir. 3. Jog Y = - 0 . 8 4 3 6 + 0 . 7 4 x l + 0.23 x5 + 0.65 x4 (0.16) (0.09 ) (0.51 ) F = 23.01 R2 = 0.68 q = 0.57 Bu denklemde, paranın dolaşım hızının etkisi, enflasyon oranından daha yük­ sek ve pozitif çıkmaktadır. Dar tanımlı para arzmdaki % l ' l i k artış, nominal GSMH'yi, % 0.74, paranın dolaşım hızındaki % l' l i k bir artış, nominal GSMH'yi, % 0 . 6 5 , enflasyon oranındaki % l ' l i k artış ise, % 0.2 3 oranında artırmaktadır. Dördüncü denklemde, kamu gelirleri de mali politika aracı olarak denkleme dahil edilmiştir. Burada, kamu gelirleri, parasal değişkenlerden çok daha büyük oranda etkilemiştir. Kamu gelirlerindeki % l ' l i k artış, nominal GSMH'yi % 0 . 88 oranında artırırken, dar para arzmdaki % l ' l i k artış, GSMH'yi % 0 . 7 0, enflasyon oranındaki % l ' l i k artış, % 0.20 , paranın dolaşım hızındaki % l ' l i k artış ise, % 0.55 oranında artırmaktadır. 4. log Y = 0.72 + 0.70 log x l + 0.20 log x 5 + 0.55 log x4 - r 0 .83 log x6 (0.16) (0.10 ) (0.52 ) (0,13j i^'-17.30 q = 0.57 Beşinci denklemde, geniş tanımlı para arzı bulunmaktadır. Moneterist yakla­ şımı doğrulayarak, ekonomik büyüme üzerine etkisi (-) bulunmuştur. 5. log Y = 0.84 + 0.68 xl + 0.21 log x5 - f 0.58 log x 4 + 0.77 log x6-0,3 6 x 3 (0.17) (O.lO j( 0 531 (0.10 ) (0.70 ) F=13.5 R2=:0.69 q = 0 . 58 Geniş tanımlı para arzmdaki % l ' l i k değişme, ekonomik büyümeyi, % 0.36 oranında azaltmaktadır. Beşinci denklemde, kredi rasyosu (toplam krediler içinde Merkez Bankası kre­ dilerinin payı (-) bulunmuştur. Kredi rasyosundaki % l' l i k değişme, GSMH'yi % 0.46 oranında azaltmaktadır. Denklemin genel yorumu ise şu şekilde yapılabilir: Dar tanımlı para arzmdaki % l ' l i k değişme, ekonomik büyümeyi % 0 . 6 8 oranın­ da artırmakta, enflasyon oranındaki % l ' l i k değişme ise, ekonomik büyümeyi, % 0.2 1 oranında artırmakta, paranın dolaşım hızındaki % l ' l i k bir değişme, eko­ nomik büyümesi, % 0.5 8 oranında artırmakta, geniş tanımlı para arzmdaki, % l ' l i k artış, % 0.4 0 oranında ekonomik büyümeyi azaltmakta, kredi rasyosundaki % l ' l i k değişme ise,^% 0 . 4 6 oranında, ekonomik büyümeyi azaltmaktadır. KAMU HAR . YILLAR GRAFİK I M „ GSMH, KAMU HARCAMALARI (1950 - 1960) 29 00 0 J 27 50 0 /f/ 26 00 0 2 4 50 0 // 23 0 0 0 / 21 50 0 19 5 0 0 § 18 00 0 7 16 50 0 / / / 15 0 0 0 13 5 0 0 3 12 0 0 0 i 10 50 0 yi s" 9000 f / 7500 f 6000 / > 4500 3000 1500 O rH c CO 05 a c2 ı S •4 u a5C £> : :> 0 )N 3C C o5 O- OO C CD y . cn DC c3 o1 0 5 0 3 0 5 0 3 0 3 0 3 0 3 0 3 0 YıLLAR GRAFIK ıı, M,, GSMH, K A M U HARCAMALARı, (1961-1979) 3 6. Log Y . 0997 + 0.69 log (0.19) + 0.460 log (0.23) - 0.40 log X3 + 0.63 log x^ + 0.21 log X3 (0.74) (0.63) (0.10) + 0 . 7 3 1 log X g (0.11) ]?2 = 0 . 6 9 F = 13.5 q = 0.58 Altmci denklemde dar tanımlı para arzı denkleme ilave edilmiştir. M^, no­ minal GSMH'yı pozitif yönde etkilemiştir. Dar tanımlı para arzmdaki % 01 lik artış, nominal GSMH'yi oranında artırmaktadır. Bu dönem için yapılan analizler­ de kamu harcamalarını temsil eden parametrelerin katsayıları, parasal değişken­ lere oranla daha büyük ve istatistiki olarak daha anlamlı çıkmıştır. Bu da, hipote­ zimizi doğrulayarak 1950 yılından itibaren mali politikaların, nominal GSMH üze­ rine para politikalarından daha büyük etki ettiğini ve önceden tahmin edilebilir­ liğini ortaya koymaktadır. 11.B. 1980-1987 Dönemi Analizi Bilindiği gibi 24 Ocak 1980 tarihinden itibaren Türkiye, İstikrar Politikaları uygulamaya başlamıştır. Bu nedenle bu dönemin ayrı olarak ele alınması, uygu­ lanan maliye ve para politikalarının daha iyi değerlendirilmesini sağlayabilir. Bu dönemde para ve maliye politikalarının nisbi analizleri için para değişke­ ni olarak M2'deki yıllık artışlar, mali değişkenler olarak da bütçe açığı, kamu har­ camaları ve kamu gelirleri alınmıştır. Bu değişkenlerin nominal GSMH üzerinde­ ki etkileri incelenmiştir. Y = f ( x l , x 2 , x 3 , x4) modelinde Y = Nominal GSMH x l = Bütçe Açığı x2 = Kamu Harcamaları x3 = Kamu Geliri x 4 = M2 1. Y = 49.06-0.4542 X l + u (0.04) F = 0.82 R2 = 0.21 Bütçe ağındaki % l ' l i k bir artış, nominal GSMH'yı % 0.4 oranında azaltmak­ tadır. 2. Y = 33.5-0.85 X I + 0.46 X2 + u (0.04) (0.31) F = 1.73 R2 = 0.63 İkînci olarak denkleme, kamu geliri ilave edilmiştir. Kamu harcamalarmdaki % l ' l i k artış, nominal GSMH'yi % 0,4 oranında artırırken, bütçe açığındaki % l ' l i k artış, nominal GSMH'yi % 0.85 oranında azaltmaktadır. Üçüncü olarak denkleme para arzı dahil edilmiştir. 3. Y = 42.2-0.11 X I + 0.53 X2-0.16 X 4 (0.09) (0.44) (0.42) F = 0.71 R2 = 0.63 Bu denklemde ise, 1980-85 döneminde para arzmdaki % l ' l i k artış, nominal GSMH'yi % 0.16 oranında azaltmaktadır. B u sonuçlar moneterist teoriyi doğrula­ maktadır. Türkiye ekonomisinde para arzmdaki ve bütçe açıklarındaki artışlar nominal GSMH'yi azaltırken, kamu harcamalarındaki artış nominal GSMH'yi artırmakta­ dır. Hipotezimizde ekonomik faaliyet üzerinde mali işlemlerin parasal işlemler­ den daha büyük bir etkiye sahip olduğu ileri sürülmüştür. Bu hipotezin testi, ma­ li değişkenlere ait regresyon katsayılarının parasal değişkenlere ait regresyon kat­ sayılarına göre büyüklüğünün incelenmesini gerektirmektedir. Parametrelerin al­ dığı işaretler gözönüne alınmaksızın, değerlerine bakılmaktadır. Denklemlerde de görüldüğü gibi, bütçe açığı ve kamu harcamalarının parametreleri, para arzının parametresinden daha büyüktür. (Tablo 46'da görüldüğü gibi B katsayıları da bü­ yüktür). Böylece hipotezimiz doğrulanmıştır. Ekonomik faaliyet üzerinde mali işlemlerin parasal işlemlerinden daha önce­ den tahmin edilebilmesi için, mali değişkenlerdeki değişikliklerin regresyon kat­ sayıları ile ilgili t değerlerinin parasal değişkenlerdeki değişikliklerin regresyon katsayıları ile ilgili t değerlerinden daha büyük olmasını ifade etmektedir. Böyle­ ce değişkenlerdeki bir değişiklikten sonuçlanan GSMH'daki tahmin edilen deği­ şikliğin güvenilirliği daha büyük olacaktır. n-1 = 4 Serbestlik derecesinde t = 3.74'dir. Üç parametreninde standart hataları 0.01 bu değerden küçük olduğu için gü­ venilirdir. Ancak standart hatası en küçük olan bütçe açığı değişkenidir. Bu da mali değişkenlerin parasal değişkenlerden daha büyük, önceden tahmin edilebi­ lir bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir. I I . B . l . Mali Parametrelerdeki Değişmeler I I . B . l . a . Kamu Harcamaları Türkiye'de 1980-87 döneminde mali değişkenlerin parasal değişkenlerden da­ ha büyük ve önceden tahmin edilebilir sonucuna ulaştığımız için kamu harcama­ larının detaylı olarak incelenmesi gereği duyulmuştur. 24 Ocak 1 9 8 0 sonrasında, moneterist teoriye .uygun olaiak kamu kesimi hareli"roaJar.* . global olarak daraltıl­ mıştır. 1980 yılında kam.u harcamalarının GSM H içmcieki payı % 30.4 iken, 1985 yılında'% 19.9'e düşürülmüştür. B u düşüş, cari ve yairrım harcamalarında kısıl­ ma ile sağlanmıştır. 1980 yıbnd a cari harcamaların GSM H içindeki payı 12.4 iken 1985 yılında % 7.9'a düşürülmüştür. Aynı dönemde yatırım hexcamalari da % 12.8'den % 10.4'e düşürülmüştür. Buna karşılık 1980 yılında transfer harcamala­ rın GSM H içindeki payı 2.8 iken, 1985 yılında 6.7'e çıktığı şekilde de görülmek­ tedir. KAMU HAR. M. GSMH Yıllar Grafik: 3 M „ GSMH , KAM U HARCAMALAR I ın ın ın ts İN CM a CO d csı do CD İN. İN. d 00 CD O CO 00 CM CO O^ CP CP d CD 'o 3 fi I S G ö o 5 c/D O cd ın d £A 9 O c/3CD Cd pit? CD t: a 00 CO ın o d ° Ö •S 0 P-H CO ın O 13 X ınCÜ ? (D 9 9 9 d d £ ın co CO ^.3^ CM O ^ d il i o V S 2 )00 CD M Cd Cd cd CM 00 s o; 1987 Bütçesi 1987 yılı bütçesi 11 trilyon 50 milyar T L . olarak meclise gönderilmiştir. An­ cak iç ve dış borç ana para ödemeleri ve tonlar bilindiği gibi iki yıldır bütçeler de gösterilmemektedir. Bunlar da ilave edilirse 1987 gerçek bütçesi 15 trilyona çıkmaktadır. Hükümet 1987 yılı için GSMH'yı da 51.6 trilyon lira olarak tahmin etmektedir. Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi, bütçenin GSMH içindeki payı 1987'de % 2 9 . 4 ' e çıkmakta, bir başka ifadeyle devletin payı genişlemekte, 1980, 85 arasında nisbi olarak düşme eğilimi gösteren bütçe 1985 sonrası, hızla artmak­ tadır, 1987 bütçesi 1986'ya göre % 50'nin üstünde artmıştı. Tablo: 47 Kamu Harcamalarının GSMH'ya Oram (1984-1987) C a r i Fiyatlarla, Milya r T L . Bütçe, Harcamalarııım GSMH'ya Oran ı • Car ı Fiyatlarla , Milya r TL . İç v e Bütçe Dış Bor ç Harcamalarının Bütçe An a P a r a GSMH Fonlar Teklifi Ödemeler i Yıîlar Toplam GSM H ora m 17.6 18.374 3.232 3.232 1984 19.9 27.715 5.543 5.543 1985 26.0 39.680 10.335 1.580 1.501 7.254 1986 29.4 51.600 15.187 2.136 2.000 11.051 1987 Not: İç ve dış borç anapara ödemeleri 1984 ve 1985 Bütçe teklifi içinde yer almış­ tır. Aynı yıllar itibariyle fonlarla finanse edilen harcamalar önemsizdir. 1987 fon rakamı 1986'ya göre tahmini hesaplanmıştır. Kaynak: Maliye ve Gümrük Bakanlığı ilgili yıllar bütçe gerekçesi. Konsolide Bütçe Ödenekleri Tablo: 48 "• Car i fiyatlarla, Milyaı TL. Artış O r a i i i 1986 Bütçes i 198 7 Teklifi (Milya r Lira) % 37,6 4.195.0 3.048.0 1. Cari Hizmet ödeneği 1.550.1 2 . 2 5 0 . 0 45.6 Personel 1.497.9 1.945.0 29.8 Oi^er Cari 1.303.1 1.850.0 41,.9 2. Yatırım Ödeııegi 280.0 00.0 280.0 3. Transfer Ödeneği 500.0 750.0 50.0 İhracaiia Vergi İadesi 260.0 410.0 57.7 Ocretlil re Vergi İadesi 200.0 430.0 115.0 Emekli : mdığma Yardım 1.315.0 2.760.0 11ü,0 i s J İ 'Sermaye görev zararı) 348.0 245.0 30.0 i:[İ'£ Transferler H''"':' [JMETÎN KONSOLİDE BÜTÇE 7.254.1 11.051.0 52.3 TE' Uvir] 1.580.0 2.136.0 35.2 ^ V ' \ s Borç Anapara Ödemeleri 13.187.0 49.2 8.834.1 :N ,j..t^jE BÜTÇE İsvü. ^îdan geçen şekli. -ak: Maliye Bakanlığı, 1987 Bütçe gerekçesi Tablo: 4 9 Vpmu H a r c a m a l a r ı n ı n P a y l a n i ı m , Dağılımir 1. Cari Personel Diğer Cari 2. Yatırım 3. Transfer 4. Konsolide Bütçe Teklifi 1986 1987 42.0 21.4 20.7 18.0 40.0 100 38.4 20.7 17.8 16.9 44.7 100 Tablodan görüldüğü gibi, 198 7 bütçesinde transfer harcamalarının payı ar­ tarken. Cari ve Yatırım Harcamalarının payı düşmüştür. Cari harcamalar içinde de Personel Harcamalarına düşen payın arttığı dikkati çekmektedir. Kamu harcamalarının dağılımı daha detaylı olarak incelendiğinde ise şu so­ nuçlar elde edilmiştir. —Cari harcamalardaki daralma, personel harcamalarının kısılması sonucu ger­ çekleşmiştir. 198 0 yılında personel harcamalarının toplam cari harcamalar için­ deki payı % 3 0 iken, 198 5 yılında. % 2 1 ' e düşmüştür. Diğer cari harcamaların payı ise, % lO'dan % 18 'e yükselmiştir. 198 6 yılından itibaren tekrar artış görül­ mekte 1986 'da % 5 0 . 8 ' e 1987 'de % 5 3 ' e çıkartılmıştır. —Bu durum, ücret ve maaşların azalmasına ve gelir dağılımının bozulması­ na kamu kesimi istihdamının azalmasına yol açmıştır. Bunun üzerine 1986 'dan itibaren nisbi olarak bir artış sağlanmıştır. —Yatırım Harcamalarındaki azalma ise, konsolide bütçe harcamalarının dü­ şürülmesi ile temin edilmiştir (198 0 yılında % 40.79 iken, 198 5 yılında % 28.46 'ya düşmüştür). İller Bankasının payında da % 3.40 'dan % 2 . 1 8 ' e indiği görülmekte­ dir. Buna karşılık KİT harcamalarının payında ise çok az bir yükselme olmuştur (1980 yılında % 5 3 . 3 1 iken, 198 5 yılında % 56.08 'e çıkmıştır). Mahalli İdareler döner sermayenin ve fonun yatırım harcamaları içindeki pay­ ları Mahalli idarelerin. Döner Sermaye Kuruluşlarının ve kamu ortaklığı ve toplu konut fonu yatırım paylarının ise, önemli ölçüde yükseldiği şemada belirtilmek­ tedir. Kamu yatırımları içinde, ulaştırma enerji alt yapı yatırımları ağırlık taşımak­ tadır. Bu yatırımlar ise uzun dönemde kendini finanse eden, büyük ölçekli ve yük­ sek teknoloji getiren yatırımlardır. Özellikle belediyelerin dış borçlanma ile yü­ rüttükleri bu yatırım girişimleri, kısa dönemde ekonomiye gelir enjekte edeme­ yen uzun vadeli programlardır. Bundan dolayı belediyelerin bu yatırımlarının hatta devletin uzun sürede verim alacak yatırımları gözden geçirmesi gerekmektedir. 1987 bütçesinde de, 198 6 yılında toplam bütçe harcamaları için de % 14. 7 olan payı % 1 4 ' e düşürülmüştür. ŞEMA ,1 KAMU HARCAMAl^ARI (kamu harcamalşırı /GSMH) 1980 30.4 1985 19.9 1986 26.0 1987 29.4 PERSONEL HARCAMALARI 1980 30 P^r. Har / Cari Har. 1985 1986 1987 20.6 21.4 21 CARÎ HARCAMALAR Cari, Har. / Ödenek GSMH 1980 1985 1987 L 12.4^ 7.8 7.9 Cari Har./Bütçe (öd.) 1986 1987 34.5 31.8 DİĞER CARI HARCAMALAR Diğer. Cari . Har, / Cari. Har. 1980 1985 1986 1987 10 18 20.7 17.8 KONSOLİDE BÜTÇE Kon, Bütçe Har / Yat. Har. 1980 1985 1986 1987 40.79 2 8 . 4 6 33.90 28.11 II y Y A T I R I M HARCAMALARI Yat, Har/GSMH 1980 1985 12.8 10.4 Yat. Har/Bütçe 1986 1987 18 16.9 KIT KİT Har/Yat. Har. 1980 1985 1986 53.31 5 6 . 0 8 40.12 1987 38.79 İLLER BANKASI İller B a n . Har/Yat. Har. 1980 1985 1986 3.40 2.19 2.53 1987 3,32 MAHALLİ İDARELER Mah.İd.Har/Yat.Har 1980 1985 1986 1,51 5.12 12.35 1987 _ 14.95 DÖNER SERMAYE Dön. Ser.Har./Yat. Har, 1980 198 5 198 6 198 1.51 5.1 2 2.2 8 2.4 7 4 FON KİTLELERE İFon Har7Yat,Har J 1985 FON A K T A R I M I 6.48 (Kit.Fon.Ak/Trans, Hare] 1986 0987198L 8.81 12.38 13.2 Ill T R A N S F E R HARCAMALARI Transfer- Hare/Bütçe 1980 1986 1987 40 51.5 51.3 KATMA BÜTÇELİ İD. HAZİNE YARDIMI K„B, i d , H a z . Y a r J T r a i i s , H a r c . 1985 34.2 , KAMU BORÇLARI Kamu Borçları/Bütçe 1986 198 7 32.7 3 7 . 5 İÇ BORÇ İç,Borç,/Kamu Borç 1980 1985 27,1 14.5 İç Borç/GSMH 1980 198 5 13.7 8, 9 İç Borç Ödemeleri Transfer Harcamaları 1986 1987 38.2 37.3 DIŞ BORÇ Dış Borç/Kamu Borç. 1980 198 5 72.9 85.5 Dış Borç/GSMH 198Q 1985 1986 50.4 36.8 4 8 . 4 Şema l'd e görüldüğ ü gib i transfe r harcamalarmm GSMH'dek i pay ı 1980'd e 2.8 iken , 1985'd e 27.6'ya yükselmiştir. B u pay 1986'd a % 33'e, 1987'de % 38.1'e çıkartılmıştır. Ülkemizd e bütçele r giderek transfer harcamalarını ağırlı k kazandığı bütçele r haline gelmiştir . Kroni k bütçe açıklarının , yükse k faizl i bon o v e tah villerle kapatılmaması , kamu maliyesin i kırılmas ı gittikç e zorlaşa n bir kısır dön gü için e sokmaktadır . Transfer harcamaları içind e devle t borçlarını n payı gide rek artmaktadır . Devle t borçlar ı arttığ ı için transfe r harcamaları artmakta , b u d a kamu yatırımların a ayırabil ece k kaynakları n daralmasına yo l açmaktadır . Yatı rım ödeneklerinin bütç e ödeneklerinin bütç e ödenekleriiçindekipayı 198 5 bütçesinde % 20. 1 iken , b u pa y 1986'd a % 18 , 1987'd e % 16.9' a düşmüştür . Kamu harcamalarını n dağılım ı hükümetin , sosya l devle t anlayışında n geni ş kitlelere refa h sağlama amacından hızla uzaklaştığını n v e geli r dağılımın ı bozu cu politikaları n bi r gösterges i olmaktadır . I I . B . 1 . b Dış Borçlar a) Bileşi m yönünde n (197 3 - 1980 } dönemind e Türkiye'ni n toplam dı ş borç ları I. şokun etkisiyl e 197 4 yılında hızl a artmıştır . (197 3 yılında 13 1 milyon dola r olan dı ş bor ç tutar ı 197 4 yılında yaklaşı k üç misli artara k 35 9 milyon dolar a ulaşmıştır.) İkinc i petro l şokunu n etkisiyle , dı ş bor ç tutar ı 31 7 milyon $' a çıkmıştır. 1973 yılınd a topla m tutarı n % 45'ini fai z % 55'ini an a par a oluştururke n 1975 ve 197 6 yıllarında faiz ödemelerini n kul a yükseldiğini % 65 ve % 63'e ulaştığın ı görmekteyiz. 197 9 yılında is e % 52'si faiz ödemeler i ike n % 48'ini an a para öde melerini oluşturmaktadır . (Bkz . Tabl o 50 ) Tablo: 50 (1973-80) Kıs a Vadel i Dı ş Bor ç Tutar ı v e Bileşim i (Milya r $) Yıllar Faiz Toplam İçindeki Payı % 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 59 102 124 217 369 489 1.010 45 28 51 65 63 34 52 Ana Par a Toplam İçindeki Payı % Toplam 72 126 118 119 214 828 945 55 72 49 35 27 66 48 131 359 242 336 583 1.317 1.955 Kaynak: Maliye Bakanlığı - T.C. Merkez Bankası ve ERÇEL, Gazi: A.g.m., s. 353 (1981 - 1985) Döneminde ise toplam dış borçlar içinde pay artışı olduğu gö­ rülmektedir. 1980 yılında % 4 7 . 1 olan ana para tutarı 1985 yılında % 5 8 . 3 ' e çı­ karken faiz yükü azalmaktadır. 1 9 8 1 , 1983 yıllarında istikrarlı bir seyir takip etti­ ği 1984, 1985 ve 1986 yıllarında ise yeniden artmaya başladığı görülmektedir. Tablo: 5 1 (1980-1986) Dı ş Bor ç Tuta n ve Bileşim i (Milyo n Dolar) Miktar % Ana Par a Kullanılmayan Kredi 484 Miktar % Miktar % Miktar % Miktar % Miktar % 19801980 198 1 198 1 198 2 198 2 198 3 198 3 198 4 198 4 198 5 198 5 198 6 9839 47. 1 1120 4 55. 8 1279 6 62.313.38 4 23. 2 314 7 15. 7 249 4 12. 5 62.213.39 1 242 4 11. 2 56.915.18 3 478 2 20. 0 58, 3 15 3 545 9 21. 0 . Faiz 6 2 0 5 29. 7 5 7 3 4 2 8 . 5 525 0 2 5 . 6 5 7 0 6 26. 5 5 3 6 8 2 2 . 8 5 4 1 2 2 0 . Toplam (Milyon Dolar) 20889100. 0 2 0 0 8 4 1 0 0 . 0 2 0 5 4 0 1 0 0 . 0 2 1 5 1 5 1 0 0 . 0 2 3 5 4 1 1 0 0 . 0 2 6 0 5 1 7 67 5 29. (*) 1 9 8 6 yılı sonu itibariyle dış borç toplamı 3 1 . 4 4 5 milyon dolar olmuştur. Kaynak: Ö . F . BATIREL, Maliye Politikası 1 9 8 0 - 1 9 8 5 Türkmer, istanbul, 198 6 Tablo: 5 2 Dış Borçla r (197 7 - 1980 ) (Milyon AB D Doları) ORTA VE UZUN VADELİ BORÇLAR (Üç yıl ve daha uzun vadeli) ULUSLARARASI KURULUŞLAR Uluslararası Para Fonu (IMF) Uluslararası İmar ve Kalkınma Ban. Uluslararası Kalkınma Ajansı (IDA) Uluslararası Finansman Kurul (IFC) Avrupa Yatırım Bankası (EIB) Avrupa İskan Fonu (ERF) İslam Kalkınma Bankası (IDB) OPEC FONO 1977 1978 1979 1980 * 5.532 1.682 409 488 180 117 398 90 7.855 2.141 622 631 189 108 446 145 11.901 2.373 633 838 185 100 471 148 15.356 3.102 1.094 1.132 - - - 96 414 131 30 15 - - laso İKİLİ ANLAŞMALAR Yabancı Hükümetler (1 ) Avrupa Para Pisayası Yabancı Firmalar 3.850 3.050 385 415 5.714 9.526 5.301 4.596 5873 .587(2) 531 638 12.254 7.073 3.600(2) 1.581(3) KISA VADELİ BORÇLAR (Üç yıldan kısa vadeli) 6.236 7.319 3.556 2.439 KAMU KESİMİ Banker kredileri Üçüncü taraf borçları (TPRC) Muhabir borçları (overdraft) BIS Kredi mektuplu döviz tevdiat hesapları TAPO k a b u l kredisi Petrol kredileri (4 ) İhracat ön finansmanı Diğer 1.829 384 250 240 190 173 150 359 83 2.037 333 250 341 1.104 18 1.507 10 ÖZEL KESİM DÇM Kabul Kredileri Mal mukabil TOPLAM - - 244 254 • - - - 363 150 420 344 365 308 180 190 586 93 199 5.282 4.407 2.860 2.267 862 560 1.560 1.580 11.768 15.174 2.452 617 435 1.400 15.457 - - - - 932 555(5) 377 - 17.795 Kaynak: Maliye Bakanlığı Hazine Gnl. Müdürlüğü ve MUT Gnl. Sekreterliği, T.C. Merkez Bankası. Not: Tabloda gösterilen tutarlar kümülatif anapara borçlardan geri ödemeler ve kullanılmayan kısımlar düşüldükten sonra kalan miktarlardır. * Geçici. (1) 1 9 7 8 , 1979 ve 1980 yıllarmda OECD ülkeleri ile yapılan ertelem e anlaşmaları kapsamına giren kısa vadeli ticar i borçlar bu kaleme dahi l edilmiştir . (2) Ertelenen DÇM, banker kredileri ve üçüncü taraf borçlan bu kaleme dahil edilmiştir. (3) Garantisiz ticari borçlarla ilgili yaklaşık 800 milyon dolarlık erteleme dahildir, (4) İran, Irak, Libya ve Renault'dan sağlanan kredilerdir. (5) 126 milyon dolarlık bölümü hariçte, 429 milyon dolarlık bölümü dahild e mu­ kim hesap sahiplerine aittir. Tablo 53 Dış B o r ç l a r (1981 - 1985) [Vadeye Göre) [^liXyon \'lrA^] Toplam Orta ve uzun vadeli Kısa Vadeli 1981 1982 1983 İMA 168617619 18385 21288 •2bQ\2 1466715455 15346 16782 3039 4506 I 6617 2191 ORTA VE UZUN VADELİ Proje ve Program Kredileri Uluslararası Para Piyasası Kredileri Ertelenmiş Borçlar DÇM'ler Banker Kredileri Üçüncü taraf borçları (TPRC) Garantisiz ticari borçlar Özel Krediler K I S A VADELİ Kamu Sektörü Banker kredileri jMuhabir açıkları Kredi Mektuplu Döv.Tev.Hesabı Petrol kredileri Diğer Özel Sektö r DÇM'ler Kabul kredileri Pre-finansman kredileri Döviz Tevdiat Hesapları Diğer Kısa/Toplam 14667|l5455 15352 ,16782.! 10238111321 11250 12266 13593 902 1642 ' 2279 651 I 720 2710 2859 2401 2000 3206 2077 1996 1886 1651 1420 315 429 400 429 429 45 84 100 265 350 350 600 350 523 490 555 473 572 2194! 2164 3039 4 5 0 6 6617 1161 1104 1737 2663 3755 432 65 195 376 164 417 48 69 2678 1251 1778 817 473 68 459 269 257 273 160İ 171 1033 1060 1302 1843 2862 18 647 61 4 7 3 585 703 1093 318 230| 276 609 414 254 330 199 724 544 418 121 26.1 21.2 16.5 12.3 13 Kaynak: Kısa vadeli borç dışındaki veriler Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı, İSO, 1987 Yılı Başında Türkiye Ekonomisi, a.g.e., s.105. Tablo 54 Dış Borçlar 1986 (Milyon dolar) 1985 198 6 25.012 18.395 6.617 31.445 21.840 9.805 1- ORTA VE UZUN VADELİ -Kamu (KİT'ler dahil) -TC Merkez Bankası -Özel Sektör 2- KISA VADELİ 4<:amu (KİT'ler dahil) T.C.Merkez Bankası Özel Sektör 18.395 14.330 3.175 890 6.617 230 3.543 ^ 2.84 4 21,840 18,091 2.797 952 9.605 597 5.020 3.988 ALACAKLILARA GÖRE 1-ORTA VE UZUN VADELİ -Uluslararası kuruluşlar IMF IBDR, IDA, IFC, EIB ERF IDB OPEC Fon u IFAD -ikili anlaşiama r OECD ülkeler i OPEC ülkeleri Diğerleri -Ticari bankalar -Özel kesi m (Garantisiz Ticari Borçlar 25.012 18.395 6.103 1.326 3.470 429 801 35 35 7 8,013 6.776 637 600 4,014 31.445 21.840 6.588 1.085 3.543 573 1.197 53 29 8 10.185 8.269 1.027 890 4.842 265 224 2- KISA VAPELİ -İslam Kalkınma Bankası (IDB) -Ticari Bankalar -Özel kesim (Yurt dışında yerleşik Yad. hesap) Döviz HesaDİarı) 3- KISA VADELi/TQPLAM BORÇLAR 6.617 30 1.465 5.122 (2.678) (724) 26.1 9.605 33 2.645 5.927 (3,999) fl.317l 30.5 VADELERİNE GÖRE 1-ORTA VE UZUN VADELİ 2-KISA VADELİ BORÇLULARA GÖRE Kaynak: T.C. Merkez Bankası. b) Vade yönünden; 1977-1980 döneminde orta ve uzun vadeli borçlarm top­ lam içindeki payı artarken, (1977'de % 47, 1980'de % 86), kısa vadeli borçların payı (% 53'den % 14'e) düşmüştür. Bu dönemde borçlanma politikasının daha çok orta ve uzun vadeli borçlara kayması olumlu bir gelişmedir. Türkiye'nin 1 9 8 0 sonrası ithal ikamesi sanayileşme ve büyüme politikasını terkederek, dışa dönük-ihracatı teşvik eden bir büyüme stratejisine geçmesi so­ nucu, gerçekten ilk üç yılda dış denge sorununu çözümlemede (dış konjonktürel koşullarında yardımıyla) başarılı olduğu görülmektedir. Ancak sadece dışa dö­ nük büyüme politikası yer almaz, bunun yanında prodüktiviteyi ve üretim arttırı­ cı yatırımlara ağırlık veren selektif politikalar yanında, iç ve dış borçlanmayı da Ümitlendirmişler dir. Acaba Türkiye bu konularda ihracatı teşvik dışında benzer politikaları uygulamış mıdır? Çalışmamız maalesef bu soruya olumlu cevaplar ve­ recek bulguları ortaya koyamamıştır. Gelişmekte olan bir ülkeyi sağlıklı birer ekonomik yapıya kavuşturmak için, teorik anlamda ithal ikamesi ve ihracatı teşvik politikalarının birbirine alternatif olmamaları gerekmektedir. Oysa, ülkemizin uygulamada hızlı bir büyüme düze­ yini sürdürememesinin nedenini ise, bu iki politikayı uygulamada birbirini ta­ mamlar biçimde değil de, iç ve dış konjonktürel koşulların etkisi altında, sadece birinin daha çok tercih edilmesinde arayabiliriz. Gerçekten, Türkiye'de her eko­ nomik bunalımın kaynağını, benimsenmiş sanayi ve dış ticaret politikasında ara­ yıp, bunun alternatifi bir politikaya geçme eğiliminin egemen olduğu görül­ mektedir. 1981-1986 döneminde dış borç tutarında kısa vadeli borçların payının iki mis­ line çıktığı görülmektedir. 1981 yılında % 13 iken 1985 yılında % 26 olmuştur. Bu ise bu dönemde vade yönünden olumsuz bir borçlanma politikasının izlendi­ ğini açıkça belirtmektedir. Özetlersek; Türkiye'de son yıllarda hızlanan nüfus, gelişen yatırımlar ve ara malı ihtiyacına bağlı olarak ithalat büyümesi, ayrıca ihracat gelirleri ile iç tasar­ rufların yetersizliği, dış tasarruflara başvurma mecburiyetini ortaya çıkarmıştır. B u bakımdan son iki yıl içinde özellikle 1987 yılında, dış borçlarımızın çoğalma eğilimine girdiği görmekteyiz. 1979 yılında 15 milyar dolar civarında olan dış borç­ larımız 1984'de 21.3 milyar, 1985'de 25.1 milyar, 1986 ortalarında da 28.2 mil­ yar dolara ulaşmıştır. Borç bileşiminde de kısa vadelerin payı giderek artarak % 30'lara ulaşmıştır. Özellikle KİT borçları ile belediyelerin borçlanmalarında artış­ lar dikkati çekmektedir. Ana para olarak belirlenen dış borçların 9.651 milyar do­ lar tutarında faizi de bulunmaktadır. 1987'de dış borç ana para ödemeleri için 1.34 trilyon TL. (2.479.6 milyon do­ lar) ayrılmıştır. Bu miktarın 1359.3 milyon dolar ana para, 1120.3 milyon doları faiz ödemeleridir. 1986 yılı dış borç toplamımız 1986 yılı sonu itibariyle 31.445 milyon dolardır. Toplam dış borcun 21.840 milyonu (9 69.4) orta ve uzun vadeli­ dir, 9 milyar 605 milyon dolanda kısa vadelidir (% 30.5). 1987 yılında 1.359.3 milyon doları ana para, 1.120.3 milyonu faiz olmak üzere 2.479.6 milyon dolar dış borç ödenecektir. Bütçe gerekçesine göre kısa vadeli borç­ larla döviz tevdiat hesapları hariç Hazinece ödenecek dış borç ana para ve faiz toplamları aşağıda gösterilmektedir. Tablo: 5 5 Dış Bor ç Taahhüd ü (1987) (Milyo n Dolar ) Kamu Kesimi Anapara Genel Bütçeli Daireler 8.617.6 Katma Bütçeli İdareler 2.536.0 KİT'ler ve Yerel Yönetimler 4.459.4 GENEL TOPLAM 15.613.0 Faiz 3.794.0 1.306.3 1.655.5 6.755.8 . % Pay 55.4 17.3 27.3 100.0 Toplam 12.411.6 3.842.3 6.114.9 22.368.8 Kaynak: İTO, Ekonomik Rapor, Kasım, 1986, 1987. Görüldüğü gibi KİT ve belediyelerin dış borçları toplam dış borçların 1/4'ünü aşmıştır. Türkiye'nin dış borçları bakımından borçlu olduğu en büyük uluslara­ rası kuruluş Dünya Bankasıdır. 6.514.4 milyon dolar tutan bu borç toplam borcu­ muzun yaklaşık % 3 0 ' nu temsil etmektedir. İkili anlaşmalar ve OECD borçlan­ ması toplam 1 0 . 2 7 6 . 6 milyar dolardır ve toplamda % 4 5 . 9 paya sahiptir. Kalan borç uluslararası para piyasalarından sağlanmaktadır. 2.926.7 milyon dolarlık bu borç da toplam dış borcun % 13'dür. Enflasyon % 20'nin üzerinde olursa ayrıca Dolar ve Mark gibi dış borcumuza ödediğimiz döviz fiyatları öngörülenin üstün­ de artış gösterirse, dış borcun % 13'dür. Enflasyon % 20'nin üzerinde olursa ay­ rıca Dolar ve Mark gibi dış borcumuzu ödediğimiz döviz fiatları öngörülenin üs­ tünde artış gösterirse, dış borç anapara ödemeleri için ayrılan bu meblağ yetersiz kalacaktır. Hükümet finansman açığı için iç ve dış para ve sermaye piyasası ve halka başvuracaktır. 1987 yılında ödenmesi gereken 4,7 milyar Dolar'lık borç, yeni kısa vadeli borç­ larla geri ödenebilecektir. 1987-1991 Dış Borç Ödeme Takvimi 1984 yılında yapılan projeksiyonlarda 1987-1991 yılları arasında 9 milyar 166 milyar dolarlık dış borç ödemesi planlanmıştır. Yalnız aradan geçen üç yıl içinde bu tahminler değişmiştir. Yeni çalışmalara göre önümüzdeki 5 yıl içinde 21 mil­ yar 689 milyon dolar dış borç ödemesinde bulunulacaktır. (14 milyar 823 milyon dolan anapara 6 milyar 8 6 6 milyon doları faiz ödemeleri.) Tablo: 56 Toplam Dış Borçlar Projeksiyonu (1987-1991) (Milyon dolar) Yıllar 1984 tahmini 1987 2.439 1988 2.354 1989 1.907 1990 1.410 1991 1.056 TOPLAM 9.166 1987 tahmini 4.825 5.078 4.569 3.854 3.363 21.689 Kaynak: (T.C. Merkez Bankası, 1984 Raporu ve 1986 Y ı h Raporu.) Borç takviminin 9.166 milyon dolardan 21.689 milyon dolara çıkmasında en büyük neden artık borç ödemek için borçlanma yapılır hale gelinmesidir. Borç ödemelerinin % 8 0 ' i kamu kesimince yapılacaktır. Kamu kurumu ve kuruluşları 1987-1991 dönemlerinde 17 milyar 389 milyon dolar borç ödeyeceklerdir. Özel sektörün ise beş y ı l d a ö d e y e c e ğ i toplam b o r ç miktarı 1 m i l y a r 2 6 6 milyon dolar dır. i L B . L c . İç Borçlar İç Borçlar 198 0 10 0 itibariyle 1986 y ı l ı n d a 3 9 8 5 ' e yükselmiştir, tç Borçlardak i y ı l h k artış oranları ise e n çok 1981, 1 9 8 4 , 1985 yıllarında görülmektedir. Hü­ kümetin aşın iç borçianmaya başvurması, iç tasarrufların kam u sektörüne akmasına yol açarken, diğer taraftan da, özel sektörün finansman sıkıntısın a düşmesi ne n e d e n olmaktadır. Hükümetin iç borçlanmada yükse k faİ2i uygulaması, banka faiz oranlarını n d a otomatik olarak yükselmesine sebep olmaktadır. Borçları artan üretimin genişlettiği sağlam kaynaklarla ödeme k yerine yeniden borçlanarak ödemesi, hükümeti iç borçlanma politikasında fasi t daireye sok maktadır. 1987 yılının 2 aylık döneminde iç burçlar 1986 yılının ilk iki ayma göre% 187 oranında artmıştır. TabİG:57 İç Borçlar (1980-1986) Yıllar 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 Borç Miktarı (Milyar TL) 246 504 798 1270 2752 6264 9805 İndeks 100 205 324 516 1118 2546 3985 Artış Oranı % 28 105 58 59 117 128 57 indeksler artış oranları hesaplanmıştır. 3985 İÇ BORÇLAR « Grafik:4 İÇ BORÇLAR (1980-1986) YILLAR iç Borçların 1986 yılı sonu itibariyle dökümü aşağıdaki tabloda görülmekte­ dir. İç Borçlanmada en büyük payı konsolide Borçlar almakta, bunu sırasıyla, is­ tikraz, avanslar ve hazine bonoları takip etmektedir. Tablo: 58 İç Borç Dökümü (1986 Yılı Sonu İtibariyle) (Milyar T L . ) 1986 1.511 6.420 822 1051 9805 Iç Borç Türü istikraz Konsolide Borçlar Hazine Bonoları Avanslar Toplam Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı Bültenleri. Iç Borç Ödemeleri Yukarıdaki iç borç ana para ve faizlerinden 1986 yılı sonuna kadar ödenecek­ lerle 1987 yılı içinde ödenecekler şu şekildedir: (MİLYAR TL.) iç Borç ödemeleri (31.8.1986 - 3 1 . 1 2 . 1 9 8 6 arası (1986) Ödemeleri 1987 Ödemeleri Ana Para Faiz Ana Para Faiz İstikraz Tahvilleri Hazine Bonoları Konsolide Borçlar Hazine Kefaletleri 252.6 493.0 48.8 1.2 167.4 103.0 11.6 5.9 Toplam ö d e m e 795.6 287.9 603.3 237.8 146.4 222.1 438.6 59.0 13.8 28,3 1.209.6 657.7 Kaynak: İTO, Ekonomik Rapor, Kasım, 1 9 8 6 , 1987 Buna göre 1987 yılında toplam 1.209.6 milyarı ana para 657.7 milyarı faizi olmak üzere 1.867.3 milyar ödeme yapılacaktır. İç kamu borçlarının bileşiminde KİT borçlarını ifade eden hazine kefaletleri payı önemsiz düzeye inmiş olup, toplama borcun % 8.8'idir. Bütçe açığını kapat­ mak için kısa vadeli ve yüksek faizli (1 yıl vadeliler % 5 3 . 0 8 , iki yıl vadelilerde % 52.09) ve bankalara, borsa bankerlerine ve şahıslara ihale yolu ile iç borç tahvi­ li ve 3 ve 6 ay gibi çok kısa vadeli hazine bonosu çıkarılmaya başlanmıştır. 1987'de yapılacak iç borç ödemesi bütçe ödeneklerinin % 17.1'ine ulaşmıştır. II.B.l.d. Toplam Kamu Borçları 1986 yılı bütçesinde 504 milyar T L . olarak planlanan iç borçlanma, yılın 11 ayında 2.2 trilyon TL.m aşmış olup yıl sonunda 2.5 trilyon TL.na ulaşabilecektir. 1986 yılında iç borçlanma hedefinin çok büyük oranda aşılması, 1987 yılı için de aynı durumun ortaya çıkabileceğini akla getirmektedir. Ayrıca 1987 yılı için 9 1 0 milyar TL. faiz ve 920 milyar TL. yeni borçlanma öngörülmekle beraber mev­ cut borçların ana para ödemeleri ile açık ve diğer bir deyişle borçlanma 3 trilyon T L . m bulabilecektir. Bu arada dış borç ana para ve faiz ödemeleri son yıllarda büyük bir artış gös­ termektedir. 1984'de 2.8 milyar Dolar ve 1986'da 4.4 milyar Dolar olan bu öde- meler 1987'd e 4. 7 milya r Dolar'a ulaşacaktır. Ayrıc a 1980'd e 11. 4 milyar Dolar olan dış borçlar 198 6 Eylül'ünd e 28.2 milyar Dolar'a ulaşmış olu p borçların vade bileşimi d e kıs a vadeliler lehine gelişere k bunların toplam borçlar içindek i pay ı 1981'deki % 1 3 düzeyinde n 1986'd a % 30'a yükselmiş bulunmaktadır. Aşağıdaki tablod a 1987'd e kam u kesiminin finansma n açığ ı gösterilmektedir. Bun a göre , 3.8 trilyon finansman açığı ortaya çıkmaktadır. Bi r başka ifadeyle 1 9 8 7 yılınd a 3. 8 trilyo n borçlanılacaktır . Tablo: 60 Kamunun 1987 Yılı Finansman Açığı 920 Milyar T L . 2.136 Milyar T L . 775 Milyar T L . Bütçe Teklifinde Öngöriilen Açık İç ve Dış Borç Anapara Ödemeler KİT Finansman Gereği 1205 - Finansman Gereği 4 3 0 - Bütçeden Yapılacak Yardım 775 - Bütçe Dış Finansman 3.831.0 Milyar TL. Temini Gereken Finansman Kaynak: Maliye Bakanlığı 1987 Bütçe Gerekçesi. Türkiye'de 1986 bütçesi ile başlatılan uygulamaya göre iç ve dış borç ana pa­ ra ödeme ve gelirleri bütçe hesapları dışına alınmıştır. Bütçede yalnızca iç ve dış borç faizlerine ödenek ayrılmaktadır. Türkiye'de 1987'de 2.265 milyar iç ve dış borç faizi ödenecektir. Bu tutar, daha öncede belirtildiği gibi toplam transferlerin yarısına yakın bir bölümünü oluşturmaktadır. Türk lirası ile ödenecek (tarım kredileri ile ilgili) dış borçlarımız ise oldukça küçük olup, 53 milyon dolardır. 1987 yılında, Devlet 1.340 milyon dolar anapara ödemesi kadar net dış borç­ lanma ve 9 2 0 milyarlık iç borçlanma yapmak zorundadır. 1987 bütçesine göre tabloda görüleceği gibi, bütçenin % 37.5 borç ödemesi­ ne ayrılmaktadır. Bu durum 1987'de sağlık; eğitim (1982 yılında eğitimin genel bütçeden aldığı pay % 12 iken 1987 yılında % 8.6'ya düşmüştür.) alt yapı gibi faydalı harcamalar için yeterli kaynakların azalmasına sebep olacaktır. Ayrıca büt­ çenin borç ödeme gücü zayıflayacaktır. Borçların artmasının diğer önemli sonucu enflasyonist baskı yaratmasıdır. Zira borçla finanse edilen kamu hizmetleri faizden dolayı pahalıya mal olmaktadır. Tablo:61 İç ve Dış Borçlar (1987) a) b) c) d) İç ve Dış Borç Anapara Ödemesi İç ve Dış Borç Faiz Ödemesi Toplam Tutarı 1987 Bütçesi Konsolide Bütçe Teklifi İç ve Dış Borç Anapara Ödemesi e) Gerçek Konsolide Bütçe f) Yıllık Borç Ödemesi/Bütçe 2.136,2.760,4.896,10.920,2.136,13.056,% 37,5 Kaynak: Maliye Bakanlığı Bütçe Gerekçesi Uygulanmakta olan liberal politikalar, devletin ekonomideki payını azaltma- yı öngörmektedir. Para, kambiyo, dış ticaret, tasarruf ve yatırım politikaları da bu yaklaşım içinde yürütülmektedir. Ancak gelişme, tersine kamu harcamaları­ nın GSMH'ye göre nisbi payının arttığını göstermektedir. Ancak 198 7 bütçesi ''liberal" politikaların kendi içinde tutarsız olduğunu göstermektedir. Yine bütçenin GSMH'ye göre nisbi büyüklüğünün artması devletin ekono­ mideki payını artırırken, özel kesimin de payını daraltacak ve dolayısıyla piyasa ekonomisine geçiş yavaşlayacaktır. 2.Bütçenin büyüme oranı enflasyonist baskı yaratacak niteliktedir. Çünkül987 için % 5 büyüme hızı % 2 0 de enflasyon hesaplanmaktadır. Böyle bir durumda, kamu kesiminin ekonomideki nisbi, büyüklüğü aynı kalırsa, bütçenin de % 2 5 büyümesi gerekirdi. Demek ki aslında 198 7 bütçesi ile kısmen kamu kesimi ge­ nişleyecek, enflasyon da % 2 0 ' m n üzerinde olacaktır. Ayrıca kamu harcamaları genişletici etkiye sahiptir. Yüksek artış, toplam ta­ lep yoluyla enflasyonist baskı doğuracaktır. Yeni bütçe ve getireceği yeni borç­ lanma, çaba harcanan "enflasyon hızı ve faiz oranlarını düşürme" operasyonu­ nun gerçekleşmesine ve 198 7 yılında umulan hedeflere ulaşılmasına imkan ver­ meyecektir. Ekonomide tüm borçlanma içinde *'aslan payı"na sahip olan devlet, bir ta­ raftan faiz yükünü hafifletmek ve faizleri yüksek düzeylerde tuttuğu görüşüyle özellikle özel sektörün tenkidinden kaçınmak için faiz oranlarının düşmesini is­ terken, diğer taraftan da büyük boyutlarda borçlanmama düşüncesiyle yüksek fa­ izlere katlanmak zorunda olduğunu bilmektedir. Kısa süre içinde bir zorlama ile faiz oranlarının düşmesi mümkün iken, borç tutarlarının artması ve enflasyon he­ deflerine ulaşılmaması ile faizlerin yeniden yükselmesi kaçınılmaz olabilecektir. 1987 bütçesinin % 3 7 , 5 ' i borç ödemesi için ayrılmakta, bu da 1987 'de sağlık, eğitim, alt yapı gibi topluma ve ekonomiye dış yarar sağlayan harcamalar için ye­ terli kaynakların azalmasına yol açmaktadır. II.B.2. Parasal Parametrelerdeki Değişmeler II.B.2.a. Para Arzı, Paranın Dolaşım Hızı Parasal parametrelerdeki değişmeler incelendiğinde, para arzının 197 9 yılın­ dan itibaren artmaya devam etmiştir. 197 9 yılını baz kabul edersek dar tanımlı para arzı ( M l ) 198 5 yılında 6 1 1 , geniş tanımlı para arzı (M2 ) ise 1237 'e çıktığı, görülmektedir. Geniş tanımlı para arzmdaki bu artış 1 9 8 0 sonrası, pozitif faiz po­ litikası uygulamasının sonucunda vadesiz mevduatların vadeli mevduatlara kay­ masından kaynaklanmaktadır. Buna karşılık tasarrufların GSMH'ye oranlarında çok az bir artış bulunmaktadır. Aslında bu artış da, kamu tasarruflarmdaki yük­ selme sonucudur. Buna karşılık, özel tasarrufların GSMH'ye oranları, 198 0 yılın­ da % 9. 3 iken, 198 1 yılında % 8.8 'e düşmüş, 1982 'de de% 8.8 'lik nisbeti koru­ muş, 1 9 8 3 ' d e , 198 0 yılı değerinden de az (% 9.2 olarak) gerçekleşmiştir. Toplam yurtiçi tasarrufların GSMH'ye oranı 198 0 yılında % 1 3 . 9 iken, 1985 'de % 17. 6 yükselmiştir. Fakat bu global yükselme, kamu tasarrufları artışından ileri gelmek­ tedir. Yoksa uygulanan para politikası, yüksek faiz gelirlerine rağmen özel tasar­ rufları artıramamıştır. Para politikası aracılığı ile toplam tüketimi kısma amacına ulaşılmak isten­ miştir. Ancak 4. plan döneminde % 8 4 . 6 olan toplam tüketim/GSMH oranı 1984 ve 198 5 yıllarında çok az düşürülmüştür. Toplam Merkez Bankası Kredileri içinde kamu kesimin payı % 5 8 iken % 71.6'ya çıkarılmıştır. 1980 soması istikrar politikalarımn amacı, özel kesimin des­ teklendiği, liberal bir ekonominin işlekliliğini sağlamaktı. Kamu kredi rasyosu­ nun yükselmesi, bu ekonomik amaçla çatışmaktadır. Paranın dolaşım hızı ise giderek artmış istikrarlılığını kaybetmiştir. Bu du­ rum da para politikası aracılığı ile, ekonomik amaçlara ulaşmayı engellemekte­ dir. Bu dönemde bulguların ışığında " s ı k ı para politikası uygulamalarının'' göz­ de kaldığı görülmektedir. Ayrıca maliye politikasına nisbetle para politikasının nominal GSMH üzerinde ikinci derecede etkili olduğu hipotezimiz böylece bir kere daha doğrulanmaktadır. Çalışmamızda geniş para arzı artışlarının nominal GSMH'yi azalttığı sonucu elde edilmiştir. Eğer ekonomik büyüme artışlarının gerçekleşmesini istiyorsak, M2 artışlarının para otoritelerince kontrol altına alınması gerekmektedir. Para arzı ile ekonomik büyüme arasında negatif fonksiyonel ilişkinin bulunması, bunu gerek­ li kılmaktadır. Ayrıca paranın dolaşım hızının istikrara kavuşması da gerekmek­ tedir. Yine Merkez Bankası kredileri içinde kamu kredilerin payının azaltılması zorunludur. Önümüzdeki yıllarda politik tercihlerin ekonomik tercihlerin önüne geçme ihtimali (seçim gibi) dolayısıyle tedbirlerin uygulanamaması halinde iç den­ geye ve istikrarlı enflasyonsuz bir büyümeye ulaşma imkanları da güçleşecektir. II.B.2.b. Faiz Oranı Türkiye'de faiz haddinin toplam tasarruf hacmi üzerinde etkisi önemsiz ol­ makla beraber tasarrufların kullanımı üzerindeki etkisi büyüktür. Tasarruf sahipleri için altın, kıymetli madenler, mücevherler, yabancı para­ lar veya döviz tevdiat hasapları, devlet tahvilleri veya hazine bonoları, özel ke­ sim tahvilleri, gelir ortaklığı senetleri, özel finans kurumları kâr ve zarara katılma hesapları, hisse senetleri, banka bonoları ve özel kesim finansman bonoları, ta­ şınmaz mallar olarak on tane alternatif kullanımı mevcuttur. Hatta bunlara daya­ nıklı tüketim malları ve antika eşya da eklenebilir. Alternatif kullanım alanların­ da verim ve riskfaktörü de dikkate alınarak mevduat faiz haddinden daha kârlı olduğu sürece, tasarruf sahipleri diğer yatırım araçlarını tercih edeceklerdir. B u gerçeklere rağmen Türkiye ekonomisinde 4 Haziran 1980 tarihli Faiz Kararname­ sine kadar 1 9 5 0 ' d e n itibaren düşük faiz politikası uygulanmıştır (105). 1981 yı­ lından itibaren ilk defa reel mevduat faiz oranları, pozitif gelir sağlamaya başla­ mıştır. 1933 yılından beri uygulanmakta olan müdahaleci faiz politikası, 4 Haziran 1 9 8 0 tarihinde yayınlanan Faiz Kararnamesi ile son bulmuştur. Artan enflasyon oranı, tasarruf sahiplerinin negatif faiz almalarını yol açıyordu. Teorik olarak, fa­ iz oranları böyle enflasyonist bir ortamda üç şekilde düzenlenebilirdi. Birincisi, Müdahaleci faiz rejimini sürdürmek, ancak nominal faiz oranları ile, enflasyonist bekleyişler arasında uyum sağlamak, ikinci indeksleme, üçüncüsü ise, faiz oran­ larının serbest bırakılmasıdır. Türkiye Ekonomisinde de, üçüncü şık seçilmiş, 1 Temmuz 1980 tarihinden itibaren uygulanmaya konulmuştur. (105) 1950-1960 arasında mevduata uygulanan azami nominal, faiz oranı % 4 ^^^^-^^'^J^^^^^^ 6 5 1970-78 arasında % olarak sabit kalmıştır. 1979ve 1980 arasında ise en yusek reel mevduat LÎS yıl vadeli olmak şartıyüa % 30 dolaylarındadır; (ABAC Secuk^^WSy Başında Faizi ile ilgili Bazı Gözlemler ve Öneriler ", Para ve Sermaye Piyasası Şubat 1987. s. 10). Böylece, kredi faiz oranları bankalar ve kredi talep edenler arasında serbestçe belirlenecektir. Mevduat faiz oranları ise, 4 . 6 . 1 9 8 0 tarihli Kararnamenin 6 . mad­ desince düzenlenmiştir. Buna göre, bankalar arası mevduat faiz oranı, yine ser­ besttir. Ayrıca, resmi ve ticari mevduata faiz verilmeyeceği, vadesiz ve diğer mev­ duata % 5 faiz uygulanacağı belirtilmektedir. Vadeli tasarruf mevduatı ise, bu mad­ deye göre serbest bırakılarak kredi banka arasında tespit edilecektir. Türkiye Ban­ kalar Birliği, kredi ve mevduat faiz oranlarına kısıtlama getiremeyeceği de 7 . mad­ dede açıklanmaktadır. B u kararname, ile bankalar altı ay ile, iki yıla kadar hami­ line yazılı mevduat sertifikası da çıkarılabilecekleri hükmü getirilmektedir. Vadeli tasarruf mevduatına uygulanacak faiz oranlarının serbest bırakılması, ''Bankalararası centilmenlik anlaşması" ile, 19.6.198 0 tarihinde sınırlanmıştır. Böylece, faiz oranlarının banka ve mudi arasında karşılıklı ve serbest belirlenme­ si ortadan kalkmıştır. Kredilerde uygulanacak serbest faiz ise, dolaylı olarak sınırlandırılmıştır. T.C. Merkez Bankası tarafından bankalara uygulanan reeskont oranlarının yükseltil­ mesi, bankaların kredi faiz oranlarını yüksek bir seviyede belirlemelerine müda­ hale edilmiştir. 1 1 . 9 . 1 9 8 1 tarihinde ise, ödünç Para Verme İşleri Kanunu kaldırılmış. Ödünç Para Verme ile ilgili işlemler, 252 0 sayılı kanunla yeniden düzenlenmiştir. Bu ka­ nun ile, T.C. Maliye Bakanlığı, faiz oranlarının en alt ve üst sınırlarını belirleme­ de, gerektiğinde bu limitleri tamamen ve kısmen serbest bırakmada yetkili kılın­ mıştır. 12.12.1982 'de ise, bu kredi ve mevduat faiz oranlarının belirlenmesi yet­ kisi, Merkez Bankası kontrolünde büyük bankalara devredilmiştir. 2 2 . 7 . 1 9 8 3 ta­ rihinde ise, ödünç para verme işlemlerinde uygulanacak faiz oranlarını belirleye­ cek merci, 2 2 . 7 . 1 9 8 3 tarihinde yayınlanan bankalar hakkındaki 7 0 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile, tekrar Bakanlar Kurulu'na devredilmiştir. Faiz oran­ larının belirlenmesindeki yetkili mercilerin sırasıyle, Maliye Bakanlığı ve Bakan­ lar Kurulu olması serbest faiz politikası döneminin sona erdiğini göstermektedir. Zaten, Türk Bankacılık sisteminin oligopolistik yapısı da faizlerin serbestçe be­ lirlenmesine engel teşkil etmekteydi. Artık uygulanan faiz politikası. Müdahale­ ci bir faiz rejimidir. Mevduat Faizleri İstikrar Politikaları, faiz oranlarını yükselterek, tasarrufların teşvik edilmesi­ ni, böylece tüketimin azaltılarak, enflasyon oranının düşürülmesini amaçlamış­ tır. Fakat sadece faiz oranlarının yükseltilmesi, tasarruf sahiplerinin pozitif faiz geliri elde etmesine yeterli değildir. Enflasyon oranı, faiz oranlarının üstünde sey­ rettiği müddetçe, tasarruf sahiplerinin net gelir elde etmesi mümkün olmayacak­ tır. Onun için reel faiz oranları hesaplanmalıdır. Aşağıdaki tabloda nominal ve reel faiz oranları gösterilmektedir. Tablo: 62 Nominal ve Reel Faiz Oranlan (%) Nominal Faiz Oranı (*) Reel Faiz Oranı Yıllar Enflasyon Oranı 7 -12.0 1977 24.2 7 -27.0 1978 52.4 12 -27.0 1979 64.0 26.50 -38.9 1980 107.0 49.17 + 9.0 1981 36.0 50.00 + 19.7 1982 25.0 42.66 + 9.2 1983 30.6 45.42 - 4.3 1984 52.0 50.50 - 7.3 1985 39.9 48 + 10.3 1986 35.6 Kaynak: DİE, İstatistik Yıllığı 1985, TUSAD, The Turkish Econamy 1985, S.9. OcakMart, Ankara, S.37 * İTO Verilerine göre T.C. Merkez Bankası 1985 Üç Aylık Bülten 1 9 8 5 , 1978-1985 yılları arasında, tasarruf sahipleri, 1981, 1 9 8 2 , 1983 ve 1985, 1986 yılları dışında pozitif bir faiz geliri elde edememişlerdir. 1980 yılında, % 38.9 ile en düşük reel faiz oranı gerçekleşmiştir. Bunun anlamı, 1980 yılında, % 107 olan enflasyon oranı karşısında, serbest bırakılan sonra da, centilmenlik anlaş­ ması ile tesbit edilen faiz oranları, tasarrufların, % 38.9 oranında azalmasına se­ bep olmuştur. 1984 yılma kadar olan dönemde ise, enflasyon oranını düşmüş, hem de belirlenen faiz oranlarının daha da yükseltilmesi dolayısıyle, pozitif gelir sağ­ lamıştır. Bununla beraber, 1 9 8 4 yılında, enflasyon oranının % 52'lere ulaşması faiz oranının yükseltilmesine rağmen, negatif değer almasına neden olmuştur. Aşağıdaki tabloda, vadeli ve vadesiz mevduatın toplam mevduat içindeki pay­ ları verilmektedir. Görüldüğü gibi, 1985 yılında, vadeli tasarruf mevduatı, % 8 8 . 3 5 ' e çıkarken, vadesiz tasarruf mevduatının payı ise, % 1 1 . 6 5 ' e düşmüştür. 1986 yılında ise vadeli tasarruf mevduatlarında nisbi olarak azalma olmuştur. 1978 yılından itibaren azalma trendine giren vadesiz tasarruf mevduatı, sa­ dece 1983 ve 1984 yıllarında istisna göstermiştir. Sonuç olarak, uygulanan yük­ sek faiz politikasının, vadesiz mevduatları da, şekil değiştirerek, vadeli mevduat hesaplarına kaydırdığını açıkça belli olmaktadır. Toplam tasarruf mevduatı için­ de, vadeli mevduatın payının giderek, yüksek oranlarda artması, bankalar siste­ minde fon yaratma imkanlarını artıracak ve yatırımları olumlu bir yönde etkile­ yecek gelişmedir. Kredilerin Gelişimi T.C. Merkez Bankası Mevduat faiz oranlarını 9 Şubat 1987 tarihinden itiba­ ren yeniden düzenlemiştir. Tablo:63 Vadesiz ve Vadeli Tasarruf Mevduatının Toplam Tasarruf Mevduatı İçindeki Payları (%] Vadesiz Vadesiz Tasarruf Mevduatı Tasarruf Mevduatı Yıllar 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 70.09 63.33 52.23 25.01 22.18 31.50 58.24 11.65 13.20 29.51 36.67 47.77 74.99 77.82 68.50 41.76 88.35 86.80 Kaynak: T.C. Başkanlık Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı Değerlendirme Daire­ si Başkanlığı 1986 yılı için Anka Ekonomik Bülteni 21 Ocak 1987'den faydalanılmıştır. Ocak-Haziran 1985, S. 75 ve Merkez Bankası bültenlerinden hesaplanmıştır. Kredilerin Gelişimi T.C. Merkez Bankası Mevduat faiz oranlarını 9 Şubat 1987 tarihinden itiba­ ren yeniden düzenlemiştir. 1 6 3 1 yıl vadeli ay ay ay 30 Ekim 1986 48 41 36 29 1 Ocak 1987 45 39 35 28 9 Şubat 1987 43 38 35 28 Vadesiz mevduat hesaplarına uygulanacak faiz oranı % 10'u aşmamak üzere bankalarca serbestçe belirlenecektir. Bu değişikliğin başka bir ifadeyle mevduat faiz oranlarının düşürülmesinin sebebi, resmi indekslere göre 1986 yılında faiz enflasyon hızının yavaşlaması do­ layısıyla, reel faiz hadlerinin aşırı bir şekilde yükselmesini önlemektir. Bununla birlikte 1 9 8 6 yılı için hesaplanan reel faiz oranı (% 10.3) uluslararası standartlara göre çok yüksek değildir. Mevduat faiz oranlarının aşağı çekilmesinin diğer bir nedeni de, kredi faizle­ rini düşürmektir. Bankaların kaynak maliyetinin azalması halinde bunun kredi faizlerine de aksedeceği kabul edilmektedir. Kredi Faizleri Ülkemizde kredi faizlerinin belirlenme yetkisi Bakanlar Kurulu'na ait bulun­ makla birlikte, 1983 yıl sonlarından beri esas olarak bankalarca serbestçe belir- lenmektedir. Kredi maliyetleri bankaların kaynak maliyetinden çok, piyasadaki kredi talebi ve bankalar arası rekabet veya bankalar arası anlaşmalarla belirlen­ mektedir. Kredi maliyetlerinin yüksekliği özel sektör yatırımlarını olumsuz etki­ lemekte, haciz ve iflasların en önemli sebebi olarak görülmektedir. Bununla bir­ likte 1986yılında kredi talebi canlılığını korumuş hatta artış hızı yükselmiştir. Ge­ çici verilere göre banka kredilerinin artış hızı, 1985 yılında % 4 8 . 5 iken bu hız 1 9 8 6 ' d a % 75.1 gibi çok yüksek bir seviyeye çıkmıştır. Firmaların enflasyon ve sürekli kur ayarlamaları ile işletme sermayelerine olan talepleri artmaktadır. Bu nedenle mevduat faiz hadlerinde yapılan düşüşler kredi kullananlara efektif ola­ rak yansımamaktadır (106). Kredi faiz oranlarını belirleyen temel faktör, kredi arzı karşısında yüksek kre­ di talebi olduğuna göre, kredi talebi düşmeden kredi faizlerini düşürmek çok güçtür. Kredi faizlerinin düşmesini sağlamak için T.C. Merkez Bankası, reeskont ve avans kredilerine uyguladığı faiz oranını 23 Ocak 1987'den itibaren kısa vadeli, kredilerle % 48'den % 4 5 ' e orta vadeli kredilerde de % 38'den % 3 5 ' e düşür­ müştür. Yüksek kredi faizlerinin düşüşünü sağlamak için, kredi maliyetini kısa vade­ de düşürmek için, kredilerden oluşan % 3 oranındaki gider vergisi ile % 10 ora­ nındaki kaynak kullanımı desteklemek fonunun kaldırılarak kredi maliyetlerinin düşürülmesi öngürülmektedir. Mevduat faiz oranlarında yapılan indirimlerin, bankalarca kredi faiz oranına aksettirilmemesinin en önemli nedenlerinden biri de, kredilere kaynak teşkil eden mevduatın % 15'inin getirişiz mevduat munzam karşılığı olarak Merkez Bankası­ na yatırılması gelmektedir. Bu durum bankaların kredi işlemlerinden zarar etme­ lerine yol açmaktadır. Enflasyonun, % 35'1erde olduğu bir ortamda, Türk sanayicisi finansman bu­ nalımına girmektedir. Şirketlerimizin çoğunda, borç-özkaynak dengesi de kuru­ lamadığı için, artan faiz yükü sonucunda denge daha da bozulmaktadır. Şirket­ ler, öz kaynak ve borç kaynaklarıyla temin ettikleri randımanın tamamını, borç kaynaklara faiz ödemek için kullanır hale gelmişlerdir. Reel faiz oranı İngiltere'­ de % 9 iken, Türkiye'de % 27-30'lardadır. Yüksek kredi faizlerinin gerisinde, enf­ lasyon ve hükümetin iktisat politikası bulunmaktadır. Devlet kendi çıkardığı tah­ villere % 52 oranında faiz vererek, mevduat faiz oranını da belirlemiş olmakta, bir başka ifadeyle, devlet bir çeşit faiz tabanı getirmektedir. Devletin israfı ve fon ihtiyacının sonucu olan bütçe açıkları faiz oranının yükselmesinde önemli bir faktör oluşturmaktadır. Her ne kadar yüksek faizin sorumluluğu bankalara yüklense de, bankaların bilançolarına bakıldığı zaman, verdikleri faizle, aldıkları faizin denk olmadığı görülmektedir. Bankalar topladıkları mevduatın % 15'ini Merkez Ban­ kasında, faizsiz olarak bloke ediyorlar ve yine topladıkları mevduatın % 15'ini kasalarında disponibl olarak tutmak zorundalar. Bunun büyük bölümünü hazine bonosu ve tahvil oluşturmaktadır. Bankacılık sistemi açık veya gizli şekilde, ka­ mu kesiminin finansmanına katkıda bulunmaktadır. Sürekli bütçe açığı veren dev­ let, iç borçlanma yoluyla bu açığı kapatma yolunu tercih ederken, iç borçlanmayı (106) Akgüç, Ö.: "Mevduat Faizlerinin Düşürülmesi", Para ve Sermaye Piyasası, Şubat 1987, s. 9. da esas itibariyle bankacılık kesiminden yapmaktadır. Türkiye ekonomisinde kredi arz ve talep hacmi arasında dengesizlik olduğu, mevcut fon kurumları kredi taleplerini istenilen vade ve miktar açısından karşılayamamasmdan açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü yasal ve örgütlenmiş kredi arzeden fon kurumlarının yanında yasal olmayan fon kurumlarının da büyük bir işlem hac­ mine sahip bulunmaktadırlar. Ayrıca son birkaç yıldır ''geri dönmeyen kredi" hacminin giderek büyük boyutlara ulaşmış olması, bu konuda risk payını artır­ mış olduğundan, bankaları kredi arzında çekimserliğe itmektedir. Sonuç olarak mevduat faizlerinin düşürülmesi tek başına ekonominin genel faiz haddinin düşürülmesinde etkili olamayacaktır. Bu politika bankalardaki va­ deli mevduat artış hızında düşüşlere yatırımcıların dövizlerine yönelmelerine ne­ den olacaktır. Türk parasının sürekli olarak değer kaybettiği, bütçe açıklarının büyüdüğü, hazinenin iç borçlanmayı arttırarak, özel sektörün finansman ihtiyacını daralttı­ ğı, rantların vergilendirilmediği, vergisiz yatırım araçlarının bulunduğu Türkiye ekonomisinde mevduat faizlerinin düşürülmesi yeterli bir tedbir olmayacaktır. I I . B . 2 . C . Yüksek Kredi Faizlerinin Sanayinin Finansmanında Yarattığı Sorunlar Şu anda % 60 olan kredi faizleri kaynak kullanımı destekleme Fonu için olu­ şan % 10 oranındaki kesinti ve % 1.5 oranındaki muamele vergisi ile % 67.5'a çıkmakta, 6 aylık bileşik faizle birlikte kredinin maliyeti sanayiciye % 7 8 ' e malolmaktadır. Bu durum şirketlerin finansman sıkıntısına girmelerine yol açmış­ tır. Sanayi sektörünün finansman sorunun göstergesi olarak, protesto edilen se­ netlerin tutarı almabilinir. Ayrıca, bankalardaki donuk/batık kredi rakamı ve ha­ ciz ve iflas olaylarının yaygınlaşması da sayılabilinir. Protesto Edilen Senetler Özellikle, 1986 yılında Aralık ayı itibariyle, protesto edilen senetlerin değer­ lerinde % 152.8'lik bir artış görülmektedir. Aşağıdaki tabloda, 1 9 8 4 yılından iti­ baren, protesto edilen senet değerlerindeki yıllık artış oranları verilmiştir. Tablo: 64 Protesto Edilen Senet Değerleri Yıllar* 1984 1985 1986 Değer (Milyon TL) 28.306 43796 110.714 % 85/84 54.7 86/85 152.8 * Aralık rakamıdır. KAYNAK: İSO, 1 9 8 7 Yılı Başında Türkiye Ekonomisi, Şubat 1 9 8 7 , S.94 Batık veya donuk kredi rakamları konusunda ise çok çeşitli görüşler ileri sü­ rülmektedir. Bankaların pek de şeffaf olmayan bilançolarına göre bile, donuk ve batık olarak nitelendirilen kredilerin önemli tutarlarda olduğu anlaşılmaktadır. (107). Üçüncü bir gösterge özellikle, 1986 yılında haciz ve iflas olaylarının yay(107) Akgüç, Özün: "Sanayi Sektörünün Finansman Sorunu", Banka ve Ekonomik Yorumlar, Ocak 1987, s. 2. gmlaşmasıdır. Son aylarda on iki bin dolayında haciz ve iflas olayı olduğu açıkça bilinmektedir (108). Dördüncü bir kriter olarak da İ S O ' n u n sanayiciler nezdinde yaptığı anket so­ nuçlarıdır (109). Bu ankette büyük imalat sanayiinde tam kapasite ile çalışamama nedenleri arasında, mali güçlükler, talep yetersizliğinden sonra ikinci sırayı al­ mıştır. Sanayide kapasite kullanımını engelleyen bir faktör olarak da finansman zorluğu görülmektedir. Hatta küçük boyutlu firmalarda finansman zorluğunun, kapasite kullanımını sınırlayan önemli bir etken olduğu savunulmaktadır. Özetle, sanayinin finansman güçlüklerinin yüksek faiz politikasının yanın­ da, günlük kur uygulamasına ve sanayicinin yeni ortama uyum sağlamasında kar­ şılaştığı problemlere dayandığı söylenebilinir. Değişen şartlara rağmen, sanayici eski alışkanlıklarını devam ettirmiş, borç alma alışkanlığı ve borcu tehlikeli gör­ meyen psikolojisi devam etmiştir. Ayrıca suni yatırım teşvikleriyle gereksiz yatırımlara girişenler borç öz kay­ nak dengesini kuramayanlar, bu değişimden olumsuz etkilenmişlerdir. (108) Aynı eser. (109) İSO, 1987 Yıh Başında Türkiye Ekonomisi, A . g . e . , s. 44 'l52 • GENEL DEĞERLENDIRME Bu çalışma , önc e gelişmekt e ola n ülkelerd e dı ş şoklar a karş ı (1973-79 ) v e (1979-85) dönemlerind e geliştirile n farkl ı politikalarda n edinilen tecrübeler i in celemeye çalışmaktadır . Bilindiği gib i petro l şokları sonuc u gelişmi ş v e gelişmekt e ola n ülkelerin , iç ve dı ş dengeler i bozulmuştur . Bozula n dengeler i ayarlama k için ülkele r istikrar politikaları geliştirmeye başlamışlardır . He r iki şo k döneminde d e hem iç e dönük , hem dış a dönü k büyüme stratejis i uygulayan ülkeleri n bi r kısmı i ç dengey e ulaş mak için monetarist istikrar paketleri uygulamaya gitmişlerdir. Bu ülkelerin için de Keynesci-genişletic i par a politikas ı uygulamay a deva m edenlerd e is e b u du rum enflasyon a v e ekonomi k büyüm e oranınd a düşüşler e yo l açmıştır . Çalışmamızda söz konus u şok , dönemlerind e iç e dönü k v e dış a dönü k büyü meyi sürdüre n ülkelerin ik i gru p olara k ele alınarak , bunların uyguladıklar ı dı ş dengeyi vey a iç dengey i y a da her ikisini birlikte sağlayıc ı (mix ) politikaların ön ce gerekl i teorik yapısı kısac a verilmiş, dah a sonra ise uygulamad a hangi alternatif: terci h ettikleri ve ulaştıkları sonuçlar, karşılaştırmalı olarak verilmeye çalışıl mıştır. Çalışmanı n Türkiye ile ilgil i kısımlarında ise yukarıd a ortaya koyulan po litikaların Türkiye'deki gelişimi ve d e ulaşılan sonuçla n önc e (1950-85 ) v e sonra ise istikra r politikalarını değerlendirinç k için (1980-85 ) dönemler i içerisinde ana liz edilmiştir . Çalışmanın L bölümünd e dış a açı k ülkelerin, iç e dönü k ülkeler e oranl a dı ş şoklardan daha geniş çapta etkilendiğini, anca k şoklara karşı geliştirdikleri ceva p politikalar sonuc u iç e dönü k ülkele r grubun a oranla dönem sonlarınd a hızlı bi r büyümeye ulaşabildikler i görülmektedir . Gerçekte n d e dış a açı k ülkele r grubu nun, he r iki şo k dönemind e d e başlangıçta düşük orand a bir büyümeyi vey a bü yüme oranınd a geçici bi r düşmeyi kabu l ettikler i bu nedenl e dı ş borçlanm a hacmine limi t koydukları ve ekonomi k büyümey i uygulamay a başlattıkları "prodüktiviteyi v e üretim i kısa zamand a arttırıcı politikaları n sonuçların a bıraktıkları ve böylece büyümey i tekra r hızlandırdıklar ı görülmektedir. " İçe dönü k ülkeleri n ise , dı ş şoklar a karşı geliştirdikleri ceva p politikalarda bü- ^ yümeyi ayn ı orand a veya dah a yüksek oranlard a sürdürme k amacıyla aşırı derecede dı ş borçlanmay a dayalı büyüm e beraberinde , ödemeler dengesind e v e büt çede böyl e bi r borca dayal ı büyüme beraberinde , ödemeler dengesind e v e bütçede büyü k açıkla r ve d e yükse k oranl ı enflasyon u getirmi ş bulunmaktadır . Yin e bu ülkeleri n yaptıklar ı yatırımlarda dah a çok yüksek maliyetli , büyü k ölçekl i v e de dah a çok alt yapıya yönelik kam u yatırım projelerine ağırlık vermeleri sonuc u bir yandan büyük bütç e açıklarına neden olurken , bi r yandan d a dışarıdan sağlanan fonları n etki n kullanılımın ı engellemiş , b u is e b u ülkeleri n kred i değerlilik lerinin düşmesin e yo l açmıştır . Hiç şüphesiz, enflasyonu n oldukç a öneml i oran larda yaşandığ ı b u ülkelerd e b u tü r yatırımların kısa zamand a piyasaya ma l v e hizmet getirmeye n sektörler e yapılmış olmas ı enflasyon u artırıcı , teşvi k edic i bir ortamın yaratılmasın a neden olmaktadır . Üretimi v e verimliliğ i kıs a zamand a artıracak politikalarda n uzak kalan, dı ş borçlanmaya limi t koyamaya n bu ülk e grubunu n uygulamada karşılaştığı büyü k ekonomik sorunla r onları bu ke z deflasyonis t politikala r uygulamaya götürmüş, böylece büyüm e oranlar ı hızla düşmey e başlamıştır . Gerçektende çalışmada veri- len her iki grup büyüme performansı arasmmda farklılıkların giderek artması bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Bu konuda gelişmiş ülkelerin başarısını artı­ ran bir diğer nokta ise dışa dönük gelişmiş ülkelerin dış şoklara karşı bağımsız cevap politikaları uygulayabilmeleridir. Örneğin dış şoklar nedeniyle, ülkenin it­ halat faturaları yükseldiği zaman bunun sonucunda reel gelir düzeylerinde dü­ şüşlere yol açtığı görüldüğünde, gelişmiş ülkeler, bunları telafi edici selektif ma­ li politikaları (kamu harcamalarını transfer ödemelerini artırarak, vergi oranlarını düşürerek) uygulamışlardır. Çalışmamızın III. bölümünde iç ve dış dengeyi birlikte sağlamayı amaçla­ yan mix istikrar politikalarının uygulamasına örnek olarak ABD alınmıştır. Sözkonusu ülkede politikanın ekonomi üzerindeki genel etkileri, iç ve dış denge yö­ nünden analiz edilmiş ve özellikle imalat sanayinin durumu ele alınmaya çalışıl­ mıştır. Daha soma ki (IV ve soması) bölümlerde Türkiye ekonomisinde dış ve iç denge yönünden uygulanan istikrar politikalarının ve sonuçlarının kantitatif analize da­ yanarak, çalışmanın sonlarına doğru araştırmacı olarak, özellikle 1980 sonrası Türkiye'de izlenen istikrar politikalarının, ABD'de uygulanan Reaganism'le bü­ yük benzerlikler taşıdığını görmüş bulunmaktayız. Bilindiği gibi Türkiye ekonomisi 1980 istikrar paketleri ile orijini Şikago eko­ lüne dayanan moneterist politikalar uygulamaya başlamıştır. Ancak bu politika­ ların sonuçları her iki ülkede de farklı olmaktadır. İç Denge yönünden; ABD ekonomisi (1930-1980) döneminde Keynesci geniş­ letici para ve mali politikaları uygulamıştır. Dış şoklar karşısında 1980 yılından sonra politika değişikliklerine gidilmiş ve 1980-82 arası sıkı para sıkı mali politi­ kası uygulanmıştır. Teorik açıdan bir ülkede enflasyon ve açık birlikte var ise, sı­ kı para sıkı mali politikalar dış dengesizliği bütünüyle gidermemekte sadece iyi­ leştirmektedir. Bu ise ekonomik büyümeyi daraltıcı bir etki yapmıştır. Bunun üze­ rine ABD, 1982-85 arası Reaganizm adı verilen sıkı para-gevşek mali politika bi­ leşimleri uygulamıştır. Bu politikalar, İktisadi büyümeyi hızlandırmış, enflasyo­ nu düşürmüş, doların değer kazanmasına ve işsizliği global olarak az; mıştır. Bu olumlu etkilerin yanısıra, doların değer kazanması ihracatı azaltırken, ithalatı ar­ tırmıştır, dış ticaret açığına neden olmuştur. Ayrıca gevşek mali politikalar (vergi indirimleri, kamu ve transfer harcamalarının artırılması) bütçe açıklarına yol aç­ mıştır. Bu açıklar iç borçlanma ve emisyonla finanse edilmiştir. Sıkı para politi­ kası gereği yükselen faiz oranları uluslararası sermaye piyasasını harekete geçire­ rek, ABD'ye sermaye girmesini sağlamıştır. ABD ekonomisinde dış ticaret ve büt­ çe açıklarının önem kazanması üzerine 1985 yılında tekrar politika değişikliğine gidilerek sıkı mali-esnek para politikasına geçilmiştir. Türkiye'de ise dış şok dönemlerinde selektif mali politikalar uygulanmamış, aksine cari harcamalar ile yatırım harcamalarının payı 1980 yılından itibaren düşme trendine girmiştir. Özellikle personel harcamalarının cari harcamalar içindeki payı düşmüştür. Bu da dış şokların oluşturduğu reel gelir kaybının sabit gelirliler aley­ hinde bir dengesizlik oluşturmasını daha da artırmıştır. Bu konuda varılan sonuç­ ların detayları ilgili bölümün değerlendirilmesinde tekrar ele alınacaktır. Türkiye'de 1950-1980 döneminde, ABD ekonomisine paralel, Keynesci ge­ nişleyici para ve maliye politikaları uygulanmıştır. 1979 krizinden sonra 24 Ocak 1980 kararları ile sıkı para-sıkı maliye politikalarına kayılmıştır. Ancak yapılan kantitatif analizler sonucu her ne kadar denk bütçe politikası amaçlanmışsa da (kamu harcamaları azalma trendine girmiştir) yine de bütçe açıklarının devam et­ tiği görülmüştür. Bu açıkların hazine ve Merkez Bankası üzerine yaptığı baskılar sonucu para arzının artmaya devam etmesi, sıkı para ve sıkı maliye politikaların sözde kalmasına sebep olmuştur. Emisyon yanında bütçe açıklarının büyük ölçü­ de iç borçlanma yolu ile finanse edilmesi enflasyon oranının hedeflenen tek ha­ neli rakamlara indirilmesini engellemiştir. Halbuki aynı politikalar, ABD'de, ulus­ lararası para-sermaye piyasalarına sahip olmalarından dolayı enflasyonu düşür­ mede başarılı olmuştur. Yine ABD ekonomisinde aynı politik tedbirlere bağlı ola­ rak yabancı sermaye girişi ile canlanan yatırımlar işsizliği azaltırken Türkiye'de işsizlik giderek artmaktadır. ABD'de bu politikalar sonucu dolar değer kazanırken, Türk lirası sürekli de­ ğer kaybetmektedir. Buna bağlı olarak da dış ticaret hadlerimiz daha da kötüleş­ mektedir. Yukarıda değinilen olumsuz sonuçlara rağmen sözde sıkı para ve maliye po­ litikaları, doğal olarak ekonomik büyümeyi artırmıştır (1986 yılında % 7,9'a ulaş­ mıştır). Bu bölümde ayrıca 1980-86 dönemi mali ve parasal değişkenler ele alınmış­ tır. Bu dönemde iç ve dış borçlanmanın büyük boyutlara ulaştığı görülmüştür. 1980 yılında 11.4 milyar dolar olan dış borçlar 1986 yıl sonu itibariyle 31.2 mil­ yar dolara ulaşmıştır. Ayrıca kısa vadeli borçların toplam borçlar içinde 1981'de % 13 iken, 1986'da % 30'a yükselmesi son derece olumsuz bir gelişmedir. 1987 bütçesinde ise bütçenin % 37,5 borç ödemesine ayrılmaktadır. Bu da sağlık, eği­ tim alt yapı kaynaklarına ayrılan fonların azalmasına yol açacaktır (Nitekim 1981'de eğitimin, genel bütçeden aldığı pay % 12 iken, 1986'da 8,6'ya düşmüştür.) Dış denge yönünden; ABD'de (1981-85) döneminde izlenen sıkı para gevşek mali politikalar ihracatın azalmasına ithalatın hızla artmasına neden olmuştur. Bu da istihdamda izlenen sanayileşen politikalara göre farklı sonuçlar oluşturmuş­ tur. Dışa açık yoğun rekabete konu olan ve özellikle sanayi sektörünün korunma­ yan, mal üreten sektörlerinde çelik, tekstil, elektriksiz makine, metal işleri gibi alt sektörlerinde üretim ve istihdam azalmıştır. Buna karşılık hizmet sektöründe ve korunan sanayi sektörlerinin bazı alt dallarında (matbaa, yayın) sektörler­ de üretim ve istihdam artışlarına yol açmıştır. Türkiye'de ise 1980 sonrası uygulanan dışa açık sanayileşme politikaları ile ithal ikame politikalarının yerini alan liberal politika gereği korumacılık tama­ men bırakılmıştır. 1980 sonrası V.BYKP'dakihedeflerde açıkça görüldüğü gibi ima­ lat sanayi yatırımlarının toplam yatırımlar içindeki payının düşürülmesi öngö­ rülmüştür (1 V.BYKP, % 25,6 iken, V BYKPda % 20,9) IIl.BYKP'da % 7,9'luk bü­ yüme gösteren imalat sanayi 1980'li yıllarda duraklarken, 1980 sonrası artmakla birlikte düşük bir büyüme hızı göstermektedir. Bu durum sanayi firmalarının % 14'nün hâlâ (% 0,39) kapasite kullanımı ile çalışmalarından kaynaklanmaktadır. 1980 sonrası politikab.rla ABD'deki sanayii sektöründe ve istihdam da görü­ len daralma bizde de olmuştur. Ancak ABD selektif koruma politikası uygulaya­ rak istihdam ve üretim kayıplarını önlemiştir. Reaganism'in Türkiye ekonomisinde geçerli olamayacağı konusunda, yuka­ rıda yapılan gözlemlerin yanında diğer göstergelerden biri de; her iki ülkenin tü- ketim kalıplan ile gelir dağılımı düzeyleri arasında bulunan fevkalade farklılık­ lardır. Bilindiği gibi Reaganismin vergileri azaltma politikası (gevşek maliye-sıkı para) sonucu, harcanabilir gelir düzeyi artan ABD toplumunun tüketim harcama­ lar meyli düşük olması nedeniyle ilave gelirler tasarrufa ve dolayısıyla yatırıma yönlenebilmektedir. Ayrıca yüksek faiz politikası uygulamasıyla, ABD kolaylıkla dış sermayeyi celbederek, ödemeler dengesi açıklarını uzun süre bu yoldan finanse edebilrnektedir. Gerek tüketim harcamaları yönünden henüz doyuma yaklaşma­ mış ve fert başına gelir düzeyi henüz düşük sayılabilir bir toplum olarak gerek uluslararası sermaye hareketlerinin yok denecek kadar az olduğu bir ülke olarak Türkiye'nin, Reaganismin vergi ve faiz politikasından aldığı ekonomik cevapla­ rı; vermesi mümkün görünmemektedir. Dünya'da ödemeler bilançosu açığını kendi parasıyla ödemeye muktedir tek ülke olarak ABD'deki bu koşullarda artan dış ti­ caret açığını kapamak için ''gevşek maliye"den, "sıkı maliye" politikasına dön­ mek zorunda kalmıştır. Türkiye'nin ise yetersiz vergi gelirler, yüksek tüketim har­ camaları gibi (daha önce bu konuda değindiğimiz) diğer olumsuz koşullar altın­ da yatırımlarını, üretimi istenilen oranlarda nasıl arttırabileceği düşünülmesi ge­ reken bir konudur. Çalışmanın V. bölümünde ise istikrar politikalarına yönelik analiz ve değerlendirmelerde bulunulmaya çalışılmıştır. 1. şok döneminin başlangıcı 1973 başlarına kadar bilindiği gibi dünyada ge­ nellikle sabit kur sistemi uygulanmaktaydı. Bu dönemde, dış dengeye yeterince önem verilmeyip, iç denge para ve maliye politikaları aracılığı ile sağlanmaya ça­ lışılıyordu. Ancak gerçek bir dengesizlik ortaya çıktığında, dış denge için para politikasına başvuruluyordu. Maliye politikası ise çoğunlukla iç denge için kul­ lanılıyordu. Bu ortamda, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler sabit kur sistemi altında, iç ve dış dengenin sağlanmasında büyük güçlüklerle karşılaşmışlardır. Milli paraları kanvertibil olmadığı için, ülkelerin sıkı para politikası ile yabancı sermayeyi çekme imkanları çok sınırlı olmaktadır. Böylece, para ve maliye politi­ kaları genellikle iç amaçlar için kullanılmıştır. Faiz oranları gerçek değerlerinin altında tutularak, iç yatırımlar teşvik edilmek istenmiş, içerdeki genişletici har­ cama politikalarının dış ödemeler bilançosunda doğurduğu baskılar ise, dış tica­ ret ve kambiyo kısıtlamaları dış borçlanma ve işçi dövizleriyle karşılanmaya çalı­ şılmıştır. Ancak, İstikrar Politikaları ile, 1980 sonrası değişikliğe gidilmiştir. Batılı sanayileşmiş ülkeler ise, iç ve dış dengevi sağlayamayınca, 1973 Mart'mda Sabit Kur Sisteminden ayrılmışlar, bu tarihten sonra uygulamaya başladık­ ları gözetimli dalgalanma ile iç dengeyi sağlama amacını, dış dengenin kısıtla­ malarından kurtarmış, böylece bağımsız bir kur politikası uygulama imkanını bul­ muşlardır. Böylece dış dengeye bağlı olmadan, politika araçlarını ülke içi amaç­ ları için kullanmışlardır. 1973 petrol şokunun iç ve dış dengede büyük problem­ lere sebep olmadan geçirilmesinde (gelişmiş ülkelerde değişken kur sisteminin önemli bir rolü olmuştur. 24 Ocak kararları ile Türkiye'de dışa açılma dönemi başlamıştır. İthal ikame­ si politikaların yerini ihracatı teşvik politikaları almıştır. Türkiye'de bu safhada, dalgalı kurlara geçiş söz konusu değildir. Esasen 1970'lerden beri uluslararası seviyede uygulanmakta olan esnek kur düzeni için­ de dahi, sadece 18 ülke ayarlanabilir kur kategorisinden, daha esnek kur sistemi­ ne geçmiştir. Bu dönemde 33 ülke oldukça esnek kur politikası uygulamış ise de, 1 9 8 0 ' l e r m ikinci yarısından itibaren, dalgalı kurlardan uzaklaşma eğilimi görül­ mektedir. Ayarlanabilir sabit kur sisteminde olduğu gibi, 2.25 sapma ile, Türk lirasını dolara bağlamak da, ekonomimizde, dengesizlik unsuru oluşturacaktır. Türk li­ rası, endekslere bağlanabilir. Bu endeks nisbi enflasyon fazlalıklarını, ekonomi­ deki ve dış ticaret rejimindeki değişmeleri aksettiren bir endeks olmalıdır. Kısa dönemde Türk lirasını müdahalesiz dalgalanmaya bırakmamak, kısmı ve bölgesel konvertibilite uygulamasına geçmemize engel değildir. Bilindiği gi­ bi, dalgalı kurlar, konvertibilite için gerekli bir ön şart değildir. Konvertibilitenin kısa dönemdeki ön şartları, resmi kurların piyasa kurlarından fazla ve uzun süreli ayrılmaması, uzun dönemde ise liberasyon kalanı ile gerçekçi kurlara ulaşılması­ dır. Bu sebeple, teorik olarak esnek kura geçmeden konvertilibiteyi uygulamak mümkündür ve buna örnek ükleker de mevcuttur. Türkiye'de ithalatın liberasyonu ile birlikte sınırlı konvertibiliteye, ödeme­ ler dengesi hesaplarından ayrım yaparak, mesela, transferlerine, ihracat kazanç­ larına, mütahit gelirlerine konvertibilite uygulanabilir. Ayrıca, serbest bölgeler­ de, konvertibilite uygulamaları için en uygun zemindir. İthalatın liberasyonu ise, kotaların kaldırılmasıyla başlanan, ara ve yatırım malları niteliğindeki malların liberasyon listesine geçmesiyle devam edilen bir uygulamadır. Bu süreç Türki­ ye'de başlatılmıştır. Ancak bilinmektedir ki dış dengenin tek elemanı elbetteki döviz kuru politi­ kası değildir. Gerçekçi kur politikası; maliyeti etkileyen kredi ve gümrük politi­ kaları ve ayrıca verimliliği ve üretimi artırmaya yönelik yatırım politikalarıyla des­ teklenip, geliştirilmedikçe T L . nm değerini sürekli düşürüp "denge kuruna" va­ rılarak, ödemeler dengesi açığmm otomatikman giderileceğini düşünmek, belki teorik açıdan belirli varsayımlar altında doğrudur, fakat uygulamada yanlıştır. 24 Ocak sonrası 70 TL. nin ilk 5 yıl içinde 600 lirayı aşarak $'a karşı % 750 oranında değer kaybetmesi, gerçekçi kur politikasının başarısını herhalde göstermemekte­ dir. Tüm diğer ekonomik politikaların hedefi ekonomik istikrar olduğuna göre kur politikasının da hedefi ülke parasının değerini sürekli erozyona uğratmak değil, onu tüm ekonomik faaliyetler kapsamında bir stabiliteye, istikrara götürmektedir. En azından yaklaştırmaktır. Kaldı ki bir paranın istikrarı, o ekonominin istikrarı­ nı dolayısıyla devletin itibarını temsil etmektir. VI. bölümde; Türkiye yönünden yaptığımız kantitatif analiz çalışmalarına ge­ lince, Monetarist görüşte ise, parasal işlemlerin ekonomik faaliyet üzerinde bü­ yük ölçüde etkili olduğu sonucuna varılmaktadır (paranın dolaşım hızının istik­ rarlı olduğu varsayımı altında). Yine özellikle az gelişmiş ülkelerde parasal işlem­ ler, ekonomik faaliyetler üzerinde daha büyük etki yapmaktadır. Para arzı, faiz oranlarına göre, para otoritelerinin kararlarına daha yakından bağlıdır. Ayrıca fa­ iz oranlarının bir ölçü olarak kullanılması durumunda düşülecek hata oranı, para arzının ölçü olarak kullanılmasından daha fazladır. Para arzını para otoriteleri is­ tedikleri zaman kontrol edebilirler. Bu nedenlerle çalışmada Türkiye'de (1950-1986) döneminde monetarist çerçeve içersinde parasal büyümenin GSMH üzerindeki etkiler araştırılmıştır. 1950-80 dönemini kapsayan ilk analizlerimiz so­ nucunda, ülkemizin bu dönem içersinde içe dönük ülkeler grubunda bir ülke ola­ rak, nominal GSMH'sı üzerinde mali değişkenlerin, parasal değişkenlerden daha büyük ve önceden tahmin edilebilir bir etkiye sahip olduğunu buluyoruz. Böyle bir sonuç, daha çok iç dengeyi sağlayıcı mali politikanın ve özellikle kamu harca­ maları politikasının, iktisat politikamız içersinde çok önemli bir yeri olduğunu göstermektedir. Bu dönem boyunca ekonominin genel olarak büyüdüğü (bazen plan hedeflerinin üzerinde, bir kaç yıl ise negatif büyüme gösterdiği hariç) göz­ lemlenmektedir. Ancak bu* büyümeyi hem para, hem maliye politikalarının bir­ likte uygulandığı bir mix politikanın belirlediği (sıkı maliye-gevşek para ve alter­ natifleri) ancak mali politikaların büyüme üzerinde daha büyük bir etki yaptıkları anlaşılmaktadır. 1980-1985 döneminde dışa açık ülkeler grubuna giren Türkiye'nin ilgili eko­ nomik verilerini kapsayan analizlerimiz sonucunda da, nominal GSMH üzerinde mali değişkenlerin parasal değişkenlerden daha büyük ve önceden tahmin edile­ bilir bir etkiye sahip olduğunu bulduk. Bu sonuç, kamu harcamaları politikası­ nın, iktisat politikamız içersinde çok önemli olduğunu tekrar ortaya koymakta­ dır. B u durumda Türk ekonomisinin halen içinde bulunduğu yüksek enflasyon, dışa açık ve istihdam, bütçe açığı gibi güncel sorunlarına daha iyi çözümler bula­ bilmesi için; söz konusu kamu harcamalarının konpozisyonunun ve finanse edi­ liş biçiminin analiz edilmesine çalışılmıştır. (Bu konudaki bulgular sonuç kısmında verilmiştir). Çalışmanın I. bölümünde dışa açık ülkeler grubunun dış şoklara karşı bağım­ sız ve otomatik politikalar uygulayabilmede, içe dönük ülkelere oranla daha ba­ şarılı oldukları ve sağlıklı bir büyümeyi sürdürdükleri ortaya konulmuştu. Türkiye'nin de 1980 soması yaptığı politika değişiklikleri sonucu böyle bir şansa sahip olduğunu gö­ rüyoruz. Özellikle ithal ikamesi sanayileşme ve büyüme politikasını tamamiyle reddedip ihracatı teşvik eden bir politikaya geçmesi sonucu, dış denge sorununu ilk üç yılda hızla çözümlemeye başladığı, bunda da başarılı olduğu görülmekte­ dir. Ancak, burada dışa açık ülkelerin yaptığı, başlangıçta düşük büyüme bizleri­ ni kabullenerek, dış borçlanmaya limitlediklerini, ancak büyümeyi prodüktif ya­ tırımlara, üretim sağlayıcı, üretimi artırıcı, yatırımlara ağırlık veren selektif poli­ tikalarını uygulama sonuçlarına bıraktıklarını ve bunda da başarılı oldukları ger­ çeğini gözardı edemeyiz. Türkiye ise bu konuda ihracatı teşvik eden bir sanayileşme modelini getirme dışında, acaba yatırımlar ve dış borçlar konusunda da benzer politikaları uygula­ makta mıdır? Ve de ihracatı teşvik sisteminin aksayan yönleri var mıdır? Yine, Türkiye'de halen ithal ikameciliğinin uygulanması gereken sektörler mevcut mu­ dur? şeklinde bazı sorular hemen akla gelmektedir. Yapılan analizler sonucu Türkiye'de yapılan yatırımların dağılışmdaki, finan­ se edilişindeki endişe veren başlıca gelişmeler belirlenmiş ve çalışmada sunul­ maya çalışılmıştır. Ancak sanayileşme modeli ve aksayan yönleri direkt analiz ko­ nusunu aşmakta ise de, büyüme ile sanayileşme kavramı geniş anlamda özdeş tu­ tulduğundan ve de gerek iç denge, gerekse dış dengeyi sağlayıcı politikalar sana­ yileşme modeline göre biçimlendirildiğinden bu konuda da burada şu hususlara değinmekten kendimizi alıkoyamamaktayız. Bilindiği gibi çoğu kez, ithal ikamesine, ihracata dönük sanayileşmenin ka­ bul edilebilir bir büyüme hızı sağlamadığı için başvurulduğu sanılmaktadır. İthal ikamesinde de gücüklerle karşılaşıldığında, bu kez ihracat sektörünün teşvikiyle problemlerin çözümleneceğini düşünenlerin sayısı az değildir. " B ü y ü m e " ve "ti­ caret teorisindeki" gelişmeler, kalkınmış olan ülkelerin, ekonomik gelişmelerini ihracata değin, kendi koşullarına uygun yapı ve nisbeten hızlı prodüktivite artışı yaratmak konusundaki kabiliyetlerine borçlu olduklarını ortaya koymaktadır. Bü­ yüdükleri için dış ticaretleri artmış, ihracatlarının gelişmesi, üretim artışı yoluylaprodüktivite artışı sağladığı sürece-büyümeye katkıda bulunmuştur. Büyüme ile ihracat aynı faktörler tarafından etkilenmektedir. Yani ihracatın potansiyel avan­ tajları, büyüme için gerekli şartların yurt içinde gerçekleştirilmiş olması (bir an­ lamda ithal ikamesi aşamaları tamamlandığında) halinde geçerlidir ve büyümeye katkıda bulunabilirler. Ancak, hiç kuşkusuz, kalkınmanın başlangıcında dahi iç pazara dönük büyüme imkanı sınırlı olduğunda da ihracata dönük büyüme tek alternatif olmaktadır. Sanayileşmenin bu genel düzeni içersindeki istisnalarına gelince Yugoslav­ ya, ekonomisinin işçi kesimine dayalı ticaret anlaşmalarının önde gelmesiyle, it­ hal ikamesi ve aynı zamanda ihracatı geliştirme politikasına dayalı bir sanayileş­ me modeli çizmiştir. Türkiye'de ise yıllardır izlenen ithal ikamesi stratejisinde, sanayii teşvik ama­ cıyla dış ticaret rejimi yoluyla, mamul madde ithalatına kısıtlama getirmeye bü­ yük ağırlık verilmiştir Şöyleki, korumacılık; en fazla tüketim mallarında, sonra ara, sonra da yatırım mallarında olmuştur. Ancak tüm bu faktörler, hem ithal eği­ liminin artmasına, hem de ithalatçıların aşırı kârlar elde etmesine neden olmuş­ tur. Yatırım ve üretimde ithal girdi kullanımı etkin biçimde teşvik edilmiş ol­ maktadır. Bu koşullar altında gerçekten de ithal ikamesini tamamlamış ve dışa açılma­ da sırası gelmiş bazı malların (koruma altında) yurt içinde üretilmesi için kulla­ nılan kaynakları, ihraç potansiyeli taşıyan başka alanlarda kullanmakla GSYH arttırılabilecek iken, bu yapılmıyor ise ekonominin kaynak dağılımı bu anlamda et­ kili olmayan bir rejimdedir, denilebilir. Gerçekten de son 40 yıllık sanayileşme (1980'e kadar) deneyimi, ihraç potansiyeli olan sektör ve girişimlere öncelik tanı­ mayan bir politikadan kaynaklandığı için büyümesi oranında ihracat artışı sağla­ yamayan bir sanayi yasasının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ancak bilindiği gibi 24 Ocak 1980 Kararları ile geçen ekonomi politikasında, ithal ikamesi strate­ jisinden tamamen vazgeçilmiş ve ihracata yönelik üretim ve yatırım stratejisi be­ nimsenmiştir. Bu nedenle teşvik politikasında da ihraç potansiyeli bulunan faali­ yet ve yatırımların önem kazandığı açıktır. İhracat teşvik araçları arasında ise, ihracat kredileri en etkindir. Ayrıca, ihra­ catçılarda gelir vergisi indirimi ve 1980'lerden sonra tanınan şartlı gümrük muaffiyetleri de önemli teşvik araçları olmuştur. İhracatdaki vergi iadesi ise, genelde kullanılan girdilerdeki korumanın oluşturduğu maliyet artışlarını karşılayama­ maktadır. Literatürde ülkemii yönünden her iki sanayileşme stratejisinin dengeli bir bi­ çimde uygulamasına gidildiğinde ekonomide gerçekte kıt olan kaynakların yeter­ siz kalacağı endişesine rastlanmaktadır. Gerçekten de ithal ikameciliği ve ihraca­ tı teşvik politikasının optimal bir bileşimine ulaşmak her ne kadar teorik olarak anlamlı gözükmekte ise de uygulamada her zaman başarılı olmamakta ve bunun yerine daha pratik çözümlerin (yalnız bir stratejinin izlenmesi gibi) tercih edildi­ ği görülmektedir. Oysa biraz gelişmiş ülkede korumacılığın ithal ikame sanayileş- me sürecinde önemli bir politika olması doğaldır. Bununla beraber gelişmekte olan bir ekonomi kullandığı her malı ülke olarak üretmeye yönelmek yerine daha elve­ rişli koşullara sahip olduğu bazı sanayi mallarında ihraç etmek için seçilmiş öl­ çekler ve teknolojiler ile üretim kapasiteleri kurarak, toplam gelirini ve büyüme hızını daha da arttırabilir. Ancak pür ithal ikameciliği ve korumacılık bileşimi ye­ rine dengeli bir ihraç özendiriciliği ve korumacılığın daha yüksek büyüme hızla­ rı yaratması açısından yeni imkanlar getirmesi mümkündür. Ülkemizde ise aşırı ithal ikameciliği ile ekonomik bağımlılığın azaltılması isteği arasındaki ilişki ters yönde gerçekleşmiştir. Büyüyen ve yapısı değişen bir ekonominin ithal ihtiyacı artarken dünya piyasasındaki verimlilik ve etkinlik koşullarından kopuk bir şe­ kilde sürdürülen ithal ikameci sanayileşme (ikamenin tamamlandığı sektörlerde) korumanın devam etmesi yanında dinamik dünya piyasası koşullarına göre fahiş maliyet farkı olan sektörlerde yeni yatırımları teşvik eden korumacılık, ülkenin ihracatmı arttıramadığı için büyük dış ticaret açıklarına yol açmıştır. O halde bun­ dan soma izlenecek sanayileşme stratejisinde ise, şimdiye kadar uygulanan ithal ikamesi politikaların tersine, nihai tüketim mallarında korumayı kaldırıp, yatı­ rım mallarında korumaya yönelirsek, genellikle, hem ithal ikamesini tamamla­ mış sektöre girdi sağlayan ara ve yatırım malları üretimi de dolaylı olarak uyarıl­ mış olacaktır. Böylelikle, bugüne kadar korumanın sürekliliği ile ihracata açılmakta gecikmiş sektörler giderek ihracata açılırlarken aynı zamanda, bu sektörlerin özel­ likle yeni girdilere dayalı üretim yapmaları daha cazip hale geleceğinden malla­ rın da, ithal ikamesini tamamlama sürecine girilmiş olacaktır. Bu öneriler ışığın­ da, bir sanayileşme stratejisi optimal bileşime (dengeli ihracatı teşvik ve ithal ika­ meciliği) uygulamada da yaklaşmak mümkün olabilecektir. Konu-teşvik politikası açısından ele alındığında, bu amaçla en kısa zamanda en azından ithal ikamesi uygulamasında ulaşılmış bulunan düzeyin belirlenerek, korumanın devam ettirilmesi gerekli sektörler için "belirli bir süre verilerek" ko­ ruma kapsamına alınmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Örrieğin; uzun yıllar ithal ikameciliğinde yatırım malları aşamasına gelebilmiş ülkemiz için tüm sektörle­ rin, birden korumadan çıkarılma, özellikle ikamenin tamamlanmadığı yatırım mal­ ları üreten sektörlerimiz için oldukça düşündürücüdür. Ayrıca teşvik politikasında da genellik yerine selektiflikler; amacı belirgin hale koyduğu için etkinlik yönünden kontrolünü de kolaylaştıracaktır. Özellikle plan­ larda gösterilen hedeflere ulaşmada bir araç olarak yararlanılan teşvik önlemleri­ nin genel değil selektif olmaları gerekir. Çünkü her yatarımı her faaliyet alanını teşvik etmek hiç bir şeyi teşvik etmemek anlamına gelir. Zaman, zaman bu selektiflik ilkesinden fazlasıyle uzaklaştığı dönemlerin olduğu gözden uzak tutulma­ malıdır. Ayrıca teşvikler çok geniş bir alana yayıldığından, girişimci daha az bir teşvikle de olsa, daha kolay kâr elde edileceği alanlara yönelebilir. B u nedenle faaliyetlerin yöneltilmesi, istenen alanların dışında teşvik uygulaması hiç kuşku­ suz daha rasyonel olacaktır. Bu nedenle teşvik edilecek yatırım alanlarının ağır­ lıklarına göre öncelikle belirlenmesi, selektif ve etkinliği olan bir politika uygu­ lanması konusu oldukça büyük önem taşımaktadır. Türkiye'de 24 Ocak 1980 sonrası izlenen istikrar politakasmm dış denge ve iç denge yönünden temel prensipleri ve uygulama sonuçları ile bir mukayeseye yöneldiğimizde şu bulgularla karşılaşmaktayız. Bilindiği gibi 24 Ocak Kararları ile, dış dengeyi sağlamak ve iç denge yönün- den ise enflasyonu önlemek temel hedefler olarak seçilmişt. Bundan dolayı, iç dengeye yönelik, prodüktivite ve üretimi artırıcı, yeni istihdam imkanlarını yara­ tıcı politikalar ikinci planda kalmıştır. Böylece gelir dağılımındaki dengesizlik de giderek büyümektedir. Bununla birlikte, 24 Ocak sonrası ilk yıllarda, dış den­ ge verilerinin umut verici olduğu, ihracatın arttığı, dış ticaret açıklarının rahat­ lıkla kapatılır hale geldiği, işçi dövizleri, program, proje kredilerinin büyüdüğü görülmektedir. Ancak bu gelişmeler. Kuzey Afrika ve Orta Doğu bölgelerindeki, konjonktürün dış denge yönünden lehimizde olduğu dönemlerde gerçekleşmiş­ tir ve geçicidir. 24 Ocak sonrası ekonominin bunalımdan düzlüğe çıkışından ve ekonominin çarklarının tekrar dönmeye başlamasından sonra, ülkenin içinde bulunduğu, iç ve dış konjonktürel şartların, yapısal sorunların, ülke potansiyelinin gözden ge­ çirilmesi ve yeni kararlarla üretimi artırıcı tedbirlerin uygulamaya konulması ge­ rekmekte idi. Gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husus, 24 Ocak Kararla­ rının amaç değil, araç olduğudur. Daha çok moneter tedbirlerle, (örneğin yük­ sek faiz politikası,TL. sının aşırı değer kaybına dayanan kur politikası ve KİT'le­ rin sürekli zamlara dayanan fiyat politikası gibi) ağırlık verilmesi ekonominin üre­ tim gücüne yeterli katkıyı ve dinamizmi getirememiştir. Sonuçta, enflasyon, is­ tihdam kaybı, ödemeler bilançosu ve bütçe açıkları, üretken yatırımların yeter­ sizliği, iç ve dış borç yükünün artışı, TL. sının aşırı değer kaybı yüksek kredi faiz­ leri gelir dağılımının giderek bozulması gibi, sorunlar güncelliğini ve önemini korumaktadır. Bugün Türkiye'nin dış ekonomik ilişkilerde bulunduğu batı ülkeleri, petrol şoklarını tamamen atlatmış, enflasyonu dizginlemiş ve herbiri gelişme sürecine tekrar girmiştir. O halde, Türkiye artık bu ülkelerden, enflasyon ithal etmemekte­ dir. Yine uluslararası finans kuruluşlarının borçlu ülkelere yaklaşımında da olumlu gelişmeler gözlenmektedir. Bu şartlara rağmen, Türkiye ekonomisinin istenen per­ formansa ulaşamamasında, 24 Ocak Kararlarının birbiriyle çelişik hedefleri biraraya getirmesinin rolü büyüktür. Piyasa ekonomisine gitmek, fiyat oluşumunu, piyasa güçlerine bırakmak, enflasyonu yavaşlatmak hedefine ters düşerken, özel kesime ağırlık verilmesi düşüncesi ile de çatışmaktadır. Uzun yıllar boyunca, ka­ mu kuruluşlarının ucuz fiyat politikaları, bunların mallarını girdi olarak kulla­ nan sanayilerde, belli rantların oluşmasına imkan vermiştir. Hükümet, bütçe açık­ larını kapatmada vergi gelirlerini arttırma yerine, KİT ürünlerine fiyat artışları uy­ gulama politikasını tercih etmiştir. Bu uygulama, bir taraftan da, özel kesimi, sözü edilen ranttan mahrum bırakmıştır. Bu ise, maliyetleri hızla yükselterek enflasyonun aşağılara çekilmesine engel olmuştur. Bir diğer çelişki de, ekonomideki durgunluğu aşma hedefi ile, özel kesime ağırlık veren, 24 Ocak felsefesi arasındadır. 1987 bütçesinin, GSMH'ya göre nisbi büyüklüğünün artması, devletin ekonomideki payını arttırırken, özel kesimin pa­ yını daraltacak, dolayısıyle, piyasa ekonomisine geçiş yavaşlayacaktır. Bu da li­ beral ekonomi ilkelerine ters düşmektedir. Nitekim, kamu kesiminin, milli gelir içindeki payını küçülterek özel kesimi, teşvik amacıyla kamu yatırımları yavaşla­ tılmış, yatırım görevini özel kesimin yabancı sermaye desteğiyle üstlenmesi bek­ lenmiştir. Türkiye'nin bu koşullar altında kısa dönemde üretim kapasitesini ve verimliliğini artırıcı ve istihdam sağlayıcı politikalara biran önce dönerek, gerek­ li reformlara giderek, kalkınmasına yeni bir şekil ve yön vermek zorunda olduğu gerçeği açıkça ortadadır. SONUÇ Herhangi bir dış şok karşısında, dışa dönük ülkeler grubunun (Bkz. Böl.I) ba­ şarılı cevap politikalar geliştirdikleri görülmüştür. Çünkü, bu ülkeler, başlangıç­ ta daha düşük bir büyüme hızı hedefleyerek, dış borçlanmaya limit koyarak, en çok prodüktiviteyi ve üretimi kısa zamanda arttıran politikalara ağırlık vererek, büyümelerini bu politikaların sonuçlarmabırakmışlardır.Sonuçta tekrar büyüme­ lerine hız kazandırdıkları görülmüştür. İçe dönük ülkeler ise yüksek büyüme he­ defleyerek, bunu aşırı dış borçlanmayla finanse etmeye gitmişler, yine yatırım­ larda daha çok büyük ölçekli yüksek maliyetli alt yapıya yönelik kamu yatırımla­ rına ağırlık vermişler, bunların sonucunda da bütçe açıkları ve ödemeler denge­ sinde tekrar büyük açıklarla karşılaşmışlar ve yüksek oranlı enflasyonlarıda sür­ dürmüşlerdir. Türkiye'nin ise her ne kadar II. şok döneminde (kur ve sanayileş­ me politika yönünden) dışa açık ülkeler grubuna girdiği görülmekte ise de (Bkz. IV.V.VI. bölümün vardığı analiz sonuçlarına göre) uygulamada genelde içe dö­ nük ülkeler grubunun cevap politikalarını geliştirdiği görülmektedir. Yine dış şoklar karşısında, dışa dönük-gelişmiş ülkelerin bağımsız cevap po­ litikaları izledikleri, örneğin ödemeler bilançosu açıkları nedeniyle ülke reel ge­ lir düzeyindeki düşüşleri önleyici selektif mali politikalar uygulamaları görülmek­ tedir. Türkiye'de ise böyle bir uygulamaya gidilmemiştir. Kamu harcamalarında, Cari harcama ve yatırım harcamaları payının 1980 sonrası giderek düşme trendi göstermesi ve özellikle burada personel harcamalarının, cari harcamaları içinde­ ki payının giderek azalması sonucu reel gelir kaybının giderek dar ve sabit gelir­ liler aleyhine döndüğü görülmektedir (Bkz.Böl.LVI). 1980 sonrası Türkiye'de izlenen istikrar politikası ile ABD.de aynı dönem­ de izlenen Reaginism (sıkı para-gevşek maliye) ile büyük benzerlikler bulunduğu saptanmıştır. Ancak her iki ekonomide ekonomik büyüme artarken diğer alanlarda farklı ekonomik ve toplumsal strüktürlerin olması nedeniyle farklı etkiler, sonuçlar doğmuştur. ABD.de enflasyon düşerken, dolar değer kazanırken, ihracat kaybı sonucu (vergi indirimlerine gidilmesi), büyük bütçe açıkları oluşturmuştur. Ayrıca istihdamda (özellikle selektif koruma olmayan sektörlerde) büyük daralmalar görülmüştür. Bu­ nun üzerine gevşek maliye terkedilmiş, sıkı maliye politikasına geçilmiştir. Türkiye'de ise benzer politika uygulaması sonucu, enflasyon azalmamış, T L . sürekli değer kaybetmiş, dış ticaret açığı kapanamamış ve bütçe açıkları (büyük ölçekli kamu yatırım projeleri nedeniyle) devam etmiştir. Emisyon yanında baş­ vurulan açık finansmanda, iç ve dış borçlanmaya büyük ölçüde dayanılmış ve is­ tihdam sorunu önemini korumuştur. Bu koşullar altında Türkiye'de sözde sıkı para ve açık bütçe politikaları sayesinde belki büyüme gerçekleşmiş, fakat pek çok alan­ da makro ekonomik dengeyi bozucu bir maliyete neden olmuştur (Bkz. Böl.III). Dış dengeye ulaşmak açısından, sadece gerçekçi kur politikası altında TL.nm değerinin sürekli olarak düşürülmesiyle denge kuruna varılarak, ödemeler den­ gesi açığının ortadan kalkacağına inanmak yanlıştır. Bu kur politikası, üretimde maliyeti etkileyen kredi ve gümrük politikası ile ayrıca verimliliği ve üretimi art­ tırıcı yatırım politikalarıyla desteklenip, güçlendirilmedikçe sonuç her zaman T L . n m 1980 sonrası ilk 5 yılda % 750 oranında (dolar karşısında) yaşadığı gibi yeni erozyonlar olacaktır (Bkz.Böl.V). Gerçekten de dış olumlu konjonktürel ko- şullarm değişmesi ile düşme gösteren ihracatımızı, tek başına (aşırı değer kaybe­ den TL.ye dayanan) kur politikası arttırmaya muktedir olamadığı gibi diğer yan­ dan da dövizle ödenecek dış borçları arttırarak, cari işlemler açığının büyümesin­ de büyük rol oynamaktadır. Bir başka deyişle aslında ekonominin büyüme hızı oranında para arzı artışı sağlanırsa, enflasyonsuz büyüme sağlanabilir. Türkiye ekonomisinin parasal-mali açıdan (1950-1980) ve (1980-1986) dönem­ lerini kapsayan çalışmamızın kantitatif analizi; ekonominin genel olarak büyüme trendi gösterdiğini ve bu büyümede mix politikaların etkili olduğunu, ancak no­ minal GSMH üzerinde; mali değişkenlerin, parasal değişkenlere kıyasla daha bü­ yük ve pozitif yönde bir etkilemede bulunduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca çalış­ mada moneterist teoriyi doğrulayan bir sonuç elde edilerek (M2; parasal değiş­ kenler) ile büyüme arasında negatif ilişki belirlenmiştir. Buradan da para arzı ar­ tışlarının kontrolünün gerektiği, aşırı para arzmdaki genişlemenin ekonomik bü­ yümeyi azalttığı sonucu ortaya çıkmaktadır. İstikrar politikalarının uygulamaya koyulduğu 1980-1986 döneminin kapsayan çalışmamızda ise bütçe açıkları ve M2 (para arzı) artışları nominal GSMH'yi arttırdığı sonucu bulunmuştur. Çalışmada hipotezlerimiz doğrulanarak, ekonomik faaliyet üzerinde mali işlemlerin, paras­ al işlemlerinden daha büyük ve daha önceden tahmin edilebilir bir etkiye sahip oldukları ortaya çıkmıştır. Buradan da para arzı artışlarının kontrolü ve bütçe açık­ larının azaltılması gerektiği tezi bir kez daha doğrulanırken maliye politikasının ekonomi politikasındaki önemi ispatlanmıştır. Çalışmalarımız sonucunda Türkiye'de (1950-1986) döneminde açık finans­ man ile enflasyon arasında doğrudan bir ilişkinin varlığı b^r başka deyişle yeni miktar teorisinin tezi doğrulanmıştır. Buna göre ülkemizde ise 1 9 8 6 için % 35 olarak belirlenen enflasyonun, açık finansmana 1987'de devam edileceği bütçe­ den açıkça anlaşıldığına göre, 1987 için yetkili makamların esas ileri sürdüğü gi­ bi enflasyonun % 20'lere gerilemesi pek mümkün gözükmemektedir. Ekonominin büyümesinin sadece kamu sektörü kaynaklı yatırım harcaması­ na dayandırılmış olması, buna karşılık özel sektör yatırımlarındaki durgunluğun (sanayi, hizmetleri gibi sektörlerde maliyet artışları nedeniyele görülen) giderile­ memiş olmasıdır. Kamu yatırımlarının daha çok özellikle piyasaya kısa sürede mal ve hizmet sunacak prodüktif yatırım alanları yerine, uzun süreli ve büyük ölçekli yol ve alt yapı yatırım alanlarında yoğunlaşmış olması sonucu enflasyonla müca­ dele eden bir ekonomide bu yönden olumsuz bir faktör olarak ortaya çıkmak­ tadır. Vergi gelirlerinin % 50 artmasına ve KİT ürünlerinin fiyatlarının artırılması­ na rağmen bütçe açığı halen kapatılamamıştır. Bu durumda kısa dönemde üretime geçen ve istihdam artışı sağlayan kamu yatırımlarına öncelik verilmelidir. 1986 yılında sanayi, hizmet ve tarım sektörle­ rimiz, ekonomik büyümenin gerçekleşmesine rağmen hedeflerinin altında kalmış­ lardır. Kamu yatırımlarının, finansmanında finans kaynakları olarak emisyon tavan­ larının asılması (1986 için 2 trilyon..) yönünde, yine büyük hacimlerde iç ve dış borçlanmaya gidilmiş olması ve gereç iç, gerekse dış borçlanmada kısa vadeli ve yüksek faize dayalı bir ödeme sistemine dayanılmış olmasının^ Hazine ve M. B . üzerine büyük baskı yaratmış olmaktadır. Gerçekten bu durum kamu harcamaları içinde Transfer harcamalarının payı- n m giderek artmmasmdan, (bu dilim içersinde yarısından çok yer kapsayan dev­ let borçlarının (iç ve dış) giderek artması sonucu açıkça anlaşılmaktadır. Bu nedenle aşırı borçlanma eğilimini sınırlandırılması, limitlendirilemiyorsa, en azından borcun süre ve faiz yönünden daha elverişli bir kompozisyona dö­ nüştürülmesi ve böylece M. B . ve Hazine üzerindeki borcunun biraz daha hafifle­ mesine yol açacaktır. Bu konuda ayrıca, yatırım malları ithalatında görülen patlamayı önlemek için genel yönetimlerin israfa kaçan faaliyetlerini dizginlemek gereği açıktır. Kuşku­ suz bunun yanında göstermelik harcamaları kontrol altına almak için lüks tüke­ tim malları ithalatında sınırlanması yararlı olacaktır. Özellikle mahalli yönetim­ lerin plansız ve aşırı inşaat ve benzeri makineleri ithal etmeleri nedeniyle giderek borçlanmaya karşı aşırı eğilimlerinin sınırlanması halinde bu durum; emisyon bas­ kısını azaltacağı gibi enflasyonun kontrol altına alınmasında da kolaylaştırıcı et­ kiler yapacaktır. Şu halde gerek dış, gerekse iç borçlanmada makul bir sınırın tes­ biti, istikrar politikasının başarısında önemli bir faktör olmaktadır. Bu konuda en büyük güçlük, devlet, belediye ve özel il idaresi bütçelerinin denkleştirilmesidir. (Bkz. Böl. VI. ve grafik). Hiç kuşkusuz bu konuda ilk akla ge­ len vasıtasız vergilerle derin boyutlu bir vergi reformu yapmak ve bu konuda KDV uygulamasından diğer vergilerin gelirini denetlemek açısından yararlanmak yo­ luna gitmektir. Ancak ne varki yıllardır bu konuda ciddi bir girişimin yapılmadı­ ğı görülmektedir, (politik tercihler) Ö N E R İ L E R Çalışmamızın başlarında ele alınmış olan, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke­ ler arasında dışa açık ekonomilerin dış şoklar karşısında daha az etkilendikleri ve bunun da geliştirdikleri cevap istikrar politikalarından kaynaklandığı ortaya çıkmıştır. Aslında 1970'li yılların başlarında dünya ekonomisinde korumacı eği­ limlerin en az olduğu dönemde Türkiye'nin kademeli olarak dışa açılmayı daha başarılı bir şekilde gerçekleştirme şansı bulunurken, bu olay 1980 İstikrar Politi­ kaları ile ertelenmiştir. Ayrıca 1970'lerden sonra bu stratejinin plansız bir koru­ ma ile tüm sanayi alt dallarına uygulanması, dışa açılmayı otomatikman geciktir­ miştir. Ancak 1980'li yıllarda dünya korumacılık eğiliminin yoğunlaştığı bir dö­ nemde dışa açılmaya başlayan Türk ekonomisinin başarı şansını azaltan pek çok faktörler mevcut bulunduğu gözden kaçırılmamalıdır. Zamanlaması geciktiril­ miş olsa da Türk ekonomisinin mutlaka dışa entegrasyonu gerekliliği tartışılmaz bir gerçektir. Hükümetin geliştirdiği istikrar politikasının başarısı, mevcut sana­ yimizin yapısal sorunlarını çözümleme derecesine ve dışa açılma gücünün geliş­ tirilmesine büyük ölçüde bağlı bulunmaktadır. Bu koşullarda 24 Ocak 1980 sonrası uygulanan ekonomi politikalarının et­ kinliğini arttıracağını umduğumuz parasal ve reel öneriler şu şekilde gruplandırılmaya çalışılmıştır. Ancak önerilerimizi sunmadan önce önemle vurgulamak is­ tediğimiz bir nokta bulunmaktadır ki o da şudur: "Türkiye ekonomisinin düşük bir enflasyon düzeyinde bir ortama geçebilmesiyle mümkün olabileceğidir". Bu nedenle ekonomi politikasını yönetenlerin, politik tercihlerini ikinci plana bıra­ karak, düşük büyüme hızına dayalı istikrar politikalarını benimsemeleri gerek­ mektedir. Hiç şüphesiz böyle bir istikrar modelinde büyümeden vazgeçmek söz konusu değildir. Ancak burada büyüme, prodüktivite-üretim ve istihdam arttırıcı sektör ve yatırmalara ağırlık verilerek, bu sektörler aracılığı ile yavaş yavaş hız­ landırma amacına dayandırılmaktadır. Çalışmamız sonucunda ulaştığımız bulgular bize, ülkemizin bu yönde bir politika değişikliği yapma noktasına geldiğini, açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır. Reel Öneriler: 1. Dış şoklar karşısında; Özellikle Türkiye'de, dış şokların ödemeler dengesi üzerindeki olumsuz etkilerin, Türk ekonomisinin petrole bağımlılığını azaltacak alternatif enerji kullanımı ve taşıma politikalarının reorganizasyonu gerekmekte­ dir. Petrol şoklarından sonra petrol ihracatçısı olmayan her ülke, petrol tüketimi­ ni azaltma yollarını araştırırken, Türkiye'nin ham petrol ithalatı artmıştır (1980'lerde 10 milyon ton iken, 15 milyon tona çıkmıştır % 50 artış). Türkiye'de petrol tüketimini kısmak için yurt içi yük taşımacılığını ekonomik olan demir ve deniz yollarına kaydırabilmeli, gerekli özelleştirmeler yapılmalıdır. Ayrıca akar­ yakıt vergileri yolu ile devlet gelirlerinin arttırılması sağlanırken, alternatif enerji kaynakları teşvik edilecektir. Geleceğe dönük bağımsız ve otomatik para ve mali politikaların geliştirilme­ si için gerekli bilimsel araştırmalar olay öncesi yapılmalı ve teşvik edilmelidir. 2. Dışa açılma; Bilindiği gibi mevcut imalat sanayi için ne ölçüde korunması gerektiği; dış rekabet gücü, mevcut sermaye kuruluşlarının yaşları, sanayide yer- li girdi kullanım oranı ve bu sanayiin istihdam kapasitesi, teknoloji düzeyi ve ca­ ri, nominal ve efektif koruma oranlarının maliyetleri yanında bölgesel, iktisadi entegrasyonlar karşısındaki pozisyonuna (örneğin AET gibi) ve bu faktörler karşı­ sındaki değişmelere bağlıdır. Bu nedenle dışa açılmanın derecesi bu faktörlerin dikkatli bir analizinin sonuçlarına dayandırılmalıdır. Oysa uzun yıllar dışa ka­ palı olan Türk sanayii 1980 sonrası kısa zamanda önceden belli bir takvim prog­ ramı çerçevesinde hazırlıksız dışa açılmaya başlamıştır. Ayrıca ithal gümrük ver­ gileri ve fon uygulamaları ile koruma bir ölçüde devam ettirilmiş ise de belli bir selektiviteye dayanmayan bir politika izlenmiştir. nedenle geçmişte olduğu gibi aşırı bir ithal ikameciliği ve korumacılık biyerine, dengeli bir ihraç özendiriciliği ve korumacılık uygulaması daha yük­ sek büyüme hızları yaratmak açısından yeni imkanlar getirecektir. leşx Bu konuda en azından ithal ikamesi uygulamasında ulaşılmış bulunan düze­ yin belirlenerek, korunmanın devam ettirilmesi gerekli sektörler için selektif bir yaklaşım yapılmalıdır. Henüz ikamenin tamamlanmadığı bazı ara ve yatırım mal­ ları üreten sektörlere ''belirli bir süre verilerek" koruma kapsamına alınmaları ge­ rekmektedir. İthal ikameci stratejide selektif uygulamaya tabi olan sektörler dı­ şındakilere de hiç şüphesiz ihracatı teşvik politikasının ilkeleri uygulanacaktır. İhracat teşvikleri sadece aşırı değer kaybeden bir kur politikasına bağlanma­ mak, sınırlı bir kur politikası ile birlikte dengeli bir ihraç özendiriciliği ile koru­ macılık uygulamasına gidilerek selektif teşvik ve koruma tedbirleri alınmalıdır. Gerçekçi döviz kuru ihracata verilecek en iyi teşvik olacaktır. Böylece bütçeye yük olan ihracat teşvik nisbetlerini önemli ölçüde düşürmek ve bu suretle de hayali ihracatı azaltmak mümkün olabilecektir. Teşvik tedbirleri uygulamasında, genellik yerine selektiviteye gitmek, siste­ min etkinliğini arttırmada büyük rol oynayacaktır. Bu nedenle teşviklerin, ihra­ cat işlemlerinden daha çok üretime kaydırılmasına çalışmalıdır. Ayrıca, teşvik edi­ lecek yatırım alanlarının ağırlıklarına göre öncelikle belirlenmesi yanında tedbir çeşidinde, selektif uygulamay gitmek, yatırım faaliyetlerini yönlendirme olduğu kadar prodüktiviteyi arttırıcı yönden de etkinlik sağlayacaktır. 1980 soması genelde kamu yatırımlarının sermaye hasıla oranı yüksek ve prodüktif olmayan ve daha çok dış kaynaklarla finanse edilen yatırımlara (enerji, alt yapı, konut turizm gibi) ağırlık verilmiştir. Bunların sonucunda, istihdamın ve gelirin beklenen ölçüde artmadığı görülmektedir. Bundan dolayı, Türkiye'de emekhasıla oranı yüksek prodüktif yatırımlara yönelerek istihdam ve gelir artışları sağ­ lanmalıdır. Bunun için de öncelikle yurt içi tasarrufların önemli ölçüde artırılma­ sını teşvik eden mali yapının (sermaye piyasasının etkinlik kazanması, bankacı­ lık sisteminin reorganizasyonu) işlerliğe kavuşması gerekmektedir. Bugün % 20.1 olan yurt içi tasarrufların GSMH'ye oranında, % 20'lerden % 30'lara yükseltil­ mesi sağlanmış olacaktır. Parasal Öneriler: 1. Faiz Politikası Kısa Dönemde; Türkiye ekonomisinde 1981 yılından itibaren ilk defa reel mev- duat faiz oranlan pozitif gelir sağlamaya başlamıştır. Ancak 1 Ocak 1987 ve 9 Şu­ bat 1987 tarihlerinde mevduat faiz oranları arka arkaya tekrar düzenlenerek, dü­ şürülmüştür. Bu değişikliğin amacı bir yerde kredi faiz oranlarının düşürülmesi sağlamaktır. Ancak Türkiye ekonomisinde kredi arz ve talebi arasında dengesiz­ lik bulunmaktadır. Kredi talebini düşürmeden kredi faizlerini düşürmek çok güç­ tür. Kredi maliyetleri bankaların kaynak maliyetinden çok piyasadaki kredi talebi ve bankalar arası rekabet veya bankalar arası anlaşmalarla belirlenmektedir. Bu yüzden mevduat faizlerinin düşürülmesinde etkili olmayacaktır. Kredi faizleri­ nin reel olarak düşüşü ancak daha geniş makro ekonomik tedbirlerin alınıp başa­ rıyla uygulanmasına bağlıdır. Bu yaklaşım içerisinde; - denk bütçe, - Hazinenin iç ve dış borçlanmalarının azaltılması, - Döviz kurundaki değişikliğin belli sınırlar içinde kalması - taşınmaz mal rantlarının vergilendirilmesi - ayrıcalıklı yatırım araçlarının vergi kapsamına alınması gibi tedbirler kredi faizlerini düşürülmesinde etkili olacaktır. Yoksa sadece mevduat faizlerini düşür­ mek çözüm getiremeyecektir. Uzun Dönem; Temmuz Bankacılığı ile her ne kadar 1933 yılından beri uygu­ lanan Müdahaleci Faiz Politikası yerini Serbest Faiz politikasına bırakmış, gibi görünmekteyse de aslında uygulanan yine müdahaleci bir sistemdir. Banka siste­ minin oligpolistik yapısı bu sonucu doğurmaktadır. Türkiye'de reel kredi faizle­ rinin gelişmiş ülkelere oranla çok yüksek oluşunun nedeni, bankacılık sistemi­ nin gerekli reorganizisyonu yapmaması, yüksek maliyetlerle verimsiz çalışması, kötü riskler alması (geri dönmeyen krediler, haciz ve iflaslar) devletin de iç borç­ lanmada bankacılık kesiminden yararlanmasıdır. Bu şartlar altında, kredi faizle­ rinin yatırımları engelleyecek bir şekilde yükselmesi son derece olağandır. Eğer, ekonomiyi serbestleştirme ve fiyat mekanizmasını hakim kılma süreci içinde, fa­ izler de serbest rekabete açılabilirse, banka sistemi verimli çalışmaya yönelerek maliyetler ve kötü riskleri azaltacak, böylece mevduat/kredi faiz farklarının düşü­ rülmesi mümkün olacaktır. Türkiye'de serbest faiz rejiminin işlerliliğe kavuşabilmesi için hukuki deği­ şikliklerin de yapılacak yeminli serbest hesap uzmanlığı müessesinin ihdası ve bankaların Hazine ve Merkez Bankasınca sıkı bir şekilde kontrol edilmesi gerek­ mektedir. 2. Açık Finansman-Enflasyon 1987 yılının borçlanması, toplam harcamaların % 28,7'sini kapsamaktadır. Toplam harcamalardan borç ödemeleri % 20 indirildikten sonra kalan kısım, açık finansman ise % 8 civarındadır. 1987 için borç ödemelerinin yine aynı düzeyini koruyacağı düşünülürse, açık finansman oranında pek değişme olamayacaktır. Bu nedenle, 1987 yılında dış borç ana para ödemeleri için 13.4 tirilyon TL. ayrılmıştır. Enflasyon % 20'nin üstünde gerçekleşirse, (1987 yılının ilk 2 ayında % lO'a yaklaşmıştır. Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı indekslerine göre) dış borç ana para ödemeleri için ayrılan bu miktar yetersiz kalacaktır. Hükümet finansman açığı için iç ve dış para ve sermaye piyasasına başvuracaktır. Bu da enflasyonun hedeflenen % 20 rakamına ulaşması engelleyecektir. Ancak yine yetkili makamlarca 1987 için enflasyonun % 20 ve büyüme hızı­ nın % 5 olacağı öngörülüyorsa, hiç kuşkusuz para arzı artış hızının % 25'den yu­ karıya çıkmamasına çalışılmalıdır. Enflasyonist bekleyişler, Türkiye'de enflasyonu körüklemektedir. 1987 yılı için % 20 oranında enflasyon oranı, kaynak ve gelir dağılımını olumsuz etkile­ mekte, enflasyonist bekleyişleri artırmada, daha yüksek oranlı bir enflasyondan çok farklı olmayacaktır. B u nedenle, öncelikle, enflasyoniist bekleyişlerin önlen­ mesi, bu konuda, KİT ürünlerinin fiyatlarının artırmayarak, bu devletin öncülük etmesi gerekmektedir. 3. Bütçe Politikası Kamu harcamalarının, enflasyona paralel olarak hızla bir artış göstermesine rağmen, kamu gelirlerinin aynı hassasiyeti göstermemesi (vergi toplamadaki güç­ lükler gibi) kronik bütçe açıklarına yol açarken, enflasyonun bir somaki yılda tekrar artış göstermesine neden olmaktadır. Kamu gelirlerinin sağlıklı bir şekilde top­ lanmasında, kamu gelirlerini artıran bir kaynak olarak yorumlanan KDV'nin özel­ likle matrah kontrolü için faydalanılması, vergi gelirlerinde etkinliğin sağlanılmasmda olumlu rol oynayacağı açıktır. Böylece bütçe açıklarının kapatılması bir ölçüde mümkün olurken, para arzı kaynaklı enflasyonun etkisi de önlenmiş ola­ caktır. Kamu harcamalarının dağılımına baktığımızda, transfer harcamalarının pa­ yının yükseldiğini görmekteyiz. (Transfer harcamalarının GSMH içindeki payı, 1 9 8 5 ' t e , % 6.6 iken, 1986'da % 7.3'e çıkmış, 1987'de de, % 8.8 olarak öngörül­ müştür.) 1987 yılı bütçesi, 1986 yılma göre, % 50 oranında bir artış göstermiştir. Bu bütçenin % 42'lik bölümü taransfer harcamalarına, % 21'lik bölümü de borç faizlerine ayrılmıştır. Buna karşılık, cari harcamaların GSMH içindeki oranı ise daralmaktadır. (1980 yılında % 12.4 iken, 1987 yılında % 7.8). Bu da gelir dağılı­ mında hükümetin sosyal devlet anlayışından ve geniş kitlelere refah sağlama ama­ cından hızla uzaklaştığının bir göstergesi sayılabilir. Bir diğer gösterge ki öğrenci sayısının her yıl artmasına rağmen eğitim harcamalarının, yıllık genel bütçeler­ den aldığı payın ise sürekli düşme göstermesidir. Örneğin 1982'de bu pay % 12 iken, 1986'da % 8.7'ye inmiş. 1987 yılında % 8.6'ya düşmüştür. Bütçenin büyümesi aynı zamanda, özel sektörün payını küçülteceği için, 24 Ocak Kararlarının temel felsefesi ile de çelişmektedir. İç borçlanmanın artması, özel sektörün finans imkanlarını daraltmaktadır. Türkiye'de sermaye piyasasının güçlendirilmesi ve borçlanmanın bu piyasaya kaydırılması gerekmektedir. Bütçe denkliğinin sağlanması için, kamu kesiminin gösteriş saikiyle yapılan prodüktif olmayan harcamalara ve israfı kısıcı uygulamalara gitmesi KİT'leri özel­ leştirme işlemlerinin başarıyla gerçekleşmesi, vergi gelirlerinin artırılması gerek­ mektedir. Yatırım teşvik ve muafiyetlerinin öncelikle sektörlere verilerek, etkin­ liği artırmak ve vergi kaybını azaltmak mümkündür. Gerçekçi döviz kuruna geçiş halinde bütçeye yük olan ihracat teşviklerinin payı da düşecektir. Ayrıca akarya­ kıt vergi oranları yükseltilerek, vergi gelirleri artırılabilinir. Böylece, petrol dı­ şında, alternatif enerji üretimi ve kullanımı ile taşıma politikacılığına da (karayo­ lu yük taşımacılığından demir ve deniz yollarına kayış) gerçek anlamda teşvik Qİa- çaktır. Yerli enerji kaynaklarının üretimi ve kullanımının geliştirilmesi bütçe üze­ rindeki petrol finans yükünü hafifleterek, ekonominin dış şoklara olan duyarlılı­ ğını da azaltıcı bir tesir meydana getirecektir. 4. Borçlanma Politikası; 1983 yılından beri Türkiye'nin hızla iç borçlanmaya yöneldiği gözlenmekte­ dir. 1983 sonunda 1 trilyon 800 milyar T L iken 1986 sonunda 9 trilyon 805 mil­ yar T L ' n a ulaşarak 1987 yılı bütçesine (11 trilyon TL) yaklaşmıştır. B u durum iç tasarrufların kamu kesimine çekilmesine yol açarak, özel sektörün finansman kay­ naklarım daraltmaktadır. Bunun yanında yüksek faiz uygulaması, bankacılık sis­ temindeki faizlerin düşürülmesini engellemekte ve dolayısıyla enflasyonun dü­ şürülmemesine yol açmaktadır. Borç ödemeleri dönemlerinde başvurulan açık fi­ nansman mevcut enflasyonu daha yüksek düzeylere çekmektedir. Konu dış borçlanma yönünden ele alındığında, Türkiye'nin 1983 yılı sonun­ da 18 milyar 385 milyon dolar olan dış borcunun, 1986 yıl sonu itibariyle 31 mil­ yar 228 milyon dolara yükselmiş olduğu görülmektedir. Ayrıca borçlanmanın % 8 0 ' n i n kamu kesimi tarafından yapılmış olması (özellikle bu miktarın l / 4 ' ü yerel idarelere aittir), özel kesimin fon bulma imkanlarını daraltmaktadır. 1986 Eylül'ünde 28.2 milyar dolara ulaşan dış borçlanma içinde kısa vadeli borçlanmaların oranı da % 13'den, % 3 1 ' e yükselmiştir. 1987 yılında sağlık, eği­ tim, alt yapı gibi yeterli kaynaklara fon ayırması güçleştirecektir. Bu da kalkın­ manın önemli bir faktörü olan insan gücünün fiziki ve kültürel açıdan yetişmesi­ ni engelleyecektir. Ayrıca bütçenin borç ödeme gücü azalacaktır. Bu yıl ödenecek dış borç faizi ve ana para taksitlerinin tutarı ihracat hedefi olan (8,7 milyar doların) % 50'sini aştığına göre, Türkiye ekonomisi gelecek ku­ şaklara bırakacağı borç yükünün azaltılması için bazı dışa ve içe yönelik tedbirle­ ri öncelikle almasında yarar vardır. Türkiye'de genellikle dış borç ödeme krizle­ rinden sonra borç erteleme operasyonlarına gidilmektedir. Dış borçları uzun sü­ reye yayıcı, dış borç faiz oranlarını düşürücü ve dış borcun bir kısmının milli pa­ ra ile ödenmesini sağlayan yatırımlara, döviz kazandırıcı olanlara ve direkt ser­ maye yatırımlarını (Turizm gibi) yöneltilmesini sağlayıcı uygulamalara gidilmesi. Bilindiği gibi borçlanmanın miktarı kadar etkin ve verimli kullanımı da aynı ölçüde önemlidir. Hatta verimli kullanım sağlanabildiği ölçüde, ülke borç ödeme kapasitesine kavuşacağından, miktar ikinci derecede önem taşıyacaktır. Ancak bu konuya ülkemiz yönünden baktığımızda bu fonların kamu kesiminde, önemli bir kısmının alt yapı yatırımlarına yöneldiğini görmekteyiz. Bu yatırımlar ise kı­ sa dönemde istihdam ve prüdüktivite arttırıcı değillerdir. Bu nedenle borçlanma ile finanse edilen kamu yatırımlarının yaratacağı katma değerlerle, ülkenin borç ödeme yüküne yapacağı katkılar oldukça düşük olmaktadır. Uzun vadede bu kat­ kı belki çok yüksek oranlarda gerçekleşebilecektir. Ancak söz konusu sorunun çö­ zümü bugün için çok büyük bir önem taşımaktadır. Gerek iç ve gerekse dış borçlanmada borç ödemek için borçlanma sürecine girmekte oluşumuz, borçlanma politakımızm en kısa zamanda tekrar ele alınarak son gelişmelerin ışığında değerlendirilmesi gereğini açıkça ortaya koymaktadır.