Anayasa Mahkemesi`nin ücretlilerle ilgili kararı ve

advertisement
Anayasa Mahkemesi'nin ücretlilerle ilgili kararı ve sonuçları
19.02.2010 | Veysi Seviğ
Anayasanın 153'üncü maddesinde yer alan buyruk gereği olarak "Anayasa Mahkemesi'nin kararları
kesindir. İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz.
Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü
iptal ederken kanun koyucu gibi hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis
edemez."
Sözü edilen buyruğun üçüncü fıkrası uyarınca da "Kanun, kanun hükmünde kararname ve TBMM
İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazete'de yayımladığı tarihte yürürlükten
kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca
kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazete'de yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez."
Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu ve Yargılama Usulü Hakkındaki Yasa'nın 53'üncü maddesinin
dördüncü fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır. Maddenin beşinci fıkrasında ise Anayasa
Mahkemesi'nin iptal halinde meydana gelecek hukuksal boşluğu kamu düzenini tehdit veya kamu
yararını ihlal edici mahiyette görmesi halinde yukarıdaki fıkra hükmünü uygulayacağı belirtilmiştir.
"Anayasa Mahkemesi anayasaya aykırı bulduğu bir kuralı iptal ederken anayasaca kendisine verilen,
anayasaya uygunluğu sağlama görevini yerine getirmektedir. Bu bağlamda mahkemenin görevi,
kuşkusuz kural koymak olmayıp, anayasaya aykırılığı gidermektedir. Ancak, anayasaya aykırı
bulunarak iptal edilen bir statü içinde yürürlüğünü sürdürür. Başka bir deyişle her iptal kararı yeni
hukuksal bir sonuca neden olur. Bu durum, Anayasa Mahkemesi'nin kendisini yasa koyucu gibi
davranarak kural koyma niteliğinde yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde karar alınmasıdır.
İptal kararının kaçınılmaz ve doğal sonucu olan ve yeni durum, yeni görünüm, yürürlükte kalan
bölüme göre ya da yürürlükten kalkan kurala göre uygulanması gerekli, yerine getirilmesi zorunlu bir
işlemdir."
Anayasa Mahkemesi'nin E: 2006/95, K: 2009/144 sayılı kararıyla 30.3.2006 günlü, 5479 sayılı yasanın
birinci maddesiyle değiştirilen 31.12.1960 günlü 193 sayılı Gelir Vergisi Yasası'nın 103'üncü
maddesinde yer alan 40.000 TL'den fazlasının 40.000 YTL'si için 9190 YTL, ifadesinden sonra gelen "...
fazlası yüzde 35 oranında ..." ibaresinin "ücret gelirleri" yönünden iptal edilmesi nedeniyle doğacak
hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte göründüğünden, yeni yasal düzenleme yapılması
amacıyla anayasanın 153'üncü maddesinin üçüncü fıkrasıyla 2949 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Yasa'nın 53'üncü maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları
gereğince iptal hükmünün, kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür."
Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu bu iptal kararı hukukçu olmayan yorumcular tarafından gerek
yazılı gerekse görsel basında farklı şekillerde yorumlanmış, bir anda gerçekle ilgisi bulunmayan
hesaplamalarla adeta bir ümitlendirme yarışına girişilmiştir.
Oysa gerçekte "Bu iptal kararının açıklandığı 15.10.2009 tarihinden sonra, 2009 yılında uygulanan
tarifeye göre brüt ücret gelirleri 50.000 TL'yi aşan ve dolayısıyla ücretlerinin söz konusu rakamı aşan
kısmı yüzde 35 oranında vergilendirilen ücretliler, kendilerinden kesilen vergilerle ilgili olarak
işverenlerine muhtasar beyanname ekinde ihtizari kayıt dilekçesi verdirerek dava açabilirler."
(Doğrusöz, Bumin. "Anayasa Mahkemesi kararının ücretlerde yaşama geçmesi" Referans, 8 Şubat
2010)
Anayasanın, Anayasa Mahkemesi'nce verilmiş iptal kararlarının geriye yürümezliği etkisini kabul
etmesinin nedeni iptal kararlarının kazanılmış hakları (hukuk güvenliğini) ortadan kaldırıcı ya da
adalet ilkesine zarar verici sonuçlar doğurmasını önlemeye çalışmak istemesidir.
Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı ile birlikte, konuya ilişkin olarak ileri sürülen görüşler
doğrultusunda uygulamadan zarar görenler için davayı kimin açacağı konusu da tartışmaya neden
olmuştur.
Açılması muhtemel bir davanın kuşkusuz iki tarafı vardır. Bu taraflardan birisi idare, diğeri ise
kendisinden yapılan düzenleme ile fazla vergi kesilen kişidir. İşveren ise bir aracı niteliğini
taşımaktadır. Bir başka anlatımla işveren sorumlu sıfatıyla vergiyi kesip, ilgili vergi dairesine
yatırandır. Böyle bir olguda dava açma hakkı kendisinden fazla vergi kesilen çalışandır. Dolayısıyla
dava açma hakkı çalışana aittir.
Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu iptal kararından sonra ortaya çıkan bir başka konuda,
çalışanların önce vergi dairesine başvurarak geçmişe yönelik olarak düzeltme isteminde bulunmaları,
bu isteme olumsuz yanıt verilmesi veya süresi içinde yanıt verilmemesi halinde, yargıya başvurulması
yönündeki görüşlerdir.
Bu konuda bizim de katıldığımız görüş "15 Ekim 2009 öncesi veya sonrasında dava açılmamış
dönemler için Anayasa Mahkemesi'nin iptal ettiği yüksek orana göre fazla vergi ödemiş ücretlilerin,
bu fazla ödenen vergileri düzeltme istemleri ve daha sonra yargı yolu ile geri almaları, mümkün
görünmemektedir. (Doğrusöz, agm)
Anayasa Mahkemesi'nin sözü edilen kararına karşı idarenin de duyarlı davranması gerekmektedir.
Konuya ilişkin yasal düzenlemelerin vakit geçirmeksizin yapılması, konuya ilişkin yapılan tartışmaları
ortadan kaldırabilecek, en azından tartışma ve beklentileri sınırlayabilecektir.
Kaynak: Referans Gazetesi
Download