M, Meclîsi B : 47 BAŞKAN — Adalet Partisi Grubu adına Sayın Mehmet Zeki Okur; buyurun. AP GRUBU ADINA MEHMET ZEKÎ OKUR (Kayseri) — Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğünün 1980 Mali Yılı Bütçe­ si üzerindeki görüş ve temennilerimizi arz etmeden önce, Adalet Partisi Millet Meclisi Grubu adına muh­ terem heyetinizi selamlayarak sözlerime başlamak is­ tiyorum. Önce, «vakıf ne demektir, vakıf yapmanın sebebi ve maksadı nedir?» ben de diğer arkadaşlarım gibi bu sorulara kısaca cevaplar arz ettikten sonra esas meseleye girmeyi daha uygun buluyorum. Vakıf, hapsetmek alıkoymak manalarına gelir. Se­ bebi; dünyada iyi ve hoş bir şada bırakmak, hayırla anılmak ve ahirette de Yüce Mevlaya yakın olmak arzusudur. Malı hapsetmek ise, alıkoymak ise, şu ma­ naya geliyor: İslam dininde mal ve servet insanın, kazananın elinden kaçıp kurtulan ve sonra da onu başına belalar, sıkıntılar getirebilen bir metadır; tıp­ kı cezaevlerinden firar eden zararlı insanlar gibi. Bu­ nun için, her zaman zararlı olma vasfını taşıyan faz­ la malı hapsetmek, kaçmasını önlemek yani vakfet­ mek, onu zararlı halden yararlı hale çıkarmak, yarar­ lı bir duruma getirmek lazımdır. Vakfın esas manası işte budur. Hazreti Peygamber Efendimiz bir hadisi şerifle­ rinde, «Eğer bir malı Allah için verir, vakfedersen, o mal senin esas mülkündür. Yok eğer vermez de ona sarılırsan, sen onun mülkü olursan, p mal seni hap­ setmiş, kıskıvrak bağlamış, hürriyetini de elinden al­ mış olur» buyurur. Kuran-ı Kerim'de «Sevdiğiniz mallardan Allah yolunda vermedikçe iyi insanlar­ dan olamazsınız. İyiliğe eremezsiniz» buyurulmaktadır. Yine bir başka hadisi şerifte, «İnsanların hayır­ lısı, insanlara faydalı olanıdır; insanların kötüleri de, insanlara zararı dokunanlarıdır» buyuruluyor. İnsan­ ların değeri, elleri ve dilleriyle yaptıkları hayırlarla ölçülür. İşte, muhterem arkadaşlarım, Müslüman ecdadı­ mız yu'karda yüzfercesinden yalnız birkaçının mana­ sını arz ettiğim âyeti kerime ve hadisi şeriflerin te­ sirinde kalarak, yapmış oldukları bütün vakıflar ile yalnız Allahütaalâ'nın rızasını hedef almış, insanların yükselmesine, ihtiyaçlarını azaltmaya çalışmayı kut­ sal bir vazife bilmişlerdir. Tarihte ilk vakıflar Hazreti İbrahim Aleyhisselam'a kadar gider; ama esas inkişafı, Sevgili Peygam­ 19 . 2 i 198» O :2 berimiz ve İslam ile başlar. Sevgili Peygamberimizin arkadaşlarından Cabir Radüyallahü An şöyle diyor: «Ben muhacir ve ensardan mal sahibi olup da, vakıf ve sadakası olmayan bir kimse hatırlamıyorum,» Filhakika, İslam'da zengin olmak için, meşru ka­ zanç elde etmek için çalışmak esastır. Niçin? Bir ikaç aileyi mutlu edebilecek bir serveti, şeihvet ve zevklerimiz uğruna bir gecede harcayalım, israf ede­ lim, lüks otomobillere binelim diye değil. İslam, herkesin çalışıp meşru yollardan zengin olmasını, servet biriktirmesini istiyor. Tekrar ediyo­ rum; niçin? Zekât, vakıf ve hayırlarda bulunalım diye. Çocuğuna en basit kahvaltılık almayı bile hesap­ layan, hattâ alamayan; kışın soğuğunda sobasını bile yakamayacak derecede fakir aileler dururken, mil­ yonlar harcayarak gösteriş ve debdebeden kendileri­ ni kurtaramayanlar vardır bu memlekette. Bir memlekette zenginler böylesine merhametsiz, duygusuz; idareciler de adaletli olmazsa, o milletin toptan huzuru bozulur elbette. Atalarımız, fethettikleri ülkelerde de hayır ve va­ kıf yapmak hususunda birbirleriyle bir nevi yarışmış­ lar ve benzer vakıfları Kıbrıs dahil her yere yaymış­ lardır. 600 yıl devam eden dünyanın en uzun ve güçlü imparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu hiçbir zaman Avrupai manada sömürgeci ve müstevli olma­ mıştır muhterem arkadaşlarım. Bundan birkaç yıl önce Kıbrıs'a vaki harekâtımız sırasında, Avrupa Konseyi Üyesi bulunduğum zaman­ da bir kısım Avrupalılar, bizim, Kıbrıs'ı sömürmek için oraya gittiğimizi, orayı istila etmek niyetinde olduğumuzu ifade etmişlerdir. Sohbetlerimde ben onlara şunu söylemiştim: Ar­ kadaşlar, sizlerin, yani Avrupalıların en büyük impa­ ratorluğunuz 200 yıl sürdü; bir kısmınız Hindistan'ı, Endonezya'yı, ilahir diğer ülkeleri şu kadar yıl sömür dünüz; bu tabir sizin için çok uygundur. Çünkü, bilahara bırakıp anavatanınıza döndüğünüz zaman, on­ lar bağımsızlıklarını kazandıkları zaman, sizin zen-> ginliklerinizle onların fakrü zaruretlerini mukayese ettiğimiz anda, kimin sömürgeci, müstevli; kimlerin adil olduklarını kolaylıkla anlayabiliriz. Bir de Os­ manlı İmparatorluğuna bakın; bizim de idaremizde 600 yıl bulunan şu kadar ülke bağımsızlıklarını elde etmişlerdir; bizim Anadolumuzun onlardan ne farkı olmuştur? Her yere aynı hayır müesseselerini, vakıf­ ları götürmedik mi? Aramızda hiçbir fark olmamış­ tır demiştim.