CAHİL MÜCTEHİT, HAİN MÜCAHİT OLURSA!?

advertisement
CAHİL MÜCTEHİT, HAİN MÜCAHİT OLURSA!? - Milli Çözüm Dergisi
Yazar Osman ERAYDIN
10 Şubat 2013
20 Ocak 2013 tarihli Milli Gazete 2.sahife de “Hak ve adalete dayanan devlet sistemi nasıl
olmalı?”
başlıklı bir yazı çıkmıştı. Eh,
yıllardan sonra bile olsa ve hele AKP’nin dış güçlerin dayatmasıyla yeni bir anayasa
hazırlığı aşamasında, Milli Görüş düşüncesine uygun Adil bir devlet düzeninin temel
prensipleri ortaya konulmuştur diye boşuna heyecanlanmıştık. Çünkü, önce yazının
iddialı başlığı ile, içeriğinin hiçbir alakası bulunmamaktaydı. Saadet Partisi YİK Başkanı
sıfatıyla döşenen yazıda, Erbakan Hoca’nın, Hak ve Batıl tanımıyla ve bunların çıkış ve
dayanak noktalarıyla ilgili öğrettiklerini, kendi tespit ve tasnifleriymiş gibi sunarak ve
bunların asıl sahibini hiç anmayarak; hem ilim hırsızlığı yapılmakta, hem de ucuz bilgiçlik
taslanmaktaydı. Ve zaten bunların dışında kalan kısımlar, Kur’ani gerçekleri yansıtmayan
ve ilmi değeri bulunmayan sloganik saplantılardı.
Önce: “Sistemler karşılaştırıldığında esas olarak iki türlü sistemin varlığı görülür.
Birincisi Allah’ın Peygamberlerine indirdiği kitaplar vasıtasıyla bildirdiği ve Adem
aleyhisselamdan itibaren Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselama kadar hiç
değişmeyen aynı tevhid kuralına bağlı ilahi sistem, diğeri de her dönemde ateistlerin
kendi aralarında kararlaştırdıkları çeşitli beşeri sistemlerdir
” yaklaşımı yanlıştı.
Çünkü, Kur’an’ı Kerim bir sistemin değil, bir Din’in asli kaynağıydı ve ilim ehli fakih
müminlerin, kendi çağının sorunlarına ve standartlarına uygun olarak hazırlayacakları
düzenlerin temel dayanağıydı. Ancak, Kur’an hükümlerine ve sünnet prensiplerine
uygun; her dönemin ve ülkenin özel şartlarına ve ihtiyaçlarına göre ve içtihat yöntemiyle
hazırlanan “sistem”ler de, ilahi değil beşeri olmaktadır. İlahi olan Kur’anın muhkem
ayetleridir, fakat içtihat, istinbat ve kıyas yoluyla ondan çıkarılan hükümler beşeridir.
Şimdi, örneğin imamı Azam Hz.lerinin içtihatlarını haşa “ilahi” saymak, onların artık
tartışılmaz ve başkalaşmaz olduğunu iddia etmek anlamında bir sapkınlık ve safsatadır.
Zaten ilmi tespit ve tasnif şudur:
• Kur’anın muhkem ayetleri; Mutlak delil
• Sahih hadis ve sünnet; delil
• Bunlara dayanarak yapılan içtihatlar; hüküm
• Bu içtihat üzerinden icma hasıl olması; mutlak hüküm sayılmaktadır.
1 / 12
CAHİL MÜCTEHİT, HAİN MÜCAHİT OLURSA!? - Milli Çözüm Dergisi
Yazar Osman ERAYDIN
10 Şubat 2013
Evet, Marx ve Adam Smith gibilerin sistemleri de beşeridir, İslam ulemasının ve Mezhep
imamlarının içtihatları da beşeridir. Şu farkla ki; İslami içtihatlar, vahiyden ve sünnetten
kaynaklanan, akli ve vicdani kanaate dayanan beşeri sistemlerdir. Ve bu nedenle elbette
üstün ve adil medeniyetler vücuda getirmiştir. Ama diğerleri sadece dünyevi ihtiyaçlar ve
nefsi arzuları karşılamak üzere, akla ve mantığa dayalı beşeri sistemlerdir, tarih boyunca
görülen bütün zulüm ve sömürü de bunların eseridir.
Ve zaten İslam’da, ilim ehli fakihler yeni ihtiyaçlara uygun içtihatlar yaparken, gerekli ve
yeterli sistemler oluştururken, ancak ve sadece Kur’an’ı ve Sünneti “delil” ve kaynak
yaparak bir karar ve kanaate varmak durumundadır. Yoksa, başka bir müçtehidin
içtihadını ve fetvasını, kendi içtihadına “temel esas” ve dayanak yapamayacaktır. İşte bu
nedenle; Kur’an ve Sünnet temeldir, geneldir, değişmez ve vazgeçilmezdir. Ama içtihatlar
ve onlarla oluşan sistemler zamanla eskiyebilir, değişebilir, önemini ve özelliğini
yitirebilir yapıtlardır.
Şimdi biz Adil Düzen derken, ne Abbasi, ne Emevi, ne Selçuklu, ne de Osmanlı sistemini
aynen getireceğimizi kastetmiyoruz, zaten bu mümkün ve münasip te değildir.
Oğuzhan Asiltürk’ün ilmi gerçeklerden ve İslami gerekçelerden ilgisiz ve bilgisiz olarak
kulaktan dolma, sağdan soldan aşırma malumat kırıntılarıyla “Hak ve adalete dayalı
devlet sistemi nasıl olmalı?” şeklinde iddialı bir başlık atması, sonra da yazısını bizim
İmam Hatip orta kısım öğrencilerimizin bile Aziz Hocamızdan duyup ezberlediği
mükemmel tespit ve tarifler dışında, bir sürü sloganik saplantı ve safsata ile doldurması,
ne denli engin ve derin bir ilme(!) sahip olduğunun kanıtıydı. Bu bay bilgiçler, laf ve
edebiyatı bırakıp ülkemizin parçalanmasını, devletimizin dağıtılmasını ve yüce Dinimizin
yozlaştırılmasını hedefleyen, sözde “demokratik ve sivil bir anayasa” yapımı sırasında,
bilgileri ve beyinleri yetiyorsa Adil Düzenin örnek ve model anayasa taslağını hazırlayıp,
topluma sunmaları lazımdı.
“Şeriat” kavramı
Arapçada şeriat (şari’) ana yol, cadde, bulvar için kullanılır. Tarikat (tarik) ise ara yol, sokak
manasındadır. İslami kavram olarak, o yol, bir hakikat kaynağına ulaştırılması bakımından önem
ve anlam kazanır. Örneğin, bir su kaynağına ulaştıran yola “şeriatül maa” tabir olunmaktadır.
2 / 12
CAHİL MÜCTEHİT, HAİN MÜCAHİT OLURSA!? - Milli Çözüm Dergisi
Yazar Osman ERAYDIN
10 Şubat 2013
İbni Abbas (R.A.) Hazretleri Maide Suresi 48. Ayetinde geçen
“Şir’aten”
kelimesinin, Kur’an’ın temel dayanak ve kaynak hükümlerine,
“Minhac”
kelimesinin ise, Hz. Peygamber Efendimizin sünnet prensiplerine işaret ettiğini vurgulamaktadır.
“Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid-gözetleyici'
olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana
gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir
şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,)
verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü
Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.” (Maide-48) a
yeti, Kur'an'ın şeriat kaynağı olduğunu buyurmaktadır.
Şeriat, aynı zamanda, temel insan hakları ve ilahi (evrensel, doğal ve sosyal) hukuk
kuralları bakımından; herkese eşitlik ve denge sağlayan genel kaynak = Kur’an ve sünnet
anlamı taşır. “Hüm fiy hazel emri şereün” (onlar şu işte (ve hükümde) eşittir)
manasınadır. Şura süresi 13 ve 21. Ayetlerindeki “Şerea” ve “şereu” kelimeleri de:
Toplumu oluşturan farklı köken ve kültürden, herkesin temel hak ve hürriyetlerini aynı
ölçüde sağlayıp koruyan, hukuk önünde zengin-fakir, hatırlı-gariban her ferdi eşit tutan
ilahi hükümler anlamındadır.
Araf suresi 163. Ayetindeki, balıkların denizden akın akın çıkıp gelmesini anlatan
“şürrean” kelimesi de bize, Kur’anı Kerimin şeriat kaynağı olarak, bitip tükenmeyen bir
hakikat deryası olduğunu, işaret yollu hatırlatmaktadır. Yani, Kur’an ve sünnetten
kaynaklanan sistemlere ve yönetim şekillerine “şeriat” denmesi, ilmi değil, avami bir tabir
olmaktadır. Çünkü şeriat, İslam’dır, Kur’an’dır; bunlara dayanılarak yapılan sistemler ise
beşeri ve değişebilir yapıtlardır. Bunlara “ilahi sistem” demek yanlış ve sakıncalıdır. Bu
hatayı bazı ilahiyatçı ve yazarların yapması da bu yanlışı ortadan kaldırmayacaktır.
Erbakan Hocamızın vefatı ve muhteşem cenaze katılımıyla oluşan heyecan dalgasıyla
birden %5’lere fırlayan; AKP’nin pervasız tahribatları ve muhalefet partilerinin yetersiz
kalmaları karşısında ciddi, gerçekçi ve etkili gayret ve projelerle barajı rahatlıkla aşabilme
fırsatını yakalayan Saadet partisinin, “Erbakan cihat için toplanan paraları, el konmasın
ve zayi olmasın diye mala çevirip kendi üzerine tapuladı, ölünce de bunlar çocuklarına
miras kaldı. Onlar da cihat paralarının üzerine yattı”
gibi isnat ve ifsatlarla körletip köstekleyen, ama birkaç ay sonra da savcılığa gidip
“Bu iddiaların yanlış anlaşılmadan kaynaklanan ve gerçeği yansıtmayan ifadeler
3 / 12
CAHİL MÜCTEHİT, HAİN MÜCAHİT OLURSA!? - Milli Çözüm Dergisi
Yazar Osman ERAYDIN
10 Şubat 2013
olduğunu”
söyleyerek iftirasını kabul edip resmen belgeleyen Oğuzhan Asiltürk’ün, şimdi partiyi
%1’lere düşürmesinin vebalini unutturmak için sahte
“ilim adamlığına ve biat edilecek imamlığa”
soyunması ve nice gayretsiz ve menfaatçi tiplerin de bu haksızlık ve yanlışlıklara göz
yumması, acaba hangi iz’an ve vicdanla bağdaşmaktadır?
Daha da hayret verici olanı, Erbakan Hoca’ya, hem de vefatından sonra ve kendisini
savunamayacak konumda, “davanın parasını şahsi hesabına geçirmek” gibi ağır bir
suçlama karşısında susan; hatta bu iftirayı atanları savunup, ona karşı çıkanlara saldıran
kişilerin bu hali karakter hamlığıdır. Bunca yamukluklarına rağmen hala “Oğuzhan
Asiltürk, aksi bir ihtiyar olsa da, çok mert ve dürüst bir insandır. “Babamın mirasıdır”
diye, 100 milyon liralık davanın parasının üstüne oturan Muhammet Ali Fatih Erbakan, bol
keseden ziyafetler verip har vurup harman savurmaktadır”
diyerek gayzını kusan Abdullah Tenekeci gibilerin ayarı ve ahlakı da ortaya çıkmaktadır.
Bazı Milli Görüş mensuplarına “Bu notları derleyip yayınlamam için, rahmetli Erbakan
Hocamız bana verdi” denilerek hazırlanan, SP Genel Merkez Yüksek Disiplin Kurulu
Üyesi olduğu da saptanan Harun Macit imzalı “LİDER (İstişare-güven) adlı kitapcık’ın
temel bölümleri, birçok tarifleri, hatta ayet ve hadis mealleri Ahmet Akgül Hocamızın yazı
ve kitaplarından kopya edilmiş, ama maalesef kaynak bile gösterilmemiştir. Yani alıntının
ötesinde çalıntıdır. Bu kitapçığın 59-69 sh. Arasındaki “İSTİŞARE” başlıklı yazı ise, Milli
Çözüm Dergisi Ağustos 2004 sayısında Nail Kızılkan’ın, Ahmet Akgül Hocamız’ın “İslam
Davası ve Cihat Kavramı” kitabından derlediği “İSLAMDA ŞURA VE İSTİŞARE” yazısı
aynen alınıp nakledilmiş ve 65 nolu dipnot olarak ta (Ashabülyemin.kıs.al) gibi, ya
uydurma veya Ahmet Akgül’den kopya edildiğini saklama bir kaynak aktarılmıştır.
İşte LİDER (İstişare-güven) kitapçığının 58. sayfasında:
“Bilinmelidir ki Musa’ların olduğu her yerde Samiri’ler de olacak; Hz. Muhammed (SAV)
ve Onun ümmetinin bulunduğu her yerde Müseylemetül Kezzablar (yalancı peygamberler
ve sahte liderler)de olacaktır. Bu imtihanın bir parçasıdır” ifadeleri yer almaktadır.
Şimdi: dinen, aklen ve vicdanen bir vücuda iki baş, bir devlete iki başkan ve bir teşkilata
iki lider olamayacağına göre; Sn. Mustafa Kamalak, SP Genel Başkanı ise, uyduruk YİK
Başkanı Oğuzhan Asiltürk Samiri ve Müseylemetül Kezzab konumunda mıdır? Yok eğer
4 / 12
CAHİL MÜCTEHİT, HAİN MÜCAHİT OLURSA!? - Milli Çözüm Dergisi
Yazar Osman ERAYDIN
10 Şubat 2013
Oğuzhan Asiltürk asıl biat ve itaat edilmesi gereken makam sayılıyorsa, o takdirde
Mustafa Kamalak sadece resmi etiketli bir vitrin mankeni olarak mı o koltukta
tutulmaktadır?
Oğuzhan Asiltürk’ün: “Büyük çoğunluğuyla Müslüman olan bir milletin düzeni laik
olamaz. Böyle bir kabul bütün bir milletin inancını yok saymak olur. Millete zulmetmek
demek olur.”
İfadeleri de yanlıştır, basit bir yaklaşımdır.
“Dinde zorlama yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) ile dalalet ve azgınlık yolu ortaya
konmuştur. Artık kim tağutu inkar (ve terk) edip Allah’a (Hak dine ve hükümlerine) iman
(ve itaat) ederse, o kopmayan sağlam bir kulpa tutunmuştur” (Bakara-256) ayetinde
“Fid-din” kelimesinin başındaki “Fiy”; hem “de” eki olarak, hem “için” anlamına hem de “içinde”
manasına kullanılır. Bu nedenle ayete:
“Dinde zorlama yoktur”
“Din(e sokmak) için zorlama yoktur
”
“Din içinde(de) zorlama yoktur”
şeklinde üç mana da uygundur. Yani ayetten, sadece Müslüman olsunlar diye başkalarına ikrah
ve baskı yapmanın değil, aynı zamanda, Müslüman bir kimseye zekat vergisi, askerlik (cihat)
görevi, kanunlara uygun hareket etmesi gibi sosyal ve hukuksal sorumlulukları dışında kalan
namaz, oruç, hac gibi şahsi ibadetlerini yapması da telkin ve tavsiye dışında, kanunla mecbur
tutulamaz ve ceza uygulanamaz. Çünkü:
“Takibi mümkün ve münasip olmayan suçlara, ceza tatbik edilemez”
kaidesi gereği, bir insanın beş vakit namaz kılıp kılmadığının, oruç tutup tutmadığının takibi ve
tespiti mümkün değildir. Sadece ramazan günü açıkta yemek-içmek, veya Cuma namazı
vaktinde dışarıda dolaşıp rahatsızlık vermek gibi “kışkırtıcı tavırlar”dan sakınılması ikaz ve ihtar
edilir. Yani çağdaş ve batı çıkışlı bir kurum olan “Laiklik”in gerekli ve güzel olan yanları zaten
İslam’ın özünde vardır ve bu gibi kavramların inkarı değil, ıslahı lazımdır.
Laiklik, Adil Düzende; Devletin farklı din ve düşünceden bütün kesimlere aynı mesafede
kalması, her hangi bir insanın devlet hizmetinden yararlanmada ve hukuk (yargı adaleti)
karşısında dininden ve mezhebinden dolayı, ne özel bir imtiyaz ve hürmete, ne de özel bir
mahrumiyet ve mağduriyete uğramaması ve herkesin kendi inancını rahatlıkla yaşama
şartlarının hazırlanması anlamındadır.
Bugün Türkiye’de Laiklik Var Mıdır?
5 / 12
CAHİL MÜCTEHİT, HAİN MÜCAHİT OLURSA!? - Milli Çözüm Dergisi
Yazar Osman ERAYDIN
10 Şubat 2013
Hazırlanan yasalara ve mevzuatta bakılırsa Türkiye laik değildir, fiiliyatta ise baskıcı
laiklikte en ileri ülke görünümündedir. Laiklik dediğimiz zaman; kuvvetler ayrılığını hatıra
getirmek, kuvvetler dengesi olarak düşünmek gerekir. Türkiye’de güçlü siyasiler vardır,
güçlü din vardır, ama güçlü ekonomi yoktur, güçlü ilim yoktur; konularda malesef dışa
bağımlıdır ve küresel tekelcilerin güdümündedir. Bunlarda hiçbir yönüyle laiklik yoktur.
Türkiye’de din ve siyaset bakımından (yarım, yamalı ve yaralı da olsa) laiklik vardır.
Çünkü Din resmen tanınmamıştır ama fiilen vardır. Siyaset ise hem resmen tanınmıştır,
hem de fiilen vardır, yüksek seçim barajlarına rağmen mecliste dört siyasi grup
bulunmaktadır. Tarikatlar hâlâ yasak olmakla beraber; Nurcular, Süleymancılar,
Fetullahçılar, İskender Paşa cemaati, Sami Efendi cemaati, Menzil cemaati, Nakşîler,
Kadiriler, Uşşakîler ve diğer bazı tarikatlar etkin bir şekilde faaliyet yapmaktadır. Bunların
legalleştirilmesi, gerçek ve örnek laikliğin teminatı olacaktır. O halde sorun anayasal
sorun değildir. Bugün mevcut anayasa içinde de pekâlâ yararlı ve yapıştırıcı laiklik
düzenlenebilir ve Türkiye dünyanın en ileri ve ideal sistemine kavuşabilir. Ne var ki “ADİL
DÜZEN” kurulmadıkça bunlar mümkün değildir ve sorunlar devam edecektir.
AKP, yeni anayasa ile:
• Cumhurbaşkanına ait olan “Başkomutanlık” sıfatı “Başbakan’a” devredilmek suretiyle,
Türkiye’nin tek elden ve Washington’dan gelecek telefon diplomasisiyle daha rahat
yönetilmesine fırsat sağlayacak bir başkanlık (baş uşaklık) sistemine kaydırırken …
• Üst düzey komutanların yarısı hapishaneye tıkılan, diğer yarısı casuslukla suçlanan
TSK’nın, Genel Kurmay Başkanı Milli Savunma Bakanlığına bağlanıp, ordunun burnunun
kırılıp ABD tarafından hizaya sokulurken…
• MGK, anayasal kurum olmaktan çıkartılıp devletin temeli sarsılırken…
• Kürtçe eğitim yapma, yargıda Kürtçe kullanma, PKK’lılardan özerk Kürdistan’ın
savunma ve güvenlik teşkilatını oluşturma açılımlarıyla Türkiye adım adım
parçalanırken…
Oğuzhan Asiltürk’ün, hala parti teşkilatlarına ve Anadolu Gençlik vakfına ait bütün mal
varlıklarını kendi kontrolüne alma heyecanıyla yanıp tutuşması, nasıl bir fıtrat kimyasını
6 / 12
CAHİL MÜCTEHİT, HAİN MÜCAHİT OLURSA!? - Milli Çözüm Dergisi
Yazar Osman ERAYDIN
10 Şubat 2013
yansıtmaktadır?
Milli Gazete Reşat Nuri Erol’un dediği gibi: “Ya yeni anayasa ile Milli ve Adil bir düzen
kurulacak”, veya adım adım devletimiz yıkılacaktır!
İslamiyet’te hapis cezası bulunmamaktadır. Suçlu olanın cezasına göre ya kısas
uygulanır, ya dayak atılır, ya da para cezasına çarptırılır. Parası yoksa zorunlu çalışma
kampına alınır ve karın tokluğuna çalıştırılır, borcunu bu şekilde ödeyince serbest
bırakılır. Abdullah Öcalan yakalandığında idam edilmesi lazımdı. Öcalan’ı asmayalım diye
Batının dayatmasıyla idam cezası kaldırıldı... İdam cezasının olmadığı bir ülkede gerçek
anlamda devlet otoritesi kalmamıştır. Maalesef şimdi Türkiye devlet öncesi dönemini
yaşamaktadır. Malum odaklar Öcalan’la iki kuş vurmuşlardır:
- Birincisi, Öcalan’ı lider olarak hazırlamışlardır
- Bir de idam cezasını kaldırarak devletimizin temeline dinamit koymuşlardır.
Düne kadar PKK ile savaşarak canını tehlikeye atan askerleri hapishaneye doldurup,
PKK’lı eşkıyalarla ve Apo’yla görüşme yapmak, galip gelen orduyu masa başında mağlup
ve mahkum etmek anlamını taşır. Sömürü sermayesi tarihte/tarihimizde defalarca yaptığı
ve yaptırdığı gibi; şimdi de yine bu yola başvurmaktadır. Askerlere dediklerini
yaptıramayınca onları hapishanelere doldurmuşlardır. Şimdi de PKK’lılar ve onların
elebaşları serbest bırakılmaya çalışılmaktadır. Sonra işsiz kalmasınlar diye onları devlet
kadrosuna alacak, böylece PKK zafer kazanmış olacaktır. Yapılanlar ve daha sonra
yapılmak istenenler işte bu amacı taşımaktadır.
Diyelim ki yukarıda anlattıklarımız bizim kuruntularımızdır, yapılanların senaryosu Siyonist
sermaye odaklarınca yazılmamıştır, Başbakan Tayyip Erdoğan bu senaryoyu kendisi yazmakta
ve uygulamaktadır. Peki dün PKK ile görüşüldü diye BDP’yi kapatmaya kalkışanlar şimdi
kendileri resmen PKK ile görüşüyorsa demek ki bunu Recep Tayyip Erdoğan yapmamakta, bir
yerden gelen emirlere uymaktadır... Dün Zaman gazetesi yazarları PKK ile görüşmeye karşı
iken; Fethullah Gülen beyanat verdi diye şimdi farklı davranıyorlarsa bu Siyonist sermayenin
böyle buyurduğunun isbatıdır. [1]
7 / 12
CAHİL MÜCTEHİT, HAİN MÜCAHİT OLURSA!? - Milli Çözüm Dergisi
Yazar Osman ERAYDIN
10 Şubat 2013
Özetle; demokrasi ve laiklik kavramlarına sataşmak ve bunu “sağlam bir imanın
tezahürü” diye sunmak ucuz kahramanlıktır ve Donkişot gibi, kendi vehim ve
kuruntularıyla savaşmaktır. Öncelikle dengeli ve güvenli bir kuvvetler ayrılığı lazımdır.
Kuvvetler ayrılığı, kuvvetlerin birbirini murakabesi ve yetkilerin sınırlı, fakat tam olması
Osmanlı Devleti’nin bünyesine sağlamlık ve devamlılık kazandırmıştır. Bu hususu bir
hukuk âlimi olan merhum Prof. A. F. Başgil şöyle ifade ediyordu:
“Devlet teşkilatında kuvvetler ayrılığı uygulaması, Hz. Ömer devrinde başlamıştır. İdare
ve kaza yani yargı ayırımı yapılmış, bunun yanında devletin en yüksek müzâkere ve karar
organı olarak bir Şura Meclisi kurulmuştur. Bu meclis, kabile reisleriyle halk
temsilciliklerinden meydana gelirdi.” [2]
Böylece denilebilir ki, İslâmiyet Şûrâ’yı esas almakla ve temel insan haklarını öne
çıkarmakla Temsili Cumhuriyet tarzını ortaya koyan bir siyasî anlayışa (adil ve asil bir
laiklik uygulamasına) açık bulunmaktadır. Diğer bir ilim adamı ise, yargı organı ile
yürütme organı arasındaki ayrılığın (ve farklı din mensuplarına eşit ve adil yaklaşımın) ta
Hz. Muhammed (SAV) devrinde yapıldığı görüşündedir. [3] Nitekim Osmanlıların
Şeyhülislâmlık makamını teşkilatlandırmaları ve Mustafa Kemal’in Diyanet İşleri
Başkanlığını kurmaları üzerinde dikkatle durulmalıdır.
Osmanlı Devleti’nde danışma, siyasetin temeliydi. [4] Çünkü her çeşit Meşveret’in yâni
Danışma ve İstişare’nin neticesine uygun hareket etmek, İslâm’da vâcib / kesin emir
derecesinde gerekli görülmekteydi.
[5]
Osmanlıların Yükselme Devirleri’nde Padişahlar, Vezirler, Kazaskerler, Beyler hakkında
kaanûn veya emsal bulunmayan hâllerde, mutlaka danışırlardı. Onların bu meziyetleri
hatalarını pek azaltır, başarılarını çoğaltırdı. Murakabe ve Müşavere sayesinde Osmanlı
İdaresi o kadar mükemmeldi ki, Fâtih Sultan Mehmed’in çağdaşı olan ve Siyaset San’atı
hakkındaki “Prens” isimli meşhur eseri meydana getiren İtalya’lı Makyavelli bile, Osmanlı
İdaresi’nin, o zamanki yönetimlerin hepsinden daha iyi olduğunu yazmıştı.
Halkın, doğrudan veya seçtiği temsilciler vâsıtasıyla hâkimiyet ve egemenliği elinde tuttuğu
idare tarzına Cumhuriyet adı verilir. Cumhuriyet kelimesi, Arapça halk anlamına gelen
“cumhur”a dayanır. Cumhurî / Cumhuriyet, cumhura yani halka âit demektir. Nitekim Lâtince
8 / 12
CAHİL MÜCTEHİT, HAİN MÜCAHİT OLURSA!? - Milli Çözüm Dergisi
Yazar Osman ERAYDIN
10 Şubat 2013
respublica (res “şey,olay, olgu” ve publica “halk, kamu”) kelimesi de devletin kamu malı
olduğunu, en yüksek emir verme yetkisinin de kamuya âit bulunduğunu ifade etmektedir.
Dolayısıyla “Cumhuri Devlet” veya “Cumhuriyet” egemenliğin halka ait olduğu hükümet şekli
demektir. Günümüzde dar anlamda “Cumhuriyet” kavramı devlet başkanının belirli bir süre için,
doğrudan veyâ dolaylı olarak halk tarafından seçilmesine dayanan hükûmet biçimini gösterir. [6
]
Aristo, Cumhuriyeti “Umumun menfaatini gözeten halk idaresi” şeklinde ta’rîf etmiş. [7]
Montesquieu, Eski Yunan filozofu Aristoteles (Aristo)’nun Cumhuriyet’i tanımladığı “Devleti,
kamunun çıkarını gözeterek, halkın temsilcileri yönetirse, ona Cumhuriyet denir.”
fikrini işleyip geliştirmiştir. Bu görüşünü şöyle belirtir:
“Yasama, Yürütme ve Yargı kuvvetleri tek kişide, ya da kurulda toplanırsa, adı
‘Cumhuriyet’ bile olsa, organları seçimle bile gelse, o rejim, halk yönetimi niteliğini
taşımaz.”
Öyleyse, Cumhuriyet, öyle bir devlet şeklidir ki; onda üç ayrı kuvvet, ayrı ayrı birbirine karşı
bağımsız ve birbiriyle dengeli bir denetleme temeline göre kurulmuş olmalı: Devletin başında
da, belirli bir süre için, seçimle gelen bir başkan bulunmalıdır. [8]
Ayrıca Demokrasi ve Cumhuriyet kavramları da birbirine karıştırılmamalıdır. Cumhuriyet bir
şekli, Demokrasi ise muhtevayı / içeriği ifade etmektedir. Çünkü İngiltere’deki gibi, Monarşik bir
yönetimin Demokratik olabilmesine karşılık, Cumhuriyet yönetimi de Anti-Demokratik olabilir. J.
J. Roussea’ya göre, “Yönetim biçimi ne olursa olsun, yasalarla yönetilen her devlet
Cumhuriyet’tir. Çünkü kamu yararı ancak o zaman egemen olur ve kamu işleri ancak o
zaman önem kazanır. Her yasal hükümet, Cumhuriyetçidir.”
[9]
Cumhuriyet Rejimi, Yürütme ve Yargı yetkisinin anayasayı kendi inancı ve ihtiyacına göre
yapacak ve hükümetleri kuracak meclisleri seçenin kaynağının halkta olduğu inancına dayanan
bir rejimdir. Bu inanç yitirildiği, ya da bir yana itildiği gün, Montesquieu’nun belirttiği gibi, devletin
adı ne olursa olsun, Cumhuriyet bir cesetten ibaret kalır.
Her Cumhuriyet Yönetimi, gerçek anlamıyla Demokrasi değildir. Çünkü Demokrasi, doğrudan
doğruya ülke halkının, bir araya gelip kanunlar yapması, bu kanunları uygulayacak kimseleri
9 / 12
CAHİL MÜCTEHİT, HAİN MÜCAHİT OLURSA!? - Milli Çözüm Dergisi
Yazar Osman ERAYDIN
10 Şubat 2013
seçmesi demektir. Oysa ülkelerdeki nüfus çokluğu, gerçek ve tam Demokrasi’nin
uygulanmasına hiçbir zaman imkân vermeyecektir. Bu bakımdan da, vatandaşların büyük
çoğunluğunun oyuyla bir Meclis veya Meclisler seçilir ve bu Meclisin çıkardığı hükümet ülkeyi
yönetir.” [10]
Bu düşünce ve düzenlemelerin hiç birisi İslam’ın özüne aykırı düşmediğine göre kalkıp
demokrasi ve laiklik gibi kavramlara savaş açmak veya bunlardan ürküp kaçmak, ya
ahmaklık, ya da ucuz kahramanlık örneğidir.
Yalancılıkta ve Erbakan istismarında Bülent Arınç’ın Hocaları: Şevket Kazan ve Oğuzhan
Asiltürk!
O sırada Refah Partisi Tokat Turhal teşkilat başkanı olan sadık ve dürüst insan Mustafa Arhan
Bey şunları anlatıyordu:
“Refah-Yol Hükümeti kurulmuştu. Milletvekilimiz Ahmet Fevzi İnceöz kendi şahsi
hesapları için il başkanımız M. Ergun Dağcıoğlunu değiştirmek istiyordu. Yerine getirmek
istediği İbrahim Üneş denen kişi ise davayla, teşkilatla hiçbir ilgisi ve hizmeti
bulunmayan birisi oluyordu. Biz teşkilat mensupları bu girişme karşı çıkınca, Ahmet
Fevzi İnceöz Ankara’ya gidip genel merkezden müfettiş olarak Bülent Arınç’la Ahmet
Demircan’ı getiriyordu. Bülent Arınç, herkesi dinledikten ve teşkilatın haklı olduğunu
gördükten sonra, kalkıp: “Bu il başkanı değişikliğini, Erbakan Hocamız emrediyor”
deyince herkes şaşırıyordu. Biz bunun bir istismar ve Hocaya olan bağlılığımızı suistimal
olduğunu hatırlatıp karşı çıkınca, ertesi gün teşkilata gittiğimizde, il başkanı Ergun
Dağcıoğlu belli ki tembihlenmiş ve mecbur edilmiş olarak kalkıp: “Bu gece Erbakan
Hocam beni telefonla aradı ve görevden ayrılmamı istedi” sözleri bizleri daha da
kuşkulandırıyordu. Bütün bunların Ahmet Fevzioğlu İnceöz hatırına hazırlanmış bir
senaryo olduğunu herkes fark ediyordu, ama yapacak bir şey de bulunmuyordu. Derken
aradan yıllar geçmiş ve Bülent Arınç’ın oğlu (Allah Rahmet etsin) bir trafik kazasıyla vefat
etmişti. O sırada Tokat’a gelen Milletvekilimiz Bekir Sobacı bize şunu nakledince herkes
şaşırı vermişti. “Bülent Arınç Bey bana: Tokat teşkilatımıza selam söyle, haklarını helal
etsinler. Çünkü ben onlara il başkanının değiştirilmesini “Erbakan Hocam istedi” diye
yalan söyledim. Ahmet Fevzi İnceöz’ün hatırına teşkilat mensuplarını ikna etmek için
böyle davrandım, pişmanım!”
Bülent Arınç herhalde başına gelen bu musibet üzerine, yaptığı nefis muhasebesi
10 / 12
CAHİL MÜCTEHİT, HAİN MÜCAHİT OLURSA!? - Milli Çözüm Dergisi
Yazar Osman ERAYDIN
10 Şubat 2013
sonucu, suçlarını araştırırken bu olayı da hatırlamış ve isyan eden vicdanını bastırmak
üzere, böyle bir itirafa ve Tokat teşkilatındaki sadık insanların gönlünü almaya
mecburiyet hissetmişti. Ama bu tür geçici duygusallıklar samimi bir tövbe değildir.
Çünkü bu acılar küllenince Bay Bülent Arınç davayla ilgili dalaverelerine yine devam
etmişti. Ama onun bu tür yamukluk ve yalancılıklarındaki asıl örneği Şevket Kazan ve
Oğuzhan Asiltürk idi. Çünkü bu ikisinin, teşkilatlara rağmen, nice hain karakteri ve
menfaatçi kişileri önemli makamlara getirdiklerine ve hepsinin de “Erbakan böyle
emrediyor”
dediklerine
defalarca şahitlik etmişti. Bu marazlı tipler böylece, hem kendi yağcılarını ve menfaat
ortaklarını milletvekili, belediye başkanı ve yüksek bürokrat yapmanın suçunu Erbakan’a
yüklemekte, hem de kırgınlık ve kızgınlık oklarını Rahmetli Hocaya yönlendirmektelerdir
örneğin; Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk, kendi tiynetlerini ve tahriplerini sezen ve
söyleyen Ahmet Akgül’ün, her gittikleri yerde
“Erbakan Hoca tarafından yasaklandığı”
yalanını yayıvermişlerdi. Oysa önceki Genel Başkanlar Sn. Recai Kutan ve Sn. Ahmet
Tekdal Bey’ler ve hatta bizzat Hocamızın kendileri, böyle bir durumun asla söz konusu
olmadığını belirtmişlerdi.
İyi de, peki Hoca niye mi bunları hep yanına almış ve yetkili makamlara getirmişti? Bunun
yanıtını defalarca ve teferruatlıca verdik, yine söyleyelim. Hocamız, hayatı boyunca yaptığı ve
başardığı tarihi atılımlarına ve büyük inkılâbına alt yapı hazırlıklarına fırsat ve ruhsat
yakalayabilmek için, bu tiyneti karanlık tiplerin teşkilatta önemli mevkilere getirilme şartına
rıza göstermek ve birçok tahribat tertiplerini görmezden gelmek mecburiyetindeydi ve bu
tavizlerinden Hoca en az yüz kere kat daha karlı çıkıvermişti.
Ve nihayet Milli Görüş sadıkları uyanıyor, bu riyakar ve istismarcıların oyunlarını fark
ediyor; mutlu ve umutlu bir gelişme yaşanıyordu. SP Kocaeli (İzmit) kongresinde,
Oğuzhan Asiltürk ve Şevket Kazan ekibinin bütün baskı ve manipülasyonlarına rağmen,
Aziz Hocasına bağlı ve kutlu davasına sevdalı kadrolar, yüksek bir şuur ve sorumlulukla
kendi listesini çıkarıyor ve büyük bir farkla il seçimini kazanıyordu. Böylece şeytanın
çorabı sökülmeye başlıyor, yeni ve ümitli gelişmelerin işareti veriliyordu. Evet sadıklar
üzerlerindeki yılgınlığı ve karamsarlığı atıp manevi bir teslimiyet ve medeni bir cesaretle
kendi mesele ve mesuliyetlerine sahip çıktıkları anda, Allah’ın imdadı onlara yetişiyordu!
[1] 18 Ocak 2013 – Milli Gazete - R. Nuri Erol
11 / 12
CAHİL MÜCTEHİT, HAİN MÜCAHİT OLURSA!? - Milli Çözüm Dergisi
Yazar Osman ERAYDIN
10 Şubat 2013
[2] Başgil, A.F., Anayasa Prensipleri, C.1, 63.
[3] Turnagil, İslâmiyet ve Milletler Hukuku
[4] Türkiye’nin Kaderi, Kadircan Kaflı, İstanbul – 1965, s. 26 – 27
[5] Bedîüzzamân Said Nursî ve DEVLET FELSEFESİ, Safâ Mürsel, İstanbul – 1976, s. 266 –
267
[6] Ana Britannica, İstanbul-1987, c.6, s.251 Cumhuriyet maddesi.
[7] Yeni Rehber Ansiklopedisi, C. 5 İstanbul-1993 s. 5 Cumhuriyet maddesi.
[8] Yeni Hayat Ansiklopedisi, C. 2 -Tarihsiz- s. 854 – 855, Cumhuriyet maddesi.
[9] Toplum sözleşmesi -Du contrat social- 2, 6) (Büyük Larousse, 4. Cilt İstanbul – 1986, s.
2505 Cumhuriyet maddesi
[10] Muhsin Bozkurt
12 / 12
Download