ÇEVRE VE SANAYİLEŞME İLİŞKİLERİ Prof.Dr. Aysen MÜEZZÎNOĞLU ÖZET Çevre ile sanayinin arakesit düzlemindeki sorunlar çoğunlukla sanıldığı gibi sadece (gaz, sıvı, katı) atıkların yönetim biçimine karşı gelişen toplumsal itirazlardan ibaret değildir. Bunların yanısıra çevreyi korumak ve doğal kaynakların uzun süre (hatta sonsuza kadar) kullanılmasını sağlamak için; sanayide yüksek verimliliğin ve üretkenliğin temini, kullanılan üretim sürecinde azami madde ve enerji korunumu, işletme esnasında çevreye özenli ve bilinçli davranışlar, sanayi tarafından benimsenmesi gereken yöntemler haline gelmiştir. Bu kavramların hemen hepsi ötedenberi bildiğimiz temel özellikler olmakla beraber, günümüzde kirlenme olayının ortadan kaldırılmasında ve kalkınmanın sürdürülebilir kılınmasında en yapıcı hususların yine bunlar olduğu son birkaç yıldır yeniden gündeme gelmiştir. Dolayısıyla yeni teknolojiler artık hemen hemen hiç kirletmeyen türde üretilmektedir. İşin garip yanı şimdiye dek sanılanın aksine kirlilik üretmeyen, yani "sıfır atıklı" tesislerin birçok üretim dalında pek mümkün, kolay ve ucuz olduğu görülmüştür. Yeni teknolojilerin aynı zamanda verimliliği ve üretkenliği de arttırıcı olduğu düşünülürse, kirlenmenin önlenmesi hedefinin birim maliyetlerde ciddi bir azalma bir paralel gittiği gözlenir. SUMMARY The problems between industry and environment are not only the public objections to waste management problems in the air, water and solid media,. Besides these, in order to protect the environment and preserve the natural resources for a sustainable development, industries must adapt methods to increase the efficiency and productivity of production processes, to maximize the material and energy economy, to develop plant operation practices with due care to the environment and to behave with environmental consciousness. All of these concepts are well known by the engineers and administrators, however, more recently they are worked out into a sound framework, which will ensure "pollution prevention" and "sustainable development" goals. Thus, new technologies of today are developed on the basic notion of non-polluting activities. What is interesting in this is that "non-polluting" or "zero-waste" technologies or not only possible in almost every sector of manufacturing technologies, but they are also easy to operate and more economical in overall costs. By considering the increased efficiencies and productivities in their application, pollution prevention is defined as a goal quite in parallel with the reduced unit costs of production. 123 1. ÜLKEMİZDE SANAYİLEŞME VE ÇEVRE KAYNAKLARININ DURUMU Türkiye 60 Milyonluk genç ve enerjik nüfusu, Doğu ve Batı ülkeleri arasında ürün ve yarı-ürünlerin pazarlanması bakımından, taşıdığı avantajlı coğrafi konumu, zengin tarım potansiyeli, nakliye kolaylıkları, yeterli sayılabilecek su ve enerji kaynakları ile 2000'li yılların en ilgi çekici sanayi ülkelerinden biri olmaya adaydır. Yıllardır uygulanan resmi kalkınm stratejileri içerisinde sanayileşmeye verilen rol (bu amaçla uygulanan yöntemler değişse bile) hemen hiç değişmemiştir. Ekonomik kaynakların oludkça büyük dilimleri, ya doğrudan veya teşvik uygulamaları aracılığıyla devlet tarafından sanayi kesimine aktarılmıştır ve aktarılmaktadır. Genç ve oldukça iyi yetişmiş nüfusuna iş bulabilme uğraşı içindeki ülkemizde, sanayileşme (diğer sökterlerdeki politikalarla uyumluluğu sağlanmak koşuluyla) hiç tartışmasız tek kalkınma yoludur. Bu konuda alman mesafeler sayesindedir ki, son yıllarda "çevre" kamuoyunun gündemine girebilmiştir. Çünkü, kakınmanm belli aşamalarına ulaşmamış ülke halkları için "çevre" bir tür lüks sayıldığı için kamuoyunun gündemine pek giremediği bilinir. Zaman zaman yavaşlayan, bazen hızlanan; bazan devlet eliyle, bazan özel mülkiyette kurulan sanayi tesislerimiz çok değişik kalkınmışlık düzeylerindeki değişik ülkelerden ithal edilen teknolojileri bir mozaik görüntüsüne sahiptir. Sanayileşme modeli de en az birkaç onyıl öncesinin modellerine yakındır. Bu model istihdam, sermaye kıtlığı, faiz yüksekliği gibi çeşitli baskı unsurlarının etkisi altında gelişmiştir. Günümüzün sanayileşme modeli ise bundan birkaç yıl öncesine göre bile çok farklı bütüncül yaklaşımlar gerektirmektedir. Bu yeni model geleceğe yönelik endişelere yanıt verecek şekilde "sürdürülebilirliği sağlamak" gibi yepyeni bir objektife de sahiptir. Böylece yeni çağdaş sanayileşme modelleri, a) her türlü kaynak tüketiminde azami düzeyde tasarrufu, b) enerji ve hammadde kullanımında geri döngülerin oranını arttırmayı, c) ' tesisler arasında entegre çalışma gereğini (yani birinin atıklarından diğerinin girdi olarak yararlanması koşulunu), d) akılcı bir atık yönetim programını ve nihayet doğal kaynakların kalitesini bozmadan geleceğe saklama zorunluluğuna dayalı ahlak ilkelerini benimsemiş bir işletmecilik anlayışını beraberinde getirmektedir. Gerçekten günümüzün dünyasında sanayiler artık birçok temel ve yardımcı madde açısından kapalı devre çalışmak durumundadırlar. Bu maddelerin başında su gelir. Atık gaz akımlarından madde geri kazanımı, kaçakların minimize edilmesi, kaçınılması mümkün olmayan atıkların ise değerlendirilmesi yeni teknolojilerde azami boyutlara ulaşmıştır. Tüm bu nedenlerle yeni sanayi kuruluşları verimliliğe de daha fazla önem vermektedirler ve daha ekonomik üretim yapmaktadırlar. Yine aynı nedenlerle de eski modele uygun kurulan tesislerin yeni modele göre kurulanlarla rekabet şansı yoktur. Günümüzde büyüklü küçüklü tüm sanayi dallarında enerji ve madde tasarrufu yaparak tesis işletmek o sahada çalışan teknik elemanlara öğretilen bir bilim dalı haline gelmiştir. Bu tür tesislerin yenilerinin geliştirilmesi ise günümüz mühendisliğinin hemen hemen en önemli objektifidir. Zira "çevre dostu" veya "yeşil" adım alan teknolojiler artık bütündünyada en kolay hazarlananlardır. Bu gibi tesislerde üretildiği tarafsız organlarca (örneğin gönüllü tüketici dernekleri gibi) belgelenen ürünler ise tartımasız pazarlanabilmektedir. Hatta pazarda bir miktar pahalıya satılmaları sözkonusu olsa bile. Bu konuda reklamcılara büyük işdüştüğü, medyayı yönlendirici çevre bilincine uygun düşen spotların epeyce etkili olduğu gözlenmektedir. 2. DOĞAL KAYNAKLARIN KULLANIMI Ülkemizdeki ulusal kaynakların optimal kullanımına gelince, bu konunun ne kadar önemli olduğunu her geçen gün kamouyu biraz daha derinden kavramaktadır. Özellikle aynı anda sanayi, tarım ve kentleşmenin içice , daha doğrusu birbiri üstüne yapılandığı kent yerleşimlerimizde önemli boyutlara varan anlaş124 mazlıklar peşpeşe gündeme gelmektedir. Hemen hiç bir kent veya kasabamız, hatta köyümüz yoktur ki, çevreyle ilgili en az bir veya birkaç şikayeti bulunmasın. Kiminin derdi bereketli sanayi topraklarının kentleşmeye kurban verilmesi, kiminin yakınlarda çalışan fabrikadan tarlalarına veya evlerine doğru savrulan dumanlar, kimininki rahatsız edici kokular, hayvanlarını ve bahçelerini sulayamaz hale geldikleri akarsular, ya da görüntüsü giderek çarpıklaşan doğal peyzajdır. Çoğu örnekte bu yakınmalar yargı katında yer bulur. Çünkü halk Anayasa'nın 56. Maddesinde bahsi geçen "çevre hakkını" aramasını öğrenmiştir. Ancak bu konuda bütün yapılabilen kişisel tazminat kararları aldırtmaktır. Oysa asıl sorun böyle çözülemez, çünkü giden akarsuyun temizlendiği hiç görülmemiştir, ölen bitkiler ve toprak geri gelmez, yükselen çarpık yapılar ise bir daha yıkunlamamaktadır. Halk bu açmazı görmeye başlamıştır ve alman tazminatlar bireysel olarak hoşa gitse bile daha kapsamlı bir hoşnutsuzluğun gelişmesine engel olmamaktadır. Diğer taraftan özensiz ve bilimsel arazi kullanım ilkelerinden uzak plansız sanayileşme haraketi, üretim için gerekli olan ve bu amaca aynlması gereken çevre kaynaklarının kaybı yüzünden durma noktasına gelecektir. Aynı kıt su kaynağını hem kentsel tüketime, hem de fazla su tüketen teknolojilere kullandınrsanız, bir süre sonra kaynak yetersiz kaldığında önceliklerin kent halkına su temini yönünde olduğunu görürsünüz. Böylece hatalı planlama ve buna dayalı yanlış fizibilite neticesinde, ya sanayi tesisi duracaktır veya su kaynağını koruycu önlemler almak gereği ortaya çıkacaktır. Örneğin tesisteki suyu tekrar tekrar kullanmaya imkan veren (geri çevrimli) teknolojileri devreye sokmak mümkündür, işte Türkiye su, enerji, tarım topraklan ve bazı doğal zenginlikler ile sanayi arasındaki ilişkiler bakımından böyle bir açmaza doğru hızlı bir şekilde yol almaktadır. Bu nedenle de kaynakların kullanımında çeşitli kullanımın türleri arasında optimizasyona gidilmesi önem taşımaktadır. Diğer taraftan geçmiş on yıllann ürünü olan üretim tekniklerini kullanan tesislerimizde temel çevre koruma hedefleri pek bulunmamaktadır. Gerçi biraz kamuoyu veya biraz da devlet baskısı sonunda sanayici retrofit olarak (yani sonradan ve dolayısıyla dıştan ilave olacak şekilde) arıtma yapmaya kalkmış olabilir. Ancak bu şekilde çevre korumacılık artık geçmişte kalmış bir şekildir. Genellikle amaç sadece çevre koruma,veya daha doğrusu çevreyi koruyor gibi görünme olduğu için, yapılan antma tesislerinin teknoloisinin seçiminde, ana üretim sürecinin teknolojisinin seçiminde gösterilen özen pek görülmez. Bu yüzden de arıtma tesisi ya çalışmaz veyahut ta çalıştınlmaz. Bu olaydaki kusur ise aslında doğrudan doğruya üretim teknolojisinin geriliğindedir. işte modern çevre korumacılık bu saptamayı doğru olarak yapmıştır ve kirlenmeyi daha kökeninde, yani henüz oluşmadan önce durdurmak amacıyla yöntem geliştirmeye başlamıştır. Bu yolla hem doğal kaynak tahribi durmakta, hem çevre kirlenmemekte hem de kalkınma ve sanayileşmenin gelecekte de devamı mümkün olabilmektedir, inanılmayacak kadar basit önlemlerle kirletmeyen teknolojilerin oluşturulduğu ve kullanıldığı günleri yaşamaktayız. 3. SANAYİLEŞMENİN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ Yukarıda açıklanan yeni görüşlerle kirletmeyen ama sürdürülebilir hale gelmiş teknolojilerin kullanımının yaygınlaştırıldığı günleri yaşamaktayız. Bu konuda yapılanları başlıca iki kategoride toplamak mümkündür: a. Basit tesis içi değişiklikler yaparak madde kaçaklannı önlemek ve geri kazanımım arttırmak b. kirletici vasfı yüksek teknolojileri terkederek, yeni ve daha ekonomik "sıfır-atıklı" teknolojilere geçmek. Mevcut sanayi tesisleri için birinci yöntem hiç kuşkusuz çok daha pratik ve anlamlı sonuç verecektir. Bu amaçla yapılacak değişikliklerde öncelikle tesis içi personelin yaratıcı gücüne ve bilgisine güvenmek, gerektği hallerde de dışandan teknik yardım istemek esas alınmalıdır. Tesis içi kampanyalar açarak personeli daha az atık üreten değişiklikler önermeye teşvik etmek, belirlenen ilkeler doğrultusunda iş başında eğitim programı uygulamak esastır. ikinci yöntem olan teknolojik değişiklikler konusunda ise teşvik yatmmcıya ve sanayiciye devlet tara- 125 fından yapılmalıdır. Bu teşvik, az aüklı veya hiç atıksız üretim yöntemlerine sahip olacak yeni yatırımların hükümet programları yardımıyla ekonomik ve politik yollardan özendirilmesi şeklinde olabilir veya kirlenmeyi azaltıcı tedbir aldığım kamuoyuna kanıtlayan firmalara üretim izni belgeleri verip bunları bir borsa şeklinde düzenlemek mümkündür. Sübvansiyon ve cezalandırma politikaları devletlerin çevre korumacılıkta seçtikleri başlıca iki yöntemdir. ödüllendirerek sonuca giden teşvik ve eğitim kampanyaları ile cezai işlem uygulamaları dışında, tüketici gruplarının cezalandırarak yaptığı bir diğer uygulama daha vardır. Bu uygulamada, çevreyi kirleterek üretim yapan tesislerin ürünlerinin boykot edilmesi sağlanır. Bu amaçla tüketici birlikleri kurulması ve bunların temel çevresel değerlendirmeleri yapabilecek düzeyde teknik bilgilerle donatılmaları şarttır.Tüketicilerin birçok Avrupa ülkesinde ve Amerika'da olduğu gibi "yeşil" ya da "çevre dostu" etiketleriyle ödüllendirilmiş ürünlere doğru yönlendirilmesi de bu ürünleri üretenler için teşvik edici bir önlem olduğu gibi, kirletici tekniklerle üretimi sürdürenlerin pazarım azaltacağı için bunlar açısından bir ceza sayılırlar. Bu tür uygulamalar sayesinde bir çok ülkede çok başarılı çevre koruma programlan oluşturulabilmiştir. 4. SÜRDÜRÜLEBİLİR SANAYİLEŞMENİN GELİŞMİŞ ÜLKELERDEKİ DURUMU Batı ülkelerinin çevre korumacılığının ekolojik değerlerin dondurulması olmaktan çıkıp çok daha pratik, kolay uygulanabilir, ekonomik ve tüketici taleplerine uyumlu biçimler almaya başladığı günler yaşamaktayız. Birçok ülke ulusal tercihlerini bu yeni tür sanayileşme modelinden yana yapmış ve uygulamaya geçmiştir. Mimimum düzeyde resmî cezalandırma ve azami düzeyde tüketici tercihi, çevresel izin borsası, "yeşil" etiketlemesi, toplum katmanlarının eğitimi, halkın çevre hakkında bilgilendirilme hakkı gibi yeni yeni kavramlar modem toplumların gündemine girmiştir. Yeni fikirlere daima açık olan bu ülkelerde, yeni teknolojik değişimler, keşiflerle ilgili bir fon ile desteklenmekte ve ödüllendirilmektedir. Araştırma programlarında yeni ve atıksız teknoloji uygulamalarına ayrılan pay tüm araştırmaların yanısıra varmaktadır. Firmalara danışmanlık için çok sayıda teknoloji yenileştirme büroları açılmış ve faaliyet göstermektedirler. Küçük ve orta büyüklükteki işletmeler bu kampanyalarda büyük ölçüde destek görmektedir. 5. SONUÇ Sonuç olarak gelişmiş ülkelerde kamuoyu kalkınmanın sürdürülebilir olması için kirliliğin daha oluşmadan önce ortadan kalkacağına inanmıştır. Zira bu toplumlarda arıtmanın faydalarının sınırlı olduğu gözlenmiş bulunmaktadır. Bazı kirleticiler bakımından ise (zehirli kimyasal maddeler, ozon tabakasına zarar veren CFC'ler gibi) arıtmanın hiç sözkonusu olmadığı halk tarafından iyi bilinmektedir. Ülkemizde de bu kirletmeyen tekniklerin küçük bazı önlemlerle türetilmesi için önemli bir potansiyel vardır. Arıtmaya pek fazla başlanmamış bir ülke olarak, her arıtma projesi öncesinde bir kez daha kendi kendimize sormalıyız: "arıtmaya çalıştığım maddeleri acaba hiç oluşturmamam mümkün mü?". Birçok anayi dalinde olumlu cevap bulunduğuna inanmalıyız. 126 ÖZGEÇMİŞ ODTÜ Kimya Mühendisliği bölümü (1966) Lisans mezunu olan Aysen Müezzinoğlu, 1976 yılında aynı üniversite'nin Çevre Mühendisliği Bölümünde Yüksek Lisans (Master) derecesi almıştır. Ege Üniversitesi İnşaat Fakültesinde 1978 yılında doktorasını tamamlamış, 1983 yılında Doçent, 1989 yılında Profesör olmuştur. Master derecesi dahil tüm dereceleri Çevre Mühendisliği ve özel olarak Hava Kirlenmesi ve Kontrolü konusundadır. 1970-1977 arasında TÜBİTAK (Ankara) araştırma uzmanı olarak Ankara hava kirlenmesi, 1977-1982 arası Ege Üniversitesi ve 1982'den bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümünde hava ve deniz kirlenmesi konularında çalışmaktadır. Bu konularda çeşitli araştırmalar yapmakta, sanayi tesislerinin çevre ile ilgili sorunlarında yardımcı olacak faaliyetler düzenlemekte ve yapmakta, öğrenci yetiştirmekte ve yayın yapmaktadır. "Denizlerde petrol kirlenmesinin izlenmesi" ve "sürdürülebilir kalkınma ile kirlenmeyi önleyici teknolojilerin geliştirilme yöntemleri" konularında iki uluslararası projede görev yapmakta olup, endüstriyel hava kirlenmesinin tesbit ve giderimi konulu bir uluslararası yaz okulu tertipleyerek sonuçlarını yayınlamış bulunmaktadır. İngilizce ve ve Türkçe hazırladığı yayınları arasında 50'den fazla makale ve bildiri, 20 kadar kitap veya kitap bölümü bulunmaktadır. 127