Medya ve demokrasi Jan van Cuilenburg Demokratik toplumun sinir sistemi Her toplumun bir iletişim sistemi vardır ve bu sistem, toplumun iletişim trafiğine etki eden unsurları içerir. Toplumsal iletişim trafiğinin büyük bir bölümü, içlerinde medyanın, posta ve telekomünikasyon ağlarının bulunduğu kamusal iletişim kanalları aracılığıyla işler. Bunlar toplumsal iletişim sisteminin kalbini oluşturur. Fakat bir toplumdaki iletişim sistemi, teknik araçlardan daha fazlasını içerir. Yasal, ekonomik, yönetsel, siyasal ve etik olanaklar da iletişim sürecini şekillendirir ve böylelikle toplumsal iletişim sisteminin parçaları haline gelir. Toplumsal iletişim sisteminin toplum için ne kadar önemli olduğu uzun bir süredir kabul edilmektedir. Geçmişte kara parçaları, nehirler ya da denizler üzerinden gerçekleştirilen iletişim; kralların ve imparatorların ya da devletlerin ve küresel imparatorlukların iktidarının temel parçaları olarak kabul edilirdi. Ticaret yolları; devlet politikalarının, diplomasinin ve savaşın en önemli unsuruydu. En büyük ilgi, ticaret ve iletişimin fiziksel imkânlarına, yani yollara, köprülere ve suyollarına gösteriliyordu. Orta Çağ’dan modern döneme geçiş sürecinde yöneticiler, toplumsal iletişime, iletilen mesajın kendisine –özellikle kilisenin ya da devletin yerleşmiş otoritesine karşı bir tehdit söz konusu ise- güçlü bir ilgi geliştirdiler. Matbaanın onbeşinci yüzyılda icat edilmesi ve yeni bilimsel, siyasal ve dinsel fikirlerin yayılmasındaki rolü, iletişim politiMedyanın sorumluluğu < 99 kalarının avant la lettre1 ilk formlarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu politikalar genellikle, yasaklayıcı önlemler ve basılı belgelerin içeriklerinin devletçe denetlenmesi biçiminde tezahür etmiştir. Yöneticilerin basılı materyalleri denetleme çabaları, yepyeni bir iletişim aracı olarak matbaanın devrimci potansiyelinin kavrandığı anlamına geliyordu. Nihayetinde, bu baskıcı ve sınırlayıcı politika, zamanla çökecektir. Matbaanın ivme kazandırdığı toplumsal değişimin kaçınılmazlığını kabul etmek uzun bir zaman almış olsa da, ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda, en güçlü otoriteler iletişim özgürlüğünün pozitif yönünün farkına varmışlardır. Özellikle gazeteler, ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda hem siyasal partiler ve hükümetler, hem de ticaret ve sanayi için toplumsal iletişimin önemli araçları haline geldiler. Hanno Hardt’a göre (1979) Alman bilim adamları, matbaanın toplumda oynadığı anahtar rolün farkına varan ilk kişilerdi. Bunların en önemlilerinden biri olan sosyolog Albert Schäffle (1831-1903) dönemin bilim anlayışına uygun olarak toplumu; sinir hücreleri, sinirler ve sinir merkezlerinden oluşan insan bedenine benzeterek açıklamıştır. Bu tür ‘organik sosyoloji’ tanımında basın, toplumsal sinir sisteminin önemli bir parçası olarak gösterilirken, başka kuramcılar basına toplumun ‘vicdanı’ olarak yaklaşmışlardır. Toplumsal iletişim sistemini, ‘toplumsal bedenin’ sinir sistemi olarak düşünmek o zamandan beri geniş kabul görmüştür. Modern iletişim sistemi, yönetici merkezlerle çevre arasında enformasyonu iletir, karmaşık ve birbirine bağımlı toplumsal alt sistemlerin eşgüdümünü kolaylaştırır, toplumun arşivi ve kolektif belleği olarak işlev görürler. İletişimin toplumun sinirleri olarak tarif edilmesi fikri, 1960’lar ve 1970’ler boyunca devlet ve toplumla ilişkili sistem kuramının içinde ayrıntılandırıldı (krş. Karl Deutsch, 1966). Sistem kuramında medya ve diğer iletişim kanalları, hükümetin ve diğer kurumların uyguladıkları toplumsal denetim için vazgeçilmez araçlar olarak görüldüler. Sistem kuramı, çağdaş sosyal bilimler tarafından eskimiş bulunsa da, iletişimin ve enformasyonun toplumun refahı için neden önemli olduğuna ve 1 Henüz adı konulmadan. 100 > Televizyon haberciliğinde etik yıllar boyunca neden hükümet politikasının ve düzenlemenin konusu olduğuna açıklık getirmektedir. İletişim ortamı: siyasal, toplumsal ve ekonomik kamu çıkarı Kamusal iletişim, sadece çok katmanlı olduğu için değil, farklı toplumsal işlevlere hizmet etmesi nedeniyle de karmaşık bir sistemdir. Her kamusal iletişim sisteminin, üsttekinin bir alttakine bağımlı olduğu üç katmanı vardır (bkz. Tablo 1). Bunların ilki, iletişimi teknolojik olarak olanaklı kılan kabloların, vericilerin, uyduların, elektronik ‘otobanların’ bulunduğu iletişim altyapısı katmanı vardır. İkinci olarak, mesajların dağıtımıyla ilgili katman vardır. Bu katmanda; yayımcılar, kablo şirketleri, elektronik yayıncılar ve telekomünikasyon şirketleri mesajların dağıtılması ve değiş tokuşuyla ilişkili hizmetleri verirler. Üçüncü olarak kamusal iletişim sisteminde bütün yapının nüvesini oluşturan enformasyon ve iletişim hizmetleri katmanını (içerik ve iletişim hizmetleri) görürüz. Bu katmanda, vatandaşlara ve tüketicilere kamusal iletişim hizmetleri (haber, enformasyon, kültürel içerik, eğlence) sunulur; vatandaşlar, örgütler, şirketler ve kurumlar (telefon, internet, e-posta yoluyla) etkileşime geçerler. Bu üç katmanın her biri, kendine özgü düzenleyici, siyasi ve hatta etik yaklaşımları beraberinde getirir. Tablo 1: Kamusal iletişim sistemi: Katmanlı sistem Toplumsal bir perspektiften bakıldığında, genel olarak kamusal iletişim; siyasal, toplumsal ve ekonomik işlevleri yerine getirir (bkz. Tablo 2). Bunun anlamı, bir kamusal iletişim sisteminin yalnızca toplumdaki Medyanın sorumluluğu < 101 Tablo 2: Kamusal iletişim sisteminin üçlü işlevi demokratik işlevleriyle değerlendirilmemesi gerektiğidir. Sistem, toplumsal etkileşim, kültür, değerler ve ilkeler için olduğu kadar gayri safi milli hâsıla, milli gelir, iş olanakları ve sınai gelişme için ifade ettiği toplumsal anlamla da ölçülebilir. Siyasal işlev Toplumsal iletişimin siyasal işlevi demokrasiyle ilişkilidir. Siyasal alanda hükümetler vatandaşlarla iletişim kurmak ve diğer taraftan dilekleri, tercihleri ve görüşleri toplayıp değerlendirmek zorundadır. Demokratik siyasal kurumlar bilgi alışverişi ve farklı görüşlerin -daha ziyade aşağıdan yukarıya- ifade edilebilmesi için vardır. Bütün bir siyasi mekanizma, özellikle taraftar, destek ve oy için mücadele eden siyasi partiler, vatandaşların ne şekilde olursa olsun katılabilecekleri iletişim olmaksızın işlev göremezler. Özgürlük teknolojileri Tablo 2, toplumsal iletişimin siyasal işlevini, açık ve demokratik bir toplum için ilkesel bir koşul, en büyük değer olarak gördüğü “iletişim özgürlüğü” kavramına bağlamaktadır. Ithiel de Sola Pool’un, Özgürlük Teknolojileri (1983) adlı klasik hale gelmiş kitabında da vurguladığı gibi medya, çok önemli bir toplumsal role sahiptir. İçeriği biraz eskimiş olsa da, kita102 > Televizyon haberciliğinde etik bın başlığı güncelliğini korumaktadır. Özgürlük teknolojileri terimi, toplumun kullandığı iletişim araçlarına gönderme yapar. İletişim araçları eğlence, para kazanma, vb. gibi çeşitli amaçlar için kullanılabilir, fakat Pool, iletişim araçlarını toplumda özgürlüğü oluşturan bütün teknolojilerin üstüne koyar. Özgürlük teknolojileri terimi; medyanın, demokrasiye ve düşüncelerin demokratik gelişimine katkısını ima eder. Sosyo-kültürel ve ekonomik işlev Siyasal işlev ne kadar önemli olursa olsun, birçok toplumsal iletişim biçiminin siyasetle pek ilgisi yoktur. İnsanların birbirleriyle ilişkiye geçtikleri her durumda iletişim, yani enformasyon, dilek, fikir ve kavram alışverişi söz konusu olur. Toplumsal gruplar ve kuşaklar arasındaki etkileşim ve kültürel değiş tokuştan oluşan iletişimin sosyo-kültürel işlevi, toplumsal tutunumu (cohesion) sağlar ve geniş bir alana yayılır. Televizyon şirketleri ve basın çok geniş bir haber, eğlence, kültür, spor ve eğitim yelpazesi sunar. Bilimin, siyasetin ve pratiğin medyaya yüklediği toplumsal ve kültürel görevler çok çeşitlidir: Ulusal ve kültürel kimliğin ifade edilmesi, toplumsal çeşitliliğin yansıtılması ve toplumun bir bütün halinde uyumu. Bireylerin basın, televizyon, posta ve telefon yoluyla iletişimi, toplumun “normal” ve “sağlıklı” işleyişi için çok önemlidir. Bu aynı zamanda büyükten küçüğe, evden okula ve devlete kadar her türlü bir arada yaşama biçimi için geçerlidir. Sosyo-kültürel hayatın tüm kurumsal alanları -eğitim, sanat, serbest zaman, spor, din ve bilim- kendilerine has iletişim talepleriyle varolurlar. İletişimin ekonomik açıdan önemi aşikârdır. Kitle iletişim araçları ve diğer iletişim hizmetleri çoğunlukla girişimciler tarafından örgütlenir ve bu işletmeler enformasyon ve iletişim ürünlerini üretir ve mümkünse bunları kâr amacıyla satarlar. Eski moda radyolardan çağdaş bilgisayarlara kadar donanım (hardware) sürekli büyüyen bir endüstridir. Ulusal ve uluslararası veri transferinin büyük bir kısmı ekonomik ya da finansal verilerden oluşur. Modern iş dünyası, 24 saat borsa enformasyon sistemlerinin sağladığı gibi büyük ve kesintisiz veri transferi olmaksızın hayal edilemez. Toplumsal enformasyon sistemi giderek daha fazla oranda, mal ve hizmetlerin üretim ve satışını sağlayan bir üretim aracı, dolayısıyla refahın, iş olanaklarının ve toplumsal faydanın artmasında önemli bir faktör haline gelmiştir. Medyanın sorumluluğu < 103 İletişim özgürlüğü Medya ve demokrasi: Medyanın siyasal işlevleri Günümüzde hiçbir toplum kitle iletişim araçları olmadan yapamaz. Medya; hükümetlerle vatandaşlar, politikacılarla seçmenler, Alman sosyolog Ralf Dahrendorf’un adlandırmasıyla “aktive Öffentlichkeit”2 (siyasal seçkinler) ile “passive Öffentlichkeit” (siyasal zemin) (Dahrendorf, 1974) arasındaki başlıca bağlantıdır. Tablo 3: Siyasal seçkinler ile siyasal zemin arasındaki medya Siyasal partilerle vatandaşlar arasında bir aracı olan medya demokrasilerde üç farklı işlevi yerine getirir. Bunların ilki enformasyon işlevidir: medya, vatandaşları siyasalar, siyasa önerileri ve siyasaları yürürlüğe koyma ile bunlara eşlik eden diğer konular hakkında bilgilendirir. İkinci olarak medya, hükümetleri siyasal partileri halkın sorunları hakkında bilgilendirmek suretiyle ifade işlevini yerine getirir. Bu işlev temel olarak enformasyonun toplumdan hükümete aktarılmasıyla ilgilidir ve demokrasinin siyasal “sınırlarını” tanımlar. Medyanın üçüncü işlevi olan eleştirel işlev bir öncekiyle bağlantılıdır: Medya, özellikle siyasi analiz ve arka plan bilgisi verirken; hükümet politikalarını, hükümetin bunların oluşumu sırasında takındığı tavrı ve uygulama biçimlerini eleştirir. Medyanın demokratik görevlerini tam anlamıyla yerine getirebilmesi için toplumun herkese (vatandaşlar, politikacılar ve medya) temel haklarını garanti etmiş olması gerektiği genel kabul görmüştür. Ancak bu temel 2 Öffentlichkeit: Almancada “kamusal alan” anlamına gelmektedir. (ç.n.) 104 > Televizyon haberciliğinde etik haklar garanti edildiğinde medya, toplumda düşüncenin demokratik bir şekilde oluşmasına önemli bir katkıda bulunabilir. Medyaya gönderme yaptığımızda öncelikle basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü ya da daha genel anlamda temel iletişim özgürlüğünü düşünürüz. İnsan hakları: Kısa bir tarih İletişim özgürlüğü demokratik bir devletteki temel bir haktır. Fakat tam olarak ne anlama gelmektedir? Niçin konuşma özgürlüğü ve basın özgürlüğüne “temel haklar” adını veriyoruz? Temel haklar insan onurundan kaynaklanan evrensel insan haklarıdır: Temel haklar vatandaşların, devletin hiçbir zaman ellerinden alamayacağı haklarıdır. Temel haklar için önemli bir başlangıç noktası, herkesin devletle çatışmaya girmeden doğru olduğunu düşündüğü şeyi yapmakta özgür olacağı alanların olmasıdır: Vatandaşlar için devletten bağımsız bir alan bulunmalıdır. Tarihin bize gösterdiğine göre insanlar temel hakları kazanabilmek için çoğu kez mücadele etmişlerdir. Birçok ülkedeki gündelik siyasal koşullar göstermektedir ki, temel haklar tartışmasız biçimde var olmaktan çok uzaktır. Vatandaşların temel hakları için verdikleri mücadelenin tarihi Orta Çağ’a dayanmaktadır (13. yüzyıl). Uğruna mücadele verilen ilk temel hak İngiltere’de baronlar tarafından Kral John’a karşı olmuştur. Temel hakların tarihi 1215 yılında Magna Carta ile başlamaktadır. Yaklaşık 750 yıl sonra bu mücadelenin zirvesi, İkinci Dünya Savaşından kısa bir süre sonra, 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’dir. Evrensel Bildirge açık bir şekilde Fransız Devrimi’nin (1789-1794) üç temel ilkesiyle ilişkilidir: liberté, égalité, franternité. Bildirgenin Birinci Maddesi’nde şöyle yazmaktadır: Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdan sahibidir, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar. Evrensel Bildirge tarihte ilk kez, nerede yaşarsa yaşasın her insanın bir dünya vatandaşı olarak kullanabileceği hakları olduğunu ilan etmiştir. Medyanın sorumluluğu < 105 Tarih, Ülke/ Kuruluş Belge Açıklama 1215, İngiltere Magna Carta Magna Carta (Latince, Büyük Sözleşme), İngiliz Kralı John’un belli başlı baronlara imtiyaz tanıdığını beyan eden yazılı sözleşmedir. Bu imtiyaz sözleşmesi, kralın ve baronların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini karara bağlamıştır. Özellikle kralın tebaasına keyfince hapis cezası veremeyeceğini şart koşmuştur. 1689, İngiltere Haklar Beyannamesi Haklar Beyannamesi, II. James’in sürülmesinin hemen ardından tahta çıkan Kral III. William ve Kraliçe II. Mary’nin ortak egemenliği döneminde kabul edilmiştir. Başlıca hükümleri şunlardır: • Yasalar kral için de bağlayıcıdır, • Kral, yasal dayanağı olmadan keyfi vergi toplayamaz, • Parlamentodaki ifade özgürlüğü, parlamento dışı güçlerce engellenemez ve sorgulanamaz. 1776, ABD Bağımsızlık Bildirgesi Temmuz 1776’da “13 Koloni”, anavatan İngiltere’ye karşı bağımsızlıklarını ilan etti. Bağımsızlık Bildirgesi’nde yer alan aşağıdaki parça temel haklar açısından önem arz etmektedir: “Bütün insanların eşit yaratıldıklarına; yaratıcıları tarafından onlara hayat, özgürlük ve mutluluğu arama hakkı gibi geri alınamaz bazı haklar verildiğine inanıyoruz. Bu hakları korumak için insanlar arasında, meşru iktidarlarını yönetilenlerin rızasından alan hükümetler kurulmuştur. Herhangi bir hükümet biçimi ne koşulda olursa olsun, bu amaçları tahrip edici bir niteliğe bürünürse, onu değiştirerek veya ortadan kaldırarak, temelleri halkın güvenlik ve esenliğini sağlamaya hizmet edecek ilkelere dayanan yeni bir hükümet tesis etmek o Halkın Hakkı’dır.” 1787, ABD Birleşik Devletler Anayasası Amerikan Anayasası, dünyadaki ilk yazılı anayasa olması nedeniyle diğer tüm anayasalara kaynaklık etmiştir. En temel unsurları şunlardır: (Rousseau’yu takiben) halk egemenliği, (Montesquieu’yü takiben) güçler ayrılığı ve (Locke’u takiben) yasal idare. 1789, Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi Bu bildirge, Amerikan Anayasasından esinlenmiştir. Temel unsurları şunlardır: Halk egemenliği, inanç özgürlüğü, mülkiyet dokunulmazlığı. 106 > Televizyon haberciliğinde etik Tarih, Ülke/ Kuruluş Belge Açıklama 1791, ABD Haklar Beyannamesi Özgün Amerikan Anayasası, temel hakları kapsayan maddelere yer vermemişti. Ancak 1791 yılında eyaletlerin emriyle Anayasaya “10 Değişiklik Maddesi” eklenmiştir. Bu değişiklikler, inanç ve basın özgürlüğü (First Amendment) başta olmak üzere bazı temel özgürlükleri içermektedir. Bu değişiklikler Haklar Beyannamesi’ni oluşturmuştur. Değişikliklerin sayısı zamanla 27’ye çıkmıştır (Wilson, Jr., 1993). 1948, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Tarihte ilk kez insan hakları, evrensel olarak uygulanabilir ve hiçbir dünya vatandaşını bu hak ve özgürlüklerin dışında bırakmayan bir belgeye dönüşmüştür. Evrensellik fikri, Başkan Roosevelt’in Ocak 1941’de Amerikan Kongresi’ne hitaben yaptığı Dört Temel Özgürlük konuşmasından esinlenmiştir. Bunlar; konuşma ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, refah ve güvenliktir. 1950, Avrupa Roma Antlaşması, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Haklar Sözleşmesi İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin devamı niteliğindeki bu antlaşma, Avrupa vatandaşlarına insan hakları ihlalleri nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru hakkı tanımıştır. 1959, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Beyannamesi İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin devamı niteliğindeki bu sözleşmeyle özel dikkat/gözetim ve yardım gibi çocuklara ilişkin bir dizi spesifik hakla ilgili karara yer verilmiştir. 1966, Birleşmiş Milletler Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi Uluslararası İnsan Hakları Yasası’nın* temel unsurlarındandır. Bireylerin medeni ve siyasal haklarına saygıyı (yaşam hakkı, inanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplanma hakkı, seçme ve seçilme hakkı, adil yargılanma hakkı) güvence altına alır. 1989, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler bu belgeyle, Çocuk Hakları Beyannamesi’ni (1959) bir sözleşme olarak karara bağlamıştır. * Uluslararası İnsan Hakları Yasası (International Bill of Human Rights), BM tarafından oluşturulan iki uluslararası anlaşma ve bir Genel Kurul kararının toplamına verilen informel bir isimdir ve şunlardan oluşur: İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948), Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (1966) ve Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (1966). 1966 tarihli iki sözleşme, 1976’da yürürlüğe girmiştir. Medyanın sorumluluğu < 107 Basın özgürlüğü: Kısa bir tarihçe Temel haklar bir gecede ortaya çıkmadı. Yukarıda da bahsedildiği gibi hakların krallardan, kiliseden ve iktidarda olan diğer kurum ve kişilerden alınması gerekti. Bu durum basın özgürlüğü için de geçerlidir. Avrupa’da matbaacıların ve yazarların sansüre karşı mücadeleleri matbaanın Almanya’da 1450 yılında Johann Gutenberg tarafından icat edilmesiyle başladı. Basın özgürlüğü iktidardakiler tarafından en tehditkâr özgürlük olarak kabul ediliyordu, çünkü matbaa insanların ilk defa geniş bir okur kitlesine ulaşmasını sağlamıştı. 15. yüzyılın ortasına kadar yaygın olan elle yazılmış enformasyon yalnızca küçük çapta bir dağıtıma, çoğunlukla manastırların ve üniversitelerin sınırları içinde olmak üzere, olanak tanıyordu. Bu sınırlı dağıtım yüzünden kitaplar esasen bilgiyi sonraki nesillere aktarmak amacıyla “yapay bellek” olarak kullanılıyor ve yeni fikirlerin dağıtılması amacına henüz hizmet edemiyordu (krş. McQuail, 2000: 19). 17. yüzyıl boyunca basın özgürlüğü mücadelesi ilkin ve asıl olarak İngiltere’de verildi. Bu alanda, şair ve hiciv yazarı John Milton (1608– 1674) tarafından kaleme alınan Areopagitica çok ünlüdür. Milton bu ismi Antik Yunan’da kralın danışma kurulu olan Areopagus’dan türetmiştir. Areopagitica bir meclis söylevi olarak yazılmıştır ve ruhsatsız basım ve her türlü sansüre karşı tutkulu bir savunmadır. Milton’un söylevi, Parlamento tarafından yürürlüğe konulan ve hükümetin verdiği ruhsat belgesi olmadan kitapların ve diğer basılı malzemenin yayınlanamayacağını karara bağlayan Ruhsat Yasası’na karşı çıkıyordu: Milton’ın Areopagitica’sından (1644) Bana, bütün özgürlüklerden daha çok, vicdana uygun bir şekilde özgürce bilme, ifade etme ve tartışma özgürlüğünü verin... Kim bilmez ki Hakikatin neredeyse Kadir-i Mutlak kadar kudretli olduğunu? O’nun kurallara, hilelere ya da ehliyete ihtiyacı yoktur ihtişamını koruması için; bunlar, yanlışlığın onun gücüne karşı kullandığı bahaneler ve savunmalardır. Ona yalnızca bir oda verin ve uyuduğunda ona engel olmayın, çünkü o zaman gerçeği söylemez, tıpkı yaşlı Proteus’un yakalanıp bağlandığında yal- 108 > Televizyon haberciliğinde etik nızca kehanetlerini söylemesi gibi, o zaman kendini türlü şekillere sokar ve kendi şeklini kaybeder ve belki de tıpkı Mikaiah’ın Ahab karşısında yaptığı gibi sesini zamanın sesine göre ayarlar, kendisi gibi olması için yalvarılana kadar (Milton, 1644). Milton’un 1644 yılında yazdığı Areopagitica, basın özgürlüğü mücadelesinin tarihinde bir kilometre taşıdır. Ancak devletlerin basın özgürlüğünü yasalarla tanımaları için 1791 yılını beklemek gerekecektir. İngiltere basım ve yayın için izin şartını 1695 yılında iptal etmiş olsa da, anayasasında bu özgürlüğü tanıyan ilk ülke olma şerefi Amerika Birleşik Devletleri’ne ait olacaktır. Basın özgürlüğü –din özgürlüğünün yanında- Amerikan anayasasının yazarları tarafından ünlü Birinci Değişiklik’te (First Amendment) dile getirilmiştir: Kongre, bir dinin yerleşikleşmesini ya da bir dinin gereklerinin özgürce yerine getirilmesini yasaklayan, söz ve basın özgürlüğü ile vatandaşların şikâyetlerini hükümete bildirmek için dilekçe verme haklarını ve barışçıl biçimde toplanmalarını kısıtlayan hiçbir yasa çıkaramaz. İletişim özgürlüğü için bir tanım Basın özgürlüğü daha genel bir terimin bir formudur: iletişim özgürlüğü. Bu terimin tam olarak neleri kapsadığını inceleyelim. İletişim özgürlüğü üçüncü kişiler tarafından kontrol edilmeyen iletişim mesajlarını yaymak veya yaymamak, almak veya almamak yeterliliği olarak tanımlanabilir. İletişim özgürlüğü hem gönderici hem de alıcıya ait bir haktır; hem konuşmacı hem de dinleyici, hem yazar hem de okur demokratik bir devlette özgür iletişim hakkına sahiptir. Diğer taraftan, iletişim özgürlüğü belli bir iletişim aracına, belli bir ortama ya da bir iletişim teknolojisine bağlı değildir. Bu özgürlük iki ya da daha fazla kişinin arasındaki konuşma, mektuplar, kitaplar, gazeteler, televizyon ve internet için de geçerlidir. Mesaj alışverişinde hangi aracın kullanıldığı, iletişim özgürlüğü açısından önemli değildir. Aynı şekilde iletişimin kamusal olup olmadığının da bir önemi yoktur. Bir gazetede yazı yazmakla telefonda konuşmak aynı ölçüde temel iletişim özgürlüğünün konusunu oluşturur. Demokrasilerde her iki eylem de kimsenin denetiminden geçmeksizin serbestçe gerçekleştirilir. Medyanın sorumluluğu < 109 İçlerinde yukarıda da bahsedilen basın özgürlüğü ve konuşma özgürlüğünün de olduğu birçok terim iletişim özgürlüğü terimiyle doğrudan bağlantılıdır. Diğer bağlantılı terimler arasında “ifade özgürlüğü” ve daha çok uluslararası literatürde karşımıza çıkan enformasyon özgürlüğünü sayabiliriz. İlk kez savaş sonrasında kullanılmaya başlayan bu terimin kökenini, Amerikan başkanı Franklin D. Roosevelt’in Ocak 1941’de Amerikan Kongresi’nde verdiği ünlü Dört Temel Özgürlük söylevinde buluruz. Roosevelt burada, her vatandaş için geçerli olacak şu dört özgürlüğü garanti altına alan bir savaş sonrası toplumunu savunmaktadır: (1) konuşma ve ifade özgürlüğü (freedom of speech and expression), (2) din ve vicdan özgürlüğü (freedom of worship), (3) refah (freedom from want), (4) güvenlik (freedom from fear) (krş. Roosevelt Study Center, Middleburg). Bu arka planın ışığında enformasyon özgürlüğü 1946 BM kararlarında şöyle tanımlandı: Enformasyon özgürlüğü; hiçbir engelle karşılaşmaksızın, herhangi bir yerde ve her yerde haber toplama, yayma ve yayınlama özgürlüğünü ifade eder. Negatif ve pozitif özgürlük Demokratik toplumlarda iletişim özgürlüğünün temel biçimi elbette gazetecilik ve medya özgürlükleridir: medya olmadan demokrasi de olamaz. Medya için iletişim özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, yayın özgürlüğünü ve internet özgürlüğünü garanti altına alan bir toplum, bu garantileri sağlayabilmek için basın, yayıncılar ve internet için olumlu koşullar yaratmaya çalışacaktır. Günümüzde birçok ülke medya ve gazeteciliğin korunması için yasal projeler geliştirmiştir. McQuail Medya Performansı (1992) adlı kitabında medya özgürlüğünün öncelikle iletişimin içeriği ile ilgili olmadığını belirtir: “[...] ifade özgürlüğü prensibi hakikati olduğu kadar yanlışı da korur [...]” (McQuail, 1992: 99). Medya özgürlüğü bağımsız gazeteciliğin ve medyanın gelişebileceği olumlu koşullarla ilgilidir. Medya özgürlüğü aynı zamanda, iletişim sürecinin içindeki herkesin bu süreçteki her düzeyde seçim özgürlüğüne sahip olduğunu varsayar. Özgürlüklere ilişkin haklar konusunda, “negatif özgürlük”le (bir şeyden özgürlük” [freedom from], örneğin sansürden) ile “pozitif özgürlük” (bir 110 > Televizyon haberciliğinde etik şeye yönelik özgürlük [freedom to], bir şey yapma ya da yapmama özgürlüğü) arasında bir ayrım yapılmaktadır. İletişim haklarının tarihsel gelişimi göstermektedir ki, önceleri kilise ve devlet gibi kurulu güçlere karşı bir savunma unsuru olarak olumsuz özgürlüğe vurgu yapılırken, geçtiğimiz onyıllar içinde —özellikle Avrupa Birliği’nde—vatandaşların toplumsal iletişime katılabilmeleri için olumlu özgürlüğe vurgu yapılmıştır. Avrupa Birliği’nde birçok şekilde, genellikle yasaklamalara odaklanan bir suistimal korkusundan kaynaklanan olumsuz yaklaşımdan, özgürlüğü yaygınlaştırmayı amaçlayan olumlu bir devlet ilgisine doğru bir kayma meydana gelmiştir. Avrupa Birliği üyesi pek çok ülkenin sahip olduğu kamu hizmeti yayıncılığı olumlu devlet siyasasının tek olmasa da en belirgin örneğidir. İletişim özgürlüğünün sınırları nelerdir? Doğru bir liberal duruş, bir kişinin özgürlüğünün diğerinin özgürlüğüne müdahale edildiği yerde bittiğini söyler. Hiçbir toplumda haklar, temel haklar bile, sınırsız değildir. Temel hakların vatandaşlar tarafından düzgün ve sorumlu bir şekilde uygulanması için riayet edilmesi gereken bir sınır her zaman her yerde vardır. Bu durum, iletişim özgürlüğü için de geçerlidir. Bu özgürlük, insanlara istedikleri her şeyi söyleyip yazma konusunda sınırsız izin verecek kadar ileri gitmez. Buradaki zorluk elbette bu sınırın nerede çizileceğidir. Sınır somut durumlarda nereye kadar ilerler? Amerikan Anayasasında yapılan Birinci Değişiklik, bunun yanıtlanması ne kadar güç bir soru olduğunu göstermektedir (bkz. Pool, 1983: 55). “Kongre, söz ve basın özgürlüğünü kısıtlayan hiçbir yasa çıkaramaz [...]”. Bu yasanın mutlak olup olmayacağı, çok uzun zamandır önemli bir tartışma konusudur. Birleşik Devletler’de mutlakiyetçiler uzun bir süre boyunca Birinci Değişiklik’in özgür konuşma ve özgür basın ihlaline izin verdiğini savunarak tartışmanın hâkimi olmuşlardır. “Yasa yoksa, yasa yok demektir”, onların yorumunu özetlemektedir. Mutlakiyetçilerin muhalifleri, Birinci Değişiklik’in basın ve ifade özgürlüğünü kamu siyasası alanında -yani sivil vatandaşlar arasındaki, vatandaş olarak rolleri hakkındaki tartışmalarda- koruduğunu düşünen Muhafazakârlar’dı. Muhafazakârlara göre Amerikan Anayasasındaki sınırsız koruma; deMedyanın sorumluluğu < 111 dikodu, müstehcenlik ve reklâm içeren mesajlar için geçerli değildi. Yalnızca kamusal ve demokratik meseleler Birinci Değişiklik tarafından korunuyordu. Ancak, kamu siyasasının tam olarak neyi içerdiği elbette başka bir tartışma konusuydu. Birleşik Devletler’de artık ne Mutlakiyetçi ne de Muhafazakâr görüşe bağlı kalınmamaktadır. Mevcut görüş, Birinci Değişiklik’in tüm özgür konuşma öznelerini koruduğu yönündedir, başka bir şekilde ifade edilirse, bu yalnızca kamusal konular hakkındaki kamusal tartışmaları kapsamanın ötesindedir, fakat söz konusu konuşma özgürlüğü yasanın koyduğu kurallara uygun olarak gerçekleşmelidir. Nitekim müstehcen yayınlar hala ceza gerektiren bir suç olarak kabul edilmektedir. Temel hakların sınırlandırılması hakkındaki tartışma artık klasikleşmiştir. Yukarıda da klasik liberal bir sav olan, bir insanın özgürlüğünün diğerininkiyle sınırlı olduğu düşüncesinden bahsedilmişti. Özgürlüklerin sınırlandırılması özgürlük düşüncesiyle de bağlantılıdır, yaygın bir deyişin de söylediği gibi, “ellerinizi hareket ettirebilmeniz komşunuzun burnuna olan mesafeyle sınırlıdır”. Mutlakiyetçi bakış açısı ABD’de ilk ve son kez olarak 1918 yılında Yargıç Oliver Wendell Holmes’un ünlü Schenck, Birleşik Devletler’e karşı davası’nın açık ve mevcut tehlike doktrininde sonuçlandırılmıştır (Pool, 1983: 59). Mahkemenin verdiği karar, herhangi bir neden olmadan kalabalık bir tiyatro salonunda “yangın var” diye bağırmanın ve bunun sonuçlarından kaçınmak için konuşma özgürlüğü hakkının kullanıldığını iddia etmenin yasadışı olduğuydu. Yargıç bunu şöyle ifade etti: “Konuşma özgürlüğünün en sıkı şekilde korunması bile, kalabalık bir tiyatro salonunda ‘yangın var’ diye bağıran ve paniğe yol açan bir adamın korunmasını sağlamayacaktır”. Bu ünlü kararla Yargıç Holmes, açık ve mevcut tehlikenin konuşma özgürlüğünü geri dönülemez bir şekilde sınırlayabileceğini onaylamış oldu. Bu karar bundan sonra birçok ülkede ortak bakış açısı haline geldi: Temel iletişim özgürlüğü hakkı, sonuçları hesaba katılmaksızın herhangi bir ifadeye sınırsız özgürlük tanıyacak kadar uzağa gidemezdi. İletişim özgürlüğünün sınırlandırılmasındaki en genel ve kabul gören gerekçe böylece ‘hasarı engellemek’ olarak ortaya çıktı. Bu saik daha önce de, filozof John Stuart Mill tarafından kabul görmüştü. 112 > Televizyon haberciliğinde etik Özgürlük, hoşgörü ve paradoksları Özgürlüklere sınır getirme üzerine yapılan tartışmalar çok eskiye dayanır. Yunan filozofları bu sorunla ikibin yıldan fazla bir süre önce mücadele ettiler. Örneğin Platon (MÖ 428-347), demokratik bir yönetimde vatandaşların çoğunluğunun, tiranlığı demokrasiye yeğleyecek kadar aşırı bir karar alıp alamayacaklarını sorguluyordu. Bu durum özgürlüğün paradoksu olarak bilinmektedir: sınırlandırılmamış özgürlük, özgürlüğün tersine yol açabilir. Çoğunluğun gem vurulmamış özgürlüğü, çoğunluğun azınlık üzerinde diktatörlük kurmasına yol açabilir. Hoşgörü paradoksu özgürlük paradoksuyla yakından ilintilidir. Karl R. Popper (1902-1994) (bilim felsefesi) İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu paradoksu şöyle tanımladı: Hoşgörü paradoksu “Sınırsız hoşgörü, hoşgörünün yok olmasına yol açacaktır. Eğer sınırsız hoşgörüyü hoşgörüsüz olanlara da gösterirsek, eğer hoşgörülü bir toplumu hoşgörüsüzlerin saldırısından korumaya hazır değilsek, o zaman hoşgörülüler ve onunla birlikte hoşgörü yok olur (Popper, 1963 [1962], cilt 1: 265)”. Neyse ki çağdaş Avrupa yasası “özgürlüğün düşmanlarına özgürlük tanınamaz” ilkesini benimsemektedir. Örneğin Roma Anlaşması’nın (1950) 17. Maddesi temel özgürlük haklarının bu temel haklardan vazgeçmek için kullanılamayacağını belirtir. Erişim sorunu Birleşmiş Milletler Milenyum Bildirgesi 6 ile 8 Eylül 2000 arasında, Birleşmiş Milletler’in 189 üye devletinin başkanları ve liderleri Millenyum Zirvesi için New York’ta toplandı. Yüzyılın başındaki bu zirvede liderler ortak olarak imza attıkları Birleşmiş Milletler Milenyum Bildirgesi ile, Birleşmiş Milletler’in “daha barışçıl, müreffeh ve adil bir dünya için elzem bir temel” olduğuna dair güvenlerini vurguladılar. Bu bildirge özgürlük, eşitlik, dayanışma, hoşgörü, doğaya saygı ve ortak sorumluluğu 21. yüzyılda uluslararası ilişkilerin Medyanın sorumluluğu < 113 temel değerleri olarak kabul etmektedir. Devlet başkanları ve liderler demokrasiyi, insan haklarını ve temel özgürlükleri korumak için güçlerinin yettiği her şeyi yapmaya söz verdiler. Bunun için yapmaya söz verdikleri şeylerden bir tanesi şuydu: “Temel rollerini yerine getirebilmesi ve halkın enformasyona erişim hakkını kullanabilmesi için medya özgürlüğünün sağlanması” (Birleşmiş Milletler Milenyum Bildirgesi, 2000, 25. Madde). Milenyum Bildirgesi enformasyona erişimin toplumsal önemine işaret etmektedir. Bu konunun Milenyum gündeminde bu kadar önemli bir yer tutması şaşırtıcı değildir: Enformasyona erişimi olanlar katılıma sahiptir, diğerleri ise değildir. Erişim modern sosyolojideki ‘dâhil olma’ ve ‘dışında kalma’ kavramlarıyla yakından ilintilidir. Erişilebilir bir toplumsal iletişim sistemi, toplumdaki bütün grup ve hareketlerin topluma yüksek derecede dâhil olmalarını kolaylaştırırken, sınırlı erişim iletişimde toplumsal eşitsizliği ve gruplar ile bireylerin toplumdan dışlanmasını beraberinde getirir. Erişimi bu kadar önemli kılan budur. Sadece BM’de değil, AB’de de iletişime erişim, karar verme mekanizmalarında ve politikalarda önemli bir konudur. 1980’lerin sonundan beri erişim, Avrupa’nın medya ve telekomünikasyonla ilgili yasal düzenlemelerinde merkezi konumdadır. Evrensel hizmet Modern iletişim siyasasında kullanılan erişim teriminin Batı dünyasında telekomünikasyonun gelişiminde büyük bir tarihsel önemi olan daha yaşlı bir “akrabası” vardır: evrensel hizmet yükümlülüğü. Bu yükümlülük, Avrupa’da ve Birleşik Devletler’de telekomünikasyon siyasasının başlıca desteklerinden biridir. Bu bölümde bu yükümlülüğün gerisindeki kurama daha yakından bakacağız. Evrensel hizmet yükümlülüğü Amerikan ortak taşıyıcı (common carrier) modelinden ortaya çıkmıştır. Bu modelin başlangıcı 19. yüzyıla dayanır: Posta, telgraf ve daha sonra telefon, Amerikan devletince en başından beri ortak taşıyıcı ilkesini temel alarak düzenlenmiştir. Bu ilke, iletişim sektöründe halka eşit hizmet ulaştırma amacına yönelikti. Amerikan 114 > Televizyon haberciliğinde etik devleti ortak taşıyıcı sistemini posta, telgraf ve telefon sağlayıcılarını genel hizmet vermeye yönlendirerek sağladı. Bu yükümlülüğe göre sağlayıcılar, hizmetlerini herkese, herkes için aynı fiyat ve şartları sağlayarak verecekti. Avrupa devletleri de kısa bir süre sonra Amerikan sistemini takip ettiler. Evrensel hizmet yükümlülüğü’nün ardında yatan gerekçe, bu sistemin devletlere, başka türlü sağlanması mümkün olmayacak hizmetleri yaratması ve sürdürmesi olanağını vermesidir. Üstelik devletler, taşıyıcıları bu yükümlülüğe zorlayarak hizmetler için düşük fiyat ve yüksek kalite elde edebileceklerdi. Evrensel hizmet aynı zamanda hem toplumsal arza göre mevcut kapasiteyi yönetmek, hem de gelişmekte olan piyasalardaki çok çeşitli sağlayıcılar arasındaki rekabetle mücadele etmek için devletlere yardımcı olmuştur. Telekomünikasyon sektöründe son birkaç on yıldaki özelleştirmelere rağmen evrensel hizmet hâlâ önemli bir devlet politikası hedefidir. Avrupa Birliği’nde olduğu gibi: “Evrensel hizmet ve sektördeki diğer kamu hizmeti görevleri bu sektör tarafından Birlik’in temel değeri olarak kabul edilmelidir [...] Bu alandaki kamu hizmetinin zaruri ilkeleri evrensellik (herkese erişim ve karşılanabilir bir fiyat), eşitlik (coğrafi konumdan bağımsız erişim) ve devamlılıktır (belli bir kalitede devamlı tedarik). Evrensel hizmet yükümlülüğü ilkesinin özü, belirlenmiş asgari hizmeti belli bir kalitede karşılanabilir bir fiyatla her kullanıcıya sunmaktır” (CEC Commission of the European Communities, 1994: 28/29). Bu alıntı, Avrupa Birliği’nde evrensel hizmetin, bütün kullanıcıların belirli bir kalite ve fiyatla sabitlenen asgari bir telekomünikasyon paketine evrensellik, eşitlik ve devamlılık ilkeleri temelinde ulaşmaları olarak kavrandığını açıkça ortaya koymaktadır. Avrupa ve Birleşik Devletler’deki her evde bir telefon olması onyıllar boyunca evrensel hizmet paketlerinin bir parçasıydı. Ancak cep telefonu, ADSL ve UMTS gibi yeni teknolojilerle birlikte bu durum giderek geçerliliğini yitirmektedir. En azından günümüzde devlet tarafından garanti edilen bir telekomünikasyon paketinin nasıl olacağı, hangi hizmetleri kapsayacağı gibi sorular siyasal bir tartışma konusu teşkil etmektedir. Medyanın sorumluluğu < 115 Enformasyona erişim Evrensel olarak erişilebilir bir iletişim altyapısı ve karşılanabilir iletişim araçları, vatandaşların gereksinim duydukları enformasyona ulaşmalarını sağlamalıdır (vatandaş ve tüketici olarak). Burada ortaya çıkan soru –enformasyona erişim konusunda- bütün vatandaşların toplumsal iletişim hizmetlerine (telefon, posta, internet) özgür ve eşit biçimde erişimlerinin bulunup bulunmadığıdır. Ulusal ve Avrupa iletişim siyasalarında ilgi özellikle kamunun (ciddi) enformasyona erişimine yöneltilmiştir. Bu ilginin geri planında, bütün toplumsal enformasyon hizmetlerine serbestçe ve eşit biçimde erişimin, demokratik devletin işlemesi ve devamı için büyük bir önem taşıdığı fikri yer almaktadır. Enformasyona erişimin ne kadar geniş olduğu üç faktöre bağlıdır. 1) Enformasyonun elverişliliği: Kamunun istediği enformasyon piyasada mevcut mudur? Kamu, geniş bir çeşitliliğin içinden seçim yapabilir mi yoksa sınırlı bir enformasyon paketi mi söz konusu? 2) Enformasyonun erişilebilirliği, sadece bir erişilebilirlik sorunu mudur? Enformasyona giden yollar ne kadar kısa olursa, bu yollar ne kadar çok ve ne kadar iyi olursa enformasyonun kamuya ulaşması o kadar kolay olur. Büyük miktarda enformasyon internette mevcuttur fakat her zaman rahatlıkla erişilebilir olmaktan uzaktır, zira tüketiciler enformasyon bolluğunun içinde istediklerini bulamazlar. Enformasyona erişim, mevcut enformasyonun dramatik bir şekilde büyümesinden etkilenebilir. Bu nedenle enformasyon zengini internetteki enformasyon sağlayıcıları, arama motorları ve portallar kullanarak sundukları enformasyona erişimi artırmaya çalışmaktadır. Fakat enformasyonun erişilebilirliği, enformasyonu ve iletişim teknolojilerini kullanmak konusunda halkın yetenek ve bilgi sahibi olmamasından etkilenebilir. Erişim kabiliyeti konusundaki bu kaygı; zenginler ve yoksullar, enformasyon zenginleri ve enformasyon fakirleri, eğitimliler ve o kadar iyi eğitim alamamış olanlar arasında giderek açıldığı söylenen dijital uçurum’a dair tartışmalarda çeşitli biçimlerde ortaya çıkmaktadır. 3) Enformasyon elverişli ve erişilir olabilir, ama eğer çok pahalı ise ya da gelir çok düşükse her şey biter. Enformasyon erişilebilirliği o halde üçüncü olarak enformasyonun karşılanabilir olmasına bağlıdır. Enformasyon, yöneldiği grup tarafından maddi olarak karşılanabilir olmalıdır. Burada da, enformasyonun erişilebilirliğinde 116 > Televizyon haberciliğinde etik olduğu gibi, enformasyon zenginleri ile paranın yetersizliği dolayısıyla yüksek kalitede enformasyona başvuramayan diğerlerinin arasında bir uçurum oluşabilir. Birçok politikacının ve karar verici mekanizmanın enformasyonu kamunun genelinin karşılayabileceği düzeyde tutma arzusu evrensel hizmet savlarıyla yakından alakalıdır. Enformasyonun elverişliliği Elverişli, erişilir ve karşılanabilir enformasyon çeşitliliği bir toplumda nasıl ortaya çıkabilir? Hükümet, belirli bir enformasyon paketinin vatandaşlar ve tüketiciler için elverişli olmasını sağlamak üzere enformasyon piyasasına müdahale edebilir. Eğer hükümet arzu edilen, çeşitlilik içeren enformasyonu yaratmayı piyasaya bırakırsa, kendini özellikle rekabet ve medya yoğunlaşması konularını düzenleyen kurallara uygunluğu denetlemekle sınırlandırabilir. Avrupa’da piyasa odaklı gelişmelere tipik bir örnek, neredeyse tamamen piyasa kurallarıyla işleyen ve okurlarına günlük olarak zengin bir enformasyon paketi sunan (günlük) gazete piyasasıdır. Ancak bazen hükümetler, piyasa güçlerinin toplumda vatandaşlara arzu edilen enformasyonu sağlama konusunda etkili olmadıklarını teslim etmeye mecbur kalırlar. Sonuçta piyasa çökebilir. Eğer bu meydana gelirse hükümet piyasayı düzeltmek zorunda kalacaktır. Bunun tipik bir örneği, birçok AB ülkesinde var olan kamu yayıncılığıdır elbette. Kamu fonlarıyla ya da zorunlu yayın lisanslarıyla kamu yayıncılığını finanse eden hükümet, bu fonlarla, izlerkitle için (“iyi) programlar içeren bir paket oluşturacağını düşündüğü prodüksiyon şirketlerini finanse edebilir. Enformasyonun erişilebilirliği Burada da prensipte enformasyonun kamuya erişebilmesini temin edecek iki denetim mekanizması vardır: Piyasa ya da devlet. Birçok ülkede hükümetler vatandaşların mevcut enformasyona erişimi için yeterli iletişim kanalı sağlamanın görevleri arasında olduğunu kabul eder. Bu bağlamda daha önce evrensel hizmet yükümlülüğünden bahsetmiştik. Diğer bir temin aracı zorunlu taşıma yükümlülüğüdür (must carry). Zorunlu taşıma yükümlülüğünün geçerli olduğu düzenleme rejimlerinde kablo Medyanın sorumluluğu < 117 şirketleri, kamu hizmeti gören bazı programları kendi ağlarında yayınlamak zorundadır. Enformasyonun maddi olarak karşılanabilirliği Yukarıda da bahsedildiği gibi enformasyon, erişebilirliği riske atacak kadar pahalı olabilir. Ürün fiyatlandırması genellikle serbest piyasayı ilgilendiren bir konudur: Girişimciler kitaplarının, gazetelerinin ve dergilerinin fiyatlarını hükümet müdahalesi olmadan kendileri belirler. Hükümet sıkı bir fiyatlandırma siyasası uygulayarak ya da doğrudan veya dolaylı olarak tüketicileri destekleyerek fiyatları etkileyebilir. İlk yöntem fazla yaygın değildir. Devlet desteği ise, özellikle dolaylı destekler biçiminde düşük gelirli kişilere enformasyonu karşılanabilir hale getirmek için sıklıkla kullanılmaktadır. Bunun Avrupa’daki en iyi örneği, vatandaşların ücretsiz ya da küçük bir katkıyla faydalanabilecekleri halk kütüphaneleridir. Dolaylı devlet desteğine gazeteler bağlamında verilebilecek diğer bir örnek birçok Avrupa ülkesinin gazeteler için uyguladığı sıfır KDV ya da düşük KDV oranlarıdır (de Bens ve Østbye, 1998: 13,14). Çeşitlilik sorunu Niçin çeşitlilik? “Hakikat aşikâr değildir”. Karl Popper’in (1902-1994) bu ünlü sözü, enformasyon ve düşünce çeşitliliğinin demokratik bir toplumda ne kadar önemli olduğunu birkaç sözcükle açıklamaktadır. Popper’e göre gerçekte neyin doğru, neyin doğru olmadığını bütün, yadsınamaz, itiraz edilemez ve çekincesiz bir biçimde, epistemolojik olarak kanıtlamak mümkün değildir. Tam da bu nedenle enformasyon ve düşünce çeşitliliği önemli bir toplumsal değerdir. Popper’in bahsettiği epistemolojik olanaksızlık, bilimden gündelik yaşama değin bütün bilgi biçimleri için geçerlidir. Politika ve toplum bilgisi daimi belirsizliğin önlenemez eksikliğinden mustariptir. Popper, tek hakikatin olmadığını söyler. Hakikat yalnızca medyanın Pravda (Hakikat) gibi isimler kullandığı eski komünist diktatörlüklerde vardı. Durum ne olursa olsun, Popper demokratik hakikat bulma yolu olarak çeşitliliği savunmaktadır. Kamuoyu ve 118 > Televizyon haberciliğinde etik Liberal İlkeler başlıklı ünlü makalesinde demokrasilerin siyasal hakikati, hayalgücü, deneme ve yanılma ve eleştirel tartışma yoluyla bulmasını önermektedir. Popper’in yazdığı gibi çeşitliliğin nedenleri ve demokratik tartışmanın niteliği “[...] rekabet eden görüşlerin çeşitliliğine bağlıdır. Babil Kulesi yapılmamış olsaydı, onu icat etmemiz gerekirdi” (Popper, 1968 [1963], 352). Çeşitliliğin çok önemli bir değer olduğu düşüncesi yeni değildir. İki bin yıldan uzun bir süre önce çeşitliliğin hakikate ulaşmak için bir yöntem olarak kullanılması Sokrates’in uslamlamasının (argumentation) temelini oluşturuyordu –“tez-antitez-sentez” diyalektiği. Sokrates’ten (MÖ. 470–499) sonra tarih boyunca bu ideal uslamlama ve tartışma yöntemi filozoflar, yazarlar, gazeteciler ve politikacılar tarafından defalarca savunuldu. Bu tarihin en önemli bölümünü kuşkusuz, 1644 yılında John Milton’ın basın özgürlüğü ve çeşitlilik üzerine geliştirdiği düşünceler oluşturur. Bu bölümde daha önce de adı geçen Milton, kendisini dinlemek isteyen herkesten şunu istedi: “Bırakalım hakikat ve gerçekdışılık [...] serbest ve açık bir mücadelede göğüs göğüse savaşsınlar” (Milton, 1644). 19. yüzyılda liberal filozof John Stuart Mill çeşitliliği siyasal felsefesinin temel taşı olarak kullandı. Mill Özgürlük Üzerine adlı klasik eserinde, hakikati aramanın öncelikle “karşıtların barıştırılması ve bir araya getirilmesi sorunu” olduğunu savunur. Görüş ve düşüncelerdeki çeşitlilik, bazıları kendi düşüncelerinin “doğru düşünce” olduğuna inansa bile her zaman önemlidir: Düşüncelerin çeşitliliğini faydalı kılan ve insanlık, şimdilik çok uzak görünen bir düşünsel ilerleme aşamasına gelinceye kadar da faydalı kılmayı sürdürecek olan başlıca nedenlerin birinden söz etmemiz gerekir. Şimdiye kadar yalnız iki olasılığı, doğru kabul edilen düşüncenin yanlış ve bunun sonucu olarak da başka bir düşüncenin doğru olabileceğini; ya da doğru kabul edilen düşüncenin doğruluğuna bakılarak, hakikatin açıkça kavranması ve derinlemesine duyumsanması için karşısındaki yanılgıyla çarpışmasının zorunlu olduğunu göz önünde tuttuk (Mill, 1972 [1859]: 107).3 3 Alime Ertan’ın 1985 yılında yaptığı Özgürlük Üstüne çevirisinin ilgili kısmından (s. 64, İstanbul: Belge) yararlanılmıştır. (ç.n.) Medyanın sorumluluğu < 119 Özgürlükçü basın kuramı Gördüğümüz gibi, çeşitlilik terimi ile onun muadilleri olan farklılık ve çeşitliliğin uzun bir tarihi vardır. Sokrates ile başlayıp Mill’in siyasal kuramı ve Popper’in bilim felsefesiyle günümüze kadar devam eden bir gelenektir. Özgürlüğün yanında çeşitliliğin de 19. Yüzyıldan beri bilinen şekliyle liberal demokrasinin, vatandaşların türlü görüş açıları ve çıkarlara dayanarak çoğunluğun iktidarı için mücadele etmekte özgür olduğu bir demokrasinin, başlıca ideolojik karakteristiklerinden biri olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Çeşitlilik insanlar, şeyler, fikirler ve görüşler arasındaki farklılığa ve ayrıma gönderme yapar. Çeşitlilik yalnızca demokrasiyle değil, giderek daha çeşitli ve ayrışık hale gelen ve vatandaşların farklılığının bir erdem olduğu modern topluma doğru evrilen modernite ile de bağlantılı geniş bir terimdir. 20. Yüzyılın toplumsal-siyasal düşüncesinde çeşitlilik kavramının çekiciliği; ekonomik iktidar, teknoloji ve bürokrasinin homojenleştirici gücüne karşı mücadeleden olduğu kadar, komünizm ve nasyonal sosyalizm gibi totaliter ve otoriter rejimlere duyulan nefretten de beslenmişti. Felsefe ve siyasetteki meşruluğunun yanı sıra çeşitlilik, medya için de önemli bir başlangıç noktası haline geldi. Öyle ki, Philip M. Napoli (1999: 7) çeşitliliği “iletişim siyasasının temel ilkesi” olarak tanımladı. Medya çeşitliliğinin önemi uzun bir süre önce, mesela 19. yüzyılın özgürlükçü basın kuramında tanınıp uygulanmaya başladı. Vatandaşlar, hükümet ve basın arasındaki ilişkiye dair söz konusu liberal kuram, vatandaşların akılcı bir yolla siyasal yargılara varabileceklerini ve akılcı tercihler yapabileceklerini varsayar. Akılcı birey, söz konusu bilgi kendi görüşlerine ters olsa bile, bilgiye açıktır. Doğal olarak herkesin bu siyasal anlamda akılcı birey idealine ulaşması mümkün değildir. Ancak liberal basın kuramına göre medyanın, vatandaşların siyasal olarak akılcı yargılara varmalarını sağlamak gibi bir görevi yoktur. Bu bağlamda liberal basın kuramı, medyada görüşlerin serbest mücadelesine gönderme yapmakta ve bunun, bir şeyin doğru olup olmadığından emin olmanın tek yolu olduğunu imlemektedir. Bunlar şu kavramla da ilintilidir: “[...] karşılıklı hoşgörü ve çeşitli görüşlerin karşılaştırılması sayesinde 120 > Televizyon haberciliğinde etik en akılcı görünen yüzeye çıkar ve genel kabul görür” (Siebert vd., 1969 [1956]: 44). İyimser bir fikir. Ancak medyanın içinde ve dışında siyasal fikirlerin ve görüşlerin açıkça karşı karşıya gelmesinin önemini anlayabilmek için bu iyimserliği tam anlamıyla paylaşmamanız gerekiyor. Medya çeşitliliğinin iki yüzü Demokraside medyadan toplumsal çeşitliliği ifade etmesi, koruması ve beslemesi beklenir. Medyanın bu işi başarıp başaramadığından emin olmak için çeşitli yollar vardır. Yansıtma ve açıklık, medya performansının ölçümünde sıkça kullanılan iki yöntemdir. Yansıtmacı medya çeşitliliği medyanın yukarıda belirtilen ifade işlevi ile ilgilidir. Yansıtma sürecinde medya, toplumda var olan tercihleri mümkün olduğunca çok yansıtır. Yansıtmacı medya çeşitliliği için ölçüt, toplumsal çeşitliliktir. Tablo 4, nüfusa ve medyaya göre dağılımı göstermektedir. Azami yansıtma söz konusu olduğunda her iki dağılım arasında tam bir denge sağlanmaktadır. Yansıtma, medyanın halkın sesi olduğunu gösterir. Eğer toplumda tercihler açısından geniş bir ortalama de- Tablo 4: Yansıtmacı medya çeşitliliği Medyanın sorumluluğu < 121 ğer (median) varsa o zaman yansıtma, kitleleri hedefleyen gazetelerden ve ana akım yayın kuruluşlarından oluşacaktır. Diğer taraftan, ülkede yalnızca ufak bir azınlık varsa, yansıtma, görece dar bir pazara hizmet veren çok sayıda küçük medya kuruluşundan oluşacaktır. Medyanın yansıtmacı niteliği, toplumdaki azınlık tercihleri için çok az alan bırakır. Medyada çeşitliliğin ikinci değişkeni olan açıklık, toplumda yeni ve az bilinen unsurlara daha çok yer ayırır. Açıklık ve medyadaki çeşitlilik (bkz. Tablo 5) ancak, toplumsal ve kültürel tercihler, hareketler ve düşünce tarzları, destekçilerine ve toplumdaki nicel büyüklüklerine bakılmaksızın, toplumsal iletişim sistemine erişimde eşit ve değişmez fırsatlara sahip olduklarında varlık kazanabilir. Açıklık, toplumsal, siyasal ve kültürel yeniliği teşvik eder; kamusal, demokratik bir tartışma ortamında görüşlerin karşı karşıya gelmesini ve çarpışmasını destekler. Açıklık, kültürel yeniliğe olan desteğin genişlemesini, geniş toplumsal ortalamaya karşı kültürel yeniliğin rekabet gücünü artırarak sağlar. Tablo 5: Açık medya çeşitliliği 122 > Televizyon haberciliğinde etik Heikki Hellman’a (2001: 202) göre açıklık özellikle, medya siyasası açısından son derece normatif bir nitelik arzeden kamu siyasası modeli için uygunken, yansıtma, piyasa modelinin ekonomik yönelimli düşünme biçimine daha yakındır. Bunlardan hangisi geçerli olursa olsun, açıklık ile yansıtma arasında bir gerilim olduğu açıktır. Yansıtma, hakim toplumsal ilişkileri temsil eden bir çoğulluğa, açıklık ise toplumdaki farklı hareketler arasındaki azami idealist rekabete dayanır. Açıklık, küçük azınlıklar da dahil olmak üzere medyaya eşit erişimi savunurken, yansıtma büyüklük ve çoğunluğa rağbet eder. Avrupa iletişim siyasaları, birçok Avrupa hükümeti kendi ulusal medya sistemlerinde yansıtma ile açıklık arasında bir denge sağlamaya çalıştığı için her ikisinden de izler taşır. Denis McQuail (1992: 144-45) medyada çeşitliliği ölçmek için kriterler önermektedir. McQuail, yansıtma ve açıklığa yakın olan erişimin yanı sıra seçim kavramını da ortaya atmaktadır. Bu terim tüketicilere özgür bir enformasyon, yorum, kültürel formlar ve yaşam tarzları sunan serbest piyasayla bağlantılıdır. Medya tüketicileri için seçimi vurgulamak, enformasyon toplumunun yarattığı “aşırı medya”nın halihazırdaki durumuna çok iyi uymaktadır. Yansıtma ve erişim modelleri, geçmişte özellikle televizyon yayıncılığında deneyimlendiği gibi, iletişim araçlarının sınırlı sayıda olduğu durumlar için daha uygun görünmektedir. Kaynaklar Bens, Els de and Helge Østbye (1998). “The European Newspaper Market.” Media Policy. Convergence, Concentration and Commerce. Denis McQuail ve Karen Siune (der.) içinde. Londra: Sage, 7-22. CEC Commission of the European Communities (1994/1995) Green Paper on the Liberalisation of Telecommunications Infrastructure and Cable Television Networks. Brüksel: Belçika. Dahrendorf, Ralf (1974). “Aktive und passive Öffentlichkeit, Über Teilnahme undlnitiative im politischen Prozess moderner Gesellschaften.” Zur Theorie der politischen Kommunikation. Wolfgang R. Langenbucher (der.) içinde. München: Piper & Co. 97-110. Deutsch, Karl W. (1963/1966). The Nerves of Government: Models of Political Communication and Control. New York: The Free Press. Medyanın sorumluluğu < 123 Hardt, Hanno (1979). Social Theories of the Press: Early German and American Perspectives. Beverly Hills (CA): Sage. Hellman, Heikki (2001). “Diversity – An End in Itself? Developing a Multi-measure Methodology of Television Prigramme Variety Studies.” European Journal of Communication 16(2): 181-208. McQuail, Denis (1992). Media Performance: Mass Communication and the Public Interest. Londra: Sage. McQuail, Denis (2000). Mass Communication Theory. 4th Edition. Londra: Sage. Milton, John (1644). Areopagitica: A speech for the Liberty of Unlicensed Printing to the Parliament of England. Napoli, Philip M. (1999). “Deconstructing the Diversity Principle.” Journal of Communication 49 (4): 7-34. Popper, Karl R. (1963). The Open Society and Its Enemies. New York: Harper & Row Publishers. Popper, Karl R. (1963/1968). The Open Society and Its Enemies. New York: Harper & Row Publishers. Pool, Ithiel de Sola (1983). Technologies of Freedom. Cambridge: Belknap Press of Harvard University Press. Siebert, Fred S. vd. (1956/1963). Four Theories of the Press: The Authoritarian, Libertarian, Social Responsibility and Soviet Communist Concepts of What the Press Should Be and Do. Urbana ve Chicago: University of Illinois Press. Stuart Mill, John (1859/1972) On Liberty. Londra: Dent and Sons. 124 > Televizyon haberciliğinde etik