Kapak Konusu Türkiye’nin Irak’taki Maliki Hükümeti ile ilişkilerindeki soğukluk devam ediyor. ABD Sonrası Irak ve Türkiye Post-U.S Iraq and Turkey Doç. Dr. Tarık OĞUZLU ORSAM Ortadoğu Danışmanı Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Abstract As the U.S. withdraws its troops from Iraq, it leaves behind an Iraq that has no expectation of an optimistic future. The new period in Iraq embodies many risks and opportunities for the countries in the region. The countries in the region will try to fill the gap, which has been left by the U.S., and this situation will bring along new regional conflicts over Iraq. The regional competitive struggles will be maintained over Iraq more intensely. And during this process, Turkey comes first among the countries, which are expected to come to the forefront. The withdrawal of the U.S. from Iraq is a development, which Turkey should closely follow and take precautions. This study is prepared with this aforesaid purpose. First of all, the study will try to stress the threats created against Turkey as a result of the U.S. invasion of Iraq and then the withdrawal of the U.S. troops. Following the detection of threats, the precautions that could be taken against these threats, and relevant policy proposals take place within this study. 26 Ocak 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 37 Kapak Konusu Önümüzdeki dönemde Irak Türk dış politikasında önemli bir yer tutmaya devam edecektir. Bunu haklı kılan üç temel neden vardır. Birincisi, Irak’taki Amerikan askeri varlığının sona ermesinden sonra ülkenin parçalanma riskinin artmış olmasıdır. Giriş 9 Nisan 2003 günü Bağdat’ın ABD askerleri tarafından işgal edilmesi ve Firdevs Meydanı’ndaki Saddam Hüseyin heykelinin devrilmesi Irak’ın resmen işgalinin sona ermesinin sembolüdür. ABD’nin 14 Nisan’da zafer ilanı ve 1 Mayıs’ta ise dönemin ABD Başkanı George Bush’un savaşın bittiğini açıklaması Irak’ta kolay ve sorunsuz bir zafer kazanıldığı izlenimini yaratıyordu. Fakat, sonrasında yaşananlar Irak’ın ne ABD ne komşu ülkeler ne de Ortadoğu için kolay bir lokma olmadığını gösterdi. Haziran 2003’ten itibaren başlayan ve başlangıçta çok daha yerel ve küçük çaplı olan direniş, sadece Irak halkını değil, ABD’yi, bölgesel güç denklemlerini, diğer ülke halklarını ve Ortadoğu devletleri arasındaki ilişkileri bile etkileyen bir boyuta ulaşmıştır. ABD Başkanı Barack Obama, kendisinin başlatmadığı bir savaşı bitirirken “operasyonun” başarıyla sonuçlandığını söylerken ABD’de dahi pek çok kişi savaşın ve işgalin tüm yaşananlara değip değmediği sorusunu yüksek sesle dillendirmeye başlamıştır. İşgal başladıktan sonra yaşanan gelişmelere ilişkin rakamlar aslında pek çok şeyi anlatmaktadır. ABD’nin resmi rakamlarına göre 4487 ABD askeri ölmüş, 31921’i çatışmalarda olmak üzere 40350 ABD askeri ise yaralanmıştır. Bunlara ek olarak ABD hükümetine bağlı olarak çalışan güvenlik şirketi çalışanlarından 2097’i ölmüştür. Iraklıların cephesinde ise tablo çok daha ağırdır. Verilen rakamlara göre şiddet olayları sonucunda Irak’ta ölenlerin sayısı 103775’tir. Bu rakamların gerçekte çok daha fazla olduğu söylenebilir. Irak’ın işgalinin ABD’ye maliyeti 805 milyar dolar olarak açıklanırken, ekonomi üzerindeki etkisinin çoktan 1 trilyon doları geçtiği ileri sürülmektedir. Son olarak verebileceğimiz rakam ise gerek savaşın gerekse iç çatışmaların sonucunda ortaya çıkan göçlerin sonucunda gerek ülke içinde gerekse ülke dışına yaklaşık 5 milyon kişinin göç ettiğidir. İşgalin ilk günlerinde Irak’ın demokratik ve istikrarlı bir ülke olacağı, bölgeye örnek teşkil edeceği, dünyanın en önemli petrol üreticilerinden birisi olacağı ileri sürülürken işgalin sona erdiği şu günlerde tablo neredeyse tam tersidir. Irak’ta seçimler yapılmasına rağmen başbakanın otoriterliğinden dert yanılmaktadır. Dahası, ülkede demokratik olarak inşa edildiği ileri sürülen yapı etnik ve mezhepsel ayrımlara dayanmaktadır. İstikrar ise Irak için kullanılabilecek en son kelimelerden birisidir. Ülkenin büyük bir kısmında irili ufaklı silahlı çatışmalar, bombalamalar ya da adam kaçırmalar halen devam etmektedir. Ayrıca, son dönemde her geçen gün yeni vilayetler federal bölgeler ilan etmekte ve ülkenin idari ve siyasi geleceği belirsizliğe sürüklenmektedir. Petrol üretimi ise halan Saddam Hüseyin devrilmeden önceki seviyeye ulaşmamıştır. Devlet otoritesinin çökmesinden sonra kamu güvenliğinin sağlanmasının hala mümkün olmadığı Irak’ta güvenlik teşkilatları siyasi olarak yeniden yapılandırılmaktadır. Ordunun darbe tehdidi nedeniyle güçlü olarak inşa edilmediği ülkede siyasi gruplar kendi tekellerinde silahlı güçler barındırmakta ve bunları siyasi amaçları uğruna kullanmaktadır. Ülkenin savunmasının öz güvenlik güçleri tarafından sağlanamayacağını Irak’ın genelkurmay başkanı bile kabul etmektedir. Her ne kadar, işgalin sona ermesi bazı Iraklılar tarafından sevinçle karşılansa da pek çok Iraklının gelecekten bir umudur yoktur. Ocak 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 37 27 Kapak Konusu Türkiye Amerikan işgali sonrası Irak’ta diğer bölgesel güçlerin, özellikle de İran’ın, etki alanlarını artırmamaları için daha fazla çaba sarf etmeli. 28 Önümüzdeki dönemde ise bazı konular ülkenin siyasi geleceğini belirleyecektir. Bu konular, Irak merkezi hükümeti ile Kürt Bölgesel Yönetimi arasındaki petrol yasası anlaşmazlığı, Kerkük’ün geleceği, tartışmalı bölgeler sorununun çözülmesi, yeni federal bölgelerin kurulması ve bölge ülkelerinin Irak’taki etkinliği olacaktır. Bu noktaların her birinin ağırlığı Irak’ın geleceği konusunda iyimser olunmasını engellemektedir. çekilmesi Türkiye’nin yakından takip etmesi ve tedbirler almasını gerektiren bir durumdur. Bu çalışma söz konusu amaca yönelik olarak hazırlanmıştır. Çalışmada öncelikle Irak işgalinin ve sonrasında ABD’nin askerlerini çekiyor olmasının Türkiye açısından yarattığı tehditler ortaya konmaya çalışılacaktır. Tehditlerin tespitini takiben bunlara yönelik alınabilecek önlemler ve politika önerileri de çalışmada yer almaktadır. Dolayısıyla ABD Irak’tan askerlerini çekerken geride hiç de iyi olmayan bir tablo bırakmaktadır. Irak’ta yeni dönem, bölge ülkeleri açısından birçok risk ve fırsatları bünyesinde barındırmaktadır. ABD’nin bıraktığı boşluk bölge ülkeleri tarafından doldurulmaya çalışılacak ve bu da Irak üzerinden yeni bölgesel çatışmaları beraberinde getirecektir. Bölgesel rekabet mücadeleleri Irak üzerinden daha yoğun bir şekilde sürdürülecektir. Bu süreçte öne çıkması beklenen ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. ABD’nin Irak’tan 1. Irak İşgali’nin Türkiye Açısından Yarattığı Tehditler ve Riskler Ocak 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 37 ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgalinin Türk dış politikası üzerinde ortaya çıkardığı sonuçlar bağlamında zikredilmesi gereken ilk gelişme, Irak’ın parçalanması olasılığının Türkiye’nin güvenlik kaygılarını artırmasıdır. İşgal sonrasında Irak’ın birden fazla parçaya bölünmesi ve ülkenin kuzeyinde bağımsız bir Kürt devletinin kurulması ihtimali Türkiye’nin güvenliğini olumsuz etki- Kapak Konusu lemeye başlamıştır. Türkiye’nin kendi Kürt sorununu çözmesinde Irak’ın kuzeyinde ortaya çıkan gelişmeler tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar önemli olmaya başlamıştır. Kuzey Irak Kürtleri’nin Irak içindeki mevcut statülerini iyileştirmeleri, Türkiye’de yaşayan Kürt kökenli vatandaşların Ankara’ya olan tutumlarını ve sadakatlerini yakından etkilemeye başlamıştır. Bu bağlamda birçok gözlemcinin alanı çizdiği nokta Kuzey Irak’taki gelişmelerin Türkiye’nin kendi Kürt kökenli vatandaşlarının gözünde bir model/ cazibe merkezi oluşturması ihtimalidir. Iraklı Kürt grupların siyasi, ekonomik ve toplumsal kazanımlarını artırdıkları bir ortamda Türkiye’nin kendi Kürt sorunun çözümsüz kalmaya devam etmesi baş edilmesi gereken hayati bir risk olarak belirmiştir. Zikredilmesi gereken ikinci gelişme, Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinin, gerek ikili zeminlerde gerekse de NATO çerçevesinde, Irak’taki gelişmelerden olumsuz etkilendiğidir. Daha önce iki ülke ilişkilerinde birçok kriz yaşanmış olsa da Irak savaşı sonrasında ortaya çıkan kriz taraflar arasındaki güven bunalımını hiç olmadığı kadar derinleştirmiştir. Soğuk Savaş sırasında Türkiye ve ABD gerek Kıbrıs, gerek Jüpiter füzeleri gerekse de silah ambargosu dolayısıyla çeşitli bunalımlar yaşamışlar, ama Irak savaşı sonrasındaki gibi bir güven erozyonuyla ilk kez karşı karşıya gelmişlerdir. Soğuk Savaş sırasında ortak Sovyet tehdidinin varlığı iki ülkeyi krizleri bir an önce çözme noktasında cesaretlendirici bir oynamaktayken, son yirmi yılda ortak tehditlerin tanımlanmasında yaşanan zorluklar güven bunalımını daha da artmıştır. ABD’nin Ortadoğu’da takip ettiği politikalar artan sayıda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı tarafından Türkiye’nin ulusal bütünlüğüne bir tehdit olarak görülmeye başlanmıştır. İki ülke ulusal güvenliğe tehdit oluşturan faktörleri ve onlarla mücadelede kullanılacak araçları ilk kez Irak savaşı sonrasında bu kadar farklı tanımlamaya başlamışlardır. Özellikle tarafların terörün tanımına ve onunla nasıl mücadele edilmesi gerektiğine dair ciddi görüş ayrılıktan yaşadıkları görülmektedir. Her ne kadar PKK ABD tarafından bir terör örgütü olarak kabul edilse de Amerikan yönetimleri PKK ile El Kaide’yi aynı çerçevede değerlendirmemekte ve PKK sorunun çözümünde Türkiye’nin daha çok sivil araçları kullanması gerektiğini söylemektedirler. Türkiye ise başta ABD olmak üzere bütün Batılı müttefiklerinden PKK’yı kendisinin gördüğü gibi görmelerini istemektedir. Bu sonucun ortaya çıkmasında hiç kuşkusuz en önemli rolü 2000 senesinden 2008’e kadar ABD’de iktidarda bulunan Cumhuriyetçi Bush yönetiminin politikaları oynamıştır. Tarihte ilk kez Türkiye’de Batı karşıtlığı en üst noktasına Irak savaşı sonrasında ulaşmıştır. Uzun yıllara dayanan NATO içersindeki stratejik işbirliğine rağmen, Türk kamuoyu ABD’nin Ortadoğu politikalarını Türkiye’nin güvenliği açısından tehdit olarak algılamaya başlamıştır. ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra ABD’nin bir şekilde Türkiye’nin sınır komşusu olması ilişkilerin psikolojik boyutunu olumsuz etkilemeye başlamıştır. Neticede Türkiye küresel bir güç ile sınır komşusu olmuş bu da ikili ilişkilerin dengeli bir şekilde yürütülmesini zorlaştırmıştır. Artan Amerikan karşıtlığı ülke içersindeki milliyetçi söylemleri beslemiş ve Türkiye uzun yıllardan sonra Batı’ya karşı oldukça eleştirel bir tutum benimsemiştir. Metal Fırtına ve Kurtlar Vadisi gibi popüler kültür ürünleri Türk halkı arasında oldukça rağbet görmeye başlamıştır. Bunda hiç kuşkusuz Türkiye’nin geleneksel Batık müttefiklerinin Türkiye’nin güvenlik endişelerini paylaşmadıkları algısı etkili olmaktadır. Bir diğer olumsuz etki, işgalden sonra Türkiye’nin Kuzey Irak bölgesindeki askeri hareket ve manevra kabiliyetinin ciddi şekilde sınırlandırılmış olmasıdır. Bu bölgeye daha önceden düzenlenmiş askeri operasyonların artık kolaylıkla yapılamadığı görülmeye başlanmıştır. Bölgedeki PKK teröristlerine karşı yürütülmekte olan askeri mücadele zorlaşmıştır. Bunda Türkiye’nin imkânlarının eksikliğinden ziyade, Kuzey Irak’ta yaşayan Kürt grupların ve işgalci güç olarak ABD’nin itirazları etkili olmuştur. Türkiye’nin Amerika’nın Irak’a askeri operasyon düzenle- Ocak 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 37 29 Kapak Konusu Iraklı grupların ülkeyi güçlü ve istikrarlı bir ülkeye dönüştürebilmeleri çok kolay değildir. Türkiye açısından önemli olan Irak’taki istikrarsızlık ortamının devam etmesinin Türkiye’nin ulusal güveliğine tehdit oluşturmaya devam edeceğidir. mesine aktif olarak katılmaması ve bu bağlamda ülke topraklarını Amerikan askerlerinin geçişine açmaması, birçok Amerikalı çevrede Türkiye’ye karşı hayal kırıldığı yaratmış ve infial uyandırmıştır. Türkiye’nin ABD için taşıdığı stratejik önem Irak’taki Amerikan müdahalesinden sonra tartışılır hale gelmiştir. ABD Türkiye’nin aktif işbirliği olmadan Irak’a girebilmiş ve Saddam rejimini devirebilmiştir. Bu tartışmaların yapılıyor olması otomatikman Türkiye’nin değerinin azaldığı anlamına gelmez ama en azından Türkiye’ye şüphe ile bakan kesimlerin etkinliğinin arttığını gösterir. Bu konu aynı zamanda Türk iç siyasetinin de en tartışmak konularından birisi olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hükümetin tezkeresini l Mart 2003 de reddetmesinin isabetli bir karar olup olmadığı uzun süre tartışılmıştır. Bu bağlamda önemli bir olay Süleymaniye çuval baskını krizidir. Türk askerlerinin başına çuval geçirilerek derdest edilmeleri ikili askeri ilişkilerde ciddi yaralar açmıştır. Bu bağlamda altı çizilmesi gereken bir diğer olumsuz gelişme, Irak’ta yaşananların, özellikle de Kuzey Irak’taki Kürt bölgesel hareketinin ivme kazanmasının, Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkilerini olumsuz etkilemeye başladığıdır. 1990’lı yıllarda iki ülke arasında kurulan yakın stratejik ilişkiler son on yılda ciddi bir erozyon yaşamaktadır. Bunun diğer başka sebepleri olsa da, konumuz itibariyle vurgulamamız gereken nokta Türk güvenlik elitlerinin gözünde İsrail’in Irak’ın kuzeyindeki politikalarının ve angajmanlarının şüphe ve endişe uyandırmasıdır. İsrail kendi ulusal güvenlik stratejisi doğrultusunda Ortadoğu’daki Arap etkisinin azaltılmasını, İsrail’in 30 Ocak 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 37 varlığını ve meşruiyetini sorgulayan rejimlerin sonra erdirilmesini ve İsrail’in stratejik kuşatılmışlığını azaltacak yeni siyasi oluşumların ortaya çıkmasını istiyor olabilir, ama bu strateji doğrultusunda İsrail’in Irak’ın topraksal birliğinin sona erdirilmesine katkı vermesi Türkiye’yi endişelendirmektedir. İsrail’in Türk dış politikasında potansiyel bir endişe kaynağı olmasının bir diğer nedeni, ABD’nin gerek Ortadoğu bölgesinin geneli gerekse de Irak’a ilişkin politikalarının şekillenmesinde İsrail’in kilit bir rol oynadığına inanılmasıdır. Yeni Muhafazakâr politikalar doğrultusunda ABD’nin bölgeye zorla da olsa demokrasi getirmeye kalkışması ve bu bağlamda mevcut statükoyu değiştirmek istemesi İsrail’in yukarıda bahsettiğimiz güvenlik stratejisi ile uyumlu gözükmektedir. Dikkat çekici bir nokta gelmiş geçmiş ABD başkanları arasında George W. Bush’un İsrail’e sorgusuz sualsiz destek veren belki de tek başkan olmasıdır. İsrail’in sadece Kuzey Irak bağlamında değil aynı zamanda Batı’nın İran’a karşı olan tutumunun şekillenmesinde de etkili olduğuna inanılmaktadır. İran’ın nükleer programının ve rejiminin karakterinin bölge ve Batı için potansiyel bir tehdit oluşturduğu algısı İsrail ve İsrail yanlısı çevrelerce yaratılmaya çalışılmaktadır. Dolayısıyla, İran’ın şer ekseninin bir parçası olarak tanımlanması ve stratejik anlamda kuşatılmaya çalışılması Türkiye-İran ilişkilerinin seyrini de olumsuz etkilemektedir. Irak’taki Amerikan işgalinin ertesinde İran’ın hem Irak içersindeki etkisinin azaltılması hem de bölgenin genelinde kuşatılmaya çalışılması, Türkiye’nin Batı ve İran arasında dengeli bir dış politika yürütebilmesini Kapak Konusu Irak’ta ülkenin savunmasının öz güvenlik güçleri tarafından sağlanamayacağını Irak’ın genelkurmay başkanı bile kabul ediyor. zorlaştırmıştır. İran’ın potansiyel tehdit olduğu vurgusunun güçlenmesi Türkiye’yi Batı ile komşusu arasında bir tercih yapma noktasına getirebilir. Türkiye’nin ekonomi ve güvenlik alanında yakın işbirliği yaptığı bir ülkenin İsrail’in politikaları doğrultusunda ABD tarafından şeytanlaştırılması Türkiye’yi zor durumda bırakmaktadır. İran başka bir şekilde de Türk dış politikasını meşgul etmeye başlamıştır. Irak’taki Saddam rejiminin devrilmesinden sonra, İran’ın hem Ortadoğu bölgesinde hem de Irak’ın içersindeki etkisi artmaya başlamıştır. Geleneksel Türk dış politikası İran’la ikili ekonomik ve güvenlik ilişkilerini önemsese de İran’ın bölgede en etkin güç olmasına hep mesafeli bakmıştır. Hele İran’ın kendisini Amerika’nın bölgedeki varlığından dolayı kuşatılmış hissedip nükleer silah edinmeye kalkışması ve bunu başarması Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla hiç bir şekilde bağdaşmaz. Bura- da vurgulamak istediğimiz nokta, ABD’nin Irak politikalarının hem İran’ın bölgedeki etkisini artırdığı hem de İran’ın nükleer silahlar peşinde koşma arzusunu alevlendirdiğidir. Bu iki durum da son kertede Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ters gelişmelerdir. Irak’ta yaşananlar İran’la gerek ikili gerekse de bölgesel çerçevede işbirliği yapmayı bir yandan gerekli kılarken diğer yandan bunu zorlaştırmaktadır. ABD’nin Irak politikaları Ortadoğu bölgesindeki kutuplaşmaları da körüklemiştir. Bu da Türkiye’nin mümkünse herkesle iyi ilişkiler içersinde olmak yönündeki politikasını zorlaştırmaktadır. Bir yanda İran, Suriye, Lübnan’daki Hizbullah ve Gazze’deki HAMAS, diğer yanda ise Ürdün, Suudi Arabistan ve Mısır adeta birbirlerine karşı bir blok olarak hareket etmeye başlamışlardır. Ocak 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 37 31 Kapak Konusu Türkiye’nin güvenlik ve dış politikası bağlamında ortaya çıkan bir diğer etki Türkiye-AB ilişkilerinin Irak’taki Amerikan işgalinden genelde olumsuz etkilendiğidir. Daha aşağıda Irak işgalinin Türkiye’nin AB’ye ilişkin tutumunu nasıl etkilediğini tartışacağız ama burada altını çizmek istediğimiz şey Irak’taki kargaşanın ve istikrarsızlığın, Türkiye’nin Irak’a sınır komşusu olması da dikkate alındığında, Avrupalıların gözünde Türkiye’nin potansiyel üyeliğini olumsuz etkilediğidir. Birçok Avrupalı Türkiye’nin olası bir üyeliğinden sonra AB’nin Irak, İran ve Suriye’ye komşu olacak olmasından ürkmektedir. Bölgedeki güvenlik sorunlarının AB içersine ithal edilme riskinin Türkiye’nin üyeliğinden sonra artacağına inanılmaktadır. Irak savaşı ve sonrası gelişmeler Türkiye’nin Avrupa’dan çok Ortadoğu’nun bir parçası olduğu algısını kuvvetlendirmiştir. AB-Türkiye ilişkileri bağlamında ortaya çıkan bir diğer olumsuz gelişme, hem 11 Eylül saldırılan hem de ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında, ‘medeniyetler çatışması’ tezinin prim yapmaya başlaması ve bunun da Avrupalıların Türkiye’ye olan bakış açılarını daha çok kimlik ve din odaklı hale getirmesidir. Türkiye’nin Müslüman Ortadoğu’nun bir parçası olduğu ve İslamiyet’in Türkiye’nin milli kimliğinin en önemli boyutu olduğu yönündeki algı bu iki olaydan sonra güçlenmiştir. Türkiye’nin kimliksel anlamda Avrupa’dan farklı olarak değerlendirilmesi 11 Eylül sonrası ortamda daha kolaylaşmıştır. Hâlbuki tezkerenin reddi Türkiye’nin Irak’a bakışını AB’nin iki önemli ülkesi olan Almanya ve Fransa ile uyumlaştırmaya çalıştığının en önemli kanıtıdır. Bir diğer risk ve zorluk ise Irak’ta yaşananların, özellikle de kuzey Irak’ta, bağımsız bir Kürt devleti kurulma ihtimalinin güçlenmesinin, Türkiye’nin kendi demokratikleşme sürecini olumsuz etkilemeye başlamasıdır. Demokratikleşmenin zayıflaması ise son kertede AB üyelik sürecini sekteye uğratabilir. Demokratikleşme ve liberalleşme Kürt sorununun çözümü bağlamında hiç olmadığı kadar önemli olmaya başlarken, paradoksal bir şekilde bu süreçler tehlikeli ve riskli olarak algılanmaya da başlanmıştır. Demokrasi ihracının Amerikan dış ve güvenlik politikasının bir aracı 32 Ocak 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 37 olarak görülmesi, bu sürecin felsefi masumiyetine zarar vermiştir. Demokrasinin dış dinamiklerden yakından etkilendiği ve dış güçlerin başka ülkeler içersindeki çıkarlarını gerçekleştirmek adına başvurduktan bir araç olduğu algısı güçlenmiştir. En azından bunun böyle olduğuna inanan çevrelerin sesleri daha yüksek çıkmaya başlamıştır. Liberalleşme ve demokratikleşmenin uzun vadede parçalanma ve ayrışma doğurabileceği tezi Irak savaşından sonra daha sık duyulmaya başlanmıştır. Buradaki asıl zorluk ülke içersindeki ‘Kürt sorununu’ çözmek adına atılacak liberal ve demokratik adımların, PKK terörüne karşı verilmekte olan mücadeleyi zayıflatması ve PKK’nın meşrulaştırılmasına katkıda bulunmasıdır. Bununla doğrudan alakalı olan bir sonuç ise PKK terör hareketi ile Kürt sorunu arasındaki çizginin daha da muğlâklaşmaya başlamasıdır. Irak’ın ABD tarafından işgalinden sonra, PKK sorunu ile Kürt sorununu birbirinden ayırmak daha da zorlaşmıştır. Liberal-demokratik çevrelerin dile getirdikleri ‘Irak savaşı sonrası ortamda PKK terörünü ve Kürt sorununu ancak daha fazla liberal demokrasiyle çözebiliriz’ anlayışı bazı kesimler tarafından tehlikeli görülmeye başlanmıştır. Savaş sonrası ortamda bu konuda farklı düşünceye sahip olanların ortak uzlaşılar bulması zorlaşmıştır. ‘Türkiye’nin Kürt kökenli vatandaşlarının Kuzey Irak’taki gelişmelerden etkilenip devlete olan bağlılık ve sadakatlerini sorgulamaya başlamamaları için daha fazla demokrasi gerekir’ anlayışı aynı zamanda bir risk olarak görülmeye başlanmıştır. Kesin olan şudur ki Irak savaşı sonrası ortamda Türkiye’nin kendi Kürt sorununu bir an önce çözmesi hiç olmadığı kadar acil hale gelmiştir. Bu sorunu ötelemek artık bir seçenek değildir. Irak’taki gelişmelerin ortaya çıkardığı bir diğer risk ise Kürt sorunu devam ettiği müddetçe Türkiye’nin dış aktörlerle olan ilişkilerinde elinin her zaman zayıf karmaya devam edeceğidir. Bu hem büyük güçler, hem bölgesel güçler hem de Iraklı Kürt gruplarla olan ilişkiler bağlamında geçerlidir. Dış aktörlerle geliştirilen ilişkilerin devamlı şekilde Kürt sorunun varlığından etkilenmesi Türkiye için stratejik bir zayıflıktır. Irak Kapak Konusu Türkiye Amerikan işgali sonrası Irak’ta diğer bölgesel güçlerin, özellikle de İran’ın, etki alanlarını artırmamaları için daha fazla çaba sarf etmelidir. Gelişmeler göstermektedir ki, İran hem Suriye hem de Irak’taki gelişmelere varoluşsal bir önem atfetmektedir. savaşı ve sonrası gelişmeler bu stratejik zayıflığı hem daha fazla ön plana çıkarmış hem de bundan bir an önce kurtulmanın gerekliliğini gözler önüne sermiştir. PKK saldırılarının 2004’den sonra artmaya başlaması Kuzey Irak’taki gelişmelerin PKK’nın askeri imkânlarını olumlu yönde etkilediğini göstermektedir. Türkiye’nin eskiden olduğu gibi bölgede kolayca askeri operasyonlar düzenleyememesi ve Kuzey Iraklı Kürt grupların bu manada Türkiye ile yeterince işbirliği yapmamaları bu durumun vahametini daha da artırmaktadır. Irak’ın ABD tarafından işgalinin Türkiye açısından ortaya çıkardığı bir diğer zorluk ise Türkiye’nin Irak’ta yaşayan Türkmenlere ilişkin politikasının nasıl olması gerektiğine dairdir. Soğuk Savaş sırasında Türkiye’nin Irak Türkmenlerine ilişkin özel bir politikası yoktu. Buna mukabil Türkmenlere verilen genel mesaj onların geleceklerini Irak’ın içersinde aramaya devam etmelerinin ve hak ve özgürlük mücadelelerini barışçı yollardan sürdürmelerinin daha doğru olacağıydı. 1990’lı yıllarda Türkiye’nin Türkmenlere ilişkin hassasiyeti, Irak’lı Kürt grupların siyasi ve toplumsal kazanımlarına bağlı olarak artmıştır. Türkmenler, Türkiye’nin Kuzey Iraklı Kürt gruplarla olan ilişkilerinde faydalanılabilecek bir dengeleyici unsur olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Irak savaşı öncesi ve sonrasında Irak’ta yürütülen anayasa yapım çalışmaları çerçevesinde Iraklı Türkmenlerin Irak’ı oluşturan üç ana topluluktan biri olarak anayasada zikredilmesi, kendi dillerinde eğitim hakkının tanınması, Irak’ın yeni siyasi yapısında nüfusları oranında temsil edilmeleri, Kerkük’ün Türkmenlerin en yoğun şekilde yaşadığı şehir olarak Türkmen karakterinin korunması tescili ve bu şehrin Kürt Bölgesel Yönetimi’nin kontrolüne geçmemesi Türkiye’nin öncelikleri arasındaydı. Türkiye bu amaçlarını mümkün kılmak adına, 1995 senesinde kurulmasında rol oynadığı Irak Türkmen Cephesi’ni Türkmenlerin temsilcisi olarak görmekteydi. Irak savaşı bu politikayı hem zora sokmuş hem de değişime zorlamıştır. Bu bağlamdaki dönüşümün en önemli göstergelerinden biri Türkiye’nin Irak’a ilişkin politikasının sadece Kuzey Irak’taki Kürt gruplara endeksli olmaktan çıkıp daha bütünlükçü bir karakter kazanmasıdır. Türkiye özellikle 2007 senesinden itibaren Irak’a daha büyük bir çerçeveden bakmaya başlamış ve mümkün olabildiğince Irak’taki bütün etnik ve dini gruplarla ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır. Bu yeni politikanın Türkmenler ayağında ortaya çıkan yenilik Türkmenlere verilen “sizin kaderiniz Irak’ın içinde diğer etnik ve dini topluluklarla beraber yaşamaktır’ mesajının çok daha güçlü bir şekilde ifade edilmesidir. Türkmenleri Kuzey Irak’taki Kürt grupları dengelemek adına kullanmayı öngören eski anlayış Türkmenleri olabildiğince Kürt gruplarla işbirliği yapmaya sevk eden yeni anlayışla yer değiştirmeye başlamıştır. Irak Türkmenlerinin neredeyse yarıya yakınının Şii olduğu, bütün Türkmenlerin Irak Türkmen Cephesi altında birleşmek istemediği, Türkmenlerin 2005 yılından bu yana yapılan seçimlerde genelde mezhepsel bağlılıkları doğrultusunda oy kullandıkları, bazı Türkmen grupların Kürt siyasi gruplarla işbirliği yapmayı tercih ettikleri gibi gerçekler zamanla daha net bir şekilde görülmeye başlanmıştır. Ocak 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 37 33 Kapak Konusu Irak savaşı sonrası ortamda Türkiye’nin kendi Kürt sorununu bir an önce çözmesi hiç olmadığı kadar acil hale geldi ve bu sorunu ötelemek artık bir seçenek değil. Ayrıca Türkiye Kerkük’ün statüsü konusunda bu şehrin özel bir statüye haiz bir şehir olarak Kürt, Arap ve Türkmen unsurların ortak yönetimine verilmesi gerektiğini söylemeye başlamıştır. Diğer yandan 2004 yılında kabul edilen Irak Anayasası’nın hükümlerine göre Kerkük’ün statüsünün halk oylaması neticesinde kararlaştırılabilecek olması Türkiye’yi ürkütmeye devam etmektedir. Sahip olduğu petrol zenginliğinden dolayı, Türkiye Kerkük’ün Kürt Bölgesel Yönetimi’nin kontrolüne geçmesini istememektedir. 2. İşgalin Türkiye Açısından Yarattığı Dönüşümsel Etkiler ABD’nin Irak’ı işgali ve sonrası Türk dış politikasında ciddi dönüşümleri de beraberinde getirmiştir. Bu kısımda bir yandan bu dönüşümler 34 Ocak 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 37 diğer yandan da Türkiye’nin önüne çıkmaya başlayan fırsatlar tartışılmıştır. Dönüşüme ilişkin ilk gözlem Türk dış politikasının son yıllarda daha fazla ‘Avrupalı’ bir karakter kazanmaya başlamasıdır. Bu ‘Avrupalılık’ daha çok Türk dış politikasının stili, araçları, karar alma sürecinin niteliği ve alınan kararların içerikleri bağlamında söz konusudur. Başka bir ifadeyle Türk dış politikasının tarzı ve Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde takip etmekte olduğu politikaların özü AB’nin kendi yakın çevresinde takip etmekte olduğu politikalara benzemeye başlamıştır. Türkiye dış politikasında yumuşak güç unsurlarını daha fazla kullanmaya başlamış ve alınan kararların içerikleri Avrupa Birliği’nin bölgeye ilişkin politikalarıyla uyumlu olmaya başlamıştır. Ama Türk dış politikasının ‘Avrupalı’ bir karakter kazanmasında Türkiye’nin AB üye- Kapak Konusu lik sürecinden çok real-politik güvenlik kaygılan, ABD ile olan ilişkilerinin değişen doğası ve yeni dış politika vizyonu etkili olmuştur. Türkiye’nin dış politika amacı bölgenin liberal demokratik değerler etrafında dönüşmesi ve bu sayede bölgenin istikrarsızlık ve kaos üretir durumunun sona ermesi olarak tanımlanmıştır. Bu sonucun ortaya çıkmasında bir yandan ikili ve çoklu ekonomik işbirlikleri geliştirmek diğer yandan da bölgedeki kemikleşmiş sorunların diplomatik yöntemlerle çözülmesine çalışmak önemli olmaktadır. Ortadoğu bölgesinin küresel ekonomik ve politik sisteme bir an önce entegre olması, bölgedeki yönetim tarzının temsili demokrasi yönünde evrilmesi ve bölgedeki yapısal sorunların bir an önce çözülerek bölgenin küresel siyasetin merkezi olmaktan çıkartılması Türkiye açısından önemlidir. Ortadoğu’da son yıllarda yaşanan gelişmeler Türkiye’nin hiç yaşamak istemeyeceği kâbus senaryolarını da akıllara getirmektedir. Türkiye’nin önde gelen dış politika kâbusu kendisini komşusu olduğu ülkelerle geleneksel olarak ekonomi ve stratejik ortaklık ilişkileri kurduğu Batılı ülkeler arasında sıkışmış hissetmesidir. Bu sıkışmışlık duygusu son yıllarda daha fazla hissedilmeye başlamıştır. Türkiye’nin bölgeye ilişkin açılımlarının ve politikalarının temel hedefi bölgesel sorunların kakçı bir şekilde çözülerek bu sıkışmışlık durumunun bir an önce sona ermesidir. Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesi Türkiye’nin Irak ve Ortadoğu’ya ilişkin politikalarını zamanla ciddi şekilde gözden geçirmesini gerekli kılmıştır. Irak savaşı ve sonrası bölgede ortaya çıkmaya başlayan yeni gelişmeler Türk dış politikasının son yıllarda yaşamakta olduğu dönüşüm sürecinin anlaşılmasında oldukça önemlidir. Altı çizilmesi gereken ilk değişiklik Türkiye’nin Kuzey Iraklı Kürt gruplara ilişkin bakış açısının ‘realist exclusionary/gerçekçi dışlayıcı’ olmaktan çıkıp ‘liberal integrationist/liberal kapsayıcı’ olmaya başlamasıdır. Kuzey Iraklı Kürtler ve siyasi hareketleri Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelmiş en önemli tehdit olarak görülüp, temel amaç Kürtlerin hem Irak içersinde hem de bölgede Kürt karşıtı gruplarla kurulacak ilişkilerle dengelenmesiyken, zamanla Kuzey Iraklı Kürtler Türkiye’nin Irak içersindeki hedeflerinin gerçekleştirilmesinde işbirliği yapılabilecek potansiyel ortaklara dönüşmüşlerdir. Kürtleri dengelemek ve baskı altında tutmak politikası zamanla onlarla daha fazla işbirliği yapmak ve onları kazanmak anlayışıyla yer değiştirmeye başlamıştır. Kuzey Irak’a ilişkin bu dönüşümü başlatan ve uygulayan genelde seçilmiş hükümet ve ona destek veren ekonomik kesimler olmuştur. Bu dönüşüm bir yandan Türkiye ile Kuzey Irak arasındaki ekonomik ilişkinin artırılması diğer yandan da iki taraf arasındaki diplomatik ve siyasi temasların sıklaştırılması çerçevesinde yaşanmaktadır. Dört milyar dolan bulan ticaret hacmi Kuzey Irak ekonomisini neredeyse Türk ekonomisinin doğal bir parçası yapmıştır. Bunun dışında Türkiye’nin Erbil şehrinde konsolosluk açması ve üst düzey Türk devlet adamlarının peşi sıra bölgeyi ziyaret etmeleri bu dönüşümün dikkat çekici diğer göstergeleridir. Kuzey Irak’lı Kürt liderlerin de Türkiye’ye yaptıkları ziyaretler son yıllarda artmıştır. Kürtlere ilişkin dönüşümü zorlayan şartların başında, PKK’nın bölgedeki varlığının Türkiye’nin Kuzey Iraklı Kürtlerle olan ilişkisini olumsuz etkilemesinin önüne geçmektir. Kuzey Irak’lı Kürtleri PKK konusunda sıkıştırmak ve onları PKK’ya karşı zor kullanmaya çağırmak yerine ‘Kuzey Irak’lı Kürt gruplarla ne kadar fazla işbirliği yapılırsa ve onlara ne kadar fazla yakınlaşılırsa onlar da Türkiye’nin istekleri doğrultusunda o kadar fazla işbirliği yaparlar’ düşüncesi gittikçe daha fazla ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu minvalde Türkiye’nin yapmaya çalıştığı Kuzey Irak’la olan ekonomik ilişkileri olabildiğince artırmak ve Kürtleri Türkiye ile işbirliği yapmayı kendileri için en karlı seçenek olarak görmeye teşvik etmektir. ‘Eğer Kürt gruplar Türkiye ile ters düşmenin kendileri için oldukça maliyetli olacağını bilirlerse Türkiye ile daha fazla işbirliği yaparlar’ anlayışı burada öne çıkmaktadır. Yakınlaşmayı doğuran ikinci sebep, Türkiye’nin Irak içersindeki güç dengesinin Şiilerin lehine Ocak 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 37 35 Kapak Konusu değişmesini engellemek adına Sünni ve Kürt gruplarla daha fazla işbirliği yapmaya başlamasıdır. Kürtlerin çoğunlukla Sünni oluşları, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının akrabaları oluşları, laik bir yönetim anlayışına inanmaları, serbest piyasa ekonomisini savunmaları ve Batılı devletlerle yakınlaşmayı önemsemeleri Türkiye ile Kuzey Iraklı Kürt grupları birbirine yakınlaştırmaktadır. Kürtler Türkiye’nin Irak içersindeki doğal ortaklan olarak hareket edebilirler. Yakınlaşmayı doğuran diğer bir sebep Irak’taki Amerikan askeri varlığının 2009 yılından bu yana sona ermeye başlamasıyla Kürtlerin kendilerini Irak içersindeki diğer gruplara karşı daha yalnız ve zayıf hissetmeye başlamaları ve bu zaaflarını Türkiye’ye yakınlaşarak gidermek istemeleridir. Türkiye Irak’lı Kürt grupların doğal hamisi gibi algılanmaya başlamıştır. Bu bağlamda ABD de Türkiye ile Kuzey Irak Kürtleri arasındaki yakınlaşmayı desteklemektedir. Türkiye’nin Iraklı Kürtlerden en büyük beklentisi bu grupların siyasi geleceklerini Irak’ın içersinde aramaya devam etmeleri ve bağımsızlık yönünde herhangi bir adım atmaktan uzak durmalarıdır. Bu olduğu müddetçe, Türkiye Kuzey Iraklı grupları koruyup kollamayı kendi ulusal çıkarları açısından önemli görmektedir. Yakınlaşmayı doğuran bir diğer sebep ise Türkiye’nin kendi içersindeki Kürt sorununu çözmesinde Kuzey Iraklı Kürt gruplarla geliştireceği ilişkilerin önemli olduğunun daha fazla anlaşılmaya başlamasıdır. Burada dikkat çekici bir gelişme, Türkiye ile Kuzey Iraklı Kürt gruplar arasındaki ilişkilerin göreceli olarak iyileşmeye başlamasıyla Kuzey Iraklı Kürt liderlerin Türkiye’deki Kürt siyasi hareketlerine yönelik verdileri mesajların değişmeye başladığıdır. Bu mesajlarda sorunun Türkiye’nin topraksal bütünlüğü içersinde ve demokratikleşme sürecinde çözülmesinin daha doğru olacağı belirtilmekte ve terör eylemlerinden uzak durulması tavsiye edilmektedir. Kuzey Iraklı Kürtlerin PKK’nın bölgedeki varlığını korumalarının ve Türkiye’deki Kürt gruplara ayrılıkçılık yönünde mesaj vermelerinin önlenmesi için onların kazanılması gerektiği son yıllarda sıklıkla dile getirilmektedir. 36 Ocak 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 37 Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde ‘dönüşüm’ odaklı bir dış politika izlemeye başlamasında Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecinde yaşanan gelişmeler de etkili olmuştur. Türkiye’nin 2005 senesinde AB ile üyelik müzakerelerine başlamış olması, Kuzey Irak’a ilişkin bakış açısının değişmesinde önemli olmuştur. AB üyesi olmak isteyen ülkelerin komşularıyla olan ilişkilerini olabildiğince işbirliği odaklı sürdürmeleri ve mümkünse bütün sınır problemleri çözmeleri beklenmektedir. Türkiye’nin son yıllarda uygulamaya çalıştığı ‘komşularla sıfır problem’ politikası AB’nin bu yöndeki talep ve beklentilerinden de kaynaklanmaktadır. AB sürecini bu bağlamda önemli kılan bir diğer durum Avrupa Birliği kurumları ve AB üyesi ülkelerin Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine askeri operasyonlar düzenleme politikasını daha fazla eleştirmeye başlamaları ve bu tarz adımların Türkiye’nin AB üyelik sürecini zora sokacağını daha fazla dile getirmeleridir. Avrupa Birliği süreci bağlamında altının çizilmesi gereken bir diğer husus, son yıllarda AB tarafından gelmekte olan mesajların Türkiye’nin temel hassasiyetlerini daha fazla dikkate almakta olduğudur. Kürt sorunun ülke sınırlarının bütünlüğü içersinde çözülmesi, PKK’nın teröre başvurmaktan uzak durması, Kürt siyasi hareketinin kendisini PKK’dan ayırmaya çalışması Avrupalı çevreler tarafından sıklıkla vurgulanan mesajlardır. Bu durum son yıllarda Kürt siyasi hareketini temsil ettiğini iddia eden çevrelerde rahatsızlık yaratmaktadır. Bu kesimlerin AB üyelik sürecine ilişkin temel beklentileri değişmemiştir. Onlar Brüksel’in Ankara üzerine baskı yaparak PKK’yı muhatap alması için zorlamasını istemektedirler. AB üyelik süreci çerçevesinde arzuladıkları hedeflere daha kolay ulaşabileceklerini düşünmektedirler. Avrupa Birliği’ne ve üyelik sürecine olabildiğince araçsal ve faydacı bir perspektiften bakmaya devam etmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini değiştirerek Kürt grupların her türlü farklılığının anayasal güvence altına alınmasını ve Türkiye’nin iki kurucu ulustan oluştuğunun anayasada belirtilmesini istemektedirler. Bundan dolayıdır ki AB’den gelen herhangi bir ‘aykırı’ mesaj onları rahatsız etmektedir. Kapak Konusu Türkiye’nin Irak’a ilişkin politikasının daha bütünlükçü bir karakter kazanmasında ABD’nin 2006 yık sonundan itibaren Sünnileri daha fazla yönetime dahil etme yönündeki politikası dolaylı olarak etkili olmuştur. 2003’den 2006’ya kadar ABD Irak’taki etkinliğini Şii ve Kürt gruplar arasındaki ittifaka dayandırmaktaydı. Sünniler eski rejimin uzantıları olarak görülmekteydiler. Amerika’nın bu yaklaşımı Türkiye’nin Irak’ın geleceğine dair kaygılarını pekiştirmiştir. Amerika’nın Kürt gruplarla işbirliğini aşırı önemsemesi Türkiye’nin de Irak’lı Kürtlere bakışını olumsuz etkilemekteydi. Genel kanı sırtını Amerika’ya dayayan Kürtlerin Irak’tan ayrılmak için zaman kolladıkları şeklindeydi. Bu zaman diliminde Türkiye Kuzey Irak’lı Kürtlere şüphe ile bakmakta, onların PKK’nın varlığına dair tutumlarını eleştirmekte ve bölgeye sınırlı da olsa askeri operasyonlar düzenlemeyi hala en etkili yöntem olarak düşünmekteydi. Sünnilerin rejime daha fazla entegre olmaya başlamaları, ABD’nin bu süreci desteklemeye başlaması, Türkiye’nin Irak’ın birliğine dair kaygılarının göreceli olarak azalmasına yardımcı olmuş, Türkiye ile Kuzey Iraklı Kürt gruplar arasındaki işbirliği zeminini hazırlamıştır. Sünnilerin yeni düzene daha fazla entegre olmaları Türkiye’nin Kuzey Iraklı Kürt gruplara daha fazla öz güvenle yaklaşmasını mümkün kılmıştır. Bunda hiç şüphesiz önemli olan bir diğer faktör Kürtlerin ABD’nin bu değişmeye başlayan politikasından sonra kendilerini Irak içersinde daha zayıf bir konumda görmeye başlamalarıdır. Türkiye’nin Irak üzerindeki etkinliğinin artmasında Amerika’da başkanlığın Bush’tan Obama’ya geçmesi ve Obama’nın dış politika anlayışı etkili olmuştur. Amerika Türkiye’yi genel olarak Ortadoğu özel olarak da Irak’ın istikrarının sağlanmasında bir menteşe ülke olarak görmektedir. Türkiye’nin hem Irak içersindeki hem de bölgedeki aktif arabuluculuk gayretleri Obama yönetimi tarafından desteklenmektedir. Amerikan askerlerinin Irak’tan temelli çekilmeleri bir yandan Türkiye’nin Irak üzerindeki etki ve manevra alanını artıracak ama diğer yandan da Irak’taki istikrarsızlık sürdüğü sürece Irak’ı bölgesel güçlerin rekabetinin yaşandığı bir arenaya çevirecektir. Amerika’nın varlığı hem Irak içersindeki hem de bölgedeki güçleri dengelemekte ve aralarındaki rekabetin daha ileri boyutlara taşınmasını engellemektedir. 3. ABD’nin Irak’tan Çekilmesi ve Uygulanması Gereken Stratejiler Gelecekte Türkiye’nin Irak’a yönelik uygulaması gereken stratejilerin şekillenmesinde iki olayın önemli rol üstleneceği değerlendirilmektedir. Bunlardan birincisi son aylarda birçok Ortadoğu ülkesinde yaşanmakta olan rejim muhalifi halk hareketleri diğeriyse Obama Yönetimi’nin Irak’tan çekiliş takvimine sadık kalma yönünde gösterdiği kararlılıktır. Bu kapsamda Türkiye’nin; - Arap Baharı’nın ortaya çıkarabileceği demokratik yönetimlerin Türkiye’nin kendi değerleri ile uyumlu bir dış politika takip etmesini kolaylaştıracağı nedeniyle, bölgenin demokratikleşmesini desteklemesinin, - Amerikan askerlerinin Irak’tan tam anlamıyla çekilişinin hızının ve kapsamının Irak Silahlı Kuvvetlerinin Irak’ın iç ve dış güvenliğini sağlayabilme derecesine bağlı olarak desteklemesinin, Iraklı gruplar kendi aralarında uzlaşma sağlamadan, Irak güvenlik kuvvetleri Irak’ın güvenliğini garanti eder konuma gelmeden ve de ihtilaflı konular herkesi tatmin eder şekilde çözülmeden, Irak’taki Amerikan askeri varlığının sona ermesini riskli olabileceğinin, Amerika’nın Irak’tan çekilişinin Irak içersinde bir ‘güvenlik ikilemi’ durumu ortaya çıkarabileceği ve buna komşu ülkelerin de dâhil olma riski söz konusu olduğunun göz önünde bulundurulmasının, - Arap Baharı’nın sonrasında çok daha önemli olacağı ve Türkiye’nin cazibesini artırabileceği gerekçeleriyle, Türkiye’nin yumuşak güç unsurlarını kullanmaya devam etmesinin, - Iraklı bütün toplumsal unsurlarla kurulacak yakın ilişkiler Türkiye’nin Irak politikasının Iraklılar gözündeki meşruiyetini artıracağı nedeniyle Irak’a ilişkin bütünlükçü yaklaşımını devam ettirmesinin, Ocak 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 37 37 Kapak Konusu - Kuzey Iraklı Kürtlerin kendi geleceklerini Irak’ın içersinde aramaları doğrultusunda özendirilmesi nedeniyle Iraklı Kürt liderlerin Irak devlet yönetiminde üst düzey makamlara gelmelerinin özendirilmesi ve teşvik edilmesinin, - İkili karşılıklı bağımlılığı artıracağından Irak doğal gazının Türkiye’den geçecek Nabucco hattına verilmesi ve Türk şirketlerinin Irak’ın doğal gaz ve petrol kaynaklarının çıkartılmasında daha etkili roller oynamaları ve iki ülke arasındaki karşılıklı yakın ilişkilerin geliştirilmesine çalışılmasının faydalı olacağı değerlendirilmektedir. Sonuç Önümüzdeki dönemde Irak Türk dış politikasında önemli bir yer tutmaya devam edecektir. Bunu haklı kılan üç temel neden vardır. Birincisi, Irak’taki Amerikan askeri varlığının sona ermesinden sonra ülkenin parçalanma riskinin artmış olmasıdır. İşgalin bitmesiyle birlikte farklı etnik ve mezhepsel gruplar arasındaki anlaşmazlıkların aniden su yüzüne çıkmaya başlaması düşündürücüdür. Iraklı grupların kendi aralarındaki sorunları başarılı bir şekilde çözüp Irak’ı güçlü ve istikrarlı bir ülkeye dönüştürebilmeleri çok kolay değildir. Türkiye açısından önemli olan Irak’taki istikrarsızlık ortamının devam etmesinin Türkiye’nin ulusal güveliğine tehdit oluşturmaya devam edeceğidir. Bu yüzden, Türkiye’nin Irak’lı grupları ortak bir Iraklılık bilinci etrafında birleştirme yönündeki faaliyetlerine hız vererek devam etmesi gerekir. Bu Irak’ın geleceğini ilgilendirdiği ölçüde Türkiye’nin de güvenliğini ilgilendirmektedir. İkinci olarak, Türkiye Amerikan işgali sonrası Irak’ta diğer bölgesel güçlerin, özellikle de İran’ın, etki alanlarını artırmamaları için daha fazla çaba sarf etmelidir. Arap Baharı çerçevesinde yaşanan gelişmeler göstermektedir ki, İran hem Suriye hem de Irak’taki gelişmelere varoluşsal bir önem atfetmektedir. Suriye’de Esad rejiminin devamı Irak’ta da Maliki hükümetinin kontrolü elinde tutmaya devam etmesi İran tarafından önemsenmektedir. Türkiye’nin ise Esad rejiminin bir an önce gitmesi yönünde bir politika takip ettiği görülmektedir. Türkiye her ne kadar Irak’taki gruplara karşı bütüncül bir politika takip etmeye devam etmeliyse de, unutmamak gerekir ki Türkiye’nin Irak’taki doğal müttefikleri Sunni Arap gruplar ve kuzey Irak’taki Kürt gruplardır. Bu iki unsurun Irak’ın yönetimine daha fazla katılmaları yönünde verilecek destek Türkiye’nin İran’ı dengeleme stratejisi bağlamında önemlidir. Irak’ın tek parça halinde ve istikrarlı bir şekilde yaşaması için Türkiye’nin atacağı adımlar aynı zamanda son dönemde iyileşme trendine girmeye başlayan Türk-Amerikan ilişkilerini daha ileri noktalara götürebilir. Türkiye’nin Irak’ta daha fazla aktif olmasını gerektiren üçüncü ve belki de en önemli sebep Türkiye’nin kendi Kürt sorununu liberal-demokratik bir ruh içinde çözmeye çalıştığı bir ortamda Irak’ta yaşanacak karışıklıkların bu süreci olumsuz etkileme riskidir. Nasılki Türkiye kendi Kürt sorununu çözdüğü müddetçe bu onun Irak’lı gruplarla, özellikle de kuzeydeki Kürtlerle, daha sağlıklı ve güven temelli ilişkiler kurmasını kolaylaştıracaksa, Irak’lı Kürtlerin kendilerini Irak’ın bir parçası olarak hissetmeleri yönünde Türkiye’nin göstereceği başarı içerideki Kürt sorununun da daha kolay bir şekilde çözülmesini mümkün kılabilir. Son on yılda yaşanan gelişmeler göstermiştir ki Türkiye’nin güvenliği ile Irak’ın güvenliği birbirlerini yakından etkilemektedir. Irak’ın istikrarlı ve demokratik bir yapıya kavuşması için Türkiye’nin daha fazla destek vermesi ve bunu özellikle yumuşak güç unsurlarıyla yapması son dönemde ciddi bir kriz içersine girmiş olan ‘komşularla sıfır sorun’ politikasının tekrar diriltilmesini de kolaylaştıracaktır. Arap Baharı öncesinde Türkiye-Suriye ilişkileri ‘komşularla sıfır sorun’ dış politikasının test edildiği en önemli laboratuarken önümüzdeki dönemde Türkiye-Irak ilişkileri bu bağlamda daha fazla ön plana çıkacaktır. O 38 Ocak 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 37