ÖRGÜT KURAMLARININ KARŞILAŞTIRILMASI 1. Varlık Bilimsel Varsayım Koşul Bağımlılık Kaynak Bağımlılık Örgütsel Ekoloji gerçekçilik gerçekçilik gerçekçilik Yeni Kurumsal Kurulmuş gerçekçilik İşlem Maliyeti gerçekçilik Gerçekçilik: insandan bağımsız bir sosyal gerçeklik vardır. Kurulmuş Gerçeklik: İnsanın dışında algılanan sosyal gerçekliğin aslında toplumsal olarak kurulduğunu ve kurumsallaşarak dışşallık kazandığını varsaymaktadır. 2. Bilgi Bilimsel Varsayım Koşul Bağımlılık Pozitivist Kaynak Bağımlılık pozitivist Örgütsel Ekoloji pozitivist Yeni Kurumsal Özneler arası nesnellik İşlem Maliyeti pozitivist Pozitivist: Bilginin somut, elde edilebilir ve aktarılabilir olduğunu varsayan pozitivist geleneği izlerler. Özneler arası nesnellik: Bilginin nesnel ve somut statüsünü kabul etmekle birlikte, bu nesnelliğin öznellikler arası nesnellik olduğunu varsayar. 3. İnsan Doğası Koşul Bağımlılık belirlenimci Belirlenimci: Kaynak Bağımlılık indirgemeci Örgütsel Ekoloji belirlenimci insanların davranış ve eğilimlerinin Yeni Kurumsal etkileşimci çevresel oluşumlarca İşlem Maliyeti İndirgemeci (yapı) belirlendiğini varsaymaktadır. İndirgemeci: insanların kendi doğaları gereği (sınırlı da olsa) ussal seçimler yapacaklarını varsaymaktadır, (indirgemeci ussal aktör) Etkileşimci: pratik eylem kuramı çerçevesinde, yapı ile eyleyen arasında karşılıklı etkileşim olduğunu varsayar, (kümelenme ve baskı neticesinde etkileme) 4. Yöntem Bilim Varsayımı Koşul Bağımlılık Kaynak Bağımlılık açıklamak açıklamak Örgütsel Ekoloji açıklamak Yeni Kurumsal Anlamak İşlem Maliyeti açıklamak Açıklamak: nomotetik (bilimsel kanunlar koyan) geleneği izlerler. Bu geleneğe uygun olarak, somut, nesnel ve insandan bağımsız sosyal geçekliği açıklayan genellenebilir yasaları gözlem yoluyla geliştirmeye çalışırlar. 1 Anlamak: nomotetik geleneği kısmen izlemekle birlikte temel olarak, sosyal geçekliğin toplumsal olarak nasıl kurulduğunu anlamaya çalışır. 5. Dayandığı Toplum Kuramı Koşul Bağımlılık Düzen (uzlaşma) Kaynak Bağımlılık Düzen (uzlaşma) Örgütsel Ekoloji Düzen (uzlaşma) Yeni Kurumsal Düzen (uzlaşma) İşlem Maliyeti Düzen (uzlaşma) Düzen (uzlaşma): toplumsal çatışma ve değişimden ya da baskın söylemleri sorgulamaktan çok, mevcut toplumsal düzeni kabul eden ya da baskın toplumsal söylemle uzlaşan bir görünüm sergilemektedir. 6. Örgütü Tanımlama Biçimi Koşul Bağımlılık Ussal-açık Kaynak Bağımlılık doğal-açık Örgütsel Ekoloji doğal-açık Yeni Kurumsal doğal-açık İşlem Maliyeti Ussal-açık ussal-açık: örgütleri çevreyle etkileşen, belirgin amaçlara ve biçimsel yapılara sahip ussal kollektiviteler olarak tanımlar, (örgüte tasarım veriyoruz) (koşul bağımlılıkta bu tasarım seçimi örgütün mekanik sistem veya organik sistem seçimi yapmasıdır) doğal-açık: örgütleri yine çevreyle etkileşen ancak farklı çıkarları barındıran, biçimsel olmayan yapılara sahip, ussal amaçları olsa bile bunları gerçekleştirmesi içinde bulundukları çevredeki diğer bir çok etmene bağlı doğal kollektiviteler olarak tanımlarlar, (örgüt çevreye göre şekilleniyor) 7. Çevreyi Tanımlama Biçimi Koşul Bağımlılık Teknik-ekonomik çevre Kaynak Bağımlılık Ekonomik-politik çevre Örgütsel Ekoloji Ekonomik çevrel Yeni Kurumsal Kurumsal çevre İşlem Maliyeti Ekonomik çevre2 Teknik-ekonomik çevre: bu çevrede örgütsel yapıyı biçimleyen teknolojik etmenler ve piyasa koşulları söz konusudur. Böylesi bir çevre örgüt için belirsizlik kaynağı oluşturmaktadır. Ekonomik-politik çevre: yine çevrenin ekonomik yanı vurgulanmakla birlikte, çevre örgütün kaynaklar açısından bağımlı olduğu diğer örgütlerden oluşan bir çevredir. Yine bir belirsizlik kaynağıdır ancak müdahale edilemez değildir. Bu çevrede örgütler kaynaklara ulaşabilmek için güç mücadelesi içindedirler. Çevrenin politik bir doğaya sahip olmasının nedeni de budur. Ekonomik çevre 1: çevre temelde, benzer ürünleri üreten ve bu nedenle benzer kaynaklar için rekabet eden birebirinden yalıtılmış örgütlerden oluşan ekonomik bir çevredir. Ancak, buna ek olarak çevre ebetteki politik dinamiklerin, teknolojik gelişmelerin ve hatta doğal felaketlerin yaşandığı ve örgütlerin müdahale etmeyi bile düşünemeyeceği bir çevredir. Ekonomik çevre 2: örgütün dışında bir çevre kavramı tanımlamaz. Analiz birimi, iktisadi işlemler olduğu için, üzerine konuştuğu çevre, neoklasik iktisadın varsaydığı piyasa koşullarından pek de farklı değildir. 2 Kurumsal çevre: çevre, sadece örgütleri verimli ve etkili çalışmaya yönlendiren teknik ve ekonomik bir çevre değil, örgütün kendisini meşrulaştırması gereken, yasal, sosyal ve kültürel, kısacası kurumsal bir çevredir. 8. Çevre-Örgüt İlişkisi Koşul Bağımlılık Örgüt çevreye uyumlanır Kaynak Bağımlılık Örgüt çevreye uyumlanır ve çevreyi etkiler Örgütsel Ekoloji Çevre örgütleri belirler Yeni Kurumsal Örgütler kurdukları çevre tarafından biçimlenir İşlem Maliyeti Çevreyi örgütten ayıran sınırların geçirgenliği verimli sınırlar Örgüt çevreye uyumlanır: örgüt çevreyi etkileyemez, sadece çevredeki değişiklikleri saptayarak ona göre tasarımda değişiklikler yapar ve böylece çevreye uyumlanarak hayatta kalır. Örgüt çevreye uyumlanır ve çevreyi etkiler: çevrenin belirsizlik kaynağı olduğu kabul edilmekle birlikte, örgütlerin bu belirsizlik karşısında sadece kendilerini uyumlamakla yetinmeyecekleri vurgulanır. Koşul bağımlılık kuramı ile stratejik seçim görüşü arasında bir köprü kurularak, kaynak bağımlılığı kuramında örgütlerin, diğer örgütlerle bağlantılar kurarak veya alanı doğrudan değiştirerek çevreyi etkileyecekleri vurgulanır. Çevre örgütleri belirler: örgütlerin kaderi çevreleri tarafından tayin edilir. Örgütlerin hayatta kalmaları onların eylemleri sonucu değildir. Örgütler çevresel koşullar tarafından seçilebilirler ya da ayıklanabilirler. Örgütler kurdukları çevre tarafından biçimlenir: örgüt-çevre ilişkisi karşılıklı etkileşim biçimindedirler. Örgütler, hem içinde doğdukları ve tarihsel olarak oluşmuş kurumsal çevre tarafından biçimlenirler, hem de kendi eylemleri ve diğer örgütlerle etkileşimleriyle bu çevreyi yeniden üretirler ve değiştirirler. Çevreyi örgütten ayıran sınırların geçirgenliği -verimli sınırlar: örgüt-çevre arasında sınır bulanıktır. Örgütün sınırları işlem maliyetini enazlayan yönetişim mekanizması neyse oraya kadar uzanabilir. Örneğin, örgüt bir işlemi hiyerarşi mekanizması ile değil piyasa mekanizması ile yaptığında işlem maliyetini minimize edeceğini düşünüyorsa, o örgütün sınırları işlemi yaptığı piyasaya ya da diğer örgüte kadar uzanır. Burada analiz düzeyi örgüt ya da örgütler değil iktisadi işlemlerdir ve örgüt de bazı koşullarda işlem maliyetlerini enazlayan, piyasa ve klan gibi yönetişim mekanizmalarından sadece biridir. 9. Örgütsel Değişim Koşul Bağımlılık uyum Kaynak Bağımlılık uyum Örgütsel Ekoloji Seçilim Yeni Kurumsal uyum İşlem Maliyeti uyum Uyum: örgütlerin çevresel koşullar karşısında uyumlanabilme kapasitesine sahip olduklarını kabul ederler. Seçilim: yapısal durağanlık nedeni ile örgütlerin uyumlanma kapasitelerinin sınırlı olduğunu ve uyumlanma yoluyla değişmelerinin zor olacağını iddia etmektedirler. Bunun yerine değişim, örgütlerin çevre tarafından seçilimi yoluyla örgütsel topluluk düzeyinde gerçekleşmektedir. 10. Analiz Düzeyi Koşul Bağımlılık Mikro (örgüt) Kaynak Bağımlılık Meso (örgütün ilişkileri) Örgütsel Ekoloji Makro (örgüt topluluğu) Yeni Kurumsal Makro (örgütsel alan) İşlem Maliyeti Mikro (iktisadi işlemler) Mikro (örgüt): büyük ölçüde örgütün çevreyle etkileşimi ışığında yapısal tasarımına odaklanır. Meso (örgütün ilişkileri): analiz düzeyini biraz yukarı çeker ancak örgütten kopmaz. Örgütün genellikle diğer örgütler olan ilişkisine odaklanır. (Meso: endüstriyel organizasyon yani, rakipler, tedarikçiler ve birbirleri ile kaynak etkileşiminde olanlar) Makro (örgüt topluluğu): benzer örgüt biçimine sahip ve genellikle belirli bir coğrafik bölgede yer alan örgüt topluluğudur. Makro (örgütsel alan): Ele alınan örgüt kümesinin niteliği ortak bir kurumsal çevreyi paylaşmalarıdır; adı da örgütsel alandır. Mikro (iktisadi işlemler): analiz düzeyi iktisadi işlemlerdir. 11. Temel Araştırma Sorusu Koşul Bağımlılık Kaynak Bağımlılık Örgütsel tararımın nedenleri ve sonuçları nelerdir? Örgütler kaynak bağımlılıklarını nasıl yönetir? Örgütsel Ekoloji Örgütler neden bu kadar çeşitlidir? Yeni Kurumsal Örgütler neden bu kadar birbirine benzer? İşlem Maliyeti Örgütler neden vardır? Örgütsel tararımın nedenleri ve sonuçları nelerdir?: bu kuram için en temel amaç, farklı bağlamsal koşullarda etkili ve verimli olan örgütsel tasarımları keşfetmektir. Örgütler kaynak bağımlılıklarını nasıl yönetir?: örgütlerin çevresel belirsizliği ve özellikle kaynak bağımlılıklarını nasıl etkili bir biçimde yönettikleri sorusudur. Örgütler neden bu kadar çeşitlidir?: evrim kuramını örgüt topluluklarına uyarlayarak, ekolojik koşullarda eşbiçimlilik süreci içinde örgütsel çeşitliliği açıklamaya odaklanırken bu süreçte seçilim ve belirli örgütsel biçimlerin hayatta kalma süreçlerini de çalışır. Örgütler neden bu kadar birbirine benzer?: belirli bir örgütsel alanın oluşumunun başlangıç aşamasında örgütsel biçimlerin çeşitliliği söz konusu iken zaman içinde bu örgütlerin nasıl eşbiçimli hale geldiklerine odaklanır. Örgütler neden vardır?: örgüt kuramcılarının varlık nedenlerini oluşturan ve bu nedenle sormaya gerek duymadıkları bu soruyu iktisat kökenli kuramcıların sorması aralarındaki kavganın temel 4 nedenidir. Cevap: belirli koşullarda piyasa mekanizması işlem maliyetini minimize etmede başarısız olduğu için örgüt vardır. Ayrıca örgütün başarısız olduğu yerde de klanın ve ağ düzeneğinin gündeme geldiği ileri sürülür. Bu yanıtlar, örgüt kuramcılarının varlıklarını dayandırdıkları örgütü evrensel bir kategorü olmaktan çıkarıp (evrensel olan iktisadi işletmelerdir) sadece belirli koşullarda var olan, ki o koşullar ortadan kaldırıldığında varlığına gerek duyulmayacak olan geçici bir kategoriye indirgemektedir. 12. Temel Katkısı Koşul Bağımlılık Farklı bağlamlarda etkili yapısal tasarımların belirlenmesi Kaynak Bağımlılık Örgütlerin kaynak bağımlılıklarını nasıl yönettiklerinin belirlenmesi Örgütsel Ekoloji Örgüt topluluklarında örgütsel formun evriminin açıklanması Yeni Kurumsal Örgütsel alan içinde örgütlerin nasıl eşbiçimli hale geldiklerinin anlaşılması İşlem Maliyeti Farklı türdeki işlemlerin maliyetlerini enazlayan yönetişim biçimlerinin belirlenmesi Farklı bağlamlarda etkili yapısal tasarımların belirlenmesi: bağlamsal koşulların örgütsel tasarım boyutlarını nasıl biçimlendirdiğini ortaya koyarak, farklı bağlamlara uyumlu ve bu nedenle etkili olan alternatif yapısal tasarımların neler olduğunu belirlemektedir. Örgütlerin kaynak bağımlılıklarını nasıl yönettiklerinin belirlenmesi: örgütlerin ne tür stratejiler izleyerek çevresel belirsizlikleri yönettiklerini ve kaynaklara ulaşabildiklerini anlamamıza katkı sağlamaktadır. Örgüt topluluklarında örgütsel formun evriminin açıklanması: kuşbakışı ve uzun uzun izlendiğinde, örgüt topluluklarında örgütsel biçimlerin hangi dinamiklerle evrildiğini, örgütlerin hayatta kalma şanslarının nasıl da topluluk dinamiklerinde belirlendiğini görmemizi sağlamaktadır. Örgütsel alan içinde örgütlerin nasıl eşbiçimli hale geldiklerinin anlaşılması: aynı örgütsel alandaki örgütlerin nasıl eşbiçimli hale geldiğini açıklaması yanı sıra, örgütsel olguların sadece ekonomik değil, temelde sosyolojik bir olgu olduğunu, örgütlerin davranışlarında kurumsal çevrenin nasıl da biçimlendirici rol oynadığını ve örgütsel yaşamda meşruiyet kavramının önemini anlamamızı sağlamaktadır. Farklı türdeki işlemlerin maliyetlerini enazlayan yönetişim biçimlerinin belirlenmesi: farklı özelliklere sahip işlemlerin maliyetlerini enazlayan piyasa, hiyerarşi (örgüt) ve klan yönetişim mekanizmalarını tanımamaktadır. 13. Araştırma Niyeti Koşul Bağımlılık Bilimci-yönetimci Kaynak Bağımlılık Bilimci-yönetimci Örgütsel Ekoloji bilimci Yeni Kurumsal bilimci İşlem Maliyeti Bilimci-yönetimci Bilimci: Bilim yapmak Yönetimci: örgütleri etkili ve verimli kılacak öneriler geliştirmek 5 14. Örgütsel Başarının Temel Kıstası (Öneri Ve Tavsiyeler) Koşul Bağımlılık Çevreye uyumlu yapısal tasarıma ulaşmak Kaynak Bağımlılık Kaynak bağımlılığını optimum kılacak stratejileri uygulamak Örgütsel Ekoloji Örgütsel başarıyı çevre tayin eder Yeni Kurumsal Çevrede yerleşik kurumlan benimseyerek örgütü meşrulaştırmak İşlem Maliyeti işlem maliyetlerini enazlayan yönetişim mekanizmasını kullanmak ve böylece daha verimli çalışmak Örgütsel başarıyı çevre tayin eder: her şeyin ellerinde olmadığı mesajı ile yöneticilerin daha gerçekçi olmalarını sağlar. Ancak yine de hangi koşullarda genelci veya öznelci stratejiler izlemeleri gerektiği konusunda da ipuçları verir. 15. Yöneticiye Biçtiği Rol Koşul Bağımlılık Değişen çevreye uyumlu yapıyı tasarlamak /u ja r tm u Kaynak Bağımlılık Uygun kaynak edinme stratejilerini seçerek çevresel belirsizliği azaltmak Örgütsel Ekoloji Yöneticinin rolünü önemsemez Yeni Kurumsal Örgütü sosyo­ kültürel çevrede meşrulaştırmak İşlem Maliyeti İşlem maliyetlerini enazlayacak yönetişim mekanizmasını seçmek (r û V o k e n d u fr r a a ı Değişen çevreye uyumlu yapıyı tasarlamak: değişen çevreye uyumlu yapıyı kuran tasarımcı rolü Uygun kaynak edinme stratejilerini seçerek çevresel belirsizliği azaltmak: uygun kaynak edinme stratejilerini seçen müzakereci rolü İşlem maliyetlerini enazlayacak yönetişim mekanizmasını seçmek: verimlilik uzmanı rolü Ö R G Ü T K U R A M L A R IN A G E N E L B A K IŞ S a lih A R S L A N Ö rgü t K u ram ı A lan ın ın D oğu şu ve G elişim i (S .S argu t ve Ş.Ö zen) Örgüt kuramı alanının doğuşu ve gelişimi dört evrede incelenir. İlk evre; farklı disiplinlerde ve uygulamada yönetim ve örgüt üzerine çalışmaların yapddığı 1800’lerin sonu ile 1950’lilerin başını, ikinci evre; örgüt kuramının bir çalışma alanı olarak belirginleştiği ve koşul bağımlılık kuramı etrafında geçici uzlaşmanın sağlandığı 1950’Ierin başı ile 1970’lerin sonunu, üçüncü evre; örgüt kuramlarında çeşitlenmenin görüldüğü 1970’lerin sonu ile 1990’ların sonunu, dördüncü evre ise; çeşitlenmeyle birlikte bütünleşme çabalarının arttığı 1990’lardan günümüze kadar olan dönemi kapsar. Örgüt kuramı idari, sosyolojik ve psikolojik olmak üzere üç kökten beslenerek oluşmuştur. Örgüt kuramına ilk ciddi ve en önemli katkıyı M.Weber’in yaptığı söylenebilir. Ondan önceki çalışmalar uygulamaya yöneliktir. Örgüt kuramları çalışma alanı başlıca koşul bağımlılık, kaynak bağımlılığı, örgütsel ekoloji, yeni kurumsal kuram ve işlem maliyeti kuramlarından oluşmaktadır. Bu kuramlar bilim felsefesi açısından “nesnelcedir ve yeni kurumsal kuram hariç diğerleri doğa bilimlerinin yöntemlerini kullanarak ampirik araştırmalarla sosyal dünyayı açıklamaya çalışmaktadır. Yine yeni kurumsal kuram hariç diğer kuramlar, insanın dışında sosyal bir gerçeklik olduğunu söylemekte ve bilginin somut, elde edilebilir ve aktarılabilir olduğunu kabul ederek pozitivist bir çizgi takip etmektedirler. Yeni kurumsal kuram ise bu sosyal gerçekliğin toplumlar tarafından kurulduğunu ve kurumsallaştırılarak dışsallık kazandığım söylemekte ve bilginin nesnel ve somut yapısını kabul etmekle beraber, bu nesnelliğin öznellikler arası nesnellik olduğunu varsaymaktadır. Koşul bağımlılık ve işlem maliyeti kuramları; örgütleri çevreyle etkileşen, belirgin amaçlara ve biçimsel yapılara sahip rasyonel işbirlikleri olarak, kaynak bağımlılığı, örgütsel ekoloji ve yeni kurumsal kuram ise; örgütleri yine çevreyle etkileşen fakat farklı çıkarları barındıran, biçimsel olmayan yapılara sahip rasyonel amaçlarını gerçekleştirmede çevredeki bir çok etkene bağlı doğal işbirlikleri olarak tanımlamaktadır. Çevre denildiğinde Koşul bağımlılık için teknolojik ve ekonomik çevre, kaynak bağımlılığı için örgütün kaynak bakımından bağımlı olduğu örgütlerden oluşan çevre, örgütsel ekoloji için benzer ürünleri üreten ve bu yüzden benzer kaynaklar için rekabet eden ekonomik çevre, yeni kurumsal kuram için örgütün kendisini meşrulaştırması gereken yasal, sosyal ve kültürel çevre akla gelmekte, işlem maliyeti kuramı ise örgütün dışında bir çevre tanımlamamaktadır. Koşul bağımlılık kuramına göre örgüt çevreyi etkileyemez sadece çevreye uyum sağlar, kaynak bağımlılığına göre örgüt belirsizlik kaynağı olan çevreyi diğer örgütlerle birlikte etkileyebilir, örgütsel ekoloji kuramına göre örgütlerin hayatta kalması çevresel koşullara bağlıdır, yeni kurumsal kurama göre örgüt ve çevre etkileşim halindedir, işlem maliyeti kuramına göre ise örgüt-çevre arasındaki sınır muğlaktır.Örgütsel ekoloji dışındaki diğer kuramlar örgütlerin çevreye uyum sağlayabileceğini söylerken, örgütsel ekoloji örgütlerin çevreye uyum kapasitelerinin sınırlı olduğunu, değişimin çevrenin örgütleri seçmesi/ayıklamast ile gerçekleştiğini söylemektedir. Her örgüt kuramı farklı temel sorunlar üzerine odaklanmaktadır. Koşul bağımlılık örgütsel tasarımın nedenleri ve sonuçları, kaynak bağımlılığı çevresel belirsizlik ve kaynak bağımlılığının yönetimi, örgütsel ekoloji örgütlerin niçin bu kadar çeşitli olduğu, yeni kurumsal kuram örgütlerin niçin bu kadar birbirine benzediği ve işlem maliyeti kuramı ise örgütlerin niçin var olduğu konularını açıklamaya çalışmaktadır. 1 Örgütsel başarı için koşul bağımlılık kuramı örgütün çevreye uyum göstermesini, kaynak bağımlılığı kuramı uygun kaynak sağlama stratejisi geliştirmeyi, örgütsel ekoloji bir çok şeyin ellerinde olmadığı için gerçekçi olunmasını, yeni kurumsal kuram örgütün meşruiyetini sağlamayı ve işlem maliyeti kuramı işlem maliyetlerini en aza indirecek yönetim uygulamalarını gerçekleştirmeyi önermektedir. D eğerlen d irm e Kuramların ağırlıklı olarak örgüt-çevre ilişkisini açıklamaya çalıştığı söylenebilir. Burada önemli olan ve kuramlar arasındaki farklılığı meydana getiren, örgütlerin çevreyle ilişkisinin boyutu ve yönüdür. Bazı kuramlara göre örgüt çevreyle etkileşim halinde, bazılarına göre örgüt çevreye bağımlı, bazılarına göre ise örgütler çevreyi değiştirebilir. Bu yaklaşım farklılığı kuramcıların örgüte nereden baktıkları yani perspektifleri ile yakından ilişkilidir. Her perspektif örgütün ancak belirli bir yönüne ışık tutabilir ve açıklayabilir. Bu nedenle örgütün tamamına ilişkin bütüncül bir analiz ancak bütüncül bir perspektif geliştirmekle ya da mevcut perspektifleri birleştirmekle mümkün olabilir. Örgüt araştırmalarında temel iki yaklaşım mekanik ve organizmacı görüştür. Mekanik görüşün insanları rasyonel varlık olarak kabul etmesi ve başka yönde bir tercihte bulunmayacaklarını öngörmesi nedeni ile örgüt ilişkilerini açıklayamadığını söyleyebiliriz. Bu nedenle sınırlı rasyonalite kavramı ortaya çıkmıştır. Organizmam görüşün her şeyin tahmin edilemeyeceğine dair ifadesi önemlidir fakat organizmayı oluşturan her alt sistem arasında uzlaşmanın gerekliliğini ihmal etmesi bir eksikliktir. Çünkü sosyal sistemler organik sistemlerin aksine sistemin alt parçaları arasında asgari uzlaşmayı gerekli görmektedir. Organik sistemlerde ise bu durum beyin denilen komuta merkezi tarafından yerine getirilir. Bu nedenle alt parçalar arasında uzlaşma gerekliliği söz konusu değildir. Örgüt kuramları örgütlerin yapı ve işleyişlerini açıklamak isterler. Bu anlamda örgütlerin varlık nedenleri üzerinde dururlar. Bazı kuramcılar örgütleri belirli amaçlar etrafında toplanmış insan birliktelikleri olarak açıklarken, bazı kuramcılar amaçların zamanla varlığı devam ettirme amacına dönüşeceğini söyler. Böylelikle örgütler için amaç varlığı devam ettirmek olur. Bazı kuramcılara göre ise örgüt ortak amaçtan çok ortak menfaatlerin sonucunda oluşur. Örgütsel çalışma alanının temel sorunları olarak bütüncül perspektif ve dayandığı temeller konusundaki belirsizlik gösterilebilir. Farklı bakış açılarının örgütün bir boyutuna odaklanması ve diğer yönlerin gözden kaçırılması analizlerin eksik kalmasına sebep olmaktadır. Ayrıca dayandığı temellerin henüz tamamlanmamış olması bilimsel çalışmaların yoğunluk ve sınırlılıklarını olumsuz yönde etkilemektedir. Böylelikle bir bilim cemaati ve belirgin bir bilimsel çalışma alanı oluşamamaktadır. Kuramcıların örgütleri neden-sonuç ilişkisi içerisinde tek sebepli metedolojik bir yaklaşımla açıklamaya çalışmaları örgütleri var eden gerçek nedenleri tespit etmekte yetersiz kalmaktadır. Örgütler için kaynak bağımlılığı önemli olduğu kadar, kendini çevreye meşru kabul ettirme de bir o kadar önemli olabilir. Yine örgütlerin çevreye uyumu önemli olmakla beraber işlem maliyetlerinin düşürülmesi de bir o kadar önem arz edebilir. Sosyal bilimlerin gelişiminde metedolojik yaklaşımlara bakıldığında A.Comte deneyselgözlemlenebilir bilgiyi, L.Play coğrafyayı, K.Marks alt yapı olarak adlandırdığı ekonomi-teknolojiyi, M.Weber ise üst yapı olan dinin etkin faktör olduğunu düşünüyordu. Hâlbuki sosyal bir olayın gerçekleşmesinde tüm bu faktörler farklı derecelerde de olsa etken konumunda olabilir. P.Sorokin’in sistemleştirdiği “bağdaştırıcı metod” klasik determinist yaklaşımın ve tek sebepli izahların aksine bağımlı- bağımsız değişkenlerin zaman ve şartlara göre yer değiştirebileceği, faktörlerin bir sosyal olayda hepsinin yada bir kısmının etken olarak bulunabileceği esasına dayanır. Örgüt çalışmalarının bu metedolojik yaklaşım üzerinde daha fazla durması bütüncül perspektif oluşturulması çabalarına katkı yapabilir. 2 KOŞUL BAĞIMLILIK KURAMI S a lih A R S L A N Koşul bağımlık kuramı örgüt çalışmaları alanında önemli bir dönüm noktası oluşturmuştur. Özellikle pozitivist ve nesnelci tavrı onun benimsenip yaygınlaşmasını artırmıştır. Özellikle örgütün iç ve dış dinamikleri arasındaki ilişkileri açıklama da öncü rol oynamıştır. Kuramın ortaya çıkmasında ve gelişmesinde ampirik araştırmaların rolü büyüktür. Kuram, en iyi örgüt yapısının ve yönetim modelinin ne olacağının koşullar tarafından belirleneceği, temel iddiasını taşımaktadır. Yöneticiler örgütlerini içerisinde bulundukları bağlama, yani koşul bağımlılık faktörlerine uyarlamaları gerekmektedir. Koşul bağımlılık faktörleri ise çevre, teknoloji, büyüklük ve strateji olarak belirlenmiştir. Yapısal unsurlar ise iş bölümü, uzmanlaşma, kontrol, otorite, iletişim ve yönetimdir. Örgüt araştırmacılarından Woodward örgütsel yapının oluşmasında teknolojiyi önemli faktör olarak görürken, Aston grubu büyüklüğü ve yapıyı belirleyici faktör olarak görmektedir. Aston grubunun çalışmalarında merkezleşme, uzmanlaşma, biçimselleşme ve standartlaşma olarak dört yapısal değişken belirlenmiştir. Büyük örgütlerin bu değişkenler açısından daha çok yapısal özellik gösterdikleri tespit edilmiştir. Chandler ise stratejiyi örgütün belirleyici faktörü olarak görmektedir. Bir diğer araştırmacı Thompson ise örgütsel yapı ve dinamiklerin teknoloji, amaçlar, çevresel baskılar ve eşgüdüm gibi belirleyicilere dayandığını belirtmektedir. Donaldson ise kuramın paradigmasında üç çekirdek öğenin yer aldığını ileri sürer. İlki koşul bağımlılık ile örgütsel yapı arasındaki ilişki, İkincisi koşul bağımlılığın örgütsel yapıyı belirlemesi, üçüncüsü ise örgüt yapısının değişkenleri ile koşul bağımlılık arasında uyum olduğudur. Kuramda yapının öne çıktığı görülmektedir. Yapının bütün biçimleri belirlediği ve bireylerin varlıklarının da bu yapı içerisinde düzenlendiği varsayılır. Bu yaklaşım bireyin özgür seçiminin olmadığı, yapının bireyin seçimini belirlediği anlamına gelmektedir. Kuramda öne çıkan diğer bir husus, örgütlerin çevreye gösterdikleri tepkisel uyum konusudur. Örgütsel çevre birçok araştırmacı tarafından çalışılmış bir konudur. Emery ve Trist çevreyi durgun, durgun kümelenmiş, karışık-tepkici ve çalkantılı çevre olarak dört tipe ayırır. Burns ve Stalker, mekanik ve organik örgüt tiplerinden yola çıkarak mekanik yapının durağan çevrelerde, organik yapının ise çalkantılı çevrelerde uygun olduğu tespitini yapmışlardır. Pfeffer ise koşul bağımlılıkları görev belirsizliği, teknoloji, yenilik, çevresel değişme, teknolojik değişme, ayrımlaşma, dikey bütünleşme, karşılıklı görev bağımlığı olarak tespit ettikten sonra bütün bu koşul bağımlılıkların yapıdan kaynaklanabileceği gibi çevreden de kaynaklanabileceğini belirtir. Thompson’a göre çevre üç temel boyuttan oluşur. Bunlar örgütsel alan, örgütün görev çevresi ve örgütsel alan ve örgütün görev çevresinden kaynaklanan güç ve bağımlılık ilişkileridir. Duncan ise çevreyi bir boyutu durağan ve değişken diğer boyutu basit ve karmaşık olmak üzere iki açıdan tanımlayarak durağan-basit, durağankarmaşık, dinamik-basit ve dinamik-karmaşık olmak üzere dört çevre tipolojisi geliştirmiştir. Kuramda çevre ve yapı ilişkisinde eylem kavramı önemlidir. Donaldson ve Thompson gibi bazı yazarlara göre çevre örgütle ilgili her şeyin belirleyicisidir. Weick ve Giddens gibi yazarlara göre ise örgütler ve bireyler çevrelerini yeniden yaratmaktadırlar. Bireylerin seçimi örgütsel yapı ve çevre üzerinde belirleyici faktör olarak görülür. Giddens’a göre yapı bireylerin uygulamalarını biçimlendirirken, bireylerde eylemleriyle yapıları kurmakta ya da yeniden üretmektedirler. Kuram üç temel tavrı açısından eleştirilmektedir. İlki eyleyeni yok sayması, İkincisi değişime ilişkin bir açıklama getirmemesi, üçüncüsü ise sert bir kavram olan yapı ile yumuşak bir kavram olan kültürün ilişkilendirilememesidir. Ayrıca kuram önermelerdeki belirsizlik, kavramsal çerçevenin özensizliği ve koşul bağımlı ilişkilerdeki varsayımları açısından eleştirilerek kuramsal bir temelden yoksun olduğu vurgulanmıştır. D eğerlen d irm e Koşul bağımlılık kuramında en dikkat çekici nokta örgütün koşullara uyum göstermesi gerektiğine olan vurgudur. Bu anlamda örgüt içerisinde bulunduğu bağlama yani bağımlılık faktörlerine göre yapılanacaktır. Bağımlılık faktörleri olarak teknoloji, çevre, büyüklük ve strateji belirlenmiştir. Faktörler üzerinde yapılan çalışma ve değerlendirmelere bakıldığında her bir faktör üzerinde genelde kavramsal birliktelik sağlanamadığı görülür. Çevre faktörü üzerinde en çok durulan konudur. Çevre farklı araştırmacılara göre; dinamik, durağan, dengesiz, kümelenmiş, durgun, tepkici, çalkantılı, basit, karmaşık, görev çevresi, çevresel belirsizlik, alt sistem çevresi gibi değişik tip ve sınıflandırmalarla ele alınmıştır.Bu durum çevresel alanın sınırlarının tam net olarak belirlenemediğini göstermektedir. Teknoloji faktörü üzerinde en çok çalışılan diğer bir konudur. Farklı yazarlar teknoloji kavramından farklı şeyleri kastetmektedirler. Bazıları teknoloji ile üretim biçimini anlarken, bazıları kullanan kişilere göre teknolojileri sınıflandırmış, bazıları teknolojiyi girdi-çıktı ilişkisi üzerinden incelerken, bir kısım araştırmacı ise iş akışında kullanılan unsura göre teknolojiyi ele almıştır. Teknoloji gibi nesnel ve gözlemlenebilir bir unsur üzerinde bile tam bir kavramsal sınırlılık belirlenemediği görülmektedir. Böylelikle hangi tür teknolojinin ya da teknolojinin hangi boyutunun örgütsel yapıyı ne yönde etkilediği belirlenememektedir. Kullanılan teknolojinin mi, yoksa teknolojiyi kullanma biçimi ya da nerede kullanıldığının mı önemli olduğu tam açıklanmış değildir. Büyüklük faktörü ile örgüt yapısı arasında var olan ilişki de tam olarak üzerinde uzlaşılmış bir konu değildir. Kuram örgütler büyüdükçe standartlaşma, merkezileşme, denetim ve iletişim gibi yapısal unsurlarda değişimin meydana geleceğini ve örgütün giderek daha bürokratik ve mekanik bir hal alacağını söylemektedir. Hâlbuki günümüzde gelişen iletişim ve ulaşım imkânları nedeniyle ortaya çıkan farklı iş görme biçimleri örgütler büyüse de örgütsel yapıda çok önemli bir değişiklik yapma zorunluluğunu ortadan kaldırıyor. Bugün çalışan sayıları onbinlere varan şirketlerde merkezileşme, iletişim ve koordinasyon sorunları, denetim ve otorite gibi yapı faktörlerinde gözle görülür bir artışın saptanması ya da buna ihtiyaç duyulması zor görünüyor. Strateji faktörü de yine ilk iki faktör gibi üzerinde tam uzlaşılmış bir konu değildir. Strateji nedir, nasıl belirlenir ve nasıl uygulanır, anlık mıdır yoksa uzun süreli bir yaklaşım mıdır gibi sorular tam bir netliğe kavuşmadan değişen stratejilerin örgüt yapısını da değiştireceğini söyleyebilmek kolay değildir. Bu saptamalardan sonra koşul bağımlılık kuramının örgüt-yapı ve koşul bağımlılık faktörleri arasındaki ilişkiye tam olarak ışık tuttuğunu söylememiz zorlaşmaktadır. Özellikle hızla değişen günümüz iş dünyasında örgütlerin şartlara göre yapılanmalarını hızla uyumlaştırmaları zorunluluğu gerçekçi görünmemektedir. Bu açıdan örgütler değişen şartlara yapılarını uyumlaştırmaktan çok belki politika, strateji ya da taktiklerini uyumlaştırmak durumunda kalabilirler. Fakat bunlarla örgütsel yapı birbirlerinden apayrı unsurlardır. 2 KAYNAK BAĞIMLILIĞI YAKLAŞIMI S a lih A R S L A N Durumsalcı yaklaşımın esas ilgisini örgütlerin içyapılarının şekillenmesi ve tasarımı teşkil etmekteydi. Kaynak bağımlılığı yaklaşımı durumsalcı yaklaşımdan farklı olarak dikkati iki iddiaya çekmek istiyordu. İlki; örgütsel eylemin sadece örgüt amaçlarına ve yöneticilere bağlı olmadığı, aynı zamanda çevrenin oluşturduğu baskı ve kısıtlara bağlı olduğudur. Diğeri ise; örgütlerin kendi bünyeleri içinde de gücün önemli bir rol oynadığı ve bu nedenle karar alma süreçlerinin siyasi nitelik taşıdığıdır. Kaynak bağımlılığı yaklaşımı üç temel konu üzerine inşa edilmiştir. İlki; açık sistem yaklaşımıdır. Örgütlerin çevreyle etkileşim halinde oldukları ve çevrenin belirsiz olma durumunu ifade eder. İkincisi; kaynakların kıt olduğu bir ortamda ihtiyacı başka örgütlerden temin edebilmektir. Üçüncüsü; gerek örgütler arası gerek ise örgüt içi güç mücadeleleridir. Örgütlerin esas kaygısı varlıklarını devam ettirebilmektir. Bu nedenle ihtiyaç duyduğu kaynağın temininde istikrar ve güvenli bir ortam ararlar. Fakat kaynakların temin edildiği çevre istikrarlı olmayabilir ve örgüt için bir belirsizlik oluşturabilir. Bu anlamda örgütlerin fiilen temasta oldukları çevre yakın çevreleridir. Örgütlerin kaynak temin ettikleri çevre tek başına bir bağımlılık ilişkisi oluşturmayabilir. Önemli olan kaynak temini için kurulan ilişkilerin bağımlılık derecesi ve kaynağın örgüt için ne kadar hayati olduğudur. Yaklaşım için çevre dışarıda nesnel olarak vardır fakat çevrenin olduğu gibi kavranması zordur. Her örgüt çevresini algılamalarına göre değerlendirir ve hareketlerine yön verir. Örgüt çevreyi ne kadar doğru ve gerçeğe uygun algılıyorsa ve ona göre hareket ediyorsa başarı ihtimali o kadar artar. Yaklaşıma göre örgütler çevreyle iki farklı şekilde ilişki kurarlar. Biri çevreye uyum gösterme iken diğeri çevreyi kendine uymaya çalışmaktır. Burada çevreye bağımlılığın asgariye indirilmesi ve çevrenin örgüte bağımlılığının derecesinin artırılması amacı söz konusudur. Bu amaç üç farklı şekilde gerçekleştirilebilir. İlki; bağımlılıkların yapısını değiştirmek, İkincisi; örgütler arası eşgüdümü artırma, üçüncüsü; çevrenin şekillenmesinde siyaseti ve kamu kuruluşlarım etkilemektir. Bağımlılıkları değiştirmenin de dört şekli vardır. Birincisi; geriye ve ileriye doğru dikey büyüme, İkincisi; yatay bütünleşme, üçüncüsü; ortak şirket kurma veya çevresel unsurların şirkette temsil edilmesi, dördüncüsü; ülke veya yerel düzeyde siyaseti etkileme gayretleriyle, siyasi bir aktör haline gelmektir. Yaklaşım yöneticinin rolüne ve etkisine kısmi bir yer verir. Yöneticinin kararları kaynak temininin sağlanmasında önemlidir fakat yönetici hem örgüt içi kısıtlamalar hem de tercihleri noktasında çevreye bağımlı olduğu için sınırlı imkânlar dâhilinde hareket edebilir. Bu durumda yöneticinin sonuçlar üzerindeki etkisi azalmış olur. Yaklaşım analiz birimi olarak örgütü temel alır. Fakat bazı görüşler şirketleri yönetenlerin aynı sosyal sınıfa mensup odlularını ve bu nedenle sınıf temelli izahların yapılması gerektiğini iddia etmektedirler. Kaynak bağımlılığı yaklaşım ile diğer örgütsel kuramları birleştirmeyi amaçlayan çalışmalar vardır. Kurumsal yaklaşımda örgütlerin çevre karşısındaki edilgen durumuna kaynak bağımlılığı yaklaşımı eklenerek son verilebileceği söylenmektedir. Bazı yazarlara göre ise asil-vekil, işlem maliyetleri ve kaynak bağımlılığı yaklaşımlarını birlikte kullanmak daha iyi açıklama yapmaya yarayabilir. Kaynak bağımlılığı kuramı örgütün çevreye bağımlılığı ve bunun için ne yaptığı teması üzerine kuruludur. Bu ise örgütü bir güç ilişkisinin yönetilmesi zorunluluğuna götürmektedir. Bu güç ilişkilerinin yönetilmesinde örgüte aktif rol biçen yaklaşım çevrenin şekillendirilme ihtimalinden bahsetmektedir. Bu değerlendirme örgüt sayılarının ve çevresel unsurların oldukça fazla ve karmaşık olduğu bir çevrede zor bir ihtimaldir. Kuramın örgütü politik bir yapıya benzeterek hem örgüt içi hem de örgütler arası güç ilişkilerinin yönetimini vurgulaması önemlidir. Fakat güç ilişkilerinde daha makro kurumlan ihmal etmesi ise zayıf yönünü oluşturur. Yaklaşımın bir diğer eksikliği sosyal ve kültürel değişkenleri hiç dikkate almaması ve fazlasıyla nesnel kalmasıdır. Kaynak bağımlılığı yaklaşımı kaynakların temininde çevreye bağımlılık ve bu bağımlılığı yönetilmesi konusunda strateji yaklaşımlarıyla birbirlerine yaklaşmaktadır. Fakat stratejilerin mi örgütsel yapıyı belirlediği yoksa örgütsel yapının mı stratejileri belirlediği noktasında fazlasıyla soru işareti vardır. Bu anlamda yaklaşımın birçok örgütsel durumu ya da eylemi açıklama yetersizliğinden dolayı “yardımcı kuram” olarak değerlendirmeye başlayanlar olmuştur. Diğer kuramlarla birlikte örgütsel olayları açıklamada kullanılmaya başlanmış ve hatta kuramın öncü teorisyenleri dahi kuramın tek başına örgütsel yapıların oluşumunu açıklamada yetersiz kaldığını kabul etmişlerdir. Son zamanlarda yaklaşımın tek başına bir kuramsal konu olarak ele alındığı çalışmaların sayısında gözle görülür bir azalış gözlenmektedir. Bir diğer belki de üzerinde tartışılması gereken nokta kuramın temel sorununu teşkil eden kaynakların kıtlığı konusudur. Kaynaklar gerçekten bahsedildiği kadar kıt mıdır ve örgütlerin günümüzdeki en önemli sorunları kaynaklara ulaşma güçlüğü müdür? ÖRGÜTSEL EKOLOJİ S a lih A R S L A N Yaklaşım örgüt odaklı anlayış ve araştırma programlarına temel bir eleştiri olarak ortaya çıkmıştır. Örgütlerdeki çeşitliliği ve değişimi, örgütlerin çevrede meydana gelen değişikliklere kısa vadede uyum sağlama çabalarının bir sonucu olarak gören anlayışı yetersiz bulmakta, örgüt-çevre ilişkisine çevresel ayıklanma veya doğal seçilim açısından bakmaktadır. Bu bağlamda yaklaşımın temelini iki ana biyolojik kuram beslemektedir. Biri; türlerin çevreye adapte olması yaklaşımı ile Lamark’çı evrim kuramı, diğeri ise; türlerin hayatlarını devam ettirebilmek için önce çeşitlendikleri ve daha sonra çevreye uyum sağlayanların hayatlarını devam ettirdiklerini iddia eden Darwin’ci evrim kuramıdır. Örgütlerin içinde yapılandıkları ekolojik bağlamı çeşitlenme, seçme, tutunma ve rekabet süreçleri ile açıklayan yaklaşım çok sayıda örgütsel ve çevresel etkenin örgütlerin çevresel koşullara yeterince hızlı tepki vermelerini zorlaştırdığını, çevresel değişimin kestirilemez olduğunu ve kararların-sonuçların rastlantısal olduğunu varsaymaktadır. Yaklaşımın analiz birimi örgütler değil örgüt topluluklarıdır ve buna popülasyon adı verilir. Örgüt topluluklarını belirlemek ve birbirinden ayırmak için örgütsel biçim veya örgütsel form kavramları kullanılır. Aynı örgütsel biçime sahip örgütler maddi ve toplumsal çevreye aynı şekilde bağımlıdırlar ve çevrede meydana gelen değişiklikler aynı biçime sahip örgütler üzerinde benzer etkiler oluşturur. İlk dönem çalışmalarda örgüt topluluklarındaki yaş ve büyüklük değişimlerin örgütlerin “doğum” veya kuruluş ve “ölüm” veya ilişkilerini inceleyen yaklaşım daha sonra örgütler arası rekabet ve meşruiyet kazanması konularına eğilen yoğunluk bağımlılığı, kesim bölünmesi gibi yaklaşımlarla alanını genişletmiştir. gibi özelliklerin ve kapanma oranlarıyla bir örgütsel biçimin genişliği ve kaynak Örgütlerin hayatlarına ait süreçleri inceleyen “örgütlerin demografisi” konusu, örgütlerin kuruluşları, kapanışları, değişimleri, birleşmeleri, dağılmaları üzerine odaklanır. Örgütlerin hayatları incelendiğinde temel değişkenlerin demografik (büyüklük ve yaş), ekolojik (popülasyon yoğunluğu) ve çevresel (kurumsal, politik, yasal) olduğu görülür. Bir popülasyon içerisinde yeni bir form oluşuyorsa örgütsel doğumun meydana geldiği kabul edilir. Bir popülasyona yeni giren örgütün o popülasyonun özelliklerini tam olarak bilememesi durumuna “yeniliğin zafiyeti” ismi verilir. Örgütlerin popülasyonda yaşama ihtimallerinin meşruiyetlerini sağladıkları sürece devam edeceği varsayılır. Örgütsel ekoloji yaklaşımı “neden bu kadar çok çeşit örgüt var” sorusunun cevabım bulmaya çalışır. Örgütsel çeşitliliği sağlayan iki değişken vardır. Biri örgüt topluluklarının sayısı diğeri ise her bir örgüt topluluğunu oluşturan örgütlerin sayısıdır. Örgüt doğumlarını ve ölümlerini belirleyen örgütler arası ekolojik süreçler ve daha genel sosyal, siyasi ve iktisadi etkilerdir. Örgütlerin esas ve ikincil olmak üzere iki tür özellik yapıları vardır. Örgütler esas özelliklerini değiştirme konusunda isteksizdirler ve değişim bir dirençle karşılaşır. Bu direnç hem örgüt içinden hem de örgüt dışından kaynaklanır. İkincil özellikler ise daha kolay değiştirilebilir ve örgüt ölüm riskini esas özelliklerin değiştirilmesindeki kadar artırmaz. Bu bağlamda esas özellikler örgütsel biçimlerin sınırlarını çizen ve belirginleştiren unsurlardır. Örgütsel biçimlerin tanımlanmasında ve örgüt topluluklarının ayrıştırılmasında “örgütsel kimlik’’ kavramı da kullanılmaktadır. Örgütsel kimlik en kısa ifadesiyle örgütlerin dışarıdan nasıl göründükleriyle ilgilidir. Örgütsel değişimi ifade etmede kullanılan “yapısal durağanlık” kavramı, örgütlerin çevreye kıyasla durağan oldukları, bunun nedeninin ise çeşitli çevresel ve örgütsel kısıtlar olduğunu ifade eder. Bu kavram örgütsel güvenilirlik ve hesap verebilirlik kavramlarıyla geliştirilmiştir. Örgütsel güvenilirlikten kastedilen, örgütlerin ürettikleri arasında farkların az olması yani standart üretim yapabilmedir. Örgütsel hesap verebilmeden kasıt ise örgütlerin yaptıkları ve sonuçları konusunda akılcı ve ikna edici açıklama ve gerekçe sunabilmesidir. Yoğunluk bağımlılığı yaklaşımı, bir zaman noktasında popülasyon içerisindeki örgütlerin sayısını ifade eder ve evrimi sosyolojik süreçler olarak rekabet ve meşruiyet kazanma etkileri üzerine temellendirir. Örgüt sayısındaki artış örgütün bilinirliliğini artırır ve bilişsel bir meşruiyet zamanla ortaya çıkar yaklaşımı kurumsal kuramdan alınma bir varsayımdır. Yoğunluğun giderek artması ise aynı kaynak tabanından beslenen örgütler arasında rekabeti de artırır. Kesim genişliği yaklaşımı, örgütleri genelci ve özelci örgütler olmak üzere ikiye ayırır. Genelci örgütlerin daha genel bir alandan beslendikleri ve daha çeşitli üretim yaptıklarını, özelci örgütlerin ise daha dar bir çevreden beslendiklerini ve daha az çeşit üretim yaptıklarını fakat bu durumun farklı ortam ve şartlara göre her iki örgüt tipine avantaj ve dezavantaj sağlayabileceğini ifade eder. Kaynak bölünmesi yaklaşımı, popülasyon içerisindeki kaynak tabanının fiilen kullanımı ve bu taban için örgütlerin nasıl rekabet ettiklerini açıklamaya çalışan bir yaklaşımdır. Merkezde olan genelci örgütlerin kaynağın büyük bir kesimini kullandıklarını söyler ve bunu da ölçek ekonomisi ile izah eder. Örgütsel ekoloji yaklaşımı örgütlerin hayatlarını canlıların hayatlarından esinlenerek açıklamaya çalışan ve evrensel yasalar arayan bir yaklaşım olması nedeniyle eleştiriye oldukça açık görünmektedir. Çevrenin örgütler üzerindeki etkisi büyüktür fakat örgütlerin tek varlık ve yokluk nedeni olarak gösterilmesi içsel dinamiklerin tamamen yok sayılması anlamına gelir. Büyüklük ve yaş ile örgütsel ölüm oranları arasında kurulan ilişki çoğunlukla varsayımsaldır ve uzun tarihsel süreçler incelenerek yapılan analizlere dayanmamaktadır. İddiaların aksine örnekler mevcut olduğu için yaklaşım bu yönüyle de eleştirilmiştir. Yaklaşım dışsal kurumların etkilerinin içsel olduğunu iddia etmesi ile de eleştirilmiş hatta kapalı sistemci yaklaşım sergilemekle itham edilmiştir. 2 KURUMSAL KURAM S a lih A R S L A N Kuramın kökleri 1970’li yılların öncelerine uzanmakla beraber yönetim ve organizasyon alanında 1970’lerin sonlarından itibaren ilgi görmeye başlamıştır. Kurumsal kurama göre, örgütlerin varlığını devam ettirebilmeleri sadece etkili ve verimli olmalarına bağlı değildir, kurumsal çevre içinde ne derece kabul gördükleri de önemlidir. Bu nedenle örgütler teknik gerekliliklerinin ötesinde faaliyette bulundukları sosyal çevre içerisinde meşru görülmelerini sağlayacak düzenleme ve faaliyetlerde bulunurlar. Bu durum örgütleri çevrelerine uyumlu bir yapılanmaya götürerek birbirilerine benzemelerini sağlar. Bu bağlamda kurumsal kuramcılar örgütlerin nasıl birbirlerinden farklılaştıklarından daha çok nasıl birbirlerine benzeştikleri sorusuyla ilgilenir. Ekonomi, siyaset ve sosyoloji alanında 1960’lı yıllara kadar yapılan kurumsalcı çalışmaların yönetim ve örgüt alanındaki kurumsalcı çalışmaların altyapısını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Weber, onun takipçisi Parsons, Parsons’un öğrencisi Merton ve Merton’un öğrencisi Selznick erken kurumsalcı çalışmaların öncüleridir. Weber; sosyal olaylar açıklanırken bireylerin öznel anlam dünyalarının anlaşılması gerektiğini, çünkü bireylerin çeşitli durumlara anlamlar yüklediklerini ve bu anlamlara göre hareket ettiklerini söylemekle beraber geleneklerin, yasaların veya benzeri kural sistemleri gibi kültürel unsurların sosyal yapıları tanımladığını ve sosyal davranışı şekillendirdiğini belirtmiştir. Parson da Weber gibi sosyal eylemi açıklarken öznel ve nesnel yaklaşımları birleştirmeye çalışmıştır. Parsons’a göre kurallara dayalı yapılar sosyal aktörlerden bağımsız olarak toplumda vardır ve bireyler bu kurallara uyarlar. Uymadıkları takdirde çevre tarafından tepki göreceğini düşünürler. Bu nedenle ister toplumsal, ister örgütsel ya da sosyo-psikolojik her sosyal sistem varlığını devam ettirebilmek için uyum, amaca ulaşma, bütünleşme ve meşruiyet işlevlerini gerçekleştirmelidirler. Parsons örgüt yapısını üç bölümde ele alır. Örgütün en altına teknik sistemi, onun üstüne yönetsel sistemi ve en üste ise kurumsal sistemi yerleştirir. Merton ise Parsons’dan ayrı olarak her şeyi kapsayan büyük bir kuram yerine sınırlı durumlara uygulanabilecek orta büyüklükte kurumlar oluşturulmasını savunur. Merton bürokrasi de kurallara bağlı kalmanın kendi başına bir amaç haline gelebildiğini ve bürokratların kurallara körü körüne bağlı kalmaları nedeniyle bürokratik yapının bozuk işlev gösterdiğini belirtmektedir. Selznick’e göre örgütler görünürde formet olarak akılcı yapılar şeklinde tasarlanmalarına rağmen pratikte formel olmayan unsurlardan ve işin insana dayalı sosyal yapısından etkilenmektedir. Örgütün içinde bulunduğu kurumsal çevreden gelen baskılar, örgütlerin resmi ve sosyal yapısını etkileyerek verimlilik ve etkinlik odaklı akılcı anlayıştan sapmasına neden olmaktadır. Selznick’e göre örgütsel olgular görünenin ötesinde “anomaliler” taşır ve kendiliğinden oluşan doğal süreçleri izler. Erken-kurumsalcı çalışmalar örgütün uygulamalarının içinde bulunduğu politik ve sosyal çevre içerisinde nasıl şekillendiği ile ilgilenmekteyken, yeni kurumsalcı çalışmalar ise belirli bir alandaki örgütlerin ortak kurumsal mekanizmaları ve meşruluğa dayalı benzer uygulamaları ile ilgilenmektedir. Yeni kurumsalcı kuramın en temel farklılığı, Berger ve Luckman’ın bilgi sosyolojisi anlayışını çalışmaların temeline yerleştirmeleridir. Berger ve Kuckman’a göre sosval gerçeklik sosyal etkileşim süreciyle oluşturulmuş bir insan inşasıdır. Gerçekliğin inşası, nesnel olarak insanların eylemleri ve etkileşimleri ve öznel olarak da anlamlı bir biçimde tecrübe edilen ve paylaşılan bir gerçeğin devamlı olarak oluşturulması sürecidir. Günlük gerçek toplumsal olarak kurulmuş bir sistemdir. Toplumsal eylemlerin tekrarlanması ve bunlara farklı kişilerce benzer anlamlar yüklenmesi sürecine kurumsallaşma denilmektedir. Yeni kurumsal kuram, dışarıda bulunan verili bir gerçeklik anlayışı yerine gerçekliğin toplumsal olarak inşası anlayışını ve dolayısı ile karşılıklı olarak etkileşim sürecinde gerçekliğin toplumsal olarak tanımlanması yaklaşımını benimsemiştir. Böylece örgütlerdeki yapı, uygulama, plan ve programların kurumsallaşmasının kendiliğinden değil toplumda karşılıklı olarak verilen anlamlar yolu ile kanıksanmaya bağlı olarak oluştuğu kabul edilir. Kurumların bilişsel yönünü vurgulayan yeni kurumsal yaklaşım bu yönüyle kurumların normatif yönünü vurgulayan erken-kurumsal çalışmalardan ayrılmaktadır. Yeni kurumsal kuram da Meyer ve Rowan ile Zucker’in çalışmaları öncü yer tutar. Daha sonra ise Scott ve Meyer ile DiMaggio ve Powel’in çalışmaları kuramı belirli bir olgunluğa taşımıştır. Meyer ve Rowan ister bilişsel ister normatif süreçler olsun makro çevrede oluşmuş kurumsallaşmış kuralların örgütsel yapıları nasıl biçimlendirdiğine odaklanırken, Zucker tek bir örgütsel davranış örüntüsüne uymanın veya onu benimsemenin altındaki sürecin mantığına ve doğasına odaklanmaktadır. Meyer ve Rowan’in yaklaşımı, sistem düzeyindeki sosyal olguların örgüt düzeyinde yeniden üretimi ya da kopyalanması sürecine odaklandığı için “kurum olarak çevre” yaklaşımı diye adlandırılır. Zucker’in yaklaşımı ise, örgüt düzeyindeki yeni kültürel unsurlara ilişkin anlamların üretilmesi sürecine odaklandığı için “kurum olarak örgüt” yaklaşımı diye adlandırılır. Bu noktada kurumsallaşma hem nitelik hem de bir süreç ise Meyer ve Rowan niteliği, Zucker ise süreci vurgulamaktadır. Meyer ve Rowan; modem toplumlarda formel örgütsel yapıların yüksek derecede kurumsallaşmış bir bağlamda ortaya çıktığını belirtmektedir. Çalışmalarındaki bulgulara göre, örgütlerdeki yeni uygulamalar verimlilik kaygısından ziyade örgütsel meşruiyeti artırmaya yöneliktir. Kurumsallaşmış ürün, hizmet, teknik, program ve politikalar efsane türü işlev gösterir. Örgütler meşruiyet kazanmak, kaynaklara ulaşmak ve varlığını devam ettirebilmek için efsane işlevi gören bu kurallara uymak zorundadır. Çoğu örgüt bunları dış çevreye göstermek ya da bilinmesini sağlamak için törensel olarak bünyesine dâhil eder. Bunlar çoğu zaman örgütlerin verimlilik faaliyetleri ile ters düşse de kurumsal çevre ile ters düşmemek ve meşruiyeti korumak için kurumsal çevreye uyum tercih edilir. Böylece örgütler sürecin sonunda çevrelerindeki kuramlarla benzeşerek eşbiçimli hale gelirler. Bu eşbiçimlilik temelde iki tür soruna neden olur. Birincisi; verimlilik kaygısının örgütte çelişki ve uyumsuzluğa yol açması, İkincisi ise; efsaneleşmiş ve törensel hale gelmiş kuralların örgütün farklı çevrelerinden kaynaklandığı için çelişmesidir. Bu sorunun çözümü ise teknik faaliyetler ile yapıları birbirinden “ayırma” ya da güven yaratma ile gerçekleştirilir. Ayırma, örgütün teknik faaliyetlerde verimliliği esas alıp kurumsallaşmış yapısını muhafaza ederek meşruiyetini devam ettirmeye çalışmasına denir. Güven yaratma ise, örgütlerin verimliliği tam olarak saptayamasalar bile iyi niyetli oldukları ve ellerinden geleni yaptıkları ve güvenilir oldukları izlenimini oluşturmalarıdır. Zucker, bireylerin nezdinde kültürel kalıcılığın nasıl gerçekleştiğini incelediği çalışmasında, kültürel kalıcılığın ancak bir eylemin nesnel yani herkes tarafından benzer şekilde anlaşılan ve tekrar edilen bir hal alması ve de varlığı sorgulanmayacak kadar dışsal bir gerçeklik kazanmış olması ile sağlanabileceğini ortaya koymuştur. Toplumsal bilgi kurumsallaştığında dışsal bir gerçeklik kazanmakta ve bir “gerçek” olarak başkalarına aktarılmaktadır. Böylece kültürel olarak kalıcı hale gelmektedir. Ona göre bir edim ne kadar dışsallaşmış ve nesnelleşmiş ise o kadar kurumsallaşmış demektir. DiMaggio ve Powel’in çalışmaları ise örgütsel yapıların verimlilik ve rekabetten dolayı değil örgütsel alanların yapılanma biçimlerinden dolayı değiştiği tezi üzerine kuruludur. Örgütsel alan, bir bütün olarak fark edilir bir kurumsal yaşamı oluşturan örgütleri kapsar. Çalışmaya göre; örgütler çevresel belirsizlik ve karşılaştıkları zorunluluklar nedeniyle homojen hale gelmekte ve bu noktada devlet ve meslekler bir örgütsel alandaki örgütlerin birbirine benzemesine neden olmaktadır. Örgütsel alanın içinde ana tedarikçiler, tüketiciler, düzenleyici kuruluşlar ve benzer ürün ve hizmetleri üreten diğer örgütler bulunmaktadır. Scott ve Meyer ise çalışmalarında “toplumsal sektör” kavramını yeni bir analiz birimi olarak kullanmışlardır. Bu kavram benzer hizmet veya ürün üreten ve benzer işlevler gösteren örgütlerin etkileşim halinde oldukları ve içinde rakipler, tedarikçiler, müşteriler ve ikame malları da üreten örgütlerin dâhil olduğu geniş bir alanı ifade etmektedir. Ayrıca daha önceki çalışmalarda ele alınan teknik ve kurumsal çevre ayrımı bu çalışmada yumuşatılmış, bir örgütün hem teknik hem de kurumsal çevre tarafından şekillendirilebileceği, iki çevrenin birbirlerinin zıttı şeklinde algılanılmadan kabul edilmesi gerektiği ve örgüt yapısının teknik faaliyetlerden ayrılması zorunluluğunun her zaman gerekmeyebileceği belirtilmiştir. Kurumsal kuramın özünü oluşturan bazı temel kavramlar vardır. Bunlar kurum, kurumsallaşma, eşbiçimlilik ve meşruiyet olarak sıralanabilir. Kurum; kendisine özgü bir nitelik kazanmış olan kalıplaşmış bir toplumsal anlayışı ifade etmektedir. Kurumsallaşma ise bu niteliğin kazanılma sürecidir. Kurumsal kurama göre, kurumsallaşma, yeni örgütsel biçimlerin, yönetim uygulamalarının ve örgütsel alanların ortaya çıkması, benimsenmesi ve kalıcı hale gelmesidir. Tolbert ve Zucker’e göre kurumsallaşma üç aşamada gerçekleşir. İlki örgütlerin yasalar, pazar ve teknolojideki değişimlere göre geliştirdiği uygulamaların kalıplaşmış davranışlara dönüştüğü “alışma” aşamasıdır. İkincisi kalıplaşmaya başlayan davranışlar üzerinde herkesçe paylaşılan anlamların oluştuğu “nesnelleşme” aşamasıdır. Üçüncüsü ise davranışların dışsallık kazanarak artık kendi başlarına bir gerçeklik elde ettikleri “çökelme” aşamasıdır. Örgütsel meşruiyet; bir örgütün faaliyetlerinin sosyal olarak inşa edilmiş olan normlar, değerler, inançlar ve tanımlar sistemi içerisinde arzu edilir, uygun ve kabul edilirliğine ilişkin genel algı ve varsayımdır. Eşbiçimlik ise; örgüt yapılarının birbirine benzer hale gelmesini ifade eder ve zorlayıcı, öykünmeci ve normatif olmak üzere üç değişik biçimde gerçekleşir. Zorlayıcı eşbiçimlilik, örgütlerin bağımlı oldukları diğer örgütlerden ve içinde yaşadıkları toplumun beklentilerinden kaynaklanan formel ya da infonnel baskılar sonucu oluşan biçimlenmedir. Öykünmeci eşbiçimlilik, çevredeki belirsizliğe karşı gösterilen standart tepkilerden kaynaklanmaktadır. Karmaşık ve belirsiz çevresel ortamda örgütler başka örgütleri rol model alabilirler ve zamanla yapısal olarak onlara benzerler. Normatif eşbiçimlilik ise, belirli meslek gruplarının profesyonelleşmesi ve çeşitli normları belirlemeleri ile bunların örgütlerde yaygınlaşmasından kaynaklanmaktadır. Zucker, normatif ve öykünmeci eşbiçimlilik mekanizmalarını kabul ederken, zorlayıcı eşbiçimlilik mekanizmasını kurum olgusuna ters düştüğü için kabul etmemektedir. Ona göre, bir kurum zorla benimsetiliyorsa kurum değildir, kurum tanımı gereği kanıksandığı, normal ya da doğru bulunduğu için benimsenir. Kuramın ilk dönemlerinde, kurumlar oluştuktan sonra değişmelerinin çok güç olduğu fikri hâkimken sonradan kurumsallaşmanın döngüsel bir yapıya sahip olduğu düşünülmeye başlandı. Zucker, kurumsallaşmış sistemlerin, kendi doğasında inşa ve çözülme dengesi içerisinde bir değişim yaşadığını söylemektedir. Ona göre sosyal sistemler içsel olarak değişir, fakat bir bütün olarak istikrarlıdırlar. Oliver’e göre; kurumsal değişim için kurumsal yapıda öncelikle “çözülme” olması gerekir. Çözülme, kurumsallaşmış bir örgütsel uygulamanın meşruiyetinin aşınması veya kesintiye uğramasıdır. Kurumsal değişim kanıksanmış iş yapma biçimlerinde, örgütsel form ve yapılarda, endüstri standartlarında ve kurumsal mantıklarda gerçekleşebilir. Greenwood vd.’ne göre kurumsal değişim şu şekilde gerçekleşir. Önce sosyal, teknolojik ve yasal değişimler gibi hızlandırıcı olayların etkisiyle kurumsal çözülme meydana gelir. Sonra uygun teknik çözümler ve yenilikler ortaya çıkar. Çözümler ve yenilikler haklı bulunur ve meşrulaştırılır. Bu uygulamalar dışsal bir gerçeklik kazanarak nesnelleşir ve yaygınlaşır. En son bilişsel bir meşruiyet kazanarak yeniden kurumsallaşma sağlanır. Thornton ve Occasio ise kurumsal değişimi dörtlü bir mekanizmayla açıklamıştır. Bunlar kurumsal girişimci, yapısal örtüşme, olay sıralaması ve çelişen kurumsal mantıklardır. Kurumsal girişimciler, kaynakları kendi çıkarları içim kullanarak kurumlan üreten, değiştiren ve varlıklarını sağlamlaştıran aktörleri tanımlamaktadır. Yapısal örtüşme, daha önceden örgüte uzak bireysel roller, örgütsel yapılar ve fonksiyonların örgütlere dayatılmasıyla oluşan durumu ifade etmektedir. Olay sıralaması, benzersiz sıralı olayların meydana gelmesiyle kültürel sembollerin ve ekonomik yapıların anlamlarının değişmesini veya yıkılması sürecidir. Çelişen kurumsal mantık ise, birbiriyle rekabet halindeki kurumsal mantıkların kurumsal değişime neden olmasını ifade eder. Kurumsal mantık, “sosyal eylemi kategorize eden ve ona bir anlam yükleyen dünya görüşü” olarak tanımlanırken, her bir kurumun merkezi bir kurumsal mantığının bulunduğunu fakat bununla beraber merkezi mantıkla çelişen, çatışan çoklu mantıkların bir arada bulunabileceği belirtilmektedir. Kuramın temel tezleri özetlenecek olunursa; 1- Örgütler sadece teknik unsurlardan oluşan bir çevrede değil, uzun zaman içinde oluşmuş, kurumsallaşmış kuralları ve yapıları içeren makro bir çevrede yaşarlar. 2- Çevresel unsurlar, sadece yasal ya da ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel sistemler içerir. 3- Örgütlerin yapıları ve uygulamaları sadece, içsel teknik faaliyetlerin ve dışsal ekonomik ilişkilerin işlevsel bir biçimde tasarımlanması sonucunda değil, makro çevredeki kurumsal kalıpları yansıtacak biçimde oluşur. 4- Örgütlerin hayatta kalabilmesi için sadece teknik anlamda verimli çalışması değil, kendisini bulunduğu çevrede meşru kılması gerekmektedir. 5- Örgütlerin belirsizlikten kaçınma, bağımlılık ya da mesleki nedenlerle kurumsallaşmış yapı ve uygulamaları benimsemeleri, aynı örgütsel alanda bulunan örgütleri kurumsal çevreleriyle ve birbirleriyle eşbiçimli hale getirir. 6- Kurumların kendi içinde çelişik olması veya teknik gerekliliklerle çelişmesi nedeniyle, örgütte gevşek bağlanmış bir yapı söz konusudur. Kuramın ihmal ettiği ya da eksik bıraktığı yönlere dair Zucker’in eleştirileri şöyledir; 1- Kurumsal çevrenin örgütün dışında kendi içinde farklılaşmayan, her örgütü aynı ölçüde etkileyen yeknesak bir çevre olarak değerlendirmenin gerçekçi olmadığı 2- Kurumsal çevreye uyum karşılığında örgütlerin, meşruiyet dâhil, kaynaklara ulaştığı vurgusunun, yeni kurumsal kuramı kaynak bağımlılığı kuramının bir versiyonu haline getirebileceği 3- Örgütsel alan kavramının sektörle ya da popülasyonla özdeşleştirilmesinin hatalı olduğu 4- Kurumsal baskıların gerisindeki aktörlerin gücünün ve çıkarlarının az çalışıldığı 5- Bazı örgütlerin teknik bazı örgütlerin de kurumsal çevrenin etkisinde olduğunu varsaymanın sakıncalı olduğu, iç içe geçmiş olan bu iki çevrenin tüm örgütleri bir ölçüde etkileyebildiği 6- Dışsal kurumsal baskılara boyun eğen aşırı sosyalleşmiş insan varsayımının hatalı olduğu, insanların çoklu sosyal gerçeklikler arasında seçim yaptığının göz ardı edildiği DiMaggio; kuramların doğma, yeniden üretilme ve çözülme süreçlerini açıklayabilmesi için, kurumsal kuramın açık biçimde çıkara dönük, amaçlı ve çatışmacı davranışı analize katması gerektiğini, aksi takdirde kendisini şu konularda sınırlayacağını iddia etmektedir. 1- Örgütsel yaşamın dışsallaşmış ve özneler arası hale gelmiş, hiçbir aktör tarafından sorgulanmayacak yanlarını incelemek 2- Yüksek düzeyde kurumsallaşmış veya geleneksel otoriteye dayalı olarak yönetilen örgütler üzerinde çalışmak 3- Kurumsallaşmış bir örgütsel formun varlığı halinde ancak örgütsel değişimi açıklayabilmek 4- Sadece uzun dönemli ve istikrarlı değişimleri açıklamak 5- Sadece farklı ancak kendi içinde homojen kurumsal yapılar arasındaki farkı açıklamak DiMaggio’nun bu eleştirilerine karşı Scott; kurumsal kuramın amaçlı ve çıkara dönük davranışı inkâr etmediğini, sadece insanların ve grupların çıkarlarının verili alınamayacağını söylemektedir. Meyer ve Scott; toplumları, örgütleri kuran inşa eden kurumsallaşmış çevrenin kökenini “gerçek insanlarda” aramanın kurumsal analizden taviz anlamına geleceğini, kurumsal çevrenin aktörlerin eylemlerine dayandırılmayacak kadar uzun dönemli ve kapsamlı olduğunu, “kurumsal girişimci” kavramının kuramın reddettiği “rasyonel insan” kavramını çağrıştırdığını belirtmektedirler. Örgütsel yapıdaki değişimin sadece zorlayıcı, öykünmeci ve normatif yolla değil, ayrıca örgütsel doğum sürecinde, çevreyle bütünleşme yoluyla veya kültür yoluyla da olabileceği değişik çalışmalar aracılığıyla ortaya çıkarılmıştır. Turuncu kitap 1991 yılında DiMaggio ve Powel’ın editörlüğünde yayınlanmış ve kurumsal kuramın ayırıcı özellikleri şu üç noktada belirtilmiştir. 1-Sektör, ulus ve uluslar arası düzeyde örgüt yapı ve süreçlerini incelemek 2- Kuramları bireysel tercihlerden bağımsız tarihsel ve kültürel bağlama yerleşik kolektif çıktılar olarak almak ve insan davranışını, rasyonel seçim dâhil, meşru eylemi biçimleyen bu kuramların bir yansıması olarak tanımlamak 3- Kurumsallaşmış düzenlemelerin, seçenekleri dahi sınırlaması nedeniyle sürekliliğinin söz konusu olduğunu, ancak makro düzeydeki değişimlere tepki olarak dramatik bir biçimde değişebileceğini kabul etmek Scott son çalışmasında, kurumu, sosyal davranışa anlam ve istikrar kazandıran, bilişsel, normatif ve düzenleyici yapı ve faaliyetler olarak tanımlamıştır. Bilişsel boyutta meşruiyetin temeli ortak mantıksal çerçeveyi taklit etmek iken, normatif boyutta ahlaken doğru ve uygun olan, düzenleyici boyutta ise meşruiyetin temeli yasalardır. Bilişsel, normatif ve düzenleyici boyutların kültürel alana, sosyal yapılara ve rutinlere yerleşik olduğunu belirtmektedir. Sorular 1- Örgütsel meşrulaştırma süreci nasıl gerçekleşir? 2- Örgütler ne kadar eşbiçimsel hale gelir, bunun sınırı var mıdır varsa nedir? 3- Örgütsel değişimde bireylerin rolü var mıdır, varsa sınırlılıkları nelerdir? 4- Kuram yapı-eyleyen problemine nasıl yaklaşır? 5- Örgütsel alan neleri kapsar ve örgütsel yapı bakımından önemi nedir? 6- Kuramın diğer örgüt kuramlarının kavramlarını kullanması kurama zarar verir mi? 7- Örgütler teknik çevre (verimlilik) ve kurumsal çevreden (meşruiyet) gelen ve birbiriyle çelişen taleplere nasıl cevap verirler? 8- Günlük yaşamda öznel olarak yaratılan anlamlar nasıl nesnel olgulara dönüşür? 9- Kurum olarak çevre yaklaşımı ile kurum olarak örgüt yaklaşımı arasındaki temel farklılık nedir? 10- Kuram açısından efsane, sembol ve törenselliğin önemi nedir? İŞ L E M M A L İY E T İ K U R A M I İktisat ile organizasyon teorisini birleştiği alan olarak kabul edilen ve bazen “ örgütsel iktisat” olarak da adlandırılan bu çalışmaların, klasik teorinin rasyonellik kavramları, ekolojik yaklaşım ve organizasyon yapılarını klasik iktisat anlayışı ile birleştiren bir alandır. Oliver Williamson’un, gelişmesine büyük katkıda bulunduğu bu yaklaşım organizasyonları açık sistem olarak kabul eder ve ağırlığı organizasyonun kullandığı teknoloji ve üretim sistemi yerine, üretilen mal ve hizmetlerin sistemin sınırları dışındaki kişilerle değiştirilmesi işlemine kaydırır. Bu yaklaşım, esas kritik önem taşıyan faaliyetin üretim değil, fakat üretilen mal ve hizmetlerin değişimi ve bu değişimi yöneten organizasyon yapıları olduğunu vurgulamaktadır. Bu yaklaşımın ana fikri şudur: Organizasyonlar ürettikleri mal ve hizmetlerin değişim işlemlerini, maliyeti en ekonomik olacak şekilde organize etmek isterler. Bu en ekonomik olma bir yandan karar vericilerin “sınırlı rasyonelliğe” sahip olmaları, bir yandan da değişimle ilgili kişilerin kendi çıkarları doğrultusunda davranmalarından etkilenir. Williamson’a göre bu yaklaşım, stratejik yönetim gibi kompleks ve disiplinler arası bir alanda kullanılabilecek bir yaklaşımdır. Çünkü ekonomi en iyi stratejidir. İşlem maliyeti yaklaşımını en önemli mesajı budur. Kuram, "firmalar neden vardır?" sorusu üzerinde şekillenmiştir. Piyasa varsa, aslında piyasa olması için de üretim firmalarının olması gerekir ancak temel noktamız şu anda piyasadır, ihtiyaç olması durumunda istenen ürünler piyasadan sağlanabiliyorsa firmalara ne gerek vardır? Kuram, firmaların varlığını, piyasaya nazaran firmaların işlem maliyetlerini düşürme özelliğine bağlamıştır. Hem Oliver Williamson hem de Ronald Coase firma ve piyasayı birbirlerinin alternatifi olan düzenleyici araçlar olarak görmüş, firmayı otorite ilişkileri, piyasayı ise fiyat mekanizması üzerinden düzenleyiciler olarak nitelemişlerdir. Firmayı üretim fonksiyonunun ötesinde açıklamaya çalışan ilk çalışma Coase'ın 1937 tarihli "The Nature o f the Firm" isimli makalesidir. Neoklasik model, üretim fonksiyonunda üretim yapılan miktardan hareket ederken, Coase hangi işlemlerin firma içinde yapılacağı, hangilerinin piyasadan temin edileceği üzerinde durmaktadır. Coase'a göre, firmayı açıklarken niçin var olduğuna ve sınırlarına dair bir açıklama sunmak gerekmektedir. Yöneticiler, hangi işlemlerin firma içinde yapılacağı, hangilerinin piyasadan temin edileceğine karar verirken, bu işlemlerin kartlaştırm alı maliyetlerine bakmaktadırlar. Coase, firmanın varlığını piyasada işlem yapmanın maliyetli olmasına bağlamaktadır. Peki, firma nereye kadar büyüyecektir? Dünyadaki bütün üretimin tek bir firma tarafından yapılması mümkün müdür? Coase, bu soruların yanıtlarını koordinasyonun marjinal maliyetine bağlamaktadır. Firma ilave bir işlemi firma içinde yapmanın maliyetleri aynı 1 işlemi piyasa yoluyla ya da bir başka firma kurma yoluyla yapmanın maliyetlerine eşit olana kadar genişleyecektir. Bu noktanın ötesinde ise piyasa tercih edilecektir. Peki işlemi nasıl tanımlamak gerekmektedir? Her ne kadar fikir birliği bulunmasa da, yaygın olarak kabul gören görüş işlemin hem piyasada yapılan spot işlemleri hem de sözleşmeleri içeriyor olmasıdır. Piyasadaki bir işlem mülkiyet haklarının transferini içerirken, sözleşmeler geleceğe dönük taahhütleri içermektedir, İşlem maliyetleri, hem mevcut hem de gelecekte ortaya çıkabilecek olan maliyetleri ifade etmektedir. İşlem maliyeti kuramındaki temel mesele işlemlerin 'örgüt (hiyerarşi) de mi? yoksa piyasada mı? daha verimli gerçekleşeceğidir. Burada altının önemle çizilmesi gereken nokta işlem maliyeti kuramında yönetişim mekanizmalarının belirlenmesinde en temel unsurun verimlilik olmasıdır. Bu soru işlem maliyeti kuramı içinde 'yap (hiyerarşi) ya da satın al (piyasa) kararı' (make or buy decision) olarak da anılmaktadır. Temel olarak işlem maliyeti kuramının iki davranışsal varsayımı vardır. Bunlar sınırlı akılcılık ve fırsatçılıktır. Sınırlı akılcılık kavramı daha önceleri Simon'ın bireylerin davranışlarını tanımlarken; akılcı olmaya eğilimli fakat bilişsel kapasite sorunu yüzünden ancak sınırlı olarak akılcı olabilen olarak tanımlamasına dayanmaktadır. Williamson benzer olarak bireylerin bilişsel yetersizliği yüzünden sözleşmelerin gerekli tüm olası durumları karşılayamayacağını belirtmiştir. Fırsatçılık, temel olarak ekonomik aktörlerin kendi çıkarlarını kollayan nitelikte davranış sergilemelerini ifade etmektedir. İşlem maliyeti kuramı içinde sınırlı akılcılık varsayımı altında, tüm karmaşık sözleşmelerin eksik sözleşmeler olacağı önermesi vardır. Buna ek olarak fırsatçılık varsayımı altında ise güvenilir olmayan vaatlere dayanan taahhütlerin tarafları tehlikeye maruz bırakacağı önermesi yer alır. Buna göre ekonomik faaliyetleri içeren işlemleri, sınırlı akılcılığı en aza indiren ve eş zamanlı olarak işlemleri fırsatçılık tehdidinden koruyacak bir şekilde güvenlik önemlerini alarak tasarlamak gerekir. Dikey bütünleşme işlem maliyeti kuramının en yoğun, en bilinen ve en çok çalışılan uygulaması olup, kuramın temellerini oluşturan 'örgütler neden vardır?' sorusunu cevaplamak üzere incelenen bir uygulamadır. Nitekim işlem maliyeti kuramı, kuramın temel tartışmasını oluşturan 'yap ya da satın al' kararı için doğrudan dikey bütünleşmeyi işaret etmiştir. İşlem maliyeti kuramının gelişimini sağlayan diğer bir uygulama da çok bölümlü (multi divisonal) yapılardır. Çok bölümlü yapılar genel olarak M-biçimli terimi ile ifade edilmektedir. Çünkü merkezileşmiş ya da bölünmez (U-biçim) biçimli yapılarda firmalar büyüdükçe ve çeşitlendikçe üst yönetimin faaliyet sorunları ile baş edebilmesi zorlaşacak ve karmaşıklık artacaktır. Melez yapılar ortak mülkiyet altında bütünleşmenin olamadığı durumlarda yönetişim problemlerinin üstesinden gelmesi ihtimal olan bir yönetişim yapısı olarak ortaya çıkmaktadır, melez yönetişim biçimlerine ilişkin yapılan çalışmalar temelde üç uygulamaya 2 ^ ù rn *su r\ (ù^/yju ÿcap/Yktx lcö/yç;»hd& cLa^Yh a ş ¡T\Ur*bL (U VfıV\ -a /yuxÀye,J&' fzdLefJhL loçJfaçLL fleJcAÏ iU- '/CfCrîefe- c h h iltY . - vcr/rr&étL. oloğru Iö/l/İm Il y< y*l» a¿) / f/ h lu vn u tı h¡ c e ! /> ¡ 4 e / *=ô ğjî/u ey\ G>JJCs\ ¡clñ ja^ladeui foirot ôJ^Lt^arnQ^ frodUu' feri- J a y a J ^ e c q e llif. Ç—t f r t z ir u s i a / r & u , p ty a s i& n ù o ^rm> 0 es>>/fy* (f*A sfa !uÿ>jGùr& u & frpû r es> <"*“'*& ñ y w * w ^ W 8* yoğunlaşmıştır. (1) uzun dönemli sözleşmeler (2) ortak girişimler (3) marka (franchising) anlaşmalarıdır. Ouchi Williamson'm daha önce üzeri durduğu piyasa ve hiyerarşi mekanizmalarına ’klan' mekanizmasını eklemiş ve bu anlamda işlem maliyeti kuramına katkı sağlamıştır. Fakat burada önemle altım çizilmesi gereken nokta Ouchi'nin bu mekanizmaları daha çok firma içindeki kontrol sistemlerine yönelik olarak sunmuş olmasıdır. Ouchi,ye göre firmalar genel olarak üç tip kontrol mekanizmasına dayanmaktadır. Bunlar; piyasa, bürokrasi (hiyerarşi) ve klanlardır. Williamson yönetişim mekanizmalarının verimliliğini işlemlerde ortaya çıkabilecek durumlara dayandırırken, Ouchi (1979, 1980) piyasa, bürokrasi ve klan mekanizmalarının verimliliğini; (1) performans bulanıklığına, (2) amaç uyuşmazlığına dayandırmıştır. /'fljatvrt p o f r A L o It& jmc» / / û/no pdfitr*)* C/¡cfa-erf) // P -tr^ odc/dıL P /'ytA i& p P /* y e * W L— /(// '€ h (J j Jkj /ÿ /' o cfy/cftâ * yoyoM 7 ç jg h » t y t (/e d a n — v firfr>a ^ d (y c r o r g / / R ic a ld e * U a jıL p" ™ *, cJ,5 e' ' J J u/ı%k4 h . Ic Jç ^ L . '/¿ ¿ H t L *À vrin / i f p j i o i L ayxtar. hjluhisd Ih>ü4ûrt {l*-kic>eb 3 İŞ L E M M A L İY E T İ T E O R İS İ S a lih A R S L A N Örgütleri iktisadi bakış açısı ile inceleyen yaklaşım, “örgütler neden vardır?” sorusunun cevabını arar ve fiyat sisteminin işlemediği durumlarda örgütlerin oluşturulduğunu iddia eder. Bundan dolayı jjrgüt otorite ilişkileri ile, piyasa ise fiyat mekanizması ile düzenleyici rol üstlenmektedirler. Fakat örgütlerin işlem maliyetlerinin hangisi piyasa hangilerinin örgüt içinde yapılması gerektiği tam olarak belirlenmiş değildir. Yaklaşımın temel analiz birimi işlemdir ve yönetişim mekanizmaları ile insani aktör unsurları üzerinde durur. İşlemi; “alıcı ile satıcı arasındaki mal ve hizmetlerin değişimi olarak tanımlarken”, işlem maliyetini de; “değişim süreci içerisinde ortaya çıkan maliyetler” olarak tanımlar. İşlem maliyetlerinin sözleşmelerden kaynaklandığını, bu sözleşmelerin hem sözleşme öncesi hem de sözleşme sonrası iki farklı maliyet ortaya çıkarır. Sözleşme öncesi maliyetler; sözleşmeyi tasarlama, müzakere ve himaye altına alma gibi maliyetleri içermektedir. Sözleşme sonrası maliyetler ise; işlemlerin belirlenen sınırdan sapması, pazarlıkların maliyeti, başlatma ve yürütme maliyetleri ve teminat benzeri maliyetlerdir. İşlemlerin gerçekleştirilmesinde iki alternatif vardır. Biri “piyasa” diğeri ise “hiyerarşj” (örgüt) dir. Bu iki araca “yönetişim mekanizması” adı verilir. Piyasa; fiyat, rekabet ve sözleşmelere dayanırken, hiyerarşi (örgüt); üçüncü bir tarafın (yönetici) denetiminde piyasanın yapamadığı “yönetim idaresi” olarak tanımlanır. Yönetişim mekanizması bazı araçlarla çalışır. Bunlar; özendirme kuvveti, idari denetim ve sözleşme hukukudur. İşlem maliyeti kuramındaki temel mesele; işlemlerin örgüt içinde mi? yoksa piyasada mı? daha verimli gerçekleştirileceğidir. Piyasa ve örgüt mekanizmaları arasında seçim yaparken işlemlerin oluşturacağı maliyetlere göre karar verilir. Yönetişim mekanizmalarının seçimi temelde iki nedene -------dayanır. Biri; davranışsal varsayımlar, diğeri ise; işlemlerin özellikleridir. Teorinin insanın doğasına ilişkin davranışsal varsayımları; sınırlı akılcılık ve fırsatçılıktır. Sınırlı akılcılık; bireylerin akılcı olmaya eğilimli olduğunu fakat bilişsel nedenlerden dolayı ancak sınırlı olarak akılcı olabileceğini ifade eder. Fırsatçılık ise; ekonomik aktörlerin kendi çıkarlarını kollayan nitelikte davranış sergilemelerini ifade eder. Ekonomik işlemlerde bilginin tam ve doğru olarak aktarılmasını açıklamak için kullanılır. Bireylerin her zaman fırsatçı olmayacaklarını kabul etse de kimlerin fırsatçı olmadığının tespiti maliyetli olacağı için böyle bir genelleme yapar. Davranışsal varsayım için sınırlı akılcılık ve fırsatçılık, piyasadaki belirsizlik ve az sayıda tedarikçi olması nedeniyle sorun yaratır. Piyasa belirsizliğin yüksek olması durumunda yönetişim biçimlerini kullanmayı zorlaştırır. Bu durumda hiyerarşi (örgüt) mekanizması üçüncü tarafın kontrolü altında işlemlerdeki beklenmeyen problemlerin nasıl çözümleneceğini belirler. Piyasada az sayıda tedarikçinin olması durumunda ise yine örgütler (hiyerarşi) otorite sahibi üçüncü taraf (yönetici) sayesinde fırsatçılığın zayıflamasına neden olur. Yönetişim mekanizmalarını seçiminde diğer temel neden ise işlemlere ait bazı özelliklerdir. Bu özellikler işlem maliyetlerinin artmasına neden olmakta ve piyasa başarısızlıklarını ortaya çıkarmaktadır. Bu özellikler; belirsizlik, işlem sıklığı ve varlık özgüllüğüdür. İşlemlere ait belirsizlik kendini çevresel belirsizlik ve davranışsal belirsizlik olmak üzere iki şekilde gösterir. Çevresel belirsizlik; genel olarak sözleşme öncesi öngörülemeyen koşul bağımlılıkların 1 olmasından kaynaklanır. Davranışsal belirsizlik ise; sözleşme sonrasında işlem yapan tarafların fırsatçı olabilme ihtimalini ve tarafların sözleşme sonrasındaki davranışlarının ve icraatlarının nasıl olacağı konusundaki belirsizlikleri içermektedir. İşlem sıklığı; işlemlerin ne kadar sıklıkla tekrarlandığı ile ilgilidir. Hiyerarşik (örgüt) yönetişimin sabit maliyetlerinin tekrarlayan işlemleri daha kolay telafi etmesi yönüyle, işlem sıklığının örgütleri hiyerarşik yönetişime sevk ettiği iddia belirtilmektedir. Varlık özgüllüğü; bazı işlemlerin sadece o işleme has yatırım yapma gerekliliğini ifade etmektedir. Varlık özgüllüğü taraflar arasında iki taraflı bağımlılığı da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle uzun dönemli ve varlık özgüllüğü gösteren yatırımlarda işlemleri yapan tarafların kimlikleri oldukça önemli hale gelmektedir. Diğer yandan varlık özgüllüğü; yer özgüllüğü, maddi varlık özgüllüğü ve insan kaynağı özgüllüğü olmak üzere bu üçünden biri şeklinde ortaya çıkabilir. Yer özgüllüğü, tarafların bazı faaliyetleri birbiri ardına yapmasını gerektiren durumları ifade etmektedir. Maddi varlık özgüllüğü, tedarikçi tarafın alıcı tarafın ihtiyacı doğrultusunda parça üretimini özellikli hale getirmek için yatırım yapmasını ifade eder. İnsan kaynağı özgüllüğü ise, çalışanların bazı konularda kimsede olmayan bilgi ve tecrübeye sahip olması durumunu ifade eder. İşlemlerin varlık özgüllüğü özelliği, işlemlerin doğasının çok özel olmasıyla beraber güvenlik sorunlarını ortaya çıkarmakta ve fırsatçılık ihtimalini artırmaktadır. Bu durumda hiyerarşi mekanizması fırsatçılık ihtimalini düşürmek açısından piyasa mekanizmasına göre daha başarılıdır. Teori “örgütler varlığını” bu nedene bağlamaktadır. Piyasa ve hiyerarşi mekanizmasına alternatif farklı “ara yönetişim mekanizması” olabileceği de kabul edilmektedir. Bu ara yönetişim mekanizmaları “melez yönetişim biçimi” olarak adlandırılırlar. Kuramda melez yönetişim biçimine yönelik çalışmalar üç uygulamaya yoğunlaşmıştır. Bunlar; uzun dönemli sözleşmeler, ortak girişimler ve marka anlaşmalarıdır. Ouchi, piyasa ve hiyerarşi mekanizmalarına “klan” mekanizmasını da eklemiştir. Ouchi’ye göre firmalar genel olarak piyasa, bürokrasi (hiyerarşi) ve klan olmak üzere üç tip kontrol mekanizmasına dayanır. Ouchi; piyasa, hiyerarşi ve klan mekanizmalarının verimliliğini performans bulanıklılığına ve amaç uyuşmazlığına dayandırmaktadır. Performans bulanıklığı; bireysel performansın ölçümünün güçlük derecesini ifade ederken, amaç uyuşmazlığı; tarafların (işveren ve çalışan) örgütsel amaçları paylaşıp paylaşmadığı ile ilgilidir. Performans bulanıklığının en düşük ve amaç uyuşmazlığının en yüksek olduğu durumlarda piyasa mekanizmasının verimliliği artarken, performans bulanıklığı arttıkça ve amaçların uyum gerekliliği fazlalaştıkça hiyerarşi mekanizması verimli hale gelmektedir. Diğer yandan performans bulanıklığının en yüksek seviyede olduğu durumda amaç uyuşmazlığı klan mekanizması ile en düşük seviyeye inmektedir. Klan mekanizması; hiyerarşi mekanizmasının kontrol edemediği karmaşıklığı, ortak değerlerin paylaşılması, bireylerin birbirine güvenmesi ya da bireyler arası ilişkilerin uzun vadeli kurulması gibi uygulamalarla oluşan örgüt kültürü aracılığıyla çözmektedir. İşlem maliyeti kuramı; farklı örgüt kapasitelerinin rolünü göz ardı etmesi, güç ilişkilerini ihmal etmesi ve güven gibi toplumsal davranış biçimlerini ele almaması nedeniyle eleştirilmiştir. Kuramın odağında işlem maliyetlerinin azaltılması hususunun olması, üretim ya da yönetim işlemlerinden çok daha fazla bir anlam ifade eden örgütün diğer önemli boyutlarının ihmal edilmesine neden olmuştur. Özellikle sosyal ilişkilerin rolüne değinmemesi sosyal bir varlık olan örgütü piyasa işleyişinin sonucu ortaya çıkan bir yapı olarak göstermesi gibi tek boyutlu bir yola girmesine neden olmuştur. Kuram örgütlerin ortaya çıkışını ekonomik nedenler üzerinden nedensel olarak ve mantıklı biçimde açıklıyor olsa bile siyasi ve sosyal nedenlerin örgüt varlığının ortaya çıkışındaki etkilerini ihmal ederek açıklayıcı gücünü düşürmektedir. Temel bir bakış açısı ile söylersek; insan ya da insan topluluklarının tutum, davranış ve eylemlerinin siyasal, sosyal ya da iktisadi etkenlerden herhangi bir tanesi ile tek başına açıklamak zordur. Bu nedenle örgütlerin varlığı sadece bu nedenlerden biri ile değil ancak bu üç temel etkenin farklı derecelerdeki katkılarıyla oluşturulacak bir analiz biçimiyle açıklanabilir. 2 VEKÂLET KURAM I S a lih A R S L A N Faaliyetlerin giderek daha da karmaşıklaştığı ve bilginin artan ölçüde önemli hale geldiği örgütlerde, örgüt sahiplerinin profesyonel yönetici istihdam etmeleri zorunlu hale gelmiştir. Yöneticilerin uygulamaları ile örgüt sahiplerinin amaçları arasında meydana gelen farklılaşma çeşitli problemleri beraberinde getirmiş ve bu problemlerin çözümü için çekici mekanizmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kuram, işi yapan bir taraf (vekil) ile yetki veren diğer taraf (asil) arasındaki ilişkileri incelemektedir. Kuramda tarafların risk tutumlarına vurgu yapılır ve riski kabul eden olarak asili, riskten kaçınan taraf olarak vekili kabul eder. Bu durum ilişkide ahlaki bir sorunu ortaya çıkarır ve sorunun giderilmesi için yönetsel ve teşviksel mekanizmalara başvurulur. Risk farklılaşmasında karşımıza çıkan “mülkiyet ve kontrolün ayrılması” kavramı, asilin vekilin hareketlerini etkin bir şekilde kontrol edemeyeceğini iddia etmekte, böylelikle örgüt sahiplerinin amaçlarının tam olarak gerçekleşmeyeceğini öne sürmektedir. Böylelikle ortaya vekâletten doğan maliyetler çıkmakta ve buna “vekâlet maliyeti”., adı verilmektedir. Bu maliyetler; vekilin her zaman asilin çıkarına uygun hareket etmeyeceği ve uzun dönemli ihtimaller öngörülemeyeceğinden kontratların eksik yapılacağı varsayımlarına dayanmaktadır. Maliyet ise; asilin vekili kontrol için katlanacağı izleme maliyetleri, vekilin asile zarar veren hareketleri yapmamayı güvence altına almak için katlanılan tahvil maliyetleri ve bu maliyetler sonrasında bile vekilin asilin çıkarlarını gözetme konusunda farklılaşma yaşaması sonucu oluşan artık kayıplar olmak üzere üç şekilde oluşur. Örgüte bu anlamda maliyet yükleyen yöneticilerin pazarın disiplini ve fırsatları tarafından kontrol edildiğini ifade eden kuramcılarla beraber, karar mekanizmasını karar yönetimi ve karar kontrolü biçiminde ayırarak yöneticinin kontrol edilebileceğini söyleyenler vardır. Karar yönetimi; örgüt fonksiyonunun yerine getirilmesi ile ilişkili olarak, üst yöneticilerin elinde dururken, karar kontrolü; karar yönetiminin performansının denetlenmesi ile ilişkili olarak, yönetim kurulunun elinde bulunmaktadır. Ayrıca başka bir etkili kontrol etme aracı ise; yöneticinin görevlerini istekli bir biçimde yerine getirmesi için hisse senedi veya hisse senedi opsiyonu gibi paylaşıma dayalı teşvikler vermektir. Kuram iki problemi çözmeye çalışmaktadır. Birinci problem; asil ve vekilin amaçlarının çatıştığı durumlarda, vekilin hareketlerinin doğruluğunun tespit edilmesindeki maliyetler ve zorluk, ikinci problem ise; asil ve vekilin risk önceliklerinden dolayı farklı seçenekleri tercih etmeleridir. Kuramın genel analiz birimi asil ile vekil arasındaki kontrattır. Kuramın odak noktası ise; kişiler, örgütler ve bilgi hakkındaki varsayımlar altında en etkili kontratın belirlenmesidir. Bu durumda davranış odaklı kontrat ile sonuç odaklı kontratın hangisinin daha etkili olacağı sorusu cevaplanmalıdır. Pozitivist vekâlet kuramı; asil ile vekilin çatışan amaçlarını ve vekilin çıkarcı yaklaşımını sınırlandıracak durumları açıklamak için büyük örgütlerin asil-vekil ilişkisinde özel durumlara odaklanırken, asil-vekil araştırması daha çok matematiksel ve soyut analizlere odaklanmaktadır. Pozitivist kuramda, ödül vermek gibi sonuç odaklı kontratların ve bilgi sistemlerinin vekilin fırsatçılığını önleyeceği önermeleri vardır. Asil-vekil araştırmalarında ise; riskten kaçınma, sonuç belirsizliği ve bilgi faktörlerinin altında en uygun kontratın en basit model olduğunu varsaymaktadır. Basit modelde; asilin vekilin ne yaptığını tam olarak bildiği durumlarda sonuç odaklı kontratın uygulanmasını öngörür. Asilin vekilin ne yaptığım tam olarak bilememesi halinde ise vekilin anlaşmaya uymadığı ahlaki tehlike durumu ve vekil tarafından yanlış beyanda bulunulan ters seçim durumunun ortaya çıkacağını öngörür. Bu durumlarda ise asil ya bütçeleme sistemi, raporlama prosedürleri, yönetim kurulları ve ilave yönetim kademeleri gibi bilgi sistemlerine yatırım yapmalıdır ya da vekilin davranışlarının sonuçları üzerine kontrat yapmalıdır. Böylece riski vekile transfer etmek pahasına da olsa vekilin öncelikleri ile asilin öncelikleri uyumlaştırılarak vekilin davranışı motive edilmiş olacaktır. Yüksek derecede sosyalleşmiş ve klan odaklı işletmelerde asil ve vekilin amaç çatışması yaşaması durumunda, çatışmanın derecesi yüksek ise sonuç odaklı, çatışmanın derecesi düşükse davranış odaklı kontrat tercih edilmelidir. Eğer yöneticinin görevi programlanabilir ise davranış ölçümü kolaylaşmakta ve bu durumda vekilin davranışına dair bilgi daha belirgin olacağı için davranış odaklı kontrat tercih edilmelidir. Eğer sonuçların ölçülebilirliği düşükse davranış odaklı kontratlar ancak sonuçların ölçülebilirliği yüksek olduğunda sonuç odaklı kontratlar tercih edilmelidir. Vekil ile asil uzun dönemli bir çalışma ilişkisine sahipse davranış odaklı, kısa süreli bir çalışma ilişkisine sahipse sonuç odaklı kontratlar tercih edilmelidir. Kuram; bireysel çıkar ve örgütsel amaç çatışması konularında politik bakış açısıyla; çıkarcılık, amaç çatışması, sınırlı rasyonellik ve bilgi asimetrisi konularında işlem maliyeti kuramı ile; asimetrik bilgi ve sınırlı rasyonellik konularında koşul bağımlılık kuramı ile benzeşmektedir. Yine asil ve vekil arasındaki güç dengesi ilişkisi ile kaynak bağımlılığı kuramı ile; asil-vekil ilişkilerinin çevresel kurumlardan etkileneceğini varsayarak kurumsal kuramla ve örgütsel amaçlar ile sonuçların ilişkilendirmesinde örgütsel kontrol yaklaşımı ile benzeşmektedir. Kuram; sosyal bağlamı göz ardı etmekle ve sosyo-kültürel değişkenleri araştırmalara dahil etmemekle eleştirilmiştir. Yine yöneticilerin davranışlarını çok dar bir bakış açısı ile ele alması, örgüselsel güven, örgütsel vatandaşlık, motivasyon gibi kavramlara hiç değinmemesi, örgütlerin karmaşıklığı dikkate alınmada harekete geçirici güç olarak sadece yöneticinin çıkarlarının kabul edilmesi yönüyle de eleştirilmiştir. Elygulama ve önerileri ile kuram yöneticinin psikolojik boyutunu, onun bu durumdan dolayı iş yapma isteğinin düşebileceğini ve performansın dolayısıyla verimliliğin azalacağını göz önünde bulundurmamaktadır. Bazı araştırmalar kuramın varsayımlarını desteklemekte sınırlı kalırken bazı yönetişim uygulama sonuçları kuramın varsayımlarını desteklemektedir. Bu durum aslında insanın doğasını ontolojik olarak çıkarcı (olumsuz) varsayan kuramın bazı noktalarda haklı olsa bile diğer durumlarda yamlabileceğinin ve varsayımları itibariyle hatalı ilişkilendirmeler yapabileceğinin bir göstergesidir. 2 ÖRGÜT KURAMINA POSTMODERN VE ELEŞTİREL BAKIŞ S a lih A R S L A N Örgüt kuramında egemen olan nesnel epistemoloji ve yöntemler, öznelliğe vurgu yapan araştırmacılar tarafından eleştiriye tabi tutulmaya başlanınca ve bilim felsefesinde ortaya çıkan paradigma tartışmaları örgüt kuramına yansıyınca alanda bir çok unsur hatta alanın kendisi sorgulanır hale geldi. Bu eleştirileri başlıca iki grup altında toplayabiliriz. İlki postmodern eleştiriler diğeri ise eleştirel yönetim çalışmalarıdır. Postmdemizm, modemizmden sonraki bir tarihsel aşamayı ifade etmek için ya da dünyayı anlama ve açıklamada yeni bir epistemoloji olarak görülebilir. Postmodern eleştirilerin temelinde kendi felsefesindeki çelişki, belirsizlik, gelip geçicilik, kaos ve karışıklık vardır. Bu anlamda tek bir gerçeklik yoktur. Modernliğin bütün iddialarını reddeder ve tersine çevirir. Modernist düşüncede dil, gözlem ve akılla bulunanı yansıtırken, postmodern düşüncede dil, gerçekliğin kendisidir ve hatta gerçekliği inşa eder. Dil mecazi, metaforik, belirlenemeyen, çelişkilerle dolu ve kararsızdır. Bu nedenle anlam evrensel olamaz, yerel olabilir. Postmodemizmde yöntem doğrunun tek belirleyicisi olma tekelini yitirir. İnsan kendi varsayımları hakkında bile eleştirel olabilmelidir. Postmodern anlayışta araştırmacılar genelleştirmeden daha çok bir veya birkaç vakayı derinlemesine incelerler. Örgütsel kuramlarında paradigmaların hepsi modernist kökene dayanır. Temel varsayımları genel olarak akılcı fail, görgül bilgi ve dilin bir temsil olarak değerlendirilmesidir. Postmodern örgüt anlayışı akılcı fail yerine toplumsal akılcılık, görgül bilgi yerine sosyal kurmaca ve temsili dil yerine eylem olarak dili koyar. Postmodern örgüt bürokratik iş bölümünün egemen olmadığı örgüt olarak tanımlanır. Küçük ölçekli, esnek üretime dayalı, çok vasıflı işgüçlerine dayalı, bilgi teknolojilerini kullanan, ademi merkeziyetçi ve katılımcı yönetimi uygulayan, ağlar ve şebekeler halinde biçimlenmiş örgütlerdir. Sanal örgütlerde bu anlamda postmodern örgütlerdir. Burada örgüt kültürü ön plana çıkar ve yöneticinin işi örgütü yönetmek değil kültür oluşturmaktır. Postmodern anlayış modem yönetim uygulamalarının iddia ettiği gibi çalışanı özgürleştirmediğini aksine onları nesneleştirerek uysal ve faydalı bir meta haline getirdiğini ileri sürer. Postmodern anlayışa yönelik de eleştiriler vardır. Postmodemizmi, yeni örgütsel pratikleri meşrulaştırmaya yarayan araç olarak gören, örgüt kültürünü insanların nasıl düşünmesi ve davranmasını etkileyen yönetsel kontrol mekanizması olarak gören görüşler vardır. Postmodernist anlayışta öznellik, kimlik, düşünümsellik, dengesiz güç ilişkileri, duygular, cinsellik, maneviyat, estetik gibi konular da analiz birimi içinde değerlendirilmektedirler. Bu anlamda örgütte modernist anlayışın yönetemediği alanlar vardır. Postmodern alan bu konuları irdelemekle nüfuz edilememiş bu alanların sömürülmesine neden olma ihtimali ile eleştirilir. Postmodernizm sorunlara cevap bulmayı amaçlamayıp, cevapları sorunsallaştıran bir akılcılık peşinde koşmakla eleştirilmiştir. Radikal hümanist paradigma içinde değerlendirilen eleştirel kuramın temelini, bireyin yaşadığı dünyayı meydana getirdiği düşüncesi oluşturur. Bu anlamda bilincin ve toplumun oluşumunda fikirlerin rolüne vurgu yapar. Temel varsayımı insanın kendi doğasına yabancılaştığı varsayımıdır. Eleştirel kuram bilimin tarafsızlığını reddeder. Akılcı ilerlemeyi özgürlükle eşanlı olarak gerçekleşmesi gerektiğini savunur. Eleştirel kuramcı demek sol, antiemperyalist, feminist, çevreci, geleneksel pozitivizme uzak bir araştırmacı tipi olarak görülür. Burada araçsal akıl eleştirilir ve dil oluşturan bir olgu olarak görülür. Kuram Ortodoks kuramları insanı manipüle eden teknokratik düşüncesinin ifadesi olarak görür. Yönetimin faaliyet ve ideolojilerinin etkilediği gruplara söz hakkı verir. Amacı tahakkümün olmadığı eşit fırsatların olduğu işyerleri oluşturmaktır. Ortodoks araştırmaları yöneticilere yardımcı olmakla itham eder. Eleştirel yönetim çalışmaları sınıf, etnik köken ve cinsiyet konularına önem verir. Nesnel olmayan bir ontoloji ve epistemolojiye dayanır. Etnografı, gözlem ve mülakat gibi teknikler sıklıkla kullanılır. Sadece davranış ve yapılar üzerinde değil, semboller ve anlamlar üzerinde de durur. Yönetime karşı değildir sadece mevcut yönetim anlayışını çalışanın lehine ve özgürlüğü adına reforme etmek istemektedir. En önemli kavram özgürleşmektir. Doğasına yabacılaşan insanın tekrar doğasına dönüşü arzulanmaktadır. Bu bireyin sosyal ve psikolojik gereksiz sınırlamalardan kendisini kurtarması ile mümkündür. Eleştirel kuram küreselleşmenin olumsuz yönlerine dikkat çeker ve sömürü, baskı ve sosyal adaletsizlikleri anlatma ve eleştirmeyi temel amaç olarak benimser. Eleştirel kuram soyut kuramsallaştırma ve yönetimin pratiğine yönelik hiçbir şey söylememekle eleştirilir. Bu anlamda ampirik ve nicel yöntemlere sıcak bakması tavsiye edilir. Bu anlamda marjinal olarak görülen akademik konumu aynı zamanda zayıflığı olarak nitelenir. 2