DRİNA’ DAN TUNA’YA BOSNA’DA DEVR-İ ALEM BOŞNAKLAR KAN AĞLARKEN Yoğuslav’ ya dağılıp Bosna’da savaş başlayınca yüreğimiz yanmıştı. Araştırmacı gazeteci ve Devr-i alem belgesel tv program yapımcısı olarak Bosna’ya ilk kez 2003 yılı Haziran ayında gitmiştim. 2008 Aralık, 2011 Mayıs, 2014 Eylül, 2015 Temmuz ve son olarak Kasım 2015 tarihinde bir kez daha Bosna’ya gittim. Bu kez Bosna’nın savaşlar tarihi ve yaşanan insanlık dramını belgeselleştirmek istedim. “ Boşnaklar Kan Ağlarken” başlıklı yazım ’da Bosna’nın kanayan yarasını ve Boşnakların yaşadığı vahşeti belgeselleştirip tarihe not düşüp zamana noterlik yapacağız. Yazan : İsmail Kahraman (www.belgeselyayincilik.com) E- post: Belgeselciismail@gmail.com Bosna’nın başkenti Sarayova Baş çarşı hatırası K Evlad-ı Fatihan diyarı Bosna ültür Turları’ nın marka kuruluşlarından Balkan Turlarında önemli yere sahip Koşukavak Turizm ve Seyahat Acentesi’ nin sahibi Rıfat Yakupoğlu’ un daveti ile bir kez daha evladı fatihan diyarına gittik. Gebze belediyeler birliği tarafından organize edilen edilen Birliğe üye belediyelerin başkanları ve meclis üyelerinden oluşan 90 kişilik bir ekiple geldiğimiz Evlad-ı Fatihan diyarı Bosna Hersek’te Devr-i Alem Belgesel Yayıncılık TV programı ile tarihe not düşüp zamana noterlik yaptık. Bosna Vişegrad Dirina Sokullu Mehmet Paşa köprüsü Koşukavak Turizm’in iki otobüslük tur kafilesi ile Güney’den Kuzey’e Devr-i Alem yaptığımız Bosna Hersek’te İvo Andiriç’in ünlü romanına konu olan Bosna’nın Vişegrad kentine gitme imkanı buldum. Mimar Sinan tarafından Drina nehri üzerine yapılan Sokullu Mehmet Paşa köprüsünde belgesel çektik. Köprünün tamiri için Türkiye devleti beş milyon avro para harcayarak geçmişe vefa borcunu ödedi Tamirattan sonra Drina köprüsünde ilk belgesel çeken Devr-i Alem belgesel TV program ekibi oldu. Bosna Vişegrad Sokullu Mehemet Paşa nın Mimar sinana yapıtrdığı Dirina köprüsü Bosna savaşlarının üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen Bosna’da analar ağlamaya devam ediyor. Bosna savaşlarında ölen ve kaybolanların sayısı halen belli değil. Fatih’in Bosna’ya girdiği ilk yer olan ve adını da bizzat Fatih tarafından derin nehir olduğu için “Derin Ha” dan alan Drina nehri vadisinde savaş ve soykırımların belgeselini çektik. BOSNA’NIN KANAYAN YARASI SREBENİTSA KATLİAMI Srebenitsa’da binlerce kişinin Sırplar tarafından hunharca katledilerek soykırıma uğradığını ilk kez dünyaya Amerikalı bir gazeteci duyurmuştu. Bizde toplu şehitlikte belgesel çekerek şehitlerimizi hayırla ve rahmetle andık. Bosna savaşlarını anlamadan dünyada bugün yaşananlar anlaşılmaz. Bosna’nın hesabı sorulmadan Suriye’de akan Müslüman kanı durmaz. Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel ve Başbakan Tansu Çiller Bosna savaşları için harekete geçmişti. Tüm İslam dünyasından Bosna’ya silah ve asker gittikten sonra savaşı Boşnakların kazanacağı anlaşılınca birleşmiş milletler 4 yıl sonra 1995 de Bosna savaşını durdurmuştu. Dirina Nehrinde baraş ve dağlar Srebenitsa’da soy kırıma uğrayan boşnak mezarlarında fatiha okuduk. Bosna Srebenitsa da soy kırıma uğrayan boşnak müslümanların yaş ortlaması 30. Bosna Gorajde göngören parkı dirina nehri ve Kayseriyye camisi 1 DİRİNA VADİSİN’DE 500 KM. 5 Kasım 2015 günü Başkent Sarayevo’dan yola çıkıp toplam 500 km. yol giderek Bosna Hersek ve Sırbistan topraklarında Drina nehri vadisinde soykırım ve savaşların belgesel görüntülerini çekip, birleşmiş milletlerin koruması altında olmasına rağmen Srebenitsa’da soykırımı kurbanlarının toplu mezarlarının başında sizler adına da Fatih’a okudum. Bosna’da analar ağlamaya halen devam ediyor. Suriye’de ise hem analar hem babalar kan ağlıyor. Kadın ve çocuklar vahşice katlediliyor. Bosna’da tek yürek olan Türkiye ve İslam dünyası nerede? Biz sizleri Drina nehri üzerinden Bosna Savaşları’nın halen acı izlerinin bulunduğu bölgeye götürüyoruz. Drina’ dan Tuna’ya su değil Osmanlı ve İslam medeniyeti tarihi akarken Haçlıların kin ve düşmanlığı halen devam ediyor. Bosna Vişegrad Dirina S. Mehmet Paşa köp- Vişegrad Dirina nehri üzürinde Sokullu rüsün’den bir başka manzara. Mehmet Paşa’nın doğduğu köye giden yol Savaşlar Tarihinde Bosna. Bugün dünyada adı konmamış bir savaş yaşanıyor. Özellikle İslam Coğrafyası ve Türkiye’nin yanı başında oluk oluk kan akıyor. Yüzbinlerce insan ölüyor. Dramlar, sürgünler ve göçler yaşanıyor. Deyim yerinde ise medeni geçinen dünyanın gözü önünde bir mezalim yaşanıyor. Her geçen gün adım adım üçüncü dünya savaşına gidiyoruz. Kimse de buna ses çıkartmıyor. Birinci Dünya Harbi’nin çıkmasına sebep olan Bosna’ya bir kez daha yolumuz düştü. Bu kez Bosna’ya Birinci Dünya Harbi ve medeni dünyanın gözü önünde yüzbinlerce insanın öldüğü Bosna savaşlarını araştırmak, Birinci Dünya Harbi’ni sebep ve sonuçları ile gündeme getirmek için gittim. Bosna Savaşlarını bugün bizler unutsak da tarih ve arşiv belgeleri unutmuyor. Bosna’yı gezip görenler savaşın ne anlama geldiğini bir kez daha anlıyor. Bosna’ya ilk kez 2003 yılında gitmiştim. 2008, 2011, 2014, 2015 Temmuz Ayı ve son olarak Kasım 2015 tarihinde bir kez daha Bosna’ya gittim. Bu kez Bosna’nın savaşlar tarihi ve yaşanan insanlık dramını belgeselleştirmek istedim. Bosna Foça da savaşlarda yıkılan alaca camisi inşaatı TİK a yapıyor Bosna Srebenitsa toplu şehitliğinde fatiha okuduk Fatihin Bosnayı fetihinde verdeği Dirina nehri vadisi ve Vişegrad E Soykırım ve hayatın belgeseli vladı Fatih han diyarı Bosna’dan sizlere sesleniyoruz. Bosna’ya daha önce birçok kez gitmiştik. Uçakla İgman Dağları üzerinden başkent Sarayova’ ya inmiştik Temmuz 2015 tarihinde Karadağ’dan yola çıkıp dünyaca ünlü Drina Nehri’ndeki Tara Kanyonu’ndan karayolu ile Bosna’ya gelmiştik. Drina Nehri Sava Irmağı ile Tuna’ya karışıyor. Karadağ üzerinden vadiler aşarak Drina Vadisi’ne giriyoruz. Muhteşem bir güzel- Dirina köprüsü ve Vişegrad lik göz ve gönül okşuyor. Zaman zaman durup fotoğraflar çekip, belgesel görüntü kayıtları yapıyoruz. Drina Nehri ve Tara vadisi kültür tarihimizin de bir çizgisi. Meşhur yazar İvo Andiriç’in Drina Köprüsü romanında anlattıkları gözlerimizin önünde canlanırken vadinin ve dağların ihtişamlı manzarası eşliğinde Bosna’ya geliyoruz. Bosna Srebenitsa soy kırım kurbanlanı anıtı ŞAVAŞ TÜNELİNDE TARİHE NOT DÜŞÜYORUZ Bu kez Bosna’yı savaş yıllarında 4 yaşında yetim kalan babası savaşta ölen Mirza Ömer Haciç’in rehberliğinde geziyoruz. İlk durağımız Savaşlarda Sarayova’nın can damarı olan savaş tüneli oluyor. 800 metre uzunluğundaki savaş tüneli, Sarayova’nın adeta can damarı olmuş. görsellerle tünel müze haline getirilmiş. 4 ay 4 günde kazılan tünel Bosna savaşlarının kazanılmasında önemli kilometre taşı. Tünelde belgesel çekimlerimizi yapıyor, tarihe not düşüp zamana noterlik yapıyoruz. BOSNA’DA HER YER ŞEHİTLİK Bosna Hersek son 100 yılın en büyük insanlık katliamına sahne olan bölgelerden birisi. Dağ taş her yer şehit mezarları ile dolu. Amerikan CHE raporuna göre, bu savaşta 260 bin kişi ölmüş, bunun 160 bini Boşnak Müslümanı. Müslümanların lideri Bilge Kral Aliye İzzet Begoviç bir zamanlar çocuk parkı olan 500 e yakın şehidin mezarının olduğu şehitliğin tam ortasında Aliya’nın mezarı. Aliya ölmeden 1 hafta önce, kendisini ziyaret eden o dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a ‘Sırpların arkasında Ruslar var, Hırvatların arkasında Almanlar var, Boşnakların arkasında Türkiye olmalı, Boşnakları sizin şahsınızda Türkiye’ye emanet ediyorum. Ona iyi sahip çıkın’ dediğini söyledi rehberimiz Mirza bey. Bosna’nın Foça kentinde savaşlarda yıkılan Balkanların en güzel camisi Türkiye tarafından yeniden yapılıyor Bosna - Mostar köprüsünden bir manzara Bosna Travnik kalesi genel görünümü S BAŞÇARŞI’DA TARİHİ YAŞAMAK arayova’nın kalbinin attığı yer baş çarşıdır. Fatih tarafından fethedildiği yıldan beri, adeta yaşayan bir tarih. Sanki 500 yıl geçmemiş gibi her şey aslına uygun sanatkârlar işlerine devam ediyor. Esnaf tıpkı eski işlerini yapıyor. Ancak 15. yüzyılda inşa edilen bu çarşı 19. yüzyılda geçirdiği yangın nedeniyle inşa edildiği boyutun yarısı kadar kalmıştır. Çarşının tam ortasında çeşme bir anlamda Sarayova’nın sembo- Bosna Foço’da savaşda yakılan cami ve saat kulesi lü. Sebil, 1891 yılında yapılmıştır. Fakat zaman içerisinde zarar gördüğü için yeniden yapılmıştır. 1984 Olimpiyatları öncesi yenilenen sebil, 2006 yılında tamamen eski görünümüne kavuşturulmuştur. Baş çarşı’ nın kalbinin attığı yer ise, Hüsrev Bey Külliyesidir. 1530 yılında inşa edilmiştir. 26 metre yüksekliğindeki kubbesi oldukça görkemlidir. Cami minaresi ise 47 metre yüksekliğindedir. Kubbe ve diğer kısımlarda yer alan işleme, süsleme ve halı gibi detaylar görülmeye değerdir. Külliyesi yaptıran ve Sarayova’yı dünyanın en önemli şehri haline getiren Hüsrev Bey, o dönemin en zengin devlet adamı olmasına rağmen bütün malını mülkünü vakfetmiş, öldüğünde bir çorabı ile kalmamış bir devlet adamı. Ancak kurduğu vakfın medresesinde okuyan bugünkü öğrenciler bile, her gün Hüsrev Paşa’nın ruhu için camide hatim okuyorlar, biz de türbesinde hatim okuyarak. Baş çarşıdaki gezimizi sürdürüyoruz. Hüsrev Bey’in yaptırdığı Handan Aliye İzzet Begoviç’in öncülüğünde Bosna Genç Müslümanlar Birliği kurularak, Bosna’nın kurtuluşuna zemin hazırlanmıştı. Bugün bu handa oturup çaylarını yudumlayan gençlerin ne kadarı bu tarihi geçmişi biliyor. BİRİNCİ CİHAN HARBİ SARAYOVA’DA BAŞLAMIŞTI Sarayova’daki gezimizin şimdiki durağa birinci cihan harbinin fitilin ateşlendiği yer. Avusturya Macaristan veliahdının 1914 yılındaki Sarayova ziyaretinde, Sırplı bir öğrencinin veliahttı vurduğu köprünün başına geliyoruz. Sırplı genç, silahı çekip, veliahttı vurduğu yerdeki binanın duvarında bu tarihi olayı anlatan tabela var. Duvarlarda resimler var. Birinci Cihan Harbi burada patlak vermiş, Sırpların yanında Ruslar Avusturya Macaristan’ın yanında Almanlar savaşı başlatmışlar, savaş bütün dünyaya yayılmış, milyonlarca insan ölmüş Osmanlı tarih sahnesinden silinmişti. Medeni geçinen Avrupa bu savaştan ders almamış 2. Cihan Harbi’nde de birbirlerini öldürmüşler, onlarca milyon insan hayatını kaybetmiş. SAVAŞ, AÇLIK VE ÖLÜM Bosna savaşlarında kaç kişinin öldüğü bilinmiyor. Değişik kaynaklardan değişik bilgiler veriliyor. Avrupaların aç gözlüğü yüzünden 260 bin insan Bosna’da ölmüştü. Bosna’da halen savaşın izleri tüm tazeliği ile gözükmekte. Evlerin bahçelerinde bile şehit mezarları var. Bize rehberlik yapan Mirza Ömer Bey, yaşadığı acı olayı bize şöyle nakletti: “ Ben savaşta 4 yaşındaydım. Babamın şehit olduğu haberi eve gelince, annemin babanız öldü demesini üzerine açlık ve yokluk yüzünden o gün çocuk ruhu ile ölümün ne olduğu bile bilmeden “Anne Babamı pişirip yiyebilir miyiz” demem açlığın ne kadar korkunç olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.” Derken bir tarafımdan da gözünden de birkaç damla yaş dökülüyordu. İşte bu gençle yanı Mirza Ömer Hoçiç ile şimdi Bosna Savaşları’nın acı gerçeğinin yaşandığı Drina nehri vadisine doğru yola çıkıyoruz. Bosa Vişegrad Dirina köprüsü kitabesi Bosna’dan doğan Sular Dirina ve Sava ırmağı ile Tuna nehrine akar nehri’nin Vişegrad Dirina Sokullu Mehmet Paaşa Köprüsü İGMAN DAĞLARINDAN DRİNA NEHRİNE B osna’ya turlar düzenlenir. Ancak bu turlarda hep aynı rota takip edilir. Başkent Sarayova’da baş çarşı gezilir, şehitlik ziyaret edilir, sonra gelsin Boşnak köfte ve böreği… Afiyetle yenilir, içilir. 1 günlük Mostar, Poçitel ve Blagay tekke turu, ardından da ikinci günde Ahmiç köyü ve vezirler şehri Travnik şehrine gidilir. Son gün ise Sarayova’da şehir turu yapılarak uçakla Türkiye’ye dönülür. Hemen hemen bütün turlar bu şekilde cereyan eder. Bu yazı ’da sizlere farklı bir rota takip ettireceğiz, İgman Dağları üzerinden Drina nehri vadisine doğru yolculuğa çıkarıp Bosna’da yaşanan savaş ve soykırımın gerçek yüzünü göstereceğiz. Tarihler 15 Kasım 2015. Sabah erkenden Bosnalı rehberim Mirza Ömer Hociç bey ile yola çıkıyoruz. Güzel bir sonbahar, hafif sis ve güneş bize Sarayova’dan el sallayarak İgman Dağları üzerinden doğarken, Sırp bölgesine geçiyoruz. Savaşın Bosna’da halen izleri var. Sonbaharın o muhteşem manzarası, sararmış yapraklar, derelerin nazlı nazlı aktığı vadilerden, kanyonlardan geçerek Drina Nehri Vadisi’ne iniyoruz. Drina nehri Osmanlı Türk tarihi için çok önemli yere sahip isterseniz gelin kısaca bir Drina nehri ile ilgili bilgilerimizi tazeleyerek Foça şehrine girelim. DRİNA NEHRİ VADİSİ Bosna Vişegrad şehri ve Dirina ırmağı Bosna dağlarından doğan Drina Balkanlar’da uzanan, Sava Irmağı’nın 346 km boyundaki en büyük kolunun adıdır. Dirina önce Sava ırmağı ile birleşir ardından Belgrad’da Tuna’ya katılarak Osmanlı tarihi’ nin sınır çizgisini oluşturur. Drina Nehri, Biri Durmitor, diğeri Komovi dağ- Drina ile ilgili bilgilerimizi tazeledikten sonra larından çıkan Piva ile Tara akarsularının Foça Bosna savaşlarında büyük soy kırım ve insanyakınlarında birleşmesinden sonra meydana lık dramının yaşandığı Foçaya giriyoruz. gelerek Drina adını alır. Eğimli bir arazide aktığı için nehir, trafiğe elverişli değildir. Ancak kütük yüzdürmekte çok kullanılır. Büyük bölümü Sırbistan ile Bosna-Hersek arasındaki sınırı oluşturur. Drina çok hızlı akan, soğuk ve yeşil suya sahip bir nehirdir. Ortalama derinlik 3-5 metredir. 12 metre olan en derin yer Tijesno’dadır. Drina’nın ortalama genişliği 50-60 metredir. Ancak, genişlik Tijesno’da 12-20 metreye düşerken, Bajina Basta ve Ljubovija’da (Sırbistan) genişlik 200 metreden fazladır. Elverişsiz arazisi sebebiyle Drina havzası az nüfuslu bir bölgedir. Bölgede düzgün yollar ve demiryolları azdır. Drina Nehri üzerindeki yerleşim yerleri şunlardır:Bosna-Hersek’te: Foça, Srebrenica, Gorajde, Vişegrad, Bratunac, Zvornik, Janja. Sırbistan’da: Ljubovija, Mali Zvornik, Banja Koviljača, Loznica, Lozničko Polje, Badovinci. Bosna-Hersek’te Vişegrad, Skelani, Bratunac ve Zvornik; Sırbistan’da Loznica ve Badovinci yerleşim birimlerinde köprüler bulunmaktadır. Bunlar içinde Vişegrad’da bulunan Drina Köprüsü, birçok yönüyle meşhur olan bir köprüdür. Bu köprü Osmanlı İmparatorluğu zamanında Mimar SiBosna Vişegrad Dirina nehri kenarında nan tarafından Sokullu Mehmet Paşa adına Fatih S.M. Bosnaya girdiği yere yapılan 1577’de yapılan 11 gözlü bir köprüdür. Bosnanını 65. m. en yüksek minareli camisi Bosna Foça’da saaşda yakılan cami restra ediliyor. Bosna Ahmiç köyünde 116 boşnak bir gecede katl edildi D FOÇA’DA SAVAŞIN KANLI İZLERİ rina bizim tarihimizi anlatıyor, bizim türkümüzü söylüyor. Yol üzerindeki köyler, evler bizlere el sallarcasına; adeta bugüne kadar ‘Neredesiniz?’ diye sitem ediyor. Tırnova, Milavina şehirlerinden geçerek ilk durağımız Foça oluyor. Drina ırmağının başlangıç noktası Foça muhteşem bir yer. İki ırmağın birleştiği bu şehir Bosna savaşlarında en büyük katliam ve vahşetlerin yaşandığı yer. Şehirde halen bir hüzün Bosna Travnik şehrinde hatıra footoğrafı hâkim. Rehberimizin verdiği bilgiden öğrendiğimiz kadarı ile savaş öncesi buranın %70’i Müslüman Boşnaklardan oluşuyormuş. Savaşta Müslümanlar büyük bir katliama uğrar. Yaşlılar ve çocuklar öldürülür, kadınlar ve kızlar tecavüze uğrar, evler ve camiler yakılır. Foça’nın merkezinde saat kulesinin yanı başındaki Türk çarşısı halen yanmış, yıkılmış vaziyette duruyor. Foça saat kulesi adeta burada yaşanan mezalimin hüznünü yaşıyor. Bir cami restore edilmeye çalışıyor. Çevresindeki mezarlar temizleniyor. Ahşap yapılı beşik örtülü cami gerçekten göz ve gönül okşuyor. Yanmış, yıkılmış evler acaba hangi Foçalılara mezar oldu. Ruhlarına Fatiha okuyarak Drina nehri kenarındaki Balkanların en güzel mimarisine sahip Alaca Cami’nin bulunduğu yere geliyoruz. Bu Cami savaşlarda yakılıp, tümüyle yıkılmış. Türkiye Cumhuriyeti bu Cami’yi de yapmaya çalışıyor. Cami’nin inşaatından görüntüler çekiyoruz. Cami, aslına uygun restore edilerek ziyarete açılacak. Bugün Foça’ya çok az sayıda Müslüman dönmüş. Halen Foça’da gerginlik ve sıkıntı yaşanıyor. Foça’dan hüzünlü bir şekilde ayrılarak, Drina nehri vadisine doğru yola çıkıyoruz. FATİH İLK KEZ DRİNA’DAN BOSNA’YA GİRDİ Drina muhteşem bir nehir. Sonbaharın o hüzünlü havası Drina vadisinde daha çok hissediliyor. Foça’ya yakın Üstekolina şehrine uğruyoruz. Rehberimiz Ömer Hociç bizi nehir vadisindeki köyde durdurup, muhteşem bir caminin bulunduğu yere götürüyor. Caminin minaresi adeta gönlümüzü ferahlatıp, bizi geçmişe doğru yolculuğa çıkarıyor. Zira Fatih ilk kez Bosna’ya buradan girip, askerleri ile ilk kez burada karargâh kurmuş. Karargâh kurduğu burada askeriye camisi kurulmuş. Ancak cami savaşlarda yıkılmış, minaresi yok edilmiş. Bosnalı Müslümanlar bu camiyi yeniden yapmışlar ve 65 metre yükseklikte olan Bosna’nın en büyük minaresini burada hayata geçirmişler. Emin Tufan Bey adlı bu caminin bahçesinde Boşnak bir çocuk ile tanışıyoruz. Köy hakkında bilgi alıyor ve Müslümanların oldukça fazla olduğunu öğreniyoruz. Dirina Sokullu M.Paşa köprüsü kitabesi Bosna Vişegrad Dirina Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü kitabesi Bosna Grajde’de Güngören belediyesi tarafından yapılan park B AVUSTURYA, BOSNA’YI SÖMÜRMÜŞ osna’nın Drina ve İgman dağı bölgesinde yer altı zenginliği Avusturya’ nın ilgisini çekmiş. Avusturya tarafından burası işgal edilince, buranın zenginliklerini sömürmek için yollar açılıp, tüneller yapılmış. O dönem açılan tüneller halen hizmet veriyor. Altın, gümüş, kurşun gibi birçok maden o dönem buralardan çıkartılmış ve Viyana’ya götürülmüş. Rehberimizin ifadesine göre bu dönemde 12 ton altın, Avusturyalılar tarafından buradan götürül- soy kırım kurbanı Binlerce Boşnak için dikilen soykırım anatına çelenek koyduk düğünü öğreniyoruz. Muhteşem manzaralar eşliğinde Drina vadisindeki yolumuza devam ediyoruz. Gorajde şehrine gidiyoruz. Gorajde yine Bosna savaşlarında en çok hedef tahtası olmuş. Zira bu şehir yoğun Müslüman nüfusuna sahip. Şehrin hem giriş hem de çıkış noktası Bosna Sırp Özerk Cumhuriyeti. Bu şehir Sırp Cumhuriyeti’ni ikiye böldüğü için ciddi savaşlar yapılmış, birçok Müslüman ölmüş. Halen bu bölgede ormanlar ve yol çevreleri mayınlarla dolu. Savaş yıllarında bölgeye üç milyon mayın döşenmiş. Bu mayınların bugün 500 bini bulunamamış, halen mayın patlaması sonucu ölen ve sakat kalanların olduğunu öğreniyoruz. Yolumuz üzerindeki maden ocakları, oteller, fabrikalar, savaşta yaşanan dehşetin canlı şahitleri. Boşnaklara yapılan zulüm, işkence ve tecavüzlerin canlı tanıkları. Gorajde şehri Drina nehrinin geniş bir bölgesine kurulmuş. Köprünün savaşta keskin nişancılar tarafından hedef alındığı için köprüden geçen Boşnak Müslümanların teker teker öldürüldüğünü öğreniyoruz. Sırp keskin nişancılarına hedef olmaktan korunmak için Gorajde halkı köprünün hemen altına tel ve demirden bir köprü yaparak, karşıya geçip hayatlarını bu şekilde kurtarmışlar. Kayseri’liler Gorajde şehrine muhteşem bir cami yapmışlar. İki minareli Kayseriye Cami, Drina vadisinde adeta bir abide gibi yükseliyor. Güngören Belediyesi nehrin hemen kenarına bir park yapmış. Türk Bayrağı, Bosna bayrağı ile nazlı nazlı dalgalanıyor. Gorajde şehrinde halen Müslümanlar yoğunlukta. Bütün baskılara rağmen burayı terk etmeyen Müslümanlar adeta birer nöbetçi ve şehitler abidesi gibi. Halen Sırp kuşatmasındaki Gorajde şehri Bosna savaşlarının da ne anlama geldiğini görmeyenlerin gözüne sokarcasına gösteriyor. VİŞEGRAD’A GİDİYORUZ Drina nehri kenarındaki yolumuz devam ediyor. Sadece bir nehir ve yoldan ibaret değil burası. Tarihin derinliklerine de yolculuk yapıyoruz. Sağımızda muhteşem bir baraj gölü, solumuzda köyler ve muhteşem dağlar bize eşlik ederken bizde kendimizi tarihin derinliklerinde buluyoruz. Bir tesiste durarak baraj ve dağ manzarasını doya doya seyredip, burada yaşanan acı olayları hatırlıyoruz. Yol üzerindeki bir köprüde durup rehberimizden bilgi alıyoruz. Burası Osmanlı’nın ünlü veziri Sokullu Mehmet Paşa’nın köyüne giden yol. Köprü ve dağ zirvesindeki Mehmet Paşa’nın köyünde halen insanlar yaşıyor. Sokullu Mehmet Paşa gerçekten çok büyük bir şahsiyet. Osmanlı Devleti’ne büyük hizmet etmiş, büyük devlet adamı. Sokullu’nun ruhuna Fatiha okuyarak Vişegrad’a doğru yol alıyoruz. İsterseniz gelin şimdi Sokullu Mehmet Paşa kimdir Ansiklopedilerden derlediğimiz bilgilerle Osmanlı devletine yaptığı hizmetler nelerdir birlikte okuyalım. Bosna, Foço, Gorajde Vişegrad ve Srebenitsa rehberliğimizi yapan Mirza Ömerhociç ile yol hatırası Minareler,kubbelr ve vezilrler kenti Bosna-Trnavnik şehri Koşukavak Turun sahibi Rifat Yakupoğlu ile Tükiye’nin Bosna büyük elçisini ziyaret ettik. O SOKULLU MEHMET PAŞA KİMDİR smanlı’nın en önemli devlet adamların’ dan olana Sokullu Mehmet Paşa , 1505 yılında Sokoloviçi - Vişegrad, da doğdu. Osmanlı saraylarında Enderun mekteplerinde yetişti. 11 Ekim 1579 tarihinde öldü. Sokollu Mehmed Paşa Kanuni Süleyman döneminde Osmanlı donanmasının Kaptan-ı Deryalığı ve yine Kanuni Süleyman, II. Selim ve III. Murad dönemlerinde toplam 14 yıl, 3 ay, 17 gün Osmanlı Devleti’nin sadrazamlığını yapmış Boşnak asıllı bir Osmanlı devlet adamı- Mimar Sinan tarafından yapılan Dirina Sokullu M.Paşa Köprüsü dır. I. Süleyman’ın son vezir-i azamı olmuştur. Hem Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvede bulunduğu dönemi simgelemesi itibariyle hem de icraatları, projeleri ve kişiliği sayesinde en büyük Osmanlı sadrazamlarından biri kabul edilir. İki metreyi aşan boyu ile aynı zamanda en uzun boylu Osmanlı sadrazamı idi. Sadrazamlıktan önceki hayatı 1505 yılında Vişegrad kadılığındaki Rudo kasabasına uzak olmayan, Osmanlı idaresi altında iken Sokol olarak adlandırılan, Sokoloviçi Bu nedenle Balkan halkları arasında Mehmed Paşa Sokoloviç olarak anılır. Vaftiz edilirken Bayo adı takılmıştı. Babasının adı Dimitriye’ydi. Dimitriye’nin bir kızı ve Sırp tarihçilerine göre üç, Türk yazarlarına göre ise iki oğlu daha vardı. 1519 yılında devşirme sistemi ile çocuk yaşta Edirne Sarayına getirilmiş, Mehmed adı verilerek Türk ve Müslüman kültürü ile yetiştirilmiştir. Ardından İstanbul’a gönderildi. Topkapı Sarayı’nın Enderun bölümünde çeşitli görevlerde bulundu. 1541’de Kapıcıbaşılığa yükseldi. 1546’da saray hizmetlerinde başarılı olanların dış göreve atanmaları yolundaki gelenek uyarınca Kaptan-ı Derya’lığa getirildi. Görevde iken Trablusgarp Seferi’ne katıldı, İstanbul Tersanesini genişletti ve yeniledi. 1549’da vezirliğe yükselerek Rumeli Beylerbeyliğine atandı. Avusturya ile 1547’de imzalanan barış antlaşmasının bozulması üzerine Sokollu Mehmed Paşa 1551’de Erdel üzerinde yapılacak seferin komutanlığına getirildi. 80.000 kişilik orduyla Erdel’e giren Sokollu Mehmed Paşa önemli kaleleri aldı, ama Temeşvar Kuşatmasında başarılı olamayarak geri çekildi. Temeşvar 1552’de, Macaristan serdarlığına atanan Kara Ahmet Paşa ile alınabildi. I. Süleyman 1553’te Sokollu Mehmed Paşa’yı Rumeli askerlerinin başında Anadolu’ya gönderdi. Aynı yıl başlayan Nahçıvan Seferinde Sokollu komutasındaki Rumeli askerleri büyük başarı gösterdiler. Sefer dönüşünde Sokollu üçüncü kez vezirliğe yükselerek kubbealtı vezirleri arasına katıldı. Sokollu Mehmed Paşa, Süleyman’ın oğulları arasındaki mücadeleler sırasında da hep Selim’in yanında oldu. Nitekim taht mücadelesini Selim kazandı. Semiz Ali Paşa’nın sadrazamlığa yükselmesiyle ikinci vezir olan Sokollu, onun 1565’de ölmesiyle sadrazamlığa getirildi. Yaşı hayli ilerlemiş olan Süleyman çok güvendiği Sokollu’ya geniş yetkiler vermişti. 1561’de üçüncü vezir iken Süleyman’ın torunu ve Sultan II. Selim’in kızı Esmehan Sultan ile evlendi. Sokullu Mehmet Paşa’nın Sadrazamlık dönemi Sokollu Mehmed paşa ölümüne kadarki 15 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun idaresini fiilen elinde tuttu. I. Süleyman’ın son seferi olan Zigetvar kalesi fethini, padişah öldükten sonra o idare etti. Süleyman’ın ölümünü asker- Bosna Travnik kalesi den II. Selim gelinceye kadar saklayarak onu tahta çıkarmayı başardı. II. Selim döneminde sürekli sadrazamlıkta kaldı ve devlet işlerini idare etti. Sokollu 1568’de Avusturya ile 8 yıl süren bir barış antlaşması imzaladıktan sonra doğuya yöneldi. Amacı Osmanlı egemenliğini Asya’da ve doğu denizlerinde de güçlendirmekti. Portekiz’in Hint Okyanusu’ndaki artan etkinliğine karşın Kızıldeniz, Umman Denizi ve Basra Körfezi’ndeki Osmanlı gemilerinin sayılarını attırdı. Hindistan ve Endonezya ile iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Sokollu ayrıca Tunus’u Osmanlı himayesi altına sokarak, Kuzey Afrika’yı da denetlemek istiyordu. Ama Piyale Paşa ve Lala Mustafa Paşa gibi karşıtların etkisiyle Divan 1570’de Kıbrıs’ın alınması kararını aldı. Sokollu Venediklilere karşı böyle bir savaşın Avrupa’yı kendilerine karşı birleştireceği görüşündeydi. Ama Lala Mustafa Paşa Divan’a uyarak 1571’de Kıbrıs’a çıktı. Haçlı Donanması’nın misillemesinde Osmanlı donanması İnebahtı’nda yenildi. Alınan ağır yenilgi karşısında Osmanlılara gelen bir Venedik elçisine “Biz sizden Kıbrıs’ı alarak kolunuzu kestik, siz ise donanmamızı yenmekle yalnızca sakalımızı kestiniz; unutmayın ki, kol bir daha yerine gelmez, ama sakal eskisinden de gür çıkar.” dedi. Gerçekten de Sokollu’nun dediği oldu ve Venedikliler barış istemek zorunda kaldılar. Daha sonra Osmanlı Donanması Tunus’u İspanyollardan aldı. Dirina ırmağı vadesi Bosna Vişegrad Ahmiç köyünde camiye doldurulup laklan boşnak müslümanların isimleri S Sokullu Mehmet Paşa’nın Ölümü okollu 1574’te ölen II. Selim’in yerine geçen III. Murad döneminde de sadrazamlığını sürdürdü. Fakat artık eski gücü yoktu çünkü padişah da artık onun karşıtlarıyla işbirliği halindeydi. Sokollu yine de bazı siyasal başarılara imza attı. Fas’ı Portekiz akınlarından kurtardı, Avusturya’nın saray içine dönük oyunlarını etkisiz hale getirdi. Fakat baskılar artık iyice artmıştı, amcasının oğlu Budin Beylerbeyi Sokullu Mustafa Paşa sudan bir nedenle Sokullu Mehmet Paşa idam edildi. Sokollu Mehmed Paşa, 11 Ekim 1579 tarihinde derviş kılığındaki biri tarafından bir ikindi divanı çıkışında kalbinden hançerlenerek ağır yaralandı. Ağır yaralarından dolayı Sokollu bir süre sonra öldü. Eyüp’te bulunan türbesine defnedildi. Sadrazamın katili konuşturulamadı ve ertesi gün öldürüldü. Sokullu’yu öldüren kişi görünüşte tımarlarının azaltılmasından şikâyetçi olan bir Boşnak olduğu iddia edilmiştir. Ancak bazı araştırmacılar suikastta yıllar önce şeyhleri Hamza Bâli’ nin idam edilmesinin intikamını almak isteyen Hamzavîler’in rolü olduğunu iddia etmektedir. Ayrıca sadrazamdan kurtulmak istediği düşünülen III. Murad’ın da suikastın arkasında olduğu iddiaları vardır. Sokollu Mehmed Paşa 14 yıl süren sadrazamlığı boyunca usta bir siyasetçi olarak öne çıkmış, birçok askeri ve siyasal başarının elde edilmesinde birinci derecede rol almıştır. 60 yıllık devlet hizmeti sırasında da hiçbir görevinden alınmamış, daima bir üst göreve atanmış olması da ayrı bir özelliğidir. Sokollu bir tanesi İstanbul’da, diğerleri Lüleburgaz, Havsa (Edirne) ve Payas (Hatay)’ta bulunan beş külliyesi, imparatorluğun hemen her yanına yayılmış eserleri olmuştur SOKULLU’NUN ÖNEMLİ PROJELERİ Don ve Volga ırmakları arasında bir kanal açarak Osmanlı donanmasına Hazar Denizi yolunu açma, Süveyş Kanalı’nı açma, İzmit Körfezi Sapanca Göl Sakarya Nehri üzerinden Karadeniz’e alternatif bir boğaz açma gibi çağının ötesinde projeleri vardı. Don-Volga kanalı için gerekli işgücü seferber edildi, ancak hava şartları nedeniyle çalışmalar sürdürülemedi. Süveyş Kanalı düşüncesiyle ön adım olarak Sudan zapt edildi. Ancak bu proje de sonuca ulaşamadı. Devlet teşkilatı içinde de önemli düzenlemeler yapmıştır. ( Kaynak : Vikipedi Ansiklobedi) VİŞEGRAD ŞEHRİNDEYİZ Yol derin vadilerden geçiyor. Adeta bir tabloyu andıran muhteşem bir köprü ve şehir bize kucak açarcasına; ‘hoş geldin’ diyor. Hemen aracımızdan inip o muhteşem köprüyü, onlar Drina Köprüsü dese de biz o büyük mimar olan Mimar Sinan’ın Sokullu Mehmet Paşa için yaptığı ‘SOKULLU MEHMET PAŞA KÖPRÜSÜ’NÜN’ manzarasını doya doya seyrediyoruz. Kameramız ve fotoğraf makinemizi çalıştırıp, uzaktan köprü ve şehrin görüntülerini kayıt ediyoruz. VİŞEGRAD ŞEHRİ Vişegrad Bosna-Hersek’te yer alan özerk yönetim olan Sırp Cumhuriyeti’ndeki bir kasabadır. Drina Irmağı ve Drina Köprüsü’nün üzerindedir. Gorajde, Ustipraca ve Uzice kentleriyle komşudur. Vişegrad’a Drina Köprüsü’nü Sokollu Mehmed Paşa 1571 yılında yaptırmıştır. Vişegrad o zamanlar Osmanlı egemenliğinde çoğunluk olarak Sırpların yaşadığı bir köymüş. Drina Köprüsü yapılınca ticari faaliyetler burada hızlanmış. İvo Andric de bu köprüyü ve bu şehri “Drina Köprüsü” adlı romanında anlatmıştır. Köprü, UNESCO’nun koruması altındadır. Köprü ve şehir uzaktan gerçekten muhteşem gözüküyor. Tunuaya dökülen Bosna ırmağının sarayovadakı kaynağı Srebenitsa Sarayova yolu üzerinde Böğrek ve yemek ikram eden bosnalı aile. Dirina Köprüsünde hatıra fotoğrafı DİRİNA SOKULLU MEHMET PAŞA KÖPRÜSÜ Dünya Sırp lobisi sinsi planlar yaparak onlar “ Dirana Köprüsü “ diyerek bize “ Mimar Sinan’ın Sokullu “ Köprüsünü yaptıran Sokullu’yu ve Mimari Sinan’ı unutturmaya çalışsalar da biz unutmayacağız. Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü veya Drina Köprüsü, Mimar Sinan tarafından Sokullu Mehmet Paşa adına 1577’te Drina Irmağı üzerine yapılan 11 gözlü köprüdür. Drina Irmağı’nı kuzey-güney doğrultusunda keser. Eni 7 metreden biraz geniş, uzunluğu 180 metreye Bosnada şehitlik yakın olan Drina Köprüsü büyük kesme taş bloklardan yapılmıştır. Özellikle 20. yüzyıl sonunda Bosna-Hersek’te yaşanan iç savaş döneminde köprü ciddi hasar görmüştür. Köprünün bulunduğu nehir üzerine yapılan baraj sebebi ile bölgedeki su rejiminin değişmesi sonucu temellerinde ve ayaklarında önemli hasarlar ortaya çıkmıştır. Drina Köprüsü’nün restorasyonu Cemal Biyediç Üniversitesi ile işbirliği içerisinde T.C Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) tarafından gerçekleştirilmiştir.Köprü dünyada, İvo Andriç’in Nobel edebiyat ödülü alan Drina Köprüsü adlı romanı ile tanınır.. TİKA Başkanı Dr. Serdar Çam, Vişegrad şehrini ziyaret ederek restorasyon çalışmalarını başlatırken şu açıklamayı yapmıştı “Bu eser, sadece Osmanlı tarihin bir parçası değil, bölgedeki tüm milletlere aittir. Sonraki nesiller için eseri korumak istiyoruz. Köprünü aslına uygun restore edilmesiyle, bölgedeki tüm etnik grupların hatıraları canlanacak. TİKA’nın gerçekleştirdiği projeler Bosna’nın gelişmesine katkıda bulunacak.” . Vişegrad Belediye Başkanı Slavişa Mişkoviç ise Drina nehrinin debisinin yüksek olmasının proje için sorun teşkil ettiğini fakat nehrin üst kısmına baraj yaparak bu sorunu çözeceklerini dile getirdi. SOKULLU MEHMET PAŞA KÖPRÜSÜNDE BELGESEL ÇEKİYORUZ Uzaktan doya doya seyr ettiğimiz Drina ırmağı üzerindeki Sokullu Mehmet Paşa Köprüsünü yakından görmek ve belgesel çekmek için yolumuza biraz daha hız veriyoruz. Çünkü heyecanlıyız. Yüreğimiz kıpır kıpır. Aşığın maşuka kavuştuğu an, hangi heyecanı duyuyor ise bizde o heyecan içerisindeyiz. Drina nehri üzerindeki Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü’nde kendimizi buluyoruz. Köprüyü Türkiye Cumhuriyeti TİKA aracılığı ile 5 milyon avro masraf yaparak adeta yeniden yaparak gelecek kuşaklara emanet etmiş, Temeller sağlamlaştırılmış etraf ışıklandırmış. Yetkililerden bilgiler alıyoruz. Köprünün etrafından belgesel görüntüler çekerek kendimizi köprünün üzerine atıyoruz. Ünlü Sırp yazar İvo Andriç’in Drina Köprüsü romanına konu olan dünyaca meşhur köprünün üzerindeyiz. Gerçekten anlatıldığı kadar var. Köprünün tam ortasındaki kitabe ve teras insana tarihi imkânsız duygular yaşatıyor. Terasa oturup kitabeyi okurken burada yaşananları hatırlamadan edemiyorum. İvo Andriç gerçekten köprü ile ilgili birçok anıyı paylaşmış. Bazı bölümlerde Osmanlı’nın aleyhine haksızlıkta yapsa kitap okumaya değer bir kültür eseri. Keşke Müslüman bir Boşnak yazar, İva Andriç gibi Drina köprüsü ile ilgili bir roman yazabilse. Köprü üzerinde birçok turist var. Ancak hiçbir Türk’e rastlamıyoruz. Köprünün tamiratını yapan Türk firmasının Boşnak rehberi bizimle ilgileniyor. Köprüye hâkim kafede bizlere kahve ikram ediyor. Kahvemizi yudumlarken köprünün ihtişamlı manzarasını doya doya seyrediyoruz. Sararmış çınar ağacı yaprakları arasında köprü daha bir güzel daha bir muhteşem görünüyor. Köprüden ayrılmak, Vişegrad şehrinden ayrılarak Sırbistan’a giriş yapıyoruz. Hedefimiz Bosna Savaşlarında insanlık dışı dramın yaşandığı Serebenitsa şehrine gitmek üzere yola çıkarken sizleri Drina nehri köprüsü yazarı İvo Andriç ve “ Dirina Köprüsü” romanı ile ilgili bilgilerle sizleri baş başa bırakıyoruz. Bosnanın kaynağında belgesel çekmek Bosna Mostar hatırası Bosna savaşlarının anlatıldığı panu İVO ANDRİÇ VE DRİNA KÖPRÜSÜ ROMANI Sırp yazar İvo Andriç tarafından yazılan Drina Köprüsü romanını Türkçeye çevirmen Hasan Ali Ediz, Nuriye Müstakimoğlu,dur. Yazar İvo Andriç’in 1892 yılında Bosna’nın vezirler şehri Travnik’de dünya geldi. 1975 yılında Belgrad’da öldü. Sokullu Mehmet Paşa’nın Vişegrad’da yaptırdığı köprü ve çevresindeki yaşamlar üzerine yazdığı tarihi roman Temmuz 1942 - Aralık 1943 tarihleri arasında Belgrad’da yazılmış ve ilk defa 1945’te yayımlanmıştır. Yazar kitaba Drina nehrini, köprünün bulunduğu Bosna savaşının canlı şahidi savaş tüneli’nin ev sanibi kara koca kasabayı ve yörenin coğrafyasını anlatarak başlar. Kitabın yazıldığı tarihte köprü için söylenenler, köprü hakkındaki efsanelerden bahseder. Kitap da 350 yıl kadar geriye, köprünün henüz Drina üzerinde bulunmadığı yıllara dönülür ve o çağdaki yaşamdan bahsedilir. İleride Sokullu Mehmet Paşa diye anılacak olan çocuğun, yeniçeri ağasının Balkanlardan topladığı diğer Hıristiyan çocuklarla birlikte nasıl İstanbul’a götürüldüğü anlatılır. Ardından yazar köprünün yapılışını anlatır. Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa geldiği yer olan Bosna-Hersek’e ölümsüz bir eser bırakmak niyeti ile Drina nehri üzerine bir köprü yaptırmak ister. Yerli halk ilk başta ne olduğunu anlayamaz. İnşaatın uzaması ve inşaatın başındaki Abid Ağa’nın baskıları sonucunda halka yılgınlık gelir ve ahalî köprünün tamamlanmasını istememeye, köprünün hayır getirmeyeceğini düşünmeye başlar. Yazar, bu sırada inşaatı sabote etmek isteyen Radisav’ın kazığa geçirilişini tüm ayrıntılarıyla anlatır. Köprü inşaatı Abid Ağa’nın baskıcı tutumu yüzünden cezalandırılmasından sonra hızlanır. Köprünün yapılması sırasında her bölümde olduğu gibi tarihe ışık tutan yerli halkın yaşantısı aralara serpiştirilmiş olarak bulunmaktadır. Köprünün baştan itibaren yapılışına pek hoş bakmayan yerli halk köprü bittiğinde o zaman için olağanüstü olan bu eser karşısında hayranlığını gizleyememiş ve köprünün yapılışına çok sevinmiştir. Bundan sonraki birkaç bölümde Osmanlıların balkanlardan çekilişi anlatılır. 30-40 yılda bir tekrarlanan su baskınları ve Sırp isyanları âdeta köprünün gözünden aktarılır. 1945 yılında yayımlanan roman yazarın en ünlü ve en önemli eseridir. 1961 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen İvo Andriç’in bu ödülü, özel olarak Drina Köprüsüne verilmiş gibi kabul edilmektedir. Roman, Yugoslavya’da 15 kez basılmış ve başta Almanca, İngilizce, İtalyanca ve Fransızca olmak üzere hemen hemen bütün dünya dillerine çevrilmiştir. Türkiye’de ise ilk baskısı iki buçuk ayda tükenmiştir. SIRBİSTAN’DAN SEREBENİTSA’YA GİDİYORUZ. Devri Aleme belgesel program ekibi olarak Drine nehri vadisindeki kültür ve medeniyet tarihinin izlerini araştırmaya devam ediyoruz. Önce Vişegrad’dan Sırbistan’a giriyoruz. Sırbistan’da Müslümanlığını ve Boşnaklığını inkar eden ünlü senarist Emir Kosta Rika adına Sırbistan Devleti tarafından yapılan müthiş stüdyolar bizi karşılıyor. Emir Kosta Rika Bosna savaşı başlayınca, “Biz Osmanlılar tarafından zorla Müslümanlaştırılan Sırplarız” diyerek, Boşnaklığını inkar edip, İslamiyet den çıkarak Hristiyan olmuş bir isim. Bugün kimse kendisine itibar etmiyor. Korkusundan Saraybosna’ya da gelemiyor. Sırbistan’ın başkenti Belgrad’ta adeta hapis hayatı yaşıyor. Film platosu oldukça geniş alanı kaplamış durumda. Gerçekten insan manzara karşısında etkileniyor. Neden Türkiye’de böyle bir film platosu kurulmaz da, her film için filmden sonra bu platolar yıkılır diye soruyorum. Örneğin Kandıra Kefken’de çekimi yapılan, Ermeni göçünü anlatan film için devlet bütçesinden trilyonlarca lira harcanıp film platosu yapıldı. Film çekiminden sonra burası yıkıldı. Gerçekten büyük bir israf ve ayıp. Temennimiz bundan sonra bu tarz şeyler yaşanmaz. Bosnalı rehberemiz Mirza Ömer Hociç savaşı anlatıyor Savaşda yıkılan tarihi mostar köprüsünün taşları korunuyor Evlerini savaş tüneli için tahsis eden aile ile natıra fotoğrafı SEREBENİTSA ŞEHRİNDEYİZ Yeniden Bosna topraklarına girerek güneş batmak üzereyken Serebenitsa’ya geliyoruz. Katliam ve vahşetin, insanlık dramının yaşandığı Serebenitsa katliamında ölenler için mezarlar yapılmış. Yol üzerinde dağ eteklerindeki bu mezarlık Avrupa’nın ikiyüzlülüğünü de anlatıyor. Güneş adeta bir nur topu şeklinde Serebenitsa dağları üzerinden batarken, şehitliğe girip Fatiha okuyoruz. Bizimle birlikte bir grup Birleşmiş Milletler askerinin de burayı ziyaret ettiğini görüyorum. İsveç’ten gelen askerler anıta çelenk koyup mezarlığı geziyorlar. Türkiye’nin eski Bosna büyükelçesini ziyaret ettik. Serebenitsa katliamı büyük bir insanlık ayıbı. Birleşmiş Milletlere mensup, Hollanda askerlerinin koruması altındaki Boşnak Müslümanlar büyük bir katliama uğrarlar. Dağlardan Tuzla şehrine giderken, dağlarda Sırp askerlerinin boy hedefine uğrar ve 8 bin 700 Boşnak erkek katledilir. Bu katliam ve toplu mezarlıklar Amerikalı bir gazeteci tarafından dünya gündemine getirilir. Bugün 7 bine yakın katliam kurbanının kimliği tespit edilmiştir. Halen mezarları bulunmayan katliam kurbanları var. Araştırmalar devam ediyor. Mezarlığı ziyaret edip, Fatiha okuyoruz. Katliam ile ilgili kitap ve DVD satın alıyor, katliama eşini ve çocuklarını kurban vermiş Serebenitsa’lı ana ile sohbet edip, Sarayova’ya gitmek üzere gece geç saatlerde yola çıkarken sizleri Srebenitsa katliamı ile ile ilgili tarihi bilgileri kısaca hatırlatmak istiyoruz.. SREBENİTSA KATLİAMI.. Srebrenitsa Katliamı ya da Srebrenitsa Soykırımı, 1991-1995 Yugoslavya İç Savaşı (Hırvatistan Savaşı ve Bosna Savaşı)’nda Sırp Cumhuriyeti Ordusu’nun Srebrenitsa’ya karşı giriştiği Krivaya ‘95 Harekâtı esnasında Temmuz 1995’te yaşanan ve en az 8.372 Boşnak’ın Bosna-Hersek’in Srebrenitsa kentinde general Ratko Mladiç komutasındaki ağır silahlarla donatılmış Bosna Sırp ordusu tarafından öldürülmesine verilen addır. Katliamda bir kısım kadın ve küçük yaşta çocuğun da öldürüldüğü, belgelerle kanıtlanmıştır. Bosna Sırp ordusunun dışında katliama “Akrepler” olarak tanınan Sırbistan özel güvenlik güçleri de katılmıştır. Birleşmiş Milletler Srebrenitsa’yı güvenli bölge ilan etmiş olmasına karşın 400 silahlı Hollanda barış gücü askerinin varlığı katliamı önlememiştir. Srebrenitsa katliami II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da gerçekleşmiş en büyük toplu insan kıyımı olması ve Avrupa’daki hukuksal olarak ilk kez belgelenmiş soykırım olması açısından da önem taşır. SREBENİTSA KATLİAMIN GELİŞİMİ Yugoslavya’nın çöküşü üzerine 1992 yılında Sırpların Bosna’da başlattıkları soykırımın ardından bölgeye zoraki olarak müdahale eden Birleşmiş Milletler’in güvenli bölge ilan edilen 6 bölge arasında Srebrenitsa da bulunmaktaydı.Savaştan önce nüfusu 24 bin civarı olan kentin nüfusu diğer bölgelerden gelen mülteci göçleriyle 60 bin civarına gelmişti. Artık Srebrenitsa ‘açlık’ ve ‘hastalıklar’ ile mücadele eden bir ‘toplama kampı’na dönüşmüştü. Müslümanların elindeki silahlar BM Barış Gücü tarafından koruma gerekçesiyle toplanmıştı. Ratko Mladiç komutasındaki Sırplar Srebrenitsa’ya olan saldırılarını sıklaştırdıklarında Müslümanların toplanan silahlarını geri almak için yaptıkları başvuru , sorumlu Hollanda komutanı Thom Karremans tarafından reddedildi. BM yalnızca iki F16’yı kent üzerinde bir uçuş yaptırmakla yetindi. Hollandalı askerler bir gece yarısı Bosna’daki BM Barış Gücü komutanı Hollandalı generalden aldıkları emir doğrultusunda kenti boşalttılar. Savaş sırasında şehrin güvenliğinden sorumlu olan Hollandalı Komutan Thom Karremans kendisine sığınan 25 bin mülteciyi ve şehri Sırplara teslim etti. Daha sonra ortaya çıkan bir video kasedinde Sırp generalin kenti boşaltan Hollandalı komutana bir hediye verirken görüntüleri çekilecekti. Bir hafta süren katliam II. Dünya Savaşı’ından sonra insanlığa yapılan en büyük suç olarak arşivlerde yer aldı. Lahey Adalet Divanı bir hafta süren katliamın bir ‘soykırım’ olarak kabul etti; ancak Sırbistan’ın sorumlu tutulmayacağına karar verdi. Mostar köprüsüde çiçek Bosna ‘nın Mostar kenti ve ırmak Bosna mostar şehri ve çarşı Srebrenitsa Katliamı ve Müslümanların Toplu Şekilde Kıyımı 1992 Bosna Savaşı’ndan sonra Sırbistan, Bosna-Hersek’in stratejik alanı haline geldi. Özellikle ülkenin doğu tarafı Avrupa Birliği tarafından Yasak Bölge ilan edildi. Bu bölge içinde Sırbistan’ın o zamanki başkenti Srebrenitsa da vardı. Bu da Bosna Hersek Silahlı Kuvvetleri için bir fırsat olarak değerlendirildi. Ayrıca Bosna Hersek’in bütün maddi varlığı olan en büyük maden ocakları da ülkenin tek geçim kaynağıydı. Bu da Sırplar için bir araç olarak değerlendirildi. Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu ve Sırp zulmüne karşı yetersiz imkânlarla karşı koymaya çalışan Srebrenitsa’nın Tanjarz Kırsalı’nda tam 10000 kişiyi esir alan askeri grup Mladiç’in emriyle esirleri öldürmeye başladı. Sırp vahşeti Avrupa’dan yüz bularak doruğa çıktı ve tam 5 gün süren katliamda 8300 kişi öldürüldü. Kalan 2700 kişi serbest bırakıldı. Öldürülen bu 8300 kişinin cesetleri parçalanıp iskeletleri çıkarttırıldı ve bu cesetler krematoryumda yakıldıktan sonra Lahey Mezarlığı’na gömüldüler. Katliamdan yaklaşık 13 yıl sonra Bosnalı Sırp komutan Ratko Mladiç kaçak olarak yaşadığı Sırbistan’ın Sermiyan köyünde Radovan Karadzic ile beraber yakalanarak tutuklanmış ve Lahey Uluslararası Ağır Ceza Mahkemesi’nde 1 hafta yargılandıktan sonra haklarında tutuklama kararı çıkmıştır, ayrıca Mladiç’in cezası müebbet hapis olarak belirlenmiştir. Lahey’deki uluslararası savaş suçları mahkemesince 16 yıldır aranan Mladiç’in yakalanmasına yönelik Sırp istihbaratının çalışmalarının ardından özel polis birlikleri, Zrenyanin kenti yakınlarında Lazarevo köyüne operasyon düzenledi. Operasyonda “Milorad Komadiç” sahte kimliğini kullanan Ratko Mladiç yakalandı.BM Güvenlik Konseyi kararıyla kurulan Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nce yapılan açıklamada, Mladiç’in, Sırbistan’ın iç hukuku gereğince yerine getirilmesi gereken hukuki süreç tamamlandıktan sonra Lahey’e sevk edileceği, bu transferin sabırsızlıkla beklendiği belirtildi. Soykırımdan sorumlu isimler 11 Temmuz 1995 günü Ratko Mladiç silahlarından arındırılmış kente hiç zorlanmadan girdi. Sonra da Sırp askerler Müslüman Boşnakları yollarda, dağlarda öldürdüler. Sırp askerler cesetlerin kimlikleri tespit edilmesin diye cesetleri parçalayarak sayıları 64’ü bulan toplu mezarlara gömdüler. Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi Tarafından Srebrenitsa Soykırımından Dolayı Aranan, Yargılanan ve Mahkûm Olan Sırp Üst Subaylar ve Siyasilerin listesidir. Momčilo, Krajišnik. Bilyana Plavsiç, Ratko Mladiç, Zdravko Tolimir ( Kaynak: Vikipedi ) ayrılırken sizleri’de Bosnaya davet ediyoruz. Şehitlerimiz için fatihalar okumalıyız. Tarih’den ders ve ibret alınması için sizleri Bosna savaşları ile ilgili yapılan araştırmalar ve Ansiklopedilerden derlediğimiz Bosna Savaşları ile ilgili bilgilerle baş başa bırakıyoruz. Bosna’ya veda ederken. Bosna’dan ayrılma vaktidir. Ama bu ayrılık hüzün doludur. Çünkü Bosna kendine çekmektedir hep.. bir vefa beklemektedir bizden.. Bosna’ya son bir kez bakıyoruz. Osmanlının geride bıraktığı miras, üstünden asırlar geçse de hala dimdik ayakta.. İnsanların yüzlerindeki sıcak ifadeler yine Osmanlıyı ecdadımızı hatırlatıyor. Aziz ecdadımızı bir kez daha minnet ve şükranla yad ediyor. Elveda evladı fatihan diyarı Saraybosna, Elveda İgman dağları, Elveda Mostar, Travnik, Elveda Dirina nehri elveda serebenitsa katliamına kurban giden Boşnak şehitlerimiz. Biz Bosnadan Bosna Mostar yolu Bosna Mostar kenti yaşayan tarih Evlerini savaş tüneli için tahsis eden aile ile Hatıra fotoğrafı TARİHİ SEYİR İÇİNDE BOSNA SAVAŞLARI B osna Savaşı, Bosna-Hersek’te 1 Mart 1992 tarihinden 14 Aralık 1995 tarihine kadar sürmüş olan bir savaştır. Üç yıldan fazla süren bu savaş sırasında 100.000-110.000 kişi hayatını kaybetmiş, 2 milyon kadar insan da yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır. Savaşın Başlaması Sovyet Birliği’nin dağılması, Berlin Duvarının yıkılması sonrasında Batının Balkanlardaki çalışmaları da, bu bölgede patlayan savaşlarda oldukça etkilidir. Vatikan, Avusturya ve Almanya, Hırvatistan’ı Yugoslavya’dan ayrılmaya teşvik etti. Hırvatistan’ı çok geçmeden Bosna izledi. 29 Şubat-1 Mart 1992’te Bosnalı Hırvatlar ve Bosnalı Müslümanlar bir bağımsızlık referandumu düzenlediler ve sonuç yüzde 99.7’ ile Yugoslavya’dan bağımsızlık ilanı yönünde oldu. Vase Miskin Sokağında Patlama: Yugoslavya’ya Karşı Ambargo 27 Mayıs 1992’de, kuşatma altında bulunan Saraybosna’da, Vase Miskin sokağında meydana gelen patlama sonucunda 17 sivil hayatını kaybetti, 108 kişi de yaralandı. Onlarca sivilin ölmesi üzerine İngiltere Başbakanı John Major, ABD Başkanı George H. W. Bush, Türkiye Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ve başka siyasi liderleri hemen bu korkunç olayın suçunu Sırplara yüklemişti. Neticede, üç gün sonra, 30 Mayıs 1992’de, BM Güvenlik Konseyi, “SırWpların” yaptığı ekmek bekleyen insanlara saldırı nedeniyle Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ne petrol satışının yasaklanması ve hava bağlantısının kesilmesini de kapsayan geniş bir ekonomik ambargo uygulanmasını kabul etti. Bosna - Mostar hatırası Bosna Soykırımı Üç yıl boyunca Sırplar uluslararası hiçbir konvansiyona kulak asmayarak insanlık dışı uygulamalarını pervasızca sergilediler. Soykırım ise savaş başladığından beri Sırpların başvurduğu yegane savaş yöntemiydi. Daha savaşın ilk evrelerinde Nisan 1992’de Srebrenitza’nın hemen dışında bulunan Bratunac köyünde yaklaşık 350 Bosnalı Müslüman Sırp paramiliterleri ve özel polis güçleri tarafından işkenceye tabi tutulmuş ve öldürülmüştü. Miloseviç’in eski korumalarından Nasır Oriç’in kurduğu Müslüman direniş örgütü ilk yıllarda Srebrenica’yı savundu. Yugoslavya SFC ordusunun tüm imkanlarını kullanan Sırplara karşı Müslümanlar bölgeye uygulanan ve en çok kendilerinin zarar gördüğü ambargodan ötürü hafif silahlarla ve az sayıda mermi ile karşı koymaya çalışıyordu. Bosna Savaşı’nın sonlarına doğru Müslümanların birçok cephede zafer kazandığı bir sırada öne çıkarılan Dayton Barış müzakereleriyle savaşın sona ereceğini gören Sırplar, avantaj elde etmek için iki stratejik kent olan Gorajde ve Srebrenica’yı ele geçirmek maksadıyla bu iki kente saldırdılar. BM tarafından güvenli bölge olarak ilan edildikten iki yıl sonra Srebrenica, 1995 yılının yaz ayında toplu katliamın kurbanı oldu. Srebrenica çevresindeki ilk toplu mezarları ortaya çıkararak Pulitzer Ödülü kazanan Amerikalı gazeteci David Rohde bu tavrı eleş- tirerek şöyle dedi: “Uluslararası camia taraflı bir şekilde binlerce insanı silahsızlandırmış ve sonra da onları en azgın düşmanlarına teslim etmiştir. Srebrenica, uluslararası camianın felaketin uzağında durduğu bir durum değildir. Aksine, uluslararası camianın eylemleri katilleri cesaretlendirmiş, onlara yardım etmiş ve işlerini kolaylaştırmıştır. Srebrenica’nın düşmesi gerçekte olması gereken bir durum değildi. Binlerce iskeletin Doğu Bosna’da oraya buraya saçılmasına hiç gerek yoktu. Binlerce Müslüman Bosnalı çocuğun Sırplar tarafından boğazlanmış babalarının, dedelerinin, amcalarının ve kardeşlerinin hikayesi ile büyümesine hiç gerek yoktu.” Boşnak lider Aliye izzet begoviç’in mezarını ziyaret ettik. Türkiye’nin eski Bosna büyükelçesini ziyaret ettik. Bosna savaşlarının anlatıldığı pana Bosna-Hersek Federasyonu Kurulması S avaşın ilk aylarından başlayarak Birleşmiş Milletler temsilcisi Cyrus Vance ve Avrupa Birliği temsilcisi Lord Owen savaşı durdurmak için taraflarla müzakereler yaptılar. Bosna-Hersek’i etnik açıdan 3 bölgeye ayıran çeşitli haritalar çizildi ve taraflara sunuldu. 1994 yılında NATO uçakları BM’in ilan ettiği uçuş yasağını uygulamaya başladılar. Böylece Sırpların hava üstünlüğü kaybolmuş oldu. Mart 1994 tarihinde Boşnaklar ve Bosnalı Hırvatlar anlaşmaya vardılar ve birbirleriyle savaşmaktan vazgeçtiler. 28 Ağustos 1995’te Saraybosna’daki Markale pa- Bosna büyük elçisi Cihad Erginay zarına atılan bombanın patlaması sonucu 37 kişi öldü, 90 kişi de yaralandı. 30 Ağustos 1995’te, en son UNPROFOR askeri de Bosna Sırp topraklarından ayrılır ayrılmaz NATO uçakları Sırp Cumhuriyeti’nde seçilmiş bazı hedeflere bir dizi hassas vuruş yaptılar. Bosna Sırp askeri birliklerine yönelik NATO bombardımanı için gerekçe olarak Makaledeki silahsız Boşnaklara karşı saldırı ve Srebrenitza katliamı gösterildi. Hırvat, Boşnak ve NATO saldırıları karşısında uzun süre dayanamayan Sırp birlikleri, Ekim ayında teslim olmak zorunda kaldı. NATO baskılar sonucu İzzetbegoviç, Tudjman ve Miloseviç anlaşma masasına oturdular. 21 Kasım 1995’de Dayton Antlaşması kabul edildi. 14 Aralık 1995’de bu antlaşmanın son halinin imzalanmasıyla birlikte Bosna Savaşı son bulmuş oldu. BOSNA SAVAŞI İLE İLGİLİ FİLİMLER. Before The Rain - Milcho Manchevski – 1994 ,Underground - Emir Kusturica – 1995, Kusursuz Çember - Savrseni Krug – 1997, Welcome To Sarajevo – 1997, Savior (Savaş Günahları)-1998-Predrag Antonijevic, No Man’s Land Fragman – 2001, Grbavica - Jasmila Zbanic – 2006, The Hunting Party - Richard Gere ve Terrence Howard – 2007, Ölüm Çiçekleri-Saraybosna - 2007 - Türk yapımı dizidir. Star’da her Cuma yayınlanmaktadır., Alia - Türk yapımı bir film., Mavi Kelebekler 2011 - TRT yapımı Türk dizisi., Kan ve Aşk - 2012 - Angelina Jolie, Venuto al mondo (Sen Dünyaya Gelmeden) (2012) ( Kaynak: Vikipedi) TÜRK BASININ’DA BOSNA SAVAŞLARI Haberi duyduğunda Başbakan Tansu Çiller çılgın gibiydi. Konuttaki toplantıda bir yandan öfkeyle bağırıyor bir yandan da önündeki masayı yumrukluyor ve “Bana formül getirin... Bunları vuracak formül. F16’ları kullanabilir miyiz? Lütfen araştırın “diyordu. Başbakan Tansu Çiller’i çileden çıkartan olay Sırplar’ın 38 ayın sonunda BM koruması altında bulunan güvenlikli bölge Srebenica’ya saldırması ve kadın, çoluk çocuk demeden sivil insanları, sadece Müslüman ve Boşnak oldukları için katletmesiydi. 20. yüzyılın sonunda ve Avrupa’nın orta göbeğinde bir soykırımın yaşanmasıydı. Çiller’in formül bulmalarını istediği kişiler ise yüksek rütbeli askerler, diplomatlar ve siyasilerdi. Çiller ve çalışma grubu, “Artık toplantılarla bir sonuç alınamayacağı” tespitini yaptı. Grubun çözüm önerisi ise basitti. na’ da katliamı sürdüren Sırplar’a karşı silahlı güç kullanmak. Bosna’da Barış Gücü yerine Müdahale Gücü’nün yer alması. Âmâ, bunun için önce diplomatik yolların tüketilmesi gerekiyordu. Öyle de yapıldı. Başbakan Tansu Çiller doğrudan ABD Başkanı Bill Clinton ile temasa geçti. Clinton’dan Bosna için yardım istedi. Hiç olmazsa Londra’da düzenlenecek olan Beşli Temas Grubu toplantısına Türkiye’nin de katılması sağlanmalıydı. Türkiye, Londra’da düzenlenen Beşli Temas Grubu’nun toplantısına Dışişleri Bakanı Erdal İnönü, Milli Savunma Bakanı Mehmet Gölhan ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ahmet Çörekçi ile katıldı. Poçitel köyü hatırası ASKERI OPERASYON KAÇINILMAZ A BD, Rusya, Fransa, İngiltere ve Almanya’dan oluşan Bosna Temas Grubu, Sırp saldırıları karşısında cılız bir karar aldı. Gorazde’ye yönelik saldırılar karşısında belki bir müdahaleyi düşünebileceğini açıkladı. Ancak Türkiye’nin de katıldığı toplantı kararlı bir tavır ortaya koymamakla beraber ‘Şu veya bu şekilde Bosna’ya müdahalenin artık kaçınılmaz bir zorunluluk olarak karşılarına çıkacağını” da ortaya koydu. Londra’da açıkça bir karar alınmadı ama Bosna için bir askeri operasyonun da zorunlu olduğu belli oldu. Böyle bir operasyonun ancak Washington-Paris-Londra üçlüsünün ortak iradesi ile mümkün Bosna sarayova büyük elçiği olduğu da kesinlik kazandı. Londra’nın ayak sürümesine, Washington’un tereddütlü tavrına karşılık Fransa hemen harekete geçti ve Sırplar’ın başkenti Pale’yi bizzat Devlet Bakanı Chirac’ın emriyle vurdu. Ayrıca Fransa, muhtemel bir saldırı karşısında Gorazde’yi savunmasız bırakmamak için bin kişilik bir kuvvetin orada olmasını teklif etti ve askerlerin naklinin ABD helikopterlerinden yardım talep etti. Ama Fransa’nın ‘’yardımcı ol “ teklifine Beyaz Saray şimdilik hayır dedi. Buna karşılık ABD Savunma Bakanı William Perry, Sırp mevzilerinin yoğun hava bombardımanına tutulmasını önerdi. Tam bu noktada Zenica’da bulunan Türk Birliği’nin Gorazde’ye nakledilmesi teklifi geldi. Bu amaçla Türkiye’nin Fransa ve Amerika’dan nakil için helikopter desteği istemesini seslendiren Cengiz Çandar böylece,”İngilizler’in Gazlı Avcı Birlikleri Gorazde’den kaçma hazırlıkları yaparken, bu sayede oyunları da bozulur. Türkiye, böyle bir hamleyle, durumu tırmandırarak, Batılılar’ın Bosna İhaneti ‘nde manevra almalarını daraltmış olur” diye yazdı. Bosna’da Sırplar’a yönelik herhangi bir silahlı müdahaleyi önlemeye çalışan Rusya Dışişleri Bakanı Andrei Kozirev bu öneriler üzerine “Türkler Gorazde’yi koruyacaklarmış. Nasıl koruyacaklar acaba?” diye sordu. Bunun cevabını Kozirev’e Fransız, Alman ve Hollandalı bakanlar verdi: “Gorazde sadece Türker’in sorunu değil. Müşterek sorunumuz. Biz koruyacağız orayı. “ SIRPLAR’DAN TEHDİT Cılız da olsa Bosnalı Sırplar’a karşı bir uyarı niteliğinde olan Londra Konferansı kararlarına karşın Sırplar tehditlerini sürdürmekten vazgeçmediler. Bosnalı Sırplar’ın KomutanıGeneral Ratko Mladiç, “Uniter bir Bosna Devleti planlarına karşı başkent Saraybosna da dahil tüm güvenli bölgeleri sırasıyla almaktan korkmayız” cevabını verdi. Nitekim dediğini yapacağını da gösterdi. Srebenica’dan sonra yine BM’ nin denetiminde Güvenlikli Bölge olan Zepa’yı Sırplar ele geçirdi. Ve başta ABD olmak üzere Londra Konferansı’na katılanlar bu gelişme karşısında hiçbir şey yapmadılar. Zaten onlar Zepa’nın düştüğünü daha konferans devam ederken Erdal İnönü’nün aksi görüşlerine rağmen kabul etmişlerdi. İSLAM ÜLKELERI DAHA KARARLI Londra’daki Beşli Temas Grubu Toplantısı’nın, Rusya ve İngiltere’nin diretmesine karşılık “Müdahale kaçınılmazdır” yargısının dışında somut karar almamasına rağmen Cenevre’deki İslam Konferansı Teşkilatı’nın toplantısı daha ümit vericiydi.’ Hiç olmazsa İslam ülkeleri tek taraflı uygulanan silah ambargosunun delinmesi kararını çıkarttı. Malezya kararı hemen uygulayacağını ilan etti ve Bosna’ya silah satma kararı aldığını açıkladı. Toplantıdan sonra İslam ülkeleri sadece silah değil maddi yardım konusunda da harekete geçti ve İsrail’in de destek olduğu geniş çaplı para toplama kampanyası başlatıldı. Ancak Türkiye’nin bu toplantıda dışişleri bakanlığı yapmış ve İslam ülkeleri arasında prestij i oldukça yüksek olan Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin yerine devlet bakanı ve konuya yabancı Onur Kumbaracıbaşı tarafından temsil edilmesi eleştiri konusu oldu. Toplantıya Çetin’in gitmesi halinde İKT’nin Batı ve özellikle BM üzerinde baskı kozu olarak kullanılması mümkün olabilirdi. Bu fırsat büyük oranda kaçırıldı. Bosna Blagay Tekkesi Sarı Saltuk Türbesi Mostar köprüsünde çiçek Tarihi Pocitel köyünden bir manzara T ÇEMBER OPERASYONU ürkiye’nin en önemli diplomatik atağı Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından gerçekleştirildi. Londa ve Cenevre görüşmelerinin sürdüğü gün Karadayı, Makedonya’da “Askeri Güvenlik ve Güven Artırıcı Önlemler Belgesi’ni imzalıyordu. Bu Makedonya ve Türkiye arasında askeri alanları da kapsayan bir işbirliği anlamına geliyordu. Türkiye bu anlaşma sayesinde Makedonya’da silahlı güç bulundurabilecekti. Yunanistan’ın bu anlaşmaya gösterdiği tepki sürpriz olmadı. Aslında bu anlaşma Süleyman Demirel’in daha önce Arnavutluk ve Bulgaristan ile imzaladığı anlaşmaların devamıydı. Ve Yunanistan’ın Rusya ve Sırbistan ile imzaladığı anlaşmalardan sonra gerçekleştirdiği çember harekatına Türkiye’nin verdiği ve Yunanistan’ı çembere alan bir karşı cevaptı. Aynı zamanda savaşın Balkanlar’a yayılmasını önlemek ve Bosnah Müslüman Boşnaklar’a destek amacını taşıyordu. Nitekim Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Zenica’ya yaptığı ziyaretten sonra Split’te Bosna Cumhurbaşkanı Alia İzzetbegoviç ile Hırvatistan Devlet Başkanı Franjo Tudjman’ı buluşturarak sorunun çözümüne ciddi bir katkıda bulunuyordu. Hırvatlar’ın Boşnak Müslümanlara bir kez daha destek olması Bosnalılar için kritik anlam taşıyor. Çünkü İslam ülkeleri Bosna’ya silah naklini büyük oranda Hırvatistan üzerinden gerçekleştirecek. Burada güvenli bir koridor açılmış bulunuyor. KUVEYT MODELI Gerçekte bugüne kadar BM yanlış bir politika izlemişti. Ve sonunda 250 bin Boşnak’ın ölümüyle birlikte kendi itibarını ve geleceğini de büyük ölçüde kaybetmişti. Sorun böylesine bir katliam yaşanmadan çözülebilirdi. Nitekim dünyanın önünde Kuveyt’in kurtarılması, Saddam’ın durdurulması gibi bir örnek duruyordu. Hiç olmazsa buradan ders alınabilirdi. ANAP Ankara Milletvekili Vehbi Dinçerler, 12 Mayıs i 992’de TBMM’de yaptığı konuşmada bu örneği hatırlatmış ve “Türk Hükümeti elini çabuk tutsun. Kimse müracaat etmeden BM ye müracaat etsin ve desin ki, buraya Kuveyt’in kurtarılmasıyla ilgili formülü uygulayın. Yani Barış Gücü göndermeyin; müdahale gücü gönderin “önerisinde bulunmuştu. O tarihten bu yana sadece zaman kaybedilmiş ve 20. yüzyılın sonunda bir katliam yaşanmıştı. İngiltere’nin bir önceki Başbakan’ı Margaret Thatcher’in deyimiyle sadece, “Görüşme, görüşme görüşme... Görüşme adına görüşme yapıldı. Laf olsun diye görüşme yapıldı. Ve en son görüşmeler, Bosna topraklarını Sırplar’a verdirdi.” Ve sonunda BM’ nin bütün itibarı ve anlamı sıfırlandı. Nihayet Bosna Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı Şakirbey, Clinton’a, “Birleşmiş Milletler’in görevi bitti. Çekilsinler. Hiç olmazsa karşı mızda bir düşman ordusu azalmış olur” demek zorunda kaldı. Bir süredir Bosna’da 40 bine yakın askerle görev yapan BM’ nin durumu tartışılıyor. Birçok gözlemci BM’nin ,. çekilmesini savunuyor. Çünkü bu haliyle BM’nin Bosna’da yapabileceği birşeyi kalmadı. Onun yerine müdahale gücü kurulması ve Kuveyt modelinin aynen uygulanması isteniyor. BM’ nin çekilmesi önerisi ise yeni tartışmaları beraberinde getiriyor. Bölgeden BM ile birlikte Türk askerinin de çekilmesini isteyenler var. Oysa Mesut Yılmaz buna karşı çıkıyor. Bosna’da bulunan 1465 Türk askerinin geri çekilmesi yerine öncelikle üst limit olan 2700’e çıkarılmasını savunuyor. BM’ nin çekilmesi halinde de “Türkiye Bosna’nın savunması için tertibat almalıdır” görüşünü dile getiri yor. Yılmaz, Kızılay’ın büro açmasını isterken aynı zamanda uluslararası arenada girişim- lerde başarılı olamazsa Türkiye’nin tek başına ambargoyu delip silah yardımı yapmasını da öneriyor. BM’nin Bosna’da başarılı olamayağı konusunda başta ABD olmak üzere bir çok ülke hemfikir görünüyor. Sorunun çözümü için Fransa ve ABD silahlı gücün kullanılmasından yana. ABD kara kuvveti vermek yanlısı gözükmemekle beraber hava akınları için hazır olduğunun işaretini veriyor. Nitekim ABD Genelkurmay Başkanı Sh alikasviii, Sırplar’a yoğun hava saldırısının boyutlarını anlatıyor. 10-12 saat gibi kısa bir sürede Sırplar’ın tüm yığınaklarının yok edileceğini ifade ediyor. Önerisi Körfez Savaşı’nın model alınması. Bosna konusunda müdahale için belirli bir hava oluşmuşken Türk Hükümeti açıktan bir tavır alamıyor. Ancak TBMM inisiyatifi ele alarak BM çekiIse bile Türk askerinin Bosna’da kalmasını istedi. Meclis ayrıca Kuveyt modelinin uygulanması için hükümetin uluslararası platformlarda çaba harcaması kararlaştırdı. Meclis’in sabırsız olduğu konu ise; Türk Hükümeti’nin bir an önce ambargoya uymayacağını açıklaması ve aynı şekilde davranacak ülkelerle birlikte Bosna-Hersek’e her türlü savunma aracını ulaş tıracağını tüm dünyaya duyurması. Blagay tekkesi hatırası Minareler,kubbelr ve vezilrler kenti Bosna-Trnavnik şehri H TÜRKIYE’DEN BOSNA’YA: SILAH VE SAVUNMA ANLAŞMASI ükümeti önümüzdeki günlerde iki girişimi birlikte başlatmaya hazırlanıyor. Bunlardan birisi Bosna-Hersek Hükümeti ile “Savunma İşbirliği Anlaşması” imzalamak. İkincisi ise Bosna’ya yönelik tek taraflı uygulanan silah ambargosunu tanımadığını açıklamak. Yani bugüne kadar el altından gönderdiği silah yardımını artık açıktan gönderecek. Hükümet, Meclis’in kararı doğrultusunda Bosna’ya silah yardımını bir milli görev olarak görüyor. ra Türk ve dünya kamuoyu Bosna’daki dra- mın BM Barış Gücü ile sona ermeyeceğini çok iyi biliyor. Herkesin beklediği ve istediği Sırplar’a yönelik bir silahlı saldırının gerçekleşmesi. Bunu en çok Türk kamuoyu istiyor. Artık eskisi kadar da yalnız değil. Aynı konu ABD Kongresi’nde de tartışılıyor. Şakirbey’in de dediği gibi. artık BM’ nin görevi bitti. Çekilebilir. Şimdi görev Türk askerine düşüyor. İş Çiller’in dediği gibi Sırplar’ ı vuracak formülü bulmaya kalıyor. Koşukavak Turun sahibi Rifat Yakupoğlu ile Tükiye’nin Bosna büyük elçisini ziyaret ettik. Aslında bu formülü ABD Genelkurmay başkanı General Shalikasvili biliyor. Ama formülün işlemesi için Türkiye’nin Washington kilidini açması ve kongreyi ikna etmesi gerekiyor. Bunun İKT nezdinde daha etkili çalışmalar yapılabilir. Ertuğrul Günay’ın başlattığı seferberlik’, dünya aydınları ve basın mensuplarına yaygınlaştırılabilir. Devletimiz, itibarın ne büyük bir imaj olduğunu kestiremiyor. Oysa, arkasına Asya’yı ve Müslüman ülkeleri de alarak dünyada etkili bir güç haline gelebilir. Hali hazır şartlar, Türkiye’nin imaj olduğunu kestiremiyor. Oysa, arkasına Asya’yı ve Müslüman ülkeleri de alarak dünyada etkili bir güç haline gelebilir. Hali hazır şartlar, Türkiye’nin önüne “Süper Güç” olma yolunda altın fırsatlar sunuyor. Bu fırsatları kullanıp kullanmama konusunda yarınki tarih bizi yargılayacaktır. ( Kaynak: Celal Kazdağlı 29 Temmuz 1995 Aksiyon dergisi) Sarayovada saat kulesi Mostar köprüsü herkesi heyecanlandırıyor SARAYOVA’DAN MOSTAR’A DEVRİ ALEM Bosna Hersek’in Başkenti Sarayova’dan, Bosna’nın önemli bir merkezi Mostar’a varış ardından yürüyerek yapacağımız turumuzda önce Mostar Köprüsü’nü gördük. Mimar Hayreddin tarafından 1557 yılında inşa edilen köprü Osmanlı mimarisinin bir şaheseridir. Köprü 1992 yılında cereyan eden savaşta Hırvat topçusu tarafından yıkıldı, ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin de büyük katkılarıyla 2004 yılında yeniden hizmete açılmıştır. Ardından da Koska Mehmet Paşa Camii’ni gezdik. Sonrasında, Blagay Bölgesini 1446 yılında hakimiyetine alan Osmanlı Ordularının arasında bulunan akıncılar tarafından yapılan ve Bosna’nın ilk tekkesi olan Blagaj Derviş Tekkesi’ni geziyoruz. Bosna Hersek’te diğer durağımızda bütün tarihi dokusuyla korunan ve Türk Köyü olarak bilinen Poçitel’i ziyaret ederek 16.yy.’da Osmanlı tarafından yapılan binaları görüyoruz. Boşnaklar ve Bosna bizi hoş karşılıyor Balkan yarımadasının kuzeybatısında, tarih boyunca yolların kesiştiği noktada önemini koruyan Bosna’ya uzanıyoruz. Uçaktan bakınca Bosna’nın yeşillikler yurdu olduğunu anlıyoruz. İkman dağları üzerinden geçerek Saraybosna’ya varıyoruz. Bosna ve Bosnalılar bizi hoş karşılıyor. Buraya adım atmanın heyecanıyla Saraybosna’nın Cadde ve sokaklarından geçiyoruz. Savaş sonrası Bosna yeniden imar edilmiş, ama Savaşın sert ve soğuk yüzü unutulmuş gibi görünmüyor. Her sokak, acı dolu günlerin hatıralarını anlatıyor buraya gelenlere.. Saraybosna’nın caddelerinden geçip şehir merkezine ilerliyoruz. Hüzünlü bir coğrafyanın üzerinden atamadığı hüzünlü bir tablo gibi sokaklar.. ilerledikçe tarih çıkıyor karşımıza geçmiş çıkıyor. Sanki her adım bir keşif oluyor bizim için. Tarihi köprüler, camiler ve kaleler…Yürüdükçe ihtişamlı bir geçmişin belli belirsiz izlerine rastlıyoruz. Osmanlıdan kalan izlere.. Fatihin meşhur fermanI; “Ben ki Sultan Mehmet Hanım. Cümle avâm ve havassa ma’lum ola ki, işbu dârendegan-ı ferman-ı hümâyun Bosna ruhbanlarına mediz-i inayetim zuhûra gelüp buyurdum ki, mezbûrlara ve kiliselerine kimse mâni’ ve müzâhim olmayıp ihtiyâtsız memleketimde duralar. Ve kaçup gidenler dahi emn ü emânda olalar. Gelip bizim hâssa memleketimizde havfsiz sâkin olup kiliselerine mütemekkin olalar. Ve yüce hazretimden ve vezirlerimden ve kullarımdan ve reayalarımdan ve cemi’-i memleketim halkından kimse mezbûrelere dahl ve ta’arruz edip incitmeyeler, kendülere ve cânlarına ve mallarına ve kiliselerine ve dahi yabandan hâssa memleketimize âdem gelirler ise yemin-i mugallaza ederim ki yeri, göğü yaratan Perverdigâr hakkıçün ve Mushaf hakkıçün ulu Peygamberimiz hakkıçün ve yüzyirmidörtbin peygamberler hakkıçün ve kuşandığım kılıç hakkıçün bu yazılanlara hiç bir fert muhalefet etmeye Mâdâm ki benim emrime mutî’u münkâd olalar. Şöyle bilesiz” Yıllar önce Fatih sultan Mehmet Hanın Bosna sokaklarında yankılanan fermanıdır bu. Bosna’nın bambaşka bir çehreye büründüğü zilletten kurtulup izzete kavuştuğu anın Bosna caddelerindeki sedasıdır. Yıllar sonra bugün Bosna acı ve gözyaşının gölgesinde bu fermanı arıyor.. Fatihi ve fatihin getirdiği barış ve kardeşliği.. adaleti huzuru ve refahı… ŞİİR TADIN’DA BOSNA Sarayovayı gezdikçe hüzünleniyoruz. Her şey bize geçmişi Osmanlıyı hatırlatıyor. Osmanlı sankı buralardan 1878’de gitmemiş. Sanki birinci cihan harbı bu taş köprüde işlenen cinayetle başlamış. 25 bin Boşnak’a sırf Müslüman olduğu için sözde medeni dünyanın gözleri önünde şehit edilmemiş. Ve şair Ramazan Yılmaz dile geliyor mısralar bir bir dökülüyor dudaklardan.. Bosna’m, yad elde kalan sancağım; Yakılan haneleri, yıkılan minareleri, köprüleri… Mehterle yaptıracağım! Bosna’m, yaralı obam; Pınarlarında kızılcık şerbeti, Ey nazlı Üsküp, ey şanlı Kosova’m, Yüreğimde sızlayan lezzeti! Vuslatın hasretiyle sarhoşum, Gurbetteki yavru yurdum, Gazi Bosna’m! Boşnaklar neden Müslüman olmuştu? 15. yüzyılın sonlarında Macar zulmünden bıkan Bosna Halkı Osmanlı akıncılarını umutla beklemeye başladı. İstanbul’un fethinden sonra 1463 yılında Fatih Sultan Mehmet komutasında Osmanlı ordusu Bosna Krallığı üzerine yürüdü. Bosna Kralı, Osmanlıları önce Yaytse Kalesinde karşıladı. Ama burada tutunamayıp Klyuç Kalesi’ne çekildi. Kalelerin bir bir elden çıktığını gören Bosna Kralı sonunda teslim oldu. Böylece Bosna Fatih Sultan Mehmet’in gerçekleştirdiği fetihlerle bir Türk yurdu haline geldi. Bosnalılar bekledikleri kurtuluşa ulaşmıştı. Yıllarca Macar, Sırp ve Hırvatların yaptığı baskı ve zulüm sona ermişti. Osmanlılar Bosna’da gönülleri fethetti. Bosna halkına İslam’ın aydınlığını getirdi. Bu fetihle Bosnalılar Müslüman oldu. Bölgede yaşayan Sırp ve Hırvat Hıristiyanlara dokunulmadı. Onlar da din ve inançlarında özgür olarak burada yaşamaya devam etti. Bu gün burada yaşayan halk Osmanlıdan övgüyle bahsediyor ve o ihtişamlı günleri arıyor. BOŞNAKLAR NASIL MÜSLÜMAN OLDU B osna Osmanlı topraklarına dahil edildiği zaman burada Ortadoks Sırplar, Katolik Hırvatlar ve yine Hıristiyan Mezhebi Bogomill’e mensup insanlar yaşıyordu. Bogomiller hep farklı bir kimlik taşıdı. Bu mezhep, 10. yüzyılda kendisine “Bogumil” adı verilen bir rahip tarafından kurulmuş. Sırbistan’dan İstanbul’a uzanan Ortodoks coğrafyası içinde gelişen mezhebin inançları, geleneksel Hıristiyan öğretisinden oldukça farklıydı. Bogomillerin inançları arasında; Hz. İsa’nın çarmıha gerilmediği, bunun bir yanılgı olduğu vardı. Dolayısıyla Bogomiller haça itibar etmiyor, hatta yanlış inancın bir ifadesi olduğu için haça tepki duyuyorlardı. Bogomiller, Devlet-i Al-i’nin gelişiyle birlikte, gruplar halinde topluca Müslüman oldular. Zaten bu mezhep, Hz. İsa’nın Allah’ın kulu olduğuna inanıyor ve Peygamber Efendimizi peygamber kabul ediyordu. Osmanlıların din hürriyetine önem vermeleri ve asırlarca Katolik kralları ve Macarlar’ın zulmü, Bogomiller’in toplu olarak İslamiyet’i kabul etmesine sebep oldu. 1520’de Bosna’da 84 bin Müslüman yaşıyordu. Osmanlı tarihi arşivleri araştırmaya devam ettiğimizde, Bosna’nın Müslüman olmasını, devlet baskısı ile değil, gönüllü olarak gerçekleştirdiğini anlıyoruz. 1520’deki defterler, Sancak ve Bosna’da toplam 98.095 Hıristiyan haneye karşı 84.675 Müslüman hanenin varlığını gösteriyor. Balkan uzmanı Noel Malcolm’un vurguladığı gibi, Bosna’ya dışardan ciddi bir Müslüman göçü yaşanmadığına göre, bu rakamlar din değiştiren Bosnalıları gösteriyor. 1509 yılında Hersek’teki bir Ortodoks rahibin tuttuğu notlarda, “çok sayıda Ortodoksun gönüllü olarak İslam’ı kabul ettiğini” belirtiyor. Camiler,Çeşmeler ve Çarşılar kenti Sarayova. Saraybosna’daki gezimize devam ediyoruz. Burası Saraybosna. Camileri, çarşıları, bedestenleri ve medreseleriyle güzel bir Osmanlı şehri.. Üzerine şarkıların söylendiği ağıtların yakıldığı bir şehir burası. Osmanlıların elinde Saraybosna İslam kültürünün ve ticari hayatın merkezi haline geldi. Şehir, tarih boyunca pek çok defa yıkım ve kuşatmaya uğradı. Buna rağmen Saraybosna devraldığı Osmanlı karakterini bugüne kadar korumayı başardı. 2. viyana kuşatması sonrası şehir yağmalandı. 1697’de kent yakıldı, 6000 hane ve 160 caminin yakıldığını tarih kaydetti. Biz de tarihe kayıt düşüyor gezimizi sürdürüyoruz. 1 BOSNA FATİHİN EMANETİ 463 yılında Fatih Sultan Mehmet’in emriyle imar edildi bu şehir. Saraybosna imar edilirken 500 m2 içinde hem cami, hem sinegog, hem de Ortadoks ve Katoliklere ayrı birer kilise yapıldı. Şehri dolaşırken Osmanlının, burada oturan insanların yararına çarşılar, dükkanlar, mahalleler ve kaleler inşa ettiğini görüyoruz. İşte Saraybosna’da Osmanlı’dan günümüze kadar gelebilen eserler,camileri ve dükkanlarıyla ünlü Baş Çarşı, işte Estetik görünümleriyle Osmanlı evleri, bu Fatih Sultan Mehmet adına yaptırılan Fatih Cami, bu da Mimar Sinan’ın talebesi Mimar Hayrettin tarafından yapılan Keçi Köprüsü ve Stratejik bir konuma sahip Osmanlı Kalesi. Yüksek bir yere inşa edilmiş bu kaleye çıktığımızda Saraybosna bütün görkemiyle karşımızda duruyor.. Gazi hüsrev bey Külliyesi ve Baş çarşı dile geliyor. Bosna valisi Gazi Hüsrev bey de, Saraybosna’da kendi adıyla anılan görkemli bir cami, medrese, kütüphane, hamam, iki han ve bir büyük çarşıdan oluşan bir külliye yaptırdı. SARAYOVA’NIN KALBİ BAŞÇARŞI’DAYIZ Baş çarşıyı dolaşıyoruz. Saraybosna demek Baş Çarşı demek. Şehrin kalbi adeta burada atıyor. Her zamanki gibi burası kalabalık. Nasıl Saraybosna Osmanlı anlayışı’nın tüm özelliklerini yansıtıyorsa, Saraybosna’ya bu kimliği veren de Baş Çarşı’dır. Önce Saray Bosna’nın en anlamlı ve zarif sembollerinden birine selam veriyoruz. Suları yaz kış serin akan bu Osmanlı Çeşmesine… Baş çarşının girişindeki bu meydanın tam ortasını süsleyen bu zarif çeşmev estetiğin ve ince bir sanat zevkinin ürünü olarak serin sularını yüzyıllarca akıttı ve akıtmaya devam ediyor. Yıkıntıların ve acıların tümüyle şehri kuşattığı günlerde bile bir umut çeşmesi oldu. Suyunu hiç eksik etmedi. Etrafında konup kalkan güvercinler, geleceğe doğru kanat çırpmaktan hiç vazgeçmedi. Hep bize Osmanlı su medeniyetini anlattı durdu.Çarşıyı dolaşırken külliyeye varıyoruz. Burası Bosna Beylerbeyi Hüsrev bey adına yapılan bir kompleks. İçeri giriyoruz. Çarşıda dükkanı olan esnaflar ezan okununca hemen Hüsrev bey Camisine koşuyor. İnsanların günlük telaşını bırakıp huzur duyacağı bir köşe burası. Biz caminin avlusuna girince bir gençle karşılaşıyoruz. Bize ezan okuyor. Duygulanıyoruz. Demek buradaki insanlar her şeye rağmen değerlerini kaybetmemişler.. Onları yaşatmak için ellerinden geleni yapıyorlar.. Gazi Hüsrev beyin Bosna’ya Beylerbeyi olarak atanması Saraybosna için bir dönüm noktası olmuş. Şehrin her tarafı tarihi eserlerle süslenmiş. Gazi Hüsrev bey kendi adıyla anılan camii, medrese, kervansaray, bedesten ve hamamdan oluşan bu külliyeyi yaptırdı. Hepsinden önemlisi meslek gruplarına göre planlanmış çarşı ve kültür eserlerini yaptırarak bugünkü Saraybosna’nın temellerini attı. YEŞİL SANCAKLI BOSNA CAMİLERİ Bosna’daki camilere dikkatle bakıyoruz. Hepsi genellikle Osmanlının 15. yüzyıldaki camilerin tüm özelliklerini taşıyor. Bu camiler genellikle tek kubbeli ve minareleri çok uzun. Bunun sebebini araştırdığımızda namaz kılmak isteyenlerin uzaktan minareyi görülmelerini sağlamak için yapıldığını öğreniyoruz. Hüsrev bey cami Saray Bosna’nın en önemli camilerinden birisi. Çarşı’nın merkezinde bulunuyor. Hayatın nabzı burada atıyor. Camii hayatın içinde adeta. Hüsrev bey Camii Saray Bosna’nın en büyük cami olma özelliğini taşıyor aynı zamanda. Osmanlı mimarisinin göz kamaştıran bu sanat abidesi şehrin kimliğini ortaya koyuyor. Tarih boyunca Saraybosna’yla aynı kaderi paylaşmış bu cami Kara günler yaşamış yakımlar, savaşlar görmüş sevinçler tanıklık etmiş. Sırp işgali sırasında ağır hasar gören cami onarılmış ve bugün ibadet etmek isteyenlere kapılarını açmış. Caminin ahşaptan yapılan şadırvanını gö- rüyoruz. Estetik bir görünüme sahip. Caminin kıble tarafına yöneldiğimizde ise Hüsrev beyin türbesiyle karşılaşıyoruz. Hüsrev beyin ruhuna fatiha okuyoruz. Camiinin hemen yanı başında 17. yy’dan kalma saat kulesi dikkatimizi çekiyor. Bu kule, Osmanlı döneminde Bosna Hersek’te yapılan 20 saat kulesinden biri ve 28 m.’lik uzunluğuyla en yüksek saat kulesi olma özelliğini taşıyor. Minareyle birlikte göğe yükselen bu saat kulesine baktığımızda kültürümüzdeki hayat, zaman ve mekan ilişkisinin önemini görüyoruz. Poçitel Köyü Hatırası SARAYOVA KALESİNDEYİZ Gazi Hüsrev Bey külliyesinin kesme taştan yapılmış Bedestenini geziyoruz. Burası 48 bölme ve 27 dükkandan oluşuyor. Dar ve uzun bir yapı, sağlı- sollu küçük dükkanlar müşterilerini bekliyor. Gazi Hüsrevbey adına yapılan çarşının üst tarafına çıktığımızda meşhur “Bey Çeşmesi” ile karşılaşıyoruz. Bu çeşme Dört kurnasından gece gündüz suyunu cömertçe sunuyor buraya gelenlere. Kaleye çıkıyoruz. Saraybosna kalesine.. Şehrin 17. yüzyılın sonuna kadar ayakta kalabilen kalesi, sinesinde küçük bir yapıyı ve Ebü’l Feth Mehmed Han Camiini barındırıyor. Kale, 1777 yılında Mimar Hasan ağa tarafından onarılmış. Saraybosna’ya kaleden bakıyoruz. Şehir baştan başa ayaklarınızın altında. Saraybosna bambaşka görünüyor kaleden… Kale’den aşağı inerken savaşın dehşetini daha iyi anlıyoruz. Müslüman Boşnaklar, Avrupa’nın gözü önünde tam 250 bin evladını savaşta şehit verdi. Burada parklar şehitlik olmuş. Bosnalı şehitler, Osmanlılara ait kabristanda yan yana yatıyorlar. Şehir adeta bir şehitliğe dönüşmüş. Evlerin bahçeleri, parklar şehitlik olmuş. BOSNA’DA OSMANLI CAMİLERİ Bir başka zarif camiye uzanıyoruz. Ferhadiye Camisi.. Her sokağın bir minareye açıldığı Saray Bosna’da bu caminin başka bir güzelliği var. Caminin tarihini araştırıyoruz. 16. yyda Ferhat Paşa adına yaptırılan bu cami 18. yyda iyi bir restorasyon geçirmiş. Şehrin ortasından geçen Miloçka ırmağının etrafındada camiler bırakmış Osmanlı, bunlardan önemli bir eserde Eski cami, başka bir adıyla Hünkar Camii.. camiyi dolaşıyoruz. Burası İshak Beyoğlu Gazi İsa Bey tarafından 1458 yılında yaptırıldı. 1463’te şehri ziyarete gelen Fatih Sultan Mehmed’in takdirine mazhar olduğundan, adı “Hünkar Camii” olarak değiştirilmiş. 1560’da çete baskını sonucu tamamen yandı. Bunun üzerine 1565’te yeniden yapıldı. Caminin haziresinde Yeniçeri Ağası Bosnalı Abdullah Ağa ve Vali Muharrem Paşa’nın mezarları bulunuyor. Türbeyi ziyaret ettikten sonra bir başka camide buluyoruz kendimizi.. Yanya Paşa camii.. Yanya Paşa Camii, II. Bayezıd’ın damadı Yanya Paşa tarafından 1844 yılında yaptırılmış. Bugün ilk binasından eser kalmamış. Kiremitle örtülü yapının İç tavan ahşap işçiliğini gördüğümüzde tavanın zarafeti karşısında büyüleniyoruz. Bosna’daki seyahatimizde Osmanlının cami, külliye, çarşı ve bedestenlerin yanı sıra köprüler de inşa ettiğini görüyoruz. İşte 1550 yılında yapılan meşhur Keçi köprüsü.. B BOSNA OSMANLI ADALETİNİ ARIYOR undan tam 140 yıl önce Osmanlıdan ayrıldı bu Rumeli toprağı. Ama Saraybosna, Camileri, kabristanları, çarşıları, medreseleri ve yerleşim alanlarıyla özgün bir şehir anlayışını bugüne kadar taşıyabilmiş. Savaşlara, yıkımlara rağmen. Üzerine şarkıların söylendiği, bir yerleşim yerinden çok, ağıtların yakıldığı bir şehir burası. Aslında bir de Evliya Çelebi’den dinlemek lazım Saraybosna’yı. Seyahatnamede Bosna ile ilgili şu bilgilere rastlıyoruz. “Dünyada Saray isimli bir çok şehir bulunmakta, Anadolu’da Aksaray, Dağıstan’da Kale Saray, Rumeli’de Vize Saray, Ama hiçbiri Bosna’daki Saraybosna’ya benzemez. Osmanlılar buraya ilk geldiklerinde Bosna adında çok küçük bir yerleşim yeri bulunuyordu. Bir kale ve surlar inşa edildi. Ve Saraybosna şehrini yeniden kurdular. ”Burası tam 99 kaynaktan beslenen Vrelo Bosna yani Bosna suyunun kaynağı. Burası bir piknik alanına dönüştürülmüş. İnsanlar buraya gelip nezih bir ortamda ailesiyle birlikte oluyor. Bosna Nehrinin kaynağının bulunduğu bu mekan, Saraybosna’ya 20 km mesafede yer alıyor. Buz gibi sular, kuşlar, alabalık, ördekler ve şirin köprüler hepsi bir arada. Vrelo Bosna piknik alanı ayrı bir dünya. Bosna’ya her gelen mutlaka buraya gelmeli burayı görmeli ve havasını teneffüs etmeli. BOSNA SAVAŞI’NIN SİMGESİ TÜNEL Bosna’nın başkenti Saraybosna’yı gezmeye ve tanımaya devam ediyoruz. Şimdi Bosna savaşında önemli bir yere sahip İğman dağlarının eteğindeki Tünelin bulunduğu yere gidiyoruz. Tünel, savaş yıllarında saklanmak erzak ve cephane taşımak amacıyla Bosnalı Müslümanlar tarafından açılmış. 1992 yılında Bosna Hersek’te Müslüman Boşnaklar gafil avlanarak ülkenin hemen her yerinde, beklemedikleri bir şekilde, Sırplar tarafından kıskıvrak kuşatıldı. Ve bütün dünyanın gözü önünde pek çok can ve mal kaybına uğradı. Saraybosna’yı çevreleyen Iğman dağlarına yerleşen ve kentin iki giriş çıkışını tutan Sırp orduları bölgede kuş uçurtmuyordu. Şehrin iki yakası arasındaki irtibat kesildi. Boşnaklı Müslümanlar birbirlerine giderken keskin nişancılar tarafından uzaktan vuruldu. Tam 800 şehit verildi. Açlık ve ilaç ihtiyacı had safhaya ulaştı. Kahraman bir Müslüman subay buna bir çözüm buldu ve adamlarıyla üstünlük sağladığı İgman dağlarının bir bölgesinden şehirle bağlantıyı sağlayan bir koridor açmaya muvaffak oldu. Daha sonra mühendisler burayı genişleterek bir tünel haline getirdiler. Böylece Şehrin iki bölgesi yer altından bir tünelle birleştirildi ve yardımlar akmaya başladı. 150 kişinin geceli gündüzlü çalışması sonucu açılan bu Tünel Saraybosna içi nefes borusu oldu adeta. KANLA YAZILAN BİR DESTAN T ünelin başladığı ev, bugün küçük bir müzeye dönüştürülmüş. Dış duvarlarının Sırp mermileriyle delik deşik olduğunu görüyoru. Evin bodrum katında savaş günlerinde kullanılan silahlar, elbiseler, bombalar ve diğer araçlar sergileniyor. Yüksekliği 150 cm, genişliği 100 cm olan Bu yer altı geçidinin Uzunluğu ise 800 m. Eşya nakli kolay olsun diye tabana ray döşenmiş. Çökmesin diye, yan taraflar ve tavan kalaslarla desteklenmiş. Her şeyi hayret ve ibretle izliyoruz. Anlatılanlara göre Tünelden günde ortalama 4000 insan geçiş yapıyordu. Bir gecede ortalama 20 ton malzeme ulaşımı sağlanıyordu. Saraybosna savaş tüneli, şehir halkı için değeri ölçülemez önemli bir rol oynamış. * VEZİRLER ŞEHRİ TRAVVNİK’E GİDİYORUZ Başkent Saraybosna’dan ayrılıp Travnik şehrine doğru yol alıyoruz. Yolda giderken akan nehirlerin şırıltılı sesleri, zarif köprüler selam veriyor bize.. yol üstünde şehitlikler görüyoruz. Fatihalar okuyarak geçiyoruz yollardan ve Yeşillikler içinde yolumuza devam ediyoruz. Gebzeli Çoban Mustafapaşa’nın doğum yeri burası. Şehre girmeden bir şehitlikle daha karşılaşıyoruz. Ama burası stadyum. Savaş yıllarında, Sırpların yoğun ateşi altında kalan Bosnalı Müslümanlar, ileriye gidememiş ve cenazelerini olduğu yere defnetmişler, yani stadyuma. Şimdi koca bir stadyum şehitliğe dönüştürülmüş. Yol boyunca gördüğümüz binaların önleri, bahçe ve balkonları çiçeklerle dolu. Geçtiğimiz köylerde Osmanlı tipi kubbeleriyle camiler ve yükselen şirin beyaz minareler bizi karşılıyor adeta. AHMETLİ KÖYÜN’DE YAŞANAN VAHŞET Bir İnsanlık dramının yaşandığı Ahmed köy’deyiz. Ahmedköy Saraybosna-Travnik yolu üzerinde yer alıyor. 1992-95 yıllarının savaşını yaşayan Ahmedköy katliama maruz kalmış. Hırvatlar köyü bir gece vakti basarak yaşları 3 ile 95 arasında değişen 150 kişiyi yardım yapılacak vaadi ile kandırıp camiye toplayarak yakarak katl etmişler. Cami bahçesine yapılan anıtda savaşada yakılarak öldürürülen Boşnakların isleri yer alıyor. Katliam müzesini gezerken Hırvat katliamının korkunç boyutlarını görüyoruz. Hırvatlar cami imamını çivileyerek asmışlar. Ardından köy halkını camiye doldurup camiyi yakmışlar. Hırvat caniler tarafından şehit edilen Ahmetli köyü halkı için yapılan anıtın bahçesindeki camiyi ziyaret ediyoruz. Tüylerimiz diken diken oluyor. bu nasıl bir vahşet nasıl bir katliam diye düşünüyoruz Ateşe verilen ve kundaklanan cami savaştan sonra yeniden inşa edilmiş. Caminin bahçesinde Ahmedli köyü sakinler ile görüşüyoruz. Yarım yamalak Türkçeleriyle bize Hırvatların köyde yaptıkları insanlık dışı vahşeti anlatıyorlar. Caminin karşısındaki okulu ziyaret ediyoruz. Boşnak çocuklar Türkiye sevgisini Türk bayrağı çizerek gösteriyor.. Dualarla yolumuza devam ediyoruz. VEZİRLER VE MİNARELER ŞEHRİ TRAVVNİK’DEYİZ. Şehrin içine girerken camii ve minareler bize eşlik ediyor. Saraybosna ile Travnik şehri arasındaki mesafe yaklaşık 200 kilometre. Bir zamanlar sancak merkezi olan bu güzel şehir 150 yıl sonra bile Osmanlı-Türk şehri gibi karşımızda duruyor. Kaledeki kule ve camisiz kalmış tek minare geçmişin nazlı yadigarı. Bugün 20 bin nüfusu barındıran Travnik, tam bir Osmanlı şehri. Avrupa’nın göbeğinde yer alan bu Osmanlı şehrinde minareler yükseliyor. Bir çanağı andıran Travnik şehrinin ortasından akan, Bosna nehrinin kolu olan Laşva çayı kenti ikiye bölüyor. Evliya Çelebi, şehrin ufak bir kalesi, varoşunda 2 bin kagir evi, 17 cami ve mescidi, mektepleri, han ve hamamı olduğunu bildiriyor. Günümüze kadar gelebilenler; Yeni camii, Hacı Ali Camii, Perişan Mustafa Paşa’nın türbesi, Muhsinzade Abdullah ve Hafız Celaleddin Paşa’ların türbeleri.Travnik’te adım başı bir camiyle karşılaşıyoruz. Minarelerden ikindi ezanı okunuyor. Bir camiye giriyoruz. Burası merkez camii. Çok sayıda insanın toplandığını görünce meraklanıyoruz. İçeri girince anlıyoruz ki burada bir hatim merasimi var. Bosna-Hersek bölgesindeki Kuran kurslarından mezun olan hafız kız ve erkek öğrenciler için hatim merasimi yapılıyor. Bölge baş müftüsünün katıldığı ve çok sayıda hafızın icazet alacağı törenleri görüntülüyoruz. Hafızlık ve İcazet törenlerinin yapıldığı caminin adı Süleymaniye. 1560 yıllarında mimar İbrahim Paşa tarafından yapılmış. Caminin girişini 20 metre yüksekliğe sahip saat kulesi süslüyor. Süleyman Paşa camisindeki hafızlık ve icazet merasimini takip eden çok sayıda boşnakla sohbet ediyoruz. T SULAR ŞEHRİ TRAVNİK KALESİNDEYİZ. ravnik’e yüksekten bakmak için şehre hakim bir tepede kurulmuş kaleye çıkıyoruz. Oldukça yamaç ve dik asfalt bir yoldan kaleye tırmanıyoruz. Travnik, yeşillikler yurdu bir şehir. Yeşillikler arasında bir saltanat sürüyor. Burada İnsanlar güler yüzlü.Bir zamanlar Osmanlının sancak merkezi olan Travnik kalesine çıkıyoruz. Terk edilmişliğe rağmen dimdik ayakta duran kale duvarı üzerindeki cami bizi karşılıyor. Cami demeye bir şahit ister, yıkılmış, virane bir halde. Buna rağmen Osmanlı mimarisinin ihtişamını yansıtıyor. Travnik kalesinin 11. yüzyıldan kalma olduğunu öğreniyoruz. Osmanlı yıkılmış kaleyi onarmış ve bazı eklemeler yapmış. Kale’nin zirvesindeyken öğle ezanı okunuyor. Ellerimizi açarak şehitler için dualar ediyoruz. Kaleden şehrin her tarafını görmek mümkün. Camiler, minareler, saat kulesi ve tam bir kültür ve tarih kenti Travnik. Kaleden sonra bir mesire yerine uğruyoruz. Buraya mavi su diyorlar. Yüksek dağların eteğinden kaynayarak coşku ile akan Mavi su nehrinin kaynağı burası. Suyun kaynağına kurulan alabalık tesisleri, göletlerde yüzen ördekler çocukların da büyüklerin de dikkatini çekiyor. Öğrenciler bu güzel ve asude yerleri gezmenin sevincini yaşıyor. Mavi suyun kenarındaki kafeteryalardan birinde mola veriyoruz. Burada için- de ay yıldız arması olan kulpsuz fincandan Bosna kahvesi içiyoruz. Lokumla birlikte içtiğimiz kahve ve ardından yediğimiz kaymaklı baklavanın tadına doyum olmuyor. * MİNARELER DEN EZAN SESİ İkindi ezanı okunuyor. Travnik’te ezan her taraftan duyuluyor. Vakit namazlarında bile camiler dolup taşıyor. Burada kadın erkek herkes namazı camide cemaatle kılmaya çalışıyor. Özellikle kadınlara her vakit camiye gelip gelmediklerini soruyoruz. Aldığımız cevap her vakit. Buradaki insanların misafirperverliği, sıcakkanlılığı yüzlerinden okunuyor. MOSTARA GİDİYORUZ Yol boyunca Nehirler, ırmaklar ve köyler bize eşlik ediyor. Saraybosna-Mostar arası yaklaşık 300 Km. Mostar’a 30 Km kala tarihi bir köye uğruyoruz. Buraya “Türk köyü” anlamına gelen “Poçitel” diyorlar. 1471 yılında Osmanlı topraklarına katılan Poçitel, evleriyle, kalesi, saat kulesi ve camileriyle tam bir Osmanlı köyü. Buranın stratejik konumu var. O nedenle tarih boyunca önemli bir merkez olmuş. Savaş yıllarında Hırvatlar tarafından yıkılan camii restore ediliyor. Anadolu köylerini andıran Poçitel, Unesco tarafından dünya kültür mirası listesine alınmış. Tarihi evler, camiler ve kale restore ediliyor. Köyün yaslandığı tepe üzerine kale yükseliyor. Çevreyi daha iyi görebilmek için tepeye tırmanıyoruz. Merdivenleri dolana dolana kalenin en yüksek zirvesine çıkmayı başarıyoruz. İşte bütün köy gözlerimizin önünde. Tarihi yapılar, Neretva nehri, ovalar, bağlar, bahçeler. Bu yüksek kalede, Bosna savaşında şehit olanlar için kuran okuyor ve fatihalar yolluyoruz. Ruhları şad olsun. Tarihi Osmanlı köyünü arkada bırakıp Mostar doğru yolumuza devam ediyoruz. Yol boyunca şehitliklerle karşılaşıyoruz. YAŞAYAN OSMANLI İşte bir başka Osmanlı yurdu. Yine Mostar yolu üzerinde karşımıza çıkıyor. Burası bir Tekke. Bulagay Tekkesi. Sarp kayalar, kayaların altından çıkıp gürül gürül akan sular ve asude bir tekke. Buraya gelip bu güzellikleri yerinde yaşamak gerek. Osmanlı fethedeceği yerlere önceden iyi eğitim görmüş sevgi dolu Alperenleri göndermiş. Buralarda tekkeler kurmuşlar. Gittikleri yerlere sevgiyi ve İslamiyet’i götürmüşler. Böylece bölge insanları kendi istekleriyle Müslüman olmuş. Osmanlı ordusu Saraybosna’ya geldiğinde buradaki halk onları çiçeklerle karşılamış. Çünkü maddi fetihten önce manevi fetih gerçekleşmiş ve Alperenler halkın gönlünü fethetmişlerdi. İşte bu alp erenler tekkesi o günlerin anısına günümüze kadar gelebilmiş. BLAGAY ALPERENLER TEKKESİNDEYİZ Mostar yakınlarındaki Bulagay Sarı Saltuk tekkesi’nin muhteşem manzarası ve tekkenin yanındaki yüksek dağların altından çıkan nehir gerçekten görülmeye değer. Balkanları Türk İslam yurdu haline getiren Alp erenlerin yaptığı hizmetler bugün bile araştırma konusu. Sarı saltuk adı ile tarihimize geçen Alp erenlerin bugün Rumeli bölgesinde 7 yerde türbesi bulunuyor. Bu türbelerden birisi Balagay tekkesi. Araştırmacılar bu mağaranın içinde, kayıkla, 20 metre kadar ilerleyebilmiş. Daha ötesi yok! Suyun nereden geldiği belli değil! Sarı saltuk türbe ve tekkesinin sadece Müslümanlar tarafından değil birçok milletten ve hatta devlet yöneticileri tarafından ziyaret edildiğini öğreniyoruz. Rehberimiz tekkenin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından da ziyaret edildiğini söylüyor. İngiltere veliaht prensi Prens Charles tarafından da ziyaret edilmiş. Prens Charles tekkeye hayran kalmış ve tekkenin mistik havası karşısında adeta büyülenmiş. Burası bodrumuyla birlikte üç katlı, (L) planlı ahşap bir yapı. Zemin katında, yazılı ve sesli yayınlar ve hediyelik eşyalar satılıyor. Tekke’nin ikinci katındaki balkondan Bulagay nehrinin muhteşem manzarasını seyrediyoruz. Bulagay nehrinin çıktığı yerden kana kana su içip ayrılıyoruz. Mostar bizi bekliyor. İyice yaklaşıyoruz… ve işte giriyoruz Mostar şehrine. Bir başka Osmanlı kentine ulaşmanın yecanını yaşıyoruz. HİLAL GİBİ KÖPRÜ MOSTAR M ostar, 15. yüzyılın ilk yarısında kurulmuş. 1483 yılında Türkler tarafından fethinden sonra gelişmeye başlamış. Şehir adının nereden geldiğini sorduğumuzda anlatıyorlar bize.. Şehir, tahta bir köprü çevresinde yer aldığı için buraya sadece Most (köprü), Mostici (Mostah) veya çoğul olarak “Köprücüler” anlamında Mostari deniliyordu. Hersek Türk Sancak Beyliğine 1522′den itibaren merkez olan Mostar’a Mimar Sinan’ın kalfası, Kanuni’nin emriyle bir köprü yaptı. Rivayet edilir ki Mostar fethedildiğinde burada yaşayan halk İstanbul’daki hükümetten sağlam, dayanıklı ve kalıcı bir köprü yapılmasını ister. Kanuni baş mimarı Sinan’ ı huzuruna çağırarak şöyle der: “Ey koca mimar! Batı’ da gittiğimiz en uç ilimiz Mostar’ da öyle bir köprü yaptırasın ki, bu güne kadar eşi benzeri görülmeye; bakan gözü gönlü fethede; Türk’ ün adını hatırlata, yaşata!” İşte seyri doyumsuz, yıllarca şiirlere, bestelere kaynak olan bu köprüyü, Sinan’ın kalfası, bir Bosna çocuğu olan Hayrettin Ağa yapmış. Neretva nehri üzerine inşa edilen tarihi Köprü adeta şehrin simgesi ve sembolüdür. Köprü, Hırvat güllesiyle 9 Kasım 1993 tarihinde parçalanıp sulara gömülüne kadar 427 yıl aralıksız hizmet vermiş. Neretva nehri masmavi rengi ve derin sularıyla şehri tam ortadan ikiye bölüyor. Nehrin her iki yakasında cami ve göğe yükselen minareleri görüyoruz. Filmlerde ve kartpostallarda gördüğünüz o tarihi köprü şimdi yok. Bosna Savaşında Hırvatlar tarafından yıkılan Meşhur Mostar köprüsü aslına uygun olarak bir Türk firması tarafından yeniden inşa ediliyor. Osmanlı döneminde Bosna eyaletine bağlı olan Mostar, 1878′de Avusturya-Macaristan kuvvetleri tarafından işgal edildi. 1818′de de Sırp Hırvat-Sloven krallığına katıldı. Hilale benzeyen ünlü Taş köprüsü ile adını dünya kültür tarihine altın harflerle yazdıran Köprü anlamına gelen Mostar şehrini tanıtmaya devam ediyoruz. EVLİYA ÇELEBİ MOSTARI ANLATIYOR 1664 yılında burayı ziyaret eden Evliya Çelebi, burada 48 adet camiin var olduğunu belirtirse de bu sayı, daha sonraları artmış.Karagöz Mehmed Bey Camii, 1557 tarihli Zaim Mehmed Bey camii, Koski Mehmed Paşa Camii Şehirde bulunan önemli Osmanlı dönemi eserlerden bir kaçı. Osmanlı, Mostar’a camilerin yanı sıra medreseler, köprüler, türbeler, han ve hamamlar inşa etmiş ve şehrin gelişmesine katkıda bulunmuş.Uzun yıllardır görmediğimiz sevgiliye kavuşmanın heyecanıyla kucaklaşıyoruz Mostar’la. Arnavut kaldırımıyla döşeli eski Mostar sokaklarına giriyoruz. İnişli, çıkışlı, engebeli, daracık sokaklar, Dere üzerindeki kemerli taş köprü, çevresindeki camiler, minareler, işte Mostar karşımızda. Hırvatlar tarafından yerle bir edilen ve binlerce insana mezar olan tarihi Mostar sokaklarında gezerken Dünden Bugüne Mostar’da çok şeyin değiştiğini görüyoruz.Osmanlı Mostarı bir idari ve askeri üs olarak kullanmış. Bundan dolayı Mostar kısa zamanda gelişme göstermiş. Ticaret, sanat ve kültür merkezi haline gelmiş. Camiler, medreseler, hanlar hamamlar inşa edilmiş. 1631′lerde kasabanın 24 mahallesi ve 22 camisinin olduğunu öğreniyoruz. Bugün Hıristiyanlarca ziyaret edilen şehrin tarihi kilise ve katedralleri bile Osmanlı’nın o engin hoş görüşü, müsaadesi ve yardımıyla inşa edilmiş. Bosna savaşında şehit düşen on binlerce Boşnak Müslüman için, Şehir merkezindeki Park’ta bir anıt mezar var. Bu anıt mezarı ziyaret ederek gezimizi sürdürüyoruz. Mostar şehrinin sokaklarında dolaşırken savaş yıllarının tüm izlerini yaşarsınız. Mostar, Bosna savaşında gerçekten çok korkunç bombardımana tabii tutulmuş. BOSNAYA VE DE EDERKEN Bu gezi notu ve belgesel senaryo metni 1992- 1995 yılları arasında yaşanan ve yüzbinlerce insana mezar olan Bosna Savaşları’nın üzerinden 8 yıl geçtikten sonra bizzat Bosnaya giderek 2003 yılı Haziran ayında kaleme almıştık. Bu yazıları kaleme aldıktan sonra değişik tarihlerde 2015 yılına kadar 5 kez daha Bosna’ya geldik belgesel çekip araştırmalar yaptık. Savaşın izleri Bosna’nın her yerinde kendini gösteriyor canlı ve tap taze duruyor. Bosna’nın her yeri şehitlik olmuş. Parklar evlerin önü yol kenarları her yer şehitlik.. Şehitliklerde, şehitlerimize Fatihalar okuyarak gönlümüz mahzun bir şekilde Bosna ya veda edeceğiz.. Bosna’dan ayrılma vaktidir. Ama bu ayrılık hüzün doludur. Çünkü Bosna kendine çekmektedir hep.. bir vefa beklemektedir bizden.. Bosna’ya son bir kez bakıyoruz. Osmanlının geride bıraktığı miras, üstünden asırlar geçse de hala dimdik ayakta.. İnsanların yüzlerindeki sıcak ifadeler yine Osmanlıyı ecdadımızı hatırlatıyor. Aziz ecdadımızı bir kez daha minnet ve şükranla yad ediyor. Elveda evladı fatihan diyarı Saraybosna, Elveda İgman dağları, Elveda Mostar, Travnik, Osmanlı Köyü, Bulagay Tekkesi. Elveda Bosna diyerek ayrılıyoruz.