boşnaklar kan ağlarken

advertisement
DRİNA’ DAN TUNA’YA BOSNA’DA DEVR-İ ALEM
BOŞNAKLAR
KAN AĞLARKEN
Yoğuslav’ ya dağılıp Bosna’da savaş başlayınca yüreğimiz yanmıştı.
Araştırmacı gazeteci ve Devr-i alem belgesel tv program yapımcısı
olarak Bosna’ya ilk kez 2003 yılı Haziran ayında gitmiştim.
2008 Aralık, 2011 Mayıs, 2014 Eylül, 2015 Temmuz ve son olarak Kasım
2015 tarihinde bir kez daha Bosna’ya gittim. Bu kez Bosna’nın savaşlar
tarihi ve yaşanan insanlık dramını belgeselleştirmek istedim.
“ Boşnaklar Kan Ağlarken” başlıklı yazım ’da Bosna’nın kanayan
yarasını ve Boşnakların yaşadığı vahşeti belgeselleştirip tarihe
not düşüp zamana noterlik yapacağız.
Yazan : İsmail Kahraman (www.belgeselyayincilik.com)
E- post: Belgeselciismail@gmail.com
Bosna’nın başkenti Sarayova Baş çarşı hatırası
K
Evlad-ı Fatihan diyarı Bosna
ültür Turları’ nın marka kuruluşlarından Balkan Turlarında önemli
yere sahip Koşukavak Turizm ve
Seyahat Acentesi’ nin sahibi Rıfat
Yakupoğlu’ un daveti ile bir kez daha
evladı fatihan diyarına gittik. Gebze
belediyeler birliği tarafından organize
edilen edilen Birliğe üye belediyelerin
başkanları ve meclis üyelerinden oluşan
90 kişilik bir ekiple geldiğimiz Evlad-ı Fatihan diyarı Bosna Hersek’te Devr-i Alem
Belgesel Yayıncılık TV programı ile tarihe
not düşüp zamana noterlik yaptık.
Bosna Vişegrad Dirina Sokullu
Mehmet Paşa köprüsü
Koşukavak Turizm’in iki otobüslük tur
kafilesi ile Güney’den Kuzey’e Devr-i Alem
yaptığımız Bosna Hersek’te İvo Andiriç’in
ünlü romanına konu olan Bosna’nın
Vişegrad kentine gitme imkanı buldum.
Mimar Sinan tarafından Drina nehri üzerine yapılan Sokullu Mehmet Paşa köprüsünde belgesel çektik. Köprünün tamiri
için Türkiye devleti beş milyon avro para
harcayarak geçmişe vefa borcunu ödedi
Tamirattan sonra Drina köprüsünde ilk
belgesel çeken Devr-i Alem belgesel TV
program ekibi oldu.
Bosna Vişegrad Sokullu Mehemet Paşa nın
Mimar sinana yapıtrdığı Dirina köprüsü
Bosna savaşlarının üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen Bosna’da analar ağlamaya
devam ediyor. Bosna savaşlarında ölen
ve kaybolanların sayısı halen belli değil.
Fatih’in Bosna’ya girdiği ilk yer olan ve
adını da bizzat Fatih tarafından derin nehir olduğu için “Derin Ha” dan alan Drina
nehri vadisinde savaş ve soykırımların
belgeselini çektik.
BOSNA’NIN KANAYAN YARASI
SREBENİTSA KATLİAMI
Srebenitsa’da binlerce kişinin Sırplar tarafından hunharca katledilerek soykırıma
uğradığını ilk kez dünyaya Amerikalı bir
gazeteci duyurmuştu. Bizde toplu şehitlikte
belgesel çekerek şehitlerimizi hayırla ve
rahmetle andık. Bosna savaşlarını anlamadan dünyada bugün yaşananlar anlaşılmaz.
Bosna’nın hesabı sorulmadan Suriye’de
akan Müslüman kanı durmaz.
Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel ve
Başbakan Tansu Çiller Bosna savaşları için
harekete geçmişti. Tüm İslam dünyasından
Bosna’ya silah ve asker gittikten sonra
savaşı Boşnakların kazanacağı anlaşılınca
birleşmiş milletler 4 yıl sonra 1995 de Bosna savaşını durdurmuştu.
Dirina Nehrinde baraş ve dağlar
Srebenitsa’da soy kırıma uğrayan boşnak
mezarlarında fatiha okuduk.
Bosna Srebenitsa da soy kırıma uğrayan
boşnak müslümanların yaş ortlaması 30.
Bosna Gorajde göngören parkı dirina nehri ve Kayseriyye camisi
1
DİRİNA VADİSİN’DE 500 KM.
5 Kasım 2015 günü Başkent Sarayevo’dan yola çıkıp toplam 500
km. yol giderek Bosna Hersek ve
Sırbistan topraklarında Drina nehri
vadisinde soykırım ve savaşların
belgesel görüntülerini çekip, birleşmiş
milletlerin koruması altında olmasına
rağmen Srebenitsa’da soykırımı kurbanlarının toplu mezarlarının başında sizler
adına da Fatih’a okudum. Bosna’da analar
ağlamaya halen devam ediyor. Suriye’de
ise hem analar hem babalar kan ağlıyor.
Kadın ve çocuklar vahşice katlediliyor.
Bosna’da tek yürek olan Türkiye ve İslam
dünyası nerede? Biz sizleri Drina nehri
üzerinden Bosna Savaşları’nın halen acı
izlerinin bulunduğu bölgeye götürüyoruz. Drina’ dan Tuna’ya su değil Osmanlı
ve İslam medeniyeti tarihi akarken Haçlıların kin ve düşmanlığı halen devam
ediyor.
Bosna Vişegrad Dirina S. Mehmet Paşa köp- Vişegrad Dirina nehri üzürinde Sokullu
rüsün’den bir başka manzara.
Mehmet Paşa’nın doğduğu köye giden yol
Savaşlar Tarihinde Bosna.
Bugün dünyada adı konmamış bir savaş
yaşanıyor. Özellikle İslam Coğrafyası ve
Türkiye’nin yanı başında oluk oluk kan
akıyor. Yüzbinlerce insan ölüyor. Dramlar, sürgünler ve göçler yaşanıyor. Deyim
yerinde ise medeni geçinen dünyanın gözü
önünde bir mezalim yaşanıyor. Her geçen
gün adım adım üçüncü dünya savaşına
gidiyoruz. Kimse de buna ses çıkartmıyor.
Birinci Dünya Harbi’nin çıkmasına sebep
olan Bosna’ya bir kez daha yolumuz düştü.
Bu kez Bosna’ya Birinci Dünya Harbi ve
medeni dünyanın gözü önünde yüzbinlerce
insanın öldüğü Bosna savaşlarını araştırmak, Birinci Dünya Harbi’ni sebep ve sonuçları ile gündeme getirmek için gittim.
Bosna Savaşlarını bugün bizler unutsak
da tarih ve arşiv belgeleri unutmuyor.
Bosna’yı gezip görenler savaşın ne anlama
geldiğini bir kez daha anlıyor. Bosna’ya ilk
kez 2003 yılında gitmiştim. 2008, 2011,
2014, 2015 Temmuz Ayı ve son olarak Kasım 2015 tarihinde bir kez daha Bosna’ya
gittim. Bu kez Bosna’nın savaşlar tarihi ve
yaşanan insanlık dramını belgeselleştirmek istedim.
Bosna Foça da savaşlarda yıkılan alaca
camisi inşaatı TİK a yapıyor
Bosna Srebenitsa toplu şehitliğinde fatiha okuduk
Fatihin Bosnayı fetihinde verdeği Dirina nehri vadisi ve Vişegrad
E
Soykırım ve hayatın belgeseli
vladı Fatih han diyarı Bosna’dan
sizlere sesleniyoruz. Bosna’ya daha
önce birçok kez gitmiştik. Uçakla
İgman Dağları üzerinden başkent Sarayova’ ya inmiştik Temmuz 2015 tarihinde
Karadağ’dan yola çıkıp dünyaca ünlü
Drina Nehri’ndeki Tara Kanyonu’ndan
karayolu ile Bosna’ya gelmiştik. Drina
Nehri Sava Irmağı ile Tuna’ya karışıyor.
Karadağ üzerinden vadiler aşarak Drina
Vadisi’ne giriyoruz. Muhteşem bir güzel-
Dirina köprüsü
ve Vişegrad
lik göz ve gönül okşuyor. Zaman zaman
durup fotoğraflar çekip, belgesel görüntü
kayıtları yapıyoruz.
Drina Nehri ve Tara vadisi kültür tarihimizin de bir çizgisi. Meşhur yazar İvo Andiriç’in Drina Köprüsü romanında anlattıkları gözlerimizin önünde canlanırken
vadinin ve dağların ihtişamlı manzarası
eşliğinde Bosna’ya geliyoruz.
Bosna Srebenitsa soy kırım
kurbanlanı anıtı
ŞAVAŞ TÜNELİNDE TARİHE
NOT DÜŞÜYORUZ
Bu kez Bosna’yı savaş yıllarında 4 yaşında
yetim kalan babası savaşta ölen Mirza Ömer
Haciç’in rehberliğinde geziyoruz. İlk durağımız Savaşlarda Sarayova’nın can damarı
olan savaş tüneli oluyor. 800 metre uzunluğundaki savaş tüneli, Sarayova’nın adeta can
damarı olmuş. görsellerle tünel müze haline
getirilmiş. 4 ay 4 günde kazılan tünel Bosna
savaşlarının kazanılmasında önemli kilometre
taşı. Tünelde belgesel çekimlerimizi yapıyor,
tarihe not düşüp zamana noterlik yapıyoruz.
BOSNA’DA HER YER ŞEHİTLİK
Bosna Hersek son 100 yılın en büyük insanlık
katliamına sahne olan bölgelerden birisi. Dağ
taş her yer şehit mezarları ile dolu. Amerikan
CHE raporuna göre, bu savaşta 260 bin kişi
ölmüş, bunun 160 bini Boşnak Müslümanı.
Müslümanların lideri Bilge Kral Aliye İzzet
Begoviç bir zamanlar çocuk parkı olan 500 e
yakın şehidin mezarının olduğu şehitliğin tam
ortasında Aliya’nın mezarı. Aliya ölmeden 1
hafta önce, kendisini ziyaret eden o dönemin
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a ‘Sırpların
arkasında Ruslar var, Hırvatların arkasında
Almanlar var, Boşnakların arkasında Türkiye
olmalı, Boşnakları sizin şahsınızda Türkiye’ye
emanet ediyorum. Ona iyi sahip çıkın’ dediğini
söyledi rehberimiz Mirza bey.
Bosna’nın Foça kentinde savaşlarda
yıkılan Balkanların en güzel camisi
Türkiye tarafından yeniden yapılıyor
Bosna - Mostar köprüsünden bir manzara
Bosna Travnik kalesi genel görünümü
S
BAŞÇARŞI’DA TARİHİ YAŞAMAK
arayova’nın kalbinin attığı yer baş
çarşıdır. Fatih tarafından fethedildiği yıldan beri, adeta yaşayan bir
tarih. Sanki 500 yıl geçmemiş gibi her
şey aslına uygun sanatkârlar işlerine
devam ediyor. Esnaf tıpkı eski işlerini
yapıyor. Ancak 15. yüzyılda inşa edilen
bu çarşı 19. yüzyılda geçirdiği yangın
nedeniyle inşa edildiği boyutun yarısı
kadar kalmıştır. Çarşının tam ortasında
çeşme bir anlamda Sarayova’nın sembo-
Bosna Foço’da savaşda yakılan
cami ve saat kulesi
lü. Sebil, 1891 yılında yapılmıştır. Fakat
zaman içerisinde zarar gördüğü için
yeniden yapılmıştır. 1984 Olimpiyatları öncesi yenilenen sebil, 2006 yılında
tamamen eski görünümüne kavuşturulmuştur. Baş çarşı’ nın kalbinin attığı yer
ise, Hüsrev Bey Külliyesidir. 1530 yılında
inşa edilmiştir. 26 metre yüksekliğindeki kubbesi oldukça görkemlidir. Cami
minaresi ise 47 metre yüksekliğindedir. Kubbe ve diğer kısımlarda yer alan
işleme, süsleme ve halı gibi detaylar
görülmeye değerdir. Külliyesi yaptıran
ve Sarayova’yı dünyanın en önemli şehri
haline getiren Hüsrev Bey, o dönemin
en zengin devlet adamı olmasına rağmen bütün malını mülkünü vakfetmiş,
öldüğünde bir çorabı ile kalmamış bir
devlet adamı. Ancak kurduğu vakfın
medresesinde okuyan bugünkü öğrenciler bile, her gün Hüsrev Paşa’nın ruhu
için camide hatim okuyorlar, biz de
türbesinde hatim okuyarak. Baş çarşıdaki gezimizi sürdürüyoruz. Hüsrev Bey’in
yaptırdığı Handan Aliye İzzet Begoviç’in
öncülüğünde Bosna Genç Müslümanlar
Birliği kurularak, Bosna’nın kurtuluşuna
zemin hazırlanmıştı. Bugün bu handa
oturup çaylarını yudumlayan gençlerin
ne kadarı bu tarihi geçmişi biliyor.
BİRİNCİ CİHAN HARBİ
SARAYOVA’DA BAŞLAMIŞTI
Sarayova’daki gezimizin şimdiki durağa birinci
cihan harbinin fitilin ateşlendiği yer. Avusturya Macaristan veliahdının 1914 yılındaki
Sarayova ziyaretinde, Sırplı bir öğrencinin
veliahttı vurduğu köprünün başına geliyoruz.
Sırplı genç, silahı çekip, veliahttı vurduğu yerdeki binanın duvarında bu tarihi olayı anlatan
tabela var. Duvarlarda resimler var. Birinci Cihan Harbi burada patlak vermiş, Sırpların yanında Ruslar Avusturya Macaristan’ın yanında
Almanlar savaşı başlatmışlar, savaş bütün
dünyaya yayılmış, milyonlarca insan ölmüş
Osmanlı tarih sahnesinden silinmişti. Medeni
geçinen Avrupa bu savaştan ders almamış 2.
Cihan Harbi’nde de birbirlerini öldürmüşler,
onlarca milyon insan hayatını kaybetmiş.
SAVAŞ, AÇLIK VE ÖLÜM
Bosna savaşlarında kaç kişinin öldüğü bilinmiyor. Değişik kaynaklardan değişik bilgiler
veriliyor. Avrupaların aç gözlüğü yüzünden
260 bin insan Bosna’da ölmüştü. Bosna’da
halen savaşın izleri tüm tazeliği ile gözükmekte. Evlerin bahçelerinde bile şehit mezarları
var. Bize rehberlik yapan Mirza Ömer Bey,
yaşadığı acı olayı bize şöyle nakletti: “ Ben
savaşta 4 yaşındaydım. Babamın şehit olduğu
haberi eve gelince, annemin babanız öldü
demesini üzerine açlık ve yokluk yüzünden o
gün çocuk ruhu ile ölümün ne olduğu bile bilmeden “Anne Babamı pişirip yiyebilir miyiz”
demem açlığın ne kadar korkunç olduğunu
göstermesi bakımından önemlidir.” Derken
bir tarafımdan da gözünden de birkaç damla
yaş dökülüyordu. İşte bu gençle yanı Mirza
Ömer Hoçiç ile şimdi Bosna Savaşları’nın acı
gerçeğinin yaşandığı Drina nehri vadisine
doğru yola çıkıyoruz.
Bosa Vişegrad Dirina köprüsü kitabesi
Bosna’dan doğan Sular Dirina ve Sava ırmağı ile Tuna nehrine akar nehri’nin
Vişegrad Dirina Sokullu Mehmet Paaşa Köprüsü
İGMAN DAĞLARINDAN DRİNA NEHRİNE
B
osna’ya turlar düzenlenir. Ancak bu
turlarda hep aynı rota takip edilir.
Başkent Sarayova’da baş çarşı gezilir,
şehitlik ziyaret edilir, sonra gelsin Boşnak
köfte ve böreği… Afiyetle yenilir, içilir. 1
günlük Mostar, Poçitel ve Blagay tekke
turu, ardından da ikinci günde Ahmiç köyü
ve vezirler şehri Travnik şehrine gidilir. Son
gün ise Sarayova’da şehir turu yapılarak
uçakla Türkiye’ye dönülür. Hemen hemen
bütün turlar bu şekilde cereyan eder. Bu
yazı ’da sizlere farklı bir rota takip ettireceğiz, İgman Dağları üzerinden Drina nehri
vadisine doğru yolculuğa çıkarıp Bosna’da
yaşanan savaş ve soykırımın gerçek yüzünü
göstereceğiz.
Tarihler 15 Kasım 2015. Sabah erkenden
Bosnalı rehberim Mirza Ömer Hociç bey ile
yola çıkıyoruz. Güzel bir sonbahar, hafif sis
ve güneş bize Sarayova’dan el sallayarak
İgman Dağları üzerinden doğarken, Sırp
bölgesine geçiyoruz. Savaşın Bosna’da
halen izleri var. Sonbaharın o muhteşem
manzarası, sararmış yapraklar, derelerin
nazlı nazlı aktığı vadilerden, kanyonlardan
geçerek Drina Nehri Vadisi’ne iniyoruz. Drina nehri Osmanlı Türk tarihi için çok önemli
yere sahip isterseniz gelin kısaca bir Drina
nehri ile ilgili bilgilerimizi tazeleyerek Foça
şehrine girelim.
DRİNA NEHRİ VADİSİ
Bosna Vişegrad şehri ve Dirina ırmağı
Bosna dağlarından doğan Drina Balkanlar’da uzanan, Sava Irmağı’nın 346 km
boyundaki en büyük kolunun adıdır. Dirina
önce Sava ırmağı ile birleşir ardından
Belgrad’da Tuna’ya katılarak Osmanlı tarihi’ nin sınır çizgisini oluşturur.
Drina Nehri, Biri Durmitor, diğeri Komovi dağ- Drina ile ilgili bilgilerimizi tazeledikten sonra
larından çıkan Piva ile Tara akarsularının Foça Bosna savaşlarında büyük soy kırım ve insanyakınlarında birleşmesinden sonra meydana
lık dramının yaşandığı Foçaya giriyoruz.
gelerek Drina adını alır. Eğimli bir arazide
aktığı için nehir, trafiğe elverişli değildir. Ancak kütük yüzdürmekte çok kullanılır. Büyük
bölümü Sırbistan ile Bosna-Hersek arasındaki
sınırı oluşturur. Drina çok hızlı akan, soğuk
ve yeşil suya sahip bir nehirdir. Ortalama
derinlik 3-5 metredir. 12 metre olan en derin
yer Tijesno’dadır.
Drina’nın ortalama genişliği 50-60 metredir.
Ancak, genişlik Tijesno’da 12-20 metreye
düşerken, Bajina Basta ve Ljubovija’da (Sırbistan) genişlik 200 metreden fazladır.
Elverişsiz arazisi sebebiyle Drina havzası az
nüfuslu bir bölgedir. Bölgede düzgün yollar ve
demiryolları azdır. Drina Nehri üzerindeki yerleşim yerleri şunlardır:Bosna-Hersek’te: Foça,
Srebrenica, Gorajde, Vişegrad, Bratunac,
Zvornik, Janja. Sırbistan’da: Ljubovija, Mali
Zvornik, Banja Koviljača, Loznica, Lozničko
Polje, Badovinci.
Bosna-Hersek’te Vişegrad, Skelani, Bratunac ve Zvornik; Sırbistan’da Loznica ve
Badovinci yerleşim birimlerinde köprüler
bulunmaktadır. Bunlar içinde Vişegrad’da
bulunan Drina Köprüsü, birçok yönüyle
meşhur olan bir köprüdür. Bu köprü Osmanlı İmparatorluğu zamanında Mimar SiBosna Vişegrad Dirina nehri kenarında
nan tarafından Sokullu Mehmet Paşa adına
Fatih S.M. Bosnaya girdiği yere yapılan
1577’de yapılan 11 gözlü bir köprüdür.
Bosnanını 65. m. en yüksek minareli camisi
Bosna Foça’da saaşda yakılan cami restra ediliyor.
Bosna Ahmiç köyünde 116 boşnak bir gecede katl edildi
D
FOÇA’DA SAVAŞIN KANLI İZLERİ
rina bizim tarihimizi anlatıyor, bizim
türkümüzü söylüyor. Yol üzerindeki
köyler, evler bizlere el sallarcasına;
adeta bugüne kadar ‘Neredesiniz?’ diye
sitem ediyor.
Tırnova, Milavina şehirlerinden geçerek
ilk durağımız Foça oluyor. Drina ırmağının
başlangıç noktası Foça muhteşem bir yer.
İki ırmağın birleştiği bu şehir Bosna savaşlarında en büyük katliam ve vahşetlerin
yaşandığı yer. Şehirde halen bir hüzün
Bosna Travnik şehrinde hatıra footoğrafı
hâkim. Rehberimizin verdiği bilgiden öğrendiğimiz kadarı ile savaş öncesi buranın
%70’i Müslüman Boşnaklardan oluşuyormuş. Savaşta Müslümanlar büyük bir katliama uğrar. Yaşlılar ve çocuklar öldürülür,
kadınlar ve kızlar tecavüze uğrar, evler ve
camiler yakılır. Foça’nın merkezinde saat
kulesinin yanı başındaki Türk çarşısı halen
yanmış, yıkılmış vaziyette duruyor. Foça
saat kulesi adeta burada yaşanan mezalimin hüznünü yaşıyor.
Bir cami restore edilmeye çalışıyor. Çevresindeki mezarlar temizleniyor. Ahşap yapılı
beşik örtülü cami gerçekten göz ve gönül
okşuyor. Yanmış, yıkılmış evler acaba hangi
Foçalılara mezar oldu. Ruhlarına Fatiha
okuyarak Drina nehri kenarındaki Balkanların en güzel mimarisine sahip Alaca
Cami’nin bulunduğu yere geliyoruz.
Bu Cami savaşlarda yakılıp, tümüyle yıkılmış. Türkiye Cumhuriyeti bu Cami’yi de
yapmaya çalışıyor. Cami’nin inşaatından
görüntüler çekiyoruz. Cami, aslına uygun
restore edilerek ziyarete açılacak. Bugün
Foça’ya çok az sayıda Müslüman dönmüş.
Halen Foça’da gerginlik ve sıkıntı yaşanıyor.
Foça’dan hüzünlü bir şekilde ayrılarak, Drina nehri vadisine doğru yola çıkıyoruz.
FATİH İLK KEZ DRİNA’DAN
BOSNA’YA GİRDİ
Drina muhteşem bir nehir. Sonbaharın
o hüzünlü havası Drina vadisinde daha
çok hissediliyor. Foça’ya yakın Üstekolina şehrine uğruyoruz. Rehberimiz Ömer
Hociç bizi nehir vadisindeki köyde durdurup, muhteşem bir caminin bulunduğu
yere götürüyor. Caminin minaresi adeta
gönlümüzü ferahlatıp, bizi geçmişe doğru
yolculuğa çıkarıyor. Zira Fatih ilk kez
Bosna’ya buradan girip, askerleri ile ilk
kez burada karargâh kurmuş. Karargâh
kurduğu burada askeriye camisi kurulmuş. Ancak cami savaşlarda yıkılmış, minaresi yok edilmiş. Bosnalı Müslümanlar
bu camiyi yeniden yapmışlar ve 65 metre
yükseklikte olan Bosna’nın en büyük
minaresini burada hayata geçirmişler.
Emin Tufan Bey adlı bu caminin bahçesinde Boşnak bir çocuk ile tanışıyoruz. Köy
hakkında bilgi alıyor ve Müslümanların
oldukça fazla olduğunu öğreniyoruz.
Dirina Sokullu M.Paşa
köprüsü kitabesi
Bosna Vişegrad Dirina Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü kitabesi
Bosna Grajde’de Güngören belediyesi tarafından yapılan park
B
AVUSTURYA, BOSNA’YI SÖMÜRMÜŞ
osna’nın Drina ve İgman dağı bölgesinde yer altı zenginliği Avusturya’ nın
ilgisini çekmiş. Avusturya tarafından
burası işgal edilince, buranın zenginliklerini sömürmek için yollar açılıp, tüneller
yapılmış. O dönem açılan tüneller halen
hizmet veriyor. Altın, gümüş, kurşun gibi
birçok maden o dönem buralardan çıkartılmış ve Viyana’ya götürülmüş. Rehberimizin
ifadesine göre bu dönemde 12 ton altın,
Avusturyalılar tarafından buradan götürül-
soy kırım kurbanı Binlerce Boşnak için
dikilen soykırım anatına çelenek koyduk
düğünü öğreniyoruz.
Muhteşem manzaralar eşliğinde Drina
vadisindeki yolumuza devam ediyoruz. Gorajde şehrine gidiyoruz. Gorajde yine Bosna
savaşlarında en çok hedef tahtası olmuş.
Zira bu şehir yoğun Müslüman nüfusuna
sahip. Şehrin hem giriş hem de çıkış noktası Bosna Sırp Özerk Cumhuriyeti. Bu şehir
Sırp Cumhuriyeti’ni ikiye böldüğü için ciddi
savaşlar yapılmış, birçok Müslüman ölmüş.
Halen bu bölgede ormanlar ve yol çevreleri
mayınlarla dolu. Savaş yıllarında bölgeye
üç milyon mayın döşenmiş. Bu mayınların
bugün 500 bini bulunamamış, halen mayın
patlaması sonucu ölen ve sakat kalanların
olduğunu öğreniyoruz. Yolumuz üzerindeki
maden ocakları, oteller, fabrikalar, savaşta
yaşanan dehşetin canlı şahitleri. Boşnaklara yapılan zulüm, işkence ve tecavüzlerin
canlı tanıkları.
Gorajde şehri Drina nehrinin geniş bir
bölgesine kurulmuş. Köprünün savaşta
keskin nişancılar tarafından hedef alındığı
için köprüden geçen Boşnak Müslümanların
teker teker öldürüldüğünü öğreniyoruz.
Sırp keskin nişancılarına hedef olmaktan
korunmak için Gorajde halkı köprünün
hemen altına tel ve demirden bir köprü yaparak, karşıya geçip hayatlarını bu şekilde
kurtarmışlar.
Kayseri’liler Gorajde şehrine muhteşem
bir cami yapmışlar. İki minareli Kayseriye
Cami, Drina vadisinde adeta bir abide gibi
yükseliyor. Güngören Belediyesi nehrin
hemen kenarına bir park yapmış. Türk Bayrağı, Bosna bayrağı ile nazlı nazlı dalgalanıyor. Gorajde şehrinde halen Müslümanlar
yoğunlukta. Bütün baskılara rağmen burayı
terk etmeyen Müslümanlar adeta birer
nöbetçi ve şehitler abidesi gibi. Halen Sırp
kuşatmasındaki Gorajde şehri Bosna savaşlarının da ne anlama geldiğini görmeyenlerin gözüne sokarcasına gösteriyor.
VİŞEGRAD’A GİDİYORUZ
Drina nehri kenarındaki yolumuz devam
ediyor. Sadece bir nehir ve yoldan ibaret
değil burası. Tarihin derinliklerine de yolculuk yapıyoruz. Sağımızda muhteşem bir
baraj gölü, solumuzda köyler ve muhteşem
dağlar bize eşlik ederken bizde kendimizi
tarihin derinliklerinde buluyoruz. Bir tesiste durarak baraj ve dağ manzarasını doya
doya seyredip, burada yaşanan acı olayları
hatırlıyoruz.
Yol üzerindeki bir köprüde durup rehberimizden bilgi alıyoruz. Burası Osmanlı’nın
ünlü veziri Sokullu Mehmet Paşa’nın köyüne giden yol. Köprü ve dağ zirvesindeki
Mehmet Paşa’nın köyünde halen insanlar
yaşıyor. Sokullu Mehmet Paşa gerçekten
çok büyük bir şahsiyet. Osmanlı Devleti’ne
büyük hizmet etmiş, büyük devlet adamı.
Sokullu’nun ruhuna Fatiha okuyarak Vişegrad’a doğru yol alıyoruz. İsterseniz gelin
şimdi Sokullu Mehmet Paşa kimdir Ansiklopedilerden derlediğimiz bilgilerle Osmanlı
devletine yaptığı hizmetler nelerdir birlikte
okuyalım.
Bosna, Foço, Gorajde Vişegrad ve
Srebenitsa rehberliğimizi yapan Mirza
Ömerhociç ile yol hatırası
Minareler,kubbelr ve vezilrler kenti Bosna-Trnavnik şehri
Koşukavak Turun sahibi Rifat Yakupoğlu ile Tükiye’nin Bosna
büyük elçisini ziyaret ettik.
O
SOKULLU MEHMET PAŞA KİMDİR
smanlı’nın en önemli devlet adamların’
dan olana Sokullu Mehmet Paşa , 1505 yılında Sokoloviçi - Vişegrad, da
doğdu. Osmanlı saraylarında Enderun mekteplerinde yetişti. 11 Ekim 1579 tarihinde öldü.
Sokollu Mehmed Paşa Kanuni Süleyman
döneminde Osmanlı donanmasının Kaptan-ı
Deryalığı ve yine Kanuni Süleyman, II. Selim
ve III. Murad dönemlerinde toplam 14 yıl, 3
ay, 17 gün Osmanlı Devleti’nin sadrazamlığını
yapmış Boşnak asıllı bir Osmanlı devlet adamı-
Mimar Sinan tarafından yapılan Dirina
Sokullu M.Paşa Köprüsü
dır. I. Süleyman’ın son vezir-i azamı olmuştur.
Hem Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvede
bulunduğu dönemi simgelemesi itibariyle hem
de icraatları, projeleri ve kişiliği sayesinde en
büyük Osmanlı sadrazamlarından biri kabul
edilir. İki metreyi aşan boyu ile aynı zamanda
en uzun boylu Osmanlı sadrazamı idi.
Sadrazamlıktan önceki hayatı
1505 yılında Vişegrad kadılığındaki Rudo kasabasına uzak olmayan, Osmanlı idaresi altında
iken Sokol olarak adlandırılan, Sokoloviçi Bu
nedenle Balkan halkları arasında Mehmed
Paşa Sokoloviç olarak anılır. Vaftiz edilirken
Bayo adı takılmıştı. Babasının adı Dimitriye’ydi. Dimitriye’nin bir kızı ve Sırp tarihçilerine
göre üç, Türk yazarlarına göre ise iki oğlu daha
vardı. 1519 yılında devşirme sistemi ile çocuk
yaşta Edirne Sarayına getirilmiş, Mehmed
adı verilerek Türk ve Müslüman kültürü ile
yetiştirilmiştir. Ardından İstanbul’a gönderildi.
Topkapı Sarayı’nın Enderun bölümünde çeşitli
görevlerde bulundu. 1541’de Kapıcıbaşılığa
yükseldi. 1546’da saray hizmetlerinde başarılı
olanların dış göreve atanmaları yolundaki
gelenek uyarınca Kaptan-ı Derya’lığa getirildi.
Görevde iken Trablusgarp Seferi’ne katıldı,
İstanbul Tersanesini genişletti ve yeniledi.
1549’da vezirliğe yükselerek Rumeli Beylerbeyliğine atandı.
Avusturya ile 1547’de imzalanan barış antlaşmasının bozulması üzerine Sokollu Mehmed
Paşa 1551’de Erdel üzerinde yapılacak seferin
komutanlığına getirildi. 80.000 kişilik orduyla
Erdel’e giren Sokollu Mehmed Paşa önemli
kaleleri aldı, ama Temeşvar Kuşatmasında
başarılı olamayarak geri çekildi. Temeşvar
1552’de, Macaristan serdarlığına atanan Kara
Ahmet Paşa ile alınabildi.
I. Süleyman 1553’te Sokollu Mehmed Paşa’yı
Rumeli askerlerinin başında Anadolu’ya
gönderdi. Aynı yıl başlayan Nahçıvan Seferinde
Sokollu komutasındaki Rumeli askerleri büyük
başarı gösterdiler. Sefer dönüşünde Sokollu
üçüncü kez vezirliğe yükselerek kubbealtı
vezirleri arasına katıldı. Sokollu Mehmed Paşa,
Süleyman’ın oğulları arasındaki mücadeleler
sırasında da hep Selim’in yanında oldu. Nitekim taht mücadelesini Selim kazandı. Semiz
Ali Paşa’nın sadrazamlığa yükselmesiyle ikinci
vezir olan Sokollu, onun 1565’de ölmesiyle
sadrazamlığa getirildi. Yaşı hayli ilerlemiş
olan Süleyman çok güvendiği Sokollu’ya geniş
yetkiler vermişti. 1561’de üçüncü vezir iken
Süleyman’ın torunu ve Sultan II. Selim’in kızı
Esmehan Sultan ile evlendi.
Sokullu Mehmet Paşa’nın
Sadrazamlık dönemi
Sokollu Mehmed paşa ölümüne kadarki 15 yıl
boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun idaresini
fiilen elinde tuttu. I. Süleyman’ın son seferi
olan Zigetvar kalesi fethini, padişah öldükten
sonra o idare etti. Süleyman’ın ölümünü asker-
Bosna Travnik kalesi
den II. Selim gelinceye kadar saklayarak onu
tahta çıkarmayı başardı. II. Selim döneminde
sürekli sadrazamlıkta kaldı ve devlet işlerini
idare etti. Sokollu 1568’de Avusturya ile 8 yıl
süren bir barış antlaşması imzaladıktan sonra
doğuya yöneldi. Amacı Osmanlı egemenliğini
Asya’da ve doğu denizlerinde de güçlendirmekti. Portekiz’in Hint Okyanusu’ndaki artan
etkinliğine karşın Kızıldeniz, Umman Denizi
ve Basra Körfezi’ndeki Osmanlı gemilerinin
sayılarını attırdı. Hindistan ve Endonezya ile
iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Sokollu ayrıca
Tunus’u Osmanlı himayesi altına sokarak,
Kuzey Afrika’yı da denetlemek istiyordu. Ama
Piyale Paşa ve Lala Mustafa Paşa gibi karşıtların etkisiyle Divan 1570’de Kıbrıs’ın alınması
kararını aldı. Sokollu Venediklilere karşı
böyle bir savaşın Avrupa’yı kendilerine karşı
birleştireceği görüşündeydi. Ama Lala Mustafa
Paşa Divan’a uyarak 1571’de Kıbrıs’a çıktı.
Haçlı Donanması’nın misillemesinde Osmanlı
donanması İnebahtı’nda yenildi. Alınan ağır
yenilgi karşısında Osmanlılara gelen bir Venedik elçisine “Biz sizden Kıbrıs’ı alarak kolunuzu
kestik, siz ise donanmamızı yenmekle yalnızca
sakalımızı kestiniz; unutmayın ki, kol bir daha
yerine gelmez, ama sakal eskisinden de gür
çıkar.” dedi. Gerçekten de Sokollu’nun dediği
oldu ve Venedikliler barış istemek zorunda kaldılar. Daha sonra Osmanlı Donanması Tunus’u
İspanyollardan aldı.
Dirina ırmağı vadesi Bosna Vişegrad
Ahmiç köyünde camiye doldurulup laklan boşnak müslümanların isimleri
S
Sokullu Mehmet Paşa’nın Ölümü
okollu 1574’te ölen II. Selim’in yerine
geçen III. Murad döneminde de sadrazamlığını sürdürdü. Fakat artık eski
gücü yoktu çünkü padişah da artık onun
karşıtlarıyla işbirliği halindeydi. Sokollu
yine de bazı siyasal başarılara imza attı.
Fas’ı Portekiz akınlarından kurtardı, Avusturya’nın saray içine dönük oyunlarını etkisiz hale getirdi. Fakat baskılar artık iyice
artmıştı, amcasının oğlu Budin Beylerbeyi
Sokullu Mustafa Paşa sudan bir nedenle
Sokullu Mehmet Paşa
idam edildi. Sokollu Mehmed Paşa, 11
Ekim 1579 tarihinde derviş kılığındaki biri
tarafından bir ikindi divanı çıkışında kalbinden hançerlenerek ağır yaralandı. Ağır
yaralarından dolayı Sokollu bir süre sonra
öldü. Eyüp’te bulunan türbesine defnedildi. Sadrazamın katili konuşturulamadı ve
ertesi gün öldürüldü. Sokullu’yu öldüren
kişi görünüşte tımarlarının azaltılmasından şikâyetçi olan bir Boşnak olduğu iddia
edilmiştir. Ancak bazı araştırmacılar suikastta yıllar önce şeyhleri Hamza Bâli’ nin
idam edilmesinin intikamını almak isteyen
Hamzavîler’in rolü olduğunu iddia etmektedir. Ayrıca sadrazamdan kurtulmak istediği düşünülen III. Murad’ın da suikastın
arkasında olduğu iddiaları vardır.
Sokollu Mehmed Paşa 14 yıl süren sadrazamlığı boyunca usta bir siyasetçi olarak
öne çıkmış, birçok askeri ve siyasal başarının elde edilmesinde birinci derecede rol
almıştır. 60 yıllık devlet hizmeti sırasında
da hiçbir görevinden alınmamış, daima
bir üst göreve atanmış olması da ayrı bir
özelliğidir. Sokollu bir tanesi İstanbul’da,
diğerleri Lüleburgaz, Havsa (Edirne) ve
Payas (Hatay)’ta bulunan beş külliyesi,
imparatorluğun hemen her yanına yayılmış
eserleri olmuştur
SOKULLU’NUN ÖNEMLİ PROJELERİ
Don ve Volga ırmakları arasında bir kanal
açarak Osmanlı donanmasına Hazar Denizi
yolunu açma, Süveyş Kanalı’nı açma, İzmit
Körfezi Sapanca Göl Sakarya Nehri üzerinden Karadeniz’e alternatif bir boğaz
açma gibi çağının ötesinde projeleri vardı.
Don-Volga kanalı için gerekli işgücü seferber edildi, ancak hava şartları nedeniyle
çalışmalar sürdürülemedi. Süveyş Kanalı
düşüncesiyle ön adım olarak Sudan zapt
edildi. Ancak bu proje de sonuca ulaşamadı. Devlet teşkilatı içinde de önemli
düzenlemeler yapmıştır. ( Kaynak : Vikipedi
Ansiklobedi)
VİŞEGRAD ŞEHRİNDEYİZ
Yol derin vadilerden geçiyor. Adeta bir
tabloyu andıran muhteşem bir köprü ve
şehir bize kucak açarcasına; ‘hoş geldin’
diyor. Hemen aracımızdan inip o muhteşem köprüyü, onlar Drina Köprüsü dese
de biz o büyük mimar olan Mimar Sinan’ın
Sokullu Mehmet Paşa için yaptığı ‘SOKULLU
MEHMET PAŞA KÖPRÜSÜ’NÜN’ manzarasını
doya doya seyrediyoruz. Kameramız ve fotoğraf makinemizi çalıştırıp, uzaktan köprü
ve şehrin görüntülerini kayıt ediyoruz.
VİŞEGRAD ŞEHRİ
Vişegrad Bosna-Hersek’te yer alan özerk
yönetim olan Sırp Cumhuriyeti’ndeki bir
kasabadır. Drina Irmağı ve Drina Köprüsü’nün üzerindedir. Gorajde, Ustipraca ve
Uzice kentleriyle komşudur. Vişegrad’a
Drina Köprüsü’nü Sokollu Mehmed Paşa
1571 yılında yaptırmıştır. Vişegrad o zamanlar Osmanlı egemenliğinde çoğunluk
olarak Sırpların yaşadığı bir köymüş. Drina
Köprüsü yapılınca ticari faaliyetler burada
hızlanmış. İvo Andric de bu köprüyü ve
bu şehri “Drina Köprüsü” adlı romanında
anlatmıştır. Köprü, UNESCO’nun koruması
altındadır. Köprü ve şehir uzaktan gerçekten muhteşem gözüküyor.
Tunuaya dökülen Bosna ırmağının
sarayovadakı kaynağı
Srebenitsa Sarayova yolu üzerinde Böğrek ve yemek ikram eden bosnalı aile.
Dirina Köprüsünde hatıra fotoğrafı
DİRİNA SOKULLU MEHMET PAŞA KÖPRÜSÜ
Dünya Sırp lobisi sinsi planlar yaparak
onlar “ Dirana Köprüsü “ diyerek bize “ Mimar Sinan’ın Sokullu “ Köprüsünü yaptıran
Sokullu’yu ve Mimari Sinan’ı unutturmaya
çalışsalar da biz unutmayacağız. Sokullu
Mehmet Paşa Köprüsü veya Drina Köprüsü,
Mimar Sinan tarafından Sokullu Mehmet
Paşa adına 1577’te Drina Irmağı üzerine
yapılan 11 gözlü köprüdür. Drina Irmağı’nı
kuzey-güney doğrultusunda keser. Eni 7
metreden biraz geniş, uzunluğu 180 metreye
Bosnada şehitlik
yakın olan Drina Köprüsü büyük kesme taş
bloklardan yapılmıştır. Özellikle 20. yüzyıl
sonunda Bosna-Hersek’te yaşanan iç savaş
döneminde köprü ciddi hasar görmüştür.
Köprünün bulunduğu nehir üzerine yapılan baraj sebebi ile bölgedeki su rejiminin
değişmesi sonucu temellerinde ve ayaklarında önemli hasarlar ortaya çıkmıştır.
Drina Köprüsü’nün restorasyonu Cemal
Biyediç Üniversitesi ile işbirliği içerisinde
T.C Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma
İdaresi Başkanlığı (TİKA) tarafından gerçekleştirilmiştir.Köprü dünyada, İvo Andriç’in
Nobel edebiyat ödülü alan Drina Köprüsü
adlı romanı ile tanınır..
TİKA Başkanı Dr. Serdar Çam, Vişegrad şehrini ziyaret ederek restorasyon çalışmalarını
başlatırken şu açıklamayı yapmıştı
“Bu eser, sadece Osmanlı tarihin bir parçası değil, bölgedeki tüm milletlere aittir.
Sonraki nesiller için eseri korumak istiyoruz.
Köprünü aslına uygun restore edilmesiyle,
bölgedeki tüm etnik grupların hatıraları canlanacak. TİKA’nın gerçekleştirdiği projeler
Bosna’nın gelişmesine katkıda bulunacak.” .
Vişegrad Belediye Başkanı Slavişa Mişkoviç
ise Drina nehrinin debisinin yüksek olmasının proje için sorun teşkil ettiğini fakat
nehrin üst kısmına baraj yaparak bu sorunu
çözeceklerini dile getirdi.
SOKULLU MEHMET PAŞA KÖPRÜSÜNDE
BELGESEL ÇEKİYORUZ
Uzaktan doya doya seyr ettiğimiz Drina
ırmağı üzerindeki Sokullu Mehmet Paşa
Köprüsünü yakından görmek ve belgesel
çekmek için yolumuza biraz daha hız veriyoruz. Çünkü heyecanlıyız. Yüreğimiz kıpır kıpır.
Aşığın maşuka kavuştuğu an, hangi heyecanı
duyuyor ise bizde o heyecan içerisindeyiz.
Drina nehri üzerindeki Sokullu Mehmet Paşa
Köprüsü’nde kendimizi buluyoruz. Köprüyü Türkiye Cumhuriyeti TİKA aracılığı ile 5
milyon avro masraf yaparak adeta yeniden
yaparak gelecek kuşaklara emanet etmiş, Temeller sağlamlaştırılmış etraf ışıklandırmış.
Yetkililerden bilgiler alıyoruz. Köprünün etrafından belgesel görüntüler çekerek kendimizi
köprünün üzerine atıyoruz. Ünlü Sırp yazar
İvo Andriç’in Drina Köprüsü romanına konu
olan dünyaca meşhur köprünün üzerindeyiz.
Gerçekten anlatıldığı kadar var. Köprünün
tam ortasındaki kitabe ve teras insana tarihi
imkânsız duygular yaşatıyor. Terasa oturup
kitabeyi okurken burada yaşananları hatırlamadan edemiyorum. İvo Andriç gerçekten
köprü ile ilgili birçok anıyı paylaşmış. Bazı
bölümlerde Osmanlı’nın aleyhine haksızlıkta yapsa kitap okumaya değer bir kültür
eseri. Keşke Müslüman bir Boşnak yazar, İva
Andriç gibi Drina köprüsü ile ilgili bir roman
yazabilse. Köprü üzerinde birçok turist var.
Ancak hiçbir Türk’e rastlamıyoruz. Köprünün
tamiratını yapan Türk firmasının Boşnak
rehberi bizimle ilgileniyor. Köprüye hâkim
kafede bizlere kahve ikram ediyor. Kahvemizi
yudumlarken köprünün ihtişamlı manzarasını doya doya seyrediyoruz. Sararmış çınar
ağacı yaprakları arasında köprü daha bir
güzel daha bir muhteşem görünüyor. Köprüden ayrılmak, Vişegrad şehrinden ayrılarak
Sırbistan’a giriş yapıyoruz. Hedefimiz Bosna
Savaşlarında insanlık dışı dramın yaşandığı
Serebenitsa şehrine gitmek üzere yola çıkarken sizleri Drina nehri köprüsü yazarı İvo
Andriç ve “ Dirina Köprüsü” romanı ile ilgili
bilgilerle sizleri baş başa bırakıyoruz.
Bosnanın kaynağında belgesel çekmek
Bosna  Mostar hatırası
Bosna savaşlarının anlatıldığı panu
İVO ANDRİÇ VE DRİNA KÖPRÜSÜ ROMANI
Sırp yazar İvo Andriç tarafından yazılan Drina Köprüsü romanını Türkçeye çevirmen
Hasan Ali Ediz, Nuriye Müstakimoğlu,dur. Yazar
İvo Andriç’in 1892 yılında Bosna’nın vezirler şehri
Travnik’de dünya geldi. 1975 yılında Belgrad’da
öldü. Sokullu Mehmet Paşa’nın Vişegrad’da
yaptırdığı köprü ve çevresindeki yaşamlar üzerine
yazdığı tarihi roman Temmuz 1942 - Aralık 1943
tarihleri arasında Belgrad’da yazılmış ve ilk defa
1945’te yayımlanmıştır.
Yazar kitaba Drina nehrini, köprünün bulunduğu
Bosna savaşının canlı şahidi savaş
tüneli’nin ev sanibi kara koca
kasabayı ve yörenin coğrafyasını anlatarak
başlar. Kitabın yazıldığı tarihte köprü için
söylenenler, köprü hakkındaki efsanelerden
bahseder. Kitap da 350 yıl kadar geriye, köprünün henüz Drina üzerinde bulunmadığı yıllara
dönülür ve o çağdaki yaşamdan bahsedilir.
İleride Sokullu Mehmet Paşa diye anılacak
olan çocuğun, yeniçeri ağasının Balkanlardan
topladığı diğer Hıristiyan çocuklarla birlikte
nasıl İstanbul’a götürüldüğü anlatılır.
Ardından yazar köprünün yapılışını anlatır.
Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa geldiği yer olan
Bosna-Hersek’e ölümsüz bir eser bırakmak niyeti
ile Drina nehri üzerine bir köprü yaptırmak ister.
Yerli halk ilk başta ne olduğunu anlayamaz. İnşaatın uzaması ve inşaatın başındaki Abid Ağa’nın
baskıları sonucunda halka yılgınlık gelir ve ahalî
köprünün tamamlanmasını istememeye, köprünün hayır getirmeyeceğini düşünmeye başlar.
Yazar, bu sırada inşaatı sabote etmek isteyen Radisav’ın kazığa geçirilişini tüm ayrıntılarıyla anlatır.
Köprü inşaatı Abid Ağa’nın baskıcı tutumu yüzünden cezalandırılmasından sonra hızlanır. Köprünün yapılması sırasında her bölümde olduğu
gibi tarihe ışık tutan yerli halkın yaşantısı aralara
serpiştirilmiş olarak bulunmaktadır. Köprünün
baştan itibaren yapılışına pek hoş bakmayan yerli
halk köprü bittiğinde o zaman için olağanüstü olan
bu eser karşısında hayranlığını gizleyememiş ve
köprünün yapılışına çok sevinmiştir.
Bundan sonraki birkaç bölümde Osmanlıların balkanlardan çekilişi anlatılır. 30-40
yılda bir tekrarlanan su baskınları ve Sırp
isyanları âdeta köprünün gözünden aktarılır.
1945 yılında yayımlanan roman yazarın
en ünlü ve en önemli eseridir. 1961 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen
İvo Andriç’in bu ödülü, özel olarak Drina
Köprüsüne verilmiş gibi kabul edilmektedir. Roman, Yugoslavya’da 15 kez basılmış
ve başta Almanca, İngilizce, İtalyanca ve
Fransızca olmak üzere hemen hemen bütün
dünya dillerine çevrilmiştir. Türkiye’de ise ilk
baskısı iki buçuk ayda tükenmiştir.
SIRBİSTAN’DAN SEREBENİTSA’YA
GİDİYORUZ.
Devri Aleme belgesel program ekibi
olarak Drine nehri vadisindeki kültür ve medeniyet tarihinin izlerini araştırmaya devam
ediyoruz. Önce Vişegrad’dan Sırbistan’a
giriyoruz. Sırbistan’da Müslümanlığını ve
Boşnaklığını inkar eden ünlü senarist Emir
Kosta Rika adına Sırbistan Devleti tarafından yapılan müthiş stüdyolar bizi karşılıyor.
Emir Kosta Rika Bosna savaşı başlayınca,
“Biz Osmanlılar tarafından zorla Müslümanlaştırılan Sırplarız” diyerek, Boşnaklığını
inkar edip, İslamiyet den çıkarak Hristiyan
olmuş bir isim. Bugün kimse kendisine itibar
etmiyor. Korkusundan Saraybosna’ya da
gelemiyor. Sırbistan’ın başkenti Belgrad’ta
adeta hapis hayatı yaşıyor. Film platosu
oldukça geniş alanı kaplamış durumda. Gerçekten insan manzara karşısında etkileniyor.
Neden Türkiye’de böyle bir film platosu
kurulmaz da, her film için filmden sonra
bu platolar yıkılır diye soruyorum. Örneğin
Kandıra Kefken’de çekimi yapılan, Ermeni
göçünü anlatan film için devlet bütçesinden trilyonlarca lira harcanıp film platosu
yapıldı. Film çekiminden sonra burası yıkıldı.
Gerçekten büyük bir israf ve ayıp. Temennimiz bundan sonra bu tarz şeyler yaşanmaz.
Bosnalı rehberemiz Mirza Ömer
Hociç savaşı anlatıyor
Savaşda yıkılan tarihi mostar köprüsünün taşları korunuyor
Evlerini savaş tüneli için tahsis eden aile ile natıra fotoğrafı
SEREBENİTSA ŞEHRİNDEYİZ
Yeniden Bosna topraklarına girerek güneş batmak
üzereyken Serebenitsa’ya geliyoruz. Katliam ve
vahşetin, insanlık dramının yaşandığı Serebenitsa
katliamında ölenler için mezarlar yapılmış. Yol
üzerinde dağ eteklerindeki bu mezarlık Avrupa’nın
ikiyüzlülüğünü de anlatıyor. Güneş adeta bir nur
topu şeklinde Serebenitsa dağları üzerinden
batarken, şehitliğe girip Fatiha okuyoruz. Bizimle
birlikte bir grup Birleşmiş Milletler askerinin de
burayı ziyaret ettiğini görüyorum. İsveç’ten gelen
askerler anıta çelenk koyup mezarlığı geziyorlar.
Türkiye’nin eski Bosna büyükelçesini
ziyaret ettik.
Serebenitsa katliamı büyük bir insanlık ayıbı.
Birleşmiş Milletlere mensup, Hollanda askerlerinin
koruması altındaki Boşnak Müslümanlar büyük
bir katliama uğrarlar. Dağlardan Tuzla şehrine
giderken, dağlarda Sırp askerlerinin boy hedefine
uğrar ve 8 bin 700 Boşnak erkek katledilir. Bu katliam ve toplu mezarlıklar Amerikalı bir gazeteci tarafından dünya gündemine getirilir. Bugün 7 bine
yakın katliam kurbanının kimliği tespit edilmiştir.
Halen mezarları bulunmayan katliam kurbanları
var. Araştırmalar devam ediyor. Mezarlığı ziyaret
edip, Fatiha okuyoruz. Katliam ile ilgili kitap ve
DVD satın alıyor, katliama eşini ve çocuklarını
kurban vermiş Serebenitsa’lı ana ile sohbet edip,
Sarayova’ya gitmek üzere gece geç saatlerde yola
çıkarken sizleri Srebenitsa katliamı ile ile ilgili
tarihi bilgileri kısaca hatırlatmak istiyoruz..
SREBENİTSA KATLİAMI..
Srebrenitsa Katliamı ya da Srebrenitsa
Soykırımı, 1991-1995 Yugoslavya İç Savaşı
(Hırvatistan Savaşı ve Bosna Savaşı)’nda
Sırp Cumhuriyeti Ordusu’nun Srebrenitsa’ya
karşı giriştiği Krivaya ‘95 Harekâtı esnasında
Temmuz 1995’te yaşanan ve en az 8.372 Boşnak’ın Bosna-Hersek’in Srebrenitsa kentinde
general Ratko Mladiç komutasındaki ağır
silahlarla donatılmış Bosna Sırp ordusu tarafından öldürülmesine verilen addır. Katliamda bir kısım kadın ve küçük yaşta çocuğun
da öldürüldüğü, belgelerle kanıtlanmıştır.
Bosna Sırp ordusunun dışında katliama “Akrepler” olarak tanınan Sırbistan özel güvenlik
güçleri de katılmıştır. Birleşmiş Milletler
Srebrenitsa’yı güvenli bölge ilan etmiş olmasına karşın 400 silahlı Hollanda barış gücü
askerinin varlığı katliamı önlememiştir.
Srebrenitsa katliami II. Dünya Savaşı’ndan bu
yana Avrupa’da gerçekleşmiş en büyük toplu
insan kıyımı olması ve Avrupa’daki hukuksal
olarak ilk kez belgelenmiş soykırım olması
açısından da önem taşır.
SREBENİTSA KATLİAMIN GELİŞİMİ
Yugoslavya’nın çöküşü üzerine 1992 yılında
Sırpların Bosna’da başlattıkları soykırımın
ardından bölgeye zoraki olarak müdahale
eden Birleşmiş Milletler’in güvenli bölge ilan
edilen 6 bölge arasında Srebrenitsa da bulunmaktaydı.Savaştan önce nüfusu 24 bin civarı
olan kentin nüfusu diğer bölgelerden gelen
mülteci göçleriyle 60 bin civarına gelmişti.
Artık Srebrenitsa ‘açlık’ ve ‘hastalıklar’ ile
mücadele eden bir ‘toplama kampı’na dönüşmüştü. Müslümanların elindeki silahlar BM
Barış Gücü tarafından koruma gerekçesiyle
toplanmıştı.
Ratko Mladiç komutasındaki Sırplar Srebrenitsa’ya olan saldırılarını sıklaştırdıklarında
Müslümanların toplanan silahlarını geri almak
için yaptıkları başvuru , sorumlu Hollanda
komutanı Thom Karremans tarafından reddedildi. BM yalnızca iki F16’yı kent üzerinde bir
uçuş yaptırmakla yetindi.
Hollandalı askerler bir gece yarısı Bosna’daki
BM Barış Gücü komutanı Hollandalı generalden aldıkları emir doğrultusunda kenti
boşalttılar. Savaş sırasında şehrin güvenliğinden sorumlu olan Hollandalı Komutan Thom
Karremans kendisine sığınan 25 bin mülteciyi
ve şehri Sırplara teslim etti.
Daha sonra ortaya çıkan bir video kasedinde Sırp generalin kenti boşaltan Hollandalı
komutana bir hediye verirken görüntüleri
çekilecekti. Bir hafta süren katliam II. Dünya
Savaşı’ından sonra insanlığa yapılan en büyük
suç olarak arşivlerde yer aldı.
Lahey Adalet Divanı bir hafta süren katliamın
bir ‘soykırım’ olarak kabul etti; ancak Sırbistan’ın sorumlu tutulmayacağına karar verdi.
Mostar köprüsüde çiçek
Bosna ‘nın Mostar kenti ve ırmak
Bosna mostar şehri ve çarşı
Srebrenitsa Katliamı ve Müslümanların
Toplu Şekilde Kıyımı
1992 Bosna Savaşı’ndan sonra Sırbistan, Bosna-Hersek’in stratejik alanı haline geldi. Özellikle
ülkenin doğu tarafı Avrupa Birliği tarafından Yasak
Bölge ilan edildi. Bu bölge içinde Sırbistan’ın o
zamanki başkenti Srebrenitsa da vardı. Bu da
Bosna Hersek Silahlı Kuvvetleri için bir fırsat
olarak değerlendirildi. Ayrıca Bosna Hersek’in
bütün maddi varlığı olan en büyük maden ocakları
da ülkenin tek geçim kaynağıydı. Bu da Sırplar için
bir araç olarak değerlendirildi. Müslüman nüfusun
çoğunlukta olduğu ve Sırp zulmüne karşı yetersiz
imkânlarla karşı koymaya çalışan Srebrenitsa’nın
Tanjarz Kırsalı’nda tam 10000 kişiyi esir alan
askeri grup Mladiç’in emriyle esirleri öldürmeye
başladı. Sırp vahşeti Avrupa’dan yüz bularak
doruğa çıktı ve tam 5 gün süren katliamda 8300
kişi öldürüldü. Kalan 2700 kişi serbest bırakıldı.
Öldürülen bu 8300 kişinin cesetleri parçalanıp
iskeletleri çıkarttırıldı ve bu cesetler krematoryumda yakıldıktan sonra Lahey Mezarlığı’na gömüldüler. Katliamdan yaklaşık 13 yıl sonra Bosnalı
Sırp komutan Ratko Mladiç kaçak olarak yaşadığı
Sırbistan’ın Sermiyan köyünde Radovan Karadzic
ile beraber yakalanarak tutuklanmış ve Lahey
Uluslararası Ağır Ceza Mahkemesi’nde 1 hafta
yargılandıktan sonra haklarında tutuklama kararı
çıkmıştır, ayrıca Mladiç’in cezası müebbet hapis
olarak belirlenmiştir. Lahey’deki uluslararası savaş
suçları mahkemesince 16 yıldır aranan Mladiç’in
yakalanmasına yönelik Sırp istihbaratının çalışmalarının ardından özel polis birlikleri, Zrenyanin
kenti yakınlarında Lazarevo köyüne operasyon
düzenledi. Operasyonda “Milorad Komadiç” sahte
kimliğini kullanan Ratko Mladiç yakalandı.BM
Güvenlik Konseyi kararıyla kurulan Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nce yapılan
açıklamada, Mladiç’in, Sırbistan’ın iç hukuku
gereğince yerine getirilmesi gereken hukuki süreç
tamamlandıktan sonra Lahey’e sevk edileceği, bu
transferin sabırsızlıkla beklendiği belirtildi.
Soykırımdan sorumlu isimler
11 Temmuz 1995 günü Ratko Mladiç silahlarından arındırılmış kente hiç zorlanmadan
girdi. Sonra da Sırp askerler Müslüman Boşnakları yollarda, dağlarda öldürdüler. Sırp
askerler cesetlerin kimlikleri tespit edilmesin diye cesetleri parçalayarak sayıları 64’ü
bulan toplu mezarlara gömdüler.
Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi
Tarafından Srebrenitsa Soykırımından
Dolayı Aranan, Yargılanan ve Mahkûm Olan
Sırp Üst Subaylar ve Siyasilerin listesidir.
Momčilo, Krajišnik. Bilyana Plavsiç, Ratko
Mladiç, Zdravko Tolimir ( Kaynak: Vikipedi )
ayrılırken sizleri’de Bosnaya davet ediyoruz. Şehitlerimiz için fatihalar okumalıyız.
Tarih’den ders ve ibret alınması için sizleri
Bosna savaşları ile ilgili yapılan araştırmalar ve Ansiklopedilerden derlediğimiz
Bosna Savaşları ile ilgili bilgilerle baş başa
bırakıyoruz.
Bosna’ya veda ederken.
Bosna’dan ayrılma vaktidir. Ama bu ayrılık hüzün doludur. Çünkü Bosna kendine
çekmektedir hep.. bir vefa beklemektedir
bizden.. Bosna’ya son bir kez bakıyoruz.
Osmanlının geride bıraktığı miras, üstünden asırlar geçse de hala dimdik ayakta..
İnsanların yüzlerindeki sıcak ifadeler yine
Osmanlıyı ecdadımızı hatırlatıyor. Aziz
ecdadımızı bir kez daha minnet ve şükranla yad ediyor. Elveda evladı fatihan
diyarı Saraybosna, Elveda İgman dağları,
Elveda Mostar, Travnik, Elveda Dirina nehri
elveda serebenitsa katliamına kurban
giden Boşnak şehitlerimiz. Biz Bosnadan
Bosna Mostar yolu
Bosna Mostar kenti
yaşayan tarih
Evlerini savaş tüneli için tahsis eden aile ile Hatıra fotoğrafı
TARİHİ SEYİR İÇİNDE BOSNA SAVAŞLARI
B
osna Savaşı, Bosna-Hersek’te 1 Mart
1992 tarihinden 14 Aralık 1995 tarihine kadar sürmüş olan bir savaştır.
Üç yıldan fazla süren bu savaş sırasında
100.000-110.000 kişi hayatını kaybetmiş, 2
milyon kadar insan da yerini yurdunu terk
etmek zorunda kalmıştır.
Savaşın Başlaması Sovyet Birliği’nin dağılması, Berlin Duvarının yıkılması sonrasında Batının Balkanlardaki çalışmaları da,
bu bölgede patlayan savaşlarda oldukça
etkilidir. Vatikan, Avusturya ve Almanya,
Hırvatistan’ı Yugoslavya’dan ayrılmaya teşvik etti. Hırvatistan’ı çok geçmeden Bosna
izledi. 29 Şubat-1 Mart 1992’te Bosnalı Hırvatlar ve Bosnalı Müslümanlar bir bağımsızlık referandumu düzenlediler ve sonuç
yüzde 99.7’ ile Yugoslavya’dan bağımsızlık
ilanı yönünde oldu.
Vase Miskin Sokağında Patlama:
Yugoslavya’ya Karşı Ambargo
27 Mayıs 1992’de, kuşatma altında bulunan Saraybosna’da, Vase Miskin sokağında
meydana gelen patlama sonucunda 17 sivil
hayatını kaybetti, 108 kişi de yaralandı.
Onlarca sivilin ölmesi üzerine İngiltere
Başbakanı John Major, ABD Başkanı George
H. W. Bush, Türkiye Dışişleri Bakanı Hikmet
Çetin ve başka siyasi liderleri hemen bu
korkunç olayın suçunu Sırplara yüklemişti.
Neticede, üç gün sonra, 30 Mayıs 1992’de,
BM Güvenlik Konseyi, “SırWpların” yaptığı
ekmek bekleyen insanlara saldırı nedeniyle
Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ne petrol
satışının yasaklanması ve hava bağlantısının
kesilmesini de kapsayan geniş bir ekonomik
ambargo uygulanmasını kabul etti.
Bosna - Mostar hatırası
Bosna Soykırımı Üç yıl boyunca Sırplar uluslararası hiçbir konvansiyona kulak asmayarak insanlık dışı uygulamalarını pervasızca
sergilediler. Soykırım ise savaş başladığından
beri Sırpların başvurduğu yegane savaş yöntemiydi. Daha savaşın ilk evrelerinde Nisan
1992’de Srebrenitza’nın hemen dışında bulunan Bratunac köyünde yaklaşık 350 Bosnalı
Müslüman Sırp paramiliterleri ve özel polis
güçleri tarafından işkenceye tabi tutulmuş ve
öldürülmüştü.
Miloseviç’in eski korumalarından Nasır Oriç’in
kurduğu Müslüman direniş örgütü ilk yıllarda
Srebrenica’yı savundu. Yugoslavya SFC ordusunun tüm imkanlarını kullanan Sırplara karşı
Müslümanlar bölgeye uygulanan ve en çok
kendilerinin zarar gördüğü ambargodan ötürü
hafif silahlarla ve az sayıda mermi ile karşı
koymaya çalışıyordu.
Bosna Savaşı’nın sonlarına doğru Müslümanların birçok cephede zafer kazandığı bir sırada
öne çıkarılan Dayton Barış müzakereleriyle
savaşın sona ereceğini gören Sırplar, avantaj
elde etmek için iki stratejik kent olan Gorajde
ve Srebrenica’yı ele geçirmek maksadıyla bu
iki kente saldırdılar. BM tarafından güvenli
bölge olarak ilan edildikten iki yıl sonra Srebrenica, 1995 yılının yaz ayında toplu katliamın
kurbanı oldu.
Srebrenica çevresindeki ilk toplu mezarları
ortaya çıkararak Pulitzer Ödülü kazanan
Amerikalı gazeteci David Rohde bu tavrı eleş-
tirerek şöyle dedi: “Uluslararası camia taraflı
bir şekilde binlerce insanı silahsızlandırmış ve
sonra da onları en azgın düşmanlarına teslim
etmiştir. Srebrenica, uluslararası camianın
felaketin uzağında durduğu bir durum değildir. Aksine, uluslararası camianın eylemleri
katilleri cesaretlendirmiş, onlara yardım etmiş ve işlerini kolaylaştırmıştır. Srebrenica’nın
düşmesi gerçekte olması gereken bir durum
değildi. Binlerce iskeletin Doğu Bosna’da
oraya buraya saçılmasına hiç gerek yoktu.
Binlerce Müslüman Bosnalı çocuğun Sırplar
tarafından boğazlanmış babalarının, dedelerinin, amcalarının ve kardeşlerinin hikayesi ile
büyümesine hiç gerek yoktu.”
Boşnak lider Aliye izzet begoviç’in
mezarını ziyaret ettik.
Türkiye’nin eski Bosna büyükelçesini ziyaret ettik.
Bosna savaşlarının anlatıldığı pana
Bosna-Hersek Federasyonu Kurulması
S
avaşın ilk aylarından başlayarak Birleşmiş
Milletler temsilcisi Cyrus Vance ve Avrupa
Birliği temsilcisi Lord Owen savaşı durdurmak için taraflarla müzakereler yaptılar. Bosna-Hersek’i etnik açıdan 3 bölgeye ayıran çeşitli
haritalar çizildi ve taraflara sunuldu. 1994 yılında
NATO uçakları BM’in ilan ettiği uçuş yasağını
uygulamaya başladılar. Böylece Sırpların hava
üstünlüğü kaybolmuş oldu. Mart 1994 tarihinde
Boşnaklar ve Bosnalı Hırvatlar anlaşmaya vardılar ve birbirleriyle savaşmaktan vazgeçtiler.
28 Ağustos 1995’te Saraybosna’daki Markale pa-
Bosna büyük elçisi Cihad Erginay
zarına atılan bombanın patlaması sonucu 37 kişi
öldü, 90 kişi de yaralandı. 30 Ağustos 1995’te, en
son UNPROFOR askeri de Bosna Sırp topraklarından ayrılır ayrılmaz NATO uçakları Sırp Cumhuriyeti’nde seçilmiş bazı hedeflere bir dizi hassas
vuruş yaptılar. Bosna Sırp askeri birliklerine
yönelik NATO bombardımanı için gerekçe olarak
Makaledeki silahsız Boşnaklara karşı saldırı ve
Srebrenitza katliamı gösterildi. Hırvat, Boşnak
ve NATO saldırıları karşısında uzun süre dayanamayan Sırp birlikleri, Ekim ayında teslim olmak
zorunda kaldı.
NATO baskılar sonucu İzzetbegoviç, Tudjman ve
Miloseviç anlaşma masasına oturdular. 21 Kasım
1995’de Dayton Antlaşması kabul edildi. 14 Aralık
1995’de bu antlaşmanın son halinin imzalanmasıyla birlikte Bosna Savaşı son bulmuş oldu.
BOSNA SAVAŞI İLE İLGİLİ FİLİMLER.
Before The Rain - Milcho Manchevski – 1994
,Underground - Emir Kusturica – 1995, Kusursuz
Çember - Savrseni Krug – 1997, Welcome To Sarajevo – 1997, Savior (Savaş Günahları)-1998-Predrag Antonijevic, No Man’s Land Fragman – 2001,
Grbavica - Jasmila Zbanic – 2006, The Hunting
Party - Richard Gere ve Terrence Howard – 2007,
Ölüm Çiçekleri-Saraybosna - 2007 - Türk yapımı
dizidir. Star’da her Cuma yayınlanmaktadır.,
Alia - Türk yapımı bir film., Mavi Kelebekler 2011 - TRT yapımı Türk dizisi., Kan ve Aşk - 2012
- Angelina Jolie, Venuto al mondo (Sen Dünyaya
Gelmeden) (2012) ( Kaynak: Vikipedi)
TÜRK BASININ’DA BOSNA SAVAŞLARI
Haberi duyduğunda Başbakan Tansu Çiller
çılgın gibiydi. Konuttaki toplantıda bir yandan
öfkeyle bağırıyor bir yandan da önündeki masayı yumrukluyor ve “Bana formül getirin...
Bunları vuracak formül. F16’ları kullanabilir
miyiz? Lütfen araştırın “diyordu.
Başbakan Tansu Çiller’i çileden çıkartan olay
Sırplar’ın 38 ayın sonunda BM koruması
altında bulunan güvenlikli bölge Srebenica’ya
saldırması ve kadın, çoluk çocuk demeden
sivil insanları, sadece Müslüman ve Boşnak
oldukları için katletmesiydi. 20. yüzyılın
sonunda ve Avrupa’nın orta göbeğinde bir
soykırımın yaşanmasıydı.
Çiller’in formül bulmalarını istediği kişiler
ise yüksek rütbeli askerler, diplomatlar ve
siyasilerdi. Çiller ve çalışma grubu, “Artık toplantılarla bir sonuç alınamayacağı” tespitini
yaptı. Grubun çözüm önerisi ise basitti. na’
da katliamı sürdüren Sırplar’a karşı silahlı
güç kullanmak. Bosna’da Barış Gücü yerine
Müdahale Gücü’nün yer alması. Âmâ, bunun
için önce diplomatik yolların tüketilmesi gerekiyordu. Öyle de yapıldı.
Başbakan Tansu Çiller doğrudan ABD Başkanı
Bill Clinton ile temasa geçti. Clinton’dan Bosna
için yardım istedi. Hiç olmazsa Londra’da düzenlenecek olan Beşli Temas Grubu toplantısına Türkiye’nin de katılması sağlanmalıydı.
Türkiye, Londra’da düzenlenen Beşli Temas
Grubu’nun toplantısına Dışişleri Bakanı Erdal
İnönü, Milli Savunma Bakanı Mehmet Gölhan
ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral
Ahmet Çörekçi ile katıldı.
Poçitel köyü hatırası
ASKERI OPERASYON KAÇINILMAZ
A
BD, Rusya, Fransa, İngiltere ve Almanya’dan oluşan Bosna Temas Grubu, Sırp
saldırıları karşısında cılız bir karar aldı.
Gorazde’ye yönelik saldırılar karşısında belki bir
müdahaleyi düşünebileceğini açıkladı. Ancak
Türkiye’nin de katıldığı toplantı kararlı bir tavır
ortaya koymamakla beraber ‘Şu veya bu şekilde
Bosna’ya müdahalenin artık kaçınılmaz bir zorunluluk olarak karşılarına çıkacağını” da ortaya
koydu. Londra’da açıkça bir karar alınmadı ama
Bosna için bir askeri operasyonun da zorunlu
olduğu belli oldu.
Böyle bir operasyonun ancak Washington-Paris-Londra üçlüsünün ortak iradesi ile mümkün
Bosna sarayova büyük elçiği
olduğu da kesinlik kazandı. Londra’nın ayak
sürümesine, Washington’un tereddütlü tavrına karşılık Fransa hemen harekete geçti ve
Sırplar’ın başkenti Pale’yi bizzat Devlet Bakanı
Chirac’ın emriyle vurdu. Ayrıca Fransa, muhtemel bir saldırı karşısında Gorazde’yi savunmasız bırakmamak için bin kişilik bir kuvvetin
orada olmasını teklif etti ve askerlerin naklinin
ABD helikopterlerinden yardım talep etti. Ama
Fransa’nın ‘’yardımcı ol “ teklifine Beyaz Saray
şimdilik hayır dedi. Buna karşılık ABD Savunma
Bakanı William Perry, Sırp mevzilerinin yoğun
hava bombardımanına tutulmasını önerdi.
Tam bu noktada Zenica’da bulunan Türk Birliği’nin Gorazde’ye nakledilmesi teklifi geldi. Bu
amaçla Türkiye’nin Fransa ve Amerika’dan nakil
için helikopter desteği istemesini seslendiren
Cengiz Çandar böylece,”İngilizler’in Gazlı Avcı Birlikleri Gorazde’den kaçma hazırlıkları yaparken,
bu sayede oyunları da bozulur. Türkiye, böyle
bir hamleyle, durumu tırmandırarak, Batılılar’ın
Bosna İhaneti ‘nde manevra almalarını daraltmış
olur” diye yazdı.
Bosna’da Sırplar’a yönelik herhangi bir silahlı
müdahaleyi önlemeye çalışan Rusya Dışişleri Bakanı Andrei Kozirev bu öneriler üzerine “Türkler
Gorazde’yi koruyacaklarmış. Nasıl koruyacaklar
acaba?” diye sordu. Bunun cevabını Kozirev’e
Fransız, Alman ve Hollandalı bakanlar verdi: “Gorazde sadece Türker’in sorunu değil. Müşterek
sorunumuz. Biz koruyacağız orayı. “
SIRPLAR’DAN TEHDİT
Cılız da olsa Bosnalı Sırplar’a karşı bir uyarı
niteliğinde olan Londra Konferansı kararlarına karşın Sırplar tehditlerini sürdürmekten
vazgeçmediler. Bosnalı Sırplar’ın KomutanıGeneral Ratko Mladiç, “Uniter bir Bosna Devleti
planlarına karşı başkent Saraybosna da dahil
tüm güvenli bölgeleri sırasıyla almaktan
korkmayız” cevabını verdi. Nitekim dediğini
yapacağını da gösterdi. Srebenica’dan sonra
yine BM’ nin denetiminde Güvenlikli Bölge
olan Zepa’yı Sırplar ele geçirdi. Ve başta ABD
olmak üzere Londra Konferansı’na katılanlar
bu gelişme karşısında hiçbir şey yapmadılar.
Zaten onlar Zepa’nın düştüğünü daha konferans devam ederken Erdal İnönü’nün aksi
görüşlerine rağmen kabul etmişlerdi.
İSLAM ÜLKELERI DAHA KARARLI
Londra’daki Beşli Temas Grubu Toplantısı’nın,
Rusya ve İngiltere’nin diretmesine karşılık
“Müdahale kaçınılmazdır” yargısının dışında
somut karar almamasına rağmen Cenevre’deki İslam Konferansı Teşkilatı’nın toplantısı
daha ümit vericiydi.’ Hiç olmazsa İslam ülkeleri tek taraflı uygulanan silah ambargosunun
delinmesi kararını çıkarttı. Malezya kararı
hemen uygulayacağını ilan etti ve Bosna’ya
silah satma kararı aldığını açıkladı. Toplantıdan sonra İslam ülkeleri sadece silah değil
maddi yardım konusunda da harekete geçti
ve İsrail’in de destek olduğu geniş çaplı para
toplama kampanyası başlatıldı.
Ancak Türkiye’nin bu toplantıda dışişleri
bakanlığı yapmış ve İslam ülkeleri arasında
prestij i oldukça yüksek olan Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin yerine devlet bakanı ve
konuya yabancı Onur Kumbaracıbaşı tarafından temsil edilmesi eleştiri konusu oldu.
Toplantıya Çetin’in gitmesi halinde İKT’nin
Batı ve özellikle BM üzerinde baskı kozu olarak kullanılması mümkün olabilirdi. Bu fırsat
büyük oranda kaçırıldı.
Bosna Blagay Tekkesi Sarı
Saltuk Türbesi
Mostar köprüsünde çiçek
Tarihi Pocitel köyünden bir manzara
T
ÇEMBER OPERASYONU
ürkiye’nin en önemli diplomatik atağı Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı
Karadayı ve Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel tarafından gerçekleştirildi. Londa ve
Cenevre görüşmelerinin sürdüğü gün Karadayı,
Makedonya’da “Askeri Güvenlik ve Güven Artırıcı
Önlemler Belgesi’ni imzalıyordu. Bu Makedonya
ve Türkiye arasında askeri alanları da kapsayan bir işbirliği anlamına geliyordu. Türkiye bu
anlaşma sayesinde Makedonya’da silahlı güç
bulundurabilecekti. Yunanistan’ın bu anlaşmaya
gösterdiği tepki sürpriz olmadı.
Aslında bu anlaşma Süleyman Demirel’in daha
önce Arnavutluk ve Bulgaristan ile imzaladığı
anlaşmaların devamıydı. Ve Yunanistan’ın Rusya
ve Sırbistan ile imzaladığı anlaşmalardan sonra
gerçekleştirdiği çember harekatına Türkiye’nin
verdiği ve Yunanistan’ı çembere alan bir karşı
cevaptı. Aynı zamanda savaşın Balkanlar’a
yayılmasını önlemek ve Bosnah Müslüman
Boşnaklar’a destek amacını taşıyordu. Nitekim
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Zenica’ya
yaptığı ziyaretten sonra Split’te Bosna Cumhurbaşkanı Alia İzzetbegoviç ile Hırvatistan Devlet
Başkanı Franjo Tudjman’ı buluşturarak sorunun çözümüne ciddi bir katkıda bulunuyordu.
Hırvatlar’ın Boşnak Müslümanlara bir kez daha
destek olması Bosnalılar için kritik anlam taşıyor.
Çünkü İslam ülkeleri Bosna’ya silah naklini büyük
oranda Hırvatistan üzerinden gerçekleştirecek.
Burada güvenli bir koridor açılmış bulunuyor.
KUVEYT MODELI
Gerçekte bugüne kadar BM yanlış bir politika
izlemişti. Ve sonunda 250 bin Boşnak’ın ölümüyle birlikte kendi itibarını ve geleceğini de büyük
ölçüde kaybetmişti. Sorun böylesine bir katliam
yaşanmadan çözülebilirdi. Nitekim dünyanın
önünde Kuveyt’in kurtarılması, Saddam’ın durdurulması gibi bir örnek duruyordu. Hiç olmazsa
buradan ders alınabilirdi. ANAP Ankara Milletvekili Vehbi Dinçerler, 12 Mayıs i 992’de TBMM’de
yaptığı konuşmada bu örneği hatırlatmış ve
“Türk Hükümeti elini çabuk tutsun. Kimse müracaat etmeden BM ye müracaat etsin ve desin ki,
buraya Kuveyt’in kurtarılmasıyla ilgili formülü
uygulayın. Yani Barış Gücü göndermeyin; müdahale gücü gönderin “önerisinde bulunmuştu.
O tarihten bu yana sadece zaman kaybedilmiş
ve 20. yüzyılın sonunda bir katliam yaşanmıştı. İngiltere’nin bir önceki Başbakan’ı Margaret Thatcher’in deyimiyle sadece, “Görüşme,
görüşme görüşme... Görüşme adına görüşme
yapıldı. Laf olsun diye görüşme yapıldı. Ve en
son görüşmeler, Bosna topraklarını Sırplar’a
verdirdi.” Ve sonunda BM’ nin bütün itibarı ve
anlamı sıfırlandı. Nihayet Bosna Hükümeti’nin
Dışişleri Bakanı Şakirbey, Clinton’a, “Birleşmiş
Milletler’in görevi bitti. Çekilsinler. Hiç olmazsa karşı mızda bir düşman ordusu azalmış
olur” demek zorunda kaldı.
Bir süredir Bosna’da 40 bine yakın askerle görev yapan BM’ nin durumu tartışılıyor. Birçok
gözlemci BM’nin ,.
çekilmesini savunuyor. Çünkü bu haliyle
BM’nin Bosna’da yapabileceği birşeyi kalmadı.
Onun yerine müdahale gücü kurulması ve Kuveyt modelinin aynen uygulanması isteniyor.
BM’ nin çekilmesi önerisi ise yeni tartışmaları
beraberinde getiriyor. Bölgeden BM ile birlikte
Türk askerinin de çekilmesini isteyenler
var. Oysa Mesut Yılmaz buna karşı çıkıyor.
Bosna’da bulunan 1465 Türk askerinin geri çekilmesi yerine öncelikle üst limit olan 2700’e
çıkarılmasını savunuyor. BM’ nin çekilmesi
halinde de
“Türkiye Bosna’nın savunması için tertibat
almalıdır” görüşünü dile getiri
yor. Yılmaz, Kızılay’ın büro açmasını isterken
aynı zamanda uluslararası arenada girişim-
lerde başarılı olamazsa Türkiye’nin tek başına
ambargoyu delip silah yardımı yapmasını da
öneriyor.
BM’nin Bosna’da başarılı olamayağı konusunda başta ABD olmak üzere bir çok ülke hemfikir görünüyor. Sorunun çözümü için Fransa ve
ABD silahlı gücün kullanılmasından yana. ABD
kara kuvveti vermek yanlısı gözükmemekle
beraber hava akınları için hazır olduğunun
işaretini veriyor. Nitekim ABD Genelkurmay
Başkanı Sh alikasviii, Sırplar’a yoğun hava
saldırısının boyutlarını anlatıyor.
10-12 saat gibi kısa bir sürede Sırplar’ın tüm
yığınaklarının yok edileceğini ifade
ediyor. Önerisi Körfez Savaşı’nın model alınması. Bosna konusunda müdahale için belirli
bir hava oluşmuşken Türk Hükümeti açıktan
bir tavır alamıyor. Ancak TBMM inisiyatifi ele
alarak BM çekiIse bile Türk askerinin Bosna’da
kalmasını istedi. Meclis ayrıca Kuveyt modelinin uygulanması için hükümetin uluslararası
platformlarda çaba harcaması kararlaştırdı. Meclis’in sabırsız olduğu konu ise; Türk
Hükümeti’nin bir an önce ambargoya uymayacağını açıklaması ve aynı şekilde davranacak
ülkelerle birlikte Bosna-Hersek’e her türlü
savunma aracını ulaş tıracağını tüm dünyaya
duyurması.
Blagay tekkesi hatırası
Minareler,kubbelr ve vezilrler kenti Bosna-Trnavnik şehri
H
TÜRKIYE’DEN BOSNA’YA: SILAH
VE SAVUNMA ANLAŞMASI
ükümeti önümüzdeki günlerde iki
girişimi birlikte başlatmaya hazırlanıyor. Bunlardan birisi Bosna-Hersek
Hükümeti ile “Savunma İşbirliği Anlaşması” imzalamak. İkincisi ise Bosna’ya yönelik
tek taraflı uygulanan silah ambargosunu
tanımadığını açıklamak. Yani bugüne kadar el altından gönderdiği silah yardımını
artık açıktan gönderecek. Hükümet, Meclis’in kararı doğrultusunda Bosna’ya silah
yardımını bir milli görev olarak görüyor.
ra Türk ve dünya kamuoyu Bosna’daki dra-
mın BM Barış Gücü ile sona ermeyeceğini
çok iyi biliyor. Herkesin beklediği ve istediği Sırplar’a yönelik bir silahlı saldırının
gerçekleşmesi. Bunu en çok Türk kamuoyu
istiyor. Artık eskisi kadar da yalnız değil.
Aynı konu ABD Kongresi’nde de tartışılıyor.
Şakirbey’in de dediği gibi. artık BM’ nin
görevi bitti. Çekilebilir. Şimdi görev Türk
askerine düşüyor. İş Çiller’in dediği gibi
Sırplar’ ı vuracak formülü bulmaya kalıyor.
Koşukavak Turun sahibi Rifat Yakupoğlu ile Tükiye’nin
Bosna büyük elçisini ziyaret ettik.
Aslında bu formülü ABD Genelkurmay
başkanı General Shalikasvili biliyor. Ama
formülün işlemesi için Türkiye’nin Washington kilidini açması ve kongreyi ikna etmesi
gerekiyor.
Bunun İKT nezdinde daha etkili çalışmalar
yapılabilir. Ertuğrul Günay’ın başlattığı
seferberlik’, dünya aydınları ve basın mensuplarına yaygınlaştırılabilir. Devletimiz,
itibarın ne büyük bir imaj olduğunu kestiremiyor. Oysa, arkasına Asya’yı ve Müslüman
ülkeleri de alarak dünyada etkili bir güç haline gelebilir. Hali hazır şartlar, Türkiye’nin
imaj olduğunu kestiremiyor. Oysa, arkasına
Asya’yı ve Müslüman ülkeleri de alarak dünyada etkili bir güç haline gelebilir. Hali hazır
şartlar, Türkiye’nin önüne “Süper Güç” olma
yolunda altın fırsatlar sunuyor. Bu fırsatları
kullanıp kullanmama konusunda yarınki
tarih bizi yargılayacaktır. ( Kaynak: Celal
Kazdağlı 29 Temmuz 1995
Aksiyon dergisi)
Sarayovada
saat kulesi
Mostar köprüsü herkesi heyecanlandırıyor
SARAYOVA’DAN MOSTAR’A DEVRİ ALEM
Bosna Hersek’in Başkenti Sarayova’dan,
Bosna’nın önemli bir merkezi Mostar’a varış
ardından yürüyerek yapacağımız turumuzda önce Mostar Köprüsü’nü gördük. Mimar
Hayreddin tarafından 1557 yılında inşa edilen
köprü Osmanlı mimarisinin bir şaheseridir.
Köprü 1992 yılında cereyan eden savaşta Hırvat topçusu tarafından yıkıldı, ancak Türkiye
Cumhuriyeti’nin de büyük katkılarıyla 2004
yılında yeniden hizmete açılmıştır. Ardından
da Koska Mehmet Paşa Camii’ni gezdik.
Sonrasında, Blagay Bölgesini 1446 yılında
hakimiyetine alan Osmanlı Ordularının arasında bulunan akıncılar tarafından yapılan ve
Bosna’nın ilk tekkesi olan Blagaj Derviş Tekkesi’ni geziyoruz.
Bosna Hersek’te diğer durağımızda bütün
tarihi dokusuyla korunan ve Türk Köyü olarak
bilinen Poçitel’i ziyaret ederek 16.yy.’da Osmanlı tarafından yapılan binaları görüyoruz.
Boşnaklar ve Bosna
bizi hoş karşılıyor
Balkan yarımadasının kuzeybatısında,
tarih boyunca yolların kesiştiği noktada önemini koruyan Bosna’ya uzanıyoruz. Uçaktan
bakınca Bosna’nın yeşillikler yurdu olduğunu
anlıyoruz. İkman dağları üzerinden geçerek
Saraybosna’ya varıyoruz. Bosna ve Bosnalılar bizi hoş karşılıyor. Buraya adım atmanın
heyecanıyla Saraybosna’nın Cadde ve sokaklarından geçiyoruz. Savaş sonrası Bosna yeniden imar edilmiş, ama Savaşın sert
ve soğuk yüzü unutulmuş gibi görünmüyor. Her sokak, acı dolu günlerin hatıralarını anlatıyor buraya
gelenlere.. Saraybosna’nın caddelerinden geçip şehir merkezine
ilerliyoruz. Hüzünlü bir coğrafyanın üzerinden atamadığı hüzünlü
bir tablo gibi sokaklar.. ilerledikçe
tarih çıkıyor karşımıza geçmiş çıkıyor. Sanki her adım bir keşif oluyor
bizim için. Tarihi köprüler, camiler
ve kaleler…Yürüdükçe ihtişamlı bir
geçmişin belli belirsiz izlerine rastlıyoruz. Osmanlıdan kalan izlere..
Fatihin meşhur fermanI;
“Ben ki Sultan Mehmet Hanım. Cümle avâm
ve havassa ma’lum ola ki, işbu dârendegan-ı
ferman-ı hümâyun Bosna ruhbanlarına mediz-i inayetim zuhûra gelüp buyurdum ki,
mezbûrlara ve kiliselerine kimse mâni’ ve
müzâhim olmayıp ihtiyâtsız memleketimde
duralar. Ve kaçup gidenler dahi emn ü emânda olalar. Gelip bizim hâssa memleketimizde
havfsiz sâkin olup kiliselerine mütemekkin
olalar. Ve yüce hazretimden ve vezirlerimden
ve kullarımdan ve reayalarımdan ve cemi’-i
memleketim halkından kimse mezbûrelere
dahl ve ta’arruz edip incitmeyeler, kendülere
ve cânlarına ve mallarına ve kiliselerine ve
dahi yabandan hâssa memleketimize âdem
gelirler ise yemin-i mugallaza ederim ki yeri,
göğü yaratan Perverdigâr hakkıçün ve Mushaf hakkıçün ulu Peygamberimiz hakkıçün ve
yüzyirmidörtbin peygamberler hakkıçün ve
kuşandığım kılıç hakkıçün bu yazılanlara hiç
bir fert muhalefet etmeye Mâdâm ki benim
emrime mutî’u münkâd olalar. Şöyle bilesiz”
Yıllar önce Fatih sultan Mehmet Hanın Bosna sokaklarında yankılanan fermanıdır bu.
Bosna’nın bambaşka bir çehreye büründüğü zilletten kurtulup izzete kavuştuğu anın
Bosna caddelerindeki sedasıdır. Yıllar sonra
bugün Bosna acı ve gözyaşının gölgesinde bu
fermanı arıyor.. Fatihi ve fatihin getirdiği barış ve kardeşliği.. adaleti huzuru ve refahı…
ŞİİR TADIN’DA BOSNA
Sarayovayı gezdikçe hüzünleniyoruz. Her şey
bize geçmişi Osmanlıyı hatırlatıyor. Osmanlı sankı buralardan 1878’de gitmemiş. Sanki
birinci cihan harbı bu taş köprüde işlenen
cinayetle başlamış. 25 bin Boşnak’a sırf Müslüman olduğu için sözde medeni dünyanın
gözleri önünde şehit edilmemiş.
Ve şair Ramazan Yılmaz dile geliyor mısralar
bir bir dökülüyor dudaklardan..
Bosna’m, yad elde kalan sancağım;
Yakılan haneleri, yıkılan minareleri, köprüleri…
Mehterle yaptıracağım!
Bosna’m, yaralı obam;
Pınarlarında kızılcık şerbeti,
Ey nazlı Üsküp, ey şanlı Kosova’m,
Yüreğimde sızlayan lezzeti!
Vuslatın hasretiyle sarhoşum,
Gurbetteki yavru yurdum, Gazi Bosna’m!
Boşnaklar neden
Müslüman olmuştu?
15. yüzyılın sonlarında Macar zulmünden bıkan Bosna Halkı Osmanlı akıncılarını umutla beklemeye başladı. İstanbul’un
fethinden sonra 1463 yılında Fatih Sultan
Mehmet komutasında Osmanlı ordusu Bosna
Krallığı üzerine yürüdü. Bosna Kralı, Osmanlıları önce Yaytse Kalesinde karşıladı. Ama
burada tutunamayıp Klyuç Kalesi’ne çekildi.
Kalelerin bir bir elden çıktığını gören Bosna
Kralı sonunda teslim oldu. Böylece Bosna Fatih Sultan Mehmet’in gerçekleştirdiği fetihlerle bir Türk yurdu haline geldi. Bosnalılar
bekledikleri kurtuluşa ulaşmıştı.
Yıllarca Macar, Sırp ve Hırvatların yaptığı baskı ve zulüm sona ermişti. Osmanlılar
Bosna’da gönülleri fethetti. Bosna halkına İslam’ın
aydınlığını getirdi. Bu fetihle Bosnalılar Müslüman
oldu. Bölgede yaşayan Sırp
ve Hırvat Hıristiyanlara
dokunulmadı. Onlar da
din ve inançlarında özgür
olarak burada yaşamaya
devam etti. Bu gün burada
yaşayan halk Osmanlıdan
övgüyle bahsediyor ve o
ihtişamlı günleri arıyor.
BOŞNAKLAR NASIL MÜSLÜMAN OLDU
B
osna Osmanlı topraklarına dahil
edildiği zaman burada Ortadoks
Sırplar, Katolik Hırvatlar ve yine
Hıristiyan Mezhebi Bogomill’e mensup insanlar yaşıyordu. Bogomiller hep farklı bir kimlik taşıdı. Bu mezhep, 10. yüzyılda kendisine
“Bogumil” adı verilen bir rahip tarafından
kurulmuş. Sırbistan’dan İstanbul’a uzanan
Ortodoks coğrafyası içinde gelişen mezhebin
inançları, geleneksel Hıristiyan öğretisinden
oldukça farklıydı. Bogomillerin inançları arasında; Hz. İsa’nın çarmıha gerilmediği, bunun
bir yanılgı olduğu vardı. Dolayısıyla Bogomiller haça itibar etmiyor, hatta yanlış inancın
bir ifadesi olduğu için haça tepki duyuyorlardı. Bogomiller, Devlet-i Al-i’nin gelişiyle
birlikte, gruplar halinde topluca Müslüman
oldular. Zaten bu mezhep, Hz. İsa’nın Allah’ın
kulu olduğuna inanıyor ve Peygamber Efendimizi peygamber kabul ediyordu. Osmanlıların din hürriyetine önem vermeleri ve asırlarca Katolik kralları ve Macarlar’ın zulmü,
Bogomiller’in toplu olarak İslamiyet’i kabul
etmesine sebep oldu.
1520’de Bosna’da
84 bin Müslüman yaşıyordu.
Osmanlı tarihi arşivleri araştırmaya devam ettiğimizde, Bosna’nın Müslüman olmasını, devlet baskısı ile değil, gönüllü olarak
gerçekleştirdiğini anlıyoruz. 1520’deki defterler, Sancak ve Bosna’da toplam 98.095
Hıristiyan haneye karşı 84.675 Müslüman
hanenin varlığını gösteriyor. Balkan uzmanı
Noel Malcolm’un vurguladığı gibi, Bosna’ya
dışardan ciddi bir Müslüman göçü yaşanmadığına göre, bu rakamlar din değiştiren Bosnalıları gösteriyor. 1509 yılında Hersek’teki
bir Ortodoks rahibin tuttuğu notlarda, “çok
sayıda Ortodoksun gönüllü olarak İslam’ı kabul ettiğini” belirtiyor.
Camiler,Çeşmeler ve
Çarşılar kenti Sarayova.
Saraybosna’daki gezimize devam ediyoruz. Burası Saraybosna. Camileri, çarşıları,
bedestenleri ve medreseleriyle güzel bir
Osmanlı şehri.. Üzerine şarkıların söylendiği
ağıtların yakıldığı bir şehir burası. Osmanlıların elinde Saraybosna İslam kültürünün
ve ticari hayatın merkezi haline geldi. Şehir,
tarih boyunca pek çok defa yıkım ve kuşatmaya uğradı. Buna rağmen Saraybosna devraldığı Osmanlı karakterini bugüne kadar
korumayı başardı. 2. viyana kuşatması sonrası şehir yağmalandı. 1697’de kent yakıldı,
6000 hane ve 160 caminin yakıldığını tarih
kaydetti. Biz de tarihe kayıt düşüyor gezimizi sürdürüyoruz.
1
BOSNA FATİHİN EMANETİ
463 yılında Fatih Sultan Mehmet’in
emriyle imar edildi bu şehir. Saraybosna imar edilirken 500 m2 içinde hem
cami, hem sinegog, hem de Ortadoks ve Katoliklere ayrı birer kilise yapıldı.
Şehri dolaşırken Osmanlının, burada oturan insanların yararına çarşılar, dükkanlar,
mahalleler ve kaleler inşa ettiğini görüyoruz.
İşte Saraybosna’da Osmanlı’dan günümüze
kadar gelebilen eserler,camileri ve dükkanlarıyla ünlü Baş Çarşı, işte Estetik görünümleriyle Osmanlı evleri, bu Fatih Sultan Mehmet adına yaptırılan Fatih Cami, bu da Mimar Sinan’ın
talebesi Mimar Hayrettin tarafından yapılan
Keçi Köprüsü ve Stratejik bir konuma sahip
Osmanlı Kalesi. Yüksek bir yere inşa edilmiş
bu kaleye çıktığımızda Saraybosna bütün görkemiyle karşımızda duruyor..
Gazi hüsrev bey Külliyesi ve Baş çarşı dile
geliyor. Bosna valisi Gazi Hüsrev bey de, Saraybosna’da kendi adıyla anılan görkemli bir
cami, medrese, kütüphane, hamam, iki han ve
bir büyük çarşıdan oluşan bir külliye yaptırdı.
SARAYOVA’NIN KALBİ BAŞÇARŞI’DAYIZ
Baş çarşıyı dolaşıyoruz. Saraybosna demek Baş Çarşı demek. Şehrin kalbi adeta
burada atıyor. Her zamanki gibi burası kalabalık. Nasıl Saraybosna Osmanlı anlayışı’nın
tüm özelliklerini yansıtıyorsa, Saraybosna’ya
bu kimliği veren de Baş Çarşı’dır. Önce Saray
Bosna’nın en anlamlı ve zarif sembollerinden
birine selam veriyoruz. Suları yaz kış
serin akan bu Osmanlı Çeşmesine… Baş çarşının girişindeki bu meydanın tam ortasını süsleyen bu zarif çeşmev estetiğin ve ince bir sanat
zevkinin ürünü olarak serin sularını yüzyıllarca
akıttı ve akıtmaya devam ediyor. Yıkıntıların
ve acıların tümüyle şehri kuşattığı günlerde
bile bir umut çeşmesi oldu. Suyunu hiç eksik
etmedi. Etrafında konup kalkan güvercinler,
geleceğe doğru kanat çırpmaktan hiç vazgeçmedi. Hep bize Osmanlı su medeniyetini anlattı durdu.Çarşıyı dolaşırken külliyeye varıyoruz.
Burası Bosna Beylerbeyi Hüsrev bey adına
yapılan bir kompleks. İçeri giriyoruz. Çarşıda
dükkanı olan esnaflar ezan okununca hemen
Hüsrev bey Camisine koşuyor. İnsanların günlük telaşını bırakıp huzur duyacağı bir köşe
burası. Biz caminin avlusuna girince bir gençle
karşılaşıyoruz. Bize ezan okuyor. Duygulanıyoruz. Demek buradaki insanlar her şeye rağmen
değerlerini kaybetmemişler.. Onları yaşatmak
için ellerinden geleni yapıyorlar..
Gazi Hüsrev beyin Bosna’ya Beylerbeyi
olarak atanması Saraybosna için bir dönüm
noktası olmuş. Şehrin her tarafı tarihi eserlerle süslenmiş. Gazi Hüsrev bey kendi adıyla
anılan camii, medrese, kervansaray, bedesten
ve hamamdan oluşan bu külliyeyi yaptırdı.
Hepsinden önemlisi meslek gruplarına göre
planlanmış çarşı ve kültür eserlerini yaptırarak bugünkü Saraybosna’nın temellerini attı.
YEŞİL SANCAKLI BOSNA CAMİLERİ
Bosna’daki camilere dikkatle bakıyoruz.
Hepsi genellikle Osmanlının 15. yüzyıldaki camilerin tüm özelliklerini taşıyor. Bu camiler
genellikle tek kubbeli ve minareleri çok uzun.
Bunun sebebini araştırdığımızda namaz kılmak isteyenlerin uzaktan minareyi görülmelerini sağlamak için yapıldığını öğreniyoruz.
Hüsrev bey cami Saray Bosna’nın en
önemli camilerinden birisi. Çarşı’nın merkezinde bulunuyor. Hayatın nabzı burada atıyor.
Camii hayatın içinde adeta.
Hüsrev bey Camii Saray Bosna’nın en büyük cami olma özelliğini taşıyor aynı zamanda.
Osmanlı mimarisinin göz kamaştıran bu sanat
abidesi şehrin kimliğini ortaya koyuyor. Tarih
boyunca Saraybosna’yla aynı kaderi paylaşmış
bu cami Kara günler yaşamış yakımlar, savaşlar görmüş sevinçler tanıklık etmiş.
Sırp işgali sırasında ağır hasar gören cami
onarılmış ve bugün ibadet etmek isteyenlere kapılarını açmış. Caminin
ahşaptan yapılan şadırvanını gö-
rüyoruz. Estetik bir görünüme sahip. Caminin
kıble tarafına yöneldiğimizde ise Hüsrev beyin
türbesiyle karşılaşıyoruz. Hüsrev beyin ruhuna
fatiha okuyoruz.
Camiinin hemen yanı başında 17. yy’dan
kalma saat kulesi dikkatimizi çekiyor. Bu kule,
Osmanlı döneminde Bosna Hersek’te yapılan
20 saat kulesinden biri ve 28 m.’lik uzunluğuyla en yüksek saat kulesi olma özelliğini taşıyor.
Minareyle birlikte göğe yükselen bu saat
kulesine baktığımızda kültürümüzdeki hayat,
zaman ve mekan ilişkisinin önemini
görüyoruz.
Poçitel Köyü Hatırası
SARAYOVA KALESİNDEYİZ
Gazi Hüsrev Bey külliyesinin kesme taştan yapılmış Bedestenini geziyoruz. Burası 48
bölme ve 27 dükkandan oluşuyor. Dar ve uzun
bir yapı, sağlı- sollu küçük dükkanlar müşterilerini bekliyor. Gazi Hüsrevbey adına yapılan
çarşının üst tarafına çıktığımızda meşhur “Bey
Çeşmesi” ile karşılaşıyoruz. Bu çeşme Dört
kurnasından gece gündüz suyunu cömertçe
sunuyor buraya gelenlere.
Kaleye çıkıyoruz. Saraybosna kalesine..
Şehrin 17. yüzyılın sonuna kadar ayakta kalabilen kalesi, sinesinde küçük bir yapıyı ve
Ebü’l Feth Mehmed Han Camiini barındırıyor.
Kale, 1777 yılında Mimar Hasan ağa tarafından
onarılmış. Saraybosna’ya kaleden bakıyoruz.
Şehir baştan başa ayaklarınızın altında. Saraybosna bambaşka görünüyor kaleden…
Kale’den aşağı inerken savaşın dehşetini
daha iyi anlıyoruz. Müslüman Boşnaklar, Avrupa’nın gözü önünde tam 250 bin evladını
savaşta şehit verdi. Burada parklar şehitlik
olmuş. Bosnalı şehitler, Osmanlılara ait kabristanda yan yana yatıyorlar. Şehir adeta bir
şehitliğe dönüşmüş. Evlerin bahçeleri, parklar
şehitlik olmuş.
BOSNA’DA OSMANLI CAMİLERİ
Bir başka zarif camiye uzanıyoruz. Ferhadiye Camisi.. Her sokağın bir minareye açıldığı Saray Bosna’da bu caminin başka bir güzelliği var.
Caminin tarihini araştırıyoruz. 16. yyda
Ferhat Paşa adına yaptırılan bu cami 18. yyda
iyi bir restorasyon geçirmiş.
Şehrin ortasından geçen Miloçka ırmağının etrafındada camiler bırakmış Osmanlı,
bunlardan önemli bir eserde Eski cami, başka
bir adıyla Hünkar Camii.. camiyi dolaşıyoruz.
Burası İshak Beyoğlu Gazi İsa Bey tarafından
1458 yılında yaptırıldı. 1463’te şehri ziyarete
gelen Fatih Sultan Mehmed’in takdirine mazhar olduğundan, adı “Hünkar Camii” olarak
değiştirilmiş.
1560’da çete baskını sonucu tamamen
yandı. Bunun üzerine 1565’te yeniden yapıldı. Caminin haziresinde Yeniçeri Ağası Bosnalı Abdullah Ağa ve Vali Muharrem Paşa’nın
mezarları bulunuyor. Türbeyi ziyaret ettikten
sonra bir başka camide buluyoruz kendimizi..
Yanya Paşa camii..
Yanya Paşa Camii, II. Bayezıd’ın damadı
Yanya Paşa tarafından 1844 yılında yaptırılmış. Bugün ilk binasından eser kalmamış. Kiremitle örtülü yapının İç tavan ahşap işçiliğini
gördüğümüzde tavanın zarafeti karşısında büyüleniyoruz.
Bosna’daki seyahatimizde Osmanlının
cami, külliye, çarşı ve bedestenlerin yanı sıra
köprüler de inşa ettiğini görüyoruz. İşte 1550
yılında yapılan meşhur Keçi köprüsü..
B
BOSNA OSMANLI ADALETİNİ ARIYOR
undan tam 140 yıl önce Osmanlıdan ayrıldı bu Rumeli toprağı. Ama Saraybosna,
Camileri, kabristanları, çarşıları, medreseleri ve yerleşim alanlarıyla özgün bir şehir
anlayışını bugüne kadar taşıyabilmiş. Savaşlara, yıkımlara rağmen. Üzerine şarkıların söylendiği, bir yerleşim yerinden çok, ağıtların
yakıldığı bir şehir burası. Aslında bir de Evliya
Çelebi’den dinlemek lazım Saraybosna’yı. Seyahatnamede Bosna ile ilgili şu bilgilere rastlıyoruz. “Dünyada Saray isimli bir çok şehir
bulunmakta, Anadolu’da Aksaray, Dağıstan’da
Kale Saray, Rumeli’de Vize Saray, Ama hiçbiri
Bosna’daki Saraybosna’ya benzemez. Osmanlılar buraya ilk geldiklerinde Bosna adında çok
küçük bir yerleşim yeri bulunuyordu. Bir kale
ve surlar inşa edildi. Ve Saraybosna şehrini
yeniden kurdular. ”Burası tam 99 kaynaktan
beslenen Vrelo Bosna yani Bosna suyunun
kaynağı. Burası bir piknik alanına dönüştürülmüş. İnsanlar buraya gelip nezih bir ortamda
ailesiyle birlikte oluyor. Bosna Nehrinin kaynağının bulunduğu bu mekan, Saraybosna’ya 20
km mesafede yer alıyor. Buz gibi sular, kuşlar,
alabalık, ördekler ve şirin köprüler hepsi bir
arada. Vrelo Bosna piknik alanı ayrı bir dünya.
Bosna’ya her gelen mutlaka buraya gelmeli
burayı görmeli ve havasını teneffüs etmeli.
BOSNA SAVAŞI’NIN SİMGESİ TÜNEL
Bosna’nın başkenti Saraybosna’yı gezmeye ve tanımaya devam ediyoruz. Şimdi
Bosna savaşında önemli bir yere sahip İğman
dağlarının eteğindeki Tünelin bulunduğu
yere gidiyoruz. Tünel, savaş yıllarında saklanmak erzak ve cephane taşımak amacıyla
Bosnalı Müslümanlar tarafından açılmış.
1992 yılında Bosna Hersek’te Müslüman
Boşnaklar gafil avlanarak ülkenin hemen
her yerinde, beklemedikleri bir şekilde, Sırplar tarafından kıskıvrak kuşatıldı. Ve bütün
dünyanın gözü önünde pek çok can ve mal
kaybına uğradı. Saraybosna’yı çevreleyen
Iğman dağlarına yerleşen ve kentin iki giriş çıkışını tutan Sırp orduları bölgede kuş
uçurtmuyordu. Şehrin iki yakası arasındaki
irtibat kesildi. Boşnaklı Müslümanlar birbirlerine giderken keskin nişancılar tarafından
uzaktan vuruldu. Tam 800 şehit verildi. Açlık
ve ilaç ihtiyacı had safhaya ulaştı. Kahraman
bir Müslüman subay buna bir çözüm buldu
ve adamlarıyla üstünlük sağladığı İgman
dağlarının bir bölgesinden şehirle bağlantıyı
sağlayan bir koridor açmaya muvaffak oldu.
Daha sonra mühendisler burayı genişleterek
bir tünel haline getirdiler. Böylece Şehrin iki
bölgesi yer altından bir tünelle birleştirildi ve
yardımlar akmaya başladı. 150 kişinin geceli
gündüzlü çalışması sonucu açılan bu Tünel
Saraybosna içi nefes borusu oldu adeta.
KANLA YAZILAN BİR DESTAN
T
ünelin başladığı ev, bugün küçük bir
müzeye dönüştürülmüş. Dış duvarlarının Sırp mermileriyle delik deşik
olduğunu görüyoru. Evin bodrum katında
savaş günlerinde kullanılan silahlar, elbiseler, bombalar ve diğer araçlar sergileniyor.
Yüksekliği 150 cm, genişliği 100 cm olan Bu
yer altı geçidinin Uzunluğu ise 800 m. Eşya
nakli kolay olsun diye tabana ray döşenmiş. Çökmesin diye, yan taraflar ve tavan
kalaslarla desteklenmiş. Her şeyi hayret ve
ibretle izliyoruz.
Anlatılanlara göre Tünelden günde ortalama
4000 insan geçiş yapıyordu. Bir gecede ortalama 20 ton malzeme ulaşımı sağlanıyordu.
Saraybosna savaş tüneli, şehir halkı için
değeri ölçülemez önemli bir rol oynamış.
* VEZİRLER ŞEHRİ TRAVVNİK’E GİDİYORUZ
Başkent Saraybosna’dan ayrılıp Travnik
şehrine doğru yol alıyoruz.
Yolda giderken akan nehirlerin şırıltılı
sesleri, zarif köprüler selam veriyor bize..
yol üstünde şehitlikler görüyoruz. Fatihalar
okuyarak geçiyoruz yollardan ve Yeşillikler
içinde yolumuza devam ediyoruz.
Gebzeli Çoban Mustafapaşa’nın doğum yeri
burası. Şehre girmeden bir şehitlikle daha
karşılaşıyoruz. Ama burası stadyum. Savaş
yıllarında, Sırpların yoğun ateşi altında kalan Bosnalı Müslümanlar, ileriye gidememiş
ve cenazelerini olduğu yere defnetmişler,
yani stadyuma. Şimdi koca bir stadyum
şehitliğe dönüştürülmüş. Yol boyunca gördüğümüz binaların önleri, bahçe ve balkonları
çiçeklerle dolu. Geçtiğimiz köylerde Osmanlı
tipi kubbeleriyle camiler ve yükselen şirin
beyaz minareler bizi karşılıyor adeta.
AHMETLİ KÖYÜN’DE YAŞANAN VAHŞET
Bir İnsanlık dramının yaşandığı Ahmed
köy’deyiz. Ahmedköy Saraybosna-Travnik
yolu üzerinde yer alıyor. 1992-95 yıllarının
savaşını yaşayan Ahmedköy katliama maruz kalmış. Hırvatlar köyü bir gece vakti
basarak yaşları 3 ile 95 arasında değişen
150 kişiyi yardım yapılacak vaadi ile
kandırıp camiye toplayarak yakarak katl
etmişler. Cami bahçesine yapılan anıtda
savaşada yakılarak öldürürülen Boşnakların isleri yer alıyor. Katliam müzesini
gezerken Hırvat katliamının korkunç
boyutlarını görüyoruz.
Hırvatlar cami imamını çivileyerek asmışlar. Ardından köy halkını camiye doldurup
camiyi yakmışlar. Hırvat caniler tarafından şehit edilen Ahmetli köyü halkı
için yapılan anıtın bahçesindeki camiyi
ziyaret ediyoruz. Tüylerimiz diken diken
oluyor. bu nasıl bir vahşet nasıl bir katliam diye düşünüyoruz
Ateşe verilen ve kundaklanan cami savaştan sonra yeniden inşa edilmiş. Caminin
bahçesinde Ahmedli köyü sakinler ile görüşüyoruz. Yarım yamalak Türkçeleriyle bize
Hırvatların köyde yaptıkları insanlık dışı
vahşeti anlatıyorlar. Caminin karşısındaki
okulu ziyaret ediyoruz. Boşnak çocuklar
Türkiye sevgisini Türk bayrağı çizerek
gösteriyor.. Dualarla yolumuza devam
ediyoruz.
VEZİRLER VE MİNARELER
ŞEHRİ TRAVVNİK’DEYİZ.
Şehrin içine girerken camii ve minareler
bize eşlik ediyor. Saraybosna ile Travnik
şehri arasındaki mesafe yaklaşık 200
kilometre. Bir zamanlar sancak merkezi
olan bu güzel şehir 150 yıl sonra bile Osmanlı-Türk şehri gibi karşımızda duruyor.
Kaledeki kule ve camisiz kalmış tek minare geçmişin nazlı yadigarı. Bugün 20 bin
nüfusu barındıran Travnik, tam bir Osmanlı
şehri. Avrupa’nın göbeğinde yer alan bu
Osmanlı şehrinde minareler yükseliyor.
Bir çanağı andıran Travnik şehrinin ortasından akan, Bosna nehrinin kolu olan
Laşva çayı kenti ikiye bölüyor. Evliya Çelebi,
şehrin ufak bir kalesi, varoşunda 2 bin kagir
evi, 17 cami ve mescidi, mektepleri, han
ve hamamı olduğunu bildiriyor. Günümüze kadar gelebilenler; Yeni camii, Hacı Ali
Camii, Perişan Mustafa Paşa’nın türbesi,
Muhsinzade Abdullah ve Hafız Celaleddin
Paşa’ların türbeleri.Travnik’te adım başı
bir camiyle karşılaşıyoruz. Minarelerden
ikindi ezanı okunuyor. Bir camiye giriyoruz.
Burası merkez camii. Çok sayıda insanın
toplandığını görünce meraklanıyoruz.
İçeri girince anlıyoruz ki burada bir hatim
merasimi var. Bosna-Hersek bölgesindeki
Kuran kurslarından mezun olan hafız kız
ve erkek öğrenciler için hatim merasimi
yapılıyor. Bölge baş müftüsünün katıldığı ve
çok sayıda hafızın icazet alacağı törenleri
görüntülüyoruz.
Hafızlık ve İcazet törenlerinin yapıldığı
caminin adı Süleymaniye. 1560 yıllarında
mimar İbrahim Paşa tarafından yapılmış.
Caminin girişini 20 metre yüksekliğe sahip
saat kulesi süslüyor. Süleyman Paşa camisindeki hafızlık ve icazet merasimini takip
eden çok sayıda boşnakla sohbet ediyoruz.
T
SULAR ŞEHRİ TRAVNİK
KALESİNDEYİZ.
ravnik’e yüksekten bakmak için şehre
hakim bir tepede kurulmuş kaleye
çıkıyoruz. Oldukça yamaç ve dik asfalt
bir yoldan kaleye tırmanıyoruz. Travnik, yeşillikler yurdu bir şehir. Yeşillikler arasında
bir saltanat sürüyor. Burada İnsanlar güler
yüzlü.Bir zamanlar Osmanlının sancak merkezi olan Travnik kalesine çıkıyoruz. Terk
edilmişliğe rağmen dimdik ayakta duran
kale duvarı üzerindeki cami bizi karşılıyor.
Cami demeye bir şahit ister, yıkılmış, virane
bir halde. Buna rağmen Osmanlı mimarisinin ihtişamını yansıtıyor. Travnik kalesinin
11. yüzyıldan kalma olduğunu öğreniyoruz.
Osmanlı yıkılmış kaleyi onarmış ve bazı
eklemeler yapmış. Kale’nin zirvesindeyken
öğle ezanı okunuyor. Ellerimizi açarak şehitler için dualar ediyoruz. Kaleden şehrin
her tarafını görmek mümkün. Camiler,
minareler, saat kulesi ve tam bir kültür ve
tarih kenti Travnik.
Kaleden sonra bir mesire yerine uğruyoruz.
Buraya mavi su diyorlar. Yüksek dağların
eteğinden kaynayarak coşku ile akan Mavi
su nehrinin kaynağı burası.
Suyun kaynağına kurulan alabalık tesisleri,
göletlerde yüzen ördekler çocukların da büyüklerin de dikkatini çekiyor. Öğrenciler bu
güzel ve asude yerleri gezmenin sevincini
yaşıyor. Mavi suyun kenarındaki kafeteryalardan birinde mola veriyoruz. Burada için-
de ay yıldız arması olan kulpsuz fincandan
Bosna kahvesi içiyoruz. Lokumla birlikte
içtiğimiz kahve ve ardından yediğimiz kaymaklı baklavanın tadına doyum olmuyor.
* MİNARELER DEN EZAN SESİ
İkindi ezanı okunuyor. Travnik’te ezan her
taraftan duyuluyor. Vakit namazlarında bile
camiler dolup taşıyor. Burada kadın erkek
herkes namazı camide cemaatle kılmaya
çalışıyor. Özellikle kadınlara her vakit camiye
gelip gelmediklerini soruyoruz. Aldığımız cevap her vakit. Buradaki insanların misafirperverliği, sıcakkanlılığı yüzlerinden okunuyor.
MOSTARA GİDİYORUZ
Yol boyunca Nehirler, ırmaklar ve köyler
bize eşlik ediyor. Saraybosna-Mostar arası
yaklaşık 300 Km.
Mostar’a 30 Km kala tarihi bir köye uğruyoruz. Buraya “Türk köyü” anlamına gelen
“Poçitel” diyorlar. 1471 yılında Osmanlı
topraklarına katılan Poçitel, evleriyle,
kalesi, saat kulesi ve camileriyle tam bir
Osmanlı köyü. Buranın stratejik konumu
var. O nedenle tarih boyunca önemli bir
merkez olmuş. Savaş yıllarında Hırvatlar
tarafından yıkılan camii restore ediliyor.
Anadolu köylerini andıran Poçitel, Unesco
tarafından dünya kültür mirası listesine alınmış. Tarihi evler, camiler ve kale
restore ediliyor. Köyün yaslandığı tepe
üzerine kale yükseliyor. Çevreyi daha iyi
görebilmek için tepeye tırmanıyoruz. Merdivenleri dolana dolana kalenin en yüksek
zirvesine çıkmayı başarıyoruz. İşte bütün
köy gözlerimizin önünde. Tarihi yapılar,
Neretva nehri, ovalar, bağlar, bahçeler.
Bu yüksek kalede, Bosna savaşında şehit
olanlar için kuran okuyor ve fatihalar yolluyoruz. Ruhları şad olsun.
Tarihi Osmanlı köyünü arkada bırakıp
Mostar doğru yolumuza devam ediyoruz.
Yol boyunca şehitliklerle karşılaşıyoruz.
YAŞAYAN OSMANLI
İşte bir başka Osmanlı yurdu. Yine Mostar
yolu üzerinde karşımıza çıkıyor. Burası bir
Tekke. Bulagay Tekkesi. Sarp kayalar, kayaların altından çıkıp gürül gürül akan sular ve asude bir tekke. Buraya gelip bu güzellikleri yerinde yaşamak gerek. Osmanlı
fethedeceği yerlere önceden iyi eğitim
görmüş sevgi dolu Alperenleri göndermiş.
Buralarda tekkeler kurmuşlar. Gittikleri
yerlere sevgiyi ve İslamiyet’i götürmüşler.
Böylece bölge insanları kendi istekleriyle Müslüman olmuş. Osmanlı ordusu
Saraybosna’ya geldiğinde buradaki halk
onları çiçeklerle karşılamış. Çünkü maddi
fetihten önce manevi fetih gerçekleşmiş ve
Alperenler halkın gönlünü fethetmişlerdi.
İşte bu alp erenler tekkesi o günlerin anısına günümüze kadar gelebilmiş.
BLAGAY ALPERENLER TEKKESİNDEYİZ
Mostar yakınlarındaki Bulagay Sarı Saltuk
tekkesi’nin muhteşem manzarası ve tekkenin yanındaki yüksek dağların altından
çıkan nehir gerçekten görülmeye değer.
Balkanları Türk İslam yurdu haline getiren
Alp erenlerin yaptığı hizmetler bugün bile
araştırma konusu. Sarı saltuk adı ile tarihimize geçen Alp erenlerin bugün Rumeli
bölgesinde 7 yerde türbesi bulunuyor. Bu
türbelerden birisi Balagay tekkesi. Araştırmacılar bu mağaranın içinde, kayıkla,
20 metre kadar ilerleyebilmiş. Daha ötesi
yok! Suyun nereden geldiği belli değil!
Sarı saltuk türbe ve tekkesinin sadece
Müslümanlar tarafından değil birçok
milletten ve hatta devlet yöneticileri
tarafından ziyaret edildiğini öğreniyoruz.
Rehberimiz tekkenin 9. Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel tarafından da ziyaret
edildiğini söylüyor. İngiltere veliaht prensi
Prens Charles tarafından da ziyaret edilmiş. Prens Charles tekkeye hayran kalmış
ve tekkenin mistik havası karşısında adeta
büyülenmiş.
Burası bodrumuyla birlikte üç katlı, (L)
planlı ahşap bir yapı. Zemin katında, yazılı
ve sesli yayınlar ve hediyelik eşyalar satılıyor. Tekke’nin ikinci katındaki balkondan
Bulagay nehrinin muhteşem manzarasını
seyrediyoruz. Bulagay nehrinin çıktığı yerden kana kana su içip ayrılıyoruz. Mostar
bizi bekliyor. İyice yaklaşıyoruz… ve işte
giriyoruz Mostar şehrine. Bir başka Osmanlı
kentine ulaşmanın yecanını yaşıyoruz.
HİLAL GİBİ KÖPRÜ MOSTAR
M
ostar, 15. yüzyılın ilk yarısında
kurulmuş. 1483 yılında Türkler
tarafından fethinden sonra gelişmeye başlamış. Şehir adının nereden
geldiğini sorduğumuzda anlatıyorlar bize..
Şehir, tahta bir köprü çevresinde yer aldığı
için buraya sadece Most (köprü), Mostici
(Mostah) veya çoğul olarak “Köprücüler”
anlamında Mostari deniliyordu. Hersek
Türk Sancak Beyliğine 1522′den itibaren
merkez olan Mostar’a Mimar Sinan’ın
kalfası, Kanuni’nin emriyle bir köprü yaptı.
Rivayet edilir ki Mostar fethedildiğinde
burada yaşayan halk İstanbul’daki hükümetten sağlam, dayanıklı ve kalıcı bir
köprü yapılmasını ister. Kanuni baş mimarı
Sinan’ ı huzuruna çağırarak şöyle der: “Ey
koca mimar! Batı’ da gittiğimiz en uç ilimiz
Mostar’ da öyle bir köprü yaptırasın ki, bu
güne kadar eşi benzeri görülmeye; bakan
gözü gönlü fethede; Türk’ ün adını hatırlata, yaşata!”
İşte seyri doyumsuz, yıllarca şiirlere, bestelere kaynak olan bu köprüyü, Sinan’ın
kalfası, bir Bosna çocuğu olan Hayrettin
Ağa yapmış.
Neretva nehri üzerine inşa edilen tarihi
Köprü adeta şehrin simgesi ve sembolüdür.
Köprü, Hırvat güllesiyle 9 Kasım 1993 tarihinde parçalanıp sulara gömülüne kadar
427 yıl aralıksız hizmet vermiş. Neretva
nehri masmavi rengi ve derin sularıyla şehri tam ortadan ikiye bölüyor. Nehrin her iki
yakasında cami ve göğe yükselen minareleri görüyoruz. Filmlerde ve kartpostallarda gördüğünüz o tarihi köprü şimdi yok.
Bosna Savaşında Hırvatlar tarafından yıkılan Meşhur Mostar köprüsü aslına uygun
olarak bir Türk firması tarafından yeniden
inşa ediliyor. Osmanlı döneminde Bosna
eyaletine bağlı olan Mostar, 1878′de Avusturya-Macaristan kuvvetleri tarafından
işgal edildi. 1818′de de Sırp Hırvat-Sloven
krallığına katıldı.
Hilale benzeyen ünlü Taş köprüsü ile adını
dünya kültür tarihine altın harflerle yazdıran Köprü anlamına gelen Mostar şehrini
tanıtmaya devam ediyoruz.
EVLİYA ÇELEBİ MOSTARI ANLATIYOR
1664 yılında burayı ziyaret eden Evliya
Çelebi, burada 48 adet camiin var olduğunu belirtirse de bu sayı, daha sonraları
artmış.Karagöz Mehmed Bey Camii, 1557
tarihli Zaim Mehmed Bey camii, Koski
Mehmed Paşa Camii Şehirde bulunan
önemli Osmanlı dönemi eserlerden bir
kaçı. Osmanlı, Mostar’a camilerin yanı
sıra medreseler, köprüler, türbeler, han ve
hamamlar inşa etmiş ve şehrin gelişmesine
katkıda bulunmuş.Uzun yıllardır görmediğimiz sevgiliye kavuşmanın heyecanıyla
kucaklaşıyoruz Mostar’la. Arnavut kaldırımıyla döşeli eski Mostar sokaklarına
giriyoruz. İnişli, çıkışlı, engebeli, daracık
sokaklar, Dere üzerindeki kemerli taş köprü, çevresindeki camiler, minareler, işte
Mostar karşımızda. Hırvatlar tarafından
yerle bir edilen ve binlerce insana mezar
olan tarihi Mostar sokaklarında gezerken Dünden Bugüne Mostar’da çok şeyin
değiştiğini görüyoruz.Osmanlı Mostarı bir
idari ve askeri üs olarak kullanmış. Bundan dolayı Mostar kısa zamanda gelişme
göstermiş. Ticaret, sanat ve kültür merkezi
haline gelmiş. Camiler, medreseler, hanlar
hamamlar inşa edilmiş. 1631′lerde kasabanın 24 mahallesi ve 22 camisinin olduğunu
öğreniyoruz. Bugün Hıristiyanlarca ziyaret
edilen şehrin tarihi kilise ve katedralleri
bile Osmanlı’nın o engin hoş görüşü, müsaadesi ve yardımıyla inşa edilmiş. Bosna
savaşında şehit düşen on binlerce Boşnak
Müslüman için, Şehir merkezindeki Park’ta
bir anıt mezar var. Bu anıt mezarı ziyaret
ederek gezimizi sürdürüyoruz. Mostar
şehrinin sokaklarında dolaşırken savaş
yıllarının tüm izlerini yaşarsınız. Mostar,
Bosna savaşında gerçekten çok korkunç
bombardımana tabii tutulmuş.
BOSNAYA VE DE EDERKEN
Bu gezi notu ve belgesel senaryo metni 1992- 1995 yılları arasında yaşanan
ve yüzbinlerce insana mezar olan Bosna
Savaşları’nın üzerinden 8 yıl geçtikten
sonra bizzat Bosnaya giderek 2003 yılı Haziran ayında kaleme almıştık. Bu yazıları
kaleme aldıktan sonra değişik tarihlerde
2015 yılına kadar 5 kez daha Bosna’ya
geldik belgesel çekip araştırmalar yaptık.
Savaşın izleri Bosna’nın her yerinde kendini gösteriyor canlı ve tap taze duruyor.
Bosna’nın her yeri şehitlik olmuş. Parklar
evlerin önü yol kenarları her yer şehitlik..
Şehitliklerde, şehitlerimize Fatihalar okuyarak gönlümüz mahzun bir şekilde Bosna
ya veda edeceğiz..
Bosna’dan ayrılma vaktidir. Ama bu ayrılık
hüzün doludur. Çünkü Bosna kendine
çekmektedir hep.. bir vefa beklemektedir
bizden.. Bosna’ya son bir kez bakıyoruz.
Osmanlının geride bıraktığı miras, üstünden asırlar geçse de hala dimdik ayakta..
İnsanların yüzlerindeki sıcak ifadeler yine
Osmanlıyı ecdadımızı hatırlatıyor. Aziz
ecdadımızı bir kez daha minnet ve şükranla yad ediyor. Elveda evladı fatihan diyarı
Saraybosna, Elveda İgman dağları, Elveda
Mostar, Travnik, Osmanlı Köyü, Bulagay
Tekkesi. Elveda Bosna diyerek ayrılıyoruz.
Download