YENİDEN YÜKSELEN SIRP MİLLİYETÇİLİĞİ VE BOSNA KATLİAMI ENSAR KÜÇÜKALTAN Giriş Avrupa’nın ortasında Müslüman bir milletin nasıl varoluş mücadelesi verdiğinin en net görüleceği yerdir Bosna. Avrupa’nın göbeğinde kurulmuş en büyük toplama kampı, utanç noktası, vicdan sahibi herkesin dert edindiği yerdir. 90’lı yılların hemen başında milyonlarca insanın izlediği bir katliam ve soykırım merkezidir. 652 esir kampı ve cezaevleri Balkanlar’da Nazi Kampları’nı aratmamış, yaklaşık 200.000 kişi etnik sebeplerden bu kamplara götürülmüştür. Akıllara gelmeyecek kadar farklı işkenceler buralarda yapılmış, sistematik teca- vüzler bir psikolojik travma silahına dönüştürülmüş, her türlü fiziksel acı bu kamplarda yaşanmıştır. Avrupa, Balkanlar’ın kendi “arka bahçe”si olduğunu ve buradaki sorunu yine Avrupa’nın çözeceğini vaat etmiş ancak bu çözümü “arka bahçe”deki katliama göz yummakta bulmuştur. Ardında binlerce masumun ölümü ve acısıyla Bosna Savaşı, Avrupa’da yeniden yükselen milliyetçiliğin en acımasız örneği olarak karışımıza çıkmaktadır. 1/11 Balkanlar’da Milliyetçiliğin Kısa Tarihi Dünyadaki etnik çatışmaların çoğunun dayandığı gibi Balkanlar’daki sürecin de dayandığı temel 1789 Fransız Devrimi’dir. Ortaya çıkardığı etnik saflık düşüncesinin etkileri Balkanlar’da Osmanlı Devleti’ne isyanla sonuçlanmıştır. Avrupalı devletlerin de desteğiyle 1804’te Sırplar, 1861’de Hırvatlar ayaklanma hareketine girişmiştir. Osmanlı’yı yıpratan bu isyanlar sonucunda Sırplar ve Hırvatlar bağımsızlıklarını kazanmışlardır. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ile beraber Ruslar Balkanlar’da siyasi güçlerini arttırmış, bu durum Avrupa devletlerini tedirgin etmiştir. Aynı yıl yapılan Berlin Kongresi’nde Bosna-Hersek Osmanlı’ya kalsa da denetimini Avusturya-Macaristan almıştır. Kuşkusuz Avusturya-Macaristan’ın hedefi ülkeyi işgal ederek bölgedeki otorite boşluğunu doldurmaktı. Zira Ortodoks inancın bölgeyi daha fazla ele geçirmesi bu şekilde engellenecekti. Nitekim Bosna işgal edildi ve yoğun bir göç dalgası yaşandı. Bu işgalden rahatsız olan elbette sadece Bosna Müslümanları değil aynı zamanda Ortodoks Sırplardı. Bu noktada bölgenin üçlü yapısından da bahsetmek gerek: Balkanların Hırvat ve Slovenlerin ağırlıklı olduğu batı kısmı Katolik Hristiyan, Sırpların ağırlıkla yaşadığı doğu kısmı Ortodoks Hristiyan, orta kısmı ise Müslüman inancını sürdürmektedir. Sonrasında iki ateş arasında kalacak Müslüman nüfus için bu konum bir dezavantaja dönüşecektir. Avusturya-Macaristan’ın işgalinden en memnun görünen taraf Hırvatlardır. Bölgede Katolik bir yönetimin hâkim olması onlara büyük özgüven kazandırmıştır. Hırvatların arzusu Alpler’den Drina’ya ve Arnavutluk’tan Tuna’ya kadar uzanan “Büyük Hırvatistan”ı kurmaktı. Bu bölgelerde yaşayan diğer milletleri “ırksal karışık” Hırvatlar olarak görüyorlardı. Büyük Sırbistan düşüncesindeki Sırplar ise bu durumdan hiç hoşnut değildi. Daha sonra bu durum bir Sırp milliyetçisinin Avusturya-Macaristan veliahtını öldürmesine kadar gidecek ve dünya büyük bir savaşa girecektir. Boşnaklar ise bu savaşta Avusturya-Macaristan tarafında Sırplara karşı mücadele verecektir. Bunun en önemli sebebi ise şüphesiz Osmanlı Devleti’nin Avusturya-Macaristan yanında savaşa girmesidir. 2/11 Savaşı tam olarak anlamak için Osmanlı gelmeden önceki döneme kadar uzanmak gerekli diye düşünüyorum; Boşnakların eski Bogomil dönemine kadar. Bildiğiniz gibi Osmanlı buraya İslamiyet’i taşıyor ve Bogomiller Müslümanlığı seçiyor. Bundan sonra bu topraklardan 300’den fazla vezir çıkıyor, tımarlar alınıyor, beyler çıkıyor. 1463-1879 arası dönemde Boşnakların çok önemli mevkilere geldiğini görüyoruz. Tımarın çökmesi ile birlikte düzen kayboluyor. Panslavizm, Fransız İhtilali ve ortaya çıkardığı milliyetçilik düşüncesi bölgeyi etkisi altına alıyor. Ama unutmamak lazım ki tüm bunların sebebi öncelikle paranın tükenmesi yani ekonominin çöküşü. Sonrasında Avusturya ve daha sonra Tito dönemi malumunuz. Yugoslavya herkesin kardeşliği ve eşitliği ilkeleriyle kuruluyor ama bunlar sözde kalan sloganlar. Aslan payını alan taraf her zaman Belgrad. İlginçtir, Boşnaklar dışındaki her halk hakkının yendiğini iddia ediyor bu dönemde. Yugoslavya’nın çöküşü sonucunda yine bildik senaryo, bildik isyanlar. Sebep yine paranın bitmesi diyebiliriz. Tabii bu durumda bir suçlu aranıyor. Milliyetçilik yine doruk noktaya çıkıyor ve sonrasında yaşanan katliamlar ortada. Hakan Çelik-Gazeteci Savaş sonrasında kurulan 1. Yugoslavya’da Müslümanlar ikinci sınıf vatandaş statüsü görmüştür. Sırpların hain olarak gördükleri ve “Türk” diyerek aşağılamaya çalıştıkları Boşnaklar, kitlesel katliamlara maruz kalmıştır. 1. Yugoslavya Almanya’nın 2. Dünya Savaşı’ndaki saldırılarına karşı koyamamış ve çökmüştür. Bu dönemde bölgede bir kez daha anarşi hâkim olmuştur. Bu kez Hırvatlar terör estirmeye başlamış ve toplu katliamlar serisi onların eliyle devam etmiştir. Bunun yanında Çetnikler de Müslümanları hedef almışlar ve binlerce insanı öldürmüşlerdir. 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan 2. Yugoslavya ile beraber süreç farklı bir yapıya doğru ilerlemiştir. Yugoslavya’nın kuruluşundan sonra Josip Broz Tito, her türlü milliyetçiliğe yasak koymuştur. Bununla birlikte milliyetçilik ortadan kalkmamış, sadece geçici bir süreliğine durgunlaşmıştır. Yeni kurulan devlette Sırplar en fazla söz sahibi olan etnik topluluk olmuştur. Devlet içerisinde ekonomik sıkıntılardan dolayı etnik sorunlar yaşanmış fakat devlet bunları bastırmayı başarabilmiştir. Tito’nun ölümü ile birlikte eski düşmanlıklar yeniden canlanmıştır. Yugoslavya’nın Dağılması Süreci 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD ve Sovyetler Birliği’nin belirleyici süper güçler olduğu, iki kutup üzerine oturtulan dünya siyaseti, Sovyetlerin çöküşüyle beraber tümden değişme gerekliliğini beraberinde getirmiştir. Ortaya çıkan güç boşluğu çeşitli bölgelerde farklı güç grupları tarafından doldurulmaya başlanmış; milis grupları, küçük etnik çeteler bu durumdan oldukça fazla yararlanma imkânı bulmuştur. 2. Dünya Savaşı sırasında büyük yıkımlar yaşayan Avrupa’nın arka bahçe olarak gördüğü Balkanlar da bu güç boşluğunun oluşturduğu sıkıntılı durumu en fazla hisseden bölgelerden biri olacaktır. Bu yeni kaotik durumdan kendine en büyük payı çıkaran ise Sırplar olmuştur. Dünya savaşı sonrasında altı farklı cumhuriyet ve iki özerk bölgeden oluşan Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti Balkanlar’da merkez konumda bulunuyordu. Despot bir lider olan Hırvat asıllı Tito, ülkeyi demir yumrukla bir arada tutmayı başarmış ancak ölümünden sonra Slobodan Milosevic görevinin ilk gününden sonuna kadar “Büyük Sırbistan’ın kurulması” fikrine katkı sağlayacak girişimlerin içinde olmuştur. Savaştan önceki koşulları anlamazsanız Aliya İzzetbegoviç’in Bosna için önemini tam olarak kavrayamazsınız. Komünist rejimin yaşattığı sıkıntıları bilmek gerek. Onlar, bizi kurucu bir unsur olarak tanımadılar; hatta bırakın, bizi bir millet olarak bile görmediler. Söyledikleri tek şey, “Siz Sırp veya Hırvat olmalısınız.” idi. Bu kesinlikle bizim için çok tehlikeli ve ekonomik olarak da çok kötüydü. İş bulma imkânı çok azdı. Diplomat olamıyordunuz, iyi bir eğitim kurumunda yüksek bir yere gelemiyordunuz. Çünkü bunlar Sırplar içindi. Bir örnek vermek gerekirse; Yugoslavya’nın o dönemde yaklaşık 3.200 diplomatı vardı. Bunların 1.550 kadarı Sırplara, geri kalanı diğerlerine paylaştırılmıştı, Hırvat veya Karadağlı gibi. Bu sayının içinde sadece 23 Müslüman diplomat vardı. Yani, Yugoslavya bir Sırp devleti halindeydi. En olmadık zamanda tutuklanabilirdiniz. Zaten Aliya ile aynı dönemde hapishanede oluşumuz da böyleydi. İçeride haklarımı, milletimi, yapmam gerekenleri düşündüğüm verimli bir dönem geçirdim. Allah’a hamd olsun bizler “çılgın” insanlardık. Komünist rejimden bu şekilde korkmamayı başarıyorduk. İlk tutuklandığımızda korkmuştuk tabii ancak içeride durumu düşündüğümüzde evet Allah’ın dediği neyse o olur, kaybedecek bir şeyimiz yok, şeklinde cümleler kuruyorduk. Başka bir tutuklanmamda ise milliyetçilikle suçlanıp işkence görmüştüm. Cemalettin Latic-Şair, Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı Kosova’daki bazı karışıklıklar üzerine buraya hareket etmiş, burada gizlice örgütlenmiş olan Sırpların durumunu Belgrad’a döndüğünde ajite ederek tüm Yugoslavya’ya anlatmıştır. Bölgede Sırpların işten atıldıklarına ve ayrımcılığa tabii tutulduklarına herkesi ikna etmek için büyük uğraş vermiştir. Bu süreçte Vojvodina, Karadağ, Kosova gibi bölgelerin kesin hâkimiyetinin sağlanıp Sırbistan’ın güçlendirilmesi için uğraşmıştır. Asıl hedefi, karışıklığı arttırıp Yugoslavya Federal Cumhuriyeti Ordusu’nun hâkimiyetinin tamamen Sırplara bırakılması ve Büyük Sırbistan hayaline giden yolda büyük bir adım atabilmekti. Bir yandan birlik ve beraberliğe vurgu yaparken diğer yandan farklı etnik unsurların liderlerine karşı tavır alıyordu. Kosova’da toplanan Sırplar protesto sırasında Arnavutların lideri Azem Villasi’nin tutuklanması için slogan atarken, Milosevic bu talebe cevap vereceğini ve Yugoslavya’ya karşı olan herkesin tutuklanıp cezalandırılacağını belirtmekten çekinmiyordu. Kosova’da artan karışıklıkların önünü almakta zorlanan Milosevic, “Savaş zamanı geldi. Yaklaşmakta olan bu savaşta hiçbir dünya gücü Sırpları durduramayacak.” diyerek hedefini belirtiyordu. Kosova’nın otonom yapısı kaldırılarak Sırbistan’a bağlandı. Ayrıca ülke çapında gösteri yasağı getirildi. Bu dönemde çıkan büyük çatışmalarda birçok insan hayatını kaybetti. Biz Boşnakları ilk defa 1992’de tanıdık. O zaman gündemde hep Filistin, Keşmir, Afganistan, Moro vardı. Balkanları çok iyi tanımıyorduk, bu bir gerçek. Savaşla birlikte sivil toplum kuruluşları ve medya, projektörlerini Bosna’ya çevirdi. Gördük ki orada da kardeşlerimiz var ve yalnızca Bosna’da değiller, tüm Balkanlar’dalar. Bosna da ilk kez savaş 3/11 sebebiyle İslam dünyasıyla bu kadar yakından tanıştı diyebilirim. Sırpların sürekli bombardımanları şehirdeki insanların gıda, su, elektrik gibi temel ihtiyaç maddelerine erişimini engelliyordu. Bölge ambargo altındaydı. Bu, büyük bir göçü getirdi. Bir kısım insan yakın diye Avrupa’ya göç etti. Türkiye’ye gelenler de oldu. Biz Balkanlar’dan gelen kardeşlerimizi semtimizdeki muhacirler olarak tanırdık. Sonrasında savaşla beraber etnik anlamda da tanıdık. Arnavut, Pomak, Bulgar, Boşnak gibi… Osman Atalay-İHH Yönetim Kurulu Üyesi İlk Kopuşlar Bu süreçte ilk olarak bağımsızlığını ilan eden Slovenya oldu. Yaşananlar sonucu Belgrad, Slovenya’yı tanımak zorunda kaldı. Ardından bağımsızlığını ilan eden Hırvatistan’da ise durum pek de aynı olmayacaktı. Slovenya diğerlerine göre daha homojen yapısıyla öne çıkarken Hırvatistan Sırp ve Hırvat gibi farklı etnik unsurları bir arada bulunduran bir yönetimdi. Dolayısıyla bağımsızlık ilanıyla beraber ülke iç savaşa doğru sürüklendi. Savaşın önünün alınması için devreye “Carrington Planı” girdi. Yapılan müzakerelerin ardından bu plan kabul edildi. Plana göre altı cumhuriyet de bağımsız olacaktı. Daha önce yaptığı açıklamalarda “Hırvatistan bağımsız olabilir ancak orada yaşayan Sırpların durumu ne olacak?” diye soran Milosevic şimdi çok daha farklı bir yerde duruyordu. Yaptığı bir konuşmada, “Bir kalemle tüm Yugoslavya’yı bölmemi istediler.” diyecektir. Carrington Planı’na destek veren (İtalyanlardan aldığı maddi destek sözü karşılığında) Sırpların en önemli müttefiki Karadağ Devlet Başkanı Bulotavic’e tehditlerle bir mektup imzalatıldı. Bu mektupta Karadağ’ın da Carrington Planı’na hayır dediği yazıyordu. Hırvat-Sırp savaşının ardından Sırpların yeni hedefinin Bosna olacağı açıktı. Yaklaşık yarım milyon Sırp’ın yaşadığı bir bölgenin kurulacak Büyük Sırbistan’da kalması konusunda oldukça keskin bir görüş vardı. Savaştan önce Konica’da imamdım. Savaşta ise 4. Müslümanlar Birliği’nde komutan olarak görev yaptım. Her şey Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlığıyla başladı. Boşnaklar olarak bağımsızlığı seçmiştik. Bir süre sonra Sırplar saldırmaya başladı. Yugoslav ordusu bize karşı Sırplara yardım etti. O dönemde silahımız veya organize bir yapımız yoktu. Silahlarımızın tamamı toplatılmıştı. Önce 4/11 polis birlikleri oluşturmaya başladık, kendimizi savunmak için bunu yapmalıydık. Daha sonra bu birlikler Bosna’nın askerî gücüne dönüşecekti. Savaş derdiyle insanlar Müslümanlığı unutmuştu, camiler genellikle kapalıydı. O dönemde biz herkesle dostuz, arkadaşız anlayışı vardı. Saldırılar başladığında Boşnakları korumaları için Avrupa’dan yardım bekledik. Tam 45 ay bizi hiç görmediler, düşünmediler. Gazetecileri geldi bizi videoya çektiler, fotoğraflarımızı çektiler ancak bunlar hep lafta kaldı. Hepsi Müslüman olmamızdan dolayıydı. Uluslararası Adalet Divanı da etkisiz kaldı. Burada yaşananlara hep iç savaş olarak baktılar, oysa bu bir soykırımdı. Daha sonrasında da Dayton Anlaşması yine bizi durdurdu. Üç bölgeye ayrıldık. Dayton’un 7. Maddesi’ne göre dışarı kaçan mülteciler Bosna’ya tekrar dönebilecekti.1 Ancak Boşnaklar için buna hiç finans yardımı yapılmadı. Sırplara ise bu yardımlar yapıldı ve geri dönmeleri sağlandı. Foca, Çaynice, Rudo, Visegrad bölgelerine Sırplar yerleştirildi. Aslına bakılırsa buralar hep Müslüman bölgeleriydi. Sırpları bu bölgelere yerleştirerek bizim Sırbistan’daki kardeşlerimizle bağlantımızı kestiler. Bizim Gazze-Filistin durumundan bir farkımız yok aslında. BM iki konuda yanlış yaptı. Bunlardan birincisi; kaçmak zorunda kalan Boşnak Müslümanların geri dönmelerine finans desteği sağlamadı, diğeri savaş sırasında bize yardım etmedi. Türkiye ise bize maddi olarak çok önemli miktarda yardımlar etti. Mülteci olarak Boşnakları kabul etti. Ayrıca uluslararası alanda da bize önemli yardımlar yaptı. Nezim Halilovic Muderis-Cephe Komutanı Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti ordusunun bu savaşta Sırpların yanında olduğu gizlenemeyecek bir gerçektir. Yugoslavya’nın bu süreçteki tutumu, eğer dağılma önlenemeyecekse ilan edilen devletlerin tanınmasını engellemekti. Bu yol başarıya ulaşmaz ve bağımsızlık ilanları ve tanınmalar önlenemezse, bu ülkelerdeki Sırplar silahlandırılacak ve iç savaş ortamı sonucunda kurtarılan bölgelerde küçük Sırp cumhuriyetleri kurulacaktı. BM iç savaşı önleme gerekçesiyle olaya dâhil olduğunda tüm taraflara silah ambargosu ilan etmişti. Ancak bu sadece bölgedeki Sırpların işine yaradı. Çünkü bu ambargoyla Boşnak ve Hırvatların silahlanması önleniyor, Yugoslav ordusunun silahları ise Sırp çetelere gönderiliyordu. Batı dünyası Sırpların hırsını biliyordu. Sırplar da bizi kökten dinci ilan edip Avrupa’da bir Müslüman devlet kurulmaması gerektiğini Avrupa’ya haykırıyorlardı. Üzücü olan, Avrupa da buna inanmıştı. Silaha sahip olursak Sırp ve Hırvatları temizleyeceğimizi düşünüyorlardı. Bu İslamofobya’dan başka bir şey değildi. Aslına bakılırsa Aliya’dan ve onun düşüncelerinden korkuyorlardı. Onun İslami demokrasi düşüncesini anlamıyorlardı. Özellikle İngilizlerin politikası tamamen anti-İslam üzerine kuruluydu. Dedikleri şey şuydu: “Sizin probleminiz Avrupa’nın problemi. Suudi Arabistan, İran, Türkiye, Malezya ile ne işiniz var?” O zaman çözün bu problemi dediğimizde ise yanıt alamıyorduk. Cemalettin Latic-Şair, Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı Sırpların Dinî ve Etnik Motivasyonu Sırplar Orta Çağ’dan bu yana kendilerini hem başkaları için feda ettiklerini hem de yalnız bırakılmış bir millet olduklarını düşünürler. Kendi tarihlerinin en büyük kahramanlığını 1. Kosova Muharebesi olarak tanımlarlar. Tarih bilincine sahip olanlar, bugüne kadar Kosova’yı kendi anavatanı ve milletin beşiği olarak görmektedir. Bu bağlamda 1. Kosova Muharebesi’ni bir kahramanlık efsanesine dönüştürerek Sırp milletinin karakteristik bir parçası haline getirmişlerdir. bir övünç kaynağıdır. Savaşta Sırpların komutanı olan Prens Lazar, kendisini Müslümanlara karşı mücadelede feda etmiştir. Burada verilen mücadeleler zaman içerisinde şarkı ve şiirlere aktarılarak hatıralarda hep taze kalmaları sağlanmıştır. Bu efsaneden yola çıkarak, Sırplar bugüne kadar Balkanlar üzerinde egemen millet olma taleplerini sürekli yinelemişlerdir. Üstelik savaşın 600. sene-i devriyesinde (1989) Milosevic, Prens Lazar’ın kemiklerini Ravanica’da bulunan manastıra taşıtmıştır. Böylece sembolik olarak Arnavutların çoğunluk olarak bulunduğu bölge üzerinde Sırp egemenlik talebi bir kez daha vurgulanmıştır. Bütün ideolojik varlıklarını Kosova mağlubiyetinin intikamına, dar manada Türk, geniş manada ise İslam düşmanlığına ve kadim Sırp Krallığı’nı yeniden bina üzerine kuran Sırplar, Slobodan Milosevic ile yıllar sonra bir çıkış noktasına gelmişlerdir.3 Yugoslavya’da Sırplar tarafından yapılmak istenen etnik temizliğin sebepleri arasında sınırları belli homojen bir ulus devlet kurma isteği yatmaktadır. 2. Dünya Savaşı sonrasında komünist akımla belli süre sekteye uğramış bu fikir, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetlerin dağılmasıyla beraber yeniden canlanmış ve doruk noktasına ulaşmıştır. Savaşın başlangıç aşamasında özellikle Sırp tarafı, çatışmaların din kaynaklı olduğu vurgusunu sürekli tekrarlıyordu. Bölgede dikkatlerin dinî bir savaşa çekilmesi elbette olayın gerçek yüzünü gizlemeye yönelik bir eğilimdi. Sırpların Osmanlı’dan bu yana süregelen Müslüman düşmanlığı bir etiket olarak kullanılmaktaydı. Amaç ise dinî bir savaştan çok etnik temizlik ve Büyük Sırbistan emeline giden yolda hızlı adımlar atmaktı. 2. Dünya Savaşı’nda Nazizm ideolojisinin Almanlardan 20 milyon kişinin ölümüne neden olduğunu hatırlatan gazeteci Hakan Çelik, bu tarihsel acıların Alman toplumunda büyük bir hassasiyet oluşturduğunu belirterek, “Ancak 92-95 savaşında terör estiren Sırıp Çetnik ve Ustaşa faşizmine bugün burada hâlâ ağıtlar yakılmakta, övgüler düzülmektedir. Çetniklerin ölüm yıl dönümlerine hem Sırbistan’ın hem Bosna’daki Sırp Cumhuriyeti’nin üst düzey temsilcileri, komutanları, rahipleri katılmaktadır. Biz şu anda Sırp annelerinin çocuklarını büyütürken nasıl ninniler söylediklerini bilemiyoruz.” diyor. Tarihsel arka plana bakıldığında Türk ve Müslüman’la savaş fikrinin Sırplar içinde kahramanlık destanlarına konu olduğu görülür. 1. Kosova Muharebesi’nde bir Sırp olan Milos Obilic -iki farklı rivayetten daha güçlü olanına göre- Türk ordusuna gelip gizli bir şey söyleyeceğinden bahsederek padişahın huzuruna kabul edilmiş ve o sırada ayak öpmek bahanesiyle Sultan Murad’ı hançerle şehit etmiştir.2 Bu olay Sırp halk kültüründe önemli Eli kanlı katil Ratko Mladic’in Srebrenitsa’da 11 Temmuz 1995’te yaptığı konuşma savaşın tüm sebeplerini özetler niteliktedir. Mladic konuşmasında şöyle diyordu: “11 Temmuz 1995 günü büyük bir Sırp bayramının arifesinde Sırp Srebrenitsa’sındayız. Ve bu kenti Sırp milletine hediye ediyoruz. Nihayet zorba Türklere karşı ayaklanmamızdan sonra bu topraklarda Türklerden intikam almamızın zamanı geldi.” 5/11 Sonuç olarak Bosna’nın büyük bölümünü işgal eden Sırpların ilk hedefi aynen belirtildiği gibi camiler oluyor ve 1.200’den fazla İslami merkez yakılıp yıkılıyordu. Avrupa Birliği’nin ilk ciddi sınavıdır Bosna-Hersek. Özellikle Amerika’yı uzun zaman dışarıda tutarak bu bizim arka bahçemiz, biz çözeriz demiştir. Bu yüzden Amerikan askerleri buraya savaşın sonunda gelmiştir. Batı’ya olan beklentiler o dönemde fazla tutuldu diyebilirim. Onlar için bizler istatistikleriz, kâğıt üzerindeki rakamlarız. Bugün Bosna’da kaç kişi öldü? Bu kadarız onlar için; sadece deneme tahtasıyız. Avrupalılar biz bu işi çözeceğiz ama rizikosuz çözmeliyiz dediler. Çözüm gayrıresmî olarak şuydu: Biz savaşan taraflara silah vermeyi keselim, mevcut duruma göre birbirlerine girsinler, birinden biri diğerini yiyecek, fillî durum neyse ona göre devam ederiz. Hesap ettikleri şey Saraybosna’ya haftalık ne kadar gıda girmesi gerektiğiydi. Bu gıda girdiğinde BM görevini yapmış sayılıyordu. İnsanlar tok karnına ölüyordu, başarı buydu. Bosna’nın Türkiye’ye, Mısır’a, Malezya’ya tek ayak basılıp geçilecek kadar sınırı olsaydı, o savaş 44 ay sürmezdi. En sonunda Avrupa işin altından çıkamayacağını anladı ve ABD’yi çağırdı. Savaş Boşnak ordusunun en güçlü döneminde bitirildi. Sırpların en stratejik noktalarla bağlantıları kesilmişti ve bu noktada müdahale geldi. Eğer geri çekilmezlerse Boşnak ordusu da vurulacaktı. Hakan Çelik-Gazeteci Savaş Sürecinde Amerika Birleşik Devletleri Yugoslavya’nın dağılışının ilk periyodunda ABD olaya kayıtsız kalmakla eleştirilmiştir. Bu tutumun sebeplerine bakıldığında öncelikli olarak Avrupa’nın kendini savunma potansiyelinin oluşturulması isteği görülmektedir. Bunun yanında diğer bir sebep Balkanlar’ın yeteri kadar doğal zenginliğe sahip olmaması ve Amerikan pazarı açısından bağlayıcı nitelikte yeterliliğinin olmamasıydı. Sovyetlerin çöküşüyle beraber gözlerin Ortadoğu’ya çevrilmesi ve çöküşün ardından hızlanan silah trafiğinin kontrolü, ABD’yi Balkanlar’dan çok daha fazla ilgilendiriyordu. Belki Boşnak Müslümanların şanssızlıklarından biri de çığlıklarını tam da Amerikan seçimleri öncesinde atmaları oldu. George Bush liderliğindeki Cumhuriyetçi Parti seçimler öncesinde 6/11 Amerikan halkının hiç de tanımadığı bir yere asker gönderip kayıplar vermesini ve bu ortamda seçime girmenin oy kaybettireceğini düşünmekteydi. Ancak bu tedbirlerine rağmen seçimi Demokrat Clinton’a kaybetmekten kurtulamayacaklardı. Yeni Amerikan yönetimi dış politikada bazı değişiklikler yaptı. Buna göre herhangi bir olumsuz durumda işin büyük kısmı BM çatısı altında çözülecek, NATO da bu çözüme katkı sunan oluşumlardan biri olarak yeniden tasarlanacaktı. 1. ve 2. Dünya Savaşı’nı topraklarında büyük yıkımlara uğramadan tamamlayan Birleşik Devletler için Avrupa bir ön hazırlık merkeziydi. Avrupa’nın komünizmle savaşı boyunca bölgede jandarma rolü üstlenen “Süper Güç”, artık jandarma rolünü bir kenara bırakacaktı. Bu hamleyle yapılmak istenen Avrupa’nın kendi savunmasını oluşturması ve istikrara kavuşmasıydı. Bu denklemde Balkanlar ise Amerika için öncelik taşımayan ancak Avrupa istikrarı ve Amerikan çıkarlarının korunması gereken bir bölge olarak görülüyordu. Savaştan önce bizi medya yoluyla “İslami devlet kuracaklar” şeklinde suçluyorlardı. Biz ise devletin ortak bir şey olduğunu vurguluyorduk. Televizyonumuz yoktu, radyomuz yoktu. Bunun için bir gazeteci timi kurmamız gerekliydi. Muslim Voice’u da bu yüzden kurduk. Bu bizim için Sırp ve Hırvat olmadığımızı göstermenin bir yoluydu. Daha sonra ismini Bosna için özel bir çiçek olan Zambak şeklinde değiştirdik. O zamanlar bir şair olarak görünüyordum ve gizli ajanlar beni izlemiyorlardı. Elbette bu işimize yarıyordu. Bu yolla bazı görüşmeler yapmak imkânımız oluyordu. Cidde’de, Casablanca’da, İstanbul’da olmak üzere farklı yerlerde çeşitli konferanslar düzenliyorduk. Cemalettin Latic-Şair, Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı BM’nin Bosna Misyonu Rusya’dan gelen doğalgaz, parası ödenmediği için kesilmişti, yakacak yoktu. Evlerinin kapılarını yakarak ısınmaya çalışan insanlar biliyorum. 92-93 yılları özellikle çok çetin geçti Boşnaklar için. Tecavüzler, şehirlere yapılan ani saldırılar, silahsızlık gibi büyük sorunlar vardı. Yugoslav ordusunun silahları Sırpların elindeydi. Müslümanlar bir sandviç gibi arada sıkışıp kalmışlardı. BM sınıfta kalmıştı. Katliamlara engel olmadı ve görevini yapmadı. Srebrenitsa’nın olacağı günler öncesinden belliydi. Osman Atalay-İHH Yönetim Kurlu Üyesi Başından sonuna kadar sorunun çözümünde etkisiz kalan BM, uluslararası vicdana en büyük darbelerden birini vurmuştur. Savaşın literatüre armağan ettiği kaoslardan biri de “etnik temizlik” ve “soykırım” kavramlarının birbirinden ayrıştırılmasıdır. Bosna’da yaşanan katliamlar için BM Güvenlik Konseyi, soykırım kelimesini kullanamamış, bunun yerine olayları etnik temizlik olarak niteleyerek müdahale etme sorumluluğundan kaçmaya çalışmıştır. Uluslararası Adalet Divanı’nın bu konudaki içtihadı ise özel olarak tartışmalıdır. Lahey Adalet Divanı’nın 2007’de Aldığı Kararlar Mevcut uluslararası hukuka göre, sorumluğu bulunan kişi ve kurumlarıyla Sırbistan soykırım yapmamıştır. Sırbistan, soykırım işlemek için plan yapmamış, soykırım eylemini kışkırtmamıştır. Sırbistan, BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırma Sözleşmesi’ne göre yükümlülüklerini ihlal ederek soykırıma iştirak etmemiştir. 1995 Temmuz’unda Srebrenitsa’da meydana gelen soykırım konusunda, Sırbistan, BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırma Sözleşmesi’ne göre soykırımı önleme yükümlülüğünü ihlal etmiştir. Sırbistan, Ratko Mladic’in soykırım ve soykırıma iştirak suçlamaları nedeniyle yargılanacağı eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ne teslim edilmemesi ve mahkemeyle tam bir iş birliği yapmaması nedeniyle BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırma Sözleşmesi’ne göre yükümlülüklerini ihlal etmiştir. Sırbistan, eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ne soykırım ve başka suçlarla itham edilen kişilerin teslimi ve mahkemeyle tam bir iş birliği konularında yükümlülüklerini yerine getirecek acil tedbirler almalıdır. Divan, soykırımı ayıran özelliğin özel kasıt olduğunu belirtmiştir. Bir katliam eğer bölgedeki farklı etnik grubun bölgeden dışarı çıkartılması amacıyla yapılıyorsa etnik temizlik, tamamen yok etme kastıyla yapılıyorsa soykırım olarak tanımlanmıştır. Sonuç olarak Uluslararası Adalet Divanı Srebrenitsa’yı soykırım olarak tanımlayarak müdahale istemiş, BM Güvenlik Konseyi ise etnik temizlik diyerek Soykırım Sözleşmesi kurallarını uygulamaktan kaçınmıştır. Avrupa ülkeleri, Avrupa’nın göbeğinde çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin kuruluşunu engellemekle kalmamış, katliamlarda uydurma hukuksal tanımların ardına sığınarak soykırıma onay vermiştir. Bosna-Hersek Başbakan Yardımcısı Hakiya Turayliç, Saraybosna Hava Limanı yakınında 1993 Ocak ayında Sırplar tarafından BM aracından çıkarılarak Fransız askerlerinin gözleri önünde öldürülmüştür. Kendini korumaktan bile aciz kalan BM, bu olay karşısında da diğer skandallarda olduğu gibi susmuştur. Sırplar bu durumda daha da cesaret almış ve katliamlarına hız vermiştir. BM’nin Bosna’da yaşananları iç savaş kavramına indirgemesi de uzun süre müdahaleden kaçmasını sağlamıştır. Srebrenitsa ise BM’nin dibe vurduğu noktadır. BM kesinlikle suçsuz değil. Srebrenitsa’nın planlı olduğunu düşünüyorum. Özellikle Fransa’nın büyük hataları var. Amerika katliamı uydudan saniye saniye izledi. Hiçbir şey yapmadılar, her şeyi biliyorlardı. Srebrenitsa’dan önce müzakere yapmak istemiyorlardı; bunun sebebi Srebrenitsa’dan sonra Sırp Cumhuriyeti’nin sınırları arasında ayrılık kalmayacak olmasıydı. Öyle de oldu ve Srebrenitsa katliamıyla beraber istedikleri sınırları aldılar. Katliamdan sonra hedefledikleri gerçek müzakereyi, gerçek Dayton’u masaya getirdiler ve savaşı durdurdular. BM askerlerinden bazıları insani yardım malzemelerini bile çıkarlarına göre dağıtıyordu. Boşnakların son dönemde kazandığı başarılardan da korktular. Çünkü ordumuz ilk günkü gibi değildi, güçlenmişti. Cemalettin Latic-Şair, Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı Davada maddi tazminat uygun bulunmamıştır. 7/11 Sonuç Bölgede artan karışıklıklar ve düşmanlıklar sonucu Boşnak halkı 29 Şubat 1992’de bağımsızlık için referanduma gitmiştir. Bu referandumdan ezici bir oranla bağımsızlık sonucu çıkmıştır. 5 Nisan 1992’de Bosna-Hersek Cumhuriyeti hükümeti resmen bağımsızlığını dünyaya ilan etmiştir. Sadece bir gün sonra Avrupa ve ABD bu bağımsızlığı tanımıştır. Daha sonra ülke içindeki Sırplar kendilerine ait bir cumhuriyet kurarak bu bölgede etnik temizliğe başlamışlar ve süreç bir soykırım halini almıştır. Bosna’nın kendi iç meseleleri olduğunu ve bunu çözeceklerini söyleyen Avrupalı devletler, yaşanan katliamlara müdahale etmemiş ve insanların hunharca öldürülmesine göz yummuştur. Aliya İzzetbegoviç’in Makedonya’da Demokratik Hareket Partisi’ni (Stranka Demokratske Akcije-SDA) kurmakla görevlendirdiği Rıdvan Halilovic’in söylediği gibi; insanlar evlere tıkılıp yakılmış, Müslüman erkekler Visegrad Köprüsü üzerinde kurbanlık gibi kesilip Drina’ya atılmış, adı konamayacak daha birçok zulüm ve işkence çeşidi acımasızca uygulanmıştır. Bosna’yı aradan geçen sürede unuttuk. Yapılan yardımlar yetersiz, yirmi yıldır kendi kaderine terk edilmiş durumda. Türkiye’nin Bosna’ya ilgisi turistik ve dostlar alışverişte görsün şeklinde ne yazık ki. Ülkede son ayaklanmayı dış güçlerin oyunu olarak adlandırırsak biraz kendimizi kandırmış oluruz. Bir Aliya daha çıkmadı oradan. Ekonomik olarak durum çok kötü, işsizlik oranı çok yüksek ve her geçen gün artıyor. Sokağa çıkanlar yirmili yaşta gençlerdi zaten. Sorumluluk sadece Bosnalı siyasetçilerde değil. Bunun bir sebebi de Dayton’dur. Bu bir kaos anlaşmasıdır ve Boşnaklara verilen sözler tutulmamıştır. Boşnakların dezavantajları; arkalarında güçlü bir garantör ülkenin olmaması, denize açılan bir kapılarının olmaması ve arada sıkışan bir yerde olmalarıdır. Bu açıdan Türkiye’nin bölgede yapacağı projelerin altının çok dolu olması gerekiyor. Evet köprü, çeşme yapalım ama sadece bununla kalmayalım. Bosna’nın geleceğini bunlarla kurtaramayız. Orada bir AB süreci yaşanıyor. Bu süreç Bosna’da bir asimilasyona neden oluyor ve Boşnak gençler işsizlik yüzünden Avrupa’ya göç ediyor. Bosna siyasetinin dizayn edilmesi, siyasetçilerinin doğru yönlendirilmesi, Türkiye’de bir Balkan bakanlığı- 8/11 nın oluşturulması ve kalıcı, yararlı, pratik sonuçlar verecek projeler yapılması gerekiyor. Osman Atalay-İHH Yönetim Kurulu Üyesi Ölü sayısı yeni bulunan toplu mezarlarla sürekli artarken, toplamda 300.000’den fazla insanın öldüğü bildirilmektedir. Dünyanın o dönemde en büyük ordularından olan Yugoslavya Ordusu’nun tüm mühimmatı Sırpların eline geçmiş ve Müslümanlara karşı kullanılmıştır. Kayıtlara göre 27.734 kişi kayıptır. 25.00050.000 kadına tecavüz edilmiştir. Toplu Mezarları Araştırma Enstitüsü’nün 18 yıldır sürdürdüğü çalışmalarda 20.000 kaybın cesedine ulaşılmış, bunlardan yaklaşık 18.000’inin kimliği belirlenebilmiştir. Toplu mezarlarda bulunan cesetlerin çoğu parçalandığı ve/veya yakıldığı için kimlik tespit çalışmaları zorlukla sürdürülmektedir. Bosna-Hersek Kayıpları Arama Enstitüsü verilerine göre, 1995 yılından bu yana ülke genelinde 500’den fazla toplu, 5.000’in üzerinde müstakil mezar bulunmuştur. Ayrıca oldukça fazla sayıda insan “etnik temizlik” kapsamında göçe zorlanmıştır. Yaklaşık 2 milyon kişinin evlerinden edildiği bilinmektedir. Aliya’nın ilginç bir tavrı vardı göç konusunda. Gerekli olmadıkça Boşnakların göç etmesini istemiyordu. Özellikle Boşnak çocuklarının Bosna’da kalıp yaşananları görmelerini ve bunları unutmamalarını istiyordu. Ona göre Bosna’nın kıymetini ancak bu savaşı yaşayan gençler bilecekti. Elbette tecavüz korkuları, toplu infazlar ilk yıllarda yoğun göç dalgasını oluşturdu ama iş Boşnakların lehine döndükten sonra Aliya göç edenleri ülkeye çağırdı. Bu duygusal değil, mantıklı bir cesaretti aslına bakılırsa. En yakınındaki isimler bile ona bazen tepki gösterdiler. Bu onu üzdü ama Boşnak halkıyla kurduğu duygusal bağ, halkının ona güvenini hiç azaltmadı. Osman Atalay-İHH Yönetim Kurulu Üyesi Savaş, 14 Aralık 1995’te Ohio’da Dayton adlı bir bölgedeki hava üssünde imzalanan anlaşma ile bitirilmiştir. Anlaşmada alınan kararlar şu şekildedir:4 • Bosna-Hersek bağımsız bir devlet olarak tanınmaktadır. • Bosna-Hersek Devleti, içinde Bosna ve Hırvat Federasyonu’yla bir Sırp Cumhuriyeti’ni içermektedir. Toprakların %51’i federasyona, %49’u ise Sırp Cumhuriyeti’ne aittir. • Saraybosna bir merkezî hükümet, millî meclis, başkanlık sistemi ve anayasal mahkemeye sahip birleşik bir yapıda kalacaktır. • Başkan ve meclis demokratik yollardan seçilecektir. • Kolektif başkanlık sistemi birer Boşnak, Hırvat ve Sırp üyenin katılımıyla gerçekleştirilecektir. Dayton bir kaos anlaşmasıdır ve temeli Bosna’da siyasi istikrarsızlığın sürmesinde dayanır. Buna göre ülke 10 adet kantondan oluşmaktadır. Ancak bugün bu kantonlar ortak kararlar almakta zorlanmaktadır. Savaşın acılarının hâlâ taze olduğu Bosna-Hersek, Boşnak-Hırvat Federasyonu, Bosna Sırp Cumhuriyeti ve Brcko olmak üzere iki entite ve bir özerk bölgeden oluşmaktadır. Bu anlaşma Boşnak halkını apolitikleştirmeyi başarmış ve özellikle karmaşık yapısıyla insanları ülke yönetimi üzerine düşünmekten alıkoymuştur. Bosna’yı bugün şehitlerin kanı ve annelerin gözyaşları ayakta tutuyor. Politikacılar, iş adamları veya imamlar yapmıyor bunu. Hâlâ şehitlerimiz yapıyor. Sırplar bizden değil hâlâ şehitlerimizden korkuyorlar. Halktan neden korksunlar ki? Burada herkes aynı şekilde yaşıyor. Ama şu Aliya’nın yattığı mezarlıktan korkuyorlar işte. Onun fikirlerinden korkuyorlar. Çünkü o ahirete gitti ama fikirleri hâlâ yaşıyor. Nezim Halilovic Muderis-Cephe Komutanı Aliya İzzetbegovic, Dayton imzasını atarken bunun adil bir barış olmadığının farkındaydı ancak eve “savaşa devam” cümlesinin ağırlığıyla dönemezdi. Çekilen acının sonlandırılması gerekliliği onun omuzlarında büyük bir yük olmuştur. Buna karşın o, milletini katledenlere karşı hiçbir zaman eğilmemiş ve dik durmayı başarmıştır. Sırrı onun şu sözlerinde yatmaktadır: “Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü biz çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.” Tek şans Aliya İzzetbegoviç’ti o dönemde Boşnaklar için. Bilgili, istişareye açık, soğukkanlı, Boşnakların gücünü, potansiyelini çok iyi bilen ve yaşadığı coğrafyanın farkında olan bir insandı. Sorunu Batı’nın çözebileceğini biliyordu ve buna göre hamleler yapmaya çalışıyordu. Bir yandan da Avrupa’nın ortasında yapılan katliamı hukuk ve insan hakları açısından gündeme getiriyordu. Aynı zamanda İslam dünyasına verdiği bir mesaj da vardı; o da Bosna’nın Müslüman bir belde olduğuydu. Doğu-Batı arasında İslam buydu aslında. “Burada minarelerden ezan okunuyor.” diyerek Müslümanların yaşadıklarına seyirci kalmamalarını söylüyordu. Bir pergel gibi; bir ayak Batı’da diğeri Doğu’daydı. Bugün İslam dünyasındaki liderlerin örnek alması gereken bir liderdi. Egosu, kibri olmaması, savaşın en zor anlarında askerlerle birlikte cephede olması önemli özellikleriydi. Sıradan doğal bir dindardı ve bu çok önemli bir özellikti. O, halkın içinden biriydi. Bugün halk hâlâ onun eksikliğini hissediyor ve yeni bir Aliya yetiştiremiyor ne yazık ki. Osman Atalay-İHH Yönetim Kurulu Üyesi Bosna-Hersek bugün yüksek işsizlik oranı ve ekonomideki kötü gidişle uğraşmak zorunda. Ülkeye miras bırakılan siyasi çözümsüzlük, bu sorunları aşmanın önündeki en büyük engel olarak görünüyor. Boşnak gençleri iş bulamadıkları için Avrupa’ya göç etmenin yollarını arıyorlar. Halk, yaşanan bu sürecin asimilasyona uğramış nesiller oluşturacağından korkuyor. Millet kimliğini çok ağır bedeller ödeyerek kazanan Boşnaklar, Türkiye gibi önde gelen kardeş ve müttefiklerinden daha kalıcı ve çözüme yönelik projelerle desteklenmeyi bekliyorlar. Ülkede siyasi olarak farklı fikirler konuşuluyor. Ancak Bosnalıların kulaklarında, televizyonda-radyoda duyduklarından önce Aliya İzzetbegovic’in o meşhur sözleri çınlıyor: “Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.” 9/11 Sonnotlar 1 “Bu kişiler, 1991’den beri süregiden çatışmalar sonucunda N. Alkan, Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna, İstanbul: 3 mahrum bırakıldıkları mülklerin kendilerine devredilmesi Beyan Yayınları. ve geri verilmeyen mülkler için tazminat ödenmesi hakkına sahiptir.” Dayton Anlaşması 7. Madde. 4 Dayton Peace Accords General Framework Agreement for Peace in Bosnia and Herzegovina, http://avalon.law.yale. İ.H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi. Cilt 1, 2 edu/20th_century/day01.asp. İstanbul: Türkiye Yayınevi, 1947. Kaynakça Akgün, S., “Kosova’nın Avrupa Birliği’ne Entegrasyon Süreci Mujezinovic, M., “Avrupa Birliği’nin Batı Balkan Politikası ve Bu Süreçte Kosova Türkleri”, Çankırı Karatekin Üniversitesi Çerçevesinde Bosna-Hersek ile İlişkileri”, Uluslararası Hukuk Uluslararası Avrasya Strateji Dergisi, 2 (1), s. 1-14. ve Politika, Cilt 3, Sayı 12, s. 67-84, 2007. Alkan, N., Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna, İstanbul: Dalar, M. “Dayton Barış Anlaşması ve Bosna-Hersek’in Geleceği”, Beyan Yayınları. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 1, Yıl 9, Sayı 16, 2008. Arı, T & F. Pirinççi, “Soğuk Savaş Sonrasında Amerika Birleşik Uğurlu, M., “Kosova Efsanesi”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Devletleri’nin Balkan Politikası”, Alternatif Politika, Cilt 3, Sayı Araştırmaları Dergisi, 2011 Bahar (14), s. 241-252. 1, Mayıs 2011, s. 1-30. Yapıcı, M., “Bosna Hersek’te Gerçekleştirilen Askeri Müdahalenin Bostic, A., “European Perspectives”, Journal on European Uluslararası Hukuktaki Yeri”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt Perspectives of the Western Balkans, Vol. 3, No. 1 (4), pp. 91- 2, No. 8, s. 1-24 2007. 113, April 2011. 10/11 Münire Coşkun ablamızın anısına saygıyla… Değerli Katkılarından Dolayı; Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı Nezim Halilovic Muderis’e Şair ve Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı Cemalettin Latic’e SDA Makedonya kurucularından Rıdvan Halilovic’e, Gazeteci Hakan Çelik’e İHH Yönetim Kurulu Üyesi Osman Atalay’a İstanbul Eğitim ve Kültür Merkezi’ne Feyza Tanok’a Şemsettin Halilovic’e, Mehmet Gündüz’e, Adnan Shaban Mestan’a, Plavi Leptir Ailesi’ne, Teşekkür ederiz. 11/11