mazlumder insan hakları 2004 dünya raporu

advertisement
10 Aralık 2004
MAZLUMDER İNSAN HAKLARI 2004 DÜNYA RAPORU
2004 yılı Dünya İnsan Hakları Raporu, Dış İlişkiler Komitesinden 13 gönüllünün
bir yıllık çalışması sonucunda hazırlandı. Dünyanın altı bölgeye ayrıldığı ve bu
bölgesel çalışmada her devletin sınırları içinde yaşanan hak ihlalleri medya
takip edilerek raporlandı. Ve bu çalışmanın sonucu olarak 2004 Dünya İnsan
Hakları Raporu hazırlandı. Raporu hazırlayan arkadaşlarımız derneğimiz Dış
ilişkiler komitesi olarak İstanbul Şubemiz nezdinde çalışmalarını yürüttüler.
Kendilerini tanıtmak ve teşekkürlerimizi ifade etmek isteriz.
Hazırlayanlar
Dış İlişkiler Komite Başkanı
Fatih Haras
Editoryal Grup
Kadir Temiz
Selman Ortaköy
Gülizar Delen
Salih Bayram
Serdal Meral
Ebubekir Özbek
Cihat Saatçioğlu
Hatice Delil
Habibe Ustaçık
Hüseyin Özalp
Sümeyra Misge
Burcu Mutlu
MAZLUMDER DIŞ İLİŞKİLER KOMİTESİ
Bölgeler:
1. Avrupa Kıtası
2. Kafkasya-Orta Asya
3. Orta Doğu ve Alt Kıta
4. Amerika Kıtası
5. Uzakdoğu
6. Afrika Avustralya Kıtaları
Çalışmaların daha verimli yürütülebilmesi için, her bölge de kendi içinde ayrıma tabi
tutuldu. Bu görev dağılımı çerçevesinde dünyada yaşanan İnsan Hakları ihlalleri
raporlandı. Bu çalışmamızda İnternet aracılığı ile uluslararası medya takip edildi. Sivil
1
toplum örgütleri ile görüşmeler yapıldı. Yerel kuruluşların çalışmalarına ulaşıldı. Bunun
neticesinde değerlendirme yapıldı.
Ayhan BİLGEN
MAZLUMDER Başkanı
GENEL DEĞERLENDİRME
MAZLUMDER bu raporu Türkiye Kamuoyunun dikkatini dünyada yaşanan hak ihlallerine
çekmek ve bu konuda duyarlılığımızı artırmak için hazırladı. Aralık 2003 ile Aralık 2004
tarihleri arasında yaşanan insan hakları ihlallerini ve bu ihlallerin değerlendirmesini içeren
bu rapor, MAZLUMDER'in ikinci Dünya Raporudur. ... ülkeyi kapsayan rapor; Medya
taraması, sivil toplum kuruluşları ile yapılan görüşmeler ve yerel kurumların çalışmaları
dikkate alınarak hazırlanmıştır.
Bu çalışma, dünyada yaşanan hak ihlallerinin genel seyrinin ne olduğunu, bununla birlikte
bölgelere göre farklılık gösteren ihlaller ve bunları ülkelere göre nasıl şekillendiğini
görmek için gerekli doneleri içermektedir.
2004 yılında, dünyada yaşanan hak ihlallerinin en göze çarpan yanı, 11 Eylül sonrası
ABD’de insan hakları aleyhine seyreden gelişmelerin Avrupa Birliği ülkelerinde etkilemeye
başlamıştır.
İnsan haklarını yalnızca kendi “beyaz” vatandaşları için kabul eden,
göçmenleri ve diğer ülke insanlarını ise dışlayan bir hal aldığı görülmektedir. Batı Avrupa
Ülkelerinde ve ABD’de yükselen İslam ve Müslüman karşıtlığı bu ülkelerde yaşayan
Müslümanların hayat alanlarının her gün biraz daha daraltılmasına neden olmaktadır. ABD
ve müttefiklerinin Irak ve Afganistan işgalleri devam ediyor. Irak’ta ortaya çıkan işkence
fotoğrafları cami içinde sivilleri öldürmesi bu ülke yönetiminin insan hakları ve insani
değerleri
hiçe
sayarak,
Iraklıları
boyun
eğmeye
çalışmaktadır.
İngiliz
Yüksek
Mahkemesi’nin verdiği karar, dünyada işkence turizmi mi başlıyor sorularını akla
getiriyor.
Afrika kıtasında; sömürgecilikten yeni kurtulan devletlerin sınır kavgası, iç çatışma ve
açlık, bu yılda bölgede yaşanan insan hakları ihlallerinin ana eksenini oluşturmaktadır.
Eski sömürgelerden oluşan Afrika ülkelerinde, her geçen gün artan yoksulluk, salgın
hastalıklar ve iç çatışmalar yaşama hakkını tehdit etmektedir.
Kafkaslar ve Uzak doğuda da iç çatışmalar devam etmektedir. Bununla birlikte, Basın
yayın ve örgütlenme alanındaki kısıtlamalar, bu bölgede yaşanan en önemli hak
ihlalleridir. Çeçenistan'da süren Rusya baskısı, ve Özbekistan’da özgürlüğü konusundaki
kısıtlanmalar bölgede yaşanan en önemli sorunlardır.
Ortadoğu bölge ülkeleri, dış baskıları hafifletmek amacıyla, "terörizm ile mücadele'' adı
altında, insan hakları daha da yapılan kısıtlamalar sürmektedir. Bu bölgede İsrail'in
Filistin işgali ve Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak işgali nedeniyle her gün insan
kaybının yaşanmasına ve insanların en temel haklarının yok edilmesine yol açmıştır.
2
Bölgede örgütlenme özgürlüğü konusundaki kısıtlamalar ve basın yayın üzerindeki baskı
öne çıkmaktadır.
AVRUPA KITASI
FRANSA
Fransa bu yıl devlet okullarında dini giysi ve sembolleri yasakladı. Bu yasanın
uygulanması nedeniyle bir çok öğrenci mağdur oldu. Bazı öğrencilerin okulla ilişikleri
kesildi. Bunun yanında, Fransa’da bulunan MRAP adlı bir STK’nın verdiği bilgilere göre
Müslüman bir kadın, başörtüsü nedeniyle özel bir bankaya girememiştir ve başörtülü
kadınlar ehliyet alırken ve okul içinde yapılan veli toplantılarına katılırken çeşitli sorunlar
yaşamışlardır. Ayrıca, Hint asıllı bazı erkek Sih öğrenciler de dini sembollerin giyilmesini
yasaklayan yasa uyarınca okula alınmamışlardır.
Öte yandan, Müslüman ve Yahudi mezarlıklarına yönelik saldırılar oldu. Bu saldırılarda
Müslümanlara ait mezarlıklara gamalı haçlar çizildiği bildirildi. Göçmen çocuklarına karşı
ayrımcı uygulamaların olduğu belirtildi.
Göçmenlerin Fransız asıllılara göre ev ve iş bulabilmeleri daha zordur. Basın-yayın
özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar da dikkat çekmiştir. Fransa Radyo Televizyon Üst
Kurulunun uydu operatörü Eutelset ve Medya TV’ye yayın lisansının verilmemesi basınyayın özgürlüğü ihlallerine örnektir. Ayasofya Camii’ne bağlı Fransa İslam Derneği
Başkanı Mithat Güler herhangi bir suçu kesinleşmeden “aşırı dinci” faaliyetler yaptığı
gerekçesiyle sınır dışı edildi.
İNGİLTERE
İngiltere’de yaşanan hak ihlalleri özellikle ırkçılık, haksız gözaltılar, kötü muamele ve
işkence alanlarında yoğunlaşmıştır.
Son yıllarda yaşanan gelişmeler Avrupa’da
ve dolayısıyla
İngiltere’de ırkçılık ve
ayrımcılığın arttığını göstermektedir. Londra’da Cuma namazı için toplanan cemaate bir
grup tarafından saldırı yapılması, Müslümanlara ait mezarlıkların tahrip edilmesi farklı din
veya ırktaki insanlara yönelik ayrımcılığın arttığını göstermektedir. Bunun yanında, 11
Eylül saldırılarından sonra Müslümanların sokakta durdurulup sorgulandıkları, üstlerinin,
evlerinin veya işyerlerinin gerekçe gösterilmeden arandığı belirtilmektedir.
European
Research Institute of Race Relations kurumunun belirttiğine göre polisler, cezaevi
görevlileri ve göçmenlik ofisleri göçmenler, mülteciler ve iltica için başvuranların haklarını
ihlal etmektedir.
Cornwall’da çalışan bir grup Yunan mültecinin dayaktan aç bırakılmaya
çeşitli işkencelere maruz bırakıldıkları belirtilmiştir.
3
Irak savaşı ve 11 Eylül saldırıları hakkında açıklamalar yapan İmam Ebu Hamza El
Masri’nin İngiltere polisi tarafından evine operasyon yapılarak tutuklanması ifade
özgürlüğünün kısıtlandığını göstermektedir.
Öte yandan ABD ile birlikte Irak’ta işgalci olan İngiltere’nin Irak’taki rolü tarihinde
benimsediği sömürge mantığını hala devam ettirmeye çalıştığı değerlendirmesine neden
olmaktadır. İngiliz askerlerinin Irak’ta sivil halkı öldürmeleri, esirlere kötü muamelelerde
bulunmaları ve işkence yapmaları İngiltere’nin insan hakları ihlallerini üst düzeyde
uygulayan bir ülke olarak değerlendirilmesine neden olmuştur. Nitekim İngiliz Yüksek
Mahkemesinin İngiltere’nin, işkenceyi teşvik etmediği ve işkence yapılmasına katılmadığı
sürece, başka ülkelerde işkence altında alınmış ifadelerin İngiliz mahkemelerinde delil
sayılabileceğine dair aldığı karar, İngiltere’nin hak ihlallerini üst düzeyde uygulayan bir
ülke
olarak
bakımından
değerlendirilmesine
Guantanamo’da
katkıda
tutulan
bulunmaktadır.
kişilerin
işkence
Bu
altında
yasanın
uygulanması
verdikleri
ifadelere
dayanarak 2001 tarihli Terörle Mücadele yasasının uygulandığının, Suç ve Güvenlik Yasası
uyarınca tutuklu bulunan 10 kişinin temyiz başvurusunun reddedilmesidir.
Sonuç olarak İngiltere, gerek Irak’taki rolü gerek de ülkede yabancılara yönelik ayrımcılık
olaylarıyla insan hakları bakımından kötü bir tablo çizmektedir.
HOLLANDA
11 Eylül saldırılarından sonra batıda özellikle yabancılara karşı artan saldırganlık bu yıl
daha da artmıştır. İslam’a hakaret ettiği ileri sürülen bir film yapımcısının öldürülmesi ile
başlayan olaylar sonucu Müslümanların evleri, okulları, camileri kundaklanmıştır. Sadece
yakılan cami sayısı 20’yi geçmiştir.
Öte yandan göçmen politikalarını sertleştiren hükümet 26.000 mülteciyi sınır dışı etmeyi
planlamakta, bu konuda yapılan gösterileri sert şekilde engellemekte, göstericiler
fişlenmekte ve fotoğrafları çekilmektedir.
Halkta sağcı/ırkçı eğilimin giderek arttığı bildirilmiştir. Sağcı partinin son seçimlerde aldığı
oylardaki artışın, diğer partilerin
de sağcı söyleme yönelmelerine neden olduğu
belirtilmektedir. Bu durum Hollanda’da insan hakları ihlallerinin bundan sonra daha da
artacağının sinyalleri olarak algılanmaktadır.
BELÇİKA
Avrupa'da arttığı gözlenen yabancılara karşı ırkçılık eylemlerine paralel olarak Belçika'da
da ırkçılığın arttığı gözlenmiştir. Üç bölgeli federal yapısı bulunan Belçika'nın Felemenkçe
konuşulan güney bölgesinde ırkçılığın daha yüksek boyutlarda olduğu bildirilmiştir. Siyasi
partilerin genelde yabancılar üzerinden siyaset yaptığı ve bunun da yabancıların işsizliğe
yol açtığı izlenimini verdiği ifade edilmiştir. Belçika'da son bir buçuk yıl içerisinde iki kişi
ırkçı saldırılar neticesinde öldürüldü.
4
Göçmen çocuklarının mesleki ve teknik okullara yönlendirildikleri belirtildi. Bu durum da
Belçika'da yabancıların entelektüel manada gelişimlerini engellemeye dönük önlem olarak
algılanmaktadır. Kendi kurallarını belirleme hakkına sahip olan ortaöğretim okullarında
Müslüman kadınların başörtülü olarak okula girmelerine izin verilmediği ifade edildi.
Ayrıca, Müslüman gençlerin iş bulma sıkıntısı ile karşılaştığı ve bazı işyerlerinde
işverenlerin Müslüman işçilerinin kendi isimleriyle çalışmalarına engel çıkarılmaktadır. Bu
nedenle işçiler isimlerini değiştirmektedirler.
İTALYA
İtalya da yıl içerisinde ''önleyici operasyon'' adı altında 161 göçmenin evine baskın
düzenlendi.
dinlenmesi
“Terörü”
ve
önleme
insanların
gerekçesi
izlenmesi
ile
kişilerin
bazı
özel
kişilerin
aranması,
hayatlarına
telefonlarının
müdahaleye
neden
olmaktadır. Şüpheli kişilerin haklarında kanıtlanmış bir suç olmamasına rağmen sınır dışı
edildikleri belirtilmektedir.
Aynı zamanda Azzano Delmo adlı bir kasabada belediye başkanı tarafından Müslüman
kadınların başörtüsü ve yüzlerini örtecek şekilde giyinmelerinin yasaklanması ve Sabrina
Varroni adlı bir kadının burka giydiği için para cezasına çarptırıldı.
Uluslararası hukuku hiçe sayarak Irak’ı işgal eden ABD'nin Irak’taki bir diğer ortağı da
İtalya’dır. Irak da hala asker bulunduran İtalya'nın bu durumu sömürgeci mantığını
devam ettirerek ''pastadan payını alma'' isteği olarak değerlendirilmektedir. Peruggia
kentinde Irak işgalini protesto etmek amacıyla düzenlenmek istenen mitinge izin
verilmedi.
İSPANYA
2004 yılı içinde tren istasyonlarında patlayan bombalardan sonra birçok kişi haksız olarak
gözaltına alınmıştır. Seçimlerden bir süre sonra yeni hükümetin Irak'tan İspanyol
askerlerini çekmesi olumlu bir gelişmedir. Ancak, İspanya, askerlerin çekilmeden önce
öldürdüğü Iraklılar için her hangi bir adım atmamıştır.
Diğer taraftan İspanyanın Bask Bölgesinin yüksek mahkemesi yasaklı Batasuna partisinin
lideri terörizme teşvik suçlaması ile hapis cezasına çarptırılmış, 8 yıl siyasetten men
edilmiştir. İspanya, Bask'lı ayrıkçılara gözaltında kötü muamele ve işkence yapmaktadır.
ALMANYA
Almanya 2004 yılında özellikle din ve vicdan özgürlüğü alanında bazı kısıtlamalarıyla ve
yabancılara yönelik ırkçı saldırılarla karşımıza çıkmaktadır.
5
Kimi eyaletlerde inançlarının gereği olarak başörtüsü takan kadın öğretmenlerin derslere
girmeleri yasaklanmıştır. Bu yasak başörtüsü takan hanımlara karşı bir ayrımcılık; din ve
vicdan özgürlüğünün kısıtlanmasıdır.
Yabancılara, yabancıların işyerlerine ve evlerine yönelik saldırılar olmaktadır. 16 Nisan
2004 tarihinde Bochum’da Araplara ve Türklere ait iki caminin polisler tarafından
ablukaya alınarak, cami önünde bir masa kurulup Cuma namazına gelenlerin isimleri
alınmıştır. Kimi göçmenler suç işlediğine dair kesin kanıt olmadan sınır dışı edilmektedir.
Almanya'nın başkenti Berlin'de Müslümanlara ait derneklerin 1-3 ekim tarihlerinde
düzenlemek
istedikleri
uluslararası
konferansın
yapılmasına
''terörizme
destek
toplantısına '' dönüşebilir gibi somut olmayan gerekçelerle izin verilmemesi toplantı ve
gösteri hakkının ihlalidir.
KAFKASYA VE ORTA ASYA
ÖZBEKİSTAN
Özbekistan dini cemaatlere mensup kişiler üzerindeki yoğun baskılar, haksız gözaltılar,
toplantı ve gösteri hakkının engellenmesi ve işkence konularında insan haklarına aykırı
uygulamalarıyla dikkat çekmiştir.
Özbekistan’da devlet kontrolünde olmayan dini gruplar ve dini toplantılar yasaklanmıştır.
Dini eğitim de devlet tarafından kontrol edilmekte ve özel olarak verilmek istenen dini
eğitimler yasaklanmıştır. Devlet kontrolünde verilen dini eğitim sonucunda öğrencilerin
politik olarak Devlet Başkanına bağlı olmalarının sağlanmaya çalışıldığı değerlendirmeleri
yapılmıştır. Bu nedenle kayıtlı olmayan cemaatlere bağlı kişi tutuklanmakta, özel olarak
yapılan dini toplantılar da polis ve Ulusal Güvenlik Servisi tarafından basılmaktadır.
Normurod Zhumaev adlı doktor evinde Kuran dersi verdiği için evi basılmış ve dini
kitaplarına ve bilgisayar dökümanlarına el konulmuştur. İnsanların evlerinde bile dini
veya politik konular konuşmaktan çekinmektedirler. Yehova Şahitlerinin toplantısı da
basılmıştır. Dini cemaatlere bağlı kişiler de baskı altında bulunmaktadır. Yasaklı olan bir
Protestan cemaatine bağlı 3 kişinin okuldan atılmakla tehdit edildiği, Urgench State
Üniversitesinde 3 kız öğrenci dini inançları nedeniyle okuldan atıldığı, Baptist olan bir
kişinin kendi evinde oturmasına izin verilmeyip şehri terk etmesi için baskı gördüğü
bildirilmiştir. Ayrıca, Özbekistan’ın güneyindeki bir caminin imamı olan Rustam Klichev’in
dini inançları nedeniyle tutuklandığı ve 14 yıl hapis cezasına çarptırıldığı ve camiye üye 16
kişinin de çeşitli hapis cezalarına çarptırıldıkları bildirilmiştir.
Rustam Klichev’e destek
amacıyla mahkeme önünde gösteriyi düzenlediği söylenen Edgar Turulbekov adlı kişi de
hapse konulmuştur. Savunma avukatlarının da baskıyla karşılaştıkları ifade edilmiştir.
Öte yandan Mart ve Nisan aylarında yaşanan bombalı saldırılardan sonra birçok kişinin
gerekçe gösterilmeden haksız yere gözaltına alındığı ve bu kişilere gözaltındayken kötü
6
muamelelerde bulunulduğu açıklanmıştır. Özbekistan’da hapse atılan bazı kişilerin işkence
gördükleri ve işkenceden ölen mahkumların olduğu bildirilmiştir.
Nitekim, 1 Aralık
2003’te aftan yararlanan bazı mahkumlar hapisteyken işkence gördüklerini ifade
etmişlerdir. Laziz Saidov adlı bir mahkum da işkence altında itirafa zorlandığını
belirtmiştir.
Özbekistan’da insanların inançlarının gerektirdiği gibi yaşamalarının da engellendiği
belirtilmiştir. Özellikle Müslüman kadınların kamuya açık yerlerde başörtüsü takmalarının
yasaklanması din ve vicdan özgürlüğü önünde büyük bir engeldir. Ayrıca başörtülü
insanların
diğer
kesimler
korktukları belirtilmiştir.
tarafından
potansiyel
bir
“terörist”
olarak
görülmekten
Çünkü, Özbekista’da Hizbut-tahrir bir örgüte bağlı oldukları
gerekçesiyle birçok insan tutuklanmıştır.
Dini cemaatler üzerindeki baskı STK’lar üzerinde de kendini göstermiştir. Açık Toplum
Enstitüsü adlı bir STK’nın faaliyet yapmasına izin verilmemiştir. Bunun yanında iki STK’nın
da kayıtları yapılmayarak faaliyet yapmalarının engellendiği bildirilmiştir.
Özbekitan’da
bilgi edinme hakkına yönelik kısıtlamaların bulunmaktadır.
Sonuç
olarak
Özbekistan’nın
insan
hakları
sözleşmelerine
imza
attığı
halde
bu
sözleşmelerin gereklerini yerine getirmemektedir.
AZERBAYCAN
Azerbaycan 2004 yılında, özellikle ifade özgürlüğü, siyasi haklar, inanç özgürlüğü ve
benzeri temel insani haklarda birçok ihlale sahne oldu. Eşitlik, özgürlük, adalet ve insan
hakları kavramların her ne kadar siyasal ve sosyal hayatta etkisinin arttığı gözlense de bu
etkinin sadece teoride kaldığı, statükonun ağırlığı altında sıkıştığı ve pratik hayata
yansıtılamadığı görüldü. Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen hak ihlallerinin halk ve
basın şiddetle protesto edilmesi, medyada geçen senelere nazaran insani değerlere daha
fazla yer verilmesi ve hükümetin kavramsal düzeyde de kalsa insani hak ve özgürlükleri
destekler nitelikteki açıklamaları önümüzdeki yıllar için bir ümit ışığı olarak görüldü.
Azerbaycan’da geçen sene 15 Ekim’de yapılan genel seçimlerin ardından halk seçimlere
hile karıştırıldığı gerekçesiyle meydanlara inmişti. Yapılan protesto eylemlerine polisin
müdahalesiyle kargaşa çıkmış, birçok eylemci yaralanmış,
olayların büyümesiyle
gerginlik artmış ve ülkeye kaos hakim olmuştu. Bu olayların hemen ardından başlatılan
operasyonlarda yüzden fazla gazeteci ve STK üyesi gözaltına alınmıştı.
Statükonun
tehlikeye düşmesi ve otoritenin sarsılmasından korkan devlet, 15-16 Ekim olaylarını
adeta fırsat bilerek muhalif tüm seslerin sindirilmesi ve otoritenin tekrar sağlanması için
insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayarak sert politikalar izlemeye başladı. Yerli ve yabancı
birçok STK ve basın tarafından protesto edilen uygulamalarda, birçok insan suç isnat
edilebilecek herhangi bir sebep olmaksızın tutuklandı, mahkumlar yasal haklarından
7
mahrum bırakıldı, ifade özgürlükleri kısıtlanarak birçok basın kuruluşu taciz edildi ve
inanç özgürlüğü ihlal edilerek bazı dini gruplara baskı yapıldı ve faaliyet alanları daraltıldı.
Azerbaycan’da yayın yapan günlük Turan gazetesi,
tutuklanan insanlara gözaltında
işkence yapıldığı, mahkumların insani olmayan koşullarda tutulduğu ve polisin her fırsatta
şiddet kullandığını aktardı. Hapishanede zaman zaman elektiriksiz ve susuz bırakılan ve
insani olmayan muamelelere uğrayan mahkumlar, yakınlarıyla birlikte birçok defa açlık
grevine gitti; ama şartların değişmesinde yapılan eylem ve grevlerin bir etkisi olmadı.
Hükümetin toplantı ve gösteri yapma özgürlüğüne getirdiği kısıtlamalar, seçme ve
seçilme hakkına yönelik ihlaller ve sivil toplumun gelişmesine darbe niteliğindeki
politikalar geliştirdi. İnsanların inanç özgürlüğü ihlal edildi ve birçok dini gruba baskı
yapılarak, temelsiz, asılsız ve sorumsuz uygulamalarda bulunuldu.
Bu baskıların en
somut örneği, 15-16 Ekim olayları ertesi tutuklanan ve cezaevinde insani olmayan
muamelelere maruz kalan Cuma Camii imamı İbrahim İbrahimov’du.
2004 yılında basın özgürlüğü alanında
alındı, birçok basın kuruluşu
da bir çok ihlal yaşandı.
Gazeteciler gözaltına
tacize uğradı,yayınları sansürlendi ve finansal yaptırımlar
yüzünden kapanmak zorunda kaldı. Banka hesabına el konulduğu için maddi zorluklar
yaşayan ve 16 Ekim’de yayınını durduran Yeni Musavat gazetesi, seçim ertesi tutuklanan
ve sağlık problemleri olduğu halde soğuk ve ıslak bir hücrede tutulan,avukatıyla dahi
görüştürülmeyen, yine aynı gazetenin baş editörü Rauf Arifoğlu ve kimliği belirsiz
kişilerce kaçırılan, soyulan, dövülen ve ölümle tehdit edilen Magomed Rızayev basına
yönelik baskı ve yıldırma eylemlerinin en çarpıcı örneklerindendi.
RUSYA
Rusya bu yılda da Çeçenistan'da yaptığı insan hakları ihlalleri yoğunluktaydı. Rus
askerleri
kontrol
noktalarında
durdurdukları
Çeçenleri
gerekçe
göstermeden
alıkoymaktadır. Coharkale'de "Temizlik Operasyonları" adı altında Rusların ve Rus
yanlılarının mahalle ve caddeleri kuşatarak evlerde ve insanların üzerlerini aradılar. Rus
askerleri
tarafından
köylere
yapılan
baskınlarda
kadınlar,
çocuklar
ve
gençler
alıkonulmaktadır. Bu baskınların birinde 80 yaşındaki yaşlı bir kadın öldürülmüştür. Okula
giden bazı öğrenciler kaçırılmaktadır. Kaçırılan insanlar işkence yapılarak öldürüldüler.
Katar'da Çeçenistan eski devlet başkanı Selimhan Yandarbiyev bir suikast sonucu hayatını
kaybetti.
Rusya'nın mülteci kamplarına yönelik baskılarının olduğu da gözlenmiştir. Kamplarda
yaşayan kişiler elektriklerinin ve gazlarının kesilerek Mülteci kampını terketmeleri
konusunda baskı gördüklerini ifade etmişlerdir. Kamplarda yaşayan mülteciler tehdit
edilmektedir. Mültecilere telefon etme yasağı da getirilmiştir. Ayrıca, Çeçen mültecilere
8
sağlık yardımı yapılmaması konusunda da sağlık çalışanlarına telkinlerde bulunulduğu
belirtilmiştir. Toplantı ve gösteri yapma hakkı da kısıtlanmaktadır. Çeçen Sürgünü
mitingine izin verilmedi.
Rusya'da yapılan ırkçı saldırılar da gündemde yerini almıştır. Moskova'da Azerilere ait 3
kafenin kundaklandığı belirtilmiştir. Ayrıca, 21 Şubat gecesi 24 yaşındaki Amaro Lima adlı
Afrikalı üniversite öğrencisinin öldürülmesi diğer yabancı öğrencilerin tepkisini çekmiş ve
tedirgin olmalarına yol açmıştır. Moskova'da Kafkas kökenli kişilere yönelik saldırılar oldu.
Eylül ayı başında Beslan'da bir okulda yaşanan katliam sivillere yönelik yaşanan en büyük
ihlallerden biridir. Rehinelerin kurtarılması amacıyla yapılan baskında yüzlerce insanın
hayatını kaybetmesi krizin çözülmesi noktasında sivillerin hayatının korunması için gerekli
tedbirlerin alınmadığını göstermektedir. Bu olaylardan sonra Moskova'da on binden fazla
insanın tutuklandığı bildirilmiştir. Ayrıca, Beslan'daki olayla ilgili haber almak isteyen bir
muhabir Moskova'daki Vnukova havaalanında gerekçe gösterilmeden gözaltına alınmıştır.
Aynı şekilde iki Gürcü gazeteci de tutuklanmıştır.
Rus askerlerinin Çeçen sivillere yönelik uygulamalarına paralel olarak Çeçen askerlerinin
de Rus sivillerin ölümüne neden olmakta ve Rusya yanlısı Çeçenlere yönelik saldırılar da
bulunmaktadır.
TACİKİSTAN
2004 yılında Tacikistan’da basın-yayın organlarına ve muhalefet partilerine yönelik
baskılar, faili meçhul cinayetler, haksız gözaltılar ve işkence gibi olayların meydana
geldiği gözlemlenmiştir.
2005 yılında yapılacak olan seçimler öncesinde muhalif basın-yayın organlarına yönelik
baskıların artacağı endişesinin olduğu bildirilmiştir. Nitekim hükümet aleyhine yazı yazan
gazetecilerin kamu yetkililerince uyarılması, bazı yazılı medya organlarının kapatılması,
yayınların yasaklanması ve toplatılması, gazetecilerin kimliği belirsiz kişiler tarafından
saldırıya uğraması, medya organlarının binalarına baskın yapılarak kitap, makale, CD,
video kaset ve diğer dokümanlara el konulması yukarıda bahsedilen endişelerin yersiz
olmadığını doğrular nitelikte olaylar olarak değerlendirilmiştir. Muhalefet partilerine
yönelik baskılar, bir partinin kaydının yapılmaması, bu partinin başkan yardımcısının
tutuklanması ve parti binasının güvenlik güçlerince basılarak dokümanlara el konulması
da seçim öncesinde baskıların arttığının bir tezahürü olarak görülmüştür.
Tacikistan’da faili meçhul cinayetler de göze çarpmaktadır. Tursunzade belediye başkanı
kimliği belirsiz kişiler tarafından öldürülmüştür.
Toplantı ve gösteri yapma hakkının ihlali olarak değerlendirilen bir olayda İslam Rönesans
Partisi’nin konferans düzenlemesine izin verilmediği bildirilmiştir.
Öte yandan, kadınların başörtülü fotoğraflarının pasaportlarda kullanılmalarına izin
verildiği halde kimlik kartlarında kullanılmalarına izin verilmemesi dini inançlarını yerine
9
getirmek isteyen kişilerin haklarının ihlali olarak görülmektedir.
Tacikistan-Özbekistan
sınırında insanların ölümüne neden olan kara mayınlarının varlığı ve sınırın henüz
temizlenmemiştir.
Çocuklar işçi olarak çalıştırılmaktadır. Tutuklular, gözaltına alındıktan sonra avukatları ve
yakınlarıyla görüştürülmemektedir.
TÜRKMENİSTAN
Bu yıl, insan hakları alanında iyileşmenin gözlemlenmediği Türkmenistan’da özellikle din
ve vicdan özgürlüğü, basın-yayın özgürlüğü, kişi güvenliği ve özgürlüğü ve örgütlenme
özgürlüğü alanındaki ihlaller ön plana çıkmıştır.
Sene içerisinde dini grupların baskı gördükleri, dini inançları veya mezhepleri nedeniyle
insanların baskıya uğradığı, işten çıkarıldığı, tutuklandığı, hapiste tecavüze uğradığı,
tecavüzle tehdit edildiği, işkence gördüğü, bazı insanların da dini inançlarını bıraktıklarını
beyan etmeleri konusunda baskı gördüğü bildirilmektedir.
Türkmenistan hukuk düzenine göre, dini grupların faaliyet yapabilmek için kayıt yapma
zorunlulukları
bulunmaktadır.
Ancak
çoğu
dini
grubun
kayıt
yapmalarına
izin
verilmemekte ve bu grupların liderleri yersiz surette hapis cezasına veya yüklü para
cezalarına çarptırılmaktadır.
Din ve vicdan özgürlüğü alanında iyileşmenin olması için
çıkarılan yasaların kağıt üzerinde kaldığı ve uygulamaya yansımadığı görülmüştür. Netice
olarak Türkmenistan’da kişi ve grupların dini inançları nedeniyle ayrımcılığa tabi
tutuldukları gözlemlenmiştir.
Basın-yayın özgürlüğüne yönelik ihlaller de devam etmektedir.
Devlet başkanı veya
hükümet aleyhinde yazı yazan veya yorum yapan gazeteciler tehdit edilmekte ve
saldırıya uğramaktadır.
Ayrıca bazı gazetecilerin evlerine polis tarafından baskınlar
düzenlenmekte ve özel eşyalarına el konulmaktadır, kimi gazeteciler ve yakınları da
tutuklanmaktadır.
İnsanların bilgi edinme haklarına yönelik kısıtlamaların yapıldığı da
gözlemlenmiştir.
Diğer taraftan Devlet Başkanı Saparmurat Niyazov, işlerini iyi yapmadıkları gerekçesiyle
kabinesindeki bazı bakanları, bazı televizyon kanallarının müdürlerini veya kimi kamu
çalışanlarını kovmuştur. Ancak işlerini iyi yapmamaları gibi ucu açık ve yeterince somut
olmayan bir gerekçe ve bu kişilere yargı yolunun açık tutulmaması Türkmenistan’da
hukuk sisteminin insanları koruma konusunda yetersiz kaldığının veya mevcut yasaların
uygulanmadığının delili olarak görülmektedir. Ayrıca eurasianet.org’daki habere göre
Devlet Başkanının 23 Şubat’ta Türkmen TV’de yaptığı konuşmada gençlerin sakal ve bıyık
bırakmamalarını telkin etmesi kişilerin yaşam tarzlarının nasıl olacağı konusundaki
tasarruf hakkını kendi şahsında gördüğünün bir kanıtı olarak değerlendirilmektedir.
Bu
durum da kişi özgürlüğüne yönelik ihlallerin varlığını gündeme getirmektedir.
10
Sonuç olarak 2004 yılı Türkmenistan için insan hakları konusunda önümüze kötü bir
portre çıkarmıştır.
KAZAKİSTAN
Kazakistan’da bu yıl insan hakları ihlalleri basın-yayın, ifade hürriyeti, seçme-seçilme
hakkı
ve örgütlenme
ve
siyasi
faaliyette bulunma
hakları
üzerinde yoğunlaştığı
görülmektedir.
19 Eylül’de gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde ve sonrasında muhalif siyasi
partilere ve basın-yayın organlarına yönelik baskıların arttığı gözlenmiştir. Bazı parti
üyelerine yönelik gözaltılar gerçekleşmiştir. Çeşitli muhalif gazete ve dergilere karşı dava
açılmış, yazılarına sansür uygulanmış, ofisleri polis tarafından basılıp aranmış ve kimi
gazeteler kapatma cezası almıştır. Birçok gazeteci de yazdıkları yazılar nedeniyle
gözaltına alınmış ve kimileri de hapis cezalarına çarptırılmıştır. Ayrıca, gazetecilerin polis
üniformalı kişilerce dövüldüğü veya siyasi baskılar sonucu işten atıldığı vakalara da
rastlanmıştır. İfade hürriyeti ve basın-yayın özgürlüğüne yönelik bu ihlaller, 23 Kasım’da
Almata’da yapılan ve Orta Asya ülkelerinden birçok insan hakları savunucusunun ve
gazetecinin biraraya geldiği İnsan Hakları Konferansı’nda da gündeme getirilmiş ve bu
uygulamalar kınanmıştır. Ayrıca konferansta, Kazakistan’daki diğer bazı temel insan
haklarına yönelik ihlaller de, özellikle seçme-seçilme hakkı, seyahat özgürlüğü, din ve
vicdan hürriyetine yönelik ihlaller ve işkence, ön plana çıkmıştır. Gündeme gelen Basın
Kanunu’ndaki değişiklikler de yeterli görülmemektedir.
Cumhurbaşkanlığı seçimiyle oldukça gündeme gelen bir diğer konuda da seçme-seçilme
hürriyetine yöneliktir. Seçim Kanunuyla ilgili düzenlemeler yapılırken, bunlar muhalif
partilerce
yeterli
görülmemiş
ve
idarenin
seçimlere
müdahalesini
engellemeye
yetmeyeceği için veto edilmesi yönünde açıklamalar yapılmıştır. Özellikle uygulanan
elektronik oy kullanma sisteminin serbest ve adil seçim ilkesine gölge düşüren şüphelere
sebep olduğu için eleştirilmektedir. Bu konu, AGİT temsilcilerince de endişe yaratmış ve
seçimleri izlemek için bir Gözlem Grubu oluşturulmasına karar verilmiştir.
Kazakistan’da bulunan Özbeklere ait camiler ise dini kurumlara ilişkin anayasaya aykırı
olduğu iddia edilen yasal düzenlemelerle devletin denetimindeki bir çatı kurum altında
toplanmaya çalışılmış, ancak yoğun tepkilerle karşılaşılmıştır.
Sonuç olarak, Kazakistan’da, bu yıl, değinilen haklar ve özgürlüklere yönelik
yoğunlaşmış ve yapılan yasal düzenlemeler de
ihlaller
durumu iyileştirmeye yönelik yeterli
olmamıştır.
11
ERMENİSTAN
İnsan hakları uygulaması açısından Ermenistan’da bu yıl ihlallerin özellikle basın-yayın
ifade hürriyeti, örgütlenme hakkı ve bilgi edinme hakkı alanlarında yoğunlaştığı
gözlenmiştir. Geçen yılki seçimlerin etkisinin Ermenistan’da devam ettiğini söyleyebiliriz.
Muhalif partilere ve üyelerine yönelik baskılar devam etmektedir. Gösteri ve yürüyüşleri
müdahalelerle ve tutuklamalarla sonuçlanmıştır. Bir çok muhalif siyasi de çeşitli
nedenlerle gözaltına alınmıştır. Basın-yayın organlarına yönelik baskılar da devam
etmektedir. Bazı yayın şirketlerine lisans hakkı verilmemiş, diğer tarafta özellikle rüşvet
ve ulusal güvenliğe yönelik haberlerde oto sansür uygulamalarıyla karşılaşılmıştır. Muhalif
tutumlu gazetelere karşı eleştirel yazılarından dolayı dava açılmış ve birçoğu para
cezasına çarptırılmıştır. Saldırıya uğrayan
gazetecilerin sayısında artış olmuştur. Çeşitli
nedenlerle birçok gazeteci gözaltına alınmış, tutuklanmıştır. Hatta bir gazeteci ortadan
kaybolmuştur. Kataisk Bölgesi’nde de trafik polislerince insanların seyahat hakları
engelleniyor iddialarını
araştırmak için bölgeye giden gazeteci ve kameramanlar
gözaltına alınmıştır. Avrupa Konseyi de Ermenistan’daki bu hak ihlallerine ilişkin
endişelerini dile getirmiştir.
Yoğun ihlallerin görüldüğü diğer bir alan ise toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik
olmuştur. Özellikle muhalif partilerin Cumhurbaşkanı’na yönelik eleştirilerinin yoğunlaştığı
dönemlerde yapılan toplantı ve gösterilen neredeyse tümü müdahaleyle karşılaşmış ve
yüzlerce
kişi
tutuklanmıştır.
Çıkarılan
bir
düzenlemeyle
stratejik
olarak
önemli
nitelendirilen yerlerde gösteri ve yürüyüşlere izin verilmeyecektir. Diğer yerlerdeki bu tip
eylemler de izne bağlanmıştır.
KIRGIZİSTAN
Kırgızistan’da insan hakları ihlalleri bu yılda geçen yıl olduğu gibi özellikle basın-yayın
hürriyeti, ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü alanında yoğunlaştığı gözlenmiştir.
Muhalif siyasi parti liderleri ve önde gelenleri çeşitli nedenlerle hapse atılmakta ve bu
konuda ülke çeşitli uluslararası insan hakları kuruluşları ve kamuoyunca eleştirilmektedir.
2005 yılında yapılacak seçimler için şimdiden muhalefet partilerine yönelik kısıtlamalar
getirilmekte,
seçim
kampanyaları
yapmaları
engellenmektedir.
Ocak
ayında
milletvekillerinin odalarında dinleme cihazları bulundu.
Muhalif gazete ve televizyon kanalları baskı görmektedir. Basın-yayın kuruluşlarına karşı
davalar açılmakta, para cezası ve kapatma cezaları almaktadırlar. Yayınladıkları yazılara
sıklıkla
sansür
uygulandığı
gözlenmiştir.
Kimi
gazete
binalarına
polis
baskınları
düzenlenmiş, kimileri ise kimliği belirsiz kişilerce soyulup gazetecileri tehdit edilmiştir.
Gazetecilere karşı baskı ve kötü muamele de artarak devam etmektedir. 2003’te
Karasu’da ölü bulunan gazeteci Nazalov’un davası devam ediyor. Yetkililer boğulduğu
12
üzerinde ısrarlıyken yakınları dövülerek öldürüldüğünü iddia etmektedir. Basın-yayın
kuruluşları sanal ortamda da çeşitli sorunlarla karşılaşmaktadır.
Kırgısiztan’da dikkat çeken diğer bir insan hakları ihlali ise neredeyse sistematik hale
gelmiş
olan
işkence
ve
kötü
muamele
uygulamalarıdır.
Özellikle
gözaltında
ve
hapishanelerde sıklıkla bu tür uygulamalara rastlanmıştır. Örneğin, Jalal Abat’ta gözaltına
alınan 6 kişi işkence
görmüş
ve daha sonra suçsuz oldukları anlaşılınca serbest
bırakılmıştır. Ayrıca Kırgız Ombudsmanlık Kurumu’nun açıklamalarında da yer alan haksız
tutuklama ve gözaltına almalar, gözaltında kötü muamele ve hapishanelerin gayri insani
koşulları endişe yaratmaktadır.
Din ve vicdan hürriyetine yönelik ihlaller ve ülkedeki yabancılara yönelik kötü muamelede
dikkat
çekmektedir.
Bu
uygulamalar
ülkenin
güney
bölgelerinde
yoğunlaştığı
görülmektedir. Bazar ve Karasu bölgelerinde Müslüman ilkokul çocuklarının öğretmenleri
tarafından
günlük ibadetlerini
yerine getirmemeleri
ve hatta
bunu
evlerinde de
yapmamaları konusunda uyarılmış, kız öğrenciler başörtüleriyle derse alınmamış ve
Suzak’ta bazı camiler yıkılmıştır. Bazı kiliselere karşıda ağır vergiler getirilmiştir.
Vahhabilere karşı da merkezi yönetimden açık bir baskı olmasa yerel medya da yoğun bir
karşı-kampanya vardır. Diğer tarafta,
Hizbut
Tahrir’le mücadele gerekçesiyle de
Müslümanların hakları ihlal edilmektedir. Ayrıca 15.000 Çeçen’in yaşadığı ülkede
1996’dan beri 15 Çeçen işadamı öldürülmüştür. Gösteri ve yürüyüş yapma hakkı
hususunda
da ihlaller gözlenmiştir. Özellikle muhalif eylemlere polis müdahaleleriyle
karşılaşmış, yoğun gözaltılar olmuş hatta 2002’de polisin
silahlı müdahalesi sonucu
ölümle sonuçlanan bir gösterinin davası bu yıl sonuçlanmıştır.
Ottawa Sözleşmesini imzalamayan ülkede karamayınları patlamaları sonucu birçok kişi
sakat kalmakta ve ölmektedir.
GÜRCİSTAN
2004 yılında, ülkedeki siyasi gelişmelerin de etkisiyle insan hakları ihlallerinin daha çok
siyasi faaliyette bulunma ve basın-yayın hürriyeti alanlarında yoğunlaştığı görülmektedir.
Muhalefet parti üyeleri çeşitli gerekçelerle gözaltına alınmış, bazı siyasilere yönelik silahlı
saldırılar gerçekleşmiş ve ölümle sonuçlananlar da olmuştur. Tutuklanan bazı siyasi parti
üyeleri bu süreç boyunca işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia etmektedir.
Basın-yayın hürriyetine yönelik ihlaller de artarak devam etmektedir. Bazı televizyon
kanalı ve gazeteler kapatılmıştır. Muhalif yazı veya yayınları nedeniyle de bazı kanal ve
gazeteler de tehdit edilmekte, sansüre maruz kalmaktadır. Yazdıkları nedeniyle de birçok
gazeteciye karşı davalar açılmış, kimileri hapis kimileri de para cezasına çarptırılmıştır.
Gazetecilerin evlerine saldırı vakalarında da artış olmuştur. Kimi gazeteciler de kimliği
belirsiz kişilerin saldırılarına uğramıştır. Görevleri başında darp alma
ve kameraları
kırılma olayları da sıklıkla rastlanmıştır. Yetkili kurumlardan bilgi almak isteyen basın
13
mensupları engellenmekte, hatta bazı resmi binalara girişleri yasaklanmaktadır. Ülkede
görev alan bazı yabancı basın mensupları da çeşitli şekillerde kötü muameleye maruz
kalmıştır.
Muhalif partilerce düzenlenen toplantı ve yürüyüşlere polis müdahale etmiş ve onlarca
kişi gözaltına alınmıştır. Ülkedeki bir diğer ihlal de kötü muamele ve işkence olaylarıdır.
Ayrıca, Gürcistan’da özellikle ülkenin Güney Osetya ve Abhazya
sorunlarına yönelik
tutum ve uygulamalarının da çeşitli hak ihlallerine sebep olduğu gözlenmiştir.
ORTADOĞU VE ALT KITA
IRAK
Amerikanın Irak’a saldırısıyla başlayan insani dram 2004 yılında da devam etti.
Amerikanın bu saldırıyı gerçekleştirme bahanesi olan kitlesel imha silahları bulundurma
iddiası hala ispatlanamadı ve hatta bu sebebin geçersizliği artık Amerikan yönetimince de
kabul edilmiş durumda. Irak’a askeri harekat başlamadan önce Geoege W. Bush’un,
işgale dünya halkları gözünde meşruiyet kazandırmak için sarf ettiği insani değerler,
haklar ve özgürlükler ile çerçevelenmiş kutsal amaç! cümleleri ise tüm yaşananlardan
sonra artık çok uzağımızda.
Irak’ta yaşanan hak ihlallerinden en önemlisi her insanın en temel hakkı olan yaşama
hakkının ihlal edilmesidir. Saldırının başladığı 18 Mart 2003 tarihinden bu yana on
binlerce Iraklı sivilin öldüğü bildirilmektedir. Bölgedeki hastanelerden alınan bilgiye göre
her gün sayıları 5- 15 arasında değişen sivil hayatını kaybetmektedir. Bunların büyük
çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşmaktadır. Hatta Necef Hastanesinin kayıtlarına
göre ölen sivil sayısı asker sayısının 5 katıdır. Bir kısım yaralılar ise hastane
kapasitelerinin yetersizliği yüzünden tedavi görmeden geri çevrilmiş, kimisinin ise
hastane kayıtları tutulmamıştır. Dolayısıyla verilen rakamlar, gerçek ölü ve yaralı
rakamlarının altındadır. İşgale karşı direnişin artmasıyla birlikte, Amerikan askerlerinin
artık sivil asker ayrımı yapmadıkları ve ellerine geçen her fırsatta sivilleri taciz ettikleri
görülmektedir. Yaralıları infaz eden, çocukların üzerine kurşun sıkan ve kendilerine insani
değerlerden tamamen bağımsız hareket edebilme selahiyeti verilen ABD askerleri geceleri
adeta insan avına çıkmakta, ev aramaları yapmaktadır. Bu aramalar yüzünden insanlar
sürekli
korku
içerisinde
yaşamakta,
evi
aranan
insanlar
hakarete
uğramakta,
aşağılanmakta ve tüm insani değerleri ayaklar altına alınmaktadır. Ayrıca yapılan ev
aramalarında ‘şüpheli’ görülen bir çok insan, elleri ve ayakları bağlanılarak, başlarına
torbalar
geçirilerek
götürülmüş
ve
bu
insanların
bir
çoğundan
bir
daha
haber
alınamamıştır. Irak’ta, açıklanan resmi ölü ve yaralı insan sayısının yanı sıra şuan kayıp
olan binlerce insan vardır.
14
Uluslararası bir örgütün araştırmasına göre hastanelerin hepsi saldırılardan zarar
görmüştür. Hastanelerin dışında kimsesiz çocuklar yurdu, özürlü çocuklar eğitim merkezi
ve huzur evleri tahrip olmuştur ve ne yazık ki burada kalanların %70i hala kayıptır. Bu
kayıpların bir çoğunun öldüğü zannedilmektedir.
Irak insan hakları organizasyonu işgalden bu güne kadar geçen zaman zarfında toplam
yirmi bin kişinin tutuklandığını belirtmiştir. Bu esirlerden onbeş bini Ebu Garib
hapishanesinde tutulmaktadır. Tutuklanan Iraklı esirlerin defalarca sözünü ettikleri kötü
muamele ve işkenceler, basına fotoğrafların yansımasıyla gün yüzüne çıkmıştır. Mayıs
başında ilk defa amerikan CBS televizyonunda yayınlanan fotoğraflarda başlarına kese
kağıtları geçirilmiş, elleri arkadan bağlanmış, vücudlarından kanlar akan bu insanlar
yalnızca fiziksel değil, psikolojik olarak da işkenceye maruz kalmışlardır. Çırılçıplak
soyularak amerikan askerlerince seyredilen, kadın askerlerin cinsel tacizlerine maruz
kalan, birbirleriyle cinsel ilişkiye girmeye zorlanan insanların bulunduğu fotoğraflar,
Iraktaki insanlık dramını net bir şekilde göstermektedir. Yapılan soruşturmalarından
ardından, işkencenin fotoğraflarda görülenden çok daha ağır olduğu ve işkence, cinsel
tecavüz gibi vakıaların çok sık rastlanılan alışılagelmiş vakıalar olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca
fotoğraflarda yer alan bir kadın askerin ifadesinde ‘sadece emirleri yerine getirdiğini’
belirtmesi işkencenin sistematik olarak kullanıldığını göstermektedir.
ABD’nin, Kasım ayında, direnişin yoğun olarak görüldüğü Felluce’ye saldırısı gerek Irak
içinde
gerekse
Irak dışında birçok bölgede tepki
görmüştür. Yeni seçim döneminde
Bush’un tekrar başa geçmesinin ardından yapılan ilk büyük operasyon
Amerika’nın büyük bir hazırlıkla başlattığı operasyonun ilk günü
Fellucedir.
askerlerin hastaneye
saldırıp buradaki hasta ve aciz insanları öldürmesi, camiye sığınan Iraklı bir yaralının infaz
edilmesi ve askerlerin asker-sivil ayrımı yapmadan adeta hareket eden her canlıyı hedef
olarak görmeleri tüm dünyanın tepkisini çekmiştir. Kuşatmanın ilk günlerinde dünya ile
iletişimi kesilen şehirden gelen ilk haberler dünyayı dehşete düşürdü. ABD’in Felluce’de
katliam yaptığı görüldü. Ayrıca ilerleyen günlerde ilaç ve gıda sıkıntısı çeken şehrin
dışarıdan yardım alması
engellenmiş,
Kızılay ve Kızılhaç’ın şehre girmesine izin
verilmemiş,masum insanlar tüm dünyanın gözü önünde ölüme terkedilmiştir.
ABD’nin Irak’ta işgalden bu yana müsebbibi olduğu hak ihlalleri, onun insani hak ve
değerlere olan yaklaşımının samimiyetten uzak olduğu ve bu yaklaşımın ABD için sadece
çıkarlarıyla kesiştiği noktalarda geçerli olduğu intibaını uyandırmaktadır. Amerika,
Cenevre antlaşmasını ihlal etmiş, tahrip gücü yüksek silahlar kullanmış, sivilleri öldürmüş,
aralarında çocukların da bulunduğu pek çok insanı gözaltına almış ve bu gözaltılarda
ölümlere kadar varan işkenceler yapmıştır. Şu an halen ABD kontrolünde olan Irak ‘ta, bu
güne kadar yaşananlar, yaşanacaklar hususunda iyimser olmamızı engellemektedir.
İşgalden bugüne, dünya şahit olduğu hak ihlallerini büyük bir endişe ve şaşkınlıkla
15
izlemiştir ve bundan sonraki günlerde Irak’ın endişe verici ve şaşırtıcı yeni olaylara sahne
olup olmayacağını tahmin etmek gerçekten çok güçtür.
SURİYE
Hafız Esad iktidarından sonra yönetimi devralan oğlu Beşşar Esad’ın Suriye’sinde 2004 yılı
içerisinde yaşanan insan hakları ihlalleri devam etmiştir. 2004 Mart ayı içerisinde
bir
futbol karşılaşması sırasında Kürt ve Arap iki takım taraftarları arasında çıkan olayların
büyümesi sonucunda 15 kişinin hayatını kaybettiği yüzlerce kişinin yaralandığı ve bir o
kadar insanında gözaltına alındığı belirtildi.
1973 yılında çıkarılan olağanüstü hal yasaları hala uygulamadadır. Ağustos ayı içerisinde
aynı yasaların uygulanmasını protesto eden göstericilerden yaklaşık 30 kişi gözaltına
alınmıştır. Güvenlik yasalarının bir diğer sonucu da yabancı öğrencilere eğitim almalarını
engelleyen kısıtlamalar getirilmesidir. İçişleri Bakanı tarafından yapılan açıklamada özel
okulların İslam ve İslam Hukuku bölümlerine öğrenci alınmayacağı belirtilmiştir. Bu
yasalar gerekçe gösterilerek, basın mensupları ve gazeteciler gözaltına alınmış, ve medya
üzerinde baskı oluşturulmuştur.
8 Ekim tarihinde göz altına alınan üç gazeteci ile ilgili
soruşturma hala devam etmektedir.
On binlerce Kürt, Suriye’de kimlik sahibi değildir. Mal edinemezler ve en temel haklarını
kullanamamaktadır. Sosyal ve siyasi baskılar altında kalmaktadır.
Yine haksız gözaltılar ve ifade özgürlüğünün önündeki engeller bu konulara bağlı olarak
tartışılmaya devam etmektedir.
Cezaevlerinde ise yıllardır uygulanmakta olan sınırsız gözaltı uygulaması işkence
gözaltında kaybetme uygulamasının ise halen devam
ettiği
bildiriliyor. Suriye’de
Müslüman Kardeşler üyesi olduğu belirtilen 17,000 kişi gözaltına alındıktan sonra 1980
yılından beri kendilerinden haber alınamamaktadır.
Ülkede siyasi hayata halkın katılımının engellemesi bireysel olarak bile devletle ilgili
sorunların dillendirilmesine uygulanan fiili cezaların büyük oranda eskiyle aynı derecede
devam ettiği belirtiliyor. Hatta bu durumun idarecilerin isimlerinin bile telaffuz edilmesinin
yurttaş için tehlike yarattığı belirtiliyor. Bu yıl içinde 132 siyasi mahkumun serbest
bırakılması olumlu bir gelişmedir.
İRAN
İran’da Muhafazakarlar ve Reformistler arasında yaşanan gerilim hükümetin uygulamaları
ile daha tartışmalı bir hal almaktadır. Özgürlük alanının genişletilmesi arayışlarının halen
devam ettiği ülkede mezhebe bağlı ayrımcılık fiili olarak uygulanmaktadır. Bu bağlamda
Sünni
vatandaşların
devlet
dairelerinde
çalıştırılamayacağına
dair
tartışmalar
yaşanmaktadır.
16
Haksız gözaltı ve fail-i meçhul cinayetlerdeki artışta ülke içi güvenlik anlayışını ortaya
koyan bir gelişmedir. Dezful Cezaevinde elleri kelepçeli olarak ellerinden asılan bir
mahkumun kangren olması sonucunda cezaevi müdürü hakkında dava açılması gündeme
gelmiştir. İşkenceyi ve kötü muameleyi önlemeye yönelik yasanın çıkmasına rağmen
pratikte uygulamaya konmaması yasanın ciddiyetini tartışmalı bir hale getirmektedir.
Ayrıca ifade özgürlüğü kapsamında basın ve yayın özgürlüğü konularında da çeşitli
sorunlar gündeme gelmiştir. 2004 yılı içerisinde iki gazetenin kapanması,bir derginin
yayınının yasaklanması ve gazetecilerin gözaltına alınması ve haklarındaki işkence
iddiaları yasalara rağmen ihlallerin devam ettiğini göstermektedir.
İran’ın hem dış hem de iç siyasetini etkileyen iki örgütle de 2004 yılı içerisinde çatışmalar
yaşanmıştır.”Halkın Mücahitleri” ve “PKK-KADEK” örgütleri ile girişilen çatışmalarda bir
çok kişi hayatını kaybetmektedir.
AFGANİSTAN
11 Eylül’ün hemen ardından, dünya jandarması ABD tarafından aranan suçlunun
bulunması
ve
bırakılmaksızın
Afganistan’ın
bombalanması
sivil
ve
askeri
sürecinin
birim
sonrası
gözetilmeksizin
Afganistan’da
dağ
anarşik
ve
bir
ova
hava
esmektedir. Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü(ISAF)’ın komutasındaki güçler ile
Taliban arasında yaşanan çatışmalar hemen her gün onlarca can almaya devam
etmektedir. Bugün Afganistan’da yaşanan insan hakları ihlalleri iki temel başlık altında
incelenebilir.
Birincisi
Savaş
Hukuku
çerçevesinde
değerlendirilmesi
istenilen
mahkumların bulunduğu Küba’daki Guantanamo kampı, İkincisi yoğun çatışma ortamı ve
buna bağlı olarak yaşanan süreçten etkilenen sosyal ve ekonomik hayat.
Gerek ABD askerleri ve gerekse İSAF’a bağlı güçler ile Taliban arasında yaşanan
çatışmalar hız kesmeksizin devam etmektedir. Bu çatışmalar genellikle sivil halkın
yaşadığı yada onlara çok yakın olan bölgelerde gerçekleşmektedir. Herat Valisi İsmail
Han’ın görevden alınması üzerine sokağa dökülen Han yanlılarının üzerine açılan ateş
sonucu 9 kişinin öldüğü, onlarca kişinin yaralandığı haberi de durumun vehameti
açısından önemli bir gelişmedir.
Bir okulun yanında patlayan bomba sonucunda 7-15 yaş arasında 8 çocuk hayatını
kaybetmiş ve 3’ü de ağır yaralanmıştır. Öğrenci ve doktorların öldürülmesine sebep
olmaktadır. Diğer yandan son seçimler
öncesinde bir çok seçim noktasına saldırılar
düzenlenmiş ve kayıt yaptırmak isteyen bir çok kişi öldürülmüştür. Yine seçim otobüsleri
kundaklanması ve görevlilerin öldürülmesi olaylarını da buna ekleyebiliriz. Askerlerin sivil
kadınların üzerilerini arama niyetleri böyle bir muameleye alışık olmayan ve yadırgayan
halkı da rahatsız etmektedir.
17
Afganistan’a
çalışmak için
gelen
yabancılar da
bu
çatışma
ortamından
olumsuz
etkilenmiştir. 11 Çin’li inşaat işçisi 2004 yılı içerisinde inşaat çevresindeki çatışmalarda
hayatını kaybetmiştir.
Afganistan’daki yaşanan diğer iki sorun ise işkence ve mülteci kamplarının durumudur.
Olağanüstü hal durumu sebep gösterilerek gözaltına alınmalar artmaktadır. 13-20
Ağustos tarihleri arasında Bagram Hava Üssü’ne kapatılan, daha sonra 40 gün boyunca
Gardez, Kandahar ve yine Bagram’da tutulan eski polis albayı Seyid Nabi Sıddıki, çok ağır
işkenceler gördüğünü belirtmiştir. Ayrıca mülteci kamplarının kurulmak istenildiği yerlerin
çatışma ihtimali yüksek yerler olması asıl tartışılan sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu çatışma ortamı aynı zamanda uluslar arası basın mensuplarını da hedef almış bir çok
gazeteci hayatını kaybetmiştir. Bitmiş gibi görünen operasyonlardan sonra sürecin hukuki
bir zemine oturtulamaması gelmektedir. Guantanamo’da tutulan esirlein hukuki durumu
hala belirsizliğini korumaktadır.
PAKİSTAN
Hindistan ile Keşmir bölgesi üzerine devam eden tartışmalar devam etmektedir. Keşmir
sınırında düzenlenen bombalı saldırılar sonucunda çok sayıda sivil ve asker hayatını
kaybetmektedir. Diğer yandan kuzey komşusu Afganistan’da yaşanan olaylar Pakistan
içinde de etkisini göstermektedir. Sınır bölgesinde mülteci geçişlerinde güvenli bir yol
bulamayan Pakistan’da bir mülteci otobüsü üzerine kimliği belirsiz kişilerce silahla ateş
açılmış ve çok sayıda mülteci hayatını kaybetmiştir. İşkencede önemli bir sorun olarak
varlığını devam ettirmektedir.
2004 yılı içerisinde bir çok camiye ve toplu gösteri merkezlerine bombalı saldırılar
yapılmıştır.
İmam
Hüseyin’i
anma
törenlerine
çıkan
olaylarda
44
kişi
hayatını
kaybetmiştir.
Yine üst düzey bir din adamının öldürülmesi ülke içindeki istikrarsızlığı göstermektedir.
İçişler Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada son 18 ay içerisinde yaklaşık 330 kişi
hayatını kaybetmiştir. Özellikle Keşmir,Belucistan ve güney şehirlerinde çıkan çatışmalar
hala güncelliğini korumaktadır.
HİNDİSTAN
Hindistan’ın bir çok eyaletinde polis ve isyancı grupların çatışmasında yüzlerce insan öldü.
Yüzlerce insan gözaltına alındı ve yargısız infazlara maruz bırakıldı. Özellikle Maoist
gruplar ile çıkan arbedelerde çok sayıda ayrıkçı insanın gözaltına alındığı ve işkencelere
tabi tutulduğu bildirildi. Burma sınırı yakınlarındaki 2.4 milyon insanın yaşadığı Manimar
eyaletinde Temmuz ayında
33 yaşındaki bir isyancı
kadının öldürülmesi sonrası
şiddetlenen olaylarda çok sayıda insan hayatını kaybetti. Yoksulluk ve sefaletin hüküm
sürdüğü ülkede pek çok insan salgın hastalıklardan ötürü hayatını kaybetti.
2004 yılı
18
içerisinde resmi olarak 5 ve gayri resmi rakamlarca 6 milyon insanın ise AIDS vakası ile
karşılaştığı belirtiliyor. Geçim sıkıntısından dolayı bir çok kadının da bebek ve çocuklarını
sattığı bildirildi. Hindistan ile Pakistan arasında yıllardır sorun olan Keşmir’de de birçok
insan yapılan saldırılar sonucunda yaşamlarını yitirmişlerdir. Otobüslere bombalı saldırılar
düzenlenmiştir. Aynı şekilde halkın toplu olarak bulunduğu yerlere de bombalı saldırılar
düzenlenmiştir. Bölgede yerleştirilmiş mayınlar da birçok insanın hayatına mal olmuştur.
Ayrıca, Hindu militanların bir aileye mensup 3 kişinin başını kestiği bildirilmiştir.
Yine
Keşmir’in Hindistan’a ait bölgesinde mayınların patlamasıyla askerleri taşıyan sivil bir araç
infılak olmuş ve 2’si sivil olmak üzere 11 kişi yaşamını yitirmiştir. 15 Kasım’da yaşanan
bir olayda da silahlı kişilerin bir eve girerek birisi kadın olmak üzere beş kişiyi
öldürmüşlerdir. Ayrıca, 20 yaşındaki bir kızın içinde Hindistanlı askerlerin de bulunduğu 7
kişi tarafından tecavüze uğramıştır. Tüm Partiler Hürriyet Konferansı Başkanı Ghulam
Ahmad Mir’in Hindistanlı askerler tarafından yersiz surette tutuklandığı ve işkence
gördüğü belirtilmiştir. Hindistanlı askerler tarafından tutuklanan 8,000 kişi de hala kayıp
durumdalardır.
Temmuz ayı içerisinde de bu olayı protesto etmek amacıyla Kayıp
Kişilerin Ebeveynleri Birliği tarafından bir gösteri düzenlenmiştir.
SUUDİ ARABİSTAN
Suudi Arabistan kendi içerisindeki bombalı eylemleri ve çatışmaları önlemede etkisiz
olduğu görülmektedir. Her geçen gün bu çatışma ortamından etkilenen sivil ve çocukların
sayısında artış gözlemlenmektedir. Özellikle en son Riyad ve El-Hobar’da gerçekleştirilen
eylemler sonucunda çok sayıda sivil hayatını kaybetmiştir. Bu sebeplerle ülkede bulunan
yabancı gazetecilere ve işçilere karşı da eylemler devam etmektedir.
Mevcut hükümet, El-Kaide ile bağlantıları olduğu iddiaları ile bir çok kişi hakkında
soruşturma başlattığı belirtilmektedir. Ülkede güvenlik anlayışına bağlı olarak gelişmekte
olan
baskıcı
tutum
basına
uygulanan
muamelelerde
daha
ayrıntılı
bir
şekilde
görülmektedir. Nisan ayı içerisinde bir gazeteci tutuklanmış ve Temmuz ayında ise BBC
kameramanı öldürülmüştür.
Ülke içinde ve yakın çevresindeki kaos ortamının bir yansıması olarak özellikle zengin
şehirlerde çocuk kaçırma eylemlerinin arttığı görülmektedir. Ancak bu eylemlerin devamı
olarak ta yabancı işçilere ve özellikle fakir ülkelerden gelen turistlere uygulanan muamele
de tartışılmaya devam etmektedir. Ülke içerisinde devam eden bu sorunlar şu an için
mevcut rejimin özgürlük yerine güvenlik anlayışını ön plana alan tavrı ile çözülmeye
çalışılmaktadır.
19
FİLİSTİN
Filistin'de uzun yıllardır süre İsrail İşgali bu zaman zarfında en fazla etkilenen ve zarar
gören taraf
masum Filistin halkı olmuştur. Nitekim, 2004 yılında da sivillere yönelik
birçok saldırı meydana gelmiş ve bu saldırılarda yaklaşık 650 kişi hayatını kaybetmiştir.
Bu rakamın
dörtte biri çocuklardan oluşmakta, çocukların dışında kadınlar, görev
başındaki sağlık memurları, öğrenci ve öğretmenler de büyük bir yüzde oluşturmaktadır.
Kısaca insanın en temel hakkı olan yaşama hakkı Filistin topraklarında tehdit altında
olmaya devam etmektedir.
Filistin'de sağlık koşulları da oldukça kötü durumdadır. İsrail askerleri ambulansları
bombalamakta
ve sağlık personellerine silahlı saldırılar gerçekleştirmektedir. İsrail
kontrol noktalarında doğum yapan annelerin yarısından fazlasının çocuğu ölü olarak
dünyaya gelmekte, ayrıca yüzlerce acil hasta kontrol noktalarında can vermeye devam
etmektedir.Hastahanelerde personel ve ekipman eksikliği nedeniyle çok zor koşullar
altında çalışılmakta, hatta ilaç sıkıntısı yaşanan bazı merkezlerde narkozsuz ameliyatlar
gerçekleştirilmektedir.
Filistinli
direnişçilerin bir çoğu, İsrail
hapishanelerinde işkence gördüklerini
ifade
etmektedirler. Yapılan bu insan hakları ihlallerini belgelemek için bir heyet oluşturulması
talebinde olan bu Filistinliler ellerinde bir çok delil olduğunu belirtmişlerdir.
İsrail’in Filistinlileri tecrit etmek amacıyla inşa ettiği ‘Ayırım Duvarı’ da yeni bir insan
hakları ihlali olarak karşımıza çıkmaktadır. Uluslararası arenada da Lahey Adalet Divanına
kadar taşınan bu duvar insan hakları örgütleri tarafından da yoğun şekilde eleştirilmesine
rağmen İsrail bu sesleri kulak arkası ederek duvar inşasına ısrarla devam etmektedir.
Hangi gerekçeyle olursa olsun Filistinlileri çevreleyerek bu toprakları açık cezaevine
dönüştürmek insan haklarıyla uyuşmayan bir tecrit operasyonudur. Bu duvarın inşasıyla
birlikte aileler parçalanmakta, eğitim almak isteyen çocuklar okullara gidememekte ve
Filistinlilerin geçim kaynakları olan toprakları bölünmektedir.Ayrıca Kudüs Üniversitesi
topraklarına da el koyan duvar eğitim hizmetlerine de zarar vermiştir. Bu duvar nedeniyle
Filistinlilerin 165 dönüm arazisi gasp edilmiş, 140 ev yıkılmış, 4400 ev zarar görmüş,
duvar arazileri üzerinden geçtiği için 400 aile sürgün edilmiş ve tarihi eserler ve zeytin
ağaçları tahrip edilmiştir. Ayrıca duvarla birlikte İsrail, bölge halkı için hayati önem
taşıyan su kaynaklarının dörtte birine el koymuştur. Hastane ve sağlık kurumlarının
çoğunun duvar dışında kalması ise başta çocuklar, hamile bayanlar, yaşlılar ve acil
durumda olanları mağdur durumda bırakmıştır. BM duvarın uluslararsı hukuğa aykırılığını
144 ülkenin evet oyuyla kabul ederken içinde ABD’nin de bulunduğu yalnızca 4 ülke hayır
oyu vermiştir. Bu durum, uluslararası boyutta da İsrail'in hukuksuz uygulamalarını
resmetmektedir.
20
AMERİKA KITASI
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ
2004 yılı, insan hakları açısından ABD için tarih önünde verilmiş bir sınavın kaybı demekti
ve bu yıl içerisinde hem ABD sınırları dahilinde hem de bir şekilde ABD kontrolü altında
bulunan topraklarda yaşanan insan hakları ihlalleri, ‘özgürlüğün ve demokrasinin beşiği!’
olarak görülen bu ülkenin insan hakları tasavvurunu daha net algılamamızı sağladı. Öyle
ki, artık dünya, ABD’nin insani değerler yaklaşımını ve ABD yönetiminin hareketlerine
meşruiyyet kazandırmak için sürekli kullandığı hak ve özgürlükler argümanlarına olan
samimiyetini sorgular oldu.
ABD bu sene de halkları özgürleştirmek, demokrasiyi etkin ve yetkin, dünyayı daha
güvenli ve yaşanabilir kılmak için askeri müdahalelerde bulunduğu topraklara sadece
barut, kan ve gözyaşı götürdü. Nitekim ABD askerinin bulunduğu her bölgede belki de
dünyanın bu güne kadar şahit olmadığı hak ihlalleri yaşandı.
ABD’nin insan hakları raporu diğer ülkelerden farklı olarak dört bölümde incelenebilir.
ABD sınırları içinde, Irak’ta, Afganistan’da ve Guantanamo Üssü’nde yaşanan ihlaller.
İnsan hakları ve insani değerler çerçevesinde yapılan incelemeler bu dört bölgenin
dördünde de ABD’nin insan hakları karnesinin utanç verici olduğunu göstermektedir.
ABD, 11 Eylül olayları sonrasında çıkartılan ‘Vatanseverlik Yasası’ ile gündeme gelmişti.
Bu yasa, güvenlik güçlerine, istihbarat elemanlarına ve askeri görevlilere bazı özel
yetkiler vermekte ve onların ulusal güvenlik adı altında bulunacağı her faaliyette çok daha
bağımsız hareket edebilmelerini sağlamaktaydı. Ayrıca bu yasa, şüpheli ilan edilen bir
kimsenin hakim önüne çıkartılmadan süresiz gözaltında tutulabilmesine ve avukatlarıyla
görüşmesinin engellenmesine meşruiyet kazandırıyordu. Halen yürürlükte olan bu ve
buna benzer özel yasa ve düzenlemeler sayesinde çok daha serbest bir hareket alanına
kavuşan ABD yönetimi, bu sene de kendi halkına ve özellikle de Ortadoğu kökenli
müslüman vatandaşlarına uyguladığı baskı politikasını sürdürdü. Telefonları dinleyen,
elektronik postaları kontrol eden, seyahat özgürlüklerini kısıtlayan, kütüphane kayıtlarını
inceleyerek şahısların hangi kitaplarla ilgilendiğini dahi araştıran ve paranoyakça
yöntemlere başvuran istihbarat görevlileri kişilerin özel hayatlarına tecavüz ettiler ve
yaşam alanlarını daraltarak nefes alınamaz hale getirdiler. ABD Başkanı Bush’un
‘Yanımızda olmayan, karşımızdadır.’ sözünü prensip haline getiren güvenlik güçleri hiçbir
gerekçe göstermeden bu sene de yüzlerce Ortadoğu kökenli vatandaşını gözaltına alarak,
insani olmayan koşullarda sorguladı. Adilane olmayan bir tavırla, ABD’de yaşayan
müslüman veya arap asıllı binlerce insan, ’karşı saf’ olarak nitelendirilerek sıkı takibe
alındı ve bu politika ABD halkının genelinde bu insanlara karşı negatif bir tavrın ve
tasavvurun oluşumuna yol açtı. Yapılan anketlere göre her dört Amerikalıdan birinin,
21
Müslüman vatandaşları ülkeleri için bir tehdit unsuru olarak gördüğü ortaya çıktı. Ayrıca
bazı amerikan üniversitelerinde sadece sakallı veya başörtülü olduğu için gözaltına alınan
birçok öğrenci olduğu tespit edildi.
ABD yönetiminin hak ihlaline maruz kalanlar sadece Müslümanlar değildi. Yönetimin, 11
Eylül sonrası kendi halkına uyguladığı baskıyı, insan onuruna yapılan saldırıları ve hak ve
özgürlükleri
ihlal
eden
politikaları
protesto
eden
birçok
sivil
toplum
örgütünün
faaliyetlerine son verildi ve mal varlıklarına el konuldu. Ayrıca hem ülke içinde hem de
amerikan işgali altındaki topraklarda uygulanan insan hakları ihlallerinin üstünü örtmek
maksadıyla birçok basın ve yayın kuruluşuna baskı yapılarak faaliyetleri devlet kontrolüne
tabi tutuldu. ABD yönetimi 2004 yılında ülke giriş-çıkışlarına getirdiği denetimlerle de
dikkati çekti. Ülkeye giriş yapmak isteyen yabancı uyruklu insanların parmak izinin
alınması ve fotoğraflarının çekilmesi insan onuruna yapılan bir hakaret olarak yorumlandı
ve suçsuz insanlara terörist muamelesi yaparak aşağılayan bu uygulama bir çok yerel ve
yabancı basın tarafından protesto edilmiştir.
11 Eylül olaylarından sonra yönetim tarafından atılan her adıma meşruiyet sağlayan ve
yapılan her hak ihlalinin halk tarafından
‘güvende olmak için verilen tavizler’ olarak
görülmesini sağlayan korku psikolojisi bu yıl da yönetim tarafından sürekli körüklendi.
Terör tehlikesi gündemde tutularak tüm politikaların hak ve özgürlüklerin ihlaline de yol
açsa halk tarafından benimsenmesine çalışıldı. Kendilerinin sürekli tehlike içinde olduğu
psikolojisine sahip olan ABD halkında tehlikenin kaynağı olarak görülen Müslümanlara
karşı bir nefret oluşması sağlandı. Giderek büyüyen İslam fobisi, zaten yönetim
tarafından çeşitli baskılara maruz kalan Müslüman grupların, halk tarafından da
dışlanmasına ve yaşam alanlarının her geçen gün daha da daralmasına yol açtı.
ABD
askerlerinin
11
Eylül
sonrası
işgal
ettiği
Afganistan
topraklarında
halen
sağlanamayan istikrar ve güven ortamı 2004 yılında da türlü hak ihlallerine sebebiyet
verdi. Devlet başkanı Hamid Karzai, Afganistan’ın, Taliban yönetiminden daha kötü
durumda
olduğunu
belirtti.
Ayrıca,
bazı
amerikan
üslerinde,
Ebu
Garib
ve
Guantanamo’dakilere benzer hapishanelerin bulunduğu ve esirlere işkence ve insani
olmayan muamelelerin yapıldığı gözlemlendi. Kandahar, Celalabad ve Esadabad üslerinin
de yer aldığı bu kamplara bağımsız gözlemcilerin ve basın mensuplarının alınmadığı
görülürken, esirlerin mahkemeye çıkartılmadığı, herhangi bir yasal güvenceleri olmadığı
ve aileleriyle görüştürülmedikleri gözlendi. ABD güçlerinin zaman zaman yaptığı askeri
operasyonlarda, sivillerin zarar gördüğü, askeri olmayan hedeflerin vurulduğu,köylerin
bombalandığı ve masum insanların öldürüldüğü de gelen haberler arasında.
2002 yılında kitle imha silahlarını yok etmek, halkı özgürleştirmek ve demokrasiyi
götürmek gibi şu anda meşruiyetini tamamen yitirmiş sebeplerle Irak’a giren ABD
yönetimi ne aradığını bulabilmiş ne de Irak halkına özgürlüğünü bahşedebilmişti. 2004
yılında Irak’tan gelen görüntüler Irak’a bu sebeplerle giren ABD’nin faili olduğu insan
22
hakları ihlallerinin boyutlarını tamamen gözler önüne serdi. Sivil kayıplar, öldürülen
çocuklar ve zulüm gören halkın görüntülerinin üzerine, Ebu Garib hapishanesinden
çekilen
fotoğrafların
basında
yer
alması
ABD
askerlerinin
insani
değerlerinin
sorgulanmasına yol açtı. İlk defa mayıs başında Amerikan CBS televizyonunda yayınlanan
fotoğraflarda yer alan askerlerin Iraklı esirlere yaptığı fiziki ve psikolojik işkenceler, cinsel
tacizler ve aşağılamalar tüm dünyayı ayağa kaldırdı. Görüntülerde yer alan askerlerin
sorgulanması, işkencenin görülenden çok daha ağır ve sistematik olduğunu ortaya
çıkardı. Washington Post gazetesi, esirlere işkence etmekten suçlanan askerlerden
birisinin, işkence emrini doğrudan askeri istihbarattan aldığını söylediğini yazdı. ABD
askerleri
işgalden bu yana 20000 Iraklı tutuklamıştı
ve 15000’ini
Ebu Garib’te
tutmaktaydı. Ayrıca yapılan sorgulamalar Ebu Garib vakıasının özel bir vakıa olmadığını,
ABD askerlerinin işkenceyi askeri bir yöntem olarak sürekli kullandığını ve bazı
kaynaklara göre ABD’nin sahip olduğu iki düzine gözaltı merkezi ve hapishanede benzer
olayların yaşandığını gösterdi. Tüm bu olaylardan sonra ABD, her yıl yayınladığı insan
hakları raporunu yayınlamayı ertelemek zorunda kaldı. İşkence görüntülerinin yanı sıra,
kasım ayında yaşanan Felluce kuşatması, ABD yönetiminin insan hak ve hukukuna verdiği
değeri bir kez daha göstermiş oldu. Kuşatma altında kaldığı bir haftaya yakın süre
boyunca şehirle iletişim tamamen kesilmiş, kentteki 60 ila 100 bin sivil kaderine
terkedilmişti. Hastahaneleri vuran, ambulansları bombalayan, Kızılay’a yardım izni
vermeyen, camilerdeki yaralıları infaz eden, ilaç ve gıda yardımı alamayan binlerce sivilin
ölmesine, sokakların kan gölüne dönmesine ve cesetlerin yollarda birikmesine göz yuman
ABD, Felluce’de katliam yaptı.
ABD’nin insan hakları açısından incelendiği dördüncü bölge ise yaklaşık bir asırdır elinde
bulundurduğu Guantanamo askeri üssü. Guantanamo Küba sınırları içerisinde ve bu üste
çoğunluğunu Afganistan savaşı esirlerinin oluşturduğu 42 ülkeden 600’ü aşkın insan esir
olarak tutuluyor. ABD, yakalanan bu kişileri ‘yasadışı savaşçılar’ olarak tanımlayarak
onları savaş esiri kabul etmemiş ve böylece Cenevre Sözleşmesi’ne göre yetkili bir
mahkemeye sevk edilmelerini, temyiz haklarını ve adil yargılanma haklarını ihlal etmişti.
Kampta, şimdiye kadar toplam 32 intihar girişimi yaşandığı ve 110 tutuklunun
depresyona bağlı psikolojik tedavi gördüğü belirtildi. Nitekim bugüne kadar kamptan
serbest bırakılan esirlerin ifadeleri de sürekli fiziksel ve psikolojik işkence yapıldığı
yönündeydi. Guantanamo’daki esirlerin yaşadığı insani olmayan koşullarda bu sene de bir
iyileşme yaşanmazken, esirlerin Afganistan’dan Guantanamo’ya nakledilirken bir kargo
uçağındaki görüntüleri vahşetin boyutunu bir kez daha gözler önüne sermişti.
ABD yönetimine yapılan iç ve dış baskılar sonucu esirlerin durumunda kısmi bir düzelme
gözlense de bu ABD’nin göz boyama politikasından başka bir şey değildi. Halen yasal
herhangi bir korumadan yararlananmayan ve dünyanın kaderine terkettiği yüzlerce insan,
bu kampta işkence görüyor, aç ve susuz bırakılıyor, askerlerin psikolojik ve fiziksel
23
tacizleri altında 2x2.5 metrekarelik hücrelerde ayaklarında prangalar ile yaşamaya devam
ediyor.
Her yıl insan hakları raporları tutan, ülkeleri bu raporlara göre kategorilere ayıran ABD’nin
insan haklarında çifte standartçı ve siyasi çıkar hesaplarını gözeten tutumu, onun insani
değerlere,
hak
ve
özgürlüklere
olan
yaklaşımının
samimiyetten
uzak
olduğunu
göstermektedir. 2004 yılında hem ABD sınırları içinde hem de Irak, Afganistan ve
Guantanamo’da yaşanan ihlaller, ABD’nin, sadece ve sadece insan olmanın, dil, din,
ırk,cinsiyet ve sınıf farkı gözetmeksizin tüm bireylere verdiği değerlerden ne kadar
yoksun olduğunu gözler önüne sermiştir.
KANADA
Kanada 2004 yılında, ulusal güvenlik politikaları adı altında birçok insan haklarına aykırı
uygulamalara sahne oldu. Özellikle Müslüman ve Ortadoğu kökenli insanların, hiçbir
gerekçe olmaksızın ulusal güvenlik için tehlike olarak görülmesi, insanların yaşama
özgürlüğünün sınırlanmasına ve hem devlet hem de toplum tarafından baskı görmesine
sebebiyet verdi.
Bazı Müslüman gruplar basına verdikleri demeçlerde, polis ve istihbarat servisi tarafından
takip edildiklerini, özel hayatları hakkında bilgi toplanıldığını ve sürekli gözetim altında
bulunduklarını belirttiler. 11 Eylül sonrası tüm dünyada gözle görünür biçimde artış
gösteren İslam fobisi, Kanada ‘da da birçok insanın yaşam alanının daralmasına ve devlet
ve toplum tarafından psikolojik olarak taciz edilmesine sebep olmuştu. 2004 yılında da
hiçbir suç işlemedikleri halde, sadece inançları ve etnik kökenleri itibariyle ‘tehlike’ olarak
nitelendirilen bu insanlara karşı hukuki olmayan birçok uygulama tespit edildi. Bazı
Ortadoğu kökenli vatandaşların, herhangi bir yargı işlemine tabi tutulmadan dört yıl
boyunca tutuklu kalması bu uygulamalardan bir tanesiydi. Ayrıca özellikle Kanada’nın
Guantanamosu olarak bilinen Toronto Batı Hapishanesi ve bazı gözaltı merkezlerinde
tutuklulara psikolojik ve fiziksel işkence yapıldığı da gelen haberler arasındaydı.
Devletin uyguladığı bu politikalar Müslüman gruplara yönelik toplum baskısını teşvik eder
nitelikteydi. Nitekim, Canadian Press ‘in yaptığı habere göre bazı bölgelerde başörtülü
kadınlara yönelik tacizlerin yaşandığı, bazı camiilerin özellikle Ramazan ayında saldırıya
uğrayıp hasar gördüğü ve cemaatlere sık sık tehdit telefonları geldiği tespit edildi.
2004 yılında, Kanada, çocuklara uygulanan şiddetin cezai müeyyidesini kaldıran yasa ile
de gündeme geldi. BBC’de yer alan habere göre, Kanada Anayasa Mahkemesi, ailelerin
çocuklarını disiplin altına almak için kullandığı şiddetin suç kapsamına girmeyeceğini
açıkladı. Bu açıklama, ailelere verilen şiddet kullanma izninin suiistimallere sebep olacağı,
şiddetin tam ölçüsünün belirlenemeyeceği ve çocukların sorumsuz anne babaların elinde
zarar göreceği endişesine sebep oldu. Kanada’da bu sene yoğun hak ihlallerine sahne
olan bir başka alan kadın haklarıydı.
24
Kadınlara cezaevlerinde rutin olarak ayrımcılık yapıldığı ve kadın haklarına riayet
edilmediği tespit edildi. Kanada’da yerli kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddet olayları
devam etmektedir. Kasaba ve şehirlerde yaşayan birçok yerli kadının kaçırıldığı, kayıp
olduğu ve öldürüldüğü; tüm bu olanlara karşı hükümetin hiçbir önlem almadığı belirtildi.
MEKSİKA
Meksika’da yaşanan insan hakları ihlallerinin en önemli sebebi ceza hukukundaki yasal
boşluklardır. Gözaltına alınan insanların insani değerlerle bağdaşmayan muamelelere
maruz kalması, işkencenin yaygın olması ve diğer insan hakları ihlallerinde resmi
görevlilerin sorumlu tutulamaması bu yasal boşluktan kaynaklanmaktaydı. Göreve geldiği
yıl, bu problemlerin üzerine gidileceğine ve yapılacak reformlarla düzelme sağlanacağına
dair söz veren Vicente Fox, verdiği sözü tutmamakla sürekli suçlandı.
2004 yılı Meksika için insan hakları alanında çok önemli bir gelişmeye şahit oldu. Vicente
Fox, 2001 yılında geçmiş dönemlerde yaşanan insan hakları ihlallerini ve resmi
görevlilerin adının karıştığı şiddet olaylarını araştırması için özel bir savcı görevlendirmişti.
Özel görevli savcı, bu yılın şubat ayında ilk tutuklamasını yaptı ve eski güvenlik şefi
Nazzar Harro gözaltına alındı. Bu gelişme, Meksika’daki insan haklarının gelişmesi için çok
büyük bir hamle ve bir ümit ışığıdır.
İnsan haklarında yaşanan bu olumlu gelişmeye rağmen Meksika’da bu yıl,özellikle eğitim
görme özgürlüğünde, kadın haklarında, ifade özgürlüğünde ve politik haklarda birçok ihlal
yaşandı.
Uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgili haberlerle tanınan Zeta dergisi editör yardımcısı Ortiz
Franco’nun öldürülmesi, gazetecilere yönelik çeşitli saldırıların ve baskıların olması ve
bazı politik grupların adlarının karıştığı siyasi suikastlerin yaşanması bu ihlallerin en
çarpıcı örneklerindendi. Ayrıca birçok bölgede kadınlara yönelik şiddetin kronik bir hal
aldığı gözlenirken, okul çağına gelmiş olduğu halde , altyapı ve öğretmen eksikliği
nedeniyle eğitim göremeyen birçok çocuğun bulunduğu da tespit edildi.
Yaşanan tüm insan hakları ihlalleri, insani değerlerin hem yasalarda hem de sosyal
hayatta tam olarak yerleşmediğinin göstergesi de olsa, basın ve STK’lara göre 2004 yılı
Meksika için umut verici bir yılıydı.
KÜBA
Bundan önceki yıllarda, tek partili sistemin ve Fidel Castro’nun tüm siyasi, ekonomik ve
sosyal muhalif hareketleri engellediği Küba’da bu sene de insan hakları alanında bir
gelişme kaydedilemedi. 2004 yılı Küba’da, ifade özgürlüğünün kısıtlandığı, serbest
dolaşımın engellendiği, adil ve açık yargının söz konusu olmadığı, insanların haksız yere
tutuklandığı, gözaltına alınıp şiddete maruz kaldığı ve rejime muhalif tüm politik ve sosyal
25
aktivitelerin yasaklandığı bir yıl olarak geçti. Tespit edilen bazı olaylarda, insanların
tutuklandığı ve hiçbir yargı işlemine tabi tutulmadan bir yıla yakın süre hapsedildiği
gözlendi. 2003 yılının Mart ayında tutuklanan yüze yakın muhalif siyasi, gazeteci ve sivil
toplum örgütü üyesinin hapis hayatı, aynı insani olmayan koşullarda bu sene de devam
etti. Ayrıca, bu yıl da, otoriteye saygı göstermemek, kamu düzenini bozmak, itaatsizlik,
Fidel Castro’nun politikalarını eleştirmek ve benzeri suçlardan ötürü birçok yeni tutuklama
gerçekleşti.
2004 yılı, Küba halkı için zor geçen bir yıldı. Küba Dışişleri Bakanı Felipe Gonzales’in
‘soykırım’ olarak nitelediği ABD ambargosu ve Fidel Castro’nun her geçen yıl sertleşen iç
ve dış politikaları arasında sıkışan Küba halkı 2004 yılını da, hak ve özgürlüklerin yaşamın
her alanında ihlal edildiği bir yıl olarak geçirdi.
BREZİLYA
İnsan hakları konusunda, Brezilya’da bu sene dikkati çeken en büyük olay hala bazı
bölgelerde köle statüsünde çalıştırılan işçilerin bulunduğunun ortaya çıkmasıydı. İşçi
Bakanlığı müfettişileri sene başında yaptıkları araştırmalarda, işçilerin özgürlükleri
ellerinden alınmış, hafta da yedi gün hiçbir temel insani ihtiyaçları karşılanmadan ve
ödeme yapılmadan çalıştırıldığı çiftlikler buldu. Dikkati çeken en mühim nokta ise bu
çiftliklerden birinin sahibinin senatör Joao Riberio olasıydı. Brezilya, Amerika’da köleliği
yasaklayan son ülke olup,1888 yılında resmi olarak ortadan kaldırmıştı.
2004 yılında Brezilya, devlet başkanı Lula da Silva’nın, göreve geldiği andan itibaren
üzerine önemle eğildiği yoksulluk ve açlık problemlerinin giderilmesinde önemli adımlar
atıldı. Bununla birlikte, ülke genelinde insani hak ve özgürlükler göz önüne alındığında,
problem teşkil eden birçok alan tespit edildi. Bu alanlardan biri de, polis teşkilatının insan
haklarını kısıtlayan ve özgürlükleri ihlal eden uygulamaları ve çocuklara yönelik şiddet
içeren hareketleriydi.
İnsan hakları alanında mücadele eden STK’ların dikkatini çeken bir mühim hak ihlali de
basın özgürlüğü alanındaydı. Yerel basın tarafından ,hükümetindeki yolsuzluklar sebebiyle
sürekli sıkıştırılan devlet başkanı Lula da Silva’nın hazırladığı, basını sıkı denetime sokup,
gazetecilere meslekten men cezası getirebilecek tasarı, ifade özgürlüğünü kısıtladığı için
birçok basın ve sivil toplum kuruluşundan tepki aldı. Ayrıca kapatılan radyo istasyonları,
öldürülen ve mahkum edilen gazeteciler de göz önüne alındığında, 2004, Brezilya yerel
basını için zor geçen bir yıldı.
VENEZUELA
2004 yılı Venezuela’da, politik baskıların, işkence olaylarının, ifade özgürlüğüne getirilen
kısıtlamaların, asker ve polis baskılarının ve genelde yoğun insan hakları ihlallerinin
26
yaşandığı bir yıl olarak geçti. Venezuela BM Daimi Temsilcisi Milos Alkala’ın ülkesindeki
insan hakları ihlallerini protesto etmek amacıyla görevinden istifa etmesiydi.
Başkan Hugo Chavez, Venezuela’da insan hakları ihlallerinin yaşanmadığını ve baskıcı bir
hükümet olmadıklarını iddia etse de, şubat ayının
sonunda yaşanan olaylar resmi
görevlilerin insan hak ve hukukuna riayet etmediklerinin bir göstergesiydi. Hükümetin
protesto edildiği olaylarda 14 insan ölmüş, 200 insan yaralanmış ve tutuklanan 500 den
fazla göstericiye gözaltında kötü muamele ve işkence yapılmıştı.
Venezuela ifade özgürlüğü kapsamında, çıkartılan Medya Yasası ile de gündeme geldi.
BBC’nin yaptığı habere göre Hugo Chavez’in ,medyanın kalitesini yükselteceğini iddia
ettiği yasa, ifade özgürlüğüne getireceği kısıtlamalar nedeniyle yerel medya ve STK’larca
kınandı. Ayrıca yine ifade özgürlüğü alanında, birçok gazetecinin saldırıya uğraması,
medya binalarına hasar verilmesi ve basın mensuplarına verilen hapis cezaları dikkati
çekti.
Siyasi olarak sürekli dalgalanmalar yaşayan Venezuela’da, Hugo Chavez’in referandumda
büyük bir zafer kazanması sukunetin temini açısında önemli bir olaydı. İnsan haklarının
Venezuela’da gelişmesi için bu olay bir ümit ışığı olarak görüldü.
HAİTİ
Geçtiğimiz yıl içerisinde, bölge ülkelerinden şiddetin en yoğun olarak yaşandığı ülkelerden
biri olan Haiti’de, görevinden ayrılan eski devlet başkanı Aristide yandaşı güçler ile polis
arasında
yaşanan
yoğun
çatışmalar
esnasında
birçok
sivil
hayatını
kaybetmiştir.
Sokaklarda kaosun hakim olduğu ülkede resmi kurumlarda yaşanan otorite boşluğu,
çatışmaların kontrol altına alınmasını güçleştirmiş ve masum sivillerin ölümüne neden
olmuştur. Ülkede sükunetin sağlanması için her ne kadar yabancı askerlerden yardım
alındıysa da, bu durum yağmalamanın ve güvenlik ile ilgili diğer sorunların çözüme
kavuşturulmasında etkili olamamıştır.
Cezaevlerinde gerçekleşen ölümlerin ve işkencenin devam ettiğinin gözlemlenmesi
mahkumların can güvenliği olmadığının göstergesidir.
Diğer yandan, ülkede yaşanan kasırga felaketi ertesinde meydana gelen sel taşkınlarına
yeterli müdahale edilememesi sonucu temiz su ihtiyacı ve beraberinde yaygın hastalıklar
artış göstermiş, halkın sağlık koşulları önemli ölçüde olumsuz etkilenmiştir.
Genel anlamda ülkede süregelen hak ihlalleri, kısa süre içerisinde insan hakları alanında
yapıcı adımlar atılmasını gerekli kılmaktadır.
KOLOMBİYA
Kolombiya, yaklaşık 40 yıldır süregelen iç savaşın etkisiyle bugün dünyada nüfusa oranla
en fazla cinayetin işlendiği ülkelerin başında gelmektedir. Sivil halk, bir yandan güvenlik
27
güçleri tarafından gerilla olma şüphesi üzerine haksız gözaltılar ve işkenceye maruz
kalırken, diğer yandan zaman zaman gerillalarca kendilerine destek verilmediği gerekçesi
ile kaçırılma ve öldürülme tehdidi ile iç içe yaşamaktadır.
Sene içerisinde birçok insan hakları savunucusu, gazeteci ve gerillalarla işbirliği yaptıkları
gerekçesiyle birçok köylü kaçırılmış, tehdit edilmiş, işkenceye uğramış ve nihayetinde
öldürülmüşlerdir. Yaşam hakkının ihlali ülkede yaşanan en önemli hak ihlali olmakla
birlikte
kadın hakları ve haber alma özgürlüğünün kısıtlanması da ihlal edilen başlıca
temel haklardır.
Ülkedeki marksist gerilla grupların, aşırı sağcı örgütlerin ve güvenlik güçlerinin arasında
kalan halkın bir diğer sorunu da yıllardır kadınlara karşı uygulanan cinsel şiddet olmuştur.
Cinsel şiddete maruz bırakılan kadınlar çoğu zaman aileleri tarafından reddedilirken,
gerekli
tıbbi
yardım
alamamakta
ve
Kolombiya’lı
otoriteler
bu
hak
ihlallerini
engellememektedir.
UZAKDOĞU
TAYLAND
Ülkenin güneyinde yaşayan Müslüman gruplar ile Tayland polisinin arasında gerçekleşen
çatışmalar 2004 yılına damgasını vurdu. Ocak ayından bu yana yaşanan çatışmalarda çok
sayıda Müslüman protesto eylemleri esnasında Tayvan polisinin şiddetine maruz kalarak
öldü, binlercesi tutuklandı, yüzlercesi polis konvoylarında havasızlık, sıkışıklık ve kötü
muamele sonucu yaşamını yitirdi.
Çatışmaların genelde Müslüman nüfusun fazla olduğu Yala, Narathimat ve Pattani’de
yaşandığı
görüldü.
bombalanması
Sıngai,
sonucu
Kolok
çıkan
ve
olaylarda
Narathimat
85
polis
Müslüman
karakol
öldürüldü,
ve
noktalarının
3000’i
hakkında
soruşturma açıldı. Yıl boyunca haklarında soruşturma açılan Müslümanların çoğu suçsuz
bulunarak serbest bırakılırken, bir kısmının yargısız infazlara tabi tutulduğu görüldü.
Nisan-Mayıs aylarında cereyan eden çatışmalarda 78 kişi öldürüldü. 1300’ü gözaltına
alınırken, 1000’den fazlası tutuklandı. Gözaltına alınan insanların oruçlu oldukları bilindiği
halde havasız polis konvoylarında üstleri soyundurulup ,elleri arkadan bağlanma suretiyle
6 şar gruplar halinde üst üste dizilmiş olarak alındıkları
ve yıl içinde sıkça görülen bu
olaylarda en az 100 kişinin öldüğü bildirildi. Yüzlerce Müslüman zanlı öldürüldü. Bir çok ev
yakılarak camiler basıldı.
‘Cuma olayları’ olarak bilinen Tayland askerlerinin bir cami kuşatması sonucu 32 kişinin
öldürüldüğü çatışmalarda 317 Müslüman gözaltına alındı. Taylandlı askeri komutan 40’ı
aşkın askerin cami kuşatmasında görevlendirildiğini itiraf etti. Olaylar Müslüman vaiz, din
adamı ve sivil toplum kuruluşlarınca kınandı. Yine yıl içerisinde Pazar yerinde patlatılan
bir
bombayla
çok
sayıda
Budist
vatandaş
hayatını
kaybederken,
bir
lokantada
28
gerçekleşen bombalama eylemlerinde 14 kişi yaralandı. Tırmanan gerginlik çevre
ülkelerince
de
endişeyle
karşılanırken
Endonezya,
Tayland’ın
Müslümanlara
olan
tutumunu 2.Dünya savaşı esnasında Nazilerin Yahudilere karşı olan tutumuna benzetti.
Bölge dışındaki İslami cemaatler Tayland’ın Müslümanlara olan sert ve uzlaşmaz tavrının
ABD ye karşı sempati kazanmak için takınıldığını , bunun arkasındaki esas gayenin ise
ABD’den ‘serbest ticaret antlaşması’ koparmak olduğu görüşünde duruyor. İslami
kuruluşlar ve Batılı kanallar hükümetin anlayışsız ve sorumsuz davrandığını ileri sürerken
örnek olarak ölen Müslümanların tutanaklara geçmemesini veriyor.
2004 yılı içerisinde yargısız infaz ve ölüm cezaları görüldü. Fikri örgütlenmenin
yasal
olmadığı ülkede çok sayıda kişinin düşünce mahkumu olarak hapsedildi. Salgın hastalık
ve yoksulluğun üst düzeyde olduğu Tayland da çocuk yaştaki kız çocuklarının fuhşa
zorlandığı bildirildi.
FİLİPİNLER
Cumhuriyetle yönetilen ve darbeler ülkesi olarak tanınan ABD’nin sıkı müttefiklerinden
Filipinler, Barış gücü olarak Irak da bulundurduğu çok sayıda askerini, verdiği ağır askeri
kayıplar neticesi düzenlenen protesto ve yapılan siyasi baskı sonucu geri çekti. 2004 yılı
içerisinde ise çok sayıda muhalif grup hükümeti protesto ederek, istifasını istedi. Bu
olaylar kapsamında hükümeti istifaya çağıran bir grup asker de alışveriş merkezini 24
saat süreyle işgal etmişti.
‘Terörle mücadele’ adı altında çok sayıda Müslümancın haksız gözaltılara tabi tutulduğu
belirtilirken, liderleri 2000 yılında öldürülen ve El-Kaide bağlantılı olduğu ileri sürülen EBU
SEMYAF örgütüne bağlı oldukları düşünülen 4 Türk tutuklanmış, suçsuz olduklarına karar
verilerek Nisan ayında serbest bırakılmıştı.
2004 yılında yargısız infazlar yaşandı ve çok sayıda insan devlet eliyle kaybedildi. Yıl
içinde en az 10 gazetecinin öldürüldüğü ülkede basın özgürlüğünün tehlikede olduğu
belirtildi.
KUZEY KORE
Kuzey Kore’de
toplama kampları hala varlığını devam ettiriyor. Siyasi muhalifler başta
olmak üzere bir çok Kore vatandaşının alındığı toplama kamplarında çocuk yaştaki
mahkumlar da ağır çalışma koşullarına tabi tutuluyor. Ülkenin çeşitli yerlerinde sayıları en
az 30 olan toplama kamplarında insanlar, arasında siyasi yönetimden şikayetçi olma ve
Hıristiyanlığı kabul etme gibi suçlarla tutulmaktadır. Suçlu insanların çoğu aileleri ile
beraber kamplara gönderilirken , bu insanların çoğunun gaz odalarında tutuldukları,
işkence altında kalıp ağır işlerde bulunduruldukları, kobay olarak deneylere maruz
tutuldukları bildiriliyor.
29
Bu kamplardan firar etmeyi başarabilmiş insanlar Çin üzerinden Güneye geçmeye
çalışırken çoğu Çin Büyük elçiliklerinde tutulduktan sonra Kuzey Kore’ye geri gönderiliyor.
Bu çerçevede 2004 yılının ilk altı ayında en az 760 kişi Güney Kore’ye geçiş yaptı.
2004 yılı içerisinde birçok haksız gözaltına alma eylemlerinin gerçekleştiği K.Kore’de
düşünce
özgürlüğü
ve
örgütlenme
ise
devletçe
yasaklanmış
durumdadır.
Medya
hükümetin bir propaganda aracı olarak varlığını sürdürürken K.Kore içerisinde tarafsız ve
aydınlatıcı haber yapılmamaktadır.
GÜNEY KORE
ABD’nin Kuzey Kore’ye karşı yanında olduğu Güney Kore 2004 yılı içerisinde yaptığı
nükleer denemelerle insanlığın gidişatı adına tedirginlik uyandırdı. Uzmanlar G. Kore’nin
denemelerinin maddi yönden bakıldığında İran ve K. Kore’nin nükleer denemeleri ile kıyas
edilemeyecek tarzda iddalı olduğunu ileri sürdüler.
2004 yılı içerisinde terör saldırıları olabileceği şüphesi ile ülkede güvenlik önlemleri
arttırıldı.
El-Kaide
ile
bağlantılı
olduğu
düşünülen
pek
çok
sayıda
eve
baskın
düzenlenerek, çok sayıda insan alıkonuldu. Bazıları serbest bırakılırken bir çoğunun
mahkemesiz olarak gözaltında tutulmaya devam edildiği belirtildi.
Yine yıl içerisinde Irak’a gönderilen askerlerin geri çekilmesi için bir araya gelen çok
sayıda eylemcinin polisin şiddet ve ağır muamelelerine maruz kaldığı görüldü.
ENDONEZYA
Yıl içerisinde Ace bölgesinde gerginliği tırmandırıcı olaylar yaşandığı gibi yabancı ülke
büyükelçiliklerine bombalı saldırılar gerçekleşti.
'Terörle Mücadele ' yasası kapsamında birçok eve baskın yapıldığı, yüzlerce Müslümancın
gözaltına alındığı bildirildi.
Yargısız infazların yıl içerisinde sıkça görüldüğü Endonezya’da mahkemelerin bu konuda
verdiği beraat kararlarının haksız olduğunu düşünen protestocu gruplar ile polisler çatıştı.
Yüzler protestocu bu nedenle şiddet ve işkenceye maruz kaldı. Geçen yıl 23 göstericinin
öldürülmesinden yargılanan kişilere verilen beraat kararı dikkat çekicidir.
Yine yıl içerisinde terörle mücadele kapsamında tutuklanan 37 Müslüman çıkarıldıkları
mahkemece suçsuz bulunarak serbest bırakıldı. Yıl içerisinde çok sayıda insan düşünce
suçlusu olarak hüküm giydi.
KAMBOÇYA
Sağlık sisteminin iflas noktasında olduğu
ülkede her 1700 hasta başına bir doktor
düşerken, 2004 yılında AIDS ve HIV vakalarında çok sayıda insan hayatını kaybetti.
30
Bir çok kişi işkence gördü. İfade özgürlüğünün kısıtlandığı ülkede yıl içerisinde basına
yönelik baskıların artma gösterdiği görüldü. Çok sayıda faali meçhul cinayetlere tanık
olundu.
LAOS
2004 yılının Mart ayında BM ile yapılan görüşmelere Potent-Lao hükümetinin Hmong
insanlarına karşı uyguladığı etnik temizlik ve kötü muamele damgasını vurdu. 1975’den
bu yana kendilerine öngörülen sık ormanlık alanlarda yaşam mücadelesi veren Hmong
insanlarının çoğunun devlet eliyle eğitim kamplarına gönderildiği belirtiliyor.
İnsan hakları örgütlerine göre Yaisamboun bölgesindeki Yineg Khouong eyaletinde
soykırıma tabi tutulan bu insanların ABD ve BM tarafından kendi hallerine bırakıldıkları
belirtilirken, ABD büyükelçiliğinin soykırımla ilgili bilgi ve belgeleri sakladığı BM’nin ise
yeterli ilgi göstermediği ileri sürülüyor.
2004 yılı
içerisinde çok sayıda insanın düşünce suçlusu olarak hüküm giydiği ülkede
polisin ceza evindeki insanlara karşı şiddet uyguladığı belirtildi.
VİETNAM
İfade özgürlüğünün kısıtlandığı Vietnam’da 2004 yılı içerisinde çok sayıda İnternet
kullanıcısına siyasi muhalif olduğu gerekçesi ile ceza verildi. Bu yıl içerinde çok sayıda
ölüm cezası verildi ve keyfi gözaltılar da bulunuldu. Fuhşun neredeyse meşru görüldüğü
Vietnam’da, illegal çetelerce kaçırılarak hayat kadınlığına zorlanan çocuk yaştaki insanlar
ise Vietnam’da yaşanan hala mühim bir insanlık dramıdır.
MALEZYA
Malezya’nın çeşitli bölgelerinden yargısız infaz ve keyfi gözaltı haberleri alındı. Bir
çok
tutuklunun cezaevlerinde işkenceye maruz kaldıkları belirtildi. Pek çok vatandaşın
mahkemeye çıkarılmaksızın gözaltında tutulduğu belirtildi. Bu yıl içerisinde bir çok yayın
organı çeşitli cezalara çarptırıldı.
1998’de 15 yıl hapse mahkum edilen Enver İbrahim çıkarıldığı mahkemece suçsuz
görülerek serbest bırakıldı.
JAPONYA
Salgın hastalıklarla boğuşan Japonya da yaklaşık 1000 adet HIV virüsü vakıasına
rastlanıldığı belirtildi.
Bir çok vatandaş ölüm cezası aldı, bir çoğu da kötü cezaevi şartlarında işkencelere maruz
bırakıldı.
Yıl içerisinde hükümetin bazı eylemlerinin karşısında yer alan protestocu gruplara karşı
şiddet kullanıldı.
31
ÇİN
Çin ülke içerisinde hem bölgesel ayrıkçı olarak tanımladığı gruplara hem kendi
vatandaşlarına karşı uyguladığı hak ihlalleri ile kötü bir tablo sergilemeye devam etti.
Çin’de her yıl yüzlerce idam ve işkence vakasına rastlanmaktadır.
Çin’de insan hakları ihlallerine maruz kalan kesimin başında çoğunun hiçbir sosyal
güvenceye sahip olmayan işçilerdir. Çocuk yaştaki işçilerin ailesini geride bırakarak
ülkenin kuzeyinde bulunan fabrikalarda çalışması
Çin’de iş yerlerinde izinsiz olarak günde 16 saat çalışan işçiler tazminatsız bir şekilde
kovulma riski de taşıyor. Yaklaşık 10 yıldır zam almayan işçiler yine aynı sebepten dolayı
itiraz dahi edemiyorlar.
Özelleştirme sonucu nedensiz olarak tazminatsız işten çıkartılan işçilerin protestoları son
zamanlarda belediye memurlarının da katılımı ile gerçekleştiriliyor. Protestolar esnasında
polislerle çatışarak gözaltına alınan işçi liderleri yargılanarak ağır cezalara çarptırılıyor.
Vatandaşlarına yönelik baskıcı tavrını her alanda hissettiren Çin’de görülen ihlaller için
sokağa çıkmak ardınca verilecek ceza ve yapılacak işkenceler düşünüldüğünde imkansız.
Çin’de iktidarı elinde bulunduran Çin Komünist Partisi siyasi örgütlenmelere karşı yasal
yaptırımlar uygularken, bu nedenle hüküm giymiş 30 kişi hala cezaevinde bulunuyor.
Aynı konu çerçevesinde 1998 tutuklanarak 11 yıla mahkum edilen Çin Demokrasi Partisi
kurucularından Wang Youcai ise 2004 Mart ayında serbest bırakıldı.
Yine bu yılın Nisan ayında İnternet üzerinden Çin hükümet ve gücünü küçük düşürücü
mesajlar yayınladığı gerekçesi ile 39 yaşındaki bir Çin vatandaşı tutuklandı. Aynı suçtan
yargılanan bir Çinli ise tutuklandıktan 1 yıl sonra serbest bırakılmıştı. Şubat-Ağustos
ayları arasında 1600 İnternet kafenin de kapatıldığı belirtildi.
Çin 2004 yılı çerçevesinde casusuluk yaptıkları iddiasıyla birçok ülke vatandaşları aleyhine
açtığı davalar sonucu çeşitli ölüm ve hapis cezaları verdi. Bunlar arasında Mart ayında
İngilizler lehine casusluk yaptığı iddia edilen bir Çin vatandaşı , Mayıs ayında Amerikan
asıllı devrimcilere verilen 5 er yıllık hapis cezası ve yine Mayıs ayında Tayvan’a casusluk
ettikleri gerekçesi ile idam edilen 2 kişi var.
Çin parlamentosuna bağlı İnsan Hakları Komisyonu insan hakları ihlalleri ihbarları
konusunda
yavaş
uygulamalarının
hareket
etmektedir.
iyileştirilmesi
için
Bir
çıkarılan
çok
Anayasa
yasaların
uzmanı
insan
hakları
uygulanmadığından
şikayet
etmektedir. Çin hükümeti her tür haber ve yayını denetleniyor.
1997 yılında tekrar Çin’in yönetimine giren Hong Kong bölgesindeki medya "milli güvenlik
"yada "siyasi istikrar"ı koruma gerekçeleri ile sansürlenmekte ve bunun sonucu olarak bu
kurumlar bağımsızlığını kaybetme riski ile karşı karşıya bulunmaktadır. Aleyhte yayınlara
müsamaha göstermeyen hükümet, bir çok basın yayın kurumunu baskı altına aldığı
gözlenmiştir. Örneğin; Çin hükümeti, Hong Konglu bir radyo spikerini kışkırtıcı yayın
yaptığı gerekçesi ile görevden aldı.
32
Doğal afetler , gelir dağılımındaki dengesizlikler artan siyasi baskılar, haber alma
özgürlüğü alanındaki problemler ve bozulan toplumsal ahlak sonrası görülen tecavüz
vakıaları sonucu çok sayıda Çinli ülkeyi terk ediyor
TİBET VE TAYVAN
1949 da kendini milliyetçi olarak tanımlayan kişilerce Formoza adasında kurulan bir
devlet olan Tayvan o günden bu yana uluslararası arenada Çin hükümetince tanınma
mücadelesi veriyor.
Tayvan
boğazının
iki
yakası
arasında
bağımsızlık
hareketleri
nedeniyle
gerginlik
tırmanıyor. Çin, Tayvanlı gruplara karşı her tür baskı ve işkence yöntemlerini kullandığı
gözlenmektedir. Çin yönetimi, eleştirilere rağmen bu politikasından ödün vermiyor. Çin
yönetimi, iktidara veya ulusal güvenliğe tehdit olarak gördüğü her türlü dini , sosyal ve
siyasi örgüte karşı savaşacağını belirtmektedir.
Çin, Tibet’te bağımsızlık için sürdürülen direnişi kırmak için baskı yoluna gitmektedir.
Tibetli eylemciler ise açlık grevi ve kendini yakma gibi eylemlerle dünya kamuoyunun
dikkatini çekmeye çalışmaktadır. Bu yıl içinde başlatılan açlık grevinin neticesi olarak yıl
içerisinde yirmiye yakın insan öldü.
Çin makamları, Tibet’in ruhani lideri Dalai Lama’nın tutuklu bulunan Tibetli vatandaşların
serbest bırakılması talebini ret ett. Çin, Tibet’in öz kültürünü yok etmekle suçlanıyor.
DOĞU TÜRKİSTAN
1949 yılında Çin’de vuku bulan Komünist İhtilalinden bu yana Doğu Türkistan’da insan
hakları ihlalleri ve baskı devam ediyor. D. Türkistanlı Türklerin bir çoğu artan baskılar
neticesinde dış ülkelere göç etti. Çin, özellikle Sincan bölgesinden kaçan Uygurları iade
etmeleri için kabul edildikleri ülkelere baskı yapmaktadır. Çin’den göç eden Uygurlar,
"ayrıkçı " oldukları gerekçesi ile gözaltına alınmaları ve işkence görmeleri nedeniyle
ülkelerini terk ettiklerini söylemektedirler.
Mart ayında Uygur Türklerinin durumunu Avrupa Birliği Kadın Komisyonuna ve ABD
Kongre Araştırma Servisine aktaran Uygurlu bir iş kadını olan Rabia Kadir ayrılıkçı ve
terörist suçlaması ile tutuklandı. Son üç yılda binlerce Uygur vatandaşı "terörizmle
mücadele "adı altında öldürüldü. Bunun yanında çok sayıda okul ve camiyi kapatan Çin
yönetimi birçok din adamını ve sivili idam etti.
Ayrıkçı ve terörist suçlamaları ile din adamlarının evlerine baskınlar düzenlenmekte,
gözaltına alındı. “Terörist” grupların lideri olduğu ileri sürülen Türkistanlıların suikastlar
sonucu canını kaybetti. Köylere ve camilere baskınlar artmakta, camilerde ibadetin
engellenmesi nedeniyle birçok küçük çaplı çatışmalar yaşandı.
Haberlerinin sansürlenmesi ve basının susturulmasından dolayı Doğu Türkistan sesini
dünyaya duyurmakta güçlük çekiyor. Özellikle son zamanlarda Doğu Türkistan’ın
genelinde görülen doğal afetler; sel ve depremler sırasında Çin hükümetinin Doğu
33
Türkistan yardımsız ve ilgisiz bırakılırken halkın bu durumdan haberdar olması mümkün
olmadı. Aynı ilgisizlik Doğu Türkistanlı SARS hastaları vakasında da gözlemlendi.
Doğu Türkistan’da görülen tüm hak ihlallerine karşı kayıtsız kalmayı kendi milli
menfaatleri olarak gören dünya ülke liderlerinin tavırları ise sorgulanmayı bekliyor.
AFRİKA KITASI
BURUNDİ
Orta Afrika’nın en karmaşık bölgesinde bulunan Burundi, Zaire ve Ruanda’nın da içinde
bulunduğu bir çatışma bölgesinin ortasında bulunmaktadır. Ülkede yaşayan Hutu ve Tutsi
kabileleri arasında yaşanan gerginlik 1994 yılında Tutu kabilesine mensup kişilerin
katledilmesinden sonra 2004 Ağustos ayı içerisinde 150 Tutu kabilesine mensup kişilerin
Hutu gerillaları tarafından öldürülmesi ile daha karmaşık bir durum haline gelmiştir. Bu
çatışma ortamında başta siviller ve çocuklar olmak üzere ülkenin bir çok kesimi olumsuz
yönde etkilenmektedir. Hükümetin çatışmaları önlemekteki başarısızlığın ana sebebi
sorunun üç ülkeyi de kapsaması olarak tanımlanmaktadır.
Bu çatışma sorunundan sonra insan hakları açısından en büyük sorun çocuk askerlerin
hala resmi ordunun içinde bulunması gelmektedir. Ülkenin içinde bulunduğu kaos
sonucunda ekonomik durum da olumsuz yönde etkilenmektedir. Hükümet politikalarının
bu yönde eleştiriye tabi tutulmasının sonucunda ise genelde sendika yöneticilerine yönelik
baskı artmaktadır. 2004 yılı içerisinde düzenlenen sendika mitingleri sonucunda 2 sendika
lideri tutuklanmıştır.
Yine aynı kaos ortamı ülkede iç karışıklıklara neden olmuş ve halkın sosyal ilişkilerine de
sirayet etmiştir. Afrol News kaynaklı haberler ülkede saldırganlar tarafından işlenen
tecavüz ve gasp suçlarının arttığını göstermektedir.
RUANDA
Burundi ve Zaire sınırındaki Tutu kabilesine mensup kişilerin 1994 yılı boyunca Rwanda
ve Burundi’de katledilmesinden sonra ülkede yargılamalar devam ediyor. Özellikle Hutu
Milli Özgürlük Gücü (National Liberation Force) taraftarlarının Rwanda askeri ve devleti
tarafından desteklenmesi iddiaları devam etmektedir. Bu sorun etrafında BM tarafından
kurulan Uluslararası mahkeme 1994 katliamına destek verme iddialarından eski Maliye ve
Eğitim bakanlarının tutuklanmalarına karar verdi. Bu kişilerin ömür boyu hapis cezasına
çarptırılmaları da olayın Rwanda açısından önemini göstermektedir.
Ayrıca ülkede AIDS vakaları da yaygınlaşmaktadır. 1994 yılındaki katliam sonucunda
95.000 çocuk öksüz kalmıştı. Bunun devamı olarak 1994 yılında 250.000 ila 500.000
34
tecavüz vakasının yaşanması da 1994 sonrası AIDS’in yayılmasını etkilemiştir. Bu konu ile
yargılamalar da halen devam etmektedir.
Rwanda’da devam eden yargılamalar bir takım iç karışıklıkları da etkilemiştir. Hükümetin
politikalarını eleştiren TV ve Radyo muhabirleri hakkında yargılamalara başlanmıştır. En
son Radyo Raunda muhabiri Dominique Makeli 10 yıllık hapis cezasına çarptırılmıştır.
Bunun yanı sıra Uluslararası mahkemede görev alan avukatların da tehdit aldığı gelen
haberler arasındadır.
ZAİRE (DEMOKRATİK KONGO CUMHURİYETİ)
Afrika’nın Sudan’dan sonra en büyük yüzölçümüne sahip olan ülkede iç çatışmalar halen
devam etmektedir. Bağımsızlık sonrasında bazen iç savaş niteliği kazanan bu çatışmalar
ülkenin komşuları ile de bir çıkar çatışmasına girmesine sebep olmuştur. Ülkenin dört bir
tarafından düzenli olarak çatışma ve ölüm haberleri gelmeye devam etmektedir.
2004 yılı içerisinde Nisan ayında çatışmalar sonucunda ülkenin kuzey bölgesinde 25.000
kişi evsiz kalmıştır. İç çatışma ortamından kaynaklanan her türlü sosyal sorun özellikle
çocuklar üzerinde etkili olmaktadır. Ayrıca basın mensuplarına yönelik ihlaller de devam
etmektedir. Bir çok basın mensubu radyo veya televizyonlarda yaptıkları açıklamalarla
çatışma halindeki herhangi bir tarafı desteklemek iddiaları ile yargılanmakta veya
gözaltına alınmaktadır. Kinshasa’da yayınlanan Daily Champion adlı bir gazete haberine
göre iki gazeteci Zaire askerlerince tutuklanmıştır.
EKVATOR GİNESİ
Afrika’nın petrol zengini olan ülke Teodoro Obiang Nguema tarafından yönetilmektedir.
Özgürlük alnının kısıtlanması ülke içinde muhalif bir kanadın oluşmasına yol açmıştır. 24
Şubat 2004 tarihli Afrol news kaynaklı bir habere göre 100’ün üzerinde muhalif kişi Bata
mahkemesi tarafından 6 ila 30 yıl arasında hapis cezasına çarptırılmıştır. Bu tutuklamalar
halen radyo ve televizyonlar üzerinden devam etmektedir. Bu yolla ülkede haber alma ve
habere ulaşma noktalarında büyük bir sıkıntı ile karşılaşılmaktadır. 9 Mart 2004 tarihli
IFEX kaynaklı diğer bir habere göre Radio France Internationale muhabirlerinin hükümet
tarafından düzenlenen bir konferansa girmeleri engellenmiştir.
Ülke’de yaşanan bu otoriter rejim sebebi ile ülke insanları ile ilgili tarafsız habere ulaşmak
imkansız hale gelmektedir. Bunun sonucu olarak asıl korkulan ise yaşanan insan hakları
ihlallerinin tamamen uluslararası kamuoyuna yansımamasıdır.
KENYA
Doğu Afrika sınırında Etiyopya ve Somali ile komşu olan Kenya Orta Afrika’nın iç karışıklık
bakımından en sorunlu ülkelerinden biridir. Siyasi çatışmalar üniversite öğrencilerini de
etkilemekte ve ülkede bulunan çeşitli üniversiteler yılın belli aralıklarında öğretime ara
35
vermek zorunda kalmaktadır. Yıllar süren çatışmaların ardından ekonomik olarak
zayıflayan ülke de bu sorun gittikçe önemli boyutlara ulaşmaktadır.
Ülke’de muhalif tarafların siyaset yapması değişik şekillerde engellenmektedir. Mayıs ayı
içerisinde halka açık iki büyük miting polis tarafından engellenmiştir. Ağustos ayında
muhalif kanat tarafından gerçekleştirilen bir miting sırasında polis kalabalığın üzerine ateş
açmış ve bunun sonucunda bir çok kişi hayatını kaybetmiştir. Ayrıca ülke genelinde
tutuklamalar ve göz altına alınmalar da devam etmektedir.
Ekonomik bakımdan gittikçe fakirleşen ülke’de bu duruma bağlı olarak değişik insan
hakları ihlalleri de gözlemlenmektedir. 10’lu yaşlardaki gençlerin para karşılığı tetikçi
olarak kullanılmaları söz konusudur. Yine bu durumla ilgili olarak yerel bir haber
ajansından geçen haberde ekonomik durumlarının elverişsizliğinden okul ücretlerinin
ödenmemsi ile sosyal bunalıma neden olmaktadır.
NİJERYA
Afrika’nın en kalabalık ülkesi olan Nijerya aynı zamanda dünya petrol rezervlerinin önemli
bir kısmına sahiptir. Bağımsızlık öncesi ülke içinde etnik ve dini ayrışmalar ve çatışmalar
bağımsızlık sonrasında da devam etmiştir. Bugün Nijerya, dini olarak kuzey-güney etnik
olarak ise kuzey-güney-doğu ve batı olarak ayrılmaktadır. Bu sebeple ortak hükümet
çoğu zaman aldığı kararları her bölgeye beğendirememektedir. Ülke’de devam eden etnik
ve dini çatışma ortamı 2004 yılı içerisinde de durulmamıştır. Farklı etnik ve dini grupların
çatışmaları sonucu bir çok sivil hayatını kaybetmekte, temel sosyal ve ekonomik
haklardan mahrum kalmaktadır. Çatışmalar sonucu hayatını kaybeden insanların sayısı
yüzlerle ifade edilmektedir. Yaz ayları içerisinde yaşanan petrol krizi bölgede yaşanan
çatışmaların nedenini ile ilgili ip uçlarını veriyor. Sendikalar tarafından başlatılan grev
çağrısı hükümet ve sendikalar arasında bir gerileme sebep olmuştur.
Ülke çapında devam eden olağanüstü durum işkence ve siyasi suikast iddialarını da
gündeme getirmiştir. Merkezi hükümet bu iddiaların soruşturulması ile ilgili olarak olumlu
bir tavır alsa da işkence devam etmektedir. Cezaevlerindeki işkence iddiaları dolayısı
hükümet Cezaevi gözlem komitesi kurmuştur. Basın mensupları da işkenceye maruz
kalmaktadır. Özellikle Mart ayı içerisinde gerçekleştirilen yerel seçimler öncesi
siyasi
suikastler de bir artış gözlemlenmiştir. Demokratik Halk Partisi (People’s Democratic
Party)’nin önemli isimlerinden birisi ve Kogi State yerel hükümet sözcüsü öldürülmüştür.
UGANDA
Uganda Afrika’nın orta bölgesinde Kenya, Sudan, Raunda ve Zaire ile komşu olan bir
ülkedir. Ülkenin jeopolitik konumu içinde bulunduğu kaos ortamının da sebebi sayılabilir.
Komşu ülkelerin hemen hemen tamamında devam eden çatışma ortamı Uganda’yı içine
36
alan bir çıkar çatışmasına dönmüş
durumdadır. Ülkenin en temel çatışma konusu
LRA(Lord’s Resistance Army) ile UPDF(Uganda Peoples Defence Force) arasında yaşanan
sorunlardır. UPDF
Uganda’nın
resmi
askeri
birimi
olarak özellikle ülkenin
kuzey
bölgelerinde LRA ile çatışmalara girmektedir.
Joseph Kony liderliğinde hareket eden LRA Uganda’nın içinde ve dışında bir çok eylem
düzenlemiştir. Ocak ayı içerisinde 17 kişinin ölümü ile sonuçlanan bir eylem yalnızca
bunlardan biridir. Ayrıca Uganda LRA’nın faaliyetlerinin güney Sudan’da devam ettirmesi
dolayısı ile komşusu ile sorunlu bir dış politika yapmak zorunda kalmıştır.
Bu çatışma ortamı Yoweri Museveni tarafından tek parti tek başkan usulü ile yönetilen
Uganda’da muhalefetin artmasına neden olmuştur. Uganda hükümeti ise bu muhalif
hareketlere cevap olarak genellikle baskı metotlarını kullanmıştır. Uganda güvenlik güçleri
Mart ayı içinde muhalifleri desteklediği iddia edilen bir çok kişiyi gözaltına almış ve gizli
operasyonlar düzenlemiştir. Çatışma ortamı ülke içinde askeri bir yönetim oluşmasına
sebep olmuş ve askerler hakkında öldürme ile ilgili iddialar ortaya çıkmıştır. 11 Kasım
2004
kaynaklı
Monitor
gazetesi
14
yaşında
bir
çocuğun
bir
asker
tarafından
öldürüldüğünü bildirmiştir.
Radyo ve televizyon yayınlarının durdurulması ve gazete muhabirlerinin gözaltına
alınması da hükümetin muhalif bir ses istemediğini göstermektedir. 8 Ağustos 2004
tarihli New Vision kaynakli bir habere göre 4 radyo ve 1 televizyon kapatılmıştır. Gazete
muhabirleri hakkında ajan suçlamaları ile yargılamalara da devam edilmektedir. Bununla
beraber
IFEX‘ten elde edilen bir mahkeme sonucunda hükümet yalan da olsa kendi
görüşlerine uygun haber yayını yapan gazete ve televizyonların ifade özgürlüğü olduğu
gerekçesi ile cezalandırılamayacağını bildirmiştir.
Uganda Afrika’da AIDS’in en yaygın olduğu ülkedir. Uluslararası
yardım kuruluşlarının
desteği ile devam eden çalışmalar sonucunda önlenemeyen yükseliş devam etmektedir.
Cezaevleri’nin kötü koşulları da ülke’de tartışma konusu olmaktadır. Mahkumların işkence
şikayetleri devam etmektedir. Bununla birlikte, cezaevlerinin kötü koşulları dolayısı ile
AIDS vakalarında artış gözlemlenmiştir.
ÇAD
Orta Afrika’nın kuzeyinde bulunan ülkenin insan hakları konusunda en temel sorunu
mültecilerdir.
Özellikle
2004
yılı
içerisinden
Sudan’ın
Darfur
bölgesinden
gelen
mültecilerin durumu belirsizliğini sürdürmektedir. Çad hükümeti çatışmalar devam ettiği
müddetçe sınırları içindeki mültecilerin dokunulamaz olduğunu açıklamıştır. Uluslararası
yardım kuruluşları ve BM yardımları gelmeye devam etmektedir. Ancak kurak bir iklime
sahip bölgede özellikle su sıkıntısının yaşandığı ve stokların yetersiz kaldığı gelen haberler
arasındadır.
37
ERİTRE
1993 yılında bağımsız bir devlet olarak Etiyopya’dan ayrıldı. Bağımsızlık sonrası Etiyopya
ile yaşanan sınır sorunu hala devam etmektedir. Ekonomik olarak dışa bağımlılığı olan
ülkede BM’in raporuna göre 1.9 milyon kişi açlık tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Yönetimin baskısı altında bulunan ülkede özellikle basın mensuplarının göz altına alınması
ve muhalefete izin verilmemesi diğer bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Afrika İnsan
Hakları Komisyonu’nun Eritre’yi insan hakları ihlalleri konusunda uyardı. Eritre’de 11
siyasi mahkum herhangi bir sorgulama ve yargılama olmaksızın gözaltında tutulmaktadır.
Ayrıca din özgürlüğü konusunda da uyarılar almaya devam etmektedir.
SOMALİ
Ülke’de bağımsızlık sonrası yaşanan iç karışıklıklar devam etmektedir. Genelde ülkenin
güney bölgesinde etkisini gösteren çatışmalar sonucu bir çok sivil ve çocuk hayatlarını
kaybedip evsiz kalmaktadır. Haziran ayı içerisinde Bulo HAWA kentinin güneyinde iki grup
arasında çıkan çatışmalar sonucunda 60 kişi hayatını kaybetmiştir. BM tarafından yapılan
açıklamalara göre 2.500 kişi evsiz kalmıştır. Ülkenin güney bölgelerinde çatışmalar
devam etmektedir.
Eylül ayı içerisinde “El Cumhuriyet” gazetesi editörü Hasan Said Yusuf polis tarafından
gözaltına alınmış ancak 5 gün sonra serbest bırakılmıştır. Basın ve yayın kuruluşları
üzerinde baskılar devam etmektedir.
FAS
Fas’ta insan hakları ihlalleri konuları arasında siyasi mahkumların durumları önde
gelmektedir. Bununla birlikte, ünlü siyasi mahkumların da içinde olduğu 25 mahkum
serbest bırakılmıştır. Ancak ülkede halen çeşitli İslamcı gruplar üstünde baskıların devam
ettiği dile getirilmektedir. İfade özgürlük konularında da ihlallerin devam ettiği gelen
haberler arasındadır. Akhbar al-Ousbouaâ adlı haftalık derginin editörü Anas Tadili 6 ay
hapis cezasına çarptırılmıştır.
CEZAYİR
Abdulaziz Bouteflika’nın liderliğinde yönetilen Cezayir’de 8 Nisan’da düzenlenen seçimler
öncesinde
yayın
ve
basın
özgürlüğü
ihlalleri
göze
çarpmaktadır.
Uzun
Fransız
sömürgesinin etkilerinin zaman zaman gözüktüğü ülkede seçimler öncesinde Muhammed
Benchicou tarafından yayınlanan ve mevcut yönetimi eleştiren kitap hükümetin ve polisin
baskısıyla karşılaşmıştır. Ayrıca 2004 yılı içerisinde IFEX ve Sınır Tanımayanlar örgütü
tarafından yayınlanan haberlere göre de basın ve gazete muhabirleri üzerinde uygulanan
38
baskılar da devam etmektedir. Cezayir’de çatışmalar hala sürmektedir. Siyasi partiler
hala özgürce örgütlenemektedir.
LİBYA
Sudan’ın Darfur bölgesinden gelen mülteciler ve mültecilerin durumu ile ilgili belirsizlikler
devam etmektedir. Ülkede bulunan diğer mülteciler de Eritrelilerdir. Libya Eritreli
mültecilerin giriş ve çıkışı ile ilgili zorluklar çıkarmaktadır. Ayrıca basın özgürlüğü
konusunda da ihlaller gözlemlenmektedir. Al-Zahf al-Akhdar adlı gazete Ocak ayı
içerisinde bir haftalık yayın durdurma cezasına çarptırılmıştır.
TUNUS
Tunus’ta kişi özgürlüğüne ve güvenliğine yönelik ihlaller diğer alanlarda yapılan insan
hakları ihlallerinin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.
Önceliği olmaksızın bütün muhalif kesimlerde görülen kişi özgürlüğüne yönelik ihlaller
mahkumların şahıslarına yönelik ihlaller olmaktan çıkıp ailelerine kadar uzanmaktadır.
Semiyar İsevi, Tunus’ta bir devlet memuru iken 1993 yılında gözaltına alınmış ve belirli
aralıklarla tutulup salınarak psikolojik baskı uygulanmıştır. Daha sonra da karısına
kocasından boşanması için baskı yapılmış ve gözaltına varana kadar bu zorlamalar devam
etmiştir. Nebil Vair, Nahda mensubu olması gerekçesi ile gözaltına alınarak hücre hapsine
atılmış ve bu hücre hapsi sırasında tecavüz ve darp olayları yaşanmıştır
15 Ocak 2004 tarihinde haftalık yayınlanmakta olan “KELİMA” gazetesi hükümet
tarafından kapatılmış ve İnternet sitesi bloke edilmiştir. Bir çok gazete ve derginin de
halen tehdit altındadır. Ayrıca Arapça yayın yapmakta olan muhalif El Mustakbel
gazetesinin de seçimler öncesi yayını durdurulmuştur.
Başörtüsü ile sokaklarda dahi gezmek yasaktır. Başörtüsü takmak 1990 yılında Bourgiba
tarafından resmen yasaklanmıştır. 2000’li yıllarda ise sokakta, caddelerde başörtüsü ile
gezenlerin daha fazla sayıda olduğu gözlemlenmiştir. Bu durum ülke içinde tartışmalara
yol açmıştır.Başörtüsü yasağının temel dayanaklarından biri, siyasi bir suç olarak
görülmesi değil, başörtüsü takan ve takmayanlar arasında ayrımcılık yapmamaktır.
ANGOLA
1975’te Portekiz sömürgesi olmaktan kurtulup bağımsızlığını kazanmasından sonra
değişik anti-sömürgeci gruplar arasındaki çatışmaların ve müdahil dış güçlerin beslediği,
aralıklarla süregelen bir iç savaş ortamının yaralarını sarmaya çalışan Angola’da,
hükümeti oluşturan MPLA (Angola Özgürlük Hareketi) ile muhalefeti temsil eden UNITA
(Angola Tam Bağımsızlık Cephesi) arasında varılan ve 1998’de başlayan son şiddet
39
halkasını durduran 2002 yılındaki barış anlaşmasından bu yana insan haklarının
iyileştirilmeler gözlenmektedir.
Sıcak çatışmanın durması başlı başına önemli bir gelişme olmakla beraber, 2004 yılında
öne çıkan ve insan hakları alanında yapılması gereken daha çok şeyler olduğunu gösteren
bazı başlıklar şunlar: Muhalif basınına yönelik baskılar (Nisan ayında haftalık "Semanario
Angolense” dergisinin editörü Felisberto de Graça Campos, bazı hükümet üyelerinin
servetlerini araştıran yazı dizisinden ötürü 45 günlük hapis cezasına çarptırıldı.), ülkenin
kuzeyindeki elmas madenlerinde çalışan Kongo’lu göçmenlere yönelik polisin kötü
muamelesi, iç savaş günlerinden kalan ve halen can kayıplarına neden olmaya devam
eden kara mayınları, ve temel bazı ihtiyaç maddelerinin sağlanamamasından kaynaklanan
genel sağlık sorunları bulunuyor.
ZAMBIA
1963’te sona eren İngiliz yönetiminden sonra önce Sovyet yanlısı daha sonra ise Batı
yanlısı tek adam yönetimleri boyunca kötü idare edilmekten ve başarısız darbe
teşebbüslerinden başını
alamayan ülkede 2001 seçimleri
sonrası
erişilen dengeli
parlamenter yapının ülkeyi fakirlik, AIDS ve dış borç gibi kronik sorunlarından kurtarması
beklenirken, 2004’te öne çıkan insan hakları ihlalleri genellikle polisin kötü muamelesi
(Kasım ayında başkent Lusaka’da polis merkezinde işkenceye maruz kalan iki şüphelinin
durumları basına yansıdı.) ve basına yönelik baskılar oldu. (“Polis hakkında asılsız haber
yapmak” gibi ülke yasalarında tanımı bile olmayan bir suçlamayla Radyo Chikuni
çalışanları gözaltına alındı.) Bunun dışında, genç kızlar ve kadınlar arasında erkeklere
göre çok daha yüksek oranlarda seyreden AIDS oranı ülkede kadınlara yönelik
ayrımcılığın devam ettiğinin bir göstergesi. Başkan Levy Mwanawasa’nın 2003’te ilan
ettiği kadınlara yönelik cinsel tacizlerin durdurulmasına yönelik programın başarılı olup
olmayacağını ölçmek içinse henüz erken.
MALAWI
İngiliz yönetimini takiben 1964’ten 1994’e kadar 30 yıl boyunca ülkeyi yöneten Hastings
Banda’nın yapılan ilk çok partili seçimde kaybederek iktidarı devrettiği Birleşik Demokrasi
Cephesi (UDF), aradan geçen kısa sürede insan hakları alanında Banda yönetimiyle
karşılaştırmayı imkansız kılacak bir çok reformu hayata geçirmekte başarılı oldu. Özellikle
gözaltına alma ve tutuklama prosedürlerinde yapılan iyileştirmeler önemliydi. 2004 Mayıs
seçimleri öncesindeyse UDF devlet televizyonlarından tek yanlı medya propagandası
yapmak ve muhalefet gösterilerini şiddetle bastırmakla suçlandı. (Seçimlere iki hafta kala
göz altındayken polis raporuna göre “elbiseleriyle kendini asarak intihar eden” muhalefet
yanlısı bir göstericinin ölümü basına yansıdı.) Seçim sonrasında da basına yönelik baskılar
40
ve yolsuzlukla mücadelede hukuki olmayan yöntemlerin kullanıldığı gibi ciddi iddialar
gündemde.
MOZAMBIQUE
1975’te Portekiz’den bağımsızlığın kazanılmasından sonra 1994’e kadar süren Güney
Afrika ve Zimbabwe’nin de müdahil olduğu iç savaşı takiben yapılan seçimleri kazanan
Mozambik Kurtuluş Cephesi (Frelimo) ile eski isyancı grup Mozambik Direniş Hareketi
(RENAMO) arasındaki gerilimlerin siyaseti belirlediği ülkede, 2004 yılında, Ülkenin
kuzeyinde ortaya çıkarılan organ ticareti yapan polis bağlantılı bir grup, ünlü gazeteci
Carlos Cardoso’yu öldürmekten hükümlü Anibal dos Santos Junior’un Mayıs ayında
yüksek güvenlikli hapishaneden ikinci defa kaçması ve evlerinde “devlet başkanına
hakaret içeren” broşürler bulunduğu için hapse atılan insanlar.
ZIMBABWE
1965’te İngiltere’den bağımsızlığını ilan ülke 1980’e kadar beyaz yerleşimcilerin yönetimi
altında yaşadı. 1980’deki seçimleri kazanan ve halen başkanlık koltuğunda oturan Robert
Mugabe yönetimine olan halk desteğinin, 2000 yılındaki parlamento seçimlerinde
muhalefetin 120 koltuktan 57’sini kazanmasının da gösterdiği gibi erozyona uğraması,
yabancı gözlemciler tarafından 2002’deki beyaz çiftçilerin topraklarının çoğunu müsadere
edip siyah halka dağıtan toprak reformunun sebeplerinden biri olarak görülüyor. Aradan
geçen sürede hükümetin iddiaları reddetmesine karşın, Af Örgütü, İnsan Haklarını İzleme
Örgütü ve BM’nin Dünya Gıda Programı (WFP) gibi örgütler açlık oranlarının arttığını, ve
bu artışta 2002’deki büyük kuraklıkla beraber, önceden beyazlara ait olan geniş tarım
arazilerinin yeterli tecrübesi olmayan siyah halka dağıtılması sonucu üretimin düşmesinin
de payı olduğunu raporlarında dile getirdiler.
Yaklaşan 2005 seçimleri öncesi, Mugabe’de insan hakları gündemini şu konular oluşturdu:
Devam eden açlık sonucu ölümler, nüfusun dörtte birini etkileyen yüksek AIDS oranı,
polisin kanunsuz güç kullanımı (Eylül ayında başkent Harare dışındaki gecekonduların
boşaltılması esnasında göz yaşartıcı bombalarının aşırı kullanımı sonucu ölen 10 kişinin
isimleri
açıkladı.),
muhalefet
partisi
MDC’nin
(Demokratik
Değişim
Hareketi)
toplantılarının engellenmesi, akredite olmayan gazetecilere iki yıla kadar hapis cezası
getiren yasa değişiklikleri, ve özellikle ülkedeki ihlallere dikkat çeken yabancı STK’ları
hedefleyen yasa tasarısı. Bir taraftan uluslararası kuruluşlar hükümetin 2004 yılındaki
hasatın beklenenin üzerinde olduğunu söyleyerek gıda yardımı almayı reddetmesinin
üzerinde dururken, diğer taraftan hükümetin AIDS’le savaşmak için Global Fon’a (The
Global Fund to Fight AIDS, Tuberculosis and Malaria) yaptığı başvurunun reddedilmesi, ve
kararın politik olduğu iddiaları da 2004 gündemini oluşturan maddelerdendi.
41
BOTSWANA
1966 yılında bağımsızlığını kazanan, bazı komşuları gibi ciddi bir beyaz yerleşimci
popülasyonuna sahip olmayan ve aradan geçen sürede çok partili seçimlere rağmen hep
aynı partinin seçimleri kazandığı Botswana’daki istikrar, genellikle hükümetlerin Batı
yanlısı tutumuna ve ülkeye ciddi gelir sağlayan elmas madenlerinin varlığına bağlanır.
Buna rağmen Botswana’nın %37.3’le (kaynak:UNAIDS) dünyadaki en yüksek AIDS
oranlarından
birine
sahip
olması
ve
bu
durumun
ülkenin
insan
haklarıyla
ilgili
değerlendirmelerinde fazla yer bulmaması da bir paradoks. Yüksek AIDS oranı dışında
2004’te insan hakları gündemini oluşturan konular olarak medyaya sansür girişimleri
(Ağustos ayında Toprak ve Konut Bakanı Margaret Nasha’nın emriyle bir muhalefet
milletvekili adayının da gözüktüğü televizyon programı değiştirilerek ‘temizlenmiş’ haliyle
yayınlandı.) ve ülkede azınlık konumunda olan San kökenli vatandaşların sorunları
sayılabilir.
NAMIBIA
Birinci Dünya Savaşı esnasında bölgeyi terk etmek zorunda kalan Almanlardan sonra
1990 yılına kadar ırk ayrımcısı Güney Afrika hükümetinin yönetimi altında yaşayan
Namibya’da, 1990’da kazanılan bağımsızlıktan beri ülkeyi yönetmekte olan SWAPO
(Güneybatı Afrika Halk Organizasyonu) hükümeti 2004 Kasım seçimleri öncesinde devlet
televizyonunu muhalefete kapatmakla suçlandı. Ayrılıkçi Caprivi bölgesinden 100’ü aşkın
insanın vatana ihanet suçlamasıyla yargılandığı dava, Ağustos ayında Almanya’nın
kolonyal dönemde işlediği ve 50.000’in üzerinde insanın öldüğü katliamdan ötürü resmi
ağızlardan özür dilemesi, polisin kötü muamele örnekleri ve ülkede çalışan Bangladeşli
tekstil işçilerinin usulsüz bir şekilde sınır dışı edildi.
SWAZILAND
Halen krallıkla yönetilen ve krallığın sembolik olmaktan öte siyasi/idari bir fonksiyonunun
da olduğu çok az sayıdaki ülkeden biri olan Swaziland’da, anayasa ve demokrasi yanlısı
güçlerin artan baskısına karşın, Kral Mswati III yönetimi hakim pozisyonunu sürdürüyor.
Ülkede bağımsız bir yargı sisteminin kağıt üzerinde olsun sağlanamaması, insan hakları
ihlallerinin engellenmesinin (veya en azından kaydının tutulabilmesinin) önündeki en
büyük engel. Dünyadaki en yüksek AIDS oranına (2003 sonu itibariyle % 38.8, UNAIDS)
sahip olan ülkede 2004’te öne çıkan diğer insan hakları ihlalleri polis gözetimi altında
ölümler ve ülkenin batısındaki Lubombo bölgesinde zor kullanılarak boşaltılan köyler oldu.
42
LESOTHO
Dört tarafı Güney Afrika’yla çevrili küçük bir adacık durumunda olan, ve İngiliz
hakimiyetinden sonraki siyasi atmosferi iptal edilen seçimler, kralın tekrar güç kazanma
çabaları, karşılıklı askeri darbeler ve Güney Afrika müdahaleleriyle belirlenen ülkede en
büyük sorun 3 yıl süren büyük kuraklığın ardından işsizlik ve açlık. Güney Afrika’ya su
satımını öngören Dağsuyu Projesi’nin 2002 seçimlerini takiben hayata geçmesiyle bir
nebze olsun rahatlayan ülkede polisin seyyar satıcılara yönelik kanunsuz şiddet
kullanması ve bir gazetenin hakaret suçlamasıyla bütün bilgisayar ekipmanına el
konulması diğer ihlalleri oluşturdu.
MAURITANIA
Kuzeydeki Arap/Müslüman devletlerle güneydeki siyah Afrikalı etnik grupların nüfus
yapısını oluşturduğu devletler arasında bir tür geçiş bölgesi pozisyonunda olan Moritanya,
1980’de yasal köleliği en son kaldıran ülkedir. Sonuncusu 2004 Eylül’ünde olmak üzere
son 15 ay içinde 3 defa darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalan hükümet, köleliği kaldıran
yasaları uygulamamaktadır.
Ülkedeki bir diğer yapısal insan hakları sorunu ise kuzeydeki Arap ve Berberi asıllı
Moor’larla güneydeki siyah Afrika kökenliler arasındaki ırk ayrımcılığıdır. İki grup arasında
zaman zaman güney komşusu Senegal’ın de müdahil olduğu çatışmalar yaşanmaktadır.
Ülkede yasal bir ayrımcılık bulunmamasına karşın, siyah Afrikalıların iş bulmada, resmi
evrak tedarikinde ve resmi dairelerle olan ilişkilerinde zorluklar yaşamaya devam
etmektedir.
LIBERIA
Komşu Gine, Sierra Leone ve Fildişi Sahilleri’ne giden mülteciler geri dönmeye de
başlamıştı. Ama biri Ağustos ayında eski isyancı grup LURD’un içindeki liderlik mücadelesi
başkent sokaklarına kadar taştı. Kasım ayında başkentteki Müslüman gruplarla Hıristiyan
gruplar arasında çatışmalar meydana geldi. Bu olaylar üzerine UNHCR’ın (BM Mülteciler
Yüksek Komisyonu) koordine ettiği Liberya’lı mültecilerin geri dönmesi programı da tekrar
askıya alındı.
Bu karışıklık ve çatışma ortamında sivil ölümler, polis gözetimi altında işkence ve ölümler,
zaten çok zayıf olan medyaya yönelik baskılar ve gazete kapatmalar, zayıf ekonomi, açlık
ve yaygın hastalıklar devam ediyor.
GÜNEY AFRİKA
1999’da apartheid (1994’e kadar geçerli olan ırk ayrımına dayalı yönetim) sonrası
efsanevi lider Nelson Mandela’dan başkanlık koltuğunu devralan Thabo Mbeki, 2004 genel
43
seçimlerinde de Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) aldığı %70 oy oranıyla yerini
sağlamlaştırdı. Bu sonuçlar aynı zamanda halkın devam eden sorunlara rağmen
apartheid’in kaldırılmasında başrolü oynayan partiye desteğinin devam ettiğini gösteriyor.
ANC’nin seçim sonrası çözmesi gereken sorunların başında ırk ayrımcısı yönetimler
boyunca beyazlarla siyahlar arasında oluşan uçurumların sadece siyasi yönden değil,
ekonomik ve sosyal yönlerden de kaldırılması geliyor. Başkan Mbeki’nin Ağustos’ta ilan
ettiği Siyah Ekonomik Güçlendirme Programı genellikle bu yönde atılmış pozitif bir adım
olarak yorumlanıyor.
Bir ülke sınırları dahilinde an fazla AIDS hastasını barındıran Güney Afrika’da hükümetin
acilen yapması gereken şeylerden biri de AIDS oranının daha fazla artmasını önlemek.
Yıl içinde öne çıkan bir diğer insan hakları ihlali de mağdurlarının çoğunluğunu komşu
ülkelerden gelen göçmenler ile ülkedeki Müslüman azınlığın oluşturduğu polis gözetimi
altında işkence ve ölümler oldu.
SUDAN
1989 tarihinde askeri darbe ile yönetimi ele geçiren Ömer el- Beşir hala Sudan’ın Devlet
Başkanlığı’nı yürütmektedir. Sudan Kuzey ve Doğu Afrika’nın kesişim bölgesinde
bulunmasından dolayı jeopolitik olarak önemli bir ülkedir. Uzun bir zamandan beri
güneyde devam eden çatışmalar yine aynı bölgede petrolün bulunması ile devletlerin
bölgesini artırmıştır. Sudan, dış ilişkilerinde özellikle ABD ve Mısır ile önemli sorunlar
yaşamaktadır. Ülke içerisinde John Garang liderliğinde isyancı SPLA(Sudanese People’s
Liberation Army) hareketi ile çatışmalara sona ererken, yıllardır süren Darfur bölgesindeki
çatışmalar 2004 yılının ilk aylarında uluslararası kamuoyunun gündemine gelmiştir.
Özellikle Nisan ve Mayıs ayları arasında Sudan’ın batı bölgesinde yer alan Darfur’da
Afrikalı isyancı grup ile Arap Kankevid gerillaları arasında çatışmalar büyük artış
göstermiştir. Bu çatışmalar esnasında evsiz kalan çok sayıda mülteci Sudan’ın iç
bölgelerinde ve komşusu olan Çad’daki kamplarda yaşam mücadelesi vermektedir.
Çatışmalar boyunca her iki tarafın da dezenformasyon çalışmalarına rağmen ölü sayısı on
binlerle ifade edilirken mülteci sayısı ise bir milyonun üzerinde olduğu iddia edilmektedir.
BM ve Uluslararası kuruluşların Hükümetin gerillalara silah yardımı yaptığı iddialarının
karşısında hükümet de Batıdaki ve Güneydeki isyanın birbiri ile ilişkili olduğunu dile
getirmesi olaylarda insani bakış açısından ziyade siyasi çözüm arayışlarının etkili
olduğunu göstermektedir. Eylül ayı içerisinde
yapılan barış görüşmelerine Sudan
hükümetinin karşısına iki isyancı grup liderlerinin çıkarılması da aynı zihniyetin diğer
tarafını göstermektedir. Bugün Sudan’da uluslararası yardımların sivil halka ulaşamaması
ve insanların mülteci kamplarında en temel hak ve özgürlüklerinin ellerinden alındığı bir
ortam mevcuttur. Her iki tarafın sürdürdüğü çözüme ulaşmayan politikalar gün geçtikçe
sivil halkın zararına bir gelişme göstermektedir.
44
Çözümsüzlüğün devam ettiği çatışma bölgelerinin ardından Sudan’da kaydedilmesi
gereken önemli bir sorun da bağımsız ve eleştirel basın ve yayın özgürlüğünün
kısıtlanmasıdır. İçişleri bakanının gözaltı süresinin 24 saati aşamayacağına dair kanuni
değişikliğin yapıldığına dair açıklaması
bu yönde atılan önemli bir adım olarak
görülmektedir. Ancak Mayıs ayı içerisinde 11 gazetecinin gözaltına alınması ve El-Cezire
televizyonunun Hartum büro şefi İslam Salih’in bir aylık cezaya çarptırılması bazı
sorunların hala devam ettiğini göstermektedir.
MISIR
Çatışma bölgesinin etkilerini Eylül ayında Taba’da patlayan bombalarla bir kez daha
hisseden ülkede bu patlamalar sonucunda 28 kişi hayatını kaybetmiştir. Ülkede
hükümetin sert yönetim anlayışını benimsemediği görülmektedir.
Bu
bağlamda
siyasi
baskılar
hemen
her
muhalif
hareket
karşısında
kendini
göstermektedir. Müslüman Kardeşler Cemaati ve İslami Özgürlük Partisi üyelerine yönelik
gözaltı ve tutuklamalar devam etmektedir. Mart ayı içerisinde 23 İslami Özgürlük Partisi
üyesi tutuklanmıştır. Aynı baskı ortamı cezaevi ve polis merkezlerini de hedef almaktadır.
Eylül ayında Amr Atrees Hassan adında bir vatandaşın İmbaba Polis merkezinde ölmesi
ve Abu Za’bal Cezaevinde devam eden açlık grevi Mısır’daki durumu gözler önüne
sermektedir.
İnsan hakları örgütleri de çeşitli baskılara maruz kalmaktadır. Haziran ayında “ Land
Center for Human rights and the New Woman Research Center” (İnsan Hakları Merkezi
ve Kadınlar için Araştırma Merkezi) adlı iki örgütün kuruluşlarına izin verilmemiştir.
Basın ve Yayın özgürlüğü konularında da sık sık ihlaller yaşanmaktadır. Keyfi gözaltı ve
alıkoymalara ek olarak Haziran ayı içerisinde haftalık “Al-OUSBOU” adlı derginin editörü
Ahmed İzzettin, Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in eleştirel haberlere hapis cezası
verilmeyecek sözüne rağmen iki yıl cezaya çarptırılmıştır.
45
Download