10 Aralık 2004 MAZLUMDER İNSAN HAKLARI 2004 DÜNYA RAPORU 2004 yılı Dünya İnsan Hakları Raporu, Dış İlişkiler Komitesinden 13 gönüllünün bir yıllık çalışması sonucunda hazırlandı. Dünyanın altı bölgeye ayrıldığı ve bu bölgesel çalışmada her devletin sınırları içinde yaşanan hak ihlalleri medya takip edilerek raporlandı. Ve bu çalışmanın sonucu olarak 2004 Dünya İnsan Hakları Raporu hazırlandı. Raporu hazırlayan arkadaşlarımız derneğimiz Dış ilişkiler komitesi olarak İstanbul Şubemiz nezdinde çalışmalarını yürüttüler. Kendilerini tanıtmak ve teşekkürlerimizi ifade etmek isteriz. Hazırlayanlar Dış İlişkiler Komite Başkanı Fatih Haras Editoryal Grup Kadir Temiz Selman Ortaköy Gülizar Delen Salih Bayram Serdal Meral Ebubekir Özbek Cihat Saatçioğlu Hatice Delil Habibe Ustaçık Hüseyin Özalp Sümeyra Misge Burcu Mutlu MAZLUMDER DIŞ İLİŞKİLER KOMİTESİ Bölgeler: 1. Avrupa Kıtası 2. Kafkasya-Orta Asya 3. Orta Doğu ve Alt Kıta 4. Amerika Kıtası 5. Uzakdoğu 6. Afrika Avustralya Kıtaları Çalışmaların daha verimli yürütülebilmesi için, her bölge de kendi içinde ayrıma tabi tutuldu. Bu görev dağılımı çerçevesinde dünyada yaşanan İnsan Hakları ihlalleri raporlandı. Bu çalışmamızda İnternet aracılığı ile uluslararası medya takip edildi. Sivil 1 toplum örgütleri ile görüşmeler yapıldı. Yerel kuruluşların çalışmalarına ulaşıldı. Bunun neticesinde değerlendirme yapıldı. Ayhan BİLGEN MAZLUMDER Başkanı GENEL DEĞERLENDİRME MAZLUMDER bu raporu Türkiye Kamuoyunun dikkatini dünyada yaşanan hak ihlallerine çekmek ve bu konuda duyarlılığımızı artırmak için hazırladı. Aralık 2003 ile Aralık 2004 tarihleri arasında yaşanan insan hakları ihlallerini ve bu ihlallerin değerlendirmesini içeren bu rapor, MAZLUMDER'in ikinci Dünya Raporudur. ... ülkeyi kapsayan rapor; Medya taraması, sivil toplum kuruluşları ile yapılan görüşmeler ve yerel kurumların çalışmaları dikkate alınarak hazırlanmıştır. Bu çalışma, dünyada yaşanan hak ihlallerinin genel seyrinin ne olduğunu, bununla birlikte bölgelere göre farklılık gösteren ihlaller ve bunları ülkelere göre nasıl şekillendiğini görmek için gerekli doneleri içermektedir. 2004 yılında, dünyada yaşanan hak ihlallerinin en göze çarpan yanı, 11 Eylül sonrası ABD’de insan hakları aleyhine seyreden gelişmelerin Avrupa Birliği ülkelerinde etkilemeye başlamıştır. İnsan haklarını yalnızca kendi “beyaz” vatandaşları için kabul eden, göçmenleri ve diğer ülke insanlarını ise dışlayan bir hal aldığı görülmektedir. Batı Avrupa Ülkelerinde ve ABD’de yükselen İslam ve Müslüman karşıtlığı bu ülkelerde yaşayan Müslümanların hayat alanlarının her gün biraz daha daraltılmasına neden olmaktadır. ABD ve müttefiklerinin Irak ve Afganistan işgalleri devam ediyor. Irak’ta ortaya çıkan işkence fotoğrafları cami içinde sivilleri öldürmesi bu ülke yönetiminin insan hakları ve insani değerleri hiçe sayarak, Iraklıları boyun eğmeye çalışmaktadır. İngiliz Yüksek Mahkemesi’nin verdiği karar, dünyada işkence turizmi mi başlıyor sorularını akla getiriyor. Afrika kıtasında; sömürgecilikten yeni kurtulan devletlerin sınır kavgası, iç çatışma ve açlık, bu yılda bölgede yaşanan insan hakları ihlallerinin ana eksenini oluşturmaktadır. Eski sömürgelerden oluşan Afrika ülkelerinde, her geçen gün artan yoksulluk, salgın hastalıklar ve iç çatışmalar yaşama hakkını tehdit etmektedir. Kafkaslar ve Uzak doğuda da iç çatışmalar devam etmektedir. Bununla birlikte, Basın yayın ve örgütlenme alanındaki kısıtlamalar, bu bölgede yaşanan en önemli hak ihlalleridir. Çeçenistan'da süren Rusya baskısı, ve Özbekistan’da özgürlüğü konusundaki kısıtlanmalar bölgede yaşanan en önemli sorunlardır. Ortadoğu bölge ülkeleri, dış baskıları hafifletmek amacıyla, "terörizm ile mücadele'' adı altında, insan hakları daha da yapılan kısıtlamalar sürmektedir. Bu bölgede İsrail'in Filistin işgali ve Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak işgali nedeniyle her gün insan kaybının yaşanmasına ve insanların en temel haklarının yok edilmesine yol açmıştır. 2 Bölgede örgütlenme özgürlüğü konusundaki kısıtlamalar ve basın yayın üzerindeki baskı öne çıkmaktadır. AVRUPA KITASI FRANSA Fransa bu yıl devlet okullarında dini giysi ve sembolleri yasakladı. Bu yasanın uygulanması nedeniyle bir çok öğrenci mağdur oldu. Bazı öğrencilerin okulla ilişikleri kesildi. Bunun yanında, Fransa’da bulunan MRAP adlı bir STK’nın verdiği bilgilere göre Müslüman bir kadın, başörtüsü nedeniyle özel bir bankaya girememiştir ve başörtülü kadınlar ehliyet alırken ve okul içinde yapılan veli toplantılarına katılırken çeşitli sorunlar yaşamışlardır. Ayrıca, Hint asıllı bazı erkek Sih öğrenciler de dini sembollerin giyilmesini yasaklayan yasa uyarınca okula alınmamışlardır. Öte yandan, Müslüman ve Yahudi mezarlıklarına yönelik saldırılar oldu. Bu saldırılarda Müslümanlara ait mezarlıklara gamalı haçlar çizildiği bildirildi. Göçmen çocuklarına karşı ayrımcı uygulamaların olduğu belirtildi. Göçmenlerin Fransız asıllılara göre ev ve iş bulabilmeleri daha zordur. Basın-yayın özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar da dikkat çekmiştir. Fransa Radyo Televizyon Üst Kurulunun uydu operatörü Eutelset ve Medya TV’ye yayın lisansının verilmemesi basınyayın özgürlüğü ihlallerine örnektir. Ayasofya Camii’ne bağlı Fransa İslam Derneği Başkanı Mithat Güler herhangi bir suçu kesinleşmeden “aşırı dinci” faaliyetler yaptığı gerekçesiyle sınır dışı edildi. İNGİLTERE İngiltere’de yaşanan hak ihlalleri özellikle ırkçılık, haksız gözaltılar, kötü muamele ve işkence alanlarında yoğunlaşmıştır. Son yıllarda yaşanan gelişmeler Avrupa’da ve dolayısıyla İngiltere’de ırkçılık ve ayrımcılığın arttığını göstermektedir. Londra’da Cuma namazı için toplanan cemaate bir grup tarafından saldırı yapılması, Müslümanlara ait mezarlıkların tahrip edilmesi farklı din veya ırktaki insanlara yönelik ayrımcılığın arttığını göstermektedir. Bunun yanında, 11 Eylül saldırılarından sonra Müslümanların sokakta durdurulup sorgulandıkları, üstlerinin, evlerinin veya işyerlerinin gerekçe gösterilmeden arandığı belirtilmektedir. European Research Institute of Race Relations kurumunun belirttiğine göre polisler, cezaevi görevlileri ve göçmenlik ofisleri göçmenler, mülteciler ve iltica için başvuranların haklarını ihlal etmektedir. Cornwall’da çalışan bir grup Yunan mültecinin dayaktan aç bırakılmaya çeşitli işkencelere maruz bırakıldıkları belirtilmiştir. 3 Irak savaşı ve 11 Eylül saldırıları hakkında açıklamalar yapan İmam Ebu Hamza El Masri’nin İngiltere polisi tarafından evine operasyon yapılarak tutuklanması ifade özgürlüğünün kısıtlandığını göstermektedir. Öte yandan ABD ile birlikte Irak’ta işgalci olan İngiltere’nin Irak’taki rolü tarihinde benimsediği sömürge mantığını hala devam ettirmeye çalıştığı değerlendirmesine neden olmaktadır. İngiliz askerlerinin Irak’ta sivil halkı öldürmeleri, esirlere kötü muamelelerde bulunmaları ve işkence yapmaları İngiltere’nin insan hakları ihlallerini üst düzeyde uygulayan bir ülke olarak değerlendirilmesine neden olmuştur. Nitekim İngiliz Yüksek Mahkemesinin İngiltere’nin, işkenceyi teşvik etmediği ve işkence yapılmasına katılmadığı sürece, başka ülkelerde işkence altında alınmış ifadelerin İngiliz mahkemelerinde delil sayılabileceğine dair aldığı karar, İngiltere’nin hak ihlallerini üst düzeyde uygulayan bir ülke olarak bakımından değerlendirilmesine Guantanamo’da katkıda tutulan bulunmaktadır. kişilerin işkence Bu altında yasanın uygulanması verdikleri ifadelere dayanarak 2001 tarihli Terörle Mücadele yasasının uygulandığının, Suç ve Güvenlik Yasası uyarınca tutuklu bulunan 10 kişinin temyiz başvurusunun reddedilmesidir. Sonuç olarak İngiltere, gerek Irak’taki rolü gerek de ülkede yabancılara yönelik ayrımcılık olaylarıyla insan hakları bakımından kötü bir tablo çizmektedir. HOLLANDA 11 Eylül saldırılarından sonra batıda özellikle yabancılara karşı artan saldırganlık bu yıl daha da artmıştır. İslam’a hakaret ettiği ileri sürülen bir film yapımcısının öldürülmesi ile başlayan olaylar sonucu Müslümanların evleri, okulları, camileri kundaklanmıştır. Sadece yakılan cami sayısı 20’yi geçmiştir. Öte yandan göçmen politikalarını sertleştiren hükümet 26.000 mülteciyi sınır dışı etmeyi planlamakta, bu konuda yapılan gösterileri sert şekilde engellemekte, göstericiler fişlenmekte ve fotoğrafları çekilmektedir. Halkta sağcı/ırkçı eğilimin giderek arttığı bildirilmiştir. Sağcı partinin son seçimlerde aldığı oylardaki artışın, diğer partilerin de sağcı söyleme yönelmelerine neden olduğu belirtilmektedir. Bu durum Hollanda’da insan hakları ihlallerinin bundan sonra daha da artacağının sinyalleri olarak algılanmaktadır. BELÇİKA Avrupa'da arttığı gözlenen yabancılara karşı ırkçılık eylemlerine paralel olarak Belçika'da da ırkçılığın arttığı gözlenmiştir. Üç bölgeli federal yapısı bulunan Belçika'nın Felemenkçe konuşulan güney bölgesinde ırkçılığın daha yüksek boyutlarda olduğu bildirilmiştir. Siyasi partilerin genelde yabancılar üzerinden siyaset yaptığı ve bunun da yabancıların işsizliğe yol açtığı izlenimini verdiği ifade edilmiştir. Belçika'da son bir buçuk yıl içerisinde iki kişi ırkçı saldırılar neticesinde öldürüldü. 4 Göçmen çocuklarının mesleki ve teknik okullara yönlendirildikleri belirtildi. Bu durum da Belçika'da yabancıların entelektüel manada gelişimlerini engellemeye dönük önlem olarak algılanmaktadır. Kendi kurallarını belirleme hakkına sahip olan ortaöğretim okullarında Müslüman kadınların başörtülü olarak okula girmelerine izin verilmediği ifade edildi. Ayrıca, Müslüman gençlerin iş bulma sıkıntısı ile karşılaştığı ve bazı işyerlerinde işverenlerin Müslüman işçilerinin kendi isimleriyle çalışmalarına engel çıkarılmaktadır. Bu nedenle işçiler isimlerini değiştirmektedirler. İTALYA İtalya da yıl içerisinde ''önleyici operasyon'' adı altında 161 göçmenin evine baskın düzenlendi. dinlenmesi “Terörü” ve önleme insanların gerekçesi izlenmesi ile kişilerin bazı özel kişilerin aranması, hayatlarına telefonlarının müdahaleye neden olmaktadır. Şüpheli kişilerin haklarında kanıtlanmış bir suç olmamasına rağmen sınır dışı edildikleri belirtilmektedir. Aynı zamanda Azzano Delmo adlı bir kasabada belediye başkanı tarafından Müslüman kadınların başörtüsü ve yüzlerini örtecek şekilde giyinmelerinin yasaklanması ve Sabrina Varroni adlı bir kadının burka giydiği için para cezasına çarptırıldı. Uluslararası hukuku hiçe sayarak Irak’ı işgal eden ABD'nin Irak’taki bir diğer ortağı da İtalya’dır. Irak da hala asker bulunduran İtalya'nın bu durumu sömürgeci mantığını devam ettirerek ''pastadan payını alma'' isteği olarak değerlendirilmektedir. Peruggia kentinde Irak işgalini protesto etmek amacıyla düzenlenmek istenen mitinge izin verilmedi. İSPANYA 2004 yılı içinde tren istasyonlarında patlayan bombalardan sonra birçok kişi haksız olarak gözaltına alınmıştır. Seçimlerden bir süre sonra yeni hükümetin Irak'tan İspanyol askerlerini çekmesi olumlu bir gelişmedir. Ancak, İspanya, askerlerin çekilmeden önce öldürdüğü Iraklılar için her hangi bir adım atmamıştır. Diğer taraftan İspanyanın Bask Bölgesinin yüksek mahkemesi yasaklı Batasuna partisinin lideri terörizme teşvik suçlaması ile hapis cezasına çarptırılmış, 8 yıl siyasetten men edilmiştir. İspanya, Bask'lı ayrıkçılara gözaltında kötü muamele ve işkence yapmaktadır. ALMANYA Almanya 2004 yılında özellikle din ve vicdan özgürlüğü alanında bazı kısıtlamalarıyla ve yabancılara yönelik ırkçı saldırılarla karşımıza çıkmaktadır. 5 Kimi eyaletlerde inançlarının gereği olarak başörtüsü takan kadın öğretmenlerin derslere girmeleri yasaklanmıştır. Bu yasak başörtüsü takan hanımlara karşı bir ayrımcılık; din ve vicdan özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Yabancılara, yabancıların işyerlerine ve evlerine yönelik saldırılar olmaktadır. 16 Nisan 2004 tarihinde Bochum’da Araplara ve Türklere ait iki caminin polisler tarafından ablukaya alınarak, cami önünde bir masa kurulup Cuma namazına gelenlerin isimleri alınmıştır. Kimi göçmenler suç işlediğine dair kesin kanıt olmadan sınır dışı edilmektedir. Almanya'nın başkenti Berlin'de Müslümanlara ait derneklerin 1-3 ekim tarihlerinde düzenlemek istedikleri uluslararası konferansın yapılmasına ''terörizme destek toplantısına '' dönüşebilir gibi somut olmayan gerekçelerle izin verilmemesi toplantı ve gösteri hakkının ihlalidir. KAFKASYA VE ORTA ASYA ÖZBEKİSTAN Özbekistan dini cemaatlere mensup kişiler üzerindeki yoğun baskılar, haksız gözaltılar, toplantı ve gösteri hakkının engellenmesi ve işkence konularında insan haklarına aykırı uygulamalarıyla dikkat çekmiştir. Özbekistan’da devlet kontrolünde olmayan dini gruplar ve dini toplantılar yasaklanmıştır. Dini eğitim de devlet tarafından kontrol edilmekte ve özel olarak verilmek istenen dini eğitimler yasaklanmıştır. Devlet kontrolünde verilen dini eğitim sonucunda öğrencilerin politik olarak Devlet Başkanına bağlı olmalarının sağlanmaya çalışıldığı değerlendirmeleri yapılmıştır. Bu nedenle kayıtlı olmayan cemaatlere bağlı kişi tutuklanmakta, özel olarak yapılan dini toplantılar da polis ve Ulusal Güvenlik Servisi tarafından basılmaktadır. Normurod Zhumaev adlı doktor evinde Kuran dersi verdiği için evi basılmış ve dini kitaplarına ve bilgisayar dökümanlarına el konulmuştur. İnsanların evlerinde bile dini veya politik konular konuşmaktan çekinmektedirler. Yehova Şahitlerinin toplantısı da basılmıştır. Dini cemaatlere bağlı kişiler de baskı altında bulunmaktadır. Yasaklı olan bir Protestan cemaatine bağlı 3 kişinin okuldan atılmakla tehdit edildiği, Urgench State Üniversitesinde 3 kız öğrenci dini inançları nedeniyle okuldan atıldığı, Baptist olan bir kişinin kendi evinde oturmasına izin verilmeyip şehri terk etmesi için baskı gördüğü bildirilmiştir. Ayrıca, Özbekistan’ın güneyindeki bir caminin imamı olan Rustam Klichev’in dini inançları nedeniyle tutuklandığı ve 14 yıl hapis cezasına çarptırıldığı ve camiye üye 16 kişinin de çeşitli hapis cezalarına çarptırıldıkları bildirilmiştir. Rustam Klichev’e destek amacıyla mahkeme önünde gösteriyi düzenlediği söylenen Edgar Turulbekov adlı kişi de hapse konulmuştur. Savunma avukatlarının da baskıyla karşılaştıkları ifade edilmiştir. Öte yandan Mart ve Nisan aylarında yaşanan bombalı saldırılardan sonra birçok kişinin gerekçe gösterilmeden haksız yere gözaltına alındığı ve bu kişilere gözaltındayken kötü 6 muamelelerde bulunulduğu açıklanmıştır. Özbekistan’da hapse atılan bazı kişilerin işkence gördükleri ve işkenceden ölen mahkumların olduğu bildirilmiştir. Nitekim, 1 Aralık 2003’te aftan yararlanan bazı mahkumlar hapisteyken işkence gördüklerini ifade etmişlerdir. Laziz Saidov adlı bir mahkum da işkence altında itirafa zorlandığını belirtmiştir. Özbekistan’da insanların inançlarının gerektirdiği gibi yaşamalarının da engellendiği belirtilmiştir. Özellikle Müslüman kadınların kamuya açık yerlerde başörtüsü takmalarının yasaklanması din ve vicdan özgürlüğü önünde büyük bir engeldir. Ayrıca başörtülü insanların diğer kesimler korktukları belirtilmiştir. tarafından potansiyel bir “terörist” olarak görülmekten Çünkü, Özbekista’da Hizbut-tahrir bir örgüte bağlı oldukları gerekçesiyle birçok insan tutuklanmıştır. Dini cemaatler üzerindeki baskı STK’lar üzerinde de kendini göstermiştir. Açık Toplum Enstitüsü adlı bir STK’nın faaliyet yapmasına izin verilmemiştir. Bunun yanında iki STK’nın da kayıtları yapılmayarak faaliyet yapmalarının engellendiği bildirilmiştir. Özbekitan’da bilgi edinme hakkına yönelik kısıtlamaların bulunmaktadır. Sonuç olarak Özbekistan’nın insan hakları sözleşmelerine imza attığı halde bu sözleşmelerin gereklerini yerine getirmemektedir. AZERBAYCAN Azerbaycan 2004 yılında, özellikle ifade özgürlüğü, siyasi haklar, inanç özgürlüğü ve benzeri temel insani haklarda birçok ihlale sahne oldu. Eşitlik, özgürlük, adalet ve insan hakları kavramların her ne kadar siyasal ve sosyal hayatta etkisinin arttığı gözlense de bu etkinin sadece teoride kaldığı, statükonun ağırlığı altında sıkıştığı ve pratik hayata yansıtılamadığı görüldü. Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen hak ihlallerinin halk ve basın şiddetle protesto edilmesi, medyada geçen senelere nazaran insani değerlere daha fazla yer verilmesi ve hükümetin kavramsal düzeyde de kalsa insani hak ve özgürlükleri destekler nitelikteki açıklamaları önümüzdeki yıllar için bir ümit ışığı olarak görüldü. Azerbaycan’da geçen sene 15 Ekim’de yapılan genel seçimlerin ardından halk seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle meydanlara inmişti. Yapılan protesto eylemlerine polisin müdahalesiyle kargaşa çıkmış, birçok eylemci yaralanmış, olayların büyümesiyle gerginlik artmış ve ülkeye kaos hakim olmuştu. Bu olayların hemen ardından başlatılan operasyonlarda yüzden fazla gazeteci ve STK üyesi gözaltına alınmıştı. Statükonun tehlikeye düşmesi ve otoritenin sarsılmasından korkan devlet, 15-16 Ekim olaylarını adeta fırsat bilerek muhalif tüm seslerin sindirilmesi ve otoritenin tekrar sağlanması için insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayarak sert politikalar izlemeye başladı. Yerli ve yabancı birçok STK ve basın tarafından protesto edilen uygulamalarda, birçok insan suç isnat edilebilecek herhangi bir sebep olmaksızın tutuklandı, mahkumlar yasal haklarından 7 mahrum bırakıldı, ifade özgürlükleri kısıtlanarak birçok basın kuruluşu taciz edildi ve inanç özgürlüğü ihlal edilerek bazı dini gruplara baskı yapıldı ve faaliyet alanları daraltıldı. Azerbaycan’da yayın yapan günlük Turan gazetesi, tutuklanan insanlara gözaltında işkence yapıldığı, mahkumların insani olmayan koşullarda tutulduğu ve polisin her fırsatta şiddet kullandığını aktardı. Hapishanede zaman zaman elektiriksiz ve susuz bırakılan ve insani olmayan muamelelere uğrayan mahkumlar, yakınlarıyla birlikte birçok defa açlık grevine gitti; ama şartların değişmesinde yapılan eylem ve grevlerin bir etkisi olmadı. Hükümetin toplantı ve gösteri yapma özgürlüğüne getirdiği kısıtlamalar, seçme ve seçilme hakkına yönelik ihlaller ve sivil toplumun gelişmesine darbe niteliğindeki politikalar geliştirdi. İnsanların inanç özgürlüğü ihlal edildi ve birçok dini gruba baskı yapılarak, temelsiz, asılsız ve sorumsuz uygulamalarda bulunuldu. Bu baskıların en somut örneği, 15-16 Ekim olayları ertesi tutuklanan ve cezaevinde insani olmayan muamelelere maruz kalan Cuma Camii imamı İbrahim İbrahimov’du. 2004 yılında basın özgürlüğü alanında alındı, birçok basın kuruluşu da bir çok ihlal yaşandı. Gazeteciler gözaltına tacize uğradı,yayınları sansürlendi ve finansal yaptırımlar yüzünden kapanmak zorunda kaldı. Banka hesabına el konulduğu için maddi zorluklar yaşayan ve 16 Ekim’de yayınını durduran Yeni Musavat gazetesi, seçim ertesi tutuklanan ve sağlık problemleri olduğu halde soğuk ve ıslak bir hücrede tutulan,avukatıyla dahi görüştürülmeyen, yine aynı gazetenin baş editörü Rauf Arifoğlu ve kimliği belirsiz kişilerce kaçırılan, soyulan, dövülen ve ölümle tehdit edilen Magomed Rızayev basına yönelik baskı ve yıldırma eylemlerinin en çarpıcı örneklerindendi. RUSYA Rusya bu yılda da Çeçenistan'da yaptığı insan hakları ihlalleri yoğunluktaydı. Rus askerleri kontrol noktalarında durdurdukları Çeçenleri gerekçe göstermeden alıkoymaktadır. Coharkale'de "Temizlik Operasyonları" adı altında Rusların ve Rus yanlılarının mahalle ve caddeleri kuşatarak evlerde ve insanların üzerlerini aradılar. Rus askerleri tarafından köylere yapılan baskınlarda kadınlar, çocuklar ve gençler alıkonulmaktadır. Bu baskınların birinde 80 yaşındaki yaşlı bir kadın öldürülmüştür. Okula giden bazı öğrenciler kaçırılmaktadır. Kaçırılan insanlar işkence yapılarak öldürüldüler. Katar'da Çeçenistan eski devlet başkanı Selimhan Yandarbiyev bir suikast sonucu hayatını kaybetti. Rusya'nın mülteci kamplarına yönelik baskılarının olduğu da gözlenmiştir. Kamplarda yaşayan kişiler elektriklerinin ve gazlarının kesilerek Mülteci kampını terketmeleri konusunda baskı gördüklerini ifade etmişlerdir. Kamplarda yaşayan mülteciler tehdit edilmektedir. Mültecilere telefon etme yasağı da getirilmiştir. Ayrıca, Çeçen mültecilere 8 sağlık yardımı yapılmaması konusunda da sağlık çalışanlarına telkinlerde bulunulduğu belirtilmiştir. Toplantı ve gösteri yapma hakkı da kısıtlanmaktadır. Çeçen Sürgünü mitingine izin verilmedi. Rusya'da yapılan ırkçı saldırılar da gündemde yerini almıştır. Moskova'da Azerilere ait 3 kafenin kundaklandığı belirtilmiştir. Ayrıca, 21 Şubat gecesi 24 yaşındaki Amaro Lima adlı Afrikalı üniversite öğrencisinin öldürülmesi diğer yabancı öğrencilerin tepkisini çekmiş ve tedirgin olmalarına yol açmıştır. Moskova'da Kafkas kökenli kişilere yönelik saldırılar oldu. Eylül ayı başında Beslan'da bir okulda yaşanan katliam sivillere yönelik yaşanan en büyük ihlallerden biridir. Rehinelerin kurtarılması amacıyla yapılan baskında yüzlerce insanın hayatını kaybetmesi krizin çözülmesi noktasında sivillerin hayatının korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığını göstermektedir. Bu olaylardan sonra Moskova'da on binden fazla insanın tutuklandığı bildirilmiştir. Ayrıca, Beslan'daki olayla ilgili haber almak isteyen bir muhabir Moskova'daki Vnukova havaalanında gerekçe gösterilmeden gözaltına alınmıştır. Aynı şekilde iki Gürcü gazeteci de tutuklanmıştır. Rus askerlerinin Çeçen sivillere yönelik uygulamalarına paralel olarak Çeçen askerlerinin de Rus sivillerin ölümüne neden olmakta ve Rusya yanlısı Çeçenlere yönelik saldırılar da bulunmaktadır. TACİKİSTAN 2004 yılında Tacikistan’da basın-yayın organlarına ve muhalefet partilerine yönelik baskılar, faili meçhul cinayetler, haksız gözaltılar ve işkence gibi olayların meydana geldiği gözlemlenmiştir. 2005 yılında yapılacak olan seçimler öncesinde muhalif basın-yayın organlarına yönelik baskıların artacağı endişesinin olduğu bildirilmiştir. Nitekim hükümet aleyhine yazı yazan gazetecilerin kamu yetkililerince uyarılması, bazı yazılı medya organlarının kapatılması, yayınların yasaklanması ve toplatılması, gazetecilerin kimliği belirsiz kişiler tarafından saldırıya uğraması, medya organlarının binalarına baskın yapılarak kitap, makale, CD, video kaset ve diğer dokümanlara el konulması yukarıda bahsedilen endişelerin yersiz olmadığını doğrular nitelikte olaylar olarak değerlendirilmiştir. Muhalefet partilerine yönelik baskılar, bir partinin kaydının yapılmaması, bu partinin başkan yardımcısının tutuklanması ve parti binasının güvenlik güçlerince basılarak dokümanlara el konulması da seçim öncesinde baskıların arttığının bir tezahürü olarak görülmüştür. Tacikistan’da faili meçhul cinayetler de göze çarpmaktadır. Tursunzade belediye başkanı kimliği belirsiz kişiler tarafından öldürülmüştür. Toplantı ve gösteri yapma hakkının ihlali olarak değerlendirilen bir olayda İslam Rönesans Partisi’nin konferans düzenlemesine izin verilmediği bildirilmiştir. Öte yandan, kadınların başörtülü fotoğraflarının pasaportlarda kullanılmalarına izin verildiği halde kimlik kartlarında kullanılmalarına izin verilmemesi dini inançlarını yerine 9 getirmek isteyen kişilerin haklarının ihlali olarak görülmektedir. Tacikistan-Özbekistan sınırında insanların ölümüne neden olan kara mayınlarının varlığı ve sınırın henüz temizlenmemiştir. Çocuklar işçi olarak çalıştırılmaktadır. Tutuklular, gözaltına alındıktan sonra avukatları ve yakınlarıyla görüştürülmemektedir. TÜRKMENİSTAN Bu yıl, insan hakları alanında iyileşmenin gözlemlenmediği Türkmenistan’da özellikle din ve vicdan özgürlüğü, basın-yayın özgürlüğü, kişi güvenliği ve özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü alanındaki ihlaller ön plana çıkmıştır. Sene içerisinde dini grupların baskı gördükleri, dini inançları veya mezhepleri nedeniyle insanların baskıya uğradığı, işten çıkarıldığı, tutuklandığı, hapiste tecavüze uğradığı, tecavüzle tehdit edildiği, işkence gördüğü, bazı insanların da dini inançlarını bıraktıklarını beyan etmeleri konusunda baskı gördüğü bildirilmektedir. Türkmenistan hukuk düzenine göre, dini grupların faaliyet yapabilmek için kayıt yapma zorunlulukları bulunmaktadır. Ancak çoğu dini grubun kayıt yapmalarına izin verilmemekte ve bu grupların liderleri yersiz surette hapis cezasına veya yüklü para cezalarına çarptırılmaktadır. Din ve vicdan özgürlüğü alanında iyileşmenin olması için çıkarılan yasaların kağıt üzerinde kaldığı ve uygulamaya yansımadığı görülmüştür. Netice olarak Türkmenistan’da kişi ve grupların dini inançları nedeniyle ayrımcılığa tabi tutuldukları gözlemlenmiştir. Basın-yayın özgürlüğüne yönelik ihlaller de devam etmektedir. Devlet başkanı veya hükümet aleyhinde yazı yazan veya yorum yapan gazeteciler tehdit edilmekte ve saldırıya uğramaktadır. Ayrıca bazı gazetecilerin evlerine polis tarafından baskınlar düzenlenmekte ve özel eşyalarına el konulmaktadır, kimi gazeteciler ve yakınları da tutuklanmaktadır. İnsanların bilgi edinme haklarına yönelik kısıtlamaların yapıldığı da gözlemlenmiştir. Diğer taraftan Devlet Başkanı Saparmurat Niyazov, işlerini iyi yapmadıkları gerekçesiyle kabinesindeki bazı bakanları, bazı televizyon kanallarının müdürlerini veya kimi kamu çalışanlarını kovmuştur. Ancak işlerini iyi yapmamaları gibi ucu açık ve yeterince somut olmayan bir gerekçe ve bu kişilere yargı yolunun açık tutulmaması Türkmenistan’da hukuk sisteminin insanları koruma konusunda yetersiz kaldığının veya mevcut yasaların uygulanmadığının delili olarak görülmektedir. Ayrıca eurasianet.org’daki habere göre Devlet Başkanının 23 Şubat’ta Türkmen TV’de yaptığı konuşmada gençlerin sakal ve bıyık bırakmamalarını telkin etmesi kişilerin yaşam tarzlarının nasıl olacağı konusundaki tasarruf hakkını kendi şahsında gördüğünün bir kanıtı olarak değerlendirilmektedir. Bu durum da kişi özgürlüğüne yönelik ihlallerin varlığını gündeme getirmektedir. 10 Sonuç olarak 2004 yılı Türkmenistan için insan hakları konusunda önümüze kötü bir portre çıkarmıştır. KAZAKİSTAN Kazakistan’da bu yıl insan hakları ihlalleri basın-yayın, ifade hürriyeti, seçme-seçilme hakkı ve örgütlenme ve siyasi faaliyette bulunma hakları üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. 19 Eylül’de gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde ve sonrasında muhalif siyasi partilere ve basın-yayın organlarına yönelik baskıların arttığı gözlenmiştir. Bazı parti üyelerine yönelik gözaltılar gerçekleşmiştir. Çeşitli muhalif gazete ve dergilere karşı dava açılmış, yazılarına sansür uygulanmış, ofisleri polis tarafından basılıp aranmış ve kimi gazeteler kapatma cezası almıştır. Birçok gazeteci de yazdıkları yazılar nedeniyle gözaltına alınmış ve kimileri de hapis cezalarına çarptırılmıştır. Ayrıca, gazetecilerin polis üniformalı kişilerce dövüldüğü veya siyasi baskılar sonucu işten atıldığı vakalara da rastlanmıştır. İfade hürriyeti ve basın-yayın özgürlüğüne yönelik bu ihlaller, 23 Kasım’da Almata’da yapılan ve Orta Asya ülkelerinden birçok insan hakları savunucusunun ve gazetecinin biraraya geldiği İnsan Hakları Konferansı’nda da gündeme getirilmiş ve bu uygulamalar kınanmıştır. Ayrıca konferansta, Kazakistan’daki diğer bazı temel insan haklarına yönelik ihlaller de, özellikle seçme-seçilme hakkı, seyahat özgürlüğü, din ve vicdan hürriyetine yönelik ihlaller ve işkence, ön plana çıkmıştır. Gündeme gelen Basın Kanunu’ndaki değişiklikler de yeterli görülmemektedir. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle oldukça gündeme gelen bir diğer konuda da seçme-seçilme hürriyetine yöneliktir. Seçim Kanunuyla ilgili düzenlemeler yapılırken, bunlar muhalif partilerce yeterli görülmemiş ve idarenin seçimlere müdahalesini engellemeye yetmeyeceği için veto edilmesi yönünde açıklamalar yapılmıştır. Özellikle uygulanan elektronik oy kullanma sisteminin serbest ve adil seçim ilkesine gölge düşüren şüphelere sebep olduğu için eleştirilmektedir. Bu konu, AGİT temsilcilerince de endişe yaratmış ve seçimleri izlemek için bir Gözlem Grubu oluşturulmasına karar verilmiştir. Kazakistan’da bulunan Özbeklere ait camiler ise dini kurumlara ilişkin anayasaya aykırı olduğu iddia edilen yasal düzenlemelerle devletin denetimindeki bir çatı kurum altında toplanmaya çalışılmış, ancak yoğun tepkilerle karşılaşılmıştır. Sonuç olarak, Kazakistan’da, bu yıl, değinilen haklar ve özgürlüklere yönelik yoğunlaşmış ve yapılan yasal düzenlemeler de ihlaller durumu iyileştirmeye yönelik yeterli olmamıştır. 11 ERMENİSTAN İnsan hakları uygulaması açısından Ermenistan’da bu yıl ihlallerin özellikle basın-yayın ifade hürriyeti, örgütlenme hakkı ve bilgi edinme hakkı alanlarında yoğunlaştığı gözlenmiştir. Geçen yılki seçimlerin etkisinin Ermenistan’da devam ettiğini söyleyebiliriz. Muhalif partilere ve üyelerine yönelik baskılar devam etmektedir. Gösteri ve yürüyüşleri müdahalelerle ve tutuklamalarla sonuçlanmıştır. Bir çok muhalif siyasi de çeşitli nedenlerle gözaltına alınmıştır. Basın-yayın organlarına yönelik baskılar da devam etmektedir. Bazı yayın şirketlerine lisans hakkı verilmemiş, diğer tarafta özellikle rüşvet ve ulusal güvenliğe yönelik haberlerde oto sansür uygulamalarıyla karşılaşılmıştır. Muhalif tutumlu gazetelere karşı eleştirel yazılarından dolayı dava açılmış ve birçoğu para cezasına çarptırılmıştır. Saldırıya uğrayan gazetecilerin sayısında artış olmuştur. Çeşitli nedenlerle birçok gazeteci gözaltına alınmış, tutuklanmıştır. Hatta bir gazeteci ortadan kaybolmuştur. Kataisk Bölgesi’nde de trafik polislerince insanların seyahat hakları engelleniyor iddialarını araştırmak için bölgeye giden gazeteci ve kameramanlar gözaltına alınmıştır. Avrupa Konseyi de Ermenistan’daki bu hak ihlallerine ilişkin endişelerini dile getirmiştir. Yoğun ihlallerin görüldüğü diğer bir alan ise toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik olmuştur. Özellikle muhalif partilerin Cumhurbaşkanı’na yönelik eleştirilerinin yoğunlaştığı dönemlerde yapılan toplantı ve gösterilen neredeyse tümü müdahaleyle karşılaşmış ve yüzlerce kişi tutuklanmıştır. Çıkarılan bir düzenlemeyle stratejik olarak önemli nitelendirilen yerlerde gösteri ve yürüyüşlere izin verilmeyecektir. Diğer yerlerdeki bu tip eylemler de izne bağlanmıştır. KIRGIZİSTAN Kırgızistan’da insan hakları ihlalleri bu yılda geçen yıl olduğu gibi özellikle basın-yayın hürriyeti, ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü alanında yoğunlaştığı gözlenmiştir. Muhalif siyasi parti liderleri ve önde gelenleri çeşitli nedenlerle hapse atılmakta ve bu konuda ülke çeşitli uluslararası insan hakları kuruluşları ve kamuoyunca eleştirilmektedir. 2005 yılında yapılacak seçimler için şimdiden muhalefet partilerine yönelik kısıtlamalar getirilmekte, seçim kampanyaları yapmaları engellenmektedir. Ocak ayında milletvekillerinin odalarında dinleme cihazları bulundu. Muhalif gazete ve televizyon kanalları baskı görmektedir. Basın-yayın kuruluşlarına karşı davalar açılmakta, para cezası ve kapatma cezaları almaktadırlar. Yayınladıkları yazılara sıklıkla sansür uygulandığı gözlenmiştir. Kimi gazete binalarına polis baskınları düzenlenmiş, kimileri ise kimliği belirsiz kişilerce soyulup gazetecileri tehdit edilmiştir. Gazetecilere karşı baskı ve kötü muamele de artarak devam etmektedir. 2003’te Karasu’da ölü bulunan gazeteci Nazalov’un davası devam ediyor. Yetkililer boğulduğu 12 üzerinde ısrarlıyken yakınları dövülerek öldürüldüğünü iddia etmektedir. Basın-yayın kuruluşları sanal ortamda da çeşitli sorunlarla karşılaşmaktadır. Kırgısiztan’da dikkat çeken diğer bir insan hakları ihlali ise neredeyse sistematik hale gelmiş olan işkence ve kötü muamele uygulamalarıdır. Özellikle gözaltında ve hapishanelerde sıklıkla bu tür uygulamalara rastlanmıştır. Örneğin, Jalal Abat’ta gözaltına alınan 6 kişi işkence görmüş ve daha sonra suçsuz oldukları anlaşılınca serbest bırakılmıştır. Ayrıca Kırgız Ombudsmanlık Kurumu’nun açıklamalarında da yer alan haksız tutuklama ve gözaltına almalar, gözaltında kötü muamele ve hapishanelerin gayri insani koşulları endişe yaratmaktadır. Din ve vicdan hürriyetine yönelik ihlaller ve ülkedeki yabancılara yönelik kötü muamelede dikkat çekmektedir. Bu uygulamalar ülkenin güney bölgelerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bazar ve Karasu bölgelerinde Müslüman ilkokul çocuklarının öğretmenleri tarafından günlük ibadetlerini yerine getirmemeleri ve hatta bunu evlerinde de yapmamaları konusunda uyarılmış, kız öğrenciler başörtüleriyle derse alınmamış ve Suzak’ta bazı camiler yıkılmıştır. Bazı kiliselere karşıda ağır vergiler getirilmiştir. Vahhabilere karşı da merkezi yönetimden açık bir baskı olmasa yerel medya da yoğun bir karşı-kampanya vardır. Diğer tarafta, Hizbut Tahrir’le mücadele gerekçesiyle de Müslümanların hakları ihlal edilmektedir. Ayrıca 15.000 Çeçen’in yaşadığı ülkede 1996’dan beri 15 Çeçen işadamı öldürülmüştür. Gösteri ve yürüyüş yapma hakkı hususunda da ihlaller gözlenmiştir. Özellikle muhalif eylemlere polis müdahaleleriyle karşılaşmış, yoğun gözaltılar olmuş hatta 2002’de polisin silahlı müdahalesi sonucu ölümle sonuçlanan bir gösterinin davası bu yıl sonuçlanmıştır. Ottawa Sözleşmesini imzalamayan ülkede karamayınları patlamaları sonucu birçok kişi sakat kalmakta ve ölmektedir. GÜRCİSTAN 2004 yılında, ülkedeki siyasi gelişmelerin de etkisiyle insan hakları ihlallerinin daha çok siyasi faaliyette bulunma ve basın-yayın hürriyeti alanlarında yoğunlaştığı görülmektedir. Muhalefet parti üyeleri çeşitli gerekçelerle gözaltına alınmış, bazı siyasilere yönelik silahlı saldırılar gerçekleşmiş ve ölümle sonuçlananlar da olmuştur. Tutuklanan bazı siyasi parti üyeleri bu süreç boyunca işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia etmektedir. Basın-yayın hürriyetine yönelik ihlaller de artarak devam etmektedir. Bazı televizyon kanalı ve gazeteler kapatılmıştır. Muhalif yazı veya yayınları nedeniyle de bazı kanal ve gazeteler de tehdit edilmekte, sansüre maruz kalmaktadır. Yazdıkları nedeniyle de birçok gazeteciye karşı davalar açılmış, kimileri hapis kimileri de para cezasına çarptırılmıştır. Gazetecilerin evlerine saldırı vakalarında da artış olmuştur. Kimi gazeteciler de kimliği belirsiz kişilerin saldırılarına uğramıştır. Görevleri başında darp alma ve kameraları kırılma olayları da sıklıkla rastlanmıştır. Yetkili kurumlardan bilgi almak isteyen basın 13 mensupları engellenmekte, hatta bazı resmi binalara girişleri yasaklanmaktadır. Ülkede görev alan bazı yabancı basın mensupları da çeşitli şekillerde kötü muameleye maruz kalmıştır. Muhalif partilerce düzenlenen toplantı ve yürüyüşlere polis müdahale etmiş ve onlarca kişi gözaltına alınmıştır. Ülkedeki bir diğer ihlal de kötü muamele ve işkence olaylarıdır. Ayrıca, Gürcistan’da özellikle ülkenin Güney Osetya ve Abhazya sorunlarına yönelik tutum ve uygulamalarının da çeşitli hak ihlallerine sebep olduğu gözlenmiştir. ORTADOĞU VE ALT KITA IRAK Amerikanın Irak’a saldırısıyla başlayan insani dram 2004 yılında da devam etti. Amerikanın bu saldırıyı gerçekleştirme bahanesi olan kitlesel imha silahları bulundurma iddiası hala ispatlanamadı ve hatta bu sebebin geçersizliği artık Amerikan yönetimince de kabul edilmiş durumda. Irak’a askeri harekat başlamadan önce Geoege W. Bush’un, işgale dünya halkları gözünde meşruiyet kazandırmak için sarf ettiği insani değerler, haklar ve özgürlükler ile çerçevelenmiş kutsal amaç! cümleleri ise tüm yaşananlardan sonra artık çok uzağımızda. Irak’ta yaşanan hak ihlallerinden en önemlisi her insanın en temel hakkı olan yaşama hakkının ihlal edilmesidir. Saldırının başladığı 18 Mart 2003 tarihinden bu yana on binlerce Iraklı sivilin öldüğü bildirilmektedir. Bölgedeki hastanelerden alınan bilgiye göre her gün sayıları 5- 15 arasında değişen sivil hayatını kaybetmektedir. Bunların büyük çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşmaktadır. Hatta Necef Hastanesinin kayıtlarına göre ölen sivil sayısı asker sayısının 5 katıdır. Bir kısım yaralılar ise hastane kapasitelerinin yetersizliği yüzünden tedavi görmeden geri çevrilmiş, kimisinin ise hastane kayıtları tutulmamıştır. Dolayısıyla verilen rakamlar, gerçek ölü ve yaralı rakamlarının altındadır. İşgale karşı direnişin artmasıyla birlikte, Amerikan askerlerinin artık sivil asker ayrımı yapmadıkları ve ellerine geçen her fırsatta sivilleri taciz ettikleri görülmektedir. Yaralıları infaz eden, çocukların üzerine kurşun sıkan ve kendilerine insani değerlerden tamamen bağımsız hareket edebilme selahiyeti verilen ABD askerleri geceleri adeta insan avına çıkmakta, ev aramaları yapmaktadır. Bu aramalar yüzünden insanlar sürekli korku içerisinde yaşamakta, evi aranan insanlar hakarete uğramakta, aşağılanmakta ve tüm insani değerleri ayaklar altına alınmaktadır. Ayrıca yapılan ev aramalarında ‘şüpheli’ görülen bir çok insan, elleri ve ayakları bağlanılarak, başlarına torbalar geçirilerek götürülmüş ve bu insanların bir çoğundan bir daha haber alınamamıştır. Irak’ta, açıklanan resmi ölü ve yaralı insan sayısının yanı sıra şuan kayıp olan binlerce insan vardır. 14 Uluslararası bir örgütün araştırmasına göre hastanelerin hepsi saldırılardan zarar görmüştür. Hastanelerin dışında kimsesiz çocuklar yurdu, özürlü çocuklar eğitim merkezi ve huzur evleri tahrip olmuştur ve ne yazık ki burada kalanların %70i hala kayıptır. Bu kayıpların bir çoğunun öldüğü zannedilmektedir. Irak insan hakları organizasyonu işgalden bu güne kadar geçen zaman zarfında toplam yirmi bin kişinin tutuklandığını belirtmiştir. Bu esirlerden onbeş bini Ebu Garib hapishanesinde tutulmaktadır. Tutuklanan Iraklı esirlerin defalarca sözünü ettikleri kötü muamele ve işkenceler, basına fotoğrafların yansımasıyla gün yüzüne çıkmıştır. Mayıs başında ilk defa amerikan CBS televizyonunda yayınlanan fotoğraflarda başlarına kese kağıtları geçirilmiş, elleri arkadan bağlanmış, vücudlarından kanlar akan bu insanlar yalnızca fiziksel değil, psikolojik olarak da işkenceye maruz kalmışlardır. Çırılçıplak soyularak amerikan askerlerince seyredilen, kadın askerlerin cinsel tacizlerine maruz kalan, birbirleriyle cinsel ilişkiye girmeye zorlanan insanların bulunduğu fotoğraflar, Iraktaki insanlık dramını net bir şekilde göstermektedir. Yapılan soruşturmalarından ardından, işkencenin fotoğraflarda görülenden çok daha ağır olduğu ve işkence, cinsel tecavüz gibi vakıaların çok sık rastlanılan alışılagelmiş vakıalar olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca fotoğraflarda yer alan bir kadın askerin ifadesinde ‘sadece emirleri yerine getirdiğini’ belirtmesi işkencenin sistematik olarak kullanıldığını göstermektedir. ABD’nin, Kasım ayında, direnişin yoğun olarak görüldüğü Felluce’ye saldırısı gerek Irak içinde gerekse Irak dışında birçok bölgede tepki görmüştür. Yeni seçim döneminde Bush’un tekrar başa geçmesinin ardından yapılan ilk büyük operasyon Amerika’nın büyük bir hazırlıkla başlattığı operasyonun ilk günü Fellucedir. askerlerin hastaneye saldırıp buradaki hasta ve aciz insanları öldürmesi, camiye sığınan Iraklı bir yaralının infaz edilmesi ve askerlerin asker-sivil ayrımı yapmadan adeta hareket eden her canlıyı hedef olarak görmeleri tüm dünyanın tepkisini çekmiştir. Kuşatmanın ilk günlerinde dünya ile iletişimi kesilen şehirden gelen ilk haberler dünyayı dehşete düşürdü. ABD’in Felluce’de katliam yaptığı görüldü. Ayrıca ilerleyen günlerde ilaç ve gıda sıkıntısı çeken şehrin dışarıdan yardım alması engellenmiş, Kızılay ve Kızılhaç’ın şehre girmesine izin verilmemiş,masum insanlar tüm dünyanın gözü önünde ölüme terkedilmiştir. ABD’nin Irak’ta işgalden bu yana müsebbibi olduğu hak ihlalleri, onun insani hak ve değerlere olan yaklaşımının samimiyetten uzak olduğu ve bu yaklaşımın ABD için sadece çıkarlarıyla kesiştiği noktalarda geçerli olduğu intibaını uyandırmaktadır. Amerika, Cenevre antlaşmasını ihlal etmiş, tahrip gücü yüksek silahlar kullanmış, sivilleri öldürmüş, aralarında çocukların da bulunduğu pek çok insanı gözaltına almış ve bu gözaltılarda ölümlere kadar varan işkenceler yapmıştır. Şu an halen ABD kontrolünde olan Irak ‘ta, bu güne kadar yaşananlar, yaşanacaklar hususunda iyimser olmamızı engellemektedir. İşgalden bugüne, dünya şahit olduğu hak ihlallerini büyük bir endişe ve şaşkınlıkla 15 izlemiştir ve bundan sonraki günlerde Irak’ın endişe verici ve şaşırtıcı yeni olaylara sahne olup olmayacağını tahmin etmek gerçekten çok güçtür. SURİYE Hafız Esad iktidarından sonra yönetimi devralan oğlu Beşşar Esad’ın Suriye’sinde 2004 yılı içerisinde yaşanan insan hakları ihlalleri devam etmiştir. 2004 Mart ayı içerisinde bir futbol karşılaşması sırasında Kürt ve Arap iki takım taraftarları arasında çıkan olayların büyümesi sonucunda 15 kişinin hayatını kaybettiği yüzlerce kişinin yaralandığı ve bir o kadar insanında gözaltına alındığı belirtildi. 1973 yılında çıkarılan olağanüstü hal yasaları hala uygulamadadır. Ağustos ayı içerisinde aynı yasaların uygulanmasını protesto eden göstericilerden yaklaşık 30 kişi gözaltına alınmıştır. Güvenlik yasalarının bir diğer sonucu da yabancı öğrencilere eğitim almalarını engelleyen kısıtlamalar getirilmesidir. İçişleri Bakanı tarafından yapılan açıklamada özel okulların İslam ve İslam Hukuku bölümlerine öğrenci alınmayacağı belirtilmiştir. Bu yasalar gerekçe gösterilerek, basın mensupları ve gazeteciler gözaltına alınmış, ve medya üzerinde baskı oluşturulmuştur. 8 Ekim tarihinde göz altına alınan üç gazeteci ile ilgili soruşturma hala devam etmektedir. On binlerce Kürt, Suriye’de kimlik sahibi değildir. Mal edinemezler ve en temel haklarını kullanamamaktadır. Sosyal ve siyasi baskılar altında kalmaktadır. Yine haksız gözaltılar ve ifade özgürlüğünün önündeki engeller bu konulara bağlı olarak tartışılmaya devam etmektedir. Cezaevlerinde ise yıllardır uygulanmakta olan sınırsız gözaltı uygulaması işkence gözaltında kaybetme uygulamasının ise halen devam ettiği bildiriliyor. Suriye’de Müslüman Kardeşler üyesi olduğu belirtilen 17,000 kişi gözaltına alındıktan sonra 1980 yılından beri kendilerinden haber alınamamaktadır. Ülkede siyasi hayata halkın katılımının engellemesi bireysel olarak bile devletle ilgili sorunların dillendirilmesine uygulanan fiili cezaların büyük oranda eskiyle aynı derecede devam ettiği belirtiliyor. Hatta bu durumun idarecilerin isimlerinin bile telaffuz edilmesinin yurttaş için tehlike yarattığı belirtiliyor. Bu yıl içinde 132 siyasi mahkumun serbest bırakılması olumlu bir gelişmedir. İRAN İran’da Muhafazakarlar ve Reformistler arasında yaşanan gerilim hükümetin uygulamaları ile daha tartışmalı bir hal almaktadır. Özgürlük alanının genişletilmesi arayışlarının halen devam ettiği ülkede mezhebe bağlı ayrımcılık fiili olarak uygulanmaktadır. Bu bağlamda Sünni vatandaşların devlet dairelerinde çalıştırılamayacağına dair tartışmalar yaşanmaktadır. 16 Haksız gözaltı ve fail-i meçhul cinayetlerdeki artışta ülke içi güvenlik anlayışını ortaya koyan bir gelişmedir. Dezful Cezaevinde elleri kelepçeli olarak ellerinden asılan bir mahkumun kangren olması sonucunda cezaevi müdürü hakkında dava açılması gündeme gelmiştir. İşkenceyi ve kötü muameleyi önlemeye yönelik yasanın çıkmasına rağmen pratikte uygulamaya konmaması yasanın ciddiyetini tartışmalı bir hale getirmektedir. Ayrıca ifade özgürlüğü kapsamında basın ve yayın özgürlüğü konularında da çeşitli sorunlar gündeme gelmiştir. 2004 yılı içerisinde iki gazetenin kapanması,bir derginin yayınının yasaklanması ve gazetecilerin gözaltına alınması ve haklarındaki işkence iddiaları yasalara rağmen ihlallerin devam ettiğini göstermektedir. İran’ın hem dış hem de iç siyasetini etkileyen iki örgütle de 2004 yılı içerisinde çatışmalar yaşanmıştır.”Halkın Mücahitleri” ve “PKK-KADEK” örgütleri ile girişilen çatışmalarda bir çok kişi hayatını kaybetmektedir. AFGANİSTAN 11 Eylül’ün hemen ardından, dünya jandarması ABD tarafından aranan suçlunun bulunması ve bırakılmaksızın Afganistan’ın bombalanması sivil ve askeri sürecinin birim sonrası gözetilmeksizin Afganistan’da dağ anarşik ve bir ova hava esmektedir. Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü(ISAF)’ın komutasındaki güçler ile Taliban arasında yaşanan çatışmalar hemen her gün onlarca can almaya devam etmektedir. Bugün Afganistan’da yaşanan insan hakları ihlalleri iki temel başlık altında incelenebilir. Birincisi Savaş Hukuku çerçevesinde değerlendirilmesi istenilen mahkumların bulunduğu Küba’daki Guantanamo kampı, İkincisi yoğun çatışma ortamı ve buna bağlı olarak yaşanan süreçten etkilenen sosyal ve ekonomik hayat. Gerek ABD askerleri ve gerekse İSAF’a bağlı güçler ile Taliban arasında yaşanan çatışmalar hız kesmeksizin devam etmektedir. Bu çatışmalar genellikle sivil halkın yaşadığı yada onlara çok yakın olan bölgelerde gerçekleşmektedir. Herat Valisi İsmail Han’ın görevden alınması üzerine sokağa dökülen Han yanlılarının üzerine açılan ateş sonucu 9 kişinin öldüğü, onlarca kişinin yaralandığı haberi de durumun vehameti açısından önemli bir gelişmedir. Bir okulun yanında patlayan bomba sonucunda 7-15 yaş arasında 8 çocuk hayatını kaybetmiş ve 3’ü de ağır yaralanmıştır. Öğrenci ve doktorların öldürülmesine sebep olmaktadır. Diğer yandan son seçimler öncesinde bir çok seçim noktasına saldırılar düzenlenmiş ve kayıt yaptırmak isteyen bir çok kişi öldürülmüştür. Yine seçim otobüsleri kundaklanması ve görevlilerin öldürülmesi olaylarını da buna ekleyebiliriz. Askerlerin sivil kadınların üzerilerini arama niyetleri böyle bir muameleye alışık olmayan ve yadırgayan halkı da rahatsız etmektedir. 17 Afganistan’a çalışmak için gelen yabancılar da bu çatışma ortamından olumsuz etkilenmiştir. 11 Çin’li inşaat işçisi 2004 yılı içerisinde inşaat çevresindeki çatışmalarda hayatını kaybetmiştir. Afganistan’daki yaşanan diğer iki sorun ise işkence ve mülteci kamplarının durumudur. Olağanüstü hal durumu sebep gösterilerek gözaltına alınmalar artmaktadır. 13-20 Ağustos tarihleri arasında Bagram Hava Üssü’ne kapatılan, daha sonra 40 gün boyunca Gardez, Kandahar ve yine Bagram’da tutulan eski polis albayı Seyid Nabi Sıddıki, çok ağır işkenceler gördüğünü belirtmiştir. Ayrıca mülteci kamplarının kurulmak istenildiği yerlerin çatışma ihtimali yüksek yerler olması asıl tartışılan sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çatışma ortamı aynı zamanda uluslar arası basın mensuplarını da hedef almış bir çok gazeteci hayatını kaybetmiştir. Bitmiş gibi görünen operasyonlardan sonra sürecin hukuki bir zemine oturtulamaması gelmektedir. Guantanamo’da tutulan esirlein hukuki durumu hala belirsizliğini korumaktadır. PAKİSTAN Hindistan ile Keşmir bölgesi üzerine devam eden tartışmalar devam etmektedir. Keşmir sınırında düzenlenen bombalı saldırılar sonucunda çok sayıda sivil ve asker hayatını kaybetmektedir. Diğer yandan kuzey komşusu Afganistan’da yaşanan olaylar Pakistan içinde de etkisini göstermektedir. Sınır bölgesinde mülteci geçişlerinde güvenli bir yol bulamayan Pakistan’da bir mülteci otobüsü üzerine kimliği belirsiz kişilerce silahla ateş açılmış ve çok sayıda mülteci hayatını kaybetmiştir. İşkencede önemli bir sorun olarak varlığını devam ettirmektedir. 2004 yılı içerisinde bir çok camiye ve toplu gösteri merkezlerine bombalı saldırılar yapılmıştır. İmam Hüseyin’i anma törenlerine çıkan olaylarda 44 kişi hayatını kaybetmiştir. Yine üst düzey bir din adamının öldürülmesi ülke içindeki istikrarsızlığı göstermektedir. İçişler Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada son 18 ay içerisinde yaklaşık 330 kişi hayatını kaybetmiştir. Özellikle Keşmir,Belucistan ve güney şehirlerinde çıkan çatışmalar hala güncelliğini korumaktadır. HİNDİSTAN Hindistan’ın bir çok eyaletinde polis ve isyancı grupların çatışmasında yüzlerce insan öldü. Yüzlerce insan gözaltına alındı ve yargısız infazlara maruz bırakıldı. Özellikle Maoist gruplar ile çıkan arbedelerde çok sayıda ayrıkçı insanın gözaltına alındığı ve işkencelere tabi tutulduğu bildirildi. Burma sınırı yakınlarındaki 2.4 milyon insanın yaşadığı Manimar eyaletinde Temmuz ayında 33 yaşındaki bir isyancı kadının öldürülmesi sonrası şiddetlenen olaylarda çok sayıda insan hayatını kaybetti. Yoksulluk ve sefaletin hüküm sürdüğü ülkede pek çok insan salgın hastalıklardan ötürü hayatını kaybetti. 2004 yılı 18 içerisinde resmi olarak 5 ve gayri resmi rakamlarca 6 milyon insanın ise AIDS vakası ile karşılaştığı belirtiliyor. Geçim sıkıntısından dolayı bir çok kadının da bebek ve çocuklarını sattığı bildirildi. Hindistan ile Pakistan arasında yıllardır sorun olan Keşmir’de de birçok insan yapılan saldırılar sonucunda yaşamlarını yitirmişlerdir. Otobüslere bombalı saldırılar düzenlenmiştir. Aynı şekilde halkın toplu olarak bulunduğu yerlere de bombalı saldırılar düzenlenmiştir. Bölgede yerleştirilmiş mayınlar da birçok insanın hayatına mal olmuştur. Ayrıca, Hindu militanların bir aileye mensup 3 kişinin başını kestiği bildirilmiştir. Yine Keşmir’in Hindistan’a ait bölgesinde mayınların patlamasıyla askerleri taşıyan sivil bir araç infılak olmuş ve 2’si sivil olmak üzere 11 kişi yaşamını yitirmiştir. 15 Kasım’da yaşanan bir olayda da silahlı kişilerin bir eve girerek birisi kadın olmak üzere beş kişiyi öldürmüşlerdir. Ayrıca, 20 yaşındaki bir kızın içinde Hindistanlı askerlerin de bulunduğu 7 kişi tarafından tecavüze uğramıştır. Tüm Partiler Hürriyet Konferansı Başkanı Ghulam Ahmad Mir’in Hindistanlı askerler tarafından yersiz surette tutuklandığı ve işkence gördüğü belirtilmiştir. Hindistanlı askerler tarafından tutuklanan 8,000 kişi de hala kayıp durumdalardır. Temmuz ayı içerisinde de bu olayı protesto etmek amacıyla Kayıp Kişilerin Ebeveynleri Birliği tarafından bir gösteri düzenlenmiştir. SUUDİ ARABİSTAN Suudi Arabistan kendi içerisindeki bombalı eylemleri ve çatışmaları önlemede etkisiz olduğu görülmektedir. Her geçen gün bu çatışma ortamından etkilenen sivil ve çocukların sayısında artış gözlemlenmektedir. Özellikle en son Riyad ve El-Hobar’da gerçekleştirilen eylemler sonucunda çok sayıda sivil hayatını kaybetmiştir. Bu sebeplerle ülkede bulunan yabancı gazetecilere ve işçilere karşı da eylemler devam etmektedir. Mevcut hükümet, El-Kaide ile bağlantıları olduğu iddiaları ile bir çok kişi hakkında soruşturma başlattığı belirtilmektedir. Ülkede güvenlik anlayışına bağlı olarak gelişmekte olan baskıcı tutum basına uygulanan muamelelerde daha ayrıntılı bir şekilde görülmektedir. Nisan ayı içerisinde bir gazeteci tutuklanmış ve Temmuz ayında ise BBC kameramanı öldürülmüştür. Ülke içinde ve yakın çevresindeki kaos ortamının bir yansıması olarak özellikle zengin şehirlerde çocuk kaçırma eylemlerinin arttığı görülmektedir. Ancak bu eylemlerin devamı olarak ta yabancı işçilere ve özellikle fakir ülkelerden gelen turistlere uygulanan muamele de tartışılmaya devam etmektedir. Ülke içerisinde devam eden bu sorunlar şu an için mevcut rejimin özgürlük yerine güvenlik anlayışını ön plana alan tavrı ile çözülmeye çalışılmaktadır. 19 FİLİSTİN Filistin'de uzun yıllardır süre İsrail İşgali bu zaman zarfında en fazla etkilenen ve zarar gören taraf masum Filistin halkı olmuştur. Nitekim, 2004 yılında da sivillere yönelik birçok saldırı meydana gelmiş ve bu saldırılarda yaklaşık 650 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu rakamın dörtte biri çocuklardan oluşmakta, çocukların dışında kadınlar, görev başındaki sağlık memurları, öğrenci ve öğretmenler de büyük bir yüzde oluşturmaktadır. Kısaca insanın en temel hakkı olan yaşama hakkı Filistin topraklarında tehdit altında olmaya devam etmektedir. Filistin'de sağlık koşulları da oldukça kötü durumdadır. İsrail askerleri ambulansları bombalamakta ve sağlık personellerine silahlı saldırılar gerçekleştirmektedir. İsrail kontrol noktalarında doğum yapan annelerin yarısından fazlasının çocuğu ölü olarak dünyaya gelmekte, ayrıca yüzlerce acil hasta kontrol noktalarında can vermeye devam etmektedir.Hastahanelerde personel ve ekipman eksikliği nedeniyle çok zor koşullar altında çalışılmakta, hatta ilaç sıkıntısı yaşanan bazı merkezlerde narkozsuz ameliyatlar gerçekleştirilmektedir. Filistinli direnişçilerin bir çoğu, İsrail hapishanelerinde işkence gördüklerini ifade etmektedirler. Yapılan bu insan hakları ihlallerini belgelemek için bir heyet oluşturulması talebinde olan bu Filistinliler ellerinde bir çok delil olduğunu belirtmişlerdir. İsrail’in Filistinlileri tecrit etmek amacıyla inşa ettiği ‘Ayırım Duvarı’ da yeni bir insan hakları ihlali olarak karşımıza çıkmaktadır. Uluslararası arenada da Lahey Adalet Divanına kadar taşınan bu duvar insan hakları örgütleri tarafından da yoğun şekilde eleştirilmesine rağmen İsrail bu sesleri kulak arkası ederek duvar inşasına ısrarla devam etmektedir. Hangi gerekçeyle olursa olsun Filistinlileri çevreleyerek bu toprakları açık cezaevine dönüştürmek insan haklarıyla uyuşmayan bir tecrit operasyonudur. Bu duvarın inşasıyla birlikte aileler parçalanmakta, eğitim almak isteyen çocuklar okullara gidememekte ve Filistinlilerin geçim kaynakları olan toprakları bölünmektedir.Ayrıca Kudüs Üniversitesi topraklarına da el koyan duvar eğitim hizmetlerine de zarar vermiştir. Bu duvar nedeniyle Filistinlilerin 165 dönüm arazisi gasp edilmiş, 140 ev yıkılmış, 4400 ev zarar görmüş, duvar arazileri üzerinden geçtiği için 400 aile sürgün edilmiş ve tarihi eserler ve zeytin ağaçları tahrip edilmiştir. Ayrıca duvarla birlikte İsrail, bölge halkı için hayati önem taşıyan su kaynaklarının dörtte birine el koymuştur. Hastane ve sağlık kurumlarının çoğunun duvar dışında kalması ise başta çocuklar, hamile bayanlar, yaşlılar ve acil durumda olanları mağdur durumda bırakmıştır. BM duvarın uluslararsı hukuğa aykırılığını 144 ülkenin evet oyuyla kabul ederken içinde ABD’nin de bulunduğu yalnızca 4 ülke hayır oyu vermiştir. Bu durum, uluslararası boyutta da İsrail'in hukuksuz uygulamalarını resmetmektedir. 20 AMERİKA KITASI AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ 2004 yılı, insan hakları açısından ABD için tarih önünde verilmiş bir sınavın kaybı demekti ve bu yıl içerisinde hem ABD sınırları dahilinde hem de bir şekilde ABD kontrolü altında bulunan topraklarda yaşanan insan hakları ihlalleri, ‘özgürlüğün ve demokrasinin beşiği!’ olarak görülen bu ülkenin insan hakları tasavvurunu daha net algılamamızı sağladı. Öyle ki, artık dünya, ABD’nin insani değerler yaklaşımını ve ABD yönetiminin hareketlerine meşruiyyet kazandırmak için sürekli kullandığı hak ve özgürlükler argümanlarına olan samimiyetini sorgular oldu. ABD bu sene de halkları özgürleştirmek, demokrasiyi etkin ve yetkin, dünyayı daha güvenli ve yaşanabilir kılmak için askeri müdahalelerde bulunduğu topraklara sadece barut, kan ve gözyaşı götürdü. Nitekim ABD askerinin bulunduğu her bölgede belki de dünyanın bu güne kadar şahit olmadığı hak ihlalleri yaşandı. ABD’nin insan hakları raporu diğer ülkelerden farklı olarak dört bölümde incelenebilir. ABD sınırları içinde, Irak’ta, Afganistan’da ve Guantanamo Üssü’nde yaşanan ihlaller. İnsan hakları ve insani değerler çerçevesinde yapılan incelemeler bu dört bölgenin dördünde de ABD’nin insan hakları karnesinin utanç verici olduğunu göstermektedir. ABD, 11 Eylül olayları sonrasında çıkartılan ‘Vatanseverlik Yasası’ ile gündeme gelmişti. Bu yasa, güvenlik güçlerine, istihbarat elemanlarına ve askeri görevlilere bazı özel yetkiler vermekte ve onların ulusal güvenlik adı altında bulunacağı her faaliyette çok daha bağımsız hareket edebilmelerini sağlamaktaydı. Ayrıca bu yasa, şüpheli ilan edilen bir kimsenin hakim önüne çıkartılmadan süresiz gözaltında tutulabilmesine ve avukatlarıyla görüşmesinin engellenmesine meşruiyet kazandırıyordu. Halen yürürlükte olan bu ve buna benzer özel yasa ve düzenlemeler sayesinde çok daha serbest bir hareket alanına kavuşan ABD yönetimi, bu sene de kendi halkına ve özellikle de Ortadoğu kökenli müslüman vatandaşlarına uyguladığı baskı politikasını sürdürdü. Telefonları dinleyen, elektronik postaları kontrol eden, seyahat özgürlüklerini kısıtlayan, kütüphane kayıtlarını inceleyerek şahısların hangi kitaplarla ilgilendiğini dahi araştıran ve paranoyakça yöntemlere başvuran istihbarat görevlileri kişilerin özel hayatlarına tecavüz ettiler ve yaşam alanlarını daraltarak nefes alınamaz hale getirdiler. ABD Başkanı Bush’un ‘Yanımızda olmayan, karşımızdadır.’ sözünü prensip haline getiren güvenlik güçleri hiçbir gerekçe göstermeden bu sene de yüzlerce Ortadoğu kökenli vatandaşını gözaltına alarak, insani olmayan koşullarda sorguladı. Adilane olmayan bir tavırla, ABD’de yaşayan müslüman veya arap asıllı binlerce insan, ’karşı saf’ olarak nitelendirilerek sıkı takibe alındı ve bu politika ABD halkının genelinde bu insanlara karşı negatif bir tavrın ve tasavvurun oluşumuna yol açtı. Yapılan anketlere göre her dört Amerikalıdan birinin, 21 Müslüman vatandaşları ülkeleri için bir tehdit unsuru olarak gördüğü ortaya çıktı. Ayrıca bazı amerikan üniversitelerinde sadece sakallı veya başörtülü olduğu için gözaltına alınan birçok öğrenci olduğu tespit edildi. ABD yönetiminin hak ihlaline maruz kalanlar sadece Müslümanlar değildi. Yönetimin, 11 Eylül sonrası kendi halkına uyguladığı baskıyı, insan onuruna yapılan saldırıları ve hak ve özgürlükleri ihlal eden politikaları protesto eden birçok sivil toplum örgütünün faaliyetlerine son verildi ve mal varlıklarına el konuldu. Ayrıca hem ülke içinde hem de amerikan işgali altındaki topraklarda uygulanan insan hakları ihlallerinin üstünü örtmek maksadıyla birçok basın ve yayın kuruluşuna baskı yapılarak faaliyetleri devlet kontrolüne tabi tutuldu. ABD yönetimi 2004 yılında ülke giriş-çıkışlarına getirdiği denetimlerle de dikkati çekti. Ülkeye giriş yapmak isteyen yabancı uyruklu insanların parmak izinin alınması ve fotoğraflarının çekilmesi insan onuruna yapılan bir hakaret olarak yorumlandı ve suçsuz insanlara terörist muamelesi yaparak aşağılayan bu uygulama bir çok yerel ve yabancı basın tarafından protesto edilmiştir. 11 Eylül olaylarından sonra yönetim tarafından atılan her adıma meşruiyet sağlayan ve yapılan her hak ihlalinin halk tarafından ‘güvende olmak için verilen tavizler’ olarak görülmesini sağlayan korku psikolojisi bu yıl da yönetim tarafından sürekli körüklendi. Terör tehlikesi gündemde tutularak tüm politikaların hak ve özgürlüklerin ihlaline de yol açsa halk tarafından benimsenmesine çalışıldı. Kendilerinin sürekli tehlike içinde olduğu psikolojisine sahip olan ABD halkında tehlikenin kaynağı olarak görülen Müslümanlara karşı bir nefret oluşması sağlandı. Giderek büyüyen İslam fobisi, zaten yönetim tarafından çeşitli baskılara maruz kalan Müslüman grupların, halk tarafından da dışlanmasına ve yaşam alanlarının her geçen gün daha da daralmasına yol açtı. ABD askerlerinin 11 Eylül sonrası işgal ettiği Afganistan topraklarında halen sağlanamayan istikrar ve güven ortamı 2004 yılında da türlü hak ihlallerine sebebiyet verdi. Devlet başkanı Hamid Karzai, Afganistan’ın, Taliban yönetiminden daha kötü durumda olduğunu belirtti. Ayrıca, bazı amerikan üslerinde, Ebu Garib ve Guantanamo’dakilere benzer hapishanelerin bulunduğu ve esirlere işkence ve insani olmayan muamelelerin yapıldığı gözlemlendi. Kandahar, Celalabad ve Esadabad üslerinin de yer aldığı bu kamplara bağımsız gözlemcilerin ve basın mensuplarının alınmadığı görülürken, esirlerin mahkemeye çıkartılmadığı, herhangi bir yasal güvenceleri olmadığı ve aileleriyle görüştürülmedikleri gözlendi. ABD güçlerinin zaman zaman yaptığı askeri operasyonlarda, sivillerin zarar gördüğü, askeri olmayan hedeflerin vurulduğu,köylerin bombalandığı ve masum insanların öldürüldüğü de gelen haberler arasında. 2002 yılında kitle imha silahlarını yok etmek, halkı özgürleştirmek ve demokrasiyi götürmek gibi şu anda meşruiyetini tamamen yitirmiş sebeplerle Irak’a giren ABD yönetimi ne aradığını bulabilmiş ne de Irak halkına özgürlüğünü bahşedebilmişti. 2004 yılında Irak’tan gelen görüntüler Irak’a bu sebeplerle giren ABD’nin faili olduğu insan 22 hakları ihlallerinin boyutlarını tamamen gözler önüne serdi. Sivil kayıplar, öldürülen çocuklar ve zulüm gören halkın görüntülerinin üzerine, Ebu Garib hapishanesinden çekilen fotoğrafların basında yer alması ABD askerlerinin insani değerlerinin sorgulanmasına yol açtı. İlk defa mayıs başında Amerikan CBS televizyonunda yayınlanan fotoğraflarda yer alan askerlerin Iraklı esirlere yaptığı fiziki ve psikolojik işkenceler, cinsel tacizler ve aşağılamalar tüm dünyayı ayağa kaldırdı. Görüntülerde yer alan askerlerin sorgulanması, işkencenin görülenden çok daha ağır ve sistematik olduğunu ortaya çıkardı. Washington Post gazetesi, esirlere işkence etmekten suçlanan askerlerden birisinin, işkence emrini doğrudan askeri istihbarattan aldığını söylediğini yazdı. ABD askerleri işgalden bu yana 20000 Iraklı tutuklamıştı ve 15000’ini Ebu Garib’te tutmaktaydı. Ayrıca yapılan sorgulamalar Ebu Garib vakıasının özel bir vakıa olmadığını, ABD askerlerinin işkenceyi askeri bir yöntem olarak sürekli kullandığını ve bazı kaynaklara göre ABD’nin sahip olduğu iki düzine gözaltı merkezi ve hapishanede benzer olayların yaşandığını gösterdi. Tüm bu olaylardan sonra ABD, her yıl yayınladığı insan hakları raporunu yayınlamayı ertelemek zorunda kaldı. İşkence görüntülerinin yanı sıra, kasım ayında yaşanan Felluce kuşatması, ABD yönetiminin insan hak ve hukukuna verdiği değeri bir kez daha göstermiş oldu. Kuşatma altında kaldığı bir haftaya yakın süre boyunca şehirle iletişim tamamen kesilmiş, kentteki 60 ila 100 bin sivil kaderine terkedilmişti. Hastahaneleri vuran, ambulansları bombalayan, Kızılay’a yardım izni vermeyen, camilerdeki yaralıları infaz eden, ilaç ve gıda yardımı alamayan binlerce sivilin ölmesine, sokakların kan gölüne dönmesine ve cesetlerin yollarda birikmesine göz yuman ABD, Felluce’de katliam yaptı. ABD’nin insan hakları açısından incelendiği dördüncü bölge ise yaklaşık bir asırdır elinde bulundurduğu Guantanamo askeri üssü. Guantanamo Küba sınırları içerisinde ve bu üste çoğunluğunu Afganistan savaşı esirlerinin oluşturduğu 42 ülkeden 600’ü aşkın insan esir olarak tutuluyor. ABD, yakalanan bu kişileri ‘yasadışı savaşçılar’ olarak tanımlayarak onları savaş esiri kabul etmemiş ve böylece Cenevre Sözleşmesi’ne göre yetkili bir mahkemeye sevk edilmelerini, temyiz haklarını ve adil yargılanma haklarını ihlal etmişti. Kampta, şimdiye kadar toplam 32 intihar girişimi yaşandığı ve 110 tutuklunun depresyona bağlı psikolojik tedavi gördüğü belirtildi. Nitekim bugüne kadar kamptan serbest bırakılan esirlerin ifadeleri de sürekli fiziksel ve psikolojik işkence yapıldığı yönündeydi. Guantanamo’daki esirlerin yaşadığı insani olmayan koşullarda bu sene de bir iyileşme yaşanmazken, esirlerin Afganistan’dan Guantanamo’ya nakledilirken bir kargo uçağındaki görüntüleri vahşetin boyutunu bir kez daha gözler önüne sermişti. ABD yönetimine yapılan iç ve dış baskılar sonucu esirlerin durumunda kısmi bir düzelme gözlense de bu ABD’nin göz boyama politikasından başka bir şey değildi. Halen yasal herhangi bir korumadan yararlananmayan ve dünyanın kaderine terkettiği yüzlerce insan, bu kampta işkence görüyor, aç ve susuz bırakılıyor, askerlerin psikolojik ve fiziksel 23 tacizleri altında 2x2.5 metrekarelik hücrelerde ayaklarında prangalar ile yaşamaya devam ediyor. Her yıl insan hakları raporları tutan, ülkeleri bu raporlara göre kategorilere ayıran ABD’nin insan haklarında çifte standartçı ve siyasi çıkar hesaplarını gözeten tutumu, onun insani değerlere, hak ve özgürlüklere olan yaklaşımının samimiyetten uzak olduğunu göstermektedir. 2004 yılında hem ABD sınırları içinde hem de Irak, Afganistan ve Guantanamo’da yaşanan ihlaller, ABD’nin, sadece ve sadece insan olmanın, dil, din, ırk,cinsiyet ve sınıf farkı gözetmeksizin tüm bireylere verdiği değerlerden ne kadar yoksun olduğunu gözler önüne sermiştir. KANADA Kanada 2004 yılında, ulusal güvenlik politikaları adı altında birçok insan haklarına aykırı uygulamalara sahne oldu. Özellikle Müslüman ve Ortadoğu kökenli insanların, hiçbir gerekçe olmaksızın ulusal güvenlik için tehlike olarak görülmesi, insanların yaşama özgürlüğünün sınırlanmasına ve hem devlet hem de toplum tarafından baskı görmesine sebebiyet verdi. Bazı Müslüman gruplar basına verdikleri demeçlerde, polis ve istihbarat servisi tarafından takip edildiklerini, özel hayatları hakkında bilgi toplanıldığını ve sürekli gözetim altında bulunduklarını belirttiler. 11 Eylül sonrası tüm dünyada gözle görünür biçimde artış gösteren İslam fobisi, Kanada ‘da da birçok insanın yaşam alanının daralmasına ve devlet ve toplum tarafından psikolojik olarak taciz edilmesine sebep olmuştu. 2004 yılında da hiçbir suç işlemedikleri halde, sadece inançları ve etnik kökenleri itibariyle ‘tehlike’ olarak nitelendirilen bu insanlara karşı hukuki olmayan birçok uygulama tespit edildi. Bazı Ortadoğu kökenli vatandaşların, herhangi bir yargı işlemine tabi tutulmadan dört yıl boyunca tutuklu kalması bu uygulamalardan bir tanesiydi. Ayrıca özellikle Kanada’nın Guantanamosu olarak bilinen Toronto Batı Hapishanesi ve bazı gözaltı merkezlerinde tutuklulara psikolojik ve fiziksel işkence yapıldığı da gelen haberler arasındaydı. Devletin uyguladığı bu politikalar Müslüman gruplara yönelik toplum baskısını teşvik eder nitelikteydi. Nitekim, Canadian Press ‘in yaptığı habere göre bazı bölgelerde başörtülü kadınlara yönelik tacizlerin yaşandığı, bazı camiilerin özellikle Ramazan ayında saldırıya uğrayıp hasar gördüğü ve cemaatlere sık sık tehdit telefonları geldiği tespit edildi. 2004 yılında, Kanada, çocuklara uygulanan şiddetin cezai müeyyidesini kaldıran yasa ile de gündeme geldi. BBC’de yer alan habere göre, Kanada Anayasa Mahkemesi, ailelerin çocuklarını disiplin altına almak için kullandığı şiddetin suç kapsamına girmeyeceğini açıkladı. Bu açıklama, ailelere verilen şiddet kullanma izninin suiistimallere sebep olacağı, şiddetin tam ölçüsünün belirlenemeyeceği ve çocukların sorumsuz anne babaların elinde zarar göreceği endişesine sebep oldu. Kanada’da bu sene yoğun hak ihlallerine sahne olan bir başka alan kadın haklarıydı. 24 Kadınlara cezaevlerinde rutin olarak ayrımcılık yapıldığı ve kadın haklarına riayet edilmediği tespit edildi. Kanada’da yerli kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddet olayları devam etmektedir. Kasaba ve şehirlerde yaşayan birçok yerli kadının kaçırıldığı, kayıp olduğu ve öldürüldüğü; tüm bu olanlara karşı hükümetin hiçbir önlem almadığı belirtildi. MEKSİKA Meksika’da yaşanan insan hakları ihlallerinin en önemli sebebi ceza hukukundaki yasal boşluklardır. Gözaltına alınan insanların insani değerlerle bağdaşmayan muamelelere maruz kalması, işkencenin yaygın olması ve diğer insan hakları ihlallerinde resmi görevlilerin sorumlu tutulamaması bu yasal boşluktan kaynaklanmaktaydı. Göreve geldiği yıl, bu problemlerin üzerine gidileceğine ve yapılacak reformlarla düzelme sağlanacağına dair söz veren Vicente Fox, verdiği sözü tutmamakla sürekli suçlandı. 2004 yılı Meksika için insan hakları alanında çok önemli bir gelişmeye şahit oldu. Vicente Fox, 2001 yılında geçmiş dönemlerde yaşanan insan hakları ihlallerini ve resmi görevlilerin adının karıştığı şiddet olaylarını araştırması için özel bir savcı görevlendirmişti. Özel görevli savcı, bu yılın şubat ayında ilk tutuklamasını yaptı ve eski güvenlik şefi Nazzar Harro gözaltına alındı. Bu gelişme, Meksika’daki insan haklarının gelişmesi için çok büyük bir hamle ve bir ümit ışığıdır. İnsan haklarında yaşanan bu olumlu gelişmeye rağmen Meksika’da bu yıl,özellikle eğitim görme özgürlüğünde, kadın haklarında, ifade özgürlüğünde ve politik haklarda birçok ihlal yaşandı. Uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgili haberlerle tanınan Zeta dergisi editör yardımcısı Ortiz Franco’nun öldürülmesi, gazetecilere yönelik çeşitli saldırıların ve baskıların olması ve bazı politik grupların adlarının karıştığı siyasi suikastlerin yaşanması bu ihlallerin en çarpıcı örneklerindendi. Ayrıca birçok bölgede kadınlara yönelik şiddetin kronik bir hal aldığı gözlenirken, okul çağına gelmiş olduğu halde , altyapı ve öğretmen eksikliği nedeniyle eğitim göremeyen birçok çocuğun bulunduğu da tespit edildi. Yaşanan tüm insan hakları ihlalleri, insani değerlerin hem yasalarda hem de sosyal hayatta tam olarak yerleşmediğinin göstergesi de olsa, basın ve STK’lara göre 2004 yılı Meksika için umut verici bir yılıydı. KÜBA Bundan önceki yıllarda, tek partili sistemin ve Fidel Castro’nun tüm siyasi, ekonomik ve sosyal muhalif hareketleri engellediği Küba’da bu sene de insan hakları alanında bir gelişme kaydedilemedi. 2004 yılı Küba’da, ifade özgürlüğünün kısıtlandığı, serbest dolaşımın engellendiği, adil ve açık yargının söz konusu olmadığı, insanların haksız yere tutuklandığı, gözaltına alınıp şiddete maruz kaldığı ve rejime muhalif tüm politik ve sosyal 25 aktivitelerin yasaklandığı bir yıl olarak geçti. Tespit edilen bazı olaylarda, insanların tutuklandığı ve hiçbir yargı işlemine tabi tutulmadan bir yıla yakın süre hapsedildiği gözlendi. 2003 yılının Mart ayında tutuklanan yüze yakın muhalif siyasi, gazeteci ve sivil toplum örgütü üyesinin hapis hayatı, aynı insani olmayan koşullarda bu sene de devam etti. Ayrıca, bu yıl da, otoriteye saygı göstermemek, kamu düzenini bozmak, itaatsizlik, Fidel Castro’nun politikalarını eleştirmek ve benzeri suçlardan ötürü birçok yeni tutuklama gerçekleşti. 2004 yılı, Küba halkı için zor geçen bir yıldı. Küba Dışişleri Bakanı Felipe Gonzales’in ‘soykırım’ olarak nitelediği ABD ambargosu ve Fidel Castro’nun her geçen yıl sertleşen iç ve dış politikaları arasında sıkışan Küba halkı 2004 yılını da, hak ve özgürlüklerin yaşamın her alanında ihlal edildiği bir yıl olarak geçirdi. BREZİLYA İnsan hakları konusunda, Brezilya’da bu sene dikkati çeken en büyük olay hala bazı bölgelerde köle statüsünde çalıştırılan işçilerin bulunduğunun ortaya çıkmasıydı. İşçi Bakanlığı müfettişileri sene başında yaptıkları araştırmalarda, işçilerin özgürlükleri ellerinden alınmış, hafta da yedi gün hiçbir temel insani ihtiyaçları karşılanmadan ve ödeme yapılmadan çalıştırıldığı çiftlikler buldu. Dikkati çeken en mühim nokta ise bu çiftliklerden birinin sahibinin senatör Joao Riberio olasıydı. Brezilya, Amerika’da köleliği yasaklayan son ülke olup,1888 yılında resmi olarak ortadan kaldırmıştı. 2004 yılında Brezilya, devlet başkanı Lula da Silva’nın, göreve geldiği andan itibaren üzerine önemle eğildiği yoksulluk ve açlık problemlerinin giderilmesinde önemli adımlar atıldı. Bununla birlikte, ülke genelinde insani hak ve özgürlükler göz önüne alındığında, problem teşkil eden birçok alan tespit edildi. Bu alanlardan biri de, polis teşkilatının insan haklarını kısıtlayan ve özgürlükleri ihlal eden uygulamaları ve çocuklara yönelik şiddet içeren hareketleriydi. İnsan hakları alanında mücadele eden STK’ların dikkatini çeken bir mühim hak ihlali de basın özgürlüğü alanındaydı. Yerel basın tarafından ,hükümetindeki yolsuzluklar sebebiyle sürekli sıkıştırılan devlet başkanı Lula da Silva’nın hazırladığı, basını sıkı denetime sokup, gazetecilere meslekten men cezası getirebilecek tasarı, ifade özgürlüğünü kısıtladığı için birçok basın ve sivil toplum kuruluşundan tepki aldı. Ayrıca kapatılan radyo istasyonları, öldürülen ve mahkum edilen gazeteciler de göz önüne alındığında, 2004, Brezilya yerel basını için zor geçen bir yıldı. VENEZUELA 2004 yılı Venezuela’da, politik baskıların, işkence olaylarının, ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamaların, asker ve polis baskılarının ve genelde yoğun insan hakları ihlallerinin 26 yaşandığı bir yıl olarak geçti. Venezuela BM Daimi Temsilcisi Milos Alkala’ın ülkesindeki insan hakları ihlallerini protesto etmek amacıyla görevinden istifa etmesiydi. Başkan Hugo Chavez, Venezuela’da insan hakları ihlallerinin yaşanmadığını ve baskıcı bir hükümet olmadıklarını iddia etse de, şubat ayının sonunda yaşanan olaylar resmi görevlilerin insan hak ve hukukuna riayet etmediklerinin bir göstergesiydi. Hükümetin protesto edildiği olaylarda 14 insan ölmüş, 200 insan yaralanmış ve tutuklanan 500 den fazla göstericiye gözaltında kötü muamele ve işkence yapılmıştı. Venezuela ifade özgürlüğü kapsamında, çıkartılan Medya Yasası ile de gündeme geldi. BBC’nin yaptığı habere göre Hugo Chavez’in ,medyanın kalitesini yükselteceğini iddia ettiği yasa, ifade özgürlüğüne getireceği kısıtlamalar nedeniyle yerel medya ve STK’larca kınandı. Ayrıca yine ifade özgürlüğü alanında, birçok gazetecinin saldırıya uğraması, medya binalarına hasar verilmesi ve basın mensuplarına verilen hapis cezaları dikkati çekti. Siyasi olarak sürekli dalgalanmalar yaşayan Venezuela’da, Hugo Chavez’in referandumda büyük bir zafer kazanması sukunetin temini açısında önemli bir olaydı. İnsan haklarının Venezuela’da gelişmesi için bu olay bir ümit ışığı olarak görüldü. HAİTİ Geçtiğimiz yıl içerisinde, bölge ülkelerinden şiddetin en yoğun olarak yaşandığı ülkelerden biri olan Haiti’de, görevinden ayrılan eski devlet başkanı Aristide yandaşı güçler ile polis arasında yaşanan yoğun çatışmalar esnasında birçok sivil hayatını kaybetmiştir. Sokaklarda kaosun hakim olduğu ülkede resmi kurumlarda yaşanan otorite boşluğu, çatışmaların kontrol altına alınmasını güçleştirmiş ve masum sivillerin ölümüne neden olmuştur. Ülkede sükunetin sağlanması için her ne kadar yabancı askerlerden yardım alındıysa da, bu durum yağmalamanın ve güvenlik ile ilgili diğer sorunların çözüme kavuşturulmasında etkili olamamıştır. Cezaevlerinde gerçekleşen ölümlerin ve işkencenin devam ettiğinin gözlemlenmesi mahkumların can güvenliği olmadığının göstergesidir. Diğer yandan, ülkede yaşanan kasırga felaketi ertesinde meydana gelen sel taşkınlarına yeterli müdahale edilememesi sonucu temiz su ihtiyacı ve beraberinde yaygın hastalıklar artış göstermiş, halkın sağlık koşulları önemli ölçüde olumsuz etkilenmiştir. Genel anlamda ülkede süregelen hak ihlalleri, kısa süre içerisinde insan hakları alanında yapıcı adımlar atılmasını gerekli kılmaktadır. KOLOMBİYA Kolombiya, yaklaşık 40 yıldır süregelen iç savaşın etkisiyle bugün dünyada nüfusa oranla en fazla cinayetin işlendiği ülkelerin başında gelmektedir. Sivil halk, bir yandan güvenlik 27 güçleri tarafından gerilla olma şüphesi üzerine haksız gözaltılar ve işkenceye maruz kalırken, diğer yandan zaman zaman gerillalarca kendilerine destek verilmediği gerekçesi ile kaçırılma ve öldürülme tehdidi ile iç içe yaşamaktadır. Sene içerisinde birçok insan hakları savunucusu, gazeteci ve gerillalarla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle birçok köylü kaçırılmış, tehdit edilmiş, işkenceye uğramış ve nihayetinde öldürülmüşlerdir. Yaşam hakkının ihlali ülkede yaşanan en önemli hak ihlali olmakla birlikte kadın hakları ve haber alma özgürlüğünün kısıtlanması da ihlal edilen başlıca temel haklardır. Ülkedeki marksist gerilla grupların, aşırı sağcı örgütlerin ve güvenlik güçlerinin arasında kalan halkın bir diğer sorunu da yıllardır kadınlara karşı uygulanan cinsel şiddet olmuştur. Cinsel şiddete maruz bırakılan kadınlar çoğu zaman aileleri tarafından reddedilirken, gerekli tıbbi yardım alamamakta ve Kolombiya’lı otoriteler bu hak ihlallerini engellememektedir. UZAKDOĞU TAYLAND Ülkenin güneyinde yaşayan Müslüman gruplar ile Tayland polisinin arasında gerçekleşen çatışmalar 2004 yılına damgasını vurdu. Ocak ayından bu yana yaşanan çatışmalarda çok sayıda Müslüman protesto eylemleri esnasında Tayvan polisinin şiddetine maruz kalarak öldü, binlercesi tutuklandı, yüzlercesi polis konvoylarında havasızlık, sıkışıklık ve kötü muamele sonucu yaşamını yitirdi. Çatışmaların genelde Müslüman nüfusun fazla olduğu Yala, Narathimat ve Pattani’de yaşandığı görüldü. bombalanması Sıngai, sonucu Kolok çıkan ve olaylarda Narathimat 85 polis Müslüman karakol öldürüldü, ve noktalarının 3000’i hakkında soruşturma açıldı. Yıl boyunca haklarında soruşturma açılan Müslümanların çoğu suçsuz bulunarak serbest bırakılırken, bir kısmının yargısız infazlara tabi tutulduğu görüldü. Nisan-Mayıs aylarında cereyan eden çatışmalarda 78 kişi öldürüldü. 1300’ü gözaltına alınırken, 1000’den fazlası tutuklandı. Gözaltına alınan insanların oruçlu oldukları bilindiği halde havasız polis konvoylarında üstleri soyundurulup ,elleri arkadan bağlanma suretiyle 6 şar gruplar halinde üst üste dizilmiş olarak alındıkları ve yıl içinde sıkça görülen bu olaylarda en az 100 kişinin öldüğü bildirildi. Yüzlerce Müslüman zanlı öldürüldü. Bir çok ev yakılarak camiler basıldı. ‘Cuma olayları’ olarak bilinen Tayland askerlerinin bir cami kuşatması sonucu 32 kişinin öldürüldüğü çatışmalarda 317 Müslüman gözaltına alındı. Taylandlı askeri komutan 40’ı aşkın askerin cami kuşatmasında görevlendirildiğini itiraf etti. Olaylar Müslüman vaiz, din adamı ve sivil toplum kuruluşlarınca kınandı. Yine yıl içerisinde Pazar yerinde patlatılan bir bombayla çok sayıda Budist vatandaş hayatını kaybederken, bir lokantada 28 gerçekleşen bombalama eylemlerinde 14 kişi yaralandı. Tırmanan gerginlik çevre ülkelerince de endişeyle karşılanırken Endonezya, Tayland’ın Müslümanlara olan tutumunu 2.Dünya savaşı esnasında Nazilerin Yahudilere karşı olan tutumuna benzetti. Bölge dışındaki İslami cemaatler Tayland’ın Müslümanlara olan sert ve uzlaşmaz tavrının ABD ye karşı sempati kazanmak için takınıldığını , bunun arkasındaki esas gayenin ise ABD’den ‘serbest ticaret antlaşması’ koparmak olduğu görüşünde duruyor. İslami kuruluşlar ve Batılı kanallar hükümetin anlayışsız ve sorumsuz davrandığını ileri sürerken örnek olarak ölen Müslümanların tutanaklara geçmemesini veriyor. 2004 yılı içerisinde yargısız infaz ve ölüm cezaları görüldü. Fikri örgütlenmenin yasal olmadığı ülkede çok sayıda kişinin düşünce mahkumu olarak hapsedildi. Salgın hastalık ve yoksulluğun üst düzeyde olduğu Tayland da çocuk yaştaki kız çocuklarının fuhşa zorlandığı bildirildi. FİLİPİNLER Cumhuriyetle yönetilen ve darbeler ülkesi olarak tanınan ABD’nin sıkı müttefiklerinden Filipinler, Barış gücü olarak Irak da bulundurduğu çok sayıda askerini, verdiği ağır askeri kayıplar neticesi düzenlenen protesto ve yapılan siyasi baskı sonucu geri çekti. 2004 yılı içerisinde ise çok sayıda muhalif grup hükümeti protesto ederek, istifasını istedi. Bu olaylar kapsamında hükümeti istifaya çağıran bir grup asker de alışveriş merkezini 24 saat süreyle işgal etmişti. ‘Terörle mücadele’ adı altında çok sayıda Müslümancın haksız gözaltılara tabi tutulduğu belirtilirken, liderleri 2000 yılında öldürülen ve El-Kaide bağlantılı olduğu ileri sürülen EBU SEMYAF örgütüne bağlı oldukları düşünülen 4 Türk tutuklanmış, suçsuz olduklarına karar verilerek Nisan ayında serbest bırakılmıştı. 2004 yılında yargısız infazlar yaşandı ve çok sayıda insan devlet eliyle kaybedildi. Yıl içinde en az 10 gazetecinin öldürüldüğü ülkede basın özgürlüğünün tehlikede olduğu belirtildi. KUZEY KORE Kuzey Kore’de toplama kampları hala varlığını devam ettiriyor. Siyasi muhalifler başta olmak üzere bir çok Kore vatandaşının alındığı toplama kamplarında çocuk yaştaki mahkumlar da ağır çalışma koşullarına tabi tutuluyor. Ülkenin çeşitli yerlerinde sayıları en az 30 olan toplama kamplarında insanlar, arasında siyasi yönetimden şikayetçi olma ve Hıristiyanlığı kabul etme gibi suçlarla tutulmaktadır. Suçlu insanların çoğu aileleri ile beraber kamplara gönderilirken , bu insanların çoğunun gaz odalarında tutuldukları, işkence altında kalıp ağır işlerde bulunduruldukları, kobay olarak deneylere maruz tutuldukları bildiriliyor. 29 Bu kamplardan firar etmeyi başarabilmiş insanlar Çin üzerinden Güneye geçmeye çalışırken çoğu Çin Büyük elçiliklerinde tutulduktan sonra Kuzey Kore’ye geri gönderiliyor. Bu çerçevede 2004 yılının ilk altı ayında en az 760 kişi Güney Kore’ye geçiş yaptı. 2004 yılı içerisinde birçok haksız gözaltına alma eylemlerinin gerçekleştiği K.Kore’de düşünce özgürlüğü ve örgütlenme ise devletçe yasaklanmış durumdadır. Medya hükümetin bir propaganda aracı olarak varlığını sürdürürken K.Kore içerisinde tarafsız ve aydınlatıcı haber yapılmamaktadır. GÜNEY KORE ABD’nin Kuzey Kore’ye karşı yanında olduğu Güney Kore 2004 yılı içerisinde yaptığı nükleer denemelerle insanlığın gidişatı adına tedirginlik uyandırdı. Uzmanlar G. Kore’nin denemelerinin maddi yönden bakıldığında İran ve K. Kore’nin nükleer denemeleri ile kıyas edilemeyecek tarzda iddalı olduğunu ileri sürdüler. 2004 yılı içerisinde terör saldırıları olabileceği şüphesi ile ülkede güvenlik önlemleri arttırıldı. El-Kaide ile bağlantılı olduğu düşünülen pek çok sayıda eve baskın düzenlenerek, çok sayıda insan alıkonuldu. Bazıları serbest bırakılırken bir çoğunun mahkemesiz olarak gözaltında tutulmaya devam edildiği belirtildi. Yine yıl içerisinde Irak’a gönderilen askerlerin geri çekilmesi için bir araya gelen çok sayıda eylemcinin polisin şiddet ve ağır muamelelerine maruz kaldığı görüldü. ENDONEZYA Yıl içerisinde Ace bölgesinde gerginliği tırmandırıcı olaylar yaşandığı gibi yabancı ülke büyükelçiliklerine bombalı saldırılar gerçekleşti. 'Terörle Mücadele ' yasası kapsamında birçok eve baskın yapıldığı, yüzlerce Müslümancın gözaltına alındığı bildirildi. Yargısız infazların yıl içerisinde sıkça görüldüğü Endonezya’da mahkemelerin bu konuda verdiği beraat kararlarının haksız olduğunu düşünen protestocu gruplar ile polisler çatıştı. Yüzler protestocu bu nedenle şiddet ve işkenceye maruz kaldı. Geçen yıl 23 göstericinin öldürülmesinden yargılanan kişilere verilen beraat kararı dikkat çekicidir. Yine yıl içerisinde terörle mücadele kapsamında tutuklanan 37 Müslüman çıkarıldıkları mahkemece suçsuz bulunarak serbest bırakıldı. Yıl içerisinde çok sayıda insan düşünce suçlusu olarak hüküm giydi. KAMBOÇYA Sağlık sisteminin iflas noktasında olduğu ülkede her 1700 hasta başına bir doktor düşerken, 2004 yılında AIDS ve HIV vakalarında çok sayıda insan hayatını kaybetti. 30 Bir çok kişi işkence gördü. İfade özgürlüğünün kısıtlandığı ülkede yıl içerisinde basına yönelik baskıların artma gösterdiği görüldü. Çok sayıda faali meçhul cinayetlere tanık olundu. LAOS 2004 yılının Mart ayında BM ile yapılan görüşmelere Potent-Lao hükümetinin Hmong insanlarına karşı uyguladığı etnik temizlik ve kötü muamele damgasını vurdu. 1975’den bu yana kendilerine öngörülen sık ormanlık alanlarda yaşam mücadelesi veren Hmong insanlarının çoğunun devlet eliyle eğitim kamplarına gönderildiği belirtiliyor. İnsan hakları örgütlerine göre Yaisamboun bölgesindeki Yineg Khouong eyaletinde soykırıma tabi tutulan bu insanların ABD ve BM tarafından kendi hallerine bırakıldıkları belirtilirken, ABD büyükelçiliğinin soykırımla ilgili bilgi ve belgeleri sakladığı BM’nin ise yeterli ilgi göstermediği ileri sürülüyor. 2004 yılı içerisinde çok sayıda insanın düşünce suçlusu olarak hüküm giydiği ülkede polisin ceza evindeki insanlara karşı şiddet uyguladığı belirtildi. VİETNAM İfade özgürlüğünün kısıtlandığı Vietnam’da 2004 yılı içerisinde çok sayıda İnternet kullanıcısına siyasi muhalif olduğu gerekçesi ile ceza verildi. Bu yıl içerinde çok sayıda ölüm cezası verildi ve keyfi gözaltılar da bulunuldu. Fuhşun neredeyse meşru görüldüğü Vietnam’da, illegal çetelerce kaçırılarak hayat kadınlığına zorlanan çocuk yaştaki insanlar ise Vietnam’da yaşanan hala mühim bir insanlık dramıdır. MALEZYA Malezya’nın çeşitli bölgelerinden yargısız infaz ve keyfi gözaltı haberleri alındı. Bir çok tutuklunun cezaevlerinde işkenceye maruz kaldıkları belirtildi. Pek çok vatandaşın mahkemeye çıkarılmaksızın gözaltında tutulduğu belirtildi. Bu yıl içerisinde bir çok yayın organı çeşitli cezalara çarptırıldı. 1998’de 15 yıl hapse mahkum edilen Enver İbrahim çıkarıldığı mahkemece suçsuz görülerek serbest bırakıldı. JAPONYA Salgın hastalıklarla boğuşan Japonya da yaklaşık 1000 adet HIV virüsü vakıasına rastlanıldığı belirtildi. Bir çok vatandaş ölüm cezası aldı, bir çoğu da kötü cezaevi şartlarında işkencelere maruz bırakıldı. Yıl içerisinde hükümetin bazı eylemlerinin karşısında yer alan protestocu gruplara karşı şiddet kullanıldı. 31 ÇİN Çin ülke içerisinde hem bölgesel ayrıkçı olarak tanımladığı gruplara hem kendi vatandaşlarına karşı uyguladığı hak ihlalleri ile kötü bir tablo sergilemeye devam etti. Çin’de her yıl yüzlerce idam ve işkence vakasına rastlanmaktadır. Çin’de insan hakları ihlallerine maruz kalan kesimin başında çoğunun hiçbir sosyal güvenceye sahip olmayan işçilerdir. Çocuk yaştaki işçilerin ailesini geride bırakarak ülkenin kuzeyinde bulunan fabrikalarda çalışması Çin’de iş yerlerinde izinsiz olarak günde 16 saat çalışan işçiler tazminatsız bir şekilde kovulma riski de taşıyor. Yaklaşık 10 yıldır zam almayan işçiler yine aynı sebepten dolayı itiraz dahi edemiyorlar. Özelleştirme sonucu nedensiz olarak tazminatsız işten çıkartılan işçilerin protestoları son zamanlarda belediye memurlarının da katılımı ile gerçekleştiriliyor. Protestolar esnasında polislerle çatışarak gözaltına alınan işçi liderleri yargılanarak ağır cezalara çarptırılıyor. Vatandaşlarına yönelik baskıcı tavrını her alanda hissettiren Çin’de görülen ihlaller için sokağa çıkmak ardınca verilecek ceza ve yapılacak işkenceler düşünüldüğünde imkansız. Çin’de iktidarı elinde bulunduran Çin Komünist Partisi siyasi örgütlenmelere karşı yasal yaptırımlar uygularken, bu nedenle hüküm giymiş 30 kişi hala cezaevinde bulunuyor. Aynı konu çerçevesinde 1998 tutuklanarak 11 yıla mahkum edilen Çin Demokrasi Partisi kurucularından Wang Youcai ise 2004 Mart ayında serbest bırakıldı. Yine bu yılın Nisan ayında İnternet üzerinden Çin hükümet ve gücünü küçük düşürücü mesajlar yayınladığı gerekçesi ile 39 yaşındaki bir Çin vatandaşı tutuklandı. Aynı suçtan yargılanan bir Çinli ise tutuklandıktan 1 yıl sonra serbest bırakılmıştı. Şubat-Ağustos ayları arasında 1600 İnternet kafenin de kapatıldığı belirtildi. Çin 2004 yılı çerçevesinde casusuluk yaptıkları iddiasıyla birçok ülke vatandaşları aleyhine açtığı davalar sonucu çeşitli ölüm ve hapis cezaları verdi. Bunlar arasında Mart ayında İngilizler lehine casusluk yaptığı iddia edilen bir Çin vatandaşı , Mayıs ayında Amerikan asıllı devrimcilere verilen 5 er yıllık hapis cezası ve yine Mayıs ayında Tayvan’a casusluk ettikleri gerekçesi ile idam edilen 2 kişi var. Çin parlamentosuna bağlı İnsan Hakları Komisyonu insan hakları ihlalleri ihbarları konusunda yavaş uygulamalarının hareket etmektedir. iyileştirilmesi için Bir çıkarılan çok Anayasa yasaların uzmanı insan hakları uygulanmadığından şikayet etmektedir. Çin hükümeti her tür haber ve yayını denetleniyor. 1997 yılında tekrar Çin’in yönetimine giren Hong Kong bölgesindeki medya "milli güvenlik "yada "siyasi istikrar"ı koruma gerekçeleri ile sansürlenmekte ve bunun sonucu olarak bu kurumlar bağımsızlığını kaybetme riski ile karşı karşıya bulunmaktadır. Aleyhte yayınlara müsamaha göstermeyen hükümet, bir çok basın yayın kurumunu baskı altına aldığı gözlenmiştir. Örneğin; Çin hükümeti, Hong Konglu bir radyo spikerini kışkırtıcı yayın yaptığı gerekçesi ile görevden aldı. 32 Doğal afetler , gelir dağılımındaki dengesizlikler artan siyasi baskılar, haber alma özgürlüğü alanındaki problemler ve bozulan toplumsal ahlak sonrası görülen tecavüz vakıaları sonucu çok sayıda Çinli ülkeyi terk ediyor TİBET VE TAYVAN 1949 da kendini milliyetçi olarak tanımlayan kişilerce Formoza adasında kurulan bir devlet olan Tayvan o günden bu yana uluslararası arenada Çin hükümetince tanınma mücadelesi veriyor. Tayvan boğazının iki yakası arasında bağımsızlık hareketleri nedeniyle gerginlik tırmanıyor. Çin, Tayvanlı gruplara karşı her tür baskı ve işkence yöntemlerini kullandığı gözlenmektedir. Çin yönetimi, eleştirilere rağmen bu politikasından ödün vermiyor. Çin yönetimi, iktidara veya ulusal güvenliğe tehdit olarak gördüğü her türlü dini , sosyal ve siyasi örgüte karşı savaşacağını belirtmektedir. Çin, Tibet’te bağımsızlık için sürdürülen direnişi kırmak için baskı yoluna gitmektedir. Tibetli eylemciler ise açlık grevi ve kendini yakma gibi eylemlerle dünya kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışmaktadır. Bu yıl içinde başlatılan açlık grevinin neticesi olarak yıl içerisinde yirmiye yakın insan öldü. Çin makamları, Tibet’in ruhani lideri Dalai Lama’nın tutuklu bulunan Tibetli vatandaşların serbest bırakılması talebini ret ett. Çin, Tibet’in öz kültürünü yok etmekle suçlanıyor. DOĞU TÜRKİSTAN 1949 yılında Çin’de vuku bulan Komünist İhtilalinden bu yana Doğu Türkistan’da insan hakları ihlalleri ve baskı devam ediyor. D. Türkistanlı Türklerin bir çoğu artan baskılar neticesinde dış ülkelere göç etti. Çin, özellikle Sincan bölgesinden kaçan Uygurları iade etmeleri için kabul edildikleri ülkelere baskı yapmaktadır. Çin’den göç eden Uygurlar, "ayrıkçı " oldukları gerekçesi ile gözaltına alınmaları ve işkence görmeleri nedeniyle ülkelerini terk ettiklerini söylemektedirler. Mart ayında Uygur Türklerinin durumunu Avrupa Birliği Kadın Komisyonuna ve ABD Kongre Araştırma Servisine aktaran Uygurlu bir iş kadını olan Rabia Kadir ayrılıkçı ve terörist suçlaması ile tutuklandı. Son üç yılda binlerce Uygur vatandaşı "terörizmle mücadele "adı altında öldürüldü. Bunun yanında çok sayıda okul ve camiyi kapatan Çin yönetimi birçok din adamını ve sivili idam etti. Ayrıkçı ve terörist suçlamaları ile din adamlarının evlerine baskınlar düzenlenmekte, gözaltına alındı. “Terörist” grupların lideri olduğu ileri sürülen Türkistanlıların suikastlar sonucu canını kaybetti. Köylere ve camilere baskınlar artmakta, camilerde ibadetin engellenmesi nedeniyle birçok küçük çaplı çatışmalar yaşandı. Haberlerinin sansürlenmesi ve basının susturulmasından dolayı Doğu Türkistan sesini dünyaya duyurmakta güçlük çekiyor. Özellikle son zamanlarda Doğu Türkistan’ın genelinde görülen doğal afetler; sel ve depremler sırasında Çin hükümetinin Doğu 33 Türkistan yardımsız ve ilgisiz bırakılırken halkın bu durumdan haberdar olması mümkün olmadı. Aynı ilgisizlik Doğu Türkistanlı SARS hastaları vakasında da gözlemlendi. Doğu Türkistan’da görülen tüm hak ihlallerine karşı kayıtsız kalmayı kendi milli menfaatleri olarak gören dünya ülke liderlerinin tavırları ise sorgulanmayı bekliyor. AFRİKA KITASI BURUNDİ Orta Afrika’nın en karmaşık bölgesinde bulunan Burundi, Zaire ve Ruanda’nın da içinde bulunduğu bir çatışma bölgesinin ortasında bulunmaktadır. Ülkede yaşayan Hutu ve Tutsi kabileleri arasında yaşanan gerginlik 1994 yılında Tutu kabilesine mensup kişilerin katledilmesinden sonra 2004 Ağustos ayı içerisinde 150 Tutu kabilesine mensup kişilerin Hutu gerillaları tarafından öldürülmesi ile daha karmaşık bir durum haline gelmiştir. Bu çatışma ortamında başta siviller ve çocuklar olmak üzere ülkenin bir çok kesimi olumsuz yönde etkilenmektedir. Hükümetin çatışmaları önlemekteki başarısızlığın ana sebebi sorunun üç ülkeyi de kapsaması olarak tanımlanmaktadır. Bu çatışma sorunundan sonra insan hakları açısından en büyük sorun çocuk askerlerin hala resmi ordunun içinde bulunması gelmektedir. Ülkenin içinde bulunduğu kaos sonucunda ekonomik durum da olumsuz yönde etkilenmektedir. Hükümet politikalarının bu yönde eleştiriye tabi tutulmasının sonucunda ise genelde sendika yöneticilerine yönelik baskı artmaktadır. 2004 yılı içerisinde düzenlenen sendika mitingleri sonucunda 2 sendika lideri tutuklanmıştır. Yine aynı kaos ortamı ülkede iç karışıklıklara neden olmuş ve halkın sosyal ilişkilerine de sirayet etmiştir. Afrol News kaynaklı haberler ülkede saldırganlar tarafından işlenen tecavüz ve gasp suçlarının arttığını göstermektedir. RUANDA Burundi ve Zaire sınırındaki Tutu kabilesine mensup kişilerin 1994 yılı boyunca Rwanda ve Burundi’de katledilmesinden sonra ülkede yargılamalar devam ediyor. Özellikle Hutu Milli Özgürlük Gücü (National Liberation Force) taraftarlarının Rwanda askeri ve devleti tarafından desteklenmesi iddiaları devam etmektedir. Bu sorun etrafında BM tarafından kurulan Uluslararası mahkeme 1994 katliamına destek verme iddialarından eski Maliye ve Eğitim bakanlarının tutuklanmalarına karar verdi. Bu kişilerin ömür boyu hapis cezasına çarptırılmaları da olayın Rwanda açısından önemini göstermektedir. Ayrıca ülkede AIDS vakaları da yaygınlaşmaktadır. 1994 yılındaki katliam sonucunda 95.000 çocuk öksüz kalmıştı. Bunun devamı olarak 1994 yılında 250.000 ila 500.000 34 tecavüz vakasının yaşanması da 1994 sonrası AIDS’in yayılmasını etkilemiştir. Bu konu ile yargılamalar da halen devam etmektedir. Rwanda’da devam eden yargılamalar bir takım iç karışıklıkları da etkilemiştir. Hükümetin politikalarını eleştiren TV ve Radyo muhabirleri hakkında yargılamalara başlanmıştır. En son Radyo Raunda muhabiri Dominique Makeli 10 yıllık hapis cezasına çarptırılmıştır. Bunun yanı sıra Uluslararası mahkemede görev alan avukatların da tehdit aldığı gelen haberler arasındadır. ZAİRE (DEMOKRATİK KONGO CUMHURİYETİ) Afrika’nın Sudan’dan sonra en büyük yüzölçümüne sahip olan ülkede iç çatışmalar halen devam etmektedir. Bağımsızlık sonrasında bazen iç savaş niteliği kazanan bu çatışmalar ülkenin komşuları ile de bir çıkar çatışmasına girmesine sebep olmuştur. Ülkenin dört bir tarafından düzenli olarak çatışma ve ölüm haberleri gelmeye devam etmektedir. 2004 yılı içerisinde Nisan ayında çatışmalar sonucunda ülkenin kuzey bölgesinde 25.000 kişi evsiz kalmıştır. İç çatışma ortamından kaynaklanan her türlü sosyal sorun özellikle çocuklar üzerinde etkili olmaktadır. Ayrıca basın mensuplarına yönelik ihlaller de devam etmektedir. Bir çok basın mensubu radyo veya televizyonlarda yaptıkları açıklamalarla çatışma halindeki herhangi bir tarafı desteklemek iddiaları ile yargılanmakta veya gözaltına alınmaktadır. Kinshasa’da yayınlanan Daily Champion adlı bir gazete haberine göre iki gazeteci Zaire askerlerince tutuklanmıştır. EKVATOR GİNESİ Afrika’nın petrol zengini olan ülke Teodoro Obiang Nguema tarafından yönetilmektedir. Özgürlük alnının kısıtlanması ülke içinde muhalif bir kanadın oluşmasına yol açmıştır. 24 Şubat 2004 tarihli Afrol news kaynaklı bir habere göre 100’ün üzerinde muhalif kişi Bata mahkemesi tarafından 6 ila 30 yıl arasında hapis cezasına çarptırılmıştır. Bu tutuklamalar halen radyo ve televizyonlar üzerinden devam etmektedir. Bu yolla ülkede haber alma ve habere ulaşma noktalarında büyük bir sıkıntı ile karşılaşılmaktadır. 9 Mart 2004 tarihli IFEX kaynaklı diğer bir habere göre Radio France Internationale muhabirlerinin hükümet tarafından düzenlenen bir konferansa girmeleri engellenmiştir. Ülke’de yaşanan bu otoriter rejim sebebi ile ülke insanları ile ilgili tarafsız habere ulaşmak imkansız hale gelmektedir. Bunun sonucu olarak asıl korkulan ise yaşanan insan hakları ihlallerinin tamamen uluslararası kamuoyuna yansımamasıdır. KENYA Doğu Afrika sınırında Etiyopya ve Somali ile komşu olan Kenya Orta Afrika’nın iç karışıklık bakımından en sorunlu ülkelerinden biridir. Siyasi çatışmalar üniversite öğrencilerini de etkilemekte ve ülkede bulunan çeşitli üniversiteler yılın belli aralıklarında öğretime ara 35 vermek zorunda kalmaktadır. Yıllar süren çatışmaların ardından ekonomik olarak zayıflayan ülke de bu sorun gittikçe önemli boyutlara ulaşmaktadır. Ülke’de muhalif tarafların siyaset yapması değişik şekillerde engellenmektedir. Mayıs ayı içerisinde halka açık iki büyük miting polis tarafından engellenmiştir. Ağustos ayında muhalif kanat tarafından gerçekleştirilen bir miting sırasında polis kalabalığın üzerine ateş açmış ve bunun sonucunda bir çok kişi hayatını kaybetmiştir. Ayrıca ülke genelinde tutuklamalar ve göz altına alınmalar da devam etmektedir. Ekonomik bakımdan gittikçe fakirleşen ülke’de bu duruma bağlı olarak değişik insan hakları ihlalleri de gözlemlenmektedir. 10’lu yaşlardaki gençlerin para karşılığı tetikçi olarak kullanılmaları söz konusudur. Yine bu durumla ilgili olarak yerel bir haber ajansından geçen haberde ekonomik durumlarının elverişsizliğinden okul ücretlerinin ödenmemsi ile sosyal bunalıma neden olmaktadır. NİJERYA Afrika’nın en kalabalık ülkesi olan Nijerya aynı zamanda dünya petrol rezervlerinin önemli bir kısmına sahiptir. Bağımsızlık öncesi ülke içinde etnik ve dini ayrışmalar ve çatışmalar bağımsızlık sonrasında da devam etmiştir. Bugün Nijerya, dini olarak kuzey-güney etnik olarak ise kuzey-güney-doğu ve batı olarak ayrılmaktadır. Bu sebeple ortak hükümet çoğu zaman aldığı kararları her bölgeye beğendirememektedir. Ülke’de devam eden etnik ve dini çatışma ortamı 2004 yılı içerisinde de durulmamıştır. Farklı etnik ve dini grupların çatışmaları sonucu bir çok sivil hayatını kaybetmekte, temel sosyal ve ekonomik haklardan mahrum kalmaktadır. Çatışmalar sonucu hayatını kaybeden insanların sayısı yüzlerle ifade edilmektedir. Yaz ayları içerisinde yaşanan petrol krizi bölgede yaşanan çatışmaların nedenini ile ilgili ip uçlarını veriyor. Sendikalar tarafından başlatılan grev çağrısı hükümet ve sendikalar arasında bir gerileme sebep olmuştur. Ülke çapında devam eden olağanüstü durum işkence ve siyasi suikast iddialarını da gündeme getirmiştir. Merkezi hükümet bu iddiaların soruşturulması ile ilgili olarak olumlu bir tavır alsa da işkence devam etmektedir. Cezaevlerindeki işkence iddiaları dolayısı hükümet Cezaevi gözlem komitesi kurmuştur. Basın mensupları da işkenceye maruz kalmaktadır. Özellikle Mart ayı içerisinde gerçekleştirilen yerel seçimler öncesi siyasi suikastler de bir artış gözlemlenmiştir. Demokratik Halk Partisi (People’s Democratic Party)’nin önemli isimlerinden birisi ve Kogi State yerel hükümet sözcüsü öldürülmüştür. UGANDA Uganda Afrika’nın orta bölgesinde Kenya, Sudan, Raunda ve Zaire ile komşu olan bir ülkedir. Ülkenin jeopolitik konumu içinde bulunduğu kaos ortamının da sebebi sayılabilir. Komşu ülkelerin hemen hemen tamamında devam eden çatışma ortamı Uganda’yı içine 36 alan bir çıkar çatışmasına dönmüş durumdadır. Ülkenin en temel çatışma konusu LRA(Lord’s Resistance Army) ile UPDF(Uganda Peoples Defence Force) arasında yaşanan sorunlardır. UPDF Uganda’nın resmi askeri birimi olarak özellikle ülkenin kuzey bölgelerinde LRA ile çatışmalara girmektedir. Joseph Kony liderliğinde hareket eden LRA Uganda’nın içinde ve dışında bir çok eylem düzenlemiştir. Ocak ayı içerisinde 17 kişinin ölümü ile sonuçlanan bir eylem yalnızca bunlardan biridir. Ayrıca Uganda LRA’nın faaliyetlerinin güney Sudan’da devam ettirmesi dolayısı ile komşusu ile sorunlu bir dış politika yapmak zorunda kalmıştır. Bu çatışma ortamı Yoweri Museveni tarafından tek parti tek başkan usulü ile yönetilen Uganda’da muhalefetin artmasına neden olmuştur. Uganda hükümeti ise bu muhalif hareketlere cevap olarak genellikle baskı metotlarını kullanmıştır. Uganda güvenlik güçleri Mart ayı içinde muhalifleri desteklediği iddia edilen bir çok kişiyi gözaltına almış ve gizli operasyonlar düzenlemiştir. Çatışma ortamı ülke içinde askeri bir yönetim oluşmasına sebep olmuş ve askerler hakkında öldürme ile ilgili iddialar ortaya çıkmıştır. 11 Kasım 2004 kaynaklı Monitor gazetesi 14 yaşında bir çocuğun bir asker tarafından öldürüldüğünü bildirmiştir. Radyo ve televizyon yayınlarının durdurulması ve gazete muhabirlerinin gözaltına alınması da hükümetin muhalif bir ses istemediğini göstermektedir. 8 Ağustos 2004 tarihli New Vision kaynakli bir habere göre 4 radyo ve 1 televizyon kapatılmıştır. Gazete muhabirleri hakkında ajan suçlamaları ile yargılamalara da devam edilmektedir. Bununla beraber IFEX‘ten elde edilen bir mahkeme sonucunda hükümet yalan da olsa kendi görüşlerine uygun haber yayını yapan gazete ve televizyonların ifade özgürlüğü olduğu gerekçesi ile cezalandırılamayacağını bildirmiştir. Uganda Afrika’da AIDS’in en yaygın olduğu ülkedir. Uluslararası yardım kuruluşlarının desteği ile devam eden çalışmalar sonucunda önlenemeyen yükseliş devam etmektedir. Cezaevleri’nin kötü koşulları da ülke’de tartışma konusu olmaktadır. Mahkumların işkence şikayetleri devam etmektedir. Bununla birlikte, cezaevlerinin kötü koşulları dolayısı ile AIDS vakalarında artış gözlemlenmiştir. ÇAD Orta Afrika’nın kuzeyinde bulunan ülkenin insan hakları konusunda en temel sorunu mültecilerdir. Özellikle 2004 yılı içerisinden Sudan’ın Darfur bölgesinden gelen mültecilerin durumu belirsizliğini sürdürmektedir. Çad hükümeti çatışmalar devam ettiği müddetçe sınırları içindeki mültecilerin dokunulamaz olduğunu açıklamıştır. Uluslararası yardım kuruluşları ve BM yardımları gelmeye devam etmektedir. Ancak kurak bir iklime sahip bölgede özellikle su sıkıntısının yaşandığı ve stokların yetersiz kaldığı gelen haberler arasındadır. 37 ERİTRE 1993 yılında bağımsız bir devlet olarak Etiyopya’dan ayrıldı. Bağımsızlık sonrası Etiyopya ile yaşanan sınır sorunu hala devam etmektedir. Ekonomik olarak dışa bağımlılığı olan ülkede BM’in raporuna göre 1.9 milyon kişi açlık tehlikesi ile karşı karşıyadır. Yönetimin baskısı altında bulunan ülkede özellikle basın mensuplarının göz altına alınması ve muhalefete izin verilmemesi diğer bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Afrika İnsan Hakları Komisyonu’nun Eritre’yi insan hakları ihlalleri konusunda uyardı. Eritre’de 11 siyasi mahkum herhangi bir sorgulama ve yargılama olmaksızın gözaltında tutulmaktadır. Ayrıca din özgürlüğü konusunda da uyarılar almaya devam etmektedir. SOMALİ Ülke’de bağımsızlık sonrası yaşanan iç karışıklıklar devam etmektedir. Genelde ülkenin güney bölgesinde etkisini gösteren çatışmalar sonucu bir çok sivil ve çocuk hayatlarını kaybedip evsiz kalmaktadır. Haziran ayı içerisinde Bulo HAWA kentinin güneyinde iki grup arasında çıkan çatışmalar sonucunda 60 kişi hayatını kaybetmiştir. BM tarafından yapılan açıklamalara göre 2.500 kişi evsiz kalmıştır. Ülkenin güney bölgelerinde çatışmalar devam etmektedir. Eylül ayı içerisinde “El Cumhuriyet” gazetesi editörü Hasan Said Yusuf polis tarafından gözaltına alınmış ancak 5 gün sonra serbest bırakılmıştır. Basın ve yayın kuruluşları üzerinde baskılar devam etmektedir. FAS Fas’ta insan hakları ihlalleri konuları arasında siyasi mahkumların durumları önde gelmektedir. Bununla birlikte, ünlü siyasi mahkumların da içinde olduğu 25 mahkum serbest bırakılmıştır. Ancak ülkede halen çeşitli İslamcı gruplar üstünde baskıların devam ettiği dile getirilmektedir. İfade özgürlük konularında da ihlallerin devam ettiği gelen haberler arasındadır. Akhbar al-Ousbouaâ adlı haftalık derginin editörü Anas Tadili 6 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. CEZAYİR Abdulaziz Bouteflika’nın liderliğinde yönetilen Cezayir’de 8 Nisan’da düzenlenen seçimler öncesinde yayın ve basın özgürlüğü ihlalleri göze çarpmaktadır. Uzun Fransız sömürgesinin etkilerinin zaman zaman gözüktüğü ülkede seçimler öncesinde Muhammed Benchicou tarafından yayınlanan ve mevcut yönetimi eleştiren kitap hükümetin ve polisin baskısıyla karşılaşmıştır. Ayrıca 2004 yılı içerisinde IFEX ve Sınır Tanımayanlar örgütü tarafından yayınlanan haberlere göre de basın ve gazete muhabirleri üzerinde uygulanan 38 baskılar da devam etmektedir. Cezayir’de çatışmalar hala sürmektedir. Siyasi partiler hala özgürce örgütlenemektedir. LİBYA Sudan’ın Darfur bölgesinden gelen mülteciler ve mültecilerin durumu ile ilgili belirsizlikler devam etmektedir. Ülkede bulunan diğer mülteciler de Eritrelilerdir. Libya Eritreli mültecilerin giriş ve çıkışı ile ilgili zorluklar çıkarmaktadır. Ayrıca basın özgürlüğü konusunda da ihlaller gözlemlenmektedir. Al-Zahf al-Akhdar adlı gazete Ocak ayı içerisinde bir haftalık yayın durdurma cezasına çarptırılmıştır. TUNUS Tunus’ta kişi özgürlüğüne ve güvenliğine yönelik ihlaller diğer alanlarda yapılan insan hakları ihlallerinin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Önceliği olmaksızın bütün muhalif kesimlerde görülen kişi özgürlüğüne yönelik ihlaller mahkumların şahıslarına yönelik ihlaller olmaktan çıkıp ailelerine kadar uzanmaktadır. Semiyar İsevi, Tunus’ta bir devlet memuru iken 1993 yılında gözaltına alınmış ve belirli aralıklarla tutulup salınarak psikolojik baskı uygulanmıştır. Daha sonra da karısına kocasından boşanması için baskı yapılmış ve gözaltına varana kadar bu zorlamalar devam etmiştir. Nebil Vair, Nahda mensubu olması gerekçesi ile gözaltına alınarak hücre hapsine atılmış ve bu hücre hapsi sırasında tecavüz ve darp olayları yaşanmıştır 15 Ocak 2004 tarihinde haftalık yayınlanmakta olan “KELİMA” gazetesi hükümet tarafından kapatılmış ve İnternet sitesi bloke edilmiştir. Bir çok gazete ve derginin de halen tehdit altındadır. Ayrıca Arapça yayın yapmakta olan muhalif El Mustakbel gazetesinin de seçimler öncesi yayını durdurulmuştur. Başörtüsü ile sokaklarda dahi gezmek yasaktır. Başörtüsü takmak 1990 yılında Bourgiba tarafından resmen yasaklanmıştır. 2000’li yıllarda ise sokakta, caddelerde başörtüsü ile gezenlerin daha fazla sayıda olduğu gözlemlenmiştir. Bu durum ülke içinde tartışmalara yol açmıştır.Başörtüsü yasağının temel dayanaklarından biri, siyasi bir suç olarak görülmesi değil, başörtüsü takan ve takmayanlar arasında ayrımcılık yapmamaktır. ANGOLA 1975’te Portekiz sömürgesi olmaktan kurtulup bağımsızlığını kazanmasından sonra değişik anti-sömürgeci gruplar arasındaki çatışmaların ve müdahil dış güçlerin beslediği, aralıklarla süregelen bir iç savaş ortamının yaralarını sarmaya çalışan Angola’da, hükümeti oluşturan MPLA (Angola Özgürlük Hareketi) ile muhalefeti temsil eden UNITA (Angola Tam Bağımsızlık Cephesi) arasında varılan ve 1998’de başlayan son şiddet 39 halkasını durduran 2002 yılındaki barış anlaşmasından bu yana insan haklarının iyileştirilmeler gözlenmektedir. Sıcak çatışmanın durması başlı başına önemli bir gelişme olmakla beraber, 2004 yılında öne çıkan ve insan hakları alanında yapılması gereken daha çok şeyler olduğunu gösteren bazı başlıklar şunlar: Muhalif basınına yönelik baskılar (Nisan ayında haftalık "Semanario Angolense” dergisinin editörü Felisberto de Graça Campos, bazı hükümet üyelerinin servetlerini araştıran yazı dizisinden ötürü 45 günlük hapis cezasına çarptırıldı.), ülkenin kuzeyindeki elmas madenlerinde çalışan Kongo’lu göçmenlere yönelik polisin kötü muamelesi, iç savaş günlerinden kalan ve halen can kayıplarına neden olmaya devam eden kara mayınları, ve temel bazı ihtiyaç maddelerinin sağlanamamasından kaynaklanan genel sağlık sorunları bulunuyor. ZAMBIA 1963’te sona eren İngiliz yönetiminden sonra önce Sovyet yanlısı daha sonra ise Batı yanlısı tek adam yönetimleri boyunca kötü idare edilmekten ve başarısız darbe teşebbüslerinden başını alamayan ülkede 2001 seçimleri sonrası erişilen dengeli parlamenter yapının ülkeyi fakirlik, AIDS ve dış borç gibi kronik sorunlarından kurtarması beklenirken, 2004’te öne çıkan insan hakları ihlalleri genellikle polisin kötü muamelesi (Kasım ayında başkent Lusaka’da polis merkezinde işkenceye maruz kalan iki şüphelinin durumları basına yansıdı.) ve basına yönelik baskılar oldu. (“Polis hakkında asılsız haber yapmak” gibi ülke yasalarında tanımı bile olmayan bir suçlamayla Radyo Chikuni çalışanları gözaltına alındı.) Bunun dışında, genç kızlar ve kadınlar arasında erkeklere göre çok daha yüksek oranlarda seyreden AIDS oranı ülkede kadınlara yönelik ayrımcılığın devam ettiğinin bir göstergesi. Başkan Levy Mwanawasa’nın 2003’te ilan ettiği kadınlara yönelik cinsel tacizlerin durdurulmasına yönelik programın başarılı olup olmayacağını ölçmek içinse henüz erken. MALAWI İngiliz yönetimini takiben 1964’ten 1994’e kadar 30 yıl boyunca ülkeyi yöneten Hastings Banda’nın yapılan ilk çok partili seçimde kaybederek iktidarı devrettiği Birleşik Demokrasi Cephesi (UDF), aradan geçen kısa sürede insan hakları alanında Banda yönetimiyle karşılaştırmayı imkansız kılacak bir çok reformu hayata geçirmekte başarılı oldu. Özellikle gözaltına alma ve tutuklama prosedürlerinde yapılan iyileştirmeler önemliydi. 2004 Mayıs seçimleri öncesindeyse UDF devlet televizyonlarından tek yanlı medya propagandası yapmak ve muhalefet gösterilerini şiddetle bastırmakla suçlandı. (Seçimlere iki hafta kala göz altındayken polis raporuna göre “elbiseleriyle kendini asarak intihar eden” muhalefet yanlısı bir göstericinin ölümü basına yansıdı.) Seçim sonrasında da basına yönelik baskılar 40 ve yolsuzlukla mücadelede hukuki olmayan yöntemlerin kullanıldığı gibi ciddi iddialar gündemde. MOZAMBIQUE 1975’te Portekiz’den bağımsızlığın kazanılmasından sonra 1994’e kadar süren Güney Afrika ve Zimbabwe’nin de müdahil olduğu iç savaşı takiben yapılan seçimleri kazanan Mozambik Kurtuluş Cephesi (Frelimo) ile eski isyancı grup Mozambik Direniş Hareketi (RENAMO) arasındaki gerilimlerin siyaseti belirlediği ülkede, 2004 yılında, Ülkenin kuzeyinde ortaya çıkarılan organ ticareti yapan polis bağlantılı bir grup, ünlü gazeteci Carlos Cardoso’yu öldürmekten hükümlü Anibal dos Santos Junior’un Mayıs ayında yüksek güvenlikli hapishaneden ikinci defa kaçması ve evlerinde “devlet başkanına hakaret içeren” broşürler bulunduğu için hapse atılan insanlar. ZIMBABWE 1965’te İngiltere’den bağımsızlığını ilan ülke 1980’e kadar beyaz yerleşimcilerin yönetimi altında yaşadı. 1980’deki seçimleri kazanan ve halen başkanlık koltuğunda oturan Robert Mugabe yönetimine olan halk desteğinin, 2000 yılındaki parlamento seçimlerinde muhalefetin 120 koltuktan 57’sini kazanmasının da gösterdiği gibi erozyona uğraması, yabancı gözlemciler tarafından 2002’deki beyaz çiftçilerin topraklarının çoğunu müsadere edip siyah halka dağıtan toprak reformunun sebeplerinden biri olarak görülüyor. Aradan geçen sürede hükümetin iddiaları reddetmesine karşın, Af Örgütü, İnsan Haklarını İzleme Örgütü ve BM’nin Dünya Gıda Programı (WFP) gibi örgütler açlık oranlarının arttığını, ve bu artışta 2002’deki büyük kuraklıkla beraber, önceden beyazlara ait olan geniş tarım arazilerinin yeterli tecrübesi olmayan siyah halka dağıtılması sonucu üretimin düşmesinin de payı olduğunu raporlarında dile getirdiler. Yaklaşan 2005 seçimleri öncesi, Mugabe’de insan hakları gündemini şu konular oluşturdu: Devam eden açlık sonucu ölümler, nüfusun dörtte birini etkileyen yüksek AIDS oranı, polisin kanunsuz güç kullanımı (Eylül ayında başkent Harare dışındaki gecekonduların boşaltılması esnasında göz yaşartıcı bombalarının aşırı kullanımı sonucu ölen 10 kişinin isimleri açıkladı.), muhalefet partisi MDC’nin (Demokratik Değişim Hareketi) toplantılarının engellenmesi, akredite olmayan gazetecilere iki yıla kadar hapis cezası getiren yasa değişiklikleri, ve özellikle ülkedeki ihlallere dikkat çeken yabancı STK’ları hedefleyen yasa tasarısı. Bir taraftan uluslararası kuruluşlar hükümetin 2004 yılındaki hasatın beklenenin üzerinde olduğunu söyleyerek gıda yardımı almayı reddetmesinin üzerinde dururken, diğer taraftan hükümetin AIDS’le savaşmak için Global Fon’a (The Global Fund to Fight AIDS, Tuberculosis and Malaria) yaptığı başvurunun reddedilmesi, ve kararın politik olduğu iddiaları da 2004 gündemini oluşturan maddelerdendi. 41 BOTSWANA 1966 yılında bağımsızlığını kazanan, bazı komşuları gibi ciddi bir beyaz yerleşimci popülasyonuna sahip olmayan ve aradan geçen sürede çok partili seçimlere rağmen hep aynı partinin seçimleri kazandığı Botswana’daki istikrar, genellikle hükümetlerin Batı yanlısı tutumuna ve ülkeye ciddi gelir sağlayan elmas madenlerinin varlığına bağlanır. Buna rağmen Botswana’nın %37.3’le (kaynak:UNAIDS) dünyadaki en yüksek AIDS oranlarından birine sahip olması ve bu durumun ülkenin insan haklarıyla ilgili değerlendirmelerinde fazla yer bulmaması da bir paradoks. Yüksek AIDS oranı dışında 2004’te insan hakları gündemini oluşturan konular olarak medyaya sansür girişimleri (Ağustos ayında Toprak ve Konut Bakanı Margaret Nasha’nın emriyle bir muhalefet milletvekili adayının da gözüktüğü televizyon programı değiştirilerek ‘temizlenmiş’ haliyle yayınlandı.) ve ülkede azınlık konumunda olan San kökenli vatandaşların sorunları sayılabilir. NAMIBIA Birinci Dünya Savaşı esnasında bölgeyi terk etmek zorunda kalan Almanlardan sonra 1990 yılına kadar ırk ayrımcısı Güney Afrika hükümetinin yönetimi altında yaşayan Namibya’da, 1990’da kazanılan bağımsızlıktan beri ülkeyi yönetmekte olan SWAPO (Güneybatı Afrika Halk Organizasyonu) hükümeti 2004 Kasım seçimleri öncesinde devlet televizyonunu muhalefete kapatmakla suçlandı. Ayrılıkçi Caprivi bölgesinden 100’ü aşkın insanın vatana ihanet suçlamasıyla yargılandığı dava, Ağustos ayında Almanya’nın kolonyal dönemde işlediği ve 50.000’in üzerinde insanın öldüğü katliamdan ötürü resmi ağızlardan özür dilemesi, polisin kötü muamele örnekleri ve ülkede çalışan Bangladeşli tekstil işçilerinin usulsüz bir şekilde sınır dışı edildi. SWAZILAND Halen krallıkla yönetilen ve krallığın sembolik olmaktan öte siyasi/idari bir fonksiyonunun da olduğu çok az sayıdaki ülkeden biri olan Swaziland’da, anayasa ve demokrasi yanlısı güçlerin artan baskısına karşın, Kral Mswati III yönetimi hakim pozisyonunu sürdürüyor. Ülkede bağımsız bir yargı sisteminin kağıt üzerinde olsun sağlanamaması, insan hakları ihlallerinin engellenmesinin (veya en azından kaydının tutulabilmesinin) önündeki en büyük engel. Dünyadaki en yüksek AIDS oranına (2003 sonu itibariyle % 38.8, UNAIDS) sahip olan ülkede 2004’te öne çıkan diğer insan hakları ihlalleri polis gözetimi altında ölümler ve ülkenin batısındaki Lubombo bölgesinde zor kullanılarak boşaltılan köyler oldu. 42 LESOTHO Dört tarafı Güney Afrika’yla çevrili küçük bir adacık durumunda olan, ve İngiliz hakimiyetinden sonraki siyasi atmosferi iptal edilen seçimler, kralın tekrar güç kazanma çabaları, karşılıklı askeri darbeler ve Güney Afrika müdahaleleriyle belirlenen ülkede en büyük sorun 3 yıl süren büyük kuraklığın ardından işsizlik ve açlık. Güney Afrika’ya su satımını öngören Dağsuyu Projesi’nin 2002 seçimlerini takiben hayata geçmesiyle bir nebze olsun rahatlayan ülkede polisin seyyar satıcılara yönelik kanunsuz şiddet kullanması ve bir gazetenin hakaret suçlamasıyla bütün bilgisayar ekipmanına el konulması diğer ihlalleri oluşturdu. MAURITANIA Kuzeydeki Arap/Müslüman devletlerle güneydeki siyah Afrikalı etnik grupların nüfus yapısını oluşturduğu devletler arasında bir tür geçiş bölgesi pozisyonunda olan Moritanya, 1980’de yasal köleliği en son kaldıran ülkedir. Sonuncusu 2004 Eylül’ünde olmak üzere son 15 ay içinde 3 defa darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalan hükümet, köleliği kaldıran yasaları uygulamamaktadır. Ülkedeki bir diğer yapısal insan hakları sorunu ise kuzeydeki Arap ve Berberi asıllı Moor’larla güneydeki siyah Afrika kökenliler arasındaki ırk ayrımcılığıdır. İki grup arasında zaman zaman güney komşusu Senegal’ın de müdahil olduğu çatışmalar yaşanmaktadır. Ülkede yasal bir ayrımcılık bulunmamasına karşın, siyah Afrikalıların iş bulmada, resmi evrak tedarikinde ve resmi dairelerle olan ilişkilerinde zorluklar yaşamaya devam etmektedir. LIBERIA Komşu Gine, Sierra Leone ve Fildişi Sahilleri’ne giden mülteciler geri dönmeye de başlamıştı. Ama biri Ağustos ayında eski isyancı grup LURD’un içindeki liderlik mücadelesi başkent sokaklarına kadar taştı. Kasım ayında başkentteki Müslüman gruplarla Hıristiyan gruplar arasında çatışmalar meydana geldi. Bu olaylar üzerine UNHCR’ın (BM Mülteciler Yüksek Komisyonu) koordine ettiği Liberya’lı mültecilerin geri dönmesi programı da tekrar askıya alındı. Bu karışıklık ve çatışma ortamında sivil ölümler, polis gözetimi altında işkence ve ölümler, zaten çok zayıf olan medyaya yönelik baskılar ve gazete kapatmalar, zayıf ekonomi, açlık ve yaygın hastalıklar devam ediyor. GÜNEY AFRİKA 1999’da apartheid (1994’e kadar geçerli olan ırk ayrımına dayalı yönetim) sonrası efsanevi lider Nelson Mandela’dan başkanlık koltuğunu devralan Thabo Mbeki, 2004 genel 43 seçimlerinde de Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) aldığı %70 oy oranıyla yerini sağlamlaştırdı. Bu sonuçlar aynı zamanda halkın devam eden sorunlara rağmen apartheid’in kaldırılmasında başrolü oynayan partiye desteğinin devam ettiğini gösteriyor. ANC’nin seçim sonrası çözmesi gereken sorunların başında ırk ayrımcısı yönetimler boyunca beyazlarla siyahlar arasında oluşan uçurumların sadece siyasi yönden değil, ekonomik ve sosyal yönlerden de kaldırılması geliyor. Başkan Mbeki’nin Ağustos’ta ilan ettiği Siyah Ekonomik Güçlendirme Programı genellikle bu yönde atılmış pozitif bir adım olarak yorumlanıyor. Bir ülke sınırları dahilinde an fazla AIDS hastasını barındıran Güney Afrika’da hükümetin acilen yapması gereken şeylerden biri de AIDS oranının daha fazla artmasını önlemek. Yıl içinde öne çıkan bir diğer insan hakları ihlali de mağdurlarının çoğunluğunu komşu ülkelerden gelen göçmenler ile ülkedeki Müslüman azınlığın oluşturduğu polis gözetimi altında işkence ve ölümler oldu. SUDAN 1989 tarihinde askeri darbe ile yönetimi ele geçiren Ömer el- Beşir hala Sudan’ın Devlet Başkanlığı’nı yürütmektedir. Sudan Kuzey ve Doğu Afrika’nın kesişim bölgesinde bulunmasından dolayı jeopolitik olarak önemli bir ülkedir. Uzun bir zamandan beri güneyde devam eden çatışmalar yine aynı bölgede petrolün bulunması ile devletlerin bölgesini artırmıştır. Sudan, dış ilişkilerinde özellikle ABD ve Mısır ile önemli sorunlar yaşamaktadır. Ülke içerisinde John Garang liderliğinde isyancı SPLA(Sudanese People’s Liberation Army) hareketi ile çatışmalara sona ererken, yıllardır süren Darfur bölgesindeki çatışmalar 2004 yılının ilk aylarında uluslararası kamuoyunun gündemine gelmiştir. Özellikle Nisan ve Mayıs ayları arasında Sudan’ın batı bölgesinde yer alan Darfur’da Afrikalı isyancı grup ile Arap Kankevid gerillaları arasında çatışmalar büyük artış göstermiştir. Bu çatışmalar esnasında evsiz kalan çok sayıda mülteci Sudan’ın iç bölgelerinde ve komşusu olan Çad’daki kamplarda yaşam mücadelesi vermektedir. Çatışmalar boyunca her iki tarafın da dezenformasyon çalışmalarına rağmen ölü sayısı on binlerle ifade edilirken mülteci sayısı ise bir milyonun üzerinde olduğu iddia edilmektedir. BM ve Uluslararası kuruluşların Hükümetin gerillalara silah yardımı yaptığı iddialarının karşısında hükümet de Batıdaki ve Güneydeki isyanın birbiri ile ilişkili olduğunu dile getirmesi olaylarda insani bakış açısından ziyade siyasi çözüm arayışlarının etkili olduğunu göstermektedir. Eylül ayı içerisinde yapılan barış görüşmelerine Sudan hükümetinin karşısına iki isyancı grup liderlerinin çıkarılması da aynı zihniyetin diğer tarafını göstermektedir. Bugün Sudan’da uluslararası yardımların sivil halka ulaşamaması ve insanların mülteci kamplarında en temel hak ve özgürlüklerinin ellerinden alındığı bir ortam mevcuttur. Her iki tarafın sürdürdüğü çözüme ulaşmayan politikalar gün geçtikçe sivil halkın zararına bir gelişme göstermektedir. 44 Çözümsüzlüğün devam ettiği çatışma bölgelerinin ardından Sudan’da kaydedilmesi gereken önemli bir sorun da bağımsız ve eleştirel basın ve yayın özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. İçişleri bakanının gözaltı süresinin 24 saati aşamayacağına dair kanuni değişikliğin yapıldığına dair açıklaması bu yönde atılan önemli bir adım olarak görülmektedir. Ancak Mayıs ayı içerisinde 11 gazetecinin gözaltına alınması ve El-Cezire televizyonunun Hartum büro şefi İslam Salih’in bir aylık cezaya çarptırılması bazı sorunların hala devam ettiğini göstermektedir. MISIR Çatışma bölgesinin etkilerini Eylül ayında Taba’da patlayan bombalarla bir kez daha hisseden ülkede bu patlamalar sonucunda 28 kişi hayatını kaybetmiştir. Ülkede hükümetin sert yönetim anlayışını benimsemediği görülmektedir. Bu bağlamda siyasi baskılar hemen her muhalif hareket karşısında kendini göstermektedir. Müslüman Kardeşler Cemaati ve İslami Özgürlük Partisi üyelerine yönelik gözaltı ve tutuklamalar devam etmektedir. Mart ayı içerisinde 23 İslami Özgürlük Partisi üyesi tutuklanmıştır. Aynı baskı ortamı cezaevi ve polis merkezlerini de hedef almaktadır. Eylül ayında Amr Atrees Hassan adında bir vatandaşın İmbaba Polis merkezinde ölmesi ve Abu Za’bal Cezaevinde devam eden açlık grevi Mısır’daki durumu gözler önüne sermektedir. İnsan hakları örgütleri de çeşitli baskılara maruz kalmaktadır. Haziran ayında “ Land Center for Human rights and the New Woman Research Center” (İnsan Hakları Merkezi ve Kadınlar için Araştırma Merkezi) adlı iki örgütün kuruluşlarına izin verilmemiştir. Basın ve Yayın özgürlüğü konularında da sık sık ihlaller yaşanmaktadır. Keyfi gözaltı ve alıkoymalara ek olarak Haziran ayı içerisinde haftalık “Al-OUSBOU” adlı derginin editörü Ahmed İzzettin, Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in eleştirel haberlere hapis cezası verilmeyecek sözüne rağmen iki yıl cezaya çarptırılmıştır. 45