tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü iktisat anabilim dalı

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
İKTİSAT POLİTİKASI BİLİM DALI
TÜRKİYE’DE 2001 SONRASI DÖNEMDE UYGULANAN
PARA POLİTİKASI ÜZERİNDEKİ,
MALİYE POLİTİKASININ RİSK ETKİSİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Muzaffer EMEKCİ
Tez Danışmanı
Prof.Dr. Aziz KONUKMAN
Ankara - 2013
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
İKTİSAT POLİTİKASI BİLİM DALI
TÜRKİYE’DE 2001 SONRASI DÖNEMDE UYGULANAN
PARA POLİTİKASI ÜZERİNDEKİ,
MALİYE POLİTİKASININ RİSK ETKİSİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Muzaffer EMEKCİ
Tez Danışmanı
Prof.Dr. Aziz KONUKMAN
Ankara - 2013
i
ÖNSÖZ
Son yıllarda dünya ekonomisinin şimdiye kadar hiç olmadığı biçimde
birbirine bütünleşmesiyle birlikte az gelişmiş bir ekonomide yaşanan bir krizin
bile domino etkisiyle diğer ülke ekonomilerini anında etkilediği bir süreci
yaşıyoruz. Kendisini bu süreçlerden soyutlayarak, bulaşıcılık etkisi meydana
getiren
finansal
krizler
ve
uluslararası
ekonomik
gelişmelerden
hiç
etkilenmeyecek bir ülke tasavvur edilemez.
Özellikle bilgi ve iletişim teknolojilerinin de dayatmasıyla çeşitlenen
finansal yenilikler internet dünyasıyla birleşince ülkelerin klasik ekonomi
politikalarının müdahale alanı daralmakta, ülke ekonomileri adeta büyük
finansal kuruluşların oyun alanına dönüşmektedir.
Böylesi bir ortamda makroekonomik yapı içerisindeki büyüklükler de
birbirine daha sıkı bağlanmakta, birinde oluşan bir olumsuzluk vice versa
etkiler doğurmaktadır. Bu bağlamda, fiyat istikrarı, büyüme, istihdam gibi
büyüklüklerdeki istikrarsızlıkların çözüm süreçleri de gittikçe daha karmaşık
hale gelmekte, bir sorunun çözümü bir başka sorunun nüksetmesine neden
olmaktadır. Klasik ve modern müdahale yöntemlerinin en etkin şekilde kullanıp
hızlı karar verilerek ancak küresel şokların ülke ekonomilerindeki olumsuz
etkileri giderilebilir olmaktadır.
Bu durumdan en fazla etkilenen kurumların başında ise hiç şüphesiz
merkez bankaları gelmektedir. Özellikle fiyat istikrarının sağlanması temel
amacıyla donatılan merkez bankaları, küresel etkiler nedeniyle sadece fiyat
istikrarına odaklanamamakta, çoğu zaman finansal istikrarın sağlanması
pahasına fiyat istikrarından geçici de olsa ödün vermek durumunda
kalmaktadır.
Böylesine karmaşık bir yapı içerisinde ekonomi yönetiminin özellikle de
büyümeyi arttırıcı arz yönlü politikalarla para politikasına destek olması
ii
gerekmektedir. Ancak, maliye politikasından sorumlu hükümetlerin para
otoritesine yardımcı olmak şöyle dursun çeşitli gerekçelerle mevcut bütçe
kaynaklarını aşan ölçüsüz harcama eğilimine girdikleri görülmektedir.
Öte yandan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) yayımlamış
olduğu raporlar ve yapmış olduğu sunum ve iletişim politikalarıyla Türkiye’de
kamu maliyesine ilişkin görünüm ve bütçe performansının uygulanan para
politikalarına destek olduğunu, bu açıdan herhangi bir risk unsurunun
olmadığını ileri sürmektedir.
İşte bu çalışmada TCMB tarafından yapılan bu vurgu, son yıllarda
enflasyon oranlarında bir katılık oluştuğu öngörümüz çerçevesinde mercek
altına alınmıştır.
Çalışma sonucumuz ise TCMB tarafından iddia edilenin aksine oluşan
katılığın giderilmesi için uygulanan para politikalarının sınırına gelindiği, bu
aşamadan sonra özellikle büyüme sağlayan genişletici ile sıkı harcama getiren
daraltıcı maliye politikası uygulamalarının yapılması gerektiği şeklinde ortaya
konulabilir.
Netice itibariyle yapılan bu çalışma, Türkiye’de para otoritesince
uygulanan para politikasının enflasyonda oluşan katılığı, büyük ölçüde maliye
politikasından kaynaklı ciddi risklerin varlığı nedeniyle gideremediğine dikkat
çekmek amacı taşımaktadır.
iii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ............................................................................................................i
İÇİNDEKİLER ................................................................................................iii
GRAFİKLER LİSTESİ ...................................................................................vi
GİRİŞ ................................................................................................................
BİRİNCİ BÖLÜM
FİNANSAL KRİZLER VE PARA POLİTİKALARININ EVRİMİ
1.1. FİNANSAL KRİZ KAVRAMI VE ÇEŞİTLERİ ........................................ 3
1.2. TÜRKİYE’DE FİNANSAL KRİZLER ..................................................... 4
1.3. 2007 KÜRESEL FİNANSAL KRİZİNİN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ ......... 7
1.4. PARA POLİTİKALARININ EVRİMİ ....................................................... 7
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE UYGULANAN PARA POLİTİKALARINA GENEL BİR BAKIŞ
2.1. PARASAL AKTARIM MEKANİZMASI ............................................... 12
2.2. 2001 YILINA KADARKİ GELİŞMELER .............................................. 13
2.3. 2001 YILINDAN GÜNÜMÜZE PARA POLİTİKASI UYGULAMALARI 14
2.3.1.
Fiyat İstikrarı ........................................................................... 15
2.3.2.
Finansal İstikrar ...................................................................... 17
2.3.3.
Yeni Para Politikası Stratejisi .................................................. 18
2.3.4.
Yeni Politika Bileşiminin Uygulaması ...................................... 19
2.3.5.
Yeni Politika Bileşiminin Sonuçları .......................................... 19
2.3.6.
Enflasyon ve Hedefler ............................................................. 20
2.3.7.
Döviz Kuru Politikası ............................................................... 21
2.3.8.
Riskler ve Para Politikası ........................................................ 22
2.3.9.
Para Politikasında Yeni Arayışlar ............................................ 23
2.3.10. TCMB’nin Kamu Maliyesine İlişkin Gelişmelere Bakışı ........... 24
iv
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MALİYE POLİTİKASI: KURAMSAL ÇERÇEVE
3.1. MALİYE POLİTİKASI KAVRAMI ........................................................ 26
3.2. MALİYE
POLİTİKASININ
ETKİNLİĞİNE
İLİŞKİN
KURAMSAL
YAKLAŞIMLAR ........................................................................................... 28
3.3. MALİYE
POLİTİKASI
İLE
PARA
POLİTİKASI
ARASINDAKİ
ETKİLEŞİM .................................................................................................. 33
3.4. ENFLASYONLA MÜCADELEDE MALİYE POLİTİKASI .................... 37
3.5. DEFLASYONLA MÜCADELEDE MALİYE POLİTİKASI .................... 38
3.6. STAGFLASYONLA MÜCADELEDE MALİYE POLİTİKASI ............... 39
3.7. FİNANSAL İSTİKRAR ........................................................................ 39
3.8. VERGİ POLİTİKASI ............................................................................ 41
3.8.1.
Tanımı Ve Sınırları .................................................................. 42
3.8.2.
Enflasyonla Mücadelede Dolaylı - Dolaysız vergiler ............... 42
3.8.3.
Çeşitli Vergiler Bakımından Enflasyonla Mücadele ................. 45
3.8.4.
Türk Vergi Sistemi .................................................................. 46
3.9. MALİ BASKINLIK VE PARASAL BASKINLIK ................................... 48
3.10. KIRILGANLIK BASKINLIĞI ................................................................ 49
3.11. HOŞ OLMAYAN MONETARİST ARİTMETİK..................................... 49
3.12. BÜYÜME OLUŞTURAN MALİ SIKILAŞTIRMALAR .......................... 50
3.13. REEL İKTİSADİ DALGALANMALAR TEORİSİ ................................. 51
3.14. FİYAT DÜZEYİNİN MALİYE TEORİSİ (FTPL) .................................... 52
3.15. OPTİMAL MALİYE POLİTİKASI ......................................................... 53
3.16. EKONOMİNİN CANLANDIRILMASI ................................................... 53
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE MALİYE POLİTİKASINDAN KAYNAKLANAN
RİSKLER
4.1. ENFLASYON ...................................................................................... 55
4.2. CARİ AÇIK .......................................................................................... 60
4.3. BÜYÜME ............................................................................................. 61
4.4. MALİ BASKINLIK ............................................................................... 64
v
4.5. VERGİ POLİTİKASI ............................................................................ 67
4.5.1.
Türkiye’de Vergi Gelirlerinin İktisadi Döngülere Duyarlılığı ..... 74
4.6. İSTİHDAM ........................................................................................... 75
4.7. KAYIT DIŞI EKONOMİ ........................................................................ 76
4.8. ULUSLARARASI SERMAYE AKIMLARI ........................................... 79
4.9. MALİ KURALLARIN GEVŞETİLMESİ YÖNÜNDEKİ EĞİLİMLER ..... 82
4.10. MALİ ALAN DARALMASI .................................................................. 84
4.11. KÜRESEL RİSKLER........................................................................... 86
4.12. HANEHALKI YÜKÜMLÜLÜKLERİ ..................................................... 87
4.13. AR-GE VE İNOVASYON YATIRIMLARI ............................................. 88
4.14. GAP KAMU YATIRIMLARI ................................................................. 88
4.15. YATIRIM TEŞVİK SİSTEMİ ................................................................ 89
BEŞİNCİ BÖLÜM
BÜTÇE POLİTİKASI UYGULAMA SONUÇLARI
5.1. BÜTÇE POLİTİKALARININ TARİHÇESİ ............................................ 92
5.2. BÜTÇE DENGESİ ............................................................................... 94
5.3. BÜTÇE GİDERLERİ............................................................................ 96
5.4. BÜTÇE GELİRLERİ ............................................................................ 99
5.5. BÜTÇE FİNANSMANI VE BORÇ STOKUNDAKİ GELİŞMELER .... 102
SONUÇ .......................................................................................................105
KAYNAKÇA ...............................................................................................108
ÖZET ..........................................................................................................113
ABSTRACT ................................................................................................114
vi
GRAFİKLER LİSTESİ
Grafik 1: Küresel Büyüme .............................................................................. 9
Grafik 2: Gelişmiş ve GOÜ Tüketici Fiyat Enflasyonu .................................. 10
Grafik 3: TÜFE Değişim Oranları ve Enflasyon Hedefleri ............................ 16
Grafik 4: TÜFE Enflasyonu .......................................................................... 17
Grafik 5: Kredi Değişimi ve Cari İşlemler Açığı (GSYH’ye Oran, Yüzde) ..... 18
Grafik 6: Para Politikası Araçlarının Seyri (Yüzde) ....................................... 19
Grafik 7: Hedeflenen ve Gerçekleşen TÜFE Enflasyonu (Yüzde) ................ 21
Grafik 8: TÜFE Değişim Oranları ve Enflasyon Hedefleri (Yüzde) ............... 58
Grafik 9: Cari İşlemler Açığı (12-Aylık Kümülatif, Milyar Dolar) .................... 60
Grafik 10: Cari Denge Bileşenleri ................................................................. 60
Grafik 11: Küresel Büyüme Tahminleri ........................................................ 62
Grafik 12: Cari İşlemler Açığı ....................................................................... 63
Grafik 13: Bütçe Açığı ve Borç Stoku ........................................................... 66
Grafik 14: OECD Ülkelerinde Vergi Yükü ..................................................... 73
Grafik 15: Kriz Sonrası Dönemde Yaratılan İstihdam ................................... 76
Grafik 16: Doğrudan Yatırım Girişleri ........................................................... 82
Grafik 17: Hanehalkı Yükümlülükleri ............................................................ 87
Grafik 18: Ar-Ge Harcamasının GSYH’ye Oranı .......................................... 88
Grafik 19: GAP Kamu Yatırımları ................................................................. 89
Grafik 20: Bütçe Açığı .................................................................................. 95
Grafik 20: Kamu Borç Yükü ....................................................................... 103
Grafik 21: Merkezi Yönetim Bütçe Açığı .................................................... 104
vii
GİRİŞ
Sermaye hareketlerinin serbest bırakılması, dünya ekonomisinde
bütünleşme, ekonomide kırılganlık potansiyelinin artması ile negatif küresel
arz şokları; talep ve arz yönlü maliye politikalarının etkin bir şekilde
kullanılması gereğini ortaya çıkarmıştır. Açıktır ki bu durumda, para veya
maliye politikalarından birini tercih yerine, iki politikanın özellikle gelişmekte
olan ülkelerde (GOÜ) maliye politikası etkin olarak uyum içerisinde
uygulanması zorunludur.
Öte yandan, uzun süre yüksek ve kronik enflasyonla yaşamış bir ülke
olarak Türkiye’de, son yıllarda enflasyon oranlarında yaşanan keskin düşüşün
başarısı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) uyguladığı para
politikalarına bağlanmış, Hükümet tarafından uygulanan maliye politikasının
bu açıdan ciddi olarak sorgulanmasına yönelik çalışmalar yeterince
yapılmamıştır. Bu durum ise dar anlamda sadece mali baskınlığın olmaması
anlayışı üzerine kurulu maliye politikasının, TCMB tarafından uygulanan para
politikası üzerindeki mevcut ve olası risklerinin göz ardı edilmesine yol
açmıştır.
Oysa iktisat teorisinden biz biliyoruz ki maliye politikası ekonomiyi, kısa
dönemde vergi ve harcama politikaları yoluyla talep yönlü, uzun dönemde ise
potansiyel yatırım, üretim ve istihdamı arttırma bakımından arz yönlü olarak
etkilemektedir. Bu nedenle, tasarruf birikiminin yetersiz olduğu, büyümenin cari
açıkla finanse edildiği ülkemizde uzun dönemli maliye politikalarının izlenmesi
bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Hele ki cari açık, yüksek işsizlik,
yapay büyüme, sıcak para, küresel gelişmelere bağımlılık ve tasarruf açığı gibi
makroekonomik yapısal sorunları öteden beri
var olagelen Türkiye
ekonomisinde bu zorunluluk gittikçe daha derinden hissedilmektedir.
Para politikası baskın iktisadi rejim ortamında olduğu genel kabul gören
Türkiye’de son dönem kamu maliyesindeki gelişmelerin, uygulanan para
2
politikalarına mevcut ve olası risklerini analiz edeceğimiz bu çalışma ayrıca,
nihai tahlilde TCMB’nin gerçekten bağımsız olup olmadığının sorgulanmasının
da gerekeceği öngörüsünü içermektedir. Zira TCMB 2001 yılı sonrası
yayımladığı enflasyon, para ve finansal istikrar raporlarında maliye
politikasından kaynaklanan ciddi risklerin varlığını kabul etmemekte, oradan
kaynaklı riskleri göz ardı etmektedir. Bu nedenledir ki TCMB tarafından çağdaş
anlayışa da uygun politikalar izlenmesine rağmen maliye politikasından
kaynaklı yapısal riskler nedeniyle enflasyon oranında %5-6’lardan oluşan,
daha aşağı düşülemeyen bir eşik oluşmuştur. Bu katılığın giderilmesi için
kanaatimizce uygulanabilecek para politikası sınırına ulaşılmıştır; maliye
politikasının sadece mali baskınlığın olmadığı bir kamu maliyesi görünümünün
bulunması gibi dar bir anlayışa hapsedilmemesi gerekmektedir. Enflasyonda
oluşan katılığın sorumluluğu TCMB’de değil büyük ölçüde maliye politikasında
aranmalıdır.
2001 yılı, Türkiye için adeta bir kırılma noktası olan, ekonomik etkileri
itibariyle büyük bir finansal krizin yaşandığı, dolayısıyla da para politikası
uygulamalarında da köklü değişikliklere neden olan bir yıl olmuştur. Bu
nedenle tezimiz, 2001 yılı sonrası politikaların incelenmesini ele almıştır.
Çalışmamız giriş ve sonuç hariç olmak üzere beş bölümden
oluşmaktadır. Çalışmamızın birinci bölümünde genel olarak dünya ve Türkiye
ekonomilerindeki süreç içerisinde ortaya çıkan gelişmeler değerlendirilmiş,
ikinci bölümünde kısaca 2001 yılı öncesi ve sonrasında uygulanan para
politikaları hakkında kısa bilgiler verilmiş, üçüncü bölümünde maliye politikası
konusundaki yazın taranarak kavramsal bir çerçeve çizilmeye çalışılmış,
dördüncü bölümünde para politikası uygulamalarını tehdit eden maliye
politikası uygulamaları biraz daha detaylı olarak mercek altına alınmış, beşinci
bölümünde ise genel olarak özellikle son yıllardaki bütçe politikaları eleştirel
bir gözle değerlendirilmiştir.
BİRİNCİ BÖLÜM
FİNANSAL KRİZLER VE PARA POLİTİKALARININ EVRİMİ
Dünya
ve
Türkiye
ekonomisinde
para
politikası
anlayış
ve
uygulamalarındaki değişimin dinamiği finansal krizler olduğundan bu bölümde
öncelikle finansal kriz kavramına değinilecek daha sonra da para
politikalarındaki değişim sürecine ilişkin bilgiler verilecektir.
1.1.
FİNANSAL KRİZ KAVRAMI VE ÇEŞİTLERİ
Finansal krizler reel ekonomi üzerinde büyük yıkıcı etkiler oluşturabilen
ve piyasaların etkin işleyiş gücünü bozan finansal piyasa çöküşleridir.
Bankaların ve diğer mali kurumların ödeme zorluğu içine düşmesi, menkul
kıymet borsalarında yaşanan büyük ölçekli çöküntüler, ulusal paradan kaçış
ve ekonomik faaliyetlerdeki belirsizliğin artması şeklinde ortaya çıkan finansal
krizler, üretimi, istihdamı ve ulusal paranın değerini olumsuz yönde
etkilemektedir. Finansal krizleri bankacılık, para ve dış borç krizi olarak
sınıflandırmak mümkündür.1
Kabaca tanımlamak gerekirse; para krizinden kast edilen, dövize
hücum şeklinde bir spekülatif atak sonucu döviz kurunun fırlaması ve döviz
kuru rejiminin çökmesi, bankacılık krizinden kast edilen ise finansal sektörde
yaşanan deprem sonucu, bazı finansal kurumların batması, kalanların da
sermayelerinin önemli ölçüde erimesidir.
Eyüp Bastı, Kriz Teorileri Çerçevesinde 2001 Türkiye Finansal Krizi, Ankara, SPK Yayımı,
2006, s.1.
1
4
1.2.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL KRİZLER
1997–1998 yıllarında Güneydoğu Asya Ülkeleri finansal krizi şiddetli bir
şekilde yaşamakta iken, Türkiye’ye bu krizin sirayet edip etmeyeceği veya
Türkiye’ye etkilerinin neler olabileceği tartışılmaya başlanmıştır. 1994 yılında
bir kamu finansman krizi yaşayan ve makroekonomik dengeleri her zaman
problemli olagelen Türkiye’nin tam anlamıyla krize girmesi ise 2000 yılı sonları
ile 2001 yılı başlarına rastlamıştır. 2000 yılında Türkiye IMF gözetiminde bir
istikrar programı başlatmıştır. Ancak, program ilgili kesimleri ikna etmek yerine
yoğun propagandaya dayandırılmıştır.
IMF gözetiminde uygulanan program çerçevesinde temel olarak
enflasyonun düşürülmesi hedeflenmiş, bu hedefe ulaşmak için de döviz kuru
ve ücret çıpası uygulanmıştır. Başka bir ifadeyle hedeflenen enflasyon oranı
çerçevesinde döviz kurları ve ücretlerin ne kadar artacağı önceden
planlanmıştır. Faiz oranlarının ise piyasa koşullarında serbest olarak
belirlenmesi benimsenmiştir.
Ancak, uygulamada her şeyin planlandığı gibi gitmediği, 2000 yılının
ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmıştır. Enflasyon oranı hedeflendiği kadar
hızlı düşmemiş, buna rağmen döviz kuru hedeflerinde gerekli revizyon da
yapılmamıştır. Bankacılık krizi, operasyonlar ve Demirbank’ın satışı olayının
da etkisiyle program bu haliyle ithalat artışı, ihracatın azalışına neden olmuş,
2000 yılı Ekim ayında dış ticaret açığı 21 milyar dolara çıkmıştır. Bu rekor artış
devalüasyon beklentisini de artırdığından kasım ayında bir dövize hücum krizi
yaşanmış ve Türkiye’den 6-7 milyar dolayında döviz çıkışı olmuştur Bu
problem IMF’den 10,4 milyar dolar ilave kaynak sağlanması ve faizlerin çok
fazla yükseltilmesiyle atlatılabilmiştir. Fakat artan finansal kriz riskini ortadan
kaldıracak tedbirler alınmadığı için piyasaların ateşi düşürülememiş ve bilindiği
üzere 2001 yılı Şubat ayında devletin üst kademesinde ortaya çıkan
5
anlaşmazlıkla birlikte yeniden yoğun bir sermaye kaçışı ve dolayısıyla finansal
kriz başlamıştır.2
2000 Kasım–2001 Şubat Krizi nedeniyle, IMF desteğinde Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programı adı altında yeni bir program uygulanmaya
başlanmıştır. Bu program da dalgalı döviz kuru dışında önceki programın
benzeri sıkı para ve maliye politikalarına dayandırılmıştır. IMF çok kısa sürede
birçok yasanın çıkarılmasını şart koşmuş; kamu harcamalarının kısılmasını,
önemli ölçüde faiz dışı fazla verilmesini ve vergilerin artırılmasını önermiştir.
Birçok işyerinin kapanması, milyonlarca çalışanın işsiz kalması pahasına bu
politikalar uygulanmış ve 2001 yılında ekonomi %9,5 oranında küçülmüştür.3
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının önceki Enflasyonu Düşürme
Programından temel farkı ağırlıkla yapısal reformlara dayanmasıdır. Yani
Enflasyonu Düşürme Programının heterodoks niteliği ağır basarken Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programı daha farklı nitelikler taşımaktadır.
Kriz Modelleri açısından konuyu biraz daha ayrıntılı inceleyecek olursak
Türkiye’de yaşanan finansal krizlerle ilgili durumlar şu şekilde özetlenebilir:

Birinci kuşak modellere göre kriz çıkması için, bütçe açıklarının sürekli
olarak merkez bankası kaynaklarıyla yani para basılarak finanse edilmesi
gerekiyordu. Oysa Türkiye’de, 1997 yılından sonra böyle bir durum
sözkonusu değil; Merkez Bankası Hazine’ye hiç kredi açmamış, bilinen
ismiyle kısa vadeli avans vermemiş, bütçe açıkları yurt içinden borçlanarak
kapatılmaya çalışılmış.

Aynı dönemde aldığı taze borçtan daha fazlasını yurt dışına ödemiş. Birinci
kuşak krizlerin öncü göstergeleri de yok: döviz rezervleri o dönemde
Özer Ertuna “Krizden Alınacak Dersler”, (Erişim) http://okfram.okan.edu.tr/OKFRAM/
FINANCIALPOST/Entries/2009/5/1_MAYIS_2009_files/sayi1.pdf, 25/05/2010.
3
Bastı, a.g.e., s.15.
2
6
giderek erimemiş, 1998 Rusya Krizi sonucu ortaya çıkan çarpıcı düşüşe
rağmen daha sonra toparlanmış rezervler.

Öte yandan, reel borçlanma faizleri de yukarıya doğru bir eğilim izliyor.
2000 yılında gerçekleşen reel faiz çok düşük düzeyde (%4), hatta bir
hesaplamaya göre eksi. Ancak, eğilimi bir tarafa bırakıp sadece son iki yıla
yoğunlaşırsak, gerçekten de ekonomik temellerin kötü olduğunu görüyoruz.
Ama özellikle 2000’de uygulamaya konulan programla birlikte, bu
temellerde bir iyileşme olduğu da hemen belirleniyor. 2000 yılı başında
uygulamaya konulan programla makro temelleri düzeltme girişimleri var.
Ama aynı zamanda da ekonominin bazı alanlarında, örneğin bankacılık
sektöründe önemli zafiyetler var.

Dolayısıyla spekülatörlerin iştahını kabartacak, dövize hücum ederlerse
mevcut kur rejiminin savunulamayacağını düşünmelerine yol açacak bir
hastalık var. Bu açıdan ikinci kuşak kriz modelleri ile bir paralellik kurmak
mümkün gibi.
Hükümetler, mevcut kur rejimini korumak yerine
devalüasyona ya da lirayı dalgalanmaya bırakmaya karar verirse, üretim
düşüklüğüne neden olan önemli bir kısıt kalkacaktır. 1997–1998 Asya ve
2001 Türkiye krizlerinden sonra tam tersi gerçekleşiyor; ekonomiler
daralıyor, işsizlik artıyor. Bir de spekülatif atakları körükleyen gelişmeler
mevcut; hortum operasyonları, fırlatılan anayasa kitabı… her şey mevcut. 4
4
Fatih Özatay, Finansal Krizler ve Türkiye, İstanbul, Doğan Yayıncılık, 2009, s.100.
7
1.3.
2007 KÜRESEL FİNANSAL KRİZİNİN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ
2007 yılındaki küresel krizin, 28 Aralık 2006, bir ipotekli kredi şirketinin
(Ownit Mortgage Solutions) batmasıyla başladığı varsayılıyor, ama görüş
birliği mevcut değildir. Hedge fonların üzerinde geniş bir sis perdesi bulunuyor,
bu fonlar ‘gölge bankacılık’ sektörünün en az denetlenen kesiminde faaliyet
gösteriyorlar.
Küresel krizin Türkiye’ye etkileri konusunda şu belirlemeler yapılabilir5:

Küresel krizi Türkiye açısından 1994, 1998, 1999 ve 2001 krizlerinden farklı
kılan unsur ihraç ettiğimiz mallara olan dış talebin bıçak gibi kesilmesidir.

Çok sayıda finansal kurum iflas etmiş, kalanların büyük bir kısmı önemli
zararlar etmiş, finansal kurumlar arasındaki güvenin ortadan kalkmasıyla
birlikte oluşan belirsizlik dış kredilerde azalma sonucunu doğurmuştur.

Böyle bir ortamda yurt içindeki bankaların şirketlere ve tüketicilere açtıkları
kredi miktarı da azalmıştır.

Krizin derinleşmesiyle birlikte iyice artan belirsizlik, tüketici ve yatırımcı
güvenini ve dolayısıyla ekonomiye olan güveni azaltmıştır.

Bu etkilerin doğal sonucu ise işsizliğin artması, üretimin azalmasıyla ortaya
çıkan ekonominin küçülmesidir.
1.4.
PARA POLİTİKALARININ EVRİMİ
1990’lı yıllarla birlikte ortaya çıkan bilgi ve iletişim teknolojilerinin
yönlendirdiği finans piyasalarındaki derinleşme, yukarıdaki açıklamalardan da
anlaşılacağı üzere finansal krizleri de beraberinde getirmiştir. Bu kapsamda
5
Özatay, a.g.e., s.148.
8
şeffaf, hesap verebilir ve bağımsız Merkez Bankaları fiyat istikrarı yanında
özellikle finansal istikrarın da sağlanmasında önemli görevler yüklenmiştir.
2000 yılı kasım ayında yaşanan finansal krizden sonra IMF ile yapılan
anlaşma sonucunda TCMB rezervleri artmış, faiz oranları düşmüş ve yabancı
bankalarla görüşmelerde bulunularak verdikleri kredileri geri çağırmamalarına
ilişkin söz alınmıştır. Ancak, bankaların, reel sektörün ve kamu kesiminin açık
döviz pozisyonları, kamudaki görev zararları ve finansal sektördeki sermaye
yetersizliği nedenlerinden ötürü ekonominin krize karşı duyarlılığı devam
ettiğinden Şubat 2001 yılında yeni bir finansal kriz ortaya çıkmıştır. Böylece,
10 ay süresince uygulanmış olan enflasyonla mücadele programı Kasım 2000
ve
Şubat
2001
tarihlerinde
yaşanan
finansal
krizler
sonrasında
yürütülemeyerek terk edilmiştir. 2001 yılından 2006 yılına kadar uygulanmakta
olan para programı hedeflenen enflasyon oranlarına ulaşmada oldukça
başarılı olmuştur. 2002 yılında %35 olan enflasyon oranı 2004 yılında %9,3’e
ve 2005 yılında ise %7,7’ye düşürülmüştür. 2006 yılında açık enflasyon
hedeflemesi uygulamasına geçilmesi planlandığından kısa ve orta dönem
enflasyon tahmin modelleri geliştirilmiş, enflasyon gelişmelerinin detaylı bir
şekilde incelendiği çalışmalar yapılmış, enflasyona ve ekonomik gelişmelere
ilişkin beklenti anketleri geliştirilmiştir. Fakat enflasyon hedeflemesine
geçilebilmesi için bu hazırlıkların yanı sıra öngörülebilir bir maliye politikası
gerekmekteydi.6
1929 Büyük Buhranından sonraki en derin kriz olup 2007 yılının
sonlarında başladığı genel kabul gören küresel kriz, reel ekonomiler üzerinde
büyük yıkıcı etkileriyle piyasaların etkin işleyiş mekanizmalarını bozan
finansal piyasa çöküşlerine neden olmuş, genel olarak bankacılık, para ve
dış borç krizi şeklinde kendini göstermiştir.
Abuzer Pınar, Bahar Erdal, Para-Banka Mali Kuruluşlar ve Uluslararası Mali Sistem Teori ve
Uygulama, Ankara, Turhan Kitabevi, 2011, s.167.
6
9
Grafik 1: Küresel Büyüme
Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere dünya ekonomisindeki
üretim hacminin son yıllarda düştüğünün görüldüğü, önümüzdeki dönemlerde
de toparlanma ve çıkışın biraz zaman alacağa benzemektedir. Gelişmiş ve
GOÜ’lerin yıllık yüzde üretim düşüşleri birbirine yakın seyretmektedir. Bu da
dünya
ekonomisinin
her
zamankinden
daha
fazla
bütünleştiğini
göstermektedir.
Diğer taraftan, 2012 yılının sonlarına gelindiğinde aşağıdaki grafikten
de anlaşılacağı üzere TÜFE fiyat enflasyonunun gelişmiş ve GOÜ’de aşağı
yönlü seyrettiği görülmektedir. Bu dönemde emtia fiyatlarındaki düşüşün
enflasyonda gerilemeye sebebiyet verdiği, zayıf büyüme oranlarının ise
enflasyon üzerinde talep baskısı oluşmasını engellemiş olduğu söylenebilir.
10
Grafik 2: Gelişmiş ve GOÜ Tüketici Fiyat Enflasyonu
Kaynak: TCMB
Uluslararası Para Fonu (IMF), Ekim ayında yayımladığı Dünya
Ekonomik Görünüm Raporunda7;

Küresel ekonomiye ilişkin risklerin arttığını, bu çerçevede küresel ekonomik
büyüme tahminlerini aşağı yönlü revize ettiklerini,

Büyümenin özellikle gelişmiş ülkelerde zayıf seyrini sürdüreceğini
öngördüklerini, gelişmekte olan ülkelerin bir miktar yavaşlamakla birlikte
gelişmiş ülkelere oranla daha yüksek büyüme oranlarına ulaşacağını
beklediklerini,

Ayrıca, finansal piyasalardaki kırılganlıkların önümüzdeki dönemde de
varlığını sürdüreceğini, birçok ülkede işsizlik oranının yüksek seviyelerde
kalacağını,

Bu çerçevede, dünya genelinde gevşek para politikalarının sürdürüleceğini
tahmin ettiklerini,
IMF, “World Economic Outlook October 2012” (Erişim) http://www.IMF.org/external/pubs/ft/weo/
2012/02/index.htm, 11/02/2013.
7
11
belirtmektedir.
Öte yandan, 2001 bankacılık krizinin peşi sıra getirilen yapısal
reformlar,
enflasyonun kontrol altına alınması, T.C. Merkez Bankası’nın
bağımsızlık kazanması, mali disiplin ve bütün bunları besleyen siyasi istikrar,
Türkiye ekonomisinin 2002-2007 arasında güçlü ve kesintisiz büyüme
performansı göstermesine neden olmuştur. Ancak, ortaya çıkan uluslararası
likidite koşullarındaki değişim, dış talebe bağlı ihracat azalışı ile yatırım ve
tüketim kararlarının ertelenmesi, 2008 ve 2009 yıllarında Türkiye ekonomisini
OECD ve G20 ülkeleri arasında en çok küçülen ekonomilerden birisi
yapmıştır.
2010 yılına gelindiğinde ise Euro bölgesinde özellikle Yunanistan ve
İrlanda’da patlak veren borç krizi ve bunun gittikçe derinleşmesi ve ayrıca
Suriye ve İran tehdidi, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda da dış talep
kırılganlıklarını artırıcı bir unsur olmaya devam edeceğe benzemektedir.
Son yıllarda Türkiye ekonomisinde enflasyon dinamiği önemli bir artış
eğilimi göstermese de gelinen noktada enflasyon oranlarında bir katılığın
oluştuğu, cari işlemler açığının da öteden beri her durumda bir risk unsuru
teşkil ettiği görülmektedir.
12
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE UYGULANAN PARA POLİTİKALARINA GENEL BİR BAKIŞ
Türkiye’de uygulanan para politikalarına biraz daha yakından
bakacağımız bu bölümde öncelikle parasal aktarım mekanizması kavramına
kısaca değinilecek, 2001 yılı öncesi ve sonrasındaki para politikası
uygulamaları konusunda genel bir çerçeve çizilecektir.
2.1.
PARASAL AKTARIM MEKANİZMASI
Çağdaş para politikası anlayışında merkez bankaları öncelikle politika
faizi olarak bilinen kısa vadeli faiz oranlarını değiştirmekte, bu değişiklikle
birlikte finansal piyasalar üzerinde bir dizi etkilere yol açmaktadır.
İlk olarak toplam talebin değişmesi, ardından üretim, istihdam ve fiyat
düzeylerinde de değişiklikler meydana gelmektedir. İşte bu değişme ve
gelişme zincirine parasal aktarım mekanizması adı verilmektedir.
Böylece, örneğin TCMB’nin politika faizi olan bir hafta vadeli repo faiz
oranını değiştirmesi, kısa ve uzun vadeli reel faiz oranlarını etkilemeye
çalışması bu mekanizmanın ilk aşamasıdır. Bu aşamada faiz oranlarındaki bu
değişiklik, kredi koşulları, varlık fiyatları ve döviz kuruna etki etmek suretiyle
ekonomik birimlerin yatırım ve tüketim kararlarını etkilemektedir. Toplam
harcamaların bu şekilde değişmesi sonuçta üretim, istihdam ve fiyatlar
genel seviyesini etkilemektedir.
Parasal aktarım mekanizması faiz, kur, kredi ve bilanço kanalları
itibariyle farklı açılardan ele alınabilir.
13
2.2.
2001 YILINA KADARKİ GELİŞMELER
Türkiye’de 1980 yılına kadar KİT’ten kaynaklı zararlar bütçe açıklarının
kaynağı olagelmiş, 1990’lı yıllarla birlikte ise hükümetlerce uygulanan
politikalarla bu açıklar yerini büyük ölçüde faiz ödemeleri, personel giderleri
ve Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan transferlere bırakmıştır.
1998 yılı itibariyle toplam bütçe giderlerinin yaklaşık olarak %65’lik
bölümünü teşkil eden bu giderlerdeki artışlar 2001 yılı sonunda %70’leri
aşmıştır. Sonuçta bütçe tam bir transfer bütçesi halini almıştır. Faiz ve
personel giderlerinin esneklikten yoksun olması ve kısıntı yapmaya elverişli
olmaması nedeniyle bütçenin esnekliği kaybolmuştur ve bütçe bir ekonomi
politikası aracı olmaktan çıkmıştır.8
Türkiye’de merkez bankacılığı açısından 1960, 1970, 1980, 1987, 1994
ve 2001 yılları ön plana çıkan, dönüm noktaları olan yıllar olmuştur. 1960’ta
Hazine’ye kısa vadeli avans imkânı kısıtlanmış, 1970’te TCMB Kanunu
değiştirilmiş, zorunlu karşılık uygulaması gibi para politikası araçlarının
kullanımı TCMB’ye bırakılmıştır. 1980’de kur politikası uygulaması ve faiz
oranlarının tespiti keza TCMB’ye bırakılmış, 1987’de dolaylı para politikası
araçlarının kullanımını teminen TCMB bünyesinde piyasalar oluşturulmuştur.
1994 krizi sonrasında Hazine’nin TCMB’den kısa vadeli avans kullanımı
aşamalı olarak kısıtlanmış ve en son olarak da 2001 yılındaki TCMB yasa
değişiklikleri ile TCMB – Kamu kredi ilişkisine son verilmiş, TCMB tam olarak
araç bağımsızlığına kavuşturulmuştur.9
2001 yılları öncesinde uygulanan para politikaları temelde mali
piyasaların istikrarını hedef almış, bunu ise piyasalarda ortaya çıkabilecek kısa
süreli ve hızlı fiyat değişikliklerinin önlenmesi ve belirsizliklerin azaltılması ile
Ahmet Ulusoy, Maliye Politikası, Trabzon, Üçyol Kitabevi, 2007, s.10.
Timur Önder, Para Politikası Araçları, Amaçları ve Türkiye Uygulaması, Ankara, TCMB
Yayımı, 2005, s.285.
8
9
14
gerçekleştirmeye çalışmıştır. Ancak, hükümet tarafından yapısal reformlar
yapılmasındaki gecikme, hedeflenen %70’lik enflasyon oranına ulaşma
çabalarını engellemiştir.
Bu noktada, önemle belirtmek gerekir ki istikrarlı bir ekonomik ortamın
tesisi açısından sadece parasal otoritenin güvenilirliği yeterli değildir. Türkiye
ekonomisinde krizleri tetikleyen en önemli problem, yüksek borç stokunun yanı
sıra borçların çevrilebilirliği konusunda ortaya çıkan kuşkulardır. Bu durum
gayet açıktır ki mali otoritenin sorumluluğunu artırmaktadır. Son dönemde
ortaya çıkan olumlu beklentiler nedeniyle faiz oranlarında ciddi bir gerileme
eğilimi ortaya çıkmış ise de maliye politikası ile ilgili endişeler hala varlığını
sürdürmektedir. Türkiye’de etkili bir para politikasının olmazsa olmaz koşulu,
para politikasını, maliye politikasının baskısından arındırmaktır. Bu durum,
kamu
borç
stokunu
azaltacak
politikaların
uygulanmasını
zorunlu
kılmaktadır.10
2.3.
2001 YILINDAN GÜNÜMÜZE PARA POLİTİKASI UYGULAMALARI
Piyasalar ve bu piyasalarda faaliyet gösteren kurumlar, ilgili kamu
otoritelerinin makroekonomik hedeflerle uyumlu bir şekilde çalışması
anlamındaki finansal istikrarı temin ve küreselleşmeden kaynaklı risklerin
önlenmesi için Merkez Bankaları zamanla daha dinamik kurumlar haline
gelmiştir. Gelişmiş ülkelerdeki merkez bankaları ve bu arada TCMB, temel
hedeflerinin fiyat istikrarının sağlanması olarak belirlenmesine rağmen küresel
riskler nedeniyle finansal istikrarı sağlamak ve hükümetin büyüme politikalarını
da desteklemekle görevli hale getirilmişlerdir.
TCMB 2010 yılının sonlarından itibaren makro finansal riskleri de
gözeten yeni bir para politikası çerçevesi tasarlamış ve uygulamaya
10
Orhan Z. Osman, Seyfettin Erdoğan, Para Politikası, Ankara, Özkan Matbaası, 2007, s.397.
15
koymuştur. Bu kapsamda, enflasyon hedeflemesinin genel çerçevesi gözden
geçirilmiş ve finansal istikrar, destekleyici bir amaç olarak benimsenerek bu
amaca yönelik ek politika araçları geliştirilmiştir. Uygulanan politikalar orta
vadede fiyat istikrarından ödün vermeden makro finansal riskleri dengelemeyi
amaçlamıştır. Bu doğrultuda, kredi büyümesi kontrol altına alınırken döviz
kurunun iktisadi temellerle daha uyumlu hareket etmesi sağlanmıştır. 11
2.3.1. Fiyat İstikrarı
TCMB’nin temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka, fiyat istikrarı
ile çelişmemek kaydıyla Hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını
destekler, (1211 sayılı TCMB Kanunu, Madde 4). Böylece çağdaş merkez
bankacılığı anlayışına uygun olarak fiyat istikrarını sağlamak öncelikli hedef
olarak belirlenmiştir.
Önceden belirlenen fiyat istikrarı hedefine 2006 yılı ve sonraki iki yılda
ulaşılamaması TCMB ve hükümetin 2009, 2010 ve 2011 yılları enflasyon
hedeflerinin revize edilmesine yol açmıştır.
Global ekonomide yaşanan kriz ve uluslararası piyasalarda yaşanan
finansal kaynak sıkıntısının iç ve dış talebi etkilemeye devam etmesi iktisadi
faaliyetleri canlandırmak ve istihdamı artırmak için TCMB, genişletici para
politikası uygulamasına yönelmiş ve Kasım 2008 ayından itibaren politika faiz
oranlarını düşürmeye başlamıştır. 2008 yılının son çeyreğinden itibaren global
talepte ve emtia fiyatlarında yaşanan düşüş bütün dünyada enflasyonun
düşmesine neden olmuştur. 2009 yılında, global gelişmelerin etkisiyle toplam
dış ve iç talepteki daralma neticesinde uluslararası gelişmelere paralel bir seyir
TCMB, “Enflasyon Raporu 2012 IV”, (Erişim) http://www.tcmb.gov.tr/research/parapol/enfekim2012_tam.pdf, 17/01/2013.
11
16
izleyen
enflasyon,
hedeflenen
aralık
içinde
kalarak
%6,5
olarak
gerçekleşmiştir.12
Grafik 3: TÜFE Değişim Oranları ve Enflasyon Hedefleri
Kaynak: TCMB
2012 yılında gerçekleşen enflasyon oranı %6,2 olup 2015 yılı enflasyon
hedefi %5 olarak belirlenmiştir. 2013 yılı için belirsizlik aralığı, her iki yönde 2
yüzdelik puan olarak korunmuştur.
Böylece görülmektedir ki gelişmiş ülkelerde olduğu gibi enflasyon oranı
hedeflerinin kısa vadede %1-2’ler seviyesine indirilemeyeceği, TCMB ve
hükümet tarafından da kabul görmektedir. Hatta aşağıdaki grafikten de
anlaşılacağı üzere Türkiye dâhil olduğu GOÜ arasında da oransal olarak daha
yüksek enflasyonların yaşandığı bir ülke olmuştur.
12
Pınar, Erdal, a.g.e., s.175.
17
Grafik 4: TÜFE Enflasyonu
(Türkiye ve Diğer GOÜ Karşılaştırması)
+ Gerçekleşme tahmini
* Yıl sonu hedefi
Kaynak: TCMB
2.3.2. Finansal İstikrar
1211 sayılı TCMB Kanununun 4’üncü maddesinde TCMB’nin temel
görevlerinden biri de ‘finansal sistemde istikrarı sağlayıcı ve para ve döviz
piyasaları ile ilgili düzenleyici tedbirleri almak’ olarak öngörülmüştür.
Aşağıdaki grafiklerden de anlaşılacağı üzere kısa vadeli sermaye
akımlarından kaynaklı cari işlemler açığı son yıllarda da ekonomi için önemli
bir risk oluşturmakta, uluslararası sermaye akımlarının reel kurlar üzerinde
aşırı oynaklığa sebebiyet verici bozucu etkisi devam etmektedir.
18
Grafik 5: Kredi Değişimi ve Cari İşlemler Açığı (GSYH’ye Oran,
Yüzde)
Kaynak: TCMB
2.3.3. Yeni Para Politikası Stratejisi
2006 yılında enflasyon hedeflemesi rejimine geçen TCMB, 2007
küresel finansal krizden sonra kısa vadeli sermaye akımları ile risk iştahındaki
oynaklığa karşılık dünyadaki bu yöndeki anlayış değişimine de paralel olarak
yeni bir para politikası uygulamasına geçmiştir. Böylece, fiyat istikrarı temel
amacı yanında finansal riskleri de gözetici bir politika uygulanmaktadır. Bu
çerçevede, eski ve yeni para politikası anlayışı şu şekilde gösterilebilir:
Amaçlar
Araçlar
Eski Anlayış
Fiyat istikrarı
Politika faizi
Yeni Anlayış
Fiyat istikrarı artı finansal istikrar
Yapısal araçlar artı konjonktürel araçlar
19
2.3.4. Yeni Politika Bileşiminin Uygulaması
TCMB tarafından küresel risk iştahındaki değişmelere karşı zorunlu
karşılık oranları ve likidite yönetimini de içine alan makro ihtiyati politika demeti
aşağıdaki grafikte de görülmektedir.
Grafik 6: Para Politikası Araçlarının Seyri (Yüzde)
Kaynak: TCMB
Böylece TCMB, sadece politika faizini değil, bununla birlikte faiz
koridoru ve zorunlu karşılık oranları gibi enstrümanları da özellikle sermaye
akımlarından gelen ani risklere karşı ekonominin dayanıklılığını artırmak için
kullanmaktadır.
2.3.5. Yeni Politika Bileşiminin Sonuçları
TCMB uygulamış olduğu yeni politika bileşimiyle kendi Kanunundan da
kaynaklanan hükümetin büyüme politikalarını desteklemektedir.
TCMB, 2010 yılında kredilerin hızlı büyüme eğilimine girmesi, Türk
lirasının aşırı değer kazanması ve cari dengenin bozulma eğilimine girmesi
üzerine 2010 yılının sonlarından itibaren makro finansal risklerin azaltılması
20
konusuna odaklanmıştır. Cari dengedeki bozulmayı kontrol altına almak ve
ekonomiyi daha sağlıklı bir büyüme kompozisyonuna kavuşturmak için kredi
büyümesinin yavaşlatılması ve Türk lirasının iktisadi temellerle daha uyumlu
hale getirilmesi amaçlanmıştır. Kredilerin yavaşlatılması konusunda diğer
otoritelerle eşgüdüm halinde zorunlu karşılık oranları, likidite politikası, aktif
risk ağırlıkları, genel provizyonlar ve kredi/değer oranı gibi politika araçları
kullanılmıştır. Türk lirasındaki aşırı değerlenmenin giderilmesi için ise politika
faiz oranları düşürülmüş ve faiz koridoru aşağı yönlü genişletilerek kısa vadeli
piyasa faizlerinin oynak seyretmesine izin verilmiştir.13
2.3.6. Enflasyon ve Hedefler
Tüketici enflasyonu 2011 yılında gelişmiş ekonomilerde %2,5,
gelişmekte olan ekonomilerde ise %6,6 olarak gerçekleşmiştir. 2012 yılında
ABD ve Hindistan’da görülen kuraklık küresel gıda fiyatlarında; jeopolitik riskler
ise enerji fiyatları üzerinde önemli bir baskı oluşturmuştur. Ancak, küresel
ekonomik faaliyetlerdeki durgunluğun da etkisiyle, yılsonunda enflasyonun
gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde sırasıyla %1,7 ve %6,2’ye
gerileyeceği öngörülmektedir. 2013 yılında ise gelişmiş ekonomilerde
enflasyonun %1,7 seviyesinde seyretmesi, gelişmekte olan ekonomilerde ise
bir miktar gerileyerek %5,7 civarında olacağı tahmin edilmektedir.14
TCMB, “2013 Yılı Para ve Kur Politikası”, (Erişim) http://www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/2012/
Baskan _ParaPol13.pdf, 12/02.2013.
14
Maliye Bakanlığı, “2013 Yılı Bütçe Sunuş Konuşması”, (Erişim) http://www.maliye.gov.tr/
KonusmaSunumlari/SunumMerkezi/ index.html?ktp=2013BSK, 12/12/2012.
13
21
Grafik 7: Hedeflenen ve Gerçekleşen TÜFE Enflasyonu (Yüzde)
Kaynak: TCMB
TCMB’nin uyguladığı ‘sıkı parasal duruş’ ve etkin iletişim politikasına
rağmen maliye politikası performansının yetersizliği nedeniyle gerçekleşen
enflasyon oranları, belirlenmiş hedeflerden sapma göstermekte, %5-6’lar
civarında bir enflasyon katılığı oluşturmakta, kısa ve uzun vadede, enflasyon
bu hedeflere yakınsamamaktadır.
2.3.7. Döviz Kuru Politikası
Türkiye’de 2001 yılından itibaren dalgalı kur rejimine geçilmiş olup bu
sistemde TCMB, nominal ya da reel herhangi bir kur hedefi olmamasına
rağmen, finansal istikrara yönelik riskleri sınırlamak amacıyla Türk Lirasının
aşırı değerlenmesi veya değer kaybına karşı kayıtsız kalmamak için politika
tedbirleri almaktadır. Öte yandan Rezerv Opsiyonu Mekanizması 15 gerek
düzenli döviz ihalelerine gerekse doğrudan müdahaleye duyulan ihtiyacı
TCMB’ce son yıllarda geliştirilen bir araç olup, sermaye hareketlerindeki aşırı oynaklığın
makroekonomik ve finansal istikrar üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmayı hedeflemektedir. Bu
suretle, bankaların Türk lirası zorunlu karşılıklarının belirli bir yüzdesini döviz ve altın cinsinden tesis
edebilmelerine imkân tanınmaktadır.
15
22
azaltmakta olup TCMB rezerv biriktirme amaçlı döviz alım-satım faaliyetinde
bulunmaktadır. Ancak, yine de maliye politikasından kaynaklı yapısal
sorunların çözülememesi nedeniyle TL’deki aşırı değerlenme baskısı
sürmektedir.
2.3.8. Riskler ve Para Politikası
Küresel belirsizliklere karşı Türkiye ekonomisinin dayanıklılığının
sağlanması
ve
sürdürülmesi
‘sağlam
maliye
politikası’
duruşu
gerektirmektedir. Önümüzdeki yıllarda mali disiplini kalıcı hale getirecek,
kronik tasarruf açığı problemini çözecek ya da azaltacak yapısal reformların
yapılması, fiyat ve finansal istikrarın sağlanmasını destekleyecektir. Bu suretle
kamu borçlanma vadeleri uzayacak, faiz oranları düşerek toplumsal refah
desteklenecektir. Bu kapsamda Orta Vadeli Planların gerektirdiği aşağıda
belirtilen yapısal reformların16 gerçekleştirilmesi hayati önemi haizdir:

Mali disiplinin kalitesini artıracak ve tasarruf açığını azaltacak önlemler
alınmalıdır.

Makro tedbirlerin yanı sıra cari açığın orta-uzun vadede kalıcı olarak
düşürülmesi için yapısal reformlara ve sektörel bazda tedbirlerin
alınmasına devam edilmelidir.

İstihdamı artırmak için istikrarlı büyüme ortamını sağlayacak politikaların
yanı sıra işgücünün niteliğini, işgücü piyasasının esnekliğini ve işgücüne
katılımı artıracak politikalara ağırlık verilmelidir.

Ekonominin rekabet gücü, kamu harcamalarında etkinlik, iyi yönetişim,
eğitim sistemi, yargı sistemi, vergi sistemi, kayıtdışılık, yerel yönetimler,
bölgesel gelişme
ve sürdürülebilir kalkınma alanlarındaki yapısal
dönüşümün devam ettirilmesi, kentsel dönüşümün gerçekleştirilmesi
programın temel öncelikleri arasında yer almalıdır.
DPT, “Orta Vadeli Program 2013-2015”, (Erişim) http://www.dpt.gov.tr/DocObjects/View/14510/
OVP201315.pdf, 04/06/2013.
16
23

Tarım sektöründe, gıda güvenliği ve güvenilirliğinin sağlanması ile doğal
kaynakların sürdürülebilir kullanımı gözetilerek, örgütlü ve rekabet gücü
yüksek bir yapının oluşturulması gereklidir.

Üniversite hastanelerinin yapısal sorunları sistematik ve bütünsel bir
anlayışla çözüme kavuşturulmalıdır.

Müzakere sürecinin ilerlemesine bağlı olarak, AB bölgesel gelişme
politikalarına uyum ve yapısal fonların kullanımına hazırlık için stratejik bir
çerçeve oluşturulmalıdır.

Sanayinin yapısal dönüşümüne katkı sağlayacak Sanayi Stratejisi başta
olmak üzere, mevcut sektörel stratejilerin hedeflerine ulaşması için bölge
düzeyinde sektörel üretim faktörleri altyapısı ve potansiyeli belirlenerek,
sektörlere
yönelik
modelleme
ve
kapasite
geliştirme
çalışmaları
yapılmalıdır.
2.3.9. Para Politikasında Yeni Arayışlar
Yeni bir para politikası rejimi arayışı çerçevesinde enflasyon
hedeflemesinden vazgeçilmesini savunanların yanında enflasyon hedeflemesi
rejiminin finansal istikrarı da gözetecek biçimde nasıl tasarlanabileceğine dair
çalışmalar yapılmaktadır. Bu ikinci tip yeni enflasyon hedeflemesinde makroihtiyati politika aracı ile politika faizinin birlikte kullanılarak birbirlerinin
etkisini azaltmamaları gereklidir.
TCMB, biriken makro finansal dengesizlikleri sınırlamak amacıyla temel
olarak iki ara hedef benimsemiştir: Kısa vadeli sermaye girişlerini azaltmak
ve kredi genişlemesini yavaşlatmak. Bu doğrultuda, fiyat istikrarından taviz
verilmeden finansal istikrarın gözetilebilmesi amacıyla, politika faizine ek
olarak zorunlu karşılıklar ve faiz koridorunun aktif para politikası araçları
olarak kullanılmasına karar verilmiştir.
24
Ancak,
aslında
maliye
politikası
uygulamalarıyla
öncelikle
gerçekleştirilmesi gereken sermaye akımlarının vadesini uzatmak ve cari
açığın azaltılmasına TCMB katkı sağlamak maksadıyla kısmen de olsa fiyat
istikrarını ikinci plana alarak finansal istikrar hedefine odaklanılmış, bu
kapsamda zorunlu karşılıkların bir makro ihtiyati politika aracı olarak
kullanılması politika faizi aracıyla uyumsuzluk doğurmuştur. Sonuçta TCMB
enflasyonist etkiler nedeniyle yeniden fiyat istikrarına odaklanmak durumunda
kalmış ise de finansal istikrarsızlık tehdidi devam etmektedir.
TCMB, fiyat istikrarı ve finansal istikrarı birbirini tamamlayıcı amaçlar
olarak görerek, izlediği politikalarla kredi büyümesi ve döviz kurlarında aşırı
oynaklığın azaltılması, ayrıca da fiyat ve finansal istikrara katkı yaptığını,
yayımladığı finansal ve enflasyon raporlarında vurgu yapmaktadır. Ayrıca
TCMB, özellikle bankaların aşırı kaldıraç kullanımını önleyici yapısal tedbirlerin
de alınması zorunluluğunu çeşitli vesilelerle dile getirmektedir.
2.3.10.
TCMB’nin Kamu Maliyesine İlişkin Gelişmelere Bakışı
TCMB, yayımladığı raporlar ile sunumlarında genel olarak17;

Para politikası stratejisini oluştururken maliye politikasına ilişkin gelişmeleri
yakından takip ettiklerini, baz senaryoda yer alan enflasyon tahminlerinin
Orta Vadeli Programda (OVP) belirlenen çerçeveyi esas aldığı, dolayısıyla
mali disiplinin devamını öngördüklerini,

Kamu maliyesi dengelerinin, geçmiş dönemlerde olumlu performans
sergilediğini, vergi gelirlerinde gözlenen artış ve faiz ödemelerinde ortaya
çıkan gerilemenin bütçe performansındaki iyileşmenin temel kaynağını
oluşturduğunu,
Fatih ÖZATAY, “Para Politikasında Yeni Arayışlar ve TCMB”, (Erişim) http://www.tepav.org.tr/
upload/files/1326890034-3.Para_Politikasinda_Yeni_Arayislar_ve_ TCMB.pdf, 07.05.2012.
17
25

Özellikle son dönemlerde ‘Kamu Alacaklarının Yeniden Yapılandırılması’
(vergi ve sosyal güvenlik prim affı) yasası kapsamında elde edilen ek bütçe
geliri ve faiz dışı harcamaların artış hızının görece yavaşlamasının, ithalde
alınan katma değer vergisi başta olmak üzere, dolaylı vergilerde gözlenen
artışların kamu maliyesi dengelerine olumlu katkıda bulunduğunu,

Maliye politikası duruşunda geçen dönemlere göre önemli bir değişim
olmadığını, orta vadeli tahminler oluşturulurken önümüzdeki dönemde
kamu harcamalarının milli gelire oranında önemli bir değişim olmayacağını
varsayacakları, mali disiplinin kalıcılığının sağlanabilmesi açısından, mali
çerçevenin OVP’de öngörülen kurumsal ve yapısal iyileştirmelerle
güçlendirilmesinin önemini koruduğunun vurgulanması gerektiğini,
ifade etmektedir.
Sonraki
dönemler
için
tahminlerini
şekillendirirken
enflasyonun
hedeften yüksek seyretmesinin nedenleri olarak da yine genel olarak;

Küresel
ekonomiye
dair
belirsizliklerin
devam
edeceği,
Euro
Bölgesi’ne ilişkin sorunların küresel büyüme ve risk iştahında aşağı yönlü
risk oluşturacağı, buna yönelik tedbirlerin etkililiğine ilişkin belirsizliklerin
küresel piyasalardaki oynaklığın süreceğine işaret etmekte olduğu,

Son dönemlerdeki petrol arzına dair sorunların belirginleşmesinin, enerji
fiyatlarının görünümüne ilişkin yukarı yönlü risk unsuru olarak ortaya
çıktığı,
değerlendirmelerinde bulunulmaktadır.18
Bu ifadeler TCMB tarafından yayımlanmış olan 2012-1 Enflasyon Raporundan alınmış olup
Merkez Bankası maliye politikasına ilişkin son yıllardaki bu yaklaşımını halen de sürdürmektedir.
18
26
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MALİYE POLİTİKASI: KURAMSAL ÇERÇEVE
Maliye politikası uygulamalarından kaynaklanan risklere geçmeden
önce bu bölümde maliye politikasıyla ilgili kavramların kısa açıklamalarına yer
verilecektir.
3.1.
MALİYE POLİTİKASI KAVRAMI
Maliye politikası, kamu kesiminin iktisadi etkilerini iktisat politikası
amaçları
doğrultusunda
yönlendirmek
için
kamu
gelirlerinin,
kamu
harcamalarının, kamu hizmetlerinin miktarında ve bileşiminde yapılan
değişikliklerdir. Kamu harcamaları ve kamu gelirleri gibi temel kamu ekonomisi
değişkenlerine yapılan müdahale anlamına gelen maliye politikasının, zaman
içinde öneminin artması kamu gelir ve giderlerinin maliye politikası içinde
etkinliğini de artırmıştır.19
1929 buhranıyla birlikte krizlerin sadece para politikası uygulamalarıyla
önlenememesi, refah devleti anlayışının dünyadaki yaygın kabulü harcama ve
vergi politikalarına duyulan ihtiyaç, maliye politikasının uygulama alanı ve
etkinliğini zaman içerisinde arttırmıştır.
Çağımız kapitalist ekonomilerinde kamu kesiminin önemli bir yer
tuttuğu, bu yerin de çeşitli dönemlerde büyüme eğilimi gösterdiği ortadadır.
Öyle ki kamu kesiminin genişlemesi pek çok iktisatçıyı, Adolph Wagner’in
‘Kamu Faaliyetinin Sürekli Genişlemesi Kanunu’ diye adlandırılan ilkesinin
dünya çapındaki geçerliğine inandırmıştır.20
19
20
Ulusoy, a.g.e., s.10.
Özhan Uluatam, Kamu Maliyesi, Ankara, İmaj Yayınevi, 2005, s.7.
27
Bir başka şekilde, maliye politikası, devletin vergi almak, masraf
yapmak ve borçlanmak yetki ve olanaklarından yararlanılarak ekonomik
hayata yapılan müdahaleler olarak tanımlanmıştır. Maliye politikası, genel
nitelikte olarak tatbik edilebileceği gibi özelleştirilmeye yani sadece bazı
faaliyetlere, sektörlere ya da bölgelere yöneltilmeye de son derece
elverişlidir.21
Çeşitli vergiler ve harcamaları farklı şekillerde kullanarak, bütçenin
belirli kalemler itibariyle fazla ya da açık vermesi sağlanarak istenilen sonuçlar
elde edilebilir. Bu niteliği itibariyle maliye politikası, daha elverişli ancak
kullanılırken daha fazla özen gösterilmesi gereken bir araçtır. Bunun nedeni
bir gelir ve gider kalemine yapılacak müdahalenin ekonomideki nisbi fiyat
düzeyini bozma ihtimalidir. Hâlbuki böyle bir ihtimal toplam talebin kısılması ya
da genişletilmesi gibi genel nitelikteki müdahaleler için sözkonusu değildir.
Ayrıca, maliye politikasının vergi ve harcamalar değiştirilerek
uygulanmasının etkileri, para politikasındaki gibi beklentilerin yönetilmesi
esasına dayanmamakta, dolayısıyla dolaylı değil doğrudan oluşmaktadır.
Ancak bu üstünlüğüne karşın maliye politikası hükümetlerce yasal
düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç gösterdiğinden uzun ve zaman alıcı
süreçler gerektirmekte, örneğin faiz oranlarının anında ve koşulsuz olarak
değiştirme yetkisini haiz merkez bankalarınca uygulanan para politikaları ise
daha kısa sürede gerçekleşmektedir. Bu ve seçmenlerde oluşabilecek
hoşnutsuzluklar nedeniyle hükümetler maliye politikası izlemek konusunda
isteksiz ve yavaş hareket etmekte, çoğu zaman da geç kalmaktadır.
Hükümetlerin ekonomik dengeyi sağlamak için dört ayrı politika
seçeneği olduğu söylenebilir. Ekonomik istikrarı sağlamak için hiç müdahale
etmeyip sorunu piyasa mekanizmasının çözmesinin beklenmesi, vergi
21
Sadun Aren, İstihdam Para ve İktisadi Politika, Ankara, Savaş Yayınevi, 1998, s.22.
28
indirimleri dâhil genişletici politikalar uygulama, enflasyonist süreçte daraltıcı
politikalar uygulanması, hem vergiler hem de harcamalardan makroekonomik
istikrarı sağlamak için aktif bir şekilde yararlanılması. Hükümetlerin bunlardan
hangi yöntemi kullanacaklarının temel belirleyeni ideolojik görüşü, ülkenin
gelişmişliği, istikrarsızlığın boyutlarıdır.22
Bir iktisat politikası aracı olarak maliye politikası, politika tasarlayıcılar
tarafından makroekonomik hedeflere ulaşmak için artan oranlı vergileme gibi
otomatik istikrarlandırıcılar (stabilizatörler) ya da borçlanma gibi isteğe bağlı
enstrümanlarla
ekonomiye
müdahale
edebilir. Politika
tasarlayıcı bu
müdahaleyi yaparken amaçlar arasında çatışma olabileceğini de düşünerek
tercih yapmak durumunda kalacaktır. Örneğin gelir dağılımı adaletini sağlama
önceliğine dayalı bir harcama politikası uygulaması ekonomide enflasyonist
etkiler yapabilir ya da işsizliği arttırabilir.
3.2.
MALİYE
POLİTİKASININ
ETKİNLİĞİNE
İLİŞKİN
KURAMSAL
YAKLAŞIMLAR
Klasik iktisatçılar ekonominin daima tam istihdam hâsıla düzeyinde
dengede olduğunu, fiyatların esnek ve cari faizin yatırım ve tasarruf eşitliğini
sağladığını varsaymaktadır. Bu varsayımlar altında şekillenen paranın
yansızlığı kısaca, para arzındaki değişikliklerin fiyatlar, ücretler ve döviz
kurları gibi nominal büyüklükleri etkilemesi, enflasyon dâhil işsizlik, reel GSMH
ve reel tüketim gibi reel büyüklükleri etkilememesi olarak tanımlanabilir.23
Para arzının reel etkiler doğurup doğurmama koşuluna bağlı olarak
tanımlanan paranın yanlılığı ve yansızlığı kavramları iktisat kuramlarının
sınıflandırılmasına
22
göre oluşturulacak bir sınıflamada, Klasik akımın
Ulusoy, a.g.e., s.126.
Wikipedia, “Neutrality of Money”, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Monetary_neutrality,
16.03.2012.
23
29
oluşturduğu gelenekle Keynesgil akımın oluşturduğu gelenek ön plana
çıkmıştır.
‘Klasik anlayışın kökeninde iki yazar bulunur; Jean Baptiste Say ve
David Rİcardo. 19’uncu yüzyılda bu iki iktisatçı başlıca ilkeleri ortaya
koymuşlardır: mahreçler kanunu, paranın yansızlığı, paranın miktar
teorisi.’ Klasik teori ve ona birlik veren unsur J.B. Say tarafından ortaya atılan
mahreçler kanununda bulunur. Say’a göre para, mübadelede bir örtüdür,
üründür, ürünler ürünle değiştirilir, her arz kendi talebini meydana getirir ve bu
hal devamlı olarak pazar ortaya çıkarır.24
Kısa ve uzun dönemde fiyat düzeyi ve ücretlerin tam esnek kabul
edildiği bir ekonomide para arzındaki bir artış, sadece fiyat düzeyini
etkilemekte; reel değişkenleri etkileyecek sonuçlar doğurmamaktadır. Bu
nedenle bu akım faiz kuramı ve istihdam düzeyi ile ilgilenmemiş; fiyat düzeyini
ve iktisadi dalgalanmaların belirlenmesini temel hedef olarak seçmiştir.
Öte yandan, Klasik modelde ekonominin daima tam istihdam hâsıla
düzeyinde dengede olması, genişletici para politikası izleyerek hâsılayı
arttırmanın mümkün olmadığını içerir. Bu modelde, parasal bir değişikliğin reel
bir değişiklik meydana getirmesi veya refah düzeyini etkilemesinin sözkonusu
olmadığı anlamına gelen ve kısaca paranın yansızlığı (neutrality of money)
kabul edilmiştir.
Parasal genişleme sonucu ortaya çıkan mal talep fazlasının tümüyle
fiyatlardaki artışla bertaraf edilmesi ve böylece reel para arzının yeniden
başlangıçtaki düzeyine düşmesi, nominal para arzı artınca fiyat düzeyinin de
aynı oranda artması demektir. Klasik modelde nominal para arzı artınca fiyat
24
Tezer Öçal, Para Teorisi ve Politikası, Ankara, Ankara Üniversitesi Yayını, 1985, s.167.
30
düzeyinin de aynı oranda artmasına, paranın miktar teorisi (quantity theory of
money) denir.
Sonuç olarak klasik modelde enflasyonun tek nedeni para arzındaki
sürekli artışlardır, bu nedenle enflasyonu önlemek için para arzındaki artışların
kontrol edilmesi gereklidir.25
Ne var ki Klasik yaklaşımda parasal sektörle reel sektör arasındaki
ilişkiler tamamen yok varsayılarak, iktisadi değişkenlerin ve iktisadi aktörlerin
davranış biçiminin tanımlanması yöntemi seçilerek, iktisadi analizde, parasal
faktörlerin önemi tamamen ihmal edilmiştir. Böyle bir düşünce geleneğinin
gerçek hayatla ne kadar örtüştüğüne yönelik tartışmalar Keynesgil kuramla
doruğa ulaşmıştır.
Aslında, Klasik akımın öne sürdüğü varsayımlar kendi içinde son
derece tutarlı ve anlamlıdır. Öngördükleri varsayımlarla parayı tanımlama
biçimleri arasında çelişkili bir durum oluşmamaktadır. Ancak, reel dünyada her
şeyin belirli ve düzgün işleyen bir görünmez el tarafından idare edilmediği de
bilinen bir gerçekliktir.
Parayı çoğunlukla bir simge veya bir ölçü birimi olarak gören klasik
yaklaşımda reel sektör, para arzındaki değişikliklerden bağımsız olarak
düşünülmekte, dolayısıyla para arzındaki değişikliklerin reel büyüklükleri
etkilemediği
kabul
edilmekte,
sonuç
olarak
paranın
yansızlığı
savunulmaktadır. Ancak, yeni klasik akımda iktisadi aktörlerce para
politikasının öngörülmediği koşulda paranın reel etkiler yapabileceği
düşünülmektedir.
Keynesgil kuramda ise para ekonominin reel büyüklüklerini etkileyen
temel bir değişken olarak kabul edilmekte, reel kesim parasal kesim ayırımına
25
Erdal Ünsal, Makro İktisat, Ankara, İmaj Yayınevi, 2007, s.278.
31
yer verilmemekte, iktisadi aktörlerin gelecek planlamalarında önemli bir yer
işgal ettiği varsayılmaktadır.
Türkiye ekonomisinde parasal şokların reel etkileri üzerinde yapılan
çalışmalarda da tesbit edildiği üzere ulaşılan sonuçlar para arzındaki
değişikliklerin reel büyüklükleri etkilediğini dolayısıyla yansız olmadığını
ortaya
koymaktadır.
Bu
açıdan
bakıldığında
Keynesgil
yaklaşımın
önermelerinin daha doğru olduğu görülmektedir.
Ekonomik ve sosyal hayatta her arz kendi talebini oluşturur ve sermaye
piyasalarında cari olan faiz haddinin tasarruf-yatırım eşitliğini kendiliğinden
sağlayacağı iktisadi düşünce sistemi hâkim olunca kamu maliyesinin düşünce
sistemi de piyasa ekonomisinin tabii düzenini değiştirmemek esasına
dayanıyor ve mali gelenekçilik adını taşıyordu. Mali gelenekçilik, kamu
harcamalarının hacimce küçük ve devlet bütçesinin denk olması, kamu
giderlerinin dolaylı vergilerle veya uzun vadeli borçlanmalarla karşılanması,
kısa vadeli borçlanmalarla karşılanmaması gibi bazı temel prensipleri
benimsemişti. Ancak, Birinci Dünya Savaşı ve bu savaşın geliştirdiği yeni
devlet fonksiyonları denebilir ki mali gelenekçiliğin cenaze merasimi
olmuştur.26
Adam Smith Milletlerin Zenginliği adlı eseriyle 19. yüzyıl başlarında,
özellikle devlet otoritesini elinde bulunduran imtiyazlı sınıfın, hegemonyasını
azaltacak liberal düşünce akımını başlatmıştır. Böylece başladığı kabul edilen
Klasik İktisat Teorisi sonraları pek çok iktisatçı tarafından da benimsenerek
geliştirilmiş, hem iktisat yazını hem de uygulamayı uzun süre etkisi altında
bırakmıştır.
Latin
Amerika
ülkelerinin
karşılaştığı
darboğazları
parasalcı
perspektiften farklı bir biçimde açıklayan yapısalcı görüş ise çoğunluğu Latin
İsmail Türk, Maliye Politikası Amaçlar Araçlar ve Çağdaş Bütçe Teorileri, Ankara, Turhan
Kitabevi, 2010, s.14.
26
32
Amerika kökenli iktisatçılar tarafından geliştirilmiştir. Yapısalcılara göre,
ekonomik yapıdaki rahatsızlıklar kendini kaynakların verimli alanlara
yönelmesini önleyen hareketsizlik, piyasalardaki dağınıklık, arz ve talepteki
sürekli dengesizlikler şeklinde belli eder. İstikrar ise uzun dönemde üretken
kaynakların en verimli alanlarda kullanımını sağlayacak kapsamlı reformlarla
erişilecek bir hedef olarak düşünülmelidir.
Monetarizm büyük ölçüde 1976 yılında Nobel ekonomi ödülü alan
Milton Friedman tarafından geliştirilmiş bir teoridir. Friedman yaptığı
çalışmalarda üretim ve fiyatların belirlenmesinde temel etmenin maliye
politikası araçları olmadığını, enflasyon, bütçe açıkları, işsizlik gibi iktisadi
sorunların temelinde uygulanan yanlış para politikalarının yattığını ileri
sürmektedir.
1970’li yıllara gelindiğinde talep yönlü iktisat teorisine getirilen alternatif
teorilerden birisi de arz yanlı iktisat teorisi olmuştur. Bu yaklaşım, temelde
vergi indirimleri politikasına ağırlık verdiğinden aynı zamanda arz yönlü vergi
politikası olarak da ifade edilmektedir. Arz yanlı iktisatçılar ekonomik
istikrarsızlığın ana kaynağını üretim ve arz yetersizliği olarak görürler. Yani
klasik iktisatçılar gibi insanları iyi bir şekilde bilgilendirildiklerine ve bunu
rasyonel
kullandıklarına
inanmaktadırlar.
Piyasa
aktörlerinin
rasyonel
davranışı ve ücret-fiyat esnekliği piyasaların sürekli dengede olmalarını sağlar.
Bu nedenle yeni klasik iktisatçılar gerek para ve gerekse maliye politikalarıyla
ekonomik
istikrar
sağlamak
için
piyasaya
müdahale
edilmemesini
savunmaktadırlar. 1980’li yıllarda Yeni Keynesyen İktisatçılar adı verilen bir
grup piyasaların rekabetçi olmayışı, piyasaların dengeye gelmeyişi, menü
maliyetleri, koordinasyon başarısızları, etkin ücret teorileri ve ekonomiye aktif
politik müdahale noktalarında toplanmaktadır.27
27
Ulusoy,, a.g.e., s.95.
33
3.3.
MALİYE
POLİTİKASI
İLE
PARA
POLİTİKASI
ARASINDAKİ
ETKİLEŞİM
Ekonomide para politikasının mı maliye politikasının mı etkili olduğuna
yönelik tartışmalar özünde Parasalcı-Keynesyen tartışması barındırmaktadır.
Enflasyonun parasal bir olgu olduğunu dolayısıyla bağımsız bir merkez
bankasının maliye politikası performansına bakılmaksızın fiyat istikrarını
sağlayabileceğini iddia eden teorilerin aksine fiyat düzeyinin mali teorisi,
mali disiplinin olmadığı durumda enflasyon oranının maliye politikası
tarafından belirleneceğini savunmaktadır. Literatürde birinci durum para
politikası baskın (Ricardocu), ikinci durum ise maliye politikası baskın
(Ricardocu olmayan) olarak tanımlanmaktadır. Türkiye’de ise 2001 öncesi
dönemin mali baskınlığın olduğu dolayısıyla maliye politikası etkin, 2001
sonrası dönemin ise para politikası baskın iktisadi rejim uygulandığı
söylenebilir.28
Potansiyel büyüme hızını artırmak için para politikasının dolaylı bir rolü
var. Fiyat istikrarı ve finansal istikrarı sağlayarak belirsizlikleri azaltacak,
ekonomik birimlerin planlama ufuklarını genişletecek. Kısacası, yatırım
yapılabilir bir ortam oluşturacak. Elbette aynı doğrultuda yürütülen bir maliye
politikası ile birlikte. Yoksa başka bir şey yapmadan sözgelimi faiz haddi ya da
zorunlu karşılık oranı gibi para politikası araçlarını kullanarak potansiyel
büyüme hızını değiştirmek mümkün değil. Para politikası yapabileceklerine
odaklanmalı: Fiyat istikrarı ve finansal istikrarı sağlamak. Bunları yaparken de
büyüme hızını mümkün olduğunca potansiyel büyüme hızı civarında tutmak.
Ampirik çalışmalar gösteriyor ki para arzındaki artış hızı ile enflasyon
arasındaki ilişki aynı yönlü ve çok kuvvetli. Fiyat istikrarı ya da fiyat
istikrarsızlığı ile para politikası arasında çok kuvvetli bir korelasyon olduğunu
söyleyebiliriz. Yine çalışmalar gösteriyor ki özellikle yüksek ve çok yüksek
Oğuzhan Saçkan, Genel Fiyat Düzeyinin Belirlenmesinde Para Ve Maliye Politikası Dominant
Rejimler: Türkiye Örneği, 1988 – 2005, (Erişim) http://www.tcmb.gov.tr/kutuphane/TURKCE/
tezler/oguzhansackan.pdf, 07.05.2012.
28
34
enflasyonlara yol açan parasal genişlemelerin temel nedeni devletlerin yüksek
düzeyde ve sürekli bütçe açıkları vermeleri. Farklı bir ifadeyle bir ülkede uzun
zamandır süren disiplinsiz bir maliye politikası varsa, bu disiplinsizlik para
politikasına da yansıyor. Bu durumda o ülkedeki enflasyonun nedeninin
sadece para politikası olduğunu belirtmek doğru olmuyor, maliye politikası en
az para politikası kadar da suçlu oluyor.29
Para ve maliye politikaları çıktı ve faiz oranları üzerinde, mal ve menkul
kıymet/varlık piyasalarının yakın ilişki içinde olmaları nedeniyle ayrı ayrı etkide
bulunabilmektedir. Dolayısıyla ekonomide oluşan bir istikrarsızlığı önlemede
her iki politika birlikte ya da ayrı ayrı kullanılabilir. Ancak, günümüzde
hükümetler oy kaygılarıyla da toplumda meydana gelebilecek olumsuz etkileri
düşünerek vergi yükünü arttırmaktan kaçınmakta, borçlanma ve emisyon
gelirlerine başvurmayı yeğlemektedir. İster borçlanma isterse emisyon yolu
tercih edilsin her iki durumda da faiz oranları ve dolayısıyla ekonominin genel
dengesinde değişiklikler meydana gelecektir. Bu durum da göstermektedir ki
para ve maliye politikaları birbirinden ayrık düşünülemez; politika tasarlayıcılar
her iki politika uygulamasının etkileri dikkate alınarak bir politika demeti
oluşturmalıdır. Makroekonomik hedeflere ulaşmak için bütün politika
enstrümanlarının, aynı amaçlar doğrultusunda ve birbirlerinin etkilerini
destekleyecek şekilde kullanılmaları gerekmektedir.
Maliye politikasının bütün ekonomiye uygulanabileceği gibi belirli
sektörler ya da bölgelere yönelik de uygulanabilme özelliği nedeniyle daha
hassas bir politika olması, uygulanırken de daha dikkatli olunmasını
gerektirir. Öyle ki uygulamada, sadece para politikasına değil maliye
politikasının alt grupları sayılabilecek borçlanma, vergi ve harcama
politikalarının birbirlerine olan etkilerinin bile hesaba katılması başarılı bir
istikrar politikası için şarttır. Vergi politikasıyla toplam talep azaltılmaya
çalışılıyorsa vergilerin türlerine göre etkilerinin farklı olacağı, vergi ödeyenlerin
29
Özatay, a.g.e., s.12.
35
marjinal tüketim eğilimleri ile vergilerin ikame ve gelir etkilerinin hesaba
katılması gereklidir. Borçlanma politikası kullanılırken de keza ihraç edilecek
borçlanma senetlerinin tipi, borçların vadesi, faiz oranlarının, etkili bir borç
yönetim stratejisiyle belirlenmesi elzemdir.
Deflasyonun hüküm sürdüğü ekonomilerde ise dengesizliğin kısa
sürelerde giderilmesi için cari ve yatırım harcamalarının arttırılması suretiyle
mal ve hizmetlere olan talep, dolayısıyla da toplam talep doğrudan
etkilenmelidir. Transfer harcamalarını arttırmak ise yine deflasyonist ortamda
toplam talebi arttırmaktan çok yoksulluğu engelleyici olmak bakımından
önemlidir.
Son yıllarda ise yine bir kısım iktisatçılarca da savunulduğu üzere
stagflasyonla
mücadele
ederken
öncelikli
olarak
ekonomik
büyüme
hedeflenmelidir. Bu nedenle maliye politikasının selektif kullanılarak özellikle
özel yatırımları teşvik edici, çalışma istek ve arzusunu arttırıcı, inovasyona
ağırlık verici teknolojik yenilikleri, Ar-Ge yatırımlarını destekleyici olması
gerekmektedir. İktisat yazınında arz yönlü ekonomi yaklaşımı da denilen bu
düşüncede, talep yönlü politikalar değil arz yönlü politikalarla stagflasyon
sorunu çözülebilir.
Fiyat istikrarını kalıcı ve sürdürülebilir kılmak için para ve maliye
politikalarının
eşgüdüm
içerisinde
kullanılması
gerektiğini
belirtmiştik.
Gerçekten de enflasyonist eğilimlerin tırmanışa geçtiği dönemlerde daraltıcı
para politikası, aynı yönde uygulanacak maliye politikası desteğiyle birlikte
uygulanmalıdır. Toplam talep düzeyini kısmak için uygulanacak para politikası
stratejisi ile ekonomideki para ve kredi hacmi daraltılırken, aynı yönde
uygulanan kamu harcamalarının azaltılması vergi oranlarının arttırılması
suretiyle bütçe fazlası oluşturulması gereklidir. Ancak, 2007 küresel krizinde
ülkelerin enflasyonist eğilimleri önleme stratejisi yerine durgunluğu önleyici
genişletici para ve maliye politikası uygulamaları gerektiği AB tarafından
savunulmuştur. IMF ise bazı ülkeler için mali disiplin tavsiye ederken Çin gibi
36
bazı ülkeler için ise genişleme tavsiye etmiştir. Gerçekten de bütün ülkelerin
az çok etkilendiği küresel kriz dönemlerinde, daraltıcı politikalar uygulamak
toplam ticaret hacmini de daraltarak birbirlerine eklemlenen ekonomiler için
daha büyük riskler barındırmaktadır.
Maliye politikasının para politikası ile birlikte etkili bir iktisat politikası
aracı olarak kullanılabilmesi her şeyden önce mali disiplinin sağlanması ile
mümkündür. Kamu açıklarının sürekli artarak sürdürülemez boyutlara ulaştığı
ülkelerde, hem para politikası hem de maliye politikasının etkili birer iktisat
politikası aracı olarak kullanılmaları olası değildir. Bu ülkelerde, artan bütçe
açıklarının yol açtığı mali baskınlık olgusu, para politikasını maliye politikasına
bağımlı bir hale getirmiştir. Çünkü sürekli genişleyen kamu açıkları, ya
doğrudan ve dolaylı yollarla merkez bankası kaynakları kullanılarak ya da
piyasadan borçlanılarak finanse edilmektedir. Bu tür finansman politikasının
yol açacağı monetizasyon endişesi para politikasının kullanım gücünü
sınırlayarak fiyat istikrarı hedefine ulaşmayı olanaksız hale getirir. Fiyat istikrarı
hedefine ulaşma sürecinde para politikasının gücünü arttıran temel faktör,
merkez bankasının güvenilirliğidir. Buna göre, uygulanacak politikalara
kamuoyu şüphe ile bakmamalıdır. Ancak, kamu açıklarını finanse etmek üzere
yürütülen kısa vadeli ve yüksek faizli borçlanma politikasının yol açtığı yüksek
borç stoku, bireylerin uygulanan politikalara ilişkin beklentilerini negatif yönde
etkileyebilir. Bireysel beklentilerin oluşturulmasında enflasyonun göz önüne
alınması, fiyat istikrarı önündeki en önemli engeldir.30
Bir ülkenin maliye politikası gevşekse ve bu durumun ileride
değişeceğine dair bir emare yoksa disiplinli bir para politikası uygulamak son
derece zorlaşır. Özellikle bu gevşeklik sonucunda kamu borcu çok yüksek
düzeylere vardıysa, maliye politikasını disiplin altına alma çabaları da fayda
sağlamayabilir. Bu koşullar altında, para politikası açısından sözünü ettiğim
zorluk imkânsızlığa dönüşebilir. Maliye politikasının bozuk olması eninde
30
Osman, Erdoğan, a.g.e., s.68.
37
sonunda para politikasının da bozulmasına yol açıyor. Bu tür uygulamaların
sürmesi halinde enflasyonun yükselmesi dışında da olumsuz sonuçlar ortaya
çıkıyor. Disiplinsiz maliye ve para politikası risk priminin artmasına ve
dolayısıyla reel faizlerin yükselmesine, şirketlerin ve bankaların bilançolarının
bozulmasına, kredi mekanizmasının işlememesine, daha hızlı büyümek için
gerekli olan mali sistemdeki derinleşmenin bir türlü sağlanamamasına,
ekonomilerin rekabet güçlerinin törpülenmesine ve potansiyel büyüme
hızlarının düşük bir düzeyde kalmasına da yol açıyor.31
3.4.
ENFLASYONLA MÜCADELEDE MALİYE POLİTİKASI
Maliye politikası doğuşu itibariyle telafi edici bir iktisat politikası aracı
olarak ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte özellikle gelişmiş ülkelerde istikrar ile
özdeşleştirilmekte,
enflasyonla
mücadelede
etkin
bir
araç
olarak
kullanılmaktadır. Para politikası ise ancak maliye politikası ile desteklendiğinde
fiyat istikrarını sağlayabilir.
Enflasyonla mücadelede maliye politikası başlığı altında ele alınan
temel
konuların
başında
ise
kamu
harcamaları gelmektedir.
Kamu
harcamalarının kısılması orta ve uzun vadede yatırım kararlarını etkilemek
suretiyle üretim kapasitesinin artırılmasını yavaşlatacaktır.
Özellikle GOÜ’in 1990 ve 2000’li yıllarda uyguladıkları istikrar
programlarında öngörülen maliye politikası tedbirleri olarak başta alt yapı ve
eğitim olmak üzere kamu yatırımlarının kısılmasının, ülkelerin orta ve uzun
vadede büyüme performansları üzerindeki olumsuz etkisi yapılan çalışmalarla
ortaya konulmuştur.32 Gelişmiş ülkeler ise alt yapı yatırımlarını tamamlamış
31
32
Özatay, a.g.e., s.247.
Hakan Yılmaz, Türkiye Ekonomisi, Ankara, İmaj Yayınevi, 2009, s.39.
38
bulunduklarından enflasyonla bu şekildeki mücadele onların ekonomilerini
daha az olumsuz etkileyecektir.
Öte yandan, enflasyonist baskıyı azaltmak için kısılan harcamalar,
önemli ölçüde dar gelirlileri etkilediğinden benzeri bir çatışma gelir dağılımının
bozulması şeklinde bir sonuç da doğuracaktır. Bu harcamaların azaltılmasının
kısa dönemdeki etkisi ilgili kesimlerce hemen fark edileceğinden ciddi biçimde
toplumsal dirençle karşılaşacak, ayrıca da siyasal riskler taşıyacaktır. Bütün
bu sayılanlar, enflasyonla mücadelenin geçmişten bugüne en önemli iktisat
politikası amaçlarından biri olmasına neden olmuştur.
3.5.
DEFLASYONLA MÜCADELEDE MALİYE POLİTİKASI
Deflasyonun çok şiddetli yaşandığı ekonomilerde cari ve yatırım
harcamaları, doğrudan mal ve hizmet satın alınmasına yönelik olduğundan
toplam talebi direkt olarak etkileyecektir. Bu ekonomideki istikrarsızlığın kısa
sürede giderilmesi ile işsizliğin önlenmesi için de gerekli bir koşuldur. Transfer
harcamaları ise toplam talebi arttırmaktan ziyade açlık ve yoksulluğu önleyici
nitelik taşır.
Öte yandan vergi politikası açısından düşünürsek hangi vergi türünün
etkili olacağı, özel tüketim ve yatırım harcamalarının arttırılmasının sağlanması
bakımından önem arz etmektedir. Kısaca belirtmek gerekirse vergi politikası
ancak özel tüketim ve yatırım harcamalarını arttırdığı ölçüde başarılı kabul
edilecektir.
Deflasyonist ortamlarda vergilerin azaldığı, harcamaların arttırıldığı,
kısaca açık bütçe ve harcama politikası izlenmesi gerektiği açıktır. Açık
bütçenin ise vergilerde yapılacak bir artırım ile değil borçlanma politikalarıyla
giderilmesi, kamu harcamalarının bu şekilde finanse edilmesi gerekmektedir.
39
STAGFLASYONLA MÜCADELEDE MALİYE POLİTİKASI
3.6.
İşsizlik ve deflasyonun birlikte yaşandığı ortam olarak tanımlanan
stagflasyonla mücadelede, ücret ve fiyat artışlarının, gelirler politikası ile
dolaylı müdahalelere konu edilmesi, bu suretle toplam talebe etki etmek
amaç edinilmelidir.
Bu noktada fiyat istikrarını sağlamak için işveren ve işçi gelirlerine
dolaylı etki yapan vergi temelli gelirler politikası tavsiye edilmektedir. Bu
politika ile parasal ücret artışlarını dizginlemek ve böylece fiyatlar genel
seviyesindeki artışları kontrol etmek amaç olarak belirlenmelidir.
Arz yönlü ekonomistlere göre stagflasyonla mücadele etmek için
ekonomik büyümeye önem verilmelidir. Bunu sağlamak için de maliye
politikası, özel yatırımları teşvik edici, çalışma istek ve arzusunu arttırıcı, ArGe yatırımları ile teknolojik gelişmeleri teşvik edici yönde kullanılmalıdır. Bu
politika talep yönlü politikalara tercih edilmelidir.
FİNANSAL İSTİKRAR
3.7.
TCMB;

Para Politikasını, temel olarak fiyat istikrarı, ekonomik büyüme ve
istihdam artışı gibi hedeflere ulaşabilmek için paranın elde
edilebilirliğini ve maliyetini etkilemeye yönelik alınan kararlar,

Fiyat istikrarını ise para politikasının büyüme ve istihdam gibi uzun
dönemli temel amaçlarına yönelik olarak ekonomik birimlerin karar
alma süreçlerinde etkili olmayacak ölçüde düşük ve istikrarlı bir
enflasyon oranının sürdürülmesi durumu,
40
olarak tanımlamakta33, sadece düşük enflasyon oranı değil bu oranın
sürdürülebilir olmasının da önemini vurgulamaktadır.
Finansal ve reel sektörün en etkin çalıştığı, enflasyon oranlarının
%1’lerde yani finansal istikrarın en güçlü olduğu durumda bile krizlerin
oluşabileceğinin (finansal istikrarsızlık paradoksu) göstergesi olarak 2007
küresel ekonomik krizi, merkez bankalarına fiyat istikrarı yanında finansal
istikrarı da gözetme görevi vermiştir.
Küresel finansal istikrarın ne yönde değiştiğini gösteren grafiksel bir
uygulama aracı olarak IMF, küresel finansal istikrarı ölçebilmek için ‘Küresel
Finansal İstikrar Haritasını kullanmaktadır. Finansal istikrarı, istikrarsızlığın
olmadığı bir ortam olarak tanımlayanlar da bulunmaktadır.34
Öte yandan, finansal istikrar, reel ekonomi için potansiyel sonuçlarıyla
birlikte değerlendirilmelidir; eğer finansal piyasa veya herhangi bir finansal
kuruluştaki bir sorun ekonomik aktiviteye zarar verecek boyutta ise finansal
istikrar için de bir tehdit olarak algılanmalıdır. Aynen fiyat istikrarında olduğu
gibi finansal istikrarın da kalıcı ve sürdürülebilir olması büyük önem arz
etmektedir.
2007-2008 küresel kriziyle birlikte uygulanan para politikası ile finansal
istikrar arasında ne denli güçlü bir bağ olduğu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla
makroekonomik
hedeflerin
gerçekleştirilmesi
için
para
politikalarına,
hükümetlerce uygulanacak büyüme ve istihdamı gerçekleştirmeye yönelik
maliye politikalarıyla destek olunması hayati önemi haizdir.
Diğer taraftan istikrarlı bir finansal sistem, para politikası kararlarının
daha yumuşak olarak aktarılmasını sağlayıp makroekonomik şokların
TCMB, “Terimler Sözlüğü, (Erişim) http://www.tcmb.gov.tr/yeni/iletisimgm/sozluk.htm#
fiyatistikrari, 05/06/2013
34
TCMB, Finansal İstikrar ve Zorunlu Karşılıklar, (Erişim), http://www.tcmb.gov.tr/kutuphane/
TURKCE/tezler/nurselyavuzarslan.pdf, 07/09/2013.
33
41
finansal sektör yoluyla tüm ekonomiyi etkilemesini ve yayılmasını kısıtlayarak
fiyat istikrarının sağlanmasında para politikasının etkinliğini geliştirmektedir.
Bununla
birlikte,
özellikle
üretkenliğin
artmasına
veya
piyasa
bekleyişlerinin değişmesine neden olan yapısal veya davranışsal olayların reel
ekonomiye ve finansal piyasalara olan etkisinin bir araya gelmesi, fiyat
istikrarını ve finansal istikrarı eşzamanlı korumayı hedefleyen merkez
bankaları için zorluklar doğurabilmektedir. 35
Finansal İstikrar Raporlarında da belirtildiği üzere, Orta Vadeli
Program’da öngörülen mali çerçevenin uygulanması ve cari açığa kalıcı çözüm
sağlanması amacıyla ülkemizde tasarruf oranlarını artırıcı ve enerjide dışa
bağımlılığı azaltıcı yapısal reformların gerçekleştirilmesi, iç talep büyümesi ve
kredilerin artış eğiliminin kontrol altında tutulması da büyük önem arz
etmektedir.
Açıktır ki finansal istikrar hedefinin tek başına TCMB politikalarıyla
gerçekleştirilmesi mümkün değildir; hükümetçe uygulanacak etkin maliye
politikaları desteğine ihtiyaç vardır.
3.8.
VERGİ POLİTİKASI
Vergi politikası bir bakıma maliye politikasının bir bölümü ve bir
parçasıdır. Maliye politikası, statik maliye anlayışından dinamik maliye
anlayışına geçiş sonucunda ortaya çıkmış yeni bir disiplin olduğuna göre, vergi
politikasının da oldukça yeni ve kamu maliyesi bilimi içinde gittikçe önemi artan
bir disiplin olduğu söylenebilir.
Devletin mali yönünü ifade eden tarafsız klasik maliye anlayışında,
vergi, kamu harcamaları, devlet borçları ve bütçe gibi kurumlar, tamamıyla bu
35
Yavuzarslan, a.g.e.
42
amacın gerçekleştirilmesinin araçları olmaktadır. 20’nci yüzyılın ilk çeyreğine
kadar geçen süre içinde varlığını sürdürebilen bu tarafsız devlet anlayışı, 1929
dünya ekonomik krizi sonrasında yerini, müdahaleci karakterdeki sosyal refah
devleti anlayışına terk etmiştir. Bundan sonra maliye biliminin mali nitelikteki
amacına ekonomik ve sosyal yeni bir takım amaçlar eklenmiştir. Bunun
sonucunda da vergi kurumu fiskal denilen mali fonksiyonlarının yanında, mali
olmayan nitelikteki ekstra-fiskal bir takım fonksiyonlara da sahip olmuştur. Bu
durum verginin anlamına da etki ederek, 1930 öncesi dönemde ampirik, statik
ve tarafsız olan verginin yerini aktif, yapıcı, dinamik bir ‘politik vergi’ almıştır.
Bundan sonra, vergi sadece kamu harcamalarını karşılayan mali fonksiyonunu
yerine getirmekle birlikte, ekonomik ve sosyal amaçların gerçekleştirilmesinde
de önemli ve etkili bir araç durumuna gelmiştir.
3.8.1. Tanımı Ve Sınırları
Verginin hem mali hem de mali olmayan (gayri-mali) fonksiyonlarının en
iyi şekilde yerine getirebilmesinin, bu mali kurumun ne şekilde kullanılmasıyla
mümkün olabileceğini araştıran disipline ‘vergi politikası’ adı verilmektedir.
Vergi politikasının bütçe politikasının bittiği yerde başladığını açıklayan
düşünceye göre, bütçe politikasının sonuçlarından biri vergiye başvurmaktır.
Bu nedenle, vergi politikasının amaçlarının belirtilmesi verginin genel
karakterinin
belirlenmesi
açısından
bir
zorunluluktur.
Ayrıca
vergi
politikasından sorumlu otoriteler tarafından konulacak vergilerin genel
özellikleri belirlenirken, saptanan hedeflere hangi vergilerle ve nasıl bir
uygulama şekli ile ulaşılabileceğinin de bilinmesi gereklidir.
3.8.2. Enflasyonla Mücadelede Dolaylı - Dolaysız vergiler
Enflasyonla mücadelede bir araç olarak kullanılması, verginin mali
olmayan amaçlarından biriyse de bu amaca ulaşmak için mevcut vergilerin
43
arttırılması veya vergilendirilmedik vergi rezervlerinin vergilendirilmesi yoluyla
talebi azaltıp bütçe fazlası oluşturma çabaları, aynı zamanda verginin mali
amacıyla da paralellik göstermektedir.
Vergi
kullanırken,
politikasını
vergilemenin
bu
şekilde
belli
başlı
enflasyonla
ilkelerine
mücadele
uyulması,
amacıyla
vergilerin,
mükelleflerin ekonomik davranışlarında meydana getirebileceği etkilerin,
dolayısıyla makroekonomik yönünün bilinmesi, enflasyonla mücadelede
dolaylı vergilere mi yoksa dolaysız vergilere mi ağırlık verilmesi gerektiğinin
kararlaştırılması gerekmektedir. Enflasyonla mücadelede alternatif vergilerin
anti-enflasyonist etkileri; verginin verimliliğini, özel tüketimi, dolayısıyla toplam
talebi kısıcı etkisi, talebi arz seviyesine indirmeye çalışırken, arzı da talep
seviyesine çıkarabilmesi ölçüsünde değişecektir. Enflasyon dönemlerinde her
vergi artışı enflasyonu giderici doğrudan etki meydana getirmektedir. Bunun
nedeni, vergi artışlarının toplam talepte kısıntıya yol açmasıdır. Bütçe
açıklarının para arzı artışıyla kapatılmaya çalışıldığı dönemlerde de vergi
artışlarının toplam kısıcı etkilerinin yanı sıra verimlilikleri ölçüsünde bütçe
açıklarının etkileri, enflasyonla mücadelede verimli ve ekonomik etkinliği
yüksek vergilerin seçilmesini gerektirmektedir.
Enflasyonla mücadelede dolaylı ya da dolaysız vergilerden hangilerinin
etkili olduğunu karşılaştırma bakımından yapılacak değerlendirmede şu
saptamalar yapılabilir:

Dolaylı vergiler fiyatlar içinde saklı olduklarından vergi yükü hissedilmez,
vergiye karşı tepki dolaysız vergilere oranla daha azdır. Bu da enflasyon
dönemlerinde dolaylı vergileri yaygınlaştırma ve oranlarını yükseltme
imkânlarını arttırmaktadır. Dolaysız vergiler ise kamuoyunda oldukça
yüksek bir sosyal tepkiye neden olur. Dolayısıyla enflasyon dönemlerinde
bu tür vergilerin yaygınlaştırılması ve oranların yükseltilmesi olanağı azdır.

Dolaysız vergilerden sağlanan hâsılatın hazineye devri, kaynakta kesinti
yoluyla vergileme hariç ancak ertesi yıl gerçekleşebilmektedir. Dolaylı
44
vergilerde ise bu süre dolaysızlara oranla çok daha kısadır. Bu da dolaysız
vergilerin tüketimi kısıcı etkilerinin dolaylı vergilere oranla gecikmeli olarak
ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Dolaylı vergiler konjonktür dalgalanmalarına karşı dolaysız vergilerden
daha hassastırlar. Bu da konjonktürün yüksek olduğu enflasyon
dönemlerinde dolaylı vergiler hâsılatının artışını sağlamaktadır. Ancak bu
hassasiyet, konjonktürün düşük olduğu dönemlerde tam tersi bir sonuç
doğurarak hâsılatın azalmasına yol açar. Dolaysız vergilerin konjonktür
karşısındaki duyarlılıklarının düşüklüğü, bu tür vergilerin bünyelerinde yer
alan artan oranlılık mekanizması ile giderilmektedir. Artan oranlı
vergilendirme, yüksek matraha yüksek vergi oranlarının uygulanmasını
mümkün kılarak verginin verimini arttırmaktadır.

Dolaysız vergilerin yükümlüleri genellikle önceden bellidir. Bu da
vergilemede adaletin sağlanmasında yararlanılan geçim indirimi, ayırma
ilkesi ve artan oranlılık mekanizmalarının bu vergilerde uygulanabilmesini
kolaylaştırmaktadır.
Dolaylı
vergilerde
ise
yükümlülerin
önceden
bilinmesine imkân yoktur. Bu da ödeme gücü esasının göz önünde
tutulamamasına
yol
açarak
vergi
adaletinin
sağlanmasını
güçleştirmektedir. Dolaysız vergileri savunanların en önemli dayanakları da
budur. Vergiye tabi hizmetten yararlanan herkesin ödediği verginin aynı
olması, verginin artan orantılılığını tersine artan oranlılığa dönüştürmekte,
düşük gelirliler, gelirlerinin marjinal faydası ile karşılaştırıldığında yüksek
gelirlilere oranla daha fazla vergi ödemektedirler. Günümüzde, dolaylı
vergilerin adil olmayan bu etkileri, zorunlu tüketim maddelerinin vergi dışı
bırakılıp vergi oranlarının lüks maddelere doğru gittikçe az da olsa
arttırılması ile giderilmeye çalışılmakta ise de vergi dışı bırakılan veya
düşük oranda vergilendirilen zorunlu tüketim maddelerini yüksek gelirli
kişilerin de tüketmekte oldukları, düşük gelirliler lehine net bir sonuç elde
edilmesini engellemektedir.
Dolaylı vergiler gelir, dolaysız vergiler ikame etkisi oluşturmaktadırlar.
Dolaylı vergiler toplam arzı arttırmanın yanında mükelleflerden daha fazla
45
vergi alınmasını mümkün kılmaktadır. Bu da dolaylı vergilerin hem arzı talep
seviyesine çıkarmada hem de talebi arz seviyesine indirmede etkin oldukları
sonucunu doğurmaktadır.36
3.8.3. Çeşitli Vergiler Bakımından Enflasyonla Mücadele
Kamusal finansmanda vergilerden optimal hâsılanın sağlanabilmesi için
çağımızda, vergi sistemlerinin az gelir getiren çok sayıdaki vergi yerine bol
gelir getiren az sayıdaki vergilerle düzenlenmesi esası kabul edilmiştir. Bu
görüşten yola çıkan 20 ve 21’inci yüzyıl vergiciliğinde vergi sistemlerini
gelirden alınan vergiler oluşturmaktadır. Gelir ve kurumlar vergileri birincinin,
gider vergileri de ikincisinin somut ve yaygın örnekleridir. Gelir ve
harcamalardan alınan vergiler dışında servet üzerinde alının vergilerden de
gelir
ve
servet
dağılımındaki
bozuklukları
düzeltmek
amacıyla
yararlanılmaktadır. Yani servet vergileri daha çok sosyal amaçlı vergilerdir. 37
Gelir biriktiği servet ise harcandığı anda gidere dönüşmekte
olduğundan vergi ne üzerinden alınırsa alınsın sonunda daima mükellefin
gelirinden ödenir. Dolayısıyla gelir üzerinden alınan gelir vergisiyle, servet ve
harcama vergilerinin temel kaynağı da vergilendirilmektedir. Tek kaynak olan
gelirin servet ve harcama vergileriyle birçok kez modern vergilemede gelirin
elde edilmesi kadar servete sahip olunması üretim amacıyla gelir ve servetin
kısmen veya tamamen elden çıkarılması, yani harcanmasının da ayrı ayrı vergi
ödeme gücü doğurduğu esasına dayanmaktadır.38
Türk, a.g.e., s.116.
Halil Nadaroğlu, Kamu Maliyesi Teorisi, Ankara, Beta Yayın Dağıtım, 1998, s.349.
38
Erdoğan Önder, Kamu Maliyesi, Ankara, Maliye Bakanlığı Yayını, 1986, s.98.
36
37
46
Devletin giderek artan faaliyetlerinin karşılanmasındaki en önemli
güvencesi olan vergi hâsılatının da giderek arttırılması gereği, aynı kaynaktan
birçok kez vergi alınmasının mali gerekçesini oluşturmaktadır.
Enflasyonla mücadelede her vergi, verimliliği ve ekonomik etkinliği
ölçüsünde anti-enflasyonist etkiler meydana getirebilir. Ancak enflasyon
dönemlerinde vergi artışlarıyla bir bütçe fazlası sağlanmaya çalışılırken,
vergilemenin temel ilkelerinin ve bu vergi artışlarının doğuracağı ekonomik
etkilerin göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Burada bir de vergi rekabeti kavramına değinmek gereklidir. Vergi
rekabeti kavramı, önceleri yerel idarelerin birbirleriyle olan ilişkileri çerisinde
tartışılırken, daha sonra döviz ve kambiyo kontrollerinin kalkması, sermaye
hareketlerinin ve ticaretin serbestleşmesinin teknoloji ilerlemeleriyle birleşmesi
gibi etmenler sonucunda uluslararası alanda devletlerin rekabetiyle birlikte
anılmaya başlamıştır. Uluslararası vergi rekabetinde, vergi cennetleri düşük
oranda vergi uygulayan ya da vergi ve diğer vergi formlarını hiç uygulamayan
ülkelerdir. Küreselleşmeyle beraber vergi cennetleri daha geniş bir yükümlü
grubunun kullanımı için uygun hale gelmiştir. Gelişmiş bankacılık ve iletişim alt
yapıları ve durağan siyasal yapı ile iş ortamı, işletmeleri geniş bir vergiden
kaçınma ortamı sağlamaktadır. Elektronik ticaretin gelişmesiyle, işletmelerin
vergi cennetlerinde yerleşmesi daha kolay hale gelmiştir. Vergi rekabeti
açısından OECD Türkiye'de uygulanan iki rejimi zarar verici rejimler arasında
göstermiştir: İstanbul Kıyı Bankacılığı ile serbest bölge uygulamaları.39
3.8.4. Türk Vergi Sistemi
Türk vergi sistemini şu şekilde gruplandırabiliriz:
N. Semih ÖZ, Uluslararası Vergi Rekabeti Ve Vergi Cenneti, Ankara, Seçkin Yayınevi, 2005
s.3.
39
47
1. Gelir üzerinden alınan vergiler:

Gelir Vergisi

Kurumlar Vergisi
2. Harcamalar üzerinden alınan vergiler:
a) Genel tüketim vergisi niteliğindeki harcama vergileri:

Katma değer vergisi (Kural olarak tüm mal ve hizmet teslimleri
KDV’ye tabidir),

Gümrük vergisi (Kural olarak tüm mal ithalatı gümrük vergisine
tabidir).
b) Özel tüketim vergisi özelliğini taşıyan harcama vergileri:

Özel tüketim vergisi,

Banka ve sigorta muameleleri vergisi,

Özel iletişim vergisi

8 yıllık eğitime katkı payı

Şans oyunları vergisi
c) Kamunun hizmet veya mal satışı karşılığında alınan harcama
vergileri:

Harçlar,

Değerli kâğıtlar vergisi.
d) Çeşitli işlemler üzerinden alınan harcama vergisi:

Damga vergisi.
3. Servet üzerinden alınan vergiler

Motorlu taşıtlar

Emlak vergisi

Veraset ve intikal vergisi.40
Nurettin Bilici, Türk Vergi Sistemi, (Erişim) http://eogrenme.anadolu.edu.tr/eKitap/MLY201U.
pdf, 07/05/2012.
40
48
3.9.
MALİ BASKINLIK VE PARASAL BASKINLIK
Mali baskınlık denilen durumda maliye politikası aktif ve para
politikasına göre öncü konumunda olup para politikası daha pasiftir. Parasal
baskınlıkta ise tam tersi para politikası öncü rolde ve disiplinli bir karakter
taşımaktadır; maliye politikası ise para politikasına tabi olmaktadır ve disiplinli
bir maliye politikası izlenmektedir. Maliye politikası kamu borcunun
sürdürülebilirliğini sağlamak için gerekli ölçülerde bütçe fazlası vermektedir.
Borç oranının zaman içindeki hareketi faiz dışı bütçe fazlasına, reel
faizlere, reel döviz kuruna ve reel büyüme hızına bağlı. Borcun yüksekliği ve
vadenin kısalığı nedeniyle ortaya çıkan kaygılar, bir dönem sonra borcun daha
da yükselmesine ve dolayısıyla bu kaygıların daha da yaygınlaşmasına yol
açabiliyor. Türkiye’nin 2001’de yaşadığı kriz gibi çok derin bir krizden yeni
çıkan bir ülkede uygulanan ekonomi politikalarına güven duyulması zaman
alıyor. Güven olsa bile borç oranının düşmesi için önemli bir süre gerekiyor.
Oysa bu sürede her türlü olumsuz şokla yüz yüze gelme olasılığı var. Bu
olumsuz
şokların
kırılgan
durumdaki
bekleyişleri
bozarak
borcun
sürdürülebilirliği hakkında yeniden şüphe oluşturması ya da zaten var olan
şüpheleri yaygınlaştırması beklenir.41
Tam olarak mali baskınlık denilen durum da böyle bir ortamı
anlatmaktadır. Mali baskınlık ortamlarında maliye politikası para politikasından
bağımsız hareket etmekte, para politikasını kendisine uymaya zorlamaktadır.
Bütçe açıkları sürdüğü ve kamu borcunun sürdürülebilirliğine dair ciddi
endişelerin varlığı durumunda para politikası ister istemez maliye politikasına
göre şekillenmektedir. Kısa vadede para politikası direnci görülse bile uzun
vadede hoş olmayan monetarist aritmetik örneğinde de olduğu gibi önünde
sonunda uymak durumunda kalacaktır.
41
Özatay, a.g.e., s.345.
49
3.10. KIRILGANLIK BASKINLIĞI
Bir ülkenin maliye politikası çok bozuksa, sürekli ve yüksek düzeyde
bütçe açığı veriyor demektir. Bu açığın finanse edilmesi için çıkarılan tahvillerin
bu koşullar altında riski artacaktır. Ülke riski arttıkça o ülkenin hazinesinin
çıkardığı tahvilin riski yükseliyorsa, diğer tüm şirketler ve bankalar için de aynı
gelişme sözkonusu olacak; bütün faizler yükselecektir. O ülkenin merkez
bankasının belirlediği faizin düzeyinden bağımsız gerçekleşebilecek bu olgu.
Dolayısıyla bir ülkede faiz oranları yüksekse, gözlerin hemen para otoritesine
çevrilmesi gerekmiyor. Bunun doğru olduğu durumlar elbette var. Ama bu
örnekte gösterildiği gibi para politikasından bağımsız olarak kırılganlıkların
artmasına bağlı olarak da bir ülkede faizlerin genel düzeyi yükselebiliyor.
Yunanistan’ın yaşadıkları bu açıdan güzel bir örnek oluşturuyor. Kamu
borcunun GSYH’ye oranının yüksek olması temel kırılganlık kaynağıdır ve
kırılganlıkların arttığı bir ekonomide reel faizler de yükselir.42
3.11. HOŞ OLMAYAN MONETARİST ARİTMETİK
Devletin vergi ve borç yükünü daha fazla arttıramayacağı, daha çok
borçlanma yoluyla finanse edilemeyecek bir borç ve faiz yükü ile karşı karşıya
kalması hoş olmayan monetarist aritmetik olarak adlandırılmaktadır. Böylece
oluşacak sürekli bütçe açıkları enflasyonist etkiler doğuracaktır. Bu durumda
devlet harcamalarını karşılamak için para basmak gerekecek, sonuçta para
arzı artışı nedeniyle ortaya çıkan enflasyon, açıkların borçlanmaya gidilmeden
önce para basılarak finanse edilmesi durumunda ortaya çıkan enflasyondan
daha yüksek gerçekleşecektir.
Kamu açıklarının, para basılarak finansmanının, borçlanma yoluyla
finansmandan daha enflasyonist olduğu her zaman doğru değildir. Thomas
42
Özatay, a.g.e., s.479.
50
Sargent ve Neil Wallece, 1981 yılında yayımladıkları sevimsiz parasalcı
aritmetik isimli çalışmalarında, maliye politikasının disiplinsiz olması ve para
politikası arasında uyuşmazlık olması durumunda parasal genişlemeden
kaçınılmasının
uzun
dönemde
daha
yüksek
bir
enflasyonist
etki
doğurabileceğini göstermektedirler.43
Hoş Olmayan Monetarist Aritmetik hipotezinin önemi, para ve mali
otoriteler arasındaki karşılıklı ilişkileri birincil plana geçirmesinden gelmektedir.
İktisat literatüründe sonraki gelişmelerde, para ve maliye politikası otoriteleri
arasındaki ilişkilerin belirlendiği ekonomik politika rejiminin enflasyonu
düşürme politikalarının başarıya ulaşması açısından büyük önem taşıdığı
vurgulanmaktadır.44
3.12. BÜYÜME OLUŞTURAN MALİ SIKILAŞTIRMALAR
Mali disiplin ya da mali sıkılaştırma;

Özellikle kamu borç stokunun yüksek olduğu, borcun sürdürülebilirliği
konusunda güçlü endişelerin bulunduğu ekonomilerde, borcun ileride
ödenmeme ihtimalini büyük oranlarda azaltarak ekonomiye güven sağlama
ve ayrıca

Borcun artarak devam etmesi durumunda çok daha yüksek ve tarafsız
olmayan vergileme ihtiyacını ortadan kaldırmak
suretiyle ekonomik büyümeye yol açmaktadır. Çünkü bu suretle reel faiz
oranları düşmekte, ılımlı vergi artışları nedeniyle ekonomik birimler için uygun
yatırım yapma ortamları oluşmaktadır. Bu durum bazen saygınlık kanalı
olarak da adlandırılmaktadır. Başka şekilde ifade etmek gerekirse ekonomik
Nilgün Çağlarırmak Uslu, Fatih Özatay, Elif Akbostancı, Bilge Kağan Özdemir, Para, Banka,
(Erişim) http://eogrenme.anadolu.edu.tr/eKitap/IKT301U.pdf, 07/05/2012.
44
DPT, “Büyüme Stratejileri Çalışma Grubu”, (Erişim) http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/
cilt11.pdf, 12/02/2013.
43
51
birimlerin gelecekte elde etmeyi bekledikleri karların bugünkü değerleri
yükselerek, bugünkü talep de artmaktadır. Böyle bir durum ise bekleyişler
kanalı olarak adlandırılmaktadır.45
Sözkonusu büyüme etkisinin ölçeği ise başlangıç kamu borç stokunun
durumuna bağlı olarak değişmektedir. Başlangıç kamu borç stoku yüksek
düzeylerde ise büyüme etkisi de yükselmekte tersi durumda ise büyüme hızı
düşmektedir.
3.13. REEL İKTİSADİ DALGALANMALAR TEORİSİ
Teorinin iktisat politikası açısından iki temel önermesi vardır. İktisadi
dalgalanmanın nedeni parasal şoklar, parasal sürprizler değildir; neden
teknoloji şokları, reel değişikliklerdir. Paranın yansızlığı argümanı geçerlidir.
Dolayısıyla da modelde hükümetin iktisadi dalgalanmayı hafifletmek amacıyla
para politikası izlemesinin hiçbir anlamı yoktur. Para politikasının tek amacı
fiyat düzeyini kontrol etmek olmalıdır. Bu bağlamda hükümet para arzında
yavaş ve sürekli bir artış sağlayarak fiyatların istikrarlı veya en azından
enflasyonun düşük olmasını amaçlamalıdır.
Öte yandan maliye politikası istihdam ve hâsıla düzeylerini etkiler.
Bununla birlikte modelde hükümetin iktisadi dalgalanmayı hafifletmek için
maliye politikası izlemesinin de hiçbir anlamı yoktur. Çünkü neden teknolojik
şoklardır. Bu gerçeğe rağmen hükümet maliye politikası izlerse, tüketicilerin ve
firmaların teknoloji şoklarına kendileri için en iyi iktisat politikası biçiminde tepki
göstererek ulaştıkları optimal durumları bozar.46
45
46
Özatay, a.g.e., s.498.
Ünsal, a.g.e., s.636.
52
3.14. FİYAT DÜZEYİNİN MALİYE TEORİSİ (FTPL)
Para ve maliye politikalarından hangisinin daha etkin olduğu öteden beri
üzerinde çokça tartışılan ancak kesin bir sonuca ulaşılamayan bir konu
olmuştur. Denilebilir ki tartışmaların odağında parasalcı ve Keynesyen
düşüncenin
argümanları
yatmaktadır.
Parasalcılar
para
politikasının,
Keynesyenler ise maliye politikasının daha etkin olduğunu savunur.
Yapılan bir çalışmada, Türkiye ekonomisi üzerinde para politikasının mı
yoksa maliye politikasının mı daha etkin olduğu araştırılmıştır. Çalışmada
GSYİH, para arzı (M2) ve kamu harcaması değişkenleri kullanılmıştır.
Kullanılan veriler üçer aylık olup, 1987:Q1-2007:Q3 dönemini kapsamaktadır.
Elde edilen sonuçlara göre, Türkiye ekonomisi üzerinde para politikası değil
maliye politikası etkilidir.47
Diğer taraftan Michael Woodford’un öncülüğünü yaptığı bir görüşe göre
uzun dönemde fiyat düzeyini ve enflasyonu belirleyen para miktarı değil, mali
açıklar ve bu açıkların oluşturduğu kamu borç stokudur. FTPL’ye göre
hükümetin bütçe kısıtının bugünkü değeri fiyat düzeyini belirler. Fiyatların
yükselmesi için bütçe açığının para miktarında bir artışla kapatılması
gerekmez. Para miktarında hiçbir değişiklik olmasa bile bütçe açıkları fiyatları
ve enflasyonu yükseltebilir.
FTPL yaklaşımına göre fiyat istikrarının sağlanması için yalnızca uygun
para politikası yetmez, aynı zamanda uygun maliye politikasının izlenmesi
gerekir. Aksi takdirde merkez bankası ne kadar sert ve bağımsız olursa olsun
fiyat istikrarına ulaşılması zor olacaktır. Parasalcılara göre merkez bankası ne
Recep Düzgün, Türkiye’de Özel Tasarrufun Belirleyicileri, (Erişim) http://ebookbrowse.com/
010-recep-duzgun-pdf-d31301840, 19.01.2013.
47
53
kadar sertse hükümet o kadar uygun maliye politikası uygulamaya
zorlanacaktır.48
3.15. OPTİMAL MALİYE POLİTİKASI
Hükümet harcamalarındaki pozitif bir şoka karşı vergi oranlarını
değiştirmek mi bütçe açıkları vermek mi yoksa bunların bir kombinasyonu mu
optimaldir? Benzer şekilde bir teknoloji şoku olduğunda vergilerin ve bütçe
açıklarının optimal tepkisi ne olmalıdır? Bir ülkede uygulanan maliye
politikasının optimalden uzak olmasının, mümkün olan en yüksek refah
düzeyine ulaşılamaması anlamında, kuşkusuz bir maliyeti bulunmaktadır. Bu
nedenle maliye politikasının optimal bir biçimde belirlenip uygulanması son
derece önemlidir. Önemine rağmen ilginç bir şekilde optimal maliye politikası
Türkçe çalışmalarda fazla ilgi çekmemiştir.49
3.16. EKONOMİNİN CANLANDIRILMASI
2007 küresel krizinden sonra ekonomistlerce tartışılan husus işsizlik
oranlarının düşürülmesi ve yüksek büyüme hızlarının sağlanması konusunda
neler yapılabileceği idi. Gelişmiş ülkelerin birçoğu düşük faiz politikalarıyla iç
talebi canlandırıcı maliye politikaları uyguladı. Krizin etkilerinin bir miktar
azaldığı, ekonomilerin yavaş toparlanma sürecine girdiği 2010 yılında ABD
Merkez Bankası küresel ölçekte hala işsizliğin yüksek düzeylerde olduğu,
dolayısıyla genişlemeci politikaların devam etmesi gerektiğini savundu.
Almanya’nın başını çektiği AB Merkez Bankası yetkilileri ise önceki
yıllarda uygulanan açık bütçe politikalarının ilerisi için bir risk teşkil ettiğini ileri
İlker Parasız, Para, Banka ve Finansal Piyasalar, Bursa, Ezgi Yayınevi, 2005, s.480.
Taner Turan, “Optimal Maliye Politikası: Bir Literatür Taraması”, Maliye Dergisi, Ankara, Sayı
162, Ocak -Haziran 2012, , s.412.
48
49
54
sürerek bu politikadan vazgeçilmesi gerektiğini iddia etti. Bunun için de
yapılması gereken kamu borç stokunun azalması eğilimini kuvvetlendirecek
maliye politikası uygulanmalıydı.
Öte yandan, uygulanan genişlemeci politikalar, az gelişmiş ülkeleri
sermaye akımlarının meydana getirdiği dalgalanma sorunuyla mücadele
etmek durumunda bıraktı. Örneğin TCMB, politika faizi yanında zorunlu
karşılıklar, faiz koridoru gibi para politikası demetini finansal istikrarın
sağlanması için kullanmak durumunda kaldı.
Dolayısıyla denilebilir ki her ekonomik daralmanın çözümü maliye
politikasındaki
genişleme
olmamalıdır;
ülkelerin
içerisinde
bulunduğu
ekonomik durumdan bağımsız tasarlanan maliye politikaları ters etkiler
doğurabilir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE MALİYE POLİTİKASINDAN KAYNAKLANAN
RİSKLER
Bu bölümde Türkiye ekonomisinde öteden beri gelen maliye politikası
kaynaklı yapısal sorunlar yanında son yıllarda artan küresel etkiler sonucu
ortaya çıkan riskler, biraz daha ayrıntılı olarak incelenecektir.
4.1.
ENFLASYON
Yüksek ve kronik enflasyon sorunu, birçok GOÜ gibi Türkiye’nin de
önemli sorunlarından birisi olagelmiştir. Siyasi istikrarsızlıklar, sürekli seçim
ortamlarının yaşanması hükümetlerin de kısa vadeli politikalar uygulamasına
neden olmuş, bunun olumsuz yansımaları ise ekonominin her alanında
görülmüştür. Oysaki hiç şüphesiz enflasyonla mücadele uzun vadeli bir
programla ancak yürütülebilir.
17 Ağustos 1999 yılında yaşanan büyük deprem nedeniyle de iyice
bozulan makroekonomik koşullar 9 Aralık 1999’da IMF ile stand-by
anlaşmasının imzalanması sonucunu doğurmuştur. Üç yıl süreceği öngörülen
‘Enflasyonu Düşürme Programı’ ile;

Tüketici enflasyonunu, yapısal reformlarla desteklenen, birbirleriyle tutarlı,
güçlü, itibarlı ve süreklilik arz eden maliye, gelir, para ve kur politikalarının
eş güdümlü uygulanması ile enflasyonu tek haneli rakamlara indirmek,

Reel faiz oranlarını makul düzeylere düşürmek,

Ekonominin büyüme potansiyelini artırmak,

Ekonomideki kaynakların daha etkin ve adil dağılımını sağlamak,
amaç edinilmiştir.
56
Bu program, sıkı bir maliye politikası uygulamak, faiz dışı fazlayı
artırmak, enflasyon ile uyumlu gelirler politikası izlemek, enflasyonun
düşürülmesine odaklanmış kur ve para politikası uygulamak şeklinde
özetlenebilir. Programın uygulamaya geçirilmesiyle birlikte, faiz oranları hızla
gerilemiş, enflasyon önemli ölçüde yavaşlamış, üretim ve iç talep canlanmış
ise de TL’de reel artışlar, petrol ve doğal gaz gibi enerji fiyatlarındaki artış,
USD/Euro paritesindeki gelişmeler sonucunda cari işlemler açığı da hızla
artmıştır. Sözkonusu açığın finansmanı konusundaki endişeler de çoğalmıştır.
Kasım 2000 ve Şubat 2001’de yaşanan krizler bankacılık sektörü sorunlarını
daha da ağırlaştırmış, hem faiz hem de kur riski sonucu önemli kayıplar
yaşanmıştır. Kamu bankalarının da içinde olduğu sektörün yeniden
yapılandırılması için yapılan kaynak tahsisi, kamu maliyesi üzerinde ciddi yük
getirmiştir.50
Bu krizlerin arkasından ‘Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’
uygulamaya konmuştur. Programla Türkiye’de ortaya çıkan krizlerin başlıca
nedenleri olarak sürdürülemez iç borç dinamiği ile mali sistemdeki sağlıksız
yapı ve diğer yapısal sorunların bulunması gösterilmiştir.
Programla birlikte geçici ve kısa vadeli politikalar yerine yapısal
sorunları çözücü yasal düzenlemelere önem verilmiştir. Bu çerçevede
bankalar, merkez bankası, kamulaştırma, kamu ihale ve diğer kanunlarda
önemli değişiklikler yapılmıştır.
2002-2005 yılları arasında ise biraz da iç ve dış konjonktürde yaşanan
olumlu
gelişmelerin
etkisiyle
yapısal
dönüşümler
gerçekleştirilmiş,
makroekonomik göstergelerde de belirgin iyileştirmeler sağlanmıştır. Bu
tarihler aynı zamanda örtük enflasyon hedeflemesi rejimine de geçilen
dönemler olmuştur.
Ergun Ermişoğlu, Enflasyon Hedeflemesi Rejiminin Türkiye’deki Başarısının
Değerlendirilmesi, Ankara, TCMB Yayını, 2011, s.14.
50
57
2001 yılında TCMB Kanununun da değiştirilmesiyle birlikte temel
hedefin fiyat istikrarı olduğunun deklare edilmesi, ekonomik birimlerce
enflasyonla mücadele programının ciddi bir şekilde uygulanmaya devam
edileceğinin göstergesi kabul edilmiştir.
Önceki dönemlere oranla uygulanan sıkı maliye politikaları, şartlar
oluştuğunda açık enflasyon hedeflemesi stratejisine geçileceğinin ilan
edilmesi, enflasyon beklentilerini hızla geriletmiş, enflasyonda öngörülen
hedefler büyük ölçüde tutturulmuştur.
TCMB’ye duyulan güveni yükselten bu gelişmelerle birlikte ekonomik
birimler önceki yıllardan gelen geçmiş enflasyon oranlarına endeksli fiyatlama
davranışlarını terk etmişlerdir.
Bu başarıların ardından 2006 yılında modern merkez bankacılığı
anlayışına paralel olarak açık enflasyon hedeflemesi rejimine geçilmiş ise de
bu dönem aynı zamanda uluslararası sermaye temin şartlarının GOÜ aleyhine
değişmesine de sahne olmuştur. Gıda fiyatlarında yaşanan şoklarla da birlikte
Türkiye’den de önemli miktarlarda sermaye çıkışları yaşanmıştır. Bunun
sonucunda TL yaklaşık %30 oranında değer kaybetmiş, güven ortamının
bozulması enflasyon beklentilerini de yükseltmiştir.
Böylece, 2006 yılı için yılsonu TÜFE enflasyon hedefi %5 olduğu halde
gerçekleşen oran %9,7, 2007 yılında ise öngörülen %4 iken gerçekleşme %7,3
olmuştur.
58
Grafik 8: TÜFE Değişim Oranları ve Enflasyon Hedefleri (Yüzde)
Kaynak: TCMB
2012 yılında gerçekleşen enflasyon oranı %6,2 olup 2015 yılı enflasyon
hedefi %5 olarak belirlenmiştir. 2013 yılı için belirsizlik aralığı, her iki yönde 2
yüzdelik puan olarak korunmuştur.
Yukarıdaki tablodan da anlaşılmaktadır ki son yıllardaki yaşanan
gelişmeler enflasyonda bir katılığın oluştuğunu göstermektedir.
Enflasyondaki atalet, inatçı davranış, 1980 ortalarından itibaren
Türkiye'de de gözlendi. Düşük enflasyon oranları bir tarafa bırakıldığında,
fiyatların sürekli bir biçimde artmasına yol açan nedenler aslında toplumsal
açıdan hoşlanmamamız gereken nedenler: Sürekli ve yüksek bütçe açıkları
şeklinde karşımıza çıkan maliye politikası. Maliye politikasının bozuk olması
eninde sonunda para politikasının da bozulmasına yol açıyor. Bu tür
uygulamaların sürmesi halinde enflasyonun yükselmesi dışında da olumsuz
sonuçlar ortaya çıkıyor. Disiplinsiz maliye ve para politikası risk priminin
artmasına ve dolayısıyla reel faizlerin yükselmesine, şirketlerin ve bankaların
bilançolarının bozulmasına, kredi mekanizmasının işlememesine, daha hızlı
büyümek için
gerekli olan
mali sistemdeki derinleşmenin bir türlü
59
sağlanamamasına, ekonomilerin rekabet güçlerinin törpülenmesine ve
potansiyel büyüme hızlarının düşük bir düzeyde kalmasına da yol açıyor. 51
Yıllar itibariyle enflasyon görünümünün yüksek seyretmesi merkez
bankaları için ‘kredibilite açığı’ problemi demektir. Geleceğe yönelik tüketim
ve yatırım kararlarını geçmiş enflasyona göre ayarlayan ekonomik birimler
fiyatlama davranışlarında geriye yönelik endekslemeleri esas almaktadır. Bu
endeksleme davranışı ise enflasyon hedefleri tutturuldukça başka deyişle para
otoritesini yürütmekle sorumlu merkez bankalarının kredibilitesi arttıkça ancak
kırılabilmektedir.
Önemli oranda kontrol altına alınabilmiş olsa da gelişmiş ülkelerle
kıyaslandığında Türkiye’de hala enflasyon oranları yüksektir, dahası enflasyon
oranlarında bir katılık oluşmuştur. Yapısal nedenlerden dolayı para
politikasının enflasyonu sürekli kontrol altına alabilmesinin bir sınırının
olduğunu kabul etmek gereklidir. Bu nedenle özellikle arz yanlı politikalarla
enflasyonu yapısal bir sorun olmaktan çıkaran, enerji ve ara girdi sorununun
çözülmesine yönelik politikalar uygulanmalı,
desteğiyle büyütülmesi sağlanmalıdır.
51
Özatay,, a.g.e., s.247.
üretim ölçeğinin
ihracat
60
4.2.
CARİ AÇIK
Grafik 9: Cari İşlemler Açığı (12-Aylık Kümülatif, Milyar Dolar)
Kaynak: TCMB
Grafik 10: Cari Denge Bileşenleri
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı, TCMB
61
Küresel finansal kriz öncesi dönemde Çin, Rusya, Almanya, gelişmekte
olan Asya ülkeleri ve Körfez ülkelerinde büyüme dış talepli olup bu ülkeler cari
fazla vermiştir. Öte yandan başta ABD olmak üzere, İngiltere gibi birçok ülke
de cari açık vermiştir.
Sözkonusu küresel makroekonomik dengesizliğin devam ettiği de
dikkate alındığında Türkiye gibi cari açık sorunu olan bir ülkenin tasarruf açığı
sorununu çözücü politikalar izlemesi gerekmektedir. Türkiye’de özellikle 2012
yılında yaşandığı gibi cari açığı düşürebilmek için önemli miktarda GSYH’nin
düşürülmesine katlanılmak durumunda kalınmıştır.
Öte yandan enerjideki dışa bağımlılık cari açık üzerinde önemli bir baskı
unsuru olmaya devam etmektedir. Enerji ithalatını azaltmak için yenilenebilir
enerji kaynaklarına yönelik yatırımlara öncelik verilmelidir.
Avrupa’daki krizin derinleşme olasılığı, olumsuz küresel gelişmeler ve
Suriye riskinin Türkiye’nin finansman açığı problemini arttırabileceği de dikkate
alındığında enerji dışı ithalat ve 2011’in sonlarında başlayan cari açığın
azalma eğilimine girmesini yeterli görmemek gerekmektedir.
4.3.
BÜYÜME
Dünya ekonomisinde küresel finansal krizin üzerinden beş yıl
geçmesine rağmen istikrarsızlık devam etmektedir. Düşük büyüme ve artan
işsizlik oranları gelişmiş ekonomilerin başlıca sorunu olmaya devam etmekte,
ABD ve İngiltere başta olmak üzere birçok ülkedeki cari açık ve Avro Bölgesi
kamu borç krizi endişeleri ise devam etmektedir.
Küresel görünümü negatife çeviren bu gelişmelerle birlikte birçok ülke
büyüme tahminlerini önümüzdeki yıllar için aşağı yönlü revize etmektedir.
62
Grafik 11: Küresel Büyüme Tahminleri
Kaynak: IMF
Türkiye’de benimsenen, yurt içi talebe dayalı, uluslararası rekabete
kapalı konut ve hizmetler gibi sektörler öncülüğündeki büyüme modeli başlıca
problem olmaya devam etmektedir. Bu haliyle, dış kaynak ve borçlanmaya
bağlı bir süreç olan büyüme sürdürülebilir olmaktan uzaktır. Yıllar itibariyle
ithalat rakamları da göstermektedir ki uluslararası rekabete açık imalat
sanayiindeki üretim artışları zayıf kalmaktadır.
Bütün bu hususlar dikkate alındığında, büyüme kompozisyonunun iç ve
dış talep arasında dengeli gittiği, cari açığın daraldığı ve enflasyonist baskıların
azaldığı gerekçeleriyle Türkiye ekonomisinin yumuşak bir iniş sürecine girdiği
iddia edilemez. 2010-11 yıllarında ortalama %8,8 büyümesi baz etkisi
nedeniyle ve sürdürülemez bir durum olarak görünmektedir.
Yurt içi tasarruf oranının kronik olarak düşük olması ve dış finansmana
erişimin kolaylığı iç talebi aşırı oranlarda yükselterek cari açığın artmasına
neden olmaktadır. Bu noktada TCMB’nin para politikasını sıkılaştırması tek
63
başına yeterli değildir. Vergisel önlemler ve finansal istikrardan sorumlu
ekonomi yönetimiyle bu sürece destek olunması hayati önemi haizdir.
2011’in birinci çeyreğinden itibaren başlayan yavaş büyüme, 2012’nin
ilk çeyreğinde de belirginleşerek devam etti. Büyümeye iç talebin katkısı
giderek düşerken, bu gelişmenin ardında özel tüketim harcamalarındaki
durağanlık ve özel yatırım harcamalarının artışının çok düşük düzeyde kalması
yatmaktadır. 2012’nin ilk çeyreğinde %3,2 olarak gerçekleşen büyüme oranı,
altın dış ticaretindeki anormal hareketlerden arındırıldığında yaklaşık %2,6
olarak tahmin edilmektedir. Altın ithalatındaki ve ihracatındaki anormal
hareketlerin farklı çeyreklerde gerçekleşmesi, ‘gerçek’ büyüme dinamiğini
maskelemektedir. Bu durum, özellikle ekonominin soğutulmaya çalışıldığı bir
dönemde, soğumanın arzulanan düzeyde mi olduğunun anlaşılmasını
güçleştirmektedir.52
Grafik 12: Cari İşlemler Açığı
Kaynak: TCMB
TEPAV, “Ekonomide Durum 2012/3”, (Erişim) http://www.tepav.org.tr/upload/files/13546356266.Ekonomide_Durum_ 2012_3.pdf, 12/02/2013.
52
64
4.4.
MALİ BASKINLIK
TCMB Enflasyon Raporlarında da belirtildiği üzere, yüksek düzeydeki
kamu borçlarının, merkez bankasınca belirlenen kısa vadeli faizler ve piyasa
faizleri arasındaki ilişkiyi bozarak parasal aktarım mekanizmasının dolayısıyla
da para politikasının hedeflenen sonuçlara ulaşmasını engellemesi anlamında
mali baskınlık aynı zamanda özel sektöre gidecek kaynakların da önemli
ölçüde azalmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla mali baskınlığın düşürülmesi
enflasyon hedeflemesinin başarısı için oldukça önemlidir.
Toplam borç stokunun, kamu kesimi borçlanma gereği ve dış ticaret
açığının GSMH’ye oranına bakıldığında hemen bütün göstergelerde olumlu
gelişmeler olmakla birlikte enflasyon oranının hedeflenen bant aralığının da
üstünde gerçekleşmesi, reel faizlerin hala yüksek düzeylerde seyretmesi gibi
nedenler sıkı para politikasının ne kadar etkili ve yeterli olduğunun
tartışılmasını gerektirmektedir.
Ayrıca M2/GSYİH oranı olarak ifade edilen mali derinlik oranlarının
diğer ülke gruplarıyla karşılaştırılmasında esas alınan kriterlerin hala istenen
seviyelerde olmadığı, dolayısıyla mali derinlik unsurunun sağlanamadığı da
ileri sürülmektedir.
Bu açıdan bakıldığında açıktır ki enflasyonla mücadele sürecine
hükümetlerin de dâhil edilmesi ile etkin maliye politikalarının para politikalarını
mümkün olduğunca tamamlayıcı ve güçlendirici şekilde tasarlanması
zorunludur.
Her ne kadar TCMB, ‘piyasaların politika faizindeki artırımların getiri
eğrilerine olan etkisinin güçlü faiz tepkisi sayılarak parasal aktarım
mekanizmasının çalıştığı dolayısıyla mali baskınlığın düştüğünün tescili
olarak’ algılasa da son dönemde açıklanan politika faizi değil onun oldukça
üzerinde seyreden TCMB’nin ‘fonlama maliyeti’ dediği faizin piyasalar için
65
belirleyici olduğu iddiası karşısında bu ilişkinin tam veya güçlü olduğunun
tartışılır olduğu söylenebilir.
Diğer taraftan, Hazine'nin önümüzdeki 2012/Mayıs, Haziran ve
Temmuz ayı için açıkladığı finansman programında; itfaların çok düşük olması
nedeniyle
bütçe
faiz
ödemelerinin
en
düşük
seviyelerde
olacağı
öngörülmektedir. Bu durumda, reel faizlerde geçen yıldan bu yıla fazla bir
değişiklik olmadığı da dikkate alınırsa olumlu bir gelişme olarak bütçede
faizden tasarruf edilmeye devam edileceği söylenebilir.
Gayri safi yurt içi hâsılası 760 milyar dolara yaklaşmış, borcun milli
gelire olan oranı %40’larda, net kamu borcunun milli gelire oranı %22’lerde
olan bir Türkiye ekonomisinin hali hazırda AB ülkelerinin birçoğundan iyi
durumda olduğu söylenebilir. Ancak, borç çevrim kapasitesinin arttığı böyle
bir ortamda Standard&Poor's (S&P), ‘Türkiye'nin kredi notu görünümünü,
ülkeye gelen dış talebin azalması ve kötüleşen ticaret hadlerinin Türk
Ekonomisinin yeniden dengelenmesine engel olabileceği için pozitiften
durağana aldıklarını’ belirtmiştir. Ayrıca, Credit Default Swap’larındaki
yükselme ile Goldstein gibi kuruluşlarca yapılan araştırmalarda da benzer
biçimde ‘Türkiye’nin borcunu ödememe olasılığının arttığı ile faiz ve sermaye
hareketleri bakımından kırılgan ülkeler arasında olduğu’ ifade edilmektedir.
Bu değerlendirmelerin sübjektif olduğu ileri sürülebilecek olsa da
küresel kriz şartlarının halen devam ettiği de dikkate alındığında, özellikle cari
açığın Türkiye için ciddi bir risk unsuru olduğu ortadadır. Enerji ihtiyacının
neredeyse tamamını ithalatla karşılayan Türkiye’nin ithalata bağımlı ihracat
modelini değiştirmesi gereklidir.
Burada ayrıca üzerinde durulması gereken bir diğer konu ise mali kural
uygulamasıdır. Gerçekten de kurallara dayalı maliye politikası uygulamaları
son yıllarda önem kazanan bir konu olmuş ve bir iktisat politikası aracı olarak
sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır. Dört tane mali kural türü vardır: i) Borçlanma
Kuralları, ii) Bütçe Dengesi Kuralları, iii) Harcama Kuralları ve iv) Gelir
66
Kuralları. Anayasal iktisatçılara göre, bu tip kurallar hükümet kaynaklı, mali
istikrarsızlık, kamu kesiminin büyüklüğü, yozlaşma vb. sorunların çözümünde
büyük fayda sağlayacaktır.53
Gerçekten de uygulanan bütçe kalemlerinin mali kurallar bakımından
denetlenmesinin kolay olması özellikle uzun dönemde mali disiplinin
sağlanması ve sürdürülebilir kılınmasına yardımcı olacaktır. Mali kural
uygulaması, küresel krizin borç stoku üzerindeki olumsuz etkileri ve Türkiye’nin
devam eden AB üyelik perspektifi de gözönünde bulundurulduğunda daha bir
önem kazanmaktadır.
Ayrıca, bütçe harcamaları düzenli bir şekilde artarken, vergi gelirleri
konjonktürel gelişmeler ve kırılgan makro dengelere dayalı dolaylı vergilere
aşırı bağlı hale gelmiştir. Mali dengeler ise af adı altında çıkarılan yasalar ve
özelleştirmeden elde edilen bir defalık gelirlerle sürdürülmektedir. Bu da maliye
politikasının esnekliğinin olmadığının göstergesidir.
Grafik 13: Bütçe Açığı ve Borç Stoku
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı
Nevzat Saygılıoğlu, A.Çelen Erduran, “Mali Kural ve Etkinlik Sorunu: Türkiye Örneği”,
(Erişim) http://asosindex.com/journal-article-abstract?id=18894, 08.05.2012.
53
67
4.5.
VERGİ POLİTİKASI
1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, CHP’nin uyguladığı ekonomi
politikasının bürokratik ve tekelci olduğunu, gereksiz müdahalelerle ekonomiyi
felce uğrattığı düşüncesiyle liberalizme geçişi savunmuşsa da dış ödeme
güçlükleri buna engel olmuştur. Özel sektörün yeterli kapasitede olmaması
nedeniyle liberalizme geçiş süreci 1953 yılında tıkanmış, enflasyon kavramı da
bu tarihlerde gündeme gelmiştir. 1958 yılında alınan istikrar tedbirleri ise bir
anlamda 24 Ocak kararlarının da habercisi olmuştur.
1980 öncesi özel sektörün ürettiği birçok dayanıklı, dayanıksız tüketim
mallarının fiyatlarının Sanayi Bakanlığınca tesbiti, KİT ürünlerinin maliyetinin
altında zararına satılması, uygulanan faiz politikası;

Karaborsaya,

Gelir ve kaynak dağılımındaki etkinliğin bozulmasına,

İç tasarrufların azalmasına,

Enflasyonun daha da hızlanmasına
neden olmuştur.
Piyasada baş gösteren yoklukların, karaborsanın, çifte fiyatların, döviz
darboğazının ve üç haneli enflasyon oranlarının yaşandığı 1979’dan sonra,
nihayet 24 Ocak 1980’de dolaylı vergilerin artırılması,
kaçakçılığın
önlenmesine yönelik olanlar da dâhil bir dizi istikrar tedbiri alınmıştır.
Vadesi geçen vergi borçlarına yüksek faiz uygulanması ve vergi
cezalarından faiz alınması suretiyle herkesin zamanında vergisini ödemesi
sağlanmaya çalışılmıştır. Ayrıca enflasyon nedeniyle aşınan maktu vergilerin
yükseltilmesi ve artan oranlı tarife dilimlerinin yenilenmesi yoluna gidilmiştir.
1983 yılından sonra hızlanan enflasyonu önlemek için vergi gelirlerinin
arttırılması amaçlanmış, gelir vergisi oranlarındaki düşme nedeniyle azalan
68
vergi gelirleri sisteme KDV dâhil edilerek telafi edilmeye çalışılmıştır. Toplam
arzın arttırılması maksadıyla teşvik edici bir vergi politikası uygulanmıştır.
1990–2000 yılları arasındaki dönemde kamu harcamalarındaki artışa
paralel olarak bütçe gelirleri ve vergi gelirleri de artış trendi göstermiştir.
Bununla birlikte, harcamalardaki artışın gelirlerdeki artıştan fazla olması
nedeniyle bütçe açığı, başlangıç yılının üç katını aşmıştır.
IMF’ye verilen 1999 yılındaki niyet mektubunda, amacın kamu borç
oranının büyümesini sınırlandırmak için gelirleri arttırmak olduğu ifade
edilmiştir. Bu gelirlerin sağlanabilmesi için aktif bir özelleştirme programının
uygulanması, başta vergiler olmak üzere gelir artışına ve harcama tasarrufuna
yönelik ilave tedbirler öngörülmüştür.
2004 yılında faiz dışı fazlanın GSMH’ye oran olarak %6,5 düzeyinde
tutulması ve başta sosyal güvenlik ve vergi idaresi olmak üzere kamu
maliyesindeki reformların hızla sürdürülmesi konusunda IMF’ye taahhütte
bulunulmuştur. Yüksek vergi oranlarının bozucu etkilerinin giderilmesi, bir
defalık vergi tedbirlerinden kaçınmak amacıyla vergi tabanının genişletilmesi,
vergi idaresinin iyileştirilmesi de öngörülmüştür.
Ayrıca 2004 yılında 5084 Sayılı kanun ile serbest bölgelerdeki gelir ve
kurumlar vergisi mükellefleri için tanınan pek çok vergi teşviki kaldırılmış ve bu
kanunla Türk vergi mevzuatı önemli ölçüde Avrupa Birliği vergi yasaları ile
uyumlu hale getirilmiştir.54
Faiz dışı fazlanın sağlanması amacıyla uygulama sonuçlarına göre mali
tedbirlerin yaklaşık %70’i gelirler, bunun ise yaklaşık %72’sinin vergiler
Habib Yıldız, Küreselleşmenin Vergileme Üzerindeki Etkileri, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2005,
s.185.
54
69
üzerinde olduğu dikkate alındığında, programın mali başarısının vergi
gelirlerindeki artışla sağlandığı söylenebilir.
Ancak, gerçekleşen mali uyum vergi yükünün hızla artmasına neden
olmuş, izleyen dönemde mali yapıda başlayan harcama ertelemeleri ve düşen
vergi performansı, enflasyonda yaşanan aşağı doğru katılığa eşlik etmiştir.
2007 yılı küresel kriziyle birlikte halen kriz sonrası önce para
politikasının mı yoksa maliye politikasının mı sıkılaştırılması gerektiği
tartışmaları sürmektedir. Her ne kadar enflasyon oranları henüz merkez
bankalarını rahatsız edecek noktalara gelmemiş olsa da para politikası
sıkılaştırılmasının zamanlaması doğru yapılmazsa enflasyonun bir sorun
oluşturması mümkün görülmektedir.
Öte yandan, Türkiye’de küresel krizin aşılmasında ve iç piyasanın
canlanmasında ÖTV ve KDV indirimleri oldukça önemli bir rol oynamıştır.
Geçici indirimlerden beklenen amaç hâsıl olmuştur. İndirim sürelerinin daha
fazla uzatılması ileriye dönük beklentileri de beraberinde getirir ve politika
kararlarındaki ciddiyeti zayıflatır. Bu yönüyle, sürelerin tekrar uzatılmaması
yerinde olmuştur.
Böylece son küresel krizde uygulanan politikaların artık enflasyonla
mücadele değil durgunlukla mücadele odaklı olduğu, kısa vadeli enflasyonist
etkilerin göze alındığı, ancak uzun vadede toplam arz artışına yönelik
politikalar olduğu sonucuna varılabilir.
Olumsuz gelişmeler olarak ise şu hususlar sayılabilir: 55

Vergi
sisteminin
yapılandırılmasında
toplum
görüşlerine
yer
verilmemektedir.
Kamil Mutluer, Erdoğan Öner, Ahmet Kesik, Teoride ve Uygulamada Kamu Maliyesi, İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayını, 2007, s.333.
55
70

Plan-programlar ile vergi politikaları arasında ilişki yoktur,

Vergi kanunları vergi mükellefleri ve sivil toplum kuruluşlarının görüşleri
alınmadan verginin alacaklısı konumundaki Maliye Bakanlığı tarafından
hazırlanmaktadır,

Vergi
kanunlarının
değiştirilmesinde
kanun
yapma
tekniğine
uyulmamaktadır, kanunlar çok sık değiştirilmektedir,

Vergi kanunlarının uygulanmasında yürütmeye geniş yetkiler verilmiştir,

Vergi gelirleri bütçe giderlerini karşılamada yetersizdir,

Dolaylı vergilerin vergi gelirleri içindeki payı giderek büyümektedir,

Muafiyet ve istisnalar fazladır,

Kayıt dışılık yüksektir,

Gelir kavramı dar anlamda ele alınmaktadır,

Gelir vergisinde oto kontrol sistemi işletilememekte ve güvenlik önlemleri
alınmamaktadır,

GV ve KV arasında olması gereken denge kurulamamıştır,

Kurumların zarar beyanları artmaktadır,

Genellikle kamu işletmeleri KV’den korunmuştur,

Yatırım indiriminin kaldırılması yerinde olmamıştır.
1990’lardan günümüze kamu gelirleri ve özellikle de vergi gelirleri
konusunda birçok sorunun devam edegeldiği görülmektedir. Kamu finansman
sorunlarında yaşanan iyileşmeler ise bu sorun ve soruların göz ardı
edilebilmesine imkân sağlamıştır.

Dolaylı – dolaysız vergi dağılımı vergi adaletini ciddi biçimde zedeleyecek
bir yapıdadır.

Vergi güvenlik önlemleri son derece yetersizdir ve dolayısı ile vergi kayıp
ve kaçaklarını önleyecek etkin bir mekanizma yoktur.

Vergi Barışı, Varlık Barışı gibi adlarla sürekli olarak mali aflar çıkarılmakta
ve en son 6111 sayılı yasaya ilişkin tartışmalarda da görüldüğü gibi; bu
aflar, sanki mali disiplin konusunda bundan sonra atılacak adımlar
öncesinde son bir uygulama gereği gibi algılanmaktadır.
71

Kayıt dışı ekonomi ve kayıt dışı istihdamın önlenmesi konusunda herhangi
bir düzenlemeye gidilmez iken harcama reformu ülkenin kamu mali
sisteminin kurtuluşu olarak lanse edilmektedir.

OECD ya da IMF raporlarına bakıldığında vergi tabanının genişletilmesinin
ve adaletli vergi yükü dağılımının da diğer kamu maliyesi reformları kadar
önemli kabul edildiği görülmektedir.

Özelleştirme gelirleri, mali aflardan sağlanacak gelirler ya da son
düzenleme ile getirilen bedelli askerlik gibi uygulamalarla bütçe dengesi
sağlanmaya
çalışılmaktadır.
Kapsamlı
bir
vergi
reformu
gerçekleştirilemediği sürece bu tip olağan dışı kamu gelirleri ile mali
disiplinin sağlanmasında gittikçe daha çok güçlük yaşanacaktır.
Ülkemizin
1990’lı
yıllardan
günümüze
en
önemli
kırılganlık
kaynaklarından birisi cari açık problemidir. Dahası kısa vadeli olarak bu
sorunun çözümüne de imkân yoktur. Zira ihracat ya da turizm gelirleri gibi döviz
kazandırıcı işlemlerin kısa vadede artırılmasının beklenmesi çok gerçekçi
değildir. Geriye kalan tek kalem olan ithalatın daraltılması ise oldukça sıkıntılı
bir konudur. Zira toplam ithalatımızın yaklaşık %88’i yurtiçi üretimin
sürdürülebilmesi için gerekli olan aramalı ve yatırım malı ithalatından meydana
gelmektedir. Dolayısıyla ülkemizde yurtiçi üretim ve yatırım talebi arttıkça cari
açık da artmaya devam edecek ve ülke ekonomisinin temel kırılganlık
kaynaklarından birisini oluşturacaktır.56
Benzer bir durum özel kesim dış borç stoku için de söz konusudur.
Türkiye’de özel kesim dış borç stoku 202 milyar dolarlık düzeyi ile toplam dış
borç stokunun %65’ini meydana getirmektedir. 2001 krizi döneminde TMSF’ye
devredilen özel bankaların borçları, özel tertip tahvil ihracı ile menkul
kıymetleştirilmek suretiyle iç borç stokunun hafifletilmesine neden olmuştur.
Ortaya çıkabilecek bir kriz ortamında benzer bir gelişmenin yaşanmayacağı
garanti edilemez. Dolayısı ile kamu borç stokunun aşağı çekilmesi, kamu dış
56
Saygılıoğlu, Erduran, a.g.e.
72
borç stokunu artırma potansiyeli olan kalemlerin de ortadan kaldırılması
anlamına gelmemektedir. Bu iki önemli kriz beklentisi kanalının yanında,
işsizliğin halen %9’lar seviyesinde olması, enerji bağımlılığına bağlı olarak
uluslararası
enerji
fiyatı
şoklarının
oluşturacağı
makroekonomik
istikrarsızlıklara olan açıklık ve kamu gelirleri alanındaki reform eksikliğine
bağlı olarak kamu finansman sorunlarının yeniden canlanabilme olasılığı
Türkiye ekonomisini kriz risklerine karşı korumasız bırakan olgular olarak
dikkati çekmektedir.57
Öte yandan, Maliye Bakanı 2013 yılı bütçe sunuş konuşmasında;

Gelir politikalarını, ekonomik istikrarın sürdürülmesi amacıyla mali disiplini
esas alan bir yaklaşımla; istihdam ve yatırımları teşvik edecek, yurtiçi
tasarrufları artıracak, bölgesel gelişmişlik farklarını azaltacak, ekonomiye
rekabet gücü kazandıracak şekilde yürüttükleri ve yürütmeye devam
edeceklerini,

Bu kapsamda; vergi sistemini etkinlik, basitlik ve verimlilik ilkeleri
doğrultusunda gözden geçirme çalışmalarına devam ettiklerini, Gelir
vergisi Kanunu ile Kurumlar vergisi Kanununu tek bir kanun olarak
birleştirerek yeniden yazacaklarını, böylece Kanunun sistematiğini
bütünlük, anlaşılırlık ve sadelik sağlayacak şekilde değiştireceklerini,

İstisna ve muafiyetlerin kapsamını daraltarak vergi tabanını genişletici
adımlar atacaklarını, beyannameye dayalı vergilemeyi genişletip vergi
güvenliği ve vergiye uyumu güçlendirici adımlar atacaklarını, yatırım,
üretim ve istihdamı teşvik edeceklerini, sosyal politikalarla uyumlu
düzenlemeler yapacaklarını,

Özellikle Temmuz ayında yürürlüğe giren yeni Türk Ticaret Kanunu
sonrasında daha da önem kazanan vergi Usul Kanununu sade, anlaşılır,
adil ve uygulanabilir bir şekilde hazırlayacaklarını, vergi adaletini
iyileştirmeye yönelik düzenlemeler yapacaklarını,
57
Saygılıoğlu, Erduran, a.g.e.
73

Konut teslimlerinde uygulanan KDV oranlarının gözden geçirilmesine ilişkin
çalışmalarında
son
aşamaya
geldiklerini,
kimi
bölgelerde
150
metrekareden küçük olmasına karşın bazı konutlar büyük rantla
satılabilmesiyle ödeme gücü yüksek kesimin vergi avantajı elde etmeleriyle
oluşan adaletsizliğin önüne geçmeyi hedeflediklerini,

2010 yılı OECD verilerine göre Türkiye, %26’lık vergi yükü oranı ile 34
OECD ülkesi arasında en düşük vergi yüküne sahip altıncı ülke konumunda
olduğunu,
Grafik 14: OECD Ülkelerinde Vergi Yükü
Kaynak: OECD

Türkiye’de vergi yapısına dair bir eleştiriyi kabul etmek gerekirse o da
dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının %47,7 ile nispeten
yüksek olduğunu,
belirtmiştir.58
58
Maliye Bakanlığı, a.g.e.
74
Bu hususların yukarıda anlatılanlar karşısında ne ölçüde tutarlı olduğu
ile dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payına dair verilen oran
tartışmalıdır.
4.5.1. Türkiye’de Vergi Gelirlerinin İktisadi Döngülere Duyarlılığı
Türkiye’de tüm vergi geliri kalemlerinin eş-döngüsel olduğu, diğer bir
deyişle reel GSYİH ile aynı yönde hareket ettikleri ve vergi gelirlerinin iktisadi
döngülerden önemli ölçüde etkilendikleri görülmektedir. Toplam vergilerin
esneklik katsayısı yaklaşık 1,2 olarak bulunmakla birlikte, en yüksek esneklik
katsayısına ithalde alınan KDV’nin sahip olduğu gözlenmektedir. Vergi
gelirlerine yönelik istatistiki analiz, gelir vergisine kıyasla kurumlar vergisinin
ve dolaylı vergilerin iktisadi faaliyetteki dalgalanmalardan daha fazla
etkilendiğini göstermektedir. Bunun yanı sıra, dolaylı vergilerde daha belirgin
olmak üzere, vergi geliri kalemlerindeki oynaklığın reel GSYİH’ye göre daha
fazla olduğu görülmekte, bu duruma da vergi mevzuatında çok sık yapılan
değişikliklerin önemli katkısı olduğu değerlendirilmektedir. Buna ilaveten, vergi
geliri kalemleri ile reel GSYİH arasında genel olarak eşanlı bir ilişkinin olduğu,
bir başka ifadeyle ilgili değişkenlere ilişkin döngü evrelerinin aynı çeyrek
içerisinde gerçekleştiği belirlenmiştir.59
Bu açıklamalar da göstermektedir ki ekonomide büyüme ve istihdam
artırıcı politikalarla ancak vergi gelirleri artırılıp bütçe dengesine olumlu katkı
yapılabilir.
TCMB, Enflasyon Raporu 2013-1, (Erişim) http://www.tcmb.gov.tr/research/parapol/enfocak2013_tam.pdf, 12/02/2013.
59
75
4.6.
İSTİHDAM
Bilindiği üzere ekonomi politikalarının temel amacı toplumsal refahın
sağlanması ve bunun sürdürülebilir hale getirilmesidir. Bu ise ancak
sürdürülebilir bir ekonomik büyüme ve istihdam artışı ile mümkün olabilir.
Bunun sağlanması için de ekonomik birimlerin kararlarını sağlıklı bir şekilde
almalarını sağlayacak düşük ve kalıcı enflasyon ile istikrarlı bir fiyat seviyesi
gereklidir.
MB’larının yasal bağımsızlıkları değerlendirilirken, temel hedefi sadece
fiyat istikrarını sağlamak olarak belirtilen MB’ları, buna ilaveten başka hedefleri
de olan MB’larına kıyasla daha bağımsız olarak kabul edilmektedir. Bunun
nedeni, seçilen ekonomik büyüme veya tam istihdam gibi hedeflerin fiyat
istikrarı ile çelişmesi ve hedefe ulaşılmasını zorlaştırmasıdır. Temel hedefi
sadece fiyat istikrarı olan merkez bankalarının hedefe odaklanarak kolay bir
şekilde başarıya uluşabilecekleri düşünülmektedir.60
Türkiye’deki cari açığa dayalı, istihdam meydana getirmeyen buna
karşılık yüksek oranlardaki köpük büyüme süreci, kırılganlıkları ortadan
kaldırmayan, şoklara karşı dayanıksız bir ekonomik yapıyı da beraberinde
getirmiştir.
Türkiye’ye yönelik sermaye girişlerinde azalma, bankacılık sistemine
dayalı kredi kanallarının çalışmaması, dış talepteki azalma ve tüketim ve
yatırım kararlarının olumsuz etkilenmesi ile Türkiye’ye taşınan küresel kriz,
mevcut istihdam krizini hızla derinleştirmiştir. 2009 yılı sonu itibariyle, işsizlik
oranını, ortalama üç puan yükselterek, genelde %14, tarım dışında %16,6
düzeyine taşımıştır.61
Pınar, Erdal, a.g.e., s.37.
Seyhan Erdoğdu, “Küresel Krizin İstihdama Etkileri ve Kriz Karşıtı İşgücü Piyasası Önlemleri”,
Memleket Siyaset Yönetim Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 12, Ankara, s.167.
60
61
76
Grafik 15: Kriz Sonrası Dönemde Yaratılan İstihdam
Kaynak: Eurostat, OECD, TÜİK
Yukarıdaki grafikte her ne kadar kriz sonrası dönemde güçlü bir
istihdam artışının yakalanabildiği iddia edilecek olsa da yıllar itibariyle
bakıldığında işsizlik oranında belirgin bir ataletin olduğu görülmektedir. Kriz
sırasında %15 düzeyine (mevsim etkisinden arındırılmış) sıçrayan işsizlik
oranı, son dokuz aydır %9 - 9,4 aralığında seyretmektedir. Bu durum, yavaş
büyüme döneminin olumsuz bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.62
4.7.
KAYIT DIŞI EKONOMİ
Ölçümü ve tanımı konusundaki tartışmalar bir yana bırakılırsa kayıt dışı
ekonominin dünya ile birlikte Türkiye’de de önemli boyutlara ulaştığı
söylenebilir. Türkiye’de kayıt dışılığın daha yüksek oranlar telaffuz edilse de
yaklaşık olarak ekonominin asgari üçte biri büyüklüğünde olduğu genel kabul
görmektedir.
62
TEPAV, a.g.e.
77
Türkiye gibi yükselen piyasa ekonomisinden gelişmiş ülke olma
sürecinde olan ülkelerde kayıt dışı ekonomi, görmezden gelinecek, hafife
alınacak bir olgu olmayıp aksine etkin mücadele edilmesi gereken, güçlü
yapısal temelleri olan bir olgudur.
Toplam vergi gelirlerinin GSYH’ye oranı şeklinde tanımlanan vergi
yükünün OECD ülkeleri ile kıyaslandığında Türkiye’de genel olarak düşük
olduğu, Gelir İdaresi Başkanlığı’nca da sık sık dile getirilmektedir. Toplam vergi
gelirlerinin arttırılması ise vergi tabanının yaygınlaştırılması, kayıtlı ve kayıt dışı
kalmış alanların kavranması ile mümkün olacaktır.
Vergi toplama kapasitesinin geliştirilmesinin ayrıca, vergi yükü ve adalet
algılamaları, Türk vergi Sisteminin basitlik, istisna ve muafiyetler, vergi afları,
vergi idaresi ve vergi denetim birimlerine bakış gibi hususlar bakımından da
değerlendirilmesi bir zorunluluktur.
Bunlardan vergi afları, uzun dönemli toplam geliri azaltıcı negatif
etkileriyle özellikle üzerinde durulması gereken bir konudur. İlki 1921 yılında
çıkarılan vergi afları neredeyse her iki üç yılda bir çıkarılarak mükelleflerde
seçim dönemleri ve sonrasında önemli beklentilere yol açarak vergisel uyumu
güçleştirmekte, bu haliyle bizatihi kendisi yapısal bir sorun niteliği taşımaktadır.
Öte yandan, 2001 yılından sonra uygulanan para ve maliye politikasına
paralel olarak gelişen e-devlet anlayışı, vergi, gümrük ve sosyal güvenlikte
otomasyon uygulamalarının arttırılmasına yol açmış; fikri mülkiyet haklarının
korunması, istihdam teşvikine dair kanunlar, büyük mükellefler vergi dairesinin
kuruluşu, akaryakıtta marker uygulaması, akaryakıt satışlarında ödeme
kaydedici cihaz kullanım mükellefiyeti getirilmesi, e-beyanname, enerji sektörü
faaliyet lisans zorunluluğu, Kayıt Dışı İstihdamla Mücadele Projesi, iş kanunu
ve buna bağlı mevzuat değişiklikleri, işsizlik sigortası, bu alanda olumlu
sayılması gereken adımlardır.
78
Ancak, yukarıdaki uygulamaların etkin bir şekilde kullanılmasına yönelik
ek tedbirler yanında genel olarak aşağıdaki reformların yapılması gereği de sık
sık çeşitli çevrelerce dile getirilmektedir:

Gelir vergisinde yapılması gereken gecikmiş reformun, değişen yerel ve
küresel şartlara uyumlu esnek bir yapıda gerçekleştirilmesi,

Dolaysız vergilerin ağırlığının sektörel olarak ayarlanması, dolaylı vergilerin
ağırlığının daha fazla arttırılmaması, özellikle enerji, akaryakıt ve iletişim
üzerinden alınan vergilerin, piyasa üzerindeki saptırıcı etkileri nedeniyle
tedrici olarak azaltılması,

Geçmişte başarısızlıkla uygulanıp kaldırılmak zorunda kalınan ‘nereden
buldun’
yasasının
dengeli
bir
şekilde,
çapraz
kontrollü
denetim
mekanizmasıyla desteklenerek hayata geçirilmesi,

Gelir İdaresi Başkanlığı veri ambarının son yıllardaki gayrimenkul sermaye
iratları ve tapu harçları alanlarında olduğu gibi diğer vergi kayıp ve
kaçağının bulunduğu işlemleri kavrayacak şekilde geliştirilerek verginin
tabana yayılmasının sağlanması,

Rafa kaldırılan mali kural yasasının yeniden gündeme alınarak devlet
harcamalarına disiplin getirilmesi,

Bölgesel asgari ücret uygulamasının bir sosyal politika aracı olarak
kullanılması,

Gelir İdaresi Başkanlığı koordinatörlüğünde hazırlanan ‘kayıt dışı
ekonomiyle mücadele stratejisi eylem planı (2011-2013)’de belirlenen ilke
ve önerilerin daha sıkı takip edilmesi,

Doğrudan gelir desteği uygulamaları çerçevesinde ‘çiftçi kayıt sistemi’
uygulamasının geliştirilmesi,

Kara para sektörü ve bu sektörden elde edilen gelirin ortadan kaldırılması,
gereklidir.
79
Türkiye’de
üst
sınırına
zaten
yaklaşmış
sayılan
kayıt
dışılıkla
mücadelede denetim ve cezaların arttırılması gibi rutin yöntemlerin etkisi
sınırlıdır. Kayıt dışılık ancak köklü ekonomik ve politik tedbirlerle ancak
azaltılabilir. Sorunun tarafları olarak kamu ve reel sektörün, birlikte gönüllü
uyum çerçevesinde çalışmasını gerektirmektedir. 63
4.8.
ULUSLARARASI SERMAYE AKIMLARI
Akışkanlık, spekülatif ve aşırı dalgalanma nitelikleri itibariyle sıcak para
olarak da adlandırılan sermaye akımları özü itibariyle meydana getireceği
dalgalanma etkisiyle ekonomik istikrarsızlıklara yol açmaktadır. Örneğin
küresel finansal kriz sonrasında yaşandığı gibi gelişmiş ülkelerin krizde
uyguladıkları ekonomi politikaları sonucu ortaya çıkan likidite bolluğu ve çok
düşük faiz oranları, yükselen piyasa ekonomileri ve bu arada Türkiye’de de
yoğun sermaye akımlarına neden olmuştur. Bu durum içeride yerli paranın
aşırı değer kazanmasına yol açarak ihracat hadlerinde aleyhte etkiler
meydana getirerek aşırı dalgalanmalar meydana getirmiştir. Bu şekilde ithal
mallar ucuzlarken ihracat sektörü gerilemekte ve cari işlemler açığı
büyümekte, büyüme ise dışa bağımlı yapay bir nitelik göstererek sonuçta reel
faiz ile döviz kuru dengesizlikleri gündeme gelmektedir.
Yabancı doğrudan yatırımlar cari açıkların en sağlıklı finansman
yöntemidir; kısa vadeli sermaye hareketleri ise dalgalanma korkusu nedeniyle
finansmanda tercih edilmemelidir. Kısa dönemli sermaye hareketleri
bankaların kullanabilecekleri rezervleri arttırarak özellikle tüketici kredilerinin
büyümesine neden olmakta, yerli para biriminin aşırı değerlenmesiyle cari
açığı arttıran bir sarmala dönüşmektedir.
Fatih Savaşan, “Türkiye’de Kayıt Dışı Ekonomi ve Kayıt Dışılıkla Mücadelenin Serencamı”,
(Erişim) http://www.fsavasan.sakarya.edu.tr/wp-content/uploads/SETA-Turkiyede _Kayitdisi_
Ekonomi_ve_Kayitdisilikla_ Mucadelenin_Serencami2.pdf , 07.05.2012.
63
80
Küreselleşme süreci ile birlikte sermaye akımlarının özellikle GOÜ
piyasalarına hızlı girişi, ülkelerin bu hızı karşılayabilecek yeterli finansal
altyapıya sahip olmamaları nedeniyle krizleri kaçınılmaz kılmış, krizlerle
mücadelede maliye politikası açısından küresel bir vergi olan Tobin vergisi
önerisi önem kazanmıştır. Tobin vergisi, ülkeye sermaye giriş/çıkışlarının,
%0,1 oranında çok düşük bir vergiye tabi tutulması yoluyla krizlere yol açan
kısa vadeli spekülatif sermaye akımları üzerinde ciddi bir vergi yükü
oluşturarak bu akımları sınırlandırmayı amaçlayan bir vergidir. 64
Bu tür bir verginin uygulanması halinde finansal istikrarsızlıklara neden
olan kısa vadeli sermaye akımları daraltılmakta, ayrıca da bütçeye ek bir gelir
kazandırılmaktadır. Ancak bu vergiyi uygularken yoğun sermaye çıkışlarına
sebep olabilecek etkilere dikkat edilmelidir.
James Tobin tarafından ilk olarak 1970’lerde ortaya atılan ‘Tobin
Vergisi’nden beklenen, spekülatif döviz alım-satım işlemlerini azaltarak kur
dalgalanmalarını kontrol altına almaktır. Uygulandığı İsveç, Japonya, İsviçre,
İngiltere, Brezilya gibi çeşitli ülkelerde farklı sonuçlara yol açmıştır. Gelişmekte
olan bir ülke olarak Türkiye’de de geçmişte Tobin Vergisi benzeri döviz
kredileriyle ilgili mevduat munzam karşılıkları uygulaması gerçekleştirilmiştir.
İhracatının çok önemli bir kısmı ithalata bağlı, sıcak paraya dayalı büyüme
süreci yaşayıp kronik cari açık problemi bulunan Türkiye için böyle bir verginin
konulması beraberinde yapısal sorunlar nedeniyle çok daha önemli sorunlara
yol açacaktır. Çünkü ilk günah hipotezi gibi bir kez sıcak para ülke
ekonomisinin önemli unsurlarından biri olmuşsa artık süreci tersine
döndürmenin çok önemli maliyetleri olacaktır. Ancak küresel sistemin
bütününe entegre edilecek böyle bir uygulama içerisinde Türkiye de yer
alabilir. Dolayısıyla cari açık ve dış finansman üzerine kurgulanmış yanlış
büyüme modeline payanda bulmak yerine büyüme modelini yeniden ele
Halit Çiçek, Süleyman Gözegir, Emre Çevik, “Bir Maliye Politikası Aracı Olarak Borçlanma ve
Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Örneği (1990–2009)”, Ç.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi,
Cilt 11, Sayı 1, Adana, 2010, s.141.
64
81
alarak, iç dinamiklere dayanan, içeride daha fazla katma değer yaratmaya
yönelen bir ekonomik model üzerinde durmak gereklidir.
Türkiye’de cari işlemler açığının finansmanında 2004 yılından beri
ağırlıklı olarak yabancı doğrudan yatırımlar ve uzun vadeli sermaye akımları
kullanılmakta iken 2009 ve 2010 yıllarında yaşanan global krizin etkisiyle
yabancı doğrudan yatırımların ve uzun vadeli kredilerin azalması sonucunda
kısa vadeli sermaye akımları kullanılmıştır. 2008 yılında 16,955 milyar ABD
doları olan yabancı doğrudan yatırım miktarı 2009 yılında 6,858 milyar ABD
dolarına düşmüş ve 2010 yılında 7,794 milyar ABD dolarına yükselmiştir. 2010
yılındaki miktarın yaklaşık 2,5 milyar ABD dolarını yabancıların Türkiye’deki
gayrimenkul alımları oluşturmuştur. 2004-2008 yılları arasında AB’ye üyelik
müzakereleri ve uygulanmakta olan istikrar programları neticesinde istikrarlı
bir makroekonomik ortamın sağlanması ve enflasyonun düşmesi, yabancı
doğrudan yatırımlar ile uzun vadeli sermaye akımlarının miktarını artırmıştır.
Yabancı doğrudan yatırımlar, şirket birleşmeleri, satın almalar ve
özelleştirmeler şeklinde olmaktadır. Uzun vadeli sermaye akımlarını özel
sektörün yurt dışından sağladığı krediler oluşturmuştur. Özel sektör
borçlanmaları, ticari ve yatırım kredilerinden oluşmaktadır. Özel sektör
tarafından yurt dışından alınan kredilerin ara malları ile makine ve teçhizat
ithalatında kullanılması borcun geri ödenme kapasitesinin artırılması
açısından önem taşımaktadır.65
65
Pınar, Erdal, a.g.e., s.529.
82
Grafik 16: Doğrudan Yatırım Girişleri
Kaynak: TCMB
4.9.
MALİ KURALLARIN GEVŞETİLMESİ YÖNÜNDEKİ EĞİLİMLER
Maliye politikası alanında 2000 yılı ve sonrasında uygulamaya konulan
ve örtülü mali kurallar olarak tanımlanan düzenlemelerden zaman içinde
sapmalar gözlenmiş ve kurallar gevşetilmeye çalışılmıştır. Bu tür uygulamalar,
özellikle küresel mali krizin derinleştiği 2009 yılında yaygınlık kazanmaya
başlamıştır. Bu sapmaları şu şekilde sıralayabiliriz:

Kamu mali yönetimi ve kontrol kanununun ilk yayımlandığı tarihte özel
bütçeli idareler kapsamında yer alan TOKİ, kanunun fiilen uygulamaya
geçeceği 2006 yılından önce kanun kapsamı dışına çıkartılmıştır. Ayrıca
2005 yılında Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü de 5018 sayılı kanun kapsamı
dışına çıkarılmıştır. Böylece son yıllarda arsa ve konut üretiminde büyük bir
atılım yapan TOKİ’nin tüm mali işlemleri kamu gelir ve harcamaları kapsam
dışında tutulmuştur.

TOKİ başkanlığı son yıllarda kamu kurumlarının arsaları karşılığı kamu
yatırımlarını da üstlenmeye başlamıştır. Özellikle hastane, lise ilköğretim
okulu, yurt pansiyon, sevgi evi ve engelsiz yaşam merkezi gibi kamu
yatırımlarının bir kısmı arsa karşılığı TOKİ tarafından yapılmaktadır.
83
Genelde yatırım maliyeti arsa bedelini aşan projeler kamu yatırım
programında yer almakta, ancak konulan yatırım ödenekleri büyük ölçüde
kamu yatırım toplamına dâhil edilmemektedir.

5018 sayılı kanunda, gelir ve giderleri etkileyecek kanun tasarıları için mali
yük hesaplaması ilkesi getirilmesine karşın, bu ilkeye uyulmadığı
gözlenmektedir. Nitekim son yıllarda uygulamaya konulan ve kamu
maliyesi açısından önemli etkileri olan genel sağlık sigortası, sosyal
güvenlik reformu, kurumlar vergisi indirimi ve yatırımları teşvik için indirimli
kurumlar vergisi uygulanmasına imkân tanıyan yasalara ilişkin kapsamlı bir
mali etki çalışması kamuoyuna yansıtılmamıştır. Bu yasaların mali etkisinin
boyutu, orta vadeli hedeflere etkisi ve telafi edici politikalara ilişkin herhangi
bir açıklama sözkonusu olmamıştır.

5018 sayılı kanunda, OVP ve Orta Vadeli Mali Planın belli süreler içinde
yayımlanması hüküm altına alınmışken genelde bu sürelere tam olarak
uyulmamaktadır.

2009 yılı program ve bütçesi hazırlanırken küresel krizin Türkiye
ekonomisine olası etkilerinin gerçekçi bir şekilde değerlendirilememesi, çok
yıllı bütçe hazırlama sürecini olumsuz etkilediği gibi mevcut maliye
politikası kurallarından önemli sapmalara da yol açmıştır. 2009 yılı bütçe
açığının önemli ölçüde artması nedeniyle 2002 tarihli 4749 sayılı kamu
finansmanı ve borç yönetiminin düzenlenmesi hakkında kanun ile getirilen
borçlanma kuralları değiştirilmiştir.

2001 krizi sonrasında kamu finansmanı ve borç yönetimi kanunu ile kamu
mali yönetimi ve kontrol kanununun yürürlüğe girmesi, maliye politikası
uygulamalarında önemli bir disiplin sağlanmasına katkıda bulunmuştur.
Ancak, bu dönemde bütçeye ilişkin bazı uygulamaların bu yeni mali
çerçevenin mantığı ile tam uyum sağlamadığı da görülmektedir. Bu
kapsamda, tasarrufu teşvik ve key hesaplarının tasfiyesi sırasında ortaya
çıkan harcama büyüklüğü bütçe giderlerine yansıtılmamıştır. Bu durum,
kamu harcamalarının gerçek seviyesinin görülmesini engellemiştir. Keza
işsizlik fonu gelirlerinin bir kısmı bazı yatırım harcamalarını finanse etmek
için bütçeye aktarılmıştır. Bu uygulama, daha önce kamu gelirleri arasında
84
sayılan bir tutarın tekrar bütçe geliri olarak kaydedilmesine yol açmıştır.
Özellikle tedavi giderleri ve yatırım harcamalarından kaynaklanan ve
eczaneler, sağlık kuruluşları ve müteahhitlere olan bazı yükümlülüklerin
ertelenmesi ile bütçe harcamaları olduğundan daha düşük gösterilmiştir.
TMSF’den aktarılan kaynaklar hazineye olan borçların tasfiyesi için
kullanılmamış, bunun yerine bütçe geliri olarak kaydedilmiştir. Bu uygulama
bütçe performansının daha olumlu görülmesini sağlamıştır.
Türkiye'de uzun bir süredir IMF programları uygulanmasına karşın
kapsamlı bir vergi ve harcama reformunun gerçekleştirilememesi, mali
disiplinin sürdürülebilirliği konusunun sürekli gündemde kalmasına neden
olmuştur. Özellikle IMF programlarında belirlenen hedeflere ulaşmak için bir
defaya mahsus gelir ve harcama önlemlerine sık başvurulması, mali uyumun
kalitesi ve sürdürülebilirliği konusunda kuşkuları artırmıştır. Genel harcama
kesintileri, tahakkuk eden ödemelerin ertelenmesi, vergi ve varlık barışı
affından sağlanan gelirler, özelleştirme işsizlik fonu ve TMSF gelirlerinin
bütçeye aktarılması, merkez bankası ve kamu bankaları karlarından bütçeye
aktarım gibi uygulamalar, bütçe açıklarının ve borç/GSYİH oranının
düşürülmesine katkıda bulunmuştur. Ancak, bu uygulamalar aynı zamanda
mali uyumun kalitesi ve mali disiplinin sürdürülebilirliği konusundaki
tartışmaların ikincil planda kalmasına da yol açmıştır.66
4.10. MALİ ALAN DARALMASI
Kapitalist sistemin özünden kaynaklanan finansal krizler üretme,
mevcut yapısal sorunlarla da birleşerek, ülkelerin krizlerden çıkış için gerekli
müdahale enstrümanlarını bağımsız politikalarla kullanabilme yeteneklerini
sınırlandırmaktadır.
Zafer Yükseler, Örtülü Mali Kuraldan Açık Mali Kurala Geçiş, Ankara, TCMB Yayını, 2010,
s.10.
66
85
Bu noktada tartışılması gereken mali alan ya da mali olanaklar kavramı,
öngörülen kamu ekonomisinin finansman şekli ve istikrarına olumsuz bir
şekilde etki etmeksizin kullanılabilecek bütçe kaynaklarının büyüklüğü olarak
tanımlanmaktadır. Bu noktadaki önemli soru, mevcut bütçe kaynakları
büyüklüğü ile krizler ve şoklardan kaynaklanan ek harcama gereksinimi ne
ölçüde karşılanabilecektir?
Son yıllarda Türkiye ekonomisi, yüksek cari açık veren, yüksek borç
yükünün kamu sektöründen özel sektöre geçtiği, sıcak paraya dayanan,
istihdam meydana getirmeyen yapay büyüme, işsizlik oranlarının yüksek
düzeyde seyrettiği kısaca makroekonomik bozuklukların yaşandığı bir görüntü
sergilemektedir. Bütçe gelirlerini sağlam finansman kaynağı olarak vergilerle
attırmak yerine bir defalık gelir getirici ve dış borçlanma gibi kolaycı
yaklaşımlarla giderme yönünde politikalar izlenmektedir. Bu durum kur riskiyle
de birleşerek kırılganlıkları arttırmaktadır.
Günümüzde olağan finansman yöntemi haline gelen / getirilen
borçlanmanın geri ödeme yükü açısından ülke mali alanını daraltması ve
bağımsız ekonomi politikası uygulama kısıtı yaratma durumu söz konusudur.
Mali alanın darlığı özellikle kapitalizmin krizlerinde kırılgan ülkelerin risklerini
daha da artırmaktadır. Ülkelerin mali alan kısıtını aşmaya yönelik borç yükünü
diğer ekonomik birimlere aktarması ise mali risk ortaya çıkarmakta ve ülke
ekonomik kırılganlıklarını daha da artırmaktadır. Küresel ekonomik sistem ve
sözcüleri tarafından sadece borç geri ödemesine finansman sağlama
fonksiyonu ile bitiştirilen mali alan oluşturma, günümüzde pek çok ülke
tarafından
aksine
sosyal
harcamalar
ve
yoksulluğun
giderilmesinde
kullanılmaktadır.67
Eren Çaşkurlu, E. “Bağımsız Maliye Politikası Uygulama Olanağının Kısıtlanması: Mali Alan
Daralması ve Etkileri”, Ekonomik Yaklaşım Dergisi, Ankara, Cilt: 22, Sayı: 79, 2011, s.21.
67
86
4.11. KÜRESEL RİSKLER
Yine TCMB değerlendirmelerine göre önümüzdeki dönemde küresel
ekonomiye dair olumsuz gelişmeler tüm dünya ülkeleri için olduğu gibi Türkiye
için de önemli bir risk unsurudur.
Bulaşıcılık etkisi nedeniyle uluslararası piyasalarda küresel risk iştahı
önemli ölçüde azalmış, buna bağlı olarak da son dönemlerde küresel iktisadi
faaliyetlerde gerileme gözlenmiştir. Bu çerçevede özellikle AB ve ülke
otoritelerince alınan tedbirler yetersiz kalmıştır. Avrupa ülkelerindeki borç
stokunun yüksekliği, bütçe açıkları, büyüme performanslarının düşüklüğü, ülke
tahvillerindeki aşırı değer kaybı, ABD ve Çin ekonomisine ilişkin belirsizlikler,
küresel ekonomiyi olumsuz etkilemeye devam etmektedir.
Küresel piyasaların kırılgan yapısının sürmesi, Türkiye için cari açığın
finansmanını zorlaştırmakta, enflasyonist baskılar oluşturmakta, sermaye
akımlarının bozucu etkilerinin güçlenmesine yol açmakta, Türk ve yabancı
paranın değerindeki istikrarsızlıkları arttırmak suretiyle yurt içi iktisadi
faaliyetleri olumsuz etkilemektedir.
Özellikle Avrupa’daki gelişmeler başta olmak üzere dış koşullar, risk
alma iştahının azalmasıyla döviz kurunun artarak enflasyona artış baskısı
oluşmasında ve Euro cinsinden ihracatın artış hızının giderek düşmesinde
belirleyici oldu. Küresel kriz ve ardından Euro Bölgesi’ndeki olumsuz
gelişmeler nedeniyle Avrupa’nın, Türkiye’nin toplam ihracatından aldığı pay
2008’den beri sürekli düşmektedir. Hem ihracat artış hızındaki düşüş hem de
liradaki TCMB’nin arzu ettiğinin ötesindeki hızlı değer kaybına bağlı enflasyon
artışı dış gelişmeler ile ilgilidir. Euro Bölgesi’ndeki artan belirsizlik ortamı
ekonominin geleceğine dair öngörüde bulunmayı zorlaştırmaktadır.
Sonuç itibariyle Türkiye ekonomisini de çok yakından ilgilendiren
küresel ekonominin önündeki temel riskleri;
87

Avro Bölgesinde devam eden borç sarmalı ve güven sorunu

ABD’deki mali belirsizlikler

GOÜ’de büyümenin sert biçimde yavaşlaması

Jeopolitik risklere bağlı olarak yüksek seyreden emtia fiyatları
şeklinde özetleyebiliriz.
4.12. HANEHALKI YÜKÜMLÜLÜKLERİ
Hanehalkı
yükümlülüklerinin
GSYH’ye
oranı,
bu
istatistiklerin
hesaplanmaya başlandığı 2006 yılında %10,1 iken, 2011 yılsonunda %19,5’e
yükselmiştir.
Grafik 17: Hanehalkı Yükümlülükleri
Kaynak: AMB, TCMB
Uluslararası sermaye akımlarının bol ve ucuz faiz oranlarıyla
sağlanması bankacılık rezervlerini arttırmış, bu ise ödünç verilebilir fonları
yükselterek tüketici kredilerinin daha da büyümesine neden olmuştur. Kredi
kartlarına uzun vadeli taksit imkânları ve kurların aşırı değer kazanması
88
nedeniyle oluşan ithal mallarındaki ucuzluk iç talebin genişlemesine neden
olmaktadır.
4.13. AR-GE VE İNOVASYON YATIRIMLARI
Yükselen piyasa ekonomilerinden biri olarak Türkiye’de ar-ge ve
inovasyona yönelik yatırımlara önem verilmeli, marka ve patent başvurularını
arttırıcı tedbirler alınmalıdır. Büyümenin dinamiği teknolojik yenilikler olmalıdır.
Grafik 18: Ar-Ge Harcamasının GSYH’ye Oranı
Kaynak: Tübitak
4.14. GAP KAMU YATIRIMLARI
Uluslararası rekabet gücünü arttırabilmek için bölgesel yatırımlar ve
KOBİ’leri teşvik büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda öteden beri bölge
ekonomisine büyük katkıları olan GAP yatırımları hızlandırılmalı, Türkiye’nin
enerji ve su ihtiyacını karşılayan diğer yatırımlar da bir an önce
gerçekleştirilmelidir.
Bu
aynı
zamanda
bakımından da hayati önemi haizdir.
bölgesel
işsizliğin
önlenmesi
89
Grafik 19: GAP Kamu Yatırımları
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı
Öte yandan, diğer bölgesel kalkınma projelerine de daha çok kaynak
ayrılarak, 642 sayılı KHK ile kurulan Doğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma
İdaresi, Doğu Karadeniz Projesi Kalkınma İdaresi ve Konya Ovası Projesi
Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlıkları güçlendirilmelidir.
4.15. YATIRIM TEŞVİK SİSTEMİ
Son yıllarda küresel yatırımcıların fonlarını Türkiye’den yönetmeleri için
vergisel teşvikler sunulmuş, girişim sermayesi fonu ile bireysel yatırım
katılımcılığına
yönelik
düzenlemeler
yapılmış,
Ar-Ge
ve
inovasyonu
desteklemek için bu alanlara iştirak sağlayan katılım yatırımcısına vergi
avantajları getirilmiştir. Sermaye piyasasının daha şeffaf, etkin ve rekabetçi bir
ortamda işleyiş ve gelişimine katkı sağlayacak yeni Sermaye Piyasası Kanun
tasarı çalışmaları devam etmektedir.
Yeni Türk Ticaret Kanunu ile ticari hayatımızın dönüşümüne katkı
sağlayacak gerekli kurumsal ve yasal altyapı sorunları giderilmeye çalışılmak
istenmektedir. Bu Kanun ile şirketlerin ölçek büyütmesi ve şeffaflığının artması,
yatırım ortamının iyileştirilmesi, doğrudan küresel yatırımının ülkemize daha
90
fazla çekilmesi ve kayıt dışı ekonomi ile mücadele bakımından büyük önem
taşımaktadır.
Uzun vadeli hedeflerin gerçekleştirmesi için tasarrufların artırılması
amacıyla bireysel emeklilik sistemi yeniden düzenlenmiş, bu kapsamda
sisteme dâhil olanlara teşvikler getirilmiştir. Ancak bu yeterli değildir,
mevduatın vadesini uzatmak için de sağlam hukuki alt yapı gereklidir.
2012 yılında yurtiçi tasarrufları artırmaya, rekabet gücünü yükseltmeye
ve iş yapma ortamını iyileştirmeye yönelik birçok düzenlemeyi uygulamaya
koymayı amaçlayan yeni yatırım teşvik sistemi ile Türkiye’yi küresel platformda
daha yüksek seviyelere çıkaracak yatırımları teşvik etmek amaçlanmıştır.
Bu kapsamda, uluslararası rekabet gücünü artırma potansiyeline sahip,
Ar-Ge içeriği yoğun, yüksek teknolojili ve katma değerli, stratejik önemi haiz
yatırımlara öncelik verilerek, büyümeyi sürdürülebilir kılmak amacıyla bölgesel
gelişmişlik farklarını azaltan, çevreyi koruyan faaliyetler desteklenecektir.
Ayrıca, yeni teşvik sistemi ile birlikte yüksek katma değer yaratacak,
dolayısıyla cari açığı azaltacak ve istihdamı daha da artıracak yatırımları teşvik
etmek amaçlanmıştır. 2B yasası olarak bilinen düzenleme ile de artık ormana
dönüştürülmesi mümkün olmayan bu alanlarda düzenli ve planlı kentleşmenin
önü açılmak istenmektedir.
Öte yandan, en övündüğümüz sektörlerden biri olan hazır giyim
sektöründen tek bir markanın bile en değerli 100 küresel marka listesinde
olmamasının önemli nedenlerinden biri, teşvikler dâhil pek çok konuda imalat
sektörünün hizmetlerden önde tutulması ve iki sektörün kesiştiği gri alanların
göz ardı edilmesi. Değişen ekonomik koşullar, Türkiye’yi sanayi ülkesi
olmaktan hizmetler ülkesi olmaya doğru götürüyor. Ama hizmetler sektörünün
en önemli bileşenlerinden biri olan ticaret hizmetlerini düzenleyen, sektöre yol
gösteren, sektörün hedeflerine ulaşabilmesi için uygun politikaları tasarlayan
91
bir özel ihtisas komisyonunun Türkiye’de ilk kez 2012 yılında kurulmuş
olması, Türkiye’den neden küresel markalar çıkmadığı sorusuna cevap
ararken gözden kaçırılmaması gereken bir nokta. Önümüzdeki plan
döneminde “Made in Turkey” ibaresini “Türk Malı”ndan “Türk Markası”na doğru
evirmek, sadece moda sektörü için değil, tüm sektörler için önemli bir katma
değer unsuru yaratabilir.68
İdil Bilgiç Alpaslan, “Türkiye’den Neden Küresel Markalar Çıkmıyor”, (Erişim) http://www.
tepav.org.tr/tr/blog/s/3784/Turkiye___den+Neden+Kuresel+Markalar+ Cikmiyor, 06.02.2012.
68
92
BEŞİNCİ BÖLÜM
BÜTÇE POLİTİKASI UYGULAMA SONUÇLARI
Kamu
gelir
ve
giderlerinin
hacim
ve
niteliğinin
değiştirilerek
makroekonomik hedefler için kullanılması anlamındaki bütçe politikası, temel
olarak çok az bahsedilen bütçe fazlası bir kenara bırakılacak olursa denk
bütçe ve açık bütçe politikası olarak ikiye ayrılabilir. Finansman şekli ve
büyüklüğüne bağlı olarak enflasyon, yatırım ve ödemeler dengesine çeşitli
yönlerden etkide bulunulan bütçe politikaları, günümüzde bütçe açıklarının
yönetimine odaklanmıştır. Sözkonusu bütçe açıkları özellikle gelir dağılımının
ve vergi yükünün adaletsiz dağılımına neden olmaktadır.
Çalışmamızın dördüncü bölümünde maliye politikasından kaynaklı
riskler tek tek açıklanarak ayrıntılı değerlendirmeler yapılmıştır. Bu bölümde
ise sözkonusu risklerin de etkisiyle şekillenen bütçe politikaları incelenecektir.
5.1.
BÜTÇE POLİTİKALARININ TARİHÇESİ
Cumhuriyetin ilk dönem bütçeleri yeni bir devletin kuruluş sürecinin
gereği olarak devletin inşasına yönelik iken 1980 sonrası dönemin bütçeleri
her geçen yıl yeni görev ve sorumluluk alanlarıyla genişleyen iktisadi ve sosyal
işlevlerle donatılmış devletin tasfiyesini amaçlamaktadır.69
1980 sonrası dönemin bütçelerinin şekillenmesine IMF ve Dünya
Bankası patentli neoliberal iktisat politikalarının katkısı büyük olmuştur. Bu
durum, bu kuruluşlar, iktisat politikalarının oluşturulmasına ister ön planda
isterse geri planda görev almış olsunlar değişmemektedir. Yıllık planların bu
programlarla göstermelik hale getirilmesi sonucunda, bütçenin planlarla ve
programlarla uyumlu hazırlanma geleneği de büyük ölçüde çökmüştür. Ayrıca,
69
Aziz Konukman, Cumhuriyetten Günümüze Bütçeler, Ankara, Ziraat Matbaacılık, 2004, s.11.
93
bütçe dışındaki müdahale araçlarının sayı ve boyutlarının da artmasıyla birlikte
sorun bir bakıma kalıcı hale gelmiştir. İşte Türk kamu mali yönetiminin üzerinde
durduğu zemin böyle bir yapıdır. Bir yandan mali müdahale araçlarının
çoğalması ve devlet tüzel kişiliğinin parçalanması, böylece de kamu
maliyesinin merkezinde bulunan bütçenin görece önemsizleşmesi süreci
yaşanırken, diğer yandan da kamu mali yapısının büyümesi önlenememekte
ve müdahale araçları arasında çakışmalar/çekişmeler giderek daha fazla
görülür olmaktadır.70
1980 sonrası hazırlanan bütçelerin özellikleri şöyle sıralanabilir:

Samimi ve güvenilir değildir,

Sadece yasal denetime açıktır, performans denetimine tabi değildir,

Plan ve yıllık programlarla ilişkisi koparılmıştır,

Bütçe disiplininin hazırlık aşaması yerine uygulama sırasında sağlamaya
çalışılması sonucu bütçe disiplini yetirilmiştir,

Genellik ve birlik ilkesinden sapmalar gösterir,

Anayasaya aykırı hükümler taşır,

Esneklik kaybolmuştur,

Kamu hizmeti üretme boyutu aşınmış, sosyal devlet tasfiye olmuştur,

Adil olmayan bir vergi yükü getirir.71
Konuyla ilgili olarak eski bir maliye bakanı şu ifadelerde bulunmuştur;
"...Devlet bütçesi Kamunun bir yıllık gelir ve giderlerini gösteren ve
bunların uygulanmasına izin veren bir belge mi yoksa ülkenin sosyal ve
ekonomik dengelerini değiştiren, gelir dağılımını yeniden düzenleyen ve üretim
ilişkilerini belirleyen bir mali belge midir? Eğer biz bütçeyi birinci niteliği ile
sadece bir izin belgesi olarak algılarsak üzerinde bu kadar fazla tartışmanın
gereği de olmaz. Bütçeleri ikinci niteliği ile ele aldığımızda ekonomik ve sosyal
70
71
a.g.e., s.29.
a.g.e., s.64.
94
olaylara etkisi, enflasyonla mücadelede bir araç olarak kullanılması ülkede
mali istikrarın sağlanması gibi fonksiyonları ön plana çıkar..."72
Bu noktada, Türkiye açısından özellikle son yıllardaki gelişmeler
bağlamında uygulanan bütçe politikasının sonuçlarına, etkilerine, genel olarak
bir göz atmakta fayda görüyoruz.
5.2.
BÜTÇE DENGESİ
Bütçenin devamlı açık veren ve açıkları giderek büyüyen yapıda olması,
maliye politikası uygulamasında etkili bir araç olarak kullanılmasını güçleştirir.
Devamlı açık veren bütçe, giderek finansal kırılganlık oluşturur ve
borçlanmanın maliyetini yükselterek, bütçede manevra alanlarını sıkıştırır.
Böyle bir sıkışıklıkta ya para tabanı genişletilerek yüksek enflasyona ve
borçların monetizasyonuna gidilir ya da harcamalarda kısıntı yapılarak kamu
yatırımları ihmal edilir ve kamu hizmetlerinin miktar ve kalitesi eritilir. Mali
sıkışıklıkta vergilere yönelindiğinde ise daha çok toplumda nisbi olarak hafif
hissedilen, ancak gelir dağılımını bozan dolaylı vergilere yöneliş görülür. 73
Aşağıdaki grafikte74 1993-2012 yılları arasında bütçe açıklarının
GSMH’ye oranı görülmektedir.
Zekeriya Temizel, (Erişim) http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/td_ v2_istatistik.tutanak_
hazirla?v_meclis=&v_donem=&v_yasama_yili=&v_cilt=&v_birlesim=&v_sayfa=&v_anabaslik=&v
_altbaslik=&v_mv=ZEKER%DDYA%20TEM%DDZEL&v_sb=%DDSTANBUL&v_ozet=&v_keli
me=&v_bastarih=&v_bittarih=, 12/02/2013.
73
İzzettin Önder, Abuzer Pınar, Necmiddin Bağdadioğlu, Erdal Gümüş, Tamer Ergül, Maliye
Politikası-1, (Erişim) http://eogrenme.anadolu.edu.tr/eKitap/MLY403U.pdf, 12/02/2013.
74
Maliye Bakanlığı, a.g.e.
72
95
Grafik 20: Bütçe Açığı
Merkezi yönetim bütçesi 2012 yılı Ocak-Aralık döneminde 28 milyar 791
milyon TL açık vermiştir. Aşağıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere, 2012 yılı
Ocak-Aralık döneminde faiz dışı fazla 19 milyar 625 milyon TL olarak
gerçekleşmiştir.
Kaynak: Maliye Bakanlığı
Ekonomi yönetimince ek bir tedbir alınmaması durumunda;
96

Bütçe harcamalarının vergi gelirlerindeki artış hızının sürekli olarak
üstünde olduğu, önümüzdeki dönemlerde de bu artış eğiliminin devam
edeceği, bu farkın gittikçe artacağı yönünde endişelerin artacağı,

Faiz dışı giderlerdeki reel artışların, alınan politika kararları ile sosyal
güvenlik açıkları nedeniyle devam edeceği hatta artacağı, bütçe başlangıç
ödeneklerinden önemli ölçüde sapma gösterebileceği,

Vergi gelirlerindeki düşük performansın, amaçlanan büyüme oranına
ulaşılamaması nedeniyle devam ettiği, edeceği,

İç talepteki belirgin düşme ile vergi gelirleri tahsilâtındaki azalmanın alınan
tedbirlere rağmen giderilemediği gibi önümüzdeki dönemlerde de bu farkın
büyüyeceği,

Bütçe açığının programlanan açığın üstüne çıkacağı,
söylenebilir.
5.3.
BÜTÇE GİDERLERİ
2012
yılı
Ocak-Aralık
dönemi
bütçe
giderlerinin
ekonomik
sınıflandırmaya göre gerçekleşmeleri aşağıdaki tabloda görülmektedir. Buna
göre, 2012 yılı Ocak-Aralık döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri 360
milyar 491 milyon, personel giderleri 86 milyar 455 milyon, sosyal güvenlik
kurumlarına devlet primi giderleri ise 14 milyar 725 milyon TL olmuştur.
97
Kaynak: Maliye Bakanlığı
Son yıllardaki gelişmeler ile 2012 yılı merkezi yönetim bütçesine
bakıldığında bütçe açığı üzerinde baskı oluşturan hususlarla ilgili ise şu
saptamalar yapılabilir:

2012 yılında yeşil kart ve memurlara yönelik sağlık harcamalarının bütçe
dışına
alınması
bütçe
harcamaları
açısından
geçmiş
yıllarla
karşılaştırıldığında bir mali alan kazandırırken; bu alan Sosyal Güvenlik
Kurumu (SGK) açığındaki artış ve memur maaşlarına yönelik yapılan
düzenlemeler sonucu personel giderlerindeki artış ile doldurulmuş ve hatta
aşılmıştır.

Yeşil kart harcamaları SGK’ya yüklenirken, ondan arta kalan mali alandan
tasarruf edilmek yerine diğer mal ve hizmet alımları arttırılmakta, bu arada
SGK’nın artan yükü nedeniyle bütçeden yapılan transferler de arttığı için
bir bütün olarak harcama kanadında ciddi artışlarla sonuçlanan bir politika
uygulandığı görülmektedir.
98

SGK gelir tahsilâtındaki azalma ve giderlerde ise özellikle sağlık
harcamaları kaynaklı olarak ortaya çıkan artışlar sonucu SGK açıkları ve
bu açık için bütçeden yapılan transferin miktarı gittikçe artmaktadır.

Tarımsal transferlerde görülen artış örneğin 2012 yılında % 13,1 oranında
olmakla beraber, gerçekleşmenin geçen yılın yaklaşık 7 puan üzerine, %
87 seviyesinde olması dikkat çekmektedir. Hane halkına yapılan diğer
transferlerde ise mevcut bütçe ödeneği yılın ilk yarısında aşılmıştır.

Sermaye giderleri kaleminde yıllar itibariyle artışların diğer harcama
kalemleri ile karşılaştırıldığında tam olarak hız kazanmadığı görülmektedir.
Ancak, bazı ulaştırma yatırımlarının yerel yönetimlerden merkezi yönetim
bütçesine aktarılması, kamu kuruluşlarının yatırım harcamalarındaki artış
ve sermaye giderlerinin son dört yıldır başlangıç ödeneklerine göre yüksek
oranda sapma göstermesi ile birlikte bu ödenek kaleminin sonraki
dönemlerde de hızının artacağı tahmin edilmektedir.

Borç verme kaleminde de yıllar itibariyle bir artış gözlenmektedir. 2012
yılında bu artışın TC Devlet Demiryolları İşletmesine yapılan aktarmadan
kaynaklanmaktadır.
 Bütçe harcamalarındaki en büyük katkı cari harcamaları özellikle de cari
transferlerden gelmektedir. Burada da bütçede de öngörüldüğü gibi SGK
açığındaki dönemsel artış etkili olmuştur. Cari harcamalarda görülen artış
ise personel giderleri kaynaklıdır.

Emekli aylıklarında yapılan düzenlemeler ise Haziran ayı sonunda geçen
yılın aynı dönemine göre emekli aylıkları için yapılan harcamanın %16,9
oranında artmasında etkili olmuştur. Bu gelişmeler sonucunda, Haziran ayı
sonunda toplam SGK giderlerindeki artışın %15,7 oranında olması ve
gelirlerdeki artışın daha sınırlı kalmasıyla birlikte SGK dengesi %55
oranında bozulmuştur. Bu bozulma da daha önce de değindiğimiz gibi,
kendisini SGK açıklarını finanse eden merkezi yönetim bütçe dengesi
üzerinde göstermiştir.

Bütçe harcamalarının ortalama %80’lik önemli bir bölümü esnek olmayan
harcamalardan oluşmaktadır. SGK açıkları, personel maaşları gibi
Hükümetçe kontrol edilemeyen harcamaların ağırlığı arttıkça Hükümetin
99
elinde kontrol edebileceği harcamalar üzerinde göreli bir kısıtlama
oluşturmasının dışında fazla bir alternatif kalmamaktadır. Gelecek
dönemlerde de özellikle cari transfer kalemleri ile sermaye giderlerinden
dolayı, harcamalarda (esnek veya katı) öngörülenin üzerinde bir artış
beklenmekte olup bu durum harcama artış baskısının ileride daha da
hissedileceğini göstermektedir.75
5.4.
BÜTÇE GELİRLERİ
2012 yılı Ocak-Aralık dönemi bütçe gelir gerçekleşmeleri aşağıdaki
tabloda görülmektedir.
Kaynak: Maliye Bakanlığı
TEPAV, Mali İzleme Raporu Ocak-Haziran 2012, (Erişim)
http://www.tepav.org.tr/upload/files/1348151417-9.Mali_Izleme_Raporu_ Ocak_Haziran_2012_
Butce_Uygulama_Sonuclari.pdf, 06/12/2012.
75
100
Yukarıda yapılan değerlendirmelerle birlikte bütçe gelirleri bakımından
ise aşağıdaki belirlemeler yapılabilir:

Tahakkuk rakamlarındaki reel artışa rağmen tahsilâtlar reel olarak
azalmakta, alınan tedbirlere rağmen vergi gelirlerinde hedeflenen
düzeyde bir artış sağlanamaması bu yönü ile de önemli bir gelişme
olarak öne çıkmaktadır. Özellikle faiz dışı harcamalarda gözlemlenen artış
ile birlikte düşünüldüğünde, gelirlerde yaşanan düşme mali denge
açısından daha hassas bir hale gelmektedir.

Dış ticaret hacminde dünyada büyüme oranlarında yaşanan yavaşlama ile
birlikte yaşanan düşme, izleyen aylarda dış ticaret üzerinden alınan
vergilerdeki düşmenin devam etmesine neden olacaktır. Özellikle ithalde
alınan KDV’deki düşüş bu dönemde mali etki açısından daha önemli hale
gelecektir. Bütçe açığının artma riski gerçekleşmiştir.

Vergi tahsilatımızın iki önemli unsurunu oluşturan ithalde alınan vergiler ile
dâhilde alınan dolaylı vergilerin ekonomideki daralma ile beraber azalması
sözkonusudur. Burada önem arz eden husus, bu daralmanın beklendiği
üzere reel büyümenin %4 civarında gerçekleşeceği noktaya kadar mı
devam edeceği yoksa dünyadaki gelişmelere paralel olarak bu büyümenin
daha da altına mı inileceği hususudur. Bu sorunun net yanıtını bugünden
vermek çok mümkün olmasa da gerçekleşen vergi tahsilâtları bu konuda
bir risk oluştuğu hususunda sinyaller vermektedir. Bunun daha fazla
daralan bir ekonomide harcama baskısı altında kalınması durumunda
bütçe
açığını
beklendiğinden
daha
fazla
arttırma
potansiyeli
bulunmaktadır.

Bundan sonra, bütçe açığını azaltmaya yönelik gelir ve harcama
tedbirlerinin mali açıdan etkisinin gelir artışları açısından sınırlı kalacağını
söylemek yanlış olmayacaktır. Bu husus ise sonuç itibariyle mali disiplin
ilkesinden taviz verileceği riskini göstermektedir.76
76
TEPAV, a.g.e.
101
Kamu harcamalarının en sağlıklı finansman kaynağı olan vergi
gelirlerinin yetersizliği nedeniyle kamu açıkları giderek artmaktadır. Artan
kamu açıkları ise özel kesimin kullanabileceği tasarrufların azalmasına,
faizlerin ve dolayısıyla enflasyon beklentilerinin yükselmesine neden olarak
ekonomik büyüme açısından olumsuzluklar yaratmaktadır. Bu nedenle vergi
gelirlerinde artış sağlayacak tedbirler kamu açıklarının azaltıcı etkileriyle söz
konusu olumsuzlukları azaltacaktır.
Öte yandan, kayıt dışı ekonomik faaliyetleri kayıt altına almak için yeterli
çaba gösterilmemesi ve kamunun gelir ihtiyacının zaman içinde giderek
artması nedeniyle kayıtlı ekonomik faaliyetler üzerindeki mali yükler de
kaçınılmaz olarak artmaktadır. Kayıtlı ekonomik faaliyetler üzerindeki mali
yüklerin giderek artması, bu faaliyetleri de zamanla kayıt dışına itici rol
oynamaktadır.
Kayıt dışı ekonomik faaliyetleri kayıt altına almayı sağlayacak vergi
denetimi, vergi cezalarının ağırlaştırılması ve ekonomik faaliyetleri izlemeyi
sağlayacak yasal düzenlemelerin ve sistemlerin benimsenmesi suretiyle vergi
tabanı genişletilebilir. Vergi tabanının genişletilmesi toplam vergi gelirlerini
arttırıcı rol oynar ve bu sayede kamu açıklarının ekonomide yarattığı
olumsuzluklar ve kayıtlı ekonomik faaliyetler üzerindeki mali yükler azaltılabilir.
Bu
kapsamda
aşağıdaki
tedbirlerin
alınması
da
enflasyonla
mücadelede önemlidir:

Servet vergilerinin payı artırılmalıdır,

Küresel ekonomik krizle birlikte daha da çok gündeme gelen menkul kıymet
borsaları
işlemlerinde
manipülasyonları
azaltıcı
işlem
vergisi
uygulanmalıdır,

Kısa vadede arz yönlü vergi indirimleri yerine kamu açıklarını azaltıcı vergi
politikaları uygulanmalıdır,
102

Vergi indirimleri kamu harcamalarında azalış ile dengelenmelidir, aksi
takdirde azaltılan kamu harcamalarının büyüme üzerindeki olumlu veya
olumsuz etkilerine bağlı olarak vergi indirimlerinin büyüme üzerindeki
pozitif etkisi daha güçlü veya daha az olabilecektir,

Vergisel yatırım teşvikleri bölgesel veya genel olmak yerine belirlenen
öncelikli sektörlere yönelik olmalıdır,

Ülke açısından önem taşıyan sektörlerdeki yatırımlar ihtiyaç ölçüsünde
vergisel teşviklerden yararlandırılarak, ülke tercihine göre özel kesim
yatırımlarının yönlendirilmesi sağlanabilir,

Vergisel teşvik uygulamalarında genel veya bölgesel teşvikler yerine ülke
açısından önemli görülen öncelikli sektörlere ve özellikle katma değeri,
verimliliği ve önem verilen sektörlere sağladığı dışsal faydaları yüksek olan
sektörlere ve alanlara yönelik vergisel teşviklere yer verilmelidir,

Özellikle GOÜ’lerde gittikçe artan dolaylı vergilerin payı azaltılmalı,
dolaysız vergilerin etkinliği sağlanmalıdır,

Kurulacak etkin bir denetim mekanizması ile verginin tabana yayılması
amacına yönelik olarak, vergi denetim elemanlarının sayısı ve niteliği
artırılmalıdır.
5.5.
BÜTÇE FİNANSMANI VE BORÇ STOKUNDAKİ GELİŞMELER
Yine yıllar itibariyle bütçe performansındaki gelişmelere bakıldığında;

Hazine nakit dengesindeki yüksek tutarlı açıklar net iç borçlanma ile
karşılanmıştır. Önceki dönemlere oranla net dış borç kullanımı da yapıldığı
dikkati çekmektedir.

Merkezi yönetim nakit dengesi, genel bütçeli kuruluşlar dışındaki özel
bütçeli kurumların (üniversiteler ve diğer özel bütçeli kurumlar ile
düzenleyici ve denetleyici kurumlar) katkısı ile daha fazla açık vermektedir.

İç borçlanma ihalelerinde ortalama vadede yükseliş devam etmektedir.
Buna karşılık iç borç ihaleleri ortalama faizinin %9 seviyesinde gerçekleştiği
103
dikkati çekmektedir. Gelişmiş ülke değerleri ile kıyaslandığında bu vadeler
hala çık kısa, faiz oranları ise çok yüksektir.

İç borç stokunun program hedefinde çevrim oranı (İç borçlanma/iç borç
servisi) örneğin 2012 yılında %83,5 olarak belirlenmiştir. Genel olarak
borçlanma ve ödemeler açısından bu oranlar hedeflerin altında
gerçekleşmiştir. Bir başka deyişle Hazine nakit borçlanması iç borç
ödemelerinin %80’ine yakın bir bölümünü karşılamıştır. 77
Grafik 21: Kamu Borç Yükü
(2011 Yılı, GSYH’ye Oran, Yüzde)
Kaynak: IMF Fiscal Monitor
77
TEPAV, a.g.e.
104
Grafik 22: Merkezi Yönetim Bütçe Açığı
(GSYH’ye Oran, Yüzde)
* Orta Vadeli Program (2013-2015) hedefleri
Kaynak: Maliye Bakanlığı, Orta Vadeli Program (2013-2015)
SONUÇ
Türkiye’de ön koşullarının da tamamlandığına olan genel kanı
sonrasında 2002 yılında örtük enflasyon hedeflemesi rejimine geçilmiş,
enflasyon ataleti kırılarak kısa sürede tek haneli rakamlara ulaşılmıştır. Hiç
kuşkusuz bu başarıda TCMB’nin rolü büyüktür.
Ancak, son birkaç yıllık tecrübe ışığında enflasyon oranlarında sanki
daha fazla düşülemez bir eşiğe gelindiği, gelinen noktada enflasyonda bir
katılığın oluştuğuna dair güçlü göstergeler mevcuttur. Çünkü enflasyon oranını
gelişmiş ülke oranları olan %1-2’ler düzeyine indirmek ve bu oranlarda
sürdürülebilir kılmak şu an için neredeyse hayaldir. Bu, uygulanan para
politikaları açısından bir tıkanma noktasıdır. TCMB, bu durumu küresel
gelişmelere bağlamakla birlikte artık bu dünyanın yeni normallerinin farklı
olduğunu kabullenmesi gerekmektedir. Gerçekten de gelinen noktada,
uluslararası fonları istenen vade ve tutarlarda ekonominin ihtiyaçlarına göre
yönetmenin zorluğu ile hammadde ve enerji fiyatlarındaki yükselişin tedrici
değil sürekli olduğunu kabul etmek zorunludur. Politikaların bu husus dikkate
alınarak tasarlanması önemlidir. Dolayısıyla enerji ve hammadde fiyatlarından
arındırılmış çekirdek enflasyon rakamlarının düşüklüğüne dair TCMB
açıklamaları, geniş halk kesimleri için anlamlı olmaktan uzaktır.
TCMB sözkonusu tıkanıklığı aşmak üzere yeni makro ihtiyati
politikalarla birlikte etkin para politikası araçlarını uygulamış olsa da
görülmüştür ki fiyat ve finansal istikrarın sağlanmasında para politikaları tek
başına yeterli değildir.
Türkiye’de 2001 dönemi öncesi ile kıyaslandığında mali baskınlığın
olmadığı, kamu maliyesinin daha iyi durumda olduğu söylenebilir. Ancak,
yükselen piyasa ekonomisinden gelişmiş ülke olma aşamasına geçme
iddiasındaki bir ülkede faiz dışı fazla ile bütçe gerçekleşme performansında
çok daha ciddi artışların olması gereklidir. İlave olarak mali kural yasasının
106
çıkarılarak önümüzdeki yıllarda da hükümetlerin konjonktürel politikalarla
bütçe dengesini göz ardı edici hareketlerine engel olunmalı, böylece mali
disiplini bozucu gündelik politikalara izin verilmemelidir. Açıkları giderek daha
da büyüyen bütçeler, maliye politikasının etkili bir araç olarak kullanılmasını
önler, borçlanmanın maliyetini yükselterek finansal kırılganlıklara sebep olur.
Belirtildiği üzere yapısal temelleri nedeniyle kayıt dışı ekonomiyle
denetim ve ceza arttırıcı rutin yöntemlerle değil reel ve kamu sektörünün
işbirliğini de sağlayarak maliye politikası hedefleriyle uyumu gözetici şekilde
mücadele edilmelidir. Bu kapsamda, kayıtlı ve kayıt dışı alanlar sisteme dâhil
edilerek vergileme kapasitesini arttırıcı düzenlemeler yapılmalı, vergi afları gibi
uzun dönemde bozucu etkiler yapan uygulamalardan kaçınılmalıdır. Doğaldır
ki uzun dönemli etkileri iyi düşünülerek tasarlanmış genişletici maliye
politikaları ile üretim ve istihdamı arttırıcı teşviklerin uygulanmasına ise bir
engel yoktur.
Finansal istikrarın gerçekleştirilmesinden en çok sorumlu kuruluş
olan TCMB’nin bu görevi tek başına ifası mümkün değildir; uygulanacak maliye
politikalarıyla en başta üretim ve istihdamı arttırıcı olmak üzere etkin tedbirler
alınmalıdır. Enerji ve hammadde fiyatlamaları ve vergilendirilmelerinde
piyasayı saptırıcı etkilere izin verilmemelidir.
Küresel şoklara karşı da tek başına para politikası tedbirleri yetersiz
kalmakta, uygulanan para politikasının bu amaç için kullanılması fiyat istikrarı
hedefini ikinci plana atmaktadır; etkin ve güçlü maliye politikası desteği
elzemdir.
Öte yandan, TCMB’nin fiyat istikrarı ve finansal istikrar hedefi ile iç
talebin kontrol altında tutulması, sermaye akımlarının vadesinin uzatılması gibi
devasa amaçları tek başına gerçekleştirme sorumluluğunu üstlenerek kamu
maliyesine ilişkin gelişmelerde herhangi bir olumsuzluk görmemesi, onun
bağımsızlığına ilişkin tereddütlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
107
Çünkü bağımsızlık, yasal metinler yanında aynı zamanda fiilen de yaşanan bir
süreçtir. Merkez Bankası iletişim politikalarıyla bu konuda hükümetleri sürekli
bir biçimde uyarmalı, bütün sorumluluğu üstlenici yaklaşımını sürdürmemelidir.
Tekrar belirtelim ki özellikle gelişmekte olan ekonomilerde, ekonomik
istikrarın sağlanması, sürdürülebilir büyüme, fiyat istikrarı gibi makroekonomik
hedeflere ancak para politikasıyla uyumlu ve onu destekleyici bir maliye
politikasıyla ulaşılabilir.
108
KAYNAKÇA
ALPASLAN, İdil Bilgiç, “Türkiye’den Neden Küresel Markalar Çıkmıyor”,
(Erişim)
http://www.
tepav.org.tr/tr/blog/s/3784/Turkiyeden+Neden+
Kuresel+Markalar+Cikmiyor,06.02.2012.
AREN, Sadun, İstihdam Para ve İktisadi Politika, Ankara, Savaş Yayınevi,
1998.
BASTI, Eyüp, Kriz Teorileri Çerçevesinde 2001 Türkiye Finansal Krizi,
Ankara, SPK Yayımı, 2006.
BİLİCİ,
Nurettin,
Türk
Vergi
Sistemi,
(Erişim)
http://eogrenme.anadolu.edu.tr/eKitap/MLY201U. pdf, 07/05/2012.
ÇAŞKURLU, Eren, E. “Bağımsız Maliye Politikası Uygulama Olanağının
Kısıtlanması: Mali Alan Daralması ve Etkileri”, Ekonomik Yaklaşım
Dergisi, Ankara, Cilt: 22, Sayı: 79, 2011, s.21.
ÇİÇEK, Halit, GÖZEGİR, Süleyman, ÇEVİK, Emre, “Bir Maliye Politikası Aracı
Olarak Borçlanma ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Örneği (1990–
2009)”, Ç.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 11, Sayı 1, Adana,
2010, s.141.
ERDOĞDU, Seyhan, “Küresel Krizin İstihdama Etkileri ve Kriz Karşıtı İşgücü
Piyasası Önlemleri”, Memleket Siyaset Yönetim Dergisi, Cilt: 5, Sayı:
12, Ankara, s.167.
ERMİŞOĞLU, Ergun, Enflasyon Hedeflemesi Rejiminin Türkiye’deki
Başarısının Değerlendirilmesi, Ankara, TCMB Yayını, 2011.
ERTUNA, Özer “Krizden Alınacak Dersler”, (Erişim) http://okfram.okan.edu.tr/
OKFRAM/
FINANCIALPOST/Entries/2009/5/1_MAYIS_2009_files/sayi1.pdf,
25/05/2010.
109
DPT,
“Büyüme
Stratejileri
Çalışma
Grubu”,
(Erişim)
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/ cilt11.pdf, 12/02/2013.
DPT,
“Orta
Vadeli
Program
2013-2015”,
http://www.dpt.gov.tr/DocObjects/View/14510/
(Erişim)
OVP201315.pdf,
04/06/2013.
DÜZGÜN, Recep, Türkiye’de Özel Tasarrufun Belirleyicileri, (Erişim)
http://ebookbrowse.com/
010-recep-duzgun-pdf-d31301840,
19.01.2013.
IMF,
“World
Economic
Outlook
October
http://www.IMF.org/external/pubs/ft/weo/
2012”
(Erişim)
2012/02/index.htm,
11/02/2013.
KONUKMAN Aziz, Cumhuriyetten Günümüze Bütçeler, Ankara, Ziraat
Matbaacılık, 2004.
Maliye
Bakanlığı,
“2013
Yılı
Bütçe
Sunuş
Konuşması”,
(Erişim)
http://www.maliye.gov.tr/KonusmaSunumlari/SunumMerkezi/
index.html?ktp=2013BSK, 12/12/2012.
MUTLUER, Kamil, ÖNER, Erdoğan, KESİK, Ahmet, Teoride ve Uygulamada
Kamu Maliyesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayını, 2007.
NADAROĞLU, Halil, Kamu Maliyesi Teorisi, Ankara, Beta Yayın Dağıtım,
1998.
OSMAN, Orhan Z., ERDOĞAN, Seyfettin, Para Politikası, Ankara, Özkan
Matbaası, 2007.
ÖÇAL, Tezer, Para Teorisi ve Politikası, Ankara, Ankara Üniversitesi Yayını,
1985.
ÖNDER, Erdoğan, Kamu Maliyesi, Ankara, Maliye Bakanlığı Yayını, 1986.
110
ÖNDER, Timur, Para Politikası Araçları, Amaçları ve Türkiye Uygulaması,
Ankara, TCMB Yayımı, 2005.
ÖNDER, İzzettin, PINAR, Abuzer, BAĞDADİOĞLU, Necmiddin, GÜMÜŞ,
Erdal, ERGÜL, Tamer, Maliye Politikası-1, (Erişim) http://eogrenme.
anadolu.edu.tr/ÖZ, N. Semih, Uluslararası Vergi Rekabeti Ve Vergi
Cenneti, Ankara, Seçkin Yayınevi, 2005.
ÖZATAY, Fatih, Finansal Krizler ve Türkiye, İstanbul, Doğan Yayıncılık,
2009.
ÖZATAY, Fatih, “Para Politikasında Yeni Arayışlar ve TCMB”, (Erişim)
http://www.tepav.org.tr/upload/files/13268900343.Para_Politikasinda_Yeni_Arayislar_ve_ TCMB.pdf, 07.05.2012.
PARASIZ, İlker, Para, Banka ve Finansal Piyasalar, Bursa, Ezgi Yayınevi,
2005.
PINAR,
Abuzer,
ERDAL,
Bahar,
Para-Banka
Mali
Kuruluşlar
ve
Uluslararası Mali Sistem Teori ve Uygulama, Ankara, Turhan
Kitabevi, 2011.
SAÇKAN, Oğuzhan, Genel Fiyat Düzeyinin Belirlenmesinde Para Ve
Maliye Politikası Dominant Rejimler: Türkiye Örneği, 1988 – 2005,
(Erişim)
http://www.tcmb.gov.tr/kutuphane/TURKCE/
tezler/oguzhansackan.pdf,07.05.2012.
SAVAŞAN, Fatih, “Türkiye’de Kayıt Dışı Ekonomi ve Kayıt Dışılıkla
Mücadelenin
Serencamı”,
(Erişim)
http://www.fsavasan.sakarya.edu.tr/wp-content/uploads/SETATurkiyede _Kayitdisi_ Ekonomi_ve_Kayitdisilikla_
SAYGILIOĞLU, Nevzat, ERDURAN, A.Çelen, “Mali Kural ve Etkinlik Sorunu:
Türkiye
Örneği”,
(Erişim)
abstract?id=18894, 08.05.2012.
http://asosindex.com/journal-article-
111
TCMB, “2013 Yılı Para ve Kur Politikası”, (Erişim) http://www.tcmb.gov.tr/
yeni/duyuru/2012/ Baskan_ParaPol13.pdf, 12/02.2013.
TCMB, “Enflasyon Raporu 2012 IV”, (Erişim) http://www.tcmb.gov.tr/
research/parapol/ enf-ekim2012_tam.pdf, 17/01/2013.
TCMB, Enflasyon Raporu 2013-1, (Erişim) http://www.tcmb.gov.tr/research/
parapol/enf-ocak2013_tam.pdf, 12/02/2013.
TCMB, Finansal İstikrar ve Zorunlu Karşılıklar, (Erişim), http://www.tcmb.gov.
tr/ kutuphane/ TURKCE/tezler/nurselyavuzarslan.pdf,
TCMB, “Terimler Sözlüğü, (Erişim) http://www.tcmb.gov.tr/yeni/iletisimgm/
sozluk.htm#fiyatistikrari, 05/06/2013
TEMİZEL,
Zekeriya,
(Erişim)
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/td_
v2_istatistik.tutanak_hazirla?v_meclis=&v_donem=&v_yasama_yili=&
v_cilt=&v_birlesim=&v_sayfa=&v_anabaslik=&v_altbaslik=&v_mv=ZE
KER%DDYA%20TEM%DDZEL&v_sb=%DDSTANBUL&v_ozet=&v_ke
lime=&v_bastarih=&v_bittarih=, 12/02/2013.
TEPAV,
“Ekonomide
Durum
2012/3”,
(Erişim)
http://www.tepav.org.tr/upload/files/13546356266.Ekonomide_Durum_ 2012_3.pdf, 12/02/2013.
TEPAV, Mali İzleme Raporu Ocak-Haziran 2012, (Erişim) http://www.tepav.
org.tr/upload/files/13481514179.Mali_Izleme_Raporu_Ocak_Haziran_2012_
Butce_Uygulama_Sonuclari.pdf, 06/12/2012.
TURAN, Taner, “Optimal Maliye Politikası: Bir Literatür Taraması”, Maliye
Dergisi, Ankara, Sayı 162, Ocak -Haziran 2012, , s.412.
TÜRK, İsmail, Maliye Politikası Amaçlar Araçlar ve Çağdaş Bütçe
Teorileri, Ankara, Turhan Kitabevi, 2010.
112
ULUATAM, Özhan, Kamu Maliyesi, Ankara, İmaj Yayınevi, 2005.
ULUSOY, Ahmet, Maliye Politikası, Trabzon, Üçyol Kitabevi, 2007.
USLU, Nilgün Çağlarırmak, ÖZATAY, Fatih, AKBOSTANCI, Elif, ÖZDEMİR,
Bilge Kağan, Para, Banka, (Erişim) http://eogrenme.anadolu.edu.tr/
eKitap/IKT301U.pdf, 07/05/2012.
ÜNSAL, Erdal, Makro İktisat, Ankara, İmaj Yayınevi, 2007.
YILDIZ, Habib, Küreselleşmenin Vergileme Üzerindeki Etkileri, Ankara, Seçkin
Yayıncılık, 2005, s.185.
YILMAZ, Hakan, Türkiye Ekonomisi, Ankara, İmaj Yayınevi, 2009.
YÜKSELER, Zafer, Örtülü Mali Kuraldan Açık Mali Kurala Geçiş, Ankara,
TCMB Yayını, 2010.
Wikipedia,
“Neutrality
of
Money”,
Monetary_neutrality, 16.03.2012.
(Erişim)
http://en.wikipedia.org/wiki/
113
ÖZET
EMEKCİ, Muzaffer. Türkiye’de 2001 Sonrası Dönemde Uygulanan
Maliye Politikası Üzerindeki Para Politikasının Risk Etkisi, Yüksek Lisans
Tezi, Ankara, 2013.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, enflasyon ve finansal istikrar
raporları ile sunumlarında, temel olarak enflasyonist baskıların küresel
gelişmelerden kaynaklandığını, kamu maliyesine ilişkin gelişmelerin para
politikası uygulamaları üzerinde önemli bir risk teşkil etmediğine yönelik vurgu
yapmaktadır. Bu makalenin yazılış amacı bu vurguyu mercek altına alarak,
para politikasıyla uyumlu ve onu destekleyici daha etkin bir maliye politikası
uygulanması gereğine yönelik ciddi gelişmelerin varlığına dikkat çekmektir. Bu
tartışmalar aynı zamanda TCMB’nin politik bağımsızlığının da sorgulanması
potansiyeli taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler:
1. Fiyat İstikrarı
2. Finansal İstikrar
3. Mali Disiplin
4. Mali Baskınlık
5. Cari Açık
6. Kayıt Dışı Ekonomi
114
ABSTRACT
EMEKCİ, Muzaffer. Introduced after the 2001 Impact of Fiscal
Policy on the Risk of Monetary Policy in Turkey, Master thesis, Ankara,
2013.
The Central Bank of the Republic of Turkey, in their presentations with
Inflation and Financial Stability Reports, emphasizes that basically inflationist
pressures are caused by global developments and the developments in public
finances don’t bring important risks on the monetary policy. The aim of this
essay is to attract attention to the existence of the need for serious
improvements on more effective fiscal policy application which supports the
currency policy and consistent with it. At the same time, these discussions
have the potential for questioning the independence of the TCMB.
Keywords:
1. Price stability
2. Financial stability
3. Fiscal discipline
4. Fiscal dominance
5. Current account deficits
6. Informal economy
Download