T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI YAKINÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI OSMANLI BELGELERİ’NDE OSMANLI DEVLETİ’NİN BASRA POLİTİKASI (1878-1907) YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Gülsenem GÜNDÜZ Tez Danışmanı Prof. Dr. Mustafa TURAN Ankara 2010 JÜRİ ÜYELERİNİN İMZA SAYFASI Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’ne, Gülsenem GÜNDÜZ’e ait “OSMANLI BELGELERİ’NDE OSMANLI DEVLETİ NİN BASRA POLİTİKASI (1878-1907)” adlı çalışma, jürimiz tarafından Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı’nda YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir. Başkan ……………………………………………. Üye ……………………………………………….. Üye ……………………………………………….. Üye ……………………………………………….. Üye ……………………………………………….. ÖNSÖZ Bu araştırmada, 1878-1907 yılları arasında “Osmanlı Belgeleri’nde Osmanlı Devleti’nin Basra Politikası” incelenmektedir. Adı geçen konuda şimdiye kadar yapılan çalışmalara göz atıldığında, konuya ilişkin araştırma ve çalışmaların yeterli düzeyde olmadığı dikkati çekmektedir. Bu cümleden olarak, Yakınçağ Yüksek Lisans eğitimimiz sürerken, hangi konuda çalışma yapmam gerektiğini, başka bir deyişle hangi konunun bana cazip gelerek tez konumu oluşturacağı konusunda hiçbir fikrim bulunmamaktaydı. Araştırma yapacağım konuyu belirleme aşamasında birçok farklı konuda araştırma yaptık. Değerli hocam, Prof. Dr. Mustafa TURAN’ın önerileri ve yol göstericiliği bana bu konuda çok yardımcı oldu. “Osmanlı Belgeleri’nde Osmanlı Devleti’nin Basra Politikası (1878-1907)” başlıklı konuyu seçmekte ilk başta tereddüt ettim. Çünkü, bu konuda fazla bir çalışma yapılmamıştı ve yapılan çalışmalarda sınırlı sayıdaydı. Konu ile ilgili yapılan çalışmalar ve özellikle belgeler beni bu konuyu çalışmaya yöneltti. İlk önce bu konuda yazılmış olan eserleri ve yapılan tezleri inceledim. Daha sonra uzun bir süre Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan bu konu hakkındaki belgeleri inceledim ve tasnife tabî tuttum. Bu belgelerin incelenmesi ve değerlendirilmesi tamamlandıktan sonra tez yazımına başladım. Çalışmamı sürdürürken, atalarımızın Basra’nın coğrafyasından, Basra’daki Osmanlı idaresine kadar nasıl emek verdiklerini anlamak mümkün olmuştur. Özellikle Basra’da büyük devletlerin çıkar çatışmaları çalışmamızın temel konusu olmuştur. Bu araştırmaya yönelmemde benden desteğini esirgemeyen değerli hocam, Prof. Dr. Mustafa TURAN teşekkür ederim ayrıca çalışmam boyunca benden ii yardımı esirgemeyen, Yeniçağ Tarihi Yüksek Lisans öğrencisi kardeşim Murat GÜNDÜZ’e de teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. Gülsenem GÜNDÜZ iii İÇİNDEKİLER GİRİŞ ......................................................................................................................... 1 I. BÖLÜM BASRA’NIN COĞRAFYASI VE STRATEJİK ÖNEMİ ................................... 22 1.1. BASRA’NIN SINIRLARI ............................................................................... 22 1.2. BASRA’NIN TİCARÎ BAKIMDAN ÖNEMİ ............................................... 29 1.3. BASRA’NIN SOSYAL VE KÜLTÜREL AÇIDAN ÖNEMİ ...................... 45 II. BÖLÜM OSMANLI’NIN BASRA POLİTİKASI................................................................ 56 2.1. MİDHAT PAŞA’NIN BAĞDAT VALİLİĞİ................................................. 56 2.2. 93 HARBİ.......................................................................................................... 62 2.2.1. Savaşın Sebepleri ........................................................................................ 62 2.2.2. Savaşın Sonuçları ve Berlin Antlaşması ..................................................... 66 2.3. OSMANLI-İNGİLİZ MÜCADELESİ ........................................................... 69 2.4. OSMANLI’NIN DEMİRYOLLARI PROJELERİ....................................... 79 2.5. OSMANLI DEVLETİ’NİN BASRA’DA DİĞER DEVLETLERLE İLİŞKİLERİNDEN KESİTLER ........................................................................... 86 III. BÖLÜM OSMANLI DEVLETİ'NİN BASRA POLİTİKASI VE ALMANYA 3.1. TÜRK-ALMAN İLİŞKİLERİ ........................................................................ 94 3.1.1. Bismarck Dönemi ....................................................................................... 94 3.1.2. Wilhelm Dönemi......................................................................................... 95 3.1.3. Abdülhamid’in Almanya’ya Yakınlaşma Nedenleri................................... 98 3.1.4. Almanlara Demiryolu İmtiyazının Verilmesi .......................................... 100 IV. BÖLÜM OSMANLI DEVLETİ'NİN BASRA POLİTİKASI VE İNGİLTERE 4.1. İNGİLTERE’NİN BASRA’YA YERLEŞMESİ ......................................... 118 4.1.2. İngiltere’nin 1877 Sonrasındaki Politikası................................................ 125 4.2.1. İngiltere’nin Basra’da Demiryolu Politikası ............................................. 129 4.2.2. Kuveyt Sorunu .......................................................................................... 133 iv 4.2.3. İngiltere’nin Pan-İslamist Politikaya Bakışı ............................................. 139 SONUÇ................................................................................................................... 146 KAYNAKÇA ......................................................................................................... 150 EKLER................................................................................................................... 159 ÖZET.................................................................................................................... 176 ABSTRACT ......................................................................................................... 177 v KISALTMALAR DİZİNİ a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale a.g.mad. : Adı geçen madde C. : Cilt S: : Sayı s. : Sayfa no : Numara TTK : Türk Tarih Kurumu y. : Yayınları TDVİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi MEBİA :Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi çev. : Çeviren İÜEF : İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İİBF : İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi YTY : Yeni Türkiye Yayınları BOA : Başbakanlık Osmanlı Arşivi GİRİŞ Basra 1 , Irak sınırları içerisinde Bağdat’ın 420 km. güneydoğusunda, Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği noktanın 50 km. güneybatısında yer almaktadır. Şehir, Keldanîler zamanında “Tederon”, Sasânîler devrinde “Vehiştâbâd Erdeşir” diye bilinmekte olup, Arapların “Hureybe” dediği harabelerin üzerinde Hz. Ömer’in emri ile Utbe Bin Gazvan tarafından 637 yılında tekrar kurulmuştur 2 . Ancak, adı geçen bu Basra şehri bugünkü Basra’nın 25 km. uzağında bulunmakta olup, daha sonra halk bu eski Basra’yı terk ederek bedevî saldırılarına karşı daha emniyetli bulduğu ve su ihtiyacını daha rahat karşılayabildiği Basra’ya yerleşmeye başlamıştır. Bu yeni Basra’ya yerleşme 1494-1495 tarihlerinde tamamlanmıştır. Hz. Ömer zamanında Basra, İslâm ordusu için bir ordugâh olarak kullanılmış, Basra’dan Medain’e, Fars’a, Hindistan’a ve Çin memleketlerine fetih için hareket edilmiştir. Yine halifenin emri ile şehir Ebû’l harba b.Asım Delef’in marifetiyle kamıştan yapılan kulübelerden meydana getirilmiştir. Şehrin planı bu dönemde genel olarak çizilmiş ve bu planda her caddeye yirmişer zirâ (1 zirâ = 1 arşın = 68 cm, mimarî arşın ise 76 cm.) ve sokaklar yedişer zirâ olarak belirlenmiştir. Meydanlarsa 40 zirâ eninde taksim edilmiş ve şehrin ortasında cami için geniş bir alan bırakılmıştır. Daha sonra bu bölgede büyük yangınlar çıktığından Hz. Ömer’in emri ile üç odadan fazla ve yüksek binalar olmamak şartı ile evler yapılmasına izin verilmiştir 3 . Şehrin imarının bu şekilde düzenlenmesinden sonra Basra’ya kırk aşirete mensup insanlar yerleştirilmiş, şehrin artan nüfusuna Fars, Sicistan ve Kirman gibi doğu vilayetlerinde yapılan fetihler sonucu kitleler halinde, Müslüman olan veya esir alınan İranlılarda katılmıştır. Nüfus özelliklerinin bu şekilde değişmesi bu eski 1 “Basra” şehri adını üzerinde bulunduğu zeminin tabiatından almıştır. Al-Basra : “Yumuşak, küfeki taşı” anlamına gelmektedir. Bkz. Besim Darkot – M. Tayyib Gökbilgin, “Basra”mad., C.II, İA, MEB y., İstanbul-1961, s.320. 2 Abdülhâlik Bakır, “Basra”mad., C..V, İA, TDV y., İstanbul-1992, s.108-109. 3 Cengiz Eroğlu v.d., Osmanlı Vilayet Salnâmelerinde Basra, Global y., Ankara-2005, s.37. 2 garnizondaki Arap nüfusunun askerî özelliklerini kaybetmesine neden olmuş, şehir süratle gelişen bir şehir halini almış, coğrafî konumu ticarî aktivitesini daha da arttırmıştır 4 . Hz. Osman’ın son günlerinde Basra önemli olaylarla da karşılaşmış, halifenin 656 yılında şehit edilmesi olayına Basra’dan bir grup isyancı da katılmıştır. Bundan başka, Hz. Ali’nin halifeliği döneminde Basra’da Cemel Vak’âsı gerçekleşmiş, çoğunluğu Kûfelilerden oluşan Hz. Ali komutasındaki yirmi bin kişilik orduyla Hz. Zübeyr, Hz. Talha ve Hz. Ayşe idaresindeki otuz bin kişilik kuvvet karşı karşıya gelmiştir. Basra, Şiî Kûfeliler karşısında Sünniliğin merkezi olma vasfını daima korumuştur. Yine bu bölgede Kerbelâ Olayı’nın gerçekleşmesi Irak halkı üzerinde Emevîlere karşı büyük bir kini de beraberinde getirmiş, toplum içerisinde gizli gizli Emevî aleyhtarı gruplar ve örgütlenmeler ortaya çıkmaya başlamıştır 5 . Emevîler döneminde Basra’nın önemi daha da artmış, Fars, Sistan ve Horasan Basra’ya bağlı olarak idare edilmiştir. Emevî Devleti’nin doğu toprakları Irak’tan yönetilmekteydi. Dolayısıyla Irak’ta otorite sağlanamaması ve muhalif girişimlerin durdurulamaması halinde devletin doğu topraklarında önemli sorunlar ortaya çıkabilirdi. Bunu önlemek için Emevî yönetimi eyalet valiliği sistemini hayata geçirmeye çalışmıştır. Merkezî Kûfe olan bu idarî sistem Basra, Umman, Bahreyn, Kirman, Horasan ve Maveraünnehri içerisine almaktaydı. Bunlardan Basra, Arap kabileleri için “Hums” denilen beş bölgeye ayrılmıştı: 1) Ehlü’l-aliye (Kureyş, Kinâne, Becile, Has’am, Kays Aylân, Müzeyne, Esed) 2) Temimî 3) Bekir bin Vâil Abbasîler döneminde 4) Abdülkays 5)Ezd 6 . Basra ciddi bir direnişle karşılaşmadan ele geçirilmiştir. Bağdat’ın kuruluşundan sonra siyasî ve idarî önemini kaybetmekle beraber, Basra medeniyet açısından en parlak dönemini Abbasîler döneminde 4 Bakır, a.g.mad., s.109. Kadir Mısırlıoğlu, Mısır Meselesi veIrak Türkleri, Sebil y., İstanbul-1994, s.44. 6 Bakır, a.g.mad., s.110. 5 3 yaşamıştır. Daha önce şehrin etrafında bir sur yokken Halife Ebû Câfer el-Mansûr şehrin etrafını surlar ve hendeklerle çevirtmiştir. Abbasîler döneminde Basra, dış mahallesi olan al-Ubulla ile beraber Çin’e kadar uzanmakta olan Arap deniz ticaretinin antreposu olmuştur. Şehri nehre bağlayan büyük kanallar Nahr al-Uballa ve Nahr Ma’kîl taşımacılığa elverişli olarak Basra’da kollara ayrılmaktaydı. Şehrin batısında “Mir-bâd al-Basra” denilen kervanların konakladığı büyük bir bölge mevcuttu. Diğer bir ticaret merkezide Aşşâr limanı yakınında bulunan Ululla kasabası idi 7 . Basra zaman zaman iç ve dış tehditler mahiyetinde syreden politik olmaktan ziyade sosyal konulu kanlı olaylara da sahne olmuştur. Zutlar 820-835 yıllarında şehre hakîm olmuş, daha sonra Zencîler Basra şehrini yağmalamışlardır. 899-945 yılları arasında Karmatîlerin saldırısına uğrayan Basra 923’te Berîdîlerin, 947 yılında Büveyhîlerin egemenliğine girmiştir. Selçuklular devrinde şehrin ikta edildiği emir tarafından yönetilmiştir. Şehrin merkezî yönetimden çok uzak bölgede yer alması ve çok önemli iktisadî kaynaklara sahip olması zaman zaman burayı bazı dış tehlikelere Harâce ve Müntefik gibi bazı bedevî kabilelerin saldırılarına marûz bırakmıştır 8 . Abbasî Devleti’nin merkezî otoritesinin zayıflaması ile birlikte başlayan kargaşa dönemin sonunda şehir ilmî ve kültürel açıdan hızlı bir düşüş göstermiştir. Timur, Irak’ı istilâ ettiğinde Basra ve Cezayir’i Bağdat’a bağlamış ve idaresini torunu Mirzâ Ebûbekir’e vermiştir. daha sonra Basra’da idare Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevîlerin eline geçmiş, bu suretle Moğol ve Türk hükümetleri döneminde istikrarlı bir idare kurulamamıştır 9 . Irak’ta bulunan Safevîlerin Osmanlı ordularıyla ilk temasları Yavuz Sultan Selim döneminde olmuştur. Hatta Irak’ın kuzey kesiminde bulunan bazı önemli 7 Darkot – Gökbilgin, a.g.mad., s.321. Bakır, a.g.mad., s.110-111. 9 Darkot – Gölbilgin, a.g.mad., s.322. 8 4 şehirler (Musul, Şehrizor, Kerkük, Erbil) Yavuz döneminde Osmanlı hakimiyetine girmiştir 10 . Yavuz’un vefatından sonra tahta geçen Kanûnî döneminde devlet batıda Avusturya, doğuda ise Safevîlerle mücadele etmek zorunda kalmıştır. Sadrazam İbrahim Paşa, 6 Ağustos 1534’te Tebriz’e girmiştir 11 . Ancak Irak’a yöneleceği sırada orduda baş gösteren disiplinsizlik üzerine Kanûnî’den yardım istemiştir. bunun üzerine Kanûnî İstanbul’dan hareket ederek Irak seferini tamamlamış, Irak’ın idaresini de Akkoyunlu hanedanından Murad Bey’e verilmiştir 12 . Basra, Osmanlı toprakları arasına 1538’de katılmıştır. Ancak daha 1534 senesinde Kanûnî’nin Bağdat’ta bulunduğu sırada Basra hakimi Megamis-oğlu Raşid bizzat Bağdat’a gelerek Osmanlı’ya itaat ettiğini bildirmiştir. Daha sonra oğlu Mani veziri Mir Mehmed’i Kanûnî’nin İstanbul’a dönüşünde yanına göndermiş, şehrin anahtarını da takdim etmiştir. Bunun üzerine hutbe ve sikke padişah namına olmak şartıyla vilayet yine Megamis-oğlu’na bırakılmıştır 13 . Emir Raşid ilk zamanlarda devlete itaat etmişse de daha sonra isyan etmiş, 1546 senesinde Bağdat valisi Ayas Paşa tarafından yapılan seferle ayaklanma bastırılmıştır. Ayas Paşa’ya Bağdat yönetimine ilâveten Basra’nın yönetimi de verilmiştir 14 . Bu tarihten itibaren siyasî olarak Osmanlı Devleti’ne bağlanan Basra İran ile yapılan 1555 Amasya Antlaşması ile de Osmanlı topraklarına ilhâk edilmiştir 15 . 10 Sinan Marufoğlu, “Osmanlı Döneminde Güney Irak’ta Devlet-Aşiret İlişkileri”, Irak Dosyası I, Tatav y., İstanbul-2003, s.317. 11 Feridun Emecen, “Sultan Süleyman Çağı ve Cihan Devleti”, Genel Türk Tarihi, C.VI, YTY, Ankara-2002, s.26. 12 Ömer Faruk Yılmaz, “Kanûnî Sultan Süleyman’ın Irakeyn ile IV. Murad’ın Bağdat Seferi”, Irak Dosyası I, Tatav y., İstanbul-2003, s.204-205. 13 Darkot – Gölbilgin, a.g.mad., s.322. 14 Darkot – Gölbilgin, a.g.mad., s.322. 15 Amasya Antlaşması Osmanlı Devleti ile Safevîlerle yapılan ilk antlaşma olması bakımından önemlidir. Bu antlaşmaya göre, Bağdat, Basra, Van, Şehrizor, Erzurum, Kars, üzerindeki Osmanlı hakimiyeti Safevî Devleti tarafından kabul edilmiştir. 5 Osmanlı Devleti’ne Irakeyn Seferleri’nin en büyük kazancı Bağdat ve civarının Osmanlı hakimiyetine alınmış olmasıdır. Böylece Bağdat-Basra ve Halep ticaret yolu kontrol altına alınabilmiştir 16 . Irakeyn Seferleri neticesinde Basra’nın Osmanlı hakimiyetine girmesi Hint Okyanusu’nda Portekizlilere karşı verilen mücadelede önemli bir üs ve önemli bir mevkî elde edilmesi anlamına gelmekteydi 17 . Irak’ın fethi Akdeniz ve Hint Okyanusu’ndaki tüm ticarî sevkıyatın denetiminin Osmanlıların eline geçtiğinin göstergesidir. Böylece, İpek yolu üzerindeki ticarî hakimiyet tartışmasız bir şekilde Osmanlıların eline geçti ve bu sahada Avrupalıların rekabet gücü kırılmıştır 18 . Bu cümleden olarak daha XV. ve XVI. yüzyıllarda en büyük deniz imparatorluklarından birini kurmuş olan Portekizliler Avrupa’dan Hindistan’a erişen ilk Avrupalı millet olmuş ve Hint okyanusu’nun stratejik noktalarını tutarak oralarda adeta tek egemen güç haline gelmiştir. Ancak kendilerine karşı yönelen ilk etken kuvvet ne Memlûkler ne de İslâm devletleri olmuştur. Müslümanların koruyucu sıfatını üzerinde taşıyan Osmanlı Devleti ilk kuvvet olarak Portekizlilerin karşısına çıkmıştır. Böylece Hint Okyanusu’nda ve ona bağlı iç denizlerde bir Osmanlı – Portekiz rekabeti doğmuştur 19 . Doğu’nun kıymetli ticarî malları Hint okyanusunu aşıp, Basra Körfezi yoluyla Bağdat-Halep-Suriye limanlarına geliyordu. Diğer bir yol ile de Kızıldeniz’in iki yanını teşkil eden Arabistan ve Afrika sahillerindeki şehirlere varıyor ve oradan da İskenderiye’ye ve diğer Akdeniz limanlarında toplanıp Avrupa’ya sevk ediliyordu 20 . 16 Emecen, a.g.m., s.26. Mehmet Öz, “Osmanlı Siyasî Tarihi”, Tarih El Kitabı, Grafiker y., Ankara-2004, s.130. 18 Robert Mantran, “Irak”, C.V, İA, TDV y., İstanbul-1999, s.91. 19 Salih Özbaran, “XVI Yüzyılda Basra Körfezi Sahillerinde Osmanlılar: Basra Beylerbeyliğinin Kuruluşu”, İ.Ü.E.F. Tarih Dergisi, S:25, İstanbul-1971, s.51. 20 Turgut Işıksal, “Arşivlerimizde Osmanlıların Süveyş Tersanesi ve Güney Denizleri Politikasına İlişkin En Eski Belgeler”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S: 22-27(1969), s.54. 17 6 Portekizlileri Hindistan’a sonra da Uzakdoğu’ya götüren sebepler bunun gibi hem iktisadî ve hem de dinî idi. Batı Afrika Guiné’si altını, Asya’nın baharatı ile geçmişlerinden akıp gelen haçlılık ruhu ve efsanevî Preste Joao’yu bulma arzusu idi 21 . Neticede 1503 yılından itibaren güney denizlerinde Portekiz imparatorluğu doğdu. Doğuda ticareti kendi egemenliğine almak isteyen Portekizliler, Memlûk Devleti ile çatışmıştır. Çünkü doğu yollarının önemli bir kısmı Mısır Memlûklarına aitti. Memlûk Devleti Selman ve Hüseyin Reislerin kumandasındaki Mısır donanması 1515 yılında yapılan deniz savaşında Kızıldeniz’in ağzını kapatarak ticaret yolunu kapatmaya çalışan Portekizlilere yenildi. Böylece Portekizliler, Hint Okyanusu kıyılarındaki ticarî ve stratejik yerlere daha sağlam bir şekilde yerleşmiştir. Daha sonra Cidde Limanı’na doğru nüfuzlarını arttırmışlardır 22 . Hindistan’dan ve diğer yönlerden gelen doğu ticaretinin önemini ve sağladığı faydaları taktir eden Osmanlı Devleti 1517’den sonra meydana getirdiği durgunluk devresini bertaraf ettikten sonra bu ticareti canlandırmaya karar vermiştir. bunun için altın ve baharat ticaretini teşkilatlandırmaya çalışmıştır. Bu hususta yapılan ilk hareketler Kızıldeniz’de hakimiyeti kontrol ettikten sonra emniyetin teessüsüne çalışmaktı. Osmanlı’nın doğu ile temaslarıyla ilgili bu politikalarına karşı en büyük rakipleri yukarıda da belirtildiği gibi doğu ticaretinin tekelini elinde bulundurdukları iddiasında bulunan Portekizliler idi 23 . Portekizliler bu tarihlerde İranlıların hakimiyetinde olan Hürmüz’ü kuşatmış ve burada Portekiz garnizonunu kurmuş bulunuyordu. Böylece Basra Körfezi’nin giriş ve çıkışını kontrol altına almışlardı. Tüm bu olanlara karşı sessiz kalan İran şahı karşısında, Portekizlilerin tesiri 1521 yılına gelindiğinde Bahreyn ve Al-Hassa bölgelerinde de hissedilmiştir. Bu yerlerin hakimi olan Mükrim öldürülmüş, kuvvetleri mağlup edilmiş ve Bahreyn vergiye bağlanmıştır. 1529 yılında Basra 21 Özbaran, a.g.m., s.51-52. Işıksal, a.g.m., s.54. 23 Özbaran, a.g.m., s.62. 22 7 hakimi Raşid ibn Megamis ile Kurna hakiminin (Cezayir bölgesi, Fırat ve Dicle’nin birleştiği yer) çekişmesin fırsat bilen Portekizliler, Basra’yı talan etmiştir. Aynı yıl Bahreyn hakimi Reis Bahaeddin vergisini ödemeyerek Portekizlilere isyan etmiştir. Portekizliler bu isyana müdahale etmişlerse de başarılı olamamışlardır. Osmanlı Devleti Baharat yolunu ele geçirmek ve Kızıldeniz’de hakimiyet kurabilmek için Kızıldeniz’de Memlûklerden kalan donanmayı onarmışlar ve Süveyş Tersanesi’ni yenilemişlerdir. Portekizlilerle ilk karşılaşma 1525 yılında gerçekleşmiştir. Selman Reis’in kumandasında bulunan gemi sayısı yirmi olmasına rağmen istenilen barı sağlanamamıştır. Osmanlı Devleti ikinci büyük harekatını Portekizlileri Hindistan’dan atmak amacıyla hazırlamıştır. Osmanlı’nın seksen parçadan oluşan filosunun büyük kısmı Hindistan’a kadar gitmiştir. Ancak Hintliler, Türk donanmasına yardım etmemiş, büyük toplar götürüldüğü halde ordunun hedeflerinden biri olan Diu Kalesi alınamamıştır. Mevsimin geçmesi, Hintlilerin tutumu, Portekiz filolarının bu durumdan cesaret alarak yakın sulara kadar ilerlemesi Osmanlıların geri dönmelerine sebep olmuştur. Bu nedenle Süveyş’in stratejik önemi nedeniyle alınması zorunlu hale gelmiştir 24 . 1534’de Irak-ı Acem ve Irak-ı Arap bölgelerini ele geçirip varlıklarını Basra körfezi’nde hissettirmeye başlayan Osmanlı Devleti, 1546 yılında Basra şehrini alarak Hindistan deniz yolunun bir parçasını teşkil eden Basra körfezi’ne açılmış oldular. Osmanlılar bu bölgelere Safevîlere karşı üstünlük sağlamak, Basra Körfezi’ne inmek, Kızıldeniz hakimiyetini pekiştirmek ve dolayısıyla da Hindistan’a doğru uzanan Uzakdoğu hakimiyetinde daha etkili olabilmek için gelmişlerdir. Basra Körfezi’nde kuvvetli bir durumda bulunarak Hindistan yolunu tıkayan Portekizliler bölgedeki Müslümanlara ve her yıl Uzakdoğu’dan deniz yoluyla gelen hacı adaylarına çeşitli zulümler yapıyorlardı. Hilafet makamını elinde bulunduran Osmanlı Devleti bu sefer için kendini görevli saymıştır 25 . 24 25 Işıksal, a.g.m., s.55. Mustafa L. Bilge, “Basra Körfezi”mad., C.V.,İA, TDV y., İstanbul-1992, 115. 8 Hindistan tarafından gelen ticaret malları Basra’ya ve oradan da nehir gemileriyle Fırat üzerinden Birecik’e varıyor, sonra da Trablusşam, Halep, ve İskenderun’a naklediliyordu. Böylece zor ve sıkıntılı Uzakdoğu kara ulaşımı yerine daha uygun yol kullanılmaya başlanmış oluyordu. Osmanlıların Bağdat’ı alması üzerine bölgedeki Arap şeyhleri sırasıyla bağlılıklarını arz etmişlerdir. Katif, Bahreyn ve Lahsa de elçiler göndererek padişaha boyun eğdiklerini bildirmişlerdir. 1550’de Basra’da Basra Beylerbeyi Ali Paşa’nın Katif Kalesi’ne toplar yerleştirerek Portekizlilere karşı kaleyi müstahkem hale getirmesiyle iki kuvvet Basra Körfezinde karşılaşmış oldu. Osmanlılar Basra’yı aldıktan sonra, Hürmüz’ün Portekiz kumandanı vasıtasıyla Portekizlilere yaklaşmak istemişlerdi. Ancak bu siyasi bir sonuç vermemişti. Kızıldeniz’de hakimiyet kurmuş olan Osmanlıların 1550 yılında Katif’i de ele geçirmeleri rakipleri için alarm oldu. Hindistan Genel Valisi D.Afonso de Noronha, Türklerin çok yaklaştığını tehlikeli görerek onlara karşı aktif politika güdülmesini istedi ve Katif üzerine Portekiz saldırısı gerçekleşti. Bölge tahrip edildi. Ancak burada asker bırakmadı. 26 Osmanlılar Habeşistan ile de ilgilenmişler ve buranın fethine uğraşmışlardır. Osmanlıları Habeşistan’a iten sebepler şüphesiz yalnız altın meselesi değil idi. Diğer bir sebepte, doğu ticareti tekeli meselesi idi. Hint Denizi’nde Portekiz üstünlüğüne bir son vermek için Piri Reis ve Seydi Ali Reis idaresinde donanmalar sevk edilmiş, fakat donanmayı teşkil eden gemilerin teknik kifayetsizliğinden dolayı başarıya ulaşamamıştır. Osmanlı bu durumu telafi etmek için, Habeşistan’ı alarak burada hakimiyet kurmaya yönelmiştir. Kızıldeniz’de ve Hint Denizinde sahilleri olan bu ülkeyi ele geçiren devlet doğu Afrika ve Hindistan arasında sahiller boyunca cereyan eden doğu ticaretine ciddi müdahalelerde bulunabilir ve bu ticarete tamamen hakim olabilirdi. Diğer bir hususta, bu bölgede gelecekleri tehlikede olan Müslümanların 26 Salih Özbaran, a.g.m.,s.61. 9 son yıllarda içinde bulundukları zor durum idi. Böyle bir gayeye yönelmiş bulunan hareket 1554-1555’te başlamıştır. 27 Bunun üzerine Osmanlılar 1552’de önce Maskat sonra sonra da Hürmüz üzerine sefer düzenledi. Sefer istenilen başarıyı veremediği gibi üstelik Türk donanması Basra’da kilitli kaldı. Bunun sonucunda Piri Reis idâm edildi. Ardından Murat Reis ve Seydi Ali Reis’in Osmanlı gemilerini Kızıldeniz’e getirme çabaları neticesiz kaldı. Osmanlılar açık deniz gemicileri değildi. kullandıkları gemiler Akdeniz tip olup küreklerle gidiyordu. Osmanlıların kadırga ve çektirileri Portekiz karavelleri gibi günlerce denizlerde kalamazdı. Osmanlı Portekiz çekişmesi XVII. yüzyılın ilk senelerine kadar sürmüştür. En şiddetli devrelerini Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’nın döneminde görmüştür. Uzun süren İran harpleri (1577-1589) ve daha sonra Avusturya savaşları (1593-1606) sırasında binlerce kilometre uzunluğundaki cephelerde bulunan kalelerin ve orduların devamlı barut, silah ve diğer malzemelerin sebep olduğu büyük masraflar devleti çok sarsmıştır. Devlet bütün gücünü ve dikkatini buralarda topladığından Süveyş’teki ve Basra Körfezi’ndeki donanmalara gerekli paraları ayıramamış ve güney denizlerindeki mücadeleyi rakiplerine bırakmak mecburiyetinde kalmıştır. Ancak 1630 yılına kadar baharat yolundan faydalanmayı sürdürmüştür. Osmanlı Devleti, XVI. yüzyılda Süveyş Tersanesi’nin bakımı ve onarımını politikası haline getirmiştir. Kızıldeniz’de hakim güç olabilmek Süveyş Tersanesi’nin güçlü olmasına bağlı idi. Bu konuda 1532-1533 yıllarında Mısır Beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa’nın adamı Ali Çelebi ile İstanbul’a gönderdiği bir mektupta Süveyş İskelesi’nde tamiri emir olunan gemilerin onarılması, Süveyş donanmasının eksik ve gediklerinin tamamlanması için gelen ferman aynen icraata geçirildiği ve masraflarını gösteren defterin İstanbul’a getirildiği ve denilenlerin yapıldığı ve yapımda Ali Çelebi’nin yararlıkları görüldüğü ve bu sebeple 27 Salih Özbaran, Yemen’den Basra’ya Sınırdaki Osmanlı, Kitap y., İstanbul-2004, s.62. 10 mükâfatlandırılması istemiyle cevap mektubu gönderilmiştir. 28 Bu mektuptan da anlaşılacağı üzere Osmanlı Devleti Süveyş Tersanesi’nin onarımı ve bakımı ile yakından ilgileniyor ve Portekizlilerle mücadele de buranın stratejik önemini olduğunu kabul ediyordu. 1564 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti’nin Yemen taraflarını elinde tutabilmek amacıyla çeşitli tedbirler aldığı görülüyor. Yemen Kızıldeniz girişinde adeta bu denizin güneyde giriş kapısı niteliğinde bir stratejik bölge olduğunu burada belirtmek gerekir. Portekizlilere karşı güvenlik açısından 1564 yılına ait bir fermanda: “Yemen Beylerbeğine Hüküm ki Hint ülkelerinden gelen tüccar gemilerine Portekizlilerin zarar ve ziyan etmekde devam ettiği bildirildiğinden Süveyş Kapudanlığı Sefer Reis’e sancakla verilmiş olup donanmamla Aden’e gönderilmiştir. Allahın yardımıyla o tarafları ele geçirebilmek için mevsim kollamak gerektiğinden donanmada olan askerin yiyecek sıkıntıları olursa bu emri alınca adı geçen donanmayla o taraflara geldiğinde her türlü ihtiyaçlarını karşulayup undan ve buğdaydan veresin” 29 ifadesi yer almaktadır. Belgeden de anlaşılacağı üzere bu tarihte Yemen ve Aden’in hakimiyet mücadelesi Osmanlı ile Portekiz arasında çekişme mevzuudur. Osmanlı kendi hakimiyetinde bulunan bu bölgelerin Portekizlilerin eline geçmesini engellemek için çok önemli askerî tedbirler almaktadır. Diğer bir belgede Süveyş Kanalı’nın açılması ile ilgili olarak araştırma yapılmasının emredildiği 17 Ocak 1568 tarihli belgedir. Sokullu Mehmed Paşa’nın Süveyş Projesi 28 30 olarak da bilinen bu proje yarım kalmış hayata geçirilememiştir. Işıksal, a.g.m. ,57-58. Işıksal, a.g.m, s.59. 30 Akdeniz ve Kızıldeniz arasında dar kara parçasının bulunduğu yerden kanal açılması fikri ilk kez II.Selim zamanında Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa tarafından 1570 tarihinde ortaya atılmıştır. Sokullu zamanında Osmanlı Devleti’nin Asya’daki Müslüman devletlerle iyi ilişkileri vardı. Sumatra’daki Açe hükümdarı Sultan Alaaddin, Sultan Süleyman Han’dan Portekizlilere karşı yardım istemiş, fakat Zigetvar Seferi sebebiyle yardım gönderilememiştir. Daha sonra Sokullu, padişahın isteği doğrultusunda ilk iş olarak Açe Sultanlığına 1568’de yardım gönderdi. 1568-1569 yıllarında 29 11 Ancak bunun XVI. yüzyıl gibi bir tarihte düşünülmesi dahî ilginçtir. Bu yıllarda Portekizliler Müslümanların kutsal şehri olan Mekke, Cidde ve Cidde karşısındaki adalarda ve yakınlarındaki demir yerlere üslendiler. Cidde’ye gelen ticaret eşyalarına, hacı adaylarına zarar vermeye başladılar. Müslümanların halifesi olarak bu duruma bir son verilmesi ve Portekiz’in bütün Arabistan’dan kıyılarından, Afrika sahillerinden, hatta Hindistan’dan atmak için hazırladıklarını, Kızıldeniz’le Akdeniz’i birleştirme projesinin detaylarını kapsamaktadır. Ancak Akdeniz’de yapılan büyük deniz hareketleri ve Kıbrıs Seferi dolayısıyla bu proje gerçekleşememiştir. O sıradaki Osmanlı Devleti idare edenlerin düşünüş ve fikirlerini yansıtması bakımından da ayrıca önemlidir. Belge şu şekildedir. “ Mısır Beylerbeyisine hüküm ki Bizden gelen atalarımız şerefli ve şanlı günlerinde Doğu ve Batıdaki doğru yoldan ayrılmış sayısız ülkeleri kılıçlarının hakkıyla ele geçirip Osmanlı Devleti’ne katmışlardır.Bir çok namlı sultanların ve bu ulu hakanların öğücü Mekke ve Medine’nin hizmetkarlığı ile olup Tanrıya şükürler olsun ki bu mutluluk bana kısmet olmuştur. Memleketin düzen ve güvenlik içinde bulunması benim en büyük emelimdir. Fakat Hindistan taraflarından Mekke ve Medine’ye gelen Müslümanların yolları kesildikten başka İslam devletlerinin kafirlerin buyruğu altında bulunmaları da uygun görülmemektedir. Tanrının yardımına güvenip Hint ülkelerinin kafirlerden kurtarılması ve Mekke ve Medine taraflarında düşmanla işbirliği yapan bozguncuların yok edilmesi o taraflara gitmem kararlaştırılmıştır. Bu seferler için çok sayıda gemiye ihtiyaç olduğundan donanmayı Süveyş Deryasına ( Kızıldeniz)e geçirmek için bir kanal açılması çok uygundur. Bu emir elinize geçince hiçbir şekilde gecikmeyip, en bilgili mimarları ve mühendisleri ve becerikli adamları işe koşup Akdeniz ile Kızıldeniz arasında araştırmalar yapıp kanal açmak için en uygun yer neresidir ? ve uzunluğu ne kadar olur, kaç gemi geçebilir? Hepsini bildiresin ki ona göre hazırlıklar yapıp, kanalı açıp Allahın yardımıyla tamamladığında inşallah o ülkeye savaş kısmet olup hem kutsal toprakların bu birlikler çeşitli faaliyetlerde bulundular. Portekizlilerin Müslümanlara karşı yaptıkları baskıları etkisiz hale getirmek ve Habeş, Hicaz ve Yemen’in emniyetini sağlamak için Süveyş Kanalı’nın açılması faydalı görülmüş, Aralık 1568’de Mısır Beylerbeyine bir ferman gönderilmiştir. 12 etrafındaki doğru yoldan ayrılanlardan temizlenmesi hem de Hindistan’ın Portekizlerden alınması kısmet olup işlerimizin defterlerinde yazılmış ola” 31 1620’lere gelindiğinde Osmanlı’ya bağlı Bağdat Valisi Yusuf Paşa’nın İran destekli Bekir Subaşı tarafından öldürülmesi ve yerine Bekir Subaşı’nın geçerek valilik iddia etmesi üzerine patlak veren İran-Osmanlı gerginliği ve Irak’ın İran hakimiyetine geçişi üzerine 1625’de birinci, 1629’da ikinci kuşatma gerçekleşmiş; ancak başarısız olunmuştur. IV. Murad bizzat kendisi 8 Mayıs 1638’de İstanbul’dan hareketle Bağdat Seferine çıkmıştır. 32 15 Kasım 1638 tarihinde Bağdat’ı Sultan Murad ve Osmanlı askerleri şehri kuşatma altına aldı. 24 Aralık 1638 tarihinde Bağdat tekrar Osmanlı hakimiyetine alındı. 17 Mayıs 1639 yılında Kasr-ı Şirin Antlaşması imza edildi. Bu anlaşma iki devlet arasında asırlar boyu geçerli olacak sınırı belirlemiş olması bakımından önemlidir. Ayrıca Bağdat’ın Osmanlılara ait olduğu bir kez daha kabul edilmiştir. Antlaşmaya göre; Bağdat Basra ve Şehrizor havalisinden mürekkep bölge Safevîlerin hakimiyetinde kalacaktı. Ayrıca Safevîler gerek Irak topraklarına ve gerekse Kars, Ahıska ve Van taraflarına saldırmayacaklardı. 33 Irakta nüfuz sahibi Yeniçeri ağaları, Bedevî Arap Kabileleri ve Kürtlerin çıkardığı bir takım karışıklıklar bölgedeki huzur ortamını kargaşa ve düzensizliğe bıraktı. 34 Osmanlı Devleti’nin batı sınırları ve politikasına ağırlık verdiği bir dönemde merkezden uzak Osmanlı eyaletlerinde bir takım zorbaların türemesine ve aşiret ayaklanmasına fırsat verilmek zorunda kalınmıştır. Bu zorbalardan Müntefik Şeyhi Man’î ve Huzeyfe Hanı Ferecullah Basra’ya hakim olmuştur. Daha sonrada İranlılar Basra’yı ele geçirmiştir. 31 Işıksal, a.g.m., 60-61. Mantran, a.g.mad, s.91. 33 Ömer Faruk Yılmaz, “Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn ile IV. Murat’ın Bağdat Seferleri” , Irak Dosyası I.,Tatav y.,İstanbul-2003, s.209-211. 34 Mantran, a.g.mad, s.91. 32 13 1699 Karlofça Antlaşması’ndan sonra Daltaban Mustafa Paşa Bağdat Beylerbeyliğine tayin edilmiştir. Daltaban Paşa’nın ilk icraatı Basra’nın yeniden Osmanlı hakimiyetine alınması olmuştur. Basra üzerine hareket edilmiş ve İran nüfuzu kırılmaya çalışılmıştır. Yeni bir savaşı göze alamayan İran, Basra’nın anahtarlarını Osmanlı padişahına göndermiş, böylece Basra’da yeniden Osmanlı hakimiyeti sağlanmıştır. (1701) 35 . Bölgede yeniden Osmanlı hakimiyeti sağlanınca imâr ve inşâ faaliyetlerine başlanmış Basra ve Bağdat eski görkemine kavuşmuştur. 36 1704’te Hasan Paşa Bağdat Valiliğine, oğlu Ahmed Paşa Basra Valiliğine getirilmiştir. Böylece Basra ve Bağdat’ta Kölemenler dönemi başlamış; 1831 yılına kadar da bu ailenin yönetiminde kalmıştır. 37 Süleyman Paşa ve oğlu dönemi Bağdat ve Basra refah dönemidir. Aşiret ayaklanmaları durdurulmuş, kanun hakimiyeti sağlanmış, ticaret geliştirilmiştir. Bölge Yakındoğu ve Ortadoğu’nun en gözde toprakları haline getirilmiştir. İngilizlerin bölgeye ticarî amaçla gelmeleri de bu dönemde olmuştur(1763). Süleyman Paşa’nın valiliğinin hemen ardından bölgede Vehhâbî saldırıları ve işgalleri başlamıştır ve Osmanlı Devleti buraya kölemen dışında başka valiyi göndermek istemiş; ancak Fransa’nın müdahalesi ile buraya Küçük Süleyman Paşa tayin edilmiştir.(1808) 38 1816 yılında Bağdat Valiliğine son kölemen asıllı vali Davud Paşa atanmış, 1821’de başlayan İran saldırıları ve bu dönemde geri püskürtülmüştür. Davud Paşa döneminde Kölemen Ocağı yeniden canlandırılıştır. Davud Paşa’nın Rus Harbi’nin çıktığı bir dönemde merkeze asker göndermemesi, İstanbul’dan bölgeye gönderilen Başdefterdar Sadık Efendi’yi öldürtmesi üzerine Davud Paşa’nın halli için Halep Valisi Ali Rıza Paşa görevlendirilmiştir. Ali Rıza Paşa buradaki Kölemen idaresini yıkarak, 17 Eylül 1831 yılında Irak’ı tekrar merkezî hükümete bağlamıştır. Irak 35 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. IV/1, 4. b, TTK y., Ankara 1988, s.219. Mantran, a.g.mad., s.91. 37 İ. Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., s.219. 38 Mantran , a.g.mad., s.91. 36 14 böylece 1918 yılına kadar doğrudan merkezî hükümete bağlı olarak idare edilmiştir. 39 Mısır, Mehmed Ali Paşa döneminde, askerî ve siyasî başarılarıyla, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasının verdiği avantajla özel hukukî bir statüyle yönetilir hale gelmişti 40 . Adı geçen Paşa döneminde, kanalın açılması yönündeki çalışmaların başlatılması ile ilgili Fransız baskısı, yine Mehmet Ali Paşa’nın kanaldaki gerekli teknik incelemelerin yaptırılması bahaneleri ile oyalanmıştır. Mehmed Ali Paşa kanalın açılmasını istememiştir. O’nun görüşüne göre kanalın açılması Mısır’ın geleceğini olumsuz etkileyebilirdi. Mehmed Ali Paşa, Boğazların Osmanlı Devleti’nin sonunu getirdiği düşüncesi ile Mısır’da açılacak muhtemel kanalın da Mısır için gelecek zamanda büyük sorunlar doğuracağını görüşündeydi. Mehmed Ali Paşa’dan sonra işbaşına geçen oğlu I. Abbas (1848-1854) ve ondan sonra görevi devralan Said Paşa (18541863) zamanında kanal açma girişimleri başlamıştır. 41 Osmanlı Devleti’nin “Eyalet-i Mümtaze” olarak isimlendirildiği Mısır eyaleti, Mehmed Ali Paşa idaresinde kısmen bağımsız hale geldikten sonra, İsmail Paşa döneminde İngilizlerin ekonomik işgaline girmiştir. 42 Kahire’de Fransız Konsolosu M. Ferdinand dö Leseps Süveyş Kanalı’nın açılması meselesini incelemiş, kendinden önce yapılan çalışmaları da gözden geçirerek gerekli ön hazırlığı yapmış, kanal açmak amacıyla Mısır Valisi Mehmed Said Paşa’dan 30 Teşrin-sânî 1854’de ilk resmî izni koparmıştır. Said Paşa tarafından Leseps’e Süveyş Kanalı’nın hafriyatı için bir şirket kurulmasına müsaade 39 M. Cavit Baysun , “Bağdat”mad., C.II, İA, MEB y., İstanbul-1961, s.209-210. Mehmed Ali Paşa, Abdülaziz zamanında parasal gücünü de kullanarak, Osmanlı Devleti’nden bağımsız davranmaya başlamış, Sultan Abdülaziz’e ve sadrazamlara değerli hediyeler vererek Mısır Hidivliği’ni elde etmiştir. Veraset Fermanı ile Mısır’ın Veraset yolu ile babadan oğula yönetimin geçmesini sağlamış, Mısır’ın muhtariyet haklarını teminat altına alarak Mısır’a özerk bir yapıya kavuşturmuştur. Bkz. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, , C.VIII, TTK y., Ankara 1998, s.87. 41 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu, Alfa y., İstanbul-2005, s.95. 42 Dilek Güldeş, “Urabi Paşa Hareketi ve İngilizlerin Mısır’ı İşgali”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul-1999, s.85. 40 15 verilmiştir. Bunun üzerine III. Napolyon da, Mehmed Said Paşa’ya Lejyon Don Ör Nişanı’nın Büyük Kordonu’nu vermiştir. 43 İmtiyazlar 5 Ocak 1856’da genişletilerek devam etmiştir. 44 Bu iki imtiyaz Said Paşa tarafından verilmiştir. Bu kanalın açılması için Osmanlı Devleti’nin merkezinin her hangi bir müsadesi alınmamıştır.imtiyaz Abdülaziz döneminde onaylanacaktır. Bab-ı Ai’nin müsadesi alınmadan ilk kazma 25 Nisan 1859 tarihinde vuruldu. 45 Kanûnî döneminden bu yana Fransız - Osmanlı dostluğu devam ede gelmiştir. Bu ilişki Fransız İhtilali döneminde “milliyetçilik” akımının Osmanlı Devleti’ne girmesine sebep olmuştur. Osmanlı Devleti bir devletti ve birçok milletten oluşuyordu. Fransa’nın Habsburg Hanedanıyla olan mücadelesi, O’nu Osmanlı Devleti’ne yakınlaştırmıştır. 46 XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren Hindistan’a el atan İngiltere’nin Arap Yarımadası ile temasları XVII. yüzyıl başlarına kadar iner, asıl olarak da XVIII. yüzyıl sonlarıyla XIX. yüzyıl başlarına tesadüf eder. İngiltere bir yandan HindistanSüveyş yolunu kontrol altında tutabilmek ve Uzakdoğu’dan gelip, Ortadoğu ve Avrupa’ya giden ticaret trafiğine el koymak maksadıyla Babü’l Mendeb Boğazı’nı kontrol etmek isterken, diğer yandan da Basra Körfezi’ni elde tutmak gayesini taşıyordu. Bağdat hattı Kuveyt’le birleşir ve Kuveyt üzerinde İngiltere hakimiyeti kurulur ise, İngiltere Atlas Okyanusu-Kap-Kızıldeniz- Süveyş yollarından ayrı olarak Basra-Kuveyt-Bağdat hattına sahip olacaktı. Böylece Uzakdoğu’ya giden yolların en kısası olan bu yolu istediği zaman açıp kapama hakkına sahip olacaktı. 47 43 Süleyman Kâni İrtem, Osmanlı Devleti’nin Mısır Yemen Hicaz Meselesi, Temel y., İstanbul1999,s.37. 44 Karal, a.g.e., s.92 45 İrtem, a.g.e, s.37-38. 46 Yusuf Akçura, Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri, TTK y., Ankara-1988, s.56. 47 İ.Süreyya Sırma, Osmanlı Devleti’nin Yıkılışında Yemen İsyanları, İstanbul-1994, s.87-90. 16 İngiltere, 1801yılından itibaren Aden ve Yemen bölgeleriyle aktif olarak ilgilenmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti için Yemen 1839’da mesele haline gelmiştir. Bu dönemde İngiltere Bâb-ı Âlî’den Aden’de bir kömür deposu yapma iznini koparmıştır. İngiltere aynı zamanda Aden’i işgal etmiştir. 1857 yılında da Babü’l Mendeb Boğazı’nda bulunan stratejik Perim Adası’nı işgal etmiştir. Bundan sonra İngiltere Yemen’in kuzeydoğusuna doğru genişlemesini sürdürmüştür.Yemenli şeyhleri kendi lehine kazanmak yolunda bazı faaliyetlere de girişmiştir. 48 XIX. yüzyıl boyunca , İngiltere başta olmak üzere bütün batılı güçler, Osmanlı hakimiyetinde bulunan Arap Yarımadası ve Kızıldeniz sahilleri ile alâkadar olmuşlardır. Batılı güçlerin bölgeye taarruzları askerî, siyasî, kültürel ve diplomatik olmuştur. İngilizler yakın aşiretlerle birebir temas kurmuş bölgeye çok sayıda casusu göndermişlerdir. Bölgedeki kabile liderlerine ileriye yönelik vaatler ve paralar önermişlerdir. Bölge aşiretleri arasında husûmeti körükleyerek büyük paralar harcayarak onlara silah temini dahî sağlamışlardır. Osmanlı Devleti, İngiltere Devleti ve Araplar arasında çıkan anlaşmazlıkların kökeninde stratejik bölgelerin kontrolü ve halifelik makamının siyasi üstünlüğünden dolayı çıkan anlaşmazlık vardır. 1870’lerde İngiltere Asya, Hindistan ve Ortadoğu’daki çıkarlarını Osmanlı Devleti’ni destekleyerek koruma yerine kendisi için önemli olan Osmanlı bölgelerini, doğrudan kontrol altına alarak koruma düşünceleridir. Aynı zamanda İngiltere Arap hilafetini gündeme getirmiş, II. Abdülhamid’in hassas olduğunu bildikleri için, zaman zaman O’na bir şey yaptırtmak istediklerinde el altından Arap hilafeti ile korkutmak istemişlerdir. 49 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılması ile İngiltere’nin ilgisi büsbütün bu bölgeye kaymıştır. Fakat daha öncesinde İngiltere’nin bu bölge ile ilgisi olmuş ve Fransa bu tutum karşısında İngiltere’yi Mısır bölgesinden uzaklaştırmayı düşünerek Napolyon 19 Mayıs 1798 sabahı Toulon Limanı’ndan 600 gemi ile hareket etmiştir. 48 49 Sırma ,a.g.e, s. 90. Azmi Özcan, İngiltere-Arap Hilafeti ve Osmanlı Devleti (1876-1908), İstanbul-1995, s.93. 17 Taşıdığı kırk bin asker ile 1 Temmuz sabahı İskenderiye’ye gelmiştir. Mısır Valisi olan Ebûbekir Paşa, Fransız işgali neticesinde yapacağı pek fazla bir şey yoktu. Mısır, o dönemde resmen Osmanlı toprağı sayılıyordu. Fakat Mısır’da hakim güç Memlûklerdi. Fransızların Mısır’a ayak basmaları neticesinde muhtemel bir saldırıya karşı hazır bekleyen İngiliz donanması, Fransız donanmasını Abahur’da yakmıştır. 50 İngiltere ve Rusya , Fransız işgaline karşı menfaatleri gereği Osmanlı Devleti yanında yer aldılar. Akka’da Osmanlı Nizâm-ı Cedid ordusuna, Bonapart’ın ordusu yenildi. Fransa Mısır’ı boşalttı. Osmanlılar ile Fransa arasında El-Ariş Antlaşması imzalanmıştır (1801). Bu anlaşma ile Mısır tekrar Osmanlı idaresine girmiştir. İngiltere de böylece Fransa’yı doğu ticaret yolları güvenliği hususunda saf dışı bırakmıştır. Kızıldeniz’de stratejik mevki olan Basra-Kuveyt ve Akabe Arabistan Yarımadasının iki tarafında bulundukları gibi, Basra Körfezi ve Kızıldeniz su yollarının en uç noktasındadır. Kuveyt, Irak kıtasının Hint denizine açılan bir koridoru, Akabe de Kızıldeniz’de Şam-Mekke hattının çıkış noktasıdır. Bu bölgelere hakim olacak güçler, Arap Yarımadasını kontrol edebileceği gibi, Suriye ve elCezire’de hakim olan devletlerin de bütün kuvvetlerini denize çıkarmaları bu suretle mümkün olabilirdi. 51 İngiltere Süveyş Kanalı’nın Fransa tarafından açılmasına sıcak bakmamıştır. İngiltere’nin elinde bulunan gemilerin niteliği ve bunların sağlayacağı ticarî imkânlara, Fransa damgasını taşıyacak kanalın açılması ile tehlikeye düşebilirdi. Fransa başarısı ile açılmış bir kanalın Fransa kontrolü ile kullanılması ve İngiltere için rekabette olduğu Fransa açısından bir kazanımdı. 52 50 Akçura, a.g.e., s.67. Danyal Bediz, “ Süveyş Kanalı’nın Önemi”, DTCFD, C. IX, S:3, Ankara-1951, s.330-331. 52 A. Haluk Dursun, “Akabe Meselesi”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul-1994, s.14. 51 18 İngilizler kanal açılmadan önce Mısır’a demiryolu projesi önerisinde bulunmuşlardır. Bu İngiliz projesi, Kahire’yi Süveyş ve İskenderiye’ye bağlayan bir demiryolu hattıdır. İngiliz hükümeti 1844’te, Hindistan ordusunun eski subayı Thomas Warhorn’un fikrinden esinlenerek, Mehmed Ali Paşa’ya projeyi sunmuştur. 53 Mısır Valisi İsmail Paşa borçları sebebiyle kendine ait senetleri satışa çıkartmış, İngiltere bu senetlerin Fransa tarafından alınmasına diplomatik baskı yoluyla engel olmuştur. Bu sırada Fransa ve Almanya arasında ilişkiler gergin olduğu bu dönemde Fransa’nın İngiliz siyasî desteğine ihtiyaç duyması nedeniyle, Fransa kendine teklif edilen senetleri almakta çekimser davranmıştır. 54 İngiltere, Hicaz Demiryolunun bir parçası olan Akabe hattının, ileri de Mısır ve Süveyş Kanalı’nın ehemmiyeti ve dokunulmazlığı noktasında tehlikeli sonuçlar doğurabileceği, aynı zamanda bu nedeniyle Kızıldeniz’deki kuvvet dengelerinin değişip Yemen’deki İngiliz çıkarlarının da zarar görebileceğini düşünüyordu. 55 Süveyş Kanalı’nın açılmasındaki pahalı davetler ağır harcamalar, Hidivlerin şahsî lüks harcamaları, Mısır’ı borç batağına itmiştir. Malî sıkıntı içinden nasıl çıkacağını bilmeyen Hidiv, Süveyş Kanalı’nın sahibi olduğu 177.602 hissesini önce Fransa’ya satmak istemiş, ancak İngilizler bu fırsatı kaçırmadan Raçild Bankası vasıtasıyla İngiliz Konsolosu Fransa’nın verdiği miktarın fazlasına hisseleri satın almıştır. Hidiv’e bir çek vermek suretiyle hisse senetleri yüz milyon franka İngiltere’nin eline geçmiştir. 56 Süveyş Kanalı açılması 57 ve İngiltere’nin kanal senetlerini alması ile Akdeniz’de güç dengeleri değişmiştir. 53 Akdeniz, Atlas Okyanusu ile Hint Gilbert Sinoue, Kavalalı Mehmed Paşa, çev:Ali Cevdet Akkoyunlu, Doğan y.,İstanbul-1999,s.398. Abdurrahman Çaycı, Büyük Sahra’da Türk -Fransız Rekabeti, TTK y., Ankara-1995, s.56. 55 Dursun, a.g.e, s.47-48. 56 İrtem, a.g.e, s.50. 57 Süveyş Kanalı 17 Kasım 1869’da deniz trafiğine açılmış olup, kanal işletim müsaadesi 99 yıllığına verilmiştir. 54 19 Okyanusu’nda sıcak bir denize dönüşmüş, bu da İngiltere’nin Ön Asya politikasını değiştirmesine neden olmuştur. Bu tarihe kadar Malta ve diğer durak niteliğindeki noktaları İngiliz dış politikasında önem kazanırken artık Süveyş Kanalı ve çevresindeki bölgeler İngiltere için daha fazla önem kazanan bölgeler olmuştur. 58 Mısır maliyesini kontrol etmek için oluşturulan Duyûn-ı Umûmîye sandığı Fransız, Avusturyalı, İtalyan ve sonraları da İngiliz , Alman bir de Ruslar idare etmekteydi. Maliyedeki yabancı kontrolü Mısır’da iç huzuru bozmuştur. Mısır’daki İngiliz ve Fransız kontrolü yabancı düşmanlığını arttırmıştır. Bu düşmanlık fikrinin destekçileri Türk ve Çerkez subayları olmuştur. Ancak Albay Arabi Türk ve Çerkez askerlerinin himaye edildiği propagandası ile bir takım siyasi olaylara neden olmuştur. Osmanlı’nın ikna yöntemiyle ve bastırmak amacıyla gönderdiği askerî heyetlere İngiltere ve Fransa karşı çıkmıştır. İngilizler Mısır’daki olayların Osmanlı Devleti tarafından kontrol altına alınmasını istemedikleri gibi Ali Nizami Paşa ve Derviş Paşa heyetlerine de karşı çıkmışlardır. 59 İngiltere 1882 yılında Mısır’ı işgal etmiştir. Osmanlı bu aşamadan sonra Mısır’ın boşaltılması için mücadelelere başlamıştır. İngilizler her ne kadar Mısır’a yerleşme niyetinde olmadıklarını söyleseler de Mısır Hidivi’ni kullanarak işgali durumu idare etmekteydiler. Mısır ordusu ve maliyesi İngiliz denetmenlerce yönetilmeye başlamıştır. Daha önce Fransa ile birlikte yürüttükleri Mısır maliyesine de tedbirler alarak yalnızca Mısır malî müşavirler atanmıştır. İngiltere yönetimi, Mısır meselesinde antlaşmaya razı geldiğinden iki devlet arasında (Osmanlı-İngiltere) 1885 yılında Mısır’ın boşaltılmasını hususunda görüşmeler başladı. İngilizler bu sayede Mısır’ı boşaltarak Osmanlı Devleti ile işbirliği yapmak, böylece diğer Avrupa devletleri baskısından kurtulmak ve Avrupa 58 Dursun, a.g.e, s.14. Süleyman Kızıltoprak, “Mısır’ın İngiltere Tarafından İşgali ve Osmanlı Devleti’nin Diplomasi Mücadelesi (1882-1887)”, Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi , İstanbul-2001, s.295. 59 20 devletlerini bu meseleden uzaklaştırmak ve Mısır’da avantajlı duruma gelmek istiyorlardı. 60 İngiltere’nin Mısır’daki diğer bir politikası da Akabe üzerindeki hakimiyet mücadelesidir. Osmanlı yönetimi, Akabe ve Vech bölgelerinin Hicaz Vilayetine bağlı olduğunu savunmalarına karşılık İngilizler, bu duruma karşı çıkarak söz konusu olan bölgenin Mısır Hidivliği’ne ait olduğunu ileri sürmüşlerdir. Osmanlı Devletine göre İngiltere’nin Akabe Körfezi sahillerinin nereye ait olduğuna müdahale etmesinin esas sebebi, Hindistan yolu üzerindeki Süveyş Kanalı’nın öneminden kaynaklanmaktaydı. 61 1841 yılında Osmanlı-Mısır arasında yapılan savaştan sonra Mısırlıların Hicaz’dan geri çekilmesine rağmen 1890’a kadar Sina Çölü’nde ve sınırın doğu yakasındaki Kızıldeniz taraflarında bulunan Akabe, Nuvaybe ve Vech bölgelerinde kalmaya devam ettikleri görülüyor. Hakim oldukları bölge eski Mısır hac yolunun Sina’dan, Hicaz, Mekke ve Medine’ye gidiş hattıdır. Sultan Abdülhamid Hicaz üzerindeki hakimiyetini çoğaltmak istediğinde, Mısır’ın emniyetini sağlamak için yaptıkları garnizonları geri çekmelerini istemiştir. 1890’daki bu talep 1892’ye kadar yerine getirilmemiştir. Osmanlı Devleti’nin Kızıldeniz’deki hakimiyetini arttırmak için Hicaz Demiryolunun bir parçası olarak, Akabe Körfezine kadar uzanan bir bağlantı kurulması gündeme gelmiştir. Hem ticarî kapasite artacak, hem de askerî ulaşım kolaylaşacak ve böylece stratejik önemi de artacaktı.Bu demiryolu hattı yapıldığı takdirde her sene Hicaz ve Yemen’e asker erzak ve teçhizat sevki için Süveyş Kanalı’na ihtiyaç ortadan kalkacak buraya ödenen binlerce lira hazineye kalacaktı. Süveyş Kanalı Hicaz ve Kızıldeniz sahillerine nüfûz ve hakimiyetini kolayca yayma imkanları ile birlikte bölgeyi denetleme üstünlüğü de sağlıyordu. Osmanlı Devleti’nin Hicaz ve Yemen yaptığı asker ve malzeme sevkıyatı bile Süveyş Kanalı 60 61 Dursun, a.g.e, s.41. Dursun, a.g.e, s.42. 21 vasıtasıyla sağlanıyordu. Bir savaş veya iç karışıklık sırasında İngiltere’nin Süveyş’i kapaması Osmanlı Devleti’nin Hicaz ve Yemenle irtibatının kesilmesi demekti. 62 Sina Yarımadasının güvenliğinin sağlanmasını Mısır ve Süveyş’in güvenliği için vazgeçilmez gören İngilizler bölgedeki sınır anlaşmazlığında ısrarcı olmuşlardır. Almanlar savaş gemisinin demiryolu çalışmalarına olası bir saldırı ihtimali üzerine Akabe Limanı’na gelmesi ile mesele daha da büyümüştür. Daha sonra İngiliz savaş gemilerinin bölgeye gelmesi ve Sultan II. Abdülhamid, Almanlardan beklediği siyasi desteği de göremeyince İngiliz notası üzerine Osmanlı askeri daha önce kontrolü sağladığı Akabe ve Taba’dan çekilmek zorunda kalmıştır. 62 Ufuk Gülsoy, Hicaz Demiryolu, Eren y.,İstanbul-1994, s.47. I. BÖLÜM BASRA’NIN COĞRAFYASI VE STRATEJİK ÖNEMİ 1.1. BASRA’NIN SINIRLARI Basra, Bağdat’ın 420 km. güney doğusunda, Dicle ve Fırat nehirlerinin bitiştiği noktanın 50 km. güneybatısında yer alır 63 . Basra, 637 yılında Hz. Ömer’in emriyle Utbe bin Gazvan tarafından askerî amaçlarla kurulmuştur. Osmanlı Devleti’ne geçişi ise, Kanunî Sultan Süleyman’ın 1534 yılında Tebriz Seferi sırasında Basra Beyi Raşid Magamis’in Osmanlı hakimiyetini kendi rızası ile kabul etmesi ile olmuştur 64 . Osmanlı hakimiyetinde iken güçlenen bazı yerel güçler -özellikle Basra Körfezi ve Irak üzerinde- Osmanlı-İran rekabetinin yoğunlaştığı iki dönemde (15871620 arası ile 1736-1747) devlete karşı ayaklanmışlardır. Osmanlı Devleti Basra Körfezi’nin tamamını kendi mülkü saymakla birlikte, İran’ın bölgedeki fiili mevcûdiyetinden dolayı adeta iki taraf arasında her hangi bir anlaşmaya bağlı olmayan sessiz bir ittifak doğmuştur. Körfezin batı sahilleri Osmanlı’ya doğu sahilleri İran toprağı olarak kabul edilmiştir. Osmanlı Devleti, Körfez’deki bütün adaları kendi toprağı kabul etmekle birlikte, fiili durum anlatılandan öteye gidememiştir. 65 Osmanlı yönetiminde Basra, bazen Bağdat’a bağlanmış, bazen de “Ocaklık” ve “Mülkiyet” şeklinde bir vilâyet olarak teşkilâtlandırılmıştır. Bu dönemde Basra beylerbeyi Bağdat beylerbeyinin kumandası altında seferlere katılmıştır. Basra 63 Abdülhâlik Bakır, “Basra” mad., C.V, İA, TDV y., İstanbul-1992, s.108. Salih Özbaran, Yemenden Basra’ya Sınırdaki Osmanlı, Kitap y., İstanbul-2004, s.148. 65 BOA, MD, Nr.3, Hüküm 367. 64 23 beylerbeyleri Arap kabileleri ile olan mücadeleler yüzünden görevlerinde uzun süre kalamamışlardır. Kanunî dönemine ait beylerbeyliğin ilk teşkilâtını gösteren (1552) tarihli Mufassal Basra vilâyeti tahrir defterlerine göre Basra; Garrâf, Zekiye, Şerez, Sadr, Süveyb, Maharzi, Kapan ve Katif Livaları ile; Şimâl, Cenûb, Aşşar ve Kurna nahiyelerinden meydana geliyordu. 1572 yılındaki Ruûs Defteri’nde ise, Garrâf, Hemmar, Medine, Kurna, Rahmaniye, Zekiye, Fethiye, Sadr-ı Süveyb, Turre-i Cezayir, Zernuk, Ebû Arbe, Maadân, Kinkibad, Vakı, Caruz, Taşköprü, Akçakale, Arca, Maharzi, Şerir ve Remle adlarında yirmi bir sancağı görülmektedir. 66 Kanûnî döneminde gerçekleştirilen Irakeyn Seferleri’yle beraber Irak beş ayrı eyalete bölünmüştür. Eyaletler ve bunlara bağlı sancaklar şunlardır: 1.) Basra Eyaleti: Kabban, Zekiye, Sehloğlu, Sadr-ı Süveyb, Garrâf, Rahmâniye, Ceziretü’l-Mihrizi, Beni Hamid, Şatiha, Surûş, Hammar, Şatt-ı Ebû Garbe, Mâ’den, Tavîl. 2.) Musul Eyaleti: Musul, Bacvanlı, Tikrit, Eski Musul, Horen, Bane. 3.) Şehrizor Eyaleti, Erbil, Kesaf, Acur, Benköle, Şehr-i Bazâr, Berman, Cebel-i Hamrin, Mavran, Hazermend, Baf, Dulcuran, Brend, Merkave, Belkas, Harir Me’â Rodin, Oşni, Bel-u Tarı, Kal’â-i Gazi Keşan, Seyid Burencin. 4.) Bağdat Eyaleti, Hile, Zengiabâd, Cevazir, Ramahiyye, Cengula, Karadağ, Dentenek, Semavat, Beyat, Derne, Debela, Vasıt, Kernet, Demirkapı, Kazaniye, Geylan, Al-Sayıh, İmadiye. 5.) Ahsa Eyaleti: Lahsa,Uyun, Katif, Safva, Bender Garif. 67 Bunlardan Basra eyaleti dört sancağa ayrılmıştır. Bunlar şu şekildedir. 68 1-Basra Merkez; Kuveyt Kazası, Kurna Kazası. 66 Yusuf Halaçoğlu, “Basra” mad., C.V, İA, TDV y., İstanbul-1992, s.112. Halil İbrahim Görür, “II.Abdülhamid Döneminde Irak’la İlgili Layihalar”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kütahya-2009, s.47. 68 Bu konuda geniş bilgi için bak. Cengiz Eroğlu vd., Osmanlı Vilayet Salnamelerinde Basra, Global y., Ankara-2005, s.93-117. 67 24 Basra-Merkez: Fav Nahiyesi, Ebu’l-Hasip, Şattü’l-Arap, Zübeyr, Harise Nahiyesi. Kurna’ya bağlı nahiyeler; Beni Mansur, Medine,Neşve, Dir. 2-Muntefik Sancağı; Hey Kazası, Şatra Kazası, Sûkü’ş-Şüyûh Kazası. 3-Amara Sancağı: Duveric Kazası, Şatra Kazası, Zübeyr Kazası. 4-Necid Sancağı: Katif Kazası, Katar Kazası. Osmanlı idaresi, Basra’da XVIII. yüzyılda müstakil bir eyalet olarak ortaya çıkmıştır. 1702 yılında Basra eyaleti sekiz sancaktan oluşmaktadır. Bunlar: Paşa Sancağı (Basra); Kıyab; Badiye (Mukataa); Sabusne, Gaffât, Mensûr ve Batna; Seremle; Şuş (Mukataa); Gazan, Resle ve Safiye; Ceğar Sancaklarıdır 69 . Bu taksimat XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar sürmektedir. 1884 yılında Basra’da idarî taksimat değişmiştir. Buna göre; Merkez Sancak (Basra) dışında, Amara, Necid ve Muntefik Sancaklarından oluşan bir vilayet haline getirildi. Bu dönemde Basra sancağı, Merkez kaza (Basra) ile birlikte toplam üç kazaya ayrılmaktadır. Bunlar da; Basra, Kurna ve Kuveyt kazaları idi. Basra kazasının merkezi Basra kasabası idi ve bu kazaya bağlı 5 nahiye bulunmaktaydı. Bunların isimleri şunlardır: Fav, Ebu’l-Hasip, Şattü’l-Arab, Zübeyr ve Harise’dir. 70 Basra, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Süveyş kanalının açılması, Körfez ticaretinin yeni şartlar altında gelişmesi ve özellikle Midhat Paşa’nın Bağdat valiliği döneminde devlet nüfûzunun kuvvetlenmesi ile yeniden gelişme imkânı bulmuştur. Vilayet 1. Halep 2. Bağdad 3. Basra 4. Beyrût 5. Suriye (Şam) 6. Musul 69 70 Eroğlu, a.g.e., s.13. Eroğlu, a.g.e., s.14. Sancak 3 3 4 4 3 3 Kaza 22 12 23 23 17 17 Nahiye 24 14 15 15 8 29 Nüfusu 994.604 850.000 200.000 400.000 604.170 300.280 25 Tablo 1: 1895 Yılı İtibariyle Vilayet ve Sancakların İdarî Taksimatları 71 1. Basra 2. Bağdat 3. Musul 4. Halep 5. Suriye 6. Beyrût Vilayet Sancak Kaza 1. Basra 2. Müntefik 3. Necid 4. Amarâ 1. Bağdat 2. Divâniye 3. Kerbelâ 1. Musul 2. Kerkük 3.Süleymaniye 1. Halep 2. Urfa 3. Maraş 1. Şam-ı Şerif 2. Kerek 3. Hama 4. Havran 3 3 2 1 11 3 3 5 5 4 13 4 4 9 3 3 6 8 16 4 6 17 13 4 9 13 6 32 12 28 10 6 12 7 1. Beyrût 2. Akka 3. Trablus 4. Lazkiye 5. Nablus 3 3 3 3 2 8 4 6 17 7 Nahiye Köy (Sayısı) 121 6 69 14 1147 1163 1084 2022 1319 459 400 35 317 381 adettir* 353 256 672 1440 238 adettir* Tablo 2: 1908 Yılı İtibariyle Salnâmelerdeki Bilgilere Göre Irak ve Suriye’deki İdarî Konum 72 Basra Sancağı’na bağlı bir kaza ve Osmanlı – İngiliz ilişkilerinde de kilit noktalardan bir yer olan Kuveyt, Şattü’l-Arap deltasının güneyinde derin bir körfezin çevresinde XVII. yüzyılda kurulmuştur. Kuveyt Haliç’i denilen bu körfez doğu-batı doğrultusunda uzunluğu 80, kuzey-güney doğrultusunda genişliği 20 kilometreyi bulan büyük bir girinti meydana getirmiştir. Haliç’in karşısında ve orta 71 Remzi Kılıç, “Irak ve Suriye’nin Tarihî Coğrafyası ve XIX. Yüzyıl Sonu İtibariyle İdarî Konumu”, Türk Kültürü, C:XXXVIII, S:441(2000), s.19. 72 Kılıç, a.g.m., s.20. 26 yerde birincisi daha büyük olan Feyleke ve Mesken Adaları bulunur. Dolaylısıyla Kuveyt’e üç ayrı kanaldan girilebilmektedir 73 . El-Mıntıkatü’ş-Şarkıyye idarî bölgesi de denilen ve doğuda Basra Körfezi’ne, kuzeyde Kuveyt civarında Katif’e, batıda Devmad, Kariye ve Şa’b dağlarına, güneyde Katar Yarımadası’na kadar uzanan ve yaklaşık 180 kilometrekarelik bir araziyi kaplayan Vahalar Bölgesi olan Basra’nın başka bir kazası da Lahsa’dır. 74 Sadece Türkçe kaynaklarda Lahsa, diğer kaynaklarda ise, Ahsa olarak bu bölge isimlendirilmiştir. Basra’nın diğer stratejik bölgelerinden birisi de Necid Sancağı’dır. Hicaz ile Irak arasında kalan bölgeye Necid dendiği gibi, XIX. yüzyıldan itibaren bir siyasî coğrafya olarak kuzeyden Cebelişemmer (Beriyyetüşşam) ve Nüfûd Çölü, batıdan Hicaz, güneyden Rub’ulhâlî Çölü, doğudan Dehnâ Çölü ve Ahsa’nın arasında kalan bölge olarak da tanımlanır. Burası Necid Sancağı’nın da sınırlarıdır 75 . Katar, güneyden Suûdi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin çevirdiği, Basra Körfezi’nin güneybatısında, Arap Yarımadası’nın kuzeydoğu sahilinde Bahreyn ve Bahrü’l-Benat Körfezleri arasında kuzeye doğru uzanan yarımada üzerinde kurulmuş Basra’nın önemli kazalarından biri idi. 76 Katif Kazası, Basra Körfezi’nin kıyısında bulunan Basra’nın önemli bir yerleşim merkezidir 77 . Bahreyn Kazası ise, adını en büyük adası olan Bahreyn Adası’ndan almaktadır. Suudi Arabistan’ın doğu kıyılarına 24, Katar’ın batı kıyısına 28 km. uzaklıktadır. Diğer önemli adaları ise, Ümmüna’san, Muharrak, Cide, Ümmüsabban, Nebî Salih, Sâye, Hasife’dir 78 . 73 Sırrı Erinç, “Küveyt” mad., C..XXVII, İA, TDV y., Ankara-2003, s.35. Mustafa L. Bilge, “Lahsa” mad., C.XXVII, İA, TDV y., Ankara-2003, s.59. 75 Zekeriya Kurşun, “Necid” mad.,C.XXXII, İA, TDV y., İstanbul-2006, s.491. 76 Zekeriya Kurşun, “Katar” mad., C.XXV, İA, TDV y., Ankara-2002, s.29. 77 Mustafa L. Bilge, “Katif” mad., C.XXV, İA, TDV y., Ankara-2002, s.44. 78 Mustafa L. Bilge, “Bahreyn” mad., C.IV, İA, TDV y., İstanbul-1991, s.492. 74 27 Basra bölgesinin iklimine gelince, Basra (merkez) ve çevresi kışları soğuk, yaz aylarında ise şehirde kavurucu bir sıcaklık vardır. Sıcaklıklar ancak kuzey rüzgarları ile serinler, güney rüzgarları ise yakıcıdır. Kuveyt bölgesi ise sıcak ve kurak bir çöl ikliminin etkisindedir. Yaz ve ilkbahar kuraklığın en şiddetli görüldüğü mevsimlerdir. Kışlar ılık geçer, ülkede devamlı su sağlayan kaynaklar ve sürekli akan akarsular yoktur. Bu sebeple su ihtiyacı araştırma yaptığımız dönemde dikkate alındığında hafifçe tuzlu su bulunan kuyulardan elde ediliyordu 79 . Lahsa’nın coğrafyasını ise, yeraltında oluşan su birikintilerinin oluşturduğu vahalar kaplar, genellikle düz ve çöl bir bölgedir 80 . Necid bölgesinde çöl iklimi hakimdir. Üç taraftan çöllerle çevrili bu büyük alan içinde volkanik lav akıntıları bulunan sıradağlardan oluşur. Cebelişemmer’den güneye Vadi’d-devasir Sir’e doğru tedrici olarak alçalan geniş bölge Aliyetü’n-necd ,Tuveyk ve Arme dağlarını içine alan kısım da Sâfiletü’n-necd adıyla anılır. Necid bölgesinin kuzey doğu bölgesinde yalnız ilkbaharda yeşillenen geniş vadiler bulunur. 81 Katar ise, genelde çöl ikliminin hüküm sürdüğü alçak kumlu tepelerden oluşan bir arazi yapısına sahiptir. 82 Bahreyn Adaları’nın yer yapısını, eski deniz depolarının sonradan yükselmesiyle meydana gelen kalkerli bir taban ve bunun üstünü örten kumlu birikintiler oluşturur. Kumlarla kaplı geniş düzlükler arasında yer yer kayalıklara da rastlanır. Adaların iç suları çok sığ olduğundan bazı yerler doldurarak arazi elde edilmiş bu şekilde Bahreyn ve Muharrak adaları arasında da bir yol bağlantısı kurulmuştur. Adaların iklimi sıcak ve rutubetli olup yoğun buharlaşma sebebi ile hava nispeten nemlidir. Yaz aylarında kavurucu sıcaklık kış aylarında yerini yumuşak bir iklime bırakır. Yeraltı sularının zenginliği ve kuyuların bolluğu sayesinde yeşil bir bitki örtüsü meydana getirmiştir. Tatlı su, denizden fazla uzak olmayan noktalarda artezyen kuyularından fışkırır. 83 79 Erinç, a.g.mad., s.35-36. Mustafa L. Bilge, “Lahsa” mad., s.59. 81 Kurşun, “Necid” mad., s.491. 82 Kurşun, “Katar” mad., s.29 83 Mustafa L. Bilge, “Bahreyn”, s.492. 80 28 Basra’nın stratejik önemi, Basra Körfezi’nden ileri gelmektedir Buranın denize açılan kapı olması her dönemde stratejik olarak değerinin artmasına neden olmuştur. Körfezin önemi Süveyş Kanalının açılması ile de daha fazla artmıştır. Örneğin Bâb-ı Âlî, 1871’de Yemen vilayetine gönderdiği bir yazıda, Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla Bahriye Nezareti’nin Basra Körfezi ve Kızıl Deniz’e daha kolay ulaşabileceği ayrıca Basra Tersanesi’nin ıslahı ve Kızıl Deniz’de liman ve üslerin kurulmasıyla devletin Arap Yarımadası sahillerinde gücünü göstereceği belirtiliyordu. Böylece bölgedeki Arap şeyhlerinin devlete bağlılığı pekişecekti. 84 1871’den 1892’lere kadar Osmanlı Devleti’nin Basra’da uyguladığı politika bir tarafdan bölgede söz sahibi İngilizler ile fazla problem yaratmamak; İngiliz nüfûz alanlarının genişlemesini önlemek olarak özetlenebilir. Örneğin Ağustos 1892 ortalarında İngiliz Konsolosu, Basra vilayetine gelerek, Casim b. Sani ve Nasır elMübarek’in ittifak yaparak Bahreyn’e hücum etme isteğinde olduğundan söz etmiştir. İngiltere’nin buna razı olmadığı yönündeki düşüncesini ve resmi notasını vermiştir. Konu hakkında Basra valiliğinden bilgi alınmış, deniz saldırılarının önlenmesi konusunda Necid sahillerindeki vapur kaptanları, Bahriye Kumandanlığı ve Necid Mutasarrıflığı’na talimatlar verildiğini belirttikten sonra ilgili şeyhleri de uyardığını ifade etmiştir. Konu II. Abdülhamid’e de bildirilmiş, o da, bölgede uzun zamandan beri devam etmekte olan benzeri karışıklıklara karşı derhal ciddi tedbirlerin alınarak konuya özen gösterilmesi emrini vermiştir. Buda o sırada takip edilen hassas siyaseti göstermektedir. 85 Osmanlı ile İngiltere arasında “Zubara” adlı bölgede çekişme konusu olan alanlardandır. 1890’lardan itibaren Zubara konusunda yapılmış olan yazışmalarda İngiltere sürekli Osmanlı Devleti’nin bölge üzerindeki hakimiyetini inkâr etmiş ancak bölgeye kimin hükmettiğine dair bir ifade kullanılmamıştır. Başka bir ifade ile Zubara’ya ne kendilerinin ne de himayelerindeki Bahreyn’in hükmettiğini söylemişlerdir. Buna karşılık Zubara ilgilerinin, Bahreyn’i tehdit edeceği yönündeki endişeden kaynaklanmaktadır. 84 85 BOA, İMM 1661, LEF 5. BOA, İ.HUS, 1310 M/168. 29 1.2. BASRA’NIN TİCARÎ BAKIMDAN ÖNEMİ Osmanlı Devleti’nin Irak fethinden sonra, Basra’nın idarî, iktisadî ve sosyal hayatını tanzim etmek için bütün arazi tahrire tutulmuş, çeşitli oranlarda vergiler tespit edilmiştir. Ancak Basra’nın arazileri yerli halka terk olunmuştur. Buna karşılık, salyane olarak hükümete % 10 vergi ödemişlerdir. Bununla beraber arazi sahibi ölürse ve varisi yoksa devlet araziyi askerî sınıfına veya yüksek makamlı memurlara verirdi. Karşılığında divan, “öşür” diye bilinen vergi alırdı. Ancak Basra eyaleti zaman zaman iltizam suretiyle de beylerbeyine tevcih olunmuştur. Malî işleri de baş muhasebe kalemi tarafından denetlenirdi. Basra eyaletinin geliri bir milyon akçeye kadar ulaşabilirdi. 86 Osmanlı güney sınırında yer alan Mısır, Habeş, Yemen, Basra ve Lahza gibi Arap topraklarındaki iltizam uygulaması ise bu bölgelerin fetihleri ile eş zamanlıdır. Basra eyaletinin Osmanlı’ya katılmasından 5 yıl sonra yapılan tahrire göre (15511552 tahrire) Basra ve Katif’te klâsik timar sistemi yerine iltizam sistemi uygulamaktadır ve bu sistemle en başta buradaki yönetici ve askerîlerin maaşlarının ödenmesi amaçlanmıştır. 87 Osmanlı Devleti’nin Basra’da uyguladığı iltizam sistemi hakkında Salih Özbaran şunları ifade ediyor: “…askeri hizmetleri içün kendisine tımar verilen tımar sipahi ayni olarak vergiyi toplar, savaşta hazır cebelü bulundururdu. Oysa salyaneli eyaletlerde gelir kaynakları gelir kaynakları sipahilere tımar olarak dağıtılmamıştır. Buradaki beylerbeyleri topladıkları gelirlerden eyaletleri için gerekli askeri, idari ve sosyal harcamaları yaptıktan sonra irsaliye denen belirli bir ortağı merkeze göndermekle yükümlüydü”. 88 86 Nilüfer Bayatlı, “XVI. Yüzyılda Basra Eyaleti’nin Osmanlı Devleti İçin Önemi”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S:114 (Nisan 2003), s.92. 87 Özbaran, a.g.e., s.182-187. 88 Özbaran, a.g.e., s.191. 30 Basra’nın önemi, nehir nakliyatından deniz nakliyatına geçiş noktasında yer almış bulunmaktadır. Basra Limanı’nın ihracatı arasında hurma başta gelir. Basra Limanı’nın ihracatı arasında hurma başta gelir ve ayrıca buradan, huhubat, yün, keçi kılı, deri, susam ihraç olunur; buna mukabil, Hindistan’dan ve daha seyrek olarak Avrupa’dan gelen vapurla, memleketin muhtaç olduğu mamûl eşyayı Basra’ya çıkarmışlardır. Kara nakliyatı İngilizlerin yapmış olduğu demiryollu sayesinde gelişmiştir. 89 Basra ve civarında Cezayir, Hüveyza ve İran, Dızfül, Şüşter Hint mallarının dağıtımında merkez rolü oynamakta idiler. Basra’dan Hürmüz’e at ihracı yaygındır. 90 Basra Limanı, körfezdeki med ve cezir hareketlerinden faydalanmıştır. Şattü’l-Arap’ın genişliği burada 500 m.yi bulmakla birlikte; tesirini yalnızca Şattü’lArap’ta değil, Fırat ve Dicle’de de hissettiren med hareketlerinin faydası yalnız gemilerin sahile yanaşmasında değil, aynı zamanda 24 saatte 2 defa suların seviyesi yükseldiği için nehrin iki kıyısında uzanan hurmalıklar da bu sayede kendiliğinden sulanabilmektedir. 91 Dicle, Fırat ve bu iki nehrin birleşmesiyle oluşan Şattü’l-Arap ile İran tarafındaki Karın Nehirleri ticaret de çok önemli bir konuma sahipti. Çünkü bu nehirler gemilerin işlemesine elverişli idi. Şattü’l-Arap Nehri, Basra’nın körfezle ve denizaşırı uzak bölgelerle olan ticaretini sağlamaktaydı. Asrın sonlarına doğru bölgede kendini iyice hissettirmeye başlayan İngiltere’nin Şattü’l-Arap’ta vapur işletme imtiyazını alması, bu bölgede ticarî trafiği sıklaştırmıştır. İran, Almanya ve Rusya’da bu nehirde gemi işletme imtiyazını alınca bölgede çok sayıda yabancı acente kurulmuştur. Ticarî trafiğin bu şekilde yoğunlaşması üzerine, İngiliz girişimi ile seyr ü sefain şartlarını ıslah için bir komisyon oluşturulmasına ilişkin mukavelename hazırlanmıştır, ancak I. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine 89 Besim Darkot – M. Tayyib Gökbilgin, “Basra”mad. , C.II, İA, MEB y., İstanbul-1961, s.327. Bayatlı, a.g.m.,s.100 91 Darkot-Gökbilgin, a.g.mad. ,s.327. 90 31 onaylanmamıştır. İngilizler XX. yüzyıl başlarında Karın Nehri’nde gemi işletme imtiyazını İranlılardan almayı başarmıştır 92 . Basra’nın önemli kazalarının ticarî önemlerine gelince; Kuveyt ve Kuveyt Körfezi’nin önemi Osmanlı Devleti’nin büyük ticarî merkezleriyle Hindistan arasında yapılan ticaretin XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tonajları giderek artan gemilerin girişlerine uygun olmayan Basra nehir limanından Kuveyt’e yönelmesi sonucu artmıştır. Zamanla Kuveyt bütün kuzeydoğu Arabistan’a hizmet eden en büyük liman ve antrepo durumuna gelerek ekonomik, stratejik ve dolayısıyla politik önem kazanmıştır 93 . Ayrıca Kuveyt, Bağdat demiryollarının güneyde bitiş noktası olarak da düşünülmüştür. II. Abdülhamid döneminde düşünülen ve Almanya’nın da desteklediği bu düşünce maalesef Abdülhamid döneminde hayata geçirilememiştir. 1907 yılında Sadaret’e ulaşan aşağıda vereceğimiz rapor niteliğindeki belgeden İngiltere’nin niyetleri ve niçin projeye engel olduğunu anlayabiliriz. Bu konuda İngiliz Şarkiyatçı Archibald Dunn şunları söylüyor: “…Önerilen Bağdat Demiryolu’nun uç noktasının Basra Körfezi’ndeki bir liman olacağı hususunu da unutmamak gerek, ancak liman liman ya, hangi liman ? Almanya hükümeti bu limanın Küveyt olması dileğini izhar etmişlerdir. Ne var ki, Küveyt İngiliz himayesindedir ve Abdülhamid’in kendi toprağı üzerindeki her türlü talebini geri çevirmekte olup hiçbir imtiyaz tanımamaktadır. Dolayısıyla Padişah’ın yada Kayser’in Küveyt toprağı üzerindeki her türlü niyetine karşı direnme hakkımız bakidir. …Almanya’nın Basra Körfezi üzerindeki söz konusu konumunu sağlamlaştırma girişimi korkmamız gereken en ciddi tehlikedir.” 94 92 Davut Hut, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Basra Gümrüğü”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S:3 (2000), s.128. 93 Cevdet Küçük, “Küveyt” mad.,C.XXVII, İA, TDV y., Ankara-2003, s.35. 94 Archibald Dunn, “Basra Körfezi’ndeki İngiliz Çıkarları”, Çev: Zekeriya Kurşun, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S:3,2000, s.301-302. 32 Yine Dunn’un raporundan bir kesiti daha sunalım: “…Lord Curzon ‘Her hangi bir yabancının Basra Körfezi’nde bir yer edinmesine razı gelecek her hangi bir İngiliz temsilcisini vatanına ihanet suçuyla suçlamaktan çekinmem. …Captain Mahon ‘ister resmi bir düzenleme sonucu olsun, ister halen siyasi ve askeri kontrolün ardında yatan yerel ticari çıkarların ihtimali yüzünden olsun, Basra Körfezine tanınacak imtiyazlar Büyük Biritanya’nın, Uzakdoğu’daki, denizlerdeki egemenliğini, Hindistan’daki siyasi konumunu ve her iki yerdeki ticari çıkarlarını ve Avrasya ile olan imparatorluk bağlarını tehlikeye düşürecektir.” 95 demektedir. Necid bölgesinde ise, çöllerin büyük yer kaplamasından dolayı çoğunlukla devecilik ve koyunculukla uğraşan bir ticarî yapısı vardır. Hayvancılığa dayalı ekonomileri görülmektedir. Ancak çöllerle çevrili vaha ve vadilerde yaşayıp, ziraatla uğraşan ve yerleşik bir nüfusa da sahiptir 96 . Katar kazası da geçimini çoğunlukla hayvancılıkla sağlamaktadır. Balıkçılık, inci avcılığı, küçükbaş hayvancılığın yanında yapılan diğer ekonomik etkinlikleridir 97 . Katar hakkında arşivimizde bu bilgiyi doğrulacaktır: “Umman ve Bahreyn arasında bulunup siyasi ve bölgesel açıdan önem taşıyan Katar arazisi taşlık olup, su bulunmaması dolayısıyla, ahalisi altı yüzü aşan yelkenli gemi ile sedef ve inci avıyla uğraşmakta ve toplam nüfuzu 15.000 civarında bulunmaktadır.” 98 Lahsa’nın ekonomisi de geniş ölçüde tarıma ve ziraata dayanmaktadır. Osmanlı Devleti önceleri, bölgeye vergileri düzenlemek ve toprağı geliştirmek için timar ve iltizam karışımı bir uygulama getirmiş, 1580’lerden sonra yalnız iltizam 95 Dunn, a.g.m.,s.302. Kurşun, “Necid” mad., s.491-492. 97 Kurşun, “Katar” mad., s.29. 98 BOA, Y.A. Res., 94,10. 96 33 sistemine geçerek bunu yaklaşık üç asır devam ettirmiştir. Lahsa Sancağı’nın Osmanlı hazinesine hiçbir zaman faydası olmamış, aksine özellikle son yıllarda devamlı şekilde devletten yardım görmüştür. Mutasarrıfların başlıca görevi Bâb-ı Âli’den gelen emirler çerçevesinde bütçeyi gelir-gider durumuna göre denkleştirmekti. Uzak köylerden zekat ve öşür tahsili çok zordu 99 . Dolayısıyla, kazaların ve genel olarak Basra’nın ekonomisini tarım ve hayvancılık meydana getiriyordu diyebiliriz. Basra’nın ticarî yolları üzerinde de durmak gerekir. Özellikle limanların önemi Hindistan ile Avrupa arasındaki merkez olma ve transit özelliği göstermesi bakımından değer taşımaktadır. Doğudan gelen mallar Basra’ya geliyor, buradan kervanlar ve daha öteden Kızıldeniz’den gemilerle Akdeniz’e taşınıyor, oradan Anadolu ve Avrupa içlerine ulaşıyordu. Basra Körfezi’nde limanlarla denizyolu ile yapılan ticarette limanların tamamı körfezin kuzeyinden, güneyindeki Hürmüz Boğazı’na kadar olan coğrafyada bulunmaktadır. Limanların önemli bir kısmı İran kıyılarında (Harc, Çark, Kays, Keşim Adaları, Bender-i Rih, Bender-i Cassim, Bender-i Abbas, Taherî, Keç, Maşûr, Lince, Ebu’ş-Şehr, Kinikun, Deylem Limanları) yer almaktadır. Kuveyt, Katif, Bender-i Havs, Şarca, Re’sûl-hayme gibi limanlar Basra Körfezi’nin batısı ve Arabistan Yarımadası kıyılarında yer almaktadır. Bahreyn ise körfezin en büyük adası durumundadır. Bahreyn özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında yoğun bir hakimiyet mücadelesine sebep olmuştur 100 . Basra Sancağı’na bağlı bir kaza olan Kuveyt Emirliği ise, 1914’te İngiliz himayesine girecektir. Basra Körfezi’nin bütün limanlarının 1907 yılında ihracatı da şu şekilde özetlenebilir 101 : 99 Bilge, “Lahsa” mad., s.60. Hut, a.g.m., s.123. 101 Dunn, a.g.m., s.304. 100 34 İhracat Toplam İhracat (sterlin ) Birleşik Krallık 163,716 Hindistan 745, 142 Almanya 14,747 İthalat Birleşik Krallık Toplam İthalat (sterlin ) 788,114 Hindistan 1,034,821 Almanya 23,078 Bahreyn’den Basra’ya külliyetli miktarda şahî kumaş ve karışık emtia geldiği görülmektedir. Eylül-Ekim ve Kasım aylarında yoğunlaşan ve ithalata bakılırsa Bahreyn’in özellikle İran ve Hindistan’dan gelen kumaşın dağıtım noktalarından biri olduğu ortaya çıkmaktadır. Basra’dan Bahreyn’e ise önemli miktarda hurma ihraç edilmiştir. Körfez haricinde deniz yoluyla yapılan ticarette ise; Umman, Maskat, Sur, Yemen, Cidde, Numan, Bombay ve Hindistan ve Amerika olmak üzere toplam dokuz nokta ile ticarî mübadele gerçekleşmiştir. Umman’ın önemli iskeleleri olan Maskat ve Sur limanları bugün Umman Sultanlığı içinde; Yemen, Cidde, Numan limanları Arabistan Yarımadası limanlarında, diğerleri ise tamamen farklı coğrafyalarda yer almaktadır. Basra’nın Umman ile olan ticareti daha çok Maskat ve Sur Limanları vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir. Bu limanlar, “Hindistan Yolu” üzerinde bulunması ve ticarî öneminden dolayı, İngiltere tarafından, Basra Körfezi ile olan ticaretinde bir üst olarak kullanılmıştır. Maskat ve Umman Sultanlığı 1892’de İngiliz himayesine girmiştir 102 . Basra’da yetiştirilen ürünler, yerel tüketim ve ihracat oranlarını ise tablolar halinde şu şekilde özetleyebiliriz 103 : 102 103 Hut, a.g.m., s.131. Eroğlu, a.g.e., s.140. 35 Basra’da Yetişen Hurma Çeşitleri 1. Halavi 2. Sayir 3. Hadravi 4. Öse Ümran 5. Berhi 6. Beryem 7. Süveydan 8. Avit 9. Fersi 10. Eşresi 11. Cevzi 12. Mektum 13. Hesabi 14. Petres 15. Zehdi 16. Kantar 17. Tayyibü’l-isim 18. Şeker 19. Umu’d-dihin 20. Vekü’l-cuma 21. Binti’l-seb 22. Aşkar 23. Asabiu’l-acuz 24. Benati 25. Leylevi 26. Hedl. Bir bölgenin iklimi nasıl yetiştirilen ürünleri etkilediyse, coğrafyası da ticaretin seyrini ve şeklini etkilemektedir. Dolayısıyla genel itibariyle karasal iklim özellikleri görülen ve çöl ikliminin de belirgin olarak görüldüğü Basra’da ticaret kıyılara taşınmıştır. Basra’da XIX. yüzyılın sonlarında kıyılarda yerli nüfus yalnızca 3-4 bin iken Arap ve Avrupalı tacirlerle birlikte bu sayı çoğu zaman yirmi beş binlere kadar yükselmekteydi. İran, Hindistan ve Çin ile Kuveyt Limanı arasında gidip gelen 2000’den fazla yelkenli gemi vardı. Ayrıca Müntefik Sancağı’nın merkez kazası olan Nasıriyye ve aynı sancağa bağlı Sûkü’ş-Şüyûh, her kazaları ile Necid Sancağı’na bağlı Katar kazası da yabancı tacirlerin yerleşim alanıydı. Basra’da tezimizi sınırlandırdığımız dönemdeki ticarî faaliyet olarak kıyılarda, en çok inci avcılığının dikkati çektiği görülüyor. Bu konuda Zekeriya Kurşun, Basra vilayeti salnamelerine dayanarak inci avcılığını şu şekilde tanıtıyor: “İnci Av mahalleri Basra Körfezinin batısındaki Bahreyn, Katıf, Katar ve Uman karasularıdır. İnci avcılarının bu sularda kullandıkları binlerce gemi, birinci derecede Bahreyn Adası ikinci Uman ve Katar üçüncüsü Katar de Katıf ve ondan sonrada Küveyt gemileridir. Bu gemiler bir sene Nisan ortasından Eylül sonuna kadar, her birinin büyüklüğü ve kapasitesine göre otuz ila yüz kişi arasında değişen avcıları alarak av yerlerine giderler. Avcıların üçte biri av için denizin dibine dalmaktadır. Dalgıçların hemen tamamı değişik aşiretlerden ve sahillerde yaşayan 36 halktandır. Bu dalgıçların bir yıllık ihtiyaçlarına yetecek yiyecek vs. kendilerine ve o bölgelerde bulunan bazı mücehhezler tarafından verilerek hayatlarını sürdürmektedirler. Av mevsimi sonunda her geminin çıkardığı incinin değerine kıymet biçilerek, bundan geminin çalışanlarına sponsor tarafından verilen yiyecek masrafları çıkarılır. Arta kalan kısımda bölgede bilinen dalgıçlık geleneklerine uygun olarak gemi sahipleri, dalgıçlar ve diğer çalışanlar arasında herkesin hakkına göre taksim edilir. ancak gemileri o yıl elde ettiği ürün bazen masraflara yeterli olmayabilir. Bu durumda dalgıçlar ve diğer çalışanlar kendilerine harcama yapanlara olan borçlarını ertesi yılın ürünlerinden alacakları paydan ödemek üzere yılın geri kalanı için de yiyecek talep ederler …av sponsorları ve tüccarlar , av mevsiminde dalgıçlardan satın aldıkları incileri Hindistan’a ve diğer ülkelere ticaret maksadıyla sevk etmektedirler.” 104 Osmanlı Devleti yine bu dönemde Fırat ve Dicle nehirlerinin çevresindeki bölgelere kanallar yaptırarak ziraatı geliştirme düşüncesidir. Gerçi bu proje Almanlara demiryolu imtiyaz antlaşmalarında verilmiştir. Ancak İngilizlerin bu bölgede tekellerinin kırılması bölgede iki devletin diplomatik olarak karşı karşıya gelmesine neden olmuştur. Eğer bu proje hayata geçirilmiş olsa idi Mezopotamya toprakları tekrar ekilecekti. İngilizlerin bu konuda araştırmaları olduğu gibi İngiliz düşüncesine ışık tutması açısından aşağıda verilen bilgide dikkat çekmektedir. “ …1903’te Kahire’de yayınlanan Sir William Willcooks’un güzel raporunda bu işlerin yaklaşık 8.000.000 Sterlin’e mal olacağı ve onlar tarafından sulanacak topraklardan elde edilecek net gelirin bakım masrafları düşüldükten sonra yılda 2.000.000 alacağı, yani yatırılan sermayenin %25’ini oluşturacağı söylenmektedir. Öte yandan toprağın Mısır’da sulanan toprakların aynısı olduğu ve 0,404 hektarının piyasa fiyatının 60 Sterlin olduğu da belirtilmektedir. Toprağın ekiminde karşılaşılacak başlıca güçlüğün emek sağlamak olacağı bellidir. Ancak buna çare yok değil. Tabi ülkenin kalkınması İngiltere’nin teşebbüsüne bırakılacak olursa.Çünkü Hindistan’dan dilediğimiz kadar hamal ve reçber ya da Mısır’dan 104 Zekeriya Kurşun, Basra Körfezi’nde Osmanlı-İngiliz Çekişmesi –Katar’da Osmanlılar-, TTK y., Ankara-2004, s.17. 37 fellah getirebiliriz. Bunların çoğu sonunda geldikleri yerin yerlisi olacaklardır. Almanlar, her zaman ki akıllarıyla, bu bölgenin gelecekteki değerini dikkatle incelemişler ve ölçmüşlerdir.” 105 Basra bölgesinde ziraî ve hayvanî ürünlerin yanında köle ticareti de yapılmaktaydı. Basra’nın Bağdat’a bağlı olduğu dönemde gelir getiren bir kaynak olmasına rağmen Basra’nın vilayet olduğu dönemlerde zenci ticareti yasaklanmıştı. Ancak elimize geçen belgelerden kaçakta olsa bu ticaretin yapıldığını anlıyoruz. Aşağıda bunu doğrulayan belge fi 22 C 73 tarihlidir. Belge sadece Basra’yı değil köle ticaretinin nerelere ve hangi yollarla ulaştığını da bize haber vermektedir. Belge şu şekildedir: Mısır, Trablus ve Bağdat taraflarından Akdeniz kıyılarına gelen zenci kölelerin hepsinin köleliğin kaldırılmasından dolayı, kıyıdan içeriye salıverilmemesi, köle tacirlerinin köleleri azat etmesi ve azat olan kölelerin belirlenen bölgelere iaşeleri temin edilerek yerleştirilmesi ( altı haftada) müddetin bitiminde gelişen hadiselerin merkeze yazılı bildirilmesinin ve burada bulunan memurlara bildirilmesine … …Basra Körfezi için belirlenen tarihten itibaren üç ay zaman tayin edilmiştir. Basra Körfezi’ne gelen esir tacirlerine durum bildirilerek esirlerin salınmasına ve bunların Bahreyen’e gönderilmesine, gitmeyenlerin iaşelerinin karşılanmasına, bu işleri yapanların tutuklanmasına ve gerekli açıklamanın merkeze bildirilmesine, altı hafta zaman dilimi bitiminde hala bu işle uğraşanların İstanbul’a gönderilmesine .. 106 Belge Hariciye Nezareti ile Basra Tersanesi arasında yazılmış olup iki belge halindedir. İkinci belge fi gurre Recep 73 tarihini taşımaktadır. Belge Akdeniz ve Basra Körfezi arasında meydana gelen zenci ticaretini önlemek ve altı hafta içinde suçluların uyarılması , esirlerin salınması, bu süre bitince de hala bu işle uğraşanların tutuklanıp İstanbul’a gönderilmesi ile ilgilidir. Belgenin ikinci 105 106 Dunn, a.g.m, s.310-311. BOA, HRC. SYS 96/21 : 1907. 6.9. 38 bölümünde ise Basra Tersanesi’ne zenci ticaretiyle ilgili konu özetlenmiş ve tersanede bulunan Binbaşı Ahmed Beye talimatlar veriliyor. Buna göre, altı hafta boyunca tüccarlar uyarılacak, zenciler serbest bırakılacak, iaşeleri sağlanacak, müddet bitiminde hala bu işle uğraşanlar tutuklanıp der-saadete gönderilecek ve sürekli Basra Körfezi’nde devriyeler gezecektir. Basra körfezi’nde ayrıca deniz korsanlarının ticarî gemilere saldırarak ticarete zarar vermesi sebebiylede Osmanlı Devleti önlem almak zorunda kalmıştır. Bu konuda aşağıda sunacağım belge de bu bilgiyi doğrulamaktadır. Belge şu şekilde özetlenebilir: Basra Körfezi’nde kain Katif sevahilinde deniz hırsızlarının geçişinden dolayı emniyet kaçması bahisle bunların def-i mazarratları hakkında memurların canibinden tedbir alınmasına teşebbüs edilmesi, İngiliz hükümetinden yazı ile bildirilmiş olduğundan, dıştan birinin karışmasına meydan verilmemek için, adı geçen sahilde emniyet-i matlubenin emniyetinin sağlanması için istihmâl ve neticesinin yazı ile bildirilmesine tezkere-i senaveri… 107 Belgeden de anlaşılacağı üzere Basra Körfezi’ndeki deniz hırsızlarının emniyeti yok edip, Katif sahillerinde emniyet kalmadığından ve buradan geçişler engellendiğinden durum İngiltere tarafından Hariciye Nezaretine bildirilmiş, konu hakkında emniyetin sağlanması buraya dışardan müdahale olmaması için gerekli olan tezkerenin çıkması ve Basra’da bulunan Bahriye Kumandanına durum bildirilmiş, orada bulunan Bursa Korveti kumandanına altıncı ordu müşirinin emriyle görevlendirilmesi hakkındaki 3 Teşrin-evvel 04/ 18 Şevval 1295 tarihli belgedir. II.Abdülhamid’e ait Basra Vilayetindeki emlâka dair her türlü muamele 1303 (1887-1888) tarihine kadar Bağdat’ta bulunan Emlâk-ı Hümayun İdaresi’nce gerçekleştirilmiştir. Ancak, zamanla gerek Bağdat gerekse Basra’da padişah 107 BOA, HRC. SYS. 82/33. 39 şahsında toplanan mülklerin giderek artması bunların işletilmesini güçleştirdiğinden, Basra’da ayrı bir idare kurulmasına karar verilmiştir. Bu kararın verilmesinde bölgedeki arazilerin çoğunun büyük parçalar halinde bulunması ve ahalisinin büyük bir bölümünün aşiretlerden oluşması da etkili olmuştur. Basra’da ayrı bir idarenin kurulmasına ihtiyaç duyulması üzerine burada bir komisyon teşkil edilmiştir. Bu nedenle hazineden Bağdat şubesine gönderilen emirde burada yürütülmekte olan emlâk ve kayıt işlemlerine dair bilgilerin Bağdat şubesinden Basra idaresine devir edilmesi istenmiştir. Ayrıca emlâkların hangi mevkide olup hangi komisyon tarafından idare edildiği hususunun da beyanı istenmiştir. Bunun üzerine Hazine-i Hassa’ya bir defter gönderilmiştir. Bu deftere göre Ammare Sancağı dahilinde bulunan Çahle, Şat,Müşerreh,ve ona bağlı mukataalar, Malümü’l-Kıt’ât Senevi?, arazisi, Tis’an ve adfiye ?, Felha Düneynat-ı Gazabe ve Ahder mukataaları Basra Komisyonu tarafından yönetilmiştir. Necid’teki emlâkın müstakil müdiriyet ile komisyon tarafından idare edildiği anlaşılmaktadır. 108 Basra Emlâk-ı Hümayun Komisyonu; İdari mekanizmanın ana gövdesi komisyon oluşturmaktaydı. Resmi ifadeye göre komisyonun oluşum nedeni, özellikle bu bölgenin bazı yabancı devletlerin iştahını kabartması sebebiyle toprakların güvence altına alınması amacıyla padişah mülküne dahil edilmesine özen göstermek ve gerekeni yapmak olarak açıklamıştır. Söz konusu komisyonun bunların yanı sıra padişah emlâkının nizamnameye uygun şekilde idaresinin gerçekleştirilmesini sağlaması gerekirdi. Komisyon; reis, müdür ve azalardan müteşekkildi. Reis komisyonun her türlü işinden birinci derecede sorumluydu. Bu bağlamda memurların komisyona düzenli şekilde katılmalarını sağlar ve görüşmelerini dikkatle takip ederdi. 109 108 Selda Sert, “Bir Toprak Rejimi Olarak Emlâk-ı Hümâyun Basra Örneği” (1876-1909), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul-2006.,s.49. 109 Selda Sert, a.g.e, s.53. 40 Emlâk-ı Seniyye’nin gelir ve giderlerini kapsayan aylık ve yıllık muhasebe cetvelleri düzenlenirdi. Bu kayıtlar bir takım tetkiklere tabi tutulduktan sonra hazırlanan bütçe ile beraber Hazine-i Hassa Nezaretine gönderilirdi. Nezarette de gerekli incelemeler yapıldıktan sonra padişaha izin alınmak üzere sunulurdu. Komisyon, senedi ve haritası bulunmayan Emlâk-ı Seniyye senetlerinin düzenlenmesini, haritaların çizilmesini ve demirbaş defterlerinin muntazam bir şekilde tutulmasını sağlamakla da vazifeli olup, bu bilgileri Hazine-i Hâssa’ya giden bu tür evraklar kuyudât kaleminde kayıt edilip saklanırdı. Komisyonun en önemli vazifelerinden biri de ziraat alanlarının genişletilmesine yönelik çalışmalar yaparak bunları Hazine-i Hassa Nezaretine bildirmekti. Komisyonun kararı ve gerek görülmesi üzerine Arazi-i Seniyye’yi dolaşan müfettişler aşar, ağnam gibi çeşitli Emlâk-ı Hümâyûn gelirlerinin uygun bir biçimde toplanıp toplanmadığını inceler, sonrasında da varidatın Hazine-i Hassa’ya eksiksiz bir biçimde toplanıp toplanmadığını inceler, sonrasında da varidatın Hazine-i Hassa’ya eksiksiz bir şekilde gönderilmesine nezaret ederdi. Müfettişler, Emlâk-ı Hümâyûn idaresinin kontrol mekanizmasıydı. Şubelerin talimat ve nizamlara uygun hareket edip etmediği, şubelerdeki defter ve hesapların istenildiği gibi tutulup tutulmadığı, en önemlisi de emlâk, arazi ve çiftlikât-ı şahane’deki imâr ve ıslâh faaliyetlerinin nasıl gerçekleştiği ile varidatın arttırılmasına itina edilip edilmediği gibi hususlarda denetim yapmak başlıca görevleri arasındadır.110 Basra’da işletme kalemleri; 1- Tahrirat Kalemi 2-Muhasebe Kalemi olmak üzere iki kalemden oluşurdu. Tahrirat Kalemi; bu kalem Emlâk-ı Hümâyun idaresinin her türlü yazı işlerinden sorumluydu. Baş katibin idaresinde bulunan kalemde mübeyyiz, mübeyyiz refiki, emlâk mukayyidi, emlâk refiki, tahrîrât muâvini, refik ve refik-i 110 Selda Sert, a.g.e,s.55. 41 evvel gibi memuriyetler bulunurdu. Ayrıca Devasır, Amiye ve Ammare’de bulunan Emlâk-ı Hümâyûn’un yazı işleriyle vazifeli vekil ve katiplerde kalemde bulunan memurlardı. Yazışmaların burada yapılmasının yanı sıra evrakların muhafaza edilmesi de kalemin sorumlulukları arasında yer alırdı. 111 Muhasebe Kalemi; Emlâk-ı Hümâyûn’un malî kalemi olan bu birim, baş katip başkanlığında idare edilmekte olup, emri altında refik-i evvel, refik-i sâni, refik-i. salis, refik, mukayyid ve sandık emini bulunurdu. Tahrirat başkatibi gibi muhasebe başkatibi de komisyonda aza sıfatıyla görev alırdı. Emlâk-ı Hümayun’a ait her türlü hesap işlerinin görüldüğü bu kalemde ayrıca şubelerden gelen muhasebe ve cetveller incelendikten sonra hülâsa pusulaları hazırlanarak komisyona gönderilirdi. 112 Basra’ya bağlı mukataalar şu şekilde isimlendirilip sınıflandırılmıştır: Ahder Mukataası, Ebu-hılana Mukataası, Müşerreh Mukataası, Çahle Mukataası, Behese Mukataası, Şat Mukataası. Basra Vilayetinin Yıllara Göre Gelir Durumu 113 Yıl Gelir Kalemi 1306 (1888) 12.590.361 1.922.448 2.434.462 16.947.271 Öşr Hasılatı Öşr Vergisi Koyun Vergisi Diğer Gelirler Yekûn 1307 (1889) 10.399.333 3.283.748 1.792.152 2.369.140 17.844.373 1308 (1890) 10.249.543 3.467.955 1.910.151 2.539.688 18.167.337 1315 (1897) 10.848.924 3.585.755 1.570.576 2.933.690 18.938.945 Vilayetin Gelir-Gider Durumu 114 Yıl 1888 1889 111 Selda Sert, a.g.e,59. Selda Sert, a.g.e,62. 113 Eroğlu, a.g.e., s.23. 114 Eroğlu, a.g.e., s.27. 112 Gelir 16.947.271 17.844.373 Gider 6.484.313 6.229.567 1316 (1898) 10.964.261 4.937.066 1.615.700 2.924.439 20.441.466 42 18.167.338 18.938.945 20.441.466 1890 1897 1898 7.495.770 20.483.036 20.441.466 Vilayetin Yıllara Göre Başlıca Gider Kalemleri 115 Gider Kalemi Dahiliye Jandarma Bahriye Nizamiye Ordusu Diğer Giderler 1888 (%) 22,73 51,99 0 0 25,28 1889 (%) 21,84 54,1 0 0 26,12 Yıllar 1890 (%) 18,4 45,49 19,87 0 16,24 1897 (%) 6,47 14,18 5,04 47,39 26,91 1898 (%) 0 20,64 4,32 53,2 21,84 Osmanlı Devleti Basra ve çevresinde İngiltere’nin Arap hayvanları ihraç ettiği görülür. Bu konuda Osmanlı Devleti gerekli zamanlarda kısıtlamalara başvurmuştur. Bununla alâkalı bir belge şöyledir: Hariciye Nezaret-i Celilesi’ne 18 Eylül 82 tarihiyle İngiltere Sefaretinden gelen takrîre göre: Muhammere-Basra-Faev arasındaki yerlerde, Arap hayvanları nakil ve ihrâcının yasaklanacağı,Basra mutasarrıfı tarafından İngiltere konsolosuna tebliğ edilmiştir.Buna göre Dahiliye Nezaretinden alınan emre göre ihrâc edilen hayvanlar gemilerde muayene olunacak ve içlerinde Arap Hayvanları olursa el konulacaktır. Böyle bir el koyma durumunda memurlara karşı konulmaması İngiliz Konsolostan rica edilmektedir. Bu durum, İngiliz sefareti tarafından hakkaniyete aykırı olarak telâkki olunmakta ve protesto edilmektedir. 116 115 116 Eroğlu, a.g.e., s.28. TK. HR. TO D.N 261 G.N 15. 43 Basra Vilayeti’nde mukataaların iltizama verilmesi ve vergi bedellerinin ödenmesi ile alâkalı olarak bir belgeden anlaşıldığına göre teminat akçesi alınarak verilen mukataalarda usulsüzlükler de olmuştur. Gerek usulsüzlüklerin ve gerekse mukataaların iltizama verilmesi hususunda bir belgeyi burada zikretmek gerekir. Belge şu şekildedir: Dâhiliye Nezareti Mektubi Kalemi’nden, Basra Vilayet-i Bahriyesi’ne, Basra Vilâyetinde bazı yerlerde mukataa edilen araziler, gerekli olan teminat alınmaksızın iltizama verilmiştir. Bu durum neticesinden iltizam bedelinin çoğu, ziraatla uğraşan çiftçinin ve aşiret reislerinin zimmetine verilmiştir. Meselenin halli noktasında mahkemeler yetersiz kalmış ve konu, Şûrâ-yı Devlet’te görüşülmüştür. Şûrâ-yı Devlet Maliye Dairesi’nin 2099 numaralı mazbatasında, konuya ilişkin olarak alınan kararlardan anlaşıldığına göre; Vergi borcu olan kişilerin kim oldukları ve borç miktarı tespit edildikten sonra, kendilerinden tahsilat yapılacaktır. Esas itibarla, vergi kaçırmak suçunun cezası hapis olmakla beraber, bu tahsilat yapılacaktır. Bu meseledeki mesullerin memurlar olmasından dolayı vergi borcunun ödenmesine karar verildiği gibi, ödemelerde de “müsamaha” gösterilmesi kararlaştırılmıştır. Maliyenin zarar görmesine sebep olan memurlar hakkında ise derhal tahkikat yapılması karara bağlanmıştır. 117 Basra, Musul, Süleymaniye ve Kerkük Mutasarrıflıklarına gönderilen telgraflaradan anlaşıldığına göre telgraf direklerinin çalındığı ve buralarda maddi hasarların verildiği görülmektedir.Aşiretlerin ve eşkiyaların verdiği bu hasarlara da örnek niteliğinde bir belge burada vermek istiyorum. Çünkü Tezimizle alakalı araştırma yaparken en çok çıkan belgeler arasında telgraf direklerinin çalınması veya hasar verilmesine dair belgeye rastladım. Belge şu şekildedir: 117 DH.MKT 780 67 1321.Ş.3. 44 Bağdat Başmüdiriyetinden alınan 178 numaralı 16 Haziran 320 tarihli telgrafnâme: Cemcemel ile Süleymaniye arasındaki telgraf hattında bu defa altı direk çalınmıştır.Çalınan direklerin toplam adedi üç yüzü geçmiştir.Dilekleri çalanların yakalanabilmesi için bir askeri müfreze teşkil edilmesi gerekmektedir. Ancak mahalli idarelere bu minvalde yapılan başvurular neticesiz kalmıştır. (290-160) Bağdat Müdiriyeti’nden alınan 137 numaralı ve 20 Haziran 320 tarihli telgraf: Kerbela müdiriyetinden yollanan bu telgraflar, telgraf ve Posta Nâzırı Hasan Hüseyin imzasıyla 23 Haziran 320 tarihinde Dâhiliye Nezareti’ne bir yazıyla iletilmiştir. 27 Ağustos 320 tarihli telgraftan anlaşıldığı üzere, Musul Vilayeti, Süleymaniye ve Kerkük mutasarrıflıklarına ve 12 Fırka Kumandanlığı’na 17 Teşrîni Sânî 319 tarihli birer telgrafname gönderilerek durum bildirilmiş ve gereğinin mahalli idarece yerine getirilmesi istenmiştir. (bu talebin hangi makamdan geldiği, yazının silik olmasından dolayı anlaşılamıyordu.) Bu isteğin yerine getirileceği ise, ilgili makamlar tarafından telgraflarla bildirilmektedir. 118 7 Kanûn-i Evvel 309 tarihinde Yemen, Hicaz ve Trablusgarb Vilâyetlerine, Meclis-i Vükela kararı olarak bir tahrirat gönderilmiştir. Bu tahrirattan anlaşıldığına göre, Osmanlı Devleti dâhilinde yabancı gümüş paraların kullanımı yasaklanmıştır. Ancak adı geçen vilâyetlerin özel konumundan dolayı, buralarda kuşlu riyalin bir süre daha kullanılmasına ve bu paranın tedricen kaldırılmasına karar verilmiştir. Buna göre kuşlu riyalin fiyatı 12 kuruş olarak tespit edilmiştir. Bu fiyatın ise seneden seneye daha da düşürülmesi ve kuşlu riyalin tamamen tedavülden kaldırılması öngörülmektedir. Bu tahrirat üzerine Trablusgarp valisi imzasıyla gönderilen 25 Kanun-ı evvel 1309 tarihli belge, Dahiliye ve Maliye Nezaretlerine ulaşılmıştır. Bu belgeden 118 DH.MKT 847 16 1322.S.16. 45 anlaşıldığına göre, Trablusgarb’ta kuşlu riyalin evvelce yoğun bir biçimde kullanıldığı halde, birkaç seneden beri külliyen tedavülden kalktığı bildirilmiştir. Daha sonra Sadrazam Cevad imzasıyla Dahiliye Nezareti’ne gönderilen belgeden ise şunlar anlaşılmaktadır: Yabancı gümüş paralar hakkında yukarıda işaret edildiği üzere alınan kararlardan sonra, Namık Efendi isimli kişinin mezkur vilayetlerin durumlarına göre hazırladığı lâyiha uygun olarak Mâliye Nezâretince yeni düzenleme yapılmıştır. Riyalin fiyatının 12 kuruşa düşürülmesinin, bu bölgelerden alınan bazı vergilerinde düşmesi anlamına geldiği düşünülmektedir. Bundan dolayı üç sene için geçerli olmak üzere riyalin fiyatının 16 kuruş olarak kabul edilmesi uygun görülmüştür. Ayrıca ithalatta bu paranın kullanması yasaklanırken, ihracatta şimdilik hakiki fiyatlarından işlem yapılması gerekmektedir. İthalat için her halükârda ya Osmanlı parası ya da altın kullanılacaktır. Aynı belgede son olarak işaret edilen nokta, mezkûr vilayetlerden Yemen’de, şimdilik Osmanlı Bankası marifetiyle tedrici olarak toplanarak Osmanlı parasının ikâme edileceğidir. 119 1.3. BASRA’NIN SOSYAL VE KÜLTÜREL AÇIDAN ÖNEMİ Basra’nın, 1552 yılı tahririne göre şehirde, 11’i kalede olmak üzere toplam 20 mahallesi mevcuttur. 15.000 civarında nüfusu olup bunun 5000’i kale içinde yaşamaktaydı. XVIII. yüzyıla gelindiğinde Basra, beş kapısı olan bir sur içinde toplam yetmiş mahallede 40.000-50.000 nüfus barındırmaktadır. Kentin sürekli olarak civarındaki aşiretlerin saldırılarına maruz kalmasından dolayı sık sık görünen sıtma ve veba salgınları yüzünden, XIX. yüzyılın başlarından XX. yüzyıla değin nüfusun azaldığı görülüyor. Bazen öylesine salgın hastalıklar yayılıyor ki yerlilerin başka bir yerleşim merkezine göç ediyor veya bölgenin nüfusu değişebiliyordu. Bu durumda devlet önlemler almak zorunda kalabiliyordu. Örneğin, 2 Eylül 1305 yılında Basra Valisi Hidayet Paşa kolera illetinin yayılması karşısında Dahiliye 119 DH.MKT 185 26 1311.Ş.14. 46 Nezaretine bilgi veriyor ve alınacak önlem ve uygulanacak yöntem hakkında emir istiyordu. Belge kısaca şöyle özetlenebilir: “Basra ve havalisinde meydana gelmiş kolera illetine karşı, burada bulunan ahali telaşa kapılarak vatanlarını terk etmek durumunda kalmış, bunlara burada bulunan Hidayet Paşa, terk etmelerini önlemek durumunda kalmış, buradaki ahalinin göç ettirilmemesi için ve vebanın buraya girmemesi için sadaretden ferman istemiştir. belge maruz kaydı niteliğindedir.” 120 Bu belgenin, daha öncesinde 49 kişinin imzasıyla yine ne yapılacağına dair Sadaret’ten bilgi istenmiştir. Yine XIX. yüzyılın sonlarında Basra’da 600’ü kargir, kalanı sârife toplam 2000 ev vardı. 10.000 nüfus yaşıyordu. Basra, Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla birlikte gelişen bir şehirdir. Böylece körfez ticareti, bu yeni şartlarda yeniden canlanmaya başlamıştır. Ayrıca Midhat Paşa’nın Bağdat Valiliği zamanında devlet nüfuzu kuvvetlenmiş, bölgede yeniden bir istikrar sağlanabilmiş ve bu da demografik yapıya yansımıştır. 1902’de Basra Kazası’nın merkezi olan Basra Kasabası’nın toplam nüfuzu 50.000’i bulmaktaydı. 1302 Basra Salnamesi’nde bu durum şöyle özetlenmektedir. “ Basra Kasabası’nın iki yakası vardır. Birincisi Basra Şehri ki,…Basra halkının yaklaşık %30’u Sunî ve %50’si Şiî mezhebinden olup, geride kalan halk Hıristiyan, Musevî ve diğer mezheplerdendir. 800-900 evle, yerel halk ile yabancıların yaklaşık nüfuzu 35.000 civarındadır…şehrin yakası, Şettü’l-Arap üzerinde ve ‘Makam-ı Ali” adıyla bilinen yerdir. İçerisinde bir Umman Osmanlı İdareleri, hükümet eski dairesi,Aşar Nehri’nin üzerinde ahşaptan bir köprü, ticaret ve bahriye idarehaneleri, bir hamam, bir iptidai Mektebi, bir cami,, yaklaşık dört yüz dükkan ve 800-900 ev mevcuttur. Ahali ile yabancıların burada yaklaşık nüfuzu 15.000 civarındadır.” 121 120 121 BOA.TK HR TD DN 393.GN7. Eroğlu, a.g.e.,s.20. 47 Basra’da hadarîler ve bedevîler olmak üzere iki yaşam tarzı sürdürülüyordu. Hadarîler çöllerle çevrilmiş vaha kenarları ile vadilerdeki su kenarlarında veya deniz ticaretinde uygun mekânlarda kurulmuş olan şehir ve kasabalarda yaşayan yerleşik ahalidir. Bedevîler çöllerde dolaşan ve çoğunlukla devecilik ve koyunculukla uğraşan konar-göçer Arap aşiretleridir. 122 Hayatlarında hiçbir çatının altına girmeyerek, ömürlerini kıldan ördükleri çadırların gölgesinde ve develerin sırtında yer değiştirerek geçirirler. Yalnızca bir kısım zarûrî ihtiyaçlarını gidermek için civardaki şehir ve kasabalar ile irtibat kurarlar. İhtiyaçlarını giderdikten sonra yine geniş çöllere dağılırlar. Bedevîler yerleşik hayattan nefret ettikleri için, ziraatla uğraşmazlar hatta hasat zamanı yağmalamaktan kaçınmazlar. 123 Bu durum hadarîler arasında bitip tükenmeyen kavgaların meydana gelmesine neden olmuştur. Mevsimine ve yağmurlara göre mekan değiştiren bedeviler zorlada olsa başkanlarının alanlarına girmekten çekinmez ve geçtikleri yerlerdeki bütün bağ ve bahçeleri yağmalarlardı. Bu sebeple Osmanlı Devleti’nde yolların ve yerleşik ahâlinin güvenliğini sağlamak maksadıyla, belli başlı bedevî kabilelerin şeyhlerine “urban tahsisatı” adıyla yıllık maaş veya hediyeler vermekteydi. Ayrıca bedevîlerin özellikle hurma hasadı zamanında şehirlere yaklaştıkları “musabele mevsiminde” (bedevîler yerleşik ahâli arasında yapılan ve çoğunlukla değiş tokuş esasına dayanan alış veriş zamanı) de, kendilerine mahallî idarelerin gelirlerinden “ikramiye” “it’amiye” veya “iksa bedeli” adıyla aynî ve nakdî hediyeler verilmekteydi. Bazen bu hediye ve paralar yörenin tanınmış şeyhleri aracılığı ile dağıtılmaktaydı. Bütün bu ödemeler ve hediyeler bedevîler için bir bağlılık ve tabiiyet gerekçesi sayılmazdı. Tahsisatı alamadığı takdirde yine yolları kesebiliyor ve yerleşik alanları yağmalamaktan kaçınmıyorlardı. Hatta bazen devlet tahsisat verdiği bu kabilelerden yollara saldırmayacaklarına dair senet bile almaktaydı. 124 122 Kurşun, a.g.e.,s.10. Kurşun, a.g.e., s.10. 124 Kurşun, a.g.e., s.11. 123 48 Bedevî topluluklarında yegane sosyal bağ ailelerin meydana getirdiği kabilelerdir. Kabile kan bağı ile birbirine yakın ailelerden oluşmakla birlikte, bu kan bağının yakın ve uzaklık derecesi birbirinden ayırt edilemezdi. Herkes birbirinin kardeşidir ve herkes hangi şartlarda olursa olsun kabileye sadık kalmak zorundadır. Genelde bedevî ve hadarî Arap kabileleri köklü bir aileye mensup ve şeyhin idaresinde bulunurlardı bir şeyh ailesi bazen yüzyıllarca bu mevkide kalabiliyordu. Şeyh gücünü asaletinden zenginliğinden alıyordu. Şeyh ise yaptırımını örf ve adetlerden alıyordu. Çoğu zaman kabilenin bir “meşveret meclisi” bulunmasına rağmen son söz şeyhindi. XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar dünyanın en tenha ve en fakir ülkelerinden biri olan Kuveyt, petrol yataklarının bulunmasından sonra gelişmiştir. 1910 yılında 35.000 civarında nüfusu bulunmaktaydı. 125 Kuveyt’in bir liman şehri olarak hızlı gelişmesi 1760’lı yılardan sonraya rastlamaktadır. Geniş bir alanı kaplayan Necid coğrafyası en eski göçebe Arap kabilelerinin yaşadığı bir mekân diye bilinir. Hazerî adı verilen ve geniş vahalar boyunca yerleşik yahût yarı yerleşik hayatı benimseyen bazı Arap kabilelerinin varlığına dair kayıtlara rastlanmakla birlikte bu coğrafyada tarihte etkin olmuş bir devlet ortaya çıkarmamıştır. Bunun tek istisnası, Yemen’deki Himyerîlere bağlı olarak Necid ve Yemâme’de kurulan Kinde Devletidir. Hakkında çok az bilgi bulunan bu devlet İran tarafından ortadan kaldırılmıştır. Kinde Hanedanına mensup bir çok kimse Hadramut tarafına geçmiştir. 126 Necid çöllerinde dolaşan, çoğunlukla devecilik ve koyunculukla uğraşan bedevî Arap kabileleriyle çöllerle çevrili vaha ve vadilerde yaşayıp ziraatla uğraşan yerleşik kabilelerin tanıdığı yegane içtimaî ve siyasî birlik kabile idi. Birbirine kan bağı ile bağlı olan ailelerden meydana gelen kabilelerin şeyhi (emir) tek söz sahibi 125 126 Erinç, “Küveyt”, s.36 Kurşun,”Necid”, s.491. 49 durumundaydı. Bazen kabileler arasında ittifak sağlanarak gevşek konfederasyonlar da oluşturulabilmekteydi. Coğrafyanın genişliğine rağmen iklim şartlarına göre ve hayvanlara mera bulmak maksadıyla ilk hareket eden bu kabilelerin birbirinin alanlarına geçmeleri anlaşmazlıklara ve çatışmalara yol açıyordu. Zaman içinde bu çatışmalar hayatın bir parçası harekatlarla birbirini yağmalama geleneğine dönüştü. Basra ve civarında yaşayan halkın önemli bir bölümü göçebe aşiret ve kabilelerden oluşuyordu.Yağma ve tecavüz hareketleriyle düzenin bozulmasına ve ticaretin sekteye uğramasına sebep olan bu aşiretlerin kontrolü oldukça zordu. Kırsak kesimde oturan halk hurma ve hububat tarımı ile uğraşırken şehirli ahâli ise daha çok ticaret ve zanaatla meşguldü. Ticaret ahâli için önemli bir geçim kaynağı olup, oldukça canlı idi. Körfezdeki balıkçılık ve inci avcılığı da ekonomik ve ticari hayatta önemli yer tutuyordu. 127 İngiltere’nin göçebe aşiret şeyhlerini kandırarak siyasetine alet etmesi ve kabileler arası mücadelelerde biri tutarak öbürünün gücünü ezmesi bu dönem siyasetinin önemli ve vazgeçilmez özelliğidir. Ayrıca İngiltere Basra bölgesini parça parça eline geçirip yayılma siyaseti gütmüştür. Bu konuda Mr. Dunn şunları söylemektedir: “Maskat ile Umman’ı düşman Arap kabilelerine karşı sık sık korudukve sultanı eskiden Necid’e ödediği haraçtan kurtardık Büyük Biritanya, ülkelerini ilhak edip onları İngiliz bayrağının himayesi altında alınmış olaydılar , hem sultan hem de tebası sevinirdi. Sultan defalarca bize kanun ve asayiş namına,zengin inci yatakları bulunan Bahreyn’deki büyük adayı sahiplenmemizi teklif etmiştir. Böyle yapmasaydık tamamıyle haklı olurduk, öyle ya, eski şeyhi yerinden edip, yerine zor kullanılarak şimdiki şeyh İsa b. Ali’yi tahta oturtuk ve seleflerinin Necid Araplarına ödemekte oldukları yıllık haraçtan onu kurtarmış olduk İngiliz hükümeti adayı ilhak etmek istemedi ama onu himayemiz altına aldık ve şeyhe danışman tayin ettik söz konusu adanın boyu 25 mil, 10 milde eni var, güzel limanlara sahip, körfez için 127 David Hut, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Basra Gümrüğü”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S:3 (2000), s.122. 50 mükemmel bir üs, buna büyük bir ihtiyacımız var.” 128 Burada dikkati çeken bir bölüm var ki, o da Padişahın Basra sahillerini İngiliz himayesine vermekte istekli olduğunu iddia ettiği bölümdür. Ele geçen belgelerden böylesine bir düşüncenin ne Padişahın ne de Osmanlı bürokratlarının düşünmediği ve vatanın bazı kısımlarını hiçbir surette başka bir devlete vermeyeceğidir. Dolayısıyla bu tez yanlış bir iddiadan öteye gidemez. İran’ın Basra ve civarıyla ilgilenmeye başlaması da bölgede Şiî nüfûzunu arttırmıştır. 1890’larda ahalinin yaklaşık %30 Sünnî, %50 Şiî ve kalanı da Hıristiyan ve Musevî idi. Aşiretlerin bulunduğu bölgede Osmanlı Devleti için önemli olan şüphesiz hac yolu güzergâhı idi. Devletin çok önem verdiği bu güzergâhta bulunan kabile aşiretler hakkında oldukça fazla bilgi bulunurken, diğer taraftaki kabileler hakkındaki bilgiler daha sınırlıdır. Arap Yarımadasında irili ufaklı binlerce kabile bulunmaktadır. Bunların birbirleriyle akrabalıkları vardır. Diğer taraftan söz konusu kabilelerin yeni ve yakın çağlara ait mahallî kaynakları ise genel olarak sözlü rivayetlere dayanmaktadır. Bu açıdan Osmanlı hakimiyetindeki alanlarda yaşayan bedevî Arap kabilelerin yegane yazılı ve resmi kaynaklarının Osmanlı belgelerinin olduğunu söylemek mümkündür. 129 Bu aşiretlerden en önemlilerinden biri ise Acman Urbanı’dır. Orta Arabistan’da Ahsa ve Kuveyt arasında yaşayan Acman Aşireti de hakkında az belge bulunan kabilelerden biridir. 1299 yılına ait Bağdat Vilayeti Salnamelerinde Necid Livası dahilindeki aşiretler sayılırken Acman Aşiretleri en başta zikredilmektedir. Buna mukabil ertesi sene basılan salnamede Acman Aşireti söylenmekle kalınmamış, bu aşiretlerin fırkaları da sayılmıştır. Buna Acman Aşireti Âl-i Mahfûz, Âl-i Hubeyş, Âl-i Süleyman, Âl-i Hitlan, Âl-i Hitlan, Âl-i Mağbet, Âl-i Dağın, Âl-i Şamir, Âl-i Müflih, Âl-i Hadi, Âl-i Şevevle, Âl-i Marsa, Âl-i Marsa, Âl-i Yahyat, 128 Dunn, a.g.m.,s.303. Zekeriya Kurşun, “Basra Körfezinde Bir Arap Aşireti Acman Urbanı (1820-1913)”, Belleten, C.LXIII, S: 236 (Nisan-1999), s.124. 129 51 Âl-i Ziz olmak üzere 13 fırkadan oluşmaktadır. Acman Aşireti ilk olarak Cemaziye’l-aher 1236 / Şubat 1820 tarihlerinde Mekke-i Mükerreme Muhafızı Ahmed Bey’in Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’ya yazdığı ve onun da İstanbul’a gönderdiği bir mektupta zikredilmektedir.130 Basra’nın stratejik merkezlerinde ise durum şu şekilde izah edilebilir. XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar dünyanın en tenha ve en fakir ülkelerinden biri olan Kuveyt, petrol yataklarının bulunmasıyla yükselen refah düzeyine paralel biçimde hızla değişip zenginleşmişti. Dolayısıyla tezimizin tarih sınırlandırması içinde Kuveyt fakir bir bölge idi. Ancak önemli bir stratejik bölgede olmasından dolayı kıymetli araziydi. İlk petrol imtiyazı 1936 yılında Anglo-Amerikan Kuwait Oil Ca. Şirketi’ne verilmiş, iki yıl sonrada petrol bulunmuş ve 1946’da ihracatına başlanmıştı. 131 Kuveyt 1760’larda on bin kişinin yaşadığı bir alandı. Bu nüfus yaz aylarında sıcaklar yüzünden üç bine iniyordu. Halk balıkçılık ve inci toplayıcılığı ile geçiniyordu. XVIII. yüzyılda Arabistan’da ortaya çıkan Suûdi ayaklanmasına karşı Kuveyt’i koruma bahanesiyle Basra’daki siyasî memurunu da buraya nakletti (1820). Kuveyt halkı bu memuru Kuveyt’ten çıkarmaya çalıştı. İngiltere de memurunu Kuveyt Limanı girişindeki Feyleke Adası’na yerleştirerek (1821) bölgeyi yakından izlemeye başladı. 1831’lerde ise şehirde 4000 kişi yaşıyordu. Kuveyt ancak Midhat Paşa zamanında Osmanlı hakimiyetini benimsedi. 132 Kuveyt, Bağdat Demiryolu Projesinden dolayı da önem kazandı. Padişahın izni ile Kuveyt’e giden Bağdat Demiryolu Şirketi’nden bir heyeti kabul etmedi. İngiltere’nin destek ve kışkırtmalarıyla Necid Emirine karşı savaş açtı (1901). Osmanlılar 1901’de 4000 asker ve mühimmat yüklü Zuhaf adlı Osmanlı gemisini tehdit ederek, buranın İngiltere himayesinde bulunduğunu bildirdi. Gelişen bu gerginlik 11 Eylül 1901 yılında bir anlaşma ile son buldu. Buna göre; İngiltere 130 Kurşun, …Acman Urbanı, s.127. Erinç, “Küveyt”, s.36. 132 Cevdet Küçük - Mustafa L. Bilge, “Küveyt”,C.XXVII, İA, TDV y., s.36. 131 52 Kuveyt’i işgal etmeyecek ve himayesine almayacaktı. Osmanlı Devleti de buraya asker göndermeyecekti. İngiltere’nin bu anlaşmaya dayanarak Kuveyt’e yerleşmesinden korkan padişah, Osmanlı Hakimiyetini göstermek için Basra’dan buraya bir resmî memur atadı. İngilizlerin karşı çıkmasına ve buraya konsolos atamasıyla karşılık buldu. 133 Buradan da anlaşıldığı üzere XX. yüzyılın başında da hala Kuveyt’te İngiltere-Osmanlı siyasi çekişmesi sürüyor, doğal olarak da sosyal hayata etkisini aksettiriyordu. İngilizler, aşiret reislerine (Sabah ailesine) para yardımında bulundular. İngilizler buraya kendi bayraklarını çektiler. Ayrıca bu bölgede petrol yataklarını da araştırıp işaretlediler ve II. Abdülhamid’den sonra da daha rahat hareket ettiler. Lahsa bölgesinin sosyal hayatı da tıpkı Kuveyt’te benziyor. Ancak ayrılan özellikleri de var. Lahsa’nın hurma bahçeleri ve buğday ziraatına uygun verimli toprakları vardır. Bu dönemde de her ülkenin sahip olmak isteyeceği yerlerden birisini teşkil ediyordu. Lahsa’da da aşiret sistemi devam ediyordu. Beni Halid kabilesi Osmanlı Devletine karşı çok defa itaat içinde olmuş ve Lahsa’yı ele geçirmek isteyenlerle mücadele etmiştir. Buna karşılık Osmanlı Devleti’de Beni Halid’le yumuşak bir siyaset içine girmiş ve reislerini hoş tutarak bağlılıklarını temin edip bölgenin yönetimi için kendilerinden yararlanılmıştır. 134 XX. yüzyılın başında Lahsa’da çok sayıda asker bulunduğu ve Basra vilayeti tarafından bu bölgenin yakından kontrol edildiği görülmektedir. Çünkü bölgede devamlı surette İngiliz ajanları dolaşıyor ve durumlarından memnun olmayan kabile reislerini bularak onlarla hükümetleri adına himaye antlaşması yapmaya çalışıyorlardı. 135 133 Cevdet Küçük - Mustafa L.Bilge, “Küveyt”, s.37. Mustafa L Bilge, “ Lahsa”, C.XXVII, İA, TDV y., s.59. 135 Mustafa L. Bilge,” Lahsa”, s.60. 134 53 Geniş Necid coğrafyasında ise en eski göçebe Arap kabilelerinin yaşadığı mekânlar vardır. Hazerî adı verilen ve geniş vahalar boyunca yerleşik yahut yarı yerleşik hayatı benimseyen bazı Arap kabileleri vardır. 136 Necid çöllerinde dolaşan, çoğunlukla devecilik ve koyunculukla uğraşan bedevî Arap kabileleriyle çöllerle çevrili vaha ve vadilerde yaşayıp, ziraatla uğraşan yerleşik kabilelerin tanıdığı yegane içtimaî ve siyasî birlik kabile idi. Birbirine kan bağı ile bağlı olan ailelerden meydana gelen kabilelerin şeyhi tek söz sahibi idi. Bazen kabileler arasında ittifak sağlanarak gevşek konfederasyonlar da oluşturulabilmekteydi. Coğrafyanın genişliğine rağmen iklim şartlarına göre hayvanlarına mera bulma maksadı ile hareket eden bu kabilelerin alanlarına geçmeleri anlaşmazlıklara ve çatışmalara yol açıyordu. Zaman içerisinde bu çatışmalar hayatın bir parçası haline geldi ve “gazve” denilen askerî harekatlarla birbirini yağmalama geleneğine dönüştü. Necid’de birçok Arap kabilesi bulunmakla beraber tarih boyunca varlıklarını sürdüren büyük kabileler veya kabile birliklerinin sayısı azdır. Mutayr, Ucmân, Mürre, Uteybe, Sebi, Şehûl, Devâsir, Harp, Aneze, bunların kolları Necid kabileleridir. Osmanlı valileri tarafından asker kaynağı olarak kullanılan bu kabilelerin arasından ön plana çıkanlara bazı imtiyazlar tanınmakta böylece devlet geleneğinin yayılması amaçlanmaktadır. Aslında Necid kabileleri modern anlamdaki bir devletle ilk defa Osmanlı döneminde karşılaşmıştır. Fakat keskin geleneklerin uzaklaştırılıp tebaa olarak itaatlerinin sağlanması zaman alacağından vergilerin vermeleri ve padişah adına hutbe okutmaları karşılığında Osmanlı Devleti bunların geleneksel idarelerinin devamına göz yumdu. Ancak aşırı hareketlerine de askeri tedbirler uygulamaktan geri durmadı. Zaman içerisinde önemli kabile şeyhlerinin tayinine müdahale edilerek veya tayin edilenlere unvanlar, hilatler verilerek devletin nüfuzunun yaygınlaşması sağlandı. Ortaçağlardan beri Mekke Şerifleri’nin nüfuzu altındaki Necid kabilelerinin statüsüne dokulmadı. Bağdat’a yakın olan, sürekli konar-göçer durumdaki kabileler Bağdat Eyaleti, bir kısmı da Lahsa Beylerbeyliği 136 Zekeriya Kurşun,”Necid”, C.XXXII, İA, TDV y., s.491. 54 aracılığı ile yönetildi. Böylece Necid içlerinden geçen Hac ve ticaret yollarının güvenliği sağlandı. Bu yapı, XVIII. yüzyıl ortalarından itibaren bölgede meydana gelen yeni akımlarla sarsıldı. Çoğunluğun Hanbelî mezhebini benimsediği Necid’de birçok din âlimi yetişmesine rağmen bölgede İslamî hayat tam olarak hakim olamadı. Müslümanlıkla eski inançların karışımı bir dinî hayat geliştiren Necid ahâlisinin özellikle göçebe kısmı İslam’dan hayli uzaklaştı. Muhammed b. Abdülvehhâb Necid’de yeni bir dinî hareket başlattı. 137 Bahreyn ise inci avcılığı yanında hayvancılıkla da uğraşan bir bölge idi. kendine yetecek miktarda sebze ve bazı hububat türleri, hayvancılıkta keçi, koyun, ve sığır yetiştirmekteydi. 138 Bahreyn Adası tarihin en işlek deniz yolu üzerinde önemli bir stratejik noktasında yer alması, sığ sularında kolaylıkla elde edilebilen kaliteli inci bulunması ayrıca zengin hurmalıklara sahip olması sebebi ile ilk devirlerden itibaren iskân edilmiş ve pek çok istilâya maruz kalmıştır. 139 Basar Emlâk-ı Hümâyûn-ı dahilinde numune tarla projesi uygulamasına gidilerek Basra’da üretim ve buna bağlı yerleşimin yenileşmesine çalışılmıştır. Emlâk-ı Seniyye’nin üretimi çeşitlendirmek, ziraatı teşvik etmek ve bu sayede tarımdan elde edilen gelirleri arttırmak maksadıyla numune tarlalar oluşturulmuştur. Bu tarlalar sayesinde ziraatın nasıl yapılacağı Arazi-i Seniyye’de, ziraatın nasıl yapılacağı arazi-i çiftliklere öğretilecekti. Ayrıca çiftlikle uğraşanların göçebe aşiretler olması ve bu durumun doğal bir uzantısı olarak bunların tarıma dair ilgi ve bilgilerinin çok fazla bulunmayışı böyle bir projenin hayata geçirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Proje dahilinde, yeni ziraat metotlarının uygulanması, aynı zamanda çiftçilere öğretilmesi ve az masrafla daha çok ürün alınabilmesi gibi hususlar da yer almaktadır. Bu maksatla Ammare Seniyyesi’nin uygun yerinde 150 dönümlük alanda numune tarla oluşturulması hakkındaki irade çıktığı görülmektedir.burada yapılacak olan ekimle, 137 Zekeriya Kurşun, “Necid”, s.492. Mustafa L Bilge, “Bahreyn”, C.IV, İA, TDV y., s.493. 139 Mustafa L. Bilge , a.g.mad., s.493. 138 55 toprağın ne kadar verimli olduğu tespit edilmek istenmekteydi. Basra Körfezine yakın oluşu, yazın sıcak ve kurak kışın ise sıkça yağmur yağması gibi nedenlerden dolayı Ammare Seniyye toprağı verimli bulunmuştur. 140 Sadrazamlıktan Dahiliye Nezareti’ne ve oradan da Basra vilayetine gönderilen tezkere Basra Maârif-i Muhasebe memurlarından İbrahim Efendi, Arabistan ve Kürdistan ahâlisinin Türkçe’yi tam olarak bilmediklerinden dolayı kanunları ve nizamnameleri anlayamadıkları, bu sebeple bu belgelerin Arapça ve Farsça tercümelerinin yapılması talebi, Şûra-yı Devlet’te görüşülmüş ve şimdilik münâsip görülmemiştir. 141 Kuveyt ve Basra arasındaki mesafenin ne kadar olduğu ve zikr edilen bölgelerde ne kadar hanenin mevcut olduğuna dair bir belge sunmak istiyorum. Belge şu şekildedir: 19 Şaban 312 Sadrazam ve Yâver-i Ekrem Dâhiliye Nezareti’nin, Meclis-i Vükelâ’da konuşulmak üzere Kuveyt ve Basra arasındaki mesafenin ne kadar olduğunu, zikredilen bölgeler arasındaki köy ve kasabaların durumunu ve ahâlinin vaziyetinin ne olduğunu sorması üzerine Vali Nuri imzasıyla gönderilen belgeden şu bilgiler alınmıştır: İki yer arasında, karadan üç günlük bir mesafe vardır. Bu mesafede yedi sekiz bin kadar ahâli meskûndur. Kuveyt kazasına bağlı köy ve kasaba olmamakla beraber, Kuveyt’ten dört beş saat mesafede bulunan el-Cezire isimli mevkide 15-20 hane mevcuttur.aynı yerde Mübarek Es-Sanbah’a ait bir kasr vardır. Basra Kazsı tarafından deniz yoluyla beş saatlik mesafede olan mevkide 130 çadırlık bir bedevi aşiretinin yazlık olarak kullandığı bir yer vardır. Altı saatlik mesafede ise birkaç yüz senedir ahâli yaşamadığından buralarda Osmanlı Memuru bulundurulmamaktadır. Kuveyt, öteden beri tam anlamıyla kontrol altına alınamamış olup, aşiret urban usulü üzerine idare olunmaktadır. Doğrudan doğruya hükümet tarafından idare edilmediğinden, kaymakamlık işleri, Âl-i Mübarek’ten Şeyh Abdullah’a verilmiştir. 140 141 Sert, a.g.e, 83-84. DH.MKT 348/65 1312.Ş.29 56 Kuveyt’te birkaç sene bulundurulan karantina memuru, iki sene evvel kendi kendisine Basra’ya gelmiş, görevine de geri gitmemiştir. Üstelik bu durum kayıtlara dahî girmemiştir.18 Mart 318. 142 142 DH. MKT, 467 38 1319.Z.23. II. BÖLÜM OSMANLI’NIN BASRA POLİTİKASI 2.1. MİDHAT PAŞA’NIN BAĞDAT VALİLİĞİ Osmanlı Devleti Basra gibi önemli ve stratejik bir bölgeye valilik konusunda deneyimli ve Tuna valiliğiyle kendini göstermiş Midhat Paşa’yı buraya atamaya karar verdi. Midhat Paşa, Tuna valiliği sırasında bayındırlık ve iskân alanında ve aynı zamanda ekonomik anlamda Tuna’yı kalkındırmıştı. Dolayısıyla Bağdat valiliğinde de bir çok görev onu bekliyordu. Konumuz olan Basra, Bağdat’a bağlı bir mutasarrıflıktı. Dolayısıyla Midhat Paşa’nın icraatları Basra’yı da yakından alâkadar ediyordu. Midhat Paşa, 1869 yılında Bağdat Valiliği’ne atandığında ilk olarak imâr ve inşâ faaliyetlerine girişmiştir. Özellikle Basra Limanı’nın bir miktar kulübe ile birkaç harap binadan başka bir şey olmayan görüntüsünün değişmesi de onun valiliği zamanın da olmuştur. 1870’den sonra kısa bir zaman içinde Basra Limanı’nda kışla, hastahane, tersane vs. büyük binalarla beraber Şattü’l-Arap üzerinde işlemekte olan İngiliz Vapurları ile rekabet etmek için, “İdare-i Nehriye” idaresi kurulmuştur. Ayrıca Basra’dan İstanbul’a seferler yapmak üzere, “Umman-ı Osmanî” adlı başka bir gemicilik idaresi tesis edilmiştir. 143 Bağdat Valiliği üç yıl kadar süren Mithat Paşa idarî ve malî ıslahatlara girişerek, askere alma işlerini düzene sokmuştur. Ayrıca isyan ve muhalefet yapan kabileleri itaat altına almıştır. Arabistan Yarımadası, Necid, Kuveyt, Katar, Ahsa gibi bölgelerde yaptığı ıslahat hareketleri, bu bölgelerin Osmanlı idaresine yeniden 143 R. Hartman, “Basra” mad., C.II, İA, MEB y., s.326; Ali Haydar Mithat, Midhat Paşa’nın Hayat-ı Siyasiyesi, C.I, İstanbul-1325, s.89-104. 57 bağlanmasında çok etkili olmuştur. 144 Ayrıca Midhat Paşa Bağdat’a vardığı sırada buraya bağlı Basra bölgesi aşiret mücadelelerinin geçtiği karışık sosyal ve kültürel yapıyı da hemen fark etmiştir. O sırada İngiltere buradaki başta vapur ticareti olmak üzere ticareti tekeline almış ve ekonomik olarak tek güç haline gelmişti. Basra bölgesine Osmanlı’nın merkezî otoritesi yansımadığından idare de aşiret reislerinin elinde idi ve aşiret reisleri de sürekli İngilizler tarafından çeşitli yollarla İngiliz nüfuzuna çekilmeye çalışılıyordu. Bölgede askerî garnizon göstermelik olarak bulunuyor; hatta bölge halkının çoğunluğu askerlik vazifesi yapmıyordu. Devlet burayı aşiret reislerini okşayarak, para vererek elinde tutuyordu. Kısacası sözde ve resmiyette Osmanlı’ya bağlı olan bu aşiretler gerçekte kendi içlerinde bağımsız ve Basra’da istedikleri gibi hareket edebiliyorlardı. Zaman içerisinde çoğunluğu İngilizlerin politikalarına alet olarak İngiliz himayesini benimsemişler ve Osmanlı otoritesine kafa tutmuşlardır. Midhat Paşa, böyle bir atmosferde bölgeye atandığında hem bozulan merkezi otoriteyi yeniden kurmaya çalışmış, hem de yönetimde ıslahatlar gerçekleştirmek istemiştir. İlk yaptığı icraatlardan birisi vergi toplanması ve vergi oranının belirlenmesindeki yönetmeliği değiştirmesidir. Buna göre ağaçların (eşcâr ) ve hurma ağaçlarının meyvelerinden alınan mürettebat-ı miriye her yıl takdir ve tahmin sureti ile toplanırken bu usulden vazgeçilerek arazi üzerinden dönüm başına sabit ücret uygulamasına geçilmiştir 145 . Midhat Paşa, Basra Körfezi sahilinin kuzeydoğu kısmında (El-Ahsa) Osmanlı nüfuzunu tesis ederek, bir Necid Kazası meydana getirdi. Ancak gelirinin azlığı ve asker çıkaramaması yüzünden Midhat Paşa’dan sonra bu bölge ile ilişkiler resmi ölçüleri aşamamıştır. Fakat Yemen Bölgesindeki kadar olmamakla beraber İngilizlerin bu bölgede de kendilerini gösteriyorlardı. Midhat Paşa’nın valiliği sırasında Hindistan’daki İngiliz hükümeti tarafından tayin edilen İngiliz görevlilerin Bahreyn, Umman, ve Maskat taraflarından da aşiretleri kendi taraflarına çektikleri, 144 Yusuf Halaçoğlu, “Midhat Paşa’nın Necid ve Havalisi İle İlgili Birkaç Layihası”, İ.Ü.E.F.Tarih Enstitüsü Dergisi, S:3 (1973), s.149-176. 145 Midhat Paşa’nın Hatıraları – Hayatım İbret Olsun - , Yay. Haz. Osman Selim Kocahanoğlu, C.I, Temel y. , İstanbul-1997, s.121-122. 58 ancak Katar halkının buna karşı koyduğu görülüyor. Bu olay Midhat Paşa’nın Layihası’nda şöyle ifade edilmiştir: “Kendilerinin (İngilizlerin) Bahreyn Ceziresine tayin etmiş oldukları Şeyh İsa içün birkaç seneden beri Katar’dan dokuz bin riyal kadar vergi almaya başlamış olduklarından, bu defa dahi işbu akçenin talebi için bir İngiliz gemisi gidip şeyhlerden akçeyi istediği zaman, ‘Biz bu sancağın altındayız. O sancak burada iken başkasını tanımayız’, diyerek ve Osmanlı sancağını göstererek cevap vermeleriyle geminin avdet ettiği haber alınmıştır.” 146 Ancak Midhat Paşa’nın bu durumu Bağdat’taki İngiliz Konsolosluğu’ndan sormuşsa da, İngilizler bu olayı yalanlamışlardır. Buna rağmen Kuveyt’in Osmanlı idaresini kesin bir tarzda kabul etmekten imtina etmiş olduğu görülüyor. 147 Midhat Paşa yine 1870 tarihli Bâb-ı Âlî’ye verdiği bir raporunda Basra bölgesi’nin özelde ise Bahreyn ve Maskat bölgelerinin durumunu şu şekilde özetlemiştir: “Necid’in bir parçası olan Bahreyn’e İngilizler bir süreden beri müdahale etmektedirler. Ayrıca İngilizler uzun zamandır göz dikdikleri Maskat Emiri Azzan’ı da kandırarak orayı da kendi tasarruflarına almışlardır. Bir müddet öncede Bahreyn’e gelerek eski Bahreyn Şeyhi Muhammed b. Halife ve yeni Şeyh’i Muhammed b. Abdullah’ın İngiliz tabiiyetine geçmelerini istemişler; ancak onlardan olumlu sonuç alamamışlardır. Bunun üzerine onları tutuklayıp Bombay’a göndermişler ve yerine Şeyh İsa’yı tayin etmişlerdir. Diğer taraftan Necid Emirliği yüzünden aralarında düşmanlıklar bulunan Abdullah bin Faysal’ın devlet tarafından Kaymakam tayin edilmesi, kardeşi Suûd’un tepkisine neden olmuştur. O da Abdullah’ın düşmanı ve İngilizlerin taraftarlığı ile tanınan Maskat Şeyhi Azan ile ittifak kurmuştur. Abdullah bu ikisinden intikamını almak için harekete geçmiş, bu durum da yabancıların bölgeye müdahalelerine imkan tanımıştır. Nitekim Suûd ile 146 147 Halaçoğlu, “Mithat Paşa’nın Necid …”, s.157-158. Adolf Grohman, “Küveyt”mad., C.VI,İA, MEB y., S.1131. 59 Azan İngilizlerin desteği ile Abdullah’a karşı faaliyete geçtikleri gibi altı parça İngiliz gemisi de Ahsa sahillerine gönderilmiştir.” 148 1870 yılı sonbaharında bölgenin durumunu öğrenmek için Katif, Bahreyn, Katar ve Maskat taraflarına tüccar kılığında bir takım görevliler göndermiştir. Giden bu görevliler, buradaki şeyhler ve ahâli ile görüşerek bölgenin durumunu öğrenmeye çalışmışlardır. Döndüklerinde takdim ettikleri raporlarında, İngilizler’in Suud’u desteklemeleri, Bahreyn’e yaptıkları müdahaleler hakkında daha önce edinilmiş bilgilerin doğruluğunu teyit ettikleri gibi, pek çok yeni bilgiler de eklemişlerdir. Buna göre; “İngilizlerin müdahalesi sebebi ile Bahreyn’de emir ailesi içinde şiddetli kavgalar başlamıştır. Hatta İngilizlerin baskısına dayanamayan Şeyh Muhammed, Kuveyt taraflarına, Şeyh Nasır el- Mübarek de Necid’te Beni Hacir Aşireti’nin bulunduğu yerlere iltica etmek zorunda kalmışlardır. Bu arada İngilizlerin Necid Kaymakamı Abdullah b. Faysal’a ödemek zorunda olduğu vergiyi ödememesi için yeni Bahreyn Şeyhini de uyardıkları öğrenilmiştir”. 149 Midhat Paşa, Basra ve havalisinin kötü ve tehlikeli havasının bulunmasından dolayı şehri Şattü’l-Arab kıyısına taşınmasını sağlamıştır. Şehri hükümet konağı hastane, camii, mektep v.s. devlet binalarını yaptırarak yeniden inşâ ettirmiştir. Midhat Paşa zamanında bedevîlerin yaşadığı Müntefik Sancağı diğer vilayetler gibi şehir ve kasabaları bulunmayan ismen sancak olan bir coğrafya olmaktan çıkmıştır. Paşa, görevlendirdiği Nasır Paşa vasıtasıyla Nâsırîyye Kasabası’nı kurdurmuştur. Kasabaya hükümet binası, kışla, mektep, camii, dükkan yapılarak yerleşime açılmış, bedevîler medenileştirilmek istenmiştir 150 . Yine Midhat Paşa zamanında Kuveyt şeyhi ile de görüşmeler yapılarak buranın Osmanlı’ya bağlılığı sağlanmış ve İngilizlerin burayı nüfuz bölgelerine çekme çabalarının önüne geçilmek istenmiştir. Midhat Paşa’nın diğer bir icraatı da Cezayir setleri diye anılan Fırat ve Dicle sularının taşmasını önleyen bu yapıların onarımının yapılmış olmasıdır 151 . 148 Zekeriya Kurşun, Basra Körfezi’nde Osmanlı-İngiliz Çekişmesi, TTK y., Ankara-2004, s.41. Kurşun, Basra Körfezi’nde …,s.42. 150 Midhat Paşa’nın Hatıraları, s.124. 151 Midhat Paşa’nın Hatıraları, s.145. 149 60 Midhat Paşa bedevî aşiretlerin meydana getirdiği asayişsizliğin önlenmesi içinde büyük gayretler sarf etmiştir. Midhat Paşa’nın esas arzusu Basra Körfezi ve Arap yarımadasında yaygınlaşmaya başlayan İngiliz nüfuzunu önlemekti. Arap yarımadasının denetim altına alınmasını Bağdat’ın siyasî ve ekonomik yönden güçlendirilmese bağlı olduğuna inanan Midhat Paşa, burada hızlı bir ıslahat hareketine girişti. Akabinde de 1866’dan beri Kuveyt’te sürdürülen ve Basra’ya bağlanmak suretiyle Osmanlı Devleti’nin oradaki nominal nüfuzunu gerçek hakimiyetine dönüştürmek faaliyetini de hızlandırmıştır. Bu gayretinin temelinde çeşitli sebepler dolayı uzun zamandan beri ihmal edilmiş olan Basra Körfezi’nden Kuveyt’ten Maskat’a kadar hatta bütün Arap yarımadasında devletin doğrudan nüfuzunu kurulmasını isteği yatmaktadır. Nitekim Mithat Paşa Kuveyt meselesi hakkında Bâb-ı Âlî’ye gönderdiği bir layihasında Kuveyt’in öneminden bahsederek İngilizlerin Bahreyn üzerinde nüfuz kurduklarını şimdi sıranın Bahreyn ile Kuveyt arasındaki Ahsa ve Katif sahillerine geldiğini bunu da Kuveyt’in işgali ile neticelenebileceğini bildirmiştir. Bu yüzden orada tesis edilecek idarenin son derece önemli olduğunu söyleyen Midhat Paşa böylece Ahsa’nın korunabileceği gibi Bahreyn’in de elde edilebileceğini hatırlatmıştır. Midhat Paşa bu fikirleri doğrultusunda önce Kuveyt’teki Âl-i Sabah ailesini celp ederek onların Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde bulunmalarının önemine ikna etmiş ve Kuveyt şeyhini kaymakam olarak tayin etmiştir. Akabinde Basra tersanesini de bir düzene sokan Paşa, artık Necid ve Ahsa’da devletin mutlak kontrolünün sağlanabileceğine kanaat getirmiştir. Kuveyt 1869’da Basra’ya bağlanmak suretiyle Osmanlı Devletine bağlanmıştır. Bunda amaç Kuveyt’ten Maskat’a kadar bölgede Osmanlı nüfuzunu sağlamaktı. Kuveyt meselesi hakkında Bâb-ı Âlî’ye detaylıca bir rapor sundu. İngilizlerin Bahreyn üzerinde nüfuz kurduklarını, bundan sonra İngilizlerin sahil şeridinde yayılarak Ahsa ve Katif sahillerini ele geçirmeye çalıştıklarını burayı aldıktan sonrada Kuveyt’e geçeceklerini Osmanlı Devleti’ne bildirmiştir.152 152 Kurşun, Basra Körfezi’nde…”., s. 43. 61 Kuveyt’teki idare binalarına ve gemilere Osmanlı sancağı’nın çekilmiş olması, uzun zamandır Osmanlı Devleti’nin bölge politikasında sürmekte olan zaafının yavaş yavaş değişmekte olduğunun bir işareti sayılabilir. Midhat Paşa 1871’de Acman Muharebesi ile Ahsa’da kabile aşiretlerin devlete bağlamıştır. Midhat Paşa bu seferin sonuçlarını şu şekilde İstanbul’a rapor etmiştir: “… Nafis Paşa ve yanındaki diğer subay ve emirlerin gayretleri ile Ahsa’daki askerin rahat ve huzurları yerindedir. Özellikle son günlerde Suud bin Faysal ile birlikte askerlere mukavemet eden yedi sekiz binden fazla Acman ve Murra Urbanı’na karşı iğneli tüfekli iki tabur asker gönderilmiştir. Bunlar muharebe meydanında eşkıyanın beş altı yüzünü katletmiş ve pek çoğunu da yaralı olarak firar ettirmiştir. Buna mukabil askerler sadece iki şehit vermiş ve yedi sekiz kişide yaralanmıştır. Acman ve Murra aşiretlerinden aşırı biraz olmuş ve pek çok hasara uğramış bölgenin yerleşik ahalisi de bu muvaffakiyette oldukça memnun olmuşlardır”153 . Midhat Paşa yine valiliği sırasında İstanbul’a bu bölgeye demiryolu döşenmesi için teklifte bulunmuştur. Mezopotamya kıtasının devlet içindeki geleceği bakımından hayati öneme sahip olduğunu savunulmaktaydı. Paşa’ya göre, Süveyş’in kapadığı ticaret imkanı Bağdat ve Basra sayesinde gene imparatorluğun eline geçebilirdi. Bu nedenle 1871’de çıkarılan bir irade ile Bağdat ve başkent arasından bağlantı kurulmasını sağlayacak bir demiryolunun proje hazırlığı emrediliyordu. Bu iş için hükümet 1872 yılında Wilhelm von Presse adlı Avusturyalı bir mühendis’i İstanbul’a çağırttı. Presse, 2000 kilometre aşan bir proje hazırladı. Ancak Osmanlı Devleti’nin bunu sağlayacak malî gücü yoktu. 154 153 154 Kurşun, “… Acman Urbanı, s.138. İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğundan Alman Nüfuzu, Akım y., İstanbul-2006, s.112 62 2.2. 93 HARBİ 2.2.1. Savaşın Sebepleri Rusya, “Panslavizm Politikası”nın gereği olarak sürekli Balkan devletlerinin iç işlerine karışıyordu. Ayrıca Rusya “Islahat Fermanı”nı bahane ederek yanına Fransa’yı da almış ve Osmanlı Devleti’nin azınlıklarına daha fazla hak verilmesi için taleplerde bulunmuştur. İngiltere’de bu sırada Osmanlı’nın toprak bütünlüğünün korunması yolunda politika güdüyordu. 155 Rusya, Osmanlı Devleti’nin üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için şu üç yolu izliyordu; 1) Harp yolu ile Türk topraklarını Rus İmparatorluğuna katmak, 2) Aksi takdirde, alakalı Avrupa devletleriyle paylaşmak, 3) Türk toprakları üzerinde yaşayan Hıristiyan unsurların muhtar veya yarı muhtar devletler haline getirip bunları kendi hakimiyeti altına almak. 156 1856 Paris Antlaşması ilk iki yolu kapattığı için Rusya’ya sonuncu alternatif kalıyordu. Rusya, Balkanlardaki karışıklıkların sebebi kendisi değilmiş gibi sürekli Osmanlı’nın gerekli ıslahatları yapmamış olmasını gerekçe gösteriyordu. Avrupa devletleri nezdinde girişimlerde bulunarak, Osmanlı Devleti’nin Paris Antlaşmasında verdiği ıslahat sözlerinin gerçekleşmesi konusunda baskı yapılmasını istiyordu Balkanlarda Eflâk - Boğdan’ın birleştirilmesi ve bağımsız Romanya’nın kurulmasını, Sırbistan’ın istiklâle kavuşturulmasını istemekteydi. Bu sebeple Sırbistan isyanlarını hem başlattı, hem de destekledi. 157 Avrupa’da ise Almanya ile İtalya’nın millî birliklerini tamamlamasından dolayı karışık bir dönem hakimdi. Dönemin havasını ve Rusya ile savaş isteyenlerin 155 Mehmet Saray, Türk-Rus Münasebetleri’nin Bir Analizi, MEB y., İstanbul-1998, s.134-135. Saray,a.g.e, s.137. 157 Enver Z. Karal, Osmanlı Tarihi.,C.VI, TTK y., Ankara-1983, s.15. 156 63 tutumunu belirtmesi açısından II. Abdülhamid’in şu sözlerini burada belirtmekte fayda vardır; “Devletin başında büyük gaileler vardı.Sırbistan ve Karadağ ile savaş halindeydik. Ruslar savaş açmak üzereydi. Tersanede toplanan yabancı devletler, Ruslarla birlik olmuş, Sırbistan ve Karadağ’a toprak verilmesini, Bulgaristan’a muhtariyet adı altında istiklal tanınmasını istiyorlardı.Girit karışıktı. İstanbul bile her gün yeni bir karışıklığa sahne oluyordu.Mithat Paşa takımının Fatih ve Beyazıt medreselerinde ayaklandırdığı çömezler, saray kapısına kadar geliyor ve yaşasın Kanun-i Esasi, yaşasın Midhat Paşa’ diye bağırıyorlardı.Kanun-i Esasi çıktığına ve Midhat Paşa sadrazam olduğuna göre bunlara ne gerek vardı ? …Her gün yeni bir fitne, ortalığı alt üst etmekteydi” 158 Savaş öncesinde Almanya, Avusturya ve Rusya arasında aracı olarak anlaşma yapılmasını sağladı.Buna göre 15 Ocak 1876’da diplomatik görüşmeleri başlattı. Bu anlaşma daha önce sözle ifade edilen Reichstand Anlaşması’nın yazılı hale getirildiği, aradaki anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulduğu bir belge idi. Böylece Rusya harp halinde Avusturya’nın tarafsızlığını temin ediyor ve ikmal işleri için Galiçya’dan da faydalanıyordu. Harp sonunda Bosna (Hersek, Yenipazar müstesna) Avusturya’ya ait olacaktı. Baserabya bu sırada Eflak ve Boğdan’a (Romanya) aitti. 159 Rusya’nın İstanbul Büyük Elçisi İgnatiyef ile Lonra Elçisi Şuvakoff’un çalışmaları neticesinde, İngiltere mualefetine rağmen Avrupa devletlerinin bir araya tekrar gelmesi sağlandı. Islahat konusunda Osmanlı Devletine baskı yapılacaktı. 31 Mart 1877’de Londra Protokolü’nü devletler imza ettiler. Buna göre; “ Osmanlı Devleti’nin Hıristiyan halk için vaat ettiği ıslahatları yerine getirmesi ve bu suretle Avrupa barışının korunması isteniyordu. Altı devlet, Bab-ı Ali’nin kendi iradesi ile Bosna-Hersek ve Bulgaristan için evvelce kabul etmiş 158 159 Abdülhamid’in Hatıra Defteri, çev.İsmet Bozdağ, Pınar y.,İstanbul-1986, s.39-40. Karal, a.g.e., s.137-138. 64 olduğu ıslahatın tatbik edilmesini görmek istediklerini belirttikten sonra, Sırbistan ile yapılan barışı tanıdıklarını böyle bir barışın lehinde hudut taksimi yapılmak suretiyle Karadağ ile de akd edilmesini lüzumlu görmediklerini ve Osmanlı ordusunun, güvenliğinin korunmasından fazla olan miktarının silahsızlandırılmasını tespit etmişlerdir. Bundan başka yapılacak ıslahatın İstanbul’daki elçileri vasıtasıyla kontrol edileceğini de protokole eklenmişlerdi.” Savaş öncesinde Rusya, Bosna-Hersek’e bağlı Nikşiç Kazasının, Karadağ’a verilmesini istedi. Bu bölgenin halkının tamamına yakını Ortodoks’tu ve Slav’dı.160 Londra Protokolü Osmanlı Devleti tarafından, içeriğinin gerek Paris Antlaşmasına gerekse Kanun-ı Esasi’ye aykırı olmasından dolayı reddetmiştir. (12 Nisan 1877) Çünkü Osmanlı Devleti hem görüşmeye çağrılmamış hem de devletin bağımsızlığına ve yürütme yetkisine müdahale edilmişti. Osmanlı Devleti’nin bu teklif karşısındaki tutumunu Yılmaz Öztuna şöyle değerlendiriyor; “Sadrazam İbrahim Ethem Paşa, çok makûl olan Çar’ın son teklifini de red etti. Zirâ tabî bir prensliğe bile bir kazanın terk edilmesi (Nikşiç) henüz ilân edilen Kanun-ı Esasiye mugayir görülmüştü. Böylesine sorumsuz bir cevap, Osmanlı için büyük bir felaket oldu. Hıristiyan, Türk’e düşman ve asi bir halkla meskûn yoksul bir kazanın, esasen Osmanlı Devleti’nin bir parçasını teşkil eden Karadağ’a verilmemesi için Türk Milleti’nin göze alması icap eden bir fedakârlıklar sonsuzdu ve Türkiye çapında büyüktü…. Rusya savaşı kazanırsa Osmanlı’ya felaketti. Rusya savaşı kaybetse de felaketti. Neden ? büyük devletler ittifakla bir Hıristiyan toprağını bir Müslüman devlete vermemek hususunda azimli bir tutum sergiliyordu. Zaferle bitse dahi Osmanlı’nın savaşta kazanç edinmesi mevzu bahis olamazdı.” 161 160 161 Şahin Turhan, Öncesiyle Sonrasıyla 93 Harbi, Kültür Turizm Bakanlığı y., Ankara-1988, s.36-37. Yılmaz Öztuna, Rumelini Kaybımız, Ötügen y., İstanbul-1990, s.31. 65 Rusya Prens Karçakof aracılığı ile 19 Nisan 1877 tarihinde Avrupa’ya, Osmanlı Devletine savaş ilan edildiğini duyurdu. Savaşın sebepleri ise şöyle izah ediliyordu: “Bâb-ı Âlî, Avrupa’nın nasihatlerine saygı göstermemiştir. Hıristiyanların durumunu düzeltmek hususunda kendisine tavsiye edilmiş olan tedbirleri yerine getireceğine dair artık kendisine emniyet ve itimat gösterilemez. Balkanlar’daki devamlı karışıklık güveni bozmuş ve Rusya’nın menfaatlerini sarsmıştır. Bu sebeple Rusya, Avrupa tarafından da takdir edileceğine emin olarak Bâb-ı Âlî’ye karşı harp açmıştır.” 162 Rusya’nın Avrupa’ya bildirdiği savaş kararına İngiltere 2 Mayıs 1877 tarihinde cevap verdi. Rusya’nın hareketini onaylamayarak protesto ediyordu. 6 Mayıs’ta da Rusya’ya bir nota göndererek şu hususları bildirdi: 1- İngiltere, savaş karşısında tarafsızlığını ilân etmiştir. Kendisinden yardım beklenmemesini de Osmanlı Devleti’ne bildirmiştir. 2- İngiltere, Hindistan ile dünya ticaretinin güvenliği için gerekli olan Süveyş Kanalı’na hiçbir zarar verilmemesini savaşan taraflardan ister 3- İngiltere,İstanbul şehrinin şimdiki sahibinden başkasının eline geçmesine kayıtsız kalamaz 4- İstanbul ve Çanakkale Boğazları bugünkü rejimini hiçbir şekilde değiştiremez 5- İngiltere’nin Basra Körfezi’nde korumaya mecbur olduğu çıkarları vardır. 6- İngiltere Bulgaristan işgal edilecek olursa, bunun geçici olacağı hususunda Çar’ın vermiş olduğu teminatı tekrar hatırlatır. 7- İngiltere, savaş karşısında tarafsızlığını bu şartlara bağlı olarak sürdürecektir. 163 162 163 Karal, a.g.e.,s.41. Fahir Armaoğlu,19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), TTK y., Ankara-2003,s.517. 66 Savaş Osmanlı için başından sonuna kadar felaketlerle başlayıp bitecektir. Savaş sonrasında Ayestefanos Antlaşması imzalanacak Osmanlı çok ağır bir bedel ödeyecektir. Durum bu hale gelince Avrupalı devletler araya girecek, savaşın sonucunu Berlin’de yeni bir antlaşmayla belirleme kararı ortaya çıkacaktır.Berlin Antlaşması öncesi Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında gizli bir anlaşma imzalanmış ve Kıbrıs’ın İngilizler tarafından geçici olarak el konulması kararlaştırılmıştır. 164 2.2.2. Savaşın Sonuçları ve Berlin Antlaşması 93 Harbi, XIX. yüzyılın siyasî coğrafyasını çizen dört hadiseden sonuncusudur. Bu hadiseler şöyle özetlenebilir; 1- 1815 Viyana Kongresi ( Şark Meselesi- Osmanlı ile ilgili) 2-1856 Paris Antlaşması ( Osmanlı ile ilgili) 3- 1871 Versailles Antlaşması ( Almanya’nın kuruluşu ile alakalı) 4- 1878 Berlin Antlaşması (Osmanlı ile alâkalı) 165 . 93 Harbi Osmanlı Devleti’nin siyasal olarak dağılma dönemine girdiğini gösteriyor. Öztuna, 1699 Karlofça Antlaşmasından sonra Osmanlı’yı Avrupa’dan tavsiye eden ikinci büyük antlaşma olarak niteliyor. Yine Öztuna, 93 Harbi sonrasında Avrupa’da kaybettiğimiz toprak ve nüfuz sayısını şöyle veriyor: - Dobruca Sancağı ilâvesi ile Romanya 135.156 kilometre kare / 5.300.000 nüfus - Niş Sancağı ilavesi ile Sırbistan 45.427 kilometre kare / 1.564.000 nüfus -Yunanistan’a bırakılan yerler ve Teselya 13.488 kilometre kare/ 340.000 nüfus - Rusya’ya bırakılan Güney Moldova ( Bucak)33.800 kilometre kare / 800.000 nüfus TOPLAM: 237.298 kilometre kilometre kare / 8.184.000 nüfus - Dolaylı kaybettiklerimiz; Bosna, Hersek, Yenipazar (Avusturalya),Kıbrız ve Mısır ( İngiltere),Tunus (Fransa), Bulgaristan, Kars-Artvin civarı, Kotur (İran). 166 164 165 Karal, a.g.e, s.70-71. Öztuna, a.g.e, s.58. 67 Fahir Armaoğlu Berlin sonrasını şu şekilde özetlemiştir: “Berlin Antlaşması her şeyi ile Osmanlı Devleti’ni kurban etmesine rağmen, yine de dengesizlik oluşturdu. 1878’den sonra sade Avrupa ve Balkanlar değil dünya’nın diğer bölgeleri de devletler arasında cereyan eden mücadelelerin kaynağını, bu dengesizlikte aramalıdır. Keza I. Dünya savaşına varan gelişmelerin kaynağını da Berlin Antlaşması’nın kurduğu dengesizlik düzeninde görmek gerçekçi bir analiz olacaktır.” 167 Berlin Antlaşması ile Osmanlı-İngiliz ilişkileri de yeni bir döneme girmiştir. Yıllardır “Osmanlı toprak bütünlüğünü” savunan İngiltere artık “parçala, parçalarına sahip ol ” politikası güdecektir. Yani kendi için önemli olan stratejik Osmanlı topraklarına bizzat kendisi yerleşmek isteyecektir. 1878’de Kıbrıs’a, 1882’de Mısır’a yerleştiği gibi. İngiltere 93 Harbi’nde Osmanlı devlet adamlarının hayalini kurduğu desteği verememiştir. Berlin sonrasında İngiltere artık Rusya’nın güneye sarkıp İngiliz toprağını tehdit etmesini, Osmanlı vasıtasıyla önleyemeyeceğini düşünüyordu. Bunun önüne geçmenin bir yolu stratejik bölgeleri almaksa diğeri de doğuda Ermenileri kullanmaktı. Doğuda Ermeni Devleti, özerk bir bölge, Rus yayılışına bir set çekebilirdi. Çünkü Ruslar sadece İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan değil İran üzerinden güneye doğru Basra’ya da uzanmaya çalışıyorlardı. Almanya ve Rusya arasındaki münasebetlerde bozulmuştur. “Dürüst aracı” rolünü üstlenerek Rusya’ya güvenceler veren Bismarch kongrede ve antlaşma sırasında Rusya’yı hayal kırıklığına uğratmıştır. Avusturya ile yakınlaşmayı Almanlar kendi çıkarlarına daha uygun bulmuşlardır. Rusya her konuda kayıplara uğradığı Berlin’de Panslavizm Politikası yönünden de darbe almışlardır. Panslavistler “biz buraya ümitlerimizin cenaze törenini yapmak için toplanmışız” 166 167 Öztuna, a.g.e., s.64.; Armaoğlu bu sayıyı 287.510 kilometre kare olarak veriyor. Armaoğlu, a.g.e, s.529. 68 diyordu. Çünkü Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan artık eskisi kadar ateşli Rusya taraflısı değildi. 168 Berlin Antlaşmasından sonra gelişen en önemli hadiselerden biri de OsmanlıAlman yakınlaşmasıdır. 1881 yılında Almanya’nın ileri gelen askerlerinden Baron Von der Goltz’un başkanlığında bir askeri heyet İstanbul’a geldi. “Goltz Paşa” tam on iki yıl Osmanlı ordusunu yeniden düzenlemeye çalıştı. Bu arada Osmanlı askerleriyle birlikte Alman banker ve tüccarları da Osmanlı Devletine gelmişlerdir. Deutche Bank’ın bir şubesi de İstanbul’a açıldı. II. Wilhelm, 1889’da ilk kez, 1889’da ilk kez, 1898’de ikinci kez İstanbul’a geldi. Wilhelm Osmanlı Devleti ile yakınlaşmayı doğru bulmuştur. Bismakch ise, tam zıddı görüşten asla vazgeçmemiştir. Almanya’nın Osmanlı Devleti ile yakınlaşmasının sebepleri kısaca şöyle özetlenebilir; - Almanya, İngiltere’ye karşı Osmanlı’ya yakınlaşmıştır. - Demiryolları imtiyazını Osmanlı Devleti’nden almak istemiştir. - Ortodoks tebaasının koruyuculuğunu Osmanlı’dan almak istemiştir. - Hepsinden önemlisi doğuda sömürgeler arayan Almanya Müslümanların sempatisini kazanmak için Osmanlı Devleti’nin halifelik makamını kullanmak istemiştir. 169 Diğer bir değinilmesi gereken konuda yine Afrika kıtasında bulunan Osmanlı toprağı Tunus meselesidir. Uzun zamandan beri Fransa ve İtalya’nın almak istediği Tunus meselesidir. Berlin sonrasında İngiltere Fransa’ya sus payı olarak Tunus’u almasına ses çıkarmamıştır. Eğer elinden gelse idi, İngiltere bu bölgeyi kendi alacaktı ancak iki devletle karşı karşıya gelmektense güçlü olana burayı vererek Basra’da bulunan gücünü koruma altına almıştır. Osmanlı Tunus hakimiyetini 23 Ekim 1871’de bir fermanla teyit ettirmişti. Buna göre Tunus Beyliği, Osmanlı Devleti’ne bağlı kalacak, idaresi beylik olarak 168 169 Armaoğlu, a.g.e, s.531. Oral Sander, Siyasi Tarih, İmge y.,İstanbul-2005, s. 318-320 69 kalacak, buna karşılık Tunus Beyliği de padişaha hutbe okutacak, tuğrada padişah ismi olacak, Osmanlı Devleti istediği zamanda para ve asker gönderecek, iç işlerinde de serbest olacaktı. 170 12 Mart 1881’de “Bardo Antlaşması” ile Tunus Fransa’ya bağlandı. Osmanlı Devleti’nin tezimizin konusu olan Kronolojik zaman dilimi düşünüldüğünde, Basra Politikası başta olmak üzere bütün II.Abdülhamid dönemindeki icraatlarına damgasını vuran bu savaş anlatılmadan Osmanlı döneminin bu tarihi kesitinin anlaşılması mümkün değildir. Bu savaşın kaybedilmesi II. Abdülhamid’e 32 yıllık saltanatı boyunca rehber olmuş, ülkenin her tarafını demiryolu ve telgraf şebekesi ile döşenmesini sağlamış elde kalan vatanın toprağını korumak için bir çok icraatları da beraberinde getirmiştir. 2.3. OSMANLI-İNGİLİZ MÜCADELESİ İngiltere yayılmak ve egemen olmak istediği Basra ve Kızıldeniz coğrafyasında kendisine nüfus alanları oluşturmakla işe başladı bunun içinde bölgede yerli egemen güç olan aşiretleri seçti. Aşiretlere görüşme ve ticari ilişkilerle yakınlaşmaya başlamışlardı. Süveyş Kanalı’nın açılmasına müteakip İngilizlerin Aden ve Yemen’deki faaliyetleri de arttırmıştır. İlk defa 1873 tarihinde Bâb-ı Âlî ile İngiltere hükümeti arasında teati edilen yazışmalarda İngiltere’nin bölgede şeyhlerin Osmanlı hakimiyetini tanımayarak İngilizlere tabi olmak istediklerini Osmanlı Devleti’ne iletmiştir. İngiliz aşiret şeyhlerini kendi çıkarları doğrultusunda kazanmak için bazı metotlar uygulamışlardır. Onları yıldırmak bazen para desteği ile toprakların kontrolünü sağlamak, aşiretlere silah yardımında bulunarak onları Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmak gibi usullere baş vuruyorlardı. Hatta İngiltere Aden’e komşu bölgelerde ( bil-hassa Nevahi-i Tisa bölgesinde) binalar inşa ederek bunların askerle doldurulması işini yürütmekteydi. Ayrıca Osmanlı hükümeti, İngiltere’den bir şimendifer hattı inşası yolunda bazı rivayetlerin aslını sorduğunda kaçamak cevaplar alabiliyordu. 170 Rıfkı Burçak, Siyasi Tarih, Gazi Üniversitesi , İ.İ.B.F, Ankara-1984. 70 İngilizlerin bu politikası bölgede Osmanlı hakimiyeti devam ettikçe her zaman için sürdürülmüş bir politikadır. Örnek olması açısından 5 Şubat 319 tarihli bir Osmanlı belgesinden bir hadiseyi burada zikredelim: Necid sahillerinde günden güne kazanılan ehemmiyet Necid Şeyhlerinden olup, Küveyt’te ikamet eden İbn-i Reşid Aşireti’ne geçen Abdülaziz el-Faysal’ın pederi Abdurrahman el-Faysal’ın İngilizler tarafından tahrik ve teşvikiyle Katif ve civarını zabt edip idarede Küveyt gibi müstakil müstakil bir hükümet tesis ederek Mübarek el-Sabah’a benzemeye çalıştığı, bazı para kaynaklarını istila ettiği, Zehaf’tan gönderilmesi gereken tabur ve bölüğü hareket ettirtmeyerek para meselesine dair Bahriye Nezareti’nden alınan telgrafnamede 315 senesinden kalan paradan seksen bin ödenmedikçe Zehaf Vapurunu hareket ettirmeyeceğini, ancak bunun mümkün olmadığının bildirildiği, kendisinin de para koparmak maksadıyla Basra Bahriye Komadorunu gaflete düşürüp askerin geciktirilmesine sebep olduğu, Faysal asker oraya varmadan vardığında fenalık ortaya çıkacağı bundan dolayı kumandanın mesuliyet kabul etmediğine dair telgraf takdim edildi ne yapılması gerektiğine dair Bahriye nezaretine Basra Valiliğince yazılan telgraftır. Telgrafın sonunda adı geçen vapurun Katif civarına sevk olunacak askerin nakil eylemek üzere acele hareket ettirilmesi lüzumu Bahriye Nezaretine soruluyor ve emrin yazılı olarak valiliğe gönderilmesi isteniyor. 171 Büyük bir ihtimal ile Basra Tersanesi’nin durumu valiliğe bildirmesi ile olay sadarete iletilmiştir. Buradan da anlaşıldığı üzere İngiliz destekli bir aşiret şeyhi Faysal’ın ayaklanması ve kendisine ödenen yıllık akçeden içerde kalan devletten alacağını bahane ederek müstakil bir bölge kurmak istediği ve bunu Kuveyt’in yarı bağımsızlık kazanma hareketinden etkilenerek yaptığını bildiriyor. İngilizlerin Arap aşiretlerini kullanarak yine bölgede bağımsız ve zayıf özerk yerel yönetimler kurmak istediğine dair iki farklı örnek belge daha burada söz etmek ve konumuzu pekiştirmek istiyorum. Birinci Arşiv belgesi kısaca şöyle özetlenebilir: 3 Şubat sene 315’de Basra Valiliği’nden Sadarete (Padişaha) sunulan tezkerede İngilizlerin Kuveyt’te Mübarek el-Sabah’ı elde etmeye çalıştığı, Osmanlının ise duruma müdahale ederek Sabah’ı Osmanlı tarafına çekmek için 171 BOA, DH. MKT. 2592 34 1319 Za 15. 71 ‘Mir-i Miran’ rütbesi verdiği açıklanmış ve bunun yanında bir nişan ve taltifini ve senelik verilen, kesilen 280 tonito hurmanın geri verildiğine dair durum bildirilmiştir. Mübareğin bu isteği yerine getirilmiş, böylece Mübarek’in İngilizler tarafına geçmesi engellenmeye çalışılmıştır. 172 Osmanlı’nın yapılan ayaklanmalarda aşiret şeyhlerine karşı askeri müdahaleden çok rütbe vermek, yıllık aylık bağlamak ve bölgeye yöneticileri ile uzlaşma aramak gibi bir politika güttüğü görülüyor. Bunda şüphesiz İngiliz destekli bu ayaklanmalara Osmanlı’nın gücünün yetmediği ve mesafenin uzunluğu sebepleri etkendir. İkinci belgemiz ise 8 Mart sene 321 tarihli Bahreyn’deki aşiret şeyhinin yine İngiliz baskısı ile düştüğü durumunu anlatan bir belgedir. Bahreyn Şeyhi’nin oğlu ve Naibinin İngiliz vapurlarıyla bölgeye gönderilen İngiliz memurlar tarafından tutuklanıp hapis edildiği mallarına el konulduğuna dair Basra Altıncı Ordu Kumandanlığından sadarete gönderilen maruz kaydıdır. Ayrıca belgede Kuveyt şeyhine bu tutuklanan şahısların gidecekken tutuklandığı da vurgulanmıştır. 173 Görüldüğü üzere İngiltere Basra coğrafyasında nerede ise hakim tek güç haline gelmiş resmi olarak Osmanlı sınırları dahilindeki bölgelerde istediği gibi hareket etmiştir. Osmanlı ise sadece uzlaşı ve uyarıdan ötede bir politika uygulayamıyor. Arap Yarımadasının doğu ucundaki bölgelerde (Basra-Kuveyt-KatarBahreyn) ise daha değişik bir manzara arz ediyordu. Özellikle Kuveyt’in Basra’nın yerini yavaş yavaş almaya başlaması İngilizlerin 1793’te burada bir ticari müessese açması sonucunu doğurdu. İngiltere daha 1805’te Kuveyt şehrini himayesi altına alma teşebbüsüne girişmesine rağmen burada fazla bir başarı kazanamamıştı. 174 Ancak yaklaşık yüz yıl sonrasında durum tersine dönmüş ve Osmanlı Devleti kendi toprağında Kuveyt’in kendi tasarrufunda olduğunu ispatlamak zorunda kalacaktır. Bu konuda 2 Teşrin-i Evvel 1901 tarihli Paris’te çıkan Martin Gazetesinden bir bölüm özetle şu şekilde anlatılabilir: Basra Körfezi’nde çıkan olaylar üzerine Osmanlı Devleti’nin Sıtkı itibarı metbu-i siyasi sıfatını kullanarak Kuveyt Limanı’nı 172 BOA, DH. MKT. 2306 98 1317 L 15. BOA, Y PRK. 227/58 1323 m13. 174 Selçuk Günay, “Bazı Belgelerin Işığında Osmanlı Devleti’nin Basra-Akabe Hattını Muhafaza Yolunda Aldığı Bazı Tedbirler”, Türk Kültürü, C.XXXI, S:365 (1993), s.552. 173 72 kendi tasarrufuna geçirmek istemiş, bu duruma İngiltere donanması açıktan açığa muhalefet etmiş ve top patlayacağına dair tehdit etmiştir. Kuveyt hakimi İngiltere tarafından korunuyor, bu ne demek olduğu açıktır. İngiltere Kuveyt’e göz dikmiştir. İngiltere ile Osmanlı arasında daha önce statükonun korunmasına dair bir anlaşma yapılmıştır. İngiltere’nin Kuveyt’i zapt etmesi, önceden beri Bağdat Demiryolu ile alâkadar olan Almanya’nın menfaatine dokunacağı bunun Berlin Kabinesi’nin rıza göstermeyeceği bunu hükümet-i seniyyede destekleyecektir. Zaten İngiltere burada menfaati olduğunu açıklamıştır. 175 İngiltere’nin Basra’da hakim güç olması ve Hint sahillerine giden bütün yolların güvenliğini kendine vazife gibi görmesi ve en küçük bir tehlikeyi dahi şiddetle karşı koymasına neden olmuştur. İngiltere’nin Kuveyt, Bahreyn ve Maskat gibi Basra sahillerini kontrol etmesi ve sürekli statükonun korunmasını istemesi boşuna değil, bilakis Hint yollarını güvenceye almak istemesindendir. Bu konuda 29 Teşrin-evvel 318 tarihli bir belgeyi örnek olarak inceleyebiliriz. Belgede Osmanlı Devletinin küçük bir nahiye kurmasına dahi İngiltere’nin tepkisinin çok şiddetli bir muhalefetle karşı çıkışını göreceğiz.Buna göre: 29 Teşrin-evvel 318’de Katif ile Kuveyt arasında bir nahiye kurulması kararlaştırılmıştır. Buna göre İngilizler, o bölgedeki düşünceleri göz önüne alındığında, Necid Mutasarrıflığı bu kurulacak Nahiyenin müdürlüğüne o bölgede tanınan, önemli bir kişiye verilmesini bununla birlikte jandarma ikamet ettirmesine Basra Vilayetine bildirmiş, vilayet de sadarete bildirmiştir. Sene 320’de alınan karar neticesinde Basra Vilayeti’ne oraya görevlendirecek jandarmaların bir an önce gönderileceği bildiriliyor. 176 Osmanlı Devleti Basra bölgesindeki idari birimlerde ıslahatlar yaparak bölgenin asayişi içinde çalışmalarda bulunmuştur. Katar, yeni teşkil edilen Necid sancağına bağlandı. Körfezin güney kısımları ile ilgilenildi. Körfezin batı sahilini teşkil eden Kuveyt, Bahreyn, Katar, Umman sahilleri ve Maskat’a ait Osmanlı Devleti her bölgede meydana gelen her olayla yakından ilgilenmekteydi. XIX. asrın sonlarında İngiltere’nin Basra Körfezi’ndeki gücü giderek artmakta idi. Maskat’taki İngiliz konsolosu ve Şarika’daki konsolos vekili zaman zaman bölgede şeyhlere ve 175 176 BOA, HR. SYS 95 6. BOA,DH. TMK. S/40/38/1320.Ş.21. 73 ahaliye çeşitli tekliflerde bulunuyordu. Osmanlı Devleti karadan arazi şartlarının müsait olmaması ve denizde yeterli donanması bulunmaması yüzünden sahildeki şeyhlere yardım edemiyor ve haklarını koruyamıyordu. Bu sebeple Körfezde sadece Kuveyt ve Katar’a ait gemilere Osmanlı bayrağı çekiliyor, Umman sahillerindeki şeyhlikler ise ay ve yıldız bulunmayan kırmızı bir bayrak taşıyorlardı. İngilizler, çeşitli fırsatları değerlendirerek sık sık sahildeki kasabalara uğruyorlar ve ticarî münasebetlerini geliştirmeye çalışıyorlardı. Gizlice silah ve cephane getirerek Kuveyt, Bahreyn, Katar, Umman ve Maskat taraflarındaki kabile ve aşiretlere satmışlardır 177 . Osmanlı Devleti Lince ile de ilgilenmiş Bombay’daki Baş şehbenderi Hüseyin Hasib Efendi Lince ve Bombay arasındaki ticarî ilişkilerin gelişmesinde öncü olmuştur 178 . 1887’de Osmanlı Devleti Katar’ın Necid (Ahsa) Sancağı’na bağlı bir kaza haline dönüştürerek burada fiili hakimiyetini göstermişti. Bahreyn’de ise İngiltere fiili olarak üstünlüğü eline geçirmişti ve İngiltere buradan başka alanlara yayılmak için göstermek için çaba gösteriyordu. İngiltere deniz korsanlığını veya bölgedeki bir takım asayişsizlikleri bahane ederek siyasal sonuçlar elde etme peşine düşmüştü. 179 Osmanlı Devleti 1888’de İngiltere’nin bu bölgelerdeki girişimleri sonucu çıkan anlaşmazlıklardan dolayı bölgeye Basra valisi Nafis Paşa’yı Necid sahillerini teftiş için göndermişti. Nafis Paşa 11 Mart 1888’de hem sadarete hem de padişaha geniş bir rapor sunmuştu. Raporda kısaca “Zubara limanının zamanla yıkılıp mahvolduğunu belirten paşa, Necid’e gidecek malların ilk önce gümrük vergisi ödenerek Bahreyn’e oradan da Necid’e gönderilmekte olduğundan bahsediyor. Nafis Paşa, Zubara’nın imar edilerek yeniden iskâna açılması halinde, hem hazinenin gelir elde edeceği hem de bölgede asayişin sağlanacağını düşünmektedir. Raporunda 177 İdris Bostan, “Basra Körfezi’nin Güney Kesimi ve Osmanlılar (1876-1908)”, Osmanlı Araştırmaları, C.IX, İstanbul-1989, s. 311-313. 178 Bostan, a.g.m., s.316-318. 179 Kurşun, Basra Körfezi’nde Osmanlı-İngiliz Çekişmesi: Katar’da Osmanlılar (1871-1916), s.85. 74 İngilizlerin Bahreyn’deki faaliyetlerine de değinen paşa, onların Bahreyn’e ilgilerini mevkî itibariyle önemi yanında ticarî öneminden de kaynaklandığını ilave eylemiştir. İngilizlerin nihai hedeflerinin Bahreyn’i de Aden gibi ilhak etmek olduğunu söylemektedir. Raporunun öneriler bölümünde ise İngilizlerin bu faaliyetlerine karşılık Osmanlı Devleti’nin de bölgede özellikle sürekli gemi dolaştırma için bir takım yeni düzenlemeler yapmasının gerekliliği üzerinde durulmuştur 180 . Osmanlı Devleti siyasî platformda İngilizlere karşı bir mücadele verirken aynı zamanda Osmanlı’nın Panislamist politikası sebebi ile de mücadele halinde idi. Abdülhamid döneminde belirgin olarak sistemli bir şekilde yürütülen bu politika İngiltere’yi tedirgin ediyor. İngiltere’de kendi ürettiği karşı ataklarla Basra ve Arap toprakları başta olmak üzere İslam coğrafyasında Panislamist politikayı çökertmeye çalışıyordu. II. Abdülhamid döneminde Yıldız Sarayı İslam’ın bir tür Vatikan’ı haline getirilmek istenmiştir. II. Abdülhamid’in dünya Müslümanları ile yürüttüğü din bağına dayalı ilişkilerini Avrupalılar, Panislamizm olarak yorumluyorlar ve bu politikadan oldukça ürküyorlardı. Oysa Abdülhamid gibi gücünün sınırlarını bilen bu nedenle de politikasını elinde olanı korumakla sınırlandıran bir hükümdardan tüm dünya Müslümanlarına kendi önderliğinde siyasî bir birlik altında toplanma çabasına girişmesi beklenemezdi 181 . Arap unsurunu devlete bağlı tutmak yolunda bilhassa II. Abdülhamid’in izlediği politika da, kaçınılmaz ayrılığı önlemeye yetmeyecekti. II. Abdülhamid’in Hicaz’a kadar uzanacak demiryolu projesini uygulamaya sokması hem bu topraklara bir devlet hizmeti götürmek ve halifelik pozisyonunu güçlendirmek hem de buraları bilhassa bir dış saldırı durumundan devlete bağlı tutmakta yararlanılacak bir stratejik vasıtaya sahip olmak amaçlarına yönelikti. Bu projenin gerçekleştirilmesi Avrupa büyük devletlerinin rekabetini kamçılayıp, bu ülkelerin Osmanlı devleti’ni daha fazla tesir altında alarak, kendilerinin Arap topraklarına nüfus edişlerinin hızlanmasına yaramıştır. Mesela, II. Abdülhamid 1904 güzünde Maan’a kadar 180 181 Kurşun, a.g.e., s.88. Murat Özyüksel, “Hicaz Demiryolları”, Genel Türk Tarihi, C.VII, YTY., Ankara-2002, s.700. 75 ulaşan hattın Akabe’ye bağlanarak Mısır Hacılarının Hicazla temasını kolaylaştırmayı düşündüğünde, İngiltere, padişaha sert baskıda bulunarak kendisini bu fikirden vazgeçmeye zorlamıştır. 182 Osmanlı Devleti Arap yarımadasını fethettiği 1517 yılından itibaren genellikle göçebe olarak yaşayan bedevî Arap aşiret ve kabilelerini bir düzene sokmak istemiştir. Bu konuda en çok istifade edilen kaynaklar Bağdat, Basra ve Şam vilayetleri ile Mekke emirliğinde bulunmuştur. Daha sonra Süveyş Kanalı’nın açılması ve gerekse Midhat Paşa’nın Ahsa Seferi sonrasında Necid Mutasarrıflığının kurulmasıyla devletin bilgi kaynakları çoğalmıştır. Basra bölgesi aşiretlerden oluşan sosyal bir yapıya sahipti. Aşiretlerin bulunduğu bölgede Osmanlı Devleti için en önemli olan ise Hac yolu güzergahı idi. Arap yarımadasında irili ufaklı binlerce kabile bulunmaktadır. Bunlarında birbirleriyle akrabalıkları vardır. Osmanlı hakimiyetindeki bedevî Arap kabilelerinin yegane yazılı ve resmi kaynaklarının Osmanlı belgelerinin olduğunu söylemek mümkündür 183 . Midhat Paşa kendi valiliği sırasında Ahsa Kuveyt arasında 28 büyük bedevî Arap kabilesinin olduğunu söylemekte ancak bunların isimlerini vermemektedir. 1299 yılına ait Bağdat vilayeti salnamesinde Necid Livası dahilindeki aşiretler arasında Acman aşireti ilk sırada yer alır. Buna göre Acman aşireti Âl-i Mahfûz, Âl-i Hubeyş, Âl-i Süleyman, Âl-i Hitlan, Âl-i Mağbet, Âl-i Dağın, Âl-i Şamir, Âl-i Müflih, Âl-i Şevavle, Âl-i Hadi, Âl-i Marsa, Âl-i Yahyat, Âl-i Ziz olmak üzere 13 fırkadan oluşmaktadır. 184 Yaşadıkları yerlerde yol kesme ve yağmacılıkla geçinen aşiretlerin zararlarını engellemek için Osmanlı Devleti’nin takip ettiği politikaların en önemlisi onların nüfusları ölçüsünde maaşlar tahsis etmekti. Osmanlı Devleti özellikle hicaz 182 Ömer Kürkçüoğlu, Osmanlı Devleti’nde Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi (1908-1918), Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi y., Ankara-1982, s.19 183 Kurşun, “Acman …, s.124. 184 Kurşun, a.g.m., 126. 76 civarında ve hac yolu üzerinde aşiret ve kabilelere çok eskiden beri bu tür ödemeler yapmaktaydı. Aynı şekilde Necid Sancağı’nın teşkilinden itibaren buradaki aşiretlere de istikrar-ı asayiş ve yolların emniyet altına alınması düşüncesi ile çeşitli miktarlarda maaşlar ödemeye başlanmıştır. Düzenli olarak kayıtları tutulan bu maaş cetvelleri ışığında Acman’a da maaş ödenmekteydi. Aşiretlerin yol kesmesi sadece karada değil aynı zamanda denizde de yapılmaktaydı yol kesmenin her hangi bir vasfı yoktu. Aşiretler geçimlerini bu yolla sürdürmüşlerdir. Konu ile alakalı olarak burada bir belgeyi örnek olarak veriyoruz. Belge 5 Teşrin-evvel sene 294 tarihli olup Basra Vilayeti Bahriye Kumandanlığı’ndan Hariciye Nezaretine gönderilen maruz kaydıdır. Belge şu şekilde özetlenebilir: Basra Körfezi’ndeki deniz hırsızlarının emniyeti yok edip, Katif sahillerinde emniyet kalmadığından ve burada geçişler engellendiğinden durum İngiltere tarafından Hariciye Nezaretine bildirilmiş, konu hakkında emniyetin sağlanması buraya dışardan müdahale olmaması için gerekli olan tezkerenin çıkması isteniyor. 185 Aşiretlerin yağma ve yol kesmesine başka bir örnekte şu şekildedir. Basra Bahriye Kumandalığından Dahiliye Nezaretine bildirilen maruz kaydı olan bu belgede Umman Eyaleti’nde bulunan Zaid B. Halife’nin yağma amacıyla Katar Araplarına hücum ettiği buna da sebep veren Casim b. Sani’nin ( Katar Şeyhi) tahrikiyle yaptığının bildirilmesine ve buraya gönderilecek korvette iki bölük askerin bulunduğunu belirtilmiştir. Ancak iki bölük asker göndermenin sakıncaları olduğu da dile getirilmiştir. Bu durumda ne yapılacağı Bahriye Kumandanlığına soruluyor.alınan cevapta buraya bir görevlinin gönderileceği ve görevlinin yetkisini kötüye kullanması karşısında görevinin elinden alınacağı da belirtiliyor. 186 Görüldüğü gibi Osmanlı burada da uzlaşma hareketine gidiyor ve asla şiddetli bir askeri harekat ne İngilizlere ne de aşiretlere karşı gösterilemiyor. Yine aşiretlerin bir lider etrafında toplanarak çevreye ve kervanlara ve ticarete zarar verdiği de görülebiliyor. Verdikleri zarar hem Osmanlı Devletinin hem 185 186 BOA, HR. SYS. 82/33. BOA, DH MKT 1662 6 1307 S 5. 77 de İngiltere’nin menfaatlerine zarar verdiği için karşı önlemler alıyorlar. Bazen de zikredeceğimiz belgede olduğu gibi İngiltere Osmanlı Devletinden bu saldırı hadiselerini çözmesini isteyebiliyor. 21 Ağustos sene 308 tarihli bu belgede şu şekilde bir hadise cereyan etmiştir: Ahmed b. Selman adında bir isyancı Katif çevresinde bir takım bedevileri toplayarak yağma ve hırsızlık işlerine girmiştir. ElBahreyn ahalisine ait büyük bir gemiyi dahi eline geçirip, ceziredeki İngiliz hükümet vekili tarafından bildirilmiş, yürütmelik icabı İngiltere Devleti’nin anlayışına Basra Konsolosluğu’ndan ba-tezkere yapılması istenilen, icabı uygun görülen bu babta Necd Mutasarrıflığına tebligat-ı lazime ika olunmuş ise de adı geçen konsolos tarafından tezkeresinde el-Bahreyn ceziresindeki İngiliz Vekili tabiri kullanılması Bahreyn Adası’nın İngiltere himayesinde bulunduğu fesadını çıkarabilecek üstü kapalı bir söz ettirmemek hususundaki buyruklar dikkate alınarak buyruklar dikkate alınarak kabul görülmeyerek reddi lüzum görüldü.Bu babta ne münasip olacağının bildirilip bu konuda izin verilmesine… 187 Görüldüğü üzere Selman isimli bir şahsın yaptığı yolsuzluklar sebebi ile İngiltere konsolosunun gönderdiği tezkereye göre yazılmıştır. İngiltere hükümeti adına bu yolsuzluğun önlenmesi ve Bahreyn adına alınan vergilerin Bahreyn’e iade edilmesini isteyen bir belge var. Osmanlı görevlileri “İngiliz vekili” tabirini yazışmalarda fesat çıkaracağı ve buranın İngiltere yönetimi altında olduğunu kabul etmek anlamına gelebileceğini düşünerek sakıncalı görmüş ve hükümetten ne yapalım ? şeklinde cevap bekliyor. Osmanlı Devleti Bahreyn’in kendi himayesinde bulunduğunu, bu bölgeye gelenlerinde tebaa-i devlete ait olduğunun bildirilmesine ve İngiltere ile daha önce de çekişme mevzuu olan bu adanın hakimiyeti meselesinde İngiltere isteklerinin reddine ve buranın Devlet-i Aliyye’ye ait olduğunun bildirilmesine karar veriyor. Necid kumandanlığı vekaletinde bulunan Mirliva Sami Paşa’nın Necid muhasebesi kayıtlarına istinaden altıncı ordu kumandanlığına gönderdiği maaş listesi için yaptığı açıklama Osmanlı’nın buradaki aşiretleri nasıl okşayarak elinde tutmaya çalıştığını da gösteriyor: “Necid Bölgesi’nin el-Ahsa kıtasında, her biri müteaddit fırkalardan oluşan belli başlı bedevî aşiretleri, Acman, el-Murra, Beni 187 BOA, DH. MKT. 574 113 1320 C 24. 78 Hacîr, Beni Menasır ve Katif civarındaki Beni Halit aşiretleri ve belli başlı olmayan birçok küçük fırkalardan oluşmaktadır. Acman aşiretine mensup muhtelif fırkaların ileri gelen reislerine eskiden beri buranın belediyesinden üç yüzden altı yüz kuruşa kadar maaş ödenmektedir. Aynı şekilde el-Murra’nın da şeyhlerine üçer yüz kuruş maaş tahsis edilmiştir. Söz konusu maaş sahipleri ile ikinci ve üçüncü derecedeki reislere her yıl hurmanın çıktığı haziran, temmuz başlarından ekim ayının sonlarına kadar peyderpey birer ay Hufûf’un civarına inmektedirler. Buradaki ikametleri sırasında maaş sahiplerinin birikmiş olan maaşları ile ikinci dereceden şeyhlere maktûan verilen ve derecelerine göre on riyalden elli riyale kadar iksa hakları ödenmektedir 188 . Osmanlı Devleti’nin İngiltere ile ilişkileri bu şekilde ceryan ederken Osmanlı bürokratları da yurt dışında İngiltere’nin amaçları üzerinde çalışmalarını sürdürmüşler ve bu konuda çeşitli layihalar düzenlemişlerdir.Bunlardan birisi de belki de en önemlisi Paris, Bern ve Brüksel Büyük elçisi Salih Münir Paşa’nın 8 Cemaziye’l-evvel 321/ 22Temmuz 319 (1903) tarihli layihasıdır. Bu layihanın önemli kısımları şöyle özetlenebilir: İngiltere’nin Osmanlı Devletine karşı öteden beri uyguladığı politikaya gelince; yakın zamana kadar İngilizler Osmanlı Devleti’ne, Türklere ve Müslümanlara olan sevgilerinden değil, fakat Rusların o sırada Orta Asya yolunu bırakıp Anadolu üzerinden ve bir de Süveyş Kanalı’ndan Hindistan’a doğru sarkacaklarını tahmin ettiklerinden, dostluk gösterirlerdi. Yeni mevki itibariyle Rusların bu hareketlerini önlemesi tabii olan Osmanlı Devleti’ni korumak dolayısıyla Hindistan’ın da emniyetini sağlamak demek olacağından yine İngiliz çıkarlarına hizmet sağlanırdı. İngilizler Mısır’da kalabilmenin çarelerini aradılar. Şayet Osmanlı Devleti kuvvetli bir halde bulunursa ve Mısır’ı geri almak isterse İngiliz menfaati zedeleneceğinden Osmanlı’nın zayıf kalması İngilizlerin işine geliyordu. Bu politikanın gereği olarak Arabistan ile Necid taraflarının ve Hicaz kıtasının tedricen Osmanlı hükümetinin elinden çıkması ve kutsak İslam hilafetinin, 188 Kurşun, “Acman…, s.146-147. 79 İngiltere’nin uzaktan nüfuzuna tabii olacak şerifler eline geçmesi ve sonra Arabistan, Necid ve Irak taraflarının İngiliz himayesi altında Aden ve sair yerler gibi sömürge haline girmesi için mahirane entrikalar çevirmekte olduklarını, durumun mütealası ve yapılan ihbarlarla anlaşılıyor. …Necid, Arabistan ve Irak tarafları bugün için pek verimli değildir. Ancak İngilizler oralarını hüküm ve nüfuzları altına alınca- zan ve iddialarına göre- yeni ve fenni usullerle bölgenin tabi servet kaynaklarını, yeni bir çok madenleri, zift ve petrol kuyularını, yeni bir çok madenleri, zift ve petrol kuyularını işletecekler, kanallar ve burgularla sular getirip araziyi sulayarak ziraatı geliştirecekler. Vapur ve demiryolları ile de ticari muameleleri ve ulaşımı kolaylaştıracaklar, memleketin asayiş ve inzibatını da teminat altına alacaklardı. Bu suretle bahsi geçen yerlerin tabii servetlerinden İngiliz sermaye sahipleri de teknisyen ve işçilerini faydalandırmakla beraber yerli halkın da, yurtlarından gelişip kalkınmasından dolayı kazanç ve gelirleri artmakla ihtiyaçları da o nispette çeşitlenip çoğalacağını kazandıkları fazlaca para ile de yine İngiltere de yapılan bir çok mal ve eşyayı satın alabileceklerini, Böylece İngiliz milletinin iki suretle hem de İngiliz mallarını satmakla yararlanacaklarını hesap ediyorlar 189 2.4. OSMANLI’NIN DEMİRYOLLARI PROJELERİ 1839 yılında yayınlanan Gülhane Hattı Hümâyûnu ile Tanzimat döneninde girilmiş, Osmanlı’ya bağlı devletler kendi bünyesi içinde yeniden yapılandırmaya gitmişti. Devletin iç işleri için nazırlıklar kurulmuştu. Nafia Nezareti ( Bayındırlık Bakanlığı ) da bunlardan biriydi. Ülkede yolları yapmak bu nezaretin görevi idi. nezaret bünyesinde Nafia Komisyonu, Şimendifer (demiryolu), Köprü ve Şose müdürlükleri bulunuyordu. 190 Osmanlı Devleti büyük bir hızla gelişen bu yeni ulaştırma sistemini (demiryolu) yol sorununu çözecek çare olarak görüyorlardı. Mustafa Reşit Paşa’dan başlayarak Avrupa siyasi bütünleşmenin gereğine inanan Tanzimat bürokratları, 189 Hayri Mutluçağ, “İngiltere’nin Ortadoğu ve Türkiye Hakkındaki Gizli Emelleri ( Tarihimizde Salih Münir Paşa Raporu)” ,Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S:22-27 (1969), s.52-55. 190 Karal, Osmanlı Tarihi, C.VIII, Ankara-1983, s.460. 80 özellikle de Ali ve Fuat Paşalar padişaha sundukları layihalarda demiryollarının Osmanlı Devleti için önemini vurguluyorlardı. Osmanlı yöneticilerinin demiryollarına duydukları ilgi daha çok yönetsel, stratejik kaygılara dayanıyordu. Ülkede giderek artmakta olan iç ve dış karışıklıkları demiryolunun sağlayacağı süratli asker sevkiyatı ile önlenebileceğini düşünüyorlardı. İkinci olarak ise demiryollarının mali bunalımın hafiflemesine yardımcı olacağı ulaşım sorununun çözüldüğü bölgelerde üretimle birlikte aşar vergilerinin de artacağı umut ediliyordu. Nitekim 1889-1891 yılları Arasında tarımsal üretim Osmanlı İmparatorluğunun bütününde %63 artmışken, demiryollarının geçtiği bölgelerde de bu artış % 114’ü bulmuştur. 191 Demiryollarının yapım konusunda Osmanlı devlet adamları yabancı yatırımların gerekliliğine ve doğacak mahsurların ortadan kaldırılabileceğini düşünüyorlardı. Örneğin, II. Abdülhamid’in vezirlerinden Nafia Nazırı Hasan Fehmi Paşa’nın sadrazamlığa sunduğu 26 Cemaziye’l-ahir 1297 tarihli takrir ve ona ekli Anadolu’nun bayındırlık işlerine ilişkin layihada bu tutumu görmek mümkündür paşa demiryolu inşası için yabancı şirketlere imtiyaz vermenin bir sakıncası olmadığından bazı tedbirler alınırsa bunun sağlayacağı faydadan uzun uzun söz ediyor. Hasan Fehmi Paşa Osmanlı Asyası’nı kat edecek demir yolu şebekesinin ana hattı için iki güzergah öneriyordu. Bunlardan birincisi İzmir- Afyon- KarahisarEskişehir- Ankara- Sivas- Malatya- Diyarbekir- Musul’dan geçip Bağdat’a ulaşcaktır. Önerilen ikinci güzergah ise İzmir- Eskişehir- Kütahya- Afyon- KonyaAdana- Halep ve Ambarlı’dan Bağdat’a ulaşacaktır. Birinci yol planı askerî bakımdan sakıncalı olup, ikinci yol hem ucuz hem de sınırlara uzak kaldığından askerî yönden daha az sakıncalıdır. Ancak bazı Orta Anadolu merkezlerine hiç uğramayacaktır. Bağdat’a ulaşacak demiryolu civar şebekeleriyle birlikte 46.788.897 Osmanlı lirasına mâl olacaktır. Bu iş için hazırlanan imtiyaz mukavelenamesine göre yabancı şirket kendi işi için demiryolu civarına telgraf hattı çekebilir, posta hizmetleri görebilir; ancak posta idaresinin faaliyet alanına giremez, devlet isteği an asker sevkiyatı için ulaşımı kendi emrine alabilirdi. İtilaflı konularda 191 Murat Özyüksel, “Anadolu ve Bağdat Demiryolları”, Osmanlı, C..III, YTY., Ankara-1999, s. 664 81 Osmanlı mahkemeleri iş görecek, imtiyaz sahibi şirket civar orman ve madenlerden yararlanabileceklerdir 192 . Osmanlı Devleti’nde 1877-1878 Osmanlı –Rus Savaşı sonrasında imzalanan Berlin Antlaşması ile devlet çöküş sürecine girmiş ve ülke içinde güvenlik, ulaşım merkezi otorite v.s. her şey II. Abdülhamid tarafından tartışılarak yeniden yapılandırılmaya gidilmişti. Demiryolları da bu yapılandırmanın mihenk taşı olmuştur. Balkanların elden çıkışı ile birlikte elde kalan İslam coğrafyasına Panİslamist politikayla sahip çıkmaya çalışan II. Abdülhamid’in Arap ve Basra topraklarına çabuk ulaşması, İngiliz ve diğer yabancı devletlerin nüfuzlarını kırması ve kendinden kilometrelerce ötede olup bitenlerin farkında olması gibi birçok ülke içi sebep, Abdülaziz döneminde rafa kaldırılan demiryollarının yapımını tekrar gündeme getirdi. hatırlanacağı üzere Abdülaziz de Arap topraklarına kadar uzanacak bir demiryolu yapımını düşlemiş, ancak malî yetersizlikler ancak İstanbul- İzmit arasında kısa bir hattın yapımına ancak yetmişti. II. Abdülhamid tahta geçişinin ardından altı ay geçmeden 93 Harbi gibi asrın en büyük darbesiyle saltanat yıllarına başlamıştı. İngiltere bu harp sonrası Osmanlı Devleti’nden desteğini çekmiş, Rusya ise aldığı büyük pay ile -tazminat istemi de eklenirse- kapıda bekliyordu. Almanya bölümünde anlatıldığı üzere II. Abdülhamid’in bu devlete yaklaşımından başka çare olmadığı gözleniyor. Demiryollarını bu devlete yaptırma kararı alındığında ülke içindeki birçok ihtiyaç göz önünde tutulmuştur. Her şeyden önce geniş bir ülke coğrafyası ver ve bir yerden bir yere ulaşımın günler sürdüğü ilkel şartlarda var. O halde mesafeleri kısaltarak merkezî otoriteyi ülkenin her tarafında hissettirmek ve dağılmaya yüz tutmuş bir devlete can vermeyi istemek sanırım o dönemde alınmış en güzel karardı. Osmanlı açısından bakıldığında bu dönemde iki önemli demiryolu projesi var. Bunlardan birincisi Bağdat-Basra Demiryolu Projesi, diğeri ise Hicaz Demiryolları Projesidir. Abdülhamid henüz Bağdat Demiryolu görüşmelerinde bir sonuca ulaşılmadan, hicaz Demiryolları projesini gündeme getirmiştir. Bunun sebebi Bağdat demiryolu ile Hicaz demiryolunun iki ayrı olgu değil biran önce bitirilmesi gereken bir bütünün parçaları olması idi. Her iki demiryolunun Halep noktasında 192 Ortaylı, a.g.e., s.112. 82 birleştirildiğinde, Arabistan’da Osmanlı otoritesinin güçlenmesi doğrultusunda dönüşümler beklenebilirdi. Zira böylece Suriye – hicaz bölgesinden Bağdat’a kadar Arap yarımadasının önemli bölümleri başkente bağlanmış olacaktı. Demiryollarının sağladığı yararlar düşünüldüğünde üzerinde durulması gerekli bir konuda tarımda sağlayacağı artıştır. Bağdat demiryolları her ürünü taşıyabilir hale gelince Konya- Adana- Mersin ve Bağdat’a kadar tren yolunun geçtiği yerlerde tarım başta olmak üzere madencilik, tuz ve hatta hayvancılık kaydedilir bir gelişme gösterecektir 193 . Bağdat demiryolları asker sevkiyatı kadar mal ve insan trafiğini de olumlu yönde etkileyecekti. Örneğin, Adana ovasından buğdayı İstanbul’a getiremediği için Romanya’dan buğday alınıyordu. Hatta II. Abdülhamid İstanbul ekmeksiz kalırsa benim sonum gelir vehimi içinde olduğu için Romanya’dan gelen buğday yüklü gemilerin Yıldız sarayı’ndan padişah tarafından izlenmesi için gün vakit ve saati hakana önceden bildirilmekte idi 194 . Hicaz demiryolu birçok amaç bir arada gözetilerek inşa edilmiştir. Bunların başında askerî, siyasî ve dinî amaçlar gelmektedir. Her şeyden önce demiryolu bölgeye asker sevkini hızlandıracağından muhtemel ayaklanmalara ve dışarıdan vuku bulacak saldırılara karşı savunma rolü üstlenecekti. Şüphesiz Osmanlı Devleti’nin askerî etkinliğinin artması siyasî otoritenin de bölgede güçlenmesine yardım edecekti. Yalnız savaş ve isyan durumlarında değil, normal zamanlarda da Hicaz ve Yemen’e asker ve mühimmat sevkıyatı demiryolu ile yapılacaktı. Böylece İngilizlerin kontrolündeki Süveyş Kanalı’na duyulan ihtiyaç ortadan kalkacaktı. Ancak kamuoyuna yapılan açıklamalarda projenin askerî ve siyasî yönünden ziyade dinî amacı ön plana çıkarılmış, hattın özellikle kutsal haç yolculuğunun kolaylaştırmak maksadı ile inşa edileceği açıklamaları yapılmıştı. Gerçekten de hicaz hattı o tarihlerde büyük zahmet ve sıkıntılarla yapılan haç yolculuğunu 193 Haydar Kazgan, “Bağdat Demiryolları ve Almanya ile Fransa-İngiltere Rekabeti”, Finans Dünyası, S: 157-162 (2003), s.76. 194 Kazgan, a.g.m., s.77. 83 kolaylaştırarak büyük bir dinî hizmete vesile olacaktı. Çöl bedevilerinin saldırıları sebebi ile son derece tehlikeli olan kutsal yolculuk üç dört günlük güvenli bir yolculuğa dönecekti. Proje aynı zamanda ikinci Abdülhamid’in şahsında Osmanlı Devleti’nin İslam alemindeki itibar ve nüfuzunu da kuvvetlendirecek Müslümanların ortak bir eser ve amaç etrafında el organize olmalarını sağlayacaktı. Projenin amaçları bunlarla da sınırlı değildi. Arabistan’ın önemli bölümünü sosyal, kültürel, ekonomik ve ticarî alanlarda kalkındırmayı hedefliyordu. Zaten bölgeyi elde tutabilmekte emperyalist güçlerle mücadele edebilmek için somut ve kalıcı atılımlar yapmaktan başka bir alternatif de yoktu. Demiryolunun işletmeye açılması SuriyeHicaz ve Yemen’e ticarî bir canlılıkta getirebilir, bu bölgede şehirleşme ve medenileşme süreci hızlanırdı 195 . İnşaata 1900 yılının Abdülhamid’in tahta çıkış yıl dönümü olan 1 Eylül günü başlandı. İnşaata Hendese-i Mülkiye mezunları katıldı. Ancak mühendisler tecrübesizdi. bu sebeple Alman mühendisler getirilerek takviye edildi. Demiryolunda çalışacak işçi sorunu ise, vatani görevlerini yapan askerlerin demiryollarında çalıştırılması ile halledildi. Askerlik sürelerinden 1/3’ünü indirilmesi onlara yaptıkları işe göre, belirli yaptıkları işe göre, belirli bir miktar ücret ödenmesi uygulamasına gidildi. Demiryollarında kullanılacak malzeme sorunu ise, ilk önce Tersane-i Amire’den karşılanmak istendi. Ancak üretilen mallar dayanıksız çıkınca Belçika, Amerika ve büyük bölümü Almanya’dan olmak üzere malzemeler ithalat yolu ile elde edildi. 196 Maliyeti böylesine yüksek bir projenin gerçekleşmesi için Osmanlı hükümeti finansman meselesini Müslümanlardan toplanacak bağışlarla karar verdi. İnşaatın başlangıcında ortaya çıkacak acil para ihtiyacını karşılamak üzere Ziraat Bankası’ndan kredi alınacaktı. Bu amaç bağış işlerinin idaresi İstanbul’da maliye Nazırı’nın başkanlığında kurulan iane (yardım) komisyonuna bırakıldı. Sonuçta, demiryolu fonunun mali kaynaklarının 1/3’ü bağışlarla karşılandı. Diğer 2/3’ü ise 195 Ufuk Gülsoy, “Gerçekleşen Bir Rüya Hicaz Demiryolu”, Osmanlı, C.III, YTY, Ankara-1999, s.679. 196 Özyüksel, “Hicaz…, s. 705. 84 devletin vergilere, memur maaşlarının kesintileri, çıkarılan yeni pul vs. ürünlerin satışından alınan gelirlerden elde edildi. 197 Demiryolunun 460 km’lik Maan’a varmasından sonra inşaat ve işletme işleri birbirinden ayrılarak bir işletme idaresi kuruldu ve demiryolunda yolcu ve eşya taşımacılığına başlandı (1905). Aynı zamanda Müdevvere’ye bir yıl sonra Medine-i Salih’e ulaşıldı. Bu noktadan sonraki inşaatın tamamı Müslüman mühendis, teknisyen ve işçiler tarafından gerçekleştirildi. El-Ula’ya 1907’de, Medine’ye 1908’de varıldı. Hayfa Şubesi ile birlikte 1464 km’yi bulan Hicaz Demiryolu 1 Eylül 1908 tarihinde yapılan bir törenle işletmeye açıldı. 198 Sonuçta Hicaz Demiryolu işi, Osmanlı Devleti’nin kendi projesi olması Türk mühendis ve işçilerince yapılması, kısa sürede bitmesi, hiçbir yerden borç alınmadan yapılması ve bittiğinde “borcu olmayan bir tesis” olarak ortaya çıkması İslam dünyasında kendine güveni kuvvetlendirdi. Hicaz Demiryolunda, yabancı sermaye tarafından yapılan hatlarda pek çalıştırılmayan Mühendishane-i Berr-i Hümyûn mezunu mühendislerimiz çalıştı. Burada kazandıkları tecrübe ile, sonradan Cumhuriyet döneminde yapılan demiryollarının hemen tamamını Türk mühendisler yaptılar. 199 Demiryolu çalışmaları sürerken, bedevilerin demiryolu yapımına karşı çıktıkları görülüyor. Bu yoğun tepkilerin sebebi sadece iktisadi değildi. Bedevi liderleri, Hicaz Demiryolunun bölgede Osmanlı askeri ve siyasi etkinliğini artırıp, yerel güçlerin nüfuzunu kıracağından endişe ediyorlardı. Nitekim inşaatın Medine’ye doğru ilerlediği 1908 yılında şiddetlenen bedevi saldırıları onları işin farkında olduğunu göstermekteydi. Yalnız 1908’de demiryolu ve telgraf tellerine yapılan sabotaj ve saldırı sayısı 128’i buldu. Saldırıların yoğunlaşması hattın korunması alınan önlemlerin yol açtı. Buna rağmen saldırıların arkası kesilmedi ve şiddetli çarpışmalar oldu. Ayrıca, Medine-Mekke ve Mekke-Cidde hatları ise, Şerif 197 Gülsoy, a.g.m., s. 680. Gülsoy, a.g.m., s. 681. 199 Veli Şirin “ Osmanlı Devletinde Demiryolları ve Hicaz Demiryolu”, Mimar ve Mühendis Dergisi, S:32, 2003, s.25. 198 85 Hüseyin’in ve onun kışkıttığı bedevî şeyhlerinin karşı koyması yüzünden gerçekleşmedi. Şerif Hüseyin, demiryolunun Mekke ve Cidde’ye kadar uzatılması halinde siyasî ve askerî gücünün kırılacağı, bölgede kuvvet dengesinin Osmanlı Devleti lehine değişeceğinin farkında idi. Sonuçta, Medine-Mekke ve Cidde-Mekke hatlarının yapımından vazgeçildi resmen bildirildi 200 . Abdülhamid’in Hicaz demiryolundan beklediği dinsel, siyasal nitelikli amaçlara ulaştığını söylemek oldukça zorlaşır. Zira Arabistan çölünü geçerek Mekke’ye ulaşan yaklaşık 150 bin hacıdan oluşan büyük kitle bir yana bırakılsa bile, geri kalanların sadece %10’u Hicaz demiryolunu kullanıyordu. Geri kalanların deniz yoluyla 74 km.lik yoldan geldiği görülüyor. Cidde-Mekke arası 74 km .idi. bu bölgeye dahi demiryolu inşa edilse idi, dini amaç büyük ölçüde yerine getirilmiş sayılabilirdi 201 . Osmanlı Devleti Bağdat demiryolu ve hicaz demiryolu haricinde uygulamaya geçiremediği fakat yapmayı büyük bir hevesle tasarladığı “Yemen Demiryolu”ndan da bahsetmekte fayda vardır. II. Abdülhamid 1899 Ağustosunda Alman Deutsche Bank temsilcileriyle görüşmeler yapmış Yemen’e demiryolu yapımı konusunda teklifte bulunmuştu. Almanlar ise demiryolunun yapımından ziyade Kızıldeniz’deki kömür cevheri ile meşhur Muha’ya ulaşmanın hesaplarını yapıyorlardı. Çünkü Yemen yer altı kaynakları bakımından fevkalade zengin bir bölge idi. Muhtemelen bu gelişmelerden haberdar olan II. Abdülhamid ileride ortaya çıkabilecek siyasî problemleri de hesaba katarak, Yemen demiryolu inşaatını Almanlara vermekten vazgeçti. 1909’da, David Elie Leon’un temsilciliğini yaptığı bir Fransız sermaye grubuyla, Yemen’e demiryolu yaptırılması hususunda görüşmelere başladı 202 . Görüşmeler sonunda Osmanlı Devleti yemen demiryolu ile Cibana Limanı inşaat imtiyazını 99 senelik bir süre için Fransız şirketi adına hareket eden Leon Bey’e veriyordu. 200 Özyüksel, “Hicaz…, s.682. Özyüksel, “Hicaz…, s.710. 202 Ufuk Gülsoy, “Yemen Demiryolu Projesi”, Osmanlı, C.III, YTY, Ankara-1999, s.687. 201 86 1911’de başlayan Trablusgarp Savaşı sırasında, Yemen sahillerini kuşatan İtalyan savaş gemileri Cibana Limanı’nı topa tutarak, buradaki tesislere hasar verdi. Bu gelişme üzerine demiryolu çalışmaları durdu. Şirket, 28 Aralık 1913’de Nafia Nezareti ile karşılıklı anlaşmaya varılarak 780.000 liralık bir bedel karşılığında bütün haklarından vazgeçti. Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı arifesinde inşaata devam etmenin güçlüklerini görerek Yemen demiryolu projesini askıya aldı. 203 Demiryollarının getirileri incelendiğinde yük taşımacılığında ve ülke içinde ekonominin hareketliliğinde büyük bir artış görülmüştür. Demiryolu 1892 sonunda Ankara’ya ulaştığında bölgenin tahıl üretimi artmıştı. 1894’te tahıl üretimi 8 milyon kileden 10 milyon kileye yükseldi. Anadolu buğdayının fiyatı da yükselerek dünya fiyatları seviyesine yaklaştı. Anadolu demiryolları kumpanyası tarım aletleri ve tohumluk için kredi veriyor ve hatta mühendis R. Herman gibi uzmanlar aracılığıyla hat boyunda örnek çiftlikler meydana getiriliyordu. Demiryolu ile Orta Anadolu’dan İstanbul’a getirilen tahıl şehirde fiyatları düşürdü. Öyle ki 1901’den itibaren Anadolu demiryolları bölgesinden getirilen buğday İstanbul’daki tüketim 2/3’den fazlasını karşılıyordu. En önemlisi artık Rusya ve Bulgaristan’dan tahıl ithal edilmiyordu. 204 2.5. OSMANLI DEVLETİ’NİN BASRA’DA DİĞER DEVLETLERLE İLİŞKİLERİNDEN KESİTLER Osmanlı Devleti’nin 1878-1907 tarihleri arasında İngiltere ve Almanya arasındaki ilişkiler üzerinde fazlaca durmamızın sebebi bu devletlerden İngiltere ile Basra hakimiyeti açısından mücadele etmesi diğeri ile de Basra’ya uzanacak olan demiryolları gibi iki hayati önem taşıyan diplomatik ilişkilerin bu zamana damgasını vurmasıdır. Ancak Almanya her ne kadar sadece demiryolları imtiyazını gerçekleştiren devletmiş gibi gözükse de böyle olmadığı ve Almanya’nın da İngiltere’nin karşı gücü olmaya çalıştığı ve Basra’da üs edinme gayretinde olduğunu açıklamıştık. Aynı zamanda Almanya Osmanlı devletinden Orta-doğu’da büyük 203 204 Gülsoy, “Yemen …, s.691. Ortaylı, a.g.e, s.135. 87 imtiyazları da bu zamanda koparmıştı. Dolayısıyla ister istemez belgelerimiz ve tezimizin çalışma sahası bu iki devletin üzerinde yoğunlaşmıştır. Ancak diğer devletlerle ilişkilerinde farklı olması bakımından bazı arşiv belgelerini sunmayı doğru buluyorum. Tezimiz içinde zaman zaman yer versek de konuyla direk bağlantılı olmayan bu belgeler kısaca aşağıda sunulacaktır. Belgemizin birincisi Japonya ile alakalıdır. Belgemizde Japonyalı yüzbaşının gezi niteliğinde Basra Bölgesine ziyareti anlatılmıştır. O dönemde neden bir yüzbaşının burada gezi yaptığı ve sıradan bir gezi ise neden belgelere konu olduğu düşündürücüdür. Belgenin özeti şöyledir: Japonyalı bir yüzbaşı ile erbâb-ı ulûmdan bir kişinin Rusya’dan Hindistan’a giderken, Basra’dan geçmeleri şüpheli bulunmuştur. Buradaki Müslümanların Japonlar hakkındaki hissiyatını anlamak ve ticaretine dair tetkiklerde bulunmak seyahatlerinin amaçlarının başlıca sebebi görülmüştür. Bombay ile Basra arasında işlemekte olan Japon vapurlarının Basra’nın ticaret ve servetine katkı sağlamaktan başka bir amacı olmadığını bildirmelerine rağmen Der-Saâded’den kendilerine terfik edilmiş olan polis komiserinden memnun olmamışlar ve yanlarından uzaklaştırmışlardır. Afganistan ve Hint Müslümanlarına yakınlık gösteren Japonların bu ilgisi burayla ilgilenen devletlerin dikkatini çekmiştir. Japonların Müslüman olacağı yönündeki söylentiler İngilizleri endişeye sevk etmiş yine Afgan emirinin Hindistan’a gitmesi (geçmişten beri ataları gitmediği halde) bu durumun İngiltere’nin hoşuna gitmeyeceği bilinmesine rağmen … Rusya ile İngiltere zaten Afganistan yüzünden çekişme halindeyken, Japonlarda ilgilenip bu bölgeyle görüşmeleri İngiltere ve Rusya’nın hoşuna gitmedi. Bunun tesadüfi olmadığını düşünüyorlar… 205 Yine Japonyalı bir yüzbaşının Basra ve Bağdat’ta seyahat izniyle ve sonrasındaki gelişmelerle alakalı üç birbirine bağlı belgemiz var belgemizin özeti şöyledir: 205 BOA,YMTV 295 84 1325. M. 19. 88 Japonya yüzbaşılarından Hiroşiya Hidebama’ya Basra ve Bağdat’ta seyahat izni verilmiştir. Kendisine yardımcı olmak üzere devlet bir şahsıda tayin etmiştir. Buna dair 22 Şevval 324/ 25 Teşrin-evvel 322 tarihli belge, -İkinci belge, bunu teyit eder babında 28 Teşrin- Sani tarihli -Üçüncü belge 30 Şevval 1324/ 3 Kanun-ı evvel 1322 tarihli olup, belgede Japon yüzbaşısına Muhyiddin Efendi yardımcı olacağına dair bir belgedir. Muhyiddin Efendi’nin korumasında Konya, Adana, Halep, Diyarbakır, Musul, Basra ve Bağdat da gezi yapılması izni veriliyor” 206 Belgede geçen güzergahların Bağdat demiryollarının güzergahları olması hem şaşırtıcı hem de dikkate değer bir noktadır. Japonların demiryollarıyla ilgilenmesinin sebebi şaşırtıcı hem de önemlidir. Rusya ile alâkalı 9 Şaban 1320/ 28 Teşrin-evvel 318 tarihli bir belgedir. Belge şöyledir: Petersburg Asar-ı Atika Mektebi azası Mösyö Şelkof Petkof zevcesi ile eser-i eser-i atika incelemek üzere Bağdat- Musul, Necef , Kerbela, Hanekin, Basra da gezi yapma izni istemiştir. Osmanlı Devleti ise eserlere bakmaya ve fotoğraflarını çekmesine izin veriyor ancak kazı yapmak taşların üzerinde yada boyutlarında veya diğer tarihi eserlerin biçiminde herhangi bir oynama yapmamaları konusunda uyarıyor ve izin de vermiyor. 207 Rusların İngiltere ile rekabeti ve Basra üzerindeki emelleri ve yüzyıllardır sürdürdükleri güneyde denizlere inme politikası düşünüldüğünde ve de Almanların ve İngilizlerin yer altı kaynaklarını didik didik ettikleri bu dönemde bu şahısların gezisi enteresan değil amaçlı bir gezidir. Sıradan bir gezinin Osmanlı belgelerine girmediğine göre bu şahıslar takip edilmiş ve kendi devletleri adına başka amaçlarla buralara kadar gelmişlerdir. Fransa Katolik Hıristiyan halk üzerinde hamilik haklarını kullanarak sürekli Ortadoğu ve özelde Basra bölgesindeki Katolikleri koruma bahanesiyle Osmanlı 206 207 BOA, DH MKT 1134 33 1324 L 26. BOA, DH NKT 619/6 320 N4. 89 Devleti’nin iç işlerine karışmıştır. Osmanlı Devleti ise bu müdahale karşısında memurlarını ikaz, ıslahat sözü ve uzlaşma gibi politikalarla olayı geçiştirmiştir. Buralara ve diplomatik olarak Fransa’ya karşı gereken tepkiyi verememiştir. Örneğin 8 Temmuz 1878 tarihli bir Osmanlı belgesinde Basra’da bulunan Fransa tebaasının haklarının korunması hakkında İngiltere Hariciye Nezareti’ne yazı göndermiş, Bâb-ı Âlî’de bunun üzerine buradaki memurlarını uyarmıştır. 208 Yine Fransa başka bir belge’de hamilik hakkını kullanarak, Ermeniler için kilise yapmak istiyorlar. Belgede durum şöyle özetlenebilir: Basra Vilayeti’ndeki Uhara Kasabasında bulunan kilisenin tekrar inşası için Fransa istekte bulunuyor Dicle kenarında bir arsa üzerinde bir mabet yapma izni isteniyor. Ancak burada bulunan Ermeni Katolikleri -ve bunların Fransa tarafından Osmanlı’ya karşı kullanılacağı düşüncesiyle-olması sebebiyle kilise inşaatının kabul edilmemiştir.. Ayrıca Basra Valisine burada ne kadar Ermeni bulunduğu ve oraya nasıl geldiği konusunda araştırma yapılması isteniyor 209 . Yine yabancı konsolosların Basra’ya gelen yabancı uyruklu insanlara arka çıktığı ve konsolosluğa sığınanlarını himaye ettiği ve Osmanlı Devleti’nin yasalarına aykırı davrandığı da görülüyor. Büyük ihtimalle İngiltere’ye sığınan bir ecnebi hakkında aşağıdaki belge ilgi çekicidir. Belge üç nüshadan oluşuyor ve belgelerin tarih sıralaması şöyledir: -18 Mayıs 310 -22 Mayıs 310 -17 Temmuz 310 Basra Vilayetinde ecnebi tebaasından olduğu iddia edip, belge (pasaport) göstermeyen ve konsolosluğa sığınan ve konsolosluğun Osmanlı Devleti’ne teslim etmediği ve Basra Valiliğince ilk önce Dahiliye Nezaretine daha sonra Hariciye Nezaretine ve en son Basra Vilayeti Bahriyesine ne yapılması gerektiği konusunda 208 209 BOA, TK HR TO DN 205 GN 16. BOA, DH MKT/1600/34/ 1306. C 29. 90 cevap isteyen tezkere suretidir. 210 Belgede konsolosluğun hangi devlete ait olduğu bildirilmemiştir. Son olarak da İran ile ilgili bir belge sunalım. 9 Teşrin-Sani 310 tarihli bir belgede İran’ın hudut boylarında yaptığı tecavüz ile alakalı bir belgede Basra’dan Erzurum’a kadar olan hudut sınırının belirlenmesi isteniyor. Belge şöyle özetlenebilir: İranlıların Osmanlı sınırında meydana getirdikleri karışıklık ve bunu Osmanlı’ya isnat etmeleri Erzurum Valiliği’nce bildirildi. Bu husus mühimdir. Bu tür karışıklıkların giderilmesi, gerekli tedbirlerin hudut boyunda alınması Bayezid cihetinden Basra’ya kadar olan Hudûd-ı İraniye’nin muhafazası güç olacağından Bayezid - Fatur arası derhal korunmak, Basra tarafından ise en çok tecavüz olunan yerlerin tespiti ve bu bölgede nerelere kale yapılacağı ve bu kalelere ne kadar asker gönderileceği bunların iaşesi hakkındaki bilginin tezkere ile bildirildiği ve bunun yazılı olarak Basra Vilayetine gönderildiğine dair 211 belgedir. Belgeden de anlaşılacağı üzere Basra’ya İranlılar sık sık sınır tecavüzlerine girişmişlerdir. Genel bir bilgi olarak bu sıralarda İranlıların Hürmüz başta olmak üzere Basra Körfezi’nin batı kıyılarına saldırdığını ekleyelim. İtalya ve İran’ın Basra Körfezi girişinde tedavi merkezi kurduklarına dair bir belgede şöyledir. 1 Nisan 315 tarihli ve 343 numaralı tezkere-i sâmiyeden ezbar kılınmıştır. 11 Nisan 10 Mart tarihinde tebliğ olunduğu üzere Venedik Sıhhiye Konferansı kararlarının Osmanlı hükümetince kabul edilmesinden sonra İtalyan dış işleriyle yapılan görüşmelere dair Hariciye Nezareti’nden Basra Vilayeti’ne gönderilen tezkire; 210 211 BOA, DH MKT 245 75 1311 Z 2. BOA, Y.PRK. ASK./101/63/1312. Ca 22. 91 Basra Körfezi girişinde yapılacak olan tahaffuzhaneye ( bulaşıcı hastalıklar için karantina ve tedavi merkezi ) İran bayrağı çekilmesi ve buranın muhafazasının İran askerince sağlanması, İtalya Hariciye Nezareti ve İtalya sefaretinden bildirilmektedir.Birinci olarak, bu tahaffuzhanenin denizden güvenliği Osmanlı gemilerince sağlanmaktadır.ayrıca buranın doktor ve memurları da Osmanlı Devleti tarafından temin olunacaktır.Bu sebeple tahaffuzhanenin tabii olarak Osmanlı Hükümranlığında olması gerekir. İkinci olarak, yapılacak olan tahaffuzhane için en münasip yer, körfezin hemen girişinde bulunan Hürmüz Adası’dır.Bu noktanın Sıhhıye Meclisi’ne ve İtalyan Hariciyesi’ne tebliği kararlaştırılmıştır. 212 Basra Körfezi sahilerinde inci aramak için bir Fransız mühendisin, Rus sermayesiyle bir şirket kurduğu ve bu şirkete İran hükümetince imtiyaz verildiğine dair bir belge de şöyledir: Mehmet Şerif Mabeyn-i Hümâyûn-ı Mülükhaneye başkitabet-i Celilesine Huzur-ı Âlî-i Nezaretpenâhiye Basra Körfezi sahillerinde inci aramak için bir Fransız mühendisin, Rus sermayesiyle bir şirket kurduğu ve bu şirkete İran hükümetince imtiyaz verildiği bildirilmektedir.Kuveyt ve Katar kazalarında yaşayan ahalinin büyük bir bölümü de söz konusu işle meşgüldürler. İleride bu insanların zarar görmelerinin ve Fransız Şirketiyle yaşanacak muhtemel bir ihtilafın şimdiden önünün alınması için Tahran Hükümeti’nin hangi şartlar altında bir imtiyaz anlaşması yaptığının soruşturulması; Basra Vilayeti’nde lazım gelen araştırmaların yapılıp Hariciye Nezareti’ne bildirilmesi istenmektedir. 213 14 Cemaziyelâhir 316 212 213 DH. MKT 2207 63 1317. M. 20 DH. MKT 2125 105 1316.C.14. 92 18Teşrîn-i evvel 314 Fransa’nın Anadolu’nun güney kıyılarında yapacağı tren istasyonunun imtiyazıyla alakalı bir belgesi de şöyledir: 21 Mayıs 91 tarihiyle Bab-ı Âli tercüme Odası Fives Lille (?) isimli büyük inşaat şirketi, İskenderun Körfezi’ndeki Yumurtalık’tan başlayıp, Maraş,Urfa, Diyarbekir, Harput, Mardin, Musul, Bağdat, Basra’ya uzanacak bir demiryolu hattının imtiyazının almak istemektedir şirketin bu talebi , Lital (?) imzalı bir imzalı bir dilekçeyle Osmanlı Devleti’ne bildirilmektedir.Belge, bu dilekçenin Fransızca orjinaliyle Türkçe tercümesini havîdir. 214 Basra’da İran Ticaret gemilerinden alınan vergiye dair bir belge de şöyledir: Basra’da, İran Ticaret gemilerinden alınan vergiye, İran Şehbenderliğince itiraz edilmiştir.Bu itiraz üzerine Hariciye Nezareti ve Nezâret-i Umûr-ı Bahriye arasında yapılan yazışmalarda şöyle deniliyor: İran Devletiyle yapılmış olan anlaşmalara göre (ki bu anlaşmanın ilgili ikinci maddesi ekte verilmektedir) Osmanlı Devleti’nde sanat ve ticaretle meşgul olan İranlılardan, Osmanlı Tebası gibi vergi alınması uygundur. Basra’daki İran ticaret gemilerinden Osmanlı gemisi gibi vergi alınması da maslahata uygundur. 215 İngiltere tarafından Basra ve Faev arasındaki yerlerde, Arap Hayvanlarının nakil edilmesiyle alakalı olarak bir belge de şöyledir: Hariciye Nezaret-i Celilesi’ne 18 Eylül 82 tarihiyle İngiltere Sefaretinden gelen takrire göre: Muhammere- BasraFaev arasındaki yerlerde, nakil ve ihracının Dahiliye Nezareti’nden alınan emre göre ihrac edilen hayvanlar gemilerde muayene olunacak ve içlerinde Arap Hayvanları 214 215 T.N HR.TO D.N 535 G.N 66. HR. HMŞ.İŞO 173 33 1307.R17. 93 olursa bunlara el konulacaktır.böyle bir el koyma durumunda memurlara karşı konulmaması İngiliz konsolosundan rica edilmektedir. Bu durum, İngiliz sefareti tarafından hakkaniyete aykırı olarak telakki olunmakta ve protesto edilmektedir. 216 İranlılar’ın Hürmüz Adası’nda hak iddia ettiklerine ve buranın Osmanlı Devleti’ne ait olduğuna dair bir belge de şöyledir: Basra Körfezi’nde bulunan Hürmüz Adası, esas itibarla Osmanlı İdaresinde bulunmakla beraber bir süreden beri bu ada, İran Devleti’nin kontrolündedir. Mabeyn-i Hümâyûn başkitâbeti, Hürmüz Adsıyla alâkalı olarak, bu adanın esasta kime ait olduğu tespiti için Divân-ı Hümâyûn’dan 26 Haziran 315 tarihiyle ve bin yüz elli altı rakamlı tezkire ile bilgi talep etmiştir. Divân-ı Hümayûn kayıtlarında yer alan ve İran Devletiyle yapılmış olan ahitnameler incelenmiştir. Bu inceleme neticesinde Sultan Ahmed-i Sâlis, Sultan Mahmud-ı Evvel, Sultan Mahmud-ı Sânî, Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz devirlerine ait kayıtlara bakılmıştır.ancak bu kayıtlarda hudutla alâkalı açık bir bilgiye ulaşılamamıştır.bununla beraber İran hududunda yaşanan bazı müşkülattan dolayı vaktiyle Derviş Paşa’nın riyâsetinde teşkil olunan bir komisyonun kayıtlarından, zikrolunan bölgeye dair işaretlemelerin yaptığı haritalar bulunmuştur.bu haritaların tahkiki için askerlere müracaat edilmesi yerinde olacaktır. 217 216 217 TK. HR. TO D.N. 261 G.N.15 Y.A.HUS 10.5.1317. III. BÖLÜM OSMANLI DEVLETİ'NİN BASRA POLİTİKASI VE ALMANYA 3.1. TÜRK-ALMAN İLİŞKİLERİ 3.1.1. Bismarck Dönemi Türk –Alman ilişkileri Prusya Devleti dönemine kadar uzanır. Osmanlı Devleti, Avusturya ve Rusya Devletlerinin yayılma isteği karşısında rahatsız olan ve tehdit altında olan bir devletti. Aynı şekilde Prusya’da bu iki devletin yayılmasından endişe duyuyor ve Osmanlı Devleti ile yakınlaşmayı uygun buluyordu. Prusya’nın Osmanlı Devleti ile sınırı yoktu. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nde yayılma isteği de söz konusu değildi. Protestan olması sebebi ile Katolik ve Ortodoks devletler gibi koyu bir Hıristiyan severlik siyasetine de sahip değildi. Bütün bu ilişkiler Osmanlı ile alman ilişkilerinin dostluk çerçevesinde gelişmesine sebep olmuştur 218 . Prusya döneminde başlayan siyasî ilişkiler 1871’de Alman millî birliğinin kurulmasından sonrada devam etmiş; özellikle II. Abdülhamid döneminde daha da artmıştır. II. Abdülhamid’den sonra Genç Türklerde Almanya ile ilişkileri sürdürmüşlerdir. Alman birliğinin kurucusu olan Bismarck zamanında Almanya Osmanlı’ya karşı kayıtsız bir tutum sergilemiştir. Hatta Türkiye’nin Rusya’ya verilmesini dahî savunmuştur 219 . Bismarck, 1870 yılında Almanya’nın millî birliğini tamamladıktan sonra temkinli yönetimi ile sömürgecilik faaliyetlerine girişmemiştir 220 . Bismarck, dış politikasını Avrupa’da barışın korunması prensibi üzerinde yoğunlaştırdı. Bu sebeple Avrupalı devletler gibi Şark meselesinin üzerine gitmez Almanya’nın 218 Muzaffer Tepekaya, “Osmanlı-Alman İlişkileri (1870-1914)”, Türkler, C.XIII, Ankara-2002, s. 40. 219 Süleyman Kocabaş, Türkler ve Almanlar, Vatan y., İstanbul-1988, s.32. 220 Hubert Deschamps, Sömürge İmparatorluklarının Sonu, çev. Oktay Akbal, İstanbul-1966, s.19-20. 95 kuruluş aşamasında bir devlet olmasından dolayı, varlığına zarar vereceğini düşünürdü 221 . Bismarck döneminde, II. Wilhelm 1889’da İstanbul’u ziyaret etmiştir. Bismarck bu ziyareti Rusya’yı proveke edeceği düşüncesi ile doğru bulmuyordu. Bu ziyaretin ana gayesi II. Wilhelm’e göre, Alman mallarına Pazar bulunması ve Orta Doğu’da bir nüfuz alanı oluşturulması idi. Demiryolu inşası için mühendisler, salgın hastalıklara karşı tedavî amaçlı doktorlar Osmanlı ordusunu eğitmek için askerî öğretmenler, Osmanlı Devleti’nde Alman tesirini sistematik haline getiren ilk öğelerdi. Bu ikinci ziyaretten sonra Almanya’nın Şark siyaseti emperyalist karakter kazandı 222 . 1890 yılında Bismarck’ın istifa etmesi ile Almanya yayılmacı bir politika izlemeye başlamış basın ve kamuoyu da bir dünya imparatorluğu kurma idealine şartlandırılmıştı. Ancak o dönemde sömürge yarışında geç kalan Almanya’nın gerek sömürge olmaya elverişli az alanın kalması, gerekse edindiği sömürgeleri destekleyecek donanma gücünün olmayışı, Almanya’yı ilk etapta Doğu’nun az gelişmiş, fakat zengin kaynaklara sahip geleneksel imparatorluklarına yöneltmiştir. 3.1.2. Wilhelm Dönemi Almanya’nın hem istediği özelliklere sahip, hem de Almanya’nın dostluğunu uman Osmanlı Devleti, Almanya için en uygun yayılma alanı olmuştur. II. Wilhelm’i Osmanlı Devleti’nin tamda Almanya’nın aradığı bölge olduğuna iknâ eden kişi ise 1879-1881 yılları arasında Almanya’nın İstanbul büyükelçiliğini yapan Kont Von Hatzenfeldt olmuştur. Hatzenfeldt’e göre, Napolyon’a kadar Fransa Osmanlı Devleti’ndeki en imtiyazlı ülke idi. Daha sonra İngilizler onların yerini aldı. fakat 1878’den sonra Kıbrıs ve Mısır’a yerleşmeleri ve çeşitli sebeplerle İngiltere Osmanlıların güvenini kaybetti. Osmanlı Devleti’ndeki boşluğu Almanya doldurmalı idi. Bundan böyle Almanya Osmanlı yanlısı görünen ve bu vesile ile 221 Tepekaya, a.g.m., s.41. Mustafa Gencer, “Osmanlı-Alman Münasebetleri Çerçevesinde ‘Şark Meselesi’ ”, Türkler, C.XIII, Ankara-2002, s.35. 222 96 Osmanlı Devleti’nin kaynaklarını barışçı yollarla faydalanmayı amaçlayan bir politika izlemeye başlamıştır 223 . II. Wilhelm 1898 ziyaretinde Şam’daki konuşmasında kendisini sadece Osmanlı Devleti sınırları dahilindeki değil, bütün Müslümanların dostu ilân etmesi, özellikle İngiltere’yi çok rahatsız etmiştir 224 . II. Wilhelm, Osmanlı Devleti’ni ikinci ziyaretinde sultan ile askerî ittifak anlaşması uğrunda zemin yoklamaya bile çalıştı. “Amaç … Rusya, İngiltere, Fransa kendine karşı yapacakları bir savaşta çember içine alınmaktan, ancak Türk dostluğu ile kurtulabilecekti.” 225 Sultan Abdülhamid, kayserin bu teklifini şöyle anlatır ve tavrını ortaya koyar: “Alman imparatoru ile bir akşam hususi görüşmemiz esnasında iki elimi birden tuttu Avrupa’da bir harp zuhur ettiği taktirde bizim tarafımıza geçersiniz değil mi majesteleri ? dedi. Cevaben, ‘aziz dostumuzsunuz fakat size şimdiden söz vermek hakkına haiz değilim; bunu ancak o zaman düşünebilirim’ dedim. Devletimizin menfaatlerini düşünmeden hiçbir devletin arzusuna hedef olamazdım. Avrupa’da siyasî vaziyet her an gerilemekteydi. Ne zaman olsa umumî bir harp çıkacaktı. Fakat bizim bir tarafa temayül göstermemiz yavaş yanmakta olan bir ateşi alevlendirebilirdi. Buna sebep olarak biz gösterilirdik. Adımlarımızı saymaya, hesapsız hareket etmemeye mecburduk.. Herkes, “ben diplomatım” demekle diplomat olmaz. Bismarck hakiki bir diplomattı. Avrupa’nın ruhunu bilirdi. Kendisiyle hususî muhaberatım vardır. Aramızda karşılıklı birçok mektuplar gönderilmiştir. Almanlar askerlikte ve çalışkanlıkta birinci derecede bir milletti. Ama Rusların nüfuz kuvvetine, İngilizlerin sinsi politikasına karşı gelebilir miydi ? burası kestirilemez. Ben hiçbir devlete söz verip bağlamadım. İngiltere’nin ve Fransa’nın gözleri daima Şark’ta idi. Bilhassa Müslümanlarla aramızda nifak çıkartmak emelleri idi. Kuvvetimizi bu suretle kırmak istiyorlardı. Halifelik politikası ile bunu önlemek istiyordu”. 226 223 Bayram Soy, “II. Wilhelm Welpolitik ve II. Abdülhamid”, Türkler, C.III, Ankara-2002, s.28. Soy, a.g.m., s.31. 225 E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.VIII, TTK y., Ankara-1983, s.175. 226 Ayşe Osmanoğlu, Babam Abdülhamid, Güven y., İstanbul-1960, s.49-50. 224 97 II. Wilhelm, Ermeni meselesi, Makedonya ıslahatları, Siyonizm davası gibi Türkiye’nin başına gaile olan meselelerde müşahede ediliyordu. Ermeni meselesinde kayzerin ermeni komitacılarının meydana getirdikleri kanlı olaylar sebebi ile sultana bir telgraf çekip, “kumandam altında bulunan altı kolordum zat-ı şahanenizi muhafaza için yardıma hazırdır.” dediği rivayet edilir. II. Wilhelm’in tahta geçmesi ile Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı politikası da değişmiştir. Bunda hiç şüphesiz II. Wilhelm’in kişiliğinden gelen bir dinamizm, gerekse iş ve endüstri çevrelerinin etkisi ile sömürgeciliğe büyük önem vermesi etkilidir. Gerçi Almanya’nın sömürgeciliğe başlaması Bismarc’ın son yıllarındadır.II. Wilhelm, İngiltere’nin ekonomik ve güvenlikle ilgili nedenlerle kimseye bırakmak istemediği Osmanlı Devleti’ni Almanya için en doğal ve elverişli ekonomik yayılma alanı olarak görmüştür. II. Wilhelm, askeri bakımdan da Osmanlı Devleti’ne yerleşmeyi gerekli görmüştür.çünkü eğer Almanya günün birinde İngiltere ile savaşa tutuşmak zorunda kalırsa, onu kendi adalarında yenemeyeceğine göre, sömürgelerine giden yolda vurmalı idi. 227 Welpolitik siyasetini izlemeye başlayan II. Wilhelm’in Osmanlı Devleti ile ilişkilerinin gelişmesinde şunlar etkili olmuştur: 1. Osmanlı toprakları Alman ihraç sanayi ürünleri için geniş bir Pazar niteliğinde idi. 2. Anadolu bir yandan Alman dokuma sanayinin en önemli hammaddesi olan pamuğa, diğer yandan gıda maddelerine ve tahıla ihracını karşılayacak kapasitede idi. 3. Devlet topraklarının bakır, krom, kurşun ve petrol gibi maden yatakları Alman endüstrisinin ihtiyaçlarını karşılayacak kapasiteydi. 4. Stratejik bir konumda olan Osmanlı toprakları ile Almanya arasında kara yolu bağlantısı kurulması ile hem İngiltere’nin deniz ablukası ortadan kaldırılıyor, hem de Almanya’nın Rusya ve İngiliz sömürgelerini kolayca vurmasını sağlıyordu. 5. Türkiye’ye gönderilen Alman askerî uzmanları sayesinde alman sanayicileri, 227 Haluk Ülman, I. Dünya Savaşı’na Giden Yol, Ankara-1972, s.209-210. 98 demiryolları ve silah bağlantılarına dayanarak, Türkiye’deki önemli noktaları denetim altında bulundurabilirlerdi. 6. Zayıf ver yıkılmakta olan bir imparatorluk konumunda olan Osmanlı Devleti Alman yardımı ve etkisi sayesinde kısa sürede ele geçirilebilirdi. 228 Kayzer’in Türkiye’yi son ziyareti sırasında, Almanların İzmit-Konya demiryolu hattını Bağdat ve Basra’ya kadar uzatmak istedikleri kabul edildi. Buna müteakip 29 Ocak 1899’da Anadolu demiryolu kumpanyasına, Haydarpaşa istasyonunu inşâ, Haydarpaşa-Sirkeci hattında feribot işetmesi Köstence-İstanbul telgraf hattı döşeme imtiyazları verilmiştir. 3.1.3. Abdülhamid’in Almanya’ya Yakınlaşma Nedenleri Abdülhamid’in Almanya’yı seçmesinin nedeni iç ve dış politikada hareket alanının sınırlanmış olması idi. Bu yıllarda Osmanlı maliyesi en bunalımlı dönemlerinden birini yaşamakta idi. Ayrıca 1877-78 Osmanlı- Rus Savaşı, devletin tek başına ayakta kalamayacağını göstermişti. İngiltere Ayastefanos Antlaşması’nın engellenmesi karşılığında Kıbrıs’ın yönetimini devralmıştı. Böylece İngiltere’nin Osmanlı toprak bütünlüğünü koruma düşüncesinden uzaklaştığını onun yerine devletin kendisi için stratejik önem taşıyan bölgelerini ele geçirmeye yöneldiği gösteriyordu. 1882 yılında İngiltere Mısır’ı da işgal edince Abdülhamid’in İngilizlere karşı duyduğu kuşku hat safhaya ulaştı. Bunun yanında İngilizler Arapların yaşadığı bölgelere yönelerek buradaki Arapları kışkırtarak Abdülhamid’in Müslüman unsurları bir arada tutabilme çabasını baltalaması da ayrı bir nedendi. Abdülhamid, Avusturya’nın Balkanları İtalya’nın da Osmanlı Afrika’sını denetim altına almaya çalıştığını bildiği için Almanlara yakınlaşması onun görüşü açısından çok doğaldı. Çünkü Osmanlı toprakları üzerinde herhangi bir talebi olmamış, olan tek Avrupa ülkesi Almanya idi. Almanya’nın Müslüman sömürgesi de yoktu. Böylece 228 Bayram Soy, “Anadolu- Bağdat Demiryolları Çerçevesinde Osmanlı-Alman Yakınlaşması”, YTY, S:31 (2000), Osmanlı Özel Sayısı 1, s.309-310. 99 Müslüman nüfuzu ve toprağı elinde kalan Osmanlı’nın Müslüman unsurları kışkırtacak davranışta bulunmayan Almanları seçmesi doğaldı. II. Abdülhamid, Bağdat demiryolunu Almanlara verme sebebini hatıratında şu şekilde dile getirmiştir: “Bağdat demiryolu sayesinde eskiden mevcut olan Avrupa-Hindistan ticaret yolu, tekrar işe yarar hale gelecektir. Eğer bu yol Suriye ile Beyrut İskenderiye ve Hayfa ile de irtibat kurmak üzere birleşirse, yeni bir ticaret yolu ortaya çıkmış olacaktı. Bu yol, imparatorluğumuz için sadece iktisadî bakımdan büyük fayda temin etmekte kalmayacak, aynı zamanda, oradaki kuvvetimizi sağlamlaştırmaya da yarayacağından askerî bakımdan da çok ehemmiyetli olacaktır” 229 . II. Abdülhamid’in Almanların Osmanlı’yı sömürgeleştirmek istemesine izin verdiğini iddia eden tarihçilerin aksine Earle, Abdülhamid hakkında şunları söyler: “Sultan Abdülhamid ne olursa olsun, hiçbir zaman bir aptal değildi. Bağdat demiryolu ayrıcalığını verirken bu akıllı ve aynı zamanda kuruntulu otokratın bir alman tuzağına düşmüş olduğunu düşünmek saçmalık olur. Sultan Abdülhamid’in vermek adeti yoktu. Vermekten kaçamaz duruma düştüğü zamanda her zaman kendisi ve imparatorluğu için sonunda kâr getirecek şeyler verirdi. Lord Curzon’un dediği gibi, Sultan Abdülhamid’e göre en büyük iyilik dışarıya değil, içeriye yapılan iyilikti. Sultan Abdülhamid, demiryolu ayrıcalıkları vermekle imparatorluğun yeni ipotekler altına gireceğini biliyordu. Fakat ipoteklerinde yararları vardı. Demiryollarının yapımı ile, Sultanın imparatorluk içindeki Türklerinde yakın doğudaki otoriteleri güçlenecekti”230 . II. Abdülhamid’in Almanya’yı çeşitli bakımlardan yakınlık duyduğunu anlıyoruz. Bir kere daha şehzadeliğinde çıktığı Avrupa gezisinde Prusya’nın kudretine hayran olmuştu. İkincisi, Abdülhamid’e göre Almanya imparatorluğu içinde Müslüman halk da yoktu ve bu bakımdan iki ülke arasında bir çatışma beklenemezdi. Üçüncüsü, Alman parlamentarizminin de Osmanlı mutlakıyetinden 229 230 II. Abdülhamid Siyasî Hatıratım, Hareket y., İstanbul-1974, s.78. Edward Mead Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, çev. K. Yargıcı, İstanbul-1972, s.38. 100 pek büyük bir farkı yoktu. Bu durumun, II. Abdülhamid’i kurulacak bir yaklaşımının kendi politik tutumunu hiçbir tehlike getirmeyeceğini, hatta onu güçlendireceğini düşünerek Almanya’ya daha fazla ittiği söylenebilir 231 . 3.1.4. Almanlara Demiryolu İmtiyazının Verilmesi 1875 yılından sonra, Avrupa malî çevrelerinin Osmanlı’ya yaptıkları imtiyaz başvuruları tamamıyla kesilmişti. Sermaye sahiplerinin, borçlarını ödeme güçlüğü içinde kıvranan devlet topraklarından yeni yatırımlara girişmek istememeleri doğaldı. Avrupa sermayesinin 1881 yılından sonra özellikle demiryolları konusunda yeniden Osmanlı Devleti’ne yönelmesi Duyun-ı Umumiye idaresinin kuruluşu ile ilgilidir. Zira Duyûın-ı Umûmîye’nin görevleri arasında kilometre garantilerine ayrılan gelir kalemlerine tahsil ederek demiryolu şirketlerine ödemekte bulunuyordu. Böylece, Osmanlı topraklarında demiryolu yatırımları yeniden cazip hale gelmiştir. Osmanlı’ya birbiri peşi sıra demiryolu imtiyaz başvuruları gelmeye başlamıştır. Bu başvurular arasında Cazelet gibi İngiliz Collas gibi Fransız girişimcilerinki dikkat çekicidir. Ancak Alman dış işleri bakanlığının desteğini alan Deutsche Bank rekabet eden güçler arasında Abdülhamid tarafından tercih edilen olmayı başardı 232 . II. Abdülhamid öncesinde Batı Anadolu’daki yapılan demiryolları haricinde doğuya doğru demiryolu yapılma isteği de olmuştur. XIX. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı ülkesinde (Rumeli, Anadolu, Yakındoğu) demiryolu inşâ etme istekleri ve bu amaca yönelik projeler üzerinde çalışılmakta idi. Ancak projelerin çoğunun ortak noktası, İstanbul’dan Basra’ya uzanan bir güzergâhta demiryolu inşâ etmek ve işletmeye açmak konusunda toplanıyordu. Devletin merkezî topraklarından geçen bu güzergâhın şube hatları ile Akdeniz ve Kızıldeniz’e bağlanması öngörülüyordu. İlk planda İstanbul’da (Haydarpaşa İstasyonu) İzmit’e demiryolu döşendi. Bu hattı Türkler kendi sermayeleri ile döşedi. Alman mühendis Wilhelm Von Pressel’in gerçekleştirdiği bu hat Bağdat demiryolunun başlangıcı olarak değerlendirildi. 1871 ile 1873 arasında biten bu hattı Osmanlı Devleti kendi işletmek 231 232 Haluk Ülman, a.g.e., s.215. Özyüksel, “Anadolu …, s. 667. 101 istedi. Ancak kazanç sağlanamadığından bu hat bir İngiliz şirketine daha sonra da Almanlara kiralandı. 24 Eylül 1888’de Wüttenbergische Vereinsbank müdürü Alfred Von Kaulla hem bu hattın işletmesini hem de Ankara’ya kadar uzatma imtiyazını aldı. Daha sonra 24 Mart 1889’da hattı gerçekleştirmek için hem bu banka hem de Berlin’deki Deutsche Bank’ın sermayesini sağladı. Anadolu Osmanlı Demiryolu Şirketi kuruldu. Şirket, üzerine aldığı yükümlülükleri zamanında yerine getirdi. çalışmaları hızla bitirerek 1890’da 40 km.lik İzmit-Adapazarı hattını işletmeye açtı. Daha sonra 1891’de Ankara hattı, Birecik’e kadar uzatıldı. Ocak 1893’de 485 km.lik ray döşenerek Ankara’ya ulaşıldı. Ankara demiryolu şirketi 15 Şubat 1893’de Eskişehir-Konya hattının imtiyazını da aldı. 444 km.lik bir demiryolu daha ray döşenerek hat, 1896’da Konya’ya ulaştı. Böylece Almanya XIX. yüzyıl sonlarında Haydarpaşa’dan Konya’ya yaklaşık 1000 km.lik bir demiryolu hattını döşediler 233 . XIX. yüzyıl sonunda bazı Alman şirketleri Osmanlı Devleti’nde yatırıma teşebbüs etmiştir. Fakat madencilik ve ulaştırma alanında var olan imkanlar zaten İngiltere ve Fransa şirketleri tarafından paylaşılmış olduğundan Almanya bunlardan arta kalan imkanları değerlendirmesi gerekiyordu. Anadolu ve Mezopotamya zenginlikleri Almanların ilgisini çekmekte idi. Ancak buraya kadar uzanabilmek için temel bir yatırımın yapılması gerekiyordu. İşte Anadolu Bağdat-Basra demiryolu projesi böylece tarih sahnesine çıkmıştı. Bağdat demiryolu projesinin Wilhelm Pressel isimli Avusturyalı mühendis hazırlamıştır. Almanya’nın Bağdat demiryolu imtiyazını elde etmesi, etki alanını Basra Körfezi’ne kadar genişletmesi anlamına geliyordu. Bu durumda İngiltere, Hindistan yolunu, Fransa’da Suriye’de oluşturmaya çalıştığı nüfuz bölgesini, Rusya ise güneye doğru yayılma emellerini tehdit altında hissediyor her yolu deneyerek Bağdat demiryolu imtiyazının Almanlara verilmesini engellemeye çalışıyorlardı. II. Wilhelm ise, 1897 yılında Veltpolitik’in oluşturulma ve uygulanmasında en 233 Mehmet İşbirli, “Bağdat Demiryolunun Akdeniz Uzantısı Toprakkale-İskenderun Demiryolu”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.23 (2004), s. 217. 102 güvendiği devlet adamlarından biri olan Marschall Von Bieberstein’in, İstanbul’da büyükelçilik görevini atayarak yeni dış politikasında Osmanlı politikasını önemini göstermiş oluyordu 234 . Bağdat demiryolu bu nedenle İngilizlerin Aydın, Fransa demiryolu hattından farklı bir nitelikte idi. Bu hat verimli bölgelerin ürünlerini kolay yoldan batıya aktaracak yatırımlardı. Oysa Bağdat projesi işlenmeyen zenginlikleri istismar edecek alt yapısal tesislerinde birlikte kurulacağı bir büyük yatırımlar grubunu öngörüyordu 235 . Bağdat demiryolu hattı, Ankara’ya 1893’de ulaşabildi. Almanlar, yeni anlaşma ve bu hattın uzatılması yönünde yine imtiyaz talebinde bulundular. Yapılan proje taslaklarından dolayı Rusya itiraz edince Kayseri-Diyarbakır-Musul üzerinden Bağdat hattından vazgeçilmiş, Ankara-Eskişehir-Konya hattının yapımına karar verilmiştir. Bu hat 1895’te açılmıştır 236 . 1888 yılında Anadolu demiryollarının inşâ ve işletme imtiyazının Deutsche Bank’a verilmesi Osmanlı Almanya ticaretinde önemli bir adım olmuştur. 1898 yılında II. Wilhelm İstanbul’a ikinci kez gelmiş ve bu Osmanlı ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuştur. Bu ziyaretin sonucunda Anadolu demiryolu şirketine Haydarpaşa İstasyonu inşâ imtiyazı verildi. Bunu Haydarpaşa-Sirkeci hattında feribot işletme Köstence-İstanbul telgraf hattı döşeme imtiyazları takip etmiştir. Fakat bunların arasında en önemlisi ve İngiltere’yi en çok endişelendiren Orta Doğu bölgesinde bir İngiliz-Alman rekabetinin doğmasına neden olan 5 Mart 1903 tarihinde Deutsche Bank’a Bağdat demiryolu projesinin verilmesidir. Böylece Alman iktisadî nüfuzu Osmanlı Devleti’nde etkisini arttırmıştır 237 . Almanların demiryolu hattı boyunca Alman kolonileri kurma isteğine karşı Osmanlı Devleti her zaman karşı çıkmıştır. Pan-Germenistlerin ısrarla üzerinde 234 Özyüksel, “Anadolu…, s. 668. Ortaylı, a.g.e., s.15. 236 K. Pastırmacıyan, Şarkî Anadolu Şimendiferi Meselesi, Arakis Matbaası, İstanbul-1328, s.4. 237 Rıfat Önsoy, Türk-Alman İktisadî Münasebetleri, İstanbul-1982. 235 103 durdukları bu konu II. Abdülhamid tarafından reddedilmiştir. II. Abdülhamid hatıratında “Alman Göçü” meselesi ile ilgili hassasiyetini şöyle ortaya koyar: “Almanya’nın bize harekâtını biraz frenlemek yerinde olacaktır. Büyük senyöre (Alman sefiri Von Bieberstein) kendisinden ve politikasından pek emin olmadığımızı belli etmek lazımdır. Berlin sefirimizden öğrendiğime göre, Kayzer Anadolu’da Almanları tutan bir muhit yaratmak istiyormuş, iktisadî vaziyetimizi düzeltmek için Almanlardan istifade etmeyi doğru buluyorum. Fakat Alman gazetelerinin yazdığı ve arzu ettiği gibi, Bağdat demiryolu üzerinden Alman kolonilerinin kurulmasına gelince katiyen taraftar değilim. Dedelerimizin pek çok fedâkârlık yaparak elde ettikleri bu toprakları Alman kolonilerine terk edeceğimizi zannediyorlarsa çok aldanıyorlar. Zaten şimdiye kadar yabancılara lüzumundan fazla müsamaha göstermiş bulunuyoruz. Anadolu yalnız bize aittir. Pek çok yerden itilip kakıldıktan sonra buraya yerleşen din kardeşlerimizi bu son mercilerini muhafaza edeceğiz” 238 . Abdülhamid’in Bağdat demiryolu imtiyazını Almanlara veriş sebeplerinden biride onların Pan-İslamist politikaya destek olmaları idi. Bağdat demiryolu Alman Welpolitiğinin bir parçası olmuştur 239 . İmtiyaz analaşmaları üzerinde de burada durmakta yarar vardır. İmtiyaz anlaşmalarının maddeleri incelenirse durum daha iyi anlaşılacaktır. Yalnız onun öncesinde imtiyaz anlaşmalarının ne surette yapılacağı uzun süren mücadeleler sonunda olmuştur . Bu döneme ait olarak imtiyaz antlaşmasının görüşüldüğü bir dönemde Almanya temsilcisi Siemens ile Osmanlı Hariciye Nezareti arasında meydana gelen bu antlaşmasının maddeleri arasındaki oluşma safhasıyla ilgili olan bir belgeyi burada sunuyoruz. Belge 8 Teşrin- Sani sene 315 yılına aittir. “Almanya’dan demiryollarına ait gelen telgraf Alman İstanbul Büyük Elçisi Siemens tarafından tercüme edilerek Hariciye Nezaretine sunulmuş ve Osmanlı devletinin fikri alınmıştır. Konu şöyledir: Konya, Bağdat ve Basra ile alakalı 238 239 II. Abdülhamid Siyasî Hatıratım, s.128-129. Earle, a.g.e., s.134. 104 demiryolunun inşası hakkında Almanya iki cihet olduğunu belirtiyor. Birincisi devlet kendi hesabına bir muayyen faiz ve amortisman tahsisle dört yüz milyon franklık ödünç para alma akdi ve bu paranın nasıl elde edileceğine dair konuşuluyor devletin bu para karşılığında ipotek göstermesi isteniyor. İkinci husus ise demiryolunun Anadolu Kumpanyasına yaptırılmak ve masraflarının nasıl temin edileceği hakkında tavsiyelerle alâkalı bir belgedir. Birinci yolu Osmanlı seçmemiştir. Çünkü dört yüz milyonluk parası yok teminat akçesinin fiyatını çok yüksek buluyor. Osmanlı demiryollarının geçtiği yerlerde toplanan geliri teminat akçesi göstermek istiyor.( Çünkü Osmanlı daha önce de demiryollarını bu şekilde yaptırmıştır.) 240 durum bu şekilde antlaşmanın yapıldığı zamana kadar sürüncemede kalıyor. Almanlarla ilk önce ön sözleşme imzalanmıştır. Buna göre Deutsche Bank Osmanlı Devleti’ne %7 faizli 200.000 Sterlin borç para vermeyi kabul etmiştir.23.12.1899 tarihinde ön antlaşma Siemens ve Zihni Paşa arasında imzalanmıştır. 241 Almanlarla 5 Mart 1903 tarihinde kesin antlaşma imzalanmıştır. Antlaşmanın özetini şu şekilde verebiliriz: “ –Daha önce Anadolu Demiryolları adı altında yapılan Ankara ve Konya hatları eski sahiplerinin mülkiyetinde kalacak, Konya’dan sonra inşa edilecek yeni hatlara içinse, Bağdat Demiryolu Şirketi adına bir kumpanya kurulacaktı. - Osmanlı hükümeti şirkete kilometre başına 4500 faranklık bir işletme geliri garanti etmişti. Demiryolunun işletme geliri 10.000 Frankı aşarsa hükümet ile şirket arasında % 60 ile %40 oranında pay edilecekti. İşletme geliri 4500 ile 10.000 Frank arasında olursa, 4500 Frankın üstü hükümete kalacaktı. - Demiryolu birbirinden bağımsız 200’er kilometrelik birimler halinde inşasına karar vermiştir. böylece yeni bir bölünme başlamadan gerekli 240 241 BOA, Y MTV 196 64 1317. B16. ( İki belge halinde) Ortaylı, a.g.e, s.141. 105 sermaye elde edilmeye çalışılacaktı. İlk olarak 200lik bölüm için tanınan sekiz yıldı. - Bağdat Demiryolu Şirketi döşediği hatların her iki yanında yirmişer kilometrelik bir bölgede maden arama çalışmaları yapabilecek, inşaat için kullanacağı keresteleri, devlet ormanlarından elde edecekti. Şirket aynı şekilde su kaynaklarından da yararlanma hakkına da sahipti. - Bağdat Demiryolu sözleşmesinin sekizinci maddesi inşaatta kullanılacak olan yurt dışından gelen malzemelerden devletin gümrük vergisi almayacağı yönünde idi. - Anadolu Demiryolu Şirketi hiçbir zaman demiryolu hatlarından herhangi bir bölümünü, Osmanlı yöneticilerinin onayı olmaksızın bir başka işletmeye devir edemeyecekti. Ayrıca Osmanlı Hükümeti Konya-Bağdat hattını satın alma hakkını saklı tutuyordu. - Demiryolu Şirketi Dicle ve Fırat üzerinde gemicilik yapma izni veriyordu. Bu ayrıcalık şimdiye değin yalnızca İngiltere’ye verilmişti. Şimdi İngiltere ve Almanya arasında durum gerginleşecekti. Ayrıca Almanlara Basra ve Bağdat’ta liman imtiyazı verilmiştir. İngilizler Hindistan yol güvenliği sebebi ile Almanlarla karşı karşıya gelecekti. - Her iki kumpanya’da Osmanlı Şirketi statüsünde olduklarından, ilgili davalarda Osmanlı mahkemeleri yetkili olacak; devlet daireleri ile yazışmalarda Osmanlıca kullancaklardı. Ayrıca Türk postaları ve posta memurları ücretsiz taşınacak, yolcular ve yük sahiplari en yüksek ücretler belirlenecekti. - Demiryolu barışta ayaklanmaları bastırmak için savaş zamanında da tümüyle askeri amaçlarla kullanılacaktı. Demiryolu Şirketi hatlar boyunca askeri amaçlı istasyonlar kurmakla yükümlü kılınmıştı. - Güzergah Konya’dan başlayıp Karaman, Ereğli, Adana, Hamidiye, Kilis, Tel Habeş, Nusaybin, Musul,Tekrik, Samatra, Bağdat, Kerbela,Necef üzerinden Basra’ya ulaşacaktı.bu ana hatlardan Urfa, Haleb, Kastabol, Hanikin’e ve 106 Basra’dan İran Körfezi’ne henüz saptanmamış her hangi bir noktaya şube hatları döşenecekti.” 242 Osmanlı Devleti’nin Almanlara demiryolu imtiyazı vermesinden sonra 30 Teşrin Sani sene 99’da Alman İmparatoru Wilhelm, II.Abdülhamid’e teşekkür telgrafı çekmiş ve Abdülhamid’de karşılık teşekkürü etmiştir. 243 III.2. Avrupa Devletlerinin Bağdat Demiryoluna Bakışı Almanya’nın rakibi İngiltere idi. İngiltere’nin Hindistan yolunu kesmek için çaba gösteriyordu.bu nedenle de Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruyucu gözüküyordu. Almanya’nın Osmanlı topraklarını ele geçirici bir politikasından söz edilemez. Bunun karşılığı olarak da Osmanlı Devleti’nden ekonomik ve siyasi çıkarlar beklentisi içerisindeydi. Osmanlı Devleti’ne bol bol krediler açıyor, demiryolları yapıyor, ordunun yeniden düzenlenmesinde ordunun düzenlenmesinde görev alıyor, askeri uzmanlar göndermekten kaçınmıyordu. Özellikle II. Meşrutiyetin ilanından sonra Osmanlı- Alman ilişkileri daha da sıklaşmış ve Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda Almanların yanında yer almasına neden olmuştur. 244 Almanya’nın Bağdat Demiryolu imtiyazını elde etmesi, etki alanını Basra Körfezi’ne kadar genişletmesi anlamına geliyordu.bu durumda İngiltere, Hindistan Yolunu, Fransa’da Suriye’de oluşturmaya çalıştığı nüfus bölgesini, Rusya ise güneye doğru yayılma emellerini tehdit altında hissediyor her yolu deneyerek Bağdat Demiryolu imtiyazının Almanlara verilmesini engellemeye çalışıyorlardı.II. Wilhelm ise, 1897 yılında Welpolitiğin oluşturulma ve uygulanmasında en güvendiği devlet adamlarından biri olan Marschall Von Bieberstein’in, İstanbul’da büyükelçilik görevini atayarak yeni dış politikasında önemini göstermiş oluyordu. 245 242 Özyüksel, a.g.e.,s.194,195. BOA, DH MKT. 66 33 1310 Za 28. 244 Yahya Akyüz v.d, Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Tarihi, C.I, 5.b, Ankara-1997, s.35. 245 Özyüksel, “Anadolu…,s.668. 243 107 Almanya’nın demiryollarını yaparken Basra’da bir üs oluşturma düşüncesi de güttüğü görülür.Rusya’nın da güneyde bir üs edinme isteği yine devam etmektedir. İngiltere’nin bu konuda düşüncesi hakkında Dunn’un şu görüşleri dikkate değerdir. “… Hem Rusya hem de Almanya, Basra Körfezi’nde bir üst ve liman kurmaya can atıyor, ancak geçmişteki İngiliz bakanların karşı koymalarına rağmen Kayzer padişahın rızası ve yardımıyla Bağdat Demiryolu inşasını Basra Körfezine doğru götürmektedir. Büyük Biritanya, Almanya ve Rusya gibi davranmıyor bu bölgede toprak elde etmek yada sorumluluklarını genişletmek niyetinde değil bizim bütün isteğimiz ticaretin himaye altına alınması ve açık kapı politikası. Bu dilekleri Almanya içinde gerçekleştirecek olursak olursak ve nehir kenarındaki bağımsız devletler üzerindeki himayemizi sürdürürsek Almanya’nın yakınması söz konusu olamaz hele bağımsızlığını ilan ettiğinde, ederse tabi, yeni Arap Devletleriyle dosta ilişkiler kurarsak …öte yandan her ne kadar Müslüman tebası ile onun namına muharebelere katılmaya niyetimiz yoksa da, padişah ile de dosthane ilişkilerimizi sürdürmek niyetindeyiz.” 246 Almanlara verilen imtiyaz Fransa’yı harekete geçirdi. Fransa mevcut demiryolu yatırımlarını genişletmek isteğindeydi ve Osmanlı’dan yeni imtiyazlar talep etti. Anadolu demiryolları kumpanyasına yolu Konya’dan öteye uzatmak için gerekli imtiyaz verilince Fransa’da adeta olayın tazminatı olarak Ege’den Kasaba Demiryolunu Afyon’a kadar uzatmak ve Suriye’de Şam-Humus-Halep hattını inşa için gereken imtiyazı aldılar.1898 yılında Osmanlı Asyasını İngiltere, Fransa ve Almanya’nın demiryolu hatlarının durumu şöyle idi: İngiltere hatları İzmir-Aydın 373 km. Mersin-Adana 67 km. Toplam 440 km. 246 Dunn, a.g.m.,s.310. 108 Fransız hatları İzmir-Kasaba 512 km. Yafa-Kudüs 87 km. Beyrut-Şam 247 km. Şam-Halep 420 km. Toplam 1266 km. Alman hatları Haydarpaşa-İzmit 91 km. İzmit-Ankara 485 km. Eskişehir-Konya 444 km. Toplam 1020 km. 247 Almanların yeni imtiyazlar elde edip, nüfuz alanlarını genişletmeleri derhal diğer devletlerin tepkisini doğurdu. Deutsche Bank ve Anadolu Demiryolları Kumpanyası’nın elde ettiği imtiyazlar özellikle İngilizlerin şiddetli protestolarına neden oldu. Britanya büyükelçisi Sir Phillip Currie derhal bu imtiyazı önleme teşebbüsüne girişmiştir. Büyük elçi “Anadolu demiryollarının imtiyazının Dinar’a kadar uzatılması, doğrudan doğruya İzmit-Aydın demiryolları şirketinin nüfuz bölgesinden geçecektir ve İngiliz ticarî çıkarlarını korumak için elimizden geleni yaparız” şeklindeki protestoyu ilettikten sonra büyükelçi padişahın huzuruna çıktı. Padişahın böyle bir imtiyaz için söz verilmediğini bildirmesi ile iş örtbas edilmiştir. Almanlara yolu başka yöne doğru uzatmıştır. Büyük devletlerle nüfuz kavgasından dolayı Anadolu’da birbirleri ile bağlantısı olmayan bir demiryolu şebekesi kurulmuştur 248 . Bağdat demiryolu bu nedenle İngilizlerin Aydın, Fransa demiryolu hattından farklı bir nitelikte idi. Bu hat verimli bölgelerin ürünlerini kolay yoldan batıya aktaracak yatırımlardı. Oysa Bağdat projesi işlenmeyen zenginlikleri istismar edecek 247 248 Ortaylı, a.g.e., s.122. Ortaylı, a.g.e., s.14. 109 alt yapısal tesislerinde birlikte kurulacağı bir büyük yatırımlar grubunu öngörüyordu 249 . II. Wilhelm’in yaptığı gezinin sonuçlarından ilki 29.1.1899 tarihinde Haydarpaşa Limanı imtiyazının Anadolu demiryolları şirketine verilmesi oldu. Şirket uzun süredir. Haydarpaşa liman yatırımı için imtiyazın peşinde idi. Almanlara verilen bu imtiyaz şubat ayı başında Fransa tarafından uygun bulunmayarak protesto edildi. Rus dış işleri bakanı tarafından da imtiyaz yine protesto edilmiştir 250 . Bağdat demiryolunu yapmak ayrıcalığının Almanya’ya verilmesi Avrupa’da bir bunalım yaratmıştır. İngiltere Bağdat’a kadar götürülecek hattın sonunda Basra Körfezi’nin başlangıcına kadar uzanıp, hem Almanya’ya Orta Doğu’da büyük bir ekonomik üstünlük kazandırılmasında hem de Hint yolunda söz sahibi kılmasından korkmuşlardır. Öte yandan Ruslarda gelişen demiryollarının Osmanlı Devleti’nin savunma gücünü arttıracağını düşünerek kuşku duymuşlar, özellikle kuzeye ve doğuya doğru uzanacak hatların yapılmasını istememişlerdir. Bu sebeple Osmanlı Rus ilişkilerini zaman zaman etkileyen olgulardan biri olarak demiryolunu gösterebiliriz. 251 Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle İngiltere ve Almanya ile gelişen ilişkileri, Osmanlı paylaşımının gündemde olduğunu gören Rusya’yı telaşlandırmış ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa devletlerinin etki alanına girmesine engel olamaya çalışmıştır. Almanların ve İngilizlerin Hint Okyanusu’na inmek için Osmanlı ülkesini bir basamak olarak kullanma çabalarından sayılabilecek demiryolu inşasına karşı çıkması, Rusların bu gelişmelerden etkisinin giderek kırıldığını görmesinden kaynaklanıyordu.Berlin’den başlayıp Bağdat’a kadar gidebilecek bir demiryolu hattı, bu hattın geçtiği coğrafi bölgelerdeki maddi zenginliklerinde bu hattın inşacısı ve işleticisi güçlerin elinde olması anlamına geliyordu. Bu gelişmeler Rusların endişelerini giderek arttırıyor, özellikle Rusya sınırına yakın bölgelerde 249 Ortaylı, a.g.e., s.15. Özyüksel, Anadolu…, s.129. 251 A.D., Noviçev, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yarı Sömürgeleşmesi, Onur y.., Ankara-1979, s.27. 250 110 demiryolu inşasına engel olmaya çalışıyordu. Bu engelleme çabası Osmanlı Devletinden çok Batı emperyalizminin Rus İmparatorluğu coğrafyasına yönelebileceği kuşkudan kaynaklanıyordu. Özellikle Balkan demiryollarının ve Türk demiryollarının satın alınması çalışmaları Rusların özellikle Osmanlı toprakları üzerindeki demiryollarına ilgisini açıkça ortaya koymaktadır. 252 Ancak bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya arasında bulunan savaş durumu, Rusların demiryolu ile ilgili niyetlerini kapalı bir biçimde ortaya koymalarına neden olmuştur. Fransa’ya gelince o da bu kadar kârlı görülen bir girişimi Almanya’ya kaptırdığı için kızmıştır 253 . II. Wilhelm özellikle Osmanlı Devleti ile iyi ilişkiler kurmayı istemiştir. Bunun için 1889 yılında İstanbul’u ziyarette bulunmuştur. Kayzer’in, Osmanlı siyasetinden 1798’de Fransa’dan ve 1878 Kıbrıs ve 1882 Mısır’ı işgal sebebi İngiltere’den boşalan yeri almaktı. Bunun neticesinde General Goltz Paşa İstanbul’a gelmiş, Osmanlı ordusunun güçlenmesi ve düzenlenmesinde çalışmıştır. Bununla birlikte Alman tüccar ve bankerleri de Osmanlı Devleti’ne gelmişlerdir 254 . Almanların Anadolu ve Basra coğrafyasını çok yakından tanıdıkları görüyor. Hangi bölgede yer altı ve yer üstü zenginlikler var, hangi bölgede nüfuz özellikleri vs. hepsini Almanlar demiryolu yapımına başlamadan önce inceledikleri gibi demiryolu başladıktan sonra da incelemeye çalışmışlardır. Dolayısı ile Almanlar demiryolu yapımına gözü kapalı girmemişlerdir. Demiryolu yapımı sürerken anlaşma metinleri incelendiğinde farklı alanlarda da imtiyaz kopardıkları görülüyor. Burada Almanların gezi adı altında inceleme yaptıklarına örnek olması açısından bir belge sunuyoruz. 30 Mart sene 310 tarihli belgede sadaretten (Dahiliye Nezaretinden ?)Beyrut, Basra valisine ,Bağdat ve Musul valilerine emirdir. “ Almanya tebaasından Baron Fon Openhaym isimli kişi Beyrut, Musul, Bağdat, Basra bölgelerine ziyaret edecektir. Gerekli tedbirlerin alınması ve kendisine gerekli yardımların yapılmasına ve şahsın takip edilmesine dair ismi geçen dört bölgenin 252 Noviçev, a.g.e., s.17. Ülman, a.g.e., s. 217. 254 Oral Sander, Siyasî Tarih İlk Çağlardan 1918’e, Ankara-2001. 253 111 yöneticilerine gönderilen emirdir” 255 sıradan bir insan için bu derece ehemmiyetli bir belge gönderilmeyeceğine ve sıradan bir kişinin de bu bölgelerde sebepsiz gezmeyeceği göz önüne alınırsa bu kişi buraya araştırma ve rapor verme amaçlı geldiği anlaşılır. İngilizler, Bağdat hattını Halife’nin mesafelerin kısalması ile birlikte Müslümanlara daha kolay ulaşarak onları isyan ettirir endişesi duyuyorlardı. Anadolu-Bağdat hattı Hindistan ile Müslümanların münasebetlerini hareketle de tehlikeli görüyorlardı. “Anadolu-Bağdat hattı, Hindistan ile İslamın münasebetini harkulede bir suretle kolaylaştıracağı için İngiliz siyasetinin bazı manialara uğraması ve bazı gizli meselelerde lüzumundan fazla makam-ı hilafete temayül göstermesi bir mecburiyet haline girecektir. İngiltere’nin zaaf-ı siyasetine vasıta olan Almanya ise İngilizlerin ebedî düşmanlığını kazanıyordu” 256 . Abdülhamid’in Bağdat demiryolu imtiyazını Almanlara veriş sebeplerinden biride onların Pan-İslamist politikaya destek olmaları idi. Bağdat demiryolu Alman Welpolitiğinin bir parçası olmuştur 257 . Bağdat demiryolu inşaatı 1907’de Konya’dan Toroslara ulaştığında İngiltere’nin korkuları büsbütün artmış, 31 Ağustos 1907’de İngiltere ile Rusya arasında Alman tehlikesine karşı ilk ittifak antlaşması imzalanmıştır. Bu sırada Almanlar İngilizleri ekonomik çıkarları yönünden sadece Mezopotamya değil Anadolu-Suriye-İran’da da ciddi olarak tehdit eder duruma gelmişlerdi. Bu uğurda bir İngiliz belgesinde şunlar yer alır: “İngilizler, Orta Doğu’da elde ettiklerini kaybetmek üzeredir. Yerinde duramaz. Diğer devletler ilerlerken İngiltere geriliyor, gözümüzü açalım, hakikatleri görelim. Almanya ve Fransa tesiri rıhtımlara ve tramvaylara girmeye başladı. Bu ekonomik temeller üstünde yükselen Almanya ve Fransa’nın durumu çok yakında politik gelişmelerde gösterecektir” 258 . 255 BOA, DH. MKT. 66 33 1310 Za 28. Bonyar Waylet, Şarkta İngiliz-Alman Rekabeti, çev. B. Fikri, Sancakciyan Matbaası, İstanbul1332, s.36. 257 Earle, a.g.e., s.134. 258 Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, Yaylacık y., 1965, s. 55. 256 112 İngilizler Kuveyt’te, körfeze kadar gelebilecek bir Türk-Alman hakimiyetini baltalamak için bu sırada Arapçılık hareketlerini körüklediler. “1904 yılında KayzerHalife-Padişah işbirliğine ve Bağdat demiryoluna karşı İngiltere’nin Osmanlı-Arap alemi içinde aldığı tedbirler semeresini verirlerdi. Araplarda genel bir kaynaşma vardır” 259 . Bağdat demiryolunun Bağdat’tan Basra’ya oradan hicaz demiryolu ile de bağlanması gündeme geldi. Böylece Almanya’nın Arap Yarımadası kontrolü de artacaktı. İngiltere’nin Arabistan’a yöneldiği gören Abdülhamid burayı savunmak için Şam’dan Mekke’ye bir demiryolu yaptırıp buraya asker sevkini kolaylaştırmak istemiştir. II. Abdülhamid İngiltere’nin Mezopotamya demiryollarına sahip olmasını istememiştir 260 . İngilizlerin, Almanların etkinliğini kırmak planları çerçevesinde, Almanlarla rekabete girecek veya onların yolunu kesecek doğrultuda yeni demiryolu imtiyazları isteme faaliyetlerine giriştiklerini görüyoruz. İngilizler, bu uğurda üç proje üzerinde durmuşlardır. Fırat vadisi boyunca Bağdat-Basra arasında demiryolu inşaatı Batı İran’da yer alacak demiryolu projesi ve “Willcicks Projesi” olarak adlandırılan Basra Körfezi ile Akdeniz’i birleştirecek bir demiryolu. İngilizler, bu imtiyaz istekleri yanında, Alman ve Osmanlı kontrolünde olan demiryollarının şu noktalara uğramasına karşı çıkıyorlardı: Hicaz demiryolunun Akabe Körfezi’ne, Bağdat Demiryolu’nun İskenderun ve Basra Körfezi’ne, İngiliz hükümetince Türk hudutları üzerindeki bu üç noktanın “kapı anahtarları” İngilizlerin elinde olmalı idi. İngilizlerin, Akdeniz-Basra hattının inşaatında ısrarlı davranışlarının sebebi, bu hattın güneyinde kalacak olan alanı, Osmanlı Devleti gövdesinden ayırmak teşkil ediyordu. Sultan bu imtiyaz isteğine karşı oluş hassasiyetini şöyle ortaya koyar: “Bu demiryolu inşaatı için, hele yabancı müteahhitlere imtiyaz vermek katiyen caiz değildir. Çünkü, projeyi teklif eden Ermeni müteahhidinin arkasında İngiliz parası yatmaktadır. İngiltere’ye burayı inşa 259 260 Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.I/1, TTK y., Ankara-1951, s. 85. Karal, a.g.e., s.175-186. 113 ettirmek, Dicle-Fırat vadisini onlara bırakmak demektir. Çünkü, istedikleri zaman İran Körfezi’ne ilerlemek imkânı bulacaklar ve bizim yerlerimizi onlar alacaktır” 261 . Sultan II. Abdülhamid zamanında, İngilizlerin Bağdat demiryolu güzergâhı civarında demiryolu imtiyazı isteklerine olumlu cevap verilmemiştir. Bağdat Demiryolu ile Osmanlı Devleti üzerindeki Alman nüfuzu en yüksek seviyesine ulaşırken, I. dünya Savaşı’na kadar bir bunalım başlamıştır. İngiltere, Doğu Hindistan Kumpanyası’nın vasıtasıyla bölgede nüfuzunu yaymıştı. İngiltere Basra Körfezi’ne kadar inecek bu demiryolu ile Almanya’nın Orta Doğu’da nüfuzunun artmasından rahatsız olmuştur. İngiltere, Orta Doğu’da çıkarlarının baltalanacağını düşünüyordu ve Hindistan sömürgesinin güvenliğinden de endişe ediyordu. Zira Almanya Bağdat demiryolu ile Hindistan ve Uzak Doğu’ya uzanmayı hedefliyordu. Ayrıca demiryolunun geçtiği yerlerin Almanların nüfuzu altına girmesi Anadolu ve Mezopotamya’nın pamuk, petrol, kömür gibi hammadde kaynaklarının da Almanya’nın eline geçmesi demek olacaktı 262 . Almanya’nın yeni imtiyazlar elde ederek Osmanlı Devleti üzerinde nüfuzunun artmasından rahatsız olan İngiltere önce Konya Demiryolu İmtiyazı’nın Almanlara verilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. 263 1899’da Bağdat Demiryolu projesi hakkında ilk bildirilerin İstanbul’da çıkmaya başlamasıyla o sıralarda Hindistan Kral Naibi olan Lord Curzon bundan endişe duymuş ve onun isteği üzerine Basra bölgesindeki İngiliz temsilcisi Albay Meade, Kuveyt’e gitmiş, Şeyh ile bir anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşma ile Kuveyt İngiliz himayesini kabul ediyor ve bölgedeki İngiliz temsilcisine danışmadan hiçbir anlaşma yapmamayı taahhüt ediyordu. Curzon Bağdat demiryolunun Basra’ya ulaşmasıyla bu bölgedeki İngiliz çıkarlarının tehlikeye girmesinden endişe etmiştir. 261 II. Abdülhamid Siyasî Hatıratım, s.147-148. Ersal Yavi, Bir Ülke Nasıl Batırılır? Osmanlının İflasından Günümüz Türkiye’sine ‘Kıssadan Hisseler’ , İzmir-2001, s.398. 263 BOA, YA. HUS 268/ 124. 262 114 İngiltere, Bağdat demiryolu projesine ilk başlarda kuşkuyla takip etmesine rağmen fazla tepki göstermemiştir. Çünkü o sıralarda İngiltere’nin Orta Doğu’da birinci rakibi Rusya idi ve şimdilik Rusya’ya karşı Almanya’ya ses çıkarmamayı uygun görüyordu. Bağdat demiryolu projesine özellikle bölgede çıkarları olan kapitalistler karşı çıkmıştır. Örneğin, İzmir-Aydın Demiryolu Kumpanyası Yakındoğu’daki Alman Demiryolları yayılmasına karşı korunmasını istemiştir. bunun dışında projeye, Fırat ve Dicle gemicilik şirketi de Bağdat-Basra arasındaki nehir nakliyatının zarar göreceğini düşünerek karşı çıkmıştır 264 . Bağdat demiryolları projesine İngiltere’den sonra Fransa’da kendisinin Suriye’deki çıkarlarını tehdit edeceği gerekçesi ile karşı çıkmıştır. Ancak Fransa, bir süreden sonra Almanya ile anlaşmıştır. İngiltere Almanya ile muhalefet etse de Almanya ile kendi çıkarlarına uygun bir anlaşma yapmanın peşini de bırakmamıştır. İngiltere, Almanya’nın Basra Körfezi’ne inmesinin engellenmeyeceğini düşünerek hiç olmazsa uzlaşma yoluyla bir ilerleyişinin kendi kontrolünde olmasını istemiştir. bu görüşte olan ve bu yolun İngiltere lehine çıkarlar sağlayacağını düşünen İngiliz devlet adamları da çoğunluktaydı. Örneğin, Sir N. O’conor İngiltere’nin Almanlarla anlaşarak İngiliz kapitalistlerin korunması gerektiğini, bu projenin kıymetli avantajlar ve imtiyazlar taşıdığını belirtmiştir. O’conor: “Bu yolun inşası için ısmarlanacak yığınla malzemeden başka, yolun iki tarafında maden hakları olacaktır. Ayrıca proje Kuveyt ve İran Körfezi’nde sonsuz ticaret imkanları hazırlamaktadır” demiştir. Bütün bu sularda İngiliz gemilerine fırsatlar çıkacaktır 265 . Sir O’conor’a göre Almanya’nın Osmanlı Devleti üzerinde nüfuzunun artması sonucu İngiltere Orta Doğu’dan elde ettiklerini kaybetmek üzeredir. Osmanlı Devleti’nin Alman ve Fransız etkisiyle son derece borçlandırılması bir kaos ortamı yaratacak ve İngiltere bundan hiçbir kâr elde edemeyecektir 266 . 264 Earle, a.g.e., s.207. Ulubelen, a.g.e., s. 13-14. 266 Ali Kemal Meram, Belgelerle Türk- İngiliz İlişkileri Tarihi, İstanbul-1969, s.173-174. 265 115 İngiltere, Bağdat demiryolu projesinin gerçekleştirilmesini 1913 yılına kadar sürdürmüştür. 1913 yılında Osmanlı Devleti, İngiltere’nin demiryoluna muhalefetini ortadan kaldırmak için çeşitli ödünler vermek zorunda kalmıştır. Buna göre demiryolu Basra’da sona erecek, Dicle ve Fırat nehirleri ile Şattü’l-Arap üzerinde taşıma tekeli Osmanlı Devleti’nin %50 hissesiyle katılacağı bir İngiliz şirketine bırakılacaktı. Ayrıca Bağdat demiryolu yapımına çıkarları nedeniyle en çok karşı çıkanlardan Lynch kardeşlerin ayrıcalıkları korunacaktı. Osmanlı Devleti, Kuveyt üzerinde İngiliz himayesini kabul ediyordu. İngiltere ise Osmanlı gümrüklerinin %4 oranında arttırılmasını kabul ederek demiryoluna muhalefetten vazgeçiyordu. İngiltere ve Almanya’da 15 Haziran 1914’te anlaşma yapmışlar, buna göre demiryolu Basra’da kalacak, İngiltere’nin izni olmaksızın Körfez’de liman inşa edilmeyecekti. Ayrıca 19 Mart 1914’te petrol konusunda da anlaşmaya varmışlar ve Mezopotamya petrolünün %25’i Almanya’ya verilmiştir. İngiltere artık Almanya’nın Basra Körfezi’ne inmesine engel olamayacağını görerek hiç olmazsa yoluyla bu ilerleyişin kendi kontrolünde olmasını istemiştir. Türkiye üzerinde şiddetli bir İngiliz-Alman rekabeti meydana getiren Bağdat demiryolu hattı, Alman nüfuzunun dayanaklarından biri olarak planlanmıştır 267 . 1914’te İngiltere ve Almanya anlaşmasına rağmen bu tarihe kadar Orta Doğu coğrafyasında ortam çoktan kızışmış ve bu anlaşma I. Dünya Savaşı’nın çıkmasına engel olamamıştır. İngiltere, Alman demiryolundan sonra Basra Körfezi’nde bir Alman üssünün kurulmasından korkuyordu. Lord Lawsdone’un 5 Mayıs 1903’te Lordlar Kamarası’nda yaptığı açıklama, İngiltere’nin bölgedeki diğer güçlerin faaliyetleri hakkındaki tavrını açıkça ortaya koyarak, herhangi bir yabancı gücün bölgede bir donanma üssü veya müstahkem mevki oluşturma çabalarını İngiliz çıkarları için ciddi bir tehdit olarak gördüklerini ve bunu engellemek içinde bütün güçlerini kullanacaklarına dair tavırlarını açıkça ortaya koymuştur 268 . 267 268 Doğan Avcıoğlu, 31 Mart’ta Yabancı Parmağı, Ankara-1969, s.22-23. Soy, a.g.e, s.199. 116 Almanların Basra Körfezi’ndeki ilk faaliyetlerinde İngiltere asıl rakibi olarak Rusya’yı gördüğü için fazla tepki göstermemiştir. Fakat Almanların bölgedeki faaliyetleri doğrudan İngiltere çıkarlarına zarar vermeye başladığında İngilizler önce Almanların faaliyetlerini almıştır. Bu yıllarda Hindistan ve Ortadoğu’yu özel ilgi alanı kabul ederek Basra Körfezi’nde İngiliz kontrolünün gerekliliğini ve Hindistan müdafaasının güçlendirilmesini savunarak İngiliz politikasını yönlendiren Lord Curzon idi 269 . Basra Körfezi’nde, Bağdat demiryolunun bitiş noktası ve özellikle Alman ticarî ajanlarının bölgede yoğun faaliyet göstermeye başlaması üzerine ortaya çıkan İngiliz-Alman sürtüşmesi I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde imzalanan ve İngiltere’nin Alman Bağdat demiryoluna koyduğu engeli kaldırması ve Almanya’nın Basra’daki İngiliz hakimiyetini tanımasıyla sonuçlanan 15 Haziran 1914’teki anlaşmayla sona ermiştir. 1870’lerden sonra Almanya’nın yükselişi Avrupa dengesini altüst etmiştir. İngiltere, Almanya’nın emellerine karşı yeni düzenlemeler yapmak zorunda kaldı. İngiltere, Almanya’nın Ortadoğu’da nüfuzunun artması sonucu bu bölgedeki çıkarlarını korumak için müttefik arayışına girmiştir. Bunun için İngiltere, Fransa ve Rusya ile Ortadoğu’da mücadele içerisine girerken bu kez bu devletlerle aralarında sorunları olduğu sömürgeleri üzerinde anlaşarak Almanya’ya karşı güç birliği yapmaya çalışmıştır. İngiltere Ortadoğu bölgesinde ve Boğazlarda uzun süre Rusya’ya karşı mücadele vermiş, hatta bu devletin yayılmacı politikalarını engellemek için Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki savaşlarda Osmanlıyı desteklemiştir. Ancak yükselen yeni sömürgeci güç bu devletleri bir araya getirmiştir ve bir nevî I. Dünya Savaşı’nda devletlerin durumunu belirlemiştir. İngiltere artık Rusya’yı Boğazlardan uzak tutma politikasını değiştirmiştir. Almanya’nın uyguladığı yeni sömürgecilik anlayışı bütün Güneybatı Asya’da olumlu sonuçlar vermişti. Almanya’nın sömürgeciliğe getirdiği yabancı 269 Cezmi Eraslan, “Irak’ta Türk-İngiliz Rekabeti (1876-1915)”, İÜEF Tarih Dergisi, İstanbul-1994, s.233. 117 ülkelerin pazarlarını elde etmek emperyalizminin yeni ve kolay bir konseptiydi. Bu yöntem ucuzdu, aslında kendi masraflarını karşılıyordu, diplomatik ve askerî riskler taşımıyordu. Böylece Yakındoğu’da Alman nüfuzu oldukça hızlı ilerledi. Almanya Bağdat demiryolu projesiyle Basra Körfezi ve Ortadoğu’ya sızmak istiyordu. Bu da İngiltere ve Rusya’yı endişelendiriyordu. Bağdat demiryolu İngiltere Aydın, Fransa Kasaba demiryolu hattından farklı bir nitelikteydi. Bu iki hat verimli bölgelerin ürünlerini kolay yoldan batıya aktarılacak yatırımlardı. Oysa Bağdat projesi işlenmeyen zenginlikleri istismar edecek altyapısal tesislerinde birlikte kurtulacağı bir büyük yatırımlar grubunu öngörüyordu 270 . Suriye-Irak ve Anadolu bölgesi Rusya’ya kadar tahıl üretilebilecek bir depo idi. Musul-Kerkük’ün Bakü’den on kat fazla petrol elde edilebilecek bir bölge olduğu o zamanda tahmin ediliyordu. Ayrıca Mezopotamya pamuk tarımı ve taş kömürü yatakları yüzünden zengin bir bölge idi. Almanya ciddi bir petrol arama girişimindeydi. 1901 yılında Groskopf Bergingen’nin raporunda İskenderun, Halep, Birecik, Urfa, Siverek ve Diyarbakır bölgesinde iyi petrol kaynağı bulunmadığı bildiriliyordu. Almanlar, 4 Ocak 1901’de çıkarılan bir irade ile bu bölgeyi taramışlardı. Buna karşılık Kerkük’ün 15 km. kuzeyinde zengin kaynaklar olduğu ilkel biçimlerde çıkarılan ve temizlenen petrolün miktar ve kalitece Bakü petrollerinden aşağı kalmadığı, yapılacak demiryolu ile bu kaynaklardan etkin bir biçimde yararlanmanın mümkün olduğu belirtiliyordu 271 . Almanya petrol işine el attı ve Deutsche Bank bölgede petrol arama ve çıkartma imtiyazını elde etti. 270 271 Ortaylı, a.g.e., s.131. Ortaylı, a.g.e., s.133. IV. BÖLÜM OSMANLI DEVLETİ'NİN BASRA POLİTİKASI VE İNGİLTERE 4.1. İNGİLTERE’NİN BASRA’YA YERLEŞMESİ İngiltere, Hint Okyanusundan Basra Körfezi’ne ulaşan deniz ticaretini kontrol altına almak için XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren Ortadoğu’da nüfuz alanları oluşturmaya ve Arap yarımadasının Osmanlı Devleti sınırları dışındaki güney kıyılarına yerleşmeye başladı 272 . İngiltere, Hindistan’ı ele geçirdikten sonra bu bölgeye giden yolları koruma altına almak istemiştir. Bu istek İngiliz devlet politikası haline gelmiştir. İngiltere’nin bu politikası da bütün XIX. asır boyunca sürmüştür. Hindistan’a giden en kısa yol ise Osmanlı topraklarından geçiyordu. İngiltere bu yolu güvenlik altında tutabilmek için Basra Körfezi ve Mezopotamya’ya yönelmiş, ve buraya müdahale etmek isteyen bütün devletlerle mücadele içerisine girmiştir 273 . XIX. yüzyılın ilk yarısında Hindistan’ın yol güvenliğini Rusya tehdit etmiştir. Rus emellerinin İngiltere’nin çıkarlarına zarar vermesinden dolayı iki devlet arasında sürtüşmeler olmuştur. İngiltere Rusya’ya karşı bir yandan Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korurken diğer yandan da Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerinde bulunan ve hakimiyeti belirsiz olan stratejik yerlere yerleşmeye çalışmıştır 274 . İngiltere’nin Hindistan’a giden yolun güvenliğini sağlamak için işgal etmek istediği alanlar Cebelitarık Boğazı, Malta Adası, İyonya Adaları, Girit ve Kıbrıs, Süveyş Kanalı ve Aden Boğazı olmuştur. 272 Tufan Karaarslan, Ortadoğu’nun Coğrafyası, Konya-1998, s.43. Tevfik Çavdar, Osmanlıların Yarı- Sömürge Oluşu, İstanbul-1970, s.120. 274 Süleyman Kocabaş, Hindistan Uğruna Yapılanlar İngiltere ve Hindistan, İstanbul-1987, s. 85. 273 119 İngiltere güneyde ilerleyişini ve hakimiyetini ilk önce 1704’te ispanya Veraset Savaşları sırasında Cebelitarık Boğazı’nı işgal edip İspanya’ya 1813’tede Trait de D’Utrekt Antlaşması ile Cebelitarık ve Minerko Adası üzerindeki hakimiyetini kabul ettirdi 275 . Daha sonra 1839’da Aden’i kontrolüne aldı 276 . Süveyş Kanalı’nın Fransa tarafından açılması sonrasında İngiltere gözlerini bu kanalı ele geçirmeye çevirdi. İngiltere, Aden’i aldıktan sonra kuzeydoğuya doğru sürekli bir genişleme politikası gütmüştür 277 . İngiltere, Basra’da ise varlığını 1639’da Doğu Hindistan Kumpanyası’nın Basra ile ilgili teşebbüslerde bulunmasıyla varlığını göstermiş, ileriki yıllarda ise bu coğrafya Hindistan kumpanyasının en önemli merkezi haline gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin zayıflamasının verdiği avantajla İngiltere Basra körfezi’nde yerleşmek için uygun zemini bulmuştur. Almanya’nın Bağdat demiryolu imtiyazını almasıyla Basra bölgesinde İngiltere’nin varlığı tehdit altına girmiş ve bu iki devlet arasında rekabet hat safhaya ulaşmıştır 278 . Basra coğrafyası düşünüldüğünde stratejik önemi bulunan Bahreyn 1820’lerde İngiltere’nin ilgisini çekmiştir. İngiltere yaptığı siyasal ataklarla 1856, 1861 ve 1868’de bu bölgede nüfuzunu arttırmıştır. İngiltere 22 Aralık 1880’de Bahreyn şeyhiyle bir anlaşma yapmıştır. Buna göre Bahreyn Adaları İngiltere’nin korumasına girmiştir. Bahreyn şeyhi İngiltere’nin izni olmadan hiçbir devletle anlaşma yapmayacaktı. Osmanlı Devleti bu anlaşmayı hiçbir zaman kabul etmemiş ancak içinde bulunduğu zamanın şartlarında askerî ve siyasî gücü yetmediği için İngiltere’nin de yaptıklarının önüne geçememiştir. Örneğin 11 Ağustos 308(?)cevap 21 ağustos tarihli Bahreyn’e ait bir geminin kaçırılmasına dair bir belgenin şu şekilde özeti verip yorumlayabiliriz: Ahmet b. Selman adında bir isyancı Katif çevresinde bir takım bedevileri toplayarak yağma ve hırsızlık işlerine girişmiş Bahreyn ahalisine ait büyük bir gemiyi dahi eline geçirip Bahreyn Ceziresi’ndeki 275 Kocabaş, a.g.e., s.85. Çavdar, a.g.e., s. 85. 277 İ. Süreyya Sırma, Osmanlı Devleti’nin Yıkılışında Yemen İsyanları, İstanbul-1994, s. 99. 278 Kocabaş, a.g.e., s. 88-89. 276 120 İngiliz vekili tarafından durum bildirilmiş olup, Necid Mutasarrıflığına da durum izah edilerek bölgede bulunan İngilizler Osmanlı mercilerinden eşkiyanın tutuklanması ve geminin iade edilmesini istemişler ve Osmanlı’nın gelişen hadiselerin bilgilerine sunulmasını istiyorlar Basra ve Necid’den gelen bu haberler neticesinde Osmanlı her zamanki gibi uzlaşma yolunu seçmiş Dahiliye Nezareti tarafından durum İngiltere hükümetine bildirilirken de sorun yaşanmıştır. Sorun şudur ki, İngiltere’nin Osmanlı hakimiyetinde bulunan bir bölgede ‘ İngiliz vekil Bahreyn Vekili’ olarak kendini tanıtmıştır. Osmanlı bürokrasisi bu durumu hoş karşılamamıştır. İkincisi kendi iç işlerinde İngilizlerin emir vermesinden hoşlanmamışlardır. Amaç burada İngiliz hakimiyetini pekiştirmek için göstermelik bir hadise yaratmak da olabilir her halükârda İngiltere’nin Bahreyn’de hakim kuvvet olarak kendini göstermesi karşısında yasal olarak kendi mülkiyetimizde sesimizi çıkaramamışız 279 Yine Basra bölgesinde İngiliz hakimiyetinin oturduğuna dair bir kanıt niteliği taşıyan bir belgede 29 Teşrin-evvel 318 tarihli belgedir. Belge kısaca şöyledir: 318 yılında Osmanlı Devleti, Katif ile Kuveyt arasında bir nahiye kurulmasına karar veriyor. Buna İngilizler, o bölgedeki düşünceleri göz önüne alındığında karşı çıkmışlardır. Osmanlı Devleti Necid Mutasarrıflığı’ndan bir vekil ( müdir ) tayin etmek istemişti. Aynı zamanda bir de bu bölgede jandarma bulundurulmasını istiyorlar Osmanlı Devleti ancak 320 senesinde buraya jandarma göndermiştir. 280 Buradan da anlaşılacağı üzere bölgedeki İngilizlere Osmanlı sözünü geçirememiş geçirse de buradaki kurulan nahiyeden istenilen sonuç alınamamıştır. Daha önce sözünü ettiğimiz Kuveyt Meselesi’nde de durum farklı değildir.Küveyt gerek Bağdat Demiryolları kurulmadan gerekse kurulduktan sonra Osmanlı ile İngiltere arasında sürekli çekişme mevzuu olmuştur. Burada hakimiyetini perçinlemek isteyen daha doğrusu burasının kendi hakimiyetinde olduğunu ispatlamaya çalışan Osmanlı Devleti, karşısında İngilizler tarafından ayaklandırılan yerli aşiret reislerini bulmuştur. Buna dair belgeyi burada sunmak 279 280 BOA, DH MKT,574 113 1320 C 24. BOA, DH TMK S/40/38/1320.Ş.21. 121 istiyorum. 5 Şubat 317 senesinde Basra ve Katif Mutasarrıflığı’ndan Sadarete (dahiliye Nezaretine) sunulan bir belgedir: Necis sahillerinde günden güne kazanılan ehemmiyet Necid şeyhlerinden olup Kuveyt’te ikamet eden İbn Reşid Aşireti’ne geçen Abdülaziz el-Faysal’ın pederi Abdurrahman el-Faysal’ın İngilizler tarafından tahrik ve teşviki ile Katif ve civarını zapt edip idarede de Kuveyt gibi müstakil bir hükümet tesis ederek Mübarek el-Sabah benzemeye çalıştığı, bazı para kaynaklarını istila ettiği, Zehaf’tan gönderilmesi gereken tabur ve bölüğü hareket ettirtmeyerek para meselesine dair Bahriye Nezaretinden alınan telgrafnamede 315 senesinden kalan paradan 80 bin guruş ödemedikçe Zehaf Vapurunu hareket ettirmeyeceği, ancak bunun mümkün olmadığının bildirildiği kendisinden para koparmak maksadıyla Basra Bahriye komodorunu gaflete düşürüp askerin geciktirilmesine sebep olduğu, asker oraya varmadan oranın ele geçirilmesine fenalık ortaya çıkacağı bundan dolayı kumandanın mesuliyet kabul etmediğine dair telgraf. 281 Görüldüğü üzere Osmanlı Devleti kendisine bağlı küçük bir aşiret şeyhine dahi mesafenin uzaklığı ve aşiretin arkasında İngiltere’nin olmasından dolayı sözünü geçirememiştir. Basra’nın bir diğer stratejik mevkiî olan Katar’da İngiliz hakimiyetine XIX. yüzyılda girmiştir. Bu yüzyılın sonlarında Katar’ın yönetici ailesi olan El-Sani Aşireti reisi İngiltere ile anlaşma yaparak İngiltere’nin izni dışında hiçbir devletle anlaşma yapmayacağı kararı almıştır 282 . İngiltere XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin büyük kısmında egemen güç olmuş, Akdeniz ve çevresinde ticarî imkanlar ve ticaretin seyrinde hakimiyeti eline geçirmiştir. Hindistan’a giden iki yoldan birincisi Basra Körfezi’nden diğeri Kızıldeniz’den geçmekteydi. Güneydoğu Asya’daki Malaka Boğazı’ndan Hindistan’a ve oradan batısındaki Malabar sahillerinde bulunan limanlardan Basra Körfezi’ne ve Irak’taki Dicle-Fırat Nehirleri ve kervanları vasıtasıyla cereyan eden bu ticaret Suriye limanlarına intikal etmekteydi. Diğer yol ise, Kızıldeniz yolu ile Süveyş’i oradan karayolu ile İskenderiye’ye gitmekteydi. İskenderiye ile güneydoğu 281 282 BOA, MKT 2592 34 1319 Za 15. Zekeriya Kurşun, “Katar” mad., s.421. 122 Anadolu sahilinde bulunan İskenderun arasındaki limanları bu ticaretin varlığı en önemli maddelerini şeker, fil dişi, hurma, turunçgiller, pamuk, madenler, değerli taşlar, çeşitli boyalar ve baharat teşkil ediyordu. Bunun yanında esir ticareti de yapılıyordu 283 . İngiltere buradaki ticareti ele geçirmek için önce Hollandalılarla sonra da Fransızlarla mücadele etmiştir 284 . İngilizler, Hindistan’a gidecek kısa bir yol ararlarken Süveyş Kanalı’nı açmayı düşündüler. Ancak yeni bir Boğazlar meselesi oluşur endişesiyle vazgeçtiler ve demiryolu projeleri üzerinde yoğunlaştılar. 1850’den sonra Akdeniz’in İran Körfezi’ne kısmen demir, kısmen nehir yolu ile bağlanması fikri gündeme geldi. Bu yol, İskenderun Körfezi’nden başlayıp Mezopotamya’ya ulaşacak, Bağdat civarına ve oradan Dicle ve Fırat’ın buluştukları yer olan Korna’ya ya da Basra’ya kadar gelecekti. Ancak bu proje de İngilizler tarafından gerçekleştirilememiş, sonuçta Almanlar tarafından yapılmıştır 285 . İngiltere ilk kez 1787 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rusya’ya verdiği ültimatomla Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğüne duyduğu ilgiyi göstermiştir 286 . XVIII. yüzyılda İngiltere’nin Ortadoğu’da en büyük rakibi Fransa olmuştur. 1798 yılında Mısır’ın Fransa tarafından işgali ile Türk-İngiliz ilişkileri başlamıştır. Ayrıca İngiltere her zaman için Hindistan yol güvenliğinden dolayı Mısır’ı ele geçirmeyi düşünmüş ve Fransa ile bu sebeple mücadele etmiştir. Fransa Osmanlı topraklarındaki işgalleri sırasında İngiltere Osmanlı ile ilk 1799 yılında Fransa’ya karşı ittifak anlaşması imzalamıştır 287 . Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa Osmanlı’ya karşı ayaklandığında Osmanlı Devleti kendisini yalnız bulduğundan ittifak arayışına girişmişti. İngiltere Avrupa’daki siyasî gelişmeleri dolayısıyla Osmanlıya yardımda çekimser davranmıştı. Ancak Mehmed Ali İsyanı büyüyüp Osmanlı zorunlu olarak Rusya ile 283 Cengiz Orhonlu, Habeş Eyaleti, İstanbul-1974, s.2-4. Orhonlu, a.g.e., s. 131. 285 Mübahat Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisadî Münasebetleri, C.II, İstanbul-1976, s.76-78. 286 Rıfat Salim Burçak, Türk-Rus-İngiliz Münasebetleri 1791-1941, İstanbul-1946, s.11-13. 287 Nihat Erim, Devletlerarası Hukuk ve Siyasî Tarih Metinleri, C.1, AÜHF y., 1953, s.200. 284 123 ittifak yapıp üstüne üstlük 8 Temmuz 1833 yılında Hünkar İskelesi Antlaşmasını imzalayınca İngiltere, Rusya’nın Akdeniz’e inmesinden endişe etmiştir 288 . Hünkar İskelesi Antlaşması İngiltere’nin Yakındoğu’daki çıkarlarını ciddi şekilde tehdit ediyordu. 1838 yılında Türk-İngiliz ticaret antlaşması imzalanmıştı. Bundan bir yıl sonra Mehmed Ali Paşa aralarında çıkan anlaşmazlık ve savaş sonrasında Osmanlı yenilince İngiltere’de dahil Avrupalı devletler Osmanlı’ya yardım ettiler. Arkasından 13 Temmuz 1841’de Londra’da bir Boğazlar Sözleşmesi imzalandı 289 . Bu sözleşme ile Boğazların statükosu tekrar belirlendi ve uluslar arası bir özellik verildi. 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılması ile Akdeniz’de stratejik ve ticarî yolların bütün ağırlığı kanal cihetinde toplanmıştı. İngiltere bunu anlayınca, buradan istifade eden ilk devlette yine İngiltere olacaktı. Mısır Hidivi İsmail’in borçlu olması sebebi ile maliki bulunduğu Kanal Kumpanyası hisse senetlerini satışa çıkardıktan on gün sonra İngiltere satın almıştır 290 . İngiltere için Hindistan’a ve Uzakdoğu’daki sömürgelere ulaşım aşçısından vazgeçilmez bir konumda olan Mısır, 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla önemini bir kat daha arttırmış ve bu tarihten sonra İngiltere burada etkin bir konuma gelmeye başlamıştır. 1875 yılında, Mısır hidivlerinin kontrolsüz bir biçimde borçlanmalarını ve sonuçta borçlarını ödeyemez hale gelmeleri neticesinde Süveyş Kanalı’nın ellerindeki hisselerini satışa çıkarmaları fırsatını İngiltere kaçırmamış ve Süveyş Kanalı’nda önemli miktarda hisse senedi satın almışlardır ve bu tarihten itibaren İngiltere’nin Mısır’daki hedefi, buradaki İngiliz etkisini korumak ve daha da arttırmaktır 291 . 288 Nihat Erim, a.g.e., s.297-299. Erim, a.g.e., s.311-313. 290 Reşat Sagay, XIX ve XX. Yüzyıllarda Büyük Devletlerin Yayılma Siyasetleri ve Milletlerarası Önemli Meseleler, Türkiye İş Bankası y., İstanbul-1970, s.465. 291 Hacı Bayram Soy, Almanya’nın İngiltere İle Osmanlı Devleti Üzerinde Nüfuz Mücadelesi (18901914), Basılmamış Doktora Tezi, Ankara-2002, s.116. 289 124 Britanya’nın Basra Körfezi’nde ticaret ve ulaşım alanında kurduğu egemenlik Kuveyt üzerinde yoğunlaşıyordu. Burada adeta fiili bir protektora kuran İngilizler Kuveyt emiri Mübarekü’s-Sabah ile anlaştıklarından körfezdeki egemenliklerinin siyasal yönden de perçinlemek gayretine düştüler. Kuveyt emirliğinin Osmanlı egemenliği altındaki durumunun ne olduğu bugün bile meçhuldür. Kuveyt vergi vermezdi. Bölgede hiçbir Osmanlı askerî birliği yoktu ve Osmanlı hakimiyetini belirleyen tek alâmet, İstanbul’dan tayin edilen bir kadı idi. Fazladan Kuveyt emiri Mübarekü’s-Sabah’ın İngiliz protektorasını kabul eder durumundan dolayı Osmanlı yönetimi bölgeye buğday bile vermiyordu. Böylece Bağdat valisinin bu ambargosu ile bölgenin bağımsızlığı zaten kabul edilmiş oluyordu 292 . Bu konuda yabancı devletler de durumu kabul ediyordu diyebiliriz nitekim Fransız Matin gazetesi 2 Teşrin-evvel 1901 tarihli yazısında “ Basra Körfezi’nde çıkan olaylar üzerine Osmanlı Devleti’nin hakimiyet hakkını kullanarak Küveyt’te hakim olmak istediğini ancak İngilizlerin sert tepkisi sebebiyle bir şey yapamadığını, Almanlarında bu durumdan rahatsız olduğunu bildirmiştir.” 293 Almanya bu sırada demiryollarının bitiş noktası olarak Küveyt’i düşündüğü hatırlanmalıdır. Yine 3 Şubat 315 tarihli bir belgeden anlaşıldığı üzere İngilizlerin kışkırması sonucu Küveyt’te Mübarek el-Sabah’ın ayaklandığı, Osmanlı’nın bu durumda Sabah’a ‘Mir-i Miran’ rütbesi ve nişan ile taltifi aynı zamanda senelik verilirken kesilen 280 tonito hurmanın geri verilerek Sabah’ı ayaklanmadan vaz geçirmek istediği de unutulmamalıdır. 294 Farklı bir belge olması açısından 2 Temmuz 317 tarihli bir belgeyi de yine Küveyt meselesi açısından incelemekte fayda vardır. Belge şu şekildedir: İngiltere’nin Ara Makizi Kumandasındaki Kelavila adlı vapuru Küveyt’e uğramış bundan iki gün önce Basra’da cereyan eden muharebeye tahkikata nazaran Kuveyt’ten ırak ve Hint pirinci almıştır. Almak da zorluk çıkaran görevlilere aldırış 292 Ortaylı, a.g.e., s.141. BOA, HR SYS 95 6. 294 BOA, DH MKT 2306 98 1317 L 15. 293 125 etmiyorlar. 295 Bir nevi zor kullanarak bölgede istedikleri gibi hareket eden ve Küveyt’i de kendi toprağı gibi gören İngilizler burayı savaşlarda erzak deposu olarak da kullandıklarını anlıyoruz. 4.1.2. İngiltere’nin 1877 Sonrasındaki Politikası 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası Osmanlı İngiltere ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuştur. Bu zamana kadar Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruyan bir politika izleyen İngiltere bu siyasetini değiştirmiş, Osmanlı Devleti çökmesinin kaçınılmaz hale geldiğini anlamıştı. Bu ayakta tutulması imkânsız enkazı ayakta tutmaktansa, İngiliz menfaatlerini gözetecek bir şekilde kısmî bir taksime gitmekte fayda vardı 296 . 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin ağır bir yenilgiye uğraması neticesinde Ruslar Yeşilköy’e kadar gelmişti. İşte bu devrede Osmanlıİngiltere arasında, sözde İngiltere’nin Osmanlı’ya yardım edeceğine dair verdiği vaadle, bir anlaşma imzalandı ve İngiltere Berlin Antlaşması’nda Osmanlı tarafına yardım edeceği vaadiyle Kıbrıs’ı işgal etti. İngiltere’nin Berlin Antlaşmasında yardım etmediği görülüyor. Ancak bu dönemde yani 1878’li yıllar İngiliz devlet adamlarının Sultan Abdülhamid’e laiha verdiği de bir dönemdir. Sözünü edeceğimiz devlet adamı İstanbul Büyük Elçisi Henry Layard’tır. Layard’ın layihası ( fi 27 Temmuz 94) Osmanlı Devleti’nin bir çok konusunda bilgi ve tavsiye vermekle birlikte, tezimizi ilgilendiren Fırat ve Dicle Havzası, Demiryolları ve bedeviler ile Basra coğrafyasıyla alakalı bölümlerdir. Bu bölümler ile ilgili kısımları aşağıda veriyorum. “ …Hindistan’a mümted olan birbirine refik iki büyük caddenin birbirine Devlet-i Aliyyeninmâlik olmasında politika ve ticaretçe ne derecede ehemmiyet olacağı tariften müstağnidir. Böylece bu caddeden cümleden ziyâde istifade edecek İngiliz devleti olacağından, İngilizlerin menâfi-i mahsusasına dahi imrâr edeceği şu 295 BOA, DH MKT 2512/73/1319.R.5. Abdurrahman Çaycı, Büyük Sahra’da Türk-Fransız Rekabeti (1858-1911), TTK y., Ankara-1995, s.55-56. 296 126 mem’alik-i cesime kuvvetli müstakil dost bir devletin yedd-i iktidarında bulunsun. Hatta İngiliz Devleti ittifakı cihetiyle dahi devlet-i aliyyeyi düşmanlarından muhahazaya hazırdır. İşte bu sebeple ve iki büyük maksada mebni Haziran dört muahedesi zat-ı şahaneleri ile tanzim olunmuştur. Maliyecesi, Anadolu, Arabistan ve Suriye vilayetlerinden geçen bir şimendifer Hazine-i Şahanelerine varidat-ı cesime hasıl eder. Çünkü bu şimendifer ile evvela bu üç vilayet-i cesimenin yekdiğerleriyle seri ve sehil ve vasıta-ı ihtilâtiye hasıl eder. Çünkü be şimendifer ile evvela bu üç vilayet-i cesimenin yek-diğerleriyle seri ve sehil ve vasıta-i ihtilâtiye hasıl olur ve birçok ticaret kapıları açılarak bu üç vilayet mahsülleri büyük revaç bulur ve havas u âvâm birçok kâr ve kesb hâsıl olur. Bundan ma’ada el-yevm vahşi kabileler mekânı olan bu vilâyât-ı cesime rabıtalı ve mütemeddin ve sahib-i kudret sekene davet olunup ikâmet ederler. Dicle ve Fırat Nehirleri üzerinde olan seyr-i sefâyin dahi dikkat-i azimeye şâyândır. Bu mesele mütebbirane âkilane hareketler ile halolunabilir. Bu iki meşhur şehrin ticaretçe hâsıl edeceği menâfi-i cesime hakkında ecnebi müteahhidlere her nasıl ise ziyâde bir ruhsat verilmedi. Ve bir İngiliz Kumpanyası bu hususta büyük himmet edecek iken iki vapurdan ziyâde istihdamına müsaade olunmadı. Bu makûle taksimatın da külliyen men’i hatta sermeyedârânın ister yerliden olsun ister ecnebiden bu makûle ihdasata teşvik ve tahrik kılınması kâr-ı akıldır. Mezkûr nehirlere ne kadar ziyâde vapur işletilse hem o kadar ziyâde varidât hâsıl olur. Hem ahâli sevet ve saâdete mâlik olur. Ve umûm memâlik ondan istifade eder. İmali mezkûr Dicle ve Fırat nehirlerinde kesret-i ticaretden Bâb-ı Aliye hasıl olacak menâfi-i kesire-i maliyeden ma’ada nehirlerin iki tarafında mukîm ehl-i arz ve kar-ı güzar ahâliler dahi bulunup, müddet-i medideden beri oralarda müşahade olunan Şûreş ve ihtilattan dahi azâde olunur. Hülâfa-yı muazzam-ı İslâmiyenin hükümet zamanlarında memâlik-i mezkûre ahalisinin ne derece müteaddid ve san’atlı cedveller küşâd ederek arazileri sulattırmaya ve mahsulatı cesime ve mütenevviaya muaffak olmuş oldukları bâlâda rivayet olundu idi. mezkûr kanalların hatları hâlâ mevcuttur. Fakat dikkatsizlik ve ahaliden dolayı bunların yatakları şimdi hep dolmuş kapanmış bunlar yeniden küşad olundukta el- 127 yevm çöl şeklinde bulunan bir takım arazi-yi vasia tekrar mahsûldar ve meyve-dâr olabilir.” 297 Yazının günümüz Türkçesi ile anlatımı şöyledir: Fırat ve Dicle Nehirleri arasında büyük gelir kaynakları vardır. Burası Osmanlı’ya aittir. Bağdat, Musul ve Basra ve çevresi servetleriyle bütün alemde şöhret bulmuş büyük vilayetlerdir. Fakat bu servet ve mamuriyet evvela İslam halifelerinin makûl tedbir ve iradeleri;saniyen, memleketin tabi’i zenginliklerinin, gelir kaynaklarının çokluğu, nehirlerin gemi nakliyatına müsaid olması, hesapsız kanal su terazileri sayesinde olmuştur. …Bundan maada bu toprakların gayet verimli olması ve doğu ile batı arasındaki ticaretin birleştiği noktada bulunması dahi, servet ve kuvvete delâlet eder halbuki böyle topraklarınız halen çöl gibidir. Devlet hazinesine gayet az bir gelir sağlamaktadır. Bunların geliri, Mısır’ın geliri ile mukayese edilecek olursa belki daha fazladır. Fakat Bağdat, Musul ve Basra’da oturan ahalinin mal ve can emniyeti pek az olduğundan, ziraat yapılamıyor. Bir takım yağmacı ve akıncı kabileler sahralara inip, daima umumi emniyeti bozmaktadırlar. …Fırat Nehri bu şehrin( Bağdat )aşağısında, yatağından taşmış ve nehir ticaretine müsait olmaktan çıkmıştır. Burada bataklıklar meydana getirdiğinden, şehrin havası da sıhhate zararlı hal almıştır. Terk ve ihmal edilen bu arazi üzerinde eski mamur hali tekrar elde edilemez ise de, şüphesiz daha iyi bir vaziyete getirmek her zaman mümkündür. …Buralarda yapılmasına teşebbüs edilecek en mühim ve lüzumlu imar işleri, gerek Anadolu gerek Arabistan menbalarının artırılması her şeyden önce, İstanbul’dan Bağdat’a ve oradan da Basra Körfezi’ne kadar uzanacak bir demiryolu hattının döşenmesine bağlıdır. 298 297 Hüseyin Çelik, “İngiltere’nin Sultan II.Abdülhamid’e Sunduğu Reform Paketleri” ,Tarih Toplum Dergisi, S: 112 (Nisan-1993), s.247. 298 Münir Aktepe, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Islahı Hakında İngiltere Elçisi Layard’ın II. Abdülhamid’e Verdiği Rapor”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S:22, 1969,s.22. 128 …Dicle Nehri’nin doğu tarafında bir demiryolu yapılarak Diyarbakır, Mardin,ve buralara emsâl daha bazı beldeler birbirine bağlansa, Anadolu tarafında ticaret kapıları açılıp, buralara nice iş bilir insanlar davet olunur. Hülasa, demiryolları, Osmanlı Devleti’nin Anadolu kıtasında bir şah damarı gibidir. Bunlar bir takım kuvvetlerle Akdeniz’in doğu ve kuzeydoğu sahilleri ile de bağlanır. Karadan Hindistan’a dahi öyle bir doğru yol açılır ki bu yolun önemi, İngilizler kadar Türkleri de alakadar eder. …doğruca Hindistan’a uzanacak iki büyük yoldan birine, Osmanlı Devleti’nin sahip olması gerek siyaset, gerek ticaret bakımından sonsuz ehemmiyete haizdir. Böyle bir yoldan, herkezden ziyade İngiltere istifade edeceğine için İngiliz hükümeti, hususi menfaatleri dolayısıyle bu yolun geçeceği ülkenin, kuvvetli, müstakil,ve dost bir devletin elinde olmasını arzu eder; hatta İngiltere hükümeti ittifakı cihetiyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun düşmanlarından muhafazaya da hazırdır. İşte bu sebeple, iki büyük maksada dayanan 4 Haziran 1878 muahedesi, Osmanlı Devleti ile tanzim edilmiştir. Anadolu, Arabistan ve Suriye vilayetlerinden geçen bu demiryolu hattı, devlet hazinesine büyük gelir sağlar. Her şeyden önce bu üç büyük vilayet birbirine gayet kolay ve süratli bir vasıta ile bağlanmış olur. Böylece bir çok ticaret kapıları açılır.bu bölgelerin mahsülleri kıymet kazanır. Her sınıf halk arasında alış-veriş başlar. 299 “…( Fırat ve Dicle) bu iki nehrin ticari bakımdan büyük menfaatler hasıl edeceği şüphesiz isede yabancı mütehaahhidlere fazla bir ruhsat verilmemiştir. …İslâm halifeleri döneminde, bu memleketin ahalisi bir çok yerlerde ve gayet iyi şekilde kanallar açmış, topraklarını sulamak suretiyle de bol miktarda çeşitli mahsul almışlardı. Söz konusu kanalların yolları el’an mevcuttur. Fakat ihmal ve dikkatsizlik yüzünden bunlar dolmuş ve kapanmış olduğu için, istifade edilemiyor. Bunlar yüzünden açıldığı takdirde, çöl olan bir kısım topraklar tekrar maksûl ve meyve verebilir”300 299 300 Aktepe,a.g.m.,s.23. Münir Aktepe,a.g.m.,s.24. 129 Belgelerden de anlaşıldığı üzere İngiltere Osmanlı Devleti’nin hemen hemen her sahada durumunu iyi biliyor ve demiryolları başta olmak üzere Fırat ve Dicle havzasını yakından takip eden bir politika güdüyordu. Fırat ve Dicle üzerinde imtiyaz sahibi tek ülke o zamanda İngiltere idi. Osmanlı’nın demiryollarına dair projeleri düşündüğü bir zamanda İngiltere’nin bu layihayı vermesi manidardır. Fakat Osmanlı Devleti demiryollarına dair projeyi Almanlara vermekle İngiltere’yi hem hayal kırıklığına uğratmış hem de Basra ve Çevresinde ve Fırat ve Dicle Havzasında Almanya’yı İngiltere’nin karşısına rakip çıkarmıştır. 4.2.1. İngiltere’nin Basra’da Demiryolu Politikası İngiltere’nin Hayfa-Şam, Mısır-Basra demiryolu yapımı gibi projeleri olmuş ancak II. Abdülhamid İngiltere’nin Ortadoğu’da nüfuzunu artırmasını istemediğinden buna izin vermemiştir. Ayrıca İskenderiye’den Bağdat’a ve Basra Körfezi’ne demiryolu yapma projesi İngiltere’de gündeme geldiyse de Süveyş Kanalı’nın açılması İngilizlerin Türkiye’de büyük demiryolu yapımı projelerini ortadan kaldırmıştır 301 . Bundan sonra Süveyş Kanalı ile İngiltere’nin Orta ve Uzakdoğu’daki sömürgeleri arasındaki mesafe kısalmış ve nakliye ücretlerinde de önemli düşüşler olmuştur 302 . İngiltere, Bağdat demiryolu projesine ilk başlar da temkinli yaklaşmasına rağmen fazla tepki göstermemiştir. Çünkü bu sırada İngiltere’nin Basra ve çevresinde birinci rakibi Rusya idi. Rusya’ya karşı Almanya’ya ses çıkarmamayı uygun görüyordu. Bağdat demiryoluna özelilikle bölgede çıkarları zedelenen İngiliz kapitalistleri karşı çıkmıştır 303 . İngiltere, Almanların demiryolu imtiyazını alıp, Basra bölgesinde güç kazanmasına karşı Fransa ve Rusya ile ittifak görüşmelerine başlamış, Almanları Basra Körfezi’ne sokmamak için Arap milliyetçiliğini teşvik etmiştir. Böylece Türk 301 A.D. Noviçev, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yarı Sömürgeleşmesi, çev. N. Dinçer, Onur y., Ankara-1979, s.75. 302 Rıfat Önsoy, Türk-Alman İktisadî Münasetleri, İstanbul-1982, s.103. 303 Edward Mead Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, çev. K. Yargıcı, İstanbul-1972, s.207. 130 – Alman ittifakı zedelenecekti. İngiltere, Osmanlı Devleti yıkılana dek, Arap milliyetçiliğini elinde bir koz olarak kullanmıştır 304 . İngiltere, 1880’lerden itibaren Basra’da faaliyetlerini arttırmış, bu bölgede Osmanlı Devleti ve İngiltere arasında bir nüfuz mücadelesi başlamıştır 305 . İngilizler bu bölgede toprak işgali yerine yerel Arap liderleriyle anlaşma yolunu seçmiştir. İngiltere, 1880’lerde Bahreyn Şeyhi ile bir anlaşma yapmış, Osmanlı’nın burada hakimiyetinin bulunmadığını iddia etmiş ve Bahreyn’in bağımsızlığını istemiştir. daha sonra bu siyasetini bölgedeki diğer şeyhliklere de uygulamış ve şeyhliklere İngiltere’den başka bir hükümetle siyasî münasebette bulunmayacaklarını taahhüt ettiriyordu. İngiltere, Basra Körfezi’nde nüfuzunu giderek artırmakla beraber buradaki aşiretlere ve kabilelere gizlice cephane ve silah satmıştır. Demiryolları inşa planları çerçevesinde Avrupalı devletler birbirleriyle mücadele içerisine girmiştir. İngiltere, Basra Körfezi’nde nüfuzunu genişletebilmek için Arap şeyhleri arasındaki ihtilafları iyi değerlendirmiştir ve müdahalelerde bulunmuştur 306 . İngiltere, Maskat imamına amcası vasıtasıyla baskı uygulamış ve kendisine temayül etmesini sağlayarak Karun Nehri’nde gemi işletme imtiyazı elde etmiştir. Kuveyt şeyhi mübarekle Necd hakimi İbn Reşid arasındaki mücadelede Mübarek İngilizlere yanaşmıştır 307 . Böylece İngilizler bölgeye müdahale etme fırsatını elde etmişlerdir. Rusya’nın Ortadoğu üzerinde nüfuzunu Akd’den Suriye oradan Kuveyt’e gidecek bir demiryolu projesi ile artırma çabaları Hindistan genel valisi Curzon’u Hindistan’ın güvenliği bakımından telaşlandırmıştır. Bunun üzerine 23 Ocak 1899’da Mübarek ile İngiltere arasında gizli bir anlaşma yapılmıştır. bu anlaşmaya 304 Mehmet Kocaoğlu, Uluslar arası İlişkilerIışığında Ortadoğu: Parçalanmak İstenen Topraklar ve İstismar Edilen İnsanlar, Genel Kurmay Basımevi, Ankara-1995, s.130. 305 Zekeriya Kurşun, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hakimiyeti: Vehhabi Hareketi ve Suud Devleti’nin Ortaya Çıkışı, TTK y., Ankara-1998, s.151. 306 İdris Bostan, “Basra Körfezi’nin Güney Kesimi ve Osmanlı (1876-1908)”, Osmanlı Araştırmaları, S:9., İstanbul -1999, s.313. 307 BOA, DUİT, 69/2.8. s 131 göre Mübarek, İngiliz hükümetinin onayını almadan hiç kimseye toprak vermeyecek veya yabancı temsilci kabul etmeyecekti 308 . Buna karşılık şeyh yılda 15000 rupi alacak ve gerektiğinde Hindistan hükümeti tarafından korunacaktı. İngiltere, I. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti ve Almanya ile İngiliz çıkarlarını tanıyan bir anlaşma sağlamıştır. Osmanlı Devleti İngiltere ile ittifak anlaşması yapmak isterken İngiltere bölgedeki yerini sağlamlaştırma amacı güderek Osmanlı Devleti ile anlaşma imzalamıştır. 29 Temmuz 1913’te Osmanlı Devleti ve İngiltere arasında Basra Körfezi2ne ilişkin bir anlaşma imzalandı 309 . Anlaşma, İran-Irak sınırının (Şattü’l-Arab) düzenlenmesinin yanı sıra, Körfez’de başlıca Kuveyt ve Katar’da İngiltere’ye bazı haklar tanıyordu. Ayrıca Osmanlı Devleti 13. madde ile Bahreyn Adası’nın istiklalini tanıyor, ancak İngiltere, burayı işgal etmeyeceğini garanti ediyordu. Fakat 15. madde ise, Bahreyn tebaasının Osmanlı ülkesinde ecnebi muamelesi göreceği ve İngiliz konsoloslarınca himaye edilebilecekleri öngörülmekteydi. Böylece Osmanlı Devleti İngiltere ile ittifaktan uzak bir anlaşma elde ederken aslında İngiltere’nin Basra Körfezi bölgesine biraz daha yerleşmesine razı oluyordu. Osmanlı Devleti’nde ilk demiryolları Balkanlarda ve Ege bölgesinde ticarî amaçlarla, İngilizler tarafından gerçekleştirildi. 1856 yılında Anadolu’da imtiyazı verilen ilk hat İzmir-Aydın hattıdır. İngiliz grubuna verilen bu hattın inşasına 1857’de başlanmış ve 137 km.lik demiryolu daha sonra Sarayköy ve Dinar istikametinde uzatılmış ve şubeleriyle birlikte 1888 yılında tamamlanmıştır. İngilizler Adana-Mersin demiryoluna da sahiptiler. Fransız kapitalistleri de 168 km.lik İzmir-Kasaba (Turgutlu) hattını kontrol ediyorlardı. İzmir-Kasaba Demiryolu Şirketi bu demiryolunu 1865’de uzattı. Şirkete daha sonra Manisa’dan 100 km.lik bir şube hattı ile Soma’ya kadar uzatma imtiyazı verildi. 1866 yılında Kasaba’ya kadar olan 27 km.lik diğer bir bölüm de işletmeye açıldı. 1911’e gelindiğinde bu hat 308 H. Bülent Demirbaş, Musul- Kerkük Olayı ve Osmanlı İmparatorluğunda Kuveyt Meselesi, İstanbul-1991, s.102-103. 309 Ömer Kürkçüoğlu, Osmanlı Devleti’ne Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi (1908-1918), Ankara 1982, s.55. 132 190 km.lik ilave Bandırma’ya kadar uzatıldı. Sonuç olarak Almanlar tarafından İstanbul’dan itibaren Basra’ya doğru demiryolu inşa ve işletme imtiyazı verilmeden evvel, Osmanlı ülkesinde İngilizler ve Fransızlar tarafından demiryolu inşa edilip, işletilmeye açılmıştı. Ancak bu hatlar, Anadolu’nun batısında daha çok ticarî amaçlarla inşa edilmişti ve İzmir limanlarına bağlantılıdır 310 . Basra-Bağdat demiryolu doğuda Alman- İngiliz rekabetine sahne olmuştur. İngiltere, Rumeli ve Batı Anadolu’daki yatırım alanlarından çekildiğinde gerek Duyun-ı Umumiye’deki hisse senetlerini, gerekse İzmir-Kasaba gerekse MersinAdana demiryolunu başkalarına devrettiği vakitlerde bile Mezopotamya’daki demiryolu girişiminden vazgeçmemiştir. Böyle bir girişimi Hint yolunun güvenliği ve Basra Körfezi’nde kurmak istediği egemenlik için gerekli görüyordu. Bağdat’taki Alman konsolosu Richarz 27 Ekim 1896’da Şansölye Hohenlohe Schiling Fürst’e yazdığı raporda “İngilizlerin Diyarbakır-Musul-Bağdat hattı ile ilgilendikleri, bu bölgede araştırma yaptıkları ve Townloy adlı bir İngiliz diplomatının bu bölgeden geçecek bir İngiliz demiryolunun İngiltere’nin Basra Körfezi egemenliği için ifade ettiği önemi belirten bir rapor hazırladığını bildiriyor. Bağdat hattının ana bölümü olan bu bölge hakkındaki İngiliz niyetlerini hükümetlerinin dikkatine sunuyordu 311 . İngilizler, Almanların yeni imtiyazlar elde ederek Osmanlı Devleti’nde nüfus alanlarını genişletmelerine temkinli yaklaşıyorlardı. Deutsche Bank ve Anadolu Demiryolları Kumpanyası’nın elde ettiği bu imtiyazlar özellikle İngilizlerin şiddetli protestolarına neden oldu. Britanya Büyükelçisi Sir Phllip Currie derhal bu imtiyazı önleme teşebbüsüne girişti. Büyükelçi “Anadolu demiryollarının imtiyazının Dinar’a kadar uzatılması, doğrudan doğruya İzmit-Aydın demiryolları şirketinin nüfuz bölgesinden geçecekti ve İngiliz ticarî çıkarlarını korumak için elimizden geleni yaparız” diyerek Bab-ı Âli’yi protesto etti 312 . 310 Mehmet İşbirli, “Bağdat Demiryolunun Akdeniz Uzantısı Toprakkale-İskenderun Demiryolu”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S:23 (2004), s.216. 311 Ortaylı, a.g.e., s.115. 312 Ortaylı, a.g.e., s.124. 133 Bağdat demiryolu projesinin karar aşamasında ve anlaşma şartları ve projenin görüşüldüğü dönemde İngiltere farklı bir siyasetle ortaya çıktı. Almanların önerdiği şartlardan daha uygun piyon bir banker ile Osmanlı Devleti’ne yeni bir teklif götürdü. İngiliz ajanı Rechnitzer adlı bir Macar bankeri İngiliz sermayesi adına İskenderun ve Konya’dan Bağdat ve Basra’ya uzanacak bir demiryolu projesiyle ortaya çıkmıştı. Osmanlı Devleti’nden hiçbir kilometre garantisi de istemiyordu. Osmanlı Devleti gerçeği anlayınca teklif reddedildi. Rechnitzer’in projesi aslında Almanların demiryolu imtiyazını sürüncemede bırakmaya yönelik, İngiliz çabalarının bir ürünüydü. İngiltere’nin I. Dünya Savaşı’na kadar Bağdat demiryoluna yaptıkları muhalefetin temelini, Basra Körfezi’nin çıkış noktasını Almanlara kaptırmama endişesi oluşturmaktaydı. Çünkü İngilizlerin dış politikaları, Hindistan yolu üzerindeki hakimiyetlerini tehlikeye düşürecek bir değişikliğe şiddetle karşı koyma düşüncesine dayanmaktaydı 313 . 4.2.2. Kuveyt Sorunu Uzun yıllar İranlıların yönetiminde bulunan bölge 533’te Halil komutasındaki Arap ordularının eline geçti. XVI.yy.’da Portekizliler bir kale yaptırarak burasını üs olarak kullandılar. Deniz ticaretinin gelişmesi ve İngilizlerin Hindistan’a yerleşmesi Kuveyt’i Hindistan Akdeniz ticaretinde önemli bir konuma getirdi. 1776’da Basra yeniden İran’ın eline geçti. 1793’te İngilizler Kuveyt’i büyük bir liman haline getirdi. Kuveyt 1829’da Osmanlı egemenliğini kabul etti. Kuveyt şeyhi ile 1845’te bir anlaşmaya göre şeyhin gemileri Osmanlı bayrağını taşıyacak Bağdat limanı korunacak, buna karşılık da Osmanlı hükümeti şeyhe bir miktar para verecekti. Kuveyt’in Osmanlı Devleti’ne bağlanması Midhat Paşa’nın Valiliği döneminde oldu. Kuveyt Şeyhi Abdullah el-Sabah Midhat Paşa’nın Lahsa Seferi’ne katıldı. Şeyh her işinde serbest kalmak koşuluyla Osmanlı Devleti’ne bağımlı olmayı kabul etti. Kuveyt gemileri Osmanlı bayrağı taşıyacak, Şeyh Sabah’da Kuveyt Kaymakamı unvanı taşıyacaktı. 313 Özyüksel, a.g.e., s. 146. 134 İngiltere’nin Kuveyt içerisindeki aşiretleri kışkırtarak burada yayılma isteğine dair bir belgede İngiltere’nin emelleri şu şekilde anlatılmaktadır: Yıldız Saray-ı Hümayunu Tercüme 314 “Kuveyt’e gelen yabancılar, bir tarafdan harp gemileri ile sahilde tahkimatlar inşa ederken, diğer tarafdan aşiretleri birbirine karşı kışkırtmaktadır.Abdullah Faysal’a Kuveyt’i vererek, Osmanlı’ya karşı kendisini kumandan tayin etmişlerdir.Abdullah’ın oğlu Abdülaziz ise köyleri ve aşiretleri silahlandırmak suretiyle fitne yaymaktadır. Osmanlı’ya taraftar olanlar, gazetelere verilen yazılarla tehdit edilmektedir.Basra’daki İngiliz konsolosunun, gerekli olan kuvvet ve sâir şeylerin verilmesi için Mısır’daki İngiliz konsolosuna müracaat ettiği zan olunmaktadır. İngiliz konsolosu, Emir Abdülaziz Er-Raşid’e de mektup yazıp cevap istemiştir, fakat söz konusu kişi cevap yazmamıştır. Mübarek el-Sabah ve İbn-i Suud önemli kişiler değillerse de, onları destekleyen devlet (İngiltere ) kuvvetlidir. Aşiretlere gelince,bunlar asla müsterih değillerdir. Bu halin düzeltilmesi için mezkur bölgeye devlete sâdık, güvenilir memurlar gönderilmesi ve fesat çıkaran emirlerle görüşülmesi tavsiye olunur. Nasır”. 1898’de Rusların Trablusşam’dan Basra Körfezi’ne bir demiryolu imtiyazı almak istedikleri ve Almanların Konya’dan aynı körfezine inmek üzere Bağdat Demiryolu imtiyazının müzakerelerini yapmakta oldukları bir sırada İngiltere, Hint Denizi’nin bir koyu sayılan Basra Körfezi hakkında kaygılanmaya başlamış ve orada herhangi bir yolunun varabileceği bölgede önemli bir deniz üssü ve liman olma kabiliyetini taşıyan Kuveyt’e el koymaya karar vermişti. Bu düşünce ile 23 Ocak 1899’da İngilizler Şeyhiyle kesin olarak gizli kalmasına önem verdikleri bir anlaşma yaptılar. 315 314 Y.PRK.BŞK 74 18 1322. H.Bülent Demirtaş, Musul-Kerkük Olayı ve Osmanlı Devletin’de Kuveyt Sorunu, Arba y., İstanbul-1995,s.103. 315 135 Şeyh, İngilizlerce daima korunulmak ve onlardan yılda 1.500 altın İngiliz Lirası almak karşılığında onların rızasını almadan kendi oymağı topraklarının hiçbir kısmını kimseye satmamayı ve hiçbir yabancı mümessil ve memur kabul etmemeyi üstlenir. Şeyh Mübarek el-sabah Osmanlı Devleti’nde küstürmemek, üzerine çekmemek ister.Kuveyt Emiri’nin bölgesindeki hükümranlığı, olay çıkarmadığı müddetçe Osmanlı Devleti tarafından onaylanmamıştır.ancak emirin sorun çıkarması merkezle arasının açılmasına sebep olmuştur.Osmanlı Devleti, emirin Kuveyt’ten çıkarılması, kurduğu hükümetin dağıtılması ve Kuveyt’te sürekli devlet gücünün bulundurulması yönünde harekete geçirilmesini istedi. Mabeyn’in emri üzerine 6. ordu kumandanı Fevzi Paşa askeri birliklerle Kuveyt hareket etti bunun üzerine Mübarek el-Sabah İngiltere’ye başvurdu Osmanlı hükümeti bölgenin artan öneminin farkındaydı. Bunları kaybetmek istemiyordu.öte tarafdan İngiltere’yle bir çatışmaya girmek istemiyordu.Said Paşa, “ Kuveyt, Osmanlı Devleti için çok önemli bir önemli bir bölge ve Basra Körfezi’nin en önemli limanıydı. Necd topraklarında anahtarı niteliği taşımaktaydı. Bağdat Demiryolu da, tamamlandığında orada son bulacaktı.Bütün bunlardan dolayı İngiltere öteden beri buraya göz dikmişti. Buraya asker sevki haberi ve emirinin başvurması üzerine, İngiltere, sevkedilen askerin hemen geri alınmasını ve askeri statükonun muhafaza edilmesini istemiş, aksi takdirde Kuveyt’i himaye altına alacağını bildirmişti.” 316 Bunun üzerine gönderilen birlikler geri çekildi. 1901’de Necd Emiri Osmanlı’dan aldığı destekle Mübarek el-Sabah çatışmaya girişti. Osmanlı Devleti’nin Kuveyt’e gönderdiği savaş gemisi limanda bulunan bir İngiliz kravazörünce engellendi.İngilizlerin Kuveyt’i ilhakından çekinen Osmanlı Devleti askeri müdahaleden vazgeçti. Necd Emiri’nin geri çekilmesi için emir verdi. Bundan sonra İngiltere’nin bu tahriki karşısında sorun çıkaran Mübarek’e Osmanlı Devleti 316 Demirtaş,a.g.e, s.105. 136 ekonomik ambargo uygulayarak susturma seçti.ve Bağdat’tan Kuveyt’e zahire gönderilmesini durdurdu. Mübarek, İngiltere’ye başvurarak Osmanlı Devleti’ni şikayet etti. İngiltere’nin İstanbul elçisi Sir O’Conner Osmanlı Hariciye Nazırı’ndan bir an önce uygulanan ambargonun kaldırılarak zahire sevkıyatına başlanmasını istendi. Osmanlı hükümeti zahire yasağını kaldırdı.Abdülhamid anılarında İngilizlerin Basra bölgesiyle alâkalı politikasını şöyle anlatıyor:“ Mezopotamya’daki eyaletlerimizi ziyaret etmek isteyen Hindistan ordusundaki vazifeli İngiliz zabitleri, konsolosların daveti ile eyaletlerimizdeki valilerimizden zorla izin çıkarmışlardı. İnkâr etmelerine rağmen bu seyahatlerin, siyasî maksadı olduğu aşikârdır. Bu keşif seyahatlerine son vermek için bir mazeret bulmak elzem oluyor. Mezopotamya’nın anahtarı sayılan Şattü’l-Arab, İngilizlerin yerleşmesine müsaade edemeyeceğimiz kadar ehemmiyetlidir. İngilizler bilhassa nehrin ağzında bulunan Basra’yı arzu etmektedirler. Oranın ileri gelenlerinden öğrendiğime göre bu maksat için su gibi altın akıtıyorlarmış.” 317 Kuveyt’in Osmanlı Devleti’nden kopuşunun arka yüzünü dönemin güçlü adamı sadrazam ve harbiye nazırı Mahmud Şevket Paşa’nın günlüğünde 11 Mart 1913’de şöyle yazar: “Kabine toplantısında İngilizlerin Kuveyt’ten başka Katar’a da tasallut ettikleri meselesi görüşüldü. Bu toprakların İngiltere’ye değilse bile, İngiltere’nin nüfuz ve himayesine bırakılmasından başka çare göremiyorum. Fakat Şura-yı Devlet Reisi Said Paşa itiraz etti. Bu hususun hükümetin salahiyeti dışında olduğu, Meclis-i Mebûsan toplanıp karar vermedikçe toprak terk edilemeyeceğini söyledi. İngiltere hükümetinin bile avam kamarasının tasvibini almadan bu gibi işler yaptığı cevabını verdim. Said Paşa’nın geniş malûmatı vardı. Fakat mesuliyetten çok korkuyordu. Bu yüzden kendisinden layıkıyla faydalanmak mümkün olmuyordu. Kuveyt ve Katar gibi çölden ibaret iki kaza yüzünden İngiltere ile ihtilaf çıkaramazdık. Bu ehemmiyetsiz topraklardan ne gibi bir istifademiz olabilirdi. 317 aynı yer. 137 Kuveyt ve katar’ı İngiltere’ye bırakmaya ve zengin Irak vilayetimizle uğraşmaya karar verdim…” 318 . Kuveyt emirlikleri sözde padişah tarafından atanır, kendilerine de kaymakam unvanı verilirdi. II. Abdülhamid zamanında bunlara zenginlikleri ve bölgedeki nüfuslarına göre miri’l-ümera ve mirîmiran denilen ikinci, üçüncü derecede mülkiye paşalıkları (sivil) verilirdi. Kuveyt sultanı ve kaymakamı Mübaret el Sabah Abdülhamid tarafından atanmıştı. Bu emirliklerin merkeze bağlılığı halifeye bağlılıktan öte bir anlamda taşımıyordu. Bölgenini bir başka emiri Şeyh Hazal idi. İran – Osmanlı sınırında yer alan Şeyh Hazal’ın Muhammere emirliği duruma göre devlet değiştirirdi. Emir İran devleti tarafından takibe maruz kalırsa Osmanlı Devleti tarafından takibe uğrarsa İran tabalığına sığınırdı. Basra bölgesinde diğer bir söz sahibi Şeyh Seyid Talip’ti. Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Basra Mebusu olarak bulunmuştur. Osmanlı Devleti’ne karşı kurulmuş olan iki milliyetçi Arap gizli örgütünden Ahad ve Fettah’tan, Ahad Güney Irak’ta Seyid Talip’in koruması altında idi. Kuveytliler gemilerinde kendilerine mahsus bir sancak ittihaz etmiş olduklarından 1870 tarihlerine kadar bu sancak ile seyahat ve ticaret etmişler ve bazen güvenlikleri için Felemenk ve İngiliz bayrağı da çekiyorlardı. Midhat Paşa’nın Bağdat valiliği esnasında Kuveyt’in Osmanlı Devleti’ne bağlanması sonrasında gemilerdeki ecnebi bandıraları derhal terk edip yerlerine Osmanlı sancağı çekmişlerdir. İngiltere hükümeti Kuveyt’in önemine binaen 1820 senesinden beri Kuveyt’e bir memur bırakmışlarsa da Araplar, Basra da bu memura eza ve cefa ederek kaçırtmışlardır. 318 Demirbaş, a..g.e., s.107. 138 Kuveyt limanına memur edilmiş olan Zehaf korvet-i hümayunu Kuveyt limanına gireceği esnada burada bulunmakta olan bir İngiliz harp sefinesinin kumandanı Zehaf korvetinin süvarisine haber göndererek Kuveyt İngiltere devleti himayesine girmiş olduğundan karaya asker ve mühimmat çıkarılmamasını ve aksi taktirde muhasamata ibtidar eyleyeceğini makam-ı tehditte beyan eylemiştir. 319 İngiltere, Basra Körfezi’nde özellikle Kuveyt ile ilgilenmiştir. Kuveyt limanının İran Körfezi’nde önemli bir noktada bulunması sebebiyle daha 1820’lerde buraya siyasî memur göndermiştir 320 . 1896 yılında Kuveyt Limanı’nı İngiltere açtı. İngiltere, Basra Körfezi’nde özellikle Kuveyt ile ilgilenmiştir. Kuveyt limanının İran Körfezi’nde önemli bir noktada bulunması sebebiyle daha 1820’lerde buraya siyasî memur göndermiştir 321 . 1896 yılında Kuveyt Limanı’nı İngiltere açtı. 1901 yılında yine Kuveyt’e Osmanlı Devleti müdahale etme ve hakimiyetini kabul ettirme çabasına İngiltere karşı çıkmıştır. Burada bulunan İngiliz askerî heyeti Kuveyt’in İngiliz himayesinde bulunduğunu ve buraya Osmanlı Devleti’nin asker ve mühimmat-harbiyye gönderecek olursa harp çıkacağı yönünde tehdit etmişlerdir. Osmanlı Devleti bu konuda İngiltere’den istediği açıklama karşısında da İngiltere Osmanlı Devleti’nin statükoya riayet etmesini istemiştir. Osmanlı Devleti buna karşılık Kuveyt emiri Mübarek’i kendi yanına çekmekle yetinmiştir. Çünkü askerî ve siyasî gücü bu sırada İngiltere’ye yetecek güçte değildir 322 . Ayrıca İngiltere, Kuveyt’teki Osmanlı otoritesini tanıdıklarını fakat Kuveyt şeyhliğine ait topraklarda başka devletlere hak tanımasına ya da statükonun değişmesine kayıtsız kalamayacaklarını bildirmiştir 323 . 319 Demirbaş,a.g.e., s.113. S. Kani İrtem, Osmanlı Devleti’nin Mısır, Yemen, Hicaz Meselesi, Haz. O. Kocahanoğlu, İstanbul1999,s.119. 321 İrtem, a.g.e.,119. 322 1)BOA, DUİT, 69/2.10.,1511 2)BOA, DUİT, 69/2.11, 2671. 3)BOA, DUİT, 69/2.4 ve 69 / 2-5. 323 H.V.F. Winstone, Ortadoğu Serüveni: 1898-1926 Yılları Arasında Ortadoğu’daki Siyasî ve Askerî İstihbaratın Hikayesi, çev. F. Davudoğlu, İstanbul-1999, s.29. 320 139 4.2.3. İngiltere’nin Pan-İslamist Politikaya Bakışı Sultan II. Abdülhamid’in Pan-İslamist politikası başta İngiltere olmak üzere bütün sömürgeci devletleri korkutmuştur. II. Abdülhamid hilafet politikasından nasıl yararlandığını şöyle yazar: “ (İngilizler) Asya’da yüz elli Müslümanı idareleri altında tutyorlardı. Bu Müslümanlar üzerinde hilafetin büyük nüfuzu vardı. Bunları bildiğim için İngilizleri kuşkulandırmadan her ihtimale karşı seyyidler, şeyhler, dervişler gönderip, Asya’daki Müslümanları hilafete manen bağlamaya hususî itina gösteriyordum. Buharalı Şeyh Müslüman Efendi’nin Rusya’daki Müslümanlar arasında yaptığı hizmetleri bilhassa şükranla yad ederim. Bunun İngilizlerle münasebetlerimizde çok faydasını gördüm. Hindistan’daki umumî valileri oradaki Müslümanların Osmanlı Devleti’yle yakından ilgilendiklerini gördükçe hükümetlerine Osmanlılarla iyi geçinmesini yazıyorlar ve böylece bizim işlerimiz bir nebze kolaylaşmış oluyordu” 324 . Yine II. Abdülhamid kızı Ayşe Sultan’a şunları söylemiştir: “İngiltere ve Fransa’nın gözleri daima Şark’ta idi. Bilhassa Müslümanlarla aramızda nifak çıkarmak emelleri idi. Kuvvetimizi bu suretle kırmak istiyorlardı. Hilafet politikasıyla bunu önlemek istiyordum” 325 . İngilizler, Sultan II. Abdülhamid’in hilafet politikasının nüfuzunu sıfıra indirmek istediler. Bunun hilafetin Türklerin elinden alınması ile olacağını biliyorlardı. Halife yapmak istedikleri şahıs da Mısır hidivi idi. Mısır hidivinin halife olması demek, İslam birliği hareketini İngiltere’nin istediği gibi tanzim etmesi, bu büyük hareketi kendi maneviyatına hizmet ettirmek demekti 326 . II. Abdülhamid: “…Rusya gibi, İngiltere gibi Asya’da birçok Müslüman ahaliyi idaresi altına almış büyük devletlerde benim hilafet silahımdan ürküyorlardı. Bu yüzden Osmanlının işini bitirmek noktasında birleşebilirlerdi. Hilafetin elimde olması, sürekli olarak 324 II. Abdülhamid’in Hatıra Defteri, s.74-75. Ayşe Osmanoğlu, Babam Abdülhamid, Güven y., İstanbul, s.49. 326 Kocabaş, a.g.e., s.110. 325 140 İngilizleri tedirgin etti. Blund adlı bir İngiliz ile, Cemalettin Efganî adlı bir maskaranın el birliği ederek İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plan elime geçti. Bunlar hilafetin Türkler tarafından zorla alındığını ileri sürüyorlar ve Mekke Şerifi Hüseyin’in halife ilân edilmesini İngilizlere teklif ediyorlardı 327 . İngilizler halifeliği II. Abdülhamid’in elinden alıp Araplara vermek uğrunda çalışmışlar, fakat başarılı olamamışlar, bu seferde hilafetin nüfuzunu kıracak başka tedbirler almaya başlamışlardı. Berlin Antlaşması ile, Avrupa’da büyük toprak kayıplarına karşı imparatorluğu Sultan II. Abdülhamid, Asya’da kuvvetlendirmek politikası takip ediyordu. Panislamizm siyasetinin sebeplerinden biri de bu idi. Arapları daima okşaması, onların büyüklerini taltif etmesi, Arap vilayetlerine özel statüler vermesi de yine bu siyasetin icabındandı 328 . Abdülhamid Arap ülkelerinde etkili reformlar da yapmış, bu reformlar şimdiye kadar yapılan Osmanlı reformlarının emsali görülmemiş surette muvafık bir devrini teşkil etmiştir. İngiltere’yi Türkiye aleyhinde bu derece ileri düşmanlığa iten birçok sebepler vardır. Bunlar şu şekilde özetlenebilir: 1) Türkiye’de Alman nüfuzunun gittikçe büyümesi 2) II. Abdülhamid’in İngiltere’ye olan düşmanlığının artması 3) İngiltere, Almanya’nın Rusya’yı Uzakdoğu istikametinde yayılması için yaptıkları tahriklerden korkuyor, Uzakdoğu’daki sömürgecilik mücadelesinde serbest kalmak için Rusya’yı Ortadoğu’ya çekmeye çalışıyordu. 4) Sultanın İngilizlerin Musul ve civarında petrol aramalarına karşı çıkması ve bunlar tarafından açılan kuyuları kapattırması. 327 328 II. Abdülhamid’in Hatıra Defteri, s.74. Kocabaş, a.g.e. , s.113. 146 SONUÇ Osmanlı Devleti, 1534’de kendisine direniş göstermeden isteği doğrultusunda bağlanan bunu 1538’de resmîleştirerek devam ettiren Basra’nın hakimiyetini; 1555’de Amasya Muahedesi ile İran’a da resmen kabul ettirmişti. Bu tarihlerden itibaren Basra coğrafyasında sürekli bir ilerleme ve bölgede teşkilâtlanma içerisine giren Osmanlı Devleti özellikle kıyı bölgelerinde tersaneler yaptırarak, bölgenin Portekizlilere karşı korunmasını sağlamak istemiştir. böylece Hint Okyanusu’na açılma önündeki Portekiz tehdidi ortadan kalkacağı gibi, bölgenin ticarî olarak da kalkınması sağlanacaktı. Osmanlı Devleti, Basra bölgesini fethettiği zaman bölge aşiretlerden oluşan, aşiretlerin kendi aralarında iç savaş bulunan asayişsiz bir şekilde devralmıştı. Basra kabileler arası rekabet, kan davası ve ticarî olarak birbirlerine üstünlük kurmak mücadelesi içinde bulunuyordu. Bu aşiretlerden en köklü olanı ise, Acman Aşireti idi. Daha sonra ve Vehhabiliği benimsemiş Suud ailesinin aşireti ve Kuveyt’te hakim olan Sabah aşireti de diğer büyük aşiretler arasındadır. Osmanlı Devleti aşiretler arası mücadelede başarılı olamadığı kargaşalığı önleyemediği zaman iskân politikası da uygulayabiliyordu. Osmanlı Devleti bölgede egemenliğini kurduktan sonra ikta sistemini ve sonra iltizam sistemini uygulamıştır. Ancak iltizam sisteminde toplanan gelirler merkeze (İstanbul’a) değil Basra’da birikir, gerekli masraflar çıktıktan sonra (devlete ücretli olarak bağlı memur ve askerlere ödenen maaşlar ve yatırımlar) arta kalan meblağ İstanbul’a gönderilirdi. Halk tarım, hayvancılık ve ticaret ile geçinirdi. Aşiretler yağma ve surre gelirleri ile de beslenirlerdi. Ayrıca balıkçılık, inci avcılığı gibi değişik uğraş alanları da mevcuttu. Osmanlı Devleti bölgenin yerel yapısına ve idare tarzına gerekli olmadıkça müdahale etmemiştir. Nahiyeler ve kazaların yönetimi bölgede bulunan büyük aşiret şeyhlerine bırakılmıştır. Sancak ve eyaletin genel yönetimi ise merkezden atanan 147 görevliler tarafından idare olunmuştur. Osmanlı Devleti zaman zaman şeyhliklerden bölge yönetimini kurtarmaya çalışmıştır. Merkezden atama yapmak istemiş ancak bölge aşiretleri ve İngiltere buna karşı çıkmıştır. Örneğin, Zübeyr Nahiyesi’ne devletin gönderdiği müdür daha bölgeye ulaşmadan İngilizler tarafından tehdit edilmiştir. Osmanlı Devleti’nin XIX. yüzyılda başlayan ıslahat hareketlerinin etkisi Basra’ya Mithat Paşa’nın (1868-1872) Bağdat valiliği yaptığı sırada yansımıştır. Mithat Paşa, Necid ve Katar başta olmak üzere kıyı bölgelerini tekrar Osmanlı merkezî sistemine dahil ederek idareyi sağlamlaştırdığı gibi aynı zamanda aşiret ayaklanmalarının da kısmen önünü alabilmiştir. Osmanlı Devleti’nin yükselme döneminde Basra’dan aldığı gelir fazla idi. Düzenli olarak öşürler toplandığı gibi vergilerin her çeşidi açısından toplanan gelir, giderden fazla idi ve kapitülasyonların etkisi azdı. Ancak XIX. yüzyılda kapitülasyonlar, burada bulunan ecnebî tüccarlara avantaj sağlamıştır ve Bara kıyıları boyunca uzanan ticaret şirketleri %3’lere inen vergilerle az vergi ödeyerek çok kazanç sağladılar. Oysa aynı avantajdan Müslüman tüccarlar yararlanamadı. Deniz ticaretinde yabancıların tekeli elinde bulundurmaları Müslümanların ticarette ileri gidemeyişine sebep oldu. Ancak aşiretlerde, yabancıların zaman zaman gemi ve kervanlarına yağma amaçlı saldırıyorlardı. Basra şehrinin çevresini bataklıklarla çevrili olması bölgede kolera, tifo gibi salgın hastalıklarında yaygın olarak görülmesine, hatta bazen kitlesel ölümlerin baş göstermesine sebep oluyordu. Bununla ilgili örnek bir belge araştırmamızda sunulmuştur. Abdülaziz’in rüyası olan ancak II. Abdülhamid zamanında kısmen gerçekleşen demiryolları çalışması eğer gerçekleşse idi Basra’nın politikasında yaşamı ve ekonomisine kadar her şey yeniden şekil alabilecekti. II. Abdülhamid ve Osmanlı bürokratlarının istekleri, bölgede sık çıkan isyanları kısa sürede bastırmaya 148 yarayacak olan demiryolunu Basra gibi problemli bir bölgeye kadar ulaştırmaktı. Daha önemlisi mesafe kısalacak ve bu bölgede merkezî otorite güçlenecekti. Bu cümleden olarak, İngiliz nüfuzunun önü alınacak bölgede rahat hareket etmesi önlenecekti. Bölgede çıkan en küçük bir karışıklık veya ticaret yönüyle Osmanlı’nın ulaşımda Süveyş Kanalı’nı kullanmasına da gerek kalmayacaktı. Bu sebeple Süveyş Kanalı ile alâkalı ilgilere de tezimizde yer verdik. Basra’ya ulaşımın iki yönü vardı: birinci yön kara yoluyla, uzak ve meşakkatli olan bir yöndü. Diğeri ise Süveyş Kanalı vasıtasıyla kısa olan deniz yönüydü ve bu yolda İngiltere’nin denetiminde idi. Bu nedenledir ki; demiryollarının Basra’ya kadar ulaştırılması çalışmasında İngiltere her zaman ve ilk sırada muhalefet etmiş ve demiryolunun Basra’ya kadar ulaşmasını baltalamıştır. II. Abdülhamid’in saltanat ömrü demiryolunun Basra’ya ulaştığını görmeye yetmemiştir. İttihat ve Terakki döneminde Osmanlı hükümeti İngiltere’nin baskılarına daha fazla dayanamayarak 1913 yılında demiryolunun son güzergahının Bağdat olacağını belirleyerek, İngiltere baskısından kurtulabilmiştir. Böylece İngiltere nüfuz alanlarında, hukukî olarak hak sahibi olsa da hakimiyet hakkını Osmanlı Devleti’ne kullandırmamıştır. İngiltere kendi isteği ve amaçlarına uygun olarak bu bölgeye 1914’ten sonra demiryolu yapmıştır. Çünkü artık buranın resmen işgalini kendisi gerçekleştirmiştir. Basra coğrafyası maden yatakları ve daha sonrasında 1900’lerin başında Avrupa’nın ilgi alanını oluşturan petrol yönünden de zengin bir bölge olup Osmanlı hakimiyetinde iken birçok devlet tarafından inceleme yapılmak istenen bir bölge olmuştur. Japonlar, Ruslar, İngiliz ve Fransız birçok devlet temsilcileri burada inceleme yapmak amaçlı “Eser-i Atika” başlığı altında araştırma yapmak amaçlı Osmanlı Devleti’nden izin isteyen belgelere arşiv çalışmam sırasında rastladım. Örnek olması açısından tezimizde, birkaçına yer verdik. Son olarak, burada vurgulanmak istenen bir konuda şudur ki; Osmanlı Devleti’nin bu kadar çalışmasına karşın yerli halk ne tepki vermiştir ?. Burada iki 149 örnek, dikkate değer olarak bir görüş edinmemize yardımcı olacaktır. Bunlardan ilki Osmanlı’nın yapacağı demiryollarının aşiretlerin saldırması ve tahribi ile alâkalıdır. Hicaz demiryolu yapılırken Mekke’ye yaklaşan demiryolu çalışmasında aşiretlerin saldırısına uğrayarak zararı sonucu demiryolunu Medine’de noktalaması nasıl ise, Basra ulaşsa idi yerli halkın vereceği tepkide o olacaktı. Çünkü aşiretler merkezî otoriteyi başlarında istemiyor, gelir kaynaklarını kurutacak teknolojiye karşı çıkıyorlardı. En azından surre akçeleri ile, yağmacılıktan el çekip vazgeçmek istemiyorlardı. Diğer örnek ise, Arap ayrılıkçı hareketleridir. Arapların özellikle İngiltere destekli olarak Osmanlı Devleti’nden bağımsız devlet kurmak idealinde olan belli bir Arap entelektüel kitlesi İngiliz destekli beslenmiştir. Ayrıca, yönetici şeyhlerde bağımsızlık için kışkırtılmıştır. Basra’nın Kuveyt’teki yönetici Sabah ailesi bunların başını çekiyordu. İngilizlerin halifelik makamına dahi saldırıları da olmuştur. Osmanlı Devleti padişahının yasal olarak halifeliği tartışılmaya başlanmış, İngilizler maşa entelektüel Arapları kullanarak bu tartışmaları hem başlatıp hem de yayan devlet olmuştur. İngiltere, ektiği bu tohumların ürününü 1914’ten sonra yine bu coğrafyadan kendi çıkarları doğrultusunda toplayacaktır. 150 KAYNAKÇA A. ARŞİV BELGELERİ BOA, MD, NR.3, HÜKÜM 367 BOA, İMM 1661, LEF 5 BOA,İ.HUS, 1310 M/168 BOA, Y.A.RES, 94,10 BOA, HRC.SYS.96/21:1907.6.9. TK,HR.TO D.N. 261 G.N 15. DH.MKT 780 67 1321.Ş.3. DH.MKT 847 16 1322.S.16. DH.MKT 185 26 1311.Ş.14. BOA.TK.HR TD DN 393.GN7 DH.MKT 348/65 1312.Ş.29 DH.MKT 467 38 1319.Z.23 BOA,DH.MKT.2592 34 1319 ZA 15 BOA,DH.MKT.2306 98 1317 L 15 BOA,Y. PRK.227/58 1323 M 13 BOA,HR.SYS 95 6. BOA,DH.TMK.S/40/38/1320.Ş.21 BOA,HR.SYS 82/33 BOA,DH MKT 1662 6 1307 S 5 BOA,DH.MKT.574 113 1320 C 24 BOA,DH NKT 619/6 320 N 4 BOA,TK HR TO DN 205 GN 16 BOA,DH MKT/1600/34/1306.CA.22 DH.MKT 2207 63 1317.M.20 DH.MKT 2125 105 1316.C.14 TN HR.TO D.N 535 G.N. 66 HR.HMŞ.İŞO 173 33 1307.R.17 TK.HR.TO D.N 261 G.N.15 Y.A.HUS 10.5.1317 BOA,Y MTV 196 64 1317.B.16 BOA,DH MKT.66 33 1310 ZA 28 BOA,YA.HUS 268/124 BOA,DH MKT 574 113 1320 C 24 BOA,DH TMK S/40/38/1320 Ş.21 BOA,MKT 2592 34 1319 ZA 15 BOA,DH MKT 2306 98 131 L 15 BOA, DH MKT 2512/ 73/ 1319 R.5 BOA, DUİT 69/2.8 BOA, Y.PRK.EŞK 74 18 1322 151 BOA, DUİT, 69/2.10,1511 BOA, DUİT 69/2.11,2671 BOA, DUİT, 69/2.4 VE 69/2.5 B. TELİF ESERLER VE MAKALELER Abdülhamid’in Hatıra Defteri, çev.İsmet Bozdağ, Pınar y.,İstanbul-1986. Abdülhamid Siyasî Hatıratım, Hareket y., İstanbul-1974 Ali Haydar Mithat, Midhat Paşa’nın Hayat-ı Siyasiyesi,C.I, İstanbul-1325 AKÇURA Yusuf; Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri, TTK y., Ankara1988. AKTEPE Münir; “Osmanlı İmparatorluğu’nun Islahı Hakkında İngiltere Elçisi Layard’ın II. Abdülhamid’e Verdiği Rapor”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S:22, 1969. AKYÜZ Yahya v.d, Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Tarihi, C.I,5.b, Ankara1997. ARI Tayyar ; Geçmişten Günümüze Ortadoğu, Alfa y. İstanbul-2005. ARMAOĞLU Fahir; 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914),TTK y., Ankara2003. AVCIOĞLU Doğan; 31 Mart’ta Yabancı Parmağı, Ankara-1969. BAKIR Abdülhâlik; “Basra” mad., C.V, İA, TDV y. İstanbul-1992. BAYATLI Nilüfer; “ XVI. Yüzyılda Basra Eyaleti’nin Osmanlı Devleti İçin Önemi”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S.114 (Nisan 2003). BAYSUN M. Cavit; “Bağdat”, C.II, İA, MEB y., İstanbul-1961. BAYUR Hikmet; Türk İnkılabı Tarihi, C.I, k.I, TTK y., Ankara-1951. BİLGE Mustafa L.; “Basra Körfezi” mad., C.V., İA, TDV y., İstanbul-1992. ---------------, “Lahsa” mad., C.XXVII,İA,TDV y., Ankara-2003. ---------------, “Katif” mad., C.XXV,İA, TDV y., Ankara-2002. ---------------, “Bahreyn” mad., C.IV,İA,TDV y., İstanbul-1991. BEDİZ Danyal; “ Süveyş Kanalı’nın Önemi”, DTCFD, C. IX, S.3, Ankara1951. BOSTAN İdris, “Basra Körfezi’nin Güney Kesimi ve Osmanlılar (18761908)”, Osmanlı Araştırmaları, C.IX, İstanbul-1989. BURÇAK Rıfkı; Siyasi Tarih, Gazi Üniversitesi , İ.İ.B.F, Ankara-1984. 153 BURÇAK Rıfat S.; Türk-Rus-İngiliz Münasebetleri 1791-1941, İstanbul1946. ÇAVDAR Tevfik; Osmanlıların Yarı- Sömürge Oluşu, İstanbul-1970. ÇAYCI Abdurrahman; Büyük Sahra’da Türk -Fransız Rekabeti, TTK y., Ankara-1995. ÇELİK Hüseyin; “İngiltere’nin Sultan II.Abdülhamid’e Sunduğu Reform Paketleri” ,Tarih Toplum Dergisi, S: 112 (Nisan-1993). DEMİRBAŞ H. Bülent; Musul- Kerkük Olayı ve Osmanlı İmparatorluğunda Kuveyt Meselesi, İstanbul-1991. DESCHAMPS Hubert; Sömürge İmparatorluklarının Sonu, çev. Oktay Akbal, İstanbul-1966. DUNN Archibald; “Basra Körfezi’ndeki İngiliz Çıkarları”, Çev: Zekeriya Kurşun, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S.3,2000. DARKOT Besim – GÖKBİLGİN M. Tayyib; “Basra” mad., C.II,İA,MEB y., İstanbul-1961. DURSUN Haluk; “Akabe Meselesi”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul-1994. EARLE Edward Mead; Bağdat Demiryolu Savaşı, çev. K. Yargıcı, İstanbul1972. EMECEN Feridun, “Sultan Süleyman Çağı ve Cihan Devleti”, Genel Türk Tarihi, C.6, Yeni Türkiye y., Ankara-2002. ERASLAN Cezmi; “Irak’ta Türk-İngiliz Rekabeti (1876-1915)”, İÜEF Tarih Dergisi, İstanbul-1994. ERİM Nihat; Devletlerarası Hukuk ve Siyasî Tarih Metinleri, C.I, A.Ü.H.F. y., 1953. ERİNÇ Sırrı, “Küveyt” mad., C.XXVII, İA, TDV y., Ankara-2003. EROĞLU Cengiz v.d.; Osmanlı Vilayet Salnâmelerinde Basra, Global y., Ankara-2005. GENCER Mustafa; “Osmanlı-Alman Münasebetleri Çerçevesinde ‘Şark Meselesi’ ”, Türkler, C.XIII, Ankara-2002. 154 GÖRÜR Halil İbrahim; “II.Abdülhamid Döneminde Irak’la İlgili Layihalar”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kütahya-2009. GÜLDEŞ Dilek; “Urabi Paşa Hareketi ve İngilizlerin Mısır’ı İşgali”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul-1999. GÜLSOY Ufuk; Hicaz Demiryolu, Eren y.,İstanbul-1994. ---------------; “Gerçekleşen Bir Rüya Hicaz Demiryolu”, Osmanlı, C.III, Yeni Türkiye y., Ankara-1999. --------------; “Yemen Demiryolu Projesi”, Osmanlı, C.III, Yeni Türkiye y., Ankara-1999. GÜNAY Selçuk; “Bazı Belgelerin Işığında Osmanlı Devleti’nin BasraAkabe Hattını Muhafaza Yolunda Aldığı Bazı Tedbirler”, Türk Kültürü, C.XXXI, S.365 (1993). HALAÇOĞLU Yusuf; “Basra” mad., C.V, İA, TDV y., İstanbul-1992. --------------; “Midhat Paşa’nın Necid ve Havalisi İle İlgili Birkaç Layihası”, İ.Ü.E.F. Tarih Enstitüsü Dergisi, S:3 (1973). HARTMAN, R., “Basra” mad., C.II, İA, MEB y. HUT Davut; “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Basra Gümrüğü”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S:3 (2000). IŞIKSAL Turgut; “Arşivlerimizde Osmanlıların Süveyş Tersanesi ve Güney Denizleri Politikasına İlişkin En Eski Belgeler”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S: 22-27. İRTEM Süleyman Kâni; Osmanlı Devleti’nin Mısır Yemen Hicaz Meselesi, Temel y., İstanbul-1999. İŞBİRLİ Mehmet, “Bağdat Demiryolunun Akdeniz Uzantısı Toprakkaleİskenderun Demiryolu”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.23 (2004). KARAARSLAN Tufan; Ortadoğu’nun Coğrafyası, Konya-1998. KARAL E. Ziya, Osmanlı Tarihi, Ankara 1998, C.VIII, TTK y., Ankara 1998. 155 ---------------, Osmanlı Tarihi, C.VI ,TTK y., Ankara-1983. KAZGAN Haydar; “Bağdat Demiryolları ve Almanya ile Fransa-İngiltere Rekabeti”, Finans Dünyası, S: 157-162 (2003) KILIÇ Remzi; “Irak ve Suriye’nin Tarihî Coğrafyası ve XIX. Yüzyıl Sonu İtibariyle İdarî Konumu”, Türk Kültürü, C:XXXVIII, S.441(2000). KIZILTOPRAK Süleyman; “Mısır’ın İngiltere Tarafından İşgali ve Osmanlı Devleti’nin Diplomasi Mücadelesi (1882-1887), Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi , İstanbul-2001. KOCABAŞ Süleyman; Türkler ve Almanlar, Vatan y., İstanbul-1988. ----------------, Hindistan Uğruna Yapılanlar İngiltere ve Hindistan, İstanbul1987. KOCAOĞLU Mehmet, Uluslar arası İlişkiler Işığında Ortadoğu: Parçalanmak İstenen Topraklar ve İstismar Edilen İnsanlar, Genel Kurmay Basımevi, Ankara-1995. KURŞUN Zekeriya, “Necid” mad., C.XXXII, İA, TDV y., İstanbul-2006. -------------, “Katar” mad., C.XXV, İA, TDV y., Ankara-2002. -------------, Basra Körfezi’nde Osmanlı-İngiliz Çekişmesi –Katar’da Osmanlılar-, TTK y., Ankara-2004 -------------, “Basra Körfezinde Bir Arap Aşireti Acman Urbanı (18201913)”, Belleten, C.LXIII, S: 236 (Nisan-1999). --------------, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hakimiyeti: Vehhabi Hareketi ve Suud Devleti’nin Ortaya Çıkışı, TTK y., Ankara-1998. KÜÇÜK Cevdet; “Küveyt” mad., C.XXVII, İA, TDV y., Ankara-2003. KÜRKÇÜOĞLU Ömer; Osmanlı Devleti’nde Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi (1908-1918), Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi y., Ankara-1982. KÜTÜKOĞLU Mübahat; Osmanlı-İngiliz İktisadî Münasebetleri, C.II, İstanbul-1976. MANTRAN Robert; “Irak”, C.V, İA, TDV y., İstanbul-1999. MARUFOĞLU Sinan; “Osmanlı Döneminde Güney Irak’ta Devlet-Aşiret İlişkileri”, Irak Dosyası I, Tatav y., İstanbul-2003. 156 MERAM Ali Kemal; Belgelerle Türk- İngiliz İlişkileri Tarihi, İstanbul-1969. MISIRLIOĞLU Kadir; Mısır Meselesi ve Irak Türkleri, Sebil y., İstanbul1994. Midhat Paşa’nın Hatıraları – Hayatım İbret Olsun - , Yay. Haz. Osman Selim Kocahanoğlu, C.I, Temel y. , İstanbul-1997. MUTLUÇAĞ Hayri; “İngiltere’nin Ortadoğu ve Türkiye Hakkındaki Gizli Emelleri ( Tarihimizde Salih Münir Paşa Raporu)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, 1969, S:22-27. NOVİÇEV A.D.; Osmanlı İmparatorluğu’nun Yarı Sömürgeleşmesi, Onur y., Ankara-1979. ORHONLU Cengiz; Habeş Eyaleti, İstanbul-1974. ORTAYLI İlber; Osmanlı İmparatorluğundan Alman Nüfuzu, Akım y., İstanbul-2006. OSMANOĞLU Ayşe; Babam Abdülhamid, Güven y., İstanbul-1960. ÖNSOY Rıfat; Türk-Alman İktisadî Münasebetleri, İstanbul-1982. ÖZ Mehmet; “Osmanlı Siyasî Tarihi”, Tarih El Kitabı, Grafiker y., Ankara2004. ÖZBARAN Salih; “XVI Yüzyılda Basra Körfezi Sahillerinde Osmanlılar: Basra Beylerbeyliğinin Kuruluşu”, İ.Ü.E.F. Tarih Dergisi, S:XXV, İstanbul1971. -----------------; Yemen’den Basra’ya Sınırdaki Osmanlı, Kitap y., İstanbul2004. ÖZCAN Azmi; İngiltere-Arap Hilafeti ve Osmanlı Devleti (1876-1908), İstanbul-1995. ÖZTUNA Yılmaz; Rumelini Kaybımız, Ötügen y., İstanbul-1990. ÖZYÜKSEL Murat; “Hicaz Demiryolları”, Genel Türk Tarihi,C.VII, Yeni Türkiye y., Ankara-2002. ----------------; “Anadolu ve Bağdat Demiryolları”, Osmanlı, C.III, Yeni Türkiye y., Ankara-1999. 157 SAGAY Reşat; XIX ve XX. Yüzyıllarda Büyük Devletlerin Yayılma Siyasetleri ve Milletlerarası Önemli Meseleler, Türkiye İş Bankası y., İstanbul-1970. SANDER Oral; Siyasi Tarih, İmge y.,İstanbul-2005. SARAY Mehmet; Türk-Rus Münasebetleri’nin Bir Analizi, MEB y.., İstanbul-1998. SERT Selda; “Bir Toprak Rejimi Olarak Emlâk-ı Hümâyun Basra Örneği” (1876-1909), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul-2006. SIRMA İ. Süreyya; Osmanlı Devleti’nin Yıkılışında Yemen İsyanları, İstanbul-1994, SİNOUE Gilbert; Kavalalı Mehmed Paşa, çev:Ali Cevdet Akkoyunlu, Doğan y.,İstanbul-1999. SOY Bayram; “II. Wilhelm Welpolitik ve II. Abdülhamid”, Türkler, C.III, Ankara-2002. ŞİRİN Veli; “ Osmanlı Devletinde Demiryolları ve Hicaz Demiryolu”, Mimar ve Mühendis Dergisi, S:32, 2003. --------------, “Anadolu- Bağdat Demiryolları Çerçevesinde Osmanlı-Alman Yakınlaşması”, Yeni Türkiye, S:31 (2000), Osmanlı Özel Sayısı. --------------, Almanya’nın İngiltere İle Osmanlı Devleti Üzerinde Nüfuz Mücadelesi (1890-1914), Basılmamış Doktora Tezi, Ankara-2002. TEPEKAYA Muzaffer; “Osmanlı-Alman İlişkileri (1870-1914)”, Türkler, C.XIII, Ankara-2002. TURHAN Şahin; Öncesiyle Sonrasıyla 93 Harbi, Kültür Turizm Bakanlığı y., Ankara-1988. ULUBELEN Erol; İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, Yaylacık y., 1965. UZUNÇARŞILI İ. Hakkı; Osmanlı Tarihi, C.4/1, 4.b, TTK y., Ankara 1988. ÜLMAN Haluk; I. Dünya Savaşı’na Giden Yol, Ankara-1972. WINSTONE H.V.F.; Ortadoğu Serüveni: 1898-1926 Yılları Arasında Ortadoğu’daki Siyasî ve Askerî İstihbaratın Hikayesi, çev. F. Davudoğlu, İstanbul-1999. 158 YAVİ Ersal; Bir Ülke Nasıl Batırılır? Osmanlının İflasından Günümüz Türkiye’sine ‘Kıssadan Hisseler’ ”, İzmir-2001. YILMAZ Ömer Faruk; “Kanûnî Sultan Süleyman’ın Irakeyn ile IV. Murad’ın Bağdat Seferi”, Irak Dosyası I, Tatav y., İstanbul-2003 . 159 EKLER 160 161 EK 1a Basra Vilayeti’nden alınan şifre telgrafname Mektubi kalemi Beş altı gece evvel Basra-yı Zübeyr Caddesi’nde ve Zübeyr Kasabası’na daha az karib bir mevki’de kain Harab Cami’-i Şerif kurbinden geçen Zübeyr yolcularının önüne bir takım atlı eşkıya çıktığı bu Cuma’ gecesinde Zübeyr’in bir saat ilerisinde vaki’ Cesiyye denilen bostanlara eşkıya gelerek ahalisinin iktitaf ve ihzar ittikleri mahsul yüklü merkeb ve develerini nehb ile sürüb götürdükleri ve yine o gece erzak almak üzere Basra’ya gelmekde olan bir onbaşı ile on nefer askeri şahane üzerine de eşkıya hücum ederek onların birisini hafifce cerh ile firar eyledikleri ve bu hallerin hasıl itdiği te’sirle Basra ahalisinin galeyan-ı efkar içinde bulunduğu dün gece ihbar edilmesi üzerine ……. Bizzat oraya azimetle teftiş ve müsaraat olundu ve ahalisinin hakikaten heyecan ve galeyan içinde bulunduğu görüldü ma’lum ali bulunduğu üzere Basralılarla Kuveytliler arasında husumet ve bir burudet bir devam olduğu ve mübarek ….. yine bir gaile çıkarmak bahane çok bulunduğu cihetle Basra bostanlarının tam mevsim-i idraki olan şu sırada kendisine mensub Kuveyt eşkıyasından bir takımlarını Basra cihetine sevk ve tesrib ile bu gibi mesail-i cinaiye ika’ itdirmekde bulunduğunda Basra ahalisi tamamıyla kani’ idüğünden cümlesi galeyana gelmiş ve buna karşu mukabelen bil’misül içün hazırlığa bile girişmiş ise de çakerlerinin derhal muvasalat ve nasihat hazıranemle beraber bu misüllü mesailin tekerrür vuku’unu mani’ olacak suretdeki tedabir-i inzibatiye-i kemteranem üzerine cümlesine emniyet gelerek şimdlik o fikirden vaz geçirilmişdir ancak mübarek …. Bu hareketi Basra ahalisinin hiddet ve şiddetine tahrik ile kendi üzerine hareket ve hücum itdirmek ve bu suretle İngilizlere yine bir 162 vesile-i i’tiraz ve muamale vermek muzırratkaranesinden neş’et etmiş olduğu tabii bulunduğu saye-i kudretvaye-i hazret-i padişahide …….. esame-i emin ve esamine hususun nazar-ı dikkatden devr tutmayacağı ma’ruzdur. Ferman 6 Teşrin-i evvel 1318 Basra Vali ve Kumandanı Ferik Mustafa Nuri DH.MKT 603/51 1320.B.22 163 164 EK 2a Yıldız Sarây-ı hümâyûnu Baş kitâbet dâiresi Bağdad′dan şifre Fî 15 Şubat sene 322 buraya muvâsalat bendegânımdan evvel gelüb Basra tarîkiyle Hindistan′a gitmiş olan Japonyalı bir erkân-ı harb yüzbaşısı ile erbâb-ı ulûmdan bir zâtın seyâhatleri her ne kadar yalnız bu havâliye mahsûs olmayub Rusya memâlikinin bir kısmını seyâhatten sonra Hindistan′a geçmek içün buraya gelmiş ise de bunların bir maksad ve fâide-i mühimme olan böyle büyük bir seyâhatte bulunmayacakları ve muzafferiyet-i âhirelerinin her tarafça derece-i te’sîrâtı tedkîk ve bundan hâlen ve müstakbelen istifâde etmekden de geri duramayacakları tabi‘i olduğundan ordu-yı hümâyûn kumandanlığının ma‘rûzâtı vecihle bu havâli ahâlisinin dahi Japonlar hakkındaki hissiyâtını anlamak ve Irak′ın umûr-ı ticâriyesini tedkîk etmek maddelerinin mekâsıd-ı seyâhatlerine dâhil olduğunda şübhe yokdur hatta mûmâ-ileyhimâ buraya kadar geçdikleri memâlik-i şâhânenin her tarafında mazhar oldukları hürmetten pek ziyâde beyân-ı memnûniyet ve Rusya hükümetinin en ziyâde İslam sâkin olan memâlikinde seyâhatlerince îkâ‘-i müşkilât ettiğinden şikâyetle berâber Bombay′a işlemekde bulunan Japon vapurlarının Basra′ya da gelüb gitmesine ve memâlik-i şâhânenin terakkî-i ticâret ve servetine hizmet etmek niyetinde bulundukları yolunda irâde-i lisân etmişlerdir Dersaadet′ten buraya kadar kendilerine bir polis komiseri terfîk edilmiş olmasından hiç memnûn olmayarak bunu yanlarından ref‘e pek çok çalışmış olmaları kendi gemileriyle seyâhat ederek tamâmıyla tefehhus-i ahvâl ve tedkîk-i hissiyât etmek istemelerine delâlet eder mûmâ-ileyhâ Bağdad′da mukîm Hind ekâbirinden Ahmed Han ile görüşerek Hindistan ekâbir-i İslamiyesinden ba‘zılarına tavsiye-nâmeler aldıkları bugün bi′l-münâsebe mûmâ-ileyhimden bi′z-zât aldığım ma‘lûmât-ı mevsûka cümlesindendir Paris sefâret-i seniyyesinin ma‘rûzâtına gelince Afganistanlıların ve bi′l-hâssa Hind Müslümanlarının bir müddetdir izhâr-ı milliyet yolundaki arzu ve teşebbüslerinin sûret ve derecâtı ara sıra elsine-i matbû‘âtda 165 sermâye-i makâlât olmakdan ve neşve-i zaferle pek ziyâde tevsi‘-i âmâl ettiği müstağni-i arz olan Japonya′nın müşevveş hâli Japonya′ya karîb ve münâsib müstemlekâtı bulunan devletleri de derecât-ı mütevâfitede düşündürmekden hâlî kalmadığı gibi Japonya′nın kabûl-i islâmiyet edeceği yolundaki işâ‘ât-ı ma‘lûmenin de İngiltere idâresinden hoşnûd olmayan Hind Müslümanları Japonlar′dan istifâde emeline düşürmüş ve Japon′un teşvîkât ve teşci‘âtı bu emeli takviye etmiş olması pek melhûzdur Afganistan emirinin peder ve ecdâdından hiç biri Hindistan′a gitmediği ve bu seyâhat hilâf-ı zâhir olarak İngilterece hoşa gitmeyeceği bedîhî bulunduğu hâlde Emir Habibullah′ın şu sırada Hindistan′a azîmeti bi′t-tabi‘i câlib-i dikkat olduğu misillü öteden beri Rusya ve İngiltere nüfûzları rekâbetine tesâdümgâh olan Afganistan′ı kendüsüne celb etmek içün matbû‘âtın ibzâl-i mesâ‘i ve masârifden geri durmadığı gibi emirin Hindistan′a gelmesinden aslâ memnûn olmadığı hâlde zâhiren ibrâz-ı hüsn-i kabûl içün kral tarafından iltifatlı telgrafnâmeler keşîde edilmesi ve mûmâ-ileyhimâ Japonyalıların Japonya′dan aldıkları bir telgraf üzerine Afganistan Emiri Hindistan′da iken oraya azîmete şitâb etmeleri tesâdüfe haml olunabilecek ahvâlden olmadığı ve her hâlde mekâsıd-ı siyâsiyeden berî addolunamayacağı ma‘rûzdur efendim. Fî 19 Şubat sene 322 Bağdad Valisi Hazım Y.MTV 295 84 1325.M.19 166 167 EK 3a Bâb-ı Âlî Tercüme Odası numro Mütercim Refet fî 20 Mart sene 1307 Musahhih fî sene 1307 Hükümet-i seniyyenin Basra Körfezinde el-Katar sevâhilinde kâin “Zevira” “Adid” nâm mahallere tesis etmek tasavvurunda bulunduğu asker karakollarına dâir fî 9 Kanun-i Evvel sene 90. Hâriciye nezâretine fî 22 Mart sene 91 tarihiyle İngiliz sefâretinden vârid olan takrîrin tercümesidir. Sefâret fı 9 Kanun-i evvel sene 90 tarihiyle bâb-ı âliye irsâl eylediği takrîr-i şifâhîde hükümet-i seniyyenin Basra Körfezi dâhilinde el-Katar sevâhilinde kâin Zevira ve Adid′de ba‘zı askeri karakolları tesis etmek tasavvurunda bulunduğuna dâir İngiltere hükümetine ita olunan malumatın muvafık-ı sıhhat ve adem-i sıhhatini sual etmiş idi hadi sefâretin fi 9 Kanun-i evvel sene 90 tarihiyle bâb-ı âliye irsâl ettiği takrir-i mezkura cevab verilmediğinden bu kere hükümet-i metbuamdan aldığım talimata imtisâlen şurasını iş‘âr ederim ki İngiltere devleti havadis-i mezkurenin ve esas olduğu ümidindedir zira hükümet-i müşarun-ileyha reisi “ Martim Tori” senedine imza vaz‘ edenlerden biri “Ebu Tabi” nazarıyla bakıldığı bir nokta-i askeriyenin hükümet-i seniyye tarafından işgaline muvafakat edemeyecekdir beyân-ı hâl T.K. HRTO. D.N. 264 G.N. 70 168 169 EK 4a Basra Vilayet-i Celilesine Vilayet-i Celileleri dahilide Uhara Kasabasında Fransız rahibleri tarafından inşasına ruhsat azası istida olunan kilsanın inşasının sırf nezaretle kasaba-i mezkurede Ducle nehri kenarında muharerü’l-hudud bir arsa üzerine küçük bir mabed inşasına müsaade olunması Fransız sefaretine verilen takrirde dermeyan kılındığından bahisle istikar-ı muameleyi mütezemmin Hariciye Nezareti’nde bais-i tezkere takmile meclis-i mahus-ı vekalede lede’l-hıtame izahat vakaya nazaran mahalle-i mezkurede öyle bir mabed inşası mahzurdan salim olmayacağından iktizai hal bade kararlaştırılmak üzere evvel emirde imarede … oldukları Bağdat vilayetinden bildirilen Ermeni Katolikleri meskun bulundukları mahallerin kasabaya karib olub olmadığının ve bunlar oralara nereden ve ne vakit gelib iskan etmiş olduklarının ve mikdar nüfusun tahkikiyle hasıl olacak neticeni n ol babadaki mütalaa-i celilenin bi’l-itiraf müvazzahan işarı için savb-ı ali-i asıfanelerine tebligat icrası tezkir olduğu beyan-ı alisiyle icra-i icabı ba-tezkere-i samiye emir ve işar buyrulmuş olmakla bermuceb-i kara icra-i tahkikat mükemmele ve mukteziye ile tahassül idecek neticenin ilave-i mütalaa-i düsturlarıyla birer izahen verilen beyan ve izbarına himem-i vilayet-penahileri derkar buyrulmak babında. DH.MKT/1600/34/1306.c.29 170 171 EK 5a Yıldız Saray-ı Hümâyûnu Tercüme Kuveyt’e gelen yabancılar, bir taraftan harp gemileri ile sahilde tahkimatlar inşa ederken, diğer taraftan aşiretleri birbirlerine karşı kışkırtmaktadır. Abdurrahman Faysal’a Kuveyt’i vererek, Osmanlı’ya karşı kendisini kumandan tayin etmişlerdir. Abdurrahman’ın oğlu Abdülaziz ise köyleri ve aşiretleri silahlandırmak suretiyle fitne yaymaktadır. Osmanlı’ya taraftar olanlar, gazetelere verilen yazılarla tehdit edilmektedir. Basra’daki İngiliz konsolosunun, gerekli olan kuvvet ve sâir şeylerin verilmesi için Mısır’daki İngiliz konsolosuna müracaat ettiği zannolunmaktadır. İngiliz konsolosu, Emir Abdülaziz Er-reşîd’e de mektup yazıp cevap istemiştir; fakat söz konusu kişi cevap yazmamıştır. Mübarek Sabah ve İbn-i Suud önemli kişiler değillerse de, onları destekleyen devlet (İngiltere) kuvvetlidir. Aşiretlere gelince, bunlar asla müsterih değillerdir. Bu hâlin düzelmesi için mezkûr bölgeye devlete sâdık, güvenilir memurlar gönderilmesi ve fesat çıkaran emirlerle görüşülmesi tavsiye olunur. Nasır Y.PRK.BŞK 74 18 1322 172 EK 6 329 329 iranian.com. 1 Haziran 2010, 17.57 173 EK 7 330 EK 8 330 uyurgezer.net 1 Haziran 2010, 17.59 174 331 EK 9 331 noodletools.com. 1 Haziran 2010, 18.04 175 332 332 iranshenakht.blospot.com 1 Haziran 2010, 18.34 176 ÖZET Gülsenem GÜNDÜZ Osmanlı Belgelerinde Osmanlı Devletinin Basra Politikası (1878-1907) Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2010 Basra, Bağdat’ın 420 km güneydoğusunda, Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği noktanın 50 km güneydoğusunda yer alır. Basra, 4 sancağa ayrılmıştır. Bunlar; 1. Basra, 2. Müntefik, 3. Amara, 4. Necid’tir. Osmanlının Basra’da politikası Mitat Paşa dönemiyle birlikte ön plana çıkmış ve buranın stratejik olarak önemi artmıştır. İngiltere’nin yayılmak ve egemen olmak istediği Basra ve Kızıldeniz coğrafyasında kendisine nüguz alanları oluşturmakla işe başladı. Abdülhamit’in Almanya’yı seçmesinin nedeni iç ve dış politikada hareket alanının sınırlanmış olmasıydı. İngiltere, Hint Okyanusu, Basra Körfezi’ne ulaşan deniz ticaretini kontrol altına almak için 19. yüzyılın 2. yarısından itibaren Ortadoğuda nüfuz alanları oluşturmaya ve Arap Yarımadasının Osmanlı sınırları dışındaki güney kıyılarına yerleşmeye başladı. 1877 1878 Osmanlı Rus savaşı sonrası Osmanlı İngiltere ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuştur. İngiltere’nin Hayfa-Şam, Mısır-Basra demiryolu yapımı gibi projeleri olmuş ancak 2. Abdülhamit İngiltere Ortadoğuda nüfuzunu arttırmasını istemediğinden buna izin vermemiştir. Osmanlı Devleti, 1534’de kendisine direniş göstermeden isteği doğrultusunda bağlanan ve bunu 1538’de resmileştirerek devam ettiren Basra’nın hakimiyetini 1555’de Amasya muahedesi ile İran’a da resmen kabul ettimişti. Bu tarihlerden itibaren Basra coğrafyasında sürekli bir ilerleme ve bölgede teşkilatlandırma içerisine giren Osmanlı Devleti özellikle kıyı bölgelerinde tersaneler yaptırarak bölgenin Portekizlilere karşı korunmasını sağlamak istemiştir. Böylece Hint Okyanusuna açılma yönündeki Portekiz tehdidi kalkacağı gibi bölgenin ticari olarak kalkınması da sağlanacaktı. 177 ABSTRACT Gülsenem GÜNDÜZ Documentation of The Otoman State Otoman Basra Policy (1878-1907) Gazi University Institute of Social Sciences, Ankara 2010 Basra is situated 420 km southeast of Baghdad and 50 km southeast of the conjunction of Tigris and Euphrates Rivers. Basra was divided into four sanjaks. These were Basra, Muntefik, Amara and Necid sanjaks. The policy of the Ottoman Empire on Basra became forward with the Mithat Pasha period and the strategic importance of this region increased. The desire of the Great Britain on spanning and becoming sovereign started with by constructing power and influence regions at Basra and Red Sea areas. The reason of Abdulhamid’s preference on Germany was due to the restrictions of his movement space left for the interior and exterior policies. To take the control of the sea trade routes from Indian Ocean to Persian Gulf, Great Britain from the second half of the nineteenth century began to construct power and influence regions and settle down at the coasts of Arab Peninsula which were beyond the boundaries of the Ottoman Empire. After the 1877-78 Ottoman-Russian war, a turning point was occurred at the relations between the Ottoman Empire and the Great Britain. The Great Britain had projects such as constructing the Hayfa-Damascus and Egypt-Basra railways, but II. Abdulhamid didn’t allow this due to not wishing the increase in the Great Britain’s power and influence on the Middle East. Basra without any resistance and with their own wishes accepted the sovereignty the Ottoman Empire at 1934 and continued this by making this situation formal at 1938. The Ottoman Empire also made Iran accept the sovereignty of Basra with the Amasya Treaty at 1555. From this time, the Ottoman Empire had efforts on continuous improvements at Basra and organizing at the region. The Ottoman Empire wanted to protect the area against Portuguese, especially by constructing shipyards at the coast regions. With doing so, the threat of Portuguese’s span to Indian Ocean would get rid of and the commercial development of the region would be provided.