İslam Felsefesi Hazırlayan: Doç.Dr. Celal BÜYÜK 1 İslam düşüncesi veya İslam felsefesi kavramından ne anlıyorsunuz? 2 «İslam felsefesi» ya da «İslam'da felsefe» deyimleri kullanılınca hemen İslam'ın felsefesi ya da İslam'da felsefe var mıdır? şeklinde soru formu içinde bir itirazla karşılaşıyoruz. 3 İslam'da felsefeyi ya da İslam felsefesini ret, kaynağını din-felsefe ilişkisinde bulmaktadır. Düşünce tarihi boyunca bu ilişki kurulur ya da çözülürken, biri diğerine irca ya da birini bertaraf, diğerini yüceltme yoluna gidilmiştir. Bu ise düşünceyi büyük ölçüde alternatiflerinden soymak, varlık alanlarının bazılarını ön plana, bazılarını da parantez içine almak ve peşin yargılardan kalkmak demektir. Bu düşünme hayatının canlılığını öldürmek, düşünmeyi varlığı kavrayacak şekilde çok yönlü olmaktan mahrum etmektir. 4 Çünkü felsefe ve din arasında birini diğerine irca etmeye karşı bir mukavemet olduğu müddetçe fikir hayatı canlılığını muhafaza etmiştir... Aksi takdirde meseleye halledilmiş gözüyle bakılacağından fikir hayatındaki canlılık kaybediImiş olur. Artık kapalı ve statik bir fikir binası karşısında bulunuyoruz demektir. Böyle bir sistemden yaratıcılık beklenemez. O haliyle tekrarlayıcı kalmaya mahkumdur. 5 İslam kültüründe de tercih edilen “Felsefe” kelimesi Arapça “falsafa” kelimesinden gelmektedir. Daha doğrusu “falsafa” Yunanca “filosofia”nın Arapça’ya uyarlanmış şeklidir. 6 İslam dünyasında filozoflar kendilerine felasife veya hükema şeklinde atıfta bulunmaktaydılar. Onlara göre felsefe, insanlığın ortaya çıkışından itibaren devam eden bir tür hakikat araştırmasıydı ve onlar da hakikatin peşinden koşan öğrencilerdi. 7 İslâm filozofları da kendilerinden önceki düşünürler gibi, felsefeyi değişik şekillerde tanımlamışlardır: İlk İslâm filozofu olarak kabul edilen Kindi’ye göre: “Felsefe, insanın kendini tanımasıdır.” “Felsefe, sanatların sanatı ve hikmetlerin hikmetidir.” “Felsefe, insanın gücü yettiği ölçüde külli-ebedi şeylerin hakikatlerini, mahiyetlerini ve sebeplerini bilmesidir.” 8 Ebu Bekir Razi ise felsefeyi “insanın gücü yettiği oranda Tanrıya benzeme” çabası olarak değerlendirir. Farâbî de felsefeyi şöyle tarif etmiştir: “var olmaları bakımından varlıkları bilmektir.” Felsefeyle ilgili yapılan bütün tanımlar dikkate alındığında şu şekilde meşhur olmuş “altı tarif” diye bilinen tanımlar ortaya çıkarılmıştır. Bunlar: 1-Etimolojik tarif: “Felsefe hikmet sevgisidir.” 2-Yakın konusuna göre tarif: “Felsefe, varlıkları olduğu gibi bilmektir.” 3-Uzak konusuna göre tarif: “Felsefe, ilahi ve insani işlerin işidir.” Bu üç tarif Fisagor’a aittir. 9 4-Yakın gayesine ve fiiline göre tarif: “Felsefe, ölüme bir hazırlıktır.” 5-Uzak gayesine ve fiiline göre tarif: “Felsefe, insanın mümkün olduğu kadar kendisini Tanrı’ya benzetmesidir.” Bu iki tarif Eflatun’a aittir. 6-Yüceliğine göre tarif: “Felsefe, sanatların sanatı ve ilmidir.” Bu tarifte Aristo’ya aittir. Müslüman filozoflar yukarıda ifade edildiği gibi bu tariflerle yetinmeyerek kendilerine has orijinal tarifler yapmışlardır. 10 İslâm Felsefesi Nedir? “İslâm” her şeyden önce bir din olup değişmez inanç ve prensipler üzerine kurulmuştur. İslâm bir dini yaşam biçimi oluşturduğu gibi, bir kültür ve medeniyet de oluşturmuştur. Bunun için, bir dinin adı olduğu kadar, kendi sistemi etrafında oluşan bir toplumun, bir uygarlığın ve bir medeniyetin de adıdır. Yaşam bilgeliği, evrensel değerlerin bilimi olan “felsefe”; var olan şeylerle ilgili olarak akla dayanan bir açıklama sağlar. Bilimlerin ayrı ayrı ele aldığı olgu sınıflarının tümünü birden açıklayan en genel ilkelere ulaşmaya çalışır. Bu anlamda felsefe, varlığın ilk ilkelerinin bilimidir. 11 “İslam” ve “felsefe” kavramlarının birleşmesinden meydana gelen “İslâm felsefesi”, tıpkı “İlkçağ felsefesi”, “Yeniçağ felsefesi”, “Yunan felsefesi”, “Helenistik felsefesi”, Hint felsefesi” “Budist felsefe” gibi bir isimlendirmedir. Bu terimlerdeki “felsefe” neyi ifade ediyorsa İslâm felsefesindeki felsefe de aynı şeyi ifade eder. 12 Yoksa “İslam” kelimesi bir dinin özel bir adı olarak İslâm dininin felsefesi anlamında kullanılmamıştır. Çünkü İslâm Felsefesi terimi ile anlatılmak istenen İslam’ın felsefesi değildir. Burada ki “İslâm” kelimesi sıfat olarak kullanılmış ve bu felsefenin kime ait olduğunu belirtmek içindir. İslam felsefesi terimindeki “İslam” kelimesi bu dine bağlı bulunan insanların oluşturduğu medeniyeti ifade etmektedir. 13 Bu medeniyet de Müslümanların, İslam dinine bağlı kalarak veya ondan ilham alarak meydana getirdikleri medeniyeti ifade eder. Bu haliyle de terim; “İslam medeniyetinin felsefesi” anlamına gelir. Dolayısıyla İslâm felsefesi tabirindeki “İslâm” kelimesi İslâm diniyle eş anlamlı olarak kullanılmamıştır. Buradaki “İslâm” kelimesi daha önce de ifade etmiş olduğumuz gibi bir aidiyet bildirmektedir. Dolayısıyla da bu felsefenin kime ve neye ait olduğunu belirtmektedir. 14 “İslam felsefesi” terimi, 19. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlamış ve giderek yaygınlaşmıştır. Daha önceleri bu felsefeye, genel felsefe tarihleri içinde “Müslüman filozoflar ve felsefeleri” başlığı ile yer verilirdi. Buna ilaveten İslam felsefesi ifadesi için “Arap Felsefesi”, “İslâm’da felsefe” ve “Müslüman felsefesi” tabirleri de kullanılmıştır. 15 İslâm felsefesi: İslâm kültür ve medeniyetinin hâkim olduğu coğrafyada gelişen felsefi düşüncelerin tamamına verilen addır. 16 Bu tanımı, 8. ve 16. yy arasına sıkıştıran tanımlar vardır. Yani “8. yy. ile 16. yy arasında İslâm kültür ve medeniyetinin hâkim olduğu coğrafyada gelişen felsefi düşüncelerin tamamına İslâm felsefesi denir.” şeklinde tanımlara rastlanır. Ancak bu felsefe hareketini 16. yyda sonlandırmak doğru değildir. Nitekim bu felsefe sürecinde bazen yavaşlamalar olsa da hiçbir zaman durmayıp günümüze kadar gelmiş ve devam etmektedir. 17 Ayrıca İslâm felsefesi, “Müslüman filozofların ortaya koydukları felsefî düşünce” olarak da tanımlanır. Ancak bu tanımda, kimin Müslüman olduğuna kimin karar vereceği problemi vardır. Zira tarihte pek çok filozof ve mütefekkir birbirini eleştirip, küfürle bile itham etmiştir. Dolayısıyla bu küfre düşen filozofların yaptığı felsefe İslam felsefesi sayılmayabilir. Ayrıca İslâm kültür ve medeniyetinin hâkimiyeti altında yetişip felsefe yapan fakat Müslüman olmayan bazı filozoflarımız vardır. Bu tanım bu filozofları dışarıda bırakacağından dolayı eksik sayılabilir. 18 İslam felsefesine “Arap Felsefesi” denilmesinin daha doğru olacağını düşünenler de vardır. Arap Felsefesi teriminin kullanılması gerektiğini söyleyenlerin başında J. Schacht, M. Wilget ve Taha Hüseyin gibi isimler gelmektedir. Bunların bu terimin daha doğru olacağı konusunda iki neden ileri sürmüşlerdir: Birincisi, felsefî metinlerin Arapça yazılmış olması, İkincisi ise, Arap milliyetçiliğidir. Milliyetçilik duygusuyla böyle bir tespitin yapılması geçerli bir neden değildir. Eğer bu ilke ile konuya yaklaşılırsa, bu felsefeye katkı veren her millet bu hakkı kendinde görebilir. Nitekim İslâm Felsefesi Süryani, Arap, Türk, Berberi, Farisi ve daha başka filozofların da etkin olarak katıldıkları bir felsefe hareketidir. “Arap Felsefesi” tabirini kullananlara göre metinlerin Arapça yazılmış olması o kadar önemli değildir. Çünkü eserlerini Arap diliyle yazanların bir kısmı Arap ırkından değildir. 19 Dolayısıyla da “Arap Felsefesi” olarak isimlendirmek tutarlı olmayacaktır. Bu durumda en uygun ve kapsayıcı tabir “İslâm Felsefesi” olmalıdır. Felsefeyi yapanların Arap, Türk ve İran’lı olması ve dil olarak Arapça, Türkçe ve Farsça’nın kullanılması da belirleyici olamaz. Bunların hepsini içine alan buradaki “İslâm” kelimesi en kapsamlı kullanımı vermektedir. Hem İslâm felsefesini herhangi bir ırka isnat etmek yanlış bir hareket tarzıdır. Çünkü o, Türklerin, Arapların, İranlıların, Endülüslülerin ve daha başkalarının faal olarak katkıda bulundukları anonim bir üründür. 20 İslam'da felsefenin olmadığını savunanlar, İslam'da felsefe yoktur, tefsir vardır, tevil vardır, yorum vardır, bunların da olmadığı yerde susmak vardır, diyorlar. Ve " ... Kur'anda yaş ve kuru her şey vardır .... " ayetine yanlış anlam vererek Kur'an'da her şeyin bilgisinin Allah tarafından hazır olarak verildiğini öne sürerler. 21 Oysa ayet, her şeyin Allah'ın bilgisi dahilinde olup bittiğini ve bunun da bir kitapta yazılı imiş gibi açık olduğunu bildirir. Bu yanlış anlayıştan zorunlu olarak Kur'an-ı Kerim ve hadislerde, var-olan şeyler hakkında ya da aynı anlama gelmek şartıyla varlık hakkında her şeyin söylenmiş olduğu, felsefe ya da başka bir ad altında yeni araştırmalara girişmenin gereksizliğine inanmaktır. 22 Halbuki Kur'an-ı Kerim her şeyin bilgisini tüketici olarak vermemiş, insanın kendi imkanları ile ulaşamayacağı şeylerin bilgisi yanında bir görüş getirmiştir. Bu da varolan şeylere ve araştırmaya açık olmaktır. Bunun anlamı şudur: Allah insanı bilgi aktları ve kabiliyetleri ile donatmıştır, varolan şeyleri de karşısına koymuş, bilgi elde etmeyi vazife olarak ona yüklemiş ve mutluluğunu ve hayattaki başarısını en geniş anlamı ile bilgisine bağlamıştır. 23 Çünkü Kur'an'da bilmenin, bilgi elde etmenin bir vazife olduğu emredilmiş, fakat bilme denince neyi bilme, neyin bilgisini elde etme olduğu belirtilmemiştir. Yine bu tutum ve görüş en açık bir şekilde Allah'ın Resulü'ne ilk hitabı olan "OKU!" emrinde görülür. Allah oku derken okumaya kendi adıyla başlamasını belirtmiş fakat neyin okunacağını belirtmemiştir. Bunun anlamı, senin için bilgi kaynağı olabilecek her şeyi oku, demektir. 24 İşte böyle bir tutum ve görüşü getirmiş olan Kur'an ve dolayısıyla İslam, ilme, araştırmaya, ilim ve araştırma demek olan felsefeye asla karşı olmamış, üstelik bunu emretmiş, bunu insanın vazifesi ve mevcudiyet şartı olarak görmüştür. 25