T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI İKTİSAT BİLİM DALI TÜRKİYE’DE EKONOMİK BÜYÜME (1968-2005): SOLOW BÜYÜME MUHASEBESİ VE REGRESYON MODELİ DOKTORA TEZİ Hazırlayan Necati Aydın Tez Danışmanı Prof.Dr. Kemal Çakman Ankara-2008 ii İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER......................................................................................İİ TABLOLAR ..................................................................................... Vİ ŞEKİLLER........................................................................................ Vİ GİRİŞ ................................................................................................ 1 1.1. Araştırmanın Kapsamı ve Amaçları ..................................................... 3 1.2. Araştırma Soruları ................................................................................. 6 1.3. Araştırmanın Sınırlılıkları ..................................................................... 8 BİRİNCİ BÖLÜM BAŞLICA EKONOMİK BÜYÜME TEORİLERİ 1.1. Öncül Ekonomik Büyüme Teorileri.................................................... 10 1.2. Birinci Dalga: Harrod-Domar Büyüme Modeli ................................. 14 1.3. İkinci Dalga: Neoklasik Büyüme Modeli ............................................ 17 1.4. Üçüncü Dalga: İçsel Büyüme Modelleri ............................................. 22 1.5. Neoklasik ve İçsel Büyüme Modellerinin Karşılaştırılması .............. 28 1.6. Dördüncü Dalga: Büyümenin Yaklaşık ve Temel Belirleyecilerini Araştıran Büyüme Modelleri ....................................................................................... 31 iii 1.7. Beşinci Dalga: Uzun Dönem Ekonomik Büyümeyi Tarihsel Boyutuyla Bütüncül Olarak İrdeleyen Büyüme Modelleri ...................................... 40 İKİNCİ BÖLÜM EKONOMİK BÜYÜME İLE İLGİLİ AMPİRİK ÇALIŞMALAR 2.1. Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerle İlgili Çalışmalar .................. 43 2.2. Türkiye İle İlgili Çalışmalar ................................................................ 51 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKIYE’NİN EKONOMİK BÜYÜMESİNE KISA BİR BAKIŞ 3.1. İthal İkameci Politika Dönemi (1968-1980) ....................................... 73 3.2. Liberal Dış Ticaret Politikası Dönemi(1980 ve sonrası) ................... 85 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM SOLOW BÜYÜME MUHASEBESİ MODELİ 4.1. Neden Büyüme Muhasebesi Modeli? .................................................. 99 4.2. Basit (Klasik) Solow Büyüme Modeli ............................................... 100 4.3. Genişletilmiş Solow Büyüme Modeli ................................................ 103 4.4. Solow Büyüme Modelinin Ekonomik Büyümeyi Açıklayıcı Gücü. 105 iv BEŞİNCİ BÖLÜM SOLOW BÜYÜME MUHASEBESİ MODELİNE GÖRE EKONOMİK BÜYÜMENİN KAYNAKLARI 5.1. Üretim Faktörlerinin Gelir Payları .................................................. 109 5.2. Üretim Faktörlerinin Hesaplanmasında Kullanılan Yöntemler .... 115 5.3. Milli Gelir Hesaplarından Faktör Paylarının Tahmini .................. 116 5.4. Regresyon Analizi Yöntemi İle Faktör Paylarının Tahmini .......... 119 5.5. Sermaye Faktörünün Ekonomik Büyümeye Katkısı ...................... 127 5.6. İstihdam Artışının Ekonomik Büyümeye Katkısı ........................... 133 5.7. Eğitimin Büyümeye Katkısı ............................................................... 141 5.8. Toplam Faktör Verimliliği................................................................. 153 5.9. Toplam Faktör Verimliliği Bulgularının Önceki Çalışmalarla Karşılaştırması ............................................................................................................ 157 ALTINCI BÖLÜM REGRESYON MODELİNE GÖRE EKONOMİK BÜYÜMENİN KAYNAKLARI 6.1. Model ve Değişkenler ......................................................................... 171 6.2. Veriler ve Analiz ................................................................................. 179 6.3. Eğitimin Büyümeye Etkisini Ölçen Regresyon Modelleri .............. 182 v 6.4. Dış Ticaretin Büyümeye Etkisini Ölçen Regresyon Modelleri ....... 185 6.5. Sermaya Yatırımlarının Büyümeye Etkisini Ölçen Regresyonlar . 186 SONUÇ VE ÖNERİLER ................................................................. 189 KAYNAKÇA .................................................................................. 194 EKLER .......................................................................................... 209 ÖZET ............................................................................................ 222 ABSTRACT ................................................................................... 224 vi Tablolar Tablo 1. Net Milli Gelir İşgücü ve Sermaye Arasındaki Bölüşümü (Milyar TL).................. 122 Tablo 2. Üretim Faktörlerinin Toplam Milli Gelir İçindeki Yüzdesi ..................................... 124 Tablo 3. Beş Yıllık Dönemler İtibariyle Üretim Faktörlerinin Milli Gelir İçindeki Yüzdelik Payları .............................................................................................................................. 126 Tablo 4. Toplam Sabit Sermaye Stokundaki Artışın GSMH’ya Katkısı .............................. 132 Tablo 5. İşgücünün GSMH’nın Büyümesine Katkı Oranı (yüzde) ....................................... 139 Tablo 6. Eğitim Seviyesine Göre Ortalama Gelir .................................................................. 149 Tablo 7. Gelir-eğitim Seviyesine Göre Kümülatif Eğitim İndeksi ....................................... 151 Tablo 8. Eğitim, Sermaye, ve İşgücünün Milli Gelire Katkısı .............................................. 152 Tablo 9. Solow Büyüme Modeline Göre Toplam Faktör Verimliliği (1968-2005) ............... 154 Tablo 10. Bazı OECD Ülkelerinde Toplam Faktör Verimliliğinin Ekonomik Büyümeye Katkısı .............................................................................................................................. 158 Tablo 11. Farklı Dönemler İtibariyle TFV’nin Ekonomik Büyümeye Katkısıyla İlgili Çalışmaların Bulguları .................................................................................................. 160 Tablo 12. Farklı Eğitim Değişkeniyle Büyüme Regresyonu Sonucu .................................. 184 Tablo 13. Dış Ticaretin Ekonomik Büyümeye Etkisini Ölçen Modeller .............................. 186 Tablo 14. Sermaye Yatırımlarının Büyümeye Etkisini Ölçen Modelin Değişken Katsayıları .......................................................................................................................................... 187 Şekiller Şekil 1. Araştırma Soruları ve Yöntemi ..................................................................................... 7 Şekil 2. Neoklasik ve İçsel Büyüme Modellerinin Karşılaştırılması ...................................... 29 Şekil 3. GSMH Büyüme Oranları (1963-1980) ......................................................................... 74 Şekil 4. Türk Ekonomisinin Sektörel Dağılımındaki Değişim (1968-1980) ........................... 76 Şekil 5. Sektörel Büyüme Hızları ve GSMH (1968-1980) ........................................................ 77 vii Şekil 6. Kamu ve Özel Sektör Sabit Sermaye Yatırımlarının GSMH İçindeki Yüzdesi (19681980) ................................................................................................................................... 78 Şekil 7. İthalat ve İhracatın GSMH Oranı (1968-1980) ............................................................ 80 Şekil 8. Toptan Eşya Fiyat İndeksine Göre Enflasyon Oranları (1968-1980) ....................... 82 Şekil 9. GSMH'daki Yüzde Değişim (1981-2005) ..................................................................... 88 Şekil 10. Toplam İhracat ve İthalat Miktarı (1980-2005) ......................................................... 89 Şekil 11. İhracat ve İthalatın GSMH'ya Oranı (1981-2005) ..................................................... 90 Şekil 12. Kamu ve Özel Sabit Sermaye Yatırımlarınin GSMH İçindeki Oranı (1968-2005) .. 91 Şekil 13. Toptan Eşya Fiyat İndeksine Göre Enflasyon Oranları(1980-2005) ...................... 94 Şekil 14. İç ve Dış Faiz Ödemelerinin Bütçe Harcamaları İçindeki Payı (1980-2005) .......... 97 Şekil 15. Basit ve Genişletilmiş Solow Modellerinin Karşılaştırılması ............................... 104 Şekil 16. Büyüme Muhasebesi Yöntemi ................................................................................ 120 Şekil 17.Üretim Faktörlerinin Milli Gelir Paylarındaki Değişim (1968-2005) ...................... 127 Şekil 18. Toplam Sabit Sermaye Yatırımları (1968-2005) ..................................................... 129 Şekil 19. Toplam Sabit Sermaye Stoku Artışı (1968-2005) .................................................. 131 Şekil 20. Toplam Sabit Sermaye Stokundaki Artışının Büyümeye Katkısı ........................ 133 Şekil 21. Toplam Nüfus, Faal Nüfus ve Toplam İstihdam’daki Değişme ........................... 135 Şekil 22. İstihdamın Sektörel Dağılımı (1968-2005) .............................................................. 136 Şekil 23. Tüm Sektörlerde İktisaden Faal Olanların Cinsiyete Göre Yüzde Dağılımı ........ 137 Şekil 24. Kadınların Tarım, İmalat ve Hizmetler Sektöründeki İstihdam Oranı ................. 138 Şekil 25. İşgücünün GSMH Büyümesine Katkısı .................................................................. 140 Şekil 26. Çalışanların Eğitim Seviyelerine Göre Yüzde Dağılım (1970-2005) .................... 147 Şekil 27. Çalışanların Ortalama Eğitim Yılı (1968-2002) ....................................................... 148 Şekil 28. Eğitim Seviyesine Göre Gelir İndeksinin Değişimi ............................................... 150 Şekil 29. Eğitimin Ekonomik Büyümeye Katkısı .................................................................. 153 Şekil 31. Basit Solow Büyüme Modeline Göre TFV ve GSMH Artışı (1968-2005) ............. 156 viii Şekil 32. Basit ve Genişletilmiş Solow Büyüme Modeline Göre TFV (1968-2005) ............ 157 Şekil 32. Chenery’nin Bulgularıyla Karşılaştırmalı Olarak TFV’nin Ekonomik Büyümeye Katkısı (1968-1975)* ........................................................................................................ 161 Şekil 33. Uygur’un Bulgularıyla Karşılaştırmalı Olarak TFV’nin Ekonomik Büyümeye Katkısı (1968-1988)* ........................................................................................................ 163 Şekil 34. Saygılı ve Diğerleri’nin (2001) Bulgularıyla Karşılaştırmalı TFV’nin Ekonomik Büyümeye Katkısı (1972-2000) ...................................................................................... 165 Şekil 35. Saygılı ve Diğerleri’nin (2005) Bulgularıyla Karşılaştırmalı TFV’nin Ekonomik Büyümeye Katkısı (1972-2005) ...................................................................................... 166 GİRİŞ Ekonomik sistemlerin temel amacı olan bireylerin refah seviyesini yükseltmek; fizikî ve beĢerî sermaye birikimi sağlamak ve üretim faktörlerinin üretkenliklerini artırmakla mümkün olur. Her ekonominin temel hedeflerinden biri, fiziki sermaye, beĢeri sermaye, vasıfsız iĢgücü, ve doğal kaynakları en etkin bir Ģekilde kullanarak toplam üretim miktarını artırmaktır. BaĢka bir deyiĢle, üretilen nihai mal ve hizmetlerin piyasa değerlerinin toplamı olan gayrı safi milli hasıla miktarını reel olarak yükseltmektir. Ekonomik büyüme olarak ifade edilen bu artıĢ, üretim faktörlerindeki artıĢ ve/veya bilgi artıĢıyla bu faktörlerin daha etkin kullanılmasıyla (teknolojik geliĢmeyle) mümkün olabilir. Ekonomik büyüme her ekonomi için birincil hedefler arasında yer aldığından, iktisat yazınında ençok araĢtırılan konuların baĢında gelir. Bu konuda sayısız makaleler yazılmıĢ ve birçok modeller geliĢtirilmiĢtir. Yapılan bu çalıĢmaların bir amacı büyümenin kaynaklarını belirleyerek, doğru ekonomik politikalar konusunda aydınlatıcı fikirler üretmektir. Türkiye gibi sahip olduğu kaynakları etkin olarak değerlendirememiĢ ülkeler için ekonomik büyüme ile ilgili çalıĢmalar daha büyük bir önem taĢır. Bütün ülkeler için ve özellikle geliĢmekte olan ülkeler (GOÜ‟ler) için makro hedeflerin baĢında yer almasına rağmen, pozitif ve sürdürülebilir bir ekonomik büyüme seviyesine ulaĢmak çok da kolay değil. Bu hedefe ulaĢılması için üretim faktörlerini niteliksel ve niceliksel olarak artırmak ve bu faktörlerin etkin kullanımını sağlayarak toplam faktör verimlilliğini yükseltmek gerekir. Ġkincisi: bazı koĢulların gerçekleĢmesine bağlıdır. Bunun için iĢgücü ve sermaye verimliliğini artıracak yatırımlar yapmak gerekir. Örneğin, eğitim, sağlık ve araĢtırma ile geliĢtirme gibi yatırım harcamalarını artırarak iĢgücünün daha verimli çalıĢması sağlandığında, iĢgücü ve sermaye verimliliği de artar. Neoklasik büyüme modellerine öncülük yapan ve günümüze değin iktisat yazınında kullanılagelen Solow büyüme modeli, ekonomik büyümeyle ilgili 2 ampirik çalıĢmalarda sık kullanılan modeldir. Solow modeli kullanılarak geliĢmiĢ ve GOÜ‟ler arasında bir yakınsama olup olmadığını araĢtırmak için birçok çalıĢma yapılmıĢtır. Ancak, Solow büyüme modelinin “ekonomik büyüme, üretim faktörleri ve toplam faktör verimliliği tarafından belirlenir” öngürüsüyle ilgili, nispeten daha az ampirik çalıĢma yapıldı. Solow‟un büyüme modelini ABD ekonomisi için yaptığı birkaç ampirik çalıĢmada kullanan Denison(1974), toplam üretimdeki artıĢın üretim faktörlerindeki artıĢtan daha fazla olduğunu bulmuĢtur. Örneğin, Denison, 1948-1973 yıllarını kapsayan çalıĢmasında, üretim faktörlerindeki yüzde 2.2 oranında bir artıĢa rağmen, Amerika BirleĢik Devletleri‟nin ulusal gelirinin yıllık yüzde 3.87 oranında artmıĢ olduğunu hesaplamıĢtır. Denison, aradaki farkın teknolojik geliĢmeye bağlı toplam faktör verimliliğinden kaynaklandığını iddia eder. Üretim faktörlerindeki artıĢla açıklanamayan bu kısma “artık” (residual) denilmektedir. Jorgenson ve Griliches (1967) ise, ABD ekonomisi için yaptıkları, 1945-1965 yıllarını kapsayan, ampirik çalıĢmasında, toplam faktör üretkenliği olarak adlandırılan ekonomik “artığın” sanılandan çok daha düĢük olduğunu bulmuĢtur. Adı geçen yazarlar, üretim faktörlerindeki artıĢ doğru olarak ölçüldüğünde, ekonomik büyümeyi önemli oranda açıkladığını iddia ederler. Sözkonusu çalıĢmaya göre, daha önceleri artığın yüksek hesaplanması, üretim faktörlerinin veya toplam üretim miktarının yanlıĢ ölçülmesinden kaynaklanmıĢtır. Denison‟un geliĢtirdiği, Solow büyüme modelinin muhasebe yöntemiyle sınanması, daha sonraları, geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan birçok ülkeyle ilgili çalıĢmalarda kullanılmıĢtır. Örneğin, Young (1995), “büyüme muhasebesi” (growth accounting) modelini kullanarak, Uzakdoğu ülkelerindeki yüksek büyümenin üretim faktörlerindeki yüksek artıĢtan kaynaklandığını ortaya çıkarmıĢtır. Bu çalıĢmanın sonucuna göre, “Asya mucizesi” toplam üretkenlikteki artıĢtan değil, üretim faktörlerindeki artıĢtan 3 kaynaklandı. Kısacası, Young, Asya mucizesinin neoklasik büyüme modelleriyle açıklanabileceğini gösterir. Bu araĢtırmayla, 1968‟ten beri Türkiye‟nin ekonomik büyümesine katkısı olan değiĢkenler tesbit edilecektir. Türkiye‟nin gelecekte geliĢmiĢ ülkeler(GÜ‟ler) arasında yer alabilmesi, büyük ölçüde ekonomik büyümesine bağlı olduğundan, ekonomik büyümeyi sağlayan değiĢkenlerin anlaĢılması ve buna göre ekonomik politikaların belirlenmesi önemlidir. Bu çalıĢmada, ekonomik büyümeye hangi üretim faktörünün daha yüksek katkıda bulunduğu araĢtırılacaktır. Elde edilen bulguların, büyüme literatürüne katkı dıĢında, Türkiye‟de ekonomik politikaların Ģekillenmesine pratik katkıda bulunması umulabilir. 1.1. Araştırmanın Kapsamı ve Amaçları Bu çalıĢmanın amacı, “büyüme muhasebesi” ve “regresyon analizi” yöntemlerini kullanarak Türkiye‟nin ekonomik büyümesine kaynaklık eden değiĢkenleri araĢtırmaktır. Bu araĢtırmada, Türkiye ekonomisinin içe dönük bir politika izlediği 1968-1980 dönemi ile liberal dıĢ ticaret politikasının benimsendiği 1980-2005 dönemini kapsar. Ġçe dönük ve ithal ikameci kalkınma politikasının takip edildiği 1968 –1980 arası dönem, dıĢaçık bir ekonomik politikanın izlendiği 1980 sonrası dönemle kıyaslanacaktır. Bu çalıĢmanın amaçları birkaç noktada özetlenebilir: (1) Solow‟un büyüme teorisine dayalı olan “büyüme muhasebesi modelini” Türkiye örneğinde sınamak: Böylelikle, 1980 öncesi ve sonrası için “artık” miktarını hesaplamak ve iĢgücü, fiziki sermaye ile toplam faktör verimliliğindeki artıĢların ekonomik büyümeye ne oranda katkıda bulunduğunu anlamak mümkün olabilecektir. Aynı zamanda, ekonominin dıĢa açıldığı dönemde, içe dönük politikaların izlendiği döneme kıyasla, artık miktar, sermaye ve iĢgücünün katkısında bir değiĢiklik olup olmadığı da incelenecektir. (2) Eğitim 4 ve sağlık hizmetlerinin belirlediği beĢeri sermayenin ekonomik büyümeye katkısını araĢtırmak. Ġki dönem için, bu katkının farklı olup olmadığını bulmak. (3) Solow modelindeki “artık” miktarının belirleyicilerini “regre syon analizi” ile irdelemek. Üretim faktörleri dıĢında, regresyon modeline, bazı politika değiĢkenlerini dahil ederek, ekonomik büyüme üzerindeki etkilerini araĢtırmak. Bu çalıĢmada kullanılan, Solow‟un büyüme teorisine dayanan “büyüme muhasebesi” ve regresyon analizi metodları birbirlerini tamamlar niteliktedir. Büyüme muhasebesi modeli, büyümenin kaynaklarını, üretim faktörleriyle bağlantılı olarak açıklarken; regresyon analizi, ekonomik büyümeyi etkileyen politika değiĢkenlerinin de etkisini ölçme imkanı verir. Solow‟un geliĢtirdiği neoklasik büyüme teorisine dayalı “büyüme muhasebesi” modeli 1960‟lardan beri iktisat yazınında kullanılıyor. 1980‟lerin sonunda geliĢtirilen içsel büyüme modellerine rağmen, Solow modeline dayalı çalıĢmalar devam ediyor. Günümüzde, Amerika BirleĢik Devletleri Bütçe Dairesi, milli gelir tahmininde, bu modeli kullanıyor (Stiroh, 2000). Eksikliklerine rağmen, uzun zamandır iktisat yazınındaki ampirik çalıĢmalarda kullanılması, büyüme muhasebesi modelinin yüksek bir açıklayıcı güce sahip olduğunu gösterir. Büyüme muhasebesi modeli son derece basit bir mantığa dayanır. Üretim faktörleri birer girdi olarak, üretimin çıktısını belirlediğine göre, çıktıdaki artıĢ girdilerdeki artıĢla ilintilidir. Her bir üretim faktöründeki değiĢme ve bu faktörlerin verimliliklerindeki değiĢmenin toplamı, çıktıdaki değiĢmeye eĢit olması gerekir. GSMH‟nın gelir yöntemiyle hesaplanması da yukarıdaki açıklanan gerekçeye dayanıyor. BaĢka bir deyiĢle, herbir üretim faktörünün toplam hasıladaki payını bulup, birbirine eklediğimizde, bir ülke için toplam GSMH‟ya ulaĢırız. Bu anlamda, herbir üretim faktörünün toplam hasıladan 5 aldığı payı, o faktörün toplam faktörler içindeki yüzdesiyle çarparak, sözkonusu faktörün toplam GSMH‟ya katkısını hesaplayabiliriz. Bu tezin özgün bir tarafı, içsel büyüme modellerinin etkisiyle son yıllarda kullanılmaya baĢlanan beĢeri sermaye değiĢkenleri olan eğitim ve sağlık değiĢkenlerini Solow modeline dahil ederek, Türkiye‟nin ekonomik büyümesindeki etkileri araĢtırmak; böylelikle, basit Solow modelinin, iĢgücü ve fiziki sermayedeki niceliksel artıĢ ile açıkladığı ekonomik büyümeyi, geniĢletilmiĢ Solow modeli çerçevesinde iĢgücündeki niteliksel değiĢimi belirleyen eğitim ve sağlık hizmetlerini de dikkate alarak Türkiye örneğinde irdelemektir. Bu çalıĢma altı ana bölümden oluĢmaktadır. Birinci bölümde, baĢlıca ekonomik büyüme modelleri tartıĢılacak, Solow büyüme modeli ile içsel büyüme modelleri karĢılaĢtırılacak. Ġkinci bölümde, ekonomik büyümenin kaynaklarıyla ilgili ampirik çalıĢmalar özetlenecek. Üçüncü bölümde, dıĢa kapalı ekonomik politikanın izlendiği 1980 öncesiyle, dıĢa açık politikanın benimsendiği 1980 sonrasındaki ekonomik geliĢmeler anlatılacak. Dördüncü bölümde, basit ve geniĢletilmiĢ Solow modelleri detaylı olarak açıklanacak ve bu modellerin ekonomik büyümeyi açıklama gücüne vurgu yapılacak. BeĢinci bölümde, sermaye stoğu, eğitim indeksi, üretim faktörlerinin milli gelir payları hesaplandıktan sonra herbir üretim faktörünün ekonomik büyümeye katkısı ve toplam faktör verimliliği tahmin edilecek. Bu bölümde, 1980 öncesi ve sonrasında üretim faktörlerinin katkılarındaki farka dikkat çekilecek. Altıncı bölümde, büyüme regresyonu yöntemiyle ekonomik büyümeyi ektileyen değiĢkenler analiz edilecektir. 6 1.2. Araştırma Soruları Klasik ve geniĢletilmiĢ Solow büyüme modeline göre, fiziki sermaye artıĢı ve iĢgücündeki artıĢ Türkiye‟nin ekonomik büyümesini ne oranda etkiledi? Bu iki modelin bulguları arasında bir farklılık var mıdır? BeĢeri sermayeyi belirleyen eğitim seviyesinin ekonomik büyüme ile iliĢkisi nedir? Eğitim seviyesinin yükselmesinin ekonomik büyüme üzerinde ne derece etkisi vardır? Hangi eğitim seviyesi ekonomik büyümeyi daha çok etkiler? Yukarıdaki soruların cevapları, Türkiye‟de liberal dıĢ ticaret politikasının takip edildiği 1980 sonrası için aynı mıdır? BaĢka bir deyiĢle, 1980 öncesi ve sonrasında ekonomik büyümenin belirleyicileri açısından bir farklılık var mıdır? Ekonomik büyümenin kaynaklarının belirlenmesinde, Solow büyüme modelinin muhasebe yöntemi ve bu modele dayanan ekonometrik yöntem arasında fark var mıdır? Bu ampirik çalıĢmanın sonuçlarına dayanarak, gelecekte Türkiye‟nin ekonomik büyüme hızını artırmak için bazı politika önerileri çıkarsanabilir mi? AĢağıdaki Ģema, bu araĢtırmanın sorularını, teorik çerçevesini ve kullanacağı yöntemleri göstermektedir: 7 Şekil 1. Araştırma Soruları ve Yöntemi 8 1.3. Araştırmanın Sınırlılıkları Bu çalıĢmanın sınırlılıkları tezin dayandığı modellerden kaynaklanmaktadır. Solow büyüme muhasebesi modeli “artık” için tatmin edici bir açıklama getiremiyor. Toplam üretim faktörlerindeki verimlilik artıĢı veya teknolojik geliĢme olarak ifade edilen “artık”, modelde, dıĢsal bir değiĢkendir. Oysa, uzun dönemde yaĢanan büyümenin önemli bir kısmını, dıĢsal bir değiĢkene bağlamak, bu modeli yetersiz kılar, denilebilir. Bu sorunu aĢmak için, bu çalıĢmada geniĢletilmiĢ Solow modeli kullanılacaktır. Bu model iĢgücünün niteliksel değiĢimini, sağlık ve eğitimle temsil edilen beĢeri sermaye değiĢkenlerini kullanarak, sınırlı da olsa dikkate alır. Bu çalıĢmada baĢvurulan ikinci metot olan regresyon analizinin, kısıtlarına rağmen, büyüme muhasebesi modelini tamamlayıcı yanı vardır. Regresyon analizi, sosyal ve ekonomik değiĢkenler ile ekonomik büyüme arasındaki korelasyona bakıp büyümenin belirleyicileri konusunda bir fikir verir. Özellikle içsel büyüme modellerinin ortaya çıkıĢından sonra, regresyon analizi ile toplam faktör verimliliğinin neye bağlı olduğu konusunda birçok ampirik çalıĢma yapılagelmiĢtir. Büyüme muhasebesi modeli, sermaye ve iĢgücünün ekonomik büyüme üzerindeki katkısını tahmin için kullanılan etkin bir metot olmasına rağmen, “artık” olarak ortaya çıkan toplam faktör verimliliğinin nereden kaynaklandığı konusunda bir fikir vermez. Regresyon analizi, büyüme kaynakladığını muhasebesi açıklayamadığı modelinin toplam hesapladığı, faktör fakat verimliliğindeki nereden artıĢın kaynaklarını açıklamak için yararlı bir metot olarak görülebilir. Ancak, regresyon analizinin de, ekonometrik varsayımlarının doğasından kaynaklanan kısıtları vardır. Bu analizin en zayıf tarafı, bağımlı ve bağımsız değiĢkenler arasında iki yönlü etkileĢimin olmasıdır. BaĢka bir deyiĢle, makroekonomik değiĢkenler mi ekonomik büyümeyi belirliyor, yoksa büyüme mi makroekonomik değiĢkenleri belirliyor, yoksa dıĢarıda üçüncü bir 9 değiĢken mi ikisini de belirliyor konusuna regresyon, tam bir açıklık getiremez. Ekonomik büyümeyi belirleyen değiĢkenleri incelerken karĢılaĢılan en önemli kısıt, sözkonusu verilerin doğruluğuyla ilgilidir. Politik amaçlarla ve/veya idelolojik önyargılarla, veriler kasıtlı olarak manipüle edilebildiği gibi yetersiz alt yapıdan dolayı verilerin elde edilmesinde de hatalar görülebilir. BİRİNCİ BÖLÜM BAŞLICA EKONOMİK BÜYÜME TEORİLERİ 1.1.Öncül Ekonomik Büyüme Teorileri Ġktisatçılar ekonomik büyüme sürecini ve ekonomik büyümenin kaynaklarını anlamak için, Adam Smith‟ten günümüze değin teorik ve ampirik çalıĢmalar yapmaya devam ediyor. Klasik iktisatçılar olarak anılan Adam Smith, Thomas Malthus ve David Ricardo gibi iktisatçılar ekonomik büyümeyi sınıfsal yapıya dayanan kapitalist ideoliji varsayımları çerçevesinde açıklar. ĠĢçiler, kapitalistler ve arazi sahiblerinden (topraktan kira geliri elde edenlerden) oluĢan sınıfların iktisadi süreçteki rollerine göre Ģekillenen bir ekonomik büyüme modelinden sözederler. Klasik iktisatçılar, iĢgücü, sermaye ve ekilebilir arazinin temel üretim faktörü olduğu bir üretim fonksiyonu varsayımından hareketle ekonomik büyümeyi açıklama yoluna gider. Arz üzerinde yoğunlaĢan klasik iktisatçıların en önemli noksanlıkları talep üzerinde fazla durmamalarıdır (Barkai, 1986). Smith, Ulusların Zenginliği (Wealth of Nations) kitabının birkaç bölümünü ekonomik büyüme ile ilgili konulara ayırır. Smith‟e göre, ekonomik büyümenin iki önemli kaynağından sözedilebilir: birincisi, üretimde iĢbölümü ve uzmanlaĢmanın getirdiği üretkenlik artıĢı; ikincisi, tasarruf artıĢı ve sermaye birikiminin sağladığı ekonomik büyüme (Skaggs, 1999:483-484). ĠĢbölümü ve uzmanlaĢma verimlilik artıĢının zorunlu koĢulu ise, sermaye birikimi bu koĢulun gerçekleĢmesi için zorunlu olan baĢka bir koĢuludur. ÇalıĢanların verimlilikleri, önemli oranda, üretimde kullandıkları sermaye donanımı tarafından belirlendiğinden, sermaye stokundaki artıĢ ekonomik büyümenin en önemli belirleyici unsurudur. Smith‟in deyimiyle “ĠĢgücüne yardımcı olan makina ve aletlerin sayısal veya niteliksel artıĢı olmadıkça; veya iĢbölümünde geliĢme yaĢanmadıkça iĢçilerin verimliliklerinde bir artıĢ 11 beklenemez. Her iki durum da, sermaye stokuna yapılacak eklemeler, verimlilik artıĢı için genelikle zorunlu bir faktördür” (Smith, 1976:I.343 ). Smith, aynı eserinde, dıĢ ticaretin ekonomik büyümeyi olumlu etkileyeceğini ve ticareti yapan ülkelere karĢılıklı avantajlar sağladığını da vurgular.: “KomĢu bir ülkenin zenginliği, askeri ve politik anlamda bir tehlike oluĢtursa da, ticari anlamda büyük bir avantajdır. Bir ülke için dıĢ ticaret yoluyla zenginleĢmenin yolu zengin, sanayileĢmiĢ ve ticaret merkezi olan ülkelerle komĢu olmaktan geçer. VahĢi toplumlar ve çulsuz barbarların hakim olduğu ülkelerle komĢu olan bir millet, savaĢlarla ekilebilir alanlarını artırabilir ve iç ticaretini kuvvetlendirebilir, ancak dıĢ ticaretin avantajlarından yararlanamaz” (Smith, 1976:494-5 ). Smith‟in ekonomik büyüme ile ilgili bir baĢka tesbiti eğitimin önemiyle ilgilidir. Eğitim, iĢgücünün verimliliğini artırdığı için daha etkin üretim imkanı sağlayarak ekonomik büyümeyi artırır. Bundandır ki, Smith eğitim harcamalarının artırılmasını ve sosyal faydasından dolayı toplum tarafından karĢılanmasını önerir: “Toplum çok az bir harcama ile tüm insanların eğitim almalarını teĢvik ve tedarik edebilir. Böylelikle, herkesin en temel eğitim olan okuma, yazma ve basit matematiksel iĢlemleri öğrenmesi sağlanır” (Smith, 1976:784-5). Diğer klasik iktisatçılar Adam Smith‟in geliĢtirdiği ekonomik büyüme modeline katkıda bulunarak bu anlamda onun takipçisi olurlar. Malthus ve Ricardo‟nun Smith‟ten ayrılan en önemli yanları ekonomik büyümenin sürekli devam edemeyeceğini açıklamalarıdır. Malthus, ekonomik büyüme konusunu irdelerken, nüfus artıĢının geometrik olacağını, oysa bu nüfusu beslemek için gerekli olan gıdaların ise aritmetik büyüyeceğini iddia eder (Aktaran: Becker, Glaeser ve Murphy, 1999). Malthus‟un öngürüsüne göre, nüfus artıĢı kontrol edilmediğinde, uzun dönemde büyük bir açlık felaketinin yaĢanması kaçınılmaz olacaktı. Malthus gıda üretiminde neden aritmetik bir artıĢ olacağı 12 konusuna net bir açıklama getiremez. David Ricardo bu açığı kapatmaya çalıĢır. Ricardo, ekilebilecek alanların sınırlı olduğunu ve tarlada çalıĢan iĢçilerin azalan verimler yasasına göre üretimde bulunduğunu iddia eder. Bu nedenle, iĢveren, verimlilik artıĢı sıfıra yaklaĢana kadar istihdama gider ve bu da iĢgücü talebi anlamına geldiğinden, nüfus artıĢını körükler. Ekilebilir alanlar sabit olmasına rağmen nufüs artıĢı devam ederse, önceleri yüksek olan ücretler geçim seviyesine düĢer (Aktaran: Ehrlich ve Lui, 1997). Ricardo, doğal kaynakların azalan verimine büyük vurgu yapar. Azalan verimler yasası gereği, iĢgücünün marjinal ve ortalama ürünündeki azalıĢı ve ücretlerin buna paralel olarak geçim seviyesine düĢmesi ekonomik durgunluğu beraberinde getirir. BaĢka bir deyiĢle, Ricardo modeli ekonominin uzun dönemde “durağan duruma” geçeceğini öngörür. Oysa, Smith ekonomik büyümenin böyle bir sınıra ulaĢacağından sözetmez. John Stuart Mill, Ricardo‟nun bu fikirlerine katılır. Mill‟e göre, “doğal ücret” olan geçinme seviyesinin üzerindeki bir ücret, nüfus artıĢını körükler. Yüksek ücretler, kâr oranlarını düĢürdüğünden, yatırımları olumsuz etkiler. Azalan yatırımlar ekonomik büyümenin yavaĢlaması ve iĢgücüne olan talebin kısılması anlamına gelir. Malthus‟un aksine, Mill uzun dönem için optimisik bir tablo çizer. Gerekçe olarak da gittikçe artan eğitimle, nüfus büyüme hızının düĢeceğini ifade eder (Gylfason, 1999:23). Ricardo, karĢılaĢtırmalı üstünlükler teorisini iktisat literatürüne kazandırarak, dıĢ ticaretin sadece mutlak üstünlükleri olan ülkelere değil, herkese fayda verebileceğini gösterir. Ricardo‟nun karĢılaĢtırmalı üstünlükler teorisine göre, her ülke nisbeten daha avantajlı olduğu ürün veya hizmetin üretiminde uzmanlaĢıp, diğer ülkelerle serbest ticaret yaptığında kaynaklar daha etkin kullanılmıĢ olur. Ticarete katılan bütün ülkeler bu uzmanlaĢmadan kazançlı çıkar. Oysa, Adam Smith, mutlak üstünlükler teorisinde, bir ülkenin dıĢ ticaretten kazançlı çıkmasını üretimdeki mutlak avantajına bağlamıĢtı. 13 Smith‟in teorisi, hiçbir alanda mutlak anlamda maliyet avantajı olmayan ülkelerin serbest dıĢ ticaret politikası takip etmelerini olanaksız kılıyor. Oysa, Ricardo‟ya göre, dıĢ ticaret yapan bütün ülkeler kazançlı çıkabilir. Herbir ülke, nisbeten düĢük maliyetle ürettiği mal ve hizmetlerin üretiminde uzmanlaĢıp, diğer ülkelerle mübadele yaparak, daha yüksek tüketim imkanına ve refah seviyesine kavuĢabilir. Yukarıda anlatılan öncül büyüme iktisatçıları, modellerinde matematiksel iĢlemlere pek yer vermediler. Cobb ve Douglas (1928)‟ın geliĢtirdiği üretim fonksiyonu ile büyüme teorisinin mikro temellerine matematiksel katkı sağladı. Ġki iktisatçının soyadlarıyla anılan üretim fonksiyonu, iktisat yazınında en sık kullanılan ve basit bir Ģekilde ekonomideki toplam üretimi açıklayan bir denklemdir. Cobb – Douglas üretim fonksiyonu en basit Ģekliyle aĢağıdaki gibi yazılabilir. 1 Cobb ve Douglas (1928:14): Q = Lα K (1-α) | α+(1-α) = 1 (1) Q toplam üretimi, L üretimde kullanılan iĢgücü faktörünü ve K ise sermaye faktörünü temsil ediyor. Yukarıdaki üretim fonksiyonu iki önemli özelliğe sahip: 1) Ölçeğe göre sabit getiri oranı olduğu varsayılıyor. Buna göre, üretim faktörlerinde bir x birim artıĢ, toplam üretimde de x birim artıĢı beraberinde getirecektir. 1 Bu üretim fonksiyonu Cobb - Douglas‟un kullandığı üretim fonksiyonunun farklı notasyonlarla yeniden ifade edilmiĢ Ģeklidir. 14 2) Üretim faktörlerinin azalan verimler yasasına göre toplam üretim üzerinde etkide bulunduğu varsayılıyor. Buna göre, örneğin, iĢgücündeki herbir artıĢ, sermaye miktarında bir değiĢme olmadığında, toplam üretim miktarını azalan miktarlarda etkiler. Ekonomik büyümeye olan ilgi, mikroiktisatta yaĢanan marjinalist devrimle azalır. Ancak, 1929 yılında yaĢanan büyük ekonomik çöküntüyle beraber, büyüme konusuna olan ilgi yeniden canlanır. Keynes, meĢhur Para, Faiz, ve İstihdam Genel Teorisi kitabıyla ekonomik durgunluk dönemlerinde piyasanın kendiliğinden tam istihdam durumuna gelemeyeciğini ve devlet müdahalesine ihtiyaç olduğunu gösterir. Keyneysen görüĢün büyüyen bir ekonomideki geçerliliğini araĢtıran iki iktisatçının çalıĢmaları modern büyüme teorisinin temelini oluĢturur. Günümüze değin, modern büyüme teorisi beĢ önemli evreden (dalgadan) 2 geçerek büyük değiĢim geçirir. AĢağıda, modern büyüme teorisinin geliĢim aĢamaları kısaca özetlenecek. 1.4. Birinci Dalga: Harrod-Domar Büyüme Modeli Harrod (1939) ve Domar (1946)‟ın birbirinden bağımsız Ģekilde geliĢtirdiği büyüme modeli 1956 yılında neoklasik büyüme modelinin ortaya çıkıĢına kadar büyüme teorisine egemen olur. Harrod-Domar büyüme modeli, toplam üretim fonksiyonunu (aggregate production function) kullanarak ekonomik büyüme ile sermaye stoğu gereksinimi arasındaki 2 Ayrıntılı bilgi için bakınız: Erdal Ünsal (2007), İktisadi Büyüme, Ankara: Ġmaj Yayıncılık. 15 iliĢkiyi irdeler. Harrod-Domar, doğal kaynaklar yerine sermaye birikimini, büyümenin motoru olarak, ekonomik büyümenin merkezine yerleĢtirir. Harrod-Domar modeli iki önemli varsayıma dayanır: 1.Toplam üretim, sermaye birikiminin bir fonksiyonudur. Toplam üretimdeki değiĢim ise (ΔY), sermaye stokundaki değiĢimle (ΔK) marjinal sermaye hasıla oranının (v) çarpımına eĢit olur: ΔY = (1/v) ΔK v = ΔK/ ΔY (2) 2. Sermaye birikimi toplam gelir ve tasarruf oranına bağlıdır: S = s.Y (3) S toplam tasarrufları, Y toplam geliri ve s ise tasarruf oranını gösterir. Birinci varsayıma göre, bir ekonomideki sermaye artıĢı, sermayenin etkinliğine bağlı olarak toplam üretimi artırır. Sermaye-hasıla oranı, sermayenin etkinliğini ölçer. Sermaye-hasıla oranının düĢük olduğu ülkelerde, daha düĢük sermaye artıĢı ile daha yüksek hasıla elde etmek mümkün olur. ÇalıĢan baĢına artan sermayenin daha yüksek verimlilik artıĢını beraberinde getirdiği düĢünülür. Bu modelde iĢgücünün etkisi dikkate alınmadığı için ekonomik büyümenin tek belirleyicisinin sermaye artıĢı olduğu görülür. Ġkinci varsayım ise sermaye birikiminin iç tasarruflar sonucu gerçekleĢtiği düĢüncesine dayanır. Kapalı bir ekonomide toplam yurtiçi tasarruflar (S), toplam yurtiçi yatırımlara (I) ve bu da toplam sermaye değiĢimine eĢit olur (ΔK). Bu durumda ilk denklemi yeniden yazdığımızda Ģunu elde ederiz: ΔY = (1/v) s.Y (4) ΔY/Y = s/v (5) 16 Son denkleme göre, bir ekonominin büyüme oranı (ΔY/Y), tasarruf oranı(s) ile sermaye hasıla katsayısına(v) bağlı olur. Roy Harrod, 1939 yılında yayımladığı makalesinde, ekonomik büyümenin dinamik kaynaklarından sözeder. Harrod‟a göre, arzulanan büyüme oranı (Gw) yıllık doğal nüfus artıĢına eĢit olmalı (n). Yıllık nüfus artıĢı ise, marjinal tasarruf eğiliminin (s), sermaye hasıla oranına (v) eĢit olmalı(Harrod, 1939): Gw = n = s/v (6) Harrrod büyüme modeli, arzulanan ekonomik büyümenin sağlanması için bu eĢitliğin sağlanmasını zorunlu görür. Ancak, modeldeki nüfus artıĢı ile sermaye hasıla oranı değiĢkenlerinin birbirinden bağımsız olması, arzulanan büyümeye ulaĢmanın zorluğunu ortaya koyar. BaĢka bir deyiĢle, Harrod modeli dengede olmayan (unstable) bir büyüme öngürür. Ekonomik büyüme tam-istihdamın ötesine veya yüksek iĢsizlik sınırına kaydığında, sistemi dengeye getirecek bir mekanizma bulunmaz. Harrod-Domar büyüme modelinin öngürdüğü durağan durum (steady-state) seviyesi denge sağlamak yerine, bıçak sırtında olmak gibi bir tehlikeyi içerir. Kararlı durumdan ufak bir sapma daha büyük sapmaları beraberinde getirerek, ekonomiyi içinden çıkılmaz girdaplara sürükler. Modelde, bu girdapları çözebilecek bir mekanizma bulunmaz. Harrod-Domar modeli, ekonomik büyüme ile sermaye gereksinimi arasındaki iliĢkiyi incelemek için, hem GÜ‟lerde, hem de geliĢmekte olan ülkeler de yaygınlıkla kullanılmıĢtır. Harrod-Domar modelinin en büyük eksiği ampirik çalıĢmalarda kullanıldığında GÜ‟lerin büyüme deneyimlerini açıklaklamakta yetersiz kalmasıydı. Çünkü, sözkonusu model büyümenin motoru olan sermayahasıla oranının (v) sabit olduğunu, yani sermaye ve emek arasında ikamenin mümkün olmadığını varsayıyordu. Bir sonraki bölümde anlatılan Solow-Swan 17 modeli (neoklasik büyüme modeli olarak biliniyor) sözkonusu varsayımı değiĢtirerek, büyüme modelinin ampirik gücünü artırmıĢtır. 1.5. İkinci Dalga: Neoklasik Büyüme Modeli Yukarıda tartıĢılan Harrod-Domar modelinin ekonomik büyümenin dengede devam etmesinin zor olduğu varsayımının yanlıĢlığını gören, Solow(1956a; 1956b) ve Swan(1956), sermaye-hasıla oranının (v) dıĢsal olmadığını iddia ederek, yeni bir büyüme modeli önerir. Solow-Swan, sermaye ve iĢgücünün kolaylıkla birbirinin yerine ikame edilebildiğini söyler. Sermaye-hasıla oranı dıĢsal bir faktör olmaktan çıkarılır ve içsel olarak belirlenen bir değiĢken olarak modele dahil edilir. Ġktisat yazınına neoklasik büyüme modeli olarak geçecek bu modele göre, ekonomide denge dıĢı bir durum yaĢandığında, sermaye hasıla oranında bir değiĢimi sağlayarak yeniden denge sağlanabilir. Solow, üç ayrı üretim fonksiyonunu karĢılaĢtırdıktan sonra, Cobb-Douglas üretim fonksiyonunun gerçeğe daha uygun olduğu sonucuna varır. Harrod-Domar modelinin ekonomik dengeyi bıçak sırtında görmesini iĢgücü sermaye oranının sabit olduğu varsayımına bağlayan Solow, bu varsayımın terkiyle problemin çözüleceğini söyler (Solow, 1956a). Gerçek hayatta, firmalar, sermaye ve iĢgücü arasında ikameye gittiğine göre, Harrod-Domar‟ın öngörüsü yanlıĢ veya yetersiz oluyordu. Harrod-Domar modeli sermaye artıĢını ekonomik büyümenin biricik kaynağı göstermesine büyümenin sermaye çıkarmıĢtır. Solow rağmen, stoğundaki ve Swan‟ın yapılan ampirik artıĢlarla yaptığı çalıĢmalar, ekonomik açıklanamayacağını ilk çalıĢmaların yanı ortaya sıra, Abramovitz(1956), Kendrick(1956)‟in yaptığı ampirik çalıĢmaların ortak özeliği, ekonomik büyümenin üretim faktörleri olan iĢgücü ve sermaye ile iliĢkisini ortaya koymaktı. BaĢka bir deyiĢle, bir ülkenin ekonomik büyümesi, 1) iĢgücünün niceliksel ve niteliksel değiĢimi, 2) sermaye stokundaki değiĢim, 3) 18 doğal kaynaklardaki değiĢim, ve 4) teknolojik geliĢmeyle açıklanıyordu. Buna göre, ilk üç değiĢkenin toplam değeri üretim faktörlerinin ekonomik büyümeye katkısını gösterirken, bundan arta kalan kısım ise “artık” oluyordu. Robert Solow tarafından ilk defa kullanılan “artık” kavramı daha sonra birçok teorik ve ampirik çalıĢmanın ilham kaynağı olmuĢtur. Solow‟a göre “artık” büyük çoğunlukla “teknolojik geliĢme” veya “bilginin ilerlemesi”nden kaynaklanır. Ġlk çalıĢmalar “artık” miktarını yüksek bulurken, sonraki çalıĢmalar, “artık” miktarının, önceleri tahmin edildiği gibi çok yüksek olmadığını ortaya çıkarmıĢtır. Özellikle, “artığı” belirleyen faktörlerin, içsel birer değiĢken olarak modele dahil edilmemiĢ olması artık miktarını yükseltmiĢtir. Basit Solow büyüme modelinde, toplam hasıla, sermaye ve iĢgücünün bir fonksiyonudur: Y = F(K,L) (7) Her iki üretim faktörü de azalan verimler yasasına tabidir ve ölçeğe göre sabit getiri olduğu varsayılır. Harrod-Domar‟dan farklı olarak, iki üretim faktörü olduğu varsayıldığından, bunlar arasında bir ikamenin olabileceği de dikkate alınıyor. Ġki faktörün kıtlıklarına göre değiĢen fiyatlarına bağlı olarak üreticiler ikame yoluna gider. ĠĢgücü nisbeten pahalı olduğunda, sermaye iĢgücünü ikame edici faktör olarak kullanılır. Solow modelinde, sermaye iĢgücü oranı (K/L) sabit değildir, değiĢebilir. Sermaye artıĢı, iĢgücündeki artıĢ oranından büyük olduğunda, iĢgücü baĢına düĢen sermaye miktarı artacağından daha yüksek verimlilik seviyesine ulaĢılır. Neoklasik büyüme modeli, sermayenin, iĢgücünün ve toplam çıktının aynı oranda arttığı ve dolayısıyla faktör verimliliklerinin ve K/L oranının sabitlendiği bir “durağan durum” (steady state)‟u tanımlar: K L Y K L Y (8) 19 Durağan durumda sermayenin ve emeğin ortalama verimlilikleri, dolayısıyla kiĢi baĢına hasıla ile sermaye-iĢgücü oranı sabit kalır. Bu durumda, tasarruf oranlarındaki artıĢ, ekonomik büyümeyi sadece geçici olarak artırır. Yüksek sermaye birikimine ulaĢıldıkça, sermayenin marjinal verimi daha yüksek oranda bir azalıĢ gösterir. Teknolojik geliĢme, Solow modelinde olduğu gibi dıĢsal olsun veya içsel büyüme modellerinin öngürdüğü gibi içsel olsun, toplam verimliliği artırarak üretim faktörlerinin daha etkin kullanılmasını ve de çıktının birim maliyetinin düĢmesini sağlar. Dolayısıyla, teknolojik geliĢme, üretim olasılıkları eğrisini sağa kaydırarak, aynı üretim faktörleriyle, daha yüksek üretim seviyesine ulaĢmayı mümkün kılar. BaĢka bir deyiĢle, ekonomik büyümeyi sağlayan, üretim faktörlerindeki artıĢ ve bunların daha etkin kullanılmasını sağlayan teknolojik geliĢmedir (Denison, 1964). Teknolojik geliĢme, bir üretim faktörüne talebi azaltırken, diğerine talebi artırabilir. Böyle bir etkiye teknolojinin yanlı büyüme etkisi denir. Solow büyüme modeli teknolojik büyümenin tarafsız olduğunu, yani iĢgücü ve sermaye faktörlerini aynı oranda etkilediğini varsayar. Solow büyüme modeli tam rekabetin olduğu ve herbir üretim faktörünün ücretinin o faktörün marjinal verimliliğine eĢit olduğu neoklasik varsayımını yapar. Dolayısıyla faktör geliri, faktör miktarı ile faktörün marjinal ürününün çarpımına eĢittir. Faktör gelirleri toplamı ise, milli geliri (National income) verir (üretim faktörleri yoluyla milli gelir hesaplaması). Buradan hareketle, Denison‟un öncülüğünü yaptığı ampirik çalıĢmalarda, ekonomik büyümenin muhasebesi yapılarak, herbir üretim faktörünün toplam üretim üzerindeki etkisi hesaplanmıĢtır. Denison, sektörel değiĢimin de ekonomik büyüme üzerinde etkili olduğunu göstermiĢtir. Örneğin, bir ekonomide, tarım sektörünün payında bir azalma ve sanayi sektörünün payında bir artıĢ ekonomik büyümeyi olumlu etkiler. Denison‟un yaptığı gibi, makroekonomik göstergelerden, büyümenin kaynaklarının belirlenmesine, iktisat yazınında 20 “büyüme muhasebesi” denilir. Denison‟un yaptığı ampirik çalıĢmalar Solow büyüme modelinin varsayımlarına dayandığı için, bu yönteme “Solow büyüme muhasebesi” yöntemi de denir. “Büyüme muhasebesi” bir yöntem olarak Solow büyüme modelini test etmek için kullanıldığından, bazı ampirik çalıĢmalar kısaca “Solow modeli” veya “Solow büyüme modeli” kavramını tercih eder. Bu çalıĢmada, yukarıda geçen kavramların hepsi eĢanlamlı olarak kullanıldı. Solow büyüme modeli, sermaye ve iĢgücü dıĢında, teknolojinin dıĢsal bir değiĢken olarak büyümeyi belirlediğini varsayar. Teknolojik geliĢme ise dıĢsal olduğundan model içinde belirlenemez. Solow modeli GÜ‟ler ile GOÜ‟ler arasında, sermayenin azalan getirisinden dolayı, yakınsama olacağını öngürür. Fakir ülkeler, baĢlangıçta daha düĢük sermaye-iĢgücü oranına sahip olduğu için, sermayenin marjinal verimliliği daha büyüktür. Oysa bu ülkeler, iĢgücündeki büyüme ve teknolojik geliĢmeyle sermaye birikimlerini artırarak, sermaye-iĢgücü oranlarını zengin ülkelerin sermaye-iĢgücü oranlarına yakınlaĢtırır. Neoklasik büyüme modelinin bu yakınsama öngörüsüne göre, zengin ülkeler daha az bir hızla büyürken, fakir ülkeler daha yüksek bir büyüme hızıyla aradaki farkı kapatır. Buna “koĢulsuz yakınsama” da denir. Fakir ve zengin ülkeler arasındaki gelir farkının kapanmasını, fakir ülkelerin takip etmesi gereken çeĢitli politikalara bağlayan görüĢ ise günümüzde “koĢullu yakınsama” kavramıyla iktisat yazınında tartıĢılır (Barro, 1996b; Baumol, 1986). KoĢullu yakınsama, ekonomik ve politik koĢulları dikkate alır: Farklı politik ve sosyal yapıya sahip ülkelerin ekonomik büyümeleri de farklılık gösterir. Örneğin, fakir ülkelerin hızlı büyüme yaĢaması, iktisadi ve politik istikrarın sağlanması ve sürdürülmesi, iç ve dıĢ tasarruf açıklarının idame ettirilebilir düzeylerde gerçekleĢmesi, doğurganlık oranlarının kontrol edilmesi gibi koĢullara bağlanabilir. 21 Neoklasik modelin yakınsama öngörüsü azalan verimler yasasına dayanır. Buna göre, çalıĢan baĢına daha az oranda sermaye düĢtükçe, toplam faktör verimliliği azalır. Aynı zamanda, sermaye iĢgücü oranı düĢük olduğu derecede emeğin verimliliği düĢük kalır. ÇalıĢan baĢına düĢen sermaye oranı da nüfus artıĢı, tasarruf oranı, hükümet harcamaları, mülkiyet hakları, iç ve dıĢ piyasa koĢulları ve arka plandaki politik/sosyo-politik istikrar gibi değiĢkenlere bağlı olduğundan, mutlak değil, koĢullu bir yakınsamadan sözedilir. KoĢullu yakınsama teorisini test etmek için, ülkelerin ekonomik büyüme oranları yukarıdaki verilere göre uyarlandıktan sonra karĢılaĢtırılır. Fakir ve zengin ülkelerin uyarlanmıĢ ekonomik büyümeleri birbirine yakınsıyorsa, teori doğrulanır, aksi durumda ise yanlıĢlanır. Ġçsel büyüme modellerinin geliĢtirilmesiyle Solow büyüme modeline karĢı yapılan eleĢtiriler artmaya baĢlar. Bu eleĢtiriler karĢısında yapılan yeni ampirik çalıĢmalar modelin temelde doğru olduğunu ortaya koymakla beraber, tasarrufların ve nüfus büyümesinin ekonomik büyüme üzerindeki etkisi konusunda Solow büyüme modelinin “yanlı” tahminde bulunduğunu ortaya çıkarır. BaĢka bir deyiĢle, Solow modeli bu iki değiĢkenin ekonomik büyüme üzerinde, olduğundan daha yüksek bir etkiye sahip olduğunu bulmakla “aĢırı” tahmin yapar. Bu eksiği gidermek için geliĢtirilen “geniĢletilmiĢ Solow modeli”nde, beĢeri sermaye de ayrı bir değiĢken olarak modele dahil edilmiĢtir. BeĢeri sermayenin modele dahil edilmemesi, nüfus ve tasarruf değiĢkenlerinin değerlerinin yüksek tahmin edilmesine yol açıyordu. Yüksek sermaye birikimi ve düĢük L artıĢı beĢeri sermayenin artıĢına yol açarak ekonomik büyümeyi artırmıĢtı. Fakat beĢeri sermaye modele dahil edilmediğinde, bu artıĢ K ve L artıĢı katsayılarının değerlerini abartılı olarak tahmin ediyordu. Denison‟un geliĢtirdiği büyüme muhasebesi yönteminde, eğitim ve sağlık dıĢsal bir değiĢken olarak ekonomik büyüme üzerinde bir etkide 22 bulunmaz; ancak iĢgücünü niteliksel olarak etkilemek yoluyla ekonomik büyümeye dolaylı bir etkide bulunur. Oysa, basit Solow büyüme modelinde bu önemli özellik ihmal edilmiĢtir. Solow‟un ilk geliĢtirdiği büyüme modeli, ekonomik büyümeyi sadece üretim faktörlerindeki niceliksel artıĢa bağlar ve açıklanamayan kısmı (residual) teknolojik geliĢme olarak yorumlar. ĠĢgücünün niteliksel geliĢmesini gözününe alarak, modele, beĢeri sermaye yatırımının dahil edilmesi, Solow‟un hesapladığı “artık” miktarının abartıldığını ortaya koyar. Denison, ABD ve dokuz Avrupa ülkesini kapsayan bir ampirik çalıĢmada, iĢgücünü eğitim seviyesine göre ayırarak, eğitimin ekonomik büyümeye katkısını ölçer (Denison, 1967): bu ampirik çalıĢmaya göre, eğitimin ekonomik büyüme üzerinde önemli bir etkisi vardır. Mankiw, Romer ve Weil (bundan sonra MRW olarak anılacak) (1992), 98 ülkeyi kapsayan bir ampirik çalıĢmada, klasik Solow modelini test eder. Modelde tasarruf oranı, nüfusun artıĢ oranı ve dıĢsal bir değiĢken olan teknolojik geliĢme değiĢkenlerinin açıklayıcılık güçlerinin sınırlı olduğu tesbit edildikten sonra, modele beĢeri sermaye değiĢkenini dahil ederek, iktisat yazınında “geniĢletilmiĢ Solow modeli” diye bilinen modele ulaĢılır. Ekonomik büyümeyi açıklama gücü yüksek olan bu geniĢletilmiĢ model, beĢeri sermayenin ekonomik büyüme üzerinde olumlu etkide bulunduğunu da ortaya çıkarır. 1.6. Üçüncü Dalga: İçsel Büyüme Modelleri Neoklasik büyüme teorileri, iĢgücü, sermaye ve teknoloji ile ekonomik büyümeyi açıklar. BaĢka bir deyiĢle, ekonomik büyüme üretim faktörlerindeki ve/veya bu faktörlerin verimliğindeki artıĢa bağlanır. Oysa, bir önceki altbaĢlıkta açıklandığı üzere, birçok ampirik çalıĢma, üretim faktörlerindeki salt niceliksel artıĢın ekonomik büyüme üzerinde sanıldığı kadar büyük etkisi olmadığı ve dolayısıyla ekonomik büyümeyi yeterince açıklayamayadığı ortaya çıkarmıĢtır. Bu yetersizliği gören bazı büyüme iktisatçıları, 1980‟lerin 23 ikinci yarısında, litaratüre içsel büyüme modeli olarak geçen bir model geliĢtirmiĢlerdir. Yapılan birçok ampirik çalıĢmada, 1960-1980 yılları arasında ülkeler arasında büyüme farkının kapanması yerine, bazı ülkeler için bu farkın daha da büyüdüğü gözlendi. Örneğin, Baumol (1986) yakınsamanın çok düĢük oranda yaĢandığı sonucuna ulaĢırken, Romer (1986) geliĢmiĢlik farkının daha da arttığını söylüyordu. Bu bulgular neoklasik büyüme modelleriyle çeliĢir nitelikteydi. Bunun iki nedeni olabilirdi: Birincisi, neoklasik teorinin uzun dönemde öngördüğü yakınsama, ülkelerarasındaki politika farklarından (ülkelerin özgün Ģartlarından) dolayı, tahmin edilenden daha uzun süre almıĢ olabilir. BaĢka bir deyiĢle, ülkelerin makroekonomik politikaları, sosyal ve politik koĢulları dikkate alınarak hesaplanacak olsa ekonomik büyüme oranında bir yakınsama görülebilir. Ġkincisi, neoklasik büyüme teorisinin varsayımları ampirik çalıĢmalarla çeliĢtiği için, yakınsama hipotezi doğrulanmayabilir. Bu durumda, daha geliĢmiĢ bir büyüme modeline ihtiyaç duyulmuĢtur: Ġçsel büyüme modeli böyle bir ihtiyaca cevap olarak literatüre girmiĢtir. Ġçsel büyüme modelleri, neoklasik büyüme modellerinden üç noktada ayrılır. (i) Ġçsel büyüme modellerini ayıredici birinci nokta Neoklasik büyüme modelinin yakınsama öngürüsü ile ilgilidir. Neoklasik büyüme modeli, teknolojik geliĢmenin olmadığı durumlarda, ekonomik büyümenin sıfıra gideceğini öngürür. Oysa, ampirik çalıĢmalar uzun dönemde bu öngörüyü doğrulamıĢtır. Romer (1986:1003), büyüme modelinde “dıĢsal teknolojik değiĢme” yerine “içsel teknolojik değiĢme” varsayımına dayanır. Bu modelde, AR-GE‟nin ürünü olan bilgi stokundaki artıĢ, teknolojik değiĢimin temel belirleyicisi olarak açıklanır. Bilgi, pozitif dıĢsal fayda ve artan marjinal verimlilik özelliklerine sahip olduğundan dolayı, Romer‟e göre, neoklasik 24 büyüme modellerinin öngördüğünün aksine, sürekli bir ekonomik büyümeye kaynaklık edebilir. BaĢka bir deyiĢle, bilgi stokunu artıran ülkeler, yeni ürünler geliĢtirerek ekonomik büyümeyi devam ettirir. Lucas (1988:27) ekonomik büyümenin kaynağı olarak ifade ettiği “beĢeri sermaye” değiĢkenini Solow‟un geliĢtirdiği modele dahil eder. Bu değiĢikliğin gerekçesini de, ampirik çalıĢmalarda görülen ülkeler arasındaki geliĢmiĢlik farkının artıĢının teorik dayanaklarını bulmak olarak ifade eder. Lucas‟a göre, ülkeler arasındaki ekonomik büyümenin farklı olmasının temel nedeni, beĢeri sermaye birikimindeki farktan kaynaklanır. Yaparak öğrenme (learning by doing) ile artan beĢeri sermaye, ölçeğin artan verimine yol açarak ekonomik büyümeye önemli katkılar yapar. Robelo (1991)‟da bazı geri kalmıĢ ülkelerin yüksek büyüme hızlarının birçok ülkede görünmemesinin ve ülkeler arasındaki geliĢmiĢlik farkının kapanmamasının nedenleri üzerinde durur. “Uzun Dönem Politika Analizi ve Uzun Dönem Ekonomik Büyüme” baĢlığıyla yayımladığı makalesinde, Romer gibi ekonomik büyümenin içsel değiĢkenlerle açıklanacağını iddia eder. Romer‟den farklı olarak, ölçeğin artan getirisi yerine ölçeğin sabit getirisi varsayımına dayandırdığı modelinde, uzun dönemde ekonominin bir “durgun durum”a (steady state) ulaĢacağını öne sürer (Robelo, 1991:501). Robelo, politika değiĢkenlerinin de ekonomik büyüme farkını açıklayıcı niteliğe sahip olduğunu iddia eder. Örneğin, yüksek gelir vergisi oranına ve zayıf mülkiyet haklarına sahip ülkelerin, diğer ülkelere nispetle daha yavaĢ büyüyeceğini söyler (Robelo, 1991:509). Romer (1994), “Ġçsel Büyümenin Kökeni” isimli makalesinde, neoklasik büyüme modellerinin nasıl yetersiz kaldığını ve içsel büyüme modellerinin nasıl ortaya çıktığını özetle anlatır. Romer‟e göre neoklasik teorisinin yetersizliği, ülkeler arasında ekonomik büyüme açısından bir yakınsama olup olmadığına dair araĢtırmalarla ortaya çıktı. Gerçi 1980‟lerde yapılan bir kısım 25 ampirik çalıĢmalar, bazı ülkeler arasında gelir seviyesindeki uçurumun kapandığını gösteriyordu. Ancak, bu yakınsamanın sözkonusu ülkelerin özel Ģartlarından kaynaklandığı, genel olarak bu tarzda bir yakınsamanın olmadığını tesbit eden birçok çalıĢma yapıldı. Daha da önemlisi, neoklasik teorinin varsayımına göre, azalan verimler yasasına bağlı olarak, uzun dönemde ekonomik büyümenin giderek azalması beklenirken, tam tersi gözlemlendi (Romer, 1994). Bu sonuçlar, ekonomik büyümeyi araĢtıran iktisatçılar arasında bir arayıĢı beraberinde getirdi. ĠĢte, içsel büyüme modelleri böyle bir arayıĢın sonunda ortaya çıkmıĢtır. Barro (1991), 98 ülkeyi kapsayan ampirik çalıĢmasında, 1960-1986 yıllarında ekonomik büyümenin kaynaklarını incelemiĢ; büyümenin, ülkelerin baĢlangıçtaki ekonomik büyüme düzeylerine ve beĢeri sermaye birikimlerine bağlı olduğu sonucuna varmıĢtır. Regresyon analizinde, ekonomik büyüme ile beĢeri sermaye arasında pozitif bir iliĢki bulan Barro, bu ampirik çalıĢmanın sonuçlarına dayanarak, fakir ve zengin ülkeler arasında koĢulsuz yakınsamadan sözedilemeyeceğini iddia eder. Yakınsamanın olması için, fakir ülkeler, yüksek beĢeri sermaye birikimine sahip olmalıdır soncuna varan Barro, beĢeri sermaye birikim düzeyinin ise düĢük doğum oranı ve yüksek fizikî sermaye yatırımı ile pozitif korelasyon içinde olduğunu öne sürer. (ii) Ġçsel büyüme modellerini neoklasik modellerden ayıran ikinci nokta teknolojiyle ilgilidir. Neoklasik büyüme modellerinde teknolojinin dıĢsal bir değiĢken olması, bu büyüme modelinin uzun dönemdeki açıklayıcılık gücüne ciddi bir kısıtlama getiriyordu Teknolojik geliĢme, modelin dıĢında belirlendiğine göre ve ekonomik büyüme de teknolojiyle bağlı olduğuna göre modelin kendisi neyi açıklayacaktı? Ġçsel büyüme modelleri, uzun dönem ekonomik büyümenin dıĢsal faktörlere bağlı olmadığını, içsel faktörler tarafından belirlendiğini varsayar. 26 Ġçsel büyüme modellerinin öncülerinden olan Romer (1990)‟e göre, büyümenin asıl kaynağı araĢtırma ve geliĢtirme harcamalarının ürünü olan teknolojik geliĢmedir. BaĢka bir deyiĢle, araĢtırma ve geliĢtirme harcamalarının sağladığı imkanlarla üretim metodunu geliĢtirmek, yeni ürünler piyasaya sürmek veya yeni teknolojileri ithal etmek suretiyle ekonomik büyüme gerçekleĢir. Bu nedenle, Romer, AR-GE harcamalarını teknoloji için bir proxy olarak kullanıp büyüme modeline dahil eder. Ġçsel büyümeciler, AR-GE harcamalarıyle sınırlı kalmamıĢlar, eğitim ve sağlıkla ilgili değiĢkenleri de kullanmıĢlardır. Kısacası, içsel büyüme modelleri, teknolojiyi içselleĢtirerek, ekonomik büyümenin gizemini çözmeyi amaçlamıĢtır. Bilgi, doğası itibariyle, diğer girdilerden farklı özelliklere sahiptir. Bilgi paylaĢıldıkça azalmadığı için, geleneksel mal ve hizmetler gibi kullanımında rekabeti gerektirmez. Bu yönüyle kamusal mal özelliği vardır. Romer‟in tabiriyle : “Yeni büyüme teorileri, üretim faktörlerini “düĢünceler (ideas)” ve “eĢyalar (things)” Ģeklinde temel iki kategoriye indirmiĢtir. DüĢünceler çok küçük hacimle stoğu yapılabilen ve rekabetçi olmayan mal (nonrival goods) özelliğini gösterir. Oysa eĢyalar, hacmi olduğu için çok yer kaplayan ve rakip mallar özeliğine sahiptir. DüĢünceler ve eĢyalar kavramıyla ekonomik büyümenin nasıl gerçekleĢtiği açıklanabilir. Rekabetçi olmayan düĢünceler eĢyaları yeniden organize etmek için kullanılabilir. Örneğin, yazılı bir tarifeyi kullanarak, zeytinden lezzetli ve sağlıklı zeytin yağı çıkarılabilir. Ekonomik büyüme, yeni tarifelerin bulunmasıyla eĢyanın düĢük değerli bileĢimden yüksek değerli bileĢime geçirilmesi olarak tanımlanabilir” (Romer, 1996:204). Tam kamusal bir malda, ödeme yapmayanı dıĢlamak mümkün olmamasına rağmen, bilgi için ödeme yapmayan kolaylıkla dıĢlanabilir (Romer, 1990:74). Örneğin, kablolu yayıncılıkta sadece aboneler sunulan hizmetten istifade eder. 27 Teknolojik geliĢme ise mal ve hizmet üretimiyle ilgili bilginin geliĢmesi olarak kabul edilir. Teknolojik geliĢme, mevcut kaynakları daha etkin kullanma imkanı vererek toplam üretkenliği artırır (Romer, 1990:92). Firmalar, kâr etmek yoluyla bilgiyi geliĢtirmelerinin mükafatını alabildiği için, araĢtırma ve geliĢtirme yatırımlarında bulunurlar. (iii) Ġçsel büyüme modellerinin ayırıcı üçüncü bir özeliği azalan verimler yasasını kabul etmemesidir. BeĢeri sermayenin içsel bir değiĢken olarak modele dahil edilmesi ve bilginin dıĢsal faydalarından dolayı, ekonomik büyüme ile birlikte sermaye ve iĢgücü verimliliğinin azalarak devam ettiği görüĢü terk edilmiĢtir. Bu yeni yaklaĢımla birlikte, bilginin dıĢsal faydası ile sonsuza kadar sürdürülebilir bir büyümenin mümkün olduğu iddia edilmiĢtir. Ġçsel büyüme modelinin ilk savunucuları, geliĢtirdikleri basit AK modelinden, neoklasik büyüme modelinin bazı varsayımlarını değiĢtirerek, uzun dönemde büyümenin içsel olduğunu gösterdiler (Barro ve Martin, 2004:19-20). BaĢka bir deyiĢle, öncül içsel büyüme iktisatçıları, üretim fonksiyonundaki sermaye faktörünün azalan getiri yerine, artan veya sabit getiri özelliklerine sahip olduğu varsayımını geliĢtirerek, sermayenin aĢınma payından yüksek olan bu getiri oranıyla, uzun dönemde ekonomik büyümenin devam edeceğini söylediler. Romer (1987), uzmanlaĢmayı artan getirinin nedeni olarak görür. Ġçsel değiĢkenlerle belirlenen teknolojik geliĢme, fiziki sermayenin marjinal verimliliğinin sıfıra gitmesine engel olduğu için, uzun dönemde bile ekonomik büyümeyi mümkün kılar. Örneğin, araĢtırma ve geliĢtirme harcamaları, toplam verimliliği artırarak, azalan verimler yasasının iĢlemesine engel olabilir. Ġçsel büyüme modellerine göre, beĢeri sermaye yatırımı anlamına gelen, eğitime ve sağlık hizmetlerine yapılan yatırımlar, neoklasik büyüme modellerinin tahminlerinin ötesinde, ekonomik büyümeye etkide bulunur. Bundan dolayı, içsel büyüme teorilerini savunanlar, beĢeri sermaye artırımı 28 yolu ile hızlı ekonomik büyümeye ulaĢılmasını salık verirler. BaĢka bir deyiĢle, sağlık ve eğitim hizmetlerini artırarak beĢeri sermayeyi, teknoloji politikası ve teknoloji transferiyle teknolojik altyapıyı geliĢtirerek bilgi üretimini artırılabilmek mümkündür. Bilgi üretimi ise, yaparak öğrenme (learning by doing) ve araĢtırma ve geliĢtirme (AR-GE) ile sağlanabilir. Bilgi üretimine öncelik veren bir politika demeti takip eden ülkeler, üretilen bilgiyi, üretim sürecinde yeniliklere (innovation) ve teknolojik geliĢmeye dönüĢtürerek kullanıma sunduklarında, bu tür politikaları benimsememiĢ ülkelere kıyasla üretimlerini ve büyüme hızlarını artırırlar. 1.7. Neoklasik ve İçsel Büyüme Modellerinin Karşılaştırılması Daha önce belirtilen farklılıklarına rağmen, içsel büyüme modelleri, neoklasik büyüme modellerinin ikamesi değil, tamamlayıcısı olarak kabul edilebilir. Bu nedenledir ki, içsel büyüme modellerinin geliĢtirilmesi ve iktisat yazınında kullanılması neoklasik büyüme modellerini ortadan kaldırmamıĢtır. Aksine, neoklasik büyüme modellerinin açıklamada zorluk çektiği kısımlara bir açıklama getirmiĢtir. Ġçsel büyüme modelleri, neoklasik büyüme modellerinin belirlediği çerçeve içinde kalmakla beraber, bu çerçeveyi, beĢeri sermayeyi içsel bir değiĢken yaparak, daha da geniĢletmeye çalıĢmıĢtır. Neoklasik büyüme modelleri ve içsel büyüme modelleri arasındaki benzerlik ve farklar aĢağıdaki grafikte gösterilmiĢ: 29 Şekil 2. Neoklasik ve İçsel Büyüme Modellerinin Karşılaştırılması 30 Günümüzde, ülkeler arasındaki geliĢmiĢlik farkları ve ekonomik büyümenin kaynakları konusunda iktisat yazınında kullanılan neoklasik büyüme modellerinde, içsel büyüme modellerinin beĢeri sermayeye yaptığı vurgu belirgin ve yaygındır. Örneğin, geniĢletilmiĢ Solow büyüme modelinde (Mankiw ve baĢk., 1992) beĢeri sermaye, iĢgücünü etkileyen bir değiĢken olarak dahil edilir. 1990‟larda yapılan bir kısım ampirik çalıĢmalar beĢeri sermayeyi temsil etmek üzere eğitim ve sağlık değiĢkenlerini modele içsel değiĢken olarak dahil eder (Barro, 2001; Knowles ve Owen, 1997; Lin, 1997) Büyüme muhasebesi modeli ise, iĢgücü değiĢkeninin eğitim ve sağlık gibi değiĢkenlere göre uyarlanmıĢ değerini hesaplayarak ekonomik büyüme üzerindeki etkisini ölçer. MRW (Mankiw ve baĢk., 1992), Solow büyüme modelinin, içsel büyüme modeline üstünlüğünü iddia etmekle beraber, Solow modelinin, tasarruf, nüfus artıĢı ve teknolojik değiĢmenin kaynakları konusunda bir açıklayıcı gücü olmadığını kabul eder. Solow büyüme modeli bu değiĢkenleri dıĢsal olarak kabul eder. Oysa, içsel büyüme modelleri, özellikle teknolojik değiĢmenin kaynakları ve bunun ekonomik büyümeye etkisi konusunda, neoklasik büyüme modeline kıyasla, daha yüksek açıklama gücüne sahiptir. Ancak, MRW beĢeri sermaye değiĢkenini, iĢgücünün niteliksel bir özelliği olarak düĢünüp, Solow modeline dahil ederek modeli geniĢletir. Ampirik çalıĢma ile geniĢletilmiĢ Solow modelini test ettiklerinde, içsel büyüme modellerine kıyasla, daha yüksek bir açıklama gücüne sahip olduğunu bulur. Bazı iktisatçılar, içsel büyüme modellerini, neoklasik büyüme modelinin yerine geçen yeni bir büyüme modeli olarak görmek yerine, Solow modelinin eksiklerini kapatıp, onu tamamlayan bir model gibi değerlendirir (Pack, 1994). Klasik Solow modelinde dıĢsal bir değiĢken olan teknolojik büyüme oranının büyüklüğünün ne olacağı konusunda içsel büyüme modelleri açıklayıcı bilgi sunar. Ġçsel büyüme modellerinin ampirik çalıĢmalarda çok fazla kullanılmadığını belirtmekte yarar vardır. Neoklasik 31 büyüme modelleri ampirik çalıĢmalarda yaygınlıkla kullanılmaya devam edilmektedir. Ġçsel büyüme modellerinden esinlenerek yapılan birçok ampirik çalıĢmanın bile neoklasik büyüme modelini test etmesi bunun bir kanıtıdır. Bu durum içsel büyüme modellerinin ampirik sınanmasındaki güçlükten kaynaklanmaktadır. Pack, ampirik çalıĢmalarla, neoklasik büyüme modelleri ve içsel büyüme modelleri arasındaki farkı ortaya koymanın çok zor olduğunu iddia eder (Pack, 1994:55) Kim ve Lau (1996), Uzakdoğu ülkelerini kapsayan bir ampirik çalıĢmada, ekonomik büyümenin içsel büyüme modeliyle değil, neoklasik büyüme modeliyle açıklanabileceğini iddia ederler: Sözkonusu ülkelerde, ekonomik büyümeyi sağlayan asıl değiĢkenin sermaye stokundaki artıĢ olduğu ve bu artıĢın da ülkelerin tasarruf oranlarının yüksek olmasından kaynaklandığı sonucuna varırlar. Bu ve benzeri çalıĢmalar (Lee, Liu ve Wang, 1994; Pyo, 2001), Uzakdoğu Asya ülkelerinde yaĢanan ekonomik büyümenin üretim faktörlerindeki artıĢtan kaynaklandığını iddia eder. 88 ülkeyi kapsayan bir ampirik çalıĢma ise, 1960 ile 1993 yılları arasında, toplam faktör verimliliğinin GÜ‟lerin ekonomik büyümesine çok az etkide bulunduğu; sermaye ve iĢgücü faktörlerindeki artıĢların ekonomik büyümeyi belirlediği sonucuna ulaĢmıĢtır (Bosworth, Collins ve Chen, 1995). Bu bulgular, ekonomik büyümeyi açıklama açısından neoklasik büyüme modelinin halen geçerliliğini koruduğuna iĢaret etmektedir, denilebilir. 1.8. Dördüncü Dalga: Büyümenin Yaklaşık ve Temel Belirleyecilerini Araştıran Büyüme Modelleri Neoklasik büyüme modeli, ekonomik büyümeyi anlamak noktasında etkin bir araç olmasına rağmen, ülkeler arasındaki büyüme farklarını tam açıklamakta yetersiz kalıyordu. BaĢka bir deyiĢle, neoklasik modeller ülkeler arasındaki büyüme farkının sermaye birikimi ve/veya verimlilik farkından 32 kaynaklandığını söylemekle beraber, bu farkın nereden kaynaklandığına iliĢkin aydınlatıcı olamıyordu. Bu eksiği gören iktisatçıların yaptığı çalıĢmalar, büyüme teorisinde yeni bir evreye, dördüncü dalgaya, öncülük yaptı (Ünsal, 2007: 286). North ve Thomas(1973) çok önceden, ekonomik büyümenin belirleyicleri olarak anılan eğitim, sermaye artıĢı, yenilik, ölçek ekonomisi gibi değiĢkenlerin aslında büyümenin kendisi olduğunu söylemiĢti. Dolayısıyla, önemli olan, yaklaĢık (proximate) büyüme değiĢkenlerini belirleyen temel (fundamental) değiĢkenleri bulmaktır. 1990‟larda yapılan ampirik çalıĢmalarda, büyüme iktisatçıları, büyümenin belirleyicilerini, yaklaĢık ve temel belirleyiciler diye ikiye ayırarak, ekonomik büyümeye etkilerini ölçtüler. Büyümeyi doğrudan etkileyen sermaye birikimi ve verimlilik unsurlarına büyümenin yaklaĢık belirleyicileri, sözkonusu belirleyicileri etkileyip büyümeyi belirleyen unsurlara ise büyümenin temel belirleyicileri deniliyor. Ampirik çalıĢmalar ülkelerarası büyüme farkını belirleyen coğrafya, entegrasyon, kültür ve kurumsal yapı olmak üzere dört temel büyüme faktörü üzerinde yoğunlaĢtı (Ünsal, 2007:287) Sözkonusu temel belirleyicileri Ģekillendiren unsurların etkisi araĢtırıldı. Örneğin, doğal kaynaklar, iklim, topoğrafya, ekolojik yapı unsurları coğrafya değiĢkeni üzerinde etkide bulunarak büyümeyi nasıl etkilediği irdelendi. Aynı Ģekilde, kültürel ve kurumsal farkların neler olduğu ve bunun büyümeyi nasıl etkilediği incelendi. Bir ülkenin coğrafi yapısı, iklimi ve doğal kaynakları ekonomik büyüme üzerinde belirleyici rol oynar. Bu anlamda coğrafya doğrudan doğruya ekonomik büyümeyi etkilediği gibi, ekonomik politikalar ve toplumsal kurumların Ģekillenmesine katkıda bulunarak da dolaylı olarak büyümeyi etkiler. Coğrafi konum ve iklim, ulaĢım maliyeti, hastalıklar, tarımsal üretim gibi ekonomik büyüme dinamiklerini etkiler (Gallup, Sachs ve Mellinger, 1998). Tropikal bölgeler daha düĢük ekonomik büyüme yaĢarken, denize kıyısı olan bölgeler ise daha yüksek ekonomik büyüme yaĢıyor. Çünkü, deniz 33 kıyısında hem ulaĢım maliyetleri düĢük, hem de dıĢ ticaret yapmak daha olasıdır. Sahile yakın yerleĢim yerlerinde nüfus artıĢı ekonomik büyümeyi beraberinde getirirken, karasal yerlerde nüfus artıĢı büyümeye olumsuz etkide bulunuyor. Sachs (2000), Afrika gibi sıcak bölgelerde bulaĢıcı hastalıkların yükü altında ezilen ekonomilerin büyüme gösteremediklerini iddia eder. Ayres ve Warr (2005), ABD ekonomisinin 1900‟lardan günümüze değin olan ekonomik büyümesinde doğal kaynakların etkisini araĢtırdı. Uzun dönemde ekonomik büyümeyi belirleyen enerji kaynaklarının hammadde olarak ortaya çıkarılması değil, sermaye ve iĢgücüyle beraber üretimde girdi olarak kullanılmasıdır. Sözkonusu çalıĢma, Cobb-Douglas üretim fonksiyonuna üretimde kullanılan enerjiyi input olarak dahil edince, Solow artığının kaybolduğunu gösterir. Yani, kullanılan enerji miktarının ekonomik büyümenin itici gücü olduğu sonucuna ulaĢır. Bazı iktisatçılar ise, doğal kaynakları zengin olan ülkelerin, diğer ülkelere oranla daha düĢük ekonomik büyüme hızına sahip olduğunu iddia ediyor. Bu paradoksal durumu açıklamak için iktisat yazınında birçok teori geliĢtirildi (Sachs ve Warner, 1995). “Dutch disease (Dutch hastalığı)” diye bilinen teoriye göre, doğal kaynakları zengin olan ülkelerde, emek ve sermaye gibi üretim faktörleri ticari ürünlerden doğal kaynaklara dayalı ürünlere kayar. Oysa, dünyada imalat mallarına olan talep, doğal ürünlere olan talepten daha fazladır. Dolayısıyla, imalat mallarının fiyatları doğal mallara göre daha yüksek olur. Bu da doğal ürünlere yoğunlaĢan ülkelerin dünya ticaretinden zararlı çıkmasına yol açıyor. Aynı zamanda, doğal kaynakları bol olan ülkeler, beĢeri sermayeye daha az yatırım yapma ihtiyacı hisseder (Gylfason, 2001). Eskiden doğal kaynaklar ekonomik büyümenin en önemli belirleyicisi olmasına rağmen, bilgi toplumunda, beĢeri sermaye ekonomik büyümenin lokomotifi olmuĢtur. Dolayısıyla, doğal kaynakları bol 34 olduğu için avantajlı durumda olan ülkeler, beĢeri sermayeye yeteri kadar yatırım yapmayınca düĢük ekonomik performans göstermiĢlerdir. Oysa, yirminci yüzyılın ilk yarısında itibaren, asıl sermayenin insanda olduğu anlaĢılınca büyük ekonomik büyüme yaĢanmaya baĢlanmıĢtır. Ekonomik büyümenin ülkeler arasında farklılık göstermesinin bir baĢka gerekçesi de kültürel farklılıklarla ilintilidir. Kültürel değerlerin ekonomik büyüme ile ilgisi Max Weber‟in mehĢur Protestan Etiği ve Kapitalizmin Ruhu isimli çalıĢmasına kadar geri gider. Weber, sözkonusu eserinde, kapitalist sistemin Avrupa‟da ortaya çıkmasını Protestan Etik‟teki farka bağlamıĢtır. Yaygın büyüme modellerinin ülkeler arasındaki geliĢmiĢlik farkını tam açıklayamaması, son yıllarda iktisatçıları, kültürel farkın etkisini araĢtırmaya yönelttmiĢtir. David Landes (1999) gibi bazı iktisat tarihçileri kültürel değerleri ekonomik geliĢmeye zemin sağlayan en önemli değiĢken olarak tarif etmektedirler. Kültürel değerler aynı zamanda sosyal sermayenin parçası olarak da görülüyor. “Sosyal sermaye (social capital)” bir toplumdaki güven, norm, iliĢkiler ağı gibi etkin bir Ģekilde toplumsal iĢleyiĢi sağlayan değerler bütünüdür. Sosyal sermayenin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini ölçen birçok ampirik çalıĢma yapıldı Ģimdiye kadar (Knack ve Keefer, 1997; La Porta, F. Lopez-de-Silanes, Schleifer ve Vishny, 1997; Temple ve Johnson, 1998). Örneğin, 1981 yılından beri her sene 29 ülkede uygulanan Dünya Değerler Anketinin verilerini kullanan araĢtırmacılar güven ile ekonomik büyüme arasında pozitif iliĢki olduğunu buldular (Knack ve Keefer, 1997). Bir toplumdaki kurumlar da ekonomik büyümenin temel bir belirleyicisidir. North (1993:3), kurumları “bir toplumdaki oyunun kuralları veya daha formel deyiĢle insan eseri olup insani etkileĢimi Ģekillendiren bütün araçlar” Ģeklinde tarif ediyor. Rodrik (2000) ekonomik büyümeye etki eden temel kurumlar arasında, mülkiyet haklarını ve düzenleyici kuralları 35 belirleyen kurumlar, makroekonomik dengeleri sağlamaya çalıĢan kurumlar, sosyal güvenlik kurumları ve uyuĢmazlıkları gidermeye yönelik kurumları sayıyor. Kurumlar, hem kiĢilere gerekli güvenceyi vererek, piyasa sistemi içinde etkin çalıĢmalarını sağlar, hem de kaynakların etkin dağılımını temin ederek ekonomik büyümeyi artırır. BaĢka bir deyiĢle, ekonomik ve sosyal kurumlar beĢeri ve fiziki sermaye yatırımlarını, teknoloji üretimini Ģekilllendirir. Bu anlamda bir ülkenin diğerine göre ekonomik olarak geri kalmasının en önemli bir nedeni ekonomik kurumlarının kötü olmasıdır (Acemoğlu, Johnson ve Robinson, 2004). Acemoğlu‟na göre, politik kurumlar, de jure (yasal) politik gücü Ģekillendirirken, servet dağılımı da de facto(fiili) politik gücü Ģekillendiriyor. Aynı süreçte politik gücü eline geçiren de politik kurumları Ģekillendirmeye çalıĢıyor. Bu döngüsel etkileĢim ekonomik performansı ve kaynakların dağılımını Ģekillendirmektedir. Avrupa ülkelerinin son beĢ asırda kolonileĢtirdiği ülkelerin uzun dönemli ekonomik büyüme dinamiklerini inceleyen bir çalıĢma (Acemoğlu, Johnson ve Robinson, 2002) kurumsal yapıdaki değiĢimin temel belirleyici olduğu sonucuna ulaĢır. Kolonicilikten önce 1500‟li yıllarda zengin olan bölgelerin, kolonolicilikten sonraki 500 senede fakirleĢtiklerini, daha önce fakir olan bölgelerin ise zenginleĢtiklerini ortaya çıkarır. BaĢka bir deyiĢle, Avrupa‟nın müdahalesi büyüme trendini tersine çevirmiĢtir. Sözkonusu çalıĢmaya göre, Avrupalılar zengin ve nüfus yoğunluğu fazla olan bölgelerde sıkı kurumsal yapı oluĢturup yerel halkı maden yataklarında çalıĢmaya zorlarken, nüfus yoğunluğunun az olduğu yerlerde özel mülkiyet haklarını koruyan kurumsal yapı geliĢtirip, yerel halkı ticarete teĢvik etmiĢtir. Kurumsal yapıdaki bu değiĢim, zengin bölgelerin fakirleĢmesine, fakir bölgelerin ise zenginleĢmesine kaynaklık etmiĢtir. Acemoğlu ve diğerlerinin (2003) yaptığı baĢka bir çalıĢma ise, yüksek enflasyon, yüksek bütçe açıkları, yanlıĢ döviz kuru politikaları gibi ekonomik 36 büyümeyi olumsuz etkileyen makroekonomik politikaların, kurumsal yapının bir ürünü olduğunu ortaya çıkardı. Dolayısıyla sözkonusu makroekonomik problemler düĢük büyümenin gerçek sebebi değil, kurumsal yapıdaki problemin belirtisidir. Sözkonusu çalıĢma, eskiden Avrupa kolonisi olan ülkelerde, ekonomik büyümeye ortam sağlayan kurumsal yapının zayıf olmasından dolayı, daha büyük ekonomik dalgalanmaların yaĢandığı ve ekonomi büyümenin düĢük olduğu sonucuna ulaĢtı. Kurumsal yapının ekonomik büyüme üzerinde etkisi olduğunu gösteren bulgular artmakla beraber, bütün ülkeler için geçerli evrensel bir kurumsal yapıdan sözetmek mümkün değildir. Ülkeden ülkeye kurumsal yapıda farklılıklar olduğu gibi, bir ülke içinde bile bölgeden bölgeye farklılıklar olabilir. Örneğin, Avrupa, ABD ve Japonya‟da kurumsal yapı ve değerler hayli farklı olmasına rağmen yüksek ekonomik büyüme yaĢanmıĢtır. Demek ki, önemli olan sözkonusu kurumların piyasadaki faaliyetleri kolaylaĢtırıcı nitelikte olmasıdır. Heryerde aynı değerlerin (veya oyun kurallarının) egemen olması Ģart değildir (Berkowitz, Pistor ve Richard, 2003; Freeman, 2000). Piyasanın güçlerinin iĢleyiĢini sağlamaya yardımcı olan değerler daha yüksek büyüme sağlarken, piyasa iĢleyiĢini bozan değerler ise büyümeye engel olmaktadırlar. Bardhan (2000) bir araĢtırmada hile ve düzenbazlıklarla piyasadaki dengeyi bozan kurum ve değerlerin üretim ve yatırım kararlarını olumsuz etkilediğini ortaya çıkarmıĢtır. BaĢka bir deyiĢle, yolsuzluk ve hırsızlığın egemen olduğu toplumlarda, bireyler, piyasa Ģartları dahilinde emeklerinin karĢılığını alacaklarına inanmadıkları için potansiyellerini etkin olarak kullanmıyorlar. ĠĢçi, ise düĢük verimle üretim yapar; iĢveren ise, yatırım yapma azmini kaybeder. Knack ve Keefer (1995), Uluslararası Risk Rehberi verilerini kullanarak, mülkiyet haklarının iyi korunduğu, etkin hükümet politikalarının 37 olduğu, dolayısıyla politik riski düĢük olan ülkelerin daha yüksek ekonomik büyüme oranına sahip olduğunu ortaya çıkarmıĢtır. Bazı çalıĢmalar özellikle fikri mülkiyet haklarının korunduğu ülkelerde ekonomik büyümenin daha yüksek olduğu sonucuna ulaĢmıĢlardır (Park ve Ginarte, 1997). Politik çatıĢma, darbe, suikast gibi değiĢkenlerle ekonomik büyüme arasında negatif korelasyon bulunurken, sivil ve politik özgürlüklerle ekonomik büyüme arasında ise pozitif korelasyon bulunmaktadır (Barro, 1995; Barro ve Sala-iMartin, 2004) Levine, Renelt ve Barro gibi iktisatçılar çeĢitli politika değiĢkenleriyle ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi irdeleyen çalıĢmaların öncülüğünü yaptılar. Levine ve Renelt (1992:959) 119 ülkeyi kapsayan ampirik çalıĢmada, 1962-1989 yıllarını kapsayan verileri kullanarak, iddia edildiğinin aksine, mali ve politik göstergeler ile ekonomik büyüme arasında kuvvetli bir iliĢki olmadığını ortaya çıkardılar. Söz konusu çalıĢma, yatırım harcamalarının GSMH içindeki payı ve dıĢ ticaret gelirinin GSMH içindeki payı ile ekonomik büyüme arasında pozitif ve kuvvetli bir iliĢkinin olduğunu gösterdi. BaĢka bir deyiĢle, Leven ve Renelt, uzun dönem ekonomik büyümenin en kuvvetli belirleyicisinin yatırım harcamaları ve dıĢ ticaret gelirinin GSMH içindeki oranı olduğu sonucuna ulaĢtılar. Barro (1996b) ise, yaklaĢık yüz ülkeyi kapsayan geniĢ çaplı bir ampirik çalıĢmada, 1960-1990 arasında, politik özgürlükler, demokrasi ve ekonomik büyüme arasında doğrusal olmayan bir iliĢkinin varlığını ortaya çıkarır. Söz konusu özgürlüklerin kısıtlı olduğu ülkelerde, özgürlüklerin artırılması ekonomik büyümeyi olumlu etkilerken; yerleĢik demokrasisi olanlar için, özgürlüklerin daha da geniĢletilmesinin ekonomik büyüme üzerinde pek etkide bulunmadığı görülür. Barro, yukarıdaki çalıĢmasını, 1995-2000 (tahmini) yılının verilerini de kapsayacak Ģekilde, geniĢletir (Barro ve Lee, 2001). Bu yeni çalıĢmasında, 38 Ģu anki gelir seviyesi, hükümetin tüketim harcamaları, kanun hakimiyeti, dıĢa açılma, enflasyon oranı, doğum oranı, yatırım oranı, dıĢ ticaret hadleri, eğitim seviyesi, eğitimin kalitesi, sağlık göstergelerinden oluĢan bağımsız değiĢkenlerin, bağımlı değiĢken olan ekonomik büyüme oranı üzerindeki etkileri analiz edilir. Bu değiĢkenlerin her biri için Ģu sonuçlara ulaĢır: en fakir ülkeler için Ģimdiki gelir seviyesinin gelecekteki büyüme üzerinde çok az da olsa pozitif bir etkisi olurken, en zengin ülkeler için bu etki negatiftir. Örneğin, ABD için, kiĢi baĢına gelirdeki yüzde 10‟luk artıĢ, ekonomik büyüme üzerinde yüzde 0.6 oranında negatif bir etkide bulunur. Bu olumsuz etkiye rağmen, en GÜ‟lerde görülen yüksek büyüme oranları, eğitim seviyesi, düĢük doğum oranı politik istikrar ve sağlam bir hukuki sistemin varlığından kaynaklanır. Hükümetin tüketim harcamaları değiĢkeninin büyüme üzerinde etkisi istatistiki olarak anlamlı ve negatiftir. Söz konusu değiĢkenin katsayısına göre, hükümetin tüketim harcamalarında yüzde 10‟luk bir artıĢ, ekonomiyi yılda yüzde 1.6 oranında küçültmektedir. Hükümetin tüketim harcamalarının yatırım harcamaları üzerinde de, istatistiki olarak anlamlı ve negatif bir etkisi bulunur. Politik Risk Hizmetleri danıĢmanlık firması tarafından düzenli olarak ölçülen kanun hakimiyeti indeksi değiĢkeninin yükselmesi ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir iliĢki gözlenir. Kanun hakimiyetini artıran ülkeler, daha yüksek bir yatırım oranına ulaĢarak ekonomik büyümelerini hızlandırır. DıĢa açılma değiĢkeninin ekonomik büyümeyi pozitif olarak etkilediği bulunur: dıĢ ticaret hacmindeki artıĢlar ekonomik büyümeyi olumlu etkilemektedir. Enflasyon oranı değiĢkeninde ortalama yüzde 10‟luk bir artıĢ ekonomik büyümeyi yüzde 0.14 oranında küçültür. GSMH ve eğitim değiĢkeni sabit kabul edildiğinde, doğum oranı değiĢkenindeki bir artıĢ ekonomik büyümeyi negatif etkiler. Doğum oranı değiĢkeniyle, yatırım oranları arasında da negatif iliĢki olduğu bulunur. Yatırım oranı değiĢkeni ve dıĢ ticaret hadleri değiĢkeni ile ekonomik büyüme arasında ise, pozitif bir etki gözlemlenmiĢtir. 39 Kısacası, birçok araĢtırmaya göre, dünya ekonomisiyle entegre olmuĢ, etkin para ve maliye politikalarını uygulayan, piyasadaki değiĢ-dokuĢu sağlayan her türlü sözleĢmelerin uygulanmasını sağlayan ve özel mülkiyet haklarını koruyan bir ülkenin yüksek ekonomik büyüme yaĢaması daha olasıdır. Yukarıdaki bulgularla çeliĢen ampirik çalıĢmalar da vardır. Örneğin, Jones (1995), 15 OECD ülkesini kapsayan ampirik bir çalıĢmasında, içsel büyüme modellerinin, ülkelerarası ekonomik büyüme farkını açıklamada beklenildiği gibi açıklayıcı bir güce sahip olmadığı sonucuna varır ve belirli politika değiĢkenlerindeki sürekli değiĢikliklerin ekonomik büyüme üzerinde sürekli bir etkide bulunduğu varsayımını reddeder. BaĢka bir deyiĢle, fiziki ve beĢeri sermaye yatırımları, beĢeri sermaye, ihracatın büyüme oranı, hükümet harcamaları, mülkiyet haklarının güvence altına alınması ve nüfus artıĢı gibi değiĢkenler üzerinde etkili olan politikalar, ekonomik büyümeyi her zaman belirli bir istikamette değiĢtirir görüĢünü reddeder. Bu ampirik çalıĢmada kullanılan zaman serileri verileri, politika değiĢiklerinin büyüme üzerinde uzun dönemde bir etkisinin olmadığını ortaya çıkarmıĢtır. Dolayısıyla, Jones, içsel büyüme modellerinin, araĢtırma geliĢtirme harcamalarına bağlı olarak sürekli bir büyüme oranı artıĢı sağlanmasının mümkün olduğu hipotezini reddeder. Güney Kore‟nin ekonomik büyümesinin kaynaklarını araĢtırmak için yapılan bir ampirik çalıĢmada, 1956-1996 yıllarını kapsayan bir dönem için, yatırım harcamalarındaki artıĢ, ihracatın büyümesi ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢki incelemektedir (Feasel, Kim ve Smith, 2001). Bu çalıĢmaya göre, kısa dönemde, yatırımlardaki artıĢ ve ihracatın büyümesi ile ekonomik büyüme arasında güçlü, pozitif bir iliĢki vardır; ama uzun dönemde sözkonusu değiĢkenler arasında bir iliĢkinin olmadığı, dolayısıyla yatırım oranındaki dalgalanmanın ve ihracatın büyümesinin ekonomik büyüme 40 üzerinde kısa süreli etkisi bulunduğu tesbit edilmiĢtir. Yatırım oranındaki değiĢimin büyüme üzerindeki kısa süreli etkisi Solow büyüme modelinin öngürülerine parallelik gösterir; fakat bu sonuç, sözkonusu etkinin her zaman olacağını varsayan içsel büyüme modellerinin öngürüsüyle çeliĢir. Bu ampirik çalıĢmanın sonuçları, Güney Kore‟nin ekonomik büyümesinin kaynaklarının, içsel büyüme modelleriyle değil, neoklasik büyüme modelleriyle açıklanabileceğini göstermektedir. 1.9. Beşinci Dalga: Uzun Dönem Ekonomik Büyümeyi Tarihsel Boyutuyla Bütüncül Olarak İrdeleyen Büyüme Modelleri Son yıllarda ekonomik büyümeyi uzun dönemli tarihsel boyutuyla irdeleyen ve birleĢik büyüme teorisi (unified growth theory) veya kapsamlı büyüme teorisi (grand growth theory) adıyla alınan konuda birçok çalıĢmalar yayımlanmıĢtır (Galor ve Moav, 2002; Galor ve Weil, 2000; Hansen ve Prescott, 2002; N. Lagerlof, 2003; N. Lagerlof, 2003; Tamura, 2002). Ekonomik büyümenin dinamiklerinin anlaĢılması için kısa dönem değil, çağları içine alan uzun dönemdeki geliĢmeleri dikkate almak gereğine değiniyor sözkonusu çalıĢmalar. Mevcut büyüme teorilerinin sadece sınırlı dönemler için açıklayıcı olduğu, ancak tarihsel olarak büyüme evrelerini açıklayamadığı iddia edilmektedir. Dolayısıyla ekonomik yönden geride kalmıĢ ülkelere nasıl bir yol takip etmeleri gerektiği konusunda yardımcı olamamaktadır. Ġnsanlık tarihine bir bütün olarak bakıldığında, Ġngiltere‟de baĢlayan Sanayi Devrimine kadar dünya ekonomisinde ciddi bir büyüme yaĢanmadığı görülüyor. Sanayi Devrimi öncesiyle ilgili varolan çok sınırlı veriler, ekonomik büyümenin yok denecek kadar az olduğunu gösteriyor. “Malthusyen tuzak” diye iktisat yazınında tanımlanan Sanayi Devrimi öncesi dönemde nüfus ile ekonomik büyüme arasında ters iliĢki vardır (Galor, 2005). Ġkisinin birlikte büyümesi mümkün değildir. Sözkonusu dönemde bazı ülkeler az dahi olsa 41 bir büyüme yaĢarken, birçoğunda hiçbir ekonomik büyüme olduğunu gösteren bulgu yoktur. Sanayi Devrimiyle, nüfus büyümesi ve ekonomik büyüme arasındaki negatif iliĢki değiĢmeye baĢlar. Nüfus artıĢıyla birlikte ekonomik büyüme yaĢanmaya baĢlanır. Ġngiltere‟de ekonomik büyüme yıllık yüzde 1.3 seviyesine çıkar 17. ve 18. yüzyılda. Büyüme bir sonraki asırda daha da büyüyerek devam eder (Crafts, 1996). Bütün olarak dünyadaki ekonomik büyümeye bakınca, 1500‟lerden günümüze yaĢananları Ģöyle özetlemek mümkündür (Venture, 2005): KiĢi baĢına gelir, 1500 ile 1820 yılları arasında yaklaĢık üç asırlık süre boyunca sadece yüzde 18 büyüme gösterir. 1820‟den günümüze değin ise yüzde 750 oranında bir artıĢ gösterir. Ancak, son iki asırda yaĢanan ekonomik büyüme dönemsel olarak büyük dalgalanmalar gösterir. Örneğin, 1820-1870 yılları arasında yüzde 0.53 olan yıllık büyüme oranı, 1870-1913 yılllarında yüzde 1.3‟e yükselir. Yirminci yüzyılın ikinci çeyreğinde yaĢanan ekonomik bunalım sözkonusu büyüme oranını yüzde 0.91 seviyesine indirmesine rağmen, 1950-1973 yılları arasında tarihte görülmemiĢ bir büyüme oranı olan yüzde 2.93 seviyesine ulaĢılır. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde ise, dünyadaki kiĢi baĢına gelir seviyesindeki artıĢ yüzde 1.33 oranında gerçekleĢir. Fizik biliminde Einstein‟dan beri, evrendeki bütün fenomenleri açıklayacak bütüncül bir teori arayıĢları devam ettiği gibi, ekonomik büyüme konusunu çalıĢan iktisatçılar da tarihsel olarak yaĢanan geliĢmeleri bütüncül olarak açıklayacak bir model arayıĢı içindeler. Venture (2005), uluslararası ticaret ve ekonomik büyümenin dinamiklerini içine alan bütüncül bir model geliĢtirmeden ekonomik büyümeyi doğru bir Ģekilde anlamanın mümkün olmadığını iddia eder. Hansen ve Prescott (2002) gibi büyüme iktisatçıları, hem Sanayi Devrimi öncesi hem de sonrasındaki ekonomik büyümeyi açıklayacak kapsamlı bir büyüme modeli geliĢtirmeye çalıĢır. 42 Yukarıda anlatıldığı gibi, Malthusyen ekonomik durgunluğun olduğu asırlarla son birkaç asırdaki ekonomik büyüme evrelerinin hepsini kapsayacak kapsamlı bir teori geliĢtirmek pek kolay değildir. Asıl sorun, ekonomik büyümenin dinamiklerini bütünüyle kapsayan bir model geliĢtirip, dönemler itibariyle değiĢkenlerdeki farkı ortayı çıkarmaktır. BirleĢik büyüme teorisi, dıĢsal etmenlerle binlerce asırlık ekonomik durgunluğun aĢılıp, sanayi devrimine yol açtığı görüĢünü kabul etmez. Aksine, bütün zamanlar için geçerli olan bir modelde yer alan bazı temel dinamiklerin değiĢmesiyle sıçramanın yaĢandığını iddia eder (Galor ve Weil, Galor ve Moav, 2002), BirleĢik büyüme teorisine göre, ekonomik durgunluktan ekonomik büyümeye geçiĢ, Malthusyen modeldeki nüfus ve teknoloji arasındaki etkileĢimin doğal bir neticesidir. Teknolojik geliĢime paralel olarak aileler üzerindeki ekonomik kısıt kısmen kalkmıĢ ve çocuklarının eğitimi için daha çok kaynak aktarmaya baĢlamıĢlardır. Öte yandan, teknolojideki artıĢ beĢeri sermayeye olan talebi artırmıĢtır. Bu da, bireylerin beĢeri sermayeye yatırım yapmasına ve artan üretkenlikle yüksek büyümeye zemin hazırlamasına yol açmıĢtır. BaĢarılı bir birleĢik büyüme teorisi, sadece son asırdaki ekonomik büyümeyi açıklamak yerine bütün zamanlar için açıklayıcı olur. Bu, büyüme teorisine olan güveni daha da artırır. Aynı zamanda ekonomik açıdan birkaç asır geride kalmıĢ ülkelere de yol gösterici olur. Böylece Ülkelerarası ve dönemler arası ekonomik büyüme hızlarındaki farkın gerekçelerini açıklar. İKİNCİ BÖLÜM EKONOMİK BÜYÜME İLE İLGİLİ AMPİRİK ÇALIŞMALAR 2.1.Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerle İlgili Çalışmalar Ekonomik büyüme ile ilgili ampirik çalıĢmalar ekonomik büyümeyi 1)üretim faktörleri birikimi; 2)beĢeri sermaye donanımı; 3)ekonominin dıĢa açıklık oranı; 4)sosyal, hukuki ve politik koĢullardaki farklılıklar ile açıklama yoluna gider. Bu çalıĢmalar dört kategoride ele alınabilir: Birincisi, sermaye, iĢgücü ve toplam faktör verimliliğinin etkisini araĢtırır. Ġkincisi, bu değiĢkenlere eğitim ve sağlık gibi beĢeri sermaye değiĢkenlerini de dahil eder. Üçüncüsü, ekonomik entegrasyon ve dıĢ ticaret hacminin büyümeye etkisini ölçer. Dördüncüsü, politik, sosyal ve hukuki koĢulların etkisini ölçer. Bazı çalıĢmalar sözkonusu faktörlerin bütün ülkeler için benzer etkide bulunduğu sonucuna ulaĢırken, bazıları ise, özellikle sermaye ve iĢgücünün ekonomik büyümeye katkısının, GÜ‟lere oranla, GOÜ‟lerde daha yüksek olduğunu iddia eder (Maddison, 1987). Ampirik çalıĢmaların birinci kategorisine giren ilk çalıĢmalar, Robert Solow ile baĢlamıĢtır. Solow, 1957 yılında yayımladığı “Teknolojik DeğiĢme ve Toplam Üretim Fonksiyonu” adlı makalesinde Cobb-Douglas üretim fonksiyonunu kullanarak, ABD ekonomisi için, ekonomik büyümenin kaynaklarını hesaplar (Solow, 1957). Solow‟un bu ampirik çalıĢmasına göre 1909 ile 1949 yılları arasında ABD‟de teknolojik geliĢmenin, ortalamada, ekonomik büyüme üzerinde tarafsız (neutral) bir etkisi vardı. KiĢi baĢına üretimdeki artıĢın yüzde 87.5‟i teknolojik değiĢmeden ve 12.5‟u da sermaye artıĢından kaynaklanıyordu. Toplam üretimdeki artıĢın 7/8‟i sermaye-iĢgücü oranı ile açıklanamıyordu (Solow, 1957:320). DıĢsal bir değiĢken olan teknoloji ile ilintilendirilen bu yüksek oran, “Solow Artığı” olarak literatüre geçti. 44 Denison, ABD ekonomik büyümesi için, farklı dönemleri kapsayan, birkaç ampirik çalıĢma yapmıĢtır. Bunların birincisi, 1929-1969 yıllarını kapsar. Bu dönemde, milli gelir ortalama yıllık yüzde 3.3 oranında büyüme gösterir. Bu artıĢın 1.31‟i (yüzde 38.7) iĢgücünün niceliksel ve niteliksel artıĢından; 0.50‟si (yüzde 14.7) sermaye faktörünün artıĢından ve 1,52‟si (yüzde 46.6) ise toplam faktör verimliliğinden kaynaklanır. Denison, incelediği dönemi 1929-1948 ve 1948-1969 diye iki döneme ayırdığında, iĢgücünün payı ilk dönemde yüzde 49.8 iken, ikinci dönemde yüzde 32.6‟ya düĢer; sermayenin payı ise ilk dönemde yüzde 4.7‟den, ikinci dönemde yüzde 19.9‟a çıkar; toplam faktör verimliliğinde ciddi bir değiĢiklik görünmez. BaĢka bir deyiĢle, bu sonuçlara göre, ikinci dönemde yaĢanan ekonomik büyüme artıĢı, sermaye birikiminden kaynaklanmıĢtır (Denison, 1974:125128). Denison 1979 yılında, yaptığı çalıĢmayı, 1929-1976 yıllarını kapsayacak Ģekilde geniĢletmiĢtir. 1948-1973 yılları arasında yaĢanan yüzde 3.65‟lik ekonomik büyümenin, 2.13‟ü iĢgücü ve sermaye faktörlerinden (iĢgücünün payı 1.42 ve sermayenin payı 0.71) ve 1.52‟si toplam faktör verimliliğinden kaynaklanır. 1969-1973 ve 1973-1976 arası kısa dönemlerde, sırasıyla yıllık ortalama yüzde 2.91 ve 0.58‟lik ekonomik büyüme yaĢanır. 1969-1973 arasındaki büyümenin 1.78‟i toplam faktör verimliliğinden ve 1.13‟ü toplam faktör verimliliğine dayanır. 1973-1976 yıllarında, petrol krizinden kaynaklanan ekonomik durgunluğun, toplam faktör verimliliğini – 0.65‟e düĢürdüğü anlaĢılır (Denison, 1979:104-110). Denison, ABD için yaptığı baĢka bir ampirik çalıĢmada ise, 1929-1982 yılları arasındaki uzun dönemde ekonomik büyümenin kaynaklarını araĢtırır (Denison, 1985:30). Anılan çalıĢmaya göre, bu dönemdeki yüzde 2.9‟luk ortalama yıllık büyümenin, yüzde 32‟si iĢgücü artıĢından, yüzde 14‟ü iĢgücü 45 baĢına düĢen eğitim artıĢından, yüzde 19‟u sermaye artıĢından ve geriye kalanın da toplam faktör verimliliğinden kaynaklandığı ortaya çıkar. MRW, yaptığı ampirik çalıĢmada, ülkeler arasında ekonomik büyüme farkını geniĢletilmiĢ Solow modeliyle inceler (Mankiw ve baĢk., 1992). MRW‟nin geliĢtirdiği “geniĢletilmiĢ Solow büyüme modeli”nde beĢeri sermaye modele dahil edildiği gibi, teknoloji veya toplam faktör verimliliği değiĢkenine daha geniĢ anlam yüklenir. Buna göre, Cobb-Douglas üretim fonksiyonundaki A değiĢkeni, sadece teknolojiyi değil, ülkelerin faktör donanımlarını, iktisadi-iklimlerini, sosyal ve politik koĢullarını da kapsar. BaĢka bir deyiĢle, örneğin farklı politik yapıya sahip ülkeler, aynı üretim faktörlerine sahip olsalar bile, farklı büyüme hızına sahip olabilirler. MRW‟nin yaptığı çalıĢmada birkaç sonuca ulaĢılır: Birincisi, fiziki sermaye stokunun toplam hasıla üzerindeki etkisinin, fiziki sermaye faktörünün toplam üretim faktörleri içindeki payıyla orantılı olduğu ortaya çıkar. Ġkincisi, modele beĢeri sermaye dahil edilmekle beraber, fiziki sermayenin klasik Solow modelinin öngördüğünden daha yüksek oranda toplam hasılayı etkilediği bulunur. Üçüncüsü, nüfus artıĢının da klasik Solow modeline kıyasla, toplam hasıla üzerinde daha yüksek oranda etkisi olduğu belirlenir. Dördüncüsü, içsel büyüme modelinin tahmininin aksine, geniĢletilmiĢ Solow modeli, uzun dönemde, aynı teknolojik geliĢmiĢliğe, eĢit sermaye birikimi ve nüfus artıĢına sahip olan ülkelerin uzun dönemde aynı gelir seviyesine ulaĢacağını varsayar. Solow modeli her ülkenin kendi durağan durumuna ulaĢacağını öngörür. Klasik Solow modeli, kararlı durum (steady state) seviyesinin yarısına 17 yılda ulaĢacağını tahmin ederken, geniĢletilmiĢ Solow modeli bu sürenin iki kat daha fazla süreceğini öngürür. Ülkeler arasında, ekonomik ve politik farklılıklar bu sürecin uzunluğu veya kısalığı üzerinde belirleyici rol oynayacaktır. Örneğin, ülkelerin eğitime yaptığı yatırımlar, vergi politikalarının üretime etkisi, politik istikrarı muhafaza etmeleri ekonomik büyümelerini olumlu etkileyerek, ekonomik büyümeyi daha da hızlandırabilir. 46 Knight ve diğerleri (1993), MRW‟nin kullandığı Solow modelini daha da geniĢleterek 98 ülke için, 1960-1985 yıllarını kapsayan, bir ampirik çalıĢma yaparlar. Yazarlar, bu çalıĢmada, yatay-kesit veriler yerine, zaman serisi analizlerine dayanarak ülkeler arasında yakınsamanın olup olmadığını araĢtırırlar. Ülkelerin spesifik koĢulları modele dahil edildiğinde, yakınsamanın MRW‟nin yaptığı tahminden daha kısa sürede olacağını ortaya koymaktadırlar. Aynı çalıĢmanın çarpıcı olan baĢka bir sonucu ise, fiziki sermaye yatırımlarının, GOÜ‟ler için, üretime katkısının daha düĢük olduğunun anlaĢılmasıdır. Bu sonucu yorumlayan yazarlar, GOÜ‟lerdeki sermaye stokunun azlığı, sosyal altyapının yetersizliği ve serbest dıĢ ticaret önünde yüksek engellerin bulunmasını olası gerekçeler olarak dile getirirler. Bununla birlikte liberal dıĢ ticaret politikaları izleyen ve sağlam sosyal altyapısı olan ülkelerin mevcut kaynaklarını daha etkin kullanarak daha yüksek üretim seviyesine ulaĢacağını öne sürerler. Nitekim, aynı çalıĢmanın sonuçlarına göre, liberal dıĢ ticaret politikası ve sosyal altyapı birer değiĢken olarak modele dahil edildiği durumda, fiziki ve beĢeri sermayenin ekonomik büyüme üzerindeki etkisinde önemli bir artıĢ gözlenir. Ġslam (1995), 96 ülkeyi kapsayan ampirik çalıĢmasında, MRW‟nin geniĢletilmiĢ neoklasik modelini kullanarak, ülkeler arasında yakınsamayı, panel verilerle analizler yaparak test etmektedir. 1960-1985 yıllarını kapsayan çalıĢmanın sonuçlarına göre, ülkeler arasındaki koĢullu yakınsama, MRW‟nin öngördüğünden daha kısa sürede gerçekleĢmektedir. Aynı tasarruf oranı ve nüfus büyümesine sahip olan ülkeler, özel koĢullarını iyileĢtirerek, daha yüksek ekonomik büyüme hızını yakalayabilirler. Bu sonuç, ülkelerin takip ettiği ekonomik politikaların ve içinde bulunduğu politik koĢulların ekonomik büyüme açısından önemini vurgular. Ġkinci grup ampirik çalıĢmalar beĢeri sermaye ve ekonomik büyüme üzerinde yoğunlaĢır. 47 Correa (1970:17), Latin Amerika ülkelerini kapsayan ampirik çalıĢmasında, eğitimin bu ülkelerin geliĢmiĢlik seviyelerini etkilediğini belirtmesine rağmen, ampirik çalıĢmasının sonucunda eğitim ve sağlık hizmetleri harcamaları ile ekonomik büyüme arasında negatif bir korelasyon bulmuĢtur. Razin (1977:317) birçok ülkeyi kapsayan ampirik çalıĢmasında, yüksek eğitimin GOÜ‟lerin ekonomik büyümeleri üzerinde olumlu etkide bulunduğunu tespit eder. McMahon (1984:310-312), büyüme muhasebesi modelini kullanarak, 15 OECD ülkesi için yaptığı çalıĢmada, fiziki sermaye yanında, eğitim seviyesi ile ölçülen beĢeri sermaye ve araĢtırma ve geliĢtirme harcamalarıyla ölçülen bilgi stokunu da modele dahil eder. McMahon‟un çalıĢması, iĢsizliğin arttığı ekonomik durgunluk dönemlerinde, eğitimin ekonomik büyüme üzerinde etkisinin pozitif olmakla beraber çok düĢük olduğu; buna karĢılık kararlı ekonomik büyümenin olduğu dönemlerde ise eğitimin büyümeye katkısının yüksek olduğunu bulmuĢtur. Lee ve diğerleri. (1994:442-443), Tayvan için beĢeri sermaye artıĢı ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi bir çalıĢmasına konu eder. Tayvan için iĢgücü ve sermayenin artıĢından çok daha yüksek oranda artıĢ gösteren ekonomik büyümenin, neoklasik büyüme modelleriyle incelenemeyeceği tespitini yaptıktan sonra, içsel büyüme modellerinden hareketle beĢeri sermayenin etkisini analiz eder. Lee “nitelikli iĢgücü indeksi”ni kullanarak, üniversite eğitimi görenlerin sayısındaki artıĢ trendini inceler. BeĢeri sermayedeki artıĢın ölçütü olarak kullandığı bu indeks, ekonomik büyümenin yüzde 44‟lük kısmına eğitimle artan beĢeri sermayenin kaynaklık ettiğini gösterir. Mincerian regresyon modeline dayalı, birçok ülke için yapılan mikroekonomik analizler ise, eğitimin kiĢi baĢına düĢen geliri yüzde 5 ile 15 arasında etkilediğini ortaya çıkarır (Card, 1999; Psacharopoulos, 1994). 48 Psacharopoulos (1994), Mincerian regresyon modelini kullanarak eğitimin özel ve sosyal getirisini hesaplayan çalıĢmasında, GOÜ‟ler için ilkokulun en yüksek getiri oranına sahip olduğunu bulmuĢtur. Aynı çalıĢmanın sonuçlarına göre, eğitim seviyesi yükseldikçe ve ülkenin kiĢi baĢına gelir seviyesi artıkça, eğitimin getiri oranında azalan oranda bir artıĢ görülür. O‟Rourke ve Williamson (1995) okullaĢma oranının Avrupa‟da ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkilediğini ampirik çalıĢmalarıyla ortaya koymaktadır. 44 ülke için, 1958 ile 1978 yıllarını kapsayan bir ampirik çalıĢma ise, eğitimle büyüme arasında aĢağıdaki iliĢkilerin varolduğunu ortaya koymaktadır(Woodhall, 1995): Ortaöğretim ve yükseköğretime kıyasla, ilköğretim en yüksek getiri oranına sahiptir. Yükseköğretim seviyesinde eğitimin özel getirisi, sosyal getirisinden daha fazladır. GOÜ‟lerde eğitimin getiri oranı, GÜ‟lere kıyasla daha yüksektir. Kadın eğitim oranındaki artıĢın ekonomik büyümeyi pozitif olarak etkilemesi beklenir. Kadınlar için eğitim oranı yükseldikçe, doğum oranı azalmaktadır. GSMH‟nın büyüme oranı, nüfusun büyüme oranından daha yüksek olursa, kiĢi baĢına milli gelir yükselir. Barro (1996b:15-16), bayanların eğitim seviyesinin yükselmesinin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini incelediği bir regresyon analizinde, sürpriz bir Ģekilde, bayanların eğitim seviyelerindeki artıĢın ekonomik büyüme üzerinde hiçbir etkisi olmadığını bulmuĢtur. Gerçi, aynı çalıĢma, bayanların eğitim seviyelerindeki artıĢın, bebek ölümlerini azaltarak, ekonomik büyümeye dolaylı etkisi olduğunu kabul eder, ama eğitimin doğrudan bir etkide bulunduğunu reddeder. Oysa, erkeklerin eğitim seviyesi arttığında, özellikle ortaokul ve sonrası için, ekonomik büyüme pozitif etkilenmektedir. 49 Knowles ve Owen (1997), geniĢletilmiĢ Solow modelini kullanarak, 77 ülke için 1960-1980 arasında, sağlık ve eğitimin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini incelemiĢlerdir. Beklenen ortalama ömür ile temsil edilen sağlık değiĢkeninin ekonomik büyüme üzerinde büyük bir etkisi olduğu saptanmıĢtır. Öte yandan, aynı çalıĢmanın sonuçları, eğitimle, çalıĢan baĢına düĢen ürün miktarı arasında anlamlı bir iliĢkinin olmadığını göstermektedir. Çin için yaptığı bir çalıĢmasında, Lin (1997) eğitim ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi inceler. Bilindiği gibi, kiĢi baĢına yaklaĢık 200 dolarlık gelirle, 1978 yılında dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Çin, 1978-1994 arasında GSMH‟sını dörde katlayarak, en hızlı büyüme oranına sahip ülkeler baĢında yerini alır: 1980 ile 1990‟lı yıllarda ortalama yüzde 10 gibi çok yüksek ekonomik büyüme gösterir. Lin, okullaĢma oranı yüksek bölgelerde daha yüksek ekonomik büyümenin olduğunu bulumuĢtur. Örneğin, ortalama eğitim seviyesi bir yıl fazla olan bölgeler, diğer bölgelere oranla, yıllık %1 daha yüksek bir büyüme göstermiĢtir. Lin‟e göre eğitimin büyüme üzerinde bu denli etkili olmasının bir nedeni, verimlilik artıĢının yanısıra, iĢgücünün tarımdan sanayie geçiĢinde kolaylık sağlamasıdır: Eğitimli bireylerin bu değiĢime adaptasyonu daha kolay olmaktadır (Lin,1997:83-84). Barro (2001:20-22), eğitimin büyüme üzerindeki etkisini ölçmek için, “ortalama eğitim seviyesi”ni ve “eğitimin kalitesi”ni iki ayrı değiĢken olarak modele dahil etmiĢtir. Sonuç olarak, “orta öğretim ve üzeri eğitim seviyesine sahip 25 yaĢ ve üzeri erkeklerin eğitim seviyesi” ile ekonomik büyüme arasıda istatistiki olarak anlamlı ve pozitif bir iliĢki bulunmuĢtur. Eğitim seviyesinin bir yıl artması, ekonomik büyümeyi yüzde 0.44 oranında artırmaktadır. AraĢtırmanın sonucuna göre, bayanlar için eğitim seviyesindeki artıĢla ekonomik büyüme arasında, bir iliĢki bulunmamıĢtır. Bu garip durumun en anlamlı açıklaması, birçok ülkede iĢgücü piyasasında 50 bayanlara uygulanan ayırımcılık olabilir. Bayanlar, erkeklere nisbetle, sahip oldukları eğitim seviyesine uygun alanlarda iĢ bulmakta zorluk çekmektedir. Bu durumda, bir yandan bayanlara eğitim vermek; öte yandan onların niteliklerinden istifade etmemek, iktisadi olarak kaynakların savurganlığıdır. Barro; “bilim, metamatik ve okumayı ölçen sınav sonuçları”nı eğitim kalitesinin göstergesi olarak modele dahil ederek, Ģu sonuçlara ulaĢmaktadır: Bilim puanında bir standart-sapma artıĢ, büyümeyi yüzde 1 oranında artırır. Matematik puanı da pozitif etkiye sahiptir, ama etki katsayısı bilimden biraz daha düĢük çıkmıĢtır. Okuma puanları ile büyüme arasındaki iliĢki ise, regresyon sonucuna göre, zayıf ve belirsizdir. Sağlık değiĢkenleri olarak kullanılan, beklenen ömür ve bebek ölüm oranlarıyla ekonomik büyüme arasında istatistiki olarak anlamlı bir sonuç bulunmaz (Barro, 2001:23-24) Hanushek ve Kimko (2000:1203-1204) uluslararası matematik ve bilim sınav sonuçlarını eğitimin kalitesinin bir göstergesi olarak kullandıkları ampirik çalıĢmanın sonucunda, eğitimin kalitesinin ekonomik büyümeyi önemli oranda belirlediğini ortaya çıkardılar. Sözkonusu araĢtırmacılar, elde ettikleri bulgulara dayanarak, eğitim kalitesini dikkate almadan, sadece eğitim yılıyla ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi irdeleyen modellerin gerçeği tam yansıtmadığını iddia ederler. Bassanini ve Scarpetta (2001:21), 21 OECD ülkesini kapsayan çalıĢmada, beĢeri sermaye birikiminin ekonomik büyüme üzerindeki etkisin i inceler. AraĢtırmanın sonuçları, beĢeri sermaye birikiminin ekonomik büyüme üzerinde pozitif bir etki yaptığını ortaya koyar. Eğitim seviyeleri bir yıl daha fazla olan çalıĢanların, ortalama gelirleri yüzde 6 daha yüksek çıkmıĢtır. Bu sonuçlar eğitimle gelir arasındaki çalıĢmalarla paralellik gösterir. iliĢkiyi inceleyen mikroekonomik 51 1.10. Türkiye İle İlgili Çalışmalar Türkiye‟nin ekonomik büyümesinin kaynaklarını tespit etmek için yapılmıĢ araĢtırmalarla ilgili özet bilgiler aĢağıdaki tabloda yer alır. Tablo nun bitiminde, her bir çalıĢma daha detaylı olarak anlatılacaktır. Türkiye’nin Ekonomik Büyümesiyle İlgili Ampirik Çalışmaların Özeti Yazar Kapsadığı Model Başlıca Bulgular Dönem Krueger ve 1963-1976 Tuncer(1980) Büyüme Imalat sektöründe, hasıla muhasebesi %13.5, sermaye %13.5, (logaritmik iĢgücü %7.6 ve toplam faktör regresyon) verimliliği %1.84 oranında gerçekleĢti Celasun(1983) 1953-1973 CSW-Syrquin Ġmalat sanayinin büyümesinde, “ayrıĢtırma” iç talep artıĢı, 1953-63 metodu arasında yüzde 81 ve 1963-73 arasında yüzde 76 rol oynar. Teknolojik geliĢmenin rolü ise, sözkonusu iki dönem için sırasıyla yüzde 8 ve 12‟dir. Chenery ve diğerleri(1986) 1963-1975 Büyüme Ortalama yüzde 6.4 olarak muhasebesi gerçekleĢen ekonomik (Denison‟un modeline benzer) büyümenin yarısından fazlası sermaye stokundaki artıĢtan kaynaklanır. Ekonomik büyümenin üçte biri de teknolojik geliĢmeden kaynaklanır. 52 Yıldırım(1989) 1963-1983 Translog üretim Toplam faktör verimliliği (TFV), fonksiyonu 1963-67 arasında yüzde 5.94; 1967-1972 arasında yüzde 1.45; 1972-1977 arasında yüzde 1.61; ve 1977-1983 arasında ise yüzde –3.93 oranında bir artıĢ gösterir. Uygur(1991) 1965-1988 Toplam faktör TFV, kamu sektöründe, 1965- verimliliğini, 76 arasında, yüzde 1; 1976- iĢgücü, sermaye 1981 arasında yüzde 0.9; ve ve materyal 1981-1988 yılları arasında girdilerden yüzde 1.0 oranında gerçekleĢir. oluĢan üretim Özel sektörün toplam faktör fonksiyonundan verimliliği, 1965-1976 yılları için logaritmik yüzde 0.9; 1976-81 yılları için verimlilik indeksi yüzde eksi 0.1; ve 1981-1988 tahmini yılları için ise yüzde 1.9 olarak gerçekleĢir. Uygur(1993) 1965-1990 McKinnon-Show McKinnon-Show öngürüsünün hipotezinin testi aksine, 1980‟li yılların ilk yarısında toplam özel tasarruflar artmadığı gibi, bir derece azalma bile gösterir. AydoğuĢ(1993) 1971-1988 Toplam faktör Ġmalat sanayiinde gerçekleĢen verimliliğini, yüzde 8.1‟lik hasıla artıĢının, iĢgücü, sermaye yüzde 4‟ü iĢgücü artıĢı, yüzde ve materyal 5.3‟ü sermaye artıĢı, yüzde 9‟u girdilerden materyal artıĢı ve yüzde 0.7‟si oluĢan üretim toplam faktör artıĢından fonknsiyonundan kaynaklanır. 53 tahmin etmek Bahmani- 1923-1990 cointegration ve Error-correction modelinin Oskooee ve error-correction sonuçlarına göre, ihracat ile Domac(1995) metodları ekonomik büyüme arasında iki yönlü bir etkileĢim sözkonusudur. BaĢka bir deyiĢle, ihracat artıĢı ekonomik büyüme artıĢını beraberinde getirdiği gibi, ekonomik büyüme de ihracatı körükler. Yentürk(1996) Güngör(1997) Engle-Granger Yabancı tasarruflar ile iç conintegration yatırımlar arasında bir metodu bütünleyicilik görünmez. 1980, Regresyon Ortalama eğitim seviyesindeki 1985, ve analizi bir yıllık artıĢ sanayinin çıktısını 1990 nüfus yüzde 75 oranında artırır. Sabit sayımları etki modeline göre ise, eğitimin kısmi korelasyon katsayısı 0.44‟e çıkar. Tansel(1997) 1975-1995 Regresyon Fakir iller ile zengin iller analizi arasında, ekonomik verimlilik açısından bir yakınsama yaĢandığı ortaya çıkar Temel, Tansel, Markow zincir Zengin ve fakir iller arasında ve modeli yakınsama yerine, zengin illerin Albersen(1999) daha da zengin ve fakir illerin daha da fakir olduğu iki kutuplu bir yapılaĢmanın olduğu ortaya çıkar. 54 Yalçın(2000) 1983-1994 Sabit Etki(Fixed Ġthalat serbestisi özel sektörde Effect) ve fiyat-maliyet farkını düĢürücü Tesadüfi Etki bir etkiye sahip. Ancak, yüksek (Random Effect) yoğunlaĢma oranına sahip endüstrilerde fiyat-maliyet farkını yükseltir. Özel sektörün aksine, Ġthalat serbestisi ve ihracatın artıĢı tüm kamu sektöründe aĢırı kazançları düĢürür. ÇavuĢoğlu 1959-1990 (2001) Linear yapısal Ekonomik büyüme, yatırım denklem modeli harcamaları, hükümet harcamaları ve iĢgücündeki artıĢtan kaynaklanır. Ismihan, Metin- 1963-1999 Ozcan ve Regresyon Kronik makroekonomik analizi dalgalanmalar, kamu yatırımlarını ve özel yatırımları Tansel (2002) olumsuz etkileyerek sermaye birikimini azalttığından ekonomik büyümeyi engeller. Ġkincisi, uzun dönemde kamusal altyapı yatırımları ile özel yatırımlar arasında crowding-out etkisinin olmadığı ortaya çıkar. Voyvoda ve Yeldan (2001) 1981-1996 Syrquin Ġthal ikamesinin terkedilip, ayrıĢtırma ihracata yönelik üretim yapma metodu politikasının benimsenmesi, imalat sanayiinde verimlilik artıĢını getirmiĢse de, bu artıĢ 55 ekonomiyi sürükleyen bir motor fonksiyonunu göremez. Metin-Özcan ve 1969-1999 baĢk. (2001) Hodrick-Prescott Kamu yatırımları, özel tarafından yatırımlar ve GSMH arasında geliĢtirilen, kuvvetli ve pozitif bir iliĢki konjonktür bulunur. Ġhracat artıĢı ile dalgalanmaları GSMH arasında ise çok zayıf (business cycle) bir iliĢkinin olduğu ortaya çıkar metodu Bayar(2002) 1974-1994 Regresyon DıĢ ticaretin liberalleĢmesinden analizi sonra, verimlilik artıĢı pozitif bir değiĢme yaĢarken, sanayinin fiyat-maliyet farkında negatif bir değiĢme görünür. Metin-Ozcan, 1980-1996 Voyvoda, ve Regresyon 1980 sonrasındaki yapısal analizi değiĢme ve dıĢa açılma politikası, sektörel yapı, Yeldan (2002) piyasaya yoğunluğu ve kâr majlarını çok az oranda değiĢtirdiği görülür. Voyvoda ve 1990-2001 Yeldan (2002) Ġçsel büyüme Faiz dıĢı fazlayı hedefleyen modeline dayalı mali politikanın ekonomik OLG modeli büyümeyi olumsuz etkilediği servet vergisiyle finanse edilen kamusal harcamların daha faydalı olacağını gösterir. Voyvoda ve Yeldan (2006) 2003-2009 Genel denge 2004 ve 2005 yıllarındaki analizi ekonomik büyümenin açıklayamakta yetersiz kalan model, mevcut büyüme hızının 56 sürdürelebilir olmadığını tahmin eder. Telli, Voyvoda 2003-2010 ve Yeldan Genel denge Kullanılan model, istihdam analizi vergilerinin düĢürülmesi durumunda iĢsizliğinin (2006) düĢüceğini tahmin etmektedir. Örneğin, efektif istihdam vergilerinin yüzde 5 indirilmesi iĢsizliği yüzde 2 azaltır. Krueger ve Tuncer (1980) yazdıkları bir makalede, 1980 öncesi ithal ikamesi politikasının uygulandığı dönemde, büyüme muhasebesi modelini kullanarak, 91 firmanın verimlilik artıĢını irdelemiĢlerdir. Bu çalıĢmada, ithal ikamesi politikasının uygulandığı 1980 öncesi Türkiye ekonomisinde, “bebek endüstrisi” tezinin doğru olup olmadığı sınanır. Korunmaya muhtaç bu endüstriler, sıkı korunmanın olduğu dönemde büyüme belirtisi göstermiĢse, teorinin öngürüsü bir nevi doğrulanacak, aksi halde yanlıĢlanacaktı. Bu analizin sonuçları, özel sektörün kamu sektörüne oranla daha az büyüdüğünü ve bunun bir verimlilik kaybı ima ettiğini ortaya çıkarır. Bu çalıĢmada, üretim fonksiyonu logaritmik bir ekonometrik model olarak tanımlanıp, değiĢkenlerin katsayıları tahmin edilmiĢtir. Yapılan tahmine göre, imalat sektöründe, hasıla yüzde 13.5, sermaye yüzde 15.9, iĢgücü yüzde 7.6 ve toplam faktör verimliliği yüzde 1.84 oranında artıĢ göstermiĢtir (Krueger ve Tuncer, 1980:16). Sektör bazında, aynı katsayıların değerleri kıyaslandığında, yeni endüstrilerin yüksek verimlilik artıĢ hızına sahip olmadığı anlaĢılır. Oysa, bebek endüstrisi teorisine göre, yeni endüstriler dıĢ rekabete karĢı korunduğunda, yüksek verimlilik artıĢı sayesinde büyüyerek ayakta durmayı baĢarır. Bir baĢka beklenmeyen bulgu ise, Türkiye‟de korunan sektörlerin büyüme oranlarının GÜ‟lerin çok gerisinde olduğu ve 57 Solow büyüme modelinin öngürdüğü yakınsamanın yaĢanmadığıdır. Krueger ve Tuncer‟e göre, ithal ikamesi, verimlilik artıĢı sağlamadığı gibi, kamusal sektörün ağırlıkta olması da kaynakların etkin kullanımını azaltmıĢtır. Celasun(1983), 1953-1973 yıllarını kapsayan detaylı ampirik çalıĢmasında, Türkiye‟nin ekonomik büyümesinin kaynaklarını sektörel bazda analiz eder. Celasun, Chenery, Shishido ve Watanabe (CSW)‟ın öncülüğünü yaptığı ve Syrquin‟un geliĢtirdiği “ayrıĢtırma” metodunu kulla nır. Bu metot, Denison‟un geliĢtirdiği büyüme muhasebesi metodundan hayli farklıdır. CSW-Syrquin metodu, input-output modeline ve verilerine dayanır ve sektörel değiĢimin arz ve taleple ilgili bir dizi faktöre bağlı olduğunu varsayar. Bu faktörler, iç talep, teknolojik değiĢiklik, ihracat, ithalat ikamesi olarak ifade edilir. Bazı çalıĢmalar, ilk iki faktörü iç talep etkisi olarak tek bir grup altında toplarken; son iki faktörü de dıĢ ticaret faktörü olarak değerlendirir. Celasun(1983), yaptığı detaylı ampirik çalıĢmasında, tarım sektörünün büyümesinin iç piyasadaki talep artıĢından kaynaklandığını bulmuĢtur. Teknolojik değiĢmeyi ölçen input-output değiĢkeninin katsayısı negatif çıkar. Bunun anlamı söz konusu dönemde tarımda verimlilik artıĢının olmadığıdır. Ġmalat sanayinin büyümesinde, iç talep artıĢı, 1953-1963 arasında yüzde 81 ve 1963-1973 arasında yüzde 76 rol oynar. Teknolojik geliĢmenin rolü ise, söz konusu iki dönem için sırasıyla yüzde 8 ve 13‟tür. Ġhracat geniĢlemesi ve ithalat ikamesi beraber imalat sanayindeki büyümenin yüzde 11‟ine kaynaklık eder. Ġthal ikamesi, 1953-1963 ve 1963-1968 yıllarında sırasıyla yüzde 18 ve yüzde 14 gibi bir etkiye sahip iken, bu etki, 1968-1973 yılları için negatife döner (Celasun, 1983:43). Celasun‟un bulgularına göre, iç talebin ve teknolojik geliĢmenin diğer faktörlerden farklı oranda yükselmesi sektörel seviyede yapısal değiĢime yol açmıĢtır. Özellikle, imalat sanayinde, diğer sektörlere göre, yüksek oranda gerçekleĢen büyüme, 1953-1973 yılları 58 arasındaki ekonomik büyümeye kaynaklık etmiĢtir. Fakat, imalat sanayiindeki bu büyüme ekonomide istihdam artıĢına yol açmamıĢtır. Söz konusu yıllarda, nispeten yüksek nüfus artıĢ oranı ve köyden kente göç, imalat sanayinin iĢgücü talebini karĢıladığı gibi, iĢgücü fazlasına yol açarak iĢsizlik sorununun kentlerde büyümesine sebep olmuĢtur. Chenery (1986), 1963-1975 yıllarına ait verileri kullanarak, Türkiye‟nin ekonomik büyümesinin kaynaklarını tahmin eder. Denison‟un modelinde olduğu gibi, toplam üretim fonksiyonu kullanarak yapılan bu çalıĢmanın bulgularına göre, sermaye stoğu yüzde 6.82, iĢgücü yüzde 1.02 ve toplam faktör verimliliği yüzde 2.23 oranında artar. Buna göre, söz konusu dönemdeki ortalama yüzde 6.4 olarak gerçekleĢen ekonomik büyümenin yarısından fazlası sermaye stokundaki artıĢtan kaynaklanır. Ekonomik büyümenin üçte biri de teknolojik geliĢmeden kaynaklanır. ĠĢgücünün etkisinin ise, sermaye ve teknolojik geliĢmeye göre nispi olarak çok az olduğu anlaĢılır. Krueger(1987) yaptığı baĢka bir çalıĢmasında ise, Türkiye ile Güney Kore‟nin ekonomik büyümelerini karĢılaĢtırır. Ġki ülkenin ekonomik göstergeleri kıyaslandığında, 1950‟nin ortalarında, ikisi de aynı nüfusa sahip olmasına rağmen, Türkiye‟nin gayrı safi milli hasılası Kore‟ninkinin üç katı, ihracatı ise onbeĢ katı kadardı. Krueger, 1950‟lerde, Türkiye‟nin daha avantajlı olduğunu ve parlak bir geleceğe sahip olduğunu iĢaret etmiĢti (Krueger, 1987:3). Oysa, sonra yaĢananlar bu öngörülerle hiç uyuĢmayacaktı. 1980‟lere gelince, Türkiye‟nin milli geliri Kore‟ninkinin yarısından biraz fazladır, ihracatı ise dörtte bire düĢer. Krueger iki ülke arasındaki bu kaynaklandığını geliĢmiĢlik farkının iddia eder. Kore, takip edilen 1960‟ların ekonomik politikadan baĢında, takip ettikleri politikaların yapısal sorunları içerdiğini anlayıp radikal politika değiĢikliğine gitmesine rağmen; Türkiye, yaĢanan krizlere rağmen, sorunu geçici 59 tedbirlerle çözmeye çalıĢır. Ġki ülkede 1950‟lerde kapalı ekonomi ve ithal ikameci politikaya sahip olmasına rağmen, Kore bu politikasını 1960‟ların baĢında terk eder, oysa Türkiye 1980‟lere kadar sürdürür korumacı politikasını. Bir baĢka önemli farklılık iki ülkenin özel sektöre bakıĢıyla ilgilidir. Türkiye‟de, özel sektöre uzun dönem kuĢkulu bakılırken ve devlet üretimde etkin rol oynarken, Kore‟de özel sektör 1960‟lardan itibaren etkin rol oynamaya baĢlamıĢtır. Kore, ihracatı teĢvik politikası takip ederek, dıĢa açılarak ekonomik büyümeyi sağlamaya çalıĢırken, Türkiye, ithal ikameci politika ile yerli sanayiyi geliĢtirmeyi amaçlar. Yıldırım (1989), 1963-1983 yılları arasında, Türkiye‟de imalat sanayinin toplam faktör verimliliğini, translog üretim fonksiyonunu kullanarak, tahmin etmiĢtir. Söz konusu dönemde, imalat sanayinde yüzde 9.5 gibi çok yüksek oranda gerçekleĢen büyümenin kaynaklarını tahlil eder. Bu çalıĢmada kullanılan translog üretim fonksiyonu, toplam hasılayı, aramalları, sermaye, iĢgücü ve zaman faktörlerine (input) bağımlı bir değiĢken olarak tanımlar. Toplam faktör verimliliği, söz konusu inputlar sabit tutulduğunda, toplam hasılada meydana gelen değiĢme ile ölçülür. Bu ampirik çalıĢmada, imalat sanayinin artıĢında, sanılanın aksine, toplam faktör verimliliğinin önemli bir unsur olmadığı ortaya çıkar. Dört ayrı döneme ayrıĢtırılarak hesaplanan toplam faktör verimliliğiyle(TFV) ilgili Ģu sonuçlara ulaĢılır: TFV, 1963-1967 arasında yüzde 5.94; 1967-1972 arasında yüzde 1.45; 1972-1977 arasında yüzde 1.61; ve 1977-1983 arasında ise yüzde –3.93 oranında bir artıĢ gösterir (Yıldırım, (1989:78). Bu oranlar, toplam faktör verimliliğinin imalat sanayinin büyümesine çok az etkide bulunduğunu ve geleneksel üretim faktörleri stokundaki artıĢın büyümeyi sağladığını gösterir. Yıldırım‟ın yaptığı bu çalıĢmada baĢka dikkat çekici bir bulgu ise, kamu sektörünün özel sektörden daha yüksek bir toplam verimlilik oranına sahip olduğunun ortaya çıkmasıdır. 60 Uygur (1991), 1965-1988 yıllarını kapsayan bir ampirik çalıĢmasında, Türkiye‟de ekonomik büyümenin kaynaklarını aĢağıdaki üretim fonksiyonunu kullanarak analiz etmiĢtir: Q(t) = A(t) f(K(t), L(t), M(t)) Q toplam hasılayı, A toplam faktör verimliliğini, K toplam sermaye stokunu, L toplam iĢgücünü ve M ise toplam materyal inputunu temsil ediyor. Uygur, kamu ve özel imalat sektörünün verilerini kullanarak yukarıdaki üretim fonksiyonundan elde ettiği logaritmik verimlilik indeksini tahmin eder. Bu çalıĢmanın bulgularına göre, toplam faktör verimliliği kamu sektöründe, 1965-1976 arasında, yüzde 1,2; 1976-1981 arasında yüzde 0.9; ve 19811988 yılları arasında yüzde 1.0 oranında gerçekleĢmiĢtir. 1965-1988 arası ortalaması aldığında bu oran yüzde 1.1‟e denk gelmektedir. Özel sektörün toplam faktör verimliliği, 1965-1976 yılları için yüzde 0.9; 1976-1981 için yüzde eksi 0.1; ve 1981-1988 için ise yüzde 1.9 olarak gerçekleĢir. 19651988 ortalaması ise yüzde 0.8‟dir (Uygur, 1990:29-30). Kamu ve özel sektörün toplam faktör verimliliği kıyaslandığında, kamu sektöründe oranların, ithal ikameci politikaların uygulandığı dönemde yüksek olduğu, dıĢa açık ekonomik politikanın izlendiği dönemde ise, özel sektörde toplam faktör verimliliğinin ciddi anlamda arttığı anlaĢılıyor. 1980 sonrasında, özel sektördeki toplam verimlilik artıĢının, kamusal sektörün iki katına yakın olması bunun bir yansımasıdır. Uygur (1990), toplam hasılayı, toplam istihdama bölerek hesapladığı iĢgücünün ortalama verimliliğindeki artıĢ oranını, 1965-1976 yılları arasında, kamu sektörü için yüzde 5.7 ve özel sektör için yüzde 6.9 olduğunu bulmuĢtur. Bu oran kamu sektörü için 1976 sonrasında yarı yarıya düĢse de pozitif olarak devam eder; oysa özel sektörde 1976-1981 arasındaki bunalımlı yıllarda ise bu oran eksi yüzde 4.3 olur. Ekonomik istikrarın sağlanmaya baĢlamasıyla tekrar artıĢ gösterir. 1981-1988 arasında yüzde 61 7.0 gibi yüksek bir seviyeye ulaĢır. ĠĢgücünün ortalama verimliliğindeki artıĢ oranının 1965-1988 ortalaması, kamu sektörü için 3.9 ve özel sektör için 3.6 olarak hesaplanır Sermayenin ortalama verimliliği de, iĢgücü verimliliğine benzer bir trend gösterir: Ekonomik dalgalanmaların olduğu dönemde, sermaye verimliliği negatife düĢer. Planlı ekonomi döneminde sermayenin ortalama verimliliğindeki artıĢ oranı, kamu sektöründe özel sektöre oranla iki kat daha fazladır. 1980-1988 arasında ise, kamu sektörü için bu oran yüzde 1.0 iken, özel sektör için bu oran yüzde 5.6 gibi yüksek bir orana tırmanır. Uygur (1993), bir baĢka çalıĢmasında ise, 1980 sonrasındaki finansal liberalleĢme ile ekonomik performans arasındaki iliĢkiyi irdeler. Bu çalıĢmada, ekonomik liberalleĢmenin ekonomik büyümeyi, toplam faktörleri artırarak mı, yoksa bu faktörlerin kullanımını etkinleĢtirerek mi etkilediği araĢtırılır. Uygur, McKinnon-Show hipotezinin Türkiye için geçerliliğini sınar. McKinnon-Show hipotezine göre, finansal piyasalar baskı altında tutulduğunda, düĢük faiz oranları nedeniyle, tasarruflar bankalar aracılığıyla etkin bir Ģekilde yatırımcılara ulaĢtırılamaz. Denge faiz oranının altında olan piyasa faiz oranı, tasarrufları bankalara çekmek için yeterli olmaz. Ayrıca, tasarruf sahipleri tasarruflarını altın veya nakit gibi varlıklar olarak tuttuğundan tasarruflarda bir sızma olur. Gerçi, düĢük faiz oranları, düĢük maliyet anlamına geldiği için, krediyi bulabilen firmalar için, bu bir nevi avantajdır. Fakat ekonominin bütün yatırımcılara sunabileceği toplam tasarruf miktarında bir azalma olduğu için kredi bulamayan birçok firma olur. Bu durum, yatırımları ve dolayısıyla ekonomik büyümeyi olumsuz etkiler. Oysa, finansal liberalleĢme ile, faiz oranlarının yukarı çıkması neticesinde bankalar aracılığıyla yatırımcıya ulaĢan toplam tasarrufların ciddi oranda yükselmesi beklenir. Uygur‟un yaptığı ampirik çalıĢmanın bulgularına göre, McKinnon-Show öngürüsünün aksine, 1980‟li yılların ilk yarısında toplam özel tasarruflar artmadığı gibi, bir derece azalma bile göstermiĢtir. Gayrı safi özel tasarrufların özel kullanılabilir gelire oranı (bağımlı değiĢken) ile kiĢi 62 baĢına reel özel kullanılabilir gelir, reel özel kullanılabilir gelirin büyüme oranı, vergi sonrası reel faizler, uzun vadeli kredilerin GSMH‟ya oranı, özel konut yapımının GSMH‟ya oranı ve dıĢ borçların GSMH‟ye oranı bağımsız değiĢkenleri arasındaki iliĢki araĢtırılır. Kullanılabilir gelirle ilgili iki değiĢken, beklendiği gibi tasarruf miktarını olumlu etkiler. Ama reel faiz oranları değiĢkeninin katsayısı istatistiki olarak anlamlı bulunmaz. BaĢka bir deyiĢle, reel faizlerdeki değiĢikliğin toplam tasarruflar üzerinde belirleyici olmadığı ortaya çıkar. Konut yapımı değiĢkeni ise, beklendiği gibi, toplam tasarrufları artırıcı etki yapar. Aynı çalıĢmada, Uygur, reel faiz oranları ve özel yatırımların GSMH‟ya oranı arasındaki iliĢkiyi, bir baĢka regresyon analizi ile irdeler. 1965-1990 yıllarını kapsayan verilerin kullanıldığı bu ikinci regresyonun sonuçlarına göre, reel faiz oranları ile yatırım oranları arasında negatif bir iliĢki ortaya çıkar. McKinnon-Shaw teorisinin öngürüsüyle çeliĢen bu bulgular, Türkiye ekonomisiyle ilgili diğer ampirik çalıĢmaların sonuçlarıyla parallelik gösterir. Uygur, finansal liberalleĢmenin, beklenildiği gibi, tasarruf ve yatırımları artırıcı etkisi olmadığını belirttikten sonra, sözkonusu politikaların mevcut kaynakları daha etkin kullanarak verimliliği ve ekonomik büyümeyi artırdığını iddia eder. Ancak, Türkiye‟de verimlilik artıĢının, hızlı büyüyen diğer ülkelerle kıyaslandığında, nisbi olarak düĢük olduğu anlaĢılır. Uygur‟a göre bunun birincil nedeni, Türkiye‟nin nisbi olarak eğitime çok az önem vermesi ve iĢgücünü memnun etmemesidir. Ġkincil nedeni ise, yüksek yatırımlar yerine mevcut sermaye stokunun kullanılmasıdır. AydoğuĢ(1993), 1971-1988 yıllarını kapsayan bir çalıĢmasında, Türkiye‟nin imalat sanayindeki toplam faktör artıĢının ithal ikamesi ve ihracat artıĢı ile iliĢkisini irdeler. Bu çalıĢmada, Uygur (1990)‟un kullandığı üretim fonksiyonu kullanılarak, toplam faktör verimliliği tahmin edilir. Bu fonksiyonda, toplam hasıla, toplam faktör verimliliği, iĢgücü, sermaye ve 63 materyal girdilere bağlı olarak açıklanır. Ampirik bulgular, ilgili dönemde imalat sanayiinde gerçekleĢen yüzde 8.1‟lik hasıla artıĢının, yüzde 4.0 iĢgücü artıĢı, yüzde 5.3 sermaye artıĢı, yüzde 9.0 materyal artıĢı ve yüzde 0.7 toplam faktör artıĢından kaynaklandığını ortaya koyar. Aynı çalıĢmada, ihracatın ekonomik büyümeye etkisi, Syrquin ayrıĢtırma modeli kullanılarak, tahmin edilir. Yapılan tahminlere göre, 1980 sonrasındaki ihracat artıĢının, imalat sektörünün büyümesine olumlu etkide bulunduğu anlaĢılır. Toplam faktör verimliliğinin yıllık değiĢme hızı, ihracatın yıllık üretim artıĢı içindeki göreli payı ve ithal ikamesinin yıllık üretim artıĢı içindeki payına bağlı olarak tanımlanarak, regresyon analizi yapılır. Bağımsız değiĢken olan ihracat artıĢı ve ithal ikamesinin göreli paylarındaki değiĢme ile toplam faktör verimliliği arasında, istatistiki olarak, anlamlı bir iliĢkinin olmadığı görülür. AydoğuĢ, 1980 sonrasında ekonomide yaĢanan yapısal değiĢimi temsil eden bir kukla değiĢkeni de modele dahil ettiğinde bile modelin açıklayıcılık gücünde bir değiĢiklik olmaz. Bahmani-Oskooee ve Domac(1995), Türkiye‟de 1980 sonrasında yaĢanan ihracat artıĢı ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi, cointegration ve error-correction metodlarını kullanarak analiz eder. 1923 ile 1990 arasındaki verilerle yapılan bu çalıĢmanın bulgularına göre, ihracat artıĢı ile ekonomik büyüme arasında uzun dönemli bir iliĢki olduğu ortaya çıkar. Errorcorrection modelinin sonuçlarına göre, ihracat ile ekonomik büyüme arasında iki yönlü bir etkileĢim söz konusudur. BaĢka bir deyiĢle, ihracat artıĢı ekonomik büyüme artıĢını beraberinde getirdiği gibi, ekonomik büyüme de ihracatı körükler. Yentürk (1996), Türkiye ve Latin Amerika ülkeleri için, dıĢarıdan sermaye akıĢının, tasarruflar ve yatırımlar üzerinde ne derece etkili olduğunu araĢtırır. Neoklasik iktisat teorisine göre, uluslararası finansal piyasalarla bütünleĢmeyi sağlayacak finansal liberalizasyon, kaynakların ülkeler 64 arasında etkin bir Ģekilde dağılmasını sağlar. Sermaye sıkıntısı çeken ülkelerde reel faiz oranları yükselir ve GÜ‟lerdeki sermaye bu ülkelere akmaya baĢlar. Ülkelerarasında sermayenin getiri oranı eĢitlenene kadar bu akıĢ devam eder. Bu öngürüye göre, Türkiye‟de 1988 sonrasında finansal piyasalarda sağlanan reformların dıĢarıdan sermaye akıĢını sağlayarak tasarruf ve yatırımları artırması gerekirdi. Yentürk‟ün çalıĢmasında kullandığı Engle-Granger cointegration metoduna göre, Türkiye ve Latin Amerika ülkelerinde, yabancı tasarruflar ile iç yatırımlar arasında bir bütünleyicilik görünmüyor. Dolayısıyla, bu sonuçlara dayanarak, uzun dönemde yatırımları artırmak için, dıĢ tasarruflara dayanmak sağlıklı değildir, iç tasarrufları artırmak gerekir, çıkarsaması yapılabilir. Güngör (1997), 67 ili kapsayan ve 1980, 1985, ve 1990 nüfus sayımlarına dayanan panel verilerini kullanarak, Türkiye için eğitim ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢkileri irdeler. Güngör, sermaye, iĢgücü, eğitim ve zaman değiĢkenlerini içeren meta-üretim fonksiyonunu kullanarak regresyon analizi yapar. Regresyon sonucuna göre, eğitim seviyesindeki artıĢın ekonomik büyümeyi hayli yüksek etkilediği ortaya çıkar. Yazar, özellikle sermayenin doğru tahmin edilmemesinden dolayı, eğitimin payının olduğundan yüksek çıkmıĢ olabileceğini iddia eder. Bu nedenle, sabit etki modelininin bulduğu eğitimin nisbeten düĢük katkısının daha güvenilir olduğunu ifade eder. Tansel (1997), Solow modelinin yakınsama öngörüsünü Türkiye‟nin 67 ili arasındaki iĢgücü verimliliği ve toplam faktör üretim verimliliğindeki büyüme artıĢlarına bakarak sınar. Bu çalıĢmanın sonuçları Solow modelini doğrulayıcı bulgular içerir. 1975-1995 yılları arasında, fakir iller ile zengin iller arasında, verimlilik açısından bir yakınsamanın olduğu ortaya çıkar. Özellikle, ekonomik ve finansal liberalleĢmenin gerçekleĢtiği 1980 sonrasında bu yakınsamanın daha da hızlandığı görülür. BeĢeri sermaye 65 değiĢkeni modele dahil edildiğinde, yakınsamanın daha da yüksek olduğu bulunur. Benzer bir baĢka çalıĢmada ise (Tugrul, Tansel ve Albersen, 1999), Türkiye‟nin 67 ili arasındaki yakınsama, Solow büyüme modelinin bir baĢka versiyonu olan Markow zincir modeli (Markow chain model) kullanılarak analiz edilir. Bu ikinci çalıĢma, bir öncekiyle çeliĢen bazı sonuçlar içermektedir. Zengin ve fakir iller arasında yakınsama yerine, zengin illerin daha da zenginleĢtiği ve fakir illerin daha da fakirleĢtiği iki kutuplu bir yapılaĢmanın olduğu ortaya çıkar. Yazarlar, bu “kutuplaĢma”nın gerekçesini, finansal, sosyo-ekonomik ve teknolojik faktörlere ek olarak, zengin illerin yüksek beĢeri sermaye birikimine sahip olmasına ve sunduğu fırsatlar dolayısıyla bu üstünlüğünü artırarak devam ettirmesine bağlarlar. Tansel (1998), Türkiye‟de bölgesel olarak erkek ve kızların okullaĢma oranlarıyla ilgili bir farklılık olup olmadığını araĢtırır, ilk ve orta eğitime devamı etkileyen etmenleri inceler. Eğitim seviyesi kiĢi baĢına gelir seviyesini ve ekonomik büyümeyi etkileyen önemli bir değiĢken olduğu için, eğitim seviyesini belirleyen değiĢkenleri 1994 yılındaki hanehalkı bütçe anketinin verileri ve probit modeline dayanan regresyon analizi kullanılarak araĢtıran yazarlar, özetle Ģu sonuçlara varırlar: Ebeveynlerin eğitim seviyesi ve hanehalkı toplam gelir seviyesi, ilkokul, ortaokul ve liseye kız ve erkek çocuklarını gönderme kararını etkileyen en önemli değiĢkenlerdir. Bu iki değiĢken kız çocukların okula gitmesinde, erkek çocuklara göre daha yüksek rol oynamaktadır. Yalçın (2000), 1983-1994 yılları arasındaki verileri kullanarak, ithalat serbestisinin sağlanmasının Türkiye‟de özel ve kamu sektörünün fiyatmaliyet yapılarını nasıl etkilediğini inceler. Sabit Etki (Fixed Effect) ve Tesadüfi Etki (Random Effect) modellerinin kullanıldığı bu çalıĢmada bulgular kamu ve özel sektör için farklılık gösterir. Özel sektör bir bütün olarak dikkate alındığında, ithalat serbestisi fiyat-maliyet farkını düĢürücü bir 66 etkiye sahiptir. Fakat, yüksek yoğunlaĢma oranına sahip endüstrilerde fiyat maliyet farkının yükseldiği görünür. Özel sektörün aksine, ithalat serbestisi ve ihracatın artıĢı, tüm kamu sektöründe aĢırı kazançların düĢmesini beraberinde getirmiĢtir. ÇavuĢoğlu (2001) lineer yapısal denklem modelini kullanarak teknoloji transferinin verimlilik üzerinde etkisini irdeler. 1959-1990 arasındaki verilerin kullanıldığı bu ampirik çalıĢmanın bulgularına göre, Türkiye, Solow büyüme modelinin öngördüğü Ģekilde, GÜ‟lere yakınsama gösterir. LĠSREL modelinin kullanıldığı bu çalıĢmanın bulgularına göre, söz konusu dönemde Türkiye‟deki ekonomik büyüme, yatırım harcamaları, hükümet harcamaları ve iĢgücündeki artıĢtan kaynaklanmıĢtır. Yaptığımız tez çalıĢmasına içerik olarak benzeyen, ancak kullanılan metot bakımından hayli farklı olan baĢka bir çalıĢma, makroekonomik dalgalanmalar, sermaye birikimi ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi irdeler (Ismihan ve baĢk., 2002). Ekonometrik modelde, reel GSMH‟daki büyüme (bağımlı değiĢken) ile makroekonomik dalgalanma indeksi, reel özel sabit sermaye yatırımları, reel kamusal sabit sermaye yatırımları ve sabit temel altyapı yatırımları değiĢkenleri arasındaki iliĢki araĢtırılır. Modeldeki değiĢkenlerdeki yüzde değiĢimi ölçmesi açısından ilgili değiĢkenlerin logaritmik değerleri kullanılır. Bu çalıĢmanın birkaç önemli bulgusu Ģöyle özetlenebilir: (i) Zaman serileri ekonometrik yöntemlerine dayanarak yapılan araĢtırmada, 1963-1999 yılları arasında makroekonomik dalgalanmaların, sermaye birikimini ve ekonomik büyümeyi ciddi oranda olumsuz etkilediği ortaya çıkar. Söz konusu dönemde, yaĢanan resesyonlar ve konjonktürel daralmaların, kamu yatırımlarını ve özel yatırımları olumsuz etkileyerek sermaye birikimini azalttığından ekonomik büyümeyi engellediği anlaĢılır. (ii) Uzun dönemde kamusal altyapı yatırımları ile özel yatırımlar arasında 67 crowding-out etkisinin olmadığı ortaya çıkar. Tam aksine, kamu ve özel yatırımların birbirini tamamladığına dair bazı bulgulara rastlanır. Tansel (2002), zaman serilerini kullanarak, 1980-1990 yılları arasında kadınların iĢgücüne katılması ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi inceler. AraĢtırmanın bulguları, bu iliĢkinin U Ģeklinde olduğunu doğrular. BaĢka bir deyiĢle, tarım toplumlarında kadınların iĢgücüne katılma oranı yüksek olmasına rağmen, sanayiye geçiĢte bu oran düĢmektedir --en azından Türkiye‟nin sözkonusu dönemdeki verileri buna iĢaret etmektedir. Hanehalkı geliri artması, eğitim seviyesi düĢük kadın iĢgücüne talebin düĢmesi ve/veya sosyo-kültürel nedenler bu düĢüĢe neden olarak sayılabilir. Bu koĢullar değiĢtiğinde, kadınların iĢgücüne katılmasında yeniden yükselme yaĢanması beklenmektedir. Nitekim, Tansel‟in çalıĢmasının bir baĢka bulgusuna göre, Türkiye‟de eğitim seviyesi ile kadınların iĢgücüne katılma oranı arasında pozitif bir korelasyon bulunmuĢtur. Türk imalat sanayiindeki verimlilik artıĢı ile ilgili yakın zamanlarda yapılan bir araĢtırma, 1980 sonrasındaki teknolojik değiĢimin etkisini araĢtırır (Voyvoda ve Yeldan, 2001). DıĢ ticaretin artıĢıyla birlikte, teorik olarak, rekabetin artması ve teknoloji transferi sayesinde verimliliğin önemli oranda artması beklenir. Bu çalıĢmada, Syrquin ayrıĢtırma metodu kullanılarak, imalat sanayiindeki alt-sektörler, lider ve takipçi diye gruplaĢtırılarak, toplam faktör verimliliğinin ne oranda değiĢtiği araĢtırılır. Q/L‟deki yüzde değiĢim olarak hesaplanan emeğin ortalama verimliliğindeki artıĢı, 1980 sonrası yapısal değiĢimle birlikte hızlanmıĢtır. Ġmalat sanayiinde, iĢçi baĢına düĢen ürün miktarı, 1981-1996 yılları arasında, yüzde 110 artıĢ gösterir. Ancak, reel ücretler bu verimlilik artıĢından payını alamadığı gibi, önemli oranda düĢer. 1988 sonrasında reel ücretlerde bir derece düzelme yaĢanmasına rağmen, 1996 yılına gelindiğinde ancak 1980 yılının seviyesine ulaĢır. Bu bulgular, neoklasik teorinin iĢçiye marjinal ürünün değeri ödenir varsayımı ile çeliĢir. 68 Oysa, Türkiye‟de iĢgücü piyasası baskı altında tutulduğu için, neoklasik teorinin tam rekabet varsayımına ters düĢer. Kırdan kente göç ve kentsel kesimde kronik bir iĢsizler ordusunun varlığı ücretler üzerinde aĢağı istikamette büyük bir baskı yapar: ĠĢsiz olanlar, sanayi sektöründe asgari ücretle çalıĢmaya hazırken sermaye iĢgücü oranındaki artıĢlar ile artan verimliliğin ücretlere yansımasını beklemek rasyonel değildir. Öte yandan, yükselen sermaye iĢgücü oranları sanayi sektörünün her yıl oluĢturacağı yeni istihdam miktarını sürekli aĢağı doğru çekmekte ve kentsel iĢsizlik sorununa katkı yapmaktadır. Yukarıda sözü geçen çalıĢmada, alt sektörler bazında, verimlilik artıĢının kaynaklarını anlamak için, yapılan ayrıĢtırmanın bulgularına göre, ithal ikamesinin terk-edilip, ihracata yönelik üretimin giderek yaygınlaĢması, imalat sanayiinde verimlilik artıĢını getirmiĢse de, bu artıĢ ekonomiyi sürükleyen bir motor fonksiyonunu gösterememiĢtir. Bunun nedeni, yazarlara göre, verimlilikteki keskin artıĢlar yerine, ihracat sektörüne, çalıĢan kesimin aleyhine olan düĢük maliyetli üretim imkanının sağlanması ve ihracat sübvasyonları ile destek çıkılmasından kaynaklanır. Nitekim, 1990‟lara gelindiğinde, ihracat sektörüne sağlanan destek azaldığında, ekonomide ciddi daralma yaĢanmaya baĢlar. Yazarların bu tespitinde doğruluk payı vardır: Özellikle 1980‟lerde, ihracattaki artıĢlar, salt emekçi reel gelirlerinin düĢmesi ve iç-pazarın daralması artı ihracata yüklü vergi iadesi Ģeklinde verilen yüklü sübvansiyonlar sayesinde sağlanmıĢtır. Ama “ihracatçı sektörün ekonomiyi sürükleyen bir motor fonksiyonunu gösterememiş olması”nın tek nedeni olarak “ihracat sektörüne, çalışan kesimin aleyhine olan düşük maliyetli üretim imkanının sağlanması ve ihracat sübvasyonları ile destek çıkılması”nı göstermek, kanımızca yanıltıcıdır. HerĢeyden evvel, günümüze dek Türkiye‟de --örneğin Güney Kore veya Tayvan‟da olduğu gibi-- derlitoplu, bilinçli ve tutarlı bir ihracata yönelik sanayileĢme politikası güdülmemiĢtir. Dolayısıyla ihracatçı sektörün ekonomiyi sürükleyen bir motor 69 fonksiyonunu gösterememiĢ olması, yazarların öne sürdüğü nedenden önce ve temelde buna bağlıdır. ġuna da iĢaret etmek isteriz: yazarların öne sürdüğü nedenin geçerliliği, zaten, derli-toplu ve tutarlı bir ihracata yönelik sanayileĢme politikası güdülmemiĢ olmasına bağlıdır ve de tersi. Yoksa “...çalıĢan kesimin aleyhine olan düĢük maliyetli üretim...” yerine, Güney Kore örneğinde olduğu gibi emek verimliliğinin ve bunun paralelinde ücretlerin hızla arttığı bir ortam oluĢturulabilirdi. (Bkz. Krueger, 1987). Yukarıdaki çalıĢmayı yapanlarla birlikte, Metin-Özcan (2001) Türkiye‟nin global dünya ekonomisi ile bütünleĢirken, nasıl bir ekonomik büyüme yaĢadığını ve gelir dağılımının nasıl Ģekillendiğini inceleyen bir çalıĢma yapar. Bu araĢtırmanın kapsadığı dönemde, Türk ekonomisinin konjonktür dalgalanmaları (business cycle) teorisine uygun bir trend yaĢadığı için, Hodrick-Proscott tarafından geliĢtirilen, konjonktür dalgalanmaları metodu kullanılmıĢtır. 1969-1999 yılları arasındaki verilerle yapılan analizde, kamu yatırımları, özel yatırımlar ve GSMH arasındaki kuvvetli ve pozitif bir iliĢkinin olduğu ortaya çıkar. Bu bulgu, kamu ve özel sektör yatırımları arasında “crowding-out” etkisinin olduğu tezini destekler. Enerji ve ulaĢım sektörüne yapılan yatırımlar ile, reel GSMH ve özel yatırımlar arasında 1983 öncesinde varolan kuvvetli iliĢkinin, bu tarihten sonra zayıflayarak devam ettiği görülür. Bir önceki çalıĢmayı doğrular Ģekilde, iĢgücü ücretlerinin imalat sanayiindeki verimlilik artıĢından olumlu etkilenmediği ve sanayi sektörünün iĢçi ücretlerinin düĢüklüğünden istifade ederek de büyüdüğü anlaĢılmaktadır. Metin-Özcan (2001), ihracat artıĢı ile GSMH arasında çok zayıf bir iliĢkinin; ihracat artıĢı ile imalat sanayinin reel ücret artıĢları arasında ise, negatif bir iliĢkinin olduğunu bulmuĢlardır. Bu bulgular, bir önceki paragraf sonunda iĢaret ettiğimiz olguyu ve yaptığımız saptamayı destekler niteliktedir. Yakın zamanda yaptığı bir çalıĢmada, Bayar (2002) dıĢ ticaretin liberalleĢtirilmesinin sanayi sektörünün verimliliği üzerindeki etkisini ölçer. 70 1974-1994 yılları arasındaki panel verilerini kullanarak yapılan çalıĢmada iki regresyon modeli kullanılır. Birincisinde, imalat sektörünün çıktısı ile kullanılan girdi, maliyet-fiyat farkı, ölçek etkisi ve verimlilik değiĢimi değiĢkenleri arasındaki iliĢki irdelenir. Regresyonun sonucuna göre, dıĢ ticaretin liberalleĢmesinden sonra, verimlilik artıĢı pozitif bir değiĢme yaĢarken, sanayinin fiyat-maliyet farkında negatif bir değiĢme görünür. BaĢka bir deyiĢle, bu dönemde, artan rekabetin etkisiyle toplam faktör verimliliği artarken sanayi sektörünün kâr-marjı azalmıĢtır. Beklenenin aksine, ölçek getirisinin azaldığı ortaya çıkmıĢtır: 1984 yılı öncesind e, ölçeğe göre artan getiri söz konusu iken, bu tarihten sonra ölçeğe göre azalan getiri yaĢanır. Aynı çalıĢmada kullanılan ikinci regresyon modelinde ise, fiyatmaliyet farkı ile, ithalat artıĢı, sermaye/hasıla oranı ve sanayinin yoğunlaĢma oranını ölçen Herfindahl indeksi arasındaki iliĢki test edilir. Bütün bağımsız değiĢkenlerin, fiyat-maliyet farkı üzerinde istatistiki olarak anlamlı bir etkide bulunduğu görülür. Ama beklenenin aksine, ithalat artıĢı fiyat-maliyet farkı üzerinde pozitif bir etkiye sahiptir. Aynı Ģekilde, 1974-1994 arasında sanayi yoğunlaĢma indeksi artıkça (yani yoğunlaĢma oranı yükseldikçe) fiyat-maliyet farkının, daha yüksek bir oranda, arttığı; sermaye/hasıla oranının ise bağımlı değiĢken üzerinde, az da olsa, negatif etkide bulunduğu görülmüĢtür. Bayar‟ın yaptığı çalıĢmaya benzer baĢka bir çalıĢma yakın zamanda yapılmıĢtır (Metin-Özcan ve baĢk., 2002). Bu çalıĢmada, 1980-1996 yılları arasındaki veriler kullanılarak, dıĢ ticaret serbestisinin imalat sektörünün fiyat-maliyet farkı ve yatırım artıĢı üzerindeki etkisi irdelenmiĢtir. Ġki ayrı regresyon modeli kullanılmıĢ;. birincisinde, fiyat-maliyet farkı ile yoğunlaĢma oranı, dıĢ açıklık oranı ve reel ücret artıĢları arasındaki iliĢki, ikincisinde ise, imalat sanayiinde reel yatırımlar ile fiyat-maliyet farkı, dıĢ açıklık oranı ve reel ücret artıĢları arasında iliĢki araĢtırılmıĢtır. Bu araĢtırmanın bulgularına göre, 1980 sonrasındaki yapısal değiĢme ve dıĢa açılma politikasının, sektörel yapı, piyasa yoğunluğu ve kâr majlarını çok az oranda değiĢtirdiği 71 görülür. Alt sektörler bazındaki incelemede, özelleĢtirme ile kamudan özel sektöre geçen imalat sektörlerinde doğrudan bir rekabet artıĢının olmadığı anlaĢılmaktadır. Bu çalıĢmayı yapanlar, teorik olarak beklenenin aksine, dıĢ ticaret serbestisinin rekabetçi bir yapıyı beraberinde getirmediğini ve ihracat ağırlıklı bir büyüme modelinin Türkiye için sürdürülebilir olmadığını iddia etmektedir. Aynı çalıĢmada, kâr marjlarının, firmaların piyasa yoğunlukları ve reel ücretlerdeki artıĢla doğru orantılı olduğu ortaya çıkar. Bunun anlamı firmaların kar marjlarının, (i) piyasadaki hakimiyetleri ile pozitif bir korelasyon içinde olduğu ve (ii) emeğin ortalama veriminin yükseldiği zaman, verim artıĢından kaynaklanan ek “artığın”, iki faktör gelirinde de artıĢlar Ģeklinde yansıdığı, baĢka bir deyimle sermaye ve iĢgücü arasında bir Ģekilde paylaĢıldığıdır. Voyvoda ve Yeldan (2006), 2003-2005 yıllarındaki ekonomik verileri kullanarak, oluĢturdukları genel denge modeliyle, ekonomik büyümenin sürdürelibilir olup olmadığını tahmin etmektedirler. ÇalıĢmada, Türkiye ekonomisinin 2004 ve 2005 yıllarında, devam eden yüksek iĢsizlik ve artan dıĢ ticaret açığına rağmen niye büyüdüğünü açıklamanın zor olduğu vurgulanır. 1980 öncesinde Türkiye ekonomik büyümesinin kaynaklarını irdeleyen çalıĢmaların birçoğunun ortak bulgusu, toplam faktör verimliliğinin az olduğunu gösterir. BaĢka bir deyiĢle, ekonomik büyüme teknolojik geliĢimden ziyade, üretim faktörlerindeki artıĢtan kaynaklanır. Bunun gerekçeleri arasında, söz konusu dönemde ithal ikameci politikaların takip edilmesi ve kaynakları etkin kullanmayan kamusal sektöre ağırlık verilmesi önemli etken olarak ifade edilmektedir. Bizim yapacağımız araĢtırma, yukarıda özetlediğimiz araĢtırmalara benzemekle beraber, birkaç önemli farklılık içerir. Birincisi, Türkiye‟nin iktisat politikalarında keskin farklılıkların olduğu iki dönem, ekonomik büyümenin 72 kaynakları açısından karĢılaĢtırılacaktır. Ġkincisi, birbirini bütünleyen Solow büyüme muhasebesi ve regresyon analizi modelleri birlikte kullanılacaktır. Üçüncüsü, geniĢletilmiĢ Solow modeline dayanarak, beĢeri sermaye yatırımlarının ekonomik büyüme üzerindeki etkisi incelenecek ve bu etkinin iki dönem için farklı olup olmadığı araĢtırılacaktır. Dördüncüsü, Türkiye örneğinde, Solow‟un büyüme muhasebesi modelinin, ekonomik büyümenin kaynaklarını açıklama gücü sınanacaktır. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKIYE’NİN EKONOMİK BÜYÜMESİNE KISA BİR BAKIŞ 1968‟ten günümüze değin Türkiye‟nin ekonomik geliĢmesi irdelendiğinde temelde iki farklı dönemin yaĢandığı dikkat çeker: Ġthal ikamesine dayalı ve içe dönük sanayileĢmenin olduğu dönem(1968-1980) ve liberal politikaların uygulandığı dönem (1980 sonrası). Ġkinci dönem kendi içinde ikiye ayrılabilir: mal piyasasında ticaret serbestisi ve ihracatı teĢvik politikasının uygulandığı 1980-1988 arası dönem; finansal liberalleĢmenin sağlandığı dönem (1989 sonrası). 3.1.İthal İkameci Politika Dönemi (1968-1980) Türkiye, 1930 ile 1980 arasında, korumacı bir politika takip ederek, içteki endüstriyi dıĢarıdakine karĢı kollar. Tarım toplumundan, sanayi toplumuna geçerken bu desteğin zorunlu olduğuna inanılır (Bebek- Endüstriler Tezi). 1963 yılından itibaren baĢlayan beĢ yıllık planlama döneminde, temel hedef sanayi sektörünü ekonomik geliĢmenin motoru konumuna getirmek ve köyden göçenlere kentte iĢ imkanı bulmaktı. Yeni doğan sanayi sektörünü besleyip büyütmek için, dıĢ ticarette korumacı bir politika takip edildi. Özellikle, imalat sanayiine ağırlık verildi. Kamu kesimi tarafından imalat sanayiine ve sabit sermaye mallarına yatırımlar yapıldı. Kamusal ürünlere düĢük fiyatlar koymakla, özel sektörün girdi maliyetlerinin küçük olması hedeflendi. Böylece dıĢarıya karĢı korunan ve içeride de desteklenen sanayi sektörünün geliĢmesi beklendi (Voyvoda ve Yeldan, 2001). Uzun dönemli içe dönük sanayileĢme projesi kapalı dıĢ ticaret politikası ve döviz kuru politikası ile desteklendi (Celasun, 1983). Planlı ekonomi döneminde, ekonomik büyüme temel makroekonomik hedef olarak belirlendi. 74 Ġlk BeĢ Yıllık Kalkınma Planı, 1963-1967 arasını kapsıyordu. Ġkinci plan ise, 1967-1972 arasında uygulanmıĢtır. Bu iki planın temel özeliği içerdeki kaynakları verimli alanlara yönlendirmek ve ekonomik büyüme sürecini koordine etmekti (Celasun, 1983). 1960‟lı yıllarda, Türkiye ekonomisi düĢük enflasyon ile büyümeye devam eder. Birinci plan döneminde (1963-1967) GSMH büyüme oranı ortalama yüzde 6.4; ikinci plan döneminde (1968-1972) yüzde 6.7; ve üçüncü plan döneminde (1973-1977) yüzde 7.2 olarak gerçekleĢir. Ġlk üç plan dönemini kapsayan 1963-1977 arasının ortalama büyüme oranı ise yüzde 6.8 gibi yüksek bir seviyeye denk gelir. AĢağıdaki grafikte görüldüğü, 1977‟den itibaren, gerek içerdeki politik ve anarĢik karmaĢalar ve gerekse dünya petrol piyasasındaki kriz ekonomik büyüme trendini tersine çevirerek, 1980‟e gelindiğinde negatife düĢürmüĢtür. Şekil 3. GSMH Büyüme Oranları (1963-1980) 75 3 Kaynak: DĠE ve DPT (Bkz. Ek-Tablo 1) Planlı kalkınma dönemindeki yüksek ekonomik büyümenin motorunu imalat ve hizmet sektörü oluĢturur. Ekonomide, sektörel seviyede, tarımdan sanayiye geçiĢi gösteren büyük bir yapısal değiĢiklik yaĢanır (Çeçen, Doğruel ve Doğruel, 1994). ġekil 4‟te görüldüğü gibi, GSMH‟nın sektörel dağılımında, sanayi ve hizmetler sektörünün lehine bir geniĢleme yaĢanırken, tarım sektöründe bir daralma yaĢanmıĢtır. Hizmetler sektörünün toplam GSMH içindeki payı yüzde 50‟nin üzerine çıkmıĢtır. Sanayi sektörü, süreklilik gösteren bir büyüme trendi ile, GSMH payını yüzde 20‟nin üzerine çıkarmıĢtır. Tarım sektöründe ise bir düĢüĢ gözlenir ve GSMH içindeki payı yüzde 35‟lerden yüzde 25‟lere inmiĢ ve buna paralel olarak toplam istihdamda tarım sektörünün payı da gerilemiĢtir. Ne var ki, aynı dönemde, tarımda istihdam edilenlerin sayısı 18 milyondan 27 milyona çıkmıĢ ve dolayısıyla dönem boyunca tarımda çalıĢan baĢına ve de tarımdaki nüfus baĢına düĢen toprak miktarı önemli ölçüde (yaklaĢık %50 civarında) düĢmüĢtür. Bu değiĢiklik emeğin ortalama veriminde sanayi ve tarım sektörleri arasında varolan farkın tarım aleyhine daha da artmasına ve tarımda verimsizlik sorunun derinleĢmesine birincil derecede katkı yapmıĢtır (Çakman, 1996). 3 T.C. BaĢbakanlık Devlet Ġstatistik Enstitüsü (DĠE), 18 Kasım 2005‟ten itibaren, ''T.C. BaĢbakanlık Türkiye Ġstatistik Kurumu (TÜĠK)'' adını aldı. Bu çalıĢmada atıfta bulunan çalıĢmaların yayım tarihi dikkate alınarak DĠE ve TÜĠK ismi kullanılmıĢtır. 76 Şekil 4. Türk Ekonomisinin Sektörel Dağılımındaki Değişim (1968-1980) Kaynak: DİE ve DPT (Bkz. Ek-Tablo 2) ġekil 5‟te görüldüğü gibi, 1968 ile 1978 arasında tarım sektöründeki büyüme oranı, sanayi ve hizmetler sektörünün çok gerisinde kalmıĢtır. Tarım sektörü, yıllık ortalama yüzde 2.5 büyürken, sanayi sektöründeki büyüme oranı yıllık yüzde 10.8, ve hizmetler sektöründe ise yıllık yüzde 7.8 oranında büyüme gerçekleĢmiĢtir. 77 Şekil 5. Sektörel Büyüme Hızları ve GSMH (1968-1980) Kaynak: DİE ve DPT (Bkz. Ek-Tablo 3) Ekonomik kalkınma planları ile, sektörel bazda hedeflenen değiĢikliği yakalamada hem kamu sektörünün hem de özel sektörün sermaye yatırımlarının önemli bir etkisi olmuĢtur. 1968-1980 döneminde özel sektörün sabit sermaye yatırımlarının GSMH‟ya oranı yüzde 13 ile yüzde 17 arasında seyrederken, kamu kesiminin sabit sermaye yatırımları ise yüzde 6 ile 10 arasında gerçekleĢir (ġekil 6). Kamu kesiminin imalat sektörüne ve sermaye malları üretimine öncelik veren yatırımları ekonominin üretim kapasitesini artırmayı amaçlıyordu. Kamu iktisadi teĢekküllerine yapılan yatırımların ekonominin lokomitifi fonksiyonu görerek, ülkenin kalkınmasına öncülük edeceği bekleniyordu. 78 Şekil 6. Kamu ve Özel Sektör Sabit Sermaye Yatırımlarının GSMH İçindeki Yüzdesi (1968-1980) Kaynak: DİE ve DPT (Bkz. Ek-Tablo 4) Ġthal ikamesine dayalı sanayileĢme hedefinin gerçekleĢmesi için yapılan yatırımları finanse etmek amacıyla önceleri iç tasarruflar kullanılırken, daha sonra dıĢ kaynaklara baĢvurulduğu görülür. 1968-1973 arasında iç tasarruflara dayalı olan yatırımlar, 1974 sonrasında dıĢ piyasadan sağlanan kaynaklara bağımlı hale gelir. Dünya piyasalarında petrol krizi ile yaĢanan ekonomik Ģoklar, Türkiye ekonomisini olumsuz etkiler. Türkiye‟nin dıĢ ticaret hadleri 1973-1974 yıllarındaki dünya petrol fiyatlarındaki artıĢtan olumsuz etkilenir. 1973-78 arasında, ham petrol fiyatlarında dolar bazında %800‟lük bir artıĢ oluĢurken (2.5$‟dan - 20$‟a), Türkiye‟de benzin, mazot, tüpgaz ve sair petrol türevlerinin fiyatlarındaki 79 artıĢları (dolar bazında) %100-%200 arasında kalmıĢtır. Farkın gerisi ise sübvansiyonlarla karĢılanmıĢ; bu ise hem bütçe açıklarında ve enflasyonda, hem de iç tasarruf açığında hızlı bir yükselmeye neden olmuĢtur. Sözkonusu dönemde hükümetler, sadece gerçek dıĢı petrol-fiyat politikası uygulamakla kalmamıĢ, gerçek dıĢı döviz kuru, gerçek dıĢı KĠT fiyat politikası ve düĢükfaiz uygulamalarına devam ederek 1978-1981 ekonomik krizinin temellerini atmıĢtır. 1980 öncesinde izlenen ithal ikameci politika, ülke ekonomisinin hammadde, ara malları ve yatırım malları için dıĢarıya bağımlı hale gelen bir ekonomik yapının oluĢmasına sebep olur. Ekonominin en büyük problemi, ithal ikameci politikanın beraberinde getirdiği döviz sıkıntısıydı. 1960‟ların sonlarında, bu sıkıntı çok ciddi boyutlara ulaĢmıĢtır. Ġthalat için lisans alan firmalar bile, ithalatı gerçekleĢtirmek için gerekli olan dövizi Merkez Bankası‟ndan alabilmek için 6-8 ay beklemekteydiler (Krueger, 1987). Ġthal ikamesine dayalı yerleĢik sanayiyi geliĢtirme ve ayakta tutma politikası 1976 yılından itibaren ciddi sıkıntılarla sona doğru yaklaĢır. AĢağıdaki grafikte görüldüğü gibi, 1973‟ten sonra ihracatın ithalatı karĢılama oranı gittikçe düĢer ve 1980‟de en yüksek seviyeye ulaĢır. 80 Şekil 7. İthalat ve İhracatın GSMH Oranı (1968-1980) Kaynak: DİE ve DPT (Bkz. Ek-Tablo 4) Petrol kriziyle döviz bulma sıkıntısı çeken Türk ekonomisi, üretimi gerçekleĢtirmek için gerekli olan ithalatı yapamaz hale gelir. Artan cari açıklar önceleri kısa vadeli borçlanma ile kapatılır. Kısa vadeli borçlar 1973 yılında yüzde 8.3 iken 1977 yılında yüzde 54 seviyesine çıkar. Bu artıĢta, önceleri dıĢarıdaki iĢçiler için açılan, sonra herkese uygulanan dövize çevrilebilir Türk Lirası mevduat (DÇM) hesabı uygulamasının büyük etkisi vardır. DÇM hesabı açan birinin dövizini Merkez Bankası‟na veren aracı banka, döviz karĢılığında TL alarak özel piyasaya kredi sağlıyordu. Böylelikle ithalat için gerekli döviz talebi karĢılanmaktaydı. Merkez Bankası, ticari bankaların devalüasyon dolayısıyla yaĢanan kayıplarını karĢılamayı taahhüt ediyordu. Bu dönemde cari açıklar, ithalatın yüksek maliyetinden dolayı, 81 giderek artar. Merkez Bankası, cari açıklar dolayısıyla gittikçe değer kaybeden TL‟nin değerini düĢürmemek için direnir. Devalüasyon durumunda, Merkez Bankası, DÇM hesabına sahip bankalara ödeme yapması gerektiğinden zarar edecekti. Bir ikilem yaĢanıyordu. DÇM uygulaması, 1977 yılının ortasında sona doğru yaklaĢtı. Yabancı ülkede yaĢayan iĢçiler mevcut hesaplarını kapatmaya baĢladı. 1978 yılında, IMF ve Dünya Bankası cari açıkları kapatmak için gerekli olan parayı vermeye yanaĢmayınca, Türkiye uluslararası piyasalarda borçlarını ödeyemez bir konuma düĢtü (Uygur, 1991, 1993). DÇM yoluyla yapılan borçlanma, 1977 yılına gelindiğinde GSMH‟nın yüzde 2‟sine denk gelen yüksek bir maliyetle bütçenin önemli harcama kalemleri arasına girdi (Rodrik, 1990). 1973-1978 arasında uygulanan gerçek-dıĢı (düĢük) döviz kuru politikalarının neticesinde döviz rezervlerinin erimesi, ithalat maliyetinin giderek yükselmesi, ihracatın artmaması ve dıĢ borç çevriminin giderek sorun olmaya baĢlamasıyla, 19781980 yıllarında Türk ekonomisi ciddi bir ödemeler dengesi krizi yaĢar; kriz derin ve uzun süren bir depresyon yaratır. Türkiye ekonomisi döviz darboğazı ve dıĢ borç krizi ile birlikte yüksek bir enflasyon sürecine girer. Bir dönem yüzde 30‟lara tırmanmasına rağmen, enflasyon 1977‟lere kadar --yukarıda değinilen yapay ve gerçek dıĢı kur, faiz ve fiyat politikaları sayesinde-- düĢük derecede seyreder. Fakat bu, 19781981 krizinin derin seyretmesine ve enflasyon oranının TÜFE cinsinden 1980‟de yüzde 120‟ye varmasına neden olur. Ġlk beĢ yıllık kalkınma planının uygulandığı yıllarda yüzde 5.8 olan enflasyon oranı, ikinci beĢ yıllık dönemde ortalama yüzde 14.3, ve üçüncü beĢ yıllık dönemde ortalama yüzde 30.5 seviyesine tırmanır. ġekil 8‟da görüldüğü gibi, enflasyondaki yüksek tırmanıĢ 1978‟den sonra hız kazanır ve 1980‟e gelindiğinde (TEFE cinsinden) %100‟ü aĢar. 82 Şekil 8. Toptan Eşya Fiyat İndeksine Göre Enflasyon Oranları (1968-1980) Kaynak: Ticaret Bakanlığı, Hazine ve Dış Ticaret Müşteşarlığı (Bkz. Ek-Tablo 4) Enflasyonun 1977‟den sonra hızlı bir tırmanıĢa geçmesinde ve en birincil makroekonomik sorun haline gelmesinde sabit kur politikası ve artan KĠT açıklarının etkisi inkar edilemez. Sözkonusu dönemde Türk lirası aĢırı değerlenmesine rağmen, kur farkı maliyetlerinden kaçınmak ve enflasyona yol açmamak için develüasyon yapılmaz. Buna, baĢta benzin ve petrol fiyatlarında yapılması gereken ayarlamaların gecikmesi de eklenince ekonomik sorun daha da ciddi boyutlara ulaĢır. Hükümet, politik nedenlerle ve enflasyon korkusuyla KĠT ürünlerinin fiyatını artırmayınca, KĠT açıkları gittikçe büyümeye devam eder. KĠT‟lerin zararlarını telafi için hükümet para basma yolunu tercih edince, para arzı artarak enflasyonist baskı oluĢturur. 1960‟li yıllarda yüzde 5.5 dolayında olan enflasyon oranı, 1980 yılında yüzde 100‟ü aĢar. 83 Reel ücretlerdeki artıĢ, enflasyonist baskıyı artıran baĢka bir unsur olur. 1960‟ların baĢından itibaren, Türkiye‟de reel iĢçi ücretlerinde büyük artıĢlar olduğu gözlenir. 1976 yılına ulaĢıldığında, reel ücretler ikiye katlanır. Sözkonusu dönemde iĢçilere tanınan sendikal haklar ve asgari ücret yasası bu geliĢmenin temel nedenleri arasında sayılır. Reel ücretlerdeki bu artıĢlar, ekonominde nisbeten ucuz hale gelen sermayenin iĢgücü yerine ikamesi yönünde bir teĢvik olur (Krueger ve Tuncer, 1980). Yukarıda sayılanlara ek olarak, 1980‟lere değin süren politik ve anarĢik sorunlar, piyasaları olumsuz etkileyerek, makroekonomik dengelerin daha da bozulmasına yol açar. Dünya piyasasından kopuk ve içine kapanık ekonomik sistem, tasarrufları, maliyetleri ve fiyatları olumsuz etkileyerek tıkanıklığa doğru gider (Celasun, 1983). Kısacası, 1968-1980 arasındaki dönemin en belirgin özeliği, ithal ikameci ve sanayileĢmeye öncelik veren bir politikanın takip edilmesi olarak özetlenebilir. DıĢa kapalı ve sanayileĢme merkezli bir politikanın takip edilmesi önemli birkaç gerekçeye dayanmaktaydı: Birincisi, Türkiye‟de sözonusu dönemde iç tasarruflar yeterli düzeyde olmadığı için ekonomik büyümeyi sağlayacak yatırımları yapmanın yolu, ekonomik planlama ile, iç tasarrufları sanayi sektörüne kanalize etmekti. Ġkincisi ise, ihracat yaparak döviz elde edecek sektörler olmadığı için, ithalata sınırlama koyarak döviz ihtiyacını minimum da tutmaktı. Böylelikle, kente göç eden iĢçi kesiminin sağladığı ucuz iĢgücü ve yurtdıĢında çalıĢanların gönderdiği dövizleri kullanarak sanayileĢme yolunda yatırımlar yapıldı. Siyasiler bu ucuz iĢgücü 84 göçünün ve iĢçi dövizlerinin uzun süre devam edeceğini düĢünmekteydi (Uygur, 1993). Oysa, dönemde ücretler düĢük olmasına rağmen, iĢgücünün ucuzluğundan bahsetmek de yanıltıcı olabilir. 4 Üçüncüsü, ülkeyi idare edenler, Türkiye‟nin zengin doğal kaynaklarına ve geniĢ iç piyasa hacmine güvendiği için dıĢarıya açılma mecburiyeti hissetmez. Oysa, doğal kaynakları açısından bir kısıt altında bulunan Japonya ve Kore gibi ülkeler, dıĢ ticareti ekonomik büyümenin devamı için zorunlu bir faktör olarak görmüĢtür (Celasun, 1983). Buradaki tezat Ģudur: Türkiye‟nin doğal kaynakları sanıldığı kadar zengin değildir. Örneğin Türkiye, 1923‟te su zengini iken, yaĢamıĢ olduğu nüfus patlaması sayesinde, bugünlerde “su fakiri” klasmanının üstsıralarında yer alır duruma gelmiĢtir. Türkiye toprak açısından da zengin sayılamaz: Tarım sektöründeki nüfus baĢına düĢen ekilebilir toprağın miktarı, Fransada‟kinin beĢte biri, Ġngiltere‟dekinin yedide biri ve ABD‟dekinin 30‟da biri kadardır. 1963‟ten beri uygulanan dıĢa kapalı, sabit döviz kuru ve sanayileĢme ağırlıklı ekonomik politikalarda önemli sorunların olduğuna iliĢkin belirtiler 1970‟lerin ortasında kendisini gösterir. KötüleĢen ekonomik göstergeler doğru okunup, takip edilen ekonomi politikasının köklü değiĢikliği gerekli kıldığı anlaĢılmayınca, 1970‟lerin sonunda, Türkiye, “kötü yönetiĢimin” bedelini, yüksek enflasyon, düĢük veya negatif ekonomik büyüme ve siyasi- 4 Çünkü iĢgücünün ucuz olup olmaması sadece ücretlerin düĢük olmasına bağlı değildir: aynı zamanda emeğin ortalama veriminin ne olduğuna bağlıdır. ġöyle ki: katma değer cinsinden sermaye iĢgücü oranı 50 iken ücretin 30 olduğu ülkede iĢgücü, iĢveren açısından, ücretin sadece 5 ama sermaye iĢgücü oranının 10 olduğu Ģıkka kıyasla kat be kat (tam 4 kat) daha ucuzdur. 85 istikrarsızlık/darbe/demokrasinin-askıya-alınması olarak öder (Celasun, 1983). 1.11. Liberal Dış Ticaret Politikası Dönemi(1980 ve sonrası) 1980 yılının baĢında, bozulan ekonomik istikrarı yeniden sağlamak için, istikrar programıyla yapısal politika değiĢikliğine gidilir. Ġstikrar programının temel amaçları beĢ noktada özetlenebilir: birincisi, yüzde 100‟lere çıkan enflasyonu aĢağıya çekmek. Bunu yaparken, mümkün olduğu kadar ekonomik büyümeyi devam ettirmek. Ġkincisi, ithal ikamesini tamamen terk edip, ihracatı artırmak. Bunun için, devalüasyon yapmak ve ihracatı teĢvik edecek politikalar takip etmek. Üçüncüsü, finansal piyasalarda liberalleĢmeyi gerçekleĢtirmek. Devlet kontrolü altında finansal piyasalarda, reel faizler negatif olduğu için, tasarrufları bankalar aracılığıyla yatırımcıya aktarmak zorlaĢmıĢtı. Finansal piyasaların devlet kontrülünden çıkarılıp liberal bir yapıya kavuĢturulması, yatırımları besleyecek tasarruf birikimini sağlayacaktı. Dördüncüsü, uluslararası sermaye hareketlerine tam serbesti sağlamak ve Türk lirasını tam konvertibl yapmak. BeĢincisi ise, yüksek kamu açıklarına yol açan, kamu sektörünü özelleĢtirerek, bütçe açıklarını azaltmak ve mevcut kaynakları daha verimli kullanmaktır (Celasun, 1983; Uygur, 1991, 1993). Ġstikrar programının bu hedeflerine, vergi sisteminde yapısal değiĢime gitmeyi ekleyenler de vardır. Üretime göre esnek olmayan vergi sistemini daha esnek hale getirmek amaçlanır (Kopits, 1987). Ġstikrar programı, yukarıdaki hedeflere ulaĢmak için, önce ürün piyasasından baĢlamak üzere, sırayla uygulanır. 1980‟nin baĢında, Demirel hükümeti, programı uygulamaya baĢladıktan birkaç ay sonra, askeri darbe ile iktidardan uzaklaĢtırılır. 1980 Eylül‟ünde darbeyle iktidarı ele geçiren askerler istikrar programını desteklerler. Enflasyon sorununu çözmek için, kamusal ürünlerin fiyatları önemli oranda artırılır. Bununla kamu açıklarının azalttılması hedeflenir. Enflasyon, iki sene içinde, yüzde 28‟lere geriler. 86 Rodrik (1990), enflasyonla kısa sürede bu Ģekilde baĢarılı bir mücadele verilmesini iki gerekçeye bağlar: Birincisi, dalgalı döviz kuru, reel faiz oranları, kamu sektörü fiyat ayarlamaları ve reel ücretlerde düĢüĢler askeri yönetim gölgesi altında tavizsiz uygulanır. Bu radikal politikalar, nisbi fiyatlarda keskin değiĢikliğe yol açarak, gelir dağılımını önemli oranda etkilemesine rağmen, askeri baskıdan dolayı tatbik imkanı bulur. Örneğin, ücret ve maaĢların milli gelir içindeki oranı 1980‟de yüzde 27 iken, 1988‟de yüzde 14‟e düĢer; kâr, kira ve faiz gelirleri ise aynı dönemde yüzde 49‟dan yüzde 71‟e yükselir. Ġkincisi, dıĢarıdan borçlanma ile gelen sermaye akıĢı enflasyonla mücadele ederken ekonomik büyümeyi devam ettirme imkanı sağlar. Aynı dönemde, ortalama ekonomik büyüme oranı yüzde 4.61 olarak gerçekleĢir. Gerçi, planlı dönemle kıyaslandığında, bu oran hayli düĢük sayılır. Ancak, 1980 sonrasında dünya ekonomisinde görünen durgunluk dikkate alındığında, yüzde 4.61‟lik bir büyüme baĢarılı kabul edilir (Çeçen ve baĢk., 1994). Ġstikrar programı çerçevesinde, dıĢ ticaret açıklarını azaltmak için, TL‟nin değeri önemli oranda devalüe edilir ve döviz kurunun sık aralıklarla ayarlanacağı açıklanır. Böylelikle, enflasyonla fiyatı artan ürünlerin dünya piyasasında rekabet gücü kazanmasını sağlayarak ihracatın artırılması hedeflenir. Ġthal ikameci politikanın terkedilmesi, ihracatı artırmaya yönelik politikalar takip etmek, 1980 sonrasının en belirgin özelliklerinden biridir. Bu amaçla, önceleri keskin bir Ģekilde yapılan devalüasyona, daha sonraları sık aralıklarla TL‟nin fiyatını ayarlamak Ģeklinde devam edilir. Böylelikle, Türkiye‟de üretilen malların uluslararası piyasada rekabet gücü elde etmesi hedeflenir. Ayrıca, ihracatı teĢvik edici krediler sağlanır ve ihracata vergi iadesi uygulanır. Bütün bunlar ihracatın önemli oranda artması için etkin olur. 1980‟de 2.9 milyar dolar toplam ihracat hacmi, 1988 yılında 11.6 milyar dolar seviyesine tırmanır. 87 1981 ve 1982 yılları ekonomik krizin istikrar politikası ile aĢılmaya çalıĢıldığı yıllar olurken, 1983-1987 yılları arasında, ihracata dayalı ekonomik büyüme yaĢanır. ġekil 9‟de görüldüğü gibi, 1988 yılına kadar ekonomi ortalama yüzde 6 gibi yüksek bir oranda büyümeye devam eder. 1988 yılında yüzde 2.1‟e gerileyen büyüme oranı, uygalanan ekonomik politikaların sona yaklaĢtığını ve değiĢmesi gerektiğini gösterir. Nitekim 1989 yılında finansal piyasalarda liberalizasyona gidilerek, ekonomik tıkanıklığın aĢılması hedeflenir. 1989-1993 arasında ekonomi ortalama yüzde 4.8 oranında büyür. 1994 yılında finansal piyasalarda yaĢanan krizle ekonomi yüzde 5.5 oranında küçülür. 1995-1997 yılları arasındaki ortalama yüzde 7‟nin üzerinde seyreden büyüme hızı, kısa vadeli dıĢ sermaye akıĢı ile mümkün olur. 1998-1999 yılları arasında Uzakdoğu Asya ülkelerinde yaĢanan ekonomik krizin etkileri içerde takip edilen popülist politikaların yol açtığı problemlerle birleĢince, ekonomik büyüme önce yavaĢlar ve daha sonra küçülmeye baĢlar. Ekonomik krizlerle birlikte ülke ekonomisi 2001 yılında yüzde 10‟lara varan bir oranda küçülmüĢtür. Kemal DerviĢ‟in baĢlattığı tasarrufa ve IMF yardımına dayalı ekonomik program ve bu temellerin üzerine kurulan yeni tek parti iktidarı ile birlikte ekonomik büyüme gözle görülür bir istikrara kavuĢmuĢtur. Dünya konjonktürünün de olumlu geliĢmesiyle 2004 yılında GSMH yüzde 9.9 ile son 38 yılın en yüksek büyüme oranına ulaĢmıĢtır. 2001 yılındaki yüzde 9.5‟lik küçülmeyi takip eden dört yılda daha önce yaĢanan iniĢ-çıkıĢlar görülmemiĢ ve ülke ekonomisi her yıl yüzde 5‟in üzerinde bir büyüme seyri yakalamıĢtır. 88 Şekil 9. GSMH'daki Yüzde Değişim (1981-2005) Kaynak: DPT ve TUİK (Bkz. Ek-Tablo 4) 1980 sonrasında uygulanan istikrar programının, en azından 1987‟yılına kadar, özellikle ihracatı artırma hedefine baĢarıyla ulaĢtığını birçok araĢtırmacı kabul eder. Bazı iktisatçılar ihracattaki artıĢı bir “ihracat mucizesi” gibi algılarken, bazıları da bunun beklenen birĢey olduğunu iddia eder (Çeçen ve baĢk., 1994; Kopits, 1987; Rodrik, 1990; Uygur, 1993). Hükümet, ihracatı birçok yollarla teĢvik eder. YaklaĢık 10 sene ihracat gelirleri yıllık yüzde 15 gibi yüksek bir oranda artıĢ gösterir. Türk mallarının uluslararası piyasalarda rekabet gücü kazanmasında, yüksek devalüasyon ve iĢçi ücretleri üzerindeki baskının önemli bir etkisi olur. Reel iĢçi ücretlerinin düĢmesi, maliyetleri aĢağı çekerken, yapılan yüksek devalüasyonlar da Türk mallarını, uluslararası piyasada, nisbi olarak ucuzlatır. 89 ġekil 10‟de görüldüğü gibi, 1980 yılında 2,9 milyar dolar olan toplam ihracat, 1988 yılında yaklaĢık dört kat artarak 11,7 milyar dolara, 1993‟te toplam ihracat 15 milyar doları, 1997‟de 26 milyar doları ve 2002‟de 36 milyar doları geçer. Ġhracata verilen teĢvikler çok uzun ömürlü olmaz, 1985 yılından sonra önemli oranda azalmaya baĢlar. Ġthalata uygulanan sınırlamalar da dereceli olarak kaldırılır. 1990‟lara gelince, tarifelerin önemli oranda azalması ile, dıĢ ticaret açıkları yükselir. 1980 yılında 7.9 milya r olan ithalat hacmi, 1988 yılında 14.3 milyar doları geçer. Bu dönemde ihracat artıĢı ithalat artıĢından daha büyük hızla gerkçekleĢtiği için, dıĢ ticaret açığı azalır. 1990 sonrasında dıĢ ticaret açığı gittikçe büyümeye baĢlar ve 2005 yılında dıĢ ticaret açığının GSMH‟ye oranı yüzde 20‟yi geçer. Şekil 10. Toplam İhracat ve İthalat Miktarı (1980-2005) Kaynak: DPT ve TUİK (Bkz. Ek-Tablo 5) 90 Ġhracatın GSMH‟ye oranı, 1983‟ten sonra yüzde 10‟u geçer. 2000‟lere gelindiğinde, bu oran yüzde 20‟leri geçer; 2005‟te yüzde 32 seviyesine ulaĢır. (ġekil 11). 1980 öncesinde ihracatın GSMH‟ya oranının yüzde 4‟ün altında seyrettiği düĢünüldüğünde, liberal dıĢ ticaret politikası ile ihracatta görünen artıĢın büyüklüğü anlaĢılır. Aynı patlama ithalat için yaĢandığı için dıĢ açıklar gittikçe büyür. Ġthalatın GSMH‟ya oranı 2005 yılında yüzde 50 seviyesini geçer. Şekil 11. İhracat ve İthalatın GSMH'ya Oranı (1981-2005) Kaynak: DPT ve TUİK (Bkz. Ek-Tablo 5 1980-1995 arasında özel yatırımlar ortalama yüzde 3.5 oranında artar. 1980 öncesine kıyaslandığında bu oran çok düĢük kalır. Bunun bir istisnası, 1985-1988 yılları arasında özel yatırım oranında yaĢanan patlamadır. Bunun kaynağı, sözkonusu dönemde konut inĢaatına yapılan yatırımların artmasıdır. ġekil 12‟de görüldüğü gibi, 1985 yılından itibaren, özel sabit 91 sermaye yatırımlarında keskin bir artıĢ yaĢanır. 1989 yılında ekonomik krizin etkisiyle azalan özel sermaye yatırımları, 1990 yılında tekrar artıĢ göstererek 1997 yılında en yüksek seviyeye ulaĢır. Bu tarihten sonra özel sermaye yatırımlarının GSMH‟ye oranında keskin düĢüĢ yaĢanmaya baĢlanır. Kamu tasarrufları ve dolayısıyla kamu yatırımları 1980 ile 1987 arasında ciddi bir artıĢ göstermez. 1988 yılından itibaren 1996 yılına kadar önemli bir düĢüĢ trendine girer. 1987 yılında GSMH‟nın yüzde 10‟una denk gelen kamu sabit sermaye yatırımları, 1996 yılında yarı yarıya azalarak yüzde 5 seviyesine iner. AĢağıdaki grafik 1986-1997 yılları arasında kamu sermaye yatırımlarındaki azalma trendi ile özel sermaye yatırımlarındaki artma trendinin paralel gittiğini gösterir. Şekil 12. Kamu ve Özel Sabit Sermaye Yatırımlarınin GSMH İçindeki Oranı (1968-2005) Kaynak: DPT ve TUİK (Bkz. Ek-Tablo 4) 92 Kamu sektörü imalat sektöründen çekilmesine rağmen, özel sektör, 1980-1988 arasında çok düĢük bir oranda büyüme gösterir. Konut ve turizm sektöründe yüksek yatırım yapılmasına rağmen, imalat sanayiindeki durgunluğun nedeni iktisat yazınında tartıĢma konusudur. Sözkonusu dönemde, makroekonomik göstergelerde tam istikrarın sağlanmaması bunun bir nedeni olabilir (Rodrik, 1990). Ayrıca, Türk lirasının gittikçe değer kaybetmesi, aramalını dıĢarıdan ithal eden imalat sektörünü olumsuz etkiler (Çeçen ve baĢk., 1994). Ampirik çalıĢmalar, imalat sanayiinde, kamu yatırımları ile özel yatırımlar arasında beklenen crowding-out etkisinin Türkiye‟de yaĢanmadığını ortaya çıkarmıĢtır (Boratav, Turel ve Yeldan, 1996). Bu etkinin görülmemesi, 1980 sonrasında kamu yatırımlarının imalat sanayiinden altyapı yatırımlarına yönlendirilmesinden kaynaklanır. Böyle bir yönlendirme, imalat sanayiinde özel sektörün yatırım imkanını geniĢletir. UlaĢtırma gibi altyapı yatırımlarının kamu sektörü tarafından yapılması, özel sektör yatırımları için bir nevi tamamlayıcı olur (Rodrik, 1990). 1980‟lerin ortasında finansal piyasalarda baĢlayan liberal politikalarla, faizler üzerindeki sınırlama kaldırılır. Bankalar, yaklaĢık iki sene, aralarında centilmentlik antlaĢması yaparak faizlerin çok yükselmesine engel olur. 1982 yılında, hükümet dokuz büyük bankaya faizleri belirleme yetkisi verir. Büyük bankalar da faizleri yükseltmeye yanaĢmayınca, 1983 yılında Merkez Bankası devreye girerek vadeli faizleri önemli oranda yükseltir (Uygur, 1993). Özal‟ın 1983‟te iktidara gelmesi ile, baĢlatılan program daha da geniĢletilerek uygulanır. IMF, istikrar programını sağladığı yüksek kredilerle destekler. Dünya Bankası ise, hükümete beĢ ayrı yapısal uyum kredisi sağlar. IMF ve Dünya Bankasının bu programı ciddi anlamda desteklemesi, programın geniĢ amaçlı bir yapısal değiĢimi hedeflemesinden kaynaklanır. En azından 1988‟deki ekonomik durgunluğa kadar geçen dönemde, istikrar programının nisbeten baĢarılı olmasında dıĢarıdan gelen kredilerin önemli bir etkisi olur (Kopits, 1987). Ancak bu desteğe rağmen finansal piyasaların değiĢime 93 adapte olması çok kolay olmaz. Sonraki yıllarda faiz ve döviz kurlarında dalgalanmalar devam eder. 1980‟li yılların ikinci yarısına gelindiğinde, iç ve dıĢ faiz ödemeleri bütçe harcamalarının önemli kalemi olmaya baĢlar. 1981 yılında GSMH‟nin yüzde 1‟ine denk faiz ödemeleri, 1988 yılında yüzde 5‟e çıkar. Faiz ödemelerinin yükselmesi enflasyonist baskı oluĢturur (Rodrik, 1990). Bu nedenle artan kamu açıklarını finanse etmek için Merkez Bankası‟na yapılan baskı, para arzını artırarak, enflasyonun yükselmesine yol açar. 1988 yılında yaĢanan ekonomik durgunluktan sonra, istikrar programının parçası olan para ve maliye politikalarında gevĢemeler yaĢanır. Bu esneklik talep artıĢına yol açar. Aynı zamanda, sendikaların yeniden kuvvetlenmesi ile, iĢçi ücretleri yükselmeye baĢlar ve maliyetleri yükseltir. Böylece, hem azalan arz hem de artan talebin oluĢturduğu baskıyla fiyatlar yükseliĢe geçer. Takip edilen istikrar programı enflasyonu yüzde 30‟lara kadar indirse de, 1983 ve 1987 seçimlerinde programın gevĢetilmesiyle enflasyon tekrar tırmanır. Enflasyonist baskıyı artıran baĢka bir unsur ise, 1984 yılından sonra, hükümet tarafından oluĢturulan ve Meclis kontrolü dıĢında kalan fonlardır (Rodrik, 1990). Bütçe harcamaları dıĢındaki bu fonlar, çok yüksek miktarlara ulaĢmıĢtır. Hükümet bu fonları kullanma esnekliği yakalayarak ekonomik büyümeyi körüklemeyi amaçlar. Ancak bu fonlar Meclis kontrolü dıĢında kaldığı için, geniĢ yolsuzluk iddialarına konu olur. 1988 yılında yaĢanan ekonomik durgunluğun da etkisiyle, hükümet daha önce düĢünülen finansal liberalizasyon politikalarını takip ederek, mal piyasasında baĢlayan liberalleĢmeyi, hizmet piyasasına da yayarak yapısal değiĢimi tamamlamak ister. Türk Lirası tam konvertibile olur ve dıĢardan gelecek sermaye önündeki bütün engeller ortadan kaldırılır. Böylelikle, Türk ekonomisinin global dünya ekonomisiyle bütünleĢme süreci tamamlanmıĢ 94 olur (Voyvoda ve Yeldan, 2001). 1989 yılından sonra takip edilen popülüst ekonomi politikaları, dıĢarıdan gelen kısa vadeli sermaye ile finanse edilir. ĠĢçi ücretleri reel olarak yükselmeye baĢlar ve tarım ürünlerine verilen fiyatlar yükselir. Ġktidarın gittikçe yolsuzluklara bulaĢması bütçe açıklarını daha da artırır (Boratav ve baĢk., 1996). Bu durum çok uzun süre devam etmez.Türk lirasının gelen sermaye akıĢı ile birlikte gittikçe değerlenmesi ve cari açıkların çok yükselmesi 1994 yılının baĢında kısa süreli sermayenin hızla ülkeyi terketmesi ile bir kriz patlak verir. AĢağıdak grafikte görüldüğü gibi, 1994 yılında, toptan eĢya fiyat indeksine göre enflasyon oranı yüzde 120 seviyesine tırmanır. Şekil 13. Toptan Eşya Fiyat İndeksine Göre Enflasyon Oranları(1980-2005) Kaynak: DPT ve TUİK (Bkz. Ek-Tablo 4) 95 Türkiye ekonomisi 1995 yılında pozitif büyüme ile durgunluğu geride bırakmasına rağmen, 1998 yılında, dıĢ piyasada yaĢanan Ģokların da etkisiyle, yeniden durgunluğa girer. Hükümet IMF ile yeniden masaya oturur ve ekonomik istikrarı sağlayacak bir politika izlemeye baĢlar. Enflasyon oranı uygulanan istikrar programının etkisiyle, yüzde 50‟lere kadar düĢer. Program, enflasyon ve mali dengesizlik alanında baĢarılı olsa da, 1999 yılı seçimleri ve aynı yıl yaĢanan iki depremle büyük aksamaya uğrar. Seçimlerden sonra, hükümet yeni bir reform programı uygulamaya baĢlar ve IMF ile stand-by anlaĢması imzalar. YaklaĢık 1.5 sene sıkı döviz kuru politikası takip edilir. Uygulanan yeni reform programı, tek parti iktidarıyla birlikte sağlanan politik istikrar sonucu yabancı sermayenin cezbedilmesi, dalgalı kur rejimiyle beraber TL (YTL)‟nin değerinde istikrarın sağlanması gibi nedenlerin sonucu olarak enflasyonda kaydadeğer bir düĢüĢ trendi yakalanmıĢtır. 1970 yılından sonra ilk kez enflasyon tek haneli rakamlara ulaĢmıĢtır. Yakalanan bu düĢük enflasyon seviyelerinin kalıcılığını sağlamak ve dıĢ piyasalarda Türk Lirası‟na yeniden itibar kazandırmak amacıyla ekonomi yönetimi TL‟den altı sıfır atılmasına karar vermiĢ ve 2005 yılında bu karar uygulamaya konulmuĢtur. DüĢük enflasyonda istikrarın sağlanıp sağlanamayacağı bugünden kestirilememekle beraber, 2001 yılından sonra uygulanan enflasyonla mücadele politikalarının baĢarılı olduğu görülmektedir. Enflasyonla mücadeleden ençok etkilenen kesimlerin baĢında iĢçi kesimi gelir. 1988 yılına kadar reel ücretlerde yaĢanan düĢme ve iĢçilerin sendikal haklarına getirilen kısıtlamalar kamu açıklarıyla mücadelede bir araç olarak kullanılır (Voyvoda ve Yeldan, 2001). 1988-1990 yılları arasında reel iĢçi ücretlerine yapılan zamlar, sanayi sektörüne bir “iç ekonomik Ģok” etkisi yapar. Özel sektörde ücretlere yapılan zamlar, kamu sektörünün altında kalmasına rağmen, 1980‟den beri baskın ücret politikasının etkisiyle yüksek kâr elde etme döneminin sonu gelir (Boratav ve baĢk., 1996). Ayrıca, tarım 96 kesimine yapılan sübvansiyonları aĢağı çekerek ve kamusal malların fiyatlarını yükselterek, kamu açıkları azaltılır. 1994 ekonomik krizinden sonra, ücretler üstünde baskı oluĢturarak ve dıĢarıdan kısa vadeli sermaye akıĢını tekrar sağlayarak sorunun çözümü amaçlanır (Metin-Özcan ve baĢk., 2001). Böylece bütçe açıklarını ve cari açıkları finanse etmek mümkün olur. Bunun bedeli ise reel faizlerin yüzde 30‟lara tırmanması ve faiz ödemelerinin bütçenin en büyük harcama kalemi haline gelmesidir. Bu olumsuz Ģartlara ek olarak, Uzakdoğu Ülkelerinde yaĢanan finansal krizin etkisi, 1998 yılından itibaren Türkiye‟de hissedilmeye baĢlanır. AĢağıdaki grafikte görüldüğü gibi (ġekil 14), konsolide bütçe içinde toplam iç ve dıĢ faiz ödemelerinin payı 1981‟de yüzde 5 dolayında iken, bu oran hızlı bir yükseliĢ trendi gösterek 2001 yılında yüzde 50 seviyesine çıkar. 2002 ve sonrasında toplam faiz ödemelerinde önemli oranda düĢüĢ yaĢanır. DıĢ borç anapara ve faiz ödemelerinin bütçe harcamaları içindeki yerinin artması, ekonominin genel performansını dıĢ ticarete endeksli hale getirmiĢtir. Ödeme yükümlülüklerini yerine getirmek için, ihracatın ve sermaye akıĢının etkisi büyük önem kazanır. DıĢarıdan gelen çok yüksek finansal desteğe rağmen, Türkiye‟de, kısa vadeli kredi ihtiyacının yüksek olması ve uzun vadeli yatırımların risk içermesi ekonomiyi yeniden harekete geçirmenin önünde engel oluĢturur. 97 Şekil 14. İç ve Dış Faiz Ödemelerinin Bütçe Harcamaları İçindeki Payı (19802005) Kaynak: DPT ve TUĠK 2000 yılının sonuna doğru, Türkiye‟nin finansal piyasalarında bir kriz yaĢanır. Demirbank baĢta olmak üzere, içi boĢaltılmıĢ bankaların yol açtığı bu kriz döneminde gecelik faizler astronomik boyutlarda yükselir. Örneğin, 4 Aralık 2000 tarihinde, Merkez Bankası‟nın gecelik faiz oranı yüzde 800‟e ulaĢır. IMF‟nin ek 7.5 milyar dolar daha vereceğini açıklaması ve hükümetin krizi çözmek için bir dizi önlemler almaya baĢlamasıyla, krizin daha da büyümesi engellenir. Uygulanan program bir derece baĢarılı olmakla beraber 19 ġubat 2001 tarihinde, baĢbakan ve cumhurbaĢkanı arasında baĢlayan siyasal kriz, çok hızlı bir Ģekilde ekonomik krize dönüĢür. Borsa bir günde yüzde 18 değer kaybeder. Merkezi Bankası döviz rezervlerinin üçte birine denk gelen 7.5 milyar doları bir günde satar. Ziraat ve Halkbankası 98 müĢterilerden gelen talebi karĢılayamaz duruma gelir. Gecelik faizler ilk gün yüzde 2000, ikinci gün ise yüzde 4000 oranına fırlar. Hükümet sıkı kur politikasını terk ettiğini açıkladığında, TL‟sı dolara karĢı yüzde 40 değer kaybeder. Bu değer kaybı Mayıs sonunda yüzde 65‟e çıkar. Bu krizi atlatmak için, IMF‟den daha fazla yardım talep edilir. IMF ise, baĢkan yardımcısı Kemal DerviĢ‟in programı uygulaması Ģartıyla destek vaadinde bulunur. DerviĢ, ekonomiden sorumlu devlet bakanlığına atanır. IMF, 8 milyar ek kredi daha taahhüt eder. Finansal piyasaların liberalleĢmesi ile tasarruflar, kısa vadeli krediler olarak faize gittiği için, reel sektör yatırımlarında olumlu bir geliĢme yaĢanmaz. Enflasyonun kotrol altına alınamaması, piyasada belirsizlik oluĢturduğu için, müteĢebbisler yatırımlarını artırarak yüksek risk almak yerine, mevcut sermayelerini faize yönlendirip kazanç elde etme yolunu tercih etmiĢlerdir. Bazı iktisatçılara göre, 1980 sonrası ekonomik liberalleĢme dönemindeki bazı baĢarılı yapısal değiĢimlere rağmen, yaĢanan ekonomik Ģoklar, liberal teorinin zayıflıklarından ve/veya Türkiye‟nin rekabetçi olmayan ekonomik yapısından kaynaklanır (Boratav ve baĢk., 1996). Ekonomik büyümenin ve kaynakların yeninden etkin dağılımının beklenenin altında olması bunun bir delili olarak sunulur. Bunun yanında, devletin sürekli ağırlığını hissetirdiği ve büyük firmaların tam rekabet koĢullarında üretim yapmadığı koĢullar, piyasa ekonomisinden gerçekleĢmesine engel olarak sayılır. beklenen etkinliğin DÖRDÜNCÜ BÖLÜM SOLOW BÜYÜME MUHASEBESİ MODELİ 4.1.Neden Büyüme Muhasebesi Modeli? Ekonomik büyümenin kaynaklarını öğrenmek için iktisat yazınında üç önemli yöntem kullanılır (Bosworth ve baĢk., 1995). Bunlardan biri, regresyon analizi ile üretim fonksiyonunu tahmin etmektir. BaĢka bir deyiĢle, üretim fonksiyonundaki değiĢkenlerden oluĢan bir ekonometrik model tanımlanarak, üretim faktörleri ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢki irdelenir. Ġkinci metod, yine regresyon analizi olmasına rağmen, modele dahil edilen değiĢkenler daha fazladır. Üretim faktörleri dıĢında, bir kısım politika değiĢkenleri de modele dahil edilir. Özellikle, ülkelerin baĢlangıç koĢulları, sosyal ve politik Ģartları ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi ölçmek açısından bu Ģekilde geniĢletilmiĢ regresyon modelleri yararlı olabilir. Üçüncüsü ise, 1960‟lardan beri kullanıla gelen diğer bir metod ise, büyüme muhasebesidir. Bu metod, istatistiki tahmin yapmak yerine, makroekonomik muhasebe kayıtlarını esas alarak, üretim faktörlerinin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini ölçer. Herbir üretim faktöründeki değiĢme, sözkonusu faktörün toplam üretim içindeki oranı ile çarpılarak, ekonomik büyümeyi ne kadar etkilediği hesaplanır. Bu faktörlerin katkısı, toplam hasıladan aldıkları gelire göre belirlenir. Tam rekabet varsayımı altında, üretici kârını maksimum kılmak için, üretim maliyetini minimum yapacağından ve istihdam ettiği iĢçiye marjinal verimliliğine göre ödemede bulunacağından, üretim faktörlerinin gelir payları, bu faktörlerin toplam üretimdeki paylarına eĢit olur. Ekonomik büyümenin, toplam üretim 100 faktörlerindeki artıĢla açıklanmayan artık kısmının, toplam üretim verimliliği veya teknolojik geliĢmeye bağlı olduğu varsayılır. Ampirik çalıĢmalar, geniĢletilmiĢ neoklasik büyüme modelinin ekonomik büyümenin kaynaklarını açıklamada yüksek bir açıklayıcı güce sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun nedeni, ekonomik büyümenin asıl kaynağının üretim faktörleri olduğu, sanıldığı gibi toplam üretim faktörlerindeki verimliliğin çok büyük bir etmen olmadığına dair ampirik bulgulardır. GeniĢletilmiĢ Solow büyüme modeli, üretim faktörlerindeki niteliksel ve niceliksel değiĢimi kapsadığı için ekonomik büyümenin kaynaklarını açıklamada geçerliliğini devam ettiriyor. Ġçsel büyüme modelleri ise, daha çok toplam üretim faktörlerinin verimliliğine vurgu yapar. Büyüme muhasebesinin de regresyon modellerinin de hem üstün hem de zayıf yönleri vardır. Birincisi, büyümenin kaynakları olarak üretim faktörlerinin payını basit muhasebe yöntemiyle hesaplarken; ikincisi, komplike modeller yoluyla, ekonomik büyümeyi etkileyen değiĢik faktörlerin etkisini ölçmeye çalıĢır. Aynı dönem için iki modeli de kullanarak analiz yapınca, sonuçların güvenilir olup olmadığını test etmek imkanı vardır. Ġkisinden de benzer sonuçların alınması, bulgulara olan güveni daha da artıracaktır. Sadece bir modeli kullanarak elde ettiğimiz sonuçların beklenmedik olmasının, modelin zayıf olmasından mı, yoksa incelenen dönemin verilerinden mi kaynaklandığını anlamak zor olabilir. Örneğin, ÇavuĢoğlu (2001) Türkiye‟nin ekonomik büyümesi ile ilgili yaptığı bir regresyon analizinde, 1959-1990 yılları arasında, eğitimin ekonomik büyümeye negatif bir etkide bulunduğu sonucuna ulaĢmıĢtır. 1.12. Basit (Klasik) Solow Büyüme Modeli Ampirik çalıĢmalarda en sık kullanılan neoklasik büyüme modelinin basit bir denklemle ifadesi Ģöyledir: 101 Dy = F(y, y*) Dy kiĢi baĢına gelirin artıĢ oranını, y Ģu anki kiĢi baĢına gelir seviyesini ve y* ise uzun dönem kiĢi baĢına gelir seviyesini veya hedeflenen gelir seviyesini gösterir. Neoklasik büyüme modellerine göre, kiĢi baĢına gelirdeki büyüme oranı Ģu anki gelir seviyesi ile ters orantılıdır. Azalan verimler yasası gereği, GÜ‟ler gittikçe yavaĢlayan bir ekonomik büyüme oranı ile karĢı karĢıya gelirken, GOÜ‟ler aradaki farkı kapatır. Ġçsel büyüme modellerinde, y bağımsız değiĢkeni beĢeri sermayeyi de kapsar. BeĢeri sermayenin fiziki sermayeye oranı verimliliği belirleyen önemli bir etken olur. BaĢlangıçta yüksek gelir seviyesine ve yüksek fiziki sermayeye sahip ülkeler, aynı zamanda yüksek oranda beĢeri sermayeye de sahip olduğunda üretimin verimliliği daha da artar. ġu anki gelir seviyesi, y, veri alındığında, ekonomik büyüme, Dy, uzun dönem gelir seviyesi, y*, tarafından belirlenir. Uzun dönem gelir seviyesi, y*, de birçok değiĢken tarafından Ģekillenir. Örneğin, düzenli iĢleyen bir hukuki sistemde, mülkiyet haklarının anayasa ve yasalarla güvence altına alındığı bir ortam iç ve dıĢ yatırımlara zemin hazırlar. Ekonominin dıĢa açılması, enflasyon oranı, hükümetin tüketim harcamaları, toplumun tasarruf etme oranı, para ve maliye politikaları, okullaĢma oranı gibi baĢka değiĢkenler de y*‟nin değerini etkileyerek ekonomik büyümeyi belirler. Hükümetler bu değiĢkenleri takip ettikleri politikalarla Ģekillendirerek ekonomik büyümeyi artırabilirler. Hangi değiĢkenlerin ne oranda büyümeyi belirlediğini bilmek hükümetlerin politikalarını belirlerken faydalı bir girdi olur. Klasik Solow büyüme modeli Cobb-Douglas üretim fonksiyonunun iki değiĢkenli modeline dayanır (Solow, 1957). Teknoloji dıĢsal bir değiĢken olarak modelde yer alıyor. Solow‟un ders kitaplarında tartıĢılan iki değiĢkenli modelinde nüfus artıĢı ve teknolojik değiĢme dıĢsal birer değiĢken olarak modele dahil edilir (Mankiw ve baĢk., 1992). Bu modele “klasik Solow 102 büyüme modeli” de diyebiliriz. Cobb-Douglas üretim fonksiyonundan hareketle, toplam üretimi Ģöyle tanımlar: Y(t) = K (t)α (A(t)L(t))1- α 0 < α < 1 (iki değiĢkenli model) (1) Y toplam üretimi (gayri safi milli hasılayı), K toplam sermaye miktarını, L toplam iĢgücünü ve A ise teknolojik seviyeyi gösteriyor. AL‟ye efektif iĢgücü miktarı da denir. Teknoloji, çalıĢan bireyi daha effektif yaptığı için, teknolojik geliĢme dikkate alınarak toplam iĢgücü hesaplandığında, AL toplam efektif iĢgücünü temsil eder. Toplam üretimi belirleyen faktörlerden iĢgücü n oranında artarken, teknolojik geliĢme ise g oranında değiĢiyor. Buna göre iĢgücünün zaman içinde değiĢimi: L(t) = L(0)e nt olarak ifade edilirken (2) DıĢsal olarak belirlenen teknolojinin g oranında değiĢtiği varsayılırsa, zaman içinde teknolojik değiĢim: A(t) = A (0) egt olur. (3) A(t)L(t) ile edilen bir birim efektif iĢgücündeki değiĢme n+g oranında gerçekleĢir. Solow modelinin varsayımlarına göre, toplam üretimin sabit oranı tasaruf (s) ediliyor. Toplam tasaruf oranı ise toplam yatırımları belirliyor. Efektif bir birim iĢgücüne düĢen sermaye stoğu k ile (k=K/AL) ve effektif bir birim iĢgücüne düĢen sermaye miktarı da y ile (y = Y/AL) gösteriyor. δ sermayenin aĢınma oranını temsil ettiği aĢığıdaki denklem, zaman içinde k‟deki değiĢimi açıklıyor: k(t) = sy(t) – (n+g+δ)k(t) = sk(t)α – (n+g+δ)k(t) (4) Klasik Solow modeli zaman içinde toplam üretimdeki büyümenin durağan durum (steady state) seviyesine yakınsayacağını varsayar. Uzun dönemde bir ekonominin ulaĢacağı durağan durum oranının “sıfır” olduğunu öngörmektedir. BaĢka bir deyiĢle, neoklasik büyüme modelleri ekonomik büyümenin sonsuza değin devam edemeyeceğini iddia eder. Yukarıdaki 103 denklemde k(t) ile gösterilen zaman içindeki iĢgücü baĢına sermaye stokunun kararlı durum değerine (k*) ulaĢtığını varsayarsak, denklemi yeniden Ģöyle yazabiliriz: sk*α = (n+g+δ)k* veya k*= [ s/(n+g+δ)] 1/(1- α) (5) Bu denkleme göre, uzun dönemde kararlı duruma ulaĢan bir ekonomide, sermaye-iĢgücü oranı tasarruf oranıyla doğru orantılı ve nüfus artıĢı ile ters orantılıdır. BaĢka bir deyiĢle, ekonomideki toplam tasarruf oranı artınca, daha fazla yatırım ve yüksek sermaye/iĢgücü oranına ulaĢılır. Oysa, hızlı nüfus artıĢı, iĢgücü baĢına düĢen sermaye oranını düĢürür. 1.13. Genişletilmiş Solow Büyüme Modeli Klasik Solow büyüme modeli beĢeri sermayeyi ve dolayısıyla eğitim ile sağlık hizmetlerindeki artıĢın ekonomik büyüme üzerindeki etkisini dikkate almadığında, hem sermaye ve iĢgücü katsayılarını yüksek tahmin eder, hem de “artık” miktarını yüksek bulur. Oysa, eğitim ve sağlık hizmetlerinin belirlediği beĢeri sermaye modele dahil edildiğinde, modelin açıklayıcılık gücü daha da artar. Nitekim, MRW (Mankiw ve baĢk., 1992) yaptıkları ampirik çalıĢmada beĢeri sermaye birikimini ayrı bir değiĢken olarak klasik Solow modeline dahil ettiklerinde, tasarruf ve nüfus büyümesi değiĢkeninin ekonomik büyüme üzerinde daha az etkisi olduğunu ortaya çıkardılar. MRW‟nin geliĢtirdiği “geniĢletilmiĢ Solow modeli”, ülkeler arasında ekonomik geliĢme farkını yüzde 80 gibi yüksek bir oranda açıklayıcı güce sahiptir. MRW‟nin ampirik bulguları Solow modelini destekler. Bazı iktisatçılar, sermayenin sabit getiri veya artan getiri oranına sahip olduğunu varsayan içsel büyüme modellerinin daha yüksek açıklayıcı güce sahip olduğunu tartıĢır (Lucas, 1988). Oysa, MRW, kuvvetli bulgularla, Solow büyüme modelinin, ülkeler arasındaki geliĢmiĢlik farkını göstermek için halen geçerli model olduğunu iddia ederler. 104 Basit Solow büyüme modeliyle geniĢletilmiĢ modelin karĢılaĢtırması aĢağıdaki grafikle ifade edilebilir: Şekil 15. Basit ve Genişletilmiş Solow Modellerinin Karşılaştırılması 105 MRW, klasik Solow büyüme modeline beĢeri sermayeyi de dahil ederek Ģu denkleme ulaĢır: Y(t) = K (t)α H(t)β(A(t)L(t))1- α - β α + β <1 (üç faktörlü model) (6) α + β <1 olması fiziki ve beĢeri sermayenin azalan getiri oranına sahip olduğu varsayımını gösteriyor. Denkleme yeni eklenen H, beĢeri sermayeyi temsil ediyor. Fiziki sermayeye yatırılan tasarruf s k ve beĢeri sermayeye yatırılan tasarruf s h gösterildiğinde, ekonomik büyümenin belirleyicileri Ģu denklemlerle ifade edilir: k(t) = sky(t) – (n+g+δ)k(t), (7) h(t) = shy(t) – (n+g+δ)h(t). (8) Denklemlerdeki (t) değiĢkenlerin zaman içinde alacağı değeri gösterirken, k fiziki sermaye stokunun, y toplam üretimin ve h beĢeri sermaye stokunun effektif iĢgücüne oranını gösterir. Bu modelde, beĢeri sermaye ile fiziki sermayenin aynı aĢınma payına sahip olduğu ve aralarında mutlak ikamenin bulunduğu varsayılır. Bu modelin varsayımına göre, herbir üretim faktörü, tam rekabet koĢullarının bir sonucu olarak, marjinal verimliliklerine göre toplam hasıladan pay aldığından, sözkonusu değiĢkenlerin alacağı değerleri hesaplamak mümkündür. Bu çalıĢmada hem klasik Solow modeli, hem de geniĢletilmiĢ Solow modeli kullanılarak beĢeri sermayenin Türkiye‟nin ekonomik büyümesi üzerindeki açıklayıcılık gücü ve etkisi araĢtırılacaktır. 1.14. Solow Büyüme Modelinin Ekonomik Büyümeyi Açıklayıcı Gücü Solow büyüme modeli basit olmakla beraber, uzun dönem ekonomik büyümeyi açıklama gücünden dolayı iktisat yazınındaki önemini korumaya devam ediyor. Gregory Mankiw‟e göre, “uygulamacı makroiktisatçılar uzun 106 dönem ekonomik büyümeye cevap vermek zorunda kaldıklarında, genelikle basit neoklasik büyüme modelini kullanır” (Mankiw, 1995:278). Solow büyüme modelinin uzun dönem ekonomik büyümeyi açıklamak açısından içsel büyüme modellerinden daha baĢarılı olduğunu gösteren ampirik çalıĢmalar vardır (Mankiw ve baĢk., 1992). Bu nedenle Solow büyüme modeli, içerdiği eksiklere rağmen, bir çok araĢtırmacı ve kuruluĢ tarafından verimlilik artıĢı ölçümünde ve büyümenin belirleyicilerini anlamada yaygın olarak kullanılmaktadır. Örneğin, ABD, Japonya, Güney Kore, Çin gibi ülkeler Solow‟un TFV modeline göre bir verimlilik analizi yapmaktadırlar. Büyüme muhasebesi mantığı totolojik açıklamaya dayanır. BaĢka bir deyiĢle, ekonomik büyüme üretim faktörlerinin miktarındaki artıĢ ve bu faktörlerin verimlilik artıĢlarının toplamıyla açıklanır. Ġstihdam artıĢı, fiziki sermaye stokundaki artıĢ, eğitim seviyesinin artıĢı gibi niceliksel ve niteliksel değiĢim üretim girdilerindeki değiĢimi temsil ederken, daha iyi ekonomik politikalar, daha etkin iĢletmecilikten kaynaklanan girdi baĢına çıktı miktarındaki artıĢ verimlilik artıĢını temsil eder. Büyüme muhasebesi yöntemi ekonomik büyümenin ne kadarının girdi artıĢından ve ne kadarının verimlilik artıĢından kaynaklandığını hesaplama imkanı verir. ĠĢgücü verimliliğinin uzun dönemde artması, çalıĢanların daha fazla teknolojik bilgi sahibi olduğu ve daha iyi organize edildiği anlamına gelmez. Sermaye stokundaki artıĢla çalıĢan baĢına düĢen makinalardaki artıĢ iĢgücü verimliliğinin birincil nedeni olabilir. Kazma ile toprak kazıp ev yapan bir iĢçi, buldozer kullandığında bir binanın temelini daha hızlı kazması iĢgücü verimliliğinin arttığı anlamına gelmeyebilir (Krugman, 1994). BaĢka bir deyiĢle böyle bir iĢçi kullandığı makina miktarındaki artıĢla daha çok çıktı üretmekle beraber, verimliliğini artırmamıĢ olabilir. Büyüme muhasebesi yönteminin amacı girdilerdeki niteliksel ve niceliksel değiĢimi indeks yöntemi ile ölçüp toplam faktör verimliliğini hesaplamaktır. 107 Sovyetler Birliği‟nde Stalin döneminde yaĢanan yüksek ekonomik büyümenin kaynaklarının verimlilik artıĢından değil, üretim girdilerindeki artıĢtan kaynaklandığı büyüme muhasebesi yöntemi ile anlaĢıldı (Krugman, 1994:67-68). Stalinci planlamacılar milyonlarca tarla iĢçisini köyden Ģehirdeki fabrikalara taĢıyarak, milyonlarca kadını iĢgücüne katarak, bütün çalıĢanların toplam çalıĢma saatlerini artırarak ve geniĢ eğitim kampanyası ise çalıĢanların eğitimlerini artırarak yüksek ekonomik büyümeyi sağlamıĢtı. Üretim girdilerindeki bu artıĢın kaynakları indeks yöntemi ile ölçüldüğü zaman, ekonomik büyümenin tamamının bu indekslerdeki artıĢla açıklanabildiği görüldü. Krugram (1994) Uzak Doğu Asya ülkelerinde 1990‟lara kadar yaĢanan hızlı ekonomik büyümenin bir anlamda Sovyet Birliği‟nde yaĢanan büyümeye benzediğini iddia eder. Örneğin, Singapur‟da 1966 ile 1990 yılları arasında yıllık ortalama yüzde 8.5‟lik ekonomik büyüme bir tür ekonomik mucize gibi görünüyor. Oysa büyümenin kaynakları incelendiğinde, sözkonusu dönemde istihdamın toplam nüfusa oranının yüzde 27‟den yüzde 51‟e çıktığı, eğitim seviyesinde büyük bir geliĢme yaĢandığı ve sermaye yatırımlarının yüzde 11‟den yüzde 40‟a çıktığı görülüyor. Büyüme muhasebesi yöntemi ile ortaya çıkarılan büyüme dinamikleri, Singapur ekonomisinin, süreklilik göstermeyerek, bir defalık sıçrama yaĢadığını gösteriyor. Ġstihdam, eğitim ve yatırımlardaki artıĢ doğal sınırlarına yaklaĢtığı için aynı hızda ekonomik büyümenin devam etmesi beklenemez. Krugman‟ın baĢlattığı “Asya Mucizesi”nin gerçekte bir mit olduğu tartıĢmasını Young (1995), Solow büyüme modeline dayalı büyüme muhasebesi yöntemini kullanarak devam ettirdi. Bu çalıĢmalar, iddia edilenin aksine, Uzakdoğu Asya ülkelerinde yaĢanan yüksek ekonomik büyümenin toplam faktör kaynaklandığını verimliliğinden değil, ortaya Young, çıkardı. sermaye neoklasik stokundaki büyüme artıĢtan modelinin 108 Uzakdoğu Asya ülkelerindeki ekonomik büyümenin kaynaklarını büyük ölçüde açıkladığını iddia eder. Bu çalıĢmaya göre, Asya Mucizesi iĢgücüne katılım oranında, yatırım/GSMH oranında, eğitim standardında ve iĢgücünün tarımdan sanayiye transfer olmasından kaynaklanmıĢtır (Young, 1995:675). Güney Kore için yapılan benzer bir çalıĢma, Güney Kore‟de “Solow Artığı” tarzı verimlilik artıĢı, diğer bir deyiĢle teknolojik ilerlemeden kaynaklanan büyümenin olmadığını veya önemsenmeyecek kadar az olduğunu ortaya koymuĢtur (Pyo, 2001). Büyüme yazınında geniĢ tartıĢmalara yol açan bunun gibi çalıĢmalar, Solow büyüme modelinin günümüze değin güncelliğini koruduğunu göstermektedir (Senhadji, 1999). BEŞİNCİ BÖLÜM SOLOW BÜYÜME MUHASEBESİ MODELİNE GÖRE EKONOMİK BÜYÜMENİN KAYNAKLARI 5.1.Üretim Faktörlerinin Gelir Payları Robert Solow, 1957 yılında yazdığı makalesinde, uzun dönemdeki ekonomik büyümenin kaynaklarını Cobb-Douglas üretim fonksiyonunu kullanarak açıklar. Ġktisat yazınında Neoklasik büyüme modeli olarak bilenen Solow büyüme modeli, tam rekabet altında, iĢgücüne ödenen ücretlerin ve sermayeye ödenen rantın bu faktörlerin marjinal ürünlerine eĢit olduğunu varsayar. ĠĢgücü ve sermaye faktörleri optimum kullanıldığı varsayıldığından, iĢsizlik ve eksik kapasite kullanımı olmadığı öngörülür (Solow, 1957). Solow tarafından geliĢtirilen standard neoklasik büyüme modelinde kullanılan üretim fonksiyonu Ģöyle yazılabilir (Barro, 1998:2-5; Barro ve Salai-Martin, 1999:346-347): Y(t) = A (t) . F[K(t), L(t)] (1) Ġktisat yazınında toplam faktör verimliliği olarak bilinen A(t) dıĢsal olarak belirlenen teknoloji değiĢkenini temsil eder. K sermaye faktörünü ve L ise iĢgücü faktörünü gösterir. Yukarıdaki üretim fonksiyonunun logaritması ve zamana göre türevi, AFK AFL Y / Y A / A .K .L Y Y (2) Denklemin sol tarafındaki sermaye değiĢkeni K ile ve ĠĢgücü değiĢkenini L ile çarpıp, böldüğümüzde aĢağıdaki denkleme ulaĢılır: 110 AFKK AFLL Y / Y A / A .K / K .L / L Y Y (3) Tam rekabet varsayımı altında, herbir üretim faktörünün milli gelirden aldığı marjinal pay (faktör fiyatları), sözkonusu ürünün marjinal katkısına (marjinal ürün) eĢit olur. BaĢka bir deyiĢle, AFK sermayenin rant oranına ve AFL ise iĢgücüne ödenen ücret oranına eĢittir. Buna göre milli gelirdeki değiĢim ( Y / Y ), teknolojik değiĢime ( A / A ), sermaye faktörünün milli gelir AFKK payı ( Y ), sermaye stokundaki değiĢim, iĢgücü faktörünün milli gelir payı AFLL ( Y ) ve iĢgücündeki değiĢim tarafından belirlenir. Sabit ölçek getirisi varsayımına göre sermaye ve iĢgücünün paylarının toplamı bire eĢit olur. Sermayenin payı α olursa, iĢgücünün payı da 1- α olur. Buna göre yukarıdaki fonksiyonu yeniden yazılabilir: Y / Y A / A .( K / K ) (1 ).( L / L) (4) Bu fonksiyona göre, milli gelirin büyüme oranı, toplam faktör verimliliği (TFV) olarak da bilinen A / A ile sermaye ve iĢgücü faktörlerinin büyüme oranlarının ağırlıklı ortalamalarının toplamına eĢttir. Solow büyüme modeline göre, TFV ekonomik büyümenin sermaye stokundaki artıĢ ve iĢgücü artıĢ ile açıklanamayan “artık” kısmına denk gelir: A / A Y / Y .( K / K ) (1 ).( L / L) (5) Solow, ekonomik literatüre büyük katkı oluĢturan büyüme modelini, ABD ekonomisinin 1909-1949 yılları arasındaki verilerini kullanarak test eder (Solow, 1957). Bu ampirik çalıĢmada, sermaye payını (α) faktör gelirlerine göre hesaplanan milli gelir hesaplamasından elde eder. Milli gelir 111 muhasebesine göre, 1909-1949 yıllarında ABD ekonomisinde sermayenin milli gelir payı yüzde 31 ile yüzde 39 arasında gerçekleĢirken, iĢgücünün milli gelir payı ise yüzde 61 ile 69 arasındadır. Ortalama değerlere göre, sermayenin payı üçte bire yakın iken, iĢgücünün payı üçte ikiye denk gelir (Solow, 1957). Bu çalıĢmanın sonuçlarına göre, sözkonusu dönemde ikiye katlanan kiĢi baĢına gayrı safi hasılanın yüzde 87.5‟i teknolojik değiĢmeden, yüzde 12.5‟i ise sermaye kullanımındaki artıĢtan kaynaklanmıĢtır (Solow, 1957). Solow bu sonuçlara dayanarak, uzun dönem ekonomik büyümenin temel kaynağının “dıĢsal” olarak belirlenen teknolojik büyüme olduğu kanısına varmıĢtı. Oysa sonraki çalıĢmalar, üretim faktörlerinin niteliksel değiĢimi dikkate almadığından, Solow‟un “artık” miktarı ile ölçtüğü teknolojik geliĢme payının abartılı hesaplandığını gösterdi (Barro ve Sala-i-Martin, 1999:346-347). Solow‟un kullandığı iki faktörlü üretim fonksiyonuna beĢeri sermayeyi de kattığımızda 1 nolu denklemi Ģöyle yazabiliriz: Y = A(t) f(K,L,H) (6) Y = toplam mal ve hizmet üretimini (GSMH), K= toplam fiziki sermaye stokunu, L= toplam iĢgücünü, H= toplam beĢeri sermayeyi A= K,H,L dıĢındaki bütün üretim faktörlerini (veya teknolojik geliĢmeyi) ve t ise zaman faktörünü temsil ediyor. Yukarıdaki üretim fonksiyonunun zamana göre türevini alıp toplam üretime böldüğümüzde Ģu sonuca ulaĢılır: 112 dY dA dt dt = + A Y f dK f dL f dH A A A K dt L dt H dt Y Y Y (7) Denklemdeki dY, dA, dK, dL ve dH,sırasıyla, Y, A, K, L ve H‟deki değiĢmeyi ve ise kısmi türevi sembolize ediyor. f f f , ve sırasıyla K L H K, L ve H‟nin marjinal ürünlerini gösteriyor. BaĢka bir deyiĢle, üretim faktörlerindeki bir birimlik değiĢmenin toplam üretim üzerindeki etkisi sözkonusu faktörlerin marjinal ürünlerine eĢit olur. f dK Fiziki sermayenin toplam üretimdeki gelir payını SK= (reel K dY GSMH‟nin sabit tasarruf oranı da denilebilir), iĢgücünün üretimdeki gelir payını f dL S L= L dY ve beĢeri sermayenin üretimdeki payının SH f dH = olarak ifade ettiğimizde, yukarıdaki denklemi yeniden Ģöyle H dY yazabiliriz: dY dA dK dL dH dt dt dt dt dt = + SK + SL +SH A L K H Y (8) Yukarıdaki denklemin sağ tarafındaki ilk değiĢken, Solow modelindeki artık veya teknolojik değiĢkenin toplam üretim artıĢı üzerindeki etkisini gösterirken, diğer üç değiĢken fiziki sermaye, iĢgücü ve beĢeri sermayenin paylarının toplam üretim artıĢındaki paylarını gösterir. Ġlk değiĢken, teknolojinin ekonomik büyüme üzerinde etkisini ölçen bir gösterge olarak kullanılır. Solow modelinde sermaye, nitelikli iĢgücü ve niteliksiz iĢgücünün ekonomik büyümeye katkısı hesaplandıktan sonra geriye kalan “artık” teknolojik büyüme olarak açıklanır. Buna toplam faktör verlimliliği de denilir iktisat yazınında. Herbir üretim faktörünün getirisi, sözkonusu faktörlerin 113 marjinal ürünlerine eĢit olduğu varsayıldığında, toplam üretimdeki artıĢ yukarıdaki denklemde yer alan değiĢkenlerin ağırlıklı ortalamasına eĢit olur. Yukarıdaki denklem daha sade bir Ģekilde Ģöyle yazılabilir: Y A SK K SLL SHH (9) Üzerinde nokta olan semboller, sırasıyla, üretim, fiziki sermaye, iĢgücü ve beĢeri sermayedeki değiĢimi gösterir. S K, SL, ve SH ise üretim faktörlerinin paylarını temsil eder. Bu denkleme göre üretim faktörlerinin paylarını ve herbirinin değiĢim oranlarını ölçerek toplam üretimdeki değiĢmenin kaynaklarını anlayabiliriz. Üretim faktörlerinin payları ile bu faktörlerin değiĢim oranlarını çarptığımızda bu üç faktörün toplam üretime katkısını buluruz. Toplam üretimdeki artıĢ oranı ile bu üç faktörün katkısı arasındaki fark ise Solow modelinin öngürdüğü “artık” miktarını verir. Yukarıdaki denklemde görüldüğü gibi, Solow modeli üretim faktörlerindeki niceliksel değiĢme ile üretim artıĢı arasındaki iliĢkiyi dikkate alır. Oysa, üretim faktörlerinde niteliksel artıĢ üretimi önemli oranda artırır. Solow modelinde, üretim faktörlerini niteliksel artıĢ sağlayan değiĢkenlere göre herbir faktörün değeri yeniden belirlenebilir. Örneğin, sağlık hizmetlerindeki artıĢ iĢgücü kaybını önler ve bireylerin verimliliklerini artırır. Niteliksel değiĢiklikler dikkate alınmadığında “artık” oranı olması gerektiğinden daha yüksek çıkar. ĠĢgücü, sermaye stoğu ve beĢeri sermayeyi etkileyen değiĢkenleri belirleyip, sözkonusu değiĢkenlerin artıĢını piyasa fiyatlarıyla çarparak toplam hasıladaki katkıları hesaplanabilir (Jorgenson, 1988). Solow modelinin kullandığı üretim fonksiyonu ölçeğe göre sabit getiri varsayımına dayanır. Bunun anlamı, üretim faktörlerindeki artıĢ kadar toplam üretimde artıĢ meydana gelir. Örneğin, sermaye stoğu, iĢgücü ve beĢeri sermayedeki yüzde 1 artıĢ toplam üretimde de yüzde 1 artıĢı beraberinde getirir. Üretim faktörlerindeki bir birim değiĢmenin toplam hasılada da bir 114 birim değiĢikliğe yol açması, girdi-çıktı oranının birim esnekliğini gösterir. Solow modelinin sermayenin azalan verimler varsayımına göre, mevcut teknoloji seviyesinde, yüksek sermaye hasıla oranı (K/L), gittikçe azalan oranda sermaye baĢına marjinal ürün artıĢına (dY/dK) yol açar. MRW, fiziki sermaye, beĢeri sermaye ve iĢgücünün toplam üretimden gelir paylarının aynı olduğunu varsayar (Mankiw ve baĢk., 1992). Bu varsayımın altında yatan neden, sermaye ve emeğin birim esnekliğe sahip olduğu görüĢüdür. Bu varsayıma göre, Cobb-Douglas üretim fonksiyonu Ģöyle yazılabilir: Y= K1/3 H1/3 L1/3 (10) Toplam hasıla (Y), eĢit olarak fiziki sermaye (K), beĢeri sermaye (H) ve iĢgücü (L) arasında paylaĢılır. Birçok ampirik çalıĢma, üretim faktörlerinin üretimdeki paylarınının eĢit olduğu varsayımına dayanarak, herbir üretim faktörünün ekonomik büyümeye katkısını ölçer. Üretim faktörlerinin payları ile ilgili yapılan bazı çalıĢmalar, üretim faktörlerinin paylarının ülkeler arasında farklı olduğunu bulur. Örneğin, 88 ülkeyi kapsayan bir ampirik çalıĢma, ekonometrik olarak hesaplanan üretim faktörleri paylarına göre, 66 ülke için sermayenin payının yüzde 55 olduğunu ortaya çıkarır (Senhadji, 1999). Bu oran, ekonometrik tahminlerin doğasından kaynaklanan hata payını dikkate aldığımızda bile yüksektir. Senhadji‟nin çalıĢmasının bir baĢka bulgusu ise, sermayenin payı ile toplam faktör verimliliği arasında ters orantılı bir iliĢkinin olduğunu bulmasıdır. Doğu Asya, Güney Asya, Afrika, Ortadoğu, Latin Amerika, ve SanayileĢmiĢ Ülkeleri kapsayan çalıĢmasında, Senhadji sermaye payı için farklı değerler kullanarak sözkonusu ülkeler için toplam faktör verimliliğini hesaplar. Bu ampirik çalıĢmanın sonucuna göre, bir ülkenin sermaye payında düĢme (iĢgücün payında artıĢ) olduğunda toplam faktör verimliliği artarken, sermaye payının artması (iĢgücü payının düĢmesi) toplam faktör verimliliğini azaltır (Senhadji, 1999:12). 115 Üretim faktörlerinin üretimdeki gerçek paylarını hesaplamada zorluk olduğundan dolayı, birçok ampirik çalıĢma yukarıdaki denklemi esas alarak üretim faktörlerinin ekonomik büyümeye katkılarını incelemiĢtir. Oysa, Solow tarafından geliĢtirilen ve Denison‟un yaptığı birçok ampirik çalıĢmada kullanılan büyüme muhasebesi modeli yukarıda tanımlanan üretim fonksiyonlarındaki faktörlerin ve toplam üretimin değiĢimini herbiri için indeks oluĢturarak ölçer (Bosworth ve baĢk., 1995; Denison, 1962, 1964, 1967, 1968, 1969, 1974, 1980, 1983; Mankiw ve baĢk., 1992; Solow, 1957). Sermaye, iĢgücü ve beĢeri sermaye için indeks oluĢturulduktan sonra, bunların ağırlıklı ortalaması alınarak toplam üretime katkısı belirlenir. Üretim faktörlerinin indeksleri sözkonusu faktörlerde zaman içinde meydana gelen değiĢmeyi yüzde olarak verirken, ağırlıklı ortalama katsayısı bu faktörlerin toplam milli gelir paylarına denk gelir. Herbir üretim faktöründeki değiĢim miktarını bulup, bunu sözkonusu üretim faktörünün gelir payı ile çarptığımızda, ekonomik büyümeyi ne oranda etkilediğini hesaplayabiliriz. Üretim faktörlerinden bir diğeri de doğa (arazi)‟dır. Bu üretim faktörünün değiĢimi, ekilebilen alanların hacmine bağlı olarak ölçülebilir. Ampirik çalıĢmaların tamamına yakını, arazi faktörünün zaman içinde pek değiĢmediğini varsayarak, modele dahil etmemiĢtir. Bu çalıĢma da, arazi faktörünün zamana göre değiĢiminin çok marjinal kaldığı kabul edildiğinden, iki faktörlü üretim fonksiyonu benimsenmiĢtir. 1.15. Üretim Faktörlerinin Hesaplanmasında Kullanılan Yöntemler Üretim faktörlerinin payları, büyüme muhasebesi metodunda büyük bir öneme sahiptir. Bu payların olduğundan eksik veya fazla hesaplanması, modelin sonuçlarını olumsuz etkiler. Bir ülke ekonomisi için toplam üretim fonksiyonunu doğrudan gözlemleyip faktör paylarını ölçmek mümkün olmadığından, dolaylı iki yöntemle tahmin yapılıyor. Ġktisat yazınında bu 116 amaçla sıklıkla kullanılan birinci yöntem faktör fiyatlarıyla hesaplanan “milli gelir” verilerini kullanmaktır. Ġkincisi ise, “regresyon analizi” ile üretim faktörlerinin esnekliklerini tahmin etmektir (Sarel, 1997). 1.16. Milli Gelir Hesaplarından Faktör Paylarının Tahmini BaĢta Solow ve Denison olmak üzere, neoklasik büyüme modelinin öncüleri ve büyüme muhasebesi yöntemini kullananların büyük çoğunluğu faktör fiyatları ile hesaplanan milli gelir verilerini kullanarak faktör paylarını tahmin etmiĢtir. Büyüme muhasebesi yönteminin önde gelen isimlerinden Denison, ölçeğe göre sabit getiri varsayımı altında, tüm üretim faktörlerindeki yüzde 1 artıĢın, toplam çıktıda yüzde 1 artıĢa yol açtığını ifade ettikten sonra, faktör paylarının nasıl hesaplandığını bir örnekle açıklar: “ĠĢgücünün milli gelirden aldığı pay yüzde 73 ise, iĢgücü toplam üretim faktörlerinin yüzde 73‟ünü temsil etmelidir. Bu durumda iĢgücünde yüzde 1‟lik bir artıĢ, milli geliri yüzde 0.73 oranında artırır” (Denison, 1962:124). Young (1995:655) her sektördeki saat baĢına ödenen ücretler ile toplam çalıĢma saatlerini çarparak iĢgücü ödemelerini bulduktan sonra, bunun milli gelir içindeki yüzdesini hesaplar. Milli gelirin iĢgücü ve sermaye arasında bölündüğü varsayımından hareketle, milli gelirden iĢgücü ödemelerini çıkararak sermaye faktörünün milli gelir payını bulur. Türkiye‟deki DĠE‟ye denk gelen ABD‟deki Bureau of Labor Ġstatistics (BLS), büyüme muhasebesi yöntemini kullanarak, iĢgücü, sermaye ve toplam faktör verimliliğinin ekonomik büyümeye katkısını düzenli olarak ölçmektedir (Bureau of Labor Statistics, 2004a). BLS çalıĢmasında üretim faktörlerinin katkılarının nasıl hesaplandığı Ģöyle açıklanıyor: “sermayenin katkısı sermaye faktöründeki değiĢme ile üretim faktörlerine yapılan toplam ödeme içindeki sermaye payının çarpımına eĢittir. ĠĢgücü faktörünün katkısı ise iĢgücü faktörü ile çalıĢma saatlerinin büyüme oranı arasındaki farkın 117 iĢgücünün faktör ödemeleri içindeki payı ile çarpımına eĢittir” (Bureau of Labor Statistics, 2004b:5). ABD ĠĢgücü Ġstatistikleri Bürosu‟nun yaptığı çalıĢmalar, sermaye faktörünün milli gelirden üçte bir pay aldığını, iĢgücünün ise üçte iki pay aldığını bulmuĢtur. GÜ‟lerde sermaye ve iĢgücü paylarının uzun dönemde pek değiĢmediği anlaĢılmıĢtır. Mankiw ekonomik büyüme ile ampirik çalıĢmasında faktör paylarını nasıl belirlediğini Ģöyle açıklar: “Ulusal milli gelir hesaplarından tahmin edilen faktör paylarını kullandım. ABD ekonomisi için, sermayenin milli gelir payı üçte bir, iĢgücünün payı ise üçte ikidir” (Mankiw, 1995:290) Bir kısım çalıĢmalar ise, daha önceki çalıĢmaların faktör payları ile ilgili sonuçlarını veri olarak alır ve yeni bir hesaplamaya gitmez. BaĢka bir deyiĢle, bu çalıĢmalarda sermayenin milli gelir payı üçte bir, iĢgücünün payı ise üçte iki olarak kabul edilir. Bazı araĢtırmacılar, GÜ‟lerde sermayenin payının daha yüksek olduğu varsayımı altında, bütün ülkeler için aynı oranların kullanılmasını doğru bulmaz (Bosworth ve baĢk., 1995:18; Senhadji, 1999:3). Sermaye payının bütün ülkeler için aynı olduğunu varsaymak, ülkeler arasında üretim teknolojisi açısından farklılık olmadığı anlamına geldiğinden, Solow büyüme modelinin ülkeler arasındaki ekonomik büyüme farkını açıklama gücünü azaltır. Nitekim Uzakdoğu ülkelerinin ekonomik büyümesi ile ilgili yapılan bir ampirik çalıĢma, sermayenin milli gelir payı için farklı senaryolar kullanılarak hesapladığı toplam faktör verimliliği sonuçlarına göre, Asya Mucize‟sinin üretim faktörleri ile açıklanabildiği anlaĢılmıĢtır (Barro, 1998:5; Sarel, 1997:12). Kısacası, ekonomik büyümenin kaynakları ile ilgili ampirik çalıĢmaların çoğunda üretim faktörlerinin milli gelir payları, milli gelir hesaplarından tahmin edilerek bulunmuĢtur. Bu yöntemle yapılan tahminin doğruluğu, milli gelir kayıtlarının ve neoklasik iktisadın varsayımlarının doğruluğuna bağlıdır. 118 Neoklasik iktisadın tam rekabet varsayımından sapmalar üretim faktörlerinin paylarının hesaplanmasında sapmalara yol açar. Özelikle monopol karların elde edilmesi sözkonusu olduğunda, sermaye faktörünün aldığı pay sermayenin marjinal verimliliğinden yüksek olur. Böyle bir durumda, faktör fiyatları ile hesaplanmıĢ milli gelirden elde edilen faktör payları sermaye lehine sapma gösterir (Young, 1995:648). Tam rekabet varsayımı benimsendiğinde, üretim faktörlerine yapılan ödemeler onların verimliliklerine eĢit olduğundan, faktör fiyatları ile hesaplanan milli gelirden hareketle faktör payları hesaplanabilir (Bosworth ve baĢk., 1995:7). Büyüme muhasebesi yöntemi kullanılarak yapılan karĢılaĢtırmalı çalıĢmalar, sermayenin milli gelir payı OECD ülkelerinde (1947-1973) ortalama yüzde 40, G-7 ülkelerinde (1960-1990) ortalama yüzde 41 ve Latin Amerika Ülkelerinde (1940-1980) ortalama yüzde 58 dolayında gerçekleĢtiğini bulmuĢtur (Barro ve Sala-i-Martin, 1999). Bu verilere göre, GÜ‟lerde iĢgücünün milli gelir payı, GOÜ‟lere göre daha yüksektir. Türkiye için yaptığımız hesaplamada sermayenin milli gelir payı 1968-1982 arasında ortalama yüzde 61 iken, 19832002 arasında ortalama yüzde 53 olarak bulunmuĢtur. Chenery (1986), 1963-1975 yıllarını kapsayan Türkiye‟nin ekonomik büyümesinin kaynaklarıyla ilgili çalıĢmasında, sermayenin payını yüzde 55 ve iĢgücünün payını yüzde 45 olarak hesaplamıĢtır. Saygılı (2001b) ise, 19721997 yılları için iĢgücünün payını yüzde 47 ve sermayenin payını yüzde 53 olarak bulmuĢtur. BLS çalıĢmasında ABD ekonomisi için hesaplanan sermayenin milli gelir payı üçte bir, iĢgücünün payı ise üçte ikidir. BLS‟nin ABD ekonomisi için yaptığı enson çalıĢmaya göre, 1948-2001 yılları arasında, yıllık ortalama yüzde 2.5 büyüyen kiĢi baĢına çıktının yüzde 0.9‟u sermaye faktörünün, yüzde 0.3‟ü iĢgücü faktörünün katkısı ve yüzde 1.3‟ü ise toplam faktör verimliliğinin artıĢından kaynaklanmıĢtır (Bureau of Labor Statistics, 2004b). 119 1.17. Regresyon Analizi Yöntemi İle Faktör Paylarının Tahmini Faktör paylarının belirlenmesinde, çok az dahi olsa, kullanılan alternatif bir metot regresyon analizidir. Bu yöntem, GSMH büyüme oranını bağımlı değiĢken olarak ve sermaye ile iĢgücünün büyüme oranını da bağımsız değiĢken olarak kullanır. Regresyon sonucunda elde edilen sermaye ve iĢgücü katsayılarının, bu üretim faktörlerinin milli gelir paylarına denk olduğu varsayılır. Sabit terim ise, toplam faktör verimliliğini ölçer. Bu metodun avantajı, tam rekabet varsayımının yol açtığı sapmayı önlemesidir. Ancak sabit terim ile sermaye ve iĢgücü değiĢkenleri arasında korelasyon olmadığı varsayımı çoğu zaman geçerli olmadığından değiĢken katsayıları gerçeği tam yansıtmaz. Ayrıca, üretim faktörlerinin büyüme oranlarının ölçümünde yapılan bir yanlıĢlık, bu faktörlerin milli gelir paylarının ölçülmesine de etki ederek, yanlıĢ tahmin yapılmasına yol açar (Barro, 1998:5). Bu çalıĢmada üretim faktörlerinin payları, iktisat yazınında yaygınlıkla kullanılan milli gelir hesaplarına dayanılarak tahmin edilmiĢtir. AĢağıdaki grafik bu hesaplamanın nasıl yapıldığını gösteriyor: 120 Şekil 16. Büyüme Muhasebesi Yöntemi 121 Üretim faktörlerinin milli gelir paylarını hesaplamak için, Tablo 1‟de gösterilen, üretim faktörleri hesaplanan, net milli gelir değerleri kullanılacaktır. Tablonun birinci sütunu faktör fiyatları ile net milli geliri; ikinci sütunu tarım ve tarım dıĢı sektörde çalıĢanların kazançlarını kapsayan toplam iĢgücü ödemelerini; üçüncü sütunu tarım dıĢı sektörlerdeki net iĢletme artığını; ve dördüncü sütun ise tarım sektöründeki net iĢletme artığını gösterir. Tabloda gösterilen net milli gelir, Türkiye‟de ikamet edenlerin elde ettiği gelirlerin faktör fiyatlarına göre toplam değerini gösterir. Ġkinci sütun üretim faktörlerinden iĢgücünün, üçüncü sütun sermayenin ve birinci sütun ise bu üç faktörün toplamına denk gelen net milli gelir miktarını gösterir. AĢınma payı düĢüldüğünden, tablodaki milli gelir ve sermaye gelirleri net değeri göstermektedir. Tabloda yer alan 1968-1994 arasındaki veriler, Özmucur (1996)‟un milli gelirle ilgili çalıĢmasından ve daha sonraki yıllara ait veriler ise DĠE‟nin istatistiklerinden alınmıĢtır. Tablodaki bütün değerler yeni milli gelir serisine göre hesaplanmıĢtır. Tablo 1‟den türetilen Tablo 2 ve 3‟te ise, üretim faktörlerinin milli gelir içindeki yüzdeleri verilmiĢtir. 122 Tablo 1. Net Milli Gelir İşgücü ve Sermaye Arasındaki Bölüşümü (Milyar TL) Net İşletmeArtığı (*) Net Milli Gelir 1 İşgücü Ödemeleri 2 Tarım-Dışı 3 Tarım 4 1968 1969 143.3 159.9 42.3 46.5 42.2 49.4 58.9 64.0 1970 1971 179.2 220.6 53.6 66.5 56.8 72.4 68.8 81.6 1972 1973 262.4 330.5 77.0 110.3 95.6 110.8 89.7 109.5 1974 1975 452.1 588.6 133.4 169.4 163.9 219.7 154.8 199.5 1976 1977 753.0 971.9 232.6 310.1 285.1 368.6 235.3 293.2 1978 1979 1,465.4 2,589.3 484.9 801.8 536.4 1,097.4 444.2 690.2 1980 1981 4,721.0 7,117.8 1,301.3 1,949.8 2,234.3 3,559.7 1,185.3 1,628.2 1982 1983 9,491.0 12,433.9 2,465.5 3,088.3 5,015.6 6,848.0 2,010.9 2,497.6 1984 1985 19,875.3 31,364.6 4,551.3 7,235.6 11,350.4 18,360.1 3,973.6 5,768.9 1986 1987 44,647.0 63,473.4 11,202.7 15,501.7 24,573.5 36,978.8 8,870.8 10,992.9 1988 1989 109,464.0 195,088.8 27,810.4 54,620.5 63,809.6 108,176.4 17,844.0 32,291.9 1990 1991 336,129.0 535,254.4 106,935.6 200,752.4 171,422.7 256,578.6 57,770.7 77,923.3 1992 1993 932,532.7 1,684,785.1 346,263.5 611,903.7 458,396.1 827,519.2 127,873.1 245,362.3 1994 1995 3,274,330.7 6,505,363.7 987,852.9 1,721,977.3 1,767,554.9 3,844,074.0 518,922.8 939,312.5 1996 1997 12,361,450.9 23,899,278.0 3,534,765.1 7,440,183.6 6,820,830.2 12,956,577.9 2,005,855.7 3,502,516.5 1998 1999 43,449,484.4 63,514,609.6 13,297,030.7 23,749,549.2 22,677,302.7 30,634,590.7 7,475,151.0 9,130,469.8 2000 2001 99,662,793.7 138,609,727.0 36,368,142.3 50,562,315.0 48,922,347.8 71,362,641.0 14,372,303.6 16,684,772.0 2002 218,812,592.0 73,814,680.0 118,285,806.0 26,712,106.0 2003 273,938,246 93,978,003 145,607,610.0 34,352,633.0 2004 327,513,895 113,261,757 175,206,292.0 39,045,846.0 2005 368,601,362 129,713,653 198,545,404 40,342,305 123 * Üretim yöntemi ile hesaplanan Gayri Safi Yurt Ġçi Hasıladan artık olarak bulunmuĢtur. Kaynak: 1968-1994 Özmucur (1996)‟un Milli Gelir ile ilgili çalıĢmasından, diğer yıllar DĠE istatistiklerinden alınmıĢtır . İşgücünün Milli Gelir Payı Özmucur verilerinde tarafından kendi baĢına hesaplanan çalıĢanlar iĢgücünün ve ücretsiz milli aile gelir payının iĢçileri dikkate alınmamıĢtır. Özelikle nüfusunun önemli bir kısmının tarımda çalıĢtığı bir ülke için bu eksiklik faktör payları üzerinde önemli sapmalara yol açar. Bu eksiği kapatmak için, aĢağıdaki formül kullanılarak, kendi baĢına çalıĢan ve ücretsiz aile iĢçilerinin gelirleri tahmin edilerek, iĢgücünün milli gelir payı yeniden hesaplanmıĢtır (Bentolila ve Saint-Pauly, 2003). TI UC * * 0.20 KBC TIO MG TIO: Toplam iĢgücü ödemelerinin milli gelir içindeki payı UC: Cari ücret, maaĢ ve benzeri ödemeler TI: Toplam istihdam KBC: Kendi baĢına çalıĢanlar ve ücretsiz aile iĢçilerinin sayısı MG: Faktör fiyatları ile toplam milli gelir Kendi baĢına çalıĢanlar ve ücretsiz aile iĢçilerinin ücretli çalıĢanlara oranla yüzde 20 daha düĢük verimlilik düzeyine sahip olduğu varsayılmıĢtır. Ġki üretim faktörü olduğu varsayımından hareketle, Tablo 2‟deki iĢgücü ve sermaye geliri yeniden hesaplanarak aĢağıdaki tabloda gösterilmiĢtir: 124 Tablo 2. Üretim Faktörlerinin Toplam Milli Gelir İçindeki Yüzdesi Yıllar 1968 1969 1970 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 Toplam Gelir (1) İşgücü Geliri (2) Sermaye Geliri (3) 100 36.3 63.7 100 36.4 63.6 100 37.4 62.6 100 37.7 62.3 100 37.3 62.7 100 42.4 57.6 100 38.1 61.9 100 37.1 62.9 100 40.5 59.5 100 41.8 58.2 100 44.1 55.9 100 41.3 58.7 100 36.8 63.2 100 37.1 62.9 100 35.2 64.8 100 34.3 65.7 100 31.6 68.4 100 32.4 67.6 100 35.2 64.8 100 34.9 65.1 100 36.2 63.8 100 38.6 61.4 100 45.0 55.0 100 52.6 47.4 100 54.2 45.8 100 56.3 43.7 100 45.4 54.6 100 40.3 59.7 100 44.9 55.1 100 50.5 49.5 100 50.2 49.8 100 61.8 38.2 100 64.7 35.3 100 63.8 36.2 100 57.3 42.7 100 59.3 40.7 100 60.5 39.5 100 61.3 38.7 Kaynak: Bir önceki tablodaki iĢgücü ödemeleri, ücretsiz aile iĢçileri ve kendi iĢinde çalıĢanları da kapsayacak Ģekilde, yeniden hesaplanmıĢtır. Ġki üretim faktörü varsayımından hareketle, milli gelir ile iĢgücü ödemeleri farkı alınarak sermaye gelirinin payı bulunmuĢtur. 125 Tablo 2‟deki verilere göre, 1968 ile 1972 arasında iĢgücünün toplam milli gelirden payı yüzde 36 ile yüzde 38 arasında seyrederken, 1973-1979 arasında ücretlerdeki artıĢa paralel olarak iĢgücünün milli gelir payı yüzde 40‟lara yükselmiĢtir. 1980 sonrasında uygulanan istikrar programı ile iĢgücü ücretlerinde yaĢanan reel kayıp, iĢgücünün milli gelir payını yüzde 32 seviyesine düĢürmüĢtür. 1986‟dan sonra iĢgücünün milli gelir payında tekrar bir iyileĢme yaĢanır ve 1993‟e geldiğinde milli gelir içindeki payı yüzde 56 seviyesine yükselmiĢtir. ĠĢgücünün milli gelirden aldığı payda 1990‟larda yaĢanan artıĢ, Türkiye‟yi GÜ‟lerdeki faktör gelirleri dağılımına yaklaĢtırmıĢtır. GÜ‟lerde iĢgücünün milli gelir payı, geçen asrın ortalarından bu yana, yüzde 70‟lerde seyrederken, Türkiye için bu oran ancak 1990‟lardan sonra yüzde 50 seviyesinin üzerine çıkmıĢtır. Sermayenin Milli Gelir Payı Ġki üretim faktörü olduğu varsayımından hareketle, milli gelir ile iĢgücü ödemeleri arasındaki fark alınarak sermaye geliri hesaplanmıĢtır. Tablo 1‟deki verilere göre, sermayenin milli gelir payı 1980 öncesinde yüzde 60 dolayında seyrederken, 1980-1987 arasında yüzde nisbi bir artıĢ göstermiĢ, ancak sonraki yıllarda düĢüĢ trendi yaĢayarak yüzde 40‟lara kadar gerilemiĢtir. Bu bölümde, üretim faktörlerinin milli gelirden aldığı paylar kullanılarak, herbir üretim faktörünün milli gelire olan katkısı hesaplanacaktır. Yukarıdaki değerler ülke içinde üretilen net milli geliri kapsadığından, uluslararası varlıklardan (assets) elde edilen gelir hesaba katılmamıĢtır. Büyüme muhasebesi modelinin Solow büyüme teorisine göre, tam rekabetçi piyasa varsayımı altında, üretim faktörlerinin payları onların marjinal ürün değerlerine eĢit olduğundan, herhangi bir üretim faktöründeki artıĢın milli gelir üzerindeki etkisi, sözkonusu faktörün milli gelir payı ile orantılıdır. Örneğin, milli gelirin yaklaĢık üçte birine denk gelen iĢgücü faktöründeki 126 yüzde 1‟lik bir artıĢ, milli gelir üzerinde yüzde1‟in üçte biri kadar bir etkide bulunur. BaĢka bir deyiĢle, herbir üretim faktöründeki değiĢim oranını ilgili faktörün milli gelir payı ile çarparak, toplam milli gelir üzerindeki etkileri hesaplanır. Bu çalıĢmada üretim faktörlerinin ekonomik büyüme üzerindeki etkisi beĢer yıllık dönemler itibariyle hesaplanacağından, aĢağıdaki tabloda 1968 yılından itibaren üretim faktörlerinin milli gelir içindeki beĢer yıllık yüzdeleri verilmiĢtir. Tablodaki toplulaĢtırılmıĢ rakamlar, 1988‟ten günümüze iĢgücünün milli gelir payında bir artıĢ olduğunu gösterirken, aynı dönemde sermayenin milli gelir payında bir düĢüĢ olduğunu gösteriyor. Tablo 3. Beş Yıllık Dönemler İtibariyle Üretim Faktörlerinin Milli Gelir İçindeki Yüzdelik Payları 1968-1972 1973-1977 1978-1982 1983-1987 1988-1992 1993-1997 1998-2002 2003-2005* Milli Gelir 1 100 100 100 100 100 100 100 100 ĠĢgücü Geliri 2 37.00 39.99 38.91 33.67 45.31 47.47 59.58 60.38 Sermaye Geliri 3 63.00 60.01 61.09 66.33 54.69 52.53 40.42 39.62 Kaynak: Tablo 1‟den türetilmiĢtir. *Üç yıllık veriler için hesaplandı. Üretim faktörlerinin milli gelirdeki paylarındaki değiĢimi daha net bir Ģekilde gözlemlemek için, Tablo 2‟deki değerlerden aĢağıdaki grafik elde edildi: 127 Şekil 17.Üretim Faktörlerinin Milli Gelir Paylarındaki Değişim (1968-2005) Kaynak: Tablo 2. 1.18. Sermaye Faktörünün Ekonomik Büyümeye Katkısı Bir üretim faktörü olarak fiziki sermaye, insan yapımı olan makinalar, araç ve gereçler, tesisler ve dayanıklı üretim faktörleri stokunu kapsar. Fiziki sermaye stokuna yapılan eklemelere ise yatırım denilir. Ekonomik büyüme, bir ekonomide bireylerin Ģu anki tüketimlerinden fedakarlık yaparak, geleceğe yönelik yatırımlar yapmasına bağlıdır. Neoklasik büyüme modeline göre, sermaye stokundaki artıĢ ekonomik büyümeyi sağlayan en önemli değiĢkendir. Nüfus artıĢına paralel, sermaye stokundaki artıĢ, çalıĢanların üretkenliklerini artırarak toplam üretimi artırır. Bu anlamda, iĢgücü baĢına düĢen sermaye oranını korumak etmek için, artan nüfus artıĢına paralel 128 olarak, sermaye birikiminde artıĢın sağlanması gerekir. Aksi halde, artan nüfusla birlikte, bireyler daha az sermaye malı kullanarak üretim yaptığından, üretkenlikleri azalır. Sermaye stoğu bir ülkenin belli bir dönemde mal ve hizmet üretme kapasitesi olarak tanımlanabilir. Tarım gibi bazı sektörlerde iĢgücü yoğunlukta kullanılmasına rağmen, ekonominin üretkenliği bütün sektörlerde kullanılan sermaye miktarındaki artıĢla doğrudan bağlantılıdır. Sermaye stoğu, bina, makina, teçhizat gibi klasik sermaye tanımına giren faktörler yanında, konut, baraj ve yol gibi altyapı yatırımlarını da kapsar. Birçok ampirik çalıĢma, sermaye birikimdeki artıĢın ekonomik büyüme arkasındaki en önemli etken olduğunu göstermiĢtir. Bu bölümde, toplam sabit sermaye stoğu için bir indeks oluĢturularak, sermaye stokundaki değiĢim ölçülecektir. Buradan elde edilen yüzde değer, sermayenin gelir payı ile çarpılarak, toplam üretim üzerindeki etkisi hesaplanacaktır. Makroekonomik ölçekte sermaye değiĢimini ve bu değiĢimin ekonomik büyümeye etkisini ölçen çalıĢmalar son derece sınırlıdır. Sermaye stoğu tahmini ile ilgili yayımlanmıĢ iki çalıĢmanın biri MaraĢoğlu ve Tıktık (1991)‟a ait , diğeri ise Saygılı, Cihan, ve Yurtoglu (2001a; 2001b; 2002)‟ya aittir. Birinci çalıĢma 1988 yılına kadarki dönemi kapsarken, ikincisi 1972 ile 2000 arasını kapsamaktadır. Bu çalıĢmada Saygılı‟nın hesapladığı sermaye stoğu verileri kullanılmıĢ ve eksik yıllar için Aralıksız Envanter Yöntemi (AEY) (Perputual Inventory Model - PIM) kullanılarak sermaye stoğu tahmin edilmiĢtir. OECD tarafından birçok üye ülke için yıllık olarak yayımlanan sermaye stoğu verileri Türkiye‟yi kapsamıyor. Saygılı, DPT tarafından yayımlanan sabit sermaye serilerine dayanarak, AEY yöntemini kullanarak sermaye stoğu tahmini yapmıĢtır. Üretim faktörü olarak sermayenin gelir payı veya net iĢletme artığı, kamu ve özel kesimin sermaye yatırımlarının toplam milli gelir içindeki paylarını gösterir. Net sermaye geliri, toplam sermaye gelirinden 129 amortismanlar çıkarıldıktan sonra elde edilir. Milli gelir muhasebesinde, net iĢletme artığı olarak da adlandırılan, sermayenin gelir payı, tüm ticari Ģirketlerin ve hükümetin üretimdeki payını gösterir. Sermayenin aĢınma payları net sermaye gelirine dahil değildir. ġekil 18„de toplam sabit sermaye yatırımları gösteriliyor. Grafikte görüldüğü gibi, 1968 yılından ekonomik krizin yaĢanmaya baĢlandığı 1977 yılına kadarki dönemde, sabit sermaye yatırımlarında sürekli bir artıĢ gözleniyor. Ekonominin dıĢa açılmasıyla beraber toplam sabit sermaye yatırımlarında, 1980 öncesine kıyasla, daha hızlı bir yükselme trendi yaĢanmıĢtır. 1999 ve 2001 yıllarındaki ekonomik krizlerle sabit sermaye yatırımlarında keskin bir düĢüĢ gerçekleĢmiĢ, krizlerin ardından yeniden toparlanma sürecine giren ekonomideki diğer göstergelerle birlikte sabit sermaye yatırımları da toparlanarak, artmaya baĢlamıĢtır. Şekil 18. Toplam Sabit Sermaye Yatırımları (1968-2005) Kaynak: DPT ve TUĠK (Bkz. Ek-Tablo 6) 130 Aralıksız Envanter Yöntemi sermaye stokuna yapılan yatırımları ve sermayenin yıpranma payını dikkate alarak eksik yıllar için tahmin yapma imkanı verir (Barro ve Martin, 2004:432). SSt+1 = SSt + It - SSt SSt+1 : t+1 yılındaki sabit sermaye stoğu SSt : t yılındaki sabit sermaye stoğu It : t yılındaki gayrı safi sabit sermaye yatırımları : t yılındaki sermayenin aĢınma payı Saygılı‟nın çalıĢmasında yer almayan 1968-1972 ve 2000-2005 yılları için sermaye stoğu yukarıdaki formül kullanılarak tahmin edilmiĢtir. DPT tarafından 1980 sonrası için yayımlanan sermayenin aĢınma oranına dayanılarak, yukarıdaki formülde sermayenin aĢınma payının yüzde 5 olduğu varsayılmıĢtır. ġekil 19‟da görüldüğü gibi, ikinci ve üçüncü kalkınma dönemlerinde sermaye stokunda yüksek bir artıĢ yaĢanırken, sonraki yıllarda 1984‟e kadar devam eden bir düĢüĢ trendi dikkati çeker. 1984‟ten sonra sermaye stokunda tekrar bir artıĢ gözlenmesine rağmen, ikinci ve üçüncü plan dönemine oranla, bu artıĢın düĢük olduğu görülüyor. 1990‟ların sonunda yaĢanan ekonomik krizle beraber, sermaye stoğun büyüme oranında önemli bir düĢüĢ yaĢanmıĢ, 2003‟ten sonra tekrar yükseliĢe geçmiĢtir. 131 Şekil 19. Toplam Sabit Sermaye Stoku Artışı (1968-2005) Kaynak: DPT ve TUĠK (Bkz. Ek-Tablo 6) Tablo 4 sabit sermaye stokundaki artıĢın GSMH‟ya katkısını gösteriyor. Birinci sütun GSMH‟nın yıllık ortalama büyüme oranını, ikinci sütun toplam sabit sermaye stokundaki (TSSS) yıllık ortalama değiĢimi, üçüncü sütun sermaye faktörünün milli gelir içindeki payını, dördüncü sütun, ikinci ve üçüncü sütunun çarpımından elde edilen sermayenin GSMH‟ya katkısını, beĢinci sütun ise dördüncü sütunun birinci sütuna bölünmesi ile elde edilen sabit sermaye yatırımlarındaki değiĢimin GSMH‟yı açıklama yüzdesini gösterir. 1968-1982 ile 1983-2005 yılları için toplulaĢtırılmıĢ değerler tablonun son iki satırında yer alıyor. 132 Tablo 4. Toplam Sabit Sermaye Stokundaki Artışın GSMH’ya Katkısı Dönemler TSSS Sermayenin TSSS Artışının Açıklama GSMH Artışı Milli Gelir Katkısı Yüzdesi (%) 1 (%) 2 Payı 3 4 5 1968-1972 6.33 5.56 63.00 3.50 55.31 1973-1977 5.24 9.61 60.01 5.77 110.09 1978-1982 1.17 5.35 61.09 3.27 279.08 1983-1987 6.44 3.80 66.33 2.52 39.10 1988-1992 3.84 4.81 54.69 2.63 68.51 1993-1997 5.08 5.58 52.53 2.93 57.68 1998-2002 0.47 2.96 40.42 1.20 255.03 2003-2005 7.50 3.01 38.06 1.18 15.72 Toplulaştırılmış 1968-1982 1983-2005 4.24 4.96 6.84 4.12 61.37 51.48 4.16 2.17 98.11 43.75 ĠĢgücünün ekonomik büyümeye katkısıyla karĢılaĢtırıldığında, sabit sermaye yatırımlarının ekonomik büyümeyi belirleyen temel değiĢken olduğu görülür. 1968-1972 yılları arasında gerçekleĢen yıllık yüzde 6.33 oranındaki büyümenin 3.5‟i sabit sermaye stokundaki artıĢtan kaynaklanmıĢtır. Üçüncü ekonomik plan döneminde sermayenin GSMH‟ya katkısı daha da artarak, yüzde 5.77‟e çıkmıĢtır. Ekonomik krizin yaĢandığı 1978-1982 döneminde, sabit sermaye stokundaki artıĢın katkısı yüzde 3.27‟ye düĢmüĢtür. 19831987 yılları arasında bu düĢüĢ devam etmiĢtir ve sermayenin katkısı yüzde 2.52 ile sınırlı kalmıĢtır. 1988-1992 ile 1993-1997 dönemlerinde bir artıĢ yaĢanmıĢ ve oranlar sırasıyla yüzde 2.63 ve 2.93 olarak gerçekleĢmiĢtir. 1998-2005 yılları arasında sermayenin GSMH‟ya katkısı yüzde 1.2‟ye düĢmüĢtür. Ekonominin dıĢa kapalı olduğu dönemde, sabit sermaye stokundaki artıĢın ekonomik büyümeye katkısı, 1982 sonrasına kıyasla, yaklaĢık yüzde 133 50 fazla olmuĢtur. BaĢka bir deyiĢle, ekonominin dıĢa kapalı olduğu dönemde sabit sermaye stokundaki artıĢ ekonomik büyümeyi belirlerken, 1980 sonrasında iĢgücünün niceliksel ve niteliksel artıĢı ekonomik büyümeye nisbi olarak daha fazla katkıda bulunmuĢtur. AĢağıdaki grafik, GSMH‟nın dönemler itibariyle yıllık büyüme oranını ve sabit sermaye stokundaki artıĢın GSMH‟ya katkısını gösteriyor. 19681982 yılları arasında sermayenin katkısı yüzde 3.27-5.77 arasında değiĢirken, 1982 sonrasında bu katkı yüzde 1.18-2.93 arasında seyretmiĢtir. Şekil 20. Toplam Sabit Sermaye Stokundaki Artışının Büyümeye Katkısı Kaynak: DPT ve TUĠK (Bkz. Ek-Tablo 11) 1.19. İstihdam Artışının Ekonomik Büyümeye Katkısı ĠĢgücü geliri, milli gelirin en önemli parçalarından birini oluĢturur. ĠĢgücü geliri vergi öncesi ücret, maaĢ ve diğer parasal olmayan tüm 134 ödemeleri kapsar. Toplam iĢgücü geliri, bu faktörün toplam üretim üzerindeki etkisini hesaplamak için kullanılacak olan katsayıyı belirler. ĠĢgücündeki niceliksel artıĢ istihdamdaki değiĢimle ölçüldüğünden, bu çalıĢmanın kapsadığı ilgili yıllardaki istihdam indeksinden istihdamdaki yüzde değiĢim hesaplanacak, bu oranlarla, daha önce hesaplanan iĢgücünün gelir payları çarpılarak, iĢgücünün niceliksel artıĢından kaynaklanan üretim artıĢı bulunacaktır. ĠĢgücünün milli gelire katkısını doğru bir Ģekilde ölçmek için, toplam istihdamda niceliksel ve niteliksel değiĢmeleri dikkate almak gerekir. ÇalıĢanların yeteneklerinde meydana gelen bir değiĢim, iĢgücünün üretkenliğini etkileyerek toplam üretim üzerinde etkili olur. Bu nedenle, çalıĢanların eğitim seviyesindeki değiĢme iĢgücünü niteliksel olarak değiĢtirip toplam üretim üzerinde belirleyici bir etkide bulunur. ĠĢgücünün niteliksel değiĢimini temsil eden eğitim seviyesindeki artıĢın ekonomik büyüme üzerindeki etkisi ayrı bir baĢlık altında iĢlenecektir. ĠĢgücünün üretime fiilen katkısı ise, istihdam oranındaki artıĢa göre belirlenir. Ücretin marjinal verimliliğiücreti belirlediği varsayılınca, istihdamdaki artıĢ toplam üretimde bir artıĢı beraberinde getirir. Kamu ve özel sektörde istihdam edilen veya kendi iĢinde çalıĢanların sayısındaki değiĢmeyi hesaplayarak, toplam iĢgücündeki değiĢmeyi ölçebiliriz. AĢağıdaki grafikte görüleceği üzere, Türkiye‟nin toplam nüfusu 1965‟ten günümüze iki katdan daha fazla artmıĢtır. Toplam nüfusun yaklaĢık yüzde 40‟ına denk gelen faal nüfustaki artıĢ, toplam nüfus artıĢına paralel gerçekleĢmiĢtir. 135 Şekil 21. Toplam Nüfus, Faal Nüfus ve Toplam İstihdam’daki Değişme Kaynak: DPT ve TUĠK (Bkz. Ek-Tablo 7) ĠĢgücünün ekonomik büyümeye katkısında, istihdam artıĢının niceliksel artıĢı kadar, sektörel dağılımı da önemlidir. ġekil 22‟de görüldüğü gibi, 1968-2005 yılları arasında, tarımdaki istihdam sürekli bir düĢüĢ gösterirken, hizmetler ve sanayi sektöründeki istihdam sürekli bir artıĢ göstermiĢtir. 1968 yılında toplam istihdamın yüzde 70‟e yakını tarımda gerçekleĢmesine rağmen, 2005 yılında bu oran yüzde 40‟ın altına düĢmüĢtür. Aynı dönemde, hizmetler sektöründeki istihdam ise yüzde 20‟den yüzde 40‟ın üstüne çıkarak ikiye katlanmıĢtır. Aynı Ģekilde sanayi sektöründeki istihdamın toplam istihdam içindeki oranı yüzde 10‟dan yüzde 20‟ye yaklaĢarak, yaklaĢık iki katı bir büyüme göstermiĢtir. 136 Şekil 22. İstihdamın Sektörel Dağılımı (1968-2005) Kaynak: DPT ve TUĠK (Bkz. Ek-Tablo 8) ĠĢgücündeki niceliksel değiĢmeyi belirleyen etkenlerden biri kadınların iĢgücüne katılım oranıdır. ġekil 23‟te bütün sektörlerdeki istihdam içinde kadınların ve erkeklerin yüzde payları gösteriliyor. Bu istatistiklere göre, kadınların iĢgücüne katılım oranında 1965‟ten beri önemli bir artıĢ yaĢanmamıĢtır. Aksine, az dahi olsa azalmıĢtır. Kadınların tarım sektöründe çalıĢıyor olması ve tarım sektörünün giderek küçülmesi, kadınların iĢgücüne katılım oranındaki düĢüĢün nedeni olabilir. 1965‟tan günümüze, kadınların toplam istihdam içindeki payı yüzde 40‟ın biraz altında seyretmiĢtir. 2005‟te bu oran yüzde 26‟ya kadar düĢmüĢtür. 137 Şekil 23. Tüm Sektörlerde İktisaden Faal Olanların Cinsiyete Göre Yüzde Dağılımı Kaynak: DPT ve TUĠK (Bkz. Ek-Tablo 9) Kadınların sektörler itibariyle istihdamdaki yüzdesini gösteren ġekil 24, kadınların iĢgücüne katılımındaki düĢüĢe bir açıklık getirebilir. ġekilde görüldüğü gibi, kadınlar tarım sektöründeki iĢgücünün yüzde 50‟sinden fazlasını oluĢturuyorlar. Gözlemlenen bir baĢka olgu, kadınların, 1965‟ten beri, hizmetler ve imalat sanayinde de önemli oranda istihdam kaynağı olmalarıdır. Kadınların imalat ve hizmetler sektöründeki istihdam oranı, 1965‟te yüzde 10‟larda iken, 1990‟da yüzde 20‟lere ulaĢmıĢtır. 1999‟da yaĢanan ekonomik krizin olumsuz etkisiyle, kadınların hizmetler ve imalat sanayiindeki istihdam oranı yüzde 15‟lere gerilemiĢtir. Ekonomik krizlerin 138 aĢılmasıyla kadınların imalat sektöründeki oranı yüzde 20‟lere ulaĢmıĢ, hizmetler sektöründeki oran ise yüzde 30‟a kadar yaklaĢmıĢtır. Şekil 24. Kadınların Tarım, İmalat ve Hizmetler Sektöründeki İstihdam Oranı Kaynak: DPT ve TUĠK 2000 yılı için 12 ve daha yukarı yaĢtaki nüfus, diğer yıllar için 15 ve daha yukarı yaĢtaki nüfus esas alınmıĢtır. (Bkz. Ek-Tablo 9) Yukarıda tartıĢılan istatistiki veriler, hem nüfus artıĢından dolayı hem de kadınların imalat ve hizmetler sektöründeki katılımı oranındaki artıĢtan dolayı, istihdam oranında yıllar itibariyle bir artıĢ yaĢandığını gösterir. Ġstihdamdaki bu niceliksel artıĢ, istihdamın milli gelirdeki payı ile orantılı olarak ekonomik büyüme üzerinde etkili olması beklenir. Tablo 6, dönemler itibariyle, istihdamdaki değiĢimin ekonomik büyümeye katkısını göstermektedir. Birinci sütun, GSMH‟nin yıllık ortalama büyüme oranını; ikinci sütun istihdam artıĢının yıllık ortalama büyüme oranını; üçüncü sütun iĢgücünün milli gelir içindeki payını; dördüncü sütun, ikinci ve üçüncü 139 sütunun çarpımından elde edilen istihdamın GSMH‟ya katkısını; beĢinci sütun ise dördüncü sütunun birinci sütuna bölünmesiyle elde edilen istihdam artıĢının GSMH‟yı açıklama yüzdesini gösterir. DıĢa kapalı dıĢ ticaret politikasının izlendiği dönemle, ekonominin dıĢa açık ticaret politikasının takip edildiği dönemi karĢılaĢtırmak için, tablonun altında ilgili 1968-1982 ve 1983-2005 yıllarını kapsayan dönemler için toplulaĢtırılmıĢ değerler verilmiĢtir. Tablo 5. İşgücünün GSMH’nın Büyümesine Katkı Oranı (yüzde) Istihdam İşgücünün İstihdam Artışının Açıklama GSMH Artışı Milli Gelir Katkısı Yüzdesi (%) 1 (%) 2 Payı 3 4 5 1968-1972 6.33 1.65 37.00 0.61 9.66 1973-1977 5.24 1.95 39.99 0.78 14.91 1978-1982 1.17 1.23 38.91 0.48 40.89 1983-1987 6.44 2.07 33.67 0.70 10.82 1988-1992 3.84 2.18 45.31 0.99 25.72 1993-1997 5.08 3.79 47.47 1.80 35.35 1998-2002 0.47 0.74 59.58 0.44 94.12 2003-2005 7.50 1.13 60.37 0.69 9.19 Toplulaştırılmış 1968-1982 1983-2005 4.25 3.96 1.65 1.22 38.63 48.31 0.62 0.98 21.82 41.50 Dönemler Ġkinci ekonomik planın uygulandığı 1968-1972 yılları arasında, iĢgücündeki niceliksel artıĢ GSMH‟nın büyüme yüzdesini 0.61 miktrarında artırmıĢtır. BaĢka bir deyiĢle, yıllık ortalama yüzde 6.33 olarak gerçekleĢen ekonomik büyüme yüzdesinin 0.61‟i yani yüzde 9.66‟sı iĢgücündeki büyümeden kaynaklanmıĢtır. Üçüncü ekonomik plan döneminde, 1973-1977, iĢgücündeki artıĢın ekonomik büyümeyi açıklama yüzdesi biraz daha artarak 140 yüzde 14.97‟ye yükselmiĢtir. 1978-1982 yılları arasında düĢük oranda gerçekleĢen yıllık ortalama ekonomik büyümeden dolayı iĢgücünün katkısında, diğer dönemlere kıyasla, göreceli bir artıĢ gözlenmiĢtir. Dönemler itibariyle iĢgücündeki artıĢının ekonomik büyümeye katkısı aĢağıdaki grafikte belirgin olarak görülüyor: Şekil 25. İşgücünün GSMH Büyümesine Katkısı Kaynak: Veriler için Bkz. Ek-Tablo 11. Ekonomik krizlerin yaĢandığı 1978-1982 ile 1998-2002 yılları arasında, iĢgücünün ekonomik büyümeye katkısı sayısal olarak diğer dönemlerden çok farklı olmamakla beraber, oransal olarak yüksek olduğu görülüyor. 1983-1987 arasında, ekonomik planlama dönemlerine kıyasla, iĢgücünün ekonomik büyümeye katkısında bir düĢüĢ yaĢanmıĢtır. Sözkonusu dönemde, iĢgücündeki artıĢ ekonomik büyümenin yalnızca yüzde 10.82‟sini 141 açıklıyor. 1988-1997 yılları arasında iĢgücünün katkısında önemli bir artıĢ yaĢanmıĢtır. ekonomik büyümeye Kısacası, yüksek ekonomik büyümenin yaĢandığı dönemlerde, iĢgücündeki niceliksel artıĢın ekonomik büyümeye katkısı düĢük kalmıĢtır. Tablo 5‟deki toplulaĢtırılmıĢ değerlere bakıldığında, iĢgücünün 1982 öncesinde ekonomik büyüme yüzdesine katkısı 0.62 iken, dıĢa açık ekonomi politikaların takip edildiği 1982 sonrasında bu katkı 0.98 seviyesine yükselmiĢtir. Yukarıdaki değerler iĢgücündeki değiĢime niteliksel göre değiĢim hesaplanmıĢtır. dikkate alınmadan, Niteliksel değiĢimin yalnızca niceliksel göstergesi olarak iĢgücünün eğitim seviyesindeki değiĢimin ekonomik büyüme üzerindeki etkisi aĢağıda tartıĢılacaktır. 1.20. Eğitimin Büyümeye Katkısı Adam Smith bireylerin mesleki baĢarılarında eğitimin, doğuĢtan gelen kabiliyetlere oranla daha fazla etkili olabileceğini ifade ettikten beri, sayısız çalıĢmalar yapıldı. 1980‟lerden sonraki çalıĢmalar daha net olarak eğitimin kiĢisel gelir ve ekonomik büyüme üzerinde nasıl bir etkide bulunduğu konusunda aydınlatıcı sonuçlar içerir. Sanayi toplumunda gücün kaynağı olarak görülen makinalar, bilgi toplumunda yerini bilgiye bıraktı. Dünyanın en zengin insanı olan Bill Gates‟in servetinin asıl kaynağının bilgi olması bunun en açık örneğidir. Ġnsanlar arasındaki bilgi akıĢı ve iletiĢimin inanılmaz boyutlara ulaĢmasıyla dünya meĢhur tabirle „global bir köy‟e dönüĢtü. Carnoy (1995) günümüz dünya ekonomisinin dinamiklerini beĢ kategoride özetliyor: Birincisi, üretimdeki yüksek verimliliğin asıl kaynağını biliĢim endüstrisi oluĢturuyor. Ġkincisi, GÜ‟lerde sanayi malları üretimi yerini bilgiye dayalı yüksek teknolojik ürünlere bırakıyor. Üçüncüsü, standartlaĢmaya dayalı toplu üretim yerine değiĢik taleplere cevap veren esnek üretim tercih ediliyor. Dördüncüsü, yeni dünya ekonomisi, sermaye akıĢı, üretim, iĢgücü piyasası ve teknoloji 142 transferi gibi birçok alanda global bir niteliğe sahip. BeĢincisi, biliĢim teknolojisi, biyoteknoloji, lazer teknolojisi ve yenilenebilir enerji gibi sektörler günümüzde ekonomik büyümenin lokomotifi olmuĢlar. Eğitimin kiĢisel gelir üzerindeki etkisi Mincer (1962) ve Becker (1962) tarafından ilk kez ortaya atılan “beĢeri sermaye teorisi”ne dayanır. Fiziki sermayeyi andıracak tarzda iĢgücü için beĢeri sermaye kavramının kullanılması, niteliklerin eğitim yatırımı ile artan bir özeliğe sahip olmasından kaynaklanıyor. Bu teoriye göre bireylerin eğitimle yeteneklerini geliĢtirmesi bir nevi yatırımdır. Bireyler sahip oldukları niteliklere bağlı olarak mal veya hizmet üretir. Fiziki sermaye artıĢı için yapılan yatırımlarda beklenen kazançlar belirleyici olduğu gibi, beĢeri sermaye artıĢı da beklenen marjinal getiri ve yatırımın marjinal maliyetine bağlı olarak gerçekleĢir. Bireyler eğitimin beklenen marjinal getirisini, eğitime harcadıkları marjinal maliyetten yüksek bulduklarında eğitime yatırım yapmayı rasyonel bulacaklardır. Becker (1962), özellikle mesleki stajın beĢeri sermayeyi artırarak, eğitimin getirisini yükseltiğini iddia eder. Yaparak öğrenme veya mesleki staj, formal eğitim seviyesi gibi, bireyin beĢeri sermaye yatırımını artırarak, yüksek getiriye yol açar. Kabiliyetli olduğuna inanan insanlar, beĢeri sermayeye daha çok yatırım yaparak, gelir seviyelerini artırdığından, Becker‟a göre, gelir farklılıklarını bir eĢitsizlik olarak algılamamak gerekir. Hem genel hem de mesleki eğitimin iki türlü getirisinden sözedilebilir: sosyal ve özel. Sosyal getiri toplumun eğitim artıĢından elde ettiği faydaları kapsar. Suç oranlarının düĢmesi ve teknolojik geliĢme eğitimin sosyal getirisinin baĢında yer alır. Özel getiri ise, bireylerin eğitime yatırımdan elde ettikleri faydaları kapsar (Woodhall, 1995). Bu faydaların en önemlisi parasal olarak elde edilen getiridir. Serbest piyasa ekonomisinde ücretler çalıĢanın marjinal verimliliğine bağlı olduğundan, eğitimle marjinal verimliliği artanların daha yüksek parasal getiriye ulaĢması beklenir. 143 Eğitim ile ekonomik büyüme arasında bir iliĢki olduğu tezi eğitimin verimliliği artırdığı görüĢüne dayanır. Eğitimin iktisadi analizinde en önemli fonksiyonu, bireylere sağladığı bilgiyle, onların beĢeri sermayelerini artırmasıdır. Bu nedenle eğitime yapılan harcamalar, beĢeri sermaye artırımı manasına geldiği için, tüketim değil, yatırım olarak irdelenmesi gerekir (Woodhall, 1995). Eğitim “beĢeri sermaye” artıĢıyla ekonomik büyümeyi artırır. Eğitim iktisadi olarak bir anlamda dayanıklı tüketim malı gibi bireyin hayatını zenginleĢtirirken, öte yandan beĢeri sermaye olarak bireye ileride getiri sağlayan bir yatırım niteliğini kazanır. Bilginin edinilmesi bir tüketim malının tüketilmesi gibi bireye bir tatmin sağladığı gibi, bilginin bir üretim faktörü olarak artıĢı ise toplam üretkenlik artıĢını beraberinde getirir (Lin, 1997). Eğitim, iĢgücünün ve giriĢimcinin üretim tekniklerini geliĢtirmekle daha üretken olmalarını sağlar. Özellikle nitelik isteyen iĢlerde, eğitimin etkisi daha da önem kazanır. Her iĢin özeliğine göre asgari Ģartlarda bir bilgiye sahip olmayan iĢgücü veya giriĢimciyle mal veya hizmet üretmek, rekabet ortamında, mümkün değildir. Eğitimin bu etkisinden dolayı, okullaĢma oranları önem kazanır. Carnoy (1995), okullaĢmanın beĢeri sermayeyi artırma; nitelikli iĢgücü arzını sağlama; ve gençlere üretim ortamında faydalı olacak sosyalleĢmeyi sağlamakla kapsayıcı etkileri olduğunu iddia eder. Eğitimin bireye yönelik “özel getirisi” olduğu gibi, topluma yönelik “sosyal (dıĢsal) getirisi” de vardır. Eğitimin sosyal getirilerine örnek olarak suç iĢleme oranlarının düĢmesi, teknolojik yeniliklerin artması, sağlığa daha çok önem verilmesi, demokratik hakların korunması ve eğitimli bir nesil yetiĢtirilmesinden sözedilebilir. Eğitim ve ekonomik büyüme arasındaki çalıĢmalarıyla bilinen Psacharopoulos, eğitimin dıĢsal faydaları dikkate alınırsa, tahmin edilenin çok üzerinde büyümeye bir etkisi olduğunu iddia eder. Buna gerekçe olarak, eğitim ile doğurganlık oranı, yaĢ ortalaması ve 144 çocuk ölümleri arasında bir etkileĢimin varlığından söz eder (Woodhall, 1995). Eğitimli insanlar daha az çocuk sahibi olmayı tercih eder. Bu da, nüfus artıĢ hızında bir düĢüĢe yol açar, bu da kiĢi baĢına düĢen sermaye kullanımını etkileyerek üretkenliği artırır. Teknolojik geliĢme ile birlikte eğitim daha da merkezi bir önem kazanır. Eskiden olduğu gibi ömür boyu devam eden bir meslek yerine, Yeni Ekonomi‟lerin en temel özelliklerinden biri hızlı meslek değiĢtirmedir. Yeni Ekonomi Ġndeksi‟nin göstergelerinden biri olan “job churning” bir ekonomide kaybolan ve yeni ortaya çıkan mesleklerin ölçümünü esas alır. Yeni birçok mesleğin ortaya çıkması ve mevcut mesleklerin eskiyerek tarihe geçmesi bilgiye dayalı Yeni Ekonomi‟nin varlığının bir göstergesi olarak algılanır (Lynch, J. Harrington, K. Stackpoole ve Aydin, 2003). Bu ekonomilerde eğitimli iĢgücünün piyasanın dinamizmine adapte olması daha kolay olur. Firmalar yeni bir teknoloji transferi gerçekleĢtirdiğinde, nitelikli elemanları, meslek içi bir eğitimle, daha çabuk yeterli konuma getirebilir. Ekonomik büyüme dinamiklerinin değiĢmesiyle GÜ‟lerin ençok ihtiyaç duydukları üretim faktörü nitelikli iĢgücüdür. Hem yeni teknolojilerin bulunması hem de bunların kullanılması büyük ölçüde nitelikli iĢgücüne bağlıdır. Günümüzde global ölçekte yaĢanan nitelikli iĢgücü talebindeki artıĢlar, eğitimin gittikçe artan önemine iĢaret eder. John, Murphy, ve Piece (1993), ABD için, 1963 ile 1989 yıllarını kapsayan araĢtırmalarında, en düĢük nitelikli iĢgücünün gelirinde reel olarak yüzde 5 düĢüĢ yaĢandığını, oysa en yüksek nitelikli olanlar için yüzde 40 artıĢ gerçekleĢtiğini ortaya koymuĢtur. Bu artıĢın piyasa koĢullarında kolay bir izahı vardır: nitelikli iĢgücüne olan artan talep, rekabetçi iĢgücü piyasasında ücretlerin artmasını beraberinde getirir. Nitekim, ABD için yapılan baĢka çalıĢmalar, son elli yılda nitelikli iĢgücüne talebin artarak 145 devam edegeldiğini ve özellikle 1980 sonrasında bu artıĢın daha da hız kazandığını gösterdi (Acemoglu, 2000; Autor, Katz ve Krueger, 1998). Eğitimin verimlilikle ilintilendirilmesine karĢı çıkan bazı iktisatçılar, eğitimin bir “eleme” cihazı fonksiyonu gördüğünü iddia eder. ĠĢveren, bu cihazla doğuĢtan daha yüksek kabiliyetli olanları, daha az bir maliyetle keĢfetme imkanına sahip olur (Woodhall, 1995). Aksi halde, bu kiĢileri tespit etmek çok daha maliyetli olacaktı. Oysa belirli diplomaları, doğuĢtan gelme belirli kabiliyetlerin varlığına iĢaret olarak algılayan bir iĢveren, çok az bir arama maliyetiyle, iĢgücü piyasasında istediği elemanı bulabilir. Eğitimin bu tarzdaki fonksiyonu için iktisat yazınında “sinyal” kavramı da kullanılır. BaĢka bir deyiĢle, diploma, iĢverenlere bireylerin doğuĢtan hangi kabiliyetlere sahip olduğuna dair bir sinyal verir. Bu sinyale göre hareket eden iĢveren kolaylıkla aradığı elemanı temin eder. Eğitimin sadece “eleme” aleti olduğu ve iĢverene “sinyal” verdiği görüĢüne karĢı olan argümanlar üç noktada toplanabilir: Birincisi, kabiliyetli elemanların tesbiti için yıllarca süren bir eğitimden ziyade, daha ucuz bir test geliĢtirilebilirdi. Ġkincisi, kendi iĢinde çalıĢanlar için eğitimin hiçbir rasyonalitesi olmazdı. Üçüncüsü, iĢe yerleĢtirildikten sonra eğitimin bi r esprisi kalmazdı (Griliches, 1997). Özellikle bilgiye dayalı teknolojilerin büyümenin merkezine yerleĢtiği günümüz ekonomisinde, eğitimin sadece sinyal fonksiyonu gördüğü iddiası hayli sönük kalır. Eğitimin ekonomik büyümeye katkıda bulunduğuna karĢı çıkanların kullandığı baĢka bir argüman doğuĢtan gelen kabiliyetlere dayanır. Bu argümana göre kiĢisel gelir farkının önemli bir kısmı eğitim farkından değil, doğuĢtan gelen kabiliyetlerin farkından kaynaklanır. Bu bölümde eğitimin iĢgücünün niteliğini artırarak toplam üretim üzerinde olumlu katkıda bulunduğu tezinden hareket edilecek. Eğitim seviyesindeki artıĢ ile bireylerin niteliklerinin zenginleĢeceği, onların değiĢime daha kolay adapte olmaları ve giriĢimci bir ruh kazanarak toplam 146 üretimi olumlu etkilemeleri beklenir. Bunun için ortalama eğitim seviyesindeki değiĢimi ölçen bir indeks oluĢturulacaktır. Eğitimin ekonomik büyüme üzerinde bağımsız bir etkisi olduğu varsayımı yerine, Denison‟un yaptığı gibi, eğitimin iĢgücünün niteliği üzerinde etkide bulunarak dolayısıyla toplam üretim üzerinde etkili olduğu varsayımından hareket edilecekir. Denison (1962), ABD için yaptığı ampirik çalıĢmada, 1929 ile 1957 yılları arasında, toplam üretimdeki artıĢın yüzde 38‟nin iĢgücünün niteliksel olarak artıĢından kaynaklandığını ortaya koymuĢtur. ĠĢgücünün öğrenim seviyesinde, sahip olduğu en yüksek diplomaya göre, ilkokul, ortaokul, lise veya üniversite mezunu olmasına göre oluĢturulacak indeksle, bu çalıĢmanın kapsadığı yıllar için, iĢgücünün eğitim seviyesindeki değiĢimi ölçülecektir. Eğitim seviyesi yanında, Denison‟un yaptığı gibi, herbir eğitim seviyesinin ortalama gelir farkları da eğitim indeksinin oluĢturulmasında dikkate alınacaktır. Tam rekabet ortamında, ücretin marjinal verimliliğe göre belirlendiği varsayımına göre, farklı eğitim seviyesine sahip bireyler arasındaki gelir farkı, onların toplam üretime katkılarındaki farkı verir. Bu nedenle, çalıĢanların eğitim seviyesindeki değiĢme ve getiri farklarındaki değiĢmeyi ölçen bir indeks oluĢturulacaktır. Bulunan bu yüzde değer, iĢgücünün milli gelir payı ile çarpılarak, toplam üretim üzerindeki etkisi hesaplanacaktır. Öncelikle çalıĢanların eğitim seviyesindeki değiĢim tartıĢılacaktır. ġekil 26‟da görüldüğü gibi, çalıĢanların eğitim durumunda 1970 sonrasında önemli oranda bir yükselme olmuĢtur. Hiçbir diploması olmayanların oranı yüzde 50‟nin üzerinde iken, 2002 yılında yüzde 5.7‟ye düĢmüĢtür. Lise altı eğitim alanların oranı önemli ölçüde artarak yüzde 38.6‟dan yüzde 62.3‟e yükselmiĢtir. Lise ve dengi meslek okullarından mezun olanların oranı ise, aynı dönemde, yüzde 1‟den yüzde 20.4‟e çıkmıĢtır. Yüksekokul ve fakülte mezunlarının oranı ise 1968‟teki yüzde 0.6‟lık orandan, 2005 yılında yüzde 11.3 oranına yükselerek, 19 kat artıĢ göstermiĢtir. 147 Şekil 26. Çalışanların Eğitim Seviyelerine Göre Yüzde Dağılım (1970-2005) Kaynak: Veriler için Bkz. Ek-Tablo 10. Eğitimin ekonomik etkisini ölçen birçok çalıĢma da kullanılan baĢka bir değiĢken de, ortalama eğitim yılıdır. ġekil 27‟de görüldüğü gibi, 1968 ile 1995 yılları arasında 25 ve üzeri yaĢ grubunda olanların eğitim seviyesi sürekli bir artıĢ gösterirken, 1995‟ten sonra bu artıĢ trendinde bir duraklama yaĢanmıĢtır. ÇalıĢanların ortalama eğitim yılı 1968‟de 2‟nin biraz üzerinde iken, 2002‟de iki katından fazla bir artıĢ gösterek, 5‟e yaklaĢmıĢtır. 148 Şekil 27. Çalışanların Ortalama Eğitim Yılı (1968-2002) Kaynak: Barro-Lee Veriseti, http://www2.cid.harvard.edu/ciddata/barrolee/Appendix.xls ÇalıĢanların eğitim seviyesinde yaĢanan bu artıĢın ekonomik büyümeye etkisini ölçmek için, eğitim seviyesine göre gelirde meydana gelen değiĢmeleri incelememiz gerekir. ÇalıĢma ekonomisi teorisine göre, tam rekabetçi ortamda bireyler, verimliliklerine paralel alarak gelir elde ettikleri varsayıldığından, eğitimi artan bireylerin daha yüksek gelir elde etmeleri beklenir. AĢağıdaki tablo, 1968 yılında Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü'nün, 1987, 1995, 2002 ve 2005 yıllarında ise DĠE‟nin yapmıĢ olduğu gelir dağılımı anketinin sonuçlarını içeriyor. Ġlkokul mezunlarının ortalama gelir seviyeleri 100 olarak kabul edilip, diğer gelir grupları için oluĢturulan indeksler tablonun alt tarafındaki satırlarda yer alıyor. 149 Tablo 6. Eğitim Seviyesine Göre Ortalama Gelir Yıllar Birim Eğitimi Olmayanlar 1968 1987 1994 2002 2005 TL bin TL bin TL bin TL bin TL 1849 1257 38,029 3,031,024 3,039,486 Ġlkokul Ortaokul Lise 5536 7700 13737 1565 1940 2440 68,550 86,598 135,160 3,726,452 4,799,392 5,823,795 6,023,838 7,823,209 13,038,682 Lise ve dengi meslek Yuksekokul veya fakulte 13737 2455 107,287 7,020,201 13,039,782 16625 5150 267,764 12,698,946 16,041,530 80 100 139 248 248 1968 Indeks 80 100 124 156 157 1987 Indeks 55 100 126 197 132 1994 Indeks 81 100 129 156 188 2002 Indeks 50 100 130 216 216 2005 Indeks * Eğitimi olmayanların 1968 yılındaki gelirleri, İlkokul ile ortaokul mezunu arasındaki esas alınarak hesaplandı. 300 329 329 341 266 gelir farkı Eğitimi olmayanlar, okuma yazma bilmeyenler ile okur yazar olup bir okul bitirmeyenlerin ortalama gelirlerinin ağırlıklı ortalaması alınarak hesaplandı. ġekil 28‟de görüldüğü gibi, gelir anketlerinin yapıldığı 1987, 1994, 2002 ve 2005 yıllarında, hiçbir diploması olmayanlar, ilkokul mezunlarına göre yüzde 50 ile yüzde 75 arasında az gelir elde ediyordu. Anket yıllarında, ortaokul mezunları ile ilkokul mezunları arasındaki gelir farkının yüzde 50 gibi sabit bir oranda gerçekleĢtiği görülüyor. 1987 yılında lise mezunları ilkokul mezunlarından yüzde 56, 1994‟te yüzde 97, 2002‟de yüzde 56 ve 2005‟te yüzde 116 daha fazla kazanıyordu. Aynı yıllarda, üniversite mezunları ise, ilkokul mezunlarının üç katı ve lise mezunlarının ise yaklaĢık iki katı kadar gelir elde ediyordu. 150 Şekil 28. Eğitim Seviyesine Göre Gelir İndeksinin Değişimi Kaynak: Tablo 6. Eğitimin milli gelire katkısını bulmak için, Denison‟ın yaptığı iĢlemlerin benzerini uygulayarak, Tablo 7‟de gösterilen kümülatif eğitim indeksini oluĢturduk. Örneğin, 2002 yılı için, üniversite mezunlarının eğitim gelir indeksini (341), toplam iĢgücü içinde üniversite mezunu olanların yüzdesi (10.2) ile çarparak, aĢağıdaki tabloda gösterilen, 34.67 değerine ulaĢtık. Herbir eğitim seviyesi için benzer hesaplamaları yapıp, elde ettiğimiz ağırlıklı eğitim gelir indekslerini toplayarak, tablonun üçüncü sütununda yer alan toplam değerleri elde ettik. Sözkonusu ağırlıklı indekslerdeki yüzde değiĢimi görmek için, 1987 yılını 100‟e eĢitleyerek, ikinci sütundaki eğitim indeksine ulaĢtık. 151 Tablo 7. Gelir-eğitim Seviyesine Göre Kümülatif Eğitim İndeksi Yıllar 1968 1987 1994 2002 2005 Eğitim Indeksi 82.01 100.00 106.62 123.98 135.78 Toplam 91.34 111.38 118.75 138.09 143.14 Eğitimi Olmayanlar 57.78 21.72 9.30 8.59 2.90 Ġlkokul 22.91 53.42 57.05 50.89 52.12 Ortaokul Lise 3.63 2.56 7.85 8.58 10.04 17.72 13.38 16.20 13.25 27.96 Lise ve Yuksekokul dengi meslek veya fakulte 2.52 1.93 5.04 14.77 3.88 20.77 14.36 34.67 16.24 30.68 Gelir seviyesi anketleri, 2002 yılına kadar, sadece dört defa yapıldığından dolayı, daha önce yaptığımız gibi, beĢ yıllık dönemler itibariyle eğitimin milli gelir üzerindeki etkisini hesaplama imkanı yoktur. Bunun yerine, 1968-1987, 1988-1994, 1995-2002 ve 2003-2005 dönemleri için eğitimin milli gelire katkısı hesaplandı. Tablo 8‟in ilk kısmı eğitim, diğer kısımları sırasıyla iĢgücü, sermayenin aynı dönemler için milli gelire katkısını gösteriyor. En son kısımda ise, bütün faktörlerin toplamı alınarak, milli geliri açıklama yüzdeleri hesaplandı. Ġkinci sütunda gösterilen eğitim indeksindeki artıĢ, Tablo 7„deki eğitim indeksindeki yüzde değiĢim kullanılarak bulundu. Eğitimdeki değiĢme iĢgücündeki niteliksel değiĢmeyi gösterdiğinden, eğitim indeksindeki değiĢim yüzdesi ile, iĢgücünün ilgili dönemlerdeki milli gelir payı çarpılarak eğitimin milli gelire katkısı hesaplandı. Örneğin, 1968-1987 yılları için eğitimde yıllık yüzde 1.1 oranında artıĢ olmuĢtur. Bu artıĢı, sözkonusu dönemdeki iĢgücünün milli gelir payına denk gelen yüzde 37.39 ile çarptığımızda, eğitimin katkısının ekonomik büyümenin yıllık yüzde 0.41‟ine denk geldiği ortaya çıkar. ÇalıĢanların eğitim seviyesindeki artıĢtan kaynaklanan büyümedeki bu artıĢın toplam ekonomik büyüme içindeki yeri ise yüzde 8.55‟ae denk geliyor. BaĢka bir deyiĢle, sözkonusu dönemde, eğitimdeki artıĢ ekonomik büyümenin yüzde 8.5‟ini açıklıyor. 152 Tablo 8. Eğitim, Sermaye, ve İşgücünün Milli Gelire Katkısı Eğitim 1968-1987 1988-1994 1995-2002 2003-2005 GSMH (%) 1 4.80 2.66 3.67 7.50 Egitim Indeksi Artışı (%) 2 1.10 0.95 2.04 1.20 İşgücünün Egitim Milli Gelir Artışının Payı Katkısı 3 4 37.39 0.41 46.88 0.44 54.20 1.10 60.37 0.72 Açıklama Yüzdesi 5 8.55 16.69 30.04 9.66 İşgücü GSMH % İndeks Artışı 1968-1987 4.80 1.73 1988-1994 2.66 0.94 1995-2002 3.67 1.22 2003-2005 7.5 1.13 Pay 37.39 46.88 54.20 60.37 Katkı 0.65 0.44 0.66 0.69 Açıklama %’si 13.46 16.54 18.01 9.19 Sermaye GSMH % İndeks Artışı 1968-1987 4.80 6.08 1988-1994 2.66 5.03 1995-2002 3.67 3.95 2003-2005 7.5 3.01 Pay 62.61 53.12 45.80 38.07 Katkı 3.81 2.67 1.81 1.18 Açıklama %’si 79.38 100.56 49.21 15.72 ġekil 29‟da eğitimin herbir dönemde ekonomik büyümeye etkisi gösterilmiĢtir. 1988-1994 ve 1995-2005 yıllarında eğitimin ekonomik büyümeye katkısının daha yüksek olduğu görülüyor. 1995-2005 yılları arasında, ekonomik büyümenin yaklaĢık beĢte biri çalıĢanların eğitim seviyesindeki değiĢimden kaynaklanmıĢtır. Tablo 8‟deki verilere göre, 1988 sonrasında, eğitimin ekonomik büyümeyi açıklama gücü, istihdamdaki niceliksel artıĢın açıklayıcılık gücünden daha fazladır. Örneğin, 1995-2002 yılları arasında, istihdamdaki niceliksel artıĢ ekonomik büyümenin yüzde 18.01‟ini açıklarken, çalıĢanların eğitim seviyesindeki artıĢ ekonomik büyümenin yüzde 30.04‟ünü açıklıyor. Kısacası, çalıĢanların eğitim seviyesindeki artıĢın, sermayeden sonra, ekonomik büyümeyi açıklayan en önemli değiĢken olduğu görülüyor. 153 Şekil 29. Eğitimin Ekonomik Büyümeye Katkısı Kaynak: Veriler için Bkz. Ek-Tablo 11. 1.21. Toplam Faktör Verimliliği Önceki bölümde ayrıntılı olarak açıklandığı gibi, Solow büyüme modelinin en avantajlı tarafı toplam faktör verimliliğini hesaplama imkanı vermesidir. Bu sayede ekonomik büyümenin ne kadarının üretim faktörlerinin niteliksel ve niceliksel artıĢından ve ne kadarının da verimlilik artıĢından kaynaklandığı anlaĢılır. Solow büyüme modeline göre TFV‟deki artıĢ bilgideki artıĢı veya bilginin geliĢimi ve kullanımıyla üretim yönetimi, üretim akıĢı, stokların yönetiminde meydana gelen iyiliĢmenin yolaçtığı verimlilik artıĢını gösterir. Yeni büyüme modelleri bu açığı kapıtıp, toplam faktör verimliliğinin kaynaklarını irdeleme fırsatı verir (Pack, 1994:56). AĢağıdaki tabloda farklı dönemler için toplam faktör verimliliği (TFV) gösteriliyor. TVF1 eğitimin etkisini dikkate almadan, GSMH‟nın büyüme 154 oranından iĢgücü, sermaye faktörlerindeki yüzde artıĢın ağırlıklı ortalaması çıkarılarak hesaplandı. TFV2 ise eğitimin niteliksel değiĢimi dikkate alınarak hesaplandı. Tablo 9. Solow Büyüme Modeline Göre Toplam Faktör Verimliliği (1968-2005) 19681972 19731977 1978- 19831982 1987 GSMH (%) 6.33 5.24 1.17 6.44 3.84 5.08 0.47 7.50 4.25 4.42 Işgücünün Payı (%) 37.00 39.99 38.91 33.67 45.31 47.47 59.58 60.37 38.63 48.31 İşgücü Faktörü (%) 1.65 1.95 1.23 2.07 2.18 3.79 0.74 1.13 1.61 2.06 Eğitim (%) 1.01 1.01 1.01 1.01 0.95 1.62 2.04 1.20 0.31 1.38 Semayenin Payı (%) 63.00 60.01 61.09 66.33 54.69 52.53 40.42 38.07 61.37 51.48 Sermaye Faktörü (%) 3.50 5.77 3.27 2.52 2.63 2.93 1.20 1.18 4.16 2.17 Sermaye ve İşgücü 2.82 4.24 2.48 2.37 2.43 3.34 0.93 1.13 3.18 2.12 Tüm Faktörler (%) 3.19 4.65 2.87 2.71 2.86 4.11 2.14 1.85 3.30 2.81 TFV1(%) 3.51 1.00 -1.30 4.07 1.41 1.75 -0.46 6.37 1.07 2.30 TFV2 (%) 3.14 0.59 -1.70 3.73 0.98 0.98 -1.67 5.65 0.95 1.61 Kaynak: Yıllık veriler için Bkz. Ek-Tablo 11. 19881992 1993- 1998- 2003- 19681997 2002 2005 1982 19832005 155 Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi eğitimin katkısı dikkate alınmadan hesaplanan toplam faktör verimliliği (TFV1) abartılı çıkmıĢtır. Eğitimin katkısı da hesaplandağında, toplam faktör verimliliği (TFV2) daha düĢük çıkmıĢtır. AĢağıdaki grafik (ġekil 31), 1968 yılından itibaren, beĢer yıllık dönemler için basit Solow büyüme modeline göre hesaplanmıĢ toplam faktör verimliliğinin (TFV1) yüzde değerlerini gösterir. Eğitimin katkısı dikkate alınmadığında, 1968-1972 yılları arasında yaĢanan yıllık ortalama yüzde 6.33 oranındaki ekonomik büyümenin yarısından fazlası (3.51‟i) toplam faktör verimliliğinden kaynaklanmıĢtır. 1973-1977 yılları arasında TVF‟nin GSMH‟ya katkısı yüzde 1‟e düĢerken, ekonomik büyüme de ortalama yüzde 5.24 olarak gerçekleĢmiĢtir. Politik ve ekonomik krizlerin yaĢandığı 1978-1982 yılları arasında TFV‟nin negatif değer almıĢ olması ĢaĢırtıcı değildir. 19831987 yılları arasında TFV‟nde önemli bir sıçrama yaĢanmıĢtır. Bu dönemde ekonomik büyümenin yarısından fazlası TFV‟den kaynaklanmıĢtır. Bu durum ekonominin dıĢa açılması ile artan rekabete bağlanabilir. Türkiye ekonomisinde tarım sektörünün daralarak, imalat ve hizmetler sektörüne geniĢlemesi toplam faktör verimliliğindeki artıĢın bir baĢka nedeni olabilir. Nitekim, Denison (1985) ABD için yaptığı bir çalıĢmasında, sektörel dağılımındaki değiĢmenin TFV‟ne olumlu katkıda bulunduğunu gösterdi. 1988-1992 yılları arasında TFV‟nin katkısı azalmıĢtır. 1993-1997 yılları arasında ise yaĢanan yüzde 5.08‟lik ekonomik büyümenin yalnızca 1.75‟i TFV‟den kaynaklanırken, gerisi üretim faktörlerindeki artıĢtan kaynaklanmıĢtır. 1998-2002 arasında ise, yaĢanan ekonomik krizlerle TFV negatif değer almıĢ ve ekonomik büyüme oranı sıfıra yakınlaĢmıĢtır. Tek parti iktidarıyla birlikte kazanılan istikrar ve takip edilen ekonomik politikalar neticesinde 2003-2005 yılları arasında en yüksek TFV değerine ulaĢılmıĢtır. 156 Şekil 30. Basit Solow Büyüme Modeline Göre TFV ve GSMH Artışı (1968-2005) Kaynak: Tablo 9. Basit Solow büyüme modelinde üretim faktörlerinin niteliksel değerlerindeki artıĢ dikkate alınmadığından toplam faktör verimliliği olması gereken değerden yüksek çıkar. Oysa, eğitim gibi üretim faktörlerinin niteliksel değiĢimini dikkate alan geniĢletilmiĢ Solow büyüme modeli daha gerçekçi bir toplam faktör verimliliği artıĢını hesaplar. AĢağıdaki grafik (ġekil 32), basit ve geniĢletilmiĢ Solow büyüme modellerine göre hesaplanmıĢ toplam faktör verimlilik artıĢlarını gösterir. Bütün dönemler itibariyle, eğitimdeki niteliksel artıĢ hesaba katıldığında toplam faktör verimliliğinin yaklaĢık yüzde 10 düĢük çıktığı görülüyor. 157 Şekil 31. Basit ve Genişletilmiş Solow Büyüme Modeline Göre TFV (1968-2005) Kaynak: Tablo 9. 1.22. Toplam Faktör Verimliliği Bulgularının Önceki Çalışmalarla Karşılaştırması Bu çalıĢmada bulduğumuz toplam faktör verimliliği rakamlarının doğruluğunu test etmenin bir yolu ilgili uluslararası ve ulusal çalıĢmalarla kıyaslamaktır. Ġkinci bölümde büyüme muhasebesi yöntemiyle ilgili yapılan ampirik çalıĢmalar özetle verilmiĢti. Bu bölümde, önce bazı OECD ülkeleri için hesaplanan toplam verimlilik rakamları tartıĢılacak, daha sonra ise, Türkiye ekonomisiyle ilgili yapılan altı çalıĢmanın bulgularıyla Basit Solow Modeli ve GeniĢletilmiĢ Solow Modeli‟ne göre hesapladığımız toplam faktör verimliliği rakamları karĢılaĢtırılacak. 158 Tablo 10, Saygılı‟nın 2001 yılındaki çalıĢmasında yer alan OECD ülkelerine iliĢkin TFV rakamları kullanılarak elde edilmiĢtir (Saygılı ve baĢk., 2001a). Tablonun sonundaki üç satır, sırasıyla, Saygılı‟nın bulgularını ve bu çalıĢmada Basit Solow Modeli ve GeniĢletilmiĢ Solow Modeli‟ne göre elde etmiĢ olduğumuz bulguları göstermektedir. Tablo 10. Bazı OECD Ülkelerinde Toplam Faktör Verimliliğinin Ekonomik Büyümeye Katkısı Ülke Adı 1970-2000 1970-1991 1992-2000 ABD 0.77 0.48 1.44 Kanada 0.60 0.45 0.94 Japonya 0.90 1.49 -0.50 Belçika 1.46 1.65 1.02 Danimarka 1.54 1.59 1.41 Finlandya 2.15 1.70 3.19 Fransa 1.66 1.70 1.56 --- --- 1.10 B. Almanya 1.18 (1) 1.18 (1) --- Italya 0.55 (2) 0.54 (3) 0.56 Ġsveç 1.38 (4) 0.71 (5) 2.28 0.26 (6) 0.41 (7) -0.07 Türkiye (TFV1) 0.50 0.20 1.22 Türkiye (TFV2) -0.05 -0.21 0.35 Almanya Türkiye (Saygılı 2001) (1)1970-1991; (2) 1980-2000; (3) 1980-1991; (4) 1979-2000; (5) 1979-1991 ;(6) 1972-2000; (7) 1972-1991 TFV1: Bu çalıĢmada Basit Solow Modeli‟yle hesaplanan toplam faktör verimliliği katkısını gösterir. TFV2: Bu çalıĢmada GeniĢletilmiĢ Solow Modeli‟yle hesaplanan toplam faktör verimliliği katkısını gösterir. Son iki satırın üretilmesinde kullanılan orijinal veriler için Bkz. Ek-Tablo 11. 159 Yukarıda tabloda görüldüğü gibi ülkeler arasında TFV‟nin ekonomik büyümeye katkısı açısından büyük farklılıklar vardır. 1970-2000 dönemine bir bütün olarak bakıldığında, Finlandiya, Fransa, Danimarka, Belçika ve Ġsveç‟in en yüksek TFV rakamlarına sahip olduğu görülmektedir. BiliĢim teknolojilerinin belirleyici olduğu 1992 sonrası ve öncesi diye iki döneme ayırdığımızda ise, özellikle ABD, Finlandiya ve Ġsveç‟in TFV rakamlarında 1992 sonrasında önemli artıĢlar dikkat çekmektedir. Japonya ekonomisinin ise 1992-200 döneminde negatif TFV‟ye sahip olduğu anlaĢılmaktadır. Saygılı‟nın çalıĢmasına göre, Türkiye‟nin 1972-2000 dönemine iliĢkin TFV değerleri söz konusu OECD ülkelerinin çok gerisinde kalmıĢtır. Üstelik, 1992 sonrasında TFV negatif değerler almıĢtır. Bizim çalıĢmamızda da, 1970-2000 dönemi için hesaplanan TFV1 değeri, Saygılı‟nın 1972-2000 dönemi için hesapladığı TFV yüksek çıkmakla beraber, Ġtalya hariç diğer OECD ülkelerinin gerisinde kaldığı anlaĢılmaktadır. Ancak çalıĢmamızın sonuçları, Saygılı‟dan farklı olarak, 1992-2000 arasında TFV1 değerinde önemli artıĢ olduğuna iĢaret etmektedir. Saygılı‟nın, ileride tartıĢılacak olan 2005 yılındaki çalıĢmasında TFV değerlerinin daha yüksek çıkmasının, bizim bulgularımızın doğru olma olasılığını arttırmakta olduğu öne sürülebilir. Türkiye ekonomisinin büyümesinde TFV‟nin rolünü ölçen çalıĢmalarla karĢılaĢtırma yapmak için, farklı dönemler için TFV1 ve TFV2 değerlerini hesapladık. Tablo 11, bu çalıĢmadaki TFV1 ve TFV2 değerlerini benzer dört ayrı çalıĢmanın sonuçlarıyla karĢılaĢtırmalı olarak göstermektedir. KarĢılaĢtırmayı görsel hale getirip net olarak gözlemlemek için, tablodaki değerleri farklı grafiklerde göstererek bulguları aĢağıda ayrıntılı olarak tartıĢacağız. 160 Tablo 11. Farklı Dönemler İtibariyle TFV’nin Ekonomik Büyümeye Katkısıyla İlgili Çalışmaların Bulguları Çalışmalar Dönemler İtibariyle TFV’nin Büyümeye Katkı Oranları 1968-1975 Chenery (1986)* 2.23 TFV1 0.86 TFV2 0.44 *Chenery'nin bulguları 1963-1975 yıllarını kapsamaktadır. 1968-1976 19771981 19821988 19651988 Kamu TFV (Uygur (1991))* Özel TFV (Uygur (1991))* 1.20 0.90 1.00 1.10 0.9 -0.10 1.90 0.80 TFV1 1.71 -3.49 2.32 0.14 0.96 -3.93 1.95 TFV2 * Uygur'un bulguları 1965-1976 yıllarını kapsamaktadır. -0.27 1972-2000 19721991 19922000 19721979 1980-2000 Saygılı (2001) 0.26 0.41 -0.07 -0.29 0.44 TFV1 0.45 0.11 1.22 -1.34 1.14 TFV2 -0.10 -0.30 0.35 -1.78 0.54 Saygılı (2005) 1972-2005 0.8 TFV1 0.74 TFV2 0.08 TFV1: Bu çalıĢmada Basit Solow Modeli‟yle hesaplanan toplam faktör verimliliği katkısını gösterir. TFV2: Bu çalıĢmada GeniĢletilmiĢ Solow Modeli‟yle hesaplanan toplam faktör verimliliği katkısını gösterir. TFV1 ve TFV2‟nin türetilmesinde kullanılan orijinal veriler için Bkz. Ek-Tablo 11. 161 Türkiye‟de ekonomik büyümesinin kaynaklarını büyüme muhasebesi yöntemiyle tahmin eden Chenery (1986), 1963-1975 yıllarına ait verileri kullanmıĢtır. ġekil 32, Chenery‟nin çalıĢmasındaki TFV değeri ile bu çalıĢmada elde edilen TFV1 ve TFV2 değerlerini göstermektedir. Bizim değerlerimiz nispeten küçük çıkmakla beraber, Chenery‟nin TVF değeri gibi pozitif çıkmıĢtır. Kısacası, her iki çalıĢma da, söz konusu dönemde ekonomik büyümenin önemli oranda toplam faktör verimliliğindeki artıĢtan kaynaklandığını göstermektedir denilebilir. Şekil 32. Chenery’nin Bulgularıyla Karşılaştırmalı Olarak TFV’nin Ekonomik Büyümeye Katkısı (1968-1975)* *Chenery'nin bulguları 1963-1975 yıllarını kapsamaktadır. TFV1 ve TFV2‟nin türetilmesinde kullanılan orijinal veriler için Bkz. Ek-Tablo 11. 162 ġekil 33, çalıĢmasındaki Uygur‟un (1993) 1965-1988 TFV yıllarını bulgularını kapsayan göstermektedir. bir ampirik Uygur‟un çalıĢmasının özgün yanı, kamu ve özel sektörü ayrıĢtırarak, tahminde bulunmasıdır. Söz konusu çalıĢma, 1982 öncesinde kamu sektöründeki TFV‟yi nispeten daha yüksek bulurken, 1982‟den sonra özel sektördeki TFV‟nin kamu sektöründekine kıyasla daha yüksek olduğuna iĢaret etmektedir. Bu durum, ithal ikameci politikaların uygulandığı dönemde kamu sektöründe TFV‟nin özel sektördekine kıyasla daha yüksek olduğunu, dıĢa açık ekonomik politikanın izlendiği dönemde ise bunun tersinin söz konusu olduğunu göstermektedir. Uygur‟un bulgularıyla bu çalıĢmadaki TFV değerleri arasında, 19771981 dönemi hariç, büyük paralellik vardır. Ġki çalıĢma da, 1968-1976 ve 1982-1988 dönemleri için TFV‟nin pozitif olduğunu bulmuĢtur. Ancak, bizim TFV değerlerimiz biraz daha yüksek çıkmıĢtır. Ekonomik ve politik kriz yılları için, Uygur, kamu sektörünün pozitif ve özel sektörün ise negatif TFV‟ya sahip olduğunu bulmuĢtur. Oysa, söz konusu dönem için bizim çalıĢma TFV değerini hayli yüksek ve negatif olarak tahmin etmiĢtir. 1968-1988 dönemine bir bütün olarak baktığımızda bizim TFV değerleri Uygur‟un değerlerinden düĢük çıkmıĢtır. 163 Şekil 33. Uygur’un Bulgularıyla Karşılaştırmalı Olarak TFV’nin Ekonomik Büyümeye Katkısı (1968-1988)* * Uygur'un bulguları 1965-1976 yıllarını kapsamaktadır. TFV1 ve TFV2‟nin türetilmesinde kullanılan orijinal veriler için Bkz. Ek -Tablo 11. ġekil 34‟de görüldüğü gibi, bu çalıĢmada elde edilen TFV1 değerleriyle Saygılı‟nın TFV değerleri arasında büyük bir paralellik vardır. 1972-2000, 1972-1991 ve 1980-2000 dönemleri için her ikisi de pozitif değerlere sahiptir. Aynı Ģekilde, 1972-1979 dönemi için Saygılı‟nın çalıĢmasında da buradaki çalıĢmada da elde edilmiĢ bulunan TFV değerleri negatif çıkmıĢtır. Sözkonusu dönemde bulduğumuz negatif TFV değerlerini; ilgili yıllarda yaĢanan siyasi ve ekonomik krizlerin etkisine dayanarak açıklayabiliriz: (1) Söz konusu dönemde uygulanan (bazıları popülist) 164 sürdürülebilirliği olmayan kur, faiz ve KĠT-fiyat politikalarının, kaynakların rasyonel-dağılımını olumsuz etkilemesi neticesinde, hem emek hem de sermaye verimliliğini düĢürmüĢ olduğu düĢünülebilir. dönemde (2) Söz konusu kamu-sektöründe “göstermelik” (“show-piece”) ve “verimsiz” yatırımların ve özellikle baĢlatılıp da yarım kalan yatırımların toplam kamuyatırımlarına oranının artmıĢ olduğu ve de KĠT‟lerdeki toplam istihdam içinde “gizli iĢsizlerin” oranının önceki döneme kıyasla artmıĢ olduğu iddia edilebilir. (3) 1. ve 2. MC hükümetlerinin iktidarda olduğu bu dönemde, artan siyasi gerginlik ve iç-politik çekiĢmelerin yanı sıra, Kıbrıs BarıĢ Harekatı sonrasında Türkiye‟ye uygulanan ambargonun yarattığı olumsuz etkilerin de elde edilen negatif TFV değerlerinin oluĢmasında dolaylı etkileri olduğu da düĢünülebilir. 1992-2000 yılları arasında, Saygılı, küçük ve negatif bir TFV değer bulurken, çalıĢmamızda nispeten büyük ve pozitif bir değer elde edilmiĢtir. ġekil 35‟de görüldüğü gibi, Saygılı‟nın 2005 yılındaki yeni çalıĢmasında, 1972-2000 dönemi için daha büyük ve pozitif TFV değeri elde ederek bizim bulgumuza hayli yaklaĢmıĢtır. TFV2 değerlerinin Saygılı‟nın değerlerinden farklı çıkması, bu çalıĢmada eğitimi de hesaba katmamızdan kaynaklanmaktadır. Saygılı sadece iĢgücündeki nicel değiĢmeyi dikkate almıĢ, ancak iĢgücünün niteliğindeki değiĢimi de hesaba dahil edebilmek için bu çalıĢmada yapıldığı gibi bir veya daha fazla proxy değiĢken kullanarak5 “geniĢletilmiĢ bir model” çerçevesinde alternatif bir TFV değeri 5 Elbette bu çalıĢmada kullanmıĢ olduğumuz değiĢkenlerin “iĢgücündeki niteliksel artıĢları” ne denli iyi tahmin edip etmediği veya ne denli iyi tahmin etmiĢ olabileceği tartıĢılabilir. BaĢka 165 tahmin etmeye çalıĢmamıĢtır. Dolayısıyla, hesaplama yöntemi bakımından, bu çalıĢmadaki TFV1 değerleri Saygılı‟nın TFV değerlerine denk gelmektedir. TFV2 değerlerini vermemizin sebebi, eğitimin niteliksel değiĢimindeki artıĢın etkisini görmek içindir. Şekil 34. Saygılı ve Diğerleri’nin (2001) Bulgularıyla Karşılaştırmalı TFV’nin Ekonomik Büyümeye Katkısı (1972-2000) TFV1 ve TFV2‟nin türetilmesinde kullanılan orijinal veriler için Bkz. Ek -Tablo 11. değiĢkenler kullanarak “iĢgücündeki niteliksel artıĢları” belki de daha “iyi veya güvenilir” bir biçimde tahmin eden alternatif TFV‟ler türetilebilir. 166 Şekil 35. Saygılı ve Diğerleri’nin (2005) Bulgularıyla Karşılaştırmalı TFV’nin Ekonomik Büyümeye Katkısı (1972-2005) TFV1 ve TFV2‟nin türetilmesinde kullanılan orijinal veriler için Bkz. Ek -Tablo 11. Özetle, bu çalıĢmada elde ettiğimiz TFV değerleriyle yukarıda tartıĢılan altı ayrı çalıĢmanın bulguları arasında önemli paralelliklerin yanı-sıra, en az bu paralelikler kadar önemli bazı farklılıklar da ortaya çıkmıĢtır. Bunlar yukarıdaki paragraflar ve Ģekiller yardımıyla özetlenmiĢ ve daha önce yapılmıĢ altı çalıĢma ile bu çalıĢmanın bulguları arasındaki benzerlikler ve farlılıklar, alt dönemler bazında da kıyaslanıp özetle yorumlanmıĢtır. Bir genelleme yapmak gerekirse, 1980 öncesinde Türkiye ekonomik büyümesinin kaynaklarını irdeleyen çalıĢmaların birçoğunun ortak bulgusu, toplam faktör verimliliğinin, OECD ülkelerindekilere kıyasla düĢük olduğunu göstermiĢtir. Bu ortak-bulgu; „Türkiye’nin söz konusu dönemdeki ekonomik büyümesinin teknolojik gelişimden ziyade, üretim faktörlerindeki artıştan 167 kaynaklanmış olduğuna işaret ettiğini göstermektedir‟ Ģeklinde yorumlanabilir. Ama bu bazı boyutları göz-ardı eden bir yorum olur kanısındayız. Çünkü daha evvel de iĢaret ettiğimiz gibi, üretim faktörlerindeki artıĢları açıklayamadığı ve bir çok iktisatçının “cehaletimizin bir ölçütü” olmaktan ileri gitmeyen bu “artık” için salt “Teknolojik GeliĢme”yi ifade eder iddiasında bulunmak, vulgarizasyon bir yana, yanlıĢ olur. Çünkü, “içerilmemiş teknolojik gelişme” bu “artık”ın önemli bir parçası olsa bile, teknolojik geliĢme ile hiçbir ilgisi olmayan bir sürü ekonomik olgu ve yapısal faktör ve kriz dönemlerine özgü bir çok etmen, söz-konusu artığın önemli bir kısmını açıklar ve de bazı ülkeler için bazı dönemlerde, bu ikinci grup, olgu ve faktörlerin tahmin edilen TFV‟i belirleyici etkisi “teknolojik geliĢme”nin kat kat üstüne çıkabilir. Böyle bir döneme, Türkiye bağlamında iyi bir örnek 1978-80 arasındaki üç yıldır: Sözkonusu dönemde, dönemin BaĢbakanını “5 cent‟e muhtacız” dedirtecek raddeye varmıĢ olan para-döviz krizinin etkisiyle, Türk sanayi sektörü ithal hammadde ve ara-malı girdi tedarikinde çok büyük sıkıntılar yaĢamıĢ; bu olgu ve buna iliĢkin olarak geliĢen bir dizi ekonomik etkileĢim sonucunda çıktı büyüme hızı, ya 1979 ve 80 yıllarında olduğu gibi negatif değerler almıĢ ya da 1978‟de olduğu gibi “eğer söz konusu olgu olmasaydı cet.par. varmış olacağı değerin “ çok altında gerçekleĢmiĢti. Dolayısıyla bu çalıĢmada olduğu gibi yukarıda özetlenen birçok baĢka çalıĢmada, söz konusu dönemde TFV tahminlerinin negatif çıkmıĢ olması hiç ĢaĢırtıcı değildir. 6 Bu dönemde TFV tahminlerinin negatif çıkması hiçbir Ģekilde “teknolojik gelişmede bir gerileme gerçekleşmiş olduğu” anlamına 6 Benzer durum 1993-1995 ve 2000-2001 yılları için de geçerlidir. 168 gelmez. . Keza 1973-1977 dönemi için de TFV‟nin negatif çıkması, ancak ve ancak benzer bir Ģekilde yorumlanmalıdır : 1973-77 döneminde Türkiye‟de “teknolojik geliĢme”nin devam ettiğinden Ģüphe yoktur. Ama söz konusu dönemde, “içerilmemiĢ teknolojik geliĢme”nin TFV üzerindeki pozitif katkısını dengeleyen ve aşan; ve TFV verisinin iĢaretini böylece negatife çevirecek ölçüde güçlü etkilere sahip olan ve de piyasa-etkinliğini baltalayan ve rasyonel kaynak dağıtımını bozan bir dizi politik ve “yapısal” olumsuz geliĢme yaĢanmıĢtır. Negatif TFV bulgularını böyle yorumlanması gerekir. 1980 sonrasında TFV değerinde artıĢ olmasına rağmen, geliĢmiĢ OECD ülkelerinin çok gerisinde kaldığı tespit edilmiĢtir. BaĢka bir deyiĢle, serbest dıĢ ticaret politikası artan uzmanlaĢma ve rekabet imkanı sunduğu için verimliliği artırmaktadır. Nitekim, Weinhold ve Rauch (1999), geliĢmekte olan 35 ülke üzerinde yaptığı bir ampirik çalıĢmada, dıĢa açılma ile birlikte üretimde artan iĢbölümü ve uzmanlaĢmanın, toplam verimliliği olumlu olarak etkilediğini bulmuĢtur. Eğitimin ekonomik büyüme üzerinde giderek artan etkide bulunduğu görülmektedir. Özellikle biliĢim teknolojisinde 1990 sonrasında yaĢanan geliĢmeler bunu teyit etmektedir. Toplam faktör verimliliği; en son analizde, içerilmemiĢ teknolojik geliĢimin yanı-sıra araĢtırma ve geliĢtirme; dıĢ ticaret politikası; piyasa yapısı ve piyasaların “etkinliği”; toplumun çalıĢma Ģevki ve kalkınma azmi gibi sosyo-psikolojik ve politik faktörler; kültürel ve psiko-ekonomik faktörler; girdi darboğazlarının varlığı ve derecesi; para/döviz krizleri baĢta olmak üzere her tür ciddi finansal sarsıntının varlığı ve derecesi ve daha genel olarak ülke ekonomisi hakkında yaygın olan orta vadeli beklentilerin iyimserlik veya kötümserlik derecesi ve hatta küresel-ısınmanın etkilerinin giderek önem kazandığı bir dünyada, küresel ısınma ve iklim değiĢikliklerinin olumsuz etkilerinin varlığı ve derecesi gibi birçok değiĢkenlere bağlıdır. 169 Bir sonraki bölüm, regresyon yöntemiyle, ekonomik büyümeyi etkileyen birçok değiĢkenin etkisini ölçmektedir. Bu açıdan Solow büyüme modelini tamamlayıcı niteliktedir. Çünkü, regresyon modelinin hangi değiĢkenlerin ekonomik büyümeyi ve toplam faktör verimliliğini belirlediği konusunda da fikir vereceğini düĢünüyoruz. ALTINCI BÖLÜM REGRESYON MODELİNE GÖRE EKONOMİK BÜYÜMENİN KAYNAKLARI Neoklasik büyüme modeli, kısa dönemde politika değiĢkenlerinin ekonomik büyümeyi etkilediğini kabul ederken, uzun dönemde ekonomik büyümenin üretim faktörleri tarafından belirlendiğini iddia eder. Enflasyon, dıĢ ticaret, kamu harcamaları gibi değiĢkenlerin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini “büyüme buhasebesi” yöntemiyle doğrudan ölçmek mümkün değildir. Büyüme muhasebesi, ekonomik politika değiĢkenlerindeki değiĢmenin üretim faktörlerine yansıdığını varsaydığından, sözkonusu değiĢkenleri ayrıca modele dahil etmez. Bu nedenle, iktisat yazınında ekonomik büyümenin belirleyicileri, büyüme regresyonu yöntemi ile de analiz edilir. Bir anlamda, büyüme regresyonu, büyüme muhasebesi modelini tamamlayıcı bir özelliğe sahiptir. Büyüme muhasabesi modeli, üretim faktörlerindeki niteliksel ve niceliksel değiĢikliklerin ekonomik büyümeyi sağladığını varsayarken, ampirik çalıĢmalarda sıkça kullanılan geniĢletilmiĢ regresyon modelleri, politik ve ekonomik bazı değiĢkenleri de dikkate alır. Büyüme muhasebesinde, modele dahil edilemeyen politika değiĢkenlerini, regresyon modeline dahil ederek sınamak imkanı vardır. Üretim faktörlerinin katkısı ile toplam ekonomik büyüme arasındaki fark büyüdükçe, izlenen farklı politikaların etkisinin daha büyük olduğu anlaĢılır. Büyüme ile ilgili regresyon modellerinde, gayrı safi milli hasıla (GSMH)‟nın büyüme oranı bağımlı değiĢken olarak yer alırken, beĢeri sermaye, fiziki sermaye, iĢgücü ve politika değiĢkenleri bağımsız değiĢken olarak yer alır. Bu değiĢkenleri aĢağıdaki lineer üretim fonksiyonu ile ifade etmek mümkündür: 171 GSMH = 0t + 1t Hit+ 2t Kit+ 3t Lit + 4t Pit + uit (1) GSMH bağımlı değiĢkeni bir ülkenin i yılındaki Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)‟daki yüzde değiĢmeyi Hit beĢeri sermaye (human capital)‟yi, Kit fiziki sermayeyi (kapital), Lit iĢgücünü (labor), Pit politika değiĢkenlerini ve uit hata terimini sembolize ediyor. BeĢeri sermaye en basit Ģekliyle ortalama eğitim yılıyla, fiziki sermaye yapılan yatırım oranıyla ve iĢgücü istihdamdaki değiĢme ile ölçülüyor. 1.23. Model ve Değişkenler Cobb-Douglas üretim fonksiyonunu kullanarak geliĢtirdiğimiz Solow büyüme modeli denklemini ekonometrik denklem olarak yazıp değiĢkenlerin katsayılarını bulabiliriz. GeniĢletilmiĢ Solow modeline, dıĢ ticaret değiĢkenini de dahil ederek, dıĢa açılmanın Türkiye‟nin ekonomik büyümesi üzerinde ne derece etkili olduğunu irdeleyebiliriz. Y K L E T 1 2 3 4 Y K L E T (2) Y = toplam mal ve hizmet üretimindeki artıĢı (GSMH artıĢı), Y = denklemdeki değiĢkenler dıĢında üretim artıĢını etkileyen değiĢkenleri, K = fiziki sermaye oranındaki değiĢim oranını, K 172 L = iĢgücündeki değiĢim oranını, L E = eğitim seviseyindeki değiĢim oranını, E T = dıĢ ticaretteki değiĢim oranını temsil eder. T Yukarıdaki matematiksel differansiyel denklemini ekonometrik bir denklem olarak yeniden yazabiliriz. Bu ekonometrik denklemde, GSMH‟daki yüzde değiĢme bağımlı değiĢken olarak yer alırken, fiziki sermaye stoğu, iĢgücü, eğitim ve dıĢ ticaret bağımsız değiĢken olarak yer alır (O'Neill, 1995). Yukarıdaki matematiksel denklem ekonometrik model olarak yeninden yazılabilir: it + 3t E i + 4t T1 it +uit Log Yit = 0t + 1t K it + 2t L Log Yit = bağımlı değiĢkeni bir ülkenin i yılındaki (3) real GSMH‟deki değiĢimin logaritmik değerini, Kit = fiziki sermayeyi (kapital), Lit = iĢgücünü (labor), Eit = eğitim değiĢkenini T1it = dıĢa açık olma indeksini, ve uit hata terimini sembolize ediyor. Sembollerin üstündeki nokta yüzde değiĢimi gösterir. Regresyon analizi sonucunda yukarıdaki denklemin 0, 1, 2, 3, ve 4 değiĢken katsayıları tahmin edilecek. Modeldeki 0 değiĢkeni sabit terimi temsil eder. Beta katsayıları ise, ilgili bağımsız değiĢkenlerde bir birimlik bir değiĢme olduğunda, GSMH da yüzde kaçlık bir değiĢme olacağını gösteriyor. Yukarıdaki regresyon modeline, ekonomik büyümeyi etkileyen 173 birçok değiĢken daha dahil edilebilir, ancak sonuçların istatistiki olarak anlamlı çıkması için serbestlik derecesi (degree of freedom) sayısının yüksek olması gerekir. Bu çalıĢmanın yıllarının sınırlı olması nedeniyle, gözlem sayısı nisbeten düĢük sayılır. Bu nedenle, fazla sayıda değiĢken modele dahil edildiğinde, serbestlik derecesi değeri düĢük olur. 1 katsayısı fiziki sermaye stokundaki değiĢimin GSMH üzerindeki etkisini gösterir. Bu katsayının beklenen değeri pozitiftir. Ġktisat yazınında birçok ampirik çalıĢma fiziki sermaye artıĢının ekonomik büyümeyi olumlu etkilediği sonucuna ulaĢtı (Denison, 1980; Mankiw ve baĢk., 1992; Solow, 1957). De Long ve Summers (1993) fiziki sermaye yatırımlarının pozitif dıĢsallıklarının olduğunu iddia eder. Fiziki sermaye stokundaki artıĢ, iĢgücü baĢına düĢen sermaye miktarını etkileyerek, verimlilik artıĢını beraberinde getirir. Ekonomide üretim girdilerinin daha yüksek verimle kullanılması, ekonomik çıktının yüksek olmasını sağlar. 2 katsayısı iĢgücündeki artıĢın ekonomik büyüme üzerindeki etkisini ölçer. Nüfus artıĢı veya çalıĢan gruba katılımların artmasıyla (kadınların çalıĢma hayatına dahil olması gibi), aktif olarak iĢgücüne katılanların sayısı arttığında, toplam üretimin de artması gerekir. Ancak, iĢgücünde mevcut arz fazlası üzerinde bir artıĢ olması, ekonomik büyümeyi etkilemeyebilir veya olumsuz etkileyebilir. Sermaye stokunda bir artıĢ olmamasına rağmen, iĢgücündeki artıĢ, çalıĢan baĢına daha düĢük sermaye miktarına yol açarak, onların verimliliklerini olumsuz etkiler. Bu nedenle 2 değiĢkenin beklenen değeri ekonomik koĢullara göre farklılık gösterir. 3 katsayısı eğitim seviyesindeki değiĢimin ekonomik büyümeye katkısını ölçer. Eğitim seviyesinin ekonomik büyüme üzerinde etkisini ölçmek için birçok farklı değiĢken kullanılabilir. Eğitim seviyesi, ilk, orta, lise ve yüksek öğretim gibi birer değiĢken olarak modele dahil edilebilir. ÇalıĢanların ortalama eğitim yılı dikkate alınabilir. Eğitimin etkisi cinsiyete göre farklılık 174 gösterip göstermediği, interaktif bir değiĢkeni modele katmakla, ölçülebilir. Bunlardan hangisi ile ölçülürse ölçülsün, yüksek eğitim oranı, yüksek beĢeri sermayeyi gösterir. Bu durumdan kaynaklanan yüksek beĢeri sermaye / fiziki sermaye oranı üretimde verimlilik artıĢını sağlar. Ayrıca, yüksek beĢeri sermaye yeni teknolojilerin transferinde ve adaptosyonunda kolaylık sağlar. BeĢeri sermayeye yapılan yatırımlar, azalan verimler yasasına bağlı olarak, gittikçe azalan bir oranda gerçekleĢmesi beklenir (Griliches, 1997). BaĢka bir deyiĢle, bireyler hayatlarının ilk dönemlerinde bu tarz bir yatırımı daha çok tercih ederken, yaĢlandıkça bu tarz bir yatırımda azalma görülür. Bu azalıĢ trendinin nedeni, insanın sınırlı bir hayata sahip olduğunu bilerek, beĢeri sermayeye yaptığı yatırımın getirisini almadan ölme ihtimalini dikkate almasıdır. 4 katsayısı dıĢa açıklığı temsil eden değiĢkenin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini ölçer. Bir ülkenin dıĢa açık bir ekonomiye sahip olup olmadığı ihracat ve ithalat toplamının GSMH‟ya oranı veya yalnızca ihracatın GSMH‟ya oranı ile ölçülüyor. GloballeĢen dünyada dıĢarıya açık olan ülkelerin daha yüksek ekonomik büyüme göstermeleri beklenir. DıĢa açık ekonomiler, Ricardo‟nun mukayaseli üstünlükler teorisine göre, ticarete dahil tarafların daha kazançlı çıkmasını sağlar. DıĢaçık ekonomik politika takip eden ülkeler, mukayaseli olarak üstün oldukları alanlarda uzmanlaĢmaya giderek daha etkin olarak mevcut kaynaklarını kullanır. DıĢ ticaretin büyümesine paralel olarak, ülkeler “ölçeğin artan getirisi”nden istifade imkanını bulur. Sadece iç piyasaya hitap edip, daha düĢük ölçekte üretim yapmak yerine, dıĢ ticaret durumunda, firmalar üretim kapasitelerini artırarak, yüksek ölçeğin sağladığı düĢük maliyetlere ulaĢırlar. Ayrıca, dıĢa açık ülkeler arasındaki rekabet de, kaynakların etkin kullanılmasını zorunlu kılar. Nitekim, birçok ampirik çalıĢma liberal dıĢ ticaret politikası izleyen ülkelerin daha yüksek verimlilik seviyesine ulaĢtığını gösterir (Kim, 2000; Krishna ve Mitra, 175 1998). Bu nedenlerle, dıĢa açılma değiĢkeninin ekonomik büyümeyi pozitif etkilemesi beklenir. Ricardo‟nun karĢılaĢtırmalı üstünlükler teorisine göre, dıĢ ticaretteki artıĢ, ülkelerarasında uzmanlaĢma ve iĢbölümünü beraberinde getirerek, ekonomik büyümeyi artırır. Mutlak üstüklükler teorisi, dıĢ ticaretten kazançlı çıkmak için, ticaret yapan ülkelerin, farklı mallarda mutlak üstünlüğe sahip olmalarını gerekli görür. Oysa, Ricardo‟ya göre mutlak üstünlük olmadan da ticarete taraf olan ülkeler kazançlı çıkabilir. Herbir ülke, nisbi olarak daha düĢük maliyetle ürettiği, dolayısıyla daha yüksek avantaja sahip olduğu, mal ve hizmetlerde uzmanlaĢırsa uluslararası ticaret herkese kazanç getirir. Böylece herbir ülke, diğer ülkenin daha ucuza üreteceği mal ve hizmeti üretmekten vazgeçerek, sadece kendisinin nisbi olarak ucuz ürettiği mal ve hizmetin üretiminde uzmanlaĢır. Türkiye gibi GOÜ‟lerde dıĢ ticaretin ekonomik büyüme üzerinde önemli etkisi vardır. DıĢ ticaret sayesinde, ülkeler üretim olasılıkları eğrisinin dıĢında bir tüketim seviyesine ulaĢabilir. Ġhracat sayesinde, firmalar ölçek veriminden yararlanarak, birim maliyetlerini aĢağıya çekerek, kârlarını artırabilir. Kapalı bir ekonomide sadece iç piyasaya yönelik üretim yapan firmalar, dıĢ ticaret serbestisi altında global piyasaya hitap ederek üretim ölçeğini büyütür. Neoklasik iktisat teorisine göre, üretim ölçeği artırılınca birim maliyetleri aĢağıya çekmek mümkün olduğundan üretim kazancı sağlanır. Bu etkinin görülmesi, tam rekabet koĢulunun sağlanmasına bağlıdır. Piyasaya giriĢte çeĢitli engellerin olduğu durumlarda dıĢ ticaretin serbestleĢtirilmesiyle beklenen verimlilik artıĢı görülmeyebilir. Weinhold ve Rauch (1999), geliĢmekte olan 35 ülke üzerinde yaptığı bir ampirik çalıĢmada, dıĢa açılma ile birlikte üretimde artan iĢbölümü ve uzmanlaĢmanın, toplam verimliliği olumlu olarak etkilediğini belirtirler. BaĢka bir deyiĢle, dıĢ ticaret serbestisinin dinamik etkisi, uzmanlaĢma ile verimlilik artıĢını sağlamasından kaynaklanır. 176 DıĢ ticaret serbestinin faydalarından biri de firmaları daha rekabetçi yapmasıyla toplam verimliliği artırmasıdır. Hem içerideki piyasayı, dıĢarıdan gelecek firmalara kaptırmamak için, hem de dıĢarıya açılabilmek için, firmalar daha etkin metotlarla üretim yapmaya zorlanır. AĢırı kâr eden firmalar, piyasaya giren rakip firmalar karĢısında tutunmak için fiyatlarını aĢağıya çekmek zorunda kalır. Uzun dönemde maliyetin üstündeki aĢırı kârlar sıfıra doğru yaklaĢır (Ocampo ve Taylor, 1998). DıĢ ticaret serbestinin dıĢsal faydaları da vardır (Hejazi ve Safarian, 1999). Özellikle uluslararası piyasa ile etkileĢimle teknoloji transferi ve bilgi akıĢı sağlandığı durumda bu tarz etkiden sözedilebilir. Uluslararası ticaretin açtığı iletiĢim kanalları sayesinde, yaparak öğrenme (learning by doing) nin artması beklenir. Firmalar arasında yapılan uluslararası sözleĢmeler teknolojinin taklit edilerek yayılmasına yol açar. Bir ülkede yapılan araĢtırma harcamalarının ticarete dahil bütün ülkelere yayılan dıĢsal bir faydasının olması beklenir. Böylelikle, ithalat artıĢı, GÜ‟lerin teknoloji transferini getirirken, aynı zamanda, tüketicilere daha çok tercih imkanı sunar. Üretimde yenilikleri (innovation) beraberinde getiren, teknoloji transferi sayesinde toplam üretim miktarını artırmak mümkün olur. DıĢ ticaretin serbest olması, firmaların X etkinsizliği (X-inefficiency) ile üretim yapmalarını engeller (Geske, 2000). X etkinsizliği, optimal üretimin yapılmadığı bir durumu gösterir. DıĢ ticaretin üretim etkinliğini artırıp, X etkinsizliği durumunu azaltması iki gerekçe ile açıklanabilir. Birincisi, ithalat vergi ve kotaların kalkmasıyla, dıĢarıdan ithal edilen girdilerin fiyatları düĢer. Böylelikle ithal girdileri kullanan firmalar düĢük maliyetle yüksek üretim imkanı sağlar. Ġkincisi, ithal malların iç piyasada rekabeti artırması, bu malları iç piyasada üreten firmaları daha etkin üretim metodları geliĢtirmeye zorlar. Uzakdoğu ülkelerini kapsayan bir ampirik çalıĢmanın bulgularına göre, dıĢ 177 ticaret serbestisi genelikle yüksek verimlilik artıĢına yol açar. Ancak, düĢük gelirli ülkelerde bu artıĢ görünmeyebilir (Urata ve Yokota, 1994). Ekonomik büyümenin kaynaklarıyla ilgili bu çalıĢmada kullandığımız değiĢkenlerin yer aldığı bazı araĢtırmalar aĢağıdaki tabloda özetlenmiĢ. Sözkonu araĢtırmaların bulduğu katsayı bilgileri ise Ģu sembollerle parantez içinde verilmiĢtir: (+/-) = büyüme regresyonunda ilgili değiĢken katsayısının iĢareti (*) = katsayı istatistiki olarak anlamlı (_) = katsayı istatistiki olarak anlamsız Ekonomik Büyümenin Belirleyicileriyle İlgili Regresyon Analizlerinde Kullanılan Bağımsız Değişkenler (*) Değişkeni Kullanan Araştırmalar Enflasyon Levine ve Renelt (1992) (-,_) Enflasyon Orani Barro (1997) (-,*) Bruno ve Easterly (1998) (-,*) Motley (1998)(-,*) Istihdam Istihdam Artisi Yatırımlar Blomstrom ve baĢk.(1996) (+,*) Barro (1991) (+,*) Oranları Barro ve Lee (1994) (+,*) Yatırım Sachs ve Warner (1995) (+,*) Oranları Barro (1996) (Barro, 1996a) (+,_) Caselli ve baĢk. (1996) (+,*) Barro (1997)(+,_) 178 Sabit Sermaye DeLong and Summers (1993) (+,*) Blomstrom ve baĢk. (1996) (-,_) Yatırımları Sala-i-Martin (1997a; 1997b) (+,*) Oranı Dış Ticaret Knight ve diğerleri (1993) (+,*) Weinhold ve Rauch(1999) (+,*) Levine ve Renelt (1992) (+,_) Ihracat / Easterly ve Levine (1997)(?,_) GSMH Frankel ve Romer (1999)(+,*) Ithalat/GSMH Dollar ve Kraay (2003)(+,_) (Ihracat + Ithalat) / GSMH Alcala ve Ciccone (2004) (+,*) Rodrik ve baĢk. (2004)(+,_) Knight ve diğerleri (1993) (+,*) Krishna ve Mitra (1998) (+,*) Kim (2000) (+,*) Eğitim Azariadis ve Drazen (1990)(+,*) Barro (1991) (+,*) Knowles ve Owen (1995)(+,_) Genel Easterly ve Levine (1997a) (+,*) Krueger ve Lindahl (2001)(+,*) Bils ve Klenow (2000)(+,*) Bassanini ve Scarpetta(2001) Psacharopoulos(1994) (+,*) ilkokul Card (1999) (+,*) Bitirenler (%) Sachs ve Warner (1995) (+,_) Barro (1997) (-,_) 179 Ortaokul Barro (2001) (+,*) Bitirenler (%) Sachs and Warner (1995) (+,_) Lise Woodhall (1995) (+,*) Bitirenler (%) Güngör(1997) (+,*) Üniversite Barro and Lee (1994) (-,_) Bitirenler (%) Woodhall (1995) (+,*) 1.24. Veriler ve Analiz Ampirik çalıĢmalarda yatay-kesit ve panel verileri kullanılıyor. AraĢtırmacılar, yatay-kesit verileri kullanarak yüzlerce ülke için ekonomik büyümenin belirleyicileriyle ilgili regresyon analizi yapmıĢlardır (Barro ve Sala-i-Martin, 1992, 1999). Mevcut verilerin sınırlı olması, anlamlı bir sonuç almak için, birçok ülke üzerinde yoğunlaĢmayı gerekli kılmıĢtır. Bu nedenle birçok araĢtırma da yatay-kesit veriler tercih edilir. Yatay-kesit ve zaman serileri verilerini kullanarak regresyon analizi yapan sınırlı sayıda çalıĢma vardır (Crain ve Lee, 1999). Bu çalıĢmada Türkiye ile ilgili 1968-2005 yılları arasındaki veriler kullanılarak, sözkonusu dönemde ekonomik büyümede yaĢanan farklılığın kaynağı araĢtırılacaktır. BaĢka bir deyiĢle, bazı dönemlerde yüksek ekonomik büyüme yaĢanırken, bazı dönemlerde ise nisbeten düĢük ekonomik büyüme yaĢanmıĢtır. Ekonomik büyümede yaĢanan bu dalgalanmanın nedenleri ve ekonomik büyümeyi belirleyen değiĢkenler regresyon analizi ile irdelenecektir. Yukarıda açıklanan üç numaralı regresyon denkleminde, bağımlı değiĢken olan ekonomik büyüme ile bağımsız değiĢkenler arasında lineer bir iliĢkinin olduğu varsayıldığından, OLS (ordinary least-square) metodu ile tahmin edilebilir. OLS metoduyla tahmin edilen katsayı değerlerinin minimum 180 varyansa sahip ve en iyi tahmin ediciler olduğu (best linear unbaised estimate-BLUE) varsayılır. Regresyon analizinin sonucunun güvenilirliği, çoklu-bağlantılar ve otokorrelasyonun sorunlarının olup olmadığına bağlıdır. Bu iki ekonometrik problemin olması, regresyon sonucunun güvenilirliğini olumsuz etkilediğinden, sözkonusu sorunların tesbiti için gerekli testler yapılarak, sonuçları tartıĢılacaktır. Çoklu bağlantı problemi, bağımsız değiĢkenler arasında yüksek korelasyonun var olması durumunda ortaya çıkar. Bağımlı değiĢkenler ile bağımlı değiĢkenler arasında yüksek korelasyon beklenirken, bağımsız değiĢkenler arasında düĢük korelasyon beklenir. Bağımsız değiĢkenler arasında yüksek korelasyon olması durumunda, ilgili değiĢkenlerin bağımlı değiĢken üzerindeki marjinal etkilerini doğru olarak tesbit etmek güçleĢir. Bağımsız değiĢkenlerin katsayıları, olması gereken değerden daha yüksek olarak, regresyon sonucunda, tahmin edilir. Bu durum modelin bağımlı ve bağımsız değiĢkenler arasındaki iliĢkiyi doğru tahmin etme gücünü olumsuz etkiler. Regresyon analizinde, birbiriyle iliĢkili bağımsız değiĢkenler arasında çoklu bağlantı sorununun olması ihtimali yüksektir. Bu sorunun varlığı çeĢitli göstergelere bakılarak tesbit edilebilir. Regresyon modelinin sonucunda yüksek R2 olmasına rağmen, t istatistiğine göre veya p değerlerine göre sadece birkaç, istatistiki olarak, anlamlı değiĢken olursa, bu durum çoklu bağlantı (multicollinearity) probleminin varlığına iĢaret eder. BaĢka bir deyiĢle, çoklu bağlantı sorununun olması durumunda, yüksek R 2 değeri ve anlamlı F testi sonucuna rağmen, katsayıların çoğunluğu istatistiki olarak anlamsız bulunur. Çoklu bağlantı probleminin yol açtığı yüksek standard hata değerleri, herbir değiĢken için daha küçük t değerlerine ve daha yüksek p değerlerine yol açtığından, anlamlılık testlerinin sonuçlarını olumsuz etkiler. 181 Standard ekonometrik varsayımlara göre, çoklu bağlantı probleminin olması, değiĢken katsayılarının doğru tahmin gücünü azaltmakla beraber, sonuçlar da sapmaya yol açmaz. Bir diğer deyiĢle, çoklu bağlantı sorunu bir etkinlik (efficiency) sorunudur. Çoklu bağlantı probleminin olup olmadığını araĢtırmak için, Pearson korelasyon katsayısı, varyans enflasyon faktör (variance inflation faktor -VIF) analizi ve eigenvalue analizi kullanılmıĢtır. Bağımsız değiĢkenler arasındaki korelasyonu gösteren Pearson korelasyon katsayısı 1‟e yaklaĢtıkça, yüksek korelasyon olma ihtimali yüksektir. Çoklu bağlantı probleminin tesbiti için yalnızca pearson korelasyon katsayısına bakmak yeterli olmaz. VIF değeri 5‟ten yüksek olursa ve Eigenvalue Ģartlı indeks değeri 30‟dan büyük olursa çoklu bağlantı sorununun olabileceğine iĢaret eder. Bu çalıĢmadaki bütün regresyon modelleri için pearson katsayısı, VIF ve Eigenvalue değerleri hesaplanmıĢ ve modellerde çoklu bağlantı sorununun olmadığı tesbit edilmiĢtir. Ayrıca her bir model için hesaplanan F testi değerlerine göre modeller istatistiki olarak anlamlı çıkmıĢtır. BaĢka bir deyiĢle, her bir modelde kullanılan bağımsız değiĢkenlerin bütün olarak bağımlı değiĢkeni açıklayabildiği anlaĢılmıĢtır. Bir diğer önemli ekonometrik sorun olan otokorelasyon, hata teriminin birbiri ile bağlantılı olması durumunda ortaya çıkar. BaĢka bir deyiĢle, hata terimlerinde yüksek korelasyon olması, sözkonusu modelde otokorelasyon probleminin olduğunu gösterir. Özelikle zaman serileri verilerinin kullanıldığı regresyon analizlerinde otokorelasyon probleminin görülme olasılığı yüksektir. Otokorelasyonun olup olmadığını test etmek için Durbin-Watson d değeri kullanılır. Beklenen değerin çok altında bir Durbin-Watson d değeri pozitif otokorelasyonun, beklenen değerin çok üstünde bir d değeri ise negatif otokorelasyonun varlığını gösterir. Bütün regresyon modelleri için 182 Durbin-Watson d değerleri hesaplanmıĢ ve otokorelasyon probleminin olmadığı anlaĢılmıĢtır. Bu çalıĢmada yedi ayrı model ile Türkiye‟nin 1968-2005 yılları arasındaki ekonomik büyümesinin belirleyicileri araĢtırılacaktır. Yukarıda tartıĢılan 3 numaralı regresyon modeline enflasyon değiĢkeni de dahil edilerek, GSMH‟daki büyümenin belirleyicileri araĢtırılacaktır. Yedi modelin hepsinde, bağımlı değiĢken olarak reel GSMH‟nın logaritmik değeri yer alırken, bağımsız değiĢkenler bir derece farklılık gösterir. 1.25. Eğitimin Büyümeye Etkisini Ölçen Regresyon Modelleri Log GSMH = + 1 (Ozel SSY/GSMH) + 2 Eğitim + 3 Enflasyon Oranı + 4 (Ġhracat/GSMH) + 5 Ġstihdam ArtıĢı + e Bütün modellerde reel GSMH‟nın logaritması bağımlı değiĢken olarak, özel sabit sermaye yatırımlarının GSMH‟ya oranı (Ozel SSY/GSMH), eflasyon oranı, ihracatın GSMH‟ya oranı ve istihdamdaki artıĢ bağımsız değiĢkenler olarak yer alıyor. Sırasıyla ilkokulu, ortaokulu, liseyi ve üniversiteyi bitirenlerin yüzdesi eğitim değiĢkeni olarak kullanıldı herbir modelde. Bütün modeller için çoklu bağlantı ve otokorelasyon gibi problemler problemlerin varlığına iliĢkin testler uygulanmıĢ ve herhangi bir sorunun olmadığı anlaĢılmıĢtır. Modellerin lineer regresyon analizinde elde edilen beta katsayıları, t istatistikleri ve p değerleri Tablo 12‟de yer alıyor. Ġlkokulu bitirenlerin yüzdesinin eğitim değiĢkeni olarak kullanıldığı 1.modelde, yüzde 5‟lik anlamlılık düzeyinde, enflasyon beta katsayı istatistiki olarak anlamsız, sermaye, eğitim, dıĢ ticaret değiĢken ve istihdam değiĢkenlerinin katsayıları ise istatistiki olarak anlamlıdır. Ġstihdam artıĢı değiĢkeninin beta katsayısı negatif bir değere sahiptir. Bunun anlamı, diğer değiĢkenleri sabit tutuğumuzda, istihdamdaki bir birimlik artıĢ ekonomik büyümeyi negatif 183 etkiler. Regresyondaki değiĢken katsayıları, ilgili değiĢkenlerin bağımlı değiĢken üzerinde kısmi (partial) marjinal etkisini ölçtüğü için, iĢgücü katsayı değeri, sermaye değiĢkeninin sabit olduğu varsayımına dayanır. Ġstihdamdaki bir birim artıĢa rağmen sermaye sabit tutulduğunda, çalıĢan baĢına düĢen sermaye miktarı azalacağından, verimlilik düĢer ve ekonomik büyüme azalır. Ancak, hem sermaye hem de iĢgücündeki toplam artıĢın, yani ikisinin birlikte değiĢmesinin ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin pozitif olması beklenir. Enflasyon değiĢkeninin katsayısı pozitif çıkmıĢtır. Bu durum enflasyon ile ekonomik büyüme arasında doğrusal bir iliĢkinin olduğunu gösteriyor. BaĢka bir deyiĢle, sözkonusu değiĢken Türkiye‟de enflasyonist bir ekonomik büyümenin olduğuna iĢaret ediyor. Beklenildiği gibi, özel SSY‟da, ihracat ve ilkokulu bitirenlerin oranındaki bir artıĢ ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir iliĢki vardır. Ortaokul mezunları yüzdesinin kullanıldığı 2. modelde, eğitim katsayısı, birinci modeldekine göre, daha yüksek çıkmıĢtır. Ancak, enflasyon oranı ve istihdam değiĢkenleri anlamsız çıkmıĢtır. Lise mezunları yüzdesinin kullanıldığı 3. modelde, eğitim değiĢkeninin katsayısı birinci modelden daha yüksek, ancak ikinci modelden daha düĢüktür. DıĢ ticaret ve ihracat değiĢkenlerinin katsayısı istatistiki olarak anlamsızdır. Üniversite mezunları yüzdesinin eğitim değiĢkeni olarak kullanıldığı 4. modelde ise, eğitim katsayısı ikinci modelde olduğu gibi yüksek çıkmıĢtır. DıĢ ticaret, istihdam ve enflasyon değiĢkenlerinin katsayısı istatistiki olarak anlamsızdır. Bütün modellerin R2 değeri yüzde 93 ile yüzde 98 arasında değiĢiyor. Bu da modellerin genel olarak reel GSMH‟daki değiĢimi açıklama gücünün yüksek olduğunu gösteriyor. Bütün modelleri karĢılaĢtırdığımızda, R2 değerleri hemen aynı olduğu için, istatistiki olarak anlamlı olan en fazla sayıda değiĢkene sahip birinci modelin en etkin model olduğu görülüyor. Bu nedenle aĢağıda tartıĢılan diğer büyüme modellerinde eğitim değiĢkeni olarak ikokulu bitirenlerin oranı kullanılacaktır. 184 Tablo 12. Farklı Eğitim Değişkeniyle Büyüme Regresyonu Sonucu Standard Olmayan Katsayılar Standard Katsayılar Modeller 1 (Constant) 2 (R =0.93) Ozel_SSY / GSMH Enflasyon Orani Ihracat / GSMH Istihdam Artisi ilkokul Bitirenler (%) 2 (Constant) 2 (R =0.98) Ozel_SSY / GSMH Enflasyon Orani Ihracat / GSMH Istihdam Artisi Ortaokul Bitirenler (%) B 16.264 0.031 0.002 0.037 -0.023 Std. Hata 0.181 0.008 0.001 0.003 0.009 0.193 0.128 0.659 -0.111 T P Değeri 89.994 0.000 3.759 0.001 1.999 0.054 11.575 0.000 -2.389 0.023 0.018 0.004 0.333 4.765 0.000 16.859 0.013 0.000 0.007 -0.007 0.067 0.005 0.001 0.004 0.006 0.083 0.022 0.127 -0.032 251.612 2.744 0.594 2.006 -1.189 0.000 0.010 0.557 0.053 0.243 0.141 0.012 0.849 12.000 0.000 3 (Constant) 2 (R =0.96) Ozel_SSY / GSMH Enflasyon Orani Ihracat / GSMH Istihdam Artisi Lise Bitirenler (%) 17.012 0.017 0.002 0.000 -0.005 0.076 16.969 0.025 0.001 0.001 -0.004 0.099 0.007 0.001 0.007 0.008 0.011 0.105 0.007 0.001 0.007 0.009 0.155 0.090 0.025 -0.021 171.556 2.407 1.918 0.026 -0.596 7.061 161.208 3.397 1.570 0.185 -0.458 0.000 0.022 0.064 0.979 0.555 0.000 0.000 0.002 0.126 0.854 0.650 0.129 0.021 0.885 6.296 0.000 4 (Constant) 2 (R =0.95) Ozel_SSY / GSMH Enflasyon Orani Ihracat / GSMH Istihdam Artisi Üniversite Bitirenler (%) Bağımlı Değişken LogGSMH Beta 0.107 0.099 0.003 -0.025 0.910 185 1.26. Dış Ticaretin Büyümeye Etkisini Ölçen Regresyon Modelleri Log GSMH = + 1 (SSY/GSMH) + 2 Enflasyon Oranı + 3 DıĢ Ticaret + 4 Ġstihdam ArtıĢı + 4Ġlkokulu Bitirenler+ e DıĢ ticaret için üç farklı değiĢken kullanarak ekonomik büyüme üzerindeki etkisini ölçtük. Birinci modelde, ihracatın GSMH‟ya oranı, ikincide Ġthalatın GSMH‟ya oranı, üçüncüde ise ihracat ve ithalatın GSMH‟ya oranı kullanıldı. Tablo 13‟de gösterildiği gibi, birinci modelde yüzde 5 anlamlılık düzeyinden hemen hemen bütün değiĢkenlerin katsayıları anlamlı iken, ikinci ve üçüncü modellerde istihdam artıĢı değiĢkeninin katsayısı istatistiki olarak anlamsız çıkmıĢtır. Bu durumda, dıĢ ticaret değiĢkenlerinin katsayısı bütün modellerde anlamlı ve pozitif çıkmıĢtır. Ancak birinci modelin en çok anlamlı değiĢkene sahip olması ve birinci modeldeki dıĢ ticaret katsayı değerinin yüksek olması ihracatın ekonomik büyümeyi daha iyi açıkladığını gösteriyor. 186 Tablo 13. Dış Ticaretin Ekonomik Büyümeye Etkisini Ölçen Modeller Standard Olmayan Katsayılar Modeller 1 (Constant) (R2 =0.93) Ozel_SSY / GSMH Enflasyon Orani Ihracat / GSMH Istihdam Artisi ilkokul Bitirenler (%) 2 (Constant) (R2 =0.93) Ozel_SSY / GSMH Enflasyon Orani Istihdam Artisi ilkokul Bitirenler (%) Ithalat/GSMH 3 (Constant) (R2 =0.93) Ozel_SSY / GSMH Enflasyon Orani Istihdam Artisi ilkokul Bitirenler (%) (Ihracat + Ithalat) / GSMH Standard Katsayılar B 16.264 0.031 0.002 0.037 -0.023 Std. Hata 0.181 0.008 0.001 0.003 0.009 0.193 0.128 0.659 -0.111 T P Değeri 89.994 0.000 3.759 0.001 1.999 0.054 11.575 0.000 -2.389 0.023 0.018 0.004 0.333 4.765 0.000 16.329 0.023 0.003 -0.014 0.194 0.009 0.001 0.010 0.143 0.171 -0.071 84.068 2.620 2.451 -1.434 0.000 0.013 0.020 0.161 0.018 0.004 0.333 4.454 0.000 0.023 16.313 0.026 0.002 -0.018 0.002 0.184 0.008 0.001 0.009 0.651 0.163 0.158 -0.086 10.710 88.745 3.146 2.403 -1.847 0.000 0.000 0.004 0.022 0.074 0.018 0.004 0.326 4.590 0.000 0.015 0.001 0.660 11.430 0.000 Beta Bağımlı Değişken LogGSMH 1.27. Sermaya Yatırımlarının Büyümeye Etkisini Ölçen Regresyonlar Log GSMH = + 1 (SSY/GSMH) + 2 Enflasyon Oranı + 3 DıĢ Ticaret + 4 Ġstihdam ArtıĢı + 4Ġlkokulu Bitirenler+ e Bu sefer sabit sermaye yatırımlarının ekonomik büyümeye katkısı üç farklı değiĢken kullanılarak ölçüldü. Tablo 14‟de görüldüğü gibi, üç modelin katsayıları istatistiki olarak anlamlıdır. Özel sabit sermaye yatırımlarının kullanıldığı birinci modelde katsayı değerinin pozitif olması özel sabit 187 sermaye yatırımlarındaki artıĢın ekonomik büyümeyi olumlu etkilediğini gösteriyor. BaĢka bir deyiĢle, diğer Ģeyler sabit tutulduğunda, özel sabit sermaye yatırımlarının GSMH‟ya oranında yüzde 1‟lik artıĢ, GSMH‟yı yüzde 0.31 düzeyinde artırır. Ancak, ikinci modelde, kamu sabit sermaye yatırımlarındaki artıĢın ekonomik büyümeyi olumsuz etkilediği ortaya çıkmıĢtır. Bu da Türkiye‟de kamu yatırımlarının etkin olmadığı ve kaynak israfına yol açarak ekonomik büyümeye olumsuz etkide bulunduğunu gösteriyor. Üçüncü modelde, toplam sabit sermaye yatırımları kullanıldığında, katsayı tekrar pozitif olmuĢtur. Üç model de yüksek R 2 değerine sahiptir. Tablo 14. Sermaye Yatırımlarının Büyümeye Etkisini Ölçen Modelin Değişken Katsayıları Standard Olmayan Katsayılar Modeller 1 (Constant) (R2 =0.93) Ozel_SSY / GSMH Enflasyon Orani Ihracat / GSMH Istihdam Artisi ilkokul Bitirenler (%) 2 (Constant) (R2 =0.92) Enflasyon Orani Istihdam Artisi ilkokul Bitirenler (%) Ihracat / GSMH kamu SSY / GSMH 3 (R2 =0.93) (Constant) Enflasyon Orani Istihdam Artisi ilkokul Bitirenler (%) Ihracat / GSMH Toplam SSY / GSMH Standard Katsayılar B 16.264 0.031 0.002 0.037 -0.023 Std. Hata 0.181 0.008 0.001 0.003 0.009 0.193 0.128 0.659 -0.111 T P Değeri 89.994 0.000 3.759 0.001 1.999 0.054 11.575 0.000 -2.389 0.023 0.018 0.004 0.333 4.765 0.000 16.824 0.002 -0.026 0.187 0.001 0.011 0.152 -0.126 90.156 2.057 -2.377 0.000 0.048 0.024 0.023 0.005 0.432 4.819 0.000 0.029 -0.040 16.129 0.003 -0.020 0.005 0.020 0.236 0.001 0.010 0.519 -0.142 0.174 -0.100 6.069 -2.025 68.486 2.666 -2.014 0.000 0.051 0.000 0.012 0.052 0.014 0.004 0.267 3.384 0.002 0.042 0.004 0.750 10.520 0.000 0.031 0.010 0.188 2.994 0.005 Bağımlı Değişken LogGSMH Beta 188 Türkiye‟nin ekonomik büyümesini etkileyen değiĢkenleri belirlemek için oluĢturduğumuz ekonometrik modellerin bulguları ile bir önceki bölümde tartıĢılan Solow Büyüme Muhasebesi yönteminin bulguları arasında Ģu parallelikler dikkati çekiyor: Birincisi, GeniĢletilmiĢ Solow Modeli eğitimin ekonomik büyümeyi yüzde 10 ile 30 arasında etkilediğini gösterirken, regresyon analizinde kullanılan dört faklı eğitim değiĢkeni de eğitimle ekonomik büyüme arasında pozitif iliĢki olduğunu göstermiĢtir. Ġkincisi, Solow büyüme modeline göre dıĢa açık ekonomik politikanın takip edildiği 1980 sonrasında TFV artmıĢtır, regresyon analizi de dıĢ ticaret artıĢının (özelikle ihracat artıĢının) ekonomik büyüme üzerinde pozitif etkide bulunduğunu göstermiĢtir. Üçüncüsü, Solow büyüme modeli sermaye artıĢının büyümenin önemli bir belirleyeni olduğunu ortaya çıkarırken, regresyon analizi de özel sabit sermaye yatırımlarınındaki artıĢın ekonomik büyümeyi artırdığını ortaya koymuĢtur. SONUÇ VE ÖNERİLER Türkiye‟nin global dünyanın GÜ‟leri arasında yerini alması ve Avrupa ile ekonomik entegrasyonu gerçekleĢtirmesi ekonomisinin büyüme dinamiklerini anlamaktan geçer. Bu açıdan uzun dönemde ekonomik büyümeyi belirleyen sermaye, iĢgücü ve toplam faktör verimliliği gibi değiĢkenlerin etkilerini anlamak son derece önemlidir. Daha da ötesi, sektörel seviyede verimlilikle ilgili araĢtırmalar yapılmıĢ olmasına rağmen, makro boyutta son derece sınırlı birkaç araĢtırma yapılmıĢtır. Bu çalıĢmada, 1968-2005 döneminde, makro boyutta, Türkiye ekonomisinin büyüme kaynakları, Solow büyüme muhasebesi ve büyüme regresyonu modelleriyle incelenmiĢtir. Bu çalıĢma sonucunda ulaĢılan temel bulgular aĢağıdaki Ģekilde özetlenebilir: 1968 ile 1972 arasında iĢgücünün toplam milli gelirden payı yüzde 36 ile yüzde 38 arasında seyrederken, 1973-1979 arasında iĢgücünün milli gelir payı yüzde 40‟lara yükselmiĢtir. 1980 sonrasında uygulanan istikrar programı ile iĢgücü ücretlerinde yaĢanan reel kayıp, iĢgücünün milli gelir payını önce düĢürmüĢ, ancak 1993‟e geldiğinde yüzde 56 seviyesine yükselmiĢtir. ĠĢgücünün milli gelirden aldığı pay 1990‟larda yükselmesine rağmen, GÜ‟lerde yüzde 70‟lerde seyreden oranın gerisinde kalmıĢtır. Sermayenin milli gelir payı 1980 öncesinde yüzde 60 dolayında seyrederken, 1980-1987 arasında yüzde 65‟lere çıkmıĢ, ancak sonraki yıllarda düĢüĢ trendi yaĢayarak yüzde 40‟lara düĢmüĢtür. Yapılan sermaye stoğu tahminlerine göre, ikinci ve üçüncü kalkınma dönemlerinde sermaye stokunda yüksek bir artıĢ yaĢanırken, sonraki yıllarda 1984‟e kadar devam eden bir düĢüĢ olmuĢtur. 1984‟ten sonra 190 sermaye stoğu tekrar artıĢ göstermiĢ, ancak 1990‟ların sonunda baĢgösteren ekonomik krizle beraber, bu artıĢ hızında önemli bir düĢüĢ yaĢanmıĢtır. 1968-1972 yıllarında sabit sermaye stokundaki artıĢ GSMH‟yı yüzde 3.5 oranında artırmıĢtır. Bu da aynı dönemde gerçekleĢen yıllık yüzde 6.33 oranındaki ekonomik büyümenin yarısından fazlasına denk gelir. 1973-1977 yıllarında bu katkı yüzde 5.77 seviyesine çıkmıĢtır. Ekonomik krizin yaĢandığı 1978-1982 döneminde, sermayenin katkısı yüzde 3.27‟ye düĢmüĢtür. 1983-1987 yılları arasında bu düĢüĢ devam etmiĢ ve sermayenin katkısı yüzde 2.52 ile sınırlı kalmıĢtır. 1988-1992 ile 1993-1997 dönemlerinde bir artıĢ yaĢanmıĢ ve sermaye stokundaki artıĢın GSMH‟ya katkısı sırasıyla yüzde 2.63 ve 2.93 olarak gerçekleĢmiĢtir. 1998-2005 yılları arasında ise sermayenin katkısı yüzde 1.2‟ye düĢmüĢtür. Kısacası, ekonominin dıĢa kapalı olduğu dönemde sabit sermaye stokundaki artıĢ ekonomik büyümeyi belirlerken, ekonominin dıĢa açılmasıyla iĢgücünün niceliksel ve niteliksel artıĢı ekonomik büyümeye nisbi olarak daha fazla katkıda bulunmuĢtur. ĠĢgücündeki niceliksel artıĢın GSMH‟nın büyümesine yıllık katkısı, 1968-1972 yılları arasında yüzde 1.65, 1973-1977 yıllarında yüzde 1.95 olarak gerçekleĢmiĢtir. Ekonomik ve politik kriz yıllarını kapsayan 1978-1982 döneminde, iĢgücünün katkısı yüzde 1.23‟e düĢmüĢtür. 1983-1987 yıllarında bu oran yüzde 2.07 ve 1988-1992 yıllarında ise yüzde 2.18 seviyesine çıkmıĢtır. 1993-1997 yıllarında iĢgücünün katkısı en yüksek oran yüzde 3.79‟a çıkmıĢtır. Ekonomik krizin etkisiyle bu artıĢ devam edememiĢ ve 1998-2002 yıllarında yüzde 0.74‟e düĢmüĢtür. Tek parti iktidarıyla sağlanan ekonomik istikrar sayesinde, 2003-2005 yılları arasında, iĢgücünün katkısı yeniden 191 artarak yüzde 1.13 seviyesine çıkmıĢtır. Kısacası, dıĢa kapalı ekonomik politikanın takip edildiği dönemde iĢgücünün ekonomik büyümeye katkısı yıllık ortalama yüzde 1.61 iken, dıĢa açık ekonomi politikaların takip edildiği 1982 sonrasında bu katkı yüzde 2.06‟ya yükselmiĢtir. Bu çalıĢmanın bir baĢka özgün tarafı makro ölçekte iĢgücündeki niteliksel artıĢı eğitim indeksindeki artıĢla ölçerek ekonomik büyümeye katkısını hesaplamıĢ olmasıdır. Eğitimdeki artıĢın ekonomik büyümeyi açıklama gücü 1968-1987 yıllarında yüzde 8.55 iken, aynı oran 19881994 ve 1995-2002 yıllarında önemli bir artıĢ göstererek sırasıyla yüzde 16.7 ve 30‟a çıkmıĢtır. 1988 sonrasında, eğitimin ekonomik büyümeyi açıklama gücü, istihdamdaki niceliksel artıĢın açıklayıcılık gücünden daha fazladır. Kısacası, 1980‟lerden sonra, çalıĢanların eğitim seviyesindeki artıĢ, sermayeden sonra, ekonomik büyümeyi açıklayan en önemli değiĢken olmuĢtur. Bu çalıĢmada iĢgücünün niteliksel değiĢimini dikkate almayan basit Solow modeli ve değiĢimi hesaba katan geniĢletilmiĢ Solow modeline göre TFV hesaplanmıĢtır. Elde edilen bulgulara göre, eğitimin katkısı dikkate alınmadan hesaplanan TFV‟nin abartılı olduğu ortaya çıkmıĢtır. Örneğin, eğitim etkisi dikkate alınmadığında, TFV 19881997 yılları arasında pozitif iken, eğitimin etkisi hesaplandığında TFV aynı dönem için negatif olmuĢtur. BeĢer yıllık dönemler itibariyle bakıldığında, politik ve ekonomik krizlerin yaĢandığı, 1978-1982 ve 1998-2002 yılları dıĢında TFV‟nin negatif olarak gerçekleĢmiĢtir. Ekonominin dıĢa kapalı olduğu dönemde TFV‟nin ekonomik büyümeye katkısı 0.95 iken, ekonominin dıĢa açılmasıyla bu katkı artarak yüzde 1.61‟e çıkmıĢtır. Kısacası, ekonominin dıĢa açılması rekabeti artırarak kaynakların daha verimli kullanılmasını sağlamıĢtır. Ancak GÜ‟lerle 192 kıyaslandığında Türkiye‟nin TFV‟nin çok düĢük olduğu dikkati çekmiĢtir. Bu çalıĢmada elde ettiğimiz TFV değerleriyle beĢinci bölümde tartıĢılan altı ayrı çalıĢmanın bulguları arasında önemli paralelliklerin yanı-sıra, en az bu paralelikler kadar önemli bazı farklılıklar da ortaya çıkmıĢtır. GeliĢmiĢ OECD ülkelerinde TFV ekonomik büyümenin en önemli bir belirleyecisi iken, Türkiye‟de TFV çok marjinal kalmıĢtır. Bu farklılık sosyo-psikolojik ve politik faktörler; kültürel ve psiko-ekonomik faktörler; girdi darboğazlarının varlığı ve derecesi; para/döviz krizleri baĢta olmak üzere her tür ciddi finansal sarsıntının varlığı ve derecesi ve daha genel olarak ülke ekonomisi hakkında yaygın olan orta vadeli beklentilerin iyimserlik veya kötümserlik derecesi gibi birçok değiĢkenlere bağlıdır. Ekonomik büyümenin kaynaklarıyla ilgili yapılan regresyon analizinin bulguları, enflasyon, özel sabit sermaye yatırımları ve eğitimdeki artıĢ ile ekonomik büyüme arasında doğrusal bir iliĢkinin olduğunu göstermiĢtir. Kamu sabit sermaye yatırımlarının ekonomik büyüme üzerinde negatif etkisi olduğu ortaya çıkmıĢtır. Bu da kamu yatırımlarında kaynak israfı olduğuna iĢaret eder. DıĢ ticaret hacminin ve özelikle ihracat artıĢının ekonomik büyümeye olumlu katkıda bulunduğu anlaĢılmıĢtır. Kısacası, regresyon analizinin bulguları ile Solow büyüme muhasebesi yönteminin bulguları büyük ölçüde örtüĢmüĢtür. Her iki modelde eğitimdeki artıĢın ekonomik büyümeyi pozitif etkilediğini, özel sabit sermaye yatırımlarının ekonomik büyümeye önemli katkıda bulunduğunu ve TFV‟nin ekonominin dıĢa açılmasıyla artıĢ gösterdiğini ortaya koymuĢtur. 193 Kısacası, yukarıda özetlenen bulgular Türkiye ekonomisinin uzun dönem büyüme dinamiklerinin daha iyi anlaĢılması ve yüksek ekonomik büyümenin sağlanması için Ģunların yapılmasını önemli kılıyor: Makro ölçekte ekonomik büyümenin kaynaklarını araĢtıran çalıĢmaların çok sınırlı olması bu konuyla ilgili verilerin eksikliğinden kaynaklanmaktır. Bu nedenle, DPT veya TÜĠK tarafından sermaye stoğu ile ilgili verilerin yayımlanması büyük bir öneme sahiptir. BaĢta ABD olmak üzere, GÜ‟lerde Solow büyüme muhasebesi yöntemi ile ekonomik büyümenin kaynakları devlet tarafından hesaplanıp her yıl yayımlanıyor. Türkiye‟de TÜĠK veya DPT‟nin benzer bir çalıĢmayı yapması ekonomik büyümenin kaynaklarını anlamak ve ona göre politikalar geliĢtirmek açısından önemlidir. Bu çalıĢmanın bulgularına göre eğitim seviyesindeki artıĢ TFV‟ni artırarak ekonomik büyüme üzerinde önemli katkıda bulunmuĢtur. Bu nedenle, hükümet, eğitim harcamalarını artırarak, TFV‟ni ve ekonomik büyümeyi destekleyici politikalar takip etmelidir. 194 KAYNAKÇA ABRAMOVITZ, MOSES "1956" "Resource and Output Trends in the U. S. Since 1870". American Economic Review, XXXXVI 2: 5-23. ACEMOGLU, DARON "2000" "Technical Change Inequality, and the Labor Market". NBER Working Paper Series,July, no.7800. ACEMOĞLU, DARON , SIMON JOHNSON ve JAMES A. ROBINSON "2002" "Reversal of Fortune: Geography and Institutions in the Making of the Modern World Income Distribution". Quarterly Journal of Economics, 118,1231-1294. ACEMOĞLU, DARON, SIMON JOHNSON ve JAMES ROBINSON "2004" "Institutions as the Fundamental Cause of Long-Run Growth". NBER Working Paper, No. 1048. ACEMOĞLU, DARON ve baĢk. "2003" "Institutional Causes, Macroeconomic Symptoms: Volatility, Crises and Growth". Journal of Monetary Economics, 50,1: 49-123 ALCALA, F. ve A. CICCONE "2004" "Trade and Productivity". Quarterly Journal of Economics, 119,2: 613-646. AUTOR, DAVID;, LAWRENCE F.; KATZ ve ALAN B KRUEGER "1998" "Computing Inequality: Have Computers Changed the Labor Market?" Quarterly Journal of Economics,November 1998. AYDOGUS, OSMAN "1993" "Turkiye Imalat Sanayiinde Ithal Ikamesi, Ihracat Artisi ve Toplam Faktor Verimliligi Iliskileri:1971-1988". ODTU Gelisme Dergisi, 20(4): 453-473. AYRES, ROBERT U. ve BENJAMIN WARR "2005" "Accounting for Growth: the Role of Physical Work". Structural Change and Economic Dynamics, 16: 181–209 AZARIADIS, C. ve A. DRAZEN "1990" "Threshold Externalities in Economic Development". Quarterly Journal of Economics, 105,2: 501-526. BAHMANI-OSKOOEE, MOHSEN ve ILKER DOMAC "1995" "Export Growth and Economic Growth in Turkey: Evidence from cointegration analysis". METU Studies In Development, 22(1): 67-77. BARDHAN, P 2000. The Nature of Institutional Impediments to Economic Development. . In M. O. a. S. Kahkonen (Ed.), A Not-so-dismal Science: Oxford, OUP. BARKAI, HAIM 195 "1986" "Ricardo's Volte-Face on Machinery". The Journal of Political Economy, 94,3: 595-613. BARRO, ROBERT J. "1991" "Economic Growth in a Cross Section of Countries". The Quarterly Journal of Economics, CVI,2. BARRO, ROBERT J. "1995" "Technological Diffussion, Convergence,and Growth". NBER Working Paper Series: 1-45. BARRO, ROBERT J. "1996a" "Democracy and Growth". Journal of Economic Growth, 1,1: 1-27. BARRO, ROBERT J. "1996b" "Determinants of Economic Growth: A Cross-Country Empirical Study". NBER Working Paper,5698: 71. BARRO, ROBERT J. 1997. Determinants of Economic Growth. Cambridge: MIT Press. BARRO, ROBERT J. "1998" "Notes on Growth Accounting". NBER Working Paper Series, Working Paper,6654. BARRO, ROBERT J. "2001" "Economic Growth and Education". OECD Economics Department Working Paper No. 281: 1-48. BARRO, ROBERT J. ve JONG-WHA LEE "1994" "Sources of Economic Growth (with commentary)". Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy, 40: 1-57. BARRO, ROBERT J. ve JONG-WHA LEE "2001" "International Data on Educational Attainment: Updates and Implications". Oxford Economic Papers, LIII, 3: 541 (523 pages). BARRO, ROBERT J. ve X. SALA-I-MARTIN "1992" "Convergence". Journal of Political Economy, C: 223-251. BARRO, ROBERT J. ve X. SALA-I-MARTIN 1999. Economic Growth. Cambridge, Mass.: MIT Press. BARRO, ROBERT J. ve X. SALA-I-MARTIN 2004. Economic Growth. Cambridge, Mass.: MIT Press. BASSANINI, ANDREA ve STEFANO SCARPETTA "2001" "Does Human Capital Matter for Growth in OECD countries? Evidence from Pooled Mean-group Estimates". OECD Economics Department Working Paper No.282. BAUMOL, WILLIAM J. 196 "1986" "Productivity Growth, Convergence, and Welfare: What The LongRun Data Show". American Economic Review, LXXVI: 1072(1014). BAYAR, GUZIN "2002" "Effects of Foreign Trade Liberalization on the Productivity of Industrial Sectors in Turkey". Russian & East European Finance and Trade, XXXVIII,5: 46 (26 pages). BECKER, GARY S "1962" "Investment in Human Capital: A Theoretical Analyses". Journal of Political Economy 70. BECKER, GARY S, EDWARD L. GLAESER ve KEVIN M. MURPHY "1999" "Population and Economic Growth ". The American Economic Review, 89,2: 145-149. BENTOLILA, SAMUEL ve GILLES SAINT-PAULY "2003" "Explaining Movements in the Labor Share". Contributions to Macroeconomics, 3,1. BERKOWITZ, DANIEL, KATHARINA PISTOR ve JEAN-FRANCOIS RICHARD "2003" "Economic Development, Legality, and the Transplant Effect". European Economic Review, 47,1: 165-195. BILS, M. ve P. KLENOW "2000" "Does Schooling Cause Growth?" American Economic Review, 90,5: 1160-1183. BLOMSTROM, M. , R. LIPSEY ve M. ZEJAN "1996" "Is Fixed Investment the Key to Growth?" Quarterly Journal of Economics, 111,1: 269-276. BORATAV, KORKUT, OKTAR TUREL ve ERINC YELDAN "1996" "Dilemmas of Structural Adjustment and Environmental Policies Under Instability: Post-1980 Turkey". World Development, XXIV,2: 373 (322 pages). BOSWORTH, BARRY P., SUSAN M. COLLINS ve YU-CHIN CHEN. 1995. Accounting for Difference in Economic Growth: Brookings Discussion Papers in International Economics. BRUNO, M. ve W. EASTERLY "1998" "Inflation Crises and Long-Run Growth". Journal of Monetary Economics, 41,1: 3-26. BUREAU OF LABOR STATISTICS. (2004a). Multifactor Productivity. 2 Ağustos 2004, tarihinde http://www.bls.gov/mfp/ sitesinden alınmıştır. BUREAU OF LABOR STATISTICS. (2004b). Multifactor Productivity Trends, 2001. 2 Ağustos 2004, tarihinde http://www.bls.gov/mfp/prod3.pdf sitesinden alınmıştır. ÇAKMAN, KEMAL "1996" "Toprak, Tarım, Nüfus". 197 Ekonomik Yaklaşım, XXII: 23-48. CARD, DAVID. (Ed.). 1999. The Causal Effects of Schooling on Earnings. Amsterdam, North Holland. CARNOY, MARTIN (Ed.). 1995. Education and Technological Change (Second Edition ed.): Pergamon. CASELLI, F., G. ESQUIVEL ve F. LEFORT "1996" "Reopening the Convergence Debate: A New Look at Cross Country Growth Empirics". Journal of Economic Growth, 1,3: 363-389. ÇAVUġOGLU, NEVIN. 2001. How Important Is Technology Transfer for Productivity Growth? A Causal Model for Turkey Usung LISREL. Ankara: METU,(Yayınlanmamış Doktora Tezi) ÇEÇEN, A. AYDIN, S. SUUT DOĞRUEL ve FATMA DOĞRUEL "1994" "Economic Growth and Structural Change in Turkey 1960-88". International Journal of Middle East Studies, XXVI,1: 37-56. CELASUN, MERIH. 1983. Sources of Industrial Growth and Structural Change The Case of Turkey (No. World Bank Staff Working Papers No.614). Washington, D.C.: The World Bank. CHENERY, HOLLIS B., SHERMAN ROBINSON ve MOISES SYRQUIN 1986. Industrialization and Growth. New York: Oxford University Press. COBB, CHARLES W. ve PAUL H. DOUGLAS "1928" "A Theory of Production". The American Economic Review, Vol. 18, No. 1, Supplement, Papers and Proceedings of the Fortieth Annual Meeting of the American Economic Association: 139-165. CORREA, H. "1970" "Source of Economic Growth in Latin America". Southern Economic Journal, 37,1: 17-31. CRAFTS, N. "1996" "The First Industrial Revolution: A Guided Tour for Growth Economists". American Economic Review, 86,2: 197-201. CRAIN, W.M. ve K.J. LEE "1999" "Economic growth regressions for the American states: A sensitivity analysis". Economic Inquiry, 37, pp.242-257. DE LONG, J. BRADFORD ve LAWRENCE H. SUMMERS "1993" "How Strongly Do Developing Economies Benefit from Equipment Investment?" Journal of Monetary Economics, XXII,3: 395-416. 198 DENISON, EDWARD F. "1962" "Education, Economic Growth, and Gaps in Information". The Journal of Political Economy, LXX,5: 124-128. DENISON, EDWARD F. "1964" "Capital Theory and the Rate of Return". The American Economic Review, LIV, 5 721-725. DENISON, EDWARD F. "1967" "Sources of Postwar Growth in Nine Western Countries". The American Economic Review, XVII,2: 325-332. DENISON, EDWARD F. "1968" "Embodied Technical Change and Productivity in the United States 1929-1958". The Review of Economics and Statistics, L, 2: 291. DENISON, EDWARD F. "1969" "The Contribution of Education to the Quality of Labor: Comment". The American Economic Review, LIX,5: 935-943. DENISON, EDWARD F. 1974. Accounting For United States Economic Growth 1929-1969. Washington, D.C.: The Brookings Institution. DENISON, EDWARD F. 1979. Accounting for Slower Economic Growth. Washington, D.C.: The Brookings Institution. DENISON, EDWARD F. "1980" "A General View of Capital Formation and Economic Growth The Contribution of Capital to Economic Growth". The American Economic Review, LXX, 2: 220-224. DENISON, EDWARD F. "1983" "The Interruption of Productivity Growth in the United States". The Economic Journal, XCIII,369: 56-77. DENISON, EDWARD F. 1985. Trends in American Economic Growth, 1929-1982. Washington, D.C.: The Brookings Institution. DOLLAR, D. ve A. KRAAY "2003" "Institutions, Trade and Growth: Revisiting the Evidence". Journal of Monetary Economics, 50,1: 133-162. DOMAR, EVSEY D. "1946" "Capital Expansion, Rate of Growth, and Employment". Econometrica, XIV,2: 137-147. EASTERLY, W. ve R. LEVINE "1997" "Africa's Growth Tragedy: Policies and Ethnic Divisions". Quarterly Journal of Economics, 112,4: 1203-1250. EHRLICH, ISAAC ve FRANCIS LUI 199 "1997" "The Problem of Population and Growth: A Review of the Literature from Malthus to Contemporary Models of Endogenous Population and Endogenous Growth". Journal of Economic Dynamics and Control, XXI,1: 205-242. FEASEL, ED, YONGBEOM KIM ve STEPHEN C. SMITH "2001" "A VAR Approach to Growth Empirics: Korea". Review of Development Economics, 5,3: 421-432. FRANKEL, J. ve D. ROMER "1999" "Does Trade Cause Growth?" American Economic Review, 89,3: 379-399. FREEMAN, RICHARD B. "2000" "Single Peaked vs. Diversified Capitalism: The Relation Between Economic Institutions and Outcomes". NBER Working Paper No. W7556. GALLUP, JOHN LUKE, JEFFREY SACHS ve ANDREW D. MELLINGER. (1998). Geography and Economic Growth, Annual Bank Conference on Development Economics. Washington, D.C. GALOR, O. . 2005. From Stagnation to Growth: Unified Growth Theory. In P. a. D. Aghion, S.N. (Ed.), Handbook of Economic Growth, (Vol. 1A, pp. 171-285). Amsterdam: Elsevier. GALOR, O. ve O. MOAV "2002" "Natural Selection and the Origin of Economic Growth". Quarterly Journal of Economics, 117: 1133-1192. GALOR, O. ve D.N. WEIL "2000" "Population, Technology and Growth: From the Malthusian regime to the Demographic Transition". American Economic Review, 110: 806-828. GESKE, DIJKSTRA A. "2000" "Trade Liberalization and Industrial Development in Latin America". World Development, XXVIII,9: 1567 (1516 pages). GRILICHES, ZVI "1997" "Education, Human Capital, and Growth: A Personal Perspective". Journal of Labor Economics, XV,1: 330-S344. GÜNGÖR, NIL DEMET "1997" "Education and Economic Growth in Turkey 1980-1990 : A Panel Study". METU Studies In Development, XXIV,2. GYLFASON, T. "2001" "Natural Resources, Education, and Economic Development". European Economic Review 45: 847-859. GYLFASON, THORVALDUR 200 1999. Principles of Economic Growth: Oxford ; New York Oxford University Press (UK),. HANSEN, G. ve E. PRESCOTT "2002" "Malthus to Solow ". American Economic Review, 92: 1205- 1217. HANUSHEK, ERIC A. ve DENNIS D. KIMKO "2000" "Articles - Schooling, Labor-Force Quality, and the Growth of Nations". The American Economic Review, XC,5: 1184 (1125 pages) HARROD, ROBERT F. "1939" "An Essay in Dynamic Theory". The Economic Journal, XXXXIX,193: 14-33. HEJAZI, WALID ve A. EDWARD SAFARIAN "1999" "Trade, Foreign Direct Investment, and RD Spillover". Journal of International Business Studies, XXX,3: 491 (422 pages). ISLAM, NAZRUL "1995" "Growth Empirics: A Panel Data Approach". The Quarterly Journal of Economics, CXX,4: 1127 (1144 pages). ISMIHAN, MUSTAFA, AYSIT TANSEL ve KIVILCIM METIN-OZCAN. (2002). Macroeconomic Instability, Capital Accumulation and Growth: The Case of Turkey 1963-1999, Working Paper: Department of Economics, Bilkent University. JONES, CHARLES I. "1995" "Time series tests of endogenous growth models". The Quarterly Journal of Economics, 110,2. JORGENSON, DALE W. "1988" "Productivity and Postwar U.S. Economic Growth (in Symposium: The Slowdown in Productivity Growth)". The Journal of Economic Perspectives, II,4: 23-41. JORGENSON, DALE W. ve ZVI GRILICHES "1967" "The Explanation of Productivity Change". Review of Economics Studies, 34,99: 249-280. JUHN, CHINHUI; , KEVIN M.; MURPHY ve BROOKS PIECE "1993" "Wage Inequality and the Rise in Return to Skill". Journal of Political Economy, vol.101.no.3. KASLIWAL, PERI 1995. Development Economics. Cincinnati, Ohio: South-Western Publisher. KENDRICK, J.W. "1956" "Productivity Trends: Capital and Labour". Review of Economics and Statistics,May. KIM, E. 201 "2000" "Trade Liberalization and Productivity Growth in Korean Manufacturing Industries: Price Protection, Market Power, and Scale Efficiency". Journal of Development Economics, LII,1: 55 (30 pages). KIM, JONG-IL ve LAWRENCE J. LAU "1996" "The Sources of Asian Pacific Economic Growth". The Canadian Journal of Economics II: 448. KNACK, S. ve P. KEEFER "1995" "Institutions and Economic Performance: Cross-Country Tests Using Alternative Institutional Measures". Economics and Politics, 7,3: 207-227. KNACK, S. ve P. KEEFER "1997" "Does Social Capital Have an Economic Payoff? A Cross-Country Investigation". Quarterly Journal of Economics, 112(4) 1251-1288. KNIGHT, MALCOLM , NORMAN LOAYZA ve DELANO VILLANUEVA "1993" "Testing the Neoclassical Theory of Economic Growth - A Panel Data Approach". IMF Staff Papers, XXXX,3. KNOWLES, S. ve P. OWEN "1995" "Health Capital and Cross-Country Variation in Income per Capita in the Mankiw-Romer-Weil Model". Economics Letters, 48,1: 99-106. KNOWLES, STEPHEN ve P. DORIAN OWEN "1997" "Education and Health in an Effective-Labour Empirical Growth Model". The Economic Record, LXXIII,223: 314 (315 pages). KOPITS, GEORGE. 1987. Structural Reform, Stabilization, and Growth in Turkey (No. Occasional Paper 52). Washington, D.C.: IMF. KRISHNA, PRAVIN ve DEVASHISH MITRA "1998" "Trade Liberalization, Market Discipline and Productivity Growth: New Evidence from India". Journal of Development Economics, LVI,2: 447. KRUEGER, A. ve M. LINDAHL "2001" "Education for Growth: Why and for Whom". Journal of Economic Literature, 39,4: 1101-1136. KRUEGER, ANNE O. "1987" "The Importance of Economic Policy in Development: Contrasts Between Korea and Turkey". NBER Working Paper Series,2195. KRUEGER, ANNE O. ve BARAN TUNCER 202 "1980" "Microeconomic Aspects of Productivity Growth Under Import Substitutions: Turkey". NBER Working Paper Series,532. KRUGMAN, PAUL "1994" "The Myth of Asia's M'racle". Foreign Affairs, 73: 62-78. LA PORTA, R. ve baĢk. "1997" "Trust in Large Organisations". American Economic Review 87: 333-338. LAGERLOF, N. "2003a" "From Malthus to Modern Growth: The Three Regimes Revisited". International Economic Review 44: 755-777. LAGERLOF, N. "2003b" "Gender Equality and Long-Run Growth". Journal of Economic Growth, 8,403-426. LANDES, D. S. 1999. The Wealth and Poerty of Nations : Why Some Are So Rich and Some So Poor. London, Abacus: W. W. Norton & Company LEE, MAW-LIN, BEN-CHIEH LIU ve PING WANG "1994" "Growth and Equity with Endogenous Human Capital: Taiwan's Economic Miracle Revisited". Southern Economic Journal, LXI,2: 435-445. LEVINE, ROSS ve DAVID RENELT "1992" "A Sensitivity Analysis of Cross-Country Growth Regressions". The American Economic Review, 82,4: 942-963. LIN, SHUANGLIN "1997" "Education and Economic Development: Evidence from China". Comparative Economic Studies, XXXIX,3-4: 66-86. LUCAS, ROBERT E., JR. "1988" "On the Mechanics of Economic Development". Journal of Monetary Economics, XXII,1. LYNCH, T. ve baĢk. "2003" "Comparison of Florida Metropolitan Statistical Areas (MSAs) Using the Metropolitan New Economy Index". Applied Research and Economic Development, 1,1. MADDISON, A "1987" "Growth and Slowdown in Advanced Capitalist Economies". Journal of Economic Literature, 2: 649-698. MANKIW, N. GREGORY "1995" "The Growth of Nations". Brookings Papers on Economic Activity, V,1: 275 MANKIW, N. GREGORY, DAVID ROMER ve DAVID N. WEIL "1992" "A Contribution to the Empirics of Economic Growth". 203 The Quarterly Journal of Economics, VII: 407-438 MARAġLIOĞLU, H. ve A. TIKTIK. 1991. Turkiye Ekonomisinde Sektorel Gelismeler: Uretim\ Sermaye Birikimi ve Istihdam: 1968-1988 (No. 2271). Ankara: DPT. MCMAHON, W. "1984" "The Relation of Education and R&D to Productivity Growth". Economics of Education Review, 3,4: 299-313. METIN-ÖZCAN, K., E. VOYVODA ve A. E. YELDAN "2001" "Dynamics of Macroeconomic Adjustment in a Globalized Economy: Growth, Accumulation and Distribution, Turkey 1969-1999". Canadian Journal of Development Studies, XXII,1: 219-254. METIN-ÖZCAN, KIVILCIM, EBRU VOYVODA ve ERINÇ YELDAN "2002" "The Impact of the Liberalization Program on the Price-Cost Margin and Investment of Turkey's Manufacturing Sector After 1980". Russian & East European Finance and Trade, XXXVIII,5. MINCER, J. "1962" "On the Job Training: Costs, Returns, and Some Implications". Journal of Political Economy. MOTLEY, B. "1998" "Growth and Inflation: A Cross-Country Study". FRBSF Economic Review, 1. NORTH, D. . 1993. The Ultimate Sources of Economic Growth. In B. Szirmai (Ed.), Explaining Economic Growth. Netherlands: Elsevier. NORTH, DOUGLASS C. ve ROBERT P. THOMAS 1973. The Rise of the Western World: A New Economic History. Cambridge UK: Cambridge University Press. O'NEILL, DONAL "1995" "Education and Income Growth: Implications for Cross-Country Inequality". The Journal of Political Economy,, CIII,6: 1289-1301. O‟ROURKE, K.H. ve J.G. WILLIAMSON "1995" "Around the European Periphery 1870-1913: Globalization, Schooling and Growth". Working Paper, 5392, National Bureau of Economic Research, Cambridge, Massachusetts. OCAMPO, JOSE ANTONIO ve LANCE TAYLOR "1998" "Trade Liberalisation in Developing Economies: Modest Benefits but Problems with Productivity Growth, Macro Prices, and Income Distribution". The Economic Journal CVIII,450: 1523-1546. OZMUCUR, SULEYMAN 204 "1996" "Yeni Milli Gelir Serisi ve Gelirin Fonksiyonel Dagilimi, 1968-1994". ODTU Gelisme Dergisi, 23,1: 85-27. PACK, HOWARD "1994" ""Endogenous Growth Theory: Intellectual Appeal and Empirical Shortcomings"". The journal of Economic Perspectives VIII,1: 55-72. PARK, W. ve J. GINARTE "1997" "Intellectual Property Rights and Economic Growth". Contemporary Economic Policy, XV: 51-61. PSACHAROPOULOS, GEORGE "1994" "Returns to Investment in Education: A Global Update". World Development, XXII,9: 1325-1343. PYO, H. K. "2001" "Economic Growth in Korea (1911-1999)". Seoul Journal of Economics, XIV,1. RAZIN, A. "1977" "Economic Growth and Education: New Evidence". Economic Development and Cultural Change, 28,Winter: 97-104. ROBELO, S. "1991" "Long Run Policy Analysis and Long Run Growth". Journal of Political Economy, XCIV,5: 1002-1037. RODRIK, D., A. SUBRAMANIAN ve F. TREBBI "2004" "Institutions Rule: The Primacy of Institutions Over Geography and Integration in Economic Development,". Journal of Economic Growth, 9,2: 131-165. RODRIK, DANI "1990" "Premature Liberalization, Incomplete Stabilization: The Ozal Decade In Turkey". NBER Working Paper Series,3300. RODRIK, DANI "2000" "Institutions for High-Quality Growth: What they are and How to Acquire Them". NBER Working Papers,7540. ROMER, PAUL M. "1986" "Increasing Returns and Long-Run Growth". Journal of Political Economy, XCIV,5: 1002-1037. ROMER, PAUL M. "1987" "Growth Based on Increasing Returns Due to Specialization". American Economic Retiew, LXXVII,2: 56-62. ROMER, PAUL M. "1990" "Endogenous Technical Change". Journal of Political Economy, XCVIII: 71-102. ROMER, PAUL M. 205 "1994" "The Origins of Endogenous Growth". Journal of Economic Perspectives, VIII,1: 3-22. ROMER, PAUL M. "1996" "Why Indeed in America? Theory, History and the Origins of Modern Economic Growth". American Economic Review,86: 202-206. SACHS, JEFFREY D. ve ANDREW M. WARNER "1995" "Natural Resource Abundance and Economic Growth". NBER Working Papers # 5398. SALA-I-MARTIN, X. "1997a" "I Just Ran 2 Million Regressions". American Economic Review, 87,2: 178-183. SALA-I-MARTIN, X. "1997b" "I Just Ran 4 Million Regressions". National Bureau of Economic Research Working Paper no. 6252. SAREL, MICHAEL "1997" "Growth and Productivity in ASEAN Countries". IMF Working Paper. SAYGILI, SEREF, CENGIZ CIHAN ve HASAN YURTOGLU "2001a" "Productivity and Growth in OECD Countries: An Assesment of the Determinants of Productivity". Yapi Kredi Econimic Review, 12,2. SAYGILI, SEREF, CENGIZ CIHAN ve HASAN YURTOGLU "2001b" "Verimlilik ve Büyüme: Turkiye Ekonomisi Icin Ulke Karsilastirmali Bir Analiz". Sayistay Dergisi,43. SAYGILI, SEREF, CENGIZ CIHAN ve HASAN YURTOGLU. 2002. Turkiye Ekonomisinde Sermaye Birikimi, Büyüme ve Verimililik: 19722000 (No. 2665). Ankara: DPT. SAYGILI, SEREF, CENGIZ CIHAN ve HASAN YURTOGLU. 2005. Turkiye Ekonomisinde Sermaye Birikimi, Büyüme ve Verimililik: 19722003, Uluslararası Karşılaştırma ve AB'ye Yakınsama Süreci (2014) Ankara: TÜSĠAD ve DPT. SENHADJI, ABDELHAK. 1999. Sources of economic growth: an extensite growth accounting exercise: IMF Working Paper. SKAGGS, NEIL T. "1999" "Adam Smith on Growth and Credit - Too Weak a Connection?" Journal of Economic Studies XXVI,6: 481-496. SMITH, ADAM 1976. The Wealth of Nations. Indianapolis: Liberty Classics. SOLOW, ROBERT "1956a" "A Contribution to the Theory of Economic Growth". 206 The Quarterly Journal of Economics, LXX,1: 65-94. SOLOW, ROBERT "1956b" "The Production Function and the Theory of Capital". The Review of Economic Studies, XXIII,2: 101-108. SOLOW, ROBERT "1957" "Technical Change and the Aggregate Production Function". The Review of Economics and Statistics, XXXIX,3: 312-320. STIROH, KEVIN J. (2000). What Drives Productivity Growth? On Working Paper, Federal Reserve Bank of New York. SWAN, TREVOR W. "1956" "Economic Growth and Capital Accumulation". Economic Record, XXXII: 334–361. TAMURA, R.F. "2002" "Human Capital and the Switch From Agriculture to Industry". Journal of Economic Dynamics and Control, 27: 207-242. TANSEL, AYSIT. 1997. Economic Growth and Convergence: An Application to the Provinces of Turkey, 1975-1995. Paper presented at the First Annual ERC / METU Conference on Economics, Ankara. TANSEL, AYSIT "1998" "Determinants of School Attainment of Boys and Girls in Turkey". Economic Growth Center Discussion Paper No.789, Yale University. TANSEL, AYSIT "2002" "Economic Development and Female Labor Force Participation in Turkey: Time Series Evidence and Cross Province Estimates". ERC Working Papers, METU. TELLĠ, ÇAĞATAY, EBRU VOYVODA VE ERĠNÇ YELDAN "2006" “Modelling General Equilibrium for Socially Responsible Macroeconomics: Seeking for the Alternatives to Fight Jobless Growth in Turkey”. Metu Studies in Development, February 2006. TEMPLE, JONATHAN ve PAUL A. JOHNSON "1998" "Social Capability and Economic Growth". The Quarterly Journal of Economics, 113,965-990. TUGRUL, TEMEL, AYSIT TANSEL ve PETER J. ALBERSEN "1999" "Convergence and Spatial Patterns in Labor Productivity: Nonparametric Estimation for Turkey". Journal of Regional Analysis and Policy, XXVI,3-4: 453-472. ÜNSAL, ERDAL 2007. İktisadi Büyüme. Ankara: Ġmaj Yayıncılık. URATA, S. ve K. YOKOTA "1994" "Trade Liberalization and Productivity Growth in Thailand". The Developing economies. 32, no. 4: 444. 207 UYGUR, ERCAN. 1990. Policy, Productivity, Growth and Employment in Turkey 960-1989 and Prospects for the 1990s (MIES Special Topic Study). Geneva: International Labor Organization. UYGUR, ERCAN. 1991. Policy, Productivity, Growth and Employment in Turkey 960-1989 and Prospects for the 1990s (MIES Special Topic Study). Geneva: International Labor Organization. UYGUR, ERCAN. 1993. Liberalization and Economic Performance in Turkey. Paper presented at the United Nations Conference on the Trade and Development, Discussion Paper. VENTURE, JAUME. 2005. A Global View of Economic Growth. In P. A. a. S. N. Durlauf (Ed.), Handbook of Economic Growth (Vol. 1B): Elsevier VOYVODA, EBRU ve A. ERINÇ YELDAN "2001" "Patterns of Productivity Growth and the Wage Cycle in Turkish Manufacturing". International Review of Applied Economics XV,4: 375-396. VOYVODA, EBRU ve A. ERINÇ YELDAN "2005" "IMF Programmes, Fiscal Policy and Growth: Investigation of Macroeconomic Alternatives in an OLG Model of Growth for Turkey". Comparative Economic Studies 47: 41–79 VOYVODA, EBRU ve ERINÇ YELDAN. "2006" Macroeconomics of Twin-Targeting in Turkey: A General Equilibrium Analysis. 15 Kasım 2007, tarihinde http://www.bilkent.edu.tr/~yeldane/econmodel/Voyvoda&Yeldan_AltITTurkey_2006.pdf sitesinden alınmıştır. WEINHOLD, DIANA ve JAMES E. RAUCH "1999" "Openness, Specialization, and Productivity Growth in less Developed Countries". The Canadian Journal of Economics, XXXII,4. WOODHALL, M. (Ed.). 1995. International Encyclopedia of Economics of Education (Second ed.): Pergamon. YALÇIN, CĠHAN. 2000. Price-Cost Margins And Trade Liberalization In Turkish Manufacturing Industry: A Panel Data Analysis: TC Merkez Bankasi. YENTÜRK, NURHAN "1996" "Impacts of Capital Inflows on Saving and Investment: a Comparison of Turkey and Latin American Countries". METU Studies In Development, XXIII,1: 151-169. YILDIRIM, ERHAN 208 "1989" "Total Factor Productivity Growth in Turkish Manufacturing Industry Between 1963-1983: An Analysis". METU Studies In Development, 16(3-4): 65-96. YOUNG, ALWYN "1995" "The Tyranny of Numbers: Confronting the Statistical Realities of the East Asian Growth Experience". Quarterly Journal of Economics, CX,3: 641-680. 209 EKLER EK-TABLO 1. GAYRĠ SAFĠ MĠLLĠ HASILA (GSMH) MĠLYAR TL. YÜZDE DEĞĠġME CARĠ FĠY. 1987 FĠY. CARĠ FĠY. 1987 FĠY. 1967 148 29,657 11.0 4.2 1968 164 31,635 10.9 6.7 1969 183 33,003 11.9 4.3 1970 208 34,469 13.3 4.4 1971 261 36,897 25.6 7.0 1972 314 40,279 20.3 9.2 1973 399 42,255 27.0 4.9 1974 538 43,633 34.7 3.3 1975 691 46,275 28.5 6.1 1976 868 50,438 25.6 9.0 1977 1,108 51,944 27.7 3.0 1978 1,646 52,582 48.5 1.2 1979 2,877 52,324 74.8 -0.5 1980 5,303 50,870 84.4 -2.8 1981 8,023 53,317 51.3 4.8 1982 10,612 54,963 32.3 3.1 1983 13,933 57,279 31.3 4.2 1984 22,168 61,350 59.1 7.1 1985 35,350 63,989 59.5 4.3 1986 51,185 68,315 44.8 6.8 1987 75,019 75,019 46.6 9.8 1988 129,175 76,108 72.2 1.5 1989 230,370 77,347 78.3 1.6 1990 397,178 84,592 72.4 9.4 1991 634,393 84,887 59.7 0.3 1992 1,103,605 90,323 74.0 6.4 1993 1,997,323 97,677 81.0 8.1 1994 3,887,903 91,733 94.7 -6.1 1995 7,854,887 99,028 102.0 8.0 1996 14,978,067 106,080 90.7 7.1 1997 29,393,262 114,874 96.2 8.3 1998 53,518,332 119,303 82.1 3.9 1999 78,282,967 112,044 46.3 -6.1 2000 125,596,129 119,144 60.4 6.3 2001 176,483,953 107,783 40.5 -9.5 2002 273,463,168 116,165 55.0 7.8 KAYNAK: DİE, DPT (1) 1950-1967 YILLARI İÇİN GSMH RAKAMLARI, 1968=100 BAZLI MİLLİ GELİR ARTIŞ HIZLARI KULLANILMIŞTIR. (2)TAHMİN 210 EK-TABLO 2. SEKTÖREL DAĞILIMDAKĠ DEĞĠġĠM YILLAR TARIM SANAYĠ HIZMETLER TOPLAM 1968 33.5 17.8 48.7 100 1969 31.7 19.1 49.2 100 1970 31.2 18.5 50.2 100 1971 30.7 18.9 50.5 100 1972 28.4 19.1 52.5 100 1973 25.0 20.3 54.7 100 1974 25.7 21.1 53.1 100 1975 25.0 21.7 53.2 100 1976 24.6 21.7 53.7 100 1977 23.4 22.6 54.0 100 1978 23.8 23.0 53.2 100 1979 23.9 22.1 54.0 100 1980 24.8 22.0 53.1 100 1981 23.3 22.9 53.8 100 1982 23.3 23.3 53.4 100 1983 22.1 23.8 54.1 100 1984 20.7 24.4 54.8 100 1985 19.8 24.9 55.3 100 1986 19.4 25.9 54.7 100 1987 17.7 25.7 56.6 100 1988 18.9 25.8 55.4 100 1989 17.2 26.5 56.3 100 1990 16.8 26.4 56.9 100 1991 16.6 27.0 56.5 100 1992 16.2 26.9 56.9 100 1993 14.8 26.9 58.3 100 1994 15.7 27.0 57.3 100 1995 14.8 28.0 57.2 100 1996 14.4 28.0 57.6 100 1997 13.0 28.6 58.4 100 1998 13.6 28.1 58.4 100 1999 13.7 28.4 57.9 100 2000 13.4 28.3 58.3 100 2001 13.8 29.0 57.2 100 2002 13.8 29.4 56.9 100 Kaynak: DĠE ve DPT 211 EK-TABLO 3. SEKTÖREL BÜYÜME HIZLARI VE GSMH BÜYÜME HIZLARI TARIM SANAYĠ HĠZMETLER 1968 1.5 11.1 7.9 1969(1) -1.2 12.1 4.8 1970 2.8 1.3 4.3 1971 5.2 9.0 4.5 1972 1.1 10.4 10.3 1973 -7.8 11.9 6.4 1974 6.3 7.3 4.5 1975 3.1 9.1 8.5 1976 7.0 9.0 12.9 1977 -1.9 6.9 4.4 1978 2.8 3.4 0.1 1979 0.0 -4.4 0.8 1980 1.1 -3.3 -3.7 1981 -1.9 9.2 6.2 1982 3.1 4.9 3.2 1983 -0.9 6.3 7.0 1984 0.5 9.9 7.9 1985 -0.5 6.2 5.1 1986 4.6 11.1 6.0 1987 0.4 9.1 12.9 1988 7.8 1.8 0.5 1989 -7.6 4.6 0.9 1990 6.8 8.6 10.3 1991 -0.9 2.7 0.6 1992 4.3 5.9 6.5 1993 -1.3 8.2 10.7 1994 -0.7 -5.7 -6.6 1995 2.0 12.1 6.3 1996 4.4 7.1 7.6 1997 -2.3 10.4 8.6 1998 8.4 2.0 2.4 1999 -5.0 -5.0 -4.5 2000 3.9 6.0 8.9 2001 -6.5 -7.5 -7.7 2002 7.1 9.4 7.2 KAYNAK : DİE, DPT GSMH 6.7 4.3 4.4 7.0 9.2 4.9 3.3 6.1 9.0 3.0 1.2 -0.5 -2.8 4.8 3.1 4.2 7.1 4.3 6.8 9.8 1.5 1.6 9.4 0.3 6.4 8.1 -6.1 8.0 7.1 8.3 3.9 -6.1 6.3 -9.5 7.8 (1) 1969 YILINDAN İTİBAREN DİE YENİ MİLLİ GELİR SERİSİ KULLANILMIŞTIR. 212 EK-TABLO 4. EKONOMĠK VE EĞĠTĠM DEĞĠġKENLERĠ ilkokul Ortaokul GSMH SSY / Kamu SSY Ozel_SSY Ortalama Bitirenler Bitirenler Enflasyon YIllar (%) GSMH / GSMH / GSMH Eğitim Yılı (%) (%) Oranı 1968 7 19.50 6.80 12.70 2 23 2.60 3.20 1969 4 20.90 7.00 13.90 2 24 2.80 7.20 1970 4 21.80 6.90 14.80 2 36 2.60 6.70 1971 7 20.20 6.20 14.00 2 38 2.90 15.90 1972 9 22.40 6.40 16.00 2 40 3.10 18.00 1973 5 22.20 6.30 15.90 2 42 3.40 20.50 1974 3 20.80 6.50 14.30 2 44 3.60 29.90 1975 6 22.60 8.00 14.60 2 46 3.80 10.10 1976 9 25.70 8.90 16.80 2 46 4.00 15.60 1977 3 27.20 10.00 17.00 2 47 4.20 24.10 1978 1 24.60 8.40 16.20 2 47 4.40 52.60 1979 0 21.60 7.90 13.60 3 47 4.60 63.90 1980 -3 21.80 8.70 13.10 3 48 4.80 107.20 1981 5 19.80 9.00 10.80 3 49 5.00 36.80 1982 3 19.20 8.20 11.00 3 50 5.30 25.20 1983 4 20.10 8.70 11.40 3 52 5.50 30.60 1984 7 19.30 8.00 11.30 3 53 5.70 52.00 1985 4 20.10 9.20 11.00 3 56 6.10 40.00 1986 7 22.80 10.20 12.60 3 54 6.10 26.70 1987 10 24.60 10.00 14.70 4 53 6.30 39.00 1988 1 26.10 8.90 17.30 4 53 6.60 70.40 1989 2 22.40 7.50 14.90 4 54 7.10 64.00 1990 9 22.60 7.00 15.70 4 55 7.40 52.30 1991 0 23.70 7.50 16.20 4 56 7.20 55.30 1992 6 23.40 7.40 16.00 4 56 7.70 62.10 1993 8 26.30 7.20 19.10 4 57 8.10 58.40 1994 -6 24.50 4.90 19.60 4 57 7.90 120.70 1995 8 24.00 4.20 19.80 5 55 9.30 88.50 1996 7 25.10 5.10 20.00 5 55 9.10 74.60 1997 8 26.30 6.10 20.20 5 56 9.50 81.00 1998 4 24.30 6.30 18.10 5 55 10.20 70.20 1999 -6 22.10 6.60 15.50 5 55 10.10 53.80 2000 6 22.80 6.80 15.90 5 53 9.70 52.60 2001 -10 19.00 6.40 12.60 5 52 9.80 62.30 2002 8 17.40 6.30 11.00 5 51 10.40 49.60 2003 5 4.85 11.25 18.4 2004 10 4.19 14.17 9.3 2005 8 5.02 15.05 7.7 Kaynak: DİE ve DPT 213 EK-TABLO 4 (Devamı). EKONOMĠK VE EĞĠTĠM DEĞĠġKENLERĠ (Ġhracat + Ġhracat / Ġthalat/ Ġstihdam ArtıĢı YIllar Ġthalat) / GSMH GSMH GSMH (%) 1968 7 2.8 4.2 2 1969 7 2.7 3.9 1 1970 8 3.1 5.0 2 1971 11 3.9 6.8 2 1972 11 4.0 7.1 3 1973 12 4.7 7.5 2 1974 14 4.0 9.9 2 1975 13 3.0 10.0 1 1976 13 3.7 9.5 1 1977 12 2.9 9.4 3 1978 10 3.4 6.9 1 1979 9 2.8 6.2 1 1980 16 4.3 11.5 1 1981 19 6.6 12.5 1 1982 23 8.9 13.8 1 1983 25 9.5 15.2 1 1984 30 12.1 18.2 2 1985 29 11.9 17.0 2 1986 25 9.9 14.8 2 1987 28 11.9 16.4 2 1988 29 12.9 15.8 -3 1989 26 10.8 14.7 3 1990 23 8.6 14.8 2 1991 23 9.1 14.1 3 1992 24 9.4 14.6 0 1993 25 8.7 16.6 -5 1994 32 13.9 17.8 7 1995 34 12.9 21.4 3 1996 37 12.9 24.2 2 1997 39 13.6 25.3 0 1998 35 13.1 22.2 3 1999 36 14.3 22.0 3 2000 43 14.3 28.2 -4 2001 49 21.1 28.0 5 2002 49 20.0 28.7 -1 Kaynak: DİE ve DPT 214 EK-TABLO 5. TOPLAM İHRACAT (ALTIN HARİÇ) İHR / GSMH MİLYON $ ENDEKS (%) MİLYON $ ENDEKS İTH / GSMH DIŞ TİCARET (%) AÇIĞI / GSMH % 1950 1960 1970 1980 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 263 321 589 2,910 5,728 7,134 7,958 7,457 10,190 11,662 11,625 12,959 13,594 14,715 15,345 100 122 223 1,105 2,175 2,708 3,021 2,831 3,869 4,427 4,413 4,920 5,161 5,586 5,826 7.1 3.5 4.3 4.2 9.2 11.7 11.7 9.8 11.6 12.8 10.7 8.5 8.9 9.2 8.4 286 468 948 7,909 9,235 10,757 11,343 11,105 14,158 14,335 15,792 22,302 21,047 22,871 29,428 100 146 295 2,466 2,880 3,354 3,537 3,463 4,415 4,470 4,924 6,954 6,563 7,132 9,176 7.7 4.5 7.0 11.3 14.8 17.7 16.6 14.5 16.1 15.8 14.5 14.6 13.8 14.2 16.2 0.6 1.0 2.7 6.6 4.8 4.8 4.4 4.0 3.7 2.0 3.9 6.3 4.8 5.1 7.8 1994 18,109 6,875 13.8 23,270 7,256 17.7 3.2 1995 21,636 8,214 12.6 35,709 11,135 20.8 7.7 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 23,225 26,261 26,973 26,588 27,775 31,334 36,059 47,252 63,167 73,476 8,817 9,970 10,240 10,094 10,545 11,896 13,690 17,939 23,981 27,895 12.6 13.5 13.1 14.2 13.8 21.7 19.8 43,627 48,559 45,921 40,671 54,503 40,410 50,146 69,339 97,539 116,774 13,604 15,141 14,319 12,682 16,995 12,601 15,636 21,621 30,414 36,412 23.6 25.0 22.3 21.7 27.1 27.9 27.6 5.7 7.9 6.9 5.6 11.1 3.1 4.6 KAYNAK: DPT, DİE 215 EK-TABLO 6. SABĠT SERMAYE YATIRIMLARI KAMU 1967 1968 1969 1970 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 Milyar TL (1990 Fiy.) 262958.0 274629.5 288823.4 305517.4 326691.0 344546.8 373759,5 404011,0 444025,1 494218,1 545108,7 588888,7 627930,9 658192,2 684042,2 706912,1 728795,3 749881,5 777580,4 811830,2 851600,0 890623,2 930531,8 979386,1 1026792,7 1077101,1 1148449,5 1200617,2 1259252,6 1328889,3 1413109,7 1489586,3 1526706,4 1599668.3 1619375.3 1634141.1 1658430.5 1712688.9 1786070.2 KAYNAK:DPT,DİE (%) 4.4 5.2 5.8 6.9 5.5 8.48 8.09 9.90 11.30 10.30 8.03 6.63 4.82 3.93 3.34 3.10 2.89 3.69 4.40 4.90 4.58 4.48 5.25 4.84 4.90 6.62 4.54 4.88 5.53 6.34 5.41 2.49 4.78 1.23 0.91 1.49 3.27 4.28 1963 Fiy. 22 25 28 31 31 35 37 36 45 56 61 54 50 45 46 47 49 49 59 76 86 93 86 99 106 113 145 119 125 142 162 160 139 150 108 120 123 157 184 ÖZEL KAMU / TOPLA ÖZEL / M TOPLAM 1998 fiy. 2,577,183 2,958,624 3,254,941 3,053,195 3,587,877 4,016,391 4,221,461 5,246,864 6,315,022 6,497,376 5,947,024 5,644,694 4,987,271 4,821,496 4,787,565 4,908,741 5,013,536 5,804,274 6,574,929 7,246,651 7,306,456 7,485,393 8,566,969 8,634,000 9,126,273 11,327,255 9,653,442 10,501,851 11,796,830 13,468,499 13,022,212 11,237,857 12,877,192 8,902,352 8,549,100 9,465,486 12,250,166 14,200,100 9 11 13 14 16 20 25 35 55 77 111 138 228 462 723 869 1,213 1,777 3,236 5,222 7,480 11,451 17,346 27,684 47,585 81,295 143,977 192,052 328,577 763,421 1,782,699 3,359,435 5,172,830 8,602,103 11,300,047 17,320,079 17,288,000 17,977,000 24,444,000 18 21 26 31 36 50 63 77 101 146 190 266 392 694 865 1,165 1,586 2,507 3,879 6,449 11,017 22,324 34,276 62,208 102,571 177,111 381,529 760,270 1,553,648 2,994,391 5,945,673 9,662,778 12,156,009 19,971,790 22,170,344 30,150,416 40,136,000 60,805,000 73,244,000 33.7 34.9 33.3 31.9 30.8 28.5 28.3 31.3 35.3 34.7 36.7 34.2 36.8 40.0 45.5 42.7 43.3 41.5 45.5 44.7 40.4 33.9 33.6 30.8 31.7 31.5 27.4 20.2 17.5 20.3 23.1 25.8 29.9 30.1 33.8 36.5 30.1 22.8 25.0 66.3 65.1 66.7 68.1 69.2 71.5 71.7 68.7 64.7 65.3 63.3 65.8 63.2 60.0 54.5 57.3 56.7 58.5 54.5 55.3 59.6 66.1 66.4 69.2 68.3 68.5 72.6 79.8 82.5 79.7 76.9 74.2 70.1 69.9 66.2 63.5 69.9 77.2 75.0 216 EK-TABLO 7. TOPLAM NÜFUS VE ĠSTĠHDAM Faal Toplam Nüfus Nüfus (TN) (FN) FN/TN İstihdam İstihdam/FN 1960 27755 12993 47 11945 92 1965 31391 13557 43 12761 94 1970 35605 14052 39 13768 98 1975 40348 16045 40 15169 95 1980 44737 17215 38 16523 96 1985 50664 19206 38 17547 91 1990 56473 22085 39 18539 84 2000 67804 25997 38 20579 79 2005 71,611 24,565 34 22,046 90 Kaynak: DPT ve TÜİK 217 EK-TABLO 8. ĠKTĠSADĠ FAALĠYET KOLUNA GÖRE ĠSTĠHDAM EDĠLENLER [15+yaĢ] (Bin) Yıl Toplam TARIM SANAYI HIZMETLER 1967 1968 1969 1970 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 KAYNAK: DPT, # 13 174 13 396 13 537 13 768 14 011 14 405 14 679 14 985 15 169 15 380 15 873 16 085 16 320 16 523 16 664 16 837 17 004 17 260 17 547 17 865 18 268 17 754 18 220 18 539 19 023 19 086 18 048 19 401 19 894 20 387 20 361 20 871 21 413 20 579 21 524 21 324 21 147 21 791 22 046 DİE Endeks 108 110 111 113 115 118 120 123 124 126 130 132 134 135 136 138 139 141 144 146 150 145 149 152 156 156 148 159 163 167 167 171 175 168 176 175 173 178 180 % 1.7 1.1 1.7 1.8 2.8 1.9 2.1 1.2 1.4 3.2 1.3 1.5 1.2 0.9 1.0 1.0 1.5 1.7 1.8 2.3 -2.8 2.6 1.8 2.6 0.3 -5.4 7.5 2.5 2.5 -0.1 2.5 2.6 -3.9 4.6 -0.9 -0.8 3.0 1.2 # 8 976 8 946 8 881 8 835 8 930 9 025 9 017 9 009 9 001 8 917 8 984 8 976 8 968 8 960 8 953 8 924 8 895 8 866 8 837 8 813 8 786 8 249 8 639 8 691 9 094 8 526 7 608 8 450 8 634 8 736 8 299 8 461 8 872 7 103 8 089 7 458 7,165 7,400 6,493 % 68 67 66 64 64 63 61 60 59 58 57 56 55 54 54 53 52 51 50 49 48 46 47 47 48 45 42 44 43 43 41 41 41 35 38 35 34 34 29 # 1 357 1 416 1 458 1 573 1 626 1 776 1 898 2 061 2 088 2 141 2 336 2 338 2 371 2 391 2 401 2 476 2 552 2 612 2 723 2 771 2 847 2 806 2 847 2 845 2 872 3 081 2 871 3 212 3 218 3 400 3 625 3 638 3 580 3 738 3 734 3 954 3 846 3 987 4 084 % 10 11 11 11 12 12 13 14 14 14 15 15 15 14 14 15 15 15 16 16 16 16 16 15 15 16 16 17 16 17 18 17 17 18 17 19 18 18 19 # 2 841 3 034 3 198 3 360 3 455 3 604 3 764 3 915 4 080 4 322 4 553 4 771 4 981 5 172 5 310 5 437 5 557 5 782 5 987 6 281 6 635 6 699 6 735 7 004 7 057 7 479 7 569 7 739 8 043 8 252 8 438 8 772 8 962 9 738 8 551 8984 11,063 11,439 10,625 % 22 23 24 24 25 25 26 26 27 28 29 30 31 31 32 32 33 33 34 35 36 38 37 38 37 39 42 40 40 40 41 42 42 47 40 42 52 52 48 218 EK-TABLO 9.CĠNSĠYET VE FAALĠYET KOLLARINA GÖRE ĠKTĠSADEN FAAL NÜFUSUN PAYI [15 ve daha yukarı yaĢdaki nüfus] A. Toplam B. Erkek C. Kadın % Mali Toptan ve kurum lar, Toplum Ziraat, perakende UlaĢtırm sigorta, a, taşınm az hizm etleri, Ġyi avcılık, Madenticaret,haberleĢm m allara e ait işler sosyal ve tanım lanSayım orm ancılık, cilik Elektrik, lokanta ve ve kurum ları, kişisel m am ıĢ yılı ve balıkcılık ve taĢ gaz ve oteller depolam ayardım cı iş hizm etler faaliyetler cinsiyet ocakcılığı Ġm alat ve su hizm etleri 1965 A 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 1970 1975 1980 1985 1990 B 62 50 99 92 98 99 95 98 - 88 90 C 38 50 1 8 2 1 5 2 - 12 10 A 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 B 63 49 97 78 94 98 96 96 79 89 83 C 37 51 3 22 6 2 4 4 21 11 17 A 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 B 65 53 99 83 89 99 94 96 76 85 73 C 35 47 1 17 11 1 6 4 24 15 27 A 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 B 64 47 99 85 94 99 95 95 74 85 76 C 36 53 1 15 6 1 5 5 26 15 24 A 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 B 64 47 99 85 95 99 94 95 75 84 88 C 36 53 1 15 5 1 6 5 25 16 12 A 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 B 65 45 99 80 93 99 93 95 72 83 86 C 35 55 1 20 7 1 7 5 28 17 14 2000 (1) A 100 100 100 2005 100 100 100 100 100 100 100 100 B 64 47 99 85 95 99 94 95 75 84 88 C 36 53 1 15 5 1 6 5 25 16 12 A 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 B 74 55 98 80 93 98 87 94 73 71 C 26 45 3 20 8 2 13 6 27 29 KAYNAK: DPT, DİE (1) 12 ve daha yukarı yaĢtaki nüfus 219 EK-TABLO 10. EĞĠTĠM DURUMLARINA GÖRE ĠSTĠHDAM EDĠLENLER [15+yaĢ] Yüksekokul veya Eğitimi Olmayanlar Fakülte Lise altı eğitim % % % 1960 22521.0 81.1 119.0 0.4 1965 23883.0 76.1 171.0 0.5 6792.0 21.6 1970 8520.0 56.4 219.0 1.4 5783.0 38.2 1975 7725.0 44.4 287.0 1.7 8586.0 49.4 1980 7126.0 37.1 750.0 3.9 10057.0 52.3 1985 6016.0 28.6 822.0 3.9 12963.0 61.6 1990 4267.0 23.0 987.0 5.3 11554.0 62.3 1995 3062.0 15.4 1305.0 6.6 12837.0 64.5 2000 2455.0 11.9 1836.0 8.9 12856.0 62.5 2001 2399.0 11.8 1901.0 9.3 12590.0 61.8 2002 2142.0 10.6 2064.0 10.2 12433.0 61.3 2003 1493.0 7.1 2333.0 11.0 13351.0 63.1 2004 1480.0 6.7 2241.0 10.3 13957.0 64.0 2005 1265.0 5.7 2540.0 11.5 13740.0 62.3 Kaynak: DİE ve DPT 1965 yılı verileri toplam nüfusu gösterirken, 1970 sonrası çalışan nüfusun eğitim gösterir. lise ve dengi meslek % 545.0 472.0 733.0 1266.0 1773.0 1731.0 2690.0 3433.0 3480.0 3649.0 3971 4113 4501 1.7 3.1 4.2 6.6 8.4 9.3 13.5 16.7 17.1 18.0 18.8 18.9 20.4 seviyesine gore dağılımını 1988 yılından sonraki yıllara göre veriler DIE'den alındı. Diğer yıllar her beş yılda bir yapılan sayım sonuçlarına göre interpolation yöntemiyle hesaplandı. 220 EK-TABLO 11. ĠġGÜCÜ, SERMAYE, EĞĠTĠM VE TFV'NĠN EKONOMĠK BÜYÜMEYE K 1968 1969 1970 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 GSMH IĢgücünün ĠĢgücü ĠĢgücünün Semayenin Sermaye Sermaye Sermaye Payı Faktörü Katkısı Payı Faktörü Katkısı ve ĠĢgücü (%) (%) (%) (%) (%) (%) 6.67 36.33 1.69 0.61 63.67 4.44 2.83 3.44 4.32 36.35 1.05 0.38 63.65 5.17 3.29 3.67 4.44 37.39 1.71 0.64 62.61 5.78 3.62 4.26 7.05 37.68 1.76 0.67 62.32 6.93 4.32 4.98 9.17 37.26 2.81 1.05 62.74 5.47 3.43 4.48 4.91 42.38 1.90 0.81 57.62 8.48 4.89 5.69 3.26 38.07 2.08 0.79 61.93 8.09 5.01 5.80 6.06 37.14 1.23 0.46 62.86 9.90 6.22 6.68 9.00 40.51 1.39 0.56 59.49 11.30 6.72 7.29 2.99 41.84 3.21 1.34 58.16 10.30 5.99 7.33 1.23 44.12 1.34 0.59 55.88 8.03 4.49 5.08 -0.49 41.29 1.46 0.60 58.71 6.63 3.89 4.50 -2.78 36.75 1.24 0.46 63.25 4.82 3.05 3.51 4.81 37.14 0.85 0.32 62.86 3.93 2.47 2.79 3.09 35.22 1.04 0.37 64.78 3.34 2.16 2.53 4.21 34.26 0.99 0.34 65.74 3.10 2.04 2.38 7.11 31.59 1.51 0.48 68.41 2.89 1.98 2.45 4.30 32.38 1.66 0.54 67.62 3.69 2.50 3.03 6.76 35.22 1.81 0.64 64.78 4.40 2.85 3.49 9.81 34.89 2.26 0.79 65.11 4.90 3.19 3.98 1.45 36.24 -2.81 -1.02 63.76 4.58 2.92 1.90 1.63 38.57 2.62 1.01 61.43 4.48 2.75 3.76 9.37 45.01 1.75 0.79 54.99 5.25 2.89 3.68 0.35 52.56 2.61 1.37 47.44 4.84 2.30 3.67 6.40 54.17 0.33 0.18 45.83 4.90 2.25 2.42 8.14 56.25 -5.44 -3.06 43.75 6.62 2.90 -0.16 -6.08 45.38 7.50 3.40 54.62 4.54 2.48 5.88 7.95 40.34 2.54 1.02 59.66 4.88 2.91 3.94 7.12 44.86 2.48 1.11 55.14 5.53 3.05 4.16 8.29 50.51 -0.13 -0.06 49.49 6.34 3.14 3.07 3.86 50.21 2.50 1.26 49.79 5.41 2.69 3.95 -6.08 61.85 2.60 1.61 38.15 2.49 0.95 2.56 6.34 64.72 -3.89 -2.52 35.28 4.78 1.69 -0.83 -9.54 63.78 4.59 2.93 36.22 1.23 0.45 3.38 7.78 57.35 -0.93 -0.53 42.65 0.91 0.39 -0.14 5.00 59.30 -0.83 -0.49 35.30 1.49 0.53 0.03 9.90 60.50 3.05 1.84 36.20 3.27 1.18 3.03 7.60 61.30 1.17 0.72 42.70 4.28 1.83 2.54 221 EK-TABLO 11 (Devamı). ĠġGÜCÜ, SERMAYE, EĞĠTĠM VE TFV'NĠN EKONOMĠK BÜYÜMEYE KATKISI GSMH Eğitim Eğitim Tüm TFV1 TFV2 Indeksi Katkısı Faktörler (%) (%) (%) (%) (%) 1968 6.67 1.10 0.40 3.84 3.23 2.83 1969 4.32 1.10 0.40 4.07 0.65 0.25 1970 4.44 1.10 0.41 4.67 0.19 -0.22 1971 7.05 1.10 0.41 5.40 2.06 1.65 1972 9.17 1.10 0.41 4.89 4.69 4.28 1973 4.91 1.10 0.46 6.16 -0.79 -1.25 1974 3.26 1.10 0.42 6.22 -2.54 -2.96 1975 6.06 1.10 0.41 7.09 -0.62 -1.03 1976 9.00 1.10 0.44 7.73 1.71 1.27 1977 2.99 1.10 0.46 7.79 -4.34 -4.80 1978 1.23 1.10 0.48 5.56 -3.85 -4.33 1979 -0.49 1.10 0.45 4.95 -4.99 -5.44 1980 -2.78 1.10 0.40 3.91 -6.29 -6.69 1981 4.81 1.10 0.41 3.19 2.02 1.62 1982 3.09 1.10 0.39 2.92 0.56 0.17 1983 4.21 1.10 0.38 2.75 1.84 1.46 1984 7.11 1.10 0.35 2.80 4.65 4.31 1985 4.30 1.10 0.36 3.39 1.27 0.91 1986 6.76 1.10 0.39 3.87 3.27 2.89 1987 9.81 1.10 0.38 4.36 5.84 5.45 1988 1.45 0.95 0.34 2.24 -0.45 -0.79 1989 1.63 0.95 0.36 4.13 -2.14 -2.50 1990 9.37 0.95 0.43 4.10 5.69 5.27 1991 0.35 0.95 0.50 4.16 -3.32 -3.81 1992 6.40 0.95 0.51 2.94 3.98 3.47 1993 8.14 0.95 0.53 0.37 8.31 7.77 1994 -6.08 0.95 0.43 6.31 -11.97 -12.40 1995 7.95 2.04 0.82 4.76 4.02 3.19 1996 7.12 2.04 0.91 5.07 2.96 2.05 1997 8.29 2.04 1.03 4.10 5.22 4.19 1998 3.86 2.04 1.02 4.97 -0.09 -1.12 1999 -6.08 2.04 1.26 3.82 -8.64 -9.90 2000 6.34 2.04 1.32 0.48 7.17 5.85 2001 -9.54 2.04 1.30 4.67 -12.91 -14.21 2002 7.78 2.04 1.17 1.02 7.92 6.75 2003 5.00 2.04 1.21 1.24 4.97 3.76 2004 9.90 2.04 1.23 4.26 6.87 5.64 2005 7.60 2.04 1.25 3.80 5.06 3.80 222 ÖZET AYDIN, Necati. Türkiye‟de Ekonomik Büyüme (1968-2005): Solow Büyüme Muhasebesi ve Regresyon Modeli, Doktora Tezi, Ankara, 2008. Bu çalıĢmada, 1968-2005 döneminde, Türkiye ekonomisinin büyüme kaynakları, ilk defa, Solow büyüme muhasebesi ve büyüme regresyonu modelleriyle incelendi. Birinci bölümde, baĢlıca ekonomik büyüme modelleri tartıĢıldı. Solow büyüme modeli ile içsel büyüme modelleri karĢılaĢtırıldı. Ġkinci bölümde, ekonomik büyümenin kaynaklarıyla ilgili ampirik çalıĢmalar özetlendi. Üçüncü bölümde, dıĢa kapalı ekonomik politikanın izlendiği 1980 öncesiyle, dıĢa açık politikanın benimsendiği 1980 sonrasındaki ekonomik geliĢmeler anlatıldı. Dördüncü bölümde, basit ve geniĢletilmiĢ Solow modelleri detaylı olarak açıklandı ve bu modellerin ekonomik büyümeyi açıklama gücüne vurgu yapıldı. BeĢinci bölümde, sermaye stoğu, eğitim indeksi, üretim faktörlerinin milli gelir payları hesaplandıktan sonra herbir üretim faktörünün ekonomik büyümeye katkısı ve toplam faktör verimliliği tahmin edildi. Altıncı bölümde, büyüme regresyonu yöntemiyle ekonomik büyümeyi ektileyen değiĢkenler analiz edildi. Bu çalıĢma sonucunda ulaĢılan temel bulgular aĢağıdaki Ģekilde özetlenebilir: Birincisi, iĢgücünün milli gelirden aldığı pay 1990‟larda yükselmesine rağmen, GÜ‟lerde yüzde 70‟lerde seyreden oranın çok gerisinde kalmıĢtır. Ġkincisi, ekonominin dıĢa kapalı olduğu 1980 öncesi dönemde sabit sermaye stokundaki artıĢ ekonomik büyümeyi belirlerken, ekonominin dıĢa açılmasıyla iĢgücünün niceliksel ve niteliksel artıĢı ekonomik büyümeye nisbi olarak daha fazla katkıda bulunmuĢtur. Üçüncüsü, dıĢa kapalı ekonomik politikanın takip edildiği dönemde iĢgücünün GSMH büyümesine katkısı yıllık ortalama yüzde 1.61 iken, dıĢa açık ekonomi politikaların takip edildiği 1982 sonrasında yükselmiĢtir. Dördüncüsü, 1980‟lerden bu sonra, katkı yüzde 2.06‟ya çalıĢanların eğitim 223 seviyesindeki artıĢ, sermayeden sonra, ekonomik büyümeyi açıklayan en önemli değiĢken olmuĢtur. BeĢincisi, eğitimin katkısı dikkate alınmadan hesaplanan TFV‟nin abartılı olduğu ortaya çıkmıĢtır. Ekonominin dıĢa kapalı olduğu dönemde TFV‟nin ekonomik büyümeye katkısı 0.95 iken, ekonominin dıĢa açılmasıyla bu katkı artarak yüzde 1.61‟e çıkmıĢtır. Kısacası, ekonominin dıĢa açılması rekabeti artırarak kaynakların daha kullanılmasını sağlamıĢtır. Ancak verimli GÜ‟lerle kıyaslandığında Türkiye‟nin TFV‟nin çok düĢük olduğu dikkati çekmiĢtir. Altıncısı, regresyon analizinin bulguları ile Solow büyüme muhasebesi yönteminin bulguları büyük ölçüde örtüĢmüĢtür. Her iki modelde eğitimdeki artıĢın ekonomik büyümeyi pozitif etkilediğini, özel sabit sermaye yatırımlarının ekonomik büyümeye önemli katkıda bulunduğunu ve TFV‟nin gösterdiğini ortaya koymuĢtur. Anahtar Sözcükler 1. Ekonomik Büyüme 2. Büyüme Modelleri 3. Büyüme Kaynakları 4. Toplam Faktör Verimliliği ekonominin dıĢa açılmasıyla artıĢ 224 ABSTRACT Aydın, Necati. Economic Growth in Turkey (1968-2005): Solow Growth Accounting and Regression Model, Doctoral Thesis, Ankara, 2008. In this study, the determinants of Turkey‟s economic growth between 1968-2005 were analyzed by “Solow growth accounting model” and “growth regression model”. First chapter discusses major economic growth models and compares Solow and endogenous growth models. Second chapter summarizes emprical studies on the sources of economic growth. Third chapter discusses economic development of Turkey before 1980 when there was an import subsitition policy and after 1980 when there was an export oriented policy. Fourth chapter explains simple and expanded Solow models and their power to measure the determinants of economic growth. Fifth chapter, after computing capital accumulation, education index, the share of factors of production for Turkey‟s economy between 1968-2005, estimates the impact of each factor of production on the economic growth and total factor productivity. Sixth chapter estimates the impact of the determinants of economic growth through a growth regression model. The major findings of this study can be summarized as follows: First, despite an increase after 1990, the share of labor force from national income for Turkey is far behind that of developed countries in which labor force receives 70 percent of total national income. Second, during the import subsitition era before 1980 the increase in the amount of fixed capital was the main determinant of economic growth; however, after 1980, with exportoriented policy, the increase in the labor force quantitaviley and qualitatively became the main driving force for the economic growth. Third, the impact of labor force on GNP growth rose to 2.06 percent during the export oriented era from its level of 1.61 percent during the import substitution era. Fourth, after 1980, the increase in educational level of labor force was the second 225 most import factor behind economic growth following the capital investment. Fifth, the total factor productivity(TFP) found to be overestimated when the impact of education was not included in the model. The contribution of TFP to the GNP growth was 0.95 percent before 1980 and 1.61 percent after 1980. Although, the TFP increased with open economy policy, it was still low when compared to the developed countries. Sixth, the findings from the growth regression model overlaps with that of Solow growth accounting model. Both models indicate that the increase in education level and private fixed capital investment had positive impact on the economic growth. They also show that the total factor productivity increased with the changing policy toward an open economy after 1980. Key Words 1. Economic Growth 2. Growth Models 3. Sources of Growth 4. Total Factor Productivity