1 OSMANLI MEDRESELERİNDE TEFSİR DERSLERİ VE KADI BEYDÂVİ TEFSİRİ Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ GİDİŞ 1299 yılında Söğüt’te Kayı aşîretinin reisi olan Ertuğrul Gazi’nin küçük oğlu Osman Gazi tarafından kurulan Osmanlı Devlet, 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşuna kadar 624 yıl ömür sürmüş ve îlâi kelimetü’lllâh için dört kıtada at koşturmuştur. Her sahada olduğu gibi ilim, eğitim ve öğretim sahasında da zirveye çıkmış ve açtığı medreselerde dünya çapında ilim adamları yetiştirmiştir. Sözlükte “ders okutulan yer” anlamına gelen “medrese” kelimesi, üniversite kelimesi yerine kullanılan bir tâbirdir. Medreselerde öğretim üyeliği yapan hocalara “müderris” unvanı verilmiştir. İslam âleminde ilk medreseyi kuran, Türk emirlerinden Nisabur hâkimi Emir Nasr b. Sebüktekin’dir. Anadolu’da ilk medreseyi Selçuklular kurmuştur. Osmanlı Devletinde ise ilk medreseyi açan ise Orhan Gazi’dir. Orhan Gazi, saltanatının daha üçüncü yılında fethettiği İzmit’te, daha sonra İznik’te, Bursa’da ve diğer şehirlerde medreseler açmıştır. Diğer Osmanlı sultanları da Orhan Gazi’nin yolundan gitmişlerdir. Medreseler, Fatih Sultan Mehmet ve Kanûnî Sultan Süleyman dönemlerinde önemli aşama ve gelişmeler kaydetmiştir. Osmanlı medreselerinde okutulan derslerin en başta gelenleri tefsir ve tefsir usulü, fıkıh ve fıkıh usulü, hadis ve hadis usulü, kelam ve dil dersleri idi. Bu ilim dallarında yazılan bazı eserler, Osmanlı medreselerinde asırlarca ders kitabı olarak okutulmuştur. Tefsir alanında okutulan kitapların başında Kâdî Beydâvî Tefsiri gelmektedir. 2 Biz bu yazımızda, özet olarak Osmanlı medrese sistemini, bu medreselerde okutulan dersleri ve Kâdî Beydâvî tefsirini tanıtmaya çalışacağız. I. OSMANLI MEDRESE İSTEMİ Osmanlı medreseleri, ilk yıllarda “umûmi” ve “ihtisas” medreseleri olarak iki kısma ayrılmıştır. A) UMUMİ MEDRESELER: Bu medreseler; devrindeki bütün ilimlerin birlikte okutulduğu medreselerdir. Bu medreseler, müderrislere verilen yevmiyelere göre 6 kısma ayrılmıştır. 1. Yirmili Medreseler: Bu medreselerde müderrislere 20 akçe yevmiye verilir, kelam ilim dalında Nasıruddîn (ö. 672 h) etTûsî’nin Tecrîdü’l-Kelam adlı eseri ve bu esere Seyyid Şerif Cürcânî’nin (ö. 816 m) yazdığı haşiye (Hâşiyet’ü Tecrîdi’l-Kelâm), belâgat ilmi ile ilgili olarak Saadettin Taftazânî’nin (ö. 793 h) elMutavval adlı eseri okutulurdu. Bu medreseye, Hâşiyet’ü Tecrîdi’lKelâm medreseleri de denirdi. 2. Otuzlu Medreseler: Bu medreselerde müderrislere 30 akçe yevmiye verilir, ders kitabı olarak; Saadettin Taftazânî’nin Şerhu Miftâhu’l-Ulûm, Şerf Cürcânî’nin, Hâşiyet’ü Tecrîdi’l-Kelâm, elBağavî’nin (ö. 510 h), Mesâbîhu’s-Sünne, Sadru’ş-Şerî’a Ubeydullah b. Mes’ûd’un (ö. 747 h) Tenkîhu’l-Usûl adlı eserleri okutulurdu. 3. Kırklı Medreseler: Bu medreselerde müderrislere 40 akçe yevmiye verilir, ders kitabı olarak; belagatta Miftâhu’l-Ulûm, hadiste, Mesâbîhu’s-Sünne, fıkıhta Radıyyüddîn Hasan esSağânî’nin (ö. ), Meşâriku u Envârı’n-Nebeviyye, usulü fıkıhta, et-Tavzîh Şerhu Tenkîhu’l-Usûl adlı eserler okutulurdu. 4. Ellili Medreseler: Müderrislerine 50 akçe yevmiye verilen b medreseler, “hariç” ve “dahil” olmak üzere iki kısma ayrılmıştı. “Hariç” kısmında; el-Mergînânî’nin (ö. 593), el-Hidâye, el-‘Icî’nin (ö. 756 h) el-Mevakıf adlı eserine Seyyid Şerif Cürcânî’nin yazdığı Şerh (Şerhu Mevakıf), el-Bağavî’nin Masabîhu’s-Sünne adlı eserleri; “Dahil” kısmında; fıkıhta, el-Hidaye, usulü fıkıhta, Taftazânî’nin et- 3 Telvîh fî Keşfi Hakâiki’t-Tenkîh, tefsirde, ez-Zamahşerî’nin (ö. 538) el-Keşşaf ve Kâdî Beydâvî’nin Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl adlı eserleri okutulurdu. 5.Sahn-ı Seman Medreseleri: Bu medreseler; Fatih Sultan Mehmedi’in İstanbul’da kurduğu külliyedeki 8 medresedir. Müderrislerine 60 ile 100 akçe arasında yevmiye verilirdi. Bu medreselerde; fıkıhta el-Hidâye, usulü fıkıhta, et-Telvîh ve Şerhu Mevâkıf, hadiste, Sahîhu Buhârî, tefsirde el-Keşşaf ve Kâdî Beydâvî okutulurdu. 6. Altmışlı Medreseler: Müderrislerine günlük 60 ve daha fazla akçe verilirdi. Ayasofya Medresesi bu medreseye dahildi. Ayasofya medresesinde hocalık yapan ali Kuşcu’ya (ö.879), 200 akçe yevmiye verilmiştir. Bu medreselerde; fıkıhta el-Hidâye, usulü fıkıhta, et-Telvîh , hadiste, Sahîhu Buhârî, tefsirde el-Keşşaf , kelamda Şerhu Mevakıf okutulurdu. B) İHTİSAS MEDRESELERİ: Bunlar “Dâru’l-Kurrâ”, “Dâru’l-Hadîs” ve “Dâru’ş-Şifa” şeklinde isimlendirilen kıraat, hadis ve tıp ilimlerinde ihtisas yapılan medreselerdi. * Kânûnî Sultan Süleyman döneminde medreselere yeni bir sistem getirilmiştir. Bu dönemde medreseler; 1. İbtidâî Hariç Medreseleri, 2. Hareketi Hariç Medreseleri 3. İbtidâî Dahil Medreseleri, 4. Hareketi Dahil Medreseleri 5. Mûsıl-i Sahn Medreseleri, 6. Sahn-ı Seman Medreseleri, 7. İbtidâî Altmışlı Medreseler, 8. Haraketi Altmışlı Medreseler, 9. Mûsıl-i Süleymâniye Medreseleri, 10. Süleymâniye Medreseleri, 11. Dâru’l-Hadis medreseleri, şeklinde 11 kısma ayrılmıştır. Daha sonraları Osmanlı medreselerine, klasik dönemde bulunmayan medreseler ilave edilmiştir. Bunlar; kadı yetiştiren “Medresetü’l-Kudât”, vaiz yetiştiren “Medresetü’l-Vâizîn”, imamhatip yetiştiren “Medresetü’l-Eimme ve’l-Hutabâ”, vaiz ve imamhatip yetiştiren “Medresetü’l-İrşâd”, “Tefsir ve Hadis”, “Fıkıh ve Fıkıh Usulü”, “Kelam, Tasavvuf ve Felsefe” bölümleri bulunan ve 4 bu ilim sahalarında uzman eleman yetiştiren “Medresetü’lMütehassısîn” adlı medreselerdir. 1914 yılında İstanbul Medreseleri, “Dâru’l-Hılâfeti’l-Aliye” ismiyle yeni bir düzenlemeye tabi tutulmuştur. Bu düzenlemede medreseler, “Tâlî Kısm-ı Evvel”, “Tâlî Kısm-ı Sânî”, “Âlî Kısım” ve “Metahassısîn Kısmı” şeklinde bölümlere ayrılmıştır. Bu bölümlerin hepsinde tefsir derleri okutulmakta idi. Osmanlı medrese sistemini bu şekilde özetledikten sonra bu medreselerde tefsir derslerinde asırlarca okutulan Beydâvi Tefsîrini tanıtmaya geçebiliriz. II. KÂDİ BEYDÂVİ TEFSİRİ Adı, Nâsıruddîn Abdullah b. Ömer b. Muhammed b. Ali olan Kâdî Beydâvî, 581/1189 yılı civarında Şiraz’ıd Beydâ köyünde doğmuş, 685/ 1286 veya 691/1292 tarihinde Tebriz’de ölmüştür. Doğduğu köye nispetle “Beydâvî”, Şiraz’da yaptığı kadılığa nispetle “Kâdî” unvanı ile şöhret bulmuştur. Ailesi, hayatı ve okuduğu hocalar ile ilgili yeterince bilgi bulunmamakla birlikte ilk tahsilini babasından yapıp “icazet” aldığı ve memleketindeki diğer hocalardan okuduğu kaynaklarda zikredilmektedir. Beydâvî, özellikle tefsîr, fıkıh, hadis, kelam, usul, mantık, nahiv ve belâgat ilim dallarında çok iyi yetişmiş ve bu ilim dallarıyla ilgili olarak önemli eserler yazmıştır. Şiraz’da “kadılık” ve “kâdı’l-kudâtlık” yapmıştır (1274-1275 m) Bu görevden alınınca Tebriz’e gitmiş, orada vezirin de bulunduğu bir ilim meclisine katılmış ve burada ilmi otoritesini kabul ettirmiştir. Burada vezirden Şiraz kadılığına yeniden atanmasını talep etmiş ve bu talebi kabul edilmiştir. Bir müddet daha Şiraz kadılığı yaptıktan sonra bu görevinden ayrılmış, Tebriz'e yerleşmiş ve hayatını ölümüne kadar ilim, ibadet ve riyazat ile geçirmiştir. Şâfiî mezhebini benimseyen Beydâvî, kadılık görevinden sonra Şeyh Muhammed b. Muhammed el-Kütahtâî’nin etkisi ile tasavvuf yoluna süluk etmiştir. 5 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Tavâli’u’l-Envâr min Metâli’ı’l-Enzâr, Mısbâhu’l-Envâr, Minhâcu’l-Vüsûl İlâ Ilmi’lUsûl, Tuhfetü’l-Ebrar Şerhu Mesâbîhu’s-Sünne, el-Gâyetü’l-Kusvâ fî Dirâlyeti’l-Fetvâ, Lübâbü’l-Elbâb Fî Ilmi’l-I’râb, el-İzâh Fî Usûli’dDîn ve Nizâmü’t-Târîh adlı tefsîr, kelam, fıkıh usulü fıkıh, hadis, dil, usulü’ddîn ve tarih ilim dallarında önemli eserler yazmıştır. Bu eserlerinin en önemlisi ve meşhur olanı tefsiridir. “Beydâvî Tefsîri” diye şöhret bulan Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, adlı tefsiri; doğudan batıya, Hindistan’dan Endülüs’e kadar bütün İslam dünyasında tanınmış, okunmuş ve üzerine 250’den fazla, ta’lîk, hâşiye ve şerh yazılarak tefsir tarihinde önemli bir yer işgal etmiştir. Osmanlı medreselerinden ders kitabı olarak asırlarca okutulmuş ve 60 Osmanlı ilim adamı tarafından ta’lîk, hâşiye ve şerhı yapılmıştır. “Beydâvî Tefsîri” orta hacimde bir îcâz hârikası olup önceki tefsirlerin bir özeti mahiyetindedir. Tefsirini hayatının sonlarında doğru istihare sonucunda Tebriz’de kaleme alan Beydâvî, lafızların ve terkiplerin beyanı ve manalardan nükteler çıkarma konusunda ez-Zamahşerî’nin elKeşşâf; Kur’ânî hikmetleri, din ve fıkıh usulü kâidelerini ortaya koymada Fahruddîn er-Râzî’nin Mefâtîhu’l-Ğayb; kelimelerin anlam ve iştikakları konusunda Râğıb el-Isfehânî’nin el-Müfradât Fî Garîbi’l-Kur’an adlı eserlerinden yararlanmıştır. Tefsirini ehli sünnet çizgisini ve Şâfiî fıkhını esas alarak yazmış ve mutezîlî görüşlere asla yer vermemiştir. Ağırlıklı olarak bir dirayet tefsiri olan Beydâvî Tefsîri’nde; yer yer âyetler, ilgili âyet ve hadislerle, nüzul sebepleriyle tefsir edilmiş. Az da olsa kelimelerin anlamları için şiirlerden örnekler getirilmiştir. Kavramların anlamları ilk geçtiği ayette verilmiş, sözlük anlamlarının yanında terim anlamlarını da zikredilmiştir. Zayıf görüşler “kîle” veya “ruviye” tabirleriyle ifade edilmiştir. Tefsir ilminin aslî bir kaynağı, İslam kültür mirasının tatlı bir meyvesi olan “Beydâvî Tefsîri, özellikle iki konuda; ifadelerinin muğlak ve müphem olması nedeniyle anlaşılmasının zorluğu ve surelerin fazîletleriyle ilgili zayıf ve uydurma hadislerin 6 bulunması sebebiyle eleştirilmiştir. İfadeleri müphem olduğu için çok sayıda şerh, hâşiye ve t’alik yazılmıştır. Şeyhül-‘l-İslam Molla Hüsrev (ö.885), Şeyhül-‘l-İslam Molla Gürânî (ö.893), Celâlüddîn Süyûtî (ö. 911), İbn Kemal Paşa (ö. 940) el-Kirmânî (ö. 786), Şeyhzâde Muhammed (ö. 951), Sa’dî Çelebî (ö.945), Feyzullah Efendi (ö.1293 h), İstanbsul Kadısı ve Anadolu Kazaskeri Geredeli Abdülğanî Efendi (ö.995) şerh ve haşiye yazanlardan bir kaçıdır. Kahireli Muhammed b. Muhammed (ö. 1469 m), Beydâvî Tefsîri’ni ihtisar etmiştir. Himmetzade Muhammed b. Hasan edDimeşkî (ö. 1761 m), Tuhfetü’r-Râvî fî Tahrîci Ehâdîsi’l-Beydâvî adıyla ve Abdurrauf el-Münâvî (ö. 1621 m), el-Fethu’s-Semâvî Fî Tahrîci Ehâdîsi’l-Beydâvî adıyla Beydâvî Tefsirindeki hadisleri tahriç etmiştir. Tefsir; din ilimlerinin başı ve temel kaynağıdır. Kur’an’ı tefsir edebilmek için Arap dilini çok iyi bilmenin yanında bütün din ilimlerinin de hazmedilmiş olması gerekir. Kâdî Beydâvî , tefsirinin girişinde bu hususu, açıkça dile getirmiştir: “Tefsir ilmi, din ilimlerinin reisi ve başıdır. Şer’î kuralların kaynağı ve esasıdır. Kur’an tefsirini ancak, bütün din ilimlerinde, Arap dili ve edebi sanatlarında mahir olan kimse yapabilir.” Beydâvî Tefsîri’ni tanımak açısından Nisa suresinin 59. ayetini tefsir edişini örnek olarak zikretmekle yetineceğiz. Önce ayetin Türkçe anlamını verelim: “Ey mü’minler! Allah’a itaat edin, Rasulü’ne ve sizden olan ülü’lemre itaat edin. Eğer her hangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve Rasulü’ne (gerçekten) inanıyorsanız onu Allah ve Rasulü’ne götürün. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından daha güzeldir.” Beydâvî “itaat” kavramının sözlük ve terim anlamını vermeden ayeti tefsir etmeye “ülû’l-emri minküm” (sizden olan emir sahiplerine) cümlesi ile başlamış ve “Allah, onlarla Rasulullah (a) zamanındaki ve ondan sonraki müslümanların emirlerini kastediyor. Emir sahiplerine; halifeler, kadılar ve ordu komutanları dahildir” demiştir. Bu yorumu, ile Beydâvî, ayetteki “minküm” (sizden) ifadesi ile müslümanların kastedildiğini beyan etmiştir. 7 Bir önceki ayette; “Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder...” buyrulmuştur. Beydâvî, “adalet” ile ilgili olan 50. ayet ile “itaat” ile ilgili olan 59. ayetin ilgisini şöyle izah etmiştir: “Allah, hak üzerinde bulundukları sürece ülu’l-emre itaat etmenin farz oluşuna tenbîhen insanlara adaleti emrettikten sonra emir sahiplerine itaati emretmiştir.” Beydâvî, bu yorumu ile müslüman emirler, hak ile emrettikleri takdirde onlara itaatin farz olduğunu dile getirmiştir. “Hak ile emretme” şartını bir önceki ayetten çıkarmıştır. “Hak” kavramından maksat da İslam’dır. Yukarıda zikredilenler, Beydâvî’nin tercih ettiği ve doğru kabul ettiği görüşlerdir. “Kîle” diyerek zayıf görüşü de şöyle zikretmiştir: “Denildi ki ülû’lemr ile murat, İslam bilginleridir. Bu görüşü ileri sürenler delil olarak Nisa Suresinin 83. ayetini zikretmişlerdir. Ayette; “Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelse onu yayarlar. Hal bu ki onu Peygambere ve aralarında yetkiyi kişilere (ülû’l-emri minhüm) götürselerdi, içlerinden işin iç yüzünü araştırıp çıkaranlar, onun ne olduğunu (haberin neye delalet ettiğini) bilirlerdi” denilmiştir.” Beydâvî, “kîle” ile zikrettiği bu görüş sahiplerini bildirmemiştir. Et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân an Te’vîli Ayi’l-Kur’an adlı tefsirinde bu görüş sahiplerinin; Mücahid, İbn Ebî Necih, İbn Abbas, Ata ibn es-Saib, Hasan el-Basrî ve Ebu’lAliye olduğunu bildirmiştir. Nisa Suresinin 83. ayetini delil olarak zikreden de Ebu’l-Aliye’dir. Taberî, ülu’lemr konusunda İslam bilginlerinin ihtilaf ettiklerini bildirmiş ve bu görüşleri “ümerâ”, “bilginler” ve “ashab-ı Muhammed” olarak sıralamış ve kendisi birinci görüşü tercih etmiştir. Beydâvî de Taberî’nin görüşünü almıştır. “Fein tenâza’tüm” cümlesinin tefsirinde, “siz ve sizden olan emir sahipleri” demekle yetinmiştir. “Fe in tenâza’tüm” fiilini anlamlandırmamıştır. Nesefi ve Hazin, bu fiili, “ihteleftüm” (anlaşmazlığa düşerseniz) fiili ile tefsir etmişlerdir. “Fî şey’in” (her hangi bir şeyde) ifadesini “min umûriddîn” (din işlerinden) cümlesi ile tefsir etmiştir. Beydâvî, “Fein tenâza’tüm fî şey’in” (din işleriyle ilgili bir konuda ihtilaf ederseniz) cümlesinin, “ülû’l-emr” ile maksadın, “emirler” olduğu görüşünü 8 teyit ettiğini, “ve hüve yüeyyidü’l-veche’l-evveli” cümlesi ile ifade etmiş ve bunu şöyle delillendirmiştir: “Mukallid, verdiği hüküm konusunda müctehide muhalefet edemez, onunla bu konuda tartışamaz. Hal bu ki reislerle konu tartışılabilir. Ancak ülu’lemr’e hitap iltifat tarîkı ile yapılmıştır denirse (ikinci görüş söz konusu olabilir). “Feruddûhü ilâ’llâhi ve Rasûlihî” cümlesini; “İhtilaf ettiğiniz şeyi Allah’ın kitabına, sağlığında sorarak, ölümünden sonra sünnetine müracaat ederek O’nun elçisine götürün” şeklinde tefsir etmiş ve şu bilgileri vermiştir. “Kıyası inkar eden kimse bu ayeti görüşüne delil olarak getirmiş ve, “Allah, ihtilaf edilen şeyin kıyasa değil kitaba ve sünnete götürülmesini farz kılmıştır,” demiştir. Buna şöyle cevap verilmiştir: “İhtilaf edilen şeyin Kitap ve Sünnete götürülmesi ancak temsil ve üzerine bina etmekle olur ki bu da kıyastır. Allah ve peygambere, itaatten sonra ülu’l-emr’e itaatin emredilmesi, bunu teyit eder. Çünkü bu, ahkamın üç şekilde; Kitap, Sünnet ve ikisine kıyas yoluyla götürmekle tespit edildiğine delalet eder.” “İn küntüm tü’minûne billâhi ve’l-yevmi’l-âhiri” (eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, böyle yapın) çünkü iman böyle yapmayı gerektirir. “Zalike”(bunu) yani; ihtilaf edilen şeyi, Allah’ın Kitabına ve peygamberin Sünnetine götürmek “hayrun”, sizin için daha hayırlıdır ve “ahsenu te’vîlen” (yani), sonuç bakımından daha güzeldir veya ihtilaf ettiğiniz şeyi, Allah ve Rasulüne götürmeksizin yaptığınız te’vilden daha hayırlıdır.” Beydâvî, bu yorumu ile “te’vîlen” kelimesinin “sonuç” anlamına geldiğini veya cümlede hazif bulunduğunu, bu hazfin de “min te’viliküm bila reddin” cümlesi olduğunu beyan etmiştir. Bu ayetin tefsirinde de görüldüğü gibi Beydâvî, konuyu uzatmadan özetle ama detayına da işaret ederek ayetleri tefsir etmektedir. Osmanlı döneminde Beydâvî Tefsîri ile Nesefî’nin Medâriku’tTenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, el-Hazin’in, Lübâbü’t-Te’vî Fî Meânî’tTenzîl ve Fîrûzâbâdî’nin, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs adlı tefsi Amire Matbaasında Hicri 1317 yılında İstanbul’da 9 basılmıştır. Dört tefsir çok güzel bir şekilde dizayn edilmiş, bir ayetin tefsirine aynı anda dört tefsire aynı sayfada bakabilme imkanı sağlanmıştır. Adına “Kitabü Mecmûatün Mine’t-Tefâsir” denilmiştir. 6 ciltli bu dört tefsir, daha sonra ofset olarak da tarafından ofset baskı yapılmıştır. BİBLİYOĞRAFYA * Baltacı Cahit, Osmanlı Eğitim Sistemi. Osmanlı Ansiklopadisi, Ağaç Yay. İst. 1993. * Bilmen Ömer Nasûhi, Büyük Tefsir Tarihi, s. 350-357. Ankara, 1960 * Cerrahoğlu İsmail, Tefsir Tarihi, II, 295-314. DİB Yay. Ankara, 1988. * Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, II, 436-439. MEB Yay. İst. 1971. * es- Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyye, VIII, 157-158. Mısır. * et-Taberî, Ebu Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmi’u’l-Beyan an Te’vîli Ayi’lKur’ân, IV, 5/147-150, Beyrut, 1988 * Yavuz Yusuf Şevki, TDV, İA. VI, 100-101, İst. 1992.