OSMANLI EKONOMİSİNİN TABİİ KAYNAKLARI 1) İNSAN : Osmanlı devletinde son yıllara gelinceye dek bugünkü anlamda bir nüfus sayımı yapılmamıştı. İlk nüfus sayımı 1831'de II. MAHMUT döneminde yapıldı. Osmanlı Devleti'nin bundan önceki dönemlerine ait nüfus bilgilerini ise Tahrir defterlerinden öğreniyoruz. TAHRîR DEFTERLERİ: Bir yer fethedildiğinde ya da belirli aralıklarla kaza ve sancakların vergi yükümlüsü erkek nüfusunu'' ve bunların ödeyeceği vergi miktarını saptamak amacıyla ''TAHRîR'' denilen bir sayım yapılırdı. Tahrir defterlerini ''Nişancı'' tutar, bir örneği de Eyalette saklanırdı. 2) TOPRAK: Osmanlı Devletinde ekonominin en önemli kaynağı topraktı. TOPRAK SİSTEMİ A) MİRİ ARAZİ 1) Havass-ı Hümayun toprakları 2) Paşmaklık toprakları 3) Malikâne toprakları 4) Yurtluk ve Ocaklık Toprakları 5) Dirlik Toprakları a) Has b) Zeamet c) Tımar B) MÜLK ARAZİ 1) Öşür Topraklar 2) Haraci Topraklar C) VAKIF ARAZİ A) MİRİ ARAZİ: Mülkiyeti devlete ait olan topraklardır. Mirî toprakların başlıcaları şunlardır: 1) Havass-ı Hümayun Toprakları: Gelirleri doğrudan doğruya devlet hazinesine giren topraklar olup, mukataa ve iltizam yoluyla yönetilirdi. 2) Paşmaklık toprakları: Gelirleri padişah kızlarına ve ailelerin bırakılan topraklardı. 3) Malikâne toprakları: Devlet adamlarına hizmetleri karşılığı mülk olarak verilen topraklardı. 4) Yurtluk ve Ocaklık Toprakları: Fetih sırasında bazı kumandanlara, hizmetlerine karşılık olmak üzere verilen topraklardır. 5) Dirlik (Tımar)Toprakları: Vergi geliri, devlet adamlarına ve askerlere hizmet veya maaş karşılığı verilen topraklardır. Dirlik sahibi, toplanan verginin maaş olarak ayrılan Kılıç hakkı'' olarak ayrılan bölümünden geriye kalanla CEBELÜ denilen tam teçhizatlı asker yetiştirirdi. Dirlik topraklar üçe ayrılırdı: a) Has b) Zeamet c) Tımar B) MÜLK ARAZİ: Mülkiyeti kişilere ait topraklardır. İki bölümde incelenebilir: 1) Öşriyye (öşür topraklar): Bu topraklar, fethedildiği zaman MÜSLÜMANLARA verilmiş veya fethedildiğinde Müslümanlara ait olan topraklardır. Bu gibi topraklar sahiplerinin malı olup, dilediği gibi kullanırlar, satabilirler, vakfedebilirler ya da çocuklarına miras olarak bırakabilirlerdi. Bu toprakların sahipleri arazi vergisi olarak ÇİFT RESMİ, ürün vergisi olarak da ''ÖŞÜR'' vergisini verirlerdi. 2) Haraciye (Haracî topraklar): Bu topraklar bir yerin fethinden sonra GAYRİMÜSLİM halkın elinde bırakılan, onlara mülk olarak verilen topraklardır. Sahipleri, dilediği gibi kullanırlar, satabilirler, vakfedebilirler ya da çocuklarına miras olarak bırakabilirlerdi. Bu toprakların sahipleri arazi vergisi olarak HARAC-I MUVAZZAF ürün vergisi olarak da HARAC-I MUKASSEM vergisini verirlerdi. C) VAKIF ARAZİ: Gelirleri kişiler ya da devlet tarafından hayır kurumlarına bırakılan topraklardı. OSMANLILARDA VAKIF TEŞKİLATI Vakıf: Bir Müslümanın malının bir bölümünü veya tamamını hayır amacıyla bağışlamasına denir. Vâkıf: Vakfeden kişiye denir. Mevkûf: Vakfedilen mala denir. Mütevelli: Vakıf yöneticisine denir. Vakfiye: Kadı huzurunda düzenlenen, vakıf şartlarını belirten sözleşmeye denir. VAKIFLARIN ÖNEMİ: Vakıflar yoluyla şehir, kasaba, köy gibi yerleşim merkezlerinde cami, medrese, yol, çeşme vb. birçok yapı vakıflar yoluyla yapılmış, böylelikle devlete imar konusunda yapılacak fazla bir şey kalmamıştır. TOPRAK SİSTEMİNDE MEYDANA GELEN DEĞİŞMELER: 1) Tımar sisteminin bozulmasıyla, ''Dirlik topraklar'' MİRİ MUKATAA'ya çevrilerek, yani gelirleri hazineye devredilerek, peşin alınan bir bedel karşılığı üç yıllığına ''İltizam''a verilmeye başlandı. NOT: Mültezim denen iltizam sahipleri daha fazla vergi toplamak için halka baskı yapmışlardır. Bu durum ''Celali isyanlarına'' veya vergisini ödeyemeyen köylünün toprağını terk ederek büyük şehirlere göç etmesine neden olmuştur. 2) Devletin artan masraflarının karşılanması için Mukataalar mültezimlere üç yıllık dönemler için değil, ömür boyu verilmeye başlandı. Bu sisteme MALİKÂNE USULÜ denilir. (1695'te) 3) ''Malikâne usulüyle'' sağlanan gelirlerde yetmeyince, bu defa Mukataaların yıllık kârları paylara ayrılarak satılmaya başladı. Bu usule de ESHAM USULÜ denilmiştir. (1775) 4) Tımar ve zeamet sistemi II. Mahmut zamanında kaldırılarak başta valiler olmak üzere devlet memurları maaşa bağlanmıştır. 5) 1854'te ''Arazi kanunnamesi'' ile MÜLKİYET sistemine geçilerek, uzun süre bir toprağı kullananlar o toprağın sahibi olmuşlardır. (Zilliyet) 6) 1858'de çıkarılan bir başka ''arazi kanunu'' ile tarım ürünlerinden alınan çeşitli vergiler kaldırılarak, tek vergi olarak ''AŞAR'' vergisi yürürlükte tutuldu. AYAN VE EŞRAF: Şehirlerin, köylerin, aşiretlerin ileri gelenlerine ''Ayân ve eşraf'' denilirdi. Bu kişiler bulundukları yerlerde en etkili ve zengin kişilerdi. AYAN VE EŞRAFIN GÜÇLENMESİNİN SEBEPLERİ: 1- Tımar topraklarının mukataaya çevrilmesiyle, bu toprakları iltizama alanlar genellikle ''Ayanlar'' oldu. Böylelikle Dirlik sahiplerinin haklarına sahip olan ayanlar bulundukları yerleri yönetmeye başladılar. 2)Merkez teşkilatını bozulmasıyla ''beylerbeyi'' veya ''sancak beyi'' olarak atananlar makamlarına gitmeyerek o eyalet ya da sancaktaki ayanı MÜTESELLİM (vekil) olarak görevlendirmiştir. Ayanlar böylelikle devlet gücünün temsilcisi durumuna gelince daha da güçlenmişlerdir. NOT: II. Mahmut döneminde ayanlarla padişah arasında SENED-İ İTTİFAK diye bir belge imzalayarak anlaşma yoluna gitmiştir. (1808) OSMANLI EKONOMİSİNDE TARIM Osmanlı ekonomisinin en önemli sektörü tarımdır. 17. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı devleti tarım ürünleri bakımından kendine yeten bir ülkeydi. Ancak, zaman zaman karşılaşılan kuraklık, sel, isyanlar, göçler ve tımar sisteminin bozulması üretim kayıplarına neden olmuştur. Özellikle hububat, bağ-bahçe ziraâti ön plandayken, 18. yüzyıldan itibaren Avrupa'da sanayinin gelişmesi doğrultusunda tütün, pamuk gibi sanayi bitkilerinin üretimi önem kazanmıştır. Ayrıca Avrupa'nın tarım ürünü ihtiyacı artınca Osmanlı Devletinde GEÇİMLİLİK düzeyde üretimden PAZAR EKONOMİSİ'nin ihtiyaçlarını karşılayacak bir üretim düzeyine gelinmiştir. OSMANLI EKONOMİSİNDE HAYVANCILIK Hayvancılığın Osmanlı ekonomisine katkıları şunlardı: 1)-Tarım alanında: Toprakları ekmek için öküz, manda gibi hayvanlardan yararlanılıyordu. 2)-Gıda alanında: Etinden yağından, sütünden yararlanılıyordu. 3)-Sanayi alanında: Yünü ve derisi giyim, dokuma ve ayakkabı üretiminde hammadde olarak kullanılıyordu. 4)-Ulaşım alanında: At, katır, eşek gibi hayvanlar taşıma ve ulaştırmada kullanılıyordu. 5)-Maliye alanında: Hayvanlardan ve hayvansal ürünlerden alınan vergiler devletin başlıca gelir kaynaklarını oluşturuyordu. OSMANLI EKONOMİSİNDE MADENCİLİK Osmanlı Devleti’nde madenler iltizam olarak dağıtılırdı. Çıkartılan madenlerin çoğu ülke içinde işlenemediğinden dışarıya ihraç edilirdi. NOT: Osmanlılarda ilk madenin işletilmesi Osman Bey zamanındadır. Bilecik'in fethi ile buradaki demir madeni işletilmiştir. OSMANLI EKONOMİSİNDE SANAYİ Osmanlı Devletinde sanayi kesimi esnaf birlikleri(Lonca) halinde teşkilatlanmıştı. Esnafın üretimi elemeği – göz nuruna dayanıyordu. Bu mevcut sanayi öncesi üretim başlangıçta ülke ihtiyaçlarını karşılıyordu. Ankara'da sof, Bursa'da İpekçilik, Selanik'te çuhacılık, Bulgaristan'da aba Kayseri, Manisa ve Tokat'ta dericilik(debbağlık) yaygındı. Ayrıca Osmanlı Devletinde savaş araç ve gereçlerini üretmek için fabrika ve imalathaneler de kurulmuştu. Bunlar: Tersane (Gemi yapım yeri): ilk büyük Osmanlı tersanesi Yıldırım Bayezid tarafından Gelibolu'da yapıldı. Daha sonraki dönemlerde İstanbul, Sİnop, İzmit, Süveyş, Basra gibi sahillerde başka tersaneler de kuruldu. Tophane: İstanbul'un fethinden önce Edirne ve Bursa'da, fetihten sonra da İstanbul'da top döküm tesisleri kuruldu. Baruthane: İlk baruthane Gelibolu'da kuruldu. AVRUPADAKİ EKONOMİK GELİŞMELERİN OSMANLI SANAYİİNE ETKİLERİ: 1)- Coğrafi keşiflerle zenginleşen Avrupalılar, artan tüketim eğilimlerini, elde ettikleri altın ve gümüşle Osmanlı pazarlarından karşılayınca esnaf hammadde bulmakta zorlandı. 2)- Sanayii inkılâbı sonucu bol ve ucuz, üstelik kapitülasyonlar nedeniyle düşük gümrüklü Avrupa mallarıyla Osmanlı esnafı rekabet edemedi. NOT: Esnafı zorlayan başka bir konuda şehirlere göç eden köylünün, maaşları alan yeniçerilerin ve diğer grupların esnaflığı yeni bir geçim yolu olarak görmesiydi. Bu durum esnaf teşkilatlarının disiplinli yapısını bozmuş, artan esnaf sayısı geçimlerini iyice zorlaştırmıştır. OSMANLI DEVLETİNİN SANAYİİYİ GELİŞTİRMEK İÇİN ALDIĞI TEDBİRLER: 1)- Sanayi hammaddelerinin ihracını yasaklamıştır. 2)- Gelişmiş teknolojiyle yeni imalathaneler açmıştır. 3)- Islah-ı Sanayii Komisyonu kurarak, esnaf birliklerini canlandırmaya ve onları şirketleşmeye çalışmıştır. Osmanlı Devleti Tanzimat fermanıyla ülkenin kalkınması için yabancı sermayeden yararlanacağını açıklamıştı. Bu yolla Osmanlı ülkesinde haberleşme ve ulaşımı geliştiren adımlar atılmıştır. Kırım savaşı sırasında ilk defa TELGRAF hattı döşenmiştir. Yine yeni bir teknoloji olan demiryolu'' Osmanlı ülkesine girmiştir. Verilen imtiyazlarla İngilizler Batı Anadolu hattını, Almanlarda Bağdat Demiryolunu inşa etmişlerdir. ANADOLU'DA TİCARET YOLLARI: 1- Sağ Kol: İstanbul'dan (Üsküdar) başlayan bu yol, Konya, Adana üzerinden Halep'e uzanıyordu. 2- Orta Kol: İstanbul’dan (Üsküdar) başlayan bu yol, Diyarbakır'a buradan da Musul ve Bağdat'a kadar uzanıyordu. 3- Sol Kol: İstanbul'dan (Üsküdar) başlayan bu yol, Erzurum ve Kars'a uzanıyordu. RUMELİ'DE TİCARET YOLLARI: 1- Sağ Kol: İstanbul'dan Bulgaristan, Eflak-Boğdan ve Erdel'e uzanıyordu. 2- Orta Kol: İstanbul'dan Edirne, Belgrad üzerinden Avrupa içlerine uzanıyordu. 3- Sol Kol: İstanbul'dan Edirne, Selanik üzerinden Mora'ya uzanıyordu. TİCARETLE İLGİLİ DEYİMLER: Menzil: Yol üzerindeki konaklama noktaları denirdi. Menzil Teşkilatı: Haberleşme TATAR denilen ulaklar tarafından yapılıyordu. Devlet habercilerin çabuk gitmelerini sağlayacak dinlenmiş atları ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılamak için konaklama yerine yakın köy ve kasabalardaki bazı aileleri bu iş için görevlendirirdi. Bu teşkilata menzil teşkilatı denirdi. Derbentçi: Ana yolların, boğaz ve geçitlerin güvenliğinden sorumluydu. Mekkâri Tâifesi: Yolcu ve mal taşıma işlerini meslek edinen esnaflara verilen ad. OSMANLI TİCARET GELİRLERİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER: 1- Ticaret yollarının değişmesi(Ümit Burnu) 2- Kapitülasyonlar 3- 1838 Balta Limanı Antlaşması PARA: MADENİ PARALAR (SİKKELER) Osmanlılar 19. yüzyıla kadar altın ve gümüş gibi değerli madenlerden yapılma paralar kullanmışlardır. Bu madenlerden DARPHANE''de kesilen yassı yuvarlak parçacıklara SİKKE denilirdi. Bunların gümüşten olanına AKÇE, Altından olanına da SİKKE-i HASENE(Sultani) ya da ''kırmızı'' denilirdi. İlk Osmanlı parası Osman Bey tarafından bastırıldı. Orhan Bey zamanında bastırılan gümüş paraya ''AKÇE'' denildi. Fatih zamanında basılan altın paraya da SULTANİ adı verildi. Sikkelere bakır katılmasına AYAR denilirdi. Bu tip paralara KIRKIK AKÇE adı verilirdi. Sonraki dönemlerde çeşitli isimlerde sikkeler piyasaya sürülmüştür. Bunlar GURUŞ, PARA, PUL, METELİK, MECİDİYE dir. KÂĞIT PARA: İlk kâğıt para Sultan Abdülmecit döneminde basıldı. Hazine bonosu niteliğindeki bu paraya KAİME denildi. OSMANLI DÖNEMİ SİKKELERİ Osman Gazi dünyanın sayılı imparatorluklarından biri olacak olan Osmanoğullarının ilk sikkesini kestirerek Anadolu'nun karmaşık ortamında adını duyurdu. Gümüşten kesilen ve akçe adı verilen bu sikke, Osmanlı'nın para birimi olarak 15. yüzyıla kadar değerinden hiç bir şey kaybetmeden geldi. Beyliğin sınırlarını başarılı akınlarla genişleten Orhan Gazi akçelerini önce Anadolu'daki İlhanlı baskısı yüzünden İlhanlı tarzında, vali Timurtaş'ın ölümünden sonra ise sadece kendi adının ve kısa bir duanın bulunduğu farklı bir tarzda kestirir. Osmanlı sikkelerde uzun dua cümleleri yer almaz. Sultanın ve babasının adı, darphanenin adı ve darp tarihi rakamla yazılmış olarak bir de ''hullide mülkehu'' (mülkü devamlı olsun),''azze nasrehu'' (yardımı aziz olsun) gibi kısa dua (temenni) yazılır. Orhan Gazi Bursa'yı aldıktan sonra ilk defa akçelerde darp yerinin yazıldığını görüyoruz. Avrupa'ya ayak basan I. Murad zamanında akçelerin yanısıra mangır denen bakır sikkelerin kesimine de başlandı. Yöresel kullanım için ve akçenin alt birimi olarak darbedilen mangırlar çok çeşitli ve zengin süsleme motifleriyle Osmanlı sikkelerinin belki de en renkli malzemeleridir. Osmanlıların 14. yüzyılda Anadolu'da ve Avrupa'da yaptıkları başarılı akınları ve kazandıkları toprakları gören diğer beyliklerden akıncıların da katılmasıyla Osmanlı Beyliği hızla büyüyordu. 14. yüzyılın sonunda I. Murad ve Yıldırım Bayezid'in yaptığı akınlarla sınırlar Fırat'tan Tuna'ya kadar genişlemişti. Kendisini İlhanlıların mirasçısı sayan Timur, doğuya ilerleyen Yıldırım'ı Ankara Savaşında (1402) esir etmiş ve Osmanlıların diğer beyliklerden aldıkları toprakları sahiplerine iade etmişti. Kalan topraklarda Bayezid'in oğulları arasında paylaşılınca tam genişlemeye başlamış olan Osmanlı Beyliği bir kaosa sürüklendi. Fetret Devri denilen bu döneme Çelebi Sultan Mehmed son verdi. Bu dönemde Yıldırım Bayezid'in oğullarından Emir Süleyman'ın sikkelerinde Sultanın ve babasının isminin bir arada nakış gibi işlendiği ve Osmanlı'ya has olan tuğrayı, ilk defa kullandığı görülür. Çelebi Sultan Mehmed ve II. Murad, saltanatları boyunca gerilemiş olan sınırları eski haline getirmeye çabaladılar. Fatih Sultan Mehmed, hazırlanan bu ortamda hâlâ büyük bir imparatorluk olan Bizans İmparatorluğu'nun başkenti Konstantinopolis'i uzun ve zorlu bir kuşatmadan sonra 29 Mayıs 1453'de aldı. Yerleşik belli bir yeri olmayan devlet merkezini topraklarının doğal başşehri olan bu şehre taşıdı, adına da Kostantiniye dendi. Beylikten devlete geçişi altın sikke kestirerek duyurdu dünyaya Fatih Sultan Mehmed. Sultanî denen bu sikke ticarette zorluk çıkmasın diye Venedik Dukaları ayarında ve ağırlığında idi. Bu dönemde Osmanlılar Anadolu'daki fetihlerin yanısıra Avrupa içlerine de yerleştiler. Akçe ve mangırlar Serez, Novar, Ayasluk, Edirne, Amasya, Bursa ve Konya gibi şehirlerde, altın ise sadece Konstantiniye'de kesiliyordu. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u fethetmesinin yanında Osmanlı sikkelerinin tuğra ile birlikte belirgin özelliği olan ''Karaların sultanı, denizlerin hakanı, sultanoğlu Sultan'' ifadesini de torunlarına miras bıraktı. Şehzade Cem Sultan'ın Rodos Şövalyeleri tarafından rehin tutulmasına karşılık II. Bayezid Avrupa'daki Osmanlı yayılmasına ara vermek zorunda kalmıştı. II. Bayezid'in Konstantiniye dışında bir taşra darphanesi olan Serez'de altın sikke kestirdiğini görüyoruz. Yavuz Sultan Selim, Osmanlı'nın yerleşik düzeninden ve kurallarından sıkılan Türkmen göçebelerin, siyasi bir güç kazanan Safevîlere katıldığını görmüş ve bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için Çaldıran Savaşıyla (1514) Şah İsmail'i yenmişti. Bu zaferden sonra I. Selim sikkelerinde ''Şah'' ünvanını kullandı. I. Süleyman'ın da kullandığı bu ünvan daha sonra terkedilmiştir. Yavuz Sultan Selim Portekizli denizcilerin ticaret yolu olarak Afrika yolunu keşfetmeleri üzerine tehlikeye giren Asya ticaret yolları için Ridaniye Savaşıyla (1517) Memlük Sultanlığı'na son verdi. İslamiyetin en kutsal iki şehri olan Mekke ve Medine de Osmanlı topraklarına katıldı. Böylece Mısır, Amid (Diyarbakır), Dimaşk (Şam), Haleb, Ruha (Urfa), Mardin, Harput, Hısn Keyfa (Hasankeyf) ve Hicaz'da da sikke kesilmeye başlanmıştı. Kanunî Sultan Süleyman 1520'de tahta oturduğunda Osmanlı'yı yükselen Şii değerlere karşı, Sünniliğin önderliğini üstlenmiş ve Hint ticaret yollarını kontrol eder bulmuştu. Belgrad'ı aldıktan sonra Avrupa'da güçlenen Habsburg Hanedanı ile arasında Budin'i alarak tampon bölge oluşturdu. Osmanlı'nın Avrupa'da olmasını fırsat bilerek kıpırdanmaya başlayan Safevîlere Bağdat'ı alarak ağır bir darbe daha vurdu. Türk kaptanı Barbaros Hayreddin Paşa'nın kuzey Afrika'daki bağımsız beyliğini bağışlamasıyla, Osmanlı Afrika'da ilk toprağına sahip oldu. Bu seferlerin sonunda Cezayir, Bağdat, Zebid, San'a, Belgrad da Osmanlı darphaneleri arasına katıldı. Kanunî devri devletin ve halkın en zengin olduğu devirdi. Kırktan fazla darphanede para basılıyordu. Osmanlı fethettiği toprakların yönetiminde gösterdiği esneklik ve hoşgörü politikasını, o bölgelerde basılan sikkelerde de göstermiş ve her yörede farklı nakış ve istifte sikkeler basılmaya başlamıştı. Ayrıca yabancı paralar da Osmanlı paralarıyla aynı anda İmparatorluk topraklarında kullanılıyordu. Osmanlı'yı 600 yıl boyunca bu kadar geniş topraklarda yaşatan bu hoşgörü politikasıdır. İspanyol ve Portekizli denizcilerin başarılı keşifleri sonunda Amerika'dan getirilen tonlarca gümüş ve altının Avrupa pazarlarına girmesiyle Avrupa'da oluşan zenginliğe karşın, Osmanlı'daki enflasyon neticesi akçenin değeri 1585-1640 arasında ard arda düşürüldü ve darphaneler birer birer kapanmaya başladı. IV Murad zamanında akçeden daha hafif ''para'' adıyla yeni bir sikke çıkarıldı. Artık sadece Kostantiniye ve güney illerinde sikke kesiliyordu. II. Süleyman bu durum karşısında Avrupa'daki ''grossolarla aynı değerde olmak üzere gümüşten ''kuruş'' bastırdı. Yeni mangır birimi de kullanılmaya başlandı. IV. Mehmed'in son dönemlerinden beri Avrupa'dan getirilen makinalarla darphanede altın para basılıyordu, II. Süleyman altınlarla birlikte gümüş ve bakırları da makinalarda bastırmaya başladı. II. Mustafa'nın tuğrayı gümüş ve bakırın yanında altınlarda da kullanmaya başladığını görüyoruz. 18. yüzyılda, Osmanlı'da III. Ahmed'in barışçı siyaseti dikkati çeker. Karlofça ve Pasarofça antlaşmaları ile genişleme siyaseti bırakılmıştı. Bu döneme, gelişen ince zevkin ve kültürel gelişmelerin simgesi olarak ''Lale Devri'' dendi ve bu sembolik lale motifi bitkisel süslemelerle birlikte bu devir sikkelerinin en belirgin özelliği oldu. Ayrıca bu dönemde Venedik altınına eş değerde Cedid Zer-i İstanbul altını da basıldı. Sultan II. Mustafa'nın Osmanlı sikkelerinde ilk defa olarak cülûs tarihinin yanında, saltanatın kaçıncı yılında bastırıldığını gösteren rakamı da eklemesiyle sikkelerin kesim tarihi kesin olarak anlaşılabilir oldu. 18. yüzyıldan başlayarak Osmanlı bitmek bilmeyen savaşların masraflarını karşılayamaz hale gelmişti ve yenilgilerden sonra gittikçe toprak kaybediyordu. İç karışıklıkların ardı arkası kesilmiyordu. Padişahlar saray entrikaları, sıkça görülen kısa saltanatlar ve sarayın müsrifliği yüzünden devlet kasasını kontrol edemiyordu. Avrupa ortaçağı aşmış, her konuda atılım yapıyordu. Batıyı örnek almaya karar veren Osmanlı, III. Selim ve II. Mahmud'un yenilikçi politikalarıyla yeniden yapılanmaya başlamıştı. Bu yenilikçi hareketin izlerini II. Mahmud'un birim ve tipte hayli fazla çeşitte sikke bastırmasında görebiliyoruz. 1818 yılında Osmanlı'nın kurulduğundan beri esas para birimi olan fakat uzun bir süredir adı sadece hesaplamalarda kâğıt üstünde kalan akçenin darbına son verildi. Abdülmecit döneminde ''Tanzimat-ı Hayriyye'' ıslahat planı dâhilinde Londra'dan yeni makinalar ve ustalar Darphaneye getirildi. Alınan ''Tashih-i Ayar'' kararları ile kuruş üzerine kurulu para sistemi belirlendi ve 100 kuruş = 1 liralık çıkarıldı. II. Abdülhamit bugün bile bir gelenek olarak devam eden ziynet altınını çıkardı. Çalışmalarına başlayan Islah-ı Meskûkât Komisyonu, Sultan V Mehmed zamanında aldıkları kararlarını patlak veren I. Dünya Savaşı nedeniyle uygulamaya koyamadılar. Savaş sırasında Almanya ve Avusturya'dan borçlanarak para basıldı. Savaş sonrasında yenik sayılan Osmanlı İmparatorluğu Hazine'si, toprakları gibi galip devletler tarafından talan edildi. Bu dönemde Osmanlı'da ilk defa nikel para basılmıştır. 600 yıl dünya siyasetini belirleyen Osmanlı İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı sonrasında içinden filizlenen yenilikçi bir hareketle kabuk değiştirmiş ve Türkiye Cumhuriyeti'ni yaratmıştır. İstanbul Darphanesi lirayı temel alan para basımını hâlâ sürdürmektedir. Osmanlı Devletinde vergiler 1-Şeri vergiler, 2- Örfi vergiler olmak üzere ikiye ayrılıyordu: 1- ŞERİ VERGİLER: Bunların şeriatın emrettiği vergilerdi. a) Öşür: Müslümanlardan alınan toprak ürünü vergisidir. Elde edilen ürünün onda biri vergi olarak alınırdı. b) Haraç: Müslüman olmayanlardan alınan vergiydi. İkiye ayrılıyordu: 1-Harac-ı Mukassem: Elde edilen üründen alınırdı. 2-Haracı Muvazzaf: Toprak vergisiydi. c) Cizye: Müslüman olmayan erkeklerden, askerlik görevi karşılığı alına vergidir. d) Ağnam: Hayvandan sayısına göre alınan vergi. 2- ÖRFİ VERGİLER: Padişahın iradesiyle konulan vergilerdi. Başlıcaları: a) Çift Resmi: Reayanın sipahiye ödediği toprak vergisi b) Çift bozan vergisi: Toprağını izinsiz olarak terk eden veya üç yıl üst üste ekmeyenlerden alınan vergi. c) Avarız: Olağanüstü hallerde, divanın kararı ve padişahın emri ile toplanan vergilere denirdi. OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİ Osmanlı devleti de diğer devletler gibi kendi vatandaşlarını kendi düşünceleri doğrultusunda yetiştirmek amacıyla eğitim-öğretim müesseseleri kurmuştur. Devlet ve çoğunlukla vakıflar aracılığıyla kurulan ve devletin kuruluşundan yıkılışına kadar çeşitlenerek gelişen bu müesseseleri iki ana guruba ayırabiliriz. I)Örgün Eğitim Müesseseleri II.)Yaygın Eğitim Müesseseleri I)Örgün Eğitim Müesseseleri: Bu müesseseler belirli yaş ve bilgi seviyesine gelmiş insanları belirli zaman ve disipline göre yetiştirmek amacıyla kurulmuş müesseselerdir. Bu eğitim müesseseleri askeri ve sivil olmak üzere iki kısma ayırabilir. 1)Sivil Eğitim Müesseseleri: a)Sübyan Mektepleri: İlk tahsil veren bu okullar 5-6 yaşlarındaki çocuklara okuyup yazmayı bazı dini bilgileri ve dört işlemden ibaret olan matematik dersini verirdi.İslam'dan öncede Küttab adıyla Hire de varlığı görülen bu okullar daha önceki Türk devletlerinde ve Osmanlı Devletinde çeşitli adlarla anılmıştır(Darul Talim,Mektep mahalle mektebi vs..)Osmanlılarda bu okulların hocalarına muallim veya şakirt denirdi.Talebelerine de talebe suhte,tilmiz gibi isimler verilirdi. 1846'ya gelindiğinde dört yıllık eğitim veren Sıbyan mekteplerinde elifba, Kur’an, ilmihal, tecvit, harekeli Türkçe, Muhtasar Ahlakı memduha risalesi, sülüs ve nesih yazıları öğretiliyordu. Tanzimat’tan sonra 3 yıllık mektebi iptidai olarak faaliyet göstermeye başlar. Osmanlılar devrinde kız çocukları da bu mekteplerde erkeklerle birlikte okumuşlardır. Bununla beraber Osmanlı da kız ve erkek çocuklarının ayrı ayrı okuduğu okullarda mevcuttu. Sıbyan mekteplerinde öğretim görevlisi olarak medrese mezunları görev yapmışlar daha sonra ise bu ihmal edilmiş, medrese mezunu olmayan kişiler de hocalık yapmaya başlamışlardır. Kızlara ait mektepler de ise yaşlı kadınlar öğretmenlik yapmıştır. b)Medreseler: İslam tarihinde medrese orta ve yüksek seviyede eğitim ve öğretim veren müesseselerinin ortak adıdır. Daha önceki devirlerde olduğu gibi Osmanlı’da da şahıslar tarafından tesis edilen ve yaşaması için vakıflar kurulan medreselerin hocalarına müderris ve yardımcılarına muid denirdi. Medrese talebelerine ise danişmend, suhte veya talebe diye adlandırılırdı. Osmanlıda ilk medreseyi Orhan Gazi 1331'de İznik'te kurulmuştur. Osmanlı Medrese teşkilatında ilk köklü değişim Fatih Sultan Mehmet zamanında olmuştur. Fatih kanunnamesini hazırladığı sırada Molla Hüsrev ve Ali Kuşçunun içinde bulunduğu bir maarif komisyonuna “kanuni talebe-i ulûm”u hazırlatmış böylece Osmanlı medrese sistemi hazırlanmış oldu. Osmanlı medreselerini umumi medreseler ve ihtisas medreseler olarak ikiye ayırabilir: Umumi Medreseler 1.Haşiye-i Tecrit(Yirmili)Medreseler: Bu medreseler Seyyid Şerif Cürcani'nin Haşiye-i Tecrit adlı eserinden almıştır. Daha çok fıkıh eserlerin okutulduğu bir medrese olarak eğitim vermiştir. 2.Miftan(otuzlu) Medreseleri 3.Kırklı Medreseler 4.Ellili Medreseler 5.Sahn-ı Seman Medreseleri: Bu medreseler fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'da kurduğu külliyede bulunan 8 medresedir. Bu medreselerde fıkıh, usulü fıkıh, hadis, tefsir, astronomi(heyet),hendese, tıp gibi ilimler okutulmuştur. 6.Altmışlı Medreseler 7.İhtisas Medreseleri a)Darul Kura b)Darul Hadisler c)Daru'ş şifalar Osmanlı Medrese sistemindeki ikinci en büyük gelişme Kanuni Sultan Süleyman devrinde meydana gelen gelmiştir. Kanuni devri her sahada olduğu gibi medrese teşkilatında da zirveyi ifade eder. Kanuni Sulan Süleyman, Süleymaniye külliyesinin inşa ettikten sonra burada tesis ettiği medreselerde Sahn-ı Seman medreselerinin üstünde medreseler kurmayı planlarken diğer tarafından da Osmanlı medreselerinin payelerini yeni bir sisteme göre tekrar tanzim etmiştir. Buna göre Osmanlı medreselerinin şu şekli aldığı görülmektedir: 1İbtidai hariç medreseleri 2.Hareketi Hariç medreseleri 3.İptidai dâhil medreseleri 4.Hareketi Dâhil Medreseleri 5.Musile i Sahn Medreseleri 6.Sahnı Seman Medreseleri 7.İbtidai Altmışlı Medreseleri 8.Hareketi Altmışlı Medreseleri 9.Musile i Süleymaniye Medreseleri 10.Süleymaniye Medreseleri 11.Darul Hadis Medresesi XV. ve XVI asırda en yüksek seviyelerine ulaşmış olan Osmanlı Medrese sistemi XVII asırdan itibaren gerilemeye başlamıştır. XVIII. asırda Süleymaniye medreselerine Musileyi Süleymaniye'den sonra Havarnisi Süleymaniye adıyla yeni bir medrese, XVIII. asırda da camilerde tedrisatı sürdüren dersiyeler ilave edilmişse de medreselerin kalitelerinin düşmesi önlenememiştir. Medreselerin bozulma sebepleri genelde şu şekilde sıralanmıştır: a)Meval-i zadelerin zuhuru b)İlim sahiplerinin ağa ve paşalara intisapları c)Müderris ve kadıların cehaleti d.Cehaletle fazlın birbirinden fark olunmaması Sistemdeki bozulmanın önüne geçmek için birçok düzenlemeler yapılmıştır. Özellikle II. Mahmut devrinde medreselerin ıslahının mümkün olmaması nedeniyle padişah Avrupa usulü bir eğitimin kurulmasına teşebbüs etti ve bir fermanla ilköğretimin mecburi ve parasız olacağı ilan etti. I.Meşrutiyet devrine gelindiğinde medreselerde beklenen ıslahatlar yapılmış ve medreselerde Riyaziye, tıbbiye, tarih, coğrafya, Farsça, ve Osmanlıca dersleri okutulmaya başlamıştır.1914 yılına geldiğinde Islahı medaris nizamnamesi çıkarılmış ve İstanbul medreseleri Darul hilafetil aliyye medreseleri adı altında toplanmıştır. Bu medreseler Tali kısmı evvel, Tali kımı Sani ve Ali kısmı olarak üç kısma ayrılmış ve her kısmı dört sene olan medreseler toplan 12yıllı bir eğitim-öğretim vermiştir. Her üç kısımda da dini ilimler, Arapça Türkçe, Farsça, Tarih, Riyaziye ve Tabiatı Fen dallarında dersler okutulmuştur. MEDRESENİN ELEMANLARI a)Müderris: Belirli bir tahsilden sonra icazet ve beratla ders veren kimselere müderris denirdi. Tek haneli medreselerde bir; sahnı seman gibi çok haneli medreselerde ise her haneye bir müderris tayin edilirdi. Osmanlı medreselerinden mezun olan öğrenciler Anadolu da vazife alacaksa Anadolu Kazaskeri Rumeli de görev alacaksa Rumeli kazaskerini meclislerine devam eder ve matlab defterine mülazım olarak kaydedilir ve sırası gelinceye kadar beklerdi buna nöbet denirdi. Sırası gelen müderris önce yirmili bir medreseye atanır sonrasında terakki etmesine göre kırklı, altmışlı ve daha yüksek payeli medreselere çıkabilirlerdi. Her padişah devrinde en yüksek payeli medreseler genelde değişikliklere uğranıştır. Bir müderris terakki ettikten sonra istekli olduğu medreseye başka talip yoksa hemen oraya nakledilir başka istekli varsa aralarında sınav yapılırdı. İmtihan yazılı ve sözlü olarak iki kısımda yapılırdı. b)Muid: Teknik anlamda müzakereci müderrisin derslerini tekrarlayıp izah eden müderris yardımcısı anlamına gelir. Danişmendler arasında en liyakatliler arsından seçilen muidler hem müderrisin derslerini tekrarlar hem de öğrenciler arasında disiplini sağlardı. Görev süreleri iki yıl olan muidlik müessesesi II. Meşrutiyetten sonra kaldırılmıştır. c)Danişmend: Öğrenci anlamında kullanılmıştır. Genelde medrese öğrencileri için kullanılan bir addır. Danişmentler Sıbyan mekteplerini veya o seviyedeki özel bir eğitimi tamamladıktan sonra medreselere girerlerdi. Böylece haşiye i tecrit medreselerinden birinde tahsiline başlayan danişmend daha sonra müderrisinden icazet alarak kırklı bir medreseye oradan da ellili bir medreseye son olarak ta sahnı seman veya Süleymaniye'ye girerek bitirir ve mülazemet için beklerdi. Osmanlı medreselerinin en büyüklerinde bile talebe sayısının 20'ye ulaşmadığı görülür. TANZİMAT DÖNEMİNDE EĞİTİM Bu dönemde bir yanda klasik Osmanlı Eğitim ve öğretim müesseseleri devam ederken bir yandan da her seviyede Avrupa eğitim-öğretim müesseseleri açılmaya başlamıştır. İlk önce askeri alanda yaygınlaşan Avrupai mektepler daha sonra sivil sahada da gelişti. I)İlköğretim: 1)İptidailer Osmanlı klasik çağının Sıbyan mektepleridir. Rüştiyeler açılınca onlara öğrenci hazırlayan mekteplere de iptidai adı verildi. Bu mektepler 8 Nisan 1847 yılında düzenlenen program ve yönetim şekliyle yeni bir düze kavuşmuştur. Öğretim süresi dört yıl olan bu okullara yedi yaşına basan kız ve erkek çocuklara ilkokul seviyesinde bir eğitim-öğretim verilirdi.6 Ekim 1913 Tedrisatı iptidaiye kanunu ile Fransız okulları sistemine uyarak Rüştiye ve iptidaiye birleştirilerek altı yıllık Mektebi İptidai haline getirilmiştir. Bu okullarda Türkçe, tecvit, ilmihal, hat, Osmanlı tarih ve coğrafyası, yurttaşlık bilgisi, resim Müzik ve beden terbiyesi programa girmiş ve 1924'e kadar devam etmiştir. Bu devirde iptidailer yedi yaşına basan çocuklar için mecburi hale getirilmiş ve ceza olarak falaka yasaklanmıştı. II)Ortaöğretim: 1)Rüştiyeler: II. Mahmut döneminde Sıbyan mekteplerinin yetersiz olduğu görülerek bu mekteplere sınıfı Sani olarak açılır. Bunlar idadilere basamak olmasından dolayı ortaokul seviyesinde mektepler olarak değerlendirilir. Önceleri dört yıl olan bu okullar daha sonra altı yıl olmuştur. Rüştiyelerin ilki 1838 tarihinde açılan mektebi Maarifi adliyedir.1874-75 döneminde 400'e yakın rüştiye mevcuttu.1867'ye kadar bu mekteplere Müslüman çocuklar alınırken bu tarihten sonra ise gayri Müslimler de alınmaya başlanmıştır. Bu maksatla adaylar Türkçe imtihana tabi olmuşlardır. Bu okullarda dinin ilimler, hesap, coğrafya, hat, hendese, cebir, usulü defter, resim, müzik gibi dersler görülmüştür. 2)İdadiler: Orta öğretimde ikinci ademe olarak eğitim-öğretim veren mekteplerdir.1869 Maarifi Umumiye nizamnamesine göre idadiler Rüştiye mezunu olan Müslim ve gayri Müslim çocukların bir arada öğretim yaptıkları yerlerdir,1000 haneden fazla yerlere idadi kurulacaktır, idadilerin bütün masrafları vilayet maarif idadisi sandığından karşılanacaktır, İdadileri süresi üç yıl olacak ve şu dersler okutulacaktır: Türkçe, kitabet, Fransızca, mantıkkavaniniOsmaniye, coğrafya, tarih, cebir hesapidefter tutma, kimya resim dersleri okutulmuştur. Bu nizamnamedeki hedefler ise maalesef belirlenen sürede tutturulamamıştır. 3)Sultaniler: İdadiler seviyesinde Fransızca ve Türkçe ile eğitim ve öğretim yapan bir mekteptir.1 Eylül 1868 tarihinde Galatasaray Sultanisinin açılışıyla maarifimize giren bu Fransız modeli mektepler hazırlık devresiyle birlikte 9 yıllık bir süreyi kapsamaktadır. Bu mektebin açılışı sultan Abdülaziz'in 1867 Paris ziyaretine dayanır. SultanideTürkçeFransızca, Grekçe, ahlak, Latince, tarih, coğrafya, matematik, kozmografya, mekanik, fizik, kimya, ekonomi güzel konuşma sanatı ve resim dersleri okutulurdu, Daha sonra Arapça ve Farsça okutulmuştur. Darüşşafaka ve Robert kolej de sultani tipi okullardandır. III)Yüksek Öğretim: Bunlar üniversite karşılığı olan darülfünun ve yüksek okullardır. 1)Daru'l Fünun: İlk kez 12 Ocak 1863'te açılan darül funun bu tarihten sonra birkaç kez kapanıp açılmış1908 tarihine gelindiğinde İstanbul darülfünunu olarak adı değiştirilmiş ve yeniden teşkilatlandırılmıştır.1912 de şubeler fakülteye çevirilmiş ve I.Dünya savaşında Almanya'dan fen edebiyat ve hukuk alanında 20 profesör çağırılarak üniversitelerin kadroları güçlendirilmeye çalışılmıştır. 2)Yüksek Okullar: a)Mektebi Mülkiyeyi Şahane: Osmanlıda ilk sivil yüksek okuldur. Kaymakamlık ve müdürlük gibi mülki idarede görevlendirilecek memurlar için açılan bir yüksek okuldur. Öğretim süresi önce iki yıl olarak belirlenmiş daha sonra dört yıla çıkarılmıştır.1915'te Darül fünunun hukuk fakültesine bağlanmıştır. b)Mektebi Tıbbiyeyi Mülkiye: Sivil tabip yetiştirmek maksadıyla kurulmuş bir mekteptir. Başlangıçta beş yıl olan bu okul daha sonra altı yıla çıkarılmıştır.1915'te üniversitenin tıp fakültesine bağlanmıştır. c)Mektebi Hukuki Şahane: Tanzimat sonrası açılan batı tipi mahkemelere eleman yetiştirmek amacıyla kurulan mekteplerdir.1909'da Darülfünunun hukuk fakültesi haline geldi. d)Hendeseyi Mülkiye Mektebi: Memleketin sivil mühendis ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde yüksek mühendis mektebi adıyla faaliyetlerine devam etmiştir. e)Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi: Ziraat ve baytarlık alanında memleketin ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulan dört yıllık bir yüksek okuldur. KLASİK DÖNEM ASKERİ MEKTEPLERİ I)Acemioğlanlar Ocağı: Pençik ve devşirme usulleriyle toplanan çocuklar Türk-İslam terbiyesine göre yetiştirilmek üzere Türk ailelerinin yanına verilir sonra Acemioğlanlar ocağına alınırlardı. Burada bir taraftan askeri eğitim alırken diğer taraftan da Enderun hazırlayıcı eğitim verilirdi. I.Murat devrinde Çandarlı Kara Halil Paşa ve Molla Rüstem'in tavsiyeleriyle kurulan bu ocak 1826'da Yeniçeri Ocağı kapatılınca bu ocak ta kaldırıldı. II).Yeniçeri Ocakları: Acemioğlanlar mektebinden sonra titiz bir imtihanla seçilen kabiliyetli gençler Enderun Mektebine diğerleri de asker olmak üzere Yeniçeri Ocağına alınırlardı.61 bölükten oluşan bu kuvvetler yeniçeri ağasına bağlıydı. III).Enderun Mektebi: Topkapı sarayı içinde bulunan ve orduya kurmay yetiştiren yüksek seviyede önemli bir mekteptir. Osmanlıya has olan bu mektepler ilk olarak II. Murat zamanında Edirne de kurulmuştur. Fatih Sultan Mehmet zamanında sadece kurmay asker yetiştirmekten başka birde mülki ve idari kadronun da yetiştirildiği bir mektep haline gelmiştir. Gittikçe zayıflayan Enderun mektebi 1 Temmuz 1909'da lağvedilmiştir. YÜKSEK SEVİYEDEKİ ASKERİ MEKTEPLER I)Mühendishane-i Bahr-i Hümayun: Osmanlının batıya açılan ilk kapısıdır.1773'te Baron De Tott'un tavsiyesiyle ve Cezayirli Hasan Paşanın gayretleriyle Haliç Tersanesinde açılmıştır. Bu mektepte ordunun ihtiyaç duyduğu denizci subaylar yetiştiriliyor ve topçu eğitimi veriliyordu. II)Mühendishane-i Berri Hümayun: III. Selim devrinde kurulan bir yüksek okuldur. Topçu subayı yetiştirmek amacıyla Mühendishane-i bahri Hümayun'dan ayrılarak kurulmuştur. Öğretim süresi dört yıldır. III)Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Ma'mure: Sadece Müslüman tıp adamlarının yetiştirilmesi amacıyla kurulmuş Darüşşifanın devamı olan okuldur. Eğitim süresi dört yıldır. IV)Mektebi Fünunu Harbiye: Açılan askeri okulların ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kurulmuştur. II. YAYGIN EĞİTİM MÜESSESELERİ: Her yaş ve seviyedeki insanlara medrese ve mektepler dışındaki yerlerde verilen eğitimdir. Bu yaygın eğitim kurumları camiler, tekkeler, saraylar, darü’l hikmetİslamiye, darulmesnevi, kütüphaneler, sahaflar, loncalar, ulema evleri, kıraathaneler olarak sıralanabilir. DİVAN-I HÜMAYUN Osmanlı Devletinde Divan-ı Hümayun ve Yapısı Bugünkü Bakanlar Kurulu gibi çalışan Divan-ı Hümayun önceleri “divanhane”de toplanırken, Kanuni zamanında yapılan “Kubbealtı” denilen yerde toplanmaya başlamıştır. Bütün devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı bir danışma organı olan Divan-ı Hümayunda devleti ilgilendiren tüm konular görüşülür ayrıca büyük davalara bakılırdı. Not: Divan teşkilatı ilk defa Orhan Bey zamanında kurulmuştur. Fatih Sultan Mehmet padişahların divân toplantılarına katılma geleneğine son vererek, toplantıları kafesli bir pencerenin arkasından takip etmiştir. Bu dönemden sonra divana Sadrazam başkanlık etmeye başlamıştır. Diğer Divanlar ise şunlardır: · Sefer Divânı: Vezir-i azam sefere çıkarken toplanan divan · Ulufe Divânı: Yeniçeri maaşları için toplanan divan · Galebe Divânı: Yabancı elçilerin kabulü sırasında toplanır · Ayak Divânı: Olağanüstü durumlarda toplanan divan. · At divânı: Sefer sırasında at üzerinde yapılan toplantı. · Divanın Yapısı: Osmanlılarda padişahın yetkilerini kullanmak ya da emirlerini uygulamak için görevlendirilmiş üç temel sınıf bulunuyordu. Bu sınıfların en üst yetkilileri divânda temsil edilirdi. Bu sınıflar şunlardı: Seyfiye ( Ehl-i Kılıç = Ehl-i Örf) İlmiye ( Ehl-i Şer =Ulema ) Kalemiye ( Ehl-i Kalem ) · Divanın-ı Hümayun Üyeleri: § Padişah § Vezir-i azam ( Sadrazam ) § Kubbealtı Vezirleri ( Seyfiye ) § Nişancı ( Kalemiye ) § Kazaskerler ( İlmiye ) § Defterdarlar ( Kalemiye ) ( Anadolu ve Rumeli Defterdarı ) § Şeyhü’l-İslam ( İlmiye ) § Reisü’l-Küttap ( Kalemiye ) ( Anadolu ve Rumeli Kazaskeri ) Not: Bunlardan başka eğer vezir rütbesine sahiplerse yeniçeriağası ve kaptan-ı derya da divan üyesi olur ve görüşmelere katılırlardı. a. Vezir-i azam(Sadrazam):Bugünkü başbakan durumunda olan ve yürütme işlerinden sorumlu olan vezir-i azam, padişahın mutlak vekili olarak görev yapar ve onun altın mührünü taşırdı. Divana başkanlık eder, padişah sefere katılmıyorsa ordunun başına geçer, bu görevi sırasında “Serdar-ı Ekrem” sıfatıyla padişahın bütün yetkilerini kullanırdı. Osmanlı Devletinde ki ilk sadrazam“Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa’dır. b. Kubbe altı vezirleri: Bugünkü devlet bakanları niteliğinde olan vezirlik makamı ilk kez Orhan Bey döneminde oluşturulmuştur. Osmanlı Devletinde ilk vezir “Alâeddin Paşa”dır. Vezirler Sadrazama bağlı olarak çalışırlardı. c. Kazaskerler (Kadıaskerler): Divanı Hümayun üyesi olan kazaskerler şer'i hükümler veren en yüksek görevlilerdi. Fatihten itibaren Anadolu ve Rumeli Kazaskerleri olmak üzere sayıları ikiye çıkarıldı. İlmiye sınıfından seçilen kazaskerler adalet, eğitim, vakıf ve din işlerinden sorumluydu. Ayrıca “Taht Kadısı” hariç bütün kadıların ve müderrislerin atamasını yapardı. Kadıların başlıca görevleri: · Merkezden gelen emirleri halka iletmek, halkın şikâyetlerini merkeze bildirmek. · Her türlü davaya(miras, ticaret, ceza) bakarak karar vermek.(Yargıçlık) · Nikâh sözleşmesi, şirket kurulması, Vakıf kurulması gibi sözleşmeleri yapardı.(Noterlik) · Avarız denilen olağanüstü durumlardaki vergileri toplar, merkeze gönderirdi. d. Nişancı(Tevkii=Tuğrai): Divandan çıkarılan belgelerin üstüne padişahın nişanı olan tuğra yı çektiği için “tuğracı”da denirdi. Nişancı kendisine bağlı “Reisü’l-küttab” başkanlığında çeşitli kalemler vasıtasıyla merkez bürokrasisinin her türlü işlemlerini yürütürdü. Reisü’l-küttab'a bağlı kalemler şunlardı: Beylikçi Kalemi, Tahvil Kalemi, Ruus Kalemi, Amedi Kalemi Nişancının görevleri: · Nişancı tuğra çekmenin yanı sıra yukarıdaki kalemler vasıtasıyla şu görevleri yapardı: · Divanda yapılan görüşmelerin kayıtlarını tutarak mühimme defterine(divan defteri) kaydetmek. · Ferman, berat gibi belgeleri hazırlamak. · Sadrazam ve padişah arasındaki ve dış ülkelerle olan yazışmaları hazırlamak. · Tapu tahrir defterlerini tutmak ve tımarların dağıtımını yapmak. e. Defterdar Osmanlı Devletinde bütün mali işlerden ve hazineden sorumlu en üst görevlilerdi. İlk dönemde defterdar sayısı bir iken, sonraları mâli işlerin artmasından dolayı sayıları ikiye yükselmiştir. Bunlar; Rumeli Defterdarı ve Anadolu Defterdarı idi. Rumeli Defterdarı Başdefterdar görevini yürütmekte idi. Defterdara bağlı kalemler şunlardı:Ruznamçe kalemi, Maliye emirleri kalemi, Tarihçi kalemi, Gelir ve gider kalemi f. Şeyhü’l-İslam Medrese kökenlidir ve şeriat kanunlarının uygulanmasından sorumlu en yüksek din görevlisidir. Kanuni döneminde divan üyeliğine getirilmiştir ve protokolde sadrazama denk sayılmıştır. Bütün ilmiye sınıfının başı olarak divanda alınan kararların dine uygun olup olmadığı hakkında fetva verirdi ancak divanda oy hakkına sahip değildi. g. Reisü’l-Küttap XVII. yüzyıl sonrasında divan üyeliğine getirilen Reisü’l-küttap daha önce Nişancıya bağlı olarak bütün kâtiplerin başıydı. XVII. yüzyıl sonrasında dışişlerinden sorumlu hale getirilmiştir. Not: Bunların dışında “Kaptan-ı Derya” ve “Yeniçeri Ağası” gerekli görüldüğünde divan toplantılarına katılırdı. Ayrıca bunlarda vezir rütbesine sahip olanlar her zaman divan toplantılarına katılabilirdi. DEVLET YÖNETİMİ 1. YÖNETİM ANLAYIŞI · Veraset Sistemi ( Egemenlik Anlayışı ) Eski Türk devletlerinde olduğu gibi Osmanlı Devletinde de “Ülke toprakları hanedan üyelerinin ortak malı” olarak görülmüştür. İşte bu nedenle, Osmanlı Devletinde kimin padişah olacağı konusunda kesin bir kural yoktu. Osmanlı ailesinin bütün erkekleri taht üzerinde hak sahibi idiler. Onun için padişah ölünce oğullarının hangisinin tahta geçeceği konusunda devlet yönetimindeki etkili grupların (ümera, ulema vb.) tercihleri önemli rol oynuyordu. Eski Türk devlet geleneğinden kaynaklanan bu sistem (Kut anlayışı) taht kavgalarına neden oluyordu. Taht kavgaları sonrasında tahta geçen padişah mutlak otoriteye sahipti ve “sultan” ünvanını kullanmıştır. I.Murat döneminde, taht kavgalarının önüne geçebilmek amacıyla veraset sisteminde kısıtlamaya gidilmiş ve “ülke toprakları padişah ve oğullarının ortak malıdır” şeklinde değiştirilmiştir. Osmanlı da devlet yönetiminde hâkim olan mutlak monarşik yapı, II. Mehmet döneminde“Kanunname-i Ali Osmanî”nin yayınlanması ile birlikte, yasalaştırılan “kardeş katli” yasası ile birlikte daha da güçlenmiştir. I.Selim döneminde Mısır Seferi sonrasında Osmanlı padişahları “halife” (hilafet) ünvanını kullanmaya başlamışlardır. Bu durum Osmanlı Devletine “Teokratik” yönetim özelliği kazandırmıştır. I. Süleyman döneminde Şeyhü’l-İslam’ın divan üyesi olması ile birlikte bu süreç tamamlanmıştır. Taht kavgalarını önlemek amacıyla I. Ahmet dönemi ile birlikte “Ekber ve Erşet” sistemi uygulanmaya başlanmıştır. Buna göre veliahtlar içerisinden en bük olan ve akli dengesi yerinde olan kişi tahta geçebilecekti. Ayrıca şehzadelerin “sancağa çıkma” usulü de kaldırılarak “kafes usulü” uygulanmaya başlanmıştır. Padişah olacak kişiler bu tarihten itibaren Enderun mektebinde eğitilmişlerdir. Osmanlı padişahları ilk defa 1939 yılında, Tanzimat Fermanı ile birlikte mutlak egemenlik anlayışından kendi isteği ile vazgeçmiş ve kanun üstünlüğünü ilk kez kabul etmiştir. 1876’da ilan edilen I. Meşrutiyet ve yayımlanan “Kanun-i Esasi” ile birlikte parlamenter sisteme geçilmiştir. Not: Devletin kurucu unsurları “Türk devlet geleneğine” , “İslam dini kurallarına” ve“mahalli koşullara” dayanıyordu. Aynı zamanda padişah, şeriatla çelişmemek şartıyla, sınırsız kural koyma ve uygulama yetkisine sahipti. · Padişahların Yetişmesi: XVI. yüzyılın sonlarına kadar şehzadeler 14-15 yaşlarına gelince, Anadolu da ki sancaklaraSancakbeyi olarak gönderilirlerdi. Burada bir Lala'nın yanında devlet yönetiminde tecrübe kazanmaları sağlanırdı. Osmanlı Devletindeki “Lala” kurumunu Büyük Selçuklulardaki atabeylere benzetebiliriz. Ancak Osmanlı devletinde Lala’nın elinde “askeri” ve “siyasi” yetkiler bulunmamaktaydı. Böyle bir uygulamanın en önemli amacı merkezi otoriteyi korumaktı. I. Ahmet döneminde şehzadelerin sancağa çıkma usulü kaldırılmıştır. Bu dönemden sonra şehzadeler saray eğitim kurumu olan“Enderun mektebinde” yetiştirilmeye başlanmıştır. · Padişahların Ünvanları: Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarında başta bulunan hükümdarlara “Bey” denilmiştir. Yine Hıristiyanlara karşı savaştıklarından “gazi” de denilmiştir. ( Örneğin: Osman Bey, Osman Gazi, Orhan Bey, Orhan Gazi gibi..) Hükümdarların aldığı diğer ünvanlar ise şunlardır: Han, Hakan, Hünkâr, Sultan ve genellikle Padişah'tır. Not: Yavuz Sultan Selimin 1517 Mısır seferi sonucu “halifelik” Osmanlı padişahlarına geçmiştir. Böylelikle Osmanlı hükümdarları padişah olarak devletin başı, halife olarak da Müslümanların dini lideri olma özelliği taşımışlardır. 2. SARAY Padişahın hem özel hayatının geçtiği, hem de devletin yönetildiği yerdi. Saray, “Enderun” ve “birun” olmak üzere iki bölümden oluşuyordu. Bu iki bölüm “bab'üs-saade” (Orta kapı) denilen kapıyla birbirine bağlanmıştı. Osmanlı devletinde hükümet, eyaletlerin yönetimi ve ordu doğrudan padişahın şahsına bağlıdır. Söğüt, Bilecik, Bursa, İznik, Edirne ve son olarak İstanbul yönetim merkezi ( başkent ) haline getirilmiştir. · Enderun ( İç Saray ): Padişahın özel hayatının geçtiği sarayın iç bölümüdür. Burada padişahın hizmetine bakan güvenilir kimselerin bulunduğu hizmet ve eğitim odaları ve harem bulunuyordu. Enderun’daki odalar şunlardır: Hasoda: Padişahın günlük hizmetine bakarlardı. Hazine Odası: Padişahın özel hazinesine bakarlardı. Kiler Odası: Yemek ve sofra hizmetlerini yaparlardı. Seferli Odası: Berber, terzi, müzisyen gibi görevliler bulunurdu. · Harem: Sarayda kadınların yaşadığı bölüme denirdi. Saraya alınan kızlar tıpkı iç oğlanları gibi sıkı bir eğitim görürlerdi. Eğer padişah tarafından sarayda tutulmazlarsa “Çıkma usulü” ile saray dışında görevlendirilen kapıkullarıyla evlendirilirlerdi. · Birun ( Dış Saray ): Sarayın dış bölümüne denirdi. Bîrûn da geniş bir yönetici kadro yer alırdı. Tüm devlet işlerinin görüşüldüğü ve padişah’ın resmi hayatının geçtiği yerdi. Padişah halkın şikâyetlerini “babü’s-sade Kapısı”na dinlerdi. Not: Osmanlılar da ilk saray Bursa da yapılmıştı. Başkent Edirne olunca burada daha büyük bir saray yapılmış, İstanbul'un fethiyle II. Mehmet (Fatih), Bayezıt'deki mevcut sarayda oturmuş, buranın yeterli gelmemesi üzerine aynı yerde başka bir saray yaptırılmıştı. Eski Saray denilen bu sarayın da yeterli olmaması üzerine “Topkapı Sarayı” (yeni saray) yapılmıştır. Padişahlar XIX. yüzyıla kadar burada oturmuşlar, XIX. yüzyılda Dolmabahçe, Beylerbeyi, Çırağan ve Yıldız Sarayları yapılmıştır. 3. İSTANBUL’UN YÖNETİMİ (Der saadet – Der-i Aliyye) Der saadet veya Der-i aliyye olarak adlandırılan İstanbul’un yönetimi farklı bir yapıya sahipti. Buna göre; · Genel düzen ve güvenlik doğrudan “Sadrazam”a bağlıydı. · Şehrin güvenliğinden “Subaşı” ve “Yeniçeri Ağası” sorumluydu. · Adalet işlerinden “Taht Kadısı” soruluydu. · Belediye ve bayındırlık işlerinden ise “Şehremini” sorumluydu.