( Ramazan’a özel ) Bizim sayfa (Edirne İl Müftülüğü tarafından hazırlanmıştır) Ramazanın 25. Günü Hazırlayan: Selim Al ( vaiz ) İslam’da Kadın hakları Duamız: “Ya Rabbi ! kadınların ve çocukların birer emanet olduğu şuuruna bizleri erdir. Kadınların haklarını zayi etmekten bizleri muhafaza eyle. İffetli, onurlu ve İslam ahlakı ile yetiştirilen kızların bu kahraman topluma daha çok kahramanlar yetiştireceği bilincini gönüllerimize nakşeyle. Seni sevmeyi, senin sevdiklerini sevmeyi, seveceğin güzel işler yapmayı bizlere nasip ve müyesser eyle. İmanımızı kuvvetli, amellerimizi ihlaslı eyle. Bizleri dünya imtihanını kazananlardan eyle. Merhamet duygularımızı köreltme. Kardeşlik bağlarımızı kuvvetli kıl. Tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olacak, İslam’ı ihyaya muktedir eyle. Gönüller yapmayı bizlere nasip eyle. Aziz şehitlerimizin makamlarını yüce, gazilerimize uzun ömürler nasip eyle. Vatanımızı ve tüm İslam alemini zalimlerin şerrinden muhafaza eyle. (amin) Günün yazısı : İslam’da Kadın hakları İslâm Dîni, kadına en büyük değeri vermiş ve onun güvenli,huzurlu, vakarlı, haysiyetli ve şerefli bir tarzda yaşamasını sağlamıştır. İslâm nazarında kadın, şefkat, merhamet, hürmet duyulması ve nezâket gösterilmesi gereken asîl ve nezîh bir varlıktır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, kadınların nârin, nâzik ve kibâr olduklarına işâretle, onların hiç kırılmaması ve incitilmemesi gerektiğini tavsiye etmişlerdir. Kadın, aynı zamanda ilk İslâm şehîdidir. Hz. Ammâr (r.a.)’ın annesi Hz. Sümeyye (r.anha), Mekke’de müslümanlığı ilk kabul edenlerden ve bu yüzden dayanılmaz işkencelere uğrayanlardandı. Kendisine İslâm’dan ayrılması için yapılan her türlü eziyet ve zulme rağmen, hak yoldan dönmedi. Sonunda Sümeyye (r.anha), Ebû Cehl’in süngüsü altında can vermiş ve Allâh yolunda ilk İslâm şehîdi olmak şeref ve mertebesine erişmiştir. (1) Kur’ân-ı Kerîm’de "en-Nisâ"(Kadınlar) isimli, yüz yetmiş altı âyetlik uzun bir sûre olduğu gibi, ayrıca "Meryem" diye Hz. Îsâ (a.s.)’ın annesine atfedilen doksan sekiz âyetlik müstakil bir sûre daha vardır. Bunlardan başka; "en-Nûr, el-Ahzâb, el-Mümtehine, et-Tahrîm ve et-Talâk" sûreleri de kadınlarla ilgili çeşitli konuları içine almaktadır. İslâm Dîni’nde kadın, âile ocağında temel eğitimi veren ilk öğretmen ve mükemmel bir eğitimcidir. Çocuğun terbiyesi, yetişmesi, her yönden gelişmesi, daha küçük yaşta iken güzel alışkanlıklar kazanması ve faydalı bilgilerle donatılması husûsunda annenin rolü çok büyüktür. Baba, evin nafakasının temini için ömrünün ekserîsini âilesinden dışarıda geçirmekte, çocuğu ile yeteri kadar meşgul olamamaktadır. Bu durumda, çocuğu asıl yetiştiren ve terbiye eden anne olmaktadır. Nitekim peygamberler, mürşid-i kâmiller, velîler, sultanlar ve daha nice büyük insanlar, hep mümtaz annelerin kucaklarında yetişmişlerdir. Ahlâk kitaplarımızda; çarşıdan alınan değişik yeni bir şeyi, çocuklara bölüştürürken önce kızlardan başlanarak ikrâm edilmesi tavsiye edilmiş, kız çocukları daha hassas ve nâziktirler, diye düşünülmüştür. Kız çocuklarının bakımı ve terbiyesi için her türlü fedâkârlıkta bulunan anne ve babaların, büyük fazîlet ve ecir sâhibi olacaklarını Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, şu hadîs-i şerîfleriyle beyân buyurmuşlardır: "Kim, (iki veya üç) kız çocuğunu erginlik çağına erişinceye kadar besleyip büyütürse, kıyâmet gününde -iki parmağını birleştirerek- onunla şöylece beraber oluruz." (2) Çocuk terbiyesi, anne ve babanın en başta gelen vazîfelerindendir. Çocuklarını güzel terbiye eden milletler, huzûrun ve medeniyetin zirvesine ulaşırlar. İslâm’ın yaşandığı bir âile içinde büyüyen çocuğun istîdâdları, îmân istikâmetinde gelişip olgunlaşır. Âilede verilen terbiye kalıcıdır. İnsanlık târihi boyunca âile terbiyesi üzerinde önemle durulmuştur. Çocukların dünyâ ve âhıret saâdetini kazanmaları için en büyük gayret, sâliha hanımlara düşmektedir. Çocuk, ilk terbiyeyi, âile ocağında, anneden alır. Anne, tabiî olarak vaktinin çoğunu ev içinde çocuklarının bakımı ve terbiyesi ile geçirir. Çocuk, dünyâya geldiği günden itibaren annesinin gönlünde ve kucağındadır. Aslında çocuk, her hususta annesinden bir parçadır. Anne, doğuncaya kadar karnında taşıdığı yavrusunu, bu sefer ölünceye kadar gönlünde taşır. Kadın ve Şâhidlik: İslâm hukûkunda şâhidlik konusuna ayrı bir önem verilmiştir. Sebebi ise, adâleti sağlama husûsundaki titizliktir. Çünkü adâletin gerçekleşmesi, ancak şâhidlerin doğru ifâdeleriyle mümkündür. Bu yüzden İslâm Dînî, şâhidlerin sözlerinin geçerli sayılması için, onlarda adâlet, hürriyet, İslâm ve şehâdet lâfzı gibi özellikleri şart koşmuştur İşte İslâm hukûkunda şâhidliğin bu tehlikeli ve ağır sorumluluğu dikkate alınarak, kadına bir mes’ûliyet arkadaşı verilmiştir. Ve bunun içindir ki, Allâh hakkı olarak cezâları tertip ve tayin edilmiş bulunan zinâ, zinâ ile iftirâ, içki, hırsızlık gibi fiillerde ve bir de kısasta kadın şâhidlikten muaf tutulmuştur (3). İslâm hukûkunda erkeklerin vâkıf olamayacağı ve tamamen kadınların ilgi sahası olan doğum, bekâret, emzirme ve aybaşı gibi kadınlara mahsûs hallerde, erkeğin değil, sadece kadının hattâ tek kadının şâhidliği yeterlidir. (4) Bu gibi konulara, kadınların çokça şâhid olmaları ve erkeklerden fazla gözlem ve tecrübelere sahip bulunmaları sebebiyle, tek kadının şâhidliği bile geçerli sayılmıştır. Hattâ Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in emzirme konusunda tek kadının şâhidliğini kabul ettiği bilinmektedir. (5). İbn-i Kayyım, âlimlerin şu konuda ittifâk ettiklerini kaydeder: "Normal zamanlarda bazı hususlarda şâhidlikleri kabûl olunmayan kimselerin, ihtiyaç ve zarûret hâlinde, hakkın zâyî olmaması için aynı hâdiseler hakkındaki şâhidlikleri kabûl olunabilir." (6) Konu ile ilgili olarak Bakara sûresinin 282. âyet-i kerîmesinde şöyle buyrulur: "Ey îmân edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın. Bunu, aranızda bir kâtib doğru olarak yazsın. Erkeklerinizden iki de şâhid tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, şâhidlerden kendilerine güvendiğiniz bir erkek ve -biri unutunca diğerinin hatırlatması için- iki kadın yeter." Yukarıda görüldüğü gibi bir bütün olarak ele alındığında, âyetin genel olarak şâhidliği düzenleyen umûmî bir hüküm koymadığı, âyet-i kerîmedeki hükmün sadece vâdeli borçlanmalarla ilgili olduğu açıkça görülür. Âyet-i kerîmede iki kadının şâhidliğinin bir erkeğin şâhidliğine denk sayıldığı değil, iki kadın şâhid bulundurulması gerektiği ifâde edilmektedir. İki kadın şâhid önerilmesinin sebebi, birisi yanılırsa diğerinin ona hatırlatması içindir. Ancak âyette "iki kadın şâhidden biri mutlaka yanılır veya unutur" denmemektedir. "Yanılırsa veya unutursa" denmektedir. O halde iki kadın şâhidden birisi, şâhidlik ettiği borçlanma akdiyle ilgili olarak yanılmaz veya unutmazsa, şâhidliğini tam olarak yaptığı için, erkek şâhid ile kadın şâhidin şâhidlikleri yeterli, aynı zamanda eşit değerde olacaktır. Bu ise kadının şâhidliğinin, erkeğin şâhidliğine denk olabileceğini gösterir. Mîrâs’da Kadın’ın Durumu: İslâm Dîni’nde miras, şahısların ihtiyaç ve mes’ûliyetlerine göre taksime tâbi tutulmuştur. Âile hayatında geçim yükü, genellikle erkeğin omuzlarındadır. Erkek, hem kendisini, hem de hanımını olmak üzere en az iki kişinin geçimini sağlamak zorundadır. Bunun yanında çocuklarını, annesini, babasını geçindirmek de erkeğe düşer. Oysa kadın, kocasının nafakasını sağlamak zorunda değildir. Kadına, ya kocası veya oğlu, babası yahut kardeşleri bakar. İster anne, ister eş, isterse kız çocuk, isterse kız kardeş olsun, kadının geçimi kendisine âid olmayıp, oğul, koca, baba veya erkek kardeşin sorumluluğundadır. Çoğunlukla kadın, kendisi dışında başkalarının geçimini sağlamakla da yükümlü değildir. Erkek ise tam aksine eşinin, kızının, annesinin ve kızkardeşinin geçimini sağlamakla mükellefdir. İşte hem kendisine, hem hanımına, çocuklarına, gerektiğinde annesine, babasına, kız kardeşlerine bakmak, onların geçimlerini sağlamak zorunda bulunan erkeğin, gerektiğinde yine kendisinin bakıp himâye edeceği kız kardeşinden bir kat daha fazla miras alması, adâlete aykırı değil, adâletin tâ kendisidir. Kadın, kendi mal varlığında istediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir. Kadının malî durumu yerinde olsa bile, âilenin harcamalarına katılmak zorunluluğu yoktur. Bu açıdan bakılınca, kadın ile erkeğe aynı pay verilecek olsa, hisseleri aynı olduğu halde erkek, âilenin geçimini sağladığı, kadının ise böyle bir sorumluluğu olmadığı noktasında, denge erkek aleyhine bozulmuş olacaktır ki bu, erkeğe haksızlık edilmesi demektir. Erkek, evlenme sırasında kararlaştırılan ve mehir adı verilen bir mikdar mal veya parayı kendisi ile nikahlandığı kadına vermekle mükellefdir. Kadının ise, erkeğe karşı böyle bir yükümlülüğü yoktur. Kadın boşandığı takdirde, iddet sûresince onun barınma, yeme-içme, giyim-kuşam masraflarını ödemek, kadını boşayan kocanın görevidir. Kadının ise kocasına karşı böyle bir sorumluluğu yoktur. Görüldüğü gibi, malî mükellefiyetler bakımından kadın, erkeğe karşı eşit olmak bir yana, avantajlı bir konumda bulunmaktadır. Pek çok konudaki malî yükümlülükler erkeğe verilmiştir. Bu yüzden, erkeğe malî yükün ağırlığına uygun olarak iki hisse, erkeğe nazaran hemen hiçbir malî yükümlülüğü olmayan kadına Değeri ve Hakları, Osman Ersan ) da bir hisse 1- İbn-i Hâcer, a.g.e., c. IV, s. 327. 2- Müslim, c. IV, s. 2028. 3- Buhârî, c. III, s. 159. 4- İbnu’l-Humam, a.g.e., c. VI, s. 6 5- Rızâ Savaş, Hz. Muhammed (s.a.v.) Devrinde Kadın, s: 271 6- İbn-i Kayyım, a.g.e., c. I, s: 97. verilmektedir. ( İslâm'da Kadının