“İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) Farabi (870-950) 10. Yy Bağdat’ına Yunan Felsefesi ve Mantığını getirmiş ve bunları rasyonel biçimde nübüvvetin ispatı için özgünleştirmiştir Farabİ’nin nübüvvet teorisi olmasaydı Ortaçağ’a ve dolayısıyla avrupaya Aristoteles’in Organon’un geçmemiş olabilirdi Bilgi kavramını tekrar inşa etmiştir Nazari ile ameli olan arasındaki bütünlüğü inşa etmiştir Filozofun tasası: Felsefe insana ve topluma nasıl faydalı olabilir? Sorusu yani felsefe insanın erdemli bir hayat yaşayabilmesi için bir araç olmalıdır Siyaset felsefesini yeniden gündeme getirmiştir: antik Yunan siyasal rejimlerin psiko-etik öğelerini tetkik etmiştir Mille kavramını özgün biçimde ortaya koymuş İlimler tasnifi ile henüz yeni filizlenen Felsefe okullarını bir müfredat harıtası çizmiştir Kindi’ninn başlattığı metafizik alandaki Matematiksel ispatlamayı önemli görmüş ancak bunu Burhani ispata kazandırabilmenin yollarını da aramıştır Zekeriya er-Razi’nin ahlak tasavvurunu karşın (Sokrates ve Galen’e dayanır) Aristoteles’in toplumsal etiğini öne çıkarmıştır Seleflerin tümevarımsal (kıyaz) yönteminden ayrılarak Aristoteles’in tümdengelim yöntemini uygulamış Kelam ve Fıkıh ilimlerini felsefi zeminde müzakere eder Evrensel ilimler arkasından koşmuştur 1. Hayatı Farabi= farablı / Türkistan’da bir kasaba Hayatının bir kısmında Buhara’ da bulunmuş olduğu söylenebilir. Zamanın en kültürlü şehrine, Bağdat’ta bulunmuş olduğu kesindir.Olgunluk döneminde buraya gelmiştir. Yakın selefi Kindi’ye ve Felsefe okulunu pek bir aidiiyet duymamıştır. Bir Süre sonra Şam’a ordan dan Halep’ e gitmiş ve orada hocalık yapmıştır. Halep’ zamanını Şii Büveyhi hanedanından Seyfü’d-devle’nin daveti üzere gitmiş. Yahya b. Adi ve İbrahim b. Adi onun öğrencilerindendir, ve bazı eserlerini edite etmişlerdir. Suriye’de Seyfüd’devlenin himayesinde kaldığı her kaynakta geçer. Tahsil ömrünü başta Eflatun ve Aristo’nun felsefesini okuyup, anlamak , yormlamak ve dönemine uygun bir şekilde güncel kılmakla geçirmiş, bilahare ise kendi felsefi öğretisinin evrenine adamıştır. İlmi disiplin, ahlak ve titizliğe sahip bir şahsiyettir. Dini kavramları felsefi sistemin içine yerleştirip, dini terimleri felsefileştirmiştir. 2. Eserleri Günümüze kadar 54 eseri gelmiştir. Bunlardan 18i mantık, 3ü matematik, 6sı fizik, 19u metodoloji ve metafizik 8i ahlak ile siyasetle ilgilidir. “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) 3. İlimlerin sınıflandırılması Çeşitli eserlerde ilimleri farklı açılardan sınıflandırmıştır. Örneğin ilimlerin sayımı (ihsa’ul ulum’da) adlı eserinde bir çeşit okul müfredatı amaçlar. Tahsil’us-Saade adlı eserinde, insanı asıl gaye olan mutluluğa nasıl götüreceğini amaçlamıştır. İhsa daki ilimler tasnifi şöyledir: i. ii. iii. iv. v. Dil bilimi Mantık Matematik ilimleri (Aritmetik/Geometri/ Optik/ Gök cisimleri bilimleri : Astroloji,Astronomi ve Coğrafya/ Müzik / Dinamik/ Hiyel veya mekanik ) Fizik ve Metafizik Genel olarak tüm varlıklar/teorik ilimlerin temelini oluşturan ispatların ilkelerini araştıran ve teftiş eden bilim olarak/ Maddesiz tözleri, nitelikleri ve yapıları, Bütün varolanların en son ilkesi olan Allah’ı, Allah’ın sıfatlarını, Allah-evren ilişkisini araştıran bilim Siyaset (Şehir yönetimi, Ahlak, Kelam, Fıkıh) farabi felsefeyi müsatkil bir ilim olarak değerlendirmemektedir. Felsefe /Hikmet bu ilimlerin hepsini kapsar, yukarıdakı tablonun her birinin içeriğine aşağı yukarı Aristo’nun ilgili eseri tekabul etmektedir. (kelam ve FIkıh hariç) Felsefi ilimlere nereden başlamak gerekir konusunda: 1. erdem/ahlak 2. Geometri/Mantık Farabi daha ziyade Aristo’yu takip ederek, Felsefe’ye Mantıkla başlamak gerektiğini sa-vunur. 4. Dil Felsefesi ve Mantık Mantık nazari alanda doğru ve yanlış bilgiyi, amelialanda ise iradi olarak yapılan fiillerden hangisinin iyi hangisinin kötü olduğunu ayırt etmeye yarayan araçsal bir ilimdir. Mantık insan zihnini matematik-fizik- metafizik gibi nazari ilimler açısından hazrılayan bir ilimdir. Mantığın öğrenilmesi – öğretilmesi ve kuralların ifade edilebilmesi belirli bir dilin varlığın zorunlu kılmaktadır. Natık nefsin iki özelliği vardır: a) konuşabilmek b) düşünebilmek mantık doğru düşünmenin grameridir Akıl evrensel olduğuna göre, mantık ve kuralları da evrenseldir Farabi 10. Yy Bağdat’ındaki tartışmalarında şu tutumu sergiler: gramer/nahiv ve mantık birbirine engel değildir-> bu engel olarak algılanan şey, arap dilinde doğru ifade edilmeyişinden meydana gelir Farabi’nin kendince ödevi: Mantığın evrensel kurallarını Arapçaya çevirmek, Aristo’nun mantık kurallarıyla amaçladığı şeyi keşfetmek ve sonra dönemin adet ve misallei doğrulutsunda yapılandırmak.... “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) Mantığa dair çalışmalarıyla Farabi ikinci muallim olarak adlandırılmıştır Farabi’nin mantığında temel konu kavram, önerme ve kıyası farklı bir çözümlemeye tabi tutmuştur 4.1 Kavram Elde edilme şekilleri bakımından Farabi kavramı 3e ayırır: a) duyularla elde edilen kavramlar b) insan zihninde doğruluğu ve yanlışlığı bakımından doğrudan doğan ilk bilgilerle algılanan kavramlar c) Araştırarak ve düşünerek elde edilen kavramlar diğer bir husus ise isimlerdir bunları 8e ayırır Porfirus tarafından geliştirilen 5 tümelden ayrılmaz, ancak bir özgünlük katar: ayrıntıi hassa ve ilintileri göz önünde bulundurarak kavram bütün cins ve türleriyle bilinebilmektedir 4.2 Kategoriler genel olarak ‚nesnenin zihindeki ilk karşılığı olarak’ tanımlanır Aristo’ya göre önermedeki yüklemi gösterir. -> 10 kategori’yı hatırlayalım Farabi bu kategorileri arapçaya uyarlar. 4.3 Önermeler = Yargıbildiren cümleler 4.4 Kıyas Farabi’y e göre kıyas şekillerin içindeki en önemli olanı yüklemi kesin olan kıyastır. : Ayrık şartlı ve bitişik şartlı kıyas. Tümevarım kıyaslarında Aristo’ya ilavelerde bulunmuştur.: görünenden görünmeyenin istidlali ve fıkhı kıyası eklemiştir. Kıyasın kullanıldığı 5 alan vardır: Burhan , cedel, hitabet, şiir ve sofistik deliller. Burhani kıyasların öncülleri kesin yüzde yüz bilgi veren öncülleridr. Burhani bilgi seviyesine ulaşmak için şiir hitabet ve cedel ara basamaklar teşkil etmektedirler. 4.5 Burhan Bilgiyi tasavvur ve tasdik şeklinde bölümlemek Farabi’nin klasik mantığa yaptığı en önemli katkıdır. Bknz. S. 135-138 5. Epistemoloji ve Zihin Felsefesi Bknz. İlhan Kutluer – İbn Sina’da bilgi teorisi “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) 6. Farabi sudur teorisini benimser Yeni Eflatuncu bir-nous-ruh ilişkisinden çıkarıp Batlamyus’un dünya merkezli astronomisi ile birleştirir. 6.1 Ayüstü Alem 1. Zorunlu varlık = Allah = ilk Akıl, ikinci akıl ondan zorunlu olarak sudur/feyz eder Tanrı’nın bilmesi = yaratması, Tanrı evreni iradesi ile değil zorunlu olarak ibda etmiştir. 2. Akıl Soyut göksel varlıkların ilkdir. İlk Akıl Tanrı’yı düşünmesinden 3. Akıl kendi zatını düşünmesinden birinci göğün varlığı meydana gelir. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. akıl – sabit yıldızlar küresi akıl- zuhal küresi akıl – Müşteri Küresi akıl- Merih Küresi akıl – Güneş Küresi akıl- Zühre Küresi akıl – Utarid Küresi akıl- Ay küresi akıl- Faal Akıl her bir akıl Tanrıyı düşünerek onun bir atındaki aklı çıkarır. Kendi zatını düşünmesinden akılların yanında yer alan küreleri ortaya çıkarır. Bu taşma zinciri 11. Akılda sona erer. Açıklaması: Tanrı Faal akılı bir küre meydana getirmekle görevlendirmemiştir. Faal Akılın görevi: ayaltı dünaydaki kozmik ve epistemik faaliyetler Kozmik faaliyet : Gök cisimleri ayaltı dünaydaki varlığın maddi yönün, Faal Akıl ise suret yönünü idare eder. Epistemik Faaliyet: Tanrı’yı düşünmekle insanın zihinsel ve entelektuel gelişimini sağlamaktadır. Faal Akıl fizik ve metafizik dünya arasındaki aracıdır Faal Akıla böyle bir görev tahsil etmekle özgün öğretisinden birisi de nübüvvet teorsine ve nebevi bilgiye rasyonel zemin hazırlamıştır: Faal Akıl= Cebrail, yani Allah’tan aldığı bilgiyi insana aktaran melek 6.2 Ayaltı alem “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) İnsan Hayvan Bitki Madenler Dört Unsur Varlığını dünyadaki göksel cisimlerin doğal yapısı ve fillerine borçludur. İnsan : diğer ayaltı varlıklar kadar asgari bir mümkünlüğü varid ise de olara oranla mümkün mevkisi en şereflidir. Madde-suret bakımından bütün türlerin devamlılığını sağlayan ilahi doğal bir adalet vardır. Suret = türün ayrımı İnsan canlıdır -> yani nebati nefsinin gereği olarak beslenme, büyüme ve üreme niteliklerine hayvani nefsinin bir gereği olarak da arzu etme, hayal etme, hareket ve duyum güçlerine, varlık olması hasebiyle de onun mümkünlüğüne atıf yapmaktadır Farabi Aristo’yu Takip ederek: insanın ruh ve beden madde ve suret gibi iki ayrı tözden meydana geldiğini kabul eder Alemdeki hiyerarşik yapı insanda da vardır İnsan hem doğal hemde iradi bir varlıktr Insanın doğasına diğer ayaltı varlıklarla bu açıdan ilşki kurması mümkün olmayan başka bir failin eli dokunmaktadır -> Faal Akıl! Insan varlığının doğası gksel cisimlerin tasarrufları üzerinden tamamlandıktan sonra, faal akıl başka hiçbir türe verilemeyen yetkileri insana vermektedir. İlk müdebbir (Tanrı) Faal Aklı büyük oranda insanın epistemolojik, psikolojik, ve tinsel gelişimine rehberlik sunmakla görevlendirilmştir Farabi: ‚Her varlık varlık düzeni içindeki özel mevkiine uygun olarak gerçekleştirmek imkanına sahip olduğu en yüksek mükemmelliği elde etmek için meydana getirilmiştir. İnsana has olan mükemmelliğe, en yüksek mutluluk denir ve insanlık düzeni içindeki mevkiine göre her insan, ait olduğu insan türüne mahsus olan en yüksek mutluluğa sahiptir. 7.2 Medeni bir varlık olarak insan hem doğal hemde iradi bir varlık olması insanı toplumsal varlık olmaya sevkeden en önemli amillerdir “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) doğal varlık olması hasebiyle : yaratılışı ve ihtiyaçları bakımından tek başına yaşamayacak bir biçimde yaratılmıştır. Eğer yalnız biçimde yaşayacak olursa doğal-insani olgunluğunu da sağlayamayacaktır. -> vahşi insan x medeni insan medeni varlık olmak insanı her bakımdan yetişkin kılmaktadır insanın toplumsal bir varlık olmasındaki bir diğer etken ise belirli bir dile sahip olmaya, dil icat etmeye ve dilin içinde varlık bulmaya dönük olarak onda fıtratından gelen bir eğilimin olmasıdır 8. Mutluluk insanın nihai gayesi ahirette ulaşabileceği en yüksek mutluluktur en yüksek mutluluğa ulaşmak dünya mutluluğunu zorunlu kılmaktadır maddi ve doğal aşamada kalırsa mutluluğu mümkün değildir iradi olması onun özgür olması ve mükellef olmasına akabinde ceza ve mükafata tabi tutulmasına referans verir akıl ve ya natık nefs gerçek mutluğun arzu şehvet ve zevk gibi hayvani nefsin kuvvetleri ise sahte mutluluğun psiko-epistemik mahreçleridir Düşünme yetisi insanı diğer türlerden ayırır -> insan türü için belirlenmiş en yüksek iyi ve en mükemmel duruma ulaştığında ancak insanda gerçek bir mutluluk ortaya çıkar Mutluluğu ikiye ayrır: 1. Mutluluğu başka varlığa bağlı olmayan: Tanrı 2. Mutluluğu başka varlığa bağlı olan : İnsan Tanrı Faal Aklı insanın en yüksek mutluluğa ulaştırması için bir rehber olarak görevlendirmiştir İnsanları gerçek mutluluğa ulaştırmakta mürşitlik veya rehberlik yapacak kendi türlerinden iki şahıs vardır: 1. Filozof-kral 2. Filozof-peygamber 11. Mille/Din İnsanlar hakikatleri algılama ve ve idrak bakımından ikiye ayrılırlar: a) olduğu gibi idrak edebilenler-> azınlık -> havas b) olduğu gibi idrak edemeyenler -> çoğunluk -> avam birinci sınıfı mutluluğa ulaştıracak yöntem : felsefe iiknci sınıfı mutluluğa ulaştıracak yöntem : felsefeye dayalı olarak üretilen mille felsefe ve mille birbirinden bağımsız değildir. Mille hakiki felsefeden beslendiği sürece erdemli, bunun dışında bir kaynaktan beslendiği, ya da felsefenin hitabi/cedeli düzeyinden beslendiği sürece eksik kalır. “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) Mille bir toplumun ilk başkanı tarafından o toplum için tasarlanmaktadır. Bir takım şartlar altında belirlenmiş inançlar/görüşler ve değer ölçüsüne bağlanmış fiillerdir. Şeriat ve sünnet kelimelerinde olduğu gibi din (ed-din) ve mille kelimeleri nerdeyse eş anlamlı kelimelerdir.Şeriat – mille – din aynı şeyleri ifade eden nerdeyse eş anlamlı kelimelerdirler. Herhangi bir millenin inançlar/görüşler ve filler/kanunlar omak üzere iki alanı vardır: inanç veya görüşler -> nazari felsefenin alanıdır ( metafizik lahiyat fizik psikoloji ) – filler veya kanunlar -> ameli felsefenin ilkelerinden üretilir (siyaset, ahlak) Felsefe azınlık statüsündeki muhataplarını felsefi yöntem ve usullerle ikna eder Mille ise, cedel, hitabet, şiirsel yöntemleri kullanır felsefe/din açısında n toplumsal bir bütünleşme meydana çıkar birisinin idrak alanı akıl olurken ötekinin idrak alanı duygusal alemdir felsefenin milleye tercüme edilmesinde kullandığı en genel kavram: mukahata= taklit -> tahayyül gücü felsefeyi taklit ederek mille formuna dönüştürür. başka bir kavram ise Hayal’dir : felsefenin akla veya kavramaya dayanarak bilgi verdiği her şeyde din hayal gücüne dayanan bir bilinç oluşturur ve ikna verir. Mille’nin dili temsilidir: akılsalları duyusalların içinden seçtiği benzerleri ile taklit eder Farabi’ye göre burhani/erdemli felsefe, erdemli din ve erdemli şehir tam bir bütünlük içerisindedir Felsefe –Mille/Din ilişkisi Mille hakiki felsefeden beslenirse erdemli olur-> tatbik edildiği şehir erdemli olur Mille bozuk felsefenin otonomluğuna vazedildiğinde erdemsiz olur.-> - ’’- erdemsiz olur her dinin inanç alanını düzenleyen Kelam ve Fıkıh vardır. Bu iki ilim erdemsiz toplumlardaki Kelam ve FIkıh ile çatışma içinde olabilr insan zihninin doğal işleyişi bakımından felsefe milleden önce gelir Filozof –Peygamber erdemli mille doğrulutsunda erdemli bir topluluk kurar, ondan sonra gelen Filozof-Krallar erdemli toplumu ayakta tutabilecek tek kişilerdir Erdemli mille bir toplumdan başka bir topluma geçebilir: a) mille eğer Felsefe’den önce var ise, ve başka bir topluma böyle intikal edecekse felsefenin nazari ve ameli ilkeleri ile paralel işleyişi sekteye uğrama riski ile karşılaşır, dolayısıyla mille erdemli olma vasfını kaybedecektir. Millenin içeriğini değişen şartlar ve koşullara göre felsefenin teftiş etmesi gerekir. c) mille başkabir topluma geçerse, bu ikinci toplum milleyi bizzat hakikatın kendisi olarak algılayacaklardır. ( Yani: milledeki inanç ve filleri taklid, tahyil ve temsil olarak değil) burada birde bu toplumun avam tabakası burhani felsefe ile karşılaşacak olursa felsefe-mille çatışmanın olması kaçınılmazdır “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) ikinci bir ihtimal: bu toplumun filozof tabakası söz konusu millenin hakiki felsefenin bir taklidi olduğu bilincine varamazsa yine felsefe-mille çatışması ortaya çıkacaktır d) zihinsel yapısı burhani düzeye gelmemiş bir toplum bozuk bşr felsefeden kalkarak ihdas edilmiş bozuk bir milleye sahip olur ise, ve burhani felsefe bu topluma nufuz ederse. Burhani Felsefe toplumun o erdemsiz millesine karşı çıkacaktır. Felsefe-Mille mücadelesi ortaya çıkacaktır Kelamcıya hakiki felsefenin alanı kpanmıştır.. Onun yöntemi cedeldir ve felsefe yapmak için uygun değildir. Onun görevi inançları sorgulamak ve teftiş etmek değil, yapabiliyorsa müdafaa etmektir Felsefeyi özümseyen onu terk eden onun hakkında sessiz kalan ve onu yasaklayan kavim tiplerinin olması her daim mümkündür. Doğası bakımından Toplumlar Farabi toplumsal birimleri 2ye ayırır: 1) eksik/olgunlaşmamış 2) kamil/olgunlaşmış köy ,aile , sokak ve mahalle = eksik toplumsal birimler şehir, medine, millet ümmet = Yetkin/olgun toplumsal birimler aile, sokak ve mahalle şehrin parçasıdır, köy ise şehre hizmet eden sosyal birimdir ŞEhir en küçük yetkin toplumdur Orta yetkin toplum bir tek ümetten veya milletten meydana gelmiştir Büyük toplum: birbiriyle yardımlaşan ve ilişkide bulunan birçok ümetten meydana gelir Farabi’ye göre şehir ve milleti başka şehir ve milletlerle kıyaslama kriterleri şunlardır: a) Doğal yapısı b) Doğal karakteri c) Dil Şehir /Medine Farabi’ye göre, medine yani şehirden daha küçük bir toplumsal birim üzerinden erdemli toplum idealini gerçekleştirmek mümkün değildir Şehir insanın irade ve ihtiyarını gerçekleştirebileceği en asgari mekan olarak algılanı Farabi’nin ihsa saydığı ilimlerin tahsil edilmesi ve eğitim ile topluma aktarılması için şehir gereklidir Peygamberlerin Faal Akıl’dan aldıkları vahiyler medine’yi zorunlu kılmaktadır erdemli mille ancak şehir organizasyonu üzerinden inşa edilebilmektedir Orta Yetkin/Olgun toplum: “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) bir milletten/ümetten meydana gelmiştir bu milleti oluşturan birçok şehirden bahsetmek mümkündür Büyük Yetkin/Olgun Toplum bu toplum birbirilyle irtibatlı ve yardımlaşan birçok milletten meydana gelmiştir ilişki’den maksat daha ziyade ekonomik-iktisadı bağlardır Filozofun kullandığı tabir : el-cemaatul isaniyye Erdemli Toplumlar Birinci Model: Erdemli şehir: bir yandan nazari, fikri, ahlaki ve ameli erdemleri edinmiş buna paralel olarak nazari aklının işlevselliğini bil kuvve, bilfiil, ve müstefad seviyesine ulaşmış bir Filozof-kral’ın ihdas ettiği bir dinin inanç ve filllerini takip eden insanların oluşturduğu şehrin genel adıdır. Farabi erdemli Şehir idealını ihdas etme yetisini sadece Filozof-Peygamber’de görmez Filozof kral eğer ihsa’ul ulum’da anılan ilimleri içselleştirir ve Huruf adlı eserinde geçen vasıflara vakıf olursa, onun kuracağı erdemli şehir, Filozof-Peygamberin kurduğu şehir kadar erdemli olabilecektir İkinci model: Erdemli şehir yaratışından kendisine verilen zihinsel bir donanımın olan tahayyül yetisi ile Faal Akılla ittisal kurarak oradan aldığı vahyi hakikatlerin ışığında, ara/inançlar ve efallerden (filler/kanunlar) müteşekkil erdemli bir din ihdas eden peygamber-filozofun muhatabı olduğu insanları vazettiği milleye ikna etmesi ile ihdas ve inşa ettiği şehrin adıdır. filozof-Peygamber filozof-krala göre daha avantjlı bir mevkidedir filozof-kral ile filozof-peygamber burhani hakikatlerin ışığında erdemli bir din ihdas etmeye kadarki aşamaları hemen hemen örtüşür. Ancak Peygamber-filozof sözkonusu dinin araf ve efallerine insanları ikna etmek bakımından filozof-kralda olmayan bir özelliğe sahiptir -> tahayyül gücünden dolayı Erdemli millet veya ümmet Erdemli bir millet erdemli şehirlerden oluşmaktadır. Dinin hakikatleri her bireye aynı düzeyde nakledilebilir mi? erdemli ümmetin kapsamındaki erdemli şehirlerin ara ve efalleri aynı içerikteki taklit ve sembolleştirmeler üzerine inşa edilebilir “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) ya da : sabit hakikatler aynıdır, ancak farklı mekanlarda yerel şartlar ve kültürler gözetilerek farklı taklit ve sembolleştirmeler üzerine yani her bir şehrin farklı millesi olmak kaydıyla erdemli bir ümmet inşa edilebilir Erdemli Dünya Devleti Erdemli toplumun şehrin ilk başkanı aynı zamanda tüm ma’mure’nin yani yaşam yerlerinin ilk başkanıdır. Erdemli Şehrin hiyerarşik yapısı Farbaiye göre erdemli şehrin mensupları arasında hiyerarşik bir yapı vardır. a) b) c) d) e) f) ilk başkan Din hizmetkarları Dil Uzmanları Teknikerler (Muhasebeciler, Mühendisler, Doktorlar,Şairler, katipler, Müzisyenler ) Mücahidler/Askerler Maliyeciler yani ekonomik işlerle uğraşanlar (Çiftçiler, çobanlar, tüccarlar ) İlk başkan = Fİlozof-Peygamber /Filozof –Kral Eğer bunlar mevcut değilse ilk başkanlık görevi çok kişiye dağılabilir, Farabi’nin önerisi : Hakim ve Kelamcı-Fakihin ortaklaşa yönetmeleri Ya da 4 veya 6 kişilik bir komisyonun ortaklaşa yönetmeleri Erdemli Şehrin Mensuplarıının Görüş veya İnançları erdemli şehir mensuplarını iki şey birarada tutmaktadır : Sevgi/Aşk ve Adalet her bir mensup kendisine belirlenen görevi ne kadar mükemmel yerine getirirse okadar faziletli olur -> erdemsiz şehir de tam tersi konusudur bir mesleği en üst düzeyde kim icra edebiliyor ve öğretebiliyorsa o meslekteki ilk başkan da o olur erdemli şehrin mensuplarının ruhları bilkuvve halden bilfiil hale yükseldiği için hem dünya mutluluğuna hemde ahiret mutluluğuna erişirler Cahil Şehirler Zorunluluk Şehri (Zaruriyye) İnsanın biyolojik yaşantısını sürdürebileceği asgari koşullar etrafında örgütlenmiş şehirdir. temel amaçları: yiyecek, içecek, giyecek, ve cinsel ilişki “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) toplumsal örgütlenme ve işbirliğini sadece bu amaçlar için yaparlar çiftçilik hayvancılık soygun ve benzeri yöntemlerle hayatlarını idame ettirirler Zenginlik Şehri (hısse) veya Kötü (Beddale/Nezzale) Şehir en temel gayesi : servet ve zenginlik elde etmektir zenginliğe makam mevki ve zevke ulaştırmak gibi araçsal bir fonksiyon yüklemezler Sosyalleşmenin ve işbirliğin gayesi : zenginlik, mal, altın, gümüş ve para tutkusudur Sadece gösteriş amaçlı biriktirirler En değerli kişi : zengin kişidir İlk Başkan: Insanları bu zenginliğie ulaştırmada veya varolan zenginliği korumada kim daha başarılı ise o olur Ziraat, hayvancılık, avcılık, soygun, kiralama ve iradi ticaret kanalıyla zenginliklerini elde ederler Bayağılık (Hassa) ve Düşüklük (Sukut) Şehri Iki amacı vardır: a) zorunlu ihtiyaçları temin etmek b) Bedeni ve hayali zevklerin peşinde koşmak Hayatı oyun eğlenceden ibaret sayarlar Yeme içme ve cinsel ilişki gibi bedensel ve doğal ihtiyaçları bir tür zevk ve eğlence mekanizmasına dönüştürürler Özellikle duyu ve tahayyül ilgili şeylerden zevk üretirler Zevk ve eğlenceden dolayı diğer cahil şehirlerin mensupları bunlara özenirler En mutlu kişi: en çok oyun ve eğlenceye sahip kişi Hem hassa hemde sukut şehri, kendilerinin başkaları tarafından imrenilecek bir hayat tarzları olduğunu zannederler -> başka şehirleri horlarlar Gurur, taşkınlık ve övünme duygusuna kapılırlar Kendileri yetenekli ve nazik başkaları ise kaba olarak yaratılmıştır duygusuna sahiptirler Farabi’ye göre onlar kendş yaşam tarzlarını güzel gösteren bir dizi unvanlar uydururlar Şeref Şehri (Kerramiye, Timokrasi ) bu şehir Eflatun’un Timokrasi olarak adlandırdığı toplum türüne denk düşer içerik olarak Timokrasi ile Aristokrati’nin birbirine geçirildiği bir siyasal rejim olarak tasavvur edilmiştir Aristokrasi’yi cahil şehirlerin kategorisinde telakki eder ( Aristoteles’e göre ise en ideal yönetim biçimidir) Bu şehrin ana kriteri şeref onur gurur saygınlık veya üstünlüktür “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) Zevk, zenginlik, seçkinlik ve savaş gibi hangi usnurlardan biri onlara üstünlük sağlıyorsa ona değer verirler Övülme isteği, diğer milletlere karşı da övülme isteği mevcut Birisi birine liyakat makamı vermişse diğeri de ona eş değer bir makam vermekle borcunu ödemiş olur Asıl amaç zevk ve eğlencedir ancak zevk ve eğlence zenginlikle, zengin olmanın yolu ise makam veya liyakattan geçer Önce şeref alıp-verme ile liyakat/ yönetici alır,sonra bu imkanla zengin olur, sonra zevk ve eğlenceye dalarlar Zorba Şehir ( Tağallub/Tiranlık) İlk başkanı ve sakinlerinin en temel mutluluk kaynakları: başka insan ve şehirlere yönelik egemenlik tutkusudur savunmaya ve saldırmaya yönelik savaş 3e ayırılır: a) İlk başkanının zorba olduğu şehir b) Halkın yarısının zorba olduğu şehir c) Bütün şehrin zorba olduğu şehir kan dökmekten, vurmak, kırmaktan haz duyarlar temel amaç öfke ve hazların tatmin olmasıdır şehrin ilk başkanı gerek hileli gerekse açık savaşta en maharetli olan kişidir egemenlik kurma sadece asker veya araçla değil zihin yoluyla mümkün bazı durumlarda egemenlik tutkusu sadece dışa değil içe yönelik işlevseldir Farabi’te göre zorba şehirde yaşayan insanlar şeref düşkünü olmaktan ziyade azgınlar grubunu teşkil ederler Demokratik (Cemaiyye) Şehir Eflatun ve Aristo demokrasiyi en kötü yönetim tarzı olarak değerlendirmiştirler Farabi de bu geleneği takip eder demokratik şehrin mensupları özgür iradelidirler, istediklerini yapmakta serbesttirler hepsi birbirine her yönden eşittir yasalara göre hiçbir insan ötekinden üstün değildir yöneten ile yönetici arasında farklılık yoktur ve siyasi otorite sorunu da yoktur Demokratik şehirde yönetilenler nasıl yönetilmek istiyorsa yöneticilerde şehri o şekilde yöneteceklerdir Yöenticin en temel görevi: demokratik şehirdeki özgürlüğü dış güçlere karşı korumak Çoğunluk yöneticiler üzerinde yetki sahibidir Diğer cahil şehirlere göre bu şehir en çok imrenilen ve en mutlu olanıdır Aşırı özgür olmasından dolayı diğer cahil şehirlerin mensupları buraya yerleşirler ve şehrin sınırları genişler -> her soydan insanlar bir arada yaşarlar, evlenirler ve farklı farklı yatkınlıklarda nesiller yetişir “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) bir çok yeni şehri bünyesinde barındırır şehrin en güzel tarafı: filozoflar, şairler, hatipler kolayca yetişirler ve bulunurlar Demokratlar, filozofun öğretileri nazari boyutta kalırsa ona saygı duyarlar Ancak, eğer filozofun öğretileri pratik bir hale gelirse -> yani erdemli şehir haline getirme çabasına girerse -> yaptırım uygularlar Filozof başkan olursa ya mevkisini elinden alırlar, ya da öldürürler ya da yönetimini sallantılı ve çekişmeli kılarak iş yaptırmazlar demokratik şehir ileri derecede kötülüğü bünyesinde bulunduran tek şehirdir ne kadar büyük ne kadar uygar olursa sahip olduğu kötülük o derce büyük olur Fasık Şehir Fasık şehililerin inanç ve görüşleri erdemli şehirlilerinki ile öncelikle aynıdır Ancak: erdemli dinin fillerini iş ve ahlaki yaşantılarında uygulamzlar nazariyede: erdemli şehir gibi ameli alanda cahil şehir gibi makam ve egemnlik peşinde giderler Değişmiş (Mübeddel) Şehir erdemli şehirden bu hale dönüşmüş bir şehirdir önceden inanç ve filleri erdemli şehirinki ile aynı iken, saha sonra bu inanç, tasavvur, fiil ve kanunların yerine yenilerini ihdas etmişleridir gerçeğin sahte ilkeleri verilmiş => sahte mutluluk Sapıtmış (Dalle) Şehir ahiret mutluluğunu zanni bilgi ile bilirler,, ve bu mutluluğu amaç edinirler Allah’ın, ve Faal Akıl’ın taklit, temsil, ve tahyillerini almış olsalar bile onlara fasid inançlarla inanırlar ve bunları düzeltmezler Ilk başkanı: yalancı peygamberlik idda eder Halkını hakikate dayanmayan taklid sembol ve tahyillerle aldatır yalan söyler ve kandırır Etkileri Farabi ortaçağ felsefesini her yönden etkilemiştir Ancak İbn Sina’nın gölgesinde kalmıştır İbn Sina Aristo metafiziğine Farabinin bakış açısıyla vasıl olmuştur İbn Sina: sudur, fizik, psikoloji ve nubuvvet teorisini onun açtığı Meşşai kanaldan sistemleştirmiştir Endulüs filozoflarının geneli ahlak ve psikoloji öğretilerini farabi’ye borçludurlar Farabi’nin öğretileri sonraları devlet etiği ve toplumsal ahlakı haline getirilmiştirler Erdemli millet düşüncesi Müslüman devletlerine model olmuştur Ortaçağ ve Skolastik Filozofları derinden etkilemiştir “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) İbn Sînâ Felsefesine Genel Bir Bakış Felsefenin altın çağı İbn Sina ile başlar. Asırlarca İslam felsefesi geleneğine hâkim olmuş yegane filozoftur İbn Sina kendinden önceki Yunan felsefe geleneğini eleştiri ve senteze tabi tutarak bunu İslamî ilkeler ve vahiyle uyumlu hale getirmiştir İbn Sina felsefesi kendine özgün bir sisteme sahiptir. Felsefesinde kendi dünya görüşünü gösterir Kavramları son derece dikkatli ve titiz bir yöntemle analiz ederek tanımlamasını yapmıştır İbn Sina’nın felsefesi o kadar geniş ve kapsamlı ki, kendinden sonra gelenleri muhakkak etkilermiştir Dimitri Gutas: “ İbn Sina felsefe tarihinin en önemli ve etkili filozoflarından birisi olup Aristoteles ve Descartes’le aynı çapta”. Gutas’a göre İbn Sina’nın 3 mirası vardır: 1. İki hakim anlayışı, Yeni Platonculuğu ve Farabi okulunu (yani Bağdat Meşaîlerin Aristoteleşciliğini) büyük bir ustalıkla bir araya getirmiştir 2. İslam toplumunun tüm entelektüel ilgilerini kendi felsefesine dahil etmiştir (nübüvvet, ölüm sonrası hayat, islam hukuku ve ibadetleri vs…) 3. Eserlerinde edebî bir uslub kullanmıştır (ne Farabi gibi ağdalı, ne de Yunanca’da tercüme eserlerdeki gibi kaba)- şerh edici, özel dil uslubu ve nizamlı cümleler kurarak eder yazmıştır İbn Sina mevcut problemleri örtbas etmek istememiş, aksine onları tartışmaya açık tutmuş açıklığa kavuşturmaya çalışmıştır. Dil ve işleyişi yanında muhtevası açısından da felsefeyi İslam kültürünün ana çizgisi yapmıştır Kendinden önceki sistemi yeni baştan işleyerek özgün bir sistem ortaya koymuştur İbn Sina felsefenin bütün disiplinlerinde yazmış, Mantık, tabîiyyat ve ilahiyyat konularında özellikle önemli eserler kaleme almıştır Felsefî ve ilmî çalışmalar onun tasnifiyle mükemmel bir düzeye eriştiği gibi felsefe ve bilim dili olarak ARAPÇA da, onun eserlerinde zirveye ulaşmıştır İbn Sînâ, büyük, orta ve küçük hacimli eserlerinde salt akılla başladığı felsefeyi nübüvvetle taçlandırır. Her eserinde dinin ferd ve toplum için önemine değinir. GERÇEK FELSEFE İLE DİN ASLA ÇATIŞMAZ (İbn Sina’ya göre). Saint Thomas’da Spinoza’ya kadar pek çok Batılı düşünür ve filozofa da ilham kaynağı olmuştur Felsefe Anlayışı: Felsefe (hikmet):”İnsanın, eşyanın hakikatine vâkıf olması suretiyle yetkinleşmesi” dir der Felsefeyi, bilme ve yetkinleşme süreçlerini içeren bir disiplin olarak görür Felsefe’yi ikiye ayırır: “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) Felsefe çeşitli ilim dallarını kapsayan genel terim teorik pratik yalnızca bilmekle felsefeyi yetkinleştirmek hem bilmek he mde yapmak (ahlakî erdemler açısından nefsi olgunlaştırmak) doğa ilmi ahlak ilmi, aile yönetimi matematik ev idaresi ve toplum metafizik siyaset ilmi Psikoloji İbn Sina’ya göre insan en değerli varlık, eşref-i mevcudâttir.İnsanın düalist bir yapısı vardır, Beden ve Nefs’den oluşur. (Nefs gayri maddi-basît, en değerli şey, varlığı bağımsızdır) Nefis sadece insanlarda değil bitki ve hayvanlarda da vardır. Dolayısıyla 3 tür nefis’den bahseder İbn Sina (bunlar mertebelidir) (bir önceki nefs’de bulunan vasıflar ötekisine geçer…) insan nefsi hayvanî nefs bitkisel nefs (duyusal idrak ve irade) (aklî idrak, düşünmeye dayalı irade (beslenme, büyüme üreme) İnsan nefsi bitkisel ve hayvanî nefsin niteliklerini barındır ama ayrı bir nefis olarak algılanmaz. “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) Platon’da farklı olarak ve fakat Aristoteles ve Farabî’nin anlayışına paralel bir şekilde İbn Sînâ, tek bir bedenin tek bir nefsi bulunduğunu savunmaktadır Çok çeşitli güçlere sahib olsa da tekdir dış idrak cisme ait nitelik (5 duyular) ortak duyu gücü idrak gücü Hayvanî güç hayal gücü iç idrak tahayyül/tefekkür vehim gücü belleme ve hatrılama hareketin uzak ilkesi hareket gücü iradeye bağlı olarak sinir ve kaslarla organları kontrol bu 3 temel ilke ile olur irade güçleri (el-kuvvetü'nnuzû'iyyetü'ş-şevkiyye) şehvanî, gazabî duygular el kuvvetü'l-fâile sinirleri ve kasları uyarır ve beden harekete geçer İNSAN NEFSİ- İNSANÎ GÜÇ: 1)ÂMİL (eyleme) gücü 2)ALİME (bilme) gücü insan bedenin hareket ilkesi. insanı birtakım fiilleri yöneltir teorik akıl. beden ve bedenî faaliyetlerle ilişki sağlar. Nuzû'iyye ile ilişki kurar: gülme, ağlama, utanma, heyecanlanma vb. (psikolojik haller) tümel bilgiye ulaşır ve araştırma yapar tahayyül ve vehim ile ilişki kurar- beşeri sanatları ve pratik yararları ortaya çıkarır bu güçle metafiziği elde etmek ister kendisiyle olan ilişkiden, bilme gücünden yararlanarak "yalan kötüdür" gibi kanılara varır. insan bu güçle iyi-kötü, yararlı-yararsız ayrımını gerçekleştirir. Bu güç yöetici güç,insanın ahlaklı olabilmesi için lazım “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) Platon’dan farklı olarak nefsin daha önce değil, bedenle birlikte var olduğunu söyleyer İbn Sina Canlılar arasında en ılımlı mizaca insan bedeni sahip Beden öldüğünde insan nefsi bâkî kalır İbn Sina’ya göre uygun mizacı teşekkül eden her beden zorunlu olarak fa’âl akıldan kendisiyle ilgilenecek bir nefsi hak eder. Bundan dolayı Platon’un iddiasının aksine, ölümden sonra nefsin başka bir bedene girmesi anlamında tenâsüh de mümkün değildir Nefs cisimsel bir cevher değildir. O halde nefs, bedenin dışında bağımsız ve manevi bir cevher olup bedenin bozulmasıyla da bozulmaz Bilgi Teorisi Bilginin kesinlik açısından daha üst bir seviyesine işaret eden yakînî bilgi ise, bir nesnenin belirli bir durumda olduğuna ve asla başka türlü olamayacağına ilişkin bir inancı ifade etmektedir Yakinî bilgide ikili inanç söz konusudur İnsan için fiziksel veya metafiziksel bilgi mümkündür İbn Sina’ya göre bilmenin aşamaları: 1. Dış duyularşa, 5 duyu organıyla nesneler duyumsanır sonra bu nesneler… 2. İç idrak’e ulaşır- “ortak duyular” alanına 3. Böylece “bu hareket eden şey siyahtır” diyebilir İlk aşamada nesnelerin 5 duyu organlarıyla idrak edilebilmesi için duyuların idrak edebileceği alan içerinde bulunması lazım. Mesela birisini gözle görmek için onun görme alanında olması lazım. Dolayısıyla bu 1.aşama maddeye bağlıdır İkinci aşamada hayalî idrak söz konusdur. Nesnenin idraki için maddenin bulunması gerekmez. Madde bulunmasa da suret hayal gücünde varlığını sürdürür. İbn Sina’ya göre diğer iç duyu olan mütehayyile gücü, hayal gücünde muhafaza edilen bu suretlerin bazılarını birbiriyle birleştirerek (altın dağ) veya ayrıştırarak (başsız at) yeni, tikel suretler üretebilir Üçüncü aşamada vehim idraki ile İyi-kötü, yararlı-yararsız yargısı söz konusudur. Tehlikeler algılanabiliyor. Bilme olayının son aşaması aklî idraktir= tüm maddi ilişkilerden arındırılmıştır Farabi gibi İbn Sina’ya göre de: “Güneş olmaksızın görem fiili olmaz.” Nasıl ki ışık olmaksızın potansiyel olarak görme gücüne sahip olan göz, bilfiil olarak görmezse, benzer şekilde potansiyel olarak bilme gücüne sahip olan akıl da fa’âl aklın ışığı olmaksızın bilfiil olarak bilemez! 1) 2) 3) İbn Sina’ya göre faal akıldan bilgiler elde etmek 4 aşamayla olur: Heyûlânî akıl: her insanın sahip olduğu Meleke halinde akıl: varlığın çeşitli anlarıyla ilgili bilgi ihtiva eder Fiil halindeki akıl:deney, gözle ve düşünmeyle ya da sezgiyle yeni bilgiler elde etme. Kazanılmış bilgiler bir hazine gibi saklanır. “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) 4) Müstefâd (kazanılmış akıl): mütekemmil aşamayı ifade eder. İbn Sina’ya göre peygamberlere özel akıl verilmiştir. Faal akılla mükemmel bir ilişki kurmuşlardır Metafiziği: İbn Sina’nın metafiziği, felsefe tarihi içerisindeki en kapsamlı ve ayrıntılı sistemlerden biridir İslam felsefe tarihinin gelişiminde bir zirve noktaya işaret etmiştir Metafiziğine ilişkin açıklamaları eş-Şifa adlı eserinde yapar: burada metafiziğin ne olduğunu açıklar. Metafiziğinin öncelikli konusu “varolması bakımından varlık” konusudur. “En Necat” adlı eserinde metafiziğin konusu “mutlak varlıktır” der İbn Sina metafiziğin mevzuusu (konusu) ve matlûb’u (meselesi) arasında temel ayrım olduğunu söyler ve bunu açıklar Tanrı metafiziğin mevzusu (konusu) değil matlûbudur (meselesi). Ona göre Tanrı, metafiziğin en temel problemidir Metafiziğinin merkezinde “varlık” kavramını yerleştirmiştir. Varlığın bilgisine tanımla ulaşmak imkansızdır. Varlık apaçık ve zihin tarafından doğrudan kavranan bir kavramdır. Onun insan aklındaki buluşunun sebebi fa’âl akıldır - Soru: Zihnimiz dışında da varlık gerçekten var mıdır? İbn Sina’nın cevabı: (En Necat adlı eserinde):”Burada bir varlığın olduğunda şüphe yoktur “ ()ال شك ان هنا وجودا İbn Sina’ya göre akılla kavranan gayr-i maddi varlıklar da vardır (maddileştirmemek lazım). Bunun en açık delili “boşlukta uça adam” örneğidir- kişi kendi benine ilişkin araçsız bilgi sahibi olur! =Maddi ve gayr-i maddi varlıkların zihin dışında bir gerçekliği vardır Mevcut şeyin varlığının ya zorunlu (vacip) ya da mümkün olduğunu belirtmektedir. Bunun dışında üçüncü bir şık daha akla gelebilir: bir şeyin varlığının imkansız oluşu. Fakat bu üçüncü durum anlamsızdır, zira varolan bir şeyin varlığının imkansız oluşundan söz edilemez. ÇÜNKÜ O ZATEN VARDIR A. - Zorunlu varlık: ALLAHDIR Varlığının bir illeti/nedeni bulunmayan. Varlığını bir başkasından almamıştır Varlığın bir nedeni bulunmayandır, çünkü varlığından ayrı bir mahiyete sahibtir Eğer böyle bir oluş olmasaydı o zaman bu sorun teşkil ederdi= O2nunda varlığını veren ilk fail kimdir? Varlığı kim meydana getirdi…- bu teselsül ila gayri nihayeye götürür, teselsül ila gayri gayri nihaye ise batıldır! O halde İbn Sina’ya göre her mevcudun varlığı zorunlu Varlık’a ait iken onun kendi varlığı yine kendisine aittir “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) - Kendisinde hiçbir şekilde sonradanlık yoktur, o herşeyi önceler, eşssizdir, gayri cismanî ve gayri nihaidir, ilk sebep ve ilk faildir! O aynı zamanda sırf akıldır!. AKIL VE MAKULDÜR, AŞK, ÂŞIK VE MÂŞUKTUR! Zira hiç kimsenin sevgisine ihtiyacı yoktur, güzel varlıktır! B. Mümkün varlık: - Varlığının bir nedeni bulunmaktadır. Varlığı başkasının varlığına bağlıdır - Varolmaları ve yoklukları birbirine eşittir C. (varlığı imkansız) Mahiyetle vücud arasında fark vardır Mahiyeti olan şeylerin kavranmasına varlık dâhil değildir. Aksine “varlık, mahiyetin üzerine gelip çatmıştır” Mahiyet sadece bir nesnenin varoluş imkanına işaret etmektedir Üçgenin anlamını anlar ve zihnimizde onun çizgi ve yüzeyden oluştuğunu bilirsek de, sırf buradan kalkarak onun dış dünyada varlıkla nitelendiğini, yani varolduğunu söyleyemeyiz--Çünkü mahiyetin sebepleri, varlığın ve varoluşun sebeplerinden farklıdır Fail neden, varlığını yokluğuna önceleyen sebeptir Tanrının varlık verici ilkesini Farabi gibi SUDUR teorisiyle açıklar “birden ancak bir çıkar” ilkesi gereği bir tek varlığı gerekli kılar. İlk akılda zorunlu olan tanrı gibi düşünür İlk aklın Tanrı’yı düşünmesinden ikinci akıl, kendisinin başkası sebebiyle zorunlu varlık olduğunu düşünmesinden birinci göğün (felek) nefsi ve özünde mümkün varlık olduğunu düşünmesinden de birinci göğün maddesi (cismi) meydana gelir İkinci aklın da Tanrı’yı düşünmesinden üçüncü akıl; kendisinin ve başkasıyla zorunlu ve özünde mümkün varlık olduğunu süşünmesi sonucunda ise ikinci feleğin, sabit yıldızlar küresinin nefsi ve maddesi meydana gelir HER AKIL KENDİNDEN SONRA BİR BAŞKA AKLI VE NEFSİYLE BİRLİKTE BİR GÖK KÜRESİNİ MEYDANA GETİRİR… GÜNEŞ SİSTEMİNDEKİ GEZEGENLERİN SAYISINCA DEVAM EDER… AY KÜRESİNİN AKLI OLAN FAAL AKILDA SON BULUR Sadece son akıl olan FAAL akıl ay altı denilen “dünya” üzerinde etkilidir Faal akıl isminin kullanılmasının sebebi: hem insan varlığını hem de bilgisinin sebebidir Ay altı alem olan dünya’da varlıkların oluşu 4 unsur (hava, su, toprak ve ateş) oluşumuyla olur. Bunların niteliklerin katkısıyla birleşimler oluşur: maden, bitki, hayvan ve insan. İNSAN BEDENİNİN MEYDANA GELİŞİYLE FAAL AKILDAN İNSANÎ NEFS HÂDİS OLUR. Bu oluş sürecinin bir mertebesi vardır: “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) Tanrı • en üstün yegane mercî, herşryin sebebi Akıllar • soyut ruhanî melekler nefisler • amele melekler semavî cisimler Tanrının kendisini bilmesiyle semavî akıllar, nefisler ve semavî cisimlerin oluş ve bozuluş alemiyle madde ve suretin var edilmesini ibda terimiyle açıklar BOZULUŞ YOKOLMA ANLAMINA GELMEZ Gazzali Kelami düşüncenin kaynağı : Tehafüt Ilk felsefi eserler tercüme edilirken, müslümanlar bu eserlere çok rağbet etti. Bu tercümelere devlette destek bulundu. Daha sonra bazı düşünürler islam inancına aykırı olduğundan bunlara bireysel eleştiriler yönetildi. Bu dağınık, yetersiz eleştiriler filozoflar tarafından dikkate alınmadı. Şii Batınıliğin gelişmesi Seçuklu devletinin siyasi gücünü zayıflatan bir tarza dönüştü, bu yüzden selçuklu medresesinin en büyük hocası Gazzali bu fikirlerin kaynağı olan görüşleri eleştirmek için görevlendirildi. O da içinde felsefeye karşı sert eleştiriler barındıran ‚Tehafüt’ül-Felasife’ eserini yazdı amacı filozofların ehl-i sünnetle bağdaşmayan fikirlerini eleştirip eşariliği güçlendirmekti. Gazzali’nin kendine göre en önemli görevi: Halkı ve halkın fikirlerini onları tehdit eden fikirlerden korumaktı. Kendine müslüman topluluğunu yeniden diriltme görevini vermişti bu yüzden tarih onu İhyacı olarak anar. Gazzali filozofları 20 konuda eleştirdi, Tehafutunde olupta diğer kitaplarında farklılaşan temel görüşleri şunlardır: “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) 1) Tehafütte Varlık yoktan Allah’ın iradesi sonucu varlığa gelir düşüncesi. Mişlatü’l-envar eserinde yerini ‚Nur metafiziği’ denen başka bir sudur teorisine bırakıyor. 2) Tehafutte bilgi yalnız duyusal & vahyi muhtevaya sahip sufi görüşlerinde bilgi : vahiy &mükafeşe & ilham ile elde edilir 3) Tehafut : Ruh anlayışı şeffaf & maddi varlı Kimya-ı saadet : soyut & cismin bölünmesiyle bölünmez bir varlık 4) Tehafüt ve Munkızu min eddalale’deki hakikat sahipleri tasnifi Mişketü’l envardan çok farklı Tehafutle Gazzali Düşüncesi A) Tabiata dair meseleler Cesetlerin Haşri (Dirilişi) Gazzali’ye göre filozoflar cesetlerin dirilmesi cennet-cehenneme ait bilgileri halkın anlaması için yapılmış sembollerden ibaret görüyor ve red ediyorlar Filozoflar zevk/acının (cennet/cehennem) ruhani olacağını söylüyor Gazzali: Bu görüş şeriate aykırı neden hem cismani hemde ruhani olmasın? Filozoflara göre dirilişin mahiyeti ve antitezler: 1. ) 3 yol var ruhun bedene geri dönmesinde a) Ruh ve beden aynı anda ölür beraber dirilir -> imkansız, bu aynı şeye değil benzere görüştür b) Beden ölür, ruh baki kalır. Sonra ruh dağılmış bedeni toplar -> imkansız, bedenin her zerresi başka şeye dönüşmüştür c) Yukarıdaki 2 itiraza rağmen ruh bedene döner desek bu 2 yönden imkansızdır: 1) Ay feleğinin altındaki şeyler sonlu/ruh sonsuzdur 2) Ruh kendisine daha uygun bir bedene girer bu ise tenasüh olur Gazzali : Diriliş ayetlerinde, dirilişin bedenle olacağına dair işaretler var. Tenasuh: bu alemde meydana gelmesede ahirette meydana gelebili Filozoflar: Toprağa ‚ol’ demekle direk insan olmaz, insan olma süreci lazımdır Gazzali: ‚ol’ demekle insan olur, Allah bu dirilmeyi bizim bilmediğimiz şekilde yapabilir Allah cüzleri bilmez Gazzaliye göre İbn Sina: ‚Allah cüzleri değil külleri bilir’ demiştir Yani Birey olan insanı değil külli olan insanı bilir. Gazzali’ye göre bu şeriatı kökten sökmektir. “İslam Felsefe Tarihi” Kitap Özeti (FİNAL) Gazzali’nin cevabı: ‚Allah değişen cüzi bilgileri bilsede kendi değişiminden münezzehtir. Mekanda sağa sola giden insandır, ona dair bilgi değişmez Aslında Gazzali İbni Sina’nın görüşünü yanlış yansıtmıştır çünki o : ‚Allah cüzziyatı külliyat cihetiyle bilir demiştir. Ayrıca İbn Sina Aristocu geleneğe değil platoncu geleneğe yakındır. Bu gelenekte varlıklara tikelliğini veren Faal Akldır bununsa bütün bilgi & varlık kaynağı Allah’tır. Külliyat ve Cüzziyyat’ın yaratıcısı Allah olduğundan bunların ikisini bilmemesi imkansızdır. Alem kadimdir Filozoflar : Alem zaman bakımından Allah ile beraber bulunmuştur. Allah aleme zat, rütbe yönündne öncedir. Deliller: 1) Alem sırf imkan ile mümkündür. Eğer sonradan meydana gelmiş olsaydı onun hadis olmaısna sebep olan bir tercih edene ihtiyaç vardı. Bu tercih edici neden şimdi tercihte bulundu? a) Bu Allah’ın kudretsizliğine atfedilmez çunku kudretsizlikten kudretliliğe geçtiğini gösterir, bu da Allah’a yakışmaz. b) Alemin sonradan varlığa gelmesinin imkansızlığına da bağlanamaz. Çünki alem imkansızken mümkün olmuş olur. c) Allah’In alemin varlığını istemezken bi anda ister hale gelmeside Allah’a uygun görünmemektedir. (önce irade yok daha sonra ortaya çıkıyor. Alem zamansal açıdan kaimdir Gazzali : Alem kadim olamaz bu durum felek devirlerinin sonsuz olmasını gerektirir. Bu devirlerin ¼ 1/6 gibi nisbeti vardır. Nisbeti olanın ölçüsü , ölçüsü olanın sınırı var, sınırlı olan şey kadim olamaz. Gazzali’ye göre Allah’In alemi hadis olduğu bakit ihdas etme sebebi iradesidir. Filozofların 2 delili daha vardır ve Gazzali bunlara cevap verir ancak bu ikidelili burada açmayacağız, Sonuç olarak : Gazzali’nin Tahfutu’nün dörtte birini oluşturan bu mesele dolayısı ile fizofları küfürle itham etmesi şaşılacak bir şeydir. Çünki filozoflar hiçbir zaman alem ile Allah’ı varlık olarak (kıdem demeleri dolayısı ile) birbirlerine eş değer veya aynı kabul etmemişlerdir. Allah’ın zatından kadim alemin ise zaman itibari ile kadim olduğunu söylemeleri zaten Allah ile alem arasına ontik, epistemik bir ayrım koydukları manasına gelmektedir. Gazzali’ni en azından bu meselede filozofları küfürle itham etmesi daha ziyade siyasi bir meseledir (Dikkat: İlhan Hoca bunun konjönktürel veya siyasi olduğunu savunmaz)