Işıl Özgentürk Bu Kadar İnsan Boşuna mı Öldü? Diyarbakır valiliğinin biz ölçüm yaptık, “meydandakiler 270 bin civarındaydı,” diyor, yazarları arasında Abdullah Öcalan’ın da bulunduğu Özgür Gündem gazetesi ise “1,5 milyon insan vardı”, diyor. Doğrusu her ikisi de pek gerçeği yansıtmıyor, yıllardır aynı alanda Nevruz’u izleyen insanlara sordum. Onların yanıtı ise, 450 bin civarında oldu. Türkçe mesajın okunmasından sonra meydan hemen boşalmaya başlıyor. Dönüşte su satan Mehmet’le yeniden rastlaşıyoruz. "İşler nasıl gitti Mehmet?” diye soruyorum, "iyi gitti anne," diyor, "peki Öcalan’dan sana bir mesaj geldi mi?" Mehmet yüzüme bakıyor, "anne işe dalmışım, mesajı alamadım." Şimdi bu sayıların ne önemi var, diyeceksiniz. Var, çünkü tarihi mesajdan sonra insanların birbirlerine sorduğu ilk soru bu: "Meydanda kaç kişi vardı?" Otele dönerken sürekli bir görüntü, bir yüz beni takip ediyor. Şöyle, protokol tribününde bir arbede yaşanıyor. Gerilla kıyafetli çok genç bir çocuk, ne yapmış ne etmiş, güvenlik duvarını geçip protokol tribününe gelmiş, oturmuş. Ama koltukta adlar yazılı, kalkması gerek, görevliler ısrar ediyor o ısrar ediyor. Benim her zaman ki anarşist yapım harekete geçmekte gecikmiyor. O protokolde otursa ne olacak, belki ağabeyini yitirdi, belki BDP’li milletvekillerine yakın olmak istiyor,bu kadar ısrar etmesinin bir nedeni var belli ki…Ama abar topar götürülüyor, yüzü öylesine masum ve öylesine şaşkın bakıyor ki… Peki mesaj okunurken durum neydi? Abdullah Öcalan mesajının sihirli bir değnek gibi tüm sorunları çözeceğine inanan yüzbinlerce insanın doldurduğu alan, önce Kürtçe okunan mesajı dinlerken, inanılmaz derecede suskundu. Doğrusu meslek gereği yıllardır kalabalıkların vücut dilini okumaya alıştığımdan, bu suskunluğu ben pek hayra yormadım. Ne bir alkış yükseliyor, ne bir slogan alanı inletiyor. Sadece suskunluk… Kürtçeden sonra mesaj Türkçe okunuyor. Şaşkınlık içindeyim, ben "bu büyük Osmanlı, Çanakkale’de omuz omuza birlikte savaşmak, İslam şemsiyesi altında kardeşçe yaşamak," cinsinden sözleri, bir yerlerden biliyorum. Elbette, dış politikada büyük Osmanlı idealiyle gözü kara bir biçimde ilerleyen Dışişleri Bakanımız Davutoğlu bu sözleri daha önce söylemişti ve tabii Başbakanımız da. Otelde BDP milletvekili Hasip Kaplan’a rastlıyorum. Sol eğilimli olduğunu bildiğim Hasip Kaplan’a “mesajdaki bu İslam şemsiyesi,bu peygamberler meselesini nedir?” diye soruyorum. "Sosyalistler yıllarca enternasyoneli bu halka anlatamadılar, Öcalan şimdi bunu demek istiyor." Vay canına, “bu kadar kişi boşuna mı ölmüş?” Kendimi kadim kent Diyarbakır’ın sokaklarına bırakıyorum. Sokaklar her zaman oyunun dışındadır… Öyledir. Sonra Diyarbakır kentinde dolaşırken, değişik kesimlerden insanlarla görüşürken,öğreniyorum ki, metnin oluşmasında Başbakanımızın siyası danışmanı Yalçın Akdoğan’ın önemli katkıları olmuş. Türkçe metin okunurken meydanın suskunluğu metni okuyan BDP milletvekili Sırrı Süreyya’yı da rahatsız ediyor, ve arada meydana soruyor. "Sizin bunlara verilecek cevabınız yok mu?" Meydan suskun? Ve herkeste aynı soru: "Madem böyle İslam şemsiyesi altında kardeş kardeş yaşıyorduk, bunca insan boşuna mı öldü?" Bu soruyu ertesi gün Diyarbakır kahvelerini, çarşılarını dolaşırken, çok sık duyacağım. Birden platforma yüzlerini poşiyle gizlemiş,ellerinde PKK ve Abdullah Öcalan bayrakları dört-beş genç fırlıyor. Ve Kürtçe yüksek sesle konuşmaya başlıyorlar. Tesadüfen yanımda bulunan BDP’li Kocaköy Belediye başkanı Remzi Çali’den sözleri çevirmesini rica ediyorum: "Başkan Öcalan serbest bırakılana kadar mücadelemiz devam edecektir!" Tertip komitesinin bu korsan eylemden pek de hoşnut olmadığını bilmek için kahin olmaya gerek yok. http://www.mgkmedya.com Pazar, Mart 24, 2013 - Sayfa 1 / 1