KÜRESEL LĠKĠDĠTE KOġULLARININ MERKEZ BANKASI POLĠTĠKALARINA ETKĠSĠ: TÜRKĠYE ÖRNEĞĠ Bekir EREN YÜKSEK LĠSANS TEZĠ ĠKTĠSAT ANABĠLĠM DALI GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ ARALIK 2014 iv KÜRESEL LĠKĠDĠTE KOġULLARININ MERKEZ BANKASI POLĠTĠKALARINA ETKĠSĠ: TÜRKĠYE ÖRNEĞĠ (Yüksek Lisans Tezi) Bekir EREN GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ Aralık 2014 ÖZET 2000‟li yılların baĢından itibaren küresel likidite koĢullarında, geliĢmiĢ ülkelerin para politikası uygulamalarından kaynaklanan, önemli değiĢimler olmuĢtur. Risk iĢtahının yüksek, piyasalardaki oynaklığın düĢük olduğu küresel finans krizi öncesi dönem ile belirsizliğin ve oynaklığın yüksek olduğu, alıĢılmadık para politikası uygulamalarının hâkim olduğu 2008 sonrası dönemin likidite dinamikleri birbirinden farklılaĢmıĢtır. Küresel finans krizi sonrası dönemde likidite koĢullarındaki değiĢimler, geliĢmekte olan ülkelerde para biriminin aĢırı değerlenmesine, hızlı kredi geniĢlemesine ve dıĢ dengenin bozulmasına yol açarak finansal istikrara yönelik kaygıları artmıĢtır. Bu dönemde küresel likiditenin bollaĢması ile geliĢmekte olan ülkelere yönelen sermaye akımlarının kısa dönem ağırlıklı olması ve çoğunlukla portföy yatırımı olarak hisse senedi ve tahvil piyasasına yönelmesi, geliĢmekte olan ülkeler için ani duruĢ endiĢesini de beraberinde getirmiĢtir. Bu sebeplerle, küresel likidite koĢullarının değiĢken olduğu kriz sonrası dönemde, merkez bankaları küresel likiditeyi yakından izlemeye, finansal istikrara daha çok önem vermeye ve para politikalarını gözden geçirmeye baĢlamıĢlardır. TCMB de 2010 yılı sonundan itibaren fiyat istikrarı ile birlikte finansal istikrarı da hedefleyen yeni bir politika bileĢimini uygulamaya koymuĢtur. Bu çerçevede politika faizine ek olarak zorunlu karĢılıklar, ROM ve faiz koridoru aktif para politikası araçları olarak kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Yeni para politikasının sonuçları değerlendirildiğinde; kur üzerindeki değerlenme baskısının giderildiği, kur oynaklığının azaltıldığı, kredi büyümesinin sınırlandırıldığı, cari dengede kısmi iyileĢme sağlandığı, TCMB döviz rezervlerinin arttığı ve sermaye akımları içindeki portföy ve kısa vadeli yatırımların azaltılmasında 2011 ve 2012 yıllarında kısmi baĢarı elde edildiği görülmektedir. Ancak, para politikasının etkisinin sınırlı olması ve TCMB‟nin elindeki mevcut araçların yetersizliği göz önünde bulundurulduğunda, finansal istikrar konusunda TCMB‟den daha fazla sorumluluk beklemek Banka‟nın kredibilitesinin ve bağımsızlığının sorgulanmasına yol açacaktır. Bilim Kodu Anahtar Kelimeler Sayfa Adedi Tez DanıĢmanı : 2.043 : Küresel likidite, sermaye akımları, geliĢmekte olan ülkeler, finansal istikrar, TCMB para politikası bileĢimi, faiz koridoru, ROM : 173 : Prof. Dr. Selahattin TOĞAY v EFFECTS OF GLOBAL LIQUIDITY CONDITIONS TO CENTRAL BANK POLICIES: TURKEY CASE (M. Sc. Thesis) Bekir EREN GAZĠ UNIVERSITY INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES December 2014 ABSTRACT Global liquidity conditions have been changed significantly, stemming from monetary policy implementations, since the beginning of the 2000s. Determinants of global liquidity; the period before the global financial crisis, having high risk appetite and low volatility, and the period after 2008, having high uncertainty, volatility and unconventional monetary policies, have differentiated. After global financial crisis, liquidity caused appreciation of domestic currencies, rapid credit growth and deterioration of external balance in emerging countries. In the same period, accelerating short-term capital flows and portfolio investments to the emerging markets has increased the sudden stop concerns. Therefore, central banks started to monitor global liquidity closely, focus on financial stability more and review monetary policies with changes in liquidity conditions. CBRT has practiced a new policy mix since the late of 2010 by using interest rate corridor, reserve requirements and ROM in addition to policy interest rate. Results of new monetary policy show that appreciation pressure on domestic currency decreased, credit growth is limited, current account balance improved, CBRT reserves raised and portion of short-term inflows and portfolio investments in the capital flows declined partially in 2011 and 2012. However, taking into account the limits of monetary policy and insufficient instruments of CBRT, expecting more responsibility for financial stability leads to criticize of credibility and independency of CBRT. Science Code Key Words Page Number Supervisor : 2.043 : Global liquidity, capital inflows, emerging markets, financial stability, CBRT policy mix, interest rate corridor, ROM : 173 : Prof. Dr. Selahattin TOĞAY vi TEġEKKÜR ÇalıĢmalarım boyunca değerli katkılarıyla beni yönlendiren, kıymetli tecrübelerinden faydalandığım danıĢmanım Prof. Dr. Selahattin Toğay‟a, manevi destekleriyle beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan çok değerli aileme ve arkadaĢlarıma, dualarını esirgemeyen herkese teĢekkürü bir borç bilirim. vii ĠÇĠNDEKĠLER Sayfa ÖZET ....................................................................................................................................iv ABSTRACT ........................................................................................................................... v TEġEKKÜR ..........................................................................................................................vi ĠÇĠNDEKĠLER ................................................................................................................... vii ÇĠZELGELERĠN LĠSTESĠ.................................................................................................... x ġEKĠLLERĠN LĠSTESĠ ........................................................................................................xi KISALTMALAR .............................................................................................................. xvii 1. GĠRĠġ............................................................................................................................... 1 2. KÜRESEL LĠKĠDĠTE TANIMI, ÖLÇÜMÜ, KAYNAĞI ................................ 3 2.1. Likidite Tanımı........................................................................................................... 3 2.2. Küresel Likidite Düzeyi Tahmin YaklaĢımları .......................................................... 9 2.2.1. Nicel ve fiyat ölçümleriyle küresel likiditenin ölçümü .................................... 14 2.2.1.1. Fiyat ölçümleri .......................................................................................... 14 2.2.1.2. Nicel ölçümler .......................................................................................... 20 2.2.1.2.1. Parasal taban ve para arzı büyüklükleri ile ölçme............................. 31 2.2.1.2.2. IMF ve OECD yaklaĢımı .................................................................. 32 2.2.1.2.3. Küresel döviz rezervleri ile ölçme .................................................... 33 2.2.1.2.4. Parasal büyüklükler ile GSYĠH büyümesini karĢılaĢtırma ............... 34 2.2.1.2.5. Parasal büyüklükleri GSYĠH‟ya oranlayarak ölçme ......................... 35 2.2.1.2.6. Kredi büyüklükleri ile ölçme ............................................................ 36 2.3. Fazla Küresel Likiditenin Kaynağı .......................................................................... 39 3. KÜRESEL LĠKĠDĠTENĠN GELĠġMEKTE OLAN ÜLKELERE ETKĠLERĠ .................................................................................................................... 47 3.1. Literatür Taraması .................................................................................................... 48 3.2. Grafiksel Analiz ....................................................................................................... 52 viii Sayfa 3.2.1. Sermaye akımları ve kompozisyonuna etkisi ................................................... 59 3.2.2. Faiz oranlarına etkisi ........................................................................................ 62 3.2.3. Nominal ve reel kura etkisi............................................................................... 65 3.2.4. Para arzı ve kredi büyümesine etkisi ................................................................ 68 3.2.5. DıĢ dengeye etkisi............................................................................................. 70 3.2.6. DıĢ borca etkisi ................................................................................................. 72 3.2.7. Varlık fiyatları ve enflasyona etkisi ................................................................. 73 3.2.8. GSYĠH büyümesine etkisi ................................................................................ 75 4. GELĠġMĠġTE OLAN ÜLKELERDE POLĠTĠKA TEPKĠLERĠ ................... 81 4.1. Merkez Bankacılığını Yeniden DüĢünmek .............................................................. 81 4.1.1. Finansal istikrarın tanımlanması....................................................................... 82 4.1.2. Para politikasında yeni arayıĢlar ....................................................................... 84 4.1.3. Makro ihtiyati araçlar ....................................................................................... 89 4.1.3. Finansal istikrarda kurumsal yapı ..................................................................... 97 4.2. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının Politika Çerçevesi ................................... 98 4.2.1. Türkiye‟de sermaye akımları ve kompozisyonu .............................................. 99 4.2.2. Finansal istikrara dair endiĢeler ...................................................................... 101 4.2.3. Yeni para politikasının çerçevesi.................................................................... 108 4.2.3.1. Faiz koridoru ve politika faiz oranı ........................................................ 114 4.2.3.2. Para birimine dayalı ve vadeye dayalı zorunlu karĢılık .......................... 120 4.2.3.3. Rezerv opsiyonu mekanizması ............................................................... 123 4.2.3.4. Kaldıraca dayalı zorunlu karĢılık ............................................................ 128 4.2.3.5. Türkiye‟de finansal istikrarda kurumsal yapı ......................................... 131 4.2.4. TCMB politika bileĢiminin sonuçları ............................................................. 135 4.2.4.1. Döviz kuru geliĢmeleri ........................................................................... 135 4.2.4.2. Kredi geliĢmeleri .................................................................................... 136 ix Sayfa 4.2.4.3. DıĢ denge ve sermaye akımlarının kompozisyonu ................................. 138 4.2.4.4. Büyüme ................................................................................................... 141 4.2.4.5. Mevduatın ortalama vadesi ..................................................................... 142 4.2.4.6. TCMB rezervlerinin geliĢimi .................................................................. 143 4.2.5. Politika bileĢimi ve ROM üzerine ampirik çalıĢmaların sonuçları ................ 146 4.3. TCMB Politikalarının Değerlendirilmesi ............................................................... 149 4.3.1. Bloomberg merkez bankası algı anketi sonuçları ........................................... 149 4.3.2. IMF‟nin değerlendirmeleri ............................................................................. 153 4.3.3. Ġmkânsız üçlü.................................................................................................. 156 4.3.4. Diğer değerlendirmeler ................................................................................... 158 5. SONUÇ VE ÖNERĠLER ....................................................................................... 163 KAYNAKLAR .................................................................................................................. 167 ÖZGEÇMĠġ ....................................................................................................................... 173 x ÇĠZELGELERĠN LĠSTESĠ Çizelge Sayfa Çizelge 2.1. Küresel likiditenin ölçüm yöntemleri .............................................................. 14 Çizelge 2.2. FED ve ECB tarafından alınan niceliksel geniĢleme paketleri ........................ 25 Çizelge 2.3. DolaĢımdaki para ............................................................................................. 26 Çizelge 2.4. Ülkelere göre döviz rezervleri ......................................................................... 44 Çizelge 4.1. Makro ihtiyati araçların kullanımı ................................................................... 90 Çizelge 4.2. Makro ihtiyati araçlar ve görevleri .................................................................. 92 Çizelge 4.3. Kriz sonrası geliĢmekte olan ülkelerde kullanılan makro ihtiyati araçlar ....... 93 Çizelge 4.4. Zorunlu karĢılıkların kullanımı ........................................................................ 94 Çizelge 4.5. Ülkelere göre 2009–2012 yılları arasında uygulanan politikalar .................... 96 Çizelge 4.6. Kaldıraç oranının bildirimi ve zorunlu karĢılık tesisi .................................... 130 Çizelge 4.7. Türkiye alınan makro ihtiyati tedbirler .......................................................... 133 xi ġEKĠLLERĠN LĠSTESĠ ġekil Sayfa ġekil 2.1. FED, ECB, Ġngiltere, Japonya faiz oranları (%) .................................................. 15 ġekil 2.2. Kısa dönem piyasa faiz oranları (%) ................................................................... 16 ġekil 2.3. Uzun dönem faiz oranları (%) ............................................................................. 17 ġekil 2.4. Kısa dönem reel faiz oranları (%) ........................................................................ 17 ġekil 2.5. GÜ ve GOÜ kısa dönem reel faiz oranları (%) ................................................... 18 ġekil 2.6. VIX endeksi ......................................................................................................... 19 ġekil 2.7. GÜ swap spreadleri (baz puan)............................................................................ 20 ġekil 2.8. GÜ menkul kıymet ve repo spreadleri (baz puan) ............................................... 20 ġekil 2.9. FED bilançosu (varlık ve yükümlülükler) (milyar dolar) .................................... 21 ġekil 2.10. BoE bilançosu (varlık ve yükümlülükler) (milyar sterlin) ................................ 22 ġekil 2.11. BoJ bilançosu (varlık ve yükümlülükler) (trilyon yen) ..................................... 23 ġekil 2.12. ECB bilançosu (varlık ve yükümlülükler) (milyar euro) ................................... 24 ġekil 2.13. Bilanço büyüklüğü/GSYĠH (%) ........................................................................ 26 ġekil 2.14. FED, ECB, BoJ parasal büyüklükler (2000=100) ............................................. 27 ġekil 2.15. ABD, Euro Alanı, Japonya para çarpanı ........................................................... 28 ġekil 2.16. ABD, Euro Alanı ve Japonya paranın dolaĢım hızı ........................................... 29 ġekil 2.17. G-3 para çarpanı ................................................................................................ 30 ġekil 2.18. G-3 paranın dolaĢım hızı ................................................................................... 30 ġekil 2.19. G-3 parasal taban; M1 ve M2 yıllık değiĢim (%) .............................................. 31 ġekil 2.20. IMF yaklaĢımı ve uzun dönem eğilimden sapması ........................................... 32 ġekil 2.21. OECD yaklaĢımının uzun dönem eğilimden sapması ....................................... 33 ġekil 2.22. Küresel döviz rezervi yaklaĢımı ve eğilimden sapması (%) .............................. 34 ġekil 2.23. G-3 Parasal taban, M1 ve M2 büyümesinin GSYĠH büyümesinden farkı ........ 35 ġekil 2.24. G-3 parasal taban, M1 ve M2/GSYĠH uzun dönem eğilimden sapması ........... 36 ġekil 2.25. Sınır ötesi krediler (yıllık değiĢim, %) .............................................................. 37 xii ġekil Sayfa ġekil 2.26. Küresel kredi tutarı (trilyon dolar) ..................................................................... 38 ġekil 2.27. Küresel kredi büyümesi (yıllık, %) .................................................................... 38 ġekil 2.28. ABD, Euro Alanı, Japonya para arzı büyümesi ve GSYĠH farkı ...................... 40 ġekil 2.29. Tasarruf oranları ................................................................................................ 41 ġekil 2.30. Ülkelere göre tasarruf oranları ........................................................................... 41 ġekil 2.31. Cari açık/GSYĠH (%) ........................................................................................ 42 ġekil 2.32. Cari açık oranları (%) ........................................................................................ 42 ġekil 2.33. Döviz rezervleri (trilyon dolar) .......................................................................... 43 ġekil 2.34. Toplam türev sözleĢmesi/ küresel GSYĠH (%) ................................................. 45 ġekil 3.1. GÜ ve GOÜ politika faiz oranları ....................................................................... 53 ġekil 3.2. GÜ faiz oranı ve GOÜ Sermaye akımı (yüzde, milyar dolar) ............................. 53 ġekil 3.3. GOÜ faiz oranı ve GOÜ sermaye akımı (yüzde, milyar dolar) ........................... 53 ġekil 3.4. Küresel likidite ve GOÜ toplam sermaye akımları değiĢimi (yıllık, milyar dolar) ................................................................................................................... 54 ġekil 3.5. GOÜ sermaye akımı ve para arzı büyüklüklerinin GSYĠH‟dan farkı ................. 55 ġekil 3.6. GOÜ sermaye akımı ve para arzı/GSYĠH uzun dönem eğilimden sapması ........ 55 ġekil 3.7. GOÜ toplam sermaye akımları (yüzde, milyar dolar) ......................................... 55 ġekil 3.8. GOÜ toplam sermaye akımları (milyar dolar)..................................................... 56 ġekil 3.9. GOÜ sermaye akımlarının kompozisyonu (%) ................................................... 57 ġekil 3.10. GeliĢmekte olan ülkelere portföy akımları (milyar dolar, 13 haftalık birikimli) ............................................................................................................ 58 ġekil 3.11. GOÜ borçlanma araçları ve hisse senedi yatırımları trendi (stok, milyar dolar).................................................................................................................. 58 ġekil 3.12. Net sermaye akımı (milyar dolar) ...................................................................... 60 ġekil 3.13. Portföy akımı/toplam sermaye akımı (%).......................................................... 61 ġekil 3.14. Portföy giriĢleri/GSYĠH (%).............................................................................. 61 ġekil 3.15. Doğrudan yatırım/GSYĠH (%) .......................................................................... 62 ġekil 3.16. Politika faiz oranı (%) ........................................................................................ 63 xiii ġekil Sayfa ġekil 3.17. Kısa vadeli piyasa faiz oranları (%)................................................................... 63 ġekil 3.18. Üç aylık mevduat faizi (%) ................................................................................ 64 ġekil 3.19. GOÜ ortalama üç aylık reel mevduat faiz oranı (%) ......................................... 64 ġekil 3.20. Nominal döviz kuru (ABD doları karĢısında, 2002=1) ..................................... 65 ġekil 3.21. GOÜ kur oynaklığı (günlük yüzde değiĢimin 50 günlük standart sapması) ..... 66 ġekil 3.22. Reel efektif kur (1997=100) .............................................................................. 67 ġekil 3.23. GOÜ ortalama reel efektif kur ve cari denge..................................................... 67 ġekil 3.24. M2 para arzı/GSYĠH (%)................................................................................... 68 ġekil 3.25. Bankacılık Sektörü özkaynak/ toplam varlıklar (%) ......................................... 69 ġekil 3.26. Özel sektöre verilen krediler/GSYĠH (%) ......................................................... 70 ġekil 3.27. Tahsili geçmiĢ alacaklar/toplam krediler (%) .................................................... 70 ġekil 3.28. Cari denge/GSYĠH (%)...................................................................................... 71 ġekil 3.29. Toplam dıĢ borç/GSYĠH (%) ............................................................................. 72 ġekil 3.30. Kısa vadeli dıĢ borç/toplam dıĢ borç (%) .......................................................... 73 ġekil 3.31. Hisse senedi endeksleri (2010=100) .................................................................. 74 ġekil 3.32. Ortalama enflasyon (%) ..................................................................................... 74 ġekil 3.33. GSYĠH büyümesi (%)........................................................................................ 76 ġekil 3.34. DıĢ dengenin büyümeye katkısı (%) .................................................................. 76 ġekil 3.35. Özel tüketimin büyümeye katkısı (%) ............................................................... 77 ġekil 3.36. Devlet harcamalarının büyümeye katkısı (%) ................................................... 78 ġekil 4.1. Makro ihtiyati politikaların diğer politikalarla etkileĢimi ................................... 82 ġekil 4.2. Faiz dıĢı politika araçlarının kullanılmadığı durum............................................. 87 ġekil 4.3. Faiz dıĢı politika araçlarının kullanıldığı durum ................................................. 87 ġekil 4.4. Makro ihtiyati araçları kullanan/değiĢtiren ülkelerin sayısı ................................ 95 ġekil 4.5. Küresel likidite ve sermaye akımı (milyar dolar) ................................................ 99 ġekil 4.6. Politika faiz oranı ve sermaye akımı (yüzde, milyar dolar)............................... 100 xiv ġekil Sayfa ġekil 4.7. Sermaye akımının kompozisyonu (12 aylık birikimli, milyon dolar) ............... 100 ġekil 4.8. Portföy akımı stoku ve trendi (milyon dolar) .................................................... 101 ġekil 4.9. Finansal istikrarın bozulması ............................................................................. 102 ġekil 4.10. Sermaye giriĢleri ve GSYĠH büyümesi (%) .................................................... 103 ġekil 4.11. TL ve diğer GOÜ para birimlerinin dolar karĢında değeri (09.03.2009=1) .... 103 ġekil 4.12. Reel efektif döviz kuru (2003=100) ................................................................ 103 ġekil 4.13. Yıllık kredi büyümesi (13 haftalık hareketli ortalama) (%) ............................ 104 ġekil 4.14. Büyümenin bileĢenleri (%) ............................................................................. 105 ġekil 4.15. Reel NYĠT ve GSYĠH geliĢimi (Milyar TL) ................................................... 105 ġekil 4.16. Sermaye akımı ve kredi kullanımı (2003Ç4=1) .............................................. 106 ġekil 4.17. Kredi kullanımı ve cari açık (%) ..................................................................... 106 ġekil 4.18. DıĢ ticaret (12 aylık birikimli, milyar dolar) ................................................... 107 ġekil 4.19. Cari açığın finansmanı (12 aylık birikimli, milyon dolar) ............................... 107 ġekil 4.20. Para politikasında olası senaryolar .................................................................. 109 ġekil 4.21. Para Politikasında yeni yaklaĢım ..................................................................... 113 ġekil 4.22. Para politikasının aktarım mekanizması .......................................................... 114 ġekil 4.23. Faiz koridorunun yapısı ................................................................................... 115 ġekil 4.24. Asimetrik faiz koridoru.................................................................................... 117 ġekil 4.25. Faiz koridoru ve politika faizinin geliĢimi....................................................... 118 ġekil 4.26. Döviz piyasası (ihtiyati araçların kullanılmadığı durum) ................................ 119 ġekil 4.27. Döviz piyasası ve faiz koridorunun kullanıldığı durum .................................. 119 ġekil 4.28. TL zorunlu karĢılık oranları ............................................................................. 121 ġekil 4.29. YP zorunlu karĢılık oranları............................................................................. 121 ġekil 4.30. ZK oranlarının geliĢimi.................................................................................... 122 ġekil 4.31. Döviz için ROK geliĢimi ................................................................................. 124 ġekil 4.32. Altın için ROK geliĢimi ................................................................................... 124 xv ġekil Sayfa ġekil 4.33. TL ve YP fonlama maliyetindeki değiĢim ve baĢabaĢ ROK ........................... 126 ġekil 4.34. Döviz piyasası ve ROM ................................................................................... 127 ġekil 4.35. Döviz rezervlerindeki artıĢ .............................................................................. 127 ġekil 4.36. ROM ve kredi büyümesi .................................................................................. 128 ġekil 4.37. Dönemler itibarıyla kaldıraca dayalı ilave ZK oranları ................................... 129 ġekil 4.38. Bankacılık sektörü kaldıraç oranı (%) ............................................................. 130 ġekil 4.39. Bankacılık sektörü kaldıraç oranlarının dağılımı ............................................ 130 ġekil 4.40. TL ve GOÜ para birimlerinin dolar karĢısındaki değeri (1.11.2010=1) ......... 135 ġekil 4.41. Reel kur (TÜFE bazlı 2003 = 100) .................................................................. 135 ġekil 4.42. GÖÜ* ve Türkiye‟de kur oynaklığı (yüzde, gelecek 1 ay için ima edilen oynaklık) ......................................................................................................... 136 ġekil 4.43. Yıllık kredi büyümesi (kur etkisinden arındırılmıĢ) (%) ................................. 137 ġekil 4.44. Kredi stokundaki değiĢim ve cari açık (%)...................................................... 138 ġekil 4.45. Ġhracatın ithalatı karĢılama oranı (%) .............................................................. 139 ġekil 4.46. Ġhracatın ithalatı karĢılama oranı yıllık değiĢim (%) ....................................... 139 ġekil 4.47. Sermaye akımlarının kompozisyonu (12 aylık birikimli, milyon dolar) ......... 140 ġekil 4.48. Sermaye giriĢi ve büyüme (%) ........................................................................ 141 ġekil 4.49. Büyümeye katkılar (yüzde puan) ..................................................................... 142 ġekil 4.50. Reel yurt içi nihai talep ve büyüme (milyar TL) ............................................. 142 ġekil 4.51. TL mevduatın ortalama vadesi ........................................................................ 143 ġekil 4.52. YP mevduatın ortalama vadesi ........................................................................ 143 ġekil 4.53. ROM döviz için imkân kullanımı (%) ............................................................. 144 ġekil 4.54. ROM altın için imkân kullanımı (%) ............................................................... 144 ġekil 4.55. TCMB rezerv dağılımı ..................................................................................... 145 ġekil 4.56. Merkez Bankasının kredibilitesi son 3 ayda nasıl değiĢti? (%) ....................... 150 ġekil 4.57. Merkez Bankasının öngörülebilirliği son 3 ayda nasıl değiĢti? (%) ................ 150 ġekil 4.58. Merkez Bankasının karalarını güvenilir buluyor musunuz? (%) ..................... 151 xvi ġekil Sayfa ġekil 4.59. Merkez Bankasının bağımsızlığı son 3 ayda ne yönde değiĢti? (%) ............... 151 ġekil 4.60. Merkez Bankası fiyat istikrarını yeterince gözetiyor mu? (%) ........................ 151 ġekil 4.61. Merkez Bankası finansal istikrarı gözetmeye devam etmeli mi? (%) ............. 151 ġekil 4.62. Merkez Bankasının son üç aydaki iletiĢim politikasını nasıl buluyorsunuz? (%) .......................................................................................... 152 ġekil 4.63. Merkez Bankasının son üç aydaki performansını nasıl buluyorsunuz? (%).... 152 ġekil 4.64. Merkez Bankası yalnız ekonomik verilere bakarak mı karar alıyor? (%) ....... 153 ġekil 4.65. ROM kapsamında tutulan döviz ve altın tutarının değiĢimi (milyar dolar) ..... 155 ġekil 4.66. Bankalar yurt dıĢı borçlar (milyar dolar, %) .................................................... 156 ġekil 4.67. Ġmkânsız üçlü ................................................................................................... 157 xvii KISALTMALAR Bu çalıĢmada kullanılmıĢ kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aĢağıda sunulmuĢtur. Kısaltmalar Açıklamalar AB Avrupa Birliği ABD Amerika BirleĢik Devleti BDDK Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu BoE Ġngiltere Merkez Bankası BoJ Japonya Merkez Bankası ECB Avrupa Merkez Bankası FED Amerika Merkez Bankası GOÜ GeliĢmekte Olan Ülkeler GSYĠH Gayri Safi Yurt Ġçi Hâsıla GÜ GeliĢmiĢ Ülkeler IMF Uluslararası Para Fonu NYĠHT Net Yurt Ġçi Nihai Talep OECD Ekonomik ĠĢbirliği ve Kalkınma Örgütü PPK Para Politikası Kurulu REK Reel Efektif Kur ROK Rezerv Opsiyonu Katsayısı ROM Rezerv Opsiyonu Mekanizması TCMB Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası TL Türk Lirası YP Yabancı Para ZK Zorunlu KarĢılık 1 1. GĠRĠġ Küresel likidite koĢullarında 2000‟li yıllarda önemli değiĢimler görülmektedir. Söz konusu yıllarda likiditenin bol olduğu uzun dönemler yaĢanırken, küresel finans kriziyle birlikte küresel likiditenin dinamikleri farklılaĢmaktadır. 2000–2005 arası dönemde, geliĢmiĢ ülkelerin para politikalarındaki değiĢim küresel likiditenin temel belirleyicisi olarak kendini göstermektedir. Bu dönemde, geliĢmiĢ ekonomilerin tümünde enflasyon tehdidi ortadan kalkmıĢ, baĢta ABD olmak üzere, Euro Alanı ve Japonya gibi ekonomilerde geniĢletici para politikası uygulanmıĢ ve faiz oranları kademeli olarak indirilmiĢtir. GevĢek para politikaları, risk alma iĢtahındaki artıĢ, kurlarda oynaklığın düĢük olması, finansal piyasalara güvenin yüksek olması likidite bolluğuna yol açmıĢtır. Bu geliĢmeler varlık fiyatlarındaki hızlı artıĢı da beraberinde getirmiĢtir. 2007 sonrası ABD‟de patlak veren konut krizi finansal piyasalara yayılarak önce küresel bankacılık ve finans krizine dönüĢmüĢ, sonra da Avrupa‟da borçlanma krizini tetiklemiĢtir. Bu ortamda merkez bankaları, faiz oranlarını hızla tarihi dip seviyelere düĢürmüĢler ve krizin derinleĢmesini engellemek için alıĢılmadık para politikası uygulamalarıyla bilançolarını aĢırı miktarda geniĢleterek finansal sisteme büyük miktarda likidite enjekte etmiĢler. Merkez banklarının bilançolarındaki hızlı artıĢlar ve reel faizlerin negatif seviyelerde seyri küresel likiditenin bol olduğu yeni bir dönemi baĢlatırken, finansal istikrar için de yeni kırılganlıklar yaratabilecek bir atmosfer oluĢturmuĢtur. Bununla birlikte düĢük kapasite kullanımı ve yüksek seviyelerdeki iĢsizlik oranları likidite koĢullarındaki bolluğun kısa dönemde enflasyonu olumsuz etkilemeyeceğini göstermiĢtir. Diğer taraftan, küresel likidite bolluğu, geliĢmiĢ ülkelere göre faiz oranları hâlâ yüksek olan ve makroekonomik göstergeleri iyi olan geliĢmekte olan ülkelere sermaye akımlarını artırmıĢtır. Ancak hızlanan sermaye giriĢlerinin içinde portföy ve kısa vadeli yatırımların payı yükselmiĢtir. Bu tablo, geliĢmekte olan ülkelerde para biriminin aĢırı değerlenmesine, hızlı kredi geniĢlemesine ve yüksek cari açığa yol açarak finansal istikrara yönelik kaygıları artmıĢtır. Küresel finans krizinin etkisini uzun sürmesi ve buna Avrupa‟da devlet borçlarının sürdürülebilirliği kaygılarının eĢlik etmesi, piyasalardaki belirsizliği ve sermaye akımlarındaki oynaklığı artırmıĢtır. GeliĢmekte olan ülkelere yönelen sermaye akımlarının kısa dönem ağırlıklı olması ve çoğunlukla portföy yatırımı olarak hisse senedi ve tahvil piyasasına yönelmesi, döviz kaynakları sınırlı olan geliĢmekte olan ülkeler için ani duruĢ endiĢesini de beraberinde getirmiĢtir. Bu sebeplerle, küresel likidite koĢullarının değiĢken 2 olduğu kriz sonrası dönemde, merkez bankaları finansal istikrara daha çok önem vermeye ve para politikalarını gözden geçirmeye baĢlamıĢlardır. Finansal istikrara dair doğru politikalar uygulanabilmesi için küresel likidite kavramının ve arkasındaki faktörlerin iyice irdelenmesi önem arz etmektedir. Küresel likiditeyi anlamak için öncelikle likidite kavramının ele alınması gerekmektedir. Ġktisadi yazında, likidite kavramının tanımı ve likiditenin ölçümü konusunda görüĢ birliği yoktur. Merkez bankaları likiditenin ilk ve temel kaynağı olarak bilinirken, mali kesimin de likidite yaratabilmesi ve mali piyasalardaki diğer faktörlerin denklemin içinde olması likidite kavramının karmaĢıklığını artırmaktadır. Bu sebeple, likidite tanımlarının açıklığa kavuĢturulması ve değiĢik yaklaĢımlar arasındaki farklılıkların ortaya konulması, küresel likiditenin etkilerinin incelenebilmesi açısından önemlidir. Likiditenin finansal istikrara olumlu katkıları olduğu gibi olumsuz etkileri de olabilmektedir. Küresel likidite, tasarruf ve sermaye stoku eksikliği çeken ülkelerin büyüme süreçlerini olumlu etkilerken, ani bir Ģekilde daralması durumunda ise ulusal ekonomiler için risklere neden olabilmektedir. Likiditedeki ani sıkıĢıklıklar ödemeler sistemini olumsuz etkileyebilmekte ve finansal piyasalardaki kırılganlıkları artırabilmektedir. Derin Ģokların ve belirsizliğin yüksek olduğu dönemlerde ise likidite belirli yerlerde yoğunlaĢarak piyasayı kurutabilmektedir. Ayrıca likiditenin fazla olduğu dönemlerde varlık balonları oluĢması ve dıĢ dengenin bozulması ortaya çıkabilmektedir. Söz konusu riskler, politika yapıcılar için küresel likiditeyi yakından takip etmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu çalıĢmada öncelikle likidite tanımlarından yola çıkılarak küresel likidite ele alınacak daha sonra küresel likiditeyi ölçme yaklaĢımları ve küresel likiditenin dinamikleri incelenecektir. Buradan hareketle 2008–2012 döneminde küresel likidite koĢullarındaki değiĢikliklerin geliĢmekte olan ülkelerde finansal istikrara etkisi grafiksel analizlerle ele alınacaktır. Son olarak küresel likidite koĢullarındaki değiĢim sonucu küresel finansal kriz sonrası dönemde geliĢmekte olan ülkelerde yeni politika arayıĢları ve küresel likiditenin 2010–2013 yılları arasında Türkiye‟de finansal istikrara ve merkez bankası politikasına etkisi incelenecektir. 3 2. KÜRESEL LĠKĠDĠTE TANIMI, ÖLÇÜMÜ, KAYNAĞI ÇalıĢmanın bu bölümünde önce likidite tanımından yola çıkılarak küresel likidite tanımına yer verilecek daha sonra küresel likiditeyi ölçmek için kullanılan yöntemler ele alınacak ve son olarak küresel likiditenin kaynağı analiz edilecektir. 2.1. Likidite Tanımı Longworth (2007) likiditeyi makroekonomik likidite, piyasa likiditesi ve bilanço likiditesi olarak üçe ayırmıĢtır. Longworth makroekonomik likiditeyi parasal koĢullar ile iliĢkilendirmiĢtir. Bu çerçevede likidite, miktar kanalı üzerinden, para hacmindeki geliĢmeler ve kredi koĢulları; fiyat kanalı üzerinden ise faiz oranları geliĢmeleri ve verim eğrisinin Ģekli üzerinden takip edilebilmektedir. Piyasa likiditesi ise mali bir varlığın değerinde ciddi bir düĢüĢ olmadan kolayca nakde dönüĢtürebilmesidir. Piyasa likiditesinin bol olduğu durumda iĢlem yapmaya hazır çok sayıda alıcı ve satıcı bulunmaktadır (Kalafatcılar ve Yılmaz, 2009). Baks ve Kramer (1999) likidite bolluğu ile varlık getirileri arasındaki iliĢkiyi inceledikleri çalıĢmalarında likidite tanımını yaparken Longworth'a benzer bir yol izleyerek piyasa ve parasal likidite ayrımı yapmıĢlardır. Piyasa likiditesi, finansal piyasaların talep ve arzdaki geçici dalgalanmaları piyasa fiyatında önemli bir değiĢikliğe yol açmadan emebilme kapasitesini ifade etmektedir. Parasal likidite ise genellikle kısa dönem faiz oranları veya parasal büyüklüklerle iliĢkilendirilmekte ve kısa dönem kredi piyasasının koĢullarını yansıtmaktadır. Bu kavramlar birbirleriyle yakından ilgilidir. Parasal likiditenin bol olması fonlama maliyetlerini aĢağı çekerek piyasaları destekleyecektir. Artan para talebi risk alma isteğini artırarak piyasa likiditesini artıracaktır. Parasal likiditenin artırılması ve piyasa likiditesini desteklenmesinde merkez bankalarına önemli görev düĢmektedir. Baks ve Kramer, önceki çalıĢmaların da çoğunlukla parasal likiditeye odaklandığını belirterek çalıĢmalarında parasal likiditeyi kullanmıĢlardır. Finansal piyasalarda para piyasalarının önceliği düĢünüldüğünde ve bu piyasalarda merkez bankalarının ve para politikalarının etkinliği göz önüne alındığında parasal likiditenin itici faktörlerini anlamak diğer likidite kavramlarını anlamak için de önemlidir. Ayrıca parasal likidite makro politikaları anlama açısından önemlidir. 4 ECB (2011) likiditeyi finansman koĢullarının gevĢemesi olarak tanımlamıĢ ve merkez bankası tarafından yaratılan likidite ile özel sektör tarafından yaratılan likidite ayrımı yapmıĢtır. Merkez bankası likiditesi piyasaya sağlanan fonlama miktarı olup dıĢsal kabul edilmektedir. Özel sektör tarafından oluĢturulan likidite ise finansal ve finansal olmayan sektörlerce sağlanmakta olup içsel kabul edilmektedir ve küresel fonlama koĢullarının önemli bir belirleyicisi olarak görülmektedir. ECB (2012) de likiditeyi parasal likidite ve piyasa likiditesi olarak iki baĢlıkta ele almıĢtır. Parasal likidite, finansal varlıkların mal ve hizmete çevrilebilme kolaylığı olarak ifade edilirken, piyasa likiditesi finansal varlıkların çok büyük hacimlerde bile alınıp satılırken piyasa fiyatını etkilememe kapasitesi olarak tanımlanmıĢtır. ĠĢlem güdüsünü ön plana çıkaran parasal likidite, değiĢ-tokuĢ aracı olan paranın likidite için iyi bir referans olacağını ileri sürmektedir. Parasal likidite takas edilebilirlik ölçütünü referans almakta ve ekonomik ajanların parayı kullanarak iĢlemlerini gerçekleĢtirebilme kabiliyetlerini göstermektedir. Para, iĢlem maliyetine maruz kalmadan tüketime dönüĢtürebilen bir varlık olup bir değiĢ-tokuĢ değerine sahiptir ve nominal olarak bir belirsizlik söz konusu değildir. Bu özellikler parayı en likit varlık haline getirmektedir. Gerçekte sadece nakit para bu özelliklere sahipken uygulamada ise kolaylıkla paraya çevrilebilen gecelik mevduat, kısa vadeli mevduat gibi varlıklar da para tanımına dâhil edilmektedir. Ekonomide para miktarının artması iĢlem hacmini de arttıracaktır. Piyasa likiditesi ise parayla karĢılaĢtırıldığında varlıkların alınıp satılabilme kolaylığını yansıtmaktadır. Diğer bir ifadeyle finansal varlıkları paraya çevirmenin maliyetidir. ĠĢlemlerin bir maliyeti olduğunu ortaya koyan piyasa likiditesi kavramı, menkul kıymetlerdeki büyük hacimli iĢlemlerin fiyat üzerinde önemli bir değiĢikliğe yol açmadan finansal piyasalarca emilebilme kapasitesi göstermektedir. Uygulamada, bilgi asimetrisi, bilgiye ulaĢmanın maliyeti ve diğer iĢlem maliyetlerinden ötürü piyasa likiditesi mükemmel değildir. Parasal likidite ve piyasa likiditesi arasında iki yönlü bir etkileĢim vardır. Bir varlığın piyasa likiditesi arttıkça onu paraya çevirmenin maliyeti azalacaktır, maliyet sıfıra yaklaĢtıkça bu araç para olarak tanımlanabilecektir. Hangi varlıkların para olarak tanımlanabileceği banknot ve madeni para ile o varlığın ikame derecesine bağlıdır. Ġkame derecesi de varlığın fiyatındaki oynaklıkla yakından ilgilidir. Genellikle bir varlığın piyasa likiditesi arttıkça para tanımı içine girme ihtimali artacaktır. Bu sebeple banknot ve madeni paranın yanında likiditesi yüksek varlıklar da para tanımının içinde yer almaktadır. Diğer taraftan piyasalardaki oynaklığın arttığı ve finansal sağlamlığın azaldığı dönemlerde parasal likidite ile piyasa 5 likiditesi arasında negatif etkileĢim olabilmektedir. Finansal piyasalardaki oynaklık varlıkların değerindeki belirsizliği yükseltmekte, bilgi asitmetrisini arttırmakta ve varlıkların risk primini yükselterek ticaret hacimlerini azaltmaktadır. Finansal piyasalarda belirsizliğin arttığı dönemlerde yeterli likidite koĢullarına sahip olmak isteyen ekonomik aktörlerin fonlama ihtiyacı da artmaktadır. Ekonomik ajanların likidite darlığından hangi ölçüde etkileneceği belirsiz olacağı için iĢlemler durma noktasına gelebilir ve piyasa likiditesi hızla azalabilir. Ancak ekonominin genelinde ya da piyasalarda iĢlem yapmak istemeyen aktörlerde parasal likidite bolluğu olabilmektedir. Bu likiditenin kaynağı para politikasının aĢağı yönlü riskleri gözetmesi sonucu merkez bankalarının artan fonlaması olabilmektedir. Ayrıca ECB finansal istikrar için resmi likidite ve özel likidite tanımlarını kullanmıĢtır. Özel likidite büyük ölçüde özel sektör tarafından yaratılan parayı ifade ederken, resmi likidite döviz rezervleri ve merkez bankası parasından meydana gelmektedir. IMF (2007) likiditeyi, parasal göstergelerle ilgili olan likidite ve piyasa likiditesi olmak üzere iki boyutta ele almıĢtır. Ġlk yaklaĢım faiz oranları, borçlanma koĢulları ve para politikasının duruĢuyla ilgiliyken, piyasa likiditesi finansal derinleĢme, finansal entegrasyon ve finansal yeniliklere odaklanmaktadır. Becker (2007, 2009) benzer Ģekilde parasal likidite ve piyasa likiditesi kavramlarını kullanmıĢtır. Parasal likiditeyi faiz oranları, kredi büyüklükleri ve para arzı gibi makro değiĢkenlerle ele almıĢ ve kısa vadeli kredi piyasasındaki finansal koĢullarla iliĢkilendirmiĢtir. Piyasa likiditesini ise büyük hacimli iĢlemlerin zamanında ve fiyat üzerinde minimum etkiye yol açarak gerçekleĢtirilebilme derecesi olarak tanımlamıĢtır. Bu kavramı da piyasa derinliği, geniĢliği ve esnekliği gibi mikro ölçütlerle iliĢkilendirmiĢtir. Chen, Liu, Maechler, Marsh, Saksonovs ve Shin (2012) likiditeyi temel olarak yurtiçi ve sınır ötesi varlık alımlarını finanse etmede kullanılan miktar olarak tanımlanıĢtır. Likidite, finansal iĢlemleri yapabilme kapasitesini, finansal iĢlemlerde yer alma isteğini yansıtmakta ve aracılık görevi üstlenmektedir. Yıldırım (2009) çalıĢmasında likiditeyi; piyasa likiditesi, parasal likidite ve fonlama likiditesi olarak üç baĢlık altında ele almıĢtır. Likit piyasa, katılımcıların kısa bir sürede yüksek hacimli iĢlem yapabildiği ve bu iĢlemler sonucunda piyasa fiyatlarını önemli 6 derecede etkilemediği bir piyasadır. Likidite denildiğinde sıklıkla akla gelen diğer tanımlar da parasal likidite ve fonlama likiditesidir. Bu kavramlar piyasa likiditesi ile yakından iliĢkilidir. Parasal likidite, para arzı ile iliĢkili olup, para arzındaki bir artıĢ, hanehalkı ve firmaların daha fazla varlık tutmaları ile sonuçlanabilmektedir. Bu durum, finansal varlıkların da içerisinde yer aldığı birçok varlığın talebinin artmasına ve finansal piyasa aktivitelerinin genel düzeyinde bir artıĢa neden olabilecektir. Böylelikle piyasalarda alıcı ve satıcıların artmasıyla orta vadede piyasa likiditesinde artıĢ ortaya çıkabilecektir. Fonlama likidite ise firmaların bilânço kompozisyonu ile iliĢkilidir. Fonlama likiditesi özellikle bankalar için büyük önem taĢımaktadır. Temel olarak mevduat toplayıp kredi sağlayan bankalar yüksek getirili likit olmayan varlıklar ile düĢük getirili likit varlıklar arasında bir denge sağlamaya çalıĢmaktadır. Fonlama likiditesi riskine maruz olan bankaların çoğunluğunda likidite sorunu yaĢandığında ve sorun sistemik bir boyut kazandığında piyasa likiditesi doğrudan olumsuz etkilenmektedir. Sistemdeki bankaların birinde yaĢanan sorun ise bankalararası piyasada güven sorunu kanalıyla piyasa likiditesini düĢürebilmektedir. Browne ve McKiernan (2005) likiditeyi genel olarak hanehalkı ve firmaların, kendi tüketim ve yatırım kararlarını finanse etmede kullandıkları para veya kredi cinsinden miktar, büyüklük olarak ifade etmektedir. Likidite kavramının genel tanımı haricinde mikro likidite (piyasa likiditesi) ve makro (parasal) likidite ele alınmaktadır. Piyasa likiditesi, piyasanın fiyatlarda fazladan oynaklığa neden olmadan geçici arz ve talep dalgalanmalarının emilmesi kapasitesini ifade etmektedir. Piyasa likiditesinin bol olduğunu düĢünen yatırımcıların finansal piyasaya girmeleri, piyasa derinleĢmesine katkıda bulunurken, daha fazla yatırımcının çekilmesi likiditeyi daha da artıracaktır. Bu durum, likiditenin piyasa koĢullarının bir sonucu olarak ortaya çıktığını ve dönem dönem beklentiler, piyasa algılaması gibi faktörlerin etkisiyle dalgalandığını göstermektedir. Makro veya parasal likidite ise kısa vadeli kredi piyasası ve kısa vadeli faiz oranları ile iliĢkili olup küresel likidite için daha iyi bir gösterge olarak kabul edilmektedir (BDDK, 2007). Domanski, Fender ve McGuire (2011) likiditeyi genel anlamda bir varlığın ödeme aracına çevrilebilme kolaylığı olarak görmektedir. Bununla birlikte küresel likiditeyi küresel finansal sistemdeki finansman kolaylığı olarak tanımlayarak özel likidite ve resmi likidite kavramları üzerinde durmaktadırlar. Finansman kolaylığı özel yatırımcı, finansal 7 kuruluĢlar ve kamu sektörünün davranıĢlarına bağlıdır. Piyasa katılımcıları menkul kıymetleĢtirme ile likidite yaratabilirlerken, merkez bankaları parasal tabanı değiĢtirerek likidite yaratabilmektedir. Özel likidite, bankalar, kurumsal yatırımcılar, banka dıĢı finansal kuruluĢlar gibi özel sektör katılımcılarınca yaratılmaktadır. Özel likidite, sınır ötesi iĢlemler ve swap iĢlemleriyle uluslar arası alanda hareket edebilmektedir. Bu sayede yerel likidite koĢulları küresel piyasaları, küresel geliĢmeler de yerel finansal koĢulları etkileyerek finansal sistemde dengesizliklere yol açabilmektedir. Özel likidite finans sistemindeki geliĢmelere içsel olup büyüme oranları, para politikası, düzenleyici çerçeveler ve yatırımcının risk iĢtahı gibi birçok faktörden etkilenmektedir. Piyasa katılımcılarının fon arz etme ve sermaye piyasasında iĢlem yapma istediğine bağlıdır. KarĢı taraf riski ya da finansal sistemdeki güvenin derecesi özel likiditenin önemli bir belirleyicisidir. Resmi likidite ise kamu sektörü tarafından sağlanan fonlamayı ifade eder. Merkez bankaları ulusal para cinsinden likiditeyi merkez bankası parası ya da rezerv para olarak arz eder. Merkez bankaları bunu para politikası çerçevesinde yapar, yani resmi likidite dıĢsaldır. Merkez bankaları ulusal para cinsinden resmi likiditeyi normal zamanlarda açık piyasa iĢlemleri gibi parasal operasyonlarla, stres dönemlerinde ise ilave olarak acil likidite desteği uygulamalarıyla sağlamaktadır. Ayrıca merkez bankası swap iĢlemleriyle piyasa likiditesini destekleyebilir (FED ve BoE'nin kriz döneminde likit varlıklarla likit olmayan varlıkların değiĢtirmesi gibi). Diğer bazı kamu kurumları, hazine, devlet bankaları da resmi likidite yaratabilir ancak bu özel piyasalarda kendilerini fonlayabilmelerine ya da merkez bankası likiditesine eriĢim imkânlarına bağlıdır. Bu itibarla, resmi likiditenin genel olarak merkez bankası fonlaması olduğu söylenebilir. Ayrıca merkez bankası rezervleri, diğer merkez bankaları ile yapılan swap anlaĢmaları, uluslararası finans kuruluĢlarıyla yapılan anlaĢmalar, bölgesel finansman anlaĢmaları ve IMF programlarıyla da döviz cinsinden resmi likidite sağlamaktadır. Bu araçlarla yaratılan döviz cinsinden resmi likiditeye değiĢik koĢullarda ve maliyetlerde eriĢilebilmektedir. Sermaye akımlarının yüksek olduğu ve finansal sistemin geliĢip bütünleĢtiği bir dünyada özel likidite miktar olarak resmi likiditeden ağır basmaktadır. Özel likidite ve resmi likidite arasında değiĢik etkileĢim kanalları vardır. En temel etkileĢim para çarpanı yoluyla olmaktadır. Merkez bankaları kısa vadeli faiz oranı ve fonlama miktarını belirleyerek özel likiditenin yaratılmasına baz olan resmi likiditeyi oluĢturmaktadırlar. Ancak kriz dönemlerinde özel likidite azalmakta ve likidite büyük ölçüde resmi likidite tarafından belirlenmektedir, yani para çarpanı sıfıra yaklaĢmaktadır. Bu çerçevede likiditeyi büyük ölçüde bankaların resmi likiditeye eriĢimi belirleyecektir. Döviz cinsi likidite ihtiyacında ise merkez bankalarının yapabilecekleri 8 sınırlıdır. Diğer taraftan özel sermaye akımlarının arttığı bir ortamda döviz rezervlerinin artması resmi likidite arzını arttırabilmektedir. Ayrıca artan döviz rezervlerin diğer ülkelerin likit varlıklarında değerlendirilmesi de bu ülkelerde getirilerin azalması ve finansal koĢulların daha da gevĢemesine katkıda bulunmaktadır. Sonuçta özel likidite daha çok artmaktadır. BIS (2011)'e göre likiditenin resmi likidite ve özel likidite olmak üzere iki bileĢeni vardır. Özel likidite, miktar olarak resmi likiditeden ağır basmaktadır. Finansal istikrar açısından özel likiditenin itici faktörlerini anlamak önemlidir. Özel likidite; artan finansal bütünleĢme ve finansal yenilikler ile yükselen bir trende sahip olup; para politikaları, risk iĢtahı gibi nedenlerle tetiklenen güçlü bir dönemselliğe sahiptir. Bu sebeple uluslararası finansman koĢulları, sermaye akımları, sınır ötesi bankacılık iĢlemleri ve portföy hareketleriyle bağlantılıdır. Normal zamanlarda küresel likidite büyük ölçüde özel likidite tarafından belirlenirken, stres zamanlarında özel sektörün resmi likiditeye eriĢimi belirleyici olmaktadır. Resmi likidite ise ödemelerin yerine getirilebilmesi için para otoritesince sağlanan fonlama olarak tanımlanmaktadır. Likidite darlığında veya özel kesime likidite sağlanmasında engellerle karĢılaĢıldığında resmi likidite gündeme gelmektedir. Ulusal para cinsinden resmi likidite merkez bankalarınca yaratabilmektedir. Bununla birlikte yabancı para cinsinden resmi likiditeye eriĢim merkez bankalarının döviz rezervleri, swap anlaĢmaları, IMF imkanları, SDR gibi yollarla olmaktadır. Brana, Djigbenou ve Prat (2012) parasal likidite, piyasa likiditesi ve fonlama likiditesi kavramlarını kullanmıĢlardır. Parasal likidite için resmi likidite atıfta bulunup BIS (2011) tanımına göre resmi likiditeyi ödemelerin yerine getirilebilmesi için merkez bankaları kanalıyla sağlanan finansman olarak ifade etmektedirler. Bu çerçevede parasal likidite ekonominin genelindeki finansman koĢullarını yansıtmaktadır. Buna karĢın piyasa ve fonlama likiditesinin genellikle özel likiditeyle ilgili olduğunu belirtmiĢlerdir. BIS (2011) tanımına göre özel likidite sınır ötesi iĢlemler kanalıyla finansal ve finansal olmayan sektörler tarafından yaratılan büyüklüktür. BaĢka bir ifadeyle piyasa likiditesi finansal varlıkların alınıp satılma kolaylığı iken, fonlama likiditesi finansal kuruluĢların fon sağlama kolaylığıdır. Söz konusu likidite tanımlarından yola çıkılarak likidite küresel boyutta da ele alınmaktadır. Bu çerçevede küresel likiditeyi genel olarak finansman kolaylığı olarak 9 tanımlamak mümkündür. Küresel likiditeyi inceleyen çalıĢmaların çoğunda olduğu gibi bu çalıĢmada da parasal likidite küresel likidite için temel referans kaynağı kabul edilecek, bununla birlikte piyasa likiditesine de yer verilecektir. Diğer taraftan son yapılan çalıĢmalarda daha çok özel ve resmi likidite ayrımına gidildiği görülmektedir. Resmi likidite parasal likiditeyi gösterirken, özel likidite ise parasal likidite ve piyasa likiditesinin etkileĢimi sonucu oluĢmaktadır. Söz konusu ayrımlar da çalıĢmanın içinde göz önünde bulundurulacaktır. Likiditenin para politikasına ve finansal istikrara etkisi, küresel likiditenin sadece kavramsal varlığının yanı sıra nasıl ölçülmesi gerektiği veya nasıl ele alınması gerektiği konusunda tartıĢmaları beraberinde taĢımıĢtır. Bunun en önemli nedeni de likiditenin ekonomilerinin sağlıklı iĢleyiĢi için asli bir unsur olmakla beraber aĢırı bol veya kıt olduğu dönemlerde finansal istikrar için önemli riskler oluĢturmasıdır. Küresel likiditeyi inceleyen çalıĢmalarda parasal likidite ve piyasa likiditesi kavramlarından yola çıkılarak göstergeler oluĢturulmuĢtur. Bu çalıĢmada, literatürdeki çalıĢmaların önemli bir kısmında olduğu gibi, küresel likidite, parasal (makro) likidite yaklaĢımı ile ele alınacaktır. Nitekim bu kavramsal tanımlama üzerinden önemli uluslararası kuruluĢlar küresel likidite tahminleri yapmaktadır. 2.2. Küresel Likidite Düzeyi Tahmin YaklaĢımları Küresel likidite düzeyinin hesaplanmasında OECD, IMF, Avrupa Merkez Bankası ve Deutsche Bank gibi kuruluĢlar piyasa likiditesine göre daha güçlü bir gösterge olarak kabul edilen parasal (makro) likidite yaklaĢımını kullanmaktadır. Parasal likidite düzeyini ölçmede kullanılan göstergelerin genellikle nicel (miktarsal) ölçümler ve fiyat ölçümleri olmak üzere iki kategoriye ayrıldığı görülmektedir. Nicel ölçümler merkez bankaları bilanço büyüklüklerini, büyüklüklerini parasal içermektedir. büyüklükleri, Fiyat ölçümleri uluslararası için ise rezervleri genellikle faiz ve kredi oranları kullanılmaktadır. IMF likidite bolluğunun uygulanan para politikalarıyla iliĢkilendirerek para politikası ile likidite iliĢkisini ele almıĢtır (IMF, 2007). Bu çerçevede, özellikle geliĢmiĢ ekonomilerdeki para politikasının duruĢunun ölçülebilmesi gerekmektedir. Para politikasının duruĢu da miktar ve fiyat kanalları vasıtasıyla ölçülebilmektedir. Fiyat kanalı 10 yoluyla ölçmek için faiz oranlarının düzeyini ele almak gerekmektedir. Reel faiz oranları negatif ise likidite bolluğundan söz edilebilmektedir. Ayrıca, kısa dönem nominal faiz oranının, potansiyel milli gelir ile daha yakın bir iliĢki arz ettiği düĢünülen Taylor faiz oranından sapması ele alınarak da küresel likidite göstergesi elde edilmiĢtir. Kısa dönem nominal faiz oranı, Taylor faiz oranından aĢağıda ise para arzındaki bolluktan söz edilebilir. Gouteron ve Szpiro (2005) da benzer bir yaklaĢımla fiyat kanalı üzerinden giderek kısa dönem reel faiz oranı ile uzun dönem büyüme oranından elde edilen doğal faiz oranının karĢılaĢtırılarak likidite bolluğunun değerlendirilebileceğini önermiĢlerdir. Miktar kanalı yoluyla küresel likiditeyi ölçmek için geliĢmiĢ ekonomilerin parasal tabanı ve rezervleri bir gösterge olarak kabul edilmiĢtir. ABD, Euro Alanı ve Japonya‟nın ABD doları cinsinden parasal tabanının rezervler ile toplamı IMF tarafından küresel likidite düzeyini ölçmede kullanılmaktadır. OECD küresel likidite değiĢimini hesaplarken ABD parasal tabanına diğer ekonomilerde tutulan uluslararası rezervlerin dolar karĢılığının eklenmesini temel alınmaktadır (OECD, 2007). BaĢka bir deyiĢle ABD‟de oluĢan parasal geniĢlemeye diğer ekonomilerde yurt içi likidite yaratımına yol açan rezerv birikimi eklenmektedir. Deutsche Bank küresel likidite için küresel dolar olarak tanımladığı ABD‟nin M0 tanımlı para arzını ve yabancıların elindeki ABD Bonolarını kullanmaktadır. Ayrıca alternatif olarak yine ABD M0 para arzı ve diğer ülkeler uluslararası rezervlerinin toplamını ele almaktadır. Küresel geniĢ para olarak ifade ettiği yaklaĢım için de G–5 ülkeleri, Avustralya, Yeni Zelanda, Çin ve Hindistan‟ın milli gelire göre ağırlıklandırılmıĢ para arzlarını kullanmaktadır (Becker, 2007). Bazı çalıĢmalarda da küresel likidite artıĢı doğrundan döviz rezervlerindeki artıĢla iliĢkilendirilmiĢtir. Bu yaklaĢıma göre küresel likiditedeki özellikle son yıllarda gözlenen artıĢa en önemli katkı, Çin baĢta olmak üzere geliĢmekte olan ülkelerin rezerv birikiminden gelmektedir. Bu geliĢmenin önemli bir ayağını ABD'nin cari açığı ve temelde tasarruf eksikliği oluĢtururken, baĢta Çin olmak üzere Asya ekonomileri ABD‟nin açığını kendi dıĢ ticaret fazlaları ve rezerv birikimiyle desteklemektedirler. Baks ve Kramer (1999) G-7 ülkelerinin dar ve geniz para arzı tanımlarını kullanarak küresel likidite için üç farklı gösterge üretmiĢtir. Birincisi GSYĠH ağırlıklı dar ve geniĢ 11 para arzı büyümeleri, ikincisi GSYĠH ile ağırlıklandırılmamıĢ dar ve geniĢ para arzı büyümeleri, üçüncüsü de küresel para büyümesi için “Divisia endeksi”dir. Küresel likidite bolluğunu ve darlığını inceleyen önde gelen çalıĢmaların çoğu Baks ve Kramer (1999)'in çalıĢmasını referans almaktadır. ÇalıĢmalarında GSYĠH büyümesi küresel likidite için eĢik alınmıĢtır. Bu eĢik değer, M.V = P.Y Ģeklinde ifade edilen paranın miktar teorisine dayanmaktadır. "M" belirli bir periyot için dolaĢımdaki toplam para miktarını, "V" paranın dolaĢım hızını, "Y" reel çıktıyı, "P" fiyat seviyesini göstermektedir. Söz konusu eĢitlik M 1 k PY V (2.1) Ģeklinde de yazılabilir. Paranın dolaĢım hızının miktar teorisinde sabit kabul edildiği varsayımdan yola çıkılarak son eĢitlik lineer hale getirilip fark alınırsa t mt g t (2.2) eĢitliği elde edilir. "mt" ekonomideki paranın büyüme oranını, "gt" GSYĠH büyüme oranını, "∆t" ise aĢırı parasal büyümeyi göstermektedir. Buradan yola çıkılarak likidite bolluğu için eĢik değer para arzındaki büyümenin GSYĠH büyümesini aĢtığı seviye olarak tanımlanabilir. Likidite bolluğunu, gerçekleĢen nominal para arzı ile uzun dönem para arzını karĢılaĢtırarak ölçen yaklaĢımlar da mevcuttur (Brana, Djibenou ve Prat; 2012). Benzer Ģekilde gerçekleĢen reel para arzının uzun dönem reel para arzından sapması ölçülerek de reel para açığı elde edilmekte ve bu da likidite bolluğu için bir gösterge olarak kullanılmaktadır (Berger ve Harjes, 2009). Brana, Djibenou ve Prat (2012) sanayileĢmiĢ ülkelerin M0, M1, M3 ve bazı geliĢmekte olan ülkelerin döviz rezervleri toplamlarını ayrı ayrı GSYĠH'ya oranlayarak küresel likidite göstergeleri elde etmiĢtir. Ayrıca çok sayıda ülkenin parasal tabanları toplamından oluĢturduğu küresel parasal tabanı GSYĠH'ya oranlamıĢtır. Döviz rezervleri için OPEC ülkeleri, Çin, Hindistan ve Japonya alınırken, küresel parasal taban için ABD, Euro Alanı, Japonya, Ġngiltere, Avusturalya, Kanada, Asya'dan sekiz tane yükselen ekonomi, Çin, OPEC ülkeleri, Merkez ve Doğu Avrupa ülkeleri, Rusya ve Latin 12 Amerika'dan yedi tane yükselen ekonomi baz alınmıĢtır. Bunların yanı sıra, M0, M1, M3, döviz rezervleri ve küresel parasal taban büyümeleri ile GSYĠH büyümelerini karĢılaĢtırarak alternatif göstergeler elde etmiĢtir. 1990 ile 2010 yılları arasında küresel likiditenin geliĢmekte olan ülkelerin varlık fiyatlarına etkisinin incelendiği bu çalıĢmada göstergeler küresel likidite için benzer trendler ortaya koymuĢtur. Göstergelerden çıkan ortak sonuç 1995 yılına kadar küresel likiditenin istikrarlı seyrettiği, daha sonra hızlı bir artıĢ trendine girdiği ve finansal kriz sonrası 2008 yılında yeni bir sıçrama gerçekleĢtirdiğidir. Özellikle 1995 yılından sonra likidite bolluğunun olduğu dönemler daha sık görülmeye baĢlamıĢ ve likidite darlığı olan dönemlerden daha uzun sürmüĢtür. Küresel finansal kriz öncesi dönem için bu geliĢmenin arkasındaki en önemli sebepler, geliĢmiĢ ülkelerdeki düĢük faiz oranları, geniĢletici para politikaları ve Euro'nun kullanılmaya baĢlanmasıyla birlikte para arzının hedeflerin ötesinde artmasıdır. Finansal kriz sonrası para politikalarının daha da gevĢetilmesi likiditeyi bir kez daha tetiklemiĢtir. Ayrıca 1995'ten itibaren Brezilya, Hindistan, Çin, OPEC ülkeleri ve Japonya'daki cari fazlalar ve hızla artan döviz rezervleri finansal koĢulların gevĢemesine katkı sağlamıĢtır. Kredi büyümesi ile GSYĠH büyümesini karĢılaĢtırarak likidite göstergesi elde eden yaklaĢımlar da mevcuttur. Borio ve Lowe (2002) kredi açığı kavramını geliĢtirmiĢlerdir. Kredi açığını, kredinin GSYĠH'ya oranının uzun dönem eğiliminden sapması olarak tanımlamıĢlardır. Sapmayı oranın varyansı ile ölçmüĢler ve trentten yüzde dört puanlık bir sapmayı aĢırı olarak tanımlayarak likidite bolluğu için bir gösterge kabul etmiĢlerdir. Artus ve Virard (2010) küresel likiditeyi dünyadaki tüm merkez banklarının yarattığı para olarak tanımlayıp, bütün ülkelerin parasal tabanları toplamını almıĢtır. Darius ve Radde (2010) ABD dolarının rezerv para olması sebebiyle dünyanın en geçerli ödeme aracı olduğunu belirtmiĢ ve likiditenin bir varlığın ödeme aracına dönüĢtürebilme kolaylığı olduğu varsayımına dayanarak ABD parasal tabanının likidite için iyi bir referans olabileceğini ifade etmiĢtir. Ayrıca uluslararası rezervlerin bu görevi üstlenebileceğini ifade etmiĢtir. Bu çerçevede ABD parasal tabanına uluslararası rezervleri ekleyerek bir küresel likidite göstergesi oluĢturmuĢtur. Bu yaklaĢım aynı zamanda geliĢmekte olan ülkelerin likdite yaratmadaki artan rolünü de göstermektedir. 13 Gouteron ve Szpiro (2005) niceliksel göstergelerden GSYĠH ile ölçeklendirilmiĢ ulusal kredi büyüklüklerini küresel likidite göstergesi olarak kullanmıĢtır. Kalafatcılar ve Yılmaz (2009)'a göre de merkez bankası bilançolarından elde edilecek parasal taban, rezerv para gibi büyüklüklerdeki geliĢmeler likiditenin seyri hakkında bilgi verecek göstergelerdendir. Bankacılık sektörünün merkez bankasından aldığı parayı ne ölçüde geniĢlettiği de sektörün kredi açma konusundaki istekliliği ve sektörün oyuncularına gelen kredi talebi ile bağlantılı olduğundan, birimlerin kendilerini ne ölçüde güvende hissettiklerinin bir yansımasıdır. Bu sebeple, M1, M3 gibi para arzı büyüklüklerinde geliĢmeler de bir likidite göstergesi olarak ortaya çıkmaktadır. Son yıllarda finansal piyasalarda yeniliğin artmasıyla finansal araç çeĢitliliği artmıĢ ve yeni türev araçlar ortaya çıkmıĢtır. Türev araçlar, finansal kuruluĢların risk yönetimini etkinleĢtirerek söz konusu kuruluĢların kaldıraç etkisini yükseltmektedir. Savona (1998) farklı türev araçlardan oluĢan varlıkların da para benzeri olduklarını, hatta vadeli mevduat gibi varlıklara göre daha likit oldukları için parasal büyüklüklere dahil edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Türev araçların piyasasındaki hareketlilik de büyük ölçüde ekonomiye duyulan güvenle yakından iliĢkili olduğu için bu araçların seyrinin de likidite göstergesi olarak izlenebilmesi mümkündür. Diğer taraftan, likidite geliĢmeleri parasal büyüklüklerin yanında, piyasa göstergeleri yoluyla da izlenebilmektedir. Bu çerçevede piyasada oluĢan fiyatlar iyi bir referans olabilmektedir. Verim eğrisinin, merkez bankaları faizlerinin en az etkileyebildiği uzun ucundan elde edilen getiriler ve hisse senetleri piyasasında oluĢan fiyatlar likiditenin seyrine iliĢkin bir gösterge olarak kullanılabilmektedir. Ayrıca alıĢ-satıĢ kotasyonları arasındaki farkın izlediği seyir de likidite için bir gösterge olarak kullanılabilmektedir (Kalafatcılar ve Yılmaz, 2009). Bu tanımlardan yola çıkarak küresel likidite ölçüm yöntemleri Çizelge 2.1‟de özetlenmiĢtir. 14 Çizelge 2.1. Küresel likiditenin ölçüm yöntemleri Nicel Ölçümler IMF FED+ECB+BOJ Parasal Taban Büyümesi + FED+ECB+BOJ Rezerv Büyümesi OECD FED Parasal Taban+Küresel Rezervler Değişimi Deutsche Bank FED Parasal Taban+ABD Bonoları Büyümesi FED Parasal Taban+Küresel Rezervler Büyümesi Baks ve Kramer Para Arzı Büyümesi - GSYİH Büyümesi Berger ve Harjes Para Arzının Uzun Dönem Eğiliminden Sapması Brana, Djibenou ve Prat Borio ve Lowe Darius ve Radde Gouteron ve Szpiro Fiyat Ölçümleri Reel Faiz Oranları Taylor Faiz Oranı Parasal Büyüklükler / GSYİH Kredi / GSYİH'nın Uzun Dönem Eğiliminden Sapması FED Parasal Taban+Küresel Rezervler Değişimi Kredi Büyümesi 2.2.1. Nicel ve fiyat ölçümleriyle küresel likiditenin ölçümü Bu bölümde küresel likiditeyi ölçmek için literatürdeki çalıĢmalarla sıkça kullanılan fiyat ve nicel ölçüm yöntemleri ele alınarak, 2008 sonrası küresel likiditenin seyri ile kriz öncesi dönemdeki hareketi karĢılaĢtırılarak değerlendirmelerde bulunulacaktır. 2.2.1.1. Fiyat ölçümleri Küresel likidite için fiyat ölçümlerinden biri olan geliĢmiĢ ülke politika faiz oranları incelendiğinde, 2003–04 arasında politika faiz oranlarının düĢük seviyeleri gördükten sonra küresel finans krizine kadar artıĢ eğiliminde olduğu görülmektedir. Küresel finans krizinin ilk belirtilerinin kendini hissettirmeye baĢlaması ve küresel durgunluk beklentileri ile 2007 yılı sonundan itibaren politika faiz oranları tekrar azaltılmıĢ, küresel krizin derinleĢmesiyle birlikte faiz indirimleri hızlanmıĢ ve uzun süre düĢük seviyelerde seyretmiĢtir. Küresel ekonominin en önemli likidite kaynağı olarak görülen ekonomilerden ABD, ECB, Japonya ve Ġngiltere'de 2008 sonrası politika faiz oranları tarihi düĢük 15 seviyelere indirilmiĢ ve uzun süre düĢük seviyelerde kalacağı beklentisi piyasalar tarafından satın alınmıĢtır (ġekil 2.1). 01.11 01.12 01.12 01.10 01.09 01.08 01.07 01.11 FED Politika Faiz Oranı 01.06 01.99 01.12 01.11 01.10 01.09 01.08 01.07 01.06 01.05 01.04 01.03 01.02 01.01 0 01.05 1 01.04 2 01.03 3 01.02 % % 4 01.01 5 5 4,5 4 3,5 3 2,5 2 1,5 1 0,5 0 01.00 6 ECB Politika Faiz Oranı 0,8 7 0,7 0,6 5 0,5 4 0,4 % % 6 3 0,3 2 0,2 0,1 1 İngiltere Politika Faiz Oranı 01.10 01.09 01.08 01.07 01.06 01.05 01.04 01.03 01.02 01.12 01.11 01.10 01.09 01.08 01.07 01.06 01.05 01.04 01.03 01.02 01.01 01.00 01.01 0 0 Japonya Politika Faiz Oranı Kaynak: FED, ECB, BoE, BoJ ġekil 2.1. FED, ECB, Ġngiltere, Japonya faiz oranları (%) Politika faizlerindeki indirimlere piyasa faiz oranları da eĢlik etmiĢtir. Kısa dönem piyasa faiz oranı göstergelerinden biri olarak kabul edilen üç aylık borçlanma aracı faiz oranları 2000 yılından 2003‟ün ortalarına kadar düĢüĢ gösterdikten sonra 2007 sonuna kadar artıĢ eğiliminde olmuĢtur. 2008 yılının baĢından itibaren geliĢmiĢ ülke politika faiz oranlarındaki düĢüĢler kısa vadeli faiz oranlarını da düĢürmeye baĢlamıĢ, 2010 yılından sonra tarihi dip seviyeler görülmüĢ ve faiz oranları uzun bir süre düĢük seyretmiĢtir (ġekil 2.2). 16 7 Japonya 6 İngiltere 5 ABD 4 Euro Alanı 3 2 1 0 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 Kaynak: IMF ġekil 2.2. Kısa dönem piyasa faiz oranları (%) GeliĢmiĢ ülkelerde uzun dönem faiz oranları da politika faiz oranlarının uzun süre düĢük seviyelerde kalacağı beklentisi ile düĢüĢ eğilimine girmiĢtir. Özellikle 2011 baĢından itibaren, kriz sonrası toparlanmanın uzun süreceği beklentisi ile güvenli liman olarak görülen ABD, Almanya ve Ġngiltere'nin uzun vadeli tahvillerine talep artmıĢ, on yıllık tahvil faizi olan uzun dönem faiz oranı tarihi düĢük seviyelere gerilemiĢtir (ġekil 2.3). Ayrıca, 2011‟in son çeyreğinden itibaren FED elindeki kısa vadeli bonoları 10 yıl ve daha uzun vadeli tahvillerle değiĢtirmeye baĢlamıĢtır. “Operation twist” olarak adlandırılan bu iĢlemle, vadenin uzatılarak piyasalara uzun vadeli destek sağlanması amaçlanmıĢtır. Böylece uzun vadeli faiz oranları da aĢağı düĢecek, piyasalardaki uzun vadeli algılama değiĢtirilecek ve bankacılık sistemini yeniden kredi vermeye ikna edebilecek Ģartlar sağlanabilecektir. 17 7 6 5 Fransa 4 Almanya Japonya 3 İngiltere 2 ABD 1 Euro Alanı 2012 2011 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 0 Kaynak: IMF ġekil 2.3. Uzun dönem faiz oranları (%) IMF‟nin fiyat kanalı yoluyla küresel likiditeyi ölçmede kullandığı yöntemlerden biri olan kısa dönem reel faiz oranları da 2002–04 ve 2010 sonrası dönemde küresel likidite bolluğuna iĢaret etmektedir. Söz konusu yaklaĢımda reel faiz oranları negatif ise likidite bolluğundan söz edilebilmektedir. 2002–04 döneminde ABD ve Euro Alanı‟nda kısa dönem reel faizler negatifken, 2010 sonrasında bu gruba Ġngiltere de dâhil olmuĢ ve kısa dönem reel faiz oranları uzun süre negatif devam etmiĢtir (ġekil 2.4). 6 Japonya 5 İngiltere ABD 4 Euro Alanı 3 2 1 0 -1 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 -2 -3 Kaynak: IMF ġekil 2.4. Kısa dönem reel faiz oranları (%) GeliĢmiĢ ülkelerin ve geliĢmekte olan ülkelerin ortalama kısa dönem reel faizleri ele alındığında da her iki ülke grubunda 2009 sonrası reel faizlerin negatif olduğu uzun bir dönemim baĢladığı görülmektedir (ġekil 2.5). Uzun süren düĢük reel faiz dönemleri aĢırı 18 risk almayı ve yüksek kredi büyümesini teĢvik etmiĢ ve dolayısıyla küresel likiditeyi artırarak finansal istikrara dair kaygıları arttırmıĢtır. Kaynak: Bloomberg *Reel Faiz Oranı politika faiz oranından bir yıllık enflasyon oranı çıkarılıp, sonucu seçilen ülkelerin GSYĠH‟larına göre ağırlıklandırılarak hesaplanmıĢtır. ġekil 2.5. GÜ ve GOÜ kısa dönem reel faiz oranları (%) Sonuç olarak 2000–2012 yılları arasında fiyat ölçümleri ile yapılan analizler, küresel likiditenin 2002–2004 döneminde ve küresel finans krizinin baĢlangıcını takip eden 2008 yılından sonra bollaĢtığını göstermektedir. Özellikle küresel finans krizinin kendini göstermeye baĢlamasıyla birlikte geliĢmiĢ ülkelerin faiz indirimleri piyasa faizlerini de aĢağı yönlü etkilemiĢ ve paranın düĢen maliyeti küresel likiditenin bol olduğu bir dönemi baĢlamıĢtır. Diğer taraftan bazı piyasa endeksleri de küresel likidite koĢulları hakkında bilgi verebilmektedir. VIX endeksi piyasalardaki korkunun, belirsizliğin, risk iĢtahının derecesini ölçmektedir. S&P 500 endeksinin üzerine olan opsiyonların volatilitesinden hesaplanmakta ve piyasanın 30 günlük beklenen volatilitesini göstermektedir. Volatilite yerine dalgalanma derecesi kavramı da kullanılmaktadır. Genellikle bir finansal enstrümanın belirli bir zaman aralığında, değerindeki değiĢimin standart sapmasını göstermektedir. Piyasalarda stres arttıkça, bu endeksin değeri de yükselmektedir. Gelecekle ilgili bir gösterge olduğu için önemlidir. Piyasa profesyonellerince dikkate takip edilmektedir. VIX Değeri eğer 30‟dan büyükse, piyasada oynaklık yüksektir. BaĢka bir ifadeyle yatırımcılarda korku kaygı ve belirsizlik hâkimdir. 20‟nin altındaki değerler ise, piyasaların kendinden emin, korku ve kaygıdan uzak olduğunu göstermektedir. VIX 19 endeksine göre 2003–2007 yılları arası risk alma iĢtahının oldukça yüksek olduğu bir dönemdir. Küresel finans kriziyle birlikte 2008 sonrası belirsizliğin ve oynaklığın yüksek olduğu bir dönem baĢlamıĢtır (ġekil 2.6). 90 80 70 60 Aşırı Belirsizlik 50 40 30 20 Risk İştahında Artış 10 09.2012 01.2012 05.2011 09.2010 01.2010 05.2009 09.2008 01.2008 05.2007 09.2006 01.2006 05.2005 09.2004 01.2004 05.2003 09.2002 01.2002 05.2001 09.2000 01.2000 0 Kaynak: Bloomberg ġekil 2.6. VIX endeksi GeliĢmiĢ ülkelerdeki swap spreadleri, menkul kıymet ve repo spreadlerinin seyri de likidite hakkında fikir vermektedir. Spreadlerin düĢük olduğu dönemler likidite koĢullarındaki bolluğu gösterirken, spreadlerin yükseldiği dönemler likiditenin azaldığını göstermektedir. Spreadlerin geniĢlemesi, bir yatırımcının pozisyonunu değiĢtirmek için göze aldığı beklenen zarara iĢaret ettiği için piyasadaki sıkıĢıklık göstergesi olarak kullanılmaktadır. Özellikle 2009 yılından itibaren ABD ve Japonya‟nın swap spreadlerinin tarihi düĢük seviyelere gerilemesi likidite bolluğunun iĢareti olarak yorumlanabilir. (ġekil 2.7). Menkul kıymet ve repo spreadleri de benzer bir eğilim göstermektedirler. 2009 yılından sonra çok düĢük seviyelere gerileyen spreadler 2011 yılının ikinci yarısından sonra Avrupa‟daki borçlanma krizinin yol açtığı belirsizlik bir miktar yükselirken, 2012 yılı ikinci yarısından sonra tekrar düĢüĢ göstermiĢtir (ġekil 2.8) (IMF, 2013). 20 160 300 100 ABD 140 Japonya 120 Menkul Kıymet Spreadi Repo Spreadi (sağ eksen) 250 Euro Alanı 100 200 80 150 80 60 40 60 100 01.2012 01.2011 01.2010 01.2009 01.2008 01.2007 01.2006 01.2005 01.2004 01.2003 0 01.2002 -50 20 01.2001 01.2012 01.2011 01.2010 01.2009 01.2008 01.2007 01.2006 01.2005 01.2004 -20 01.2003 0 01.2002 0 01.2001 50 01.2000 20 01.2000 40 -20 Kaynak: IMF, 2013 Kaynak: IMF, 2013 ġekil 2.7. GÜ swap spreadleri (baz puan) ġekil 2.8. GÜ menkul kıymet ve repo spreadleri (baz puan) 2.2.1.2. Nicel ölçümler Küresel likiditeyi ölçmede en çok kullanılan nicel yaklaĢımlar da küresel likiditeni seyri hakkında fiyat yaklaĢımına benzer sonuçlar vermektedir. GeliĢmiĢ ülke merkez bankalarının bilanço büyüklüğü ve kompozisyonu, parasal taban, para arzı ve döviz rezervleri geliĢmeleri küresel likidite hakkında önemli iĢaretler vermektedir. Merkez Bankalarının faiz oranlarını düĢürerek ekonomideki daralmayı yavaĢlatamadığı durumlarda parasal geniĢleme gündeme gelmektedir. Nitekim geliĢmiĢ ülkelerde politika faiz oranlarını tarihi dip seviyelere indirilmesi ile merkez bankları için fazla bir hareket alanları kalmamıĢ, ekonomik toparlanmanın beklenenden uzun sürmesi parasal müdahaleleri de beraberinde getirmiĢtir. Parasal geniĢleme yönteminde merkez bankaları piyasadan menkul kıymet satın alarak karĢılığında piyasaya para sürmektedir. Bu çerçevede en büyük likidite kaynağı olarak görülen FED, 2008 yılı sonundan itibaren krizin daha da derinleĢmesini engellemek için “mortgage”a dayalı menkul kıymetleri satın almaya baĢlamıĢtır. FED bilançosunda kriz öncesinde 700–800 milyar dolar aralığında hazine tahvili bulunurken, birinci parasal geniĢleme (QE1) olarak adlandırılan bu süreç sonucunda Haziran 2010‟da bilançodaki menkul kıymetler zirve yaparak 2,1 trilyon dolara çıkmıĢtır. Ekonomideki toparlanma beklenenden yavaĢ seyredince Kasım 2010‟da ikinci 21 parasal geniĢleme (QE2) ilan edilmiĢ ve 2011‟in ikinci çeyrek sonuna kadar 600 milyar dolarlık daha hazine kâğıdı alınmıĢtır. Eylül 2011‟de “operation twist” ile FED elindeki kısa vadeli bonoları 10 yıl ve daha uzun vadeli tahvillerle değiĢtirmeye baĢlamıĢ, piyasalardaki artan üçüncü parasal geniĢleme beklentisi sonucu Haziran 2012‟de bu iĢlemin yılsonuna kadar sürdürüleceğini ilan etmiĢtir (FED; 2012). Ekonomik toparlanmanın beklenen hızda gerçekleĢmemesi üzerine FED 2012 Eylül ayında üçüncü parasal geniĢlemeyi (QE3) ilan etmiĢtir. Ucu açık olan bu parasal geniĢleme ve “operation twist” ile birlikte FED her ay 85 milyar dolar tahvil alımı taahhüdüne girmiĢtir (ġekil 2.9). 3500 Swaplar 3000 Krizle İlgili İmkanlar 2500 1500 Bankalara Verilen Borçlar Mortgage'a Dayalı Menkul Kıy. Devlet Tahvilleri 1000 Diğer Varlıklar QE1 2000 QE2 500 01.06 05.06 09.06 01.07 05.07 09.07 01.08 05.08 09.08 01.09 05.09 09.09 01.10 05.10 09.10 01.11 05.11 09.11 01.12 05.12 09.12 01.06 05.06 09.06 01.07 05.07 09.07 01.08 05.08 09.08 01.09 05.09 09.09 01.10 05.10 09.10 01.11 05.11 09.11 01.12 05.12 09.12 0 0 -500 -1000 -1500 -2500 Sermaye ve Rezervler Banka Mevduatları -3000 Banknotlar -2000 -3500 Kaynak: IMF, 2013 ġekil 2.9. FED bilançosu (varlık ve yükümlülükler) (milyar dolar) Benzer Ģekilde Ġngiltere Merkez Bankası (BoE) 2009 sonundan 2012 baĢına kadar £325 milyar tutarında varlık alımı yaparak parasal geniĢlemeyle piyasaları desteklemiĢtir. 2012 yılında da varlık alımlarını sürdürerek bilanço büyüklüğünü rekor seviyelere taĢımıĢtır (ġekil 2.10). 22 450 Devlet Tahvilleri 400 Bankalara Verilen Borçlar (uzun) Bankalara Verilen Borçlar (kısa) Diğer Varlıklar 350 300 250 200 150 100 50 05.06 09.06 01.07 05.07 09.07 01.08 05.08 09.08 01.09 05.09 09.09 01.10 05.10 09.10 01.11 05.11 09.11 01.12 05.12 09.12 05.06 09.06 01.07 05.07 09.07 01.08 05.08 09.08 01.09 05.09 09.09 01.10 05.10 09.10 01.11 05.11 09.11 01.12 05.12 09.12 0 0 -50 -100 -150 -200 -250 -300 -350 -400 Diğer Yükümlülükler Sermaye ve Rezervler Banka Mevduatları Banknotlar -450 Kaynak: IMF, 2013 ġekil 2.10. BoE bilançosu (varlık ve yükümlülükler) (milyar sterlin) Japonya Merkez Bankası (BoJ) da 2009'dan 2011 sonuna kadar ¥55 trilyon tutarında varlık alımı yaparak benzer bir parasal geniĢleme gerçekleĢtirmiĢtir (ġekil 2.11). 23 180 Bankalara Verilen Borçlar Devlet Tahvilleri Diğer Varlıklar 160 140 120 100 80 60 40 20 05.07 09.07 01.08 05.08 09.08 01.09 05.09 09.09 01.10 05.10 09.10 01.11 05.11 09.11 01.12 05.12 09.12 09.07 01.08 05.08 09.08 01.09 05.09 09.09 01.10 05.10 09.10 01.11 05.11 09.11 01.12 05.12 09.12 01.07 01.07 05.07 09.06 09.06 05.06 05.06 01.06 01.06 0 0 -20 -40 -60 -80 -100 -120 -140 -160 -180 Sermaye ve Rezervler Diğer Yükümlülükler Banka Mevduatları Banknotlar Kaynak: IMF, 2013 ġekil 2.11. BoJ bilançosu (varlık ve yükümlülükler) (trilyon yen) Avrupa Merkez Bankası (ECB)'nın kriz süresince varlık alımı sınırlı miktarda olmuĢtur. 2011 yılı sonunda Avrupa‟da devlet borçlarının sürdürülebilirliği sorunu ortaya çıkınca ECB teminata kabul ettiği varlıkları geniĢleterek Euro Bölgesindeki bankalara 12 ay ve 36 ay vadeli uzun dönem borç verme yoluna gitmiĢtir (LTROs). ECB tarafından bankalara sağlanan uzun dönem kredilerin bilançodaki payı 2011 yılı sonundan itibaren hızla artmıĢtır (ġekil 2.12). 24 3500 Teminatlı Menkul Kıy. 3000 Devlet Tahvilleri 2500 Diğer Varlıklar 2000 Bankalara Verilen Borçlar (uzun) Bankalara Verilen Borçlar (kısa) 1500 ECB LTROs-2 ECB LTROs-1 1000 500 05.10 09.10 01.11 05.11 05.10 09.10 01.11 05.11 09.12 01.10 01.10 09.12 09.09 09.09 05.12 05.09 05.09 05.12 01.09 01.09 01.12 09.08 01.12 05.08 09.08 09.11 01.08 05.08 09.11 09.07 01.08 01.07 01.07 05.07 09.06 09.06 09.07 05.06 05.06 05.07 01.06 01.06 0 0 -500 -1000 -1500 -2000 -2500 -3000 Diğer Yükümlülükler Sermaye ve Rezervler Banka Mevduatları Banknotlar -3500 Kaynak: IMF, 2013 ġekil 2.12. ECB bilançosu (varlık ve yükümlülükler) (milyar euro) Küresel finansal kriziyle birlikte dört büyük ekonominin bilanço kompozisyonunun aktif tarafında, baĢta devlet tahvilleri olmak üzere menkul kıymetlerin payı ciddi oranda artmıĢtır. Ayrıca ECB bilançosunda bankalara verilen borçlar da önemli bir paya sahip olmuĢtur. Diğer taraftan bilançoların pasif tarafında en büyük artıĢ banka mevduatlarının payında görülmüĢtür. Bu tablo büyük çaplı parasal geniĢlemenin bir kısmının güvenli liman olarak görülen merkez bankalarına depo edildiğini göstermektedir. GeliĢmiĢ ülkelerin küresel finans kriziyle birlikte alığı niceliksel geniĢleme paketleri Çizelge 2.2‟de özetlenmektedir. 25 Çizelge 2.2. FED ve ECB tarafından alınan niceliksel geniĢleme paketleri Kaynak: Barlas ve Kaya, 2013 GeliĢmiĢ ülke merkez banklarının (FED, ECB, BoE, BoJ) politika faizlerini sıfıra yakın düzeylere çekmelerinin yanında sterilize olmayan müdahalelerle bilançolarındaki varlık ve yükümlülüklerini artırmaları küresel likiditenin bollaĢmasına ve piyasaların merkez bankası likiditesine bağımlığının artmasına yol açmıĢtır. Bu tablo piyasaların iĢleyiĢinin bozulmasına ve piyasaların kendini tamir sürecinin uzamasına yol açmıĢtır. Merkez bankalarının varlık alım programlarını ve bankalara sağladıkları finansman imkânlarını azaltarak piyasadan çekilmelerinin de yeni bir krize yol açabileceği endiĢeleri artmıĢtır. Diğer taraftan, faizlerin uzun süre sıfıra yakın düĢük seviyelerde kalması ve parasal geniĢlemenin süreklilik arz eder hale gelmesi likidite tuzağı endiĢelerine de yol açmaktadır. FED, ECB, BOJ ve BOE‟nin bilançosundaki toplam varlıkların GSYĠH‟ya oranı 2008 sonrasında parasal geniĢlemelerle hızla artarken dolaĢımdaki paranın GSYĠH‟ya oranının aynı hızla artmadığı görülmektedir. Bu durum küresel finans krizi sonucu piyasalarda kaybolan güvenin yeniden tesis edilemediğini göstermektedir (ġekil 2.13). 26 35 30 FED BoE BoJ ECB Yüzde 25 20 15 10 5 10.12 06.12 02.12 10.11 06.11 02.11 10.10 06.10 02.10 10.09 06.09 02.09 10.08 06.08 02.08 10.07 06.07 02.07 10.06 06.06 0 Kaynak: FED, ECB, BOE, BOJ ġekil 2.13. Bilanço büyüklüğü/GSYĠH (%) Küresel finans krizi öncesi olan 2007 yılı baĢına göre 2013 baĢında FED ve ECB bilançolarının GSYĠH‟ya oranı yaklaĢık üç katına çıkarken, dolaĢımdaki paranın GSHĠY‟ya oranının sınırlı bir miktar arttığı görülmektedir (Çizelge 2.3). Çizelge 2.3. DolaĢımdaki para GSYĠH'ya Oranı (%) Bilanço Büyüklüğü DolaĢımdaki Para Oca.07 Oca.13 Oca.07 Oca.13 FED 6 19 6 7 ECB 14 32 7 10 BOJ 22 33 15 18 BOE 6 26 3 4 Bilançoya Oranı (%) DolaĢımdaki Para Oca.07 Oca.13 FED 90 38 ECB 52 31 BOJ 68 53 BOE 48 14 Kaynak: IMF, 2013 GeliĢmiĢ ülke merkez bankaları bilançosu incelendikten sonra, küresel likiditenin ölçülmesinde önemli bir gösterge olarak kabul edilen para arzları ele alınacaktır. Dar tanımlı para arzı, merkez banklarınca para politikası vasıtasıyla doğrudan ve daha kolay kontrol edilebilirken geniĢ tanımlı para arzında merkez bankalarının kontrolü daha azdır. Küresel eğilimi yansıtan üç büyük ekonomi olan ABD, Euro Alanı ve Japonya‟nın parasal taban, dar para arzı ve geniĢ para arzı büyüklükleri incelendiğinde 2008 sonrası dönemde özellikle FED ve ECB‟nin parasal tabanlarında çok büyük artıĢların olduğu gözlenmektedir. Bununla birlikte dar ve geniĢ para arzındaki büyüme daha sınırlı olmuĢtur. Diğer taraftan 2002-04 döneminde parasal tabanında ve M1 para arzında hızlı bir artıĢ olan 27 Japonya‟nın 2011‟den sonra parasal tabanında kayda değer geniĢleme olmuĢtur (ġekil 2.14). FED ECB 450 Parasal Taban M1 M2 400 350 300 250 Parasal Taban M1 M2 M3 200 150 100 50 0 2000-03 2000-12 2001-09 2002-06 2003-03 2003-12 2004-09 2005-06 2006-03 2006-12 2007-09 2008-06 2009-03 2009-12 2010-09 2011-06 2012-03 2012-12 2000-03 2000-12 2001-09 2002-06 2003-03 2003-12 2004-09 2005-06 2006-03 2006-12 2007-09 2008-06 2009-03 2009-12 2010-09 2011-06 2012-03 2012-12 500 450 400 350 300 250 200 150 100 50 0 BoJ 250 200 150 100 50 Parasal Taban M1 M2 M3 2000-03 2000-12 2001-09 2002-06 2003-03 2003-12 2004-09 2005-06 2006-03 2006-12 2007-09 2008-06 2009-03 2009-12 2010-09 2011-06 2012-03 2012-12 0 Kaynak: FED, ECB, BOJ ġekil 2.14. FED, ECB, BoJ parasal büyüklükler (2000=100) GeliĢmiĢ ülke parasal tabanlarındaki büyük geniĢlemeye rağmen para arzındaki artıĢın sınırlı kalması para çarpanlarının incelenmesini gerekli kılmaktadır. Parasal tabanın para çarpanı ile çarpılması sonucu para arzları elde edilmektedir. Bankacılık sektörünün borç verme isteği, kredi talebi, zorunlu karĢılıklar, elde tutulan nakit söz konusu para çarpanının büyüklüğünü etkilemektedir. 2008 sonrası dönemde geliĢmiĢ ülke merkez bankalarının parasal taban tutarlarının hızlı bir Ģekilde artmasına rağmen belirsizliğin yüksek olması sonucu likidite daha çok güvenli limanlara yönelmiĢ ve para çarpanlarında benzer bir artıĢ görülmemiĢtir. 2008 ve sonrasında ABD‟de mm1(M1/Parasal Taban) ve mm2 (M2/Parasal Taban) para çarpanları sert düĢüĢ göstermiĢ, 2008 öncesinde daha istikrarlı olan para çarpanları kısmen istikrarsızlaĢmıĢtır. Benzer Ģekilde Euro Alanı‟nda da 2008 sonrasında para mm1, mm2 ve mm3 para çarpanları hem düĢüĢ göstermiĢ hem de 28 istikrarsızlaĢmıĢtır (ġekil 2.15). Bu tablo finansal sektörde belirsizliklerin hâkim olduğunu ve finansal kesimin kredi vermekte isteksiz olduğunu göstermektedir. Ayrıca para politikasının aktarım mekanizmasının yeterince iyi çalıĢmadığı Ģeklinde yorumlanabilir. Euro Alanı ABD 14 10 9 8 7 6 5 4 3 2 1 0 mm1 mm2 mm3 12 mm1 10 mm2 8 6 4 2012-03 2011-03 2010-03 2009-03 2008-03 2007-03 2006-03 2005-03 2004-03 2003-03 2002-03 2001-03 0 2000-03 2000-03 2001-03 2002-03 2003-03 2004-03 2005-03 2006-03 2007-03 2008-03 2009-03 2010-03 2011-03 2012-03 2 Japonya 18 m1 m2 m3 16 14 12 10 8 6 4 2 2012-03 2011-03 2010-03 2009-03 2008-03 2007-03 2006-03 2005-03 2004-03 2003-03 2002-03 2001-03 2000-03 0 Kaynak: FED, ECB, BOJ ġekil 2.15. ABD, Euro Alanı, Japonya para çarpanı Para politikalarının baĢarısı, parasal büyüklüklerin dolaĢım hızının istikrarlı ve öngörülebilir olması ile de yakından ilgilidir. Paranın dolaĢım hızı bir ekonomide bir birim paranın kaç birim mal veya hizmetin el değiĢtirmesine imkân sağladığını göstermekte ve GSYĠH / Para Stoku ile ifade edilmektedir. Paranın dolaĢım hızındaki değiĢme genellikle mali piyasalardaki teknolojik geliĢmelere ve parasal büyüklüklerin artıĢ hızına veya değiĢkenliğine bağlıdır (AĢırım, 1996). Ayrıca, paranın dolaĢım hızı kiĢilerin ellerinde atıl para stokları tutmalarıyla ilgilidir. Bireyler ellerine geçen paranın bir kısmını harcarken bir kısmını da tasarruf ederler. Paranın elde atıl tutulması dolaĢım hızını yavaĢlatmaktadır. 29 Paranın dolaĢım hızındaki düĢüĢ para talebinin arttığını göstermektedir. Ekonomik birimler parayı mal ve hizmetler alımında harcamak yerine bir kenarda tutuyor demektir. Bir baĢka ifadeyle, paranın dolaĢım hızının düĢmesi durumunda artan para arzının, belli bir reel gelir büyümesinde, enflasyon yaratma gücü azalmaktadır. Paranın dolaĢım hızı reel faizler ve para ile rekabet eden diğer yatırım araçlarının reel getirileri gibi değiĢkenlerden etkilenen bir büyüklüktür (Kumcu, 2006). Üç büyük ekonomi ABD, Euro Alanı ve Japonya‟da özellikle 2008 sonrasında paranın dolaĢım hızının azaldığı görülmektedir (ġekil 2.16). Bu tablo para talebinin arttığı ve parasal geniĢlemenin enflasyon yaratmaktan uzak olduğu Ģeklinde yorumlanabilir. Ayrıca geliĢmiĢ ülkelerdeki paranın dolaĢım hızındaki düĢüĢ, 1 birim para arzının oluĢturabileceği milli gelirin azaldığını göstermektedir. Euro Alanı ABD 4 12 v1 v2 v3 3 10 3 8 2 v1 6 2 v2 1 4 1 2 Japonya 2,50 v1 v2 v3 2,00 1,50 1,00 0,50 Kaynak: FED, ECB, BOJ ġekil 2.16. ABD, Euro Alanı ve Japonya paranın dolaĢım hızı 2012-03 2011-03 2010-03 2009-03 2008-03 2007-03 2006-03 2005-03 2004-03 2003-03 2002-03 2001-03 2000-03 0,00 2012-12 2011-12 2010-12 2009-12 2008-12 2007-12 2006-12 2005-12 2004-12 2003-12 2002-12 2012-03 2011-03 2010-03 2009-03 2008-03 2007-03 2006-03 2005-03 2004-03 2003-03 2002-03 2001-03 2000-03 2001-12 2000-12 0 0 30 ABD, Euro Alanı ve Japonya‟nın parasal büyükleri ve GSYĠH‟ları kullanılarak küresel bazda para çarpanı ve paranın dolaĢım hızı hesaplamak da mümkündür. Bu çerçevede küresel finans krizi öncesi para çarpanının istikrarlı seyrettiği görülürken, 2008 sonrası G-3 para çarpanının azaldığı ve istikrarsızlaĢtığı, paranın dolaĢım hızının da 2008 yılından itibaren azaldığı görülmektedir (ġekil 2.17, 2.18). 10 5,0 9 mm1 4,5 8 mm2 4,0 7 v1 v2 3,5 6 3,0 5 2,5 4 2,0 2012 2011 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 0,0 2000 2012-03 2011-03 2010-03 2009-03 2008-03 2007-03 2006-03 2005-03 2004-03 0,5 2003-03 1,0 0 2002-03 1 2001-03 1,5 2000-03 2 2001 3 Kaynak: Ülke Merkez Bankaları Kaynak: Ülke Merkez Bankaları ġekil 2.17. G-3 para çarpanı ġekil 2.18. G-3 paranın dolaĢım hızı Sonuç olarak, geliĢmiĢ ülkelerin parasal göstergelerindeki geliĢmeler, 2008 sonrasında küresel likiditeyi arttırabilecek en önemli faktörün aĢırı parasal taban geniĢlemeleri olabileceğini ortaya koymaktadır. Para çarpanlarındaki düĢüĢ nedeniyle para arzlarındaki artıĢ ise daha sınırlı olmuĢtur. GeliĢmiĢ ülke ekonomilerinin sağladığı söz konusu aĢırı parasal taban geniĢlemelerinin, kendi ekonomilerinden ziyade makroekonomik göstergeleri daha iyi olan ve daha yüksek getiri sağlayabilen geliĢmekte olan ülkelere likidite olarak gitmesi muhtemeldir. IMF, OECD, Deutsche Bank gibi uluslararası kuruluĢlarca ve diğer birçok çalıĢmada küresel likidite düzeyini ölçmede nicel metotlara sıkça baĢvurulmuĢtur. Bu çerçevede, çalıĢmaların birçoğunda olduğu gibi ABD, Euro Alanı ve Japonya (G-3) verileri küresel likiditeyi ölçmek için baz kabul edilerek literatürde sıkça kullanılan nicel ölçme yöntemleri aĢağıda ele alınmıĢtır. 31 2.2.1.2.1. Parasal taban ve para arzı büyüklükleri ile ölçme Milli gelir ile ağırlıklandırılmıĢ G-3 parasal taban ve para arzlarının yıllık değiĢiminin trendi Hodrick-Prescott (HP) Filtresi kullanılarak hesaplanmıĢtır. Bu trendler seriden ayrıĢtırılarak söz konusu büyüklüklere iliĢkin döngüsel kısımlar hesaplanmıĢtır. ÇalıĢmanın ilk kısmında açıklandığı üzere bu döngüsel kısımlar bazı çalıĢmalarda küresel likidite koĢullarının göstergesi olarak ele alınmıĢtır. G-3 parasal tabanının uzun dönem trendden ayrıĢtırılmıĢ döngüsel kısmı 2002-04 döneminde küresel likiditenin bol olduğunu, 2006-07 dönemimde likiditenin azaldığını, küresel finans krizi sonrası 2009 yılında likiditenin tekrar bollaĢtığını, 2010 sonunda azalan likiditenin 2011 yılında tekrar arttığını göstermektedir. Aynı yöntemle oluĢturulmuĢ G-3 M1 para arzının döngüsel kısmı incelendiğinde 2008 öncesi parasal taban yaklaĢımıyla benzer bir tablo olduğu görülürken, 2008 sonrası likidite koĢullarının çok daha değiĢken olduğu gözlemlenmektedir. M2 para arzının döngüsel kısmı ele alındığında da 2008 öncesi parasal taban ve M1 para arzı yaklaĢımlarıyla benzer sonuçlar elde edildiği görülürken, 2008 sonrası likidite koĢullarının dönem dönem bollaĢtığı dönem dönem de darlaĢtığı görülmektedir (ġekil 2.19). 35 70 30 Döngüsel Kısım G-3 Parasal Taban Büyümesi 25 G-3 M1 Büyümesi Trend 20 Trend 60 Döngüsel Kısım 50 40 15 30 10 20 5 10 2001-03 2001-09 2002-03 2002-09 2003-03 2003-09 2004-03 2004-09 2005-03 2005-09 2006-03 2006-09 2007-03 2007-09 2008-03 2008-09 2009-03 2009-09 2010-03 2010-09 2011-03 2011-09 2012-03 2012-09 -20 -5 -10 2001-03 2001-09 2002-03 2002-09 2003-03 2003-09 2004-03 2004-09 2005-03 2005-09 2006-03 2006-09 2007-03 2007-09 2008-03 2008-09 2009-03 2009-09 2010-03 2010-09 2011-03 2011-09 2012-03 2012-09 0 0 -10 -15 -30 20 15 Döngüsel Kısım G-3 M2 Büyümesi Trend 10 5 -5 2001-03 2001-09 2002-03 2002-09 2003-03 2003-09 2004-03 2004-09 2005-03 2005-09 2006-03 2006-09 2007-03 2007-09 2008-03 2008-09 2009-03 2009-09 2010-03 2010-09 2011-03 2011-09 2012-03 2012-09 0 -10 Kaynak: IMF, Ülke Merkez Bankaları ġekil 2.19. G-3 parasal taban; M1 ve M2 yıllık değiĢim (%) 32 2.2.1.2.2. IMF ve OECD yaklaĢımı IMF de FED, ECB ve BOJ parasal tabanlarına bu ülkelerin rezervlerine ekleyerek küresel likidite göstergesi elde etmiĢtir. Söz konusu seri üç ülkenin 2000 yılı GSYĠH‟ları ile ağırlıklandırılmıĢ olup yıllık değiĢimi hesaplanmıĢtır. Bu göstergeye göre 2002-04 döneminde, 2008-2009 döneminde ve 2011‟de küresel likidite koĢullarının bol olduğu görülmektedir. 2002-04 dönemindeki küresel likidite bolluğu temel olarak Japonya‟nın parasal taban geniĢlemesinden kaynaklanırken, 2008 sonrası ABD‟nin parasal taban geniĢlemesi temel etken olmuĢtur. IMF yaklaĢımı HP Filtreleme ile trendden ayrılarak bir adım öteye taĢındığında ise G-3 parasal taban büyümesinin uzun dönem eğiliminden ayrılmıĢ döngüsel kısmına benzer bir görüntü elde edilmektedir (ġekil 2.20). 50 Döngüsel Kısım 40 30 FED+ECB+BOJ Parasal Taban+Rezerv Büyümesi Trend 20 10 -10 2001-03 2001-09 2002-03 2002-09 2003-03 2003-09 2004-03 2004-09 2005-03 2005-09 2006-03 2006-09 2007-03 2007-09 2008-03 2008-09 2009-03 2009-09 2010-03 2010-09 2011-03 2011-09 2012-03 2012-09 0 -20 Kaynak: IMF, Ülke Merkez Bankaları ġekil 2.20. IMF yaklaĢımı ve uzun dönem eğilimden sapması OECD, IMF‟nin yaklaĢımından farklı olarak küresel likidite göstergesi olarak FED parasal tabanı ve küresel rezerv büyümesini almıĢtır. Bu yaklaĢıma göre 2002-04 dönemi, 2007-08 dönemi ve 2010-2011 yıllarında likidite bolluğundan söz edilebilmektedir. OECD yaklaĢımı HP Filtreleme ile uzun dönem eğiliminden ayrıĢtırıldığında küresel likiditenin çok değiĢken bir yapı sergilediği görülmektedir. 2007-08 dönemi ve 2011 yılında bollaĢan likidite 2009 ve 2012 yıllarında azalmaktadır (ġekil 2.21). 33 30 Döngüsel Kısım 25 FED Parasal Taban + Küresel Rezerv Büyümesi Trend 20 15 10 5 -5 2001-03 2001-09 2002-03 2002-09 2003-03 2003-09 2004-03 2004-09 2005-03 2005-09 2006-03 2006-09 2007-03 2007-09 2008-03 2008-09 2009-03 2009-09 2010-03 2010-09 2011-03 2011-09 2012-03 2012-09 0 -10 -15 Kaynak: IMF, FED ġekil 2.21. OECD yaklaĢımının uzun dönem eğilimden sapması 2.2.1.2.3. Küresel döviz rezervleri ile ölçme Küresel döviz rezervleri de küresel likidite koĢullarını ölçmede kullanılabilmektedir. Bazı çalıĢmalarda geliĢmekte olan ülkelerin parasal tabanını temsilen geliĢmiĢ ülke parasal tabanlarına eklenirken bazı çalıĢmalarda da doğrudan küresel döviz rezervlerinin geliĢimi gösterge olarak alınmıĢtır. Toplam küresel döviz rezervlerinin büyümesinin HP Filtreleme ile uzun dönem eğiliminden (trend) sapması olan döngüsel kısmı hesaplandığında küresel likidite koĢuları izlenebilmektedir (ġekil 2.22). 34 40 Döngüsel Kısım 30 Küresel Rezerv Büyümesi Trend 20 10 -10 2001-03 2001-09 2002-03 2002-09 2003-03 2003-09 2004-03 2004-09 2005-03 2005-09 2006-03 2006-09 2007-03 2007-09 2008-03 2008-09 2009-03 2009-09 2010-03 2010-09 2011-03 2011-09 2012-03 2012-09 0 -20 Kaynak: IMF ġekil 2.22. Küresel döviz rezervi yaklaĢımı ve eğilimden sapması (%) 2.2.1.2.4. Parasal büyüklükler ile GSYĠH büyümesini karĢılaĢtırma Literatürde parasal büyüklüklerdeki değiĢim ile GSYĠH büyümesini karĢılaĢtırarak küresel likidite göstergesi elde eden yaklaĢımlar da mevcuttur (Baks ve Kramer, 2007). Parasal taban büyümesi, dar ve geniĢ para arzı büyüklükleri ile milli gelir büyümesinin farkı karĢılaĢtırılarak küresel likidite koĢulları incelenebilmektedir. ABD, Euro Alanı ve Japonya‟dan (G-3) oluĢan parasal taban, dar para arzı (M1) ve geniĢ para arzı(M2) büyüklükleri toplam milli gelirleri aĢağıda karĢılaĢtırılmıĢtır. G-3 parasal taban büyümesinin ile milli gelir büyümesinden farkı alındığında, 200203 döneminde likiditede sınırlı bir bolluk varken, 2008 yılının ikinci yarısı ve 2009‟da küresel likiditenin oldukça fazla olduğu görülmektedir. Ġlk dönemdeki sınırlı bolluk Japonya‟nın parasal geniĢlemesinden kaynaklanırken, 2008 sonrası küresel likidite bolluğu ABD parasal taban geniĢlemesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, likidite bolluğu ABD ve Euro Alanı‟nın etkisiyle 2011-2012 dönemin de devam etmiĢtir (ġekil 2.23). 35 70 20 60 50 Parasal Taban Büyümesi GSYİH Büyümesi 15 40 M1 Büyümesi GSYİH Büyümesi 10 30 20 5 10 0 -5 2001-12 2002-06 2002-12 2003-06 2003-12 2004-06 2004-12 2005-06 2005-12 2006-06 2006-12 2007-06 2007-12 2008-06 2008-12 2009-06 2009-12 2010-06 2010-12 2011-06 2011-12 2012-06 2012-12 2001-12 2002-06 2002-12 2003-06 2003-12 2004-06 2004-12 2005-06 2005-12 2006-06 2006-12 2007-06 2007-12 2008-06 2008-12 2009-06 2009-12 2010-06 2010-12 2011-06 2011-12 2012-06 2012-12 0 -10 14 12 10 8 M2 Büyümesi GSYİH Büyümesi 6 4 2 -2 -4 2001-12 2002-06 2002-12 2003-06 2003-12 2004-06 2004-12 2005-06 2005-12 2006-06 2006-12 2007-06 2007-12 2008-06 2008-12 2009-06 2009-12 2010-06 2010-12 2011-06 2011-12 2012-06 2012-12 0 -6 Kaynak: Ülke Merkez Bankaları, IMF ġekil 2.23. G-3 Parasal taban, M1 ve M2 büyümesinin GSYĠH büyümesinden farkı G-3 dar para arzı olan M1 büyümesi ile milli gelir büyümesinin farkı alındığında ise 2001-03 dönemi, 2009, 2011 ve 2012 yılarında küresel likiditenin bol olduğundan söz etmek mümkündür. Son olarak G-3 geniĢ para arzı olan M2 büyümesi ile milli gelir büyümesinin farkı alındığında 2001-03 dönemi, 2006-09 dönemi ve 2011 ve 2012 ikinci yarısında küresel likidite bolluğundan söz etmek mümkündür (ġekil 2.23). 2.2.1.2.5. Parasal büyüklükleri GSYĠH’ya oranlayarak ölçme Literatürde parasal büyüklükleri milli gelire oranlayarak likidite analizi yapan yaklaĢımlar da mevcuttur. AĢağıdaki grafiklerde parasal büyüklüklerin milli gelire oranının HP Filtrelemesi ile uzun dönem eğiliminden sapması ele alınmıĢtır. G-3 parasal taban büyüklüğünün milli gelire oranının uzun dönem eğiliminden sapması incelendiğinde 2003-05 döneminde likiditenin bollaĢtığı, 2007-08 döneminde likiditenin keskin bir biçimde darlaĢtığı ve 2009 sonrası tekrar bollaĢtığı görülmektedir. G3 dar para arzının (M1) milli gelire oranının uzun dönem eğiliminden sapması ele alındığında 2003-05 arası, 2010 ve 2011 yıllarında küresel likiditenin bol olduğunu, 2001- 36 02 ve 2007-08 arasında likiditenin azaldığını söylemek mümkündür. G-3 geniĢ para arzının (M1) milli gelire oranı ele alındığında da M1 benzer sonuçlar görülmektedir (ġekil 2.24). 0,03 0,015 0,01 Parasal Taban/GSYİH Uzun Dönem Eğilimden Sapması M1/GSYİH Uzun Dönem Eğilimden Sapması 0,02 0,005 0,01 -0,01 0 -0,01 2001-03 2001-09 2002-03 2002-09 2003-03 2003-09 2004-03 2004-09 2005-03 2005-09 2006-03 2006-09 2007-03 2007-09 2008-03 2008-09 2009-03 2009-09 2010-03 2010-09 2011-03 2011-09 2012-03 2012-09 -0,005 2001-03 2001-09 2002-03 2002-09 2003-03 2003-09 2004-03 2004-09 2005-03 2005-09 2006-03 2006-09 2007-03 2007-09 2008-03 2008-09 2009-03 2009-09 2010-03 2010-09 2011-03 2011-09 2012-03 2012-09 0 -0,015 -0,02 -0,02 -0,03 -0,025 0,06 0,05 M2/GSYİH Uzun Dönem Eğilimden Sapması 0,04 0,03 0,02 0,01 -0,02 2001-03 2001-09 2002-03 2002-09 2003-03 2003-09 2004-03 2004-09 2005-03 2005-09 2006-03 2006-09 2007-03 2007-09 2008-03 2008-09 2009-03 2009-09 2010-03 2010-09 2011-03 2011-09 2012-03 2012-09 0 -0,01 -0,03 -0,04 Kaynak: Ülke Merkez Bankaları, IMF ġekil 2.24. G-3 parasal taban, M1 ve M2/GSYĠH uzun dönem eğilimden sapması Sonuç olarak nicel ölçümler, küresel likiditenin 2008 sonrası bazı dönemler önemli ölçüde bollaĢıp ve bazı dönemler darlaĢarak değiĢken bir yapı sergilediğini ortaya koymaktadır. Küresel likidite koĢullarındaki bu değiĢkenlik finansal sistem için riskler oluĢturabilecek boyutlardadır. 2.2.1.2.6. Kredi büyüklükleri ile ölçme Kredi büyüklükleri de küresel likiditeyi ölçmede kullanılan diğer göstergelerden biridir. Özellikle sınır ötesi kredilerin seyri küresel likidite düzeyini ölçmede kullanılabilmektedir. Bankalara ve banka dıĢı sektöre verilen sınır ötesi kredilerin geliĢimi incelendiğinde 2003 yılından 2008 yılına kadar söz konusu kredilerin hızla arttığını dolayısıyla küresel likiditenin bol olduğunu söylemek mümkündür. Küresel finans krizi ile birlikte daralan sınır ötesi krediler kriz sonrası dönemde de düĢük seviyelerde seyretmiĢtir. 37 Kriz öncesi dönemde finansal piyasalar yüksek kaldıraçla çalıĢtıkları ve finansal kuruluĢların borçluluk düzeyi yüksek olduğu için sınır ötesi krediler de hızlı artıĢ göstermiĢtir. Kriz sonrası dönemde kaldıraç oranları düĢmüĢtür. (BIS, 2011). Yukarıda ele alınan nicel ölçümlerden farklı olarak sınır ötesi kredilerin seyri küresel likiditenin bol olduğu küresel finans krizi sonrası dönemi çok iyi gösterememektedir. Bu dönemde, küresel likidite çoğunlukla geliĢmiĢ ülkelerin parasal geniĢlemelerinden kaynaklanmıĢ, sermaye akımları içinde kredilerin payının azalıp borçlanma araçları ve hisse senedinin payı artmıĢtır. Bu sebeple sınır ötesi kredilerin tek baĢına küresel likiditeyi gösterim gücü yavaĢlamıĢtır (ġekil 2.25). 25 Bankalara Verilen Krediler 20 Banka Dışı Kesime Verilen Krediler 15 VIX (sağ eksen) 50 40 10 5 30 2000-03 2000-09 2001-03 2001-09 2002-03 2002-09 2003-03 2003-09 2004-03 2004-09 2005-03 2005-09 2006-03 2006-09 2007-03 2007-09 2008-03 2008-09 2009-03 2009-09 2010-03 2010-09 2011-03 2011-09 2012-03 2012-09 0 -5 60 -10 -15 20 10 0 Kaynak:BIS ġekil 2.25. Sınır ötesi krediler (yıllık değiĢim, %) Toplam küresel kredi tutarı ve yıllık değiĢimi incelendiğinde de benzer bir sonuç elde edilecektir. Toplam küresel kredi büyümesi 2007 sonunda zirve yapmıĢ daha sonra azalarak yatay setretmiĢtir (ġekil 2.26, 2.27). 38 12 120 100 Sınır Ötesi Kredi Yurtiçi Kredi 80 25 20 10 15 8 10 60 6 5 40 4 Yurtiçi Krediler (%) 20 2 Toplam Krediler (%) 0 -5 Sınır Ötesi Krediler (%, sağ eksen) 2001-1.Q 2001-4.Q 2002-3.Q 2003-2.Q 2004-1.Q 2004-4.Q 2005-3.Q 2006-2.Q 2007-1.Q 2007-4.Q 2008-3.Q 2009-2.Q 2010-1.Q 2010-4.Q 2011-3.Q 2012-2.Q -15 2001-1.Q 2001-4.Q 2002-3.Q 2003-2.Q 2004-1.Q 2004-4.Q 2005-3.Q 2006-2.Q 2007-1.Q 2007-4.Q 2008-3.Q 2009-2.Q 2010-1.Q 2010-4.Q 2011-3.Q 2012-2.Q 0 0 -10 Kaynak: BIS Kaynak: BIS ġekil 2.26. Küresel kredi tutarı (trilyon dolar) ġekil 2.27. Küresel kredi büyümesi (yıllık, %) Fiyat ve nicel ölçümler birlikte değerlendirilirse; 2002–04 yılları arasında Japonya parasal taban büyümesi, geliĢmiĢ ülkelerdeki kısmen düĢük faiz oranları ve gevĢek para politikaları, risk iĢtahındaki artıĢ ve güven ortamından kaynaklanan küresel likidite bolluğundan söz etmek mümkündür. 2008 sonrası dönemde ise, küresel finans kriziyle birlikte aĢırı geniĢletici para politikaları ve tarihin en düĢük faiz oranları küresel likiditeyi bollaĢtırırken piyasalarda belirsizlik ve oynaklık yüksek olmuĢtur. 2008‟den itibaren FED‟in büyük tutarlı parasal geniĢlemeleri ve daha sonra Avrupa‟daki devlet borçlarının sürdürülebilirliği endiĢesi sonucu ECB‟nin uzun dönem kredi desteği ile merkez bankaları bilanço geniĢlemesinden kaynaklı küresel likiditenin bol olduğu dönemler yaĢanırken, likidite koĢullarının daha çok değiĢken olduğu gözlemlenmiĢtir. 2008 sonrası dönem uzun süren küresel kriz ortamı olup, faiz oranları uzun süre tarihi dip seviyelerde kalmıĢ, reel faizler de negatif seviyelerde seyretmiĢtir. Ayrıca geliĢmiĢ ülkelerde para çarpanı 2008 sonrası azalmıĢ ve istikrarsızlaĢmıĢtır. Bu geliĢme, finansal sektörde belirsizliklerin hâkim olduğunu ve finansal kesimin kredi vermekte isteksiz olduğunu göstermekte olup, ayrıca para politikasının aktarım mekanizmasının yeterince iyi çalıĢmadığı Ģeklinde de yorumlanabilir. Diğer taraftan küresel piyasalardaki kaybolan güvenle birlikte geliĢmiĢ ülkelerde paranın dolaĢım hızı da azalmıĢtır. Bu durum para talebinin arttığını, ekonomik birimlerin parayı mal ve hizmetler alımında harcamak yerine bir kenarda tuttuğunu göstermektedir. Ayrıca, artan para arzının, paranın dolaĢım hızının düĢmesi ile birlikte belli bir reel gelir büyümesinde enflasyon yaratma gücü azalmıĢtır. GeliĢmiĢ ülkelerde 39 kaybolan güvenin yeniden tesisinin uzun sürmesi sonucu, parasal geniĢleme ile oluĢan likiditenin iç piyasalardan çok geliĢmekte olan ülkelere yöneldiğini de söylemek mümkündür. Bu tablo, artan belirsizlik ortamında reel sektörü canlandıramayan parasal geniĢlemenin, finansal sektörde küresel ölçekte yeni balonlar oluĢturma riskinin de arttığını göstermektedir. Bu sebeplerle 2008 sonrası küresel likidite koĢullarının dinamikleri önceki dönemlerden farklılaĢmıĢtır. 2.3. Fazla Küresel Likiditenin Kaynağı Fazla küresel likidite; hanehalkı, firmalar ve devlet tarafından mal ve hizmet alım/satımı gibi reel ekonomik aktiviteleri finanse etmek için kullanılmayan parasal büyüklüğü ifade etmektedir. Bu durumda fazla küresel likidite finansal varlık piyasasında bono, tahvil, hisse senedi alımında, emlak piyasasında kullanılacaktır. Fazla küresel likiditenin üç temel kaynağının olduğu düĢünülmektedir; aĢırı geniĢletici para politikaları, küresel dengesizlikler ve yabancı paraya dayalı arbitraj (Becker, 2009). AĢırı geniĢletici para politikalarının küresel likidite bolluğuna yol açtığı savunanlar, geliĢmiĢ ülkelerdeki para arzının artıĢından milli hasılanın büyümesini çıkararak küresel likidite bolluğu için bir gösterge elde etmektedir. Bu yaklaĢım iki temel varsayıma dayanmaktadır. Birincisi, paranın dolaĢım hızı zaman içinde sabittir; ikincisi ise milli hâsıla para talebi için iyi bir göstergedir. Bu varsayımlara göre küresel para arzı, özellikle finansal kriz baĢlangıcından itibaren küresel milli hâsıladan daha hızlı büyümektedir ve küresel likidite bolluğu söz konusudur (Becker, 2009). BaĢlıca geliĢmiĢ ülkelerinin dar tanımlı ve geniĢ tanımlı para arzları milli gelir artıĢlarıyla karĢılaĢtırıldığında bu yaklaĢım doğrulanmaktadır. Küresel büyümede hızındaki zayıflamaya merkez banklarının geniĢletici politikalarla tepki vermesi bu tabloyu ortaya çıkarmıĢtır. YaĢanan finansal krizden sonra merkez banklarının krizin derinleĢmesini engellemek için piyasaya aĢırı likidite sağlamaları ve büyüme oranlarındaki düĢüĢ ile birlikte para arzı büyümesinin milli hâsıla büyümesinden farkı artmaya devam etmiĢtir (ġekil 2.28). 40 25 20 15 20 Euro AlanıGSYİH Büyümesi ABD GSYİH Büyümesi Euro Alanı M1 ABD M1 Euro Alanı M2 15 Euro Alanı M3 ABD M2 10 10 5 5 2012-03 2011-03 2010-03 2009-03 2008-03 2007-03 2006-03 2005-03 2004-03 2003-03 2002-03 -5 2001-03 2001-03 2001-12 2002-09 2003-06 2004-03 2004-12 2005-09 2006-06 2007-03 2007-12 2008-09 2009-06 2010-03 2010-12 2011-09 2012-06 -5 2000-03 0 0 6 4 2 0 -4 -6 -8 -10 2001-03 2001-12 2002-09 2003-06 2004-03 2004-12 2005-09 2006-06 2007-03 2007-12 2008-09 2009-06 2010-03 2010-12 2011-09 2012-06 -2 GSYİH Büyümesi Japonya M2 Japonya M3 Kaynak:FED, ECB, BOJ ġekil 2.28. ABD, Euro Alanı, Japonya para arzı büyümesi ve GSYĠH farkı Küresel likidite bolluğunun arkasındaki ikinci faktör ise dünyadaki tasarruf oranlarındaki dengesizliklerdir. Bu görüĢü destekleyenler, geliĢmekte olan ülkelerdeki aĢırı tasarruf oranları ve geliĢmiĢ ülkelerdeki düĢük tasarruf oranları sonucu fazla tasarrufların geliĢmiĢ ülkelerin varlık piyasalarına yöneldiğini ve böylece varlık fiyatlarının artıp, getirilerin azaldığını savunmaktadırlar. Nihai etki ise geliĢmiĢ ülkelerde uzun dönem reel ve nominal faiz oranlarının düĢmesi ve likiditenin artması olmuĢtur. Tasarruf oranlarındaki bu farklılık ise ABD, Ġngiltere ve bazı AB ülkelerindeki büyük cari açıklara karĢın geliĢmekte olan veya petrol ihraç eden ülkelerdeki cari fazla olmasından kaynaklanmakta ve bu durum küresel dengesizliğe yol açmaktadır (Becker, 2009). Tasarruf oranlarının takvimsel geliĢimi incelenecek olunursa özellikle 2000 yılların baĢından itibaren geliĢmekte olan ülkelerin tasarruf oranları geliĢmiĢ ülkelerden hızla ayrıĢmaya baĢlamıĢtır ve 2012 sonu itibarıyla geliĢmekte olan ülkelerin tasarruf oranlarının milli gelirlerine oranı yüzde 35 seviyelerine çıkarken söz konusu oran geliĢmiĢ ülkelerde yüzde 20 seviyelerine 41 gerilemiĢtir (ġekil 2.29). Ancak bu yaklaĢım doğru olmakla birlikte küresel likidite bolluğundaki resmin tamamını açıklayamamaktadır. Daha gerçekçi bir yaklaĢımla; geliĢmiĢ ülkelerde uygulanan geniĢletici para politikalarına geliĢmekte olan ülkelerin sabit ya da yönetilen kur rejimi uygulayarak döviz rezervlerini ve tasarruf oranlarını artırmaları eĢlik edince geliĢmiĢ ülkelerin varlık piyasalarına yatırım olarak geri dönüĢ artmıĢ ve bu iki faktör birlikte küresel likidite bolluğuna yol açmıĢtır. 40 35 Gelişmekte olan ülkeler 30 Gelişmiş ülkeler 25 20 15 10 5 1980 1982 1984 1986 1988 1990 1992 1994 1996 1998 2000 2002 2004 2006 2008 2010 2012 0 Kaynak: Economywatch ġekil 2.29. Tasarruf oranları Özellikle Çin ve Hindistan gibi uzak doğu ülkeleri yüksek tasarruf oranlarına sahipken, ABD, Ġngiltere ve birçok AB üyesi ülkede tasarruf oranları düĢük seviyelerdedir (ġekil 2.30). 60 50 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 GOÜ 40 GÜ 30 20 10 0 İngiltere ABD Fransa AB Kanada Almanya Japonya Hindistan Tayland Kaynak: Economywatch ġekil 2.30. Ülkelere göre tasarruf oranları G. Kore Singapur Çin 42 Tasarruf oranlarındaki dengesizliğin yol açtığı temel sorun olan cari açık kanadından bakıldığında da benzer tabloyla karĢılaĢılmaktadır. 2000‟li yılların baĢından 2008 küresel finans krizine kadar geliĢmekte olan ülkelerin cari fazlaları hızla artarken geliĢmiĢ ülkelerde de cari açık rekorları kırılmıĢtır. Kriz sonrası bir miktar dengelenme yaĢanmıĢ geliĢmekte olan ülkelerin cari fazlaları azalırken geliĢmiĢ ülkelerin de cari açıklarında bir miktar iyileĢme görülmüĢtür (ġekil 2.31). 6 5 Gelişmekte Olan Ülkeler Gelişmiş Ülkeler Gelişmekte Olan Ülkeler (Çin Hariç) 4 3 2 1 2010 2008 2006 2004 2002 2000 1998 1996 1994 1992 1990 1988 1986 1984 1982 -1 1980 0 -2 -3 Kaynak: UNCTAD ġekil 2.31. Cari açık/GSYĠH (%) Özellikle dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD‟nin çok büyük cari açık sorunu bulunmaktadır. ABD‟nin cari açığını Çin gibi cari fazla veren geliĢmekte olan ülkeler finanse etmektedir (ġekil 2.32). 12 2000 10 2001 8 2002 2003 6 2004 4 2005 2 2006 2007 -6 Rusya Çin G. Kore Almanya Japonya Fransa Euro Alanı -4 ABD -2 İngiltere 0 2008 2009 2010 2011 2012 -8 Kaynak: OECD ġekil 2.32. Cari açık oranları (%) 43 GeliĢmekte olan ülkelerin cari fazlaları ve küresel likidite bolluğu söz konusu ülkelerin döviz rezervlerinin artmasını sağlamıĢtır. 2006 yılından itibaren geliĢmekte olan ülkelerdeki toplam döviz rezervleri geliĢmiĢ ülkelerdeki toplam döviz rezervlerini aĢmıĢ ve fark hızla açılmıĢtır (ġekil 2.33). 12 Gelişmiş Ülkeler 10 Gelişmekte Olan Ülkeler 8 Toplam Küresel Rezerv 6 4 2 2012-12 2012-03 2011-06 2010-09 2009-12 2009-03 2008-06 2007-09 2006-12 2006-03 2005-06 2004-09 2003-12 2003-03 2002-06 2001-09 2000-12 2000-03 0 Kaynak: IMF ġekil 2.33. Döviz rezervleri (trilyon dolar) 2012 sonu itibarıyla geliĢmekte olan ülkelerdeki toplam döviz rezervleri küresel rezervlerin yaklaĢık üçte ikisini oluĢtururken, küresel rezervlerin yaklaĢık dörtte biri Çin‟in elinde bulunmaktadır. Petrol ve doğalgaz ihraççısı Sudi Arabistan ve Rusya‟nın ardından G. Kore, Brezilya ve Hindistan önemli döviz rezervlerine sahip ülkelerdendir. 44 Çizelge 2.4. Ülkelere göre döviz rezervleri Küresel Döviz Rezervlerinin Gelişimi Milyar $ 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 168 216 291 408 614 822 1.068 1.530 1.949 2.416 2.866 3.203 3.331 Sudi Arabistan 20 18 21 23 27 155 226 305 442 410 445 541 656 Rusya 24 33 44 73 121 176 296 467 412 417 444 454 487 Brezilya 32 36 37 49 52 53 85 179 193 237 287 350 370 G. Kore 96 103 121 155 199 210 239 262 201 270 291 304 323 Hindistan 38 46 68 99 127 132 171 267 247 265 275 271 271 Meksika 36 45 51 59 64 74 76 87 95 100 120 144 160 Malezya 28 30 33 44 66 70 82 101 91 95 105 132 138 Endonezya 29 27 31 35 35 33 41 55 50 64 93 107 109 Polonya 27 26 29 33 35 41 46 63 59 76 89 93 103 Türkiye 22 19 27 34 36 51 61 73 70 71 81 78 100 8 9 9 10 12 14 17 27 30 32 43 47 62 11 11 10 13 16 19 22 24 34 44 45 49 45 6 6 6 6 13 19 23 30 31 35 38 43 44 Şili 15 14 15 16 16 17 19 17 23 25 28 42 42 Arjantin 25 15 10 14 19 27 31 45 45 46 50 43 40 9 10 11 11 13 15 15 21 23 25 28 31 36 Petrol İhracatçısı Ülkeler 142 158 176 233 328 568 864 1.252 1.384 1.346 1.442 1.592 1.818 Petrol İhracatçısı Olmayan Ülkeler 591 661 809 1.050 1.374 1.694 2.151 3.034 3.489 4.168 4.860 5.354 5.583 Yükselen ve Gelişen Ülkeler 733 818 984 1.283 1.702 2.262 3.015 4.286 4.873 5.514 6.302 6.946 7.400 Gelişmiş Ülkeler 1.289 1.327 1.540 1.871 2.165 2.128 2.293 2.470 2.541 3.025 3.345 3.707 4.003 Toplam Küresel Döviz Rezervi 2.022 2.145 2.524 3.153 3.867 4.390 5.307 6.756 7.414 8.540 9.647 10.653 11.404 Çin Peru Macaristan G. Afrika Kolombiya Kaynak: IMF Küresel likidite bolluğuna yol açtığı savunulan diğer faktör de yabancı para arbitrajıdır. Özellikle küresel finans krizi öncesi dönemde ülkelerin faiz oranları arasındaki büyük farklar ucuz para kullanımını artırarak küresel likiditeyi artırmıĢtır. Temel olarak dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Japonya‟daki faiz oranının çok düĢük seviyede olması ve Ġsviçre‟deki finansal hizmetlerin risk almayı teĢvik edici olması yabancı paraya dayalı arbitrajı artırmıĢtır. Bu sistemde faizin düĢük olduğu ülkeden borçlanılmakta, faizin yüksek olduğu ülkede yatırım yapılmaktadır. Borçlanılan ülke parası zayıf kaldıkça, kurlardaki oynaklık yüksek olmadıkça ve faiz farkı pozitif olduğu sürece yüksek kazanımlar elde edilebilmektedir. Kriz öncesi dönemde döviz piyasası oynaklığının düĢük olması, faiz farklarının yüksekliği ve piyasaların aĢırı risk almaya elveriĢli olması yabancı 45 para arbitrajını ve küresel likiditeyi artırmıĢtır (Becker, 2009). Yabancı para arbitrajındaki artıĢ kıyı ötesi bankacılık merkezlerindeki (offshore centers) döviz borçlanma rakamları izlenerek de görülebilmektedir. Hedge fonların büyük kısmının merkezleri kıyı ötesi bankacılığın yapıldığı merkezlerde bulunmaktadır. Küresel krizin patlak vermesiyle birlikte faiz farkları bir miktar azalmıĢ, kur oynaklıkları artmıĢtır. Dolayısıyla bu yaklaĢım küresel finans krizi öncesi likidite bolluğunu açıklamakta daha baĢarılıdır. Küresel kriz sonrası dönemde ise geliĢmiĢ ülkelerde finansman koĢullarındaki aĢırı gevĢeme ve geniĢletici para politikaları likidite bolluğunun temel belirleyicisi olmuĢtur. Diğer taraftan küresel finans krizi öncesi denetimi ve gözetimi yeterli olmayan türev piyasası devasal boyutlara ulaĢmıĢ, piyasa aktörlerine likidite sağlama konusunda önemli bir kapı açmıĢtır. Toplam türev sözleĢmelerinin kriz öncesi 2007 yılında maksimum seviyeye ulaĢmasında finansal piyasalardaki aĢırı kaldıraç kullanımı etkili olmuĢtur (ġekil 2.34). Küresel krizin önemli nedenlerinden biri olan türev piyasası 2008 sonrası kontrol altına alınmaya çalıĢılmıĢtır. 1200 1000 800 Toplam Türev Sözleşmesi/ GSYİH 600 400 200 0 Kaynak: UNCTAD ġekil 2.34. Toplam türev sözleĢmesi/ küresel GSYĠH (%) 46 47 3. KÜRESEL LĠKĠDĠTENĠN GELĠġMEKTE OLAN ÜLKELERE ETKĠLERĠ Finansal entegrasyonun ve finansal yeniliklerin arttığı, sermaye hareketliliğinin çok yüksek derecelere ulaĢtığı 2000 sonrası dönemde, geliĢmiĢ ülkelerdeki faiz oranlarındaki düĢüĢ ve parasal geniĢleme küresel likiditeyi bollaĢtırmıĢtır. Yüksek getiri arayıĢı ile birlikte söz konusu küresel likidite, makroekonomik göstergeleri güçlü ve daha yüksek faiz oranına sahip geliĢmekte olan ülkelere sermaye akımı olarak yönelmiĢtir. Ancak, sermaye akımları geliĢmekte olan ülkelerde finansal istikrar açısından olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Yatırımcıların risk iĢtahı ve sermaye akımlarındaki yüksek oynaklıktan kaynaklı olarak finansal istikrar üzerinde önemli etkileri ortaya çıkmaktadır (ECB, 2011). Küresel likidite giriĢinin yüksek olduğu geliĢmekte olan ülkelerde kredi büyümesi gibi temel makroekonomik değiĢkenler etkilenmekte, döviz kuru ve varlık fiyatları üzerinde bir baskı oluĢmaktadır. GeliĢmekte olan ülkelerin merkez bankaları para biriminin aĢırı değerlenmesini, dıĢ ticarette rekabetçiliğin azalmasını ve dıĢ dengenin bozulmasını engellemek için sermaye giriĢlerine karĢı önlemler almakta ya da döviz rezervlerini arttırma yoluna gitmektedir. Ayrıca, geliĢmekte olan ülkelerin merkez bankları enflasyon ve finansal istikrar arasında önemli açmazlarla karĢılaĢabilmektedirler. Diğer taraftan sermaye hareketlerinin ani duruĢu ya da ani çekiliĢi, fonlama maliyetini ve döviz kurunu çok olumsuz etkileyerek finansal istikrarı bozmaktadır. DıĢ finansmana yüksek derecede bağımlı olan ülkeler ani duruĢ ile birlikte ciddi bir ekonomik daralma söz konusu olmaktadır. Bu ülkelerde sermaye akımlarındaki oynaklık hane halkı ve özel sektörün tüketim ve yatırım kararları üzerindeki belirsizliği artırmaktadır (Brana ve diğerleri, 2012). Özellikle portföy yatırımlarından kaynaklanan sermaye hareketlerindeki yüksek oynaklık, bir yandan ani duruĢ endiĢesini bir yandan da finansal istikrarın bozulması endiĢesini beraberinde getirmektedir. Sermaye akımlarının geliĢmekte olan ülkelerde finansal istikrara etkileri Ģu Ģekilde sıralanabilir: i) Varlık fiyatları ve gayrimenkul fiyatları üzerinde yukarı yönlü baskı ve rekabetçiliği azaltıcı reel döviz kuru değerlenmesi 48 ii) Fonlama maliyetinin düĢmesi sonucu finansal sektörün aĢırı borçlanıp yüksek kaldıraçla çalıĢması ve bilanço uyumsuzluğu iii) Finansal koĢulların gevĢemesi ve fonlama maliyetinin düĢmesi ile özele sektöre kullandırılan kredilerin patlaması ve cari dengenin bozulması iv) Sınır ötesinden sağlanan kredilerin ve tahvil ihraçlarının önemli bir kısmının kısa vadeli olması sonucu özel sektörün bilançosunda kur riskinin ve vade uyumsuzluğunun artması v) Para politikasının bağımsızlığının azalması (Brana ve diğerleri, 2012). Bu bölümde önce küresel likiditenin geliĢmekte olan ülkelerde makroekonomik göstergelerine etkisine dair literatürde yer alan çalıĢmalara kısa değinilecek daha sonra grafiksel analiz yöntemiyle seçilmiĢ geliĢmekte olan ülkelerin 2008–2012 yılları arasındaki temel makroekonomik göstergelerindeki değiĢim kriz öncesi dönemle karĢılaĢtırılarak ele alınacaktır. 3.1. Literatür Taraması Literatürde küresel likiditenin geliĢmekte olan ülkelere etkilerini ampirik olarak inceleyen fazla çalıĢma bulunmamaktadır. Mevcut çalıĢmalar parasal büyüklüklerden elde edilen küresel likidite göstergelerinin toplam çıktı, enflasyon ve varlık fiyatlarına etkisini VAR modelleri kullanarak incelemekte ve çalıĢmaların çoğu geliĢmiĢ ülkeler üzerinde yoğunlaĢmaktadır. Sousa ve Zaghini (2008) küresel likiditenin G–5 ülkelerinde reel GSYĠH üzerinde sadece kısa dönemde pozitif etkiye sahip olduğunu göstermiĢtir. Ayrıca genel fiyat seviyesinin de bir dönem gecikmeyle pozitif etkilendiğini bulmuĢlardır. Analizler ülke bazında yapıldığında da sonuçlar değiĢmemiĢtir. Baks ve Kramer (1999) küresel likidite fazlasının G–7 ülkelerinde reel faiz üzerinde negatif bir etkiye sahip olduğunu, hisse senedi fiyatları üzerinde ise pozitif bir etkiye yol açtığını ortaya koymuĢtur. Belke ve Gros (2010) küresel likidite ile toplam çıktı ve varlık fiyatları arasındaki iliĢkiyi 11 OECD ülkesi için araĢtırmıĢtır. Varlık fiyatları ve GSYĠH deflatörü küresel likidite Ģokuna tepki verirken, hisse senedi fiyatları anlamlı bir tepki vermemiĢtir. Bu sonuçlar Giese ve Tuxen (2007) tarafından da doğrulanmıĢtır. 49 Darius ve Radde (2010) G–7 ülkelerini baz alarak yaptıkları çalıĢmada küresel likidite ile varlık fiyatları arasında anlamlı bir iliĢki bulmuĢlar, hisse senedi fiyatları için anlamlı bir sonuç elde edememiĢlerdir. Ancak ulusal değiĢkenlerin küresel değiĢkenlere göre varlık fiyatları üzerinde daha etkili olduğu sonucuna varmıĢlardır. Chudik ve Fratzscher (2011), parasal koĢullardaki sıkılaĢma ile (üç aylık para piyasası faiz oranlarını kullanarak) risk iĢtahındaki değiĢimin (VIX endeksi ve TED spreadini kullanarak) hisse senedi piyasasına etkisini karĢılaĢtırmıĢlarıdır. GeliĢmiĢ ülkelerin hisse senedi piyasaları parasal sıkılaĢtırmadan kaynaklı likidite Ģokundan daha çok etkilenirken, geliĢmekte olan ülkeler risk iĢtahındaki değiĢiklikten daha çok etkilenmiĢtir. Darius ve Radde (2010) küresel likidite ve varlık fiyatları arasındaki iliĢkiyi geliĢmekte olan ülkeleri ele alarak incelemiĢtir. Bulgular, küresel likiditenin hisse senedi yatırımlarını 2003 ve 2009 arasında pozitif etkilediğini ve varlık getirilerini arttırdığını göstermektedir. Brana ve diğerleri (2012) parasal büyüklükleri kullanarak küresel likidite göstergeleri elde etmiĢler, PVAR yaklaĢımı ile 1990–2010 yılları arasında küresel likidite fazlasının Latin Amerika ve Asya‟da yer alan 16 tane geliĢmekte olan ülkeye etkisini incelemiĢlerdir. Küresel likidite fazlasının GSYĠH ve tüketici fiyatlarını pozitif etkilediğini ancak varlık fiyatları (hisse senedi ve gayrimenkul fiyatları) ile küresel likidite arasındaki iliĢkinin zayıf olduğunu ortaya koymuĢlardır. Filho (2002), küresel likidite ile Brezilya‟nın büyüme oranı arasındaki iliĢkiyi 1966 ve 2000 yılları arasına ait verileri kullanarak incelemiĢtir. ÇalıĢmada döviz rezervinin dıĢ borca oranı küresel likidite göstergesi olarak kabul edilmiĢ ve Brezilya‟nın büyüme oranındaki oynaklığın %9‟unun küresel likiditeden kaynaklandığı sonucuna varılmıĢtır. Ruffer ve Stracca (2006) küresel likidite Ģokunun ekonomiye etkilerini G-5 ülkelerini ele alarak incelemiĢlerdir. Küresel likiditenin enflasyonist baskı için önemli bir gösterge olduğu sonucuna varmıĢlarıdır. Likiditedeki artıĢ bir yandan reel ve finansal varlıkların fiyatını arttırmakta bir yandan da ekonomik aktiviteleri hızlandırarak enflasyonist baskıyı yükseltmektedir. Diğer taraftan, IMF (2006) ülkelerin dıĢa açıklık oranının, rekabetçiliğin 50 ve küreselleĢmenin artmasıyla birlikte küresel likiditenin enflasyon üzerindeki olumsuz etkilerinin önemli ölçüde sınırlandırıldığını ortaya koymaktadır. Roffia ve Zaghini (2007) 15 ülke için probit modeli ile yaptıkları çalıĢmada, küresel likidite ile enflasyon arasındaki iliĢkinini kısa dönemde anlamsız olduğunu, uzun dönemde söz konusu iliĢkinin gittikçe anlamlı hale dönüĢtüğünü bulmuĢlardır. Borja ve Goycau (2005) küresel likidite ile varlık fiyatları arasındaki iliĢkiyi ABD, Euro Alanı ve ASEAN ülkeleri için incelemiĢlerdir. Küresel likidite ABD ve Euro Alanı‟nda varlık fiyatlarını etkilerken ASEAN ülkeleri için anlamlı bir sonuç bulunamamıĢtır. Belke ve Orth (2007) küresel likidite ile varlık fiyatları arasındaki iliĢkiyi OECD ülkeleri için incelemiĢlerdir. Küresel likiditedeki artıĢın konut fiyat endeksi üzerinde pozitif etkisi olduğunu, MSCI endeksi ile küresel likidite arasındaki iliĢkinin ise anlamsız olduğunu bulmuĢlardır. Umutlu ve Yıldız (2011) G–5 ülkelerinin para arzından oluĢan küresel likidite göstergesinin Türkiye‟nin GSYĠH, enflasyon oranı, gösterge faiz oranı ve reel kuruna etkisini VAR modeli ve cointegration testleri kullanarak 1990 ve 2008 yılları arası için incelemiĢlerdir. Literatürden farklı olarak pozitif küresel likidite Ģokunun kısa vadede GSYĠH‟yı negatif etkilediği ve enflasyon oranını düĢürdüğü görülmüĢtür. Diğer taraftan literatürdeki bulgulara benzer Ģekilde kısa dönemde faiz oranının düĢtüğü ve ulusal para biriminin değerlendiği de görülmüĢtür. ÇalıĢmada, küresel likiditenin GSYĠH‟yı üç yıllık kısa dönem için olumsuz etkilediği, uzun dönemde etkisinin pozitif olacağı sonucuna varılmıĢtır. Ayrıca cointegration testleri söz konusu makroekonomik değiĢkenlerle küresel likidite arasında uzun dönemde daha anlamlı bir iliĢki olduğunu ortaya koymuĢtur. Literatürde küresel likidite ile risk primi arasında anlamlı bir iliĢki olduğunu ortaya koyan çalıĢmalar da mevcuttur. Küresel likiditedeki artıĢın geliĢmekte olan ülkelerin risk primini düĢürdüğü tahmin edilmektedir. ġahinbeyoğlu ve diğerleri (2006) risk priminin temel belirleyicisi olarak risk iĢtahı, borç/GSYĠH oranı, ABD para politikası, ülkenin yabancı para kredi notu ve önemli makroekonomik haberleri iĢaret etmektedirler. Hartelius ve diğerleri (2008) geliĢmekte olan ülkelerin risk primlerinin, ülkenin kredi notu ile ABD 51 faiz oranı ve VIX endeksi gibi dıĢ faktörlerden etkilendiğini savunmaktadırlar. Risk primindeki dalgalanmaların %60‟nın dıĢ faktörler ve ülke kredi notundan kaynaklandığını ortaya koymaktadırlar. Küresel likiditedeki artıĢ ile geliĢmekte olan ülkülere için kısa dönemde ve uzun dönemde sermaye giriĢlerinde artıĢ olması ve ulusal paranın değerlenmesi beklenmektedir. Sousa ve Zaghini (2007) küresel likiditedeki artıĢın ulusal paranın kısa vadede değerlenmesine yol açtığını, uzun vadede ise bu etkinin ortadan kalktığını bulmuĢlardır. Diğer taraftan, literatürde küresel likidite ve cari denge iliĢkisini inceleyen ampirik çalıĢmalar bulunmamakla birlikte küresel likiditedeki artıĢın faiz oranlarını düĢürmesi, bunun da tasarruf oranlarını azaltarak cari dengeyi bozması beklenmektedir. Ayrıca küresel likidite bolluğu sonucu düĢük maliyetli fonlamaya eriĢimin artması da kredi patlamasına ve cari dengenin bozulmasına yol açabilecektir. Guo ve Stepanyan (2011) geliĢmekte olan ekonomilerde kredi arzının yurtdıĢı yerleĢiklere yükümlülükler, yurt içi mevduat, GSYĠH, enflasyon oranı, mevduat faiz oranı, kur, ABD fonlama faiz oranı, ABD M2 para arzı büyümesi ve tahsili geçmiĢ alacaklar ile iliĢkisi ele alınmıĢtır. ÇalıĢmaya göre hem ulusal mevduat hem de yurtdıĢı yerleĢiklere olan yükümlülüklerin kredi büyümesine katkısı pozitif birbirine yakın ve seviyesinde çıkmıĢtır. Bankalar ulusal mevduat ve yurtdıĢı yerleĢiklere olan yükümlülüklerine eĢit muamelede bulunarak her bir birimin yaklaĢık yarısını kredi olarak vermiĢlerdir. Hızlı GSYĠH büyümesi daha fazla kredi talebine yol açarak kredi büyümesini etkilerken, daha yüksek mevduat faiz oranı sıkılaĢtırıcı para politikasının bir sinyali olarak kredi büyümesini azaltmaktadır. Diğer taraftan küresel finansman Ģartlarındaki değiĢim de kredi büyümesini etkileyen önemli bir faktör olmuĢtur. ABD‟nin gevĢek para politikası, FED fonlama faiz oranındaki düĢüĢ ve FED M2 para arzındaki büyüme, geliĢmekte olan ülkelerde kredi büyümesini artırmaktadır. Ayrıca çalıĢmaya göre Avrupa yer alan geliĢmekte olan ekonomiler gibi kredi büyümesini finanse etmek için yurt dıĢı borçlanmaya yüksek oranda bağımlı olan ülkeler genel olarak küresel finans krizi döneminde kredi büyümesinde büyük iniĢ çıkıĢlar yaĢamıĢlardır. Diğer taraftan, Latin Amerika ve Asya yer alan yurt dıĢı finansmana daha az bağımlı olan geliĢmekte olan ekonomiler kriz döneminde daha iyi performans göstermiĢlerdir. GeliĢmekte olan ülkelere giren sermaye akımlarının oynaklığı göz önüne alındığında, yurtdıĢı fonlamaya daha çok bağımlı bir bankacılık sektörü dıĢ 52 Ģoklara karĢı daha zayıf olacaktır ve döngüsel dalgalanmalara maruz kalacaktır. Bu sebeple yurt dıĢı borçlanmanın kredi arzını beslediği dönemlerde süreç hızla tersine dönebileceği için makro ihtiyati araçların tetikte olması gerekmektedir. 3.2. Grafiksel Analiz 2000‟li yılların baĢından itibaren artmakta olan küresel likidite, 2007 yılı ortasında ABD‟de ortaya çıkan konut krizinin etkisiyle daha da hızlanmıĢtır. ABD‟de baĢ gösteren konut krizin tüm dünyaya yayılıp küresel finans krizine dönüĢmesi ile baĢta FED olmak üzere merkez bankaları geleneksel ve alıĢılmamıĢ para politikalarıyla geçmiĢte benzeri görülmemiĢ bir Ģekilde piyasaya müdahale ederek yüksek miktarda likidite sağlamıĢlarıdır. Küresel finans kriziyle birlikte geliĢmiĢ ülkelerde faiz oranlarının tarihi dip seviyelere düĢmesine hızlı parasal taban artıĢı da eĢlik etmiĢ, 2008 sonrası küresel likiditenin bol olduğu bir dönem baĢlamıĢtır. Küresel likidite ekonomik göstergeleri sağlam olan ve yüksek getiri sağlayan geliĢmekte olan sermaye akımı olarak yönelmiĢtir. GeliĢmekte olan ülkelere sermaye akımlarının temel belirleyicisi olarak faiz oranı öne çıkmaktadır. GeliĢmiĢ ülkelerin GSYĠH ile ağırlıklandırılmıĢ ortalama politika faiz oranı ile aynı yöntemle elde edilmiĢ geliĢmekte olan ülkelerin politika faiz oranları karĢılaĢtırıldığında, 2000‟li yıllarında baĢlarında faiz oranı farkının oldukça yüksek olduğu, 2005 sonrası dönemde geliĢmiĢ ülkelerdeki faiz oranı artıĢıyla birlikte 2007 ortalarına kadar marjın bir miktar daraldığı görülmektedir (ġekil 3.1). Küresel krizle birlikte geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülkeler ekonomilerini desteklemek için politika faizlerini hızla düĢürmüĢler ancak faiz oranı farkı 2007‟ye göre artmıĢtır. Daha sonra 2010 yılı sonunda geliĢmekte olan ülkelerde finansal istikrar ve enflasyon kaygılarıyla faiz oranları kısmen yükseltilmiĢ ve söz konusu fark bir miktar daha artarak küresel likidite için daha cazip bir ortam sunmuĢtur. 53 18 16 Fark 14 GÜ 12 GOÜ 10 8 6 4 2 05-13 09-12 01-12 05-11 09-10 01-10 05-09 09-08 01-08 05-07 09-06 01-06 05-05 09-04 01-04 05-03 09-02 01-02 05-01 09-00 01-00 0 Kaynak: Ülke Merkez Bankaları, IMF ġekil 3.1. GÜ ve GOÜ politika faiz oranları Küresel likidite ile geliĢmekte olan ülkelere yönelen sermaye akımları arasında önemli bir korelasyon göze çarpmaktadır. Küresel likiditeyi ölçmede kullanılan geliĢmiĢ ülke faiz oranlarının seyri incelendiğinde 2009 sonrasında tarihi dip seviyelere inen faiz oranlarının geliĢmekte olan ülkelere sermaye akımlarını arttırdığını söylemek mümkündür. Ayrıca geliĢmekte olan ülkelerin ortalama faiz oranındaki artıĢ toplam sermaye akımlarının artmasına katkı sağlamıĢtır (ġekil 3.2, 3.3). GOÜ Sermaye Akımı 1400 1200 GÜ Ort. Faiz Oranı 1000 800 600 400 200 2012Q3 2011Q4 2011Q1 2010Q2 2009Q3 2008Q4 2008Q1 2007Q2 2006Q3 2005Q4 0 4,5 4 3,5 3 2,5 2 1,5 1 0,5 0 1600 10 1400 9 8 1200 7 1000 6 800 5 600 400 200 GOÜ Sermaye Akımı 4 GOÜ Ort. Faiz Oranı 2 0 3 1 0 2005Q4 2006Q2 2006Q4 2007Q2 2007Q4 2008Q2 2008Q4 2009Q2 2009Q4 2010Q2 2010Q4 2011Q2 2011Q4 2012Q2 2012Q4 1600 Kaynak: IIF, Ülke Merkez Bankaları Kaynak: IIF, Ülke Merkez Bankaları ġekil 3.2. GÜ faiz oranı ve GOÜ Sermaye akımı (yüzde, milyar dolar) ġekil 3.3. GOÜ faiz oranı ve GOÜ sermaye akımı (yüzde, milyar dolar) 54 Küresel likiditeyi ölçmekte kullanılan nicel yöntemlerden toplam küresel rezervler ve OECD yaklaĢımı ile geliĢmekte olan ülkelere yönelen sermaye akımları ele alındığında anlamlı bir iliĢki görülmektedir. Özellikle küresel rezervlerin sermaye akımları ile çok paralel bir iliĢki içinde olduğu görülmektedir (ġekil 3.4). Küresel likiditeyi ölçmede FED parasal taban büyüklüğünü ve küresel rezervleri kullanan OECD yaklaĢımı da iyi bir gösterge olarak değerlendirilebilir. 2.500 Küresel Likidite- Toplam Rezervler Küresel Likidite- GOÜ Rezervler 2.000 GOÜ Sermaye Akımı Küresel Likidite-OECD Yaklaşımı 1.500 1.000 500 -500 2005 Q4 2006 Q1 2006 Q2 2006 Q3 2006 Q4 2007 Q1 2007 Q2 2007 Q3 2007 Q4 2008 Q1 2008 Q2 2008 Q3 2008 Q4 2009 Q1 2009 Q2 2009 Q3 2009 Q4 2010 Q1 2010 Q2 2010 Q3 2010 Q4 2011 Q1 2011 Q2 2011 Q3 2011 Q4 2012 Q1 2012 Q2 2012 Q3 2012 Q4 0 Kaynak: IIF, IMF, Ülke Merkez Bankaları ġekil 3.4. Küresel likidite ve GOÜ toplam sermaye akımları değiĢimi (yıllık, milyar dolar) Diğer nicel yöntemlerden olan, para arzı büyüklüklerinin büyümesi ile GSYĠH büyümesinin karĢılaĢtırılması ve para arzı büyüklüklerinin GSYĠH‟ya oranının uzun dönem eğiliminden sapması sonucu elde edilen göstergelerin geliĢmekte olan ülkelere gelen sermaye akımının büyümesi ile iliĢkisine de aĢağıda yer verilmiĢtir (ġekil 3.5, 3.6). 55 0,04 1000 800 0,02 600 400 -10 800 600 400 2012-09 2012-03 2011-09 2011-03 2010-09 2010-03 2009-09 2009-03 2008-09 2008-03 2007-09 0,00 2007-03 2012-09 2012-03 2011-09 2011-03 2010-09 2010-03 2009-09 2009-03 2008-09 2008-03 2007-09 2007-03 2006-09 -5 2006-03 0 1000 GOÜ Sermaye Akımının Büyümesi (sağ eksen) 0,01 5 1200 M2/GSYİH Döngüsel Kısım 0,03 GOÜ Sermaye Akımının Büyümesi (sağ eksen) 10 0,05 1200 M2 Büyümesi GSYİH Büyümesi 1400 M1/GSYİH Döngüsel Kısım 2006-09 15 0,06 1400 M1 Büyümesi GSYİH Büyümesi 2006-03 20 200 200 -0,01 0 -0,02 -200 -0,03 -200 -0,04 -400 -400 0 Kaynak: IIF, IMF, Ülke Merkez Bankaları Kaynak: IIF, IMF, Ülke Merkez Bankaları ġekil 3.5. GOÜ sermaye akımı ve para arzı büyüklüklerinin GSYĠH‟dan farkı ġekil 3.6. GOÜ sermaye akımı ve para arzı/GSYĠH uzun dönem eğilimden sapması GeliĢmekte olan ülkelere gelen toplam sermaye akımı 2002 Arjantin krizinden sonra hızlanmıĢ ve 2007 yılında zirveye ulaĢmıĢtır. Küresel finans kriziyle birlikte yavaĢlayan sermaye akımları özellikle FED‟in parasal geniĢlemeleri sonucu 2010 ve 2012 de tekrar zirveyi görmüĢ, FED‟in tahvil alımını azaltmaya baĢlamasıyla birlikte azalma eğilimine girmiĢtir (ġekil 3.7). 2,5 Toplam/Küresel Hasıla (%) QE2 1.400 QE3 GOÜ Toplam Sermaye Akımı (sağ eksen, milyar dolar) 2 1.200 1.000 Asya Krizi 1,5 Arjantin Krizi 800 600 1 Küresel Finans Krizi 0,5 FED Tahvil Alımı Azaltımı 400 200 Kaynak: IIF, WB ġekil 3.7. GOÜ toplam sermaye akımları (yüzde, milyar dolar) 2013 2012 2011 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 1997 1996 0 1995 0 56 2002-2007 yılları arasında geliĢmekte olan ülkelere gelen özel sermaye ortalama 690 milyar dolar seviyesindeyken, 2012 yılında 1.050 milyar dolara ulaĢmıĢtır. Söz konusu sermaye akımları 2008 ve 2009 yavaĢlayarak 780 milyar dolar ve 580 milyar dolar seviyesinde olurken, 2010 yılında tekrar hızlanarak 1.200 milyar doları aĢmıĢtır (ġekil 3.8). 1400 Toplam Sermaye Akımları 1200 1000 800 600 400 200 0 2002-07 ort. 2008 2009 2010 2011 2012 Kaynak: IMF ġekil 3.8. GOÜ toplam sermaye akımları (milyar dolar) Bununla birlikte sermaye akımlarının kompozisyonunda önemli değiĢikler görülmüĢtür. Portföy akımları 2008 yılında aniden kesilirken, 2009, 2010 ve 2012 yıllarında payını oldukça arttırarak geri dönmüĢtür. Portföy yatırımlarının toplam içindeki payı 2002-07 arasında ortalama %5 iken 2009 yılıyla birlikte payı %10‟u aĢmıĢ ve küresel belirsizliğin yüksek olduğu ortamda çok daha oynak hale gelmiĢtir. 2008 ve 2009 yıllarında toplam sermaye akımları içerisinde oldukça yüksek bir orana sahip olan doğrudan yatırımlar ise 2010 yılıyla birlikte daha düĢük bir paya sahip olmuĢlardır. Söz konusu yatırımların payı 2009‟da %90‟lara ulaĢırken 2010‟da %50 seviyelerine gerilemiĢtir. Ayrıca, büyük orandan bankaların yurt dıĢından sağladıkları kredilerden oluĢan diğer yatırımlar 2009 yılında dururken, 2010 yılıyla birlikte tekrar hızlansa da 2002–07 ortalamasının altında kalmıĢtır (ġekil 3.9). 57 100% 80% 60% diğer 40% portföy doğrudan 20% 0% 2002-07 ort. 2008 2009 2010 2011 2012 -20% Kaynak: IMF, UNCTAD, EFPR ġekil 3.9. GOÜ sermaye akımlarının kompozisyonu (%) GeliĢmekte olan ülkelere yönelen haftalık portföy akımlarının 13 haftalık birikimli toplamı incelendiğinde küresel risk iĢtahındaki ani azalıĢ sonucu 2008 yılında ciddi bir çıkıĢların olduğu, 2009 sonundan itibaren geliĢmekte olan ülke ekonomilerinin hızlı toparlanmasıyla birlikte portföy akımlarında yoğun giriĢlerin baĢladığı ve 2010 yılında portföy akımlarında patlama olduğu görülmektedir. Ayrıca tahvil piyasasına giriĢlerde önceki yıllara göre çok ciddi bir artıĢ meydana gelmiĢtir. 2011 ikinci yarısından itibaren Avrupa‟daki devlet borçlarının sürdürülebilirliği endiĢesi piyasalarda belirsizliği tekrar yükseltmiĢ ve portföy akımları yavaĢlamıĢtır. 2012 yılında Avrupa‟daki borçlanma sorununun aĢılmasıyla birlikte portföy akımları tekrar hızlanmıĢtır (ġekil 3.10). sonuç olarak portföy akımlarının makro ekonomik göstergeler üzerinde kırılganlık oluĢturacak kadar hareketli bir yapıda olduğunu söylemek mümkündür. 58 60 80 Hisse Senedi Yatırımları 50 40 Tahvil Yatırımları 70 VIX 60 30 50 20 10 40 11.2012 07.2012 03.2012 11.2011 07.2011 03.2011 11.2010 07.2010 03.2010 11.2009 07.2009 03.2009 11.2008 07.2008 03.2008 11.2007 07.2007 03.2007 11.2006 -20 07.2006 -10 03.2006 0 30 20 10 -30 -40 0 Kaynak: EPFR ġekil 3.10. GeliĢmekte olan ülkelere portföy akımları (milyar dolar, 13 haftalık birikimli) Diğer taraftan geliĢmekte olan ülkelere yönelen borçlanma aracı ve hisse senedi Ģeklindeki sermaye akımlarının trendi incelendiğinde, borçlanma araçlarının trendinde 2008 yılı sonrası ciddi bir kırılma görülmektedir. Küresel krizin oluĢturduğu belirsizlik ortamında yabancı yatırımcı daha çok kısa vadeli ve yüksek getirili olan borçlanma araçlarını tercih etmiĢtir. GeliĢmiĢ ülkelerde faiz oranları sıfır düzeylerine inerken geliĢmekte olan ülkelerde faiz oranlarının göreli olarak yüksek olması bu tercihte belirleyici olmuĢtur (ġekil 3.11). Borçlanma Araçları Hisse Senedi Hisse Senedi Trend Borçlanma Araçları Trend Kaynak: IIF ġekil 3.11. GOÜ borçlanma araçları ve hisse senedi yatırımları trendi (stok, milyar dolar) 59 Sonuç olarak, küresel finans krizi sonrasında geliĢmiĢ ülkelerin faiz oranlarının dip seviyelerde seyretmesi likiditenin ucuz ve bol olduğu bir ortam oluĢturmuĢtur. Ayrıca aĢırı parasal taban geniĢlemeleri ile merkez banka bilançoları rekor büyüklüklere ulaĢırken, küresel likidite daha çok artmıĢtır. Söz konusu küresel likidite büyük oranda geliĢmekte olan ülkelerde sermaye akımlarındaki artıĢa yol açmıĢ, ancak küresel belirsizliğin yüksek olduğu ortamda sermaye giriĢ ve çıkıĢlarında önemli oynaklıklar görülmüĢtür. Bununla birlikte sermaye akımları içinde portföy yatırımlarının payının artması ani duruĢ endiĢesiyle geliĢmekte olan ülkelerin çoğunda finansal istikrar kaygısına yol açmıĢ ve bu sebeple para politikalarında değiĢikliğe gidilmiĢ ve finansal istikrarı destekleyici olarak makro-ihtiyati politikalar devreye sokulmuĢtur. AĢağıda küresel likiditenin geliĢmekte olan ülkelerde finansal istikrara etkisi grafiksel analiz yöntemiyle ele alınacaktır. GeliĢmekte olan ülke grubu olarak makroekonomik göstergeleri itibarıyla Türkiye ile aynı kategoride değerlendirilen ülkeler ele alınacaktır. Bu ülkelerin içinde baĢta “Kırılgan BeĢli” olarak adlandırılan Türkiye, Brezilya, Güney Afrika, Endonezya, Hindistan olmak üzere Meksika, Kolombiya, Arjantin, Rusya, Polonya ve Macaristan yer alacaktır. Literatür taramasından yola çıkarak küresel likiditenin söz konusu ülkelerde 2008-2012 yılları arasında sermaye akımları, faiz oranları, para ve kredi büyüklükleri, döviz kuru, dıĢ denge, dıĢ borç, varlık fiyatları ve toplam hâsıla üzerindeki etkileri incelenecektir. Daha önce yapılan amprik çalıĢmalar pozitif küresel likidite Ģokunun GSYĠH‟yı olumlu etkileyeceğini, varlık fiyatlarında artıĢa yol açacağını ve enflasyonist bir baskı oluĢturacağını ortaya koymuĢtur. Ayrıca literatüre göre faiz oranlarında düĢüĢe yol açması, ulusal para birimin değerlenmesi ve kredi geniĢlemesinin hızlanması beklenmektedir. 2008 sonrası dönem geliĢmiĢ ülkelerin tarihi düĢük faiz oranları ve aĢırı parasal taban geniĢlemeleriyle genel olarak küresel likiditenin ucuz ve bol olduğu bir ortam olarak adlandırılabilir. Ancak küresel finans krizinin yola açtığı hasarların uzun süre onarılamaması ve belirsizliğin yüksek olması bu dönemde küresel likiditenin etkilerini Ģekillendiren diğer bir faktör olmuĢtur. Bu çerçevede grafiksel analiz sonuçlarının bazı noktalarda literatürden farklı sonuçlar verebilecektir. 3.2.1. Sermaye akımları ve kompozisyonuna etkisi Grafiksel analizde ele alınan ülkeler içinde 2008 yılından sonra en çok net sermaye akımı alan ülkeler olarak Hindistan, Brezilya, Türkiye, Meksika ve Polonya öne 60 çıkmaktadır. Söz konusu ülkelere yönelen net sermaye akımı 2005–2007 ortalaması ile karĢılaĢtırıldığında 2008 yılından itibaren önemli bir patlama göze çarpmaktadır. Özellikle “Kırılgan BeĢli” içinde yer alan Hindistan, Brezilya ve Türkiye çektikleri sermaye akımlarıyla diğer ülkelerden belirgin olarak ayrıĢmıĢlardır. Bununla birlikte bu ülkelerden farklı olarak Türkiye‟nin çektiği net sermaye akımında 2009 yılında önemli bir daralma olmuĢtur (ġekil 3.12). 100 80 2005-07 ort. 2008 2009 2010 2011 2012 60 40 20 Arjantin Romanya Polanya Kolombiya G. Afrika Endonezya Meksika Türkiye Brezilya -20 Hindistan 0 Kaynak: IMF ġekil 3.12. Net sermaye akımı (milyar dolar) Toplam sermaye akımları içinde portföy akımlarının payı incelendiğinde ise 20052007 ortalamasına göre 2009 yılından itibaren söz konusu yatırımların payının ele alınan ülkelerin çoğunda arttığı görülmektedir. Özellikle Meksika, Polonya, Türkiye ve G. Afrika‟da portföy akımlarının payı oldukça artmıĢtır. Bununla birlikte 2008 yılında “Kırılgan BeĢli” ülkelerinden Güney Afrika, Hindistan ve Türkiye‟de portföy akımlarında önemli çıkıĢlar görülmüĢtür (ġekil 3.13). 61 100 2005-07 ort 2008 2009 2010 2011 2012 80 60 40 20 G. Afrika Endonezya Brezilya Hindistan Türkiye Polonya Meksika -40 Kolombiya -20 Rusya Romanya 0 -60 Kaynak: IMF ġekil 3.13. Portföy akımı/toplam sermaye akımı (%) Portföy giriĢlerinin GSYĠH‟ya oranı incelendiğinde de benzer tablo elde edilmektedir. Meksika, Polonya, Türkiye ve Polonya baĢı çekmektedirler. 2008 yılında ülkelerin çoğunda portföy çıkıĢları görülürken, genel olarak portföy yatırımlarından oynak bir hareketlilik göze çarpmaktadır (ġekil 3.14). Portföy akımlarındaki bu hareketlilik küresel belirsizlikten ve yüksek getiri arayıĢından kaynaklanmaktadır. Söz konusu akımlardaki ani hareketler finansal istikrar açısından kırılganlıklar yaratmaktadır. 8 2005-07 ort. 2008 2009 2010 2011 2012 6 4 2 -4 Kaynak: IMF ġekil 3.14. Portföy giriĢleri/GSYĠH (%) Arjantin Brezilya Rusya Hindistan Endonezya Kolombiya G. Afrika Romanya Polanya Türkiye -2 Meksika 0 62 Doğrudan yatırımların GSYĠH‟ya oranı ele alındığında söz konusu oranın 2005– 2007 ortalamasına göre ülkelerin önemli bir kısmında azaldığı görülmektedir. Özellikle Avrupa Birliği‟ne üye ülkelerden Romanya ve Polonya‟da düĢüĢler görülürken, Kolombiya, Meksika ve Türkiye 2008 sonrası dönemde olumsuz etkilenen diğer ülkeler olmuĢtur (ġekil 3.15). 8 2005-07 ort. 2008 2009 2010 2011 2012 7 6 5 4 3 2 1 G. Afrika Hindistan Endonezya Brezilya Arjantin Meksika Turkiye Rusya Kolombiya Polanya Romanya 0 Kaynak: IMF ġekil 3.15. Doğrudan yatırım/GSYĠH (%) 3.2.2. Faiz oranlarına etkisi Literatürdeki sonuçlara paralel olarak küresel likiditenin bol ve ucuz olduğu 2008 sonrası dönemde incelenen ülkelerin çoğunda politika faiz oranları ve piyasa faiz oranlarında önemli bir gerileme olmuĢtur. GeliĢmekte olan ülkeler önce küresel finans krizinin etkilerini en aza indirmek için politika faiz oranlarını düĢürmüĢler, daha sonra küresel belirsizliğin arttığı ortamda sermaye akımlarındaki oynaklıkla mücadele etmek faiz oranlarını düĢük seviyelerde tutmuĢlardır. Bazı ülkelerde ise enflasyon kaygısıyla ve Avrupa‟daki borçlanma krizinin büyümesi endiĢesiyle 2011 yılı sonlarında ve 2012 yıllında politika faiz oranları bir miktar yükseltilmiĢtir (ġekil 3.16). 63 20 18 2006 2007 2008 2010 2011 2012 2009 16 14 12 10 8 6 4 2 Peru Tayland Polonya Kolombiya Macaristan Hindistan G. Afrika Endonezya Rusya Türkiye Brezilya 0 Kaynak: Ülke Merkez Bankaları ġekil 3.16. Politika faiz oranı (%) Üç aylık borçlanma faiz oranlarını gösteren (bazı ülkeler için veri eksikliği nedeniyle gecelik borçlanma faizi alınmıĢtır) kısa vadeli piyasa faiz oranları incelendiğinde de ülkelerin çoğunda 2008 yılından itibaren gerileme görülmektedir (ġekil 3.17). 30 25 20 2002-07 ort 2008 2009 2010 2011 2012 15 10 5 Polonya Kolombiya Hindistan Meksika Endonezya Macaristan Rusya G. Afrika Arjantin Romanya Brezilya Türkiye 0 Kaynak: EIU ġekil 3.17. Kısa vadeli piyasa faiz oranları (%) Benzer Ģekilde üç aylık mevduat faizlerinde Hindistan, Polonya ve Rusya hariç BaĢta Türkiye olmak üzere önemli bir düĢüĢ olmuĢtur (ġekil 3.18) Politika faizleri ve ardından piyasa faizlerindeki düĢüĢler kredi talebini ve tüketimi hızlandırarak finansal istikrarı bozabilecektir. 64 35 2002-07 ort. 2008 2009 2010 2011 2012 30 25 20 15 10 5 Polonya Rusya Hindistan Macaristan Kolombiya G. Afrika Romanya Endonezya Arjantin Brezilya Türkiye 0 Kaynak: EIU ġekil 3.18. Üç aylık mevduat faizi (%) Bununla birlikte geliĢmekte olan ülkelerdeki ortalama üç aylık reel mevduat faizi incelendiğinde, reel faizlerin 2000‟li yılların baĢından itibaren düĢme eğiliminde olduğu, 2005 yılından itibaren tekrar yükseldiği küresel finans kriz sonrası dönemde 2008, 2010 ve 2011 yıllarında negatif düzeylere indiği görülmektedir. Söz konusu negatif seviyeler, finansman koĢullarındaki aĢırı gevĢemeye iĢaret etmektedir (ġekil 3.19) 5,0 4,0 3,0 2,0 1,0 0,0 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 -1,0 -2,0 Kaynak: IIF ġekil 3.19. GOÜ ortalama üç aylık reel mevduat faiz oranı (%) 65 3.2.3. Nominal ve reel kura etkisi Literatürdeki sonuçlara paralel olarak 2008 yılı ortasından 2010 yılı ortalarına kadar ele alınan ülkelerin çoğunda nominal döviz kurunun bir miktar değerlendiği görülmüĢtür. Ġncelenen ülkeler içinde para birimi en çok değerlenen ülke Brezilya olurken, Arjantin olumsuz olarak ayrıĢan ülke olmuĢtur (ġekil 3.20). 1,6 1,4 Meksika 1,2 Endonezya Hindistan 1 Arjantin 0,8 Rusya Kolombiya 0,6 Türkiye 0,4 G. Afrika Brezilya 0,2 0 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 Kaynak: EIU ġekil 3.20. Nominal döviz kuru (ABD doları karĢısında, 2002=1) Diğer taraftan kur oynaklığını ölçmek için geliĢmekte olan ülke para birimlerinin ABD doları karĢısındaki günlük değiĢiminin 50 günlük standart sapması ele alındığında 2008 yılından itibaren küresel belirsizliklere ve düĢük frekansla açıklanan verilere bağlı olarak döviz kuru oynaklığının yükseldiği görülmektedir (ġekil 3.21). Kurdaki bu hareketlilik tüketim ve yatırım kararlarındaki davranıĢlarını olumsuz etkileyebilmektedir. belirsizliği artırmakta, fiyatlama 66 3,5 Lehman Krizi 3 Euro Bölgesi Borç Krizi MAX&MIN GOÜ Ortalaması 2,5 2 1,5 1 0,5 11.2012 08.2012 05.2012 02.2012 11.2011 08.2011 05.2011 02.2011 11.2010 08.2010 05.2010 02.2010 11.2009 08.2009 05.2009 02.2009 11.2008 08.2008 05.2008 02.2008 11.2007 0 Kaynak: Oanda ġekil 3.21. GOÜ kur oynaklığı (günlük yüzde değiĢimin 50 günlük standart sapması) Reel efektif döviz kuru (REK) ise, nominal efektif döviz kurunun ülkeler arasındaki göreli fiyat veya maliyet farklarıyla düzeltilmiĢ halidir. REK, ülkeler arasındaki göreli fiyat veya maliyet geliĢimi hakkında bilgi içermekte ve dolayısıyla ekonomilerin rekabet güçlerinin değerlendirilmesinde kullanılan anahtar makroekonomik göstergelerden biri olarak kabul edilmektedir (Saygılı ve diğerleri, 2010). Tüketici fiyat endeksleri kullanılarak oluĢturulan reel efektif döviz kuru endeksleri incelendiğinde 2008 yılından sonra baĢta Brezilya, Türkiye, Romanya ve Macaristan olmak üzere ülkelerin çoğunda 2002–2007 ortalamasına göre söz konusu endeksin yükseldiği görülmektedir (ġekil 3.22). Reel efektif döviz kurlarındaki bu yükseliĢ ülkelerin ekonomik rekabet güçlerinde bir azalma olduğunu göstermektedir. Bu çerçevede söz konusu ülkelerde dıĢ dengenin 2008 yılından sonra olumsuz etkilenmesi muhtemeldir. 67 200 180 2002-07 ort 2008 160 2009 2010 2011 2012 140 120 100 80 60 40 20 Arjantin Kolombiya G. Afrika Endonezya Hindistan Brezilya Meksika Macaristan Türkiye Romanya 0 Kaynak: EIU ġekil 3.22. Reel efektif kur (1997=100) GeliĢmekte olan ülkelerdeki 2000‟li yılların baĢında yüksek olan ortalama cari fazla, 2007 yılından sonra azalmaya baĢlamıĢtır. Bu geliĢmede 2005 yılından sonra artıĢ eğiliminde olan reel kurun önemli bir faktör olduğunu söylemek mümkündür. Yüksek reel kur ulusal paranın değerli olduğunu göstermekte olup geliĢmekte olan ülkelerin rekabet gücünü azaltmaktadır (ġekil 3.23) 5 120 4 Cari Denge/GSYİH (%) 4 Reel Döviz Kuru (2000=100) (sağ eksen) 3 115 110 3 2 105 2 1 100 1 0 95 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 Kaynak: IIF ġekil 3.23. GOÜ ortalama reel efektif kur ve cari denge 68 3.2.4. Para arzı ve kredi büyümesine etkisi SeçilmiĢ geliĢmekte olan ülkelerde M2 para arzının GSYĠH‟ya oranı incelendiğinde Endonezya hariç tüm ülkelerde M2 para arzının milli hasılaya oranında 2002–2007 ortalamasına göre 2008 ve 2009 yıllarında önemli artıĢlar olmuĢtur. Söz konusu artıĢta ulusal ekonomilerin küresel krizin etkilerini bertaraf etmek için uyguladığı politikalar büyük ölçüde belirleyici olmuĢtur (ġekil 3.24). 90 80 70 2002-07 ort. 2008 2009 2010 2011 2012 60 50 40 30 20 10 Meksika Arjantin Romanya Endonezya Kolombiya Rusya Türkiye Polonya Macaristan G. Afrika Hindistan Brezilya 0 Kaynak: WB ġekil 3.24. M2 para arzı/GSYĠH (%) Diğer taraftan bankacılık sektörünün kaldıraç oranını gösteren özkaynakların toplam varlıklara oranı incelendiğinde Türkiye, Romanya, Güney Afrika ve Rusya‟da söz konusu oranların bir miktar düĢtüğü görülmektedir (ġekil 3.25). Söz konusu düĢüĢler bankaların daha yüksek kaldıraçla çalıĢtığını ve daha çok borçlanması göstermektedir. Bununla birlikte söz konusu ülkelerde kaldıraç oranları ideal olarak kabul edilen %5‟in üzerindedir. Küresel finans krizinin temel nedenlerinden birinin aĢırı kaldıraç kullanımı olduğu düĢünüldüğünde, politika yapıcıların bankaların borçlanma seviyeleri üzerinde hassas olmaları gerekmektedir. 69 16 2002-07 ort. 2008 2009 2010 2011 2012 14 12 10 8 6 4 2 Hindistan G. Afrika Polonya Endonezya Brezilya Romanya Meksika Kolombiya Arjantin Rusya Türkiye 0 Kaynak: WB ġekil 3.25. Bankacılık Sektörü özkaynak/ toplam varlıklar (%) Küresel likidite bolluğu ile ucuz fonlamaya eriĢim imkânın artması ve ulusal ekonomilerde faiz oranlarının dip seviyelere inmesiyle finansal koĢullarda ciddi bir gevĢeme yaĢanmıĢtır. Yurt içinde ve yurt dıĢında düĢük maliyetle fon bulma imkânının artmasıyla geliĢmekte olan ülkeler aĢırı kredi geniĢlemesi sorunu ile karĢı karĢıya kalmıĢtır. Hızlı kredi büyümesi, finansal krizlerin öncü göstergelerinden biri olarak kabul edilmektedir (Reinhart ve diğerleri, 2009). Bankalarca özel sektöre verilen kredilerin milli gelire oranı incelendiğinde ele alınan ülkelerin tamamında 2002–07 ortalamasına göre önemli artıĢlar olduğu görülmüĢtür. Özellikle Türkiye, Brezilya, Hindistan, Romanya, Polonya, Macaristan ve Rusya‟da ciddi kredi geniĢlemesi görülmüĢtür (ġekil 3.26). Kredi talebinin iç talebi tetikleyerek dıĢ dengeyi olumsuz etkilemesi ve varlık balonlarının oluĢması için tetikleyici bir unsur olması politika yapıcılar tarafından finansal istikrar kaygısıyla kredi büyümesinin yakından izlenmesine yol açmıĢtır. Ayrıca, Guo ve Stepanyan (2011)‟e göre de geliĢmekte olan ülkelerde kredi geniĢlemesini etkiyen baĢlıca faktörler; yurt dıĢı yerleĢiklere yükümlülükler, yurt içi mevduat, ABD fonlama faiz oranı ve ABD M2 para arzı olmuĢtur. 70 180 2002-07 ort. 2009 2011 160 140 120 2008 2010 2012 100 80 60 40 20 Arjantin Meksika Romanya Türkiye Endonezya Rusya Kolombiya Polonya Brezilya Hindistan Macaristan G. Afrika 0 Kaynak: IMF ġekil 3.26. Özel sektöre verilen krediler/GSYĠH (%) Ayrıca hızlı kredi büyümesi bazı ülkelerde kredi geri ödemlerinde sorunlara yol açarak finansal istikrarı bozucu bir unsur olabilmektedir. Tahsili geçmiĢ alacakların toplam krediler içindeki payı incelendiğinde 2002–2007 ortalamasına göre Macaristan, Rusya ve Güney Afrika finansal istikrarı bozabilecek boyutta çok ciddi artıĢların olduğu görülmektedir (ġekil 3.27). 18 16 14 12 2002-07 ort. 2008 2009 2010 2011 2012 10 8 6 4 2 G. Afrika Meksika Macaristan Brezilya Rusya Kolombiya Hindistan Türkiye Endonezya Arjantin Polonya 0 Kaynak: OECD ġekil 3.27. Tahsili geçmiĢ alacaklar/toplam krediler (%) 3.2.5. DıĢ dengeye etkisi 2008 sonrası dönemde yurt içi ve yurt dıĢı finansman koĢullarındaki gevĢeme ile kredi talebinin hızla artması ve bunun sonucunda artan iç talep ile ithalatın artması, reel efektif döviz kurunun artarak dıĢ ticarette rekabetçiliği azaltması ile geliĢmekte olan ülkelerde dıĢ denge olumsuz olarak etkilenmiĢtir. Cari dengenin milli hasılaya oranı 71 incelendiğinde 2002–2007 ortalamasına göre seçilen ülkelerin büyük bir kısmında cari dengenin kötüleĢtiği görülmektedir. Özellikle “Kırılgan BeĢli” ülkelerinden Türkiye, Güney Afrika ve Hindistan‟da finansal kriz öncesi döneme göre carı açıkta ciddi artıĢlar olmuĢtur. Diğer taraftan cari fazlası olan Rusya, Arjantin ve Endonezya gibi ülkelerin de cari fazlalarında önemli azalmalar olmuĢ, Arjantin ve Endonezya‟da cari fazlalar 2012‟de cari açığa dönüĢmüĢtür (ġekil 3.28). Söz konusu ülkelerde 2008 sonrası hızlı kredi büyümesinin ve dıĢ ticarette rekabetçiliğin azalmasının tetikleyici olduğu aĢikardır. Ayrıca ele alınan ülkelerin bir kısmında cari açığın finansmanında portföy akımlarının önemli bir paya sahip olduğu düĢünüldüğünde finansal istikrar açısından cari açığın sürdürebilirliği önem teĢkil etmektedir. Küresel finans krizi sonrasında olduğu gibi portföy akımlarında hızlı çıkıĢlar ve ani duruĢlar söz konusu olmaktadır. Bu çerçevede geliĢmekte olan ülkelerde cari açık ve cari açığın finansmanı politika yapıcılar için önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. 10 5 2002-07 ort. 2008 2009 2010 2011 2012 Türkiye Polonya G. Afrika Kolombiya Meksika Hindistan Brezilya Endonezya -10 Arjantin -5 Rusya 0 -15 Kaynak: IMF ġekil 3.28. Cari denge/GSYĠH (%) Diğer taraftan “ilk günah” ilkesi gereği geliĢmekte olan ülkeler cari açığın finansmanı için daha fazla döviz rezervi bulundurmak zorundadırlar. Eichengreen, Hausmann ve Panizza (2003) ilk günahı bir ülkenin kendi para biriminden dıĢarıdan borçlanamaması olarak tanımlamaktadır. GeliĢmiĢ ülkelerden, geliĢmekte olan ülkelere daha fazla sermaye akımı olmamasının ve geliĢmekte olan ülkenin sermaye hesaplarını, tüketimi düzenlemek için kullanmada zorlanmasının nedeni olarak dıĢarıda kendi para biriminden borçlanamamasını göstermektedir. Bir ülkenin yabancı para cinsinden dıĢ borçları arttıkça da reel kurdaki değer kaybı borç servisini güçleĢtirmektedir. Dolayısıyla, 72 geliĢmekte olan ülkeler gerektiğinde kur hareketlerini engellemek ya da borcun nihai sorumlusu olarak kendisine hareket alanı yaratmak için döviz rezervi tutmak zorundadır. Ayrıca, ulusal paraları uluslararası rezerv para olarak kabul edilmeyen ülkeler, uluslararası ticaret ve yatırımlarında yabancı para kullanmak zorunda kalmaktadır. 3.2.6. DıĢ borca etkisi Küresel likidite koĢullarının gevĢediği 2008 sonrası dönemdeki toplam dıĢ borç oranının GSYĠH‟ya oranı ele alındığında Avrupa Birliği üyesi olan geliĢmekte olan ülkelerde önemli bir ayrıĢma göze çarpmaktadır. Macaristan, Romanya ve Polonya‟nın toplam dıĢ borcu 2002–2007 ortalamasına göre oldukça artmıĢtır. Diğer taraftan “Kırılgan BeĢli” içinde yer alan Brezilya ve Endonezya‟da söz konusu oran 2002–07 ortalamasına göre azalırken, diğer geliĢmekte olan ülkelerde önemli bir değiĢiklik olmamıĢtır (ġekil 3.29). 2008 2010 2012 Brezilya Kolombiya Meksika Endonezya G. Afrika Rusya Türkiye Polonya Romanya Macaristan 2002-07 ort. 2009 2011 Hindistan 160 140 120 100 80 60 40 20 0 Kaynak: EIU ġekil 3.29. Toplam dıĢ borç/GSYĠH (%) Bununla birlikte kısa vadeli dıĢ borcun toplam dıĢ borcun içindeki payı incelendiğinde Hindistan, Endonezya, Meksika ve Türkiye‟de kısa vadeli dıĢ borcun kriz öncesi döneme göre artıĢ gösterdiği görülmektedir. Ayrıca kısa vadeli dıĢ borçtaki söz konusu artıĢın 2010 yılıyla birlikte hızlandığını söylemek mümkündür (ġekil 3.30). 73 40 35 2002-07 ort. 2008 30 2009 2010 25 2011 2012 20 15 10 5 Hindistan Brezilya Endonezya Kolombiya Meksika Macaristan Arjantin Türkiye Romanya G. Afrika 0 Kaynak: IMF ġekil 3.30. Kısa vadeli dıĢ borç/toplam dıĢ borç (%) 3.2.7. Varlık fiyatları ve enflasyona etkisi Küresel finans krizinden sonra likidite koĢullarındaki gevĢeme geliĢmekte olan ülkelere sermaye akımlarını artırırken, portföy akımlarının sermaye akımları içindeki payı da artmıĢtır. Portföy yatırım kalemlerinden olan hisse senedi yatırımları da bu geliĢmelere göre ĢekillenmiĢtir. Küresel likidite koĢullarının varlık fiyatlarını etkisini gözlemlemekte hisse senedi endekslerini kullanmak mümkündür. 2002–2007 ortalaması ile karĢılaĢtırıldığında ele alınan ülkelerde hisse senedi endekslerinin hızlı bir artıĢ sergilediği görülmektedir. Özellikle “Kırılgan BeĢli” içinde yer alan tüm ülkelerin hisse senedi piyasalarına önemli giriĢler olmuĢtur (ġekil 3.31). Söz konusu giriĢler bir yandan varlık fiyatlarını artırıp balon endiĢelerini yükseltirken bir yandan da sermaye giriĢlerinin tersine dönerek finansal piyasaların istikrarsızlaĢması kaygısını beraberinde getirmiĢtir. Grafiksel analiz ile elde edilen bu sonuçlar literatürde yer alan bazı çalıĢmalarca da elde edilmiĢtir. Baks ve Kramer (1999) küresel likidite fazlasının G-7 ülkelerinde hisse senedi fiyatları üzerinde ise pozitif bir etkiye yol açtığını ortaya koyarken, IMF (2010) küresel likiditenin hisse senedi yatırımlarını 2003 ve 2009 arasında pozitif etkilediğini ve varlık getirilerini arttırdığını bulmuĢtur. 74 160 140 120 2002-07 ort. 2008 2009 2010 2011 2012 100 80 60 40 20 Macaristan Brezilya Hindistan Rusya Türkiye Meksika G. Afrika Endonezya 0 Kaynak: OECD ġekil 3.31. Hisse senedi endeksleri (2010=100) Literatürdeki bulgular küresel likidite bolluğunun enflasyonist baskı oluĢturduğunu göstermektedir. GeliĢmekte olan ülkelerde ortalama enflasyon oranları grafiksel olarak analiz edildiğinde ise Arjantin, Hindistan, Güney Afrika, Meksika ve Polonya‟da 2008 sonrası dönemde tüketici fiyat endekslerinden elde edilen ortalama enflasyonun artıĢ gösterdiği görülmektedir (ġekil 3.32). Diğer taraftan Türkiye, Macaristan, Rusya ve Endonezya‟da 2009 yılından sonra kriz öncesi 2004–2007 dönemi ortalamasına göre daha düĢük enflasyon gözlemlenmiĢtir. Bu sonuçlar Umutlu ve Yıldız (2011)‟ın Türkiye için yaptığı çalıĢmanın bulgularıyla örtüĢmektedir. Söz konusu çalıĢmada pozitif küresel likidite Ģokunun kısa vadede enflasyon oranını düĢürdüğü görülmüĢtür. 30 2004-07 ort 2009 2011 25 20 2008 2010 2012 15 10 5 Kaynak: EIU ġekil 3.32. Ortalama enflasyon (%) Kolombia Polonya Meksika Endonezya Rusya Brezilya Macaristan G. Afrika Türkiye Hindistan Arjantin 0 75 3.2.8. GSYĠH büyümesine etkisi Küresel likidite koĢullarının GSYĠH‟ya etkisini irdeleyen çalıĢmaların çoğunda likidite bolluğunun toplam çıktıdaki büyümeyi olumlu etkilediği görülmektedir. GeliĢmekte olan ülkelerde GSYĠH büyümesi grafiksel olarak analiz edildiğinde 2002–2007 ortalamasına göre finans krizinin patlak vermesiyle birlikte 2008 yılından itibaren incelenen ülkelerin çoğunda büyüme oranlarının düĢtüğü, 2009 yılında söz konusu düĢüsün hızlandığı ve bazı ülkelerde ciddi daralmaların olduğu gözlenmektedir. Rusya, Macaristan, Meksika, Türkiye ve Güney Afrika 2009 yılında önemli bir ekonomik daralma yaĢamıĢlardır. Küresel finansman koĢullarının çok gevĢek olduğu, geliĢmiĢ ülke merkez bankalarının bilançolarını aĢırı büyüttükleri ortamda 2010 yılında birçok geliĢmekte olan ülkede büyüme rekorları kırılmıĢ, bazı ülkelerde hızlı büyüme 2011 yılında da devam etmiĢtir. Arjantin, Türkiye, Hindistan ve Endonezya 2002–2007 ortalamasına göre yüksek büyüme sergileyen ülkeler olmuĢtur. 2011 yılı ikinci yarısından itibaren Avrupa‟daki bazı ülkelerin borçlarının sürdürülebilirliği endiĢesi ile küresel piyasalarda belirsizlik ve risk algısı tekrar artmıĢ ve 2012 yılında ele alınan ülkelerin çoğunda büyüme oranları hızlı bir düĢüĢ göstermiĢtir. Ġncelenen geliĢmekte olan ülkeler içinde büyüme oranı en istikrarlı seyreden ülke Endonezya olurken Türkiye, Arjantin, Brezilya ve Macaristan oynaklığın en yüksek olduğu ülkeler olmuĢtur (ġekil 3.33). Sonuç olarak 2008 sonrası dönem küresel likiditenin bol olduğu bir dönem olmakla birlikte finans krizinin etkisinin uzun süre hissedilmesi, küresel belirsizliğin dönem dönem yükselmesi büyüme oranlarında önemli dalgalanmalara yol açmıĢtır. 76 12 2002-2007 Ort. 2009 2011 10 8 2008 2010 2012 6 4 2 Hindistan Rusya Turkiye Arjantin Endonezya G. Afrika Kolombiya -6 Polanya -4 Brezilya Meksika -2 Macaristan 0 -8 Kaynak: IMF ġekil 3.33. GSYĠH büyümesi (%) Büyüme kompozisyonu incelenecek olursa küresel finans krizinin etkisinin en çok hissedildiği, büyüme oranlarının düĢtüğü 2009 yılında ele alınan geliĢmekte olan ülkelerin çoğunda dıĢ dengenin büyümeye katkısı yüksek oranlarda olmuĢtur. Ekonomik büyümenin hızlandığı 2010 ve 2011 yıllarında ise birçok ülkede dıĢ dengenin büyüme katkısı negatif olurken, 2002–2007 ortalamasına göre de oldukça düĢmüĢtür. Avrupa‟daki borçlanma kriziyle büyümenin yavaĢladığı 2012 yılında dıĢ dengenin ekonomik büyümeye olumsuz etkisi bir miktar azalırken, Türkiye 2012 yılında pozitif olarak ayrıĢmıĢtır. Diğer taraftan, 2008 sonrası döneme genel olarak dıĢ dengenin büyümeye katkısını arttıran ülkeler Endonezya ve Macaristan olmuĢtur (ġekil 3.34). 6 2002-07 ort. 2009 2011 4 2008 2010 2012 2 -6 Kaynak: EIU ġekil 3.34. DıĢ dengenin büyümeye katkısı (%) Türkiye G. Afrika Kolombiya Meksika Hindistan Polonya Arjantin Rusya Brezilya -4 Macaristan -2 Endonezya 0 77 Özel tüketimin büyümeye katkısı analiz edildiğinde, ülkelerin çoğunda büyüme oranlarındaki değiĢime paralel olarak 2008 ve 2009 yıllarında özel tüketimin büyümeye katkısının azaldığı hatta 2009 yılında Meksika, Macaristan, Rusya, Türkiye ve Güney Afrika‟da negatife döndüğü görülmektedir. 2010 ve 2011 yıllarında özel tüketimin büyümeye katkısında artıĢ olurken incelenen ülkelerin yarısında 2002–2007 ortalamasının aĢıldığı diğer yarısında da bu ortalamanın altında kalındığı görülmektedir. 2008 sonrası dönemde özel tüketimin büyümeye katkısının en istikrarlı seyrettiği ülkeler Endonezya, Hindistan ve Brezilya olurken, diğer ülkelerde değiĢken bir yapı görülmektedir (ġekil 3.35). 8 2002-07 ort. 2009 2011 6 2008 2010 2012 4 2 Brezilya Macaristan -6 Meksika Polonya Endonezya Kolombiya Arjantin G. Afrika Hindistan -4 Rusya -2 Türkiye 0 Kaynak: EIU ġekil 3.35. Özel tüketimin büyümeye katkısı (%) Devlet harcamalarının büyümeye katkısı irdelendiğinde ise özellikle krizin derin hissedildiği 2008–2009 döneminde maliye politikalarının gevĢemesi ile ülkelerin çoğunda söz konusu kalemin katkısının arttığını söylemek mümkündür. 2002–2007 ortalaması ile karĢılaĢtırıldığında devlet harcamalarının büyümeye katkısında en çok artıĢ görülen ülkeler Arjantin, Hindistan, Kolombiya ve Meksika olmuĢtur (ġekil 3.36). 78 2 2 2002-07 ort. 2008 2009 2010 2011 2012 1 1 Macaristan Rusya Polonya Endonezya Meksika Hindistan Brezilya Türkiye Arjantin Kolombiya -1 G. Afrika 0 -1 Kaynak: EIU ġekil 3.36. Devlet harcamalarının büyümeye katkısı (%) Sonuç olarak 2008 yılında küresel finans krizinin ortaya çıkması, 2009 yılında derinleĢmesi ve yayılmasıyla birlikte geliĢmiĢ ülkelerde faiz oranlarının tarihi dip seviyeleri görmüĢ ve bu geliĢmelere aĢırı parasal taban geniĢlemelerinin eĢlik etmesiyle küresel likiditenin bol olduğu bir dönem baĢlamıĢtır. Bu dönemin en belirgin özelliği finans krizinin etkisinin uzun süre hissedilmesi, küresel belirsizliklerinin yüksek olması ve risk algısındaki oynaklığın fazla olmasıdır. Söz konusu finansal koĢullar geliĢmekte olan ülkelere sermaye akımlarını artırırken, portföy akımlarının da toplam sermaye giriĢleri içimdeki payı artmıĢtır. Bu durum sermaye akımlarının oynaklığını arttırırken, 2009 yılında olduğu gibi portföy akımlarındaki ani duruĢ endiĢesini de beraberinde getirmiĢtir. Küresel finansman koĢullarındaki gevĢemeye bağlı olarak geliĢmekte olan ülkelerin önemli bir kısmında kısa vadeli dıĢ borç artarken, ulusal finansman koĢullarının da gevĢemesi ile hızlı kredi büyümesi, iç talep artıĢı ve dıĢ dengenin bozulması gözlemlenmiĢtir. Ayrıca sermaye akımlarındaki artıĢ reel kuru değerlendirerek geliĢmekte olan ülkelerin rekabetçiliğini azaltmıĢ ve dıĢ dengeyi daha da bozmuĢtur. Küresel likiditenin bol, belirsizliklerin sık sık arttığı bir dönemde döviz kurlarında da önemli oynaklıklar görülmüĢtür. Diğer taraftan hisse senedi piyasasında yeni balonların oluĢması endiĢeleri yükselmiĢ, bazı ülkelerde de artan varlık fiyatlarının da etkisiyle enflasyonist baskı oluĢmuĢtur. DıĢ finansmana bağımlılığı yüksek geliĢmekte olan ülkelerin çoğunda kriz dönemindeki daralmadan sonra 2010 ve 2011 yıllarında potansiyel büyüme oranlarının üzerinde GSYĠH büyümesi gerçekleĢmiĢtir. Grafiksel analizlerle elde edilen bu sonuçlar literatürdeki bulgularla örtüĢürken, söz konusu makro değiĢkenlerde gözlemlenen etkiler, 79 özellikle küresel finansman Ģartlarına aĢırı hassas olan “Kırılgan BeĢli” ülkelerinde, finansal istikrara dair riskleri arttırmıĢtır. Bu sebeple geliĢmekte olan ülke merkez banklarının çoğu, finansal kriz sonrası likiditenin bol olduğu dönemde fiyat istikrarının yanında finansal istikrarı da öncelikli bir konu olarak görmeye baĢlamıĢlardır. Birçok ülkede merkez bankları ve düzenleyici denetleyici otoritelerce finansal istikrarı korumak adına makro ihtiyati tedbirler uygulanmaya baĢlanmıĢtır. 80 81 4. GELĠġMĠġTE OLAN ÜLKELERDE POLĠTĠKA TEPKĠLERĠ 4.1. Merkez Bankacılığını Yeniden DüĢünmek 2000‟li yılların baĢında geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülke merkez bankalarının çoğu enflasyon hedeflemesinden oluĢan tek bir para politikası çerçevesini benimseyerek fiyat istikrarını sağlamayı amaçlamıĢlardır. Bu yaklaĢımın aynı zamanda makro finansal istikrarı da sağlayacağı düĢünülmüĢtür. Enflasyona odaklanan politika özellikle geliĢmekte olan ülkelerde fiyat istikrarının sağlanmasına önemli ölçüde katkıda bulunurken 2008 yılında ortaya çıkan finans krizi merkez bankacılığın yeniden düĢünülmesini, fiyat istikrarı ile finansal istikrar arasındaki iliĢkinin yeniden ele alınmasını gerekli kılmıĢtır. Kriz sonrası dönemde geliĢmekte olan ülke merkez bankaları bollaĢan küresel likidite sonucu sermaye akımlarının finansal istikrara dair riskleri arttırması ve döviz kurunun değerlenmesi sorunlarıyla karĢı karĢıya kalmıĢlardır. Bu sorunlar ilk kez ortaya çıkmamakla birlikte küresel ekonomik atmosferin kırılgan, belirsizliklerin yüksek ve risk algısının değiĢken olması riskleri arttırmıĢtır (CIEPR, 2011). Merkez banklarını sadece fiyat istikrarına yönelten, finansal istikrarı mikro düzenlemelere bırakan, ancak kriz dönemlerinde ya da stres dönemlerinde bankalar arasında ortaya çıkan likidite sorunlarının finansal sistemin genelini etkilememesi için finansal istikrarı ön plana çıkararak bankalara destek olan “alıĢılageldik para politikasının” yeterli olmadığı kanısı küresel krizle birlikte yaygınlaĢmıĢtır. Küresel finansman koĢullarının gevĢemesi ile likiditenin bollaĢması, risk almayı seven finansal sektör ve varlık fiyatlarında ortaya çıkan balonlar, merkez bankalarını alıĢılageldik para politikasının yerine finansal istikrara fiyat istikrarı kadar önem veren bir para politikasını düĢünmeye zorlamıĢtır. Bu amaçla makro ihtiyati araçlar para politikasıyla birlikte kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Merkez bankalarının bağımsızlığı ve kredibilitesi göz önünde bulundurulduğunda finansal istikrar ve fiyat istikrarı arasındaki iliĢki, hedefler ve kullanılacak araçların açık bir Ģekilde ortaya konulması gerekmektedir. Ayrıca para politikası tek baĢına yeterli olmayacağı için, maliye politikasının ve yapısal politikaların da bu amaçlar için kullanılması gerekmektedir. (CIEPR, 2011). Finansal istikrarı sağlamada kullanılan makro ihtiyati politikalar, para politikası, maliye politikası, kriz yönetimi, rekabet politikası ve mikro ihtiyati politikalar yoğun bir etkileĢim içindedirler (ġekil 4.1). 82 Maliye Politikası Para Politikası Makro İhtiyati Politikalar Kriz Yönetimi Rekabet Politikası Mikro İhtiyati Politikalar ġekil 4.1. Makro ihtiyati politikaların diğer politikalarla etkileĢimi 4.1.1. Finansal istikrarın tanımlanması Mali piyasalarda faaliyet gösteren kurumların sağlamlığı, güçlü bir makroekonomik performans ve etkin bir para politikası için gerekli olan unsurlardır. Bu bağlamda, merkez bankaları finansal istikrar için potansiyel risk oluĢturacak yapısal ve makroekonomik geliĢmeler ile mali piyasalarda faaliyet gösteren kurumların etkinliğini ve sağlamlığını izlemeye önem vermekte, banka gözetim ve denetiminde doğrudan yer almaĢlar da bankacılık sektörü geliĢmelerini ve temel riskleri izlemeye devam etmektedirler. Genel olarak finansal istikrarı tanımlarken finansal istikrarsızlık kavramından hareket edilmektedir. Crockett (1997)‟deki tanımına göre, finansal istikrarsızlık, finansal varlıkların fiyatlarındaki dalgalanmalar veya finansal kuruluĢların sözleĢmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirememeleri nedeniyle ekonomik performansın, potansiyel olarak zarar görmesi durumunu ifade etmektedir. 83 Mishkin (1997) finansal istikrarsızlığın Ģoklar ile finansal sisteme bilgi akıĢlarının kesildiği durumlarda oluĢtuğunu ve bu durumda finansal sistemin fonları üretken yatırımlara dönüĢtüremediğini belirtmektedir. BIS (2011), finansal istikrarsızlığı finansal piyasalardaki dönemsellik ile tanımlamakta ve bu dönemselliklerin kaynağı olarak ulusal ve uluslararası makroekonomik koĢullardaki değiĢmeler ile teknolojik değiĢmeleri göstermektedir. FED (2011), finansal istikrarsızlığı tanımlamak için üç ölçüt kullanmaktadır: Önemli finansal aktif fiyatlarındaki hızlı değiĢim Piyasaların iĢleyiĢinin ve kredi kanallarının hızla bozulması Toplam harcamaların ekonomideki üretim seviyesine katkı sağlayamaması. Avrupa Merkez Bankası finansal istikrarı, finansal aracılar ve piyasa katılımcılarının, tasarrufların yatırımlara dönüĢüm sürecine zarar vermeden meydana gelebilecek Ģoklara dayanıklı olması olarak tanımlamaktadır (ECB, 2011). Alman Merkez Bankası (2003)‟nın tanımına göre finansal istikrar, finansal sistemin kaynakları bölüĢtürmesi, riski dağıtması ve ödemeleri yerine getirmesi gibi önemli ekonomik fonksiyonlarını derin yapısal değiĢiklik dönemlerinde, finansal Ģok anlarında ya da stres zamanlarında bile yerine getirdiği sabit bir durumdur. Ġngiliz Finansal Hizmetler Otoritesi (FSA)‟ne göre finansal istikrarın ön Ģartları Ģunlardır: Fiyat istikrarının sağlanması, ĠĢsizlik oranının doğal iĢsizlik düzeyine yakın olması, Ekonomide genel olarak piyasaların ve önemli finansal kuruluĢların faaliyetlerine güven duyulması, Finansal ya da reel herhangi bir varlığın fiyatında ekonomiye zarar verecek, fiyat istikrarını ve doğal iĢsizlik düzeyini olumsuz etkileyecek bir fiyat hareketin olmaması (Foot, 2003). 84 IMF, makroekonomik koĢullar ile ödemler dengesi pozisyonlarının finansal sistemlerin istikrarı ve etkinlikleri açısından gerekli olduğunu belirtmekte, makroekonomik istikrar ile finansal istikrar arasında karĢılıklı bir etkileĢimin olduğunu vurgulamaktadırlar. Özatay (2012) makro finansal istikrarı, hem kurumların hem de finansal kurumların aracılık hizmetlerinden yararlananların risk alma iĢtahlarının, ekonomik faaliyet düzeyindeki dalgalanmalarla paralel hareket etme eğiliminin ve dolayısıyla söz konusu dalgalanmaların Ģiddetinin azaltıldığı bir ortam olarak tanımlamaktadır. Bu çerçevede ekonomilerin hızla büyüdükleri dönemlerde, ekonomik birimlerin aĢırı risk alma iĢtahlarını törpüleyecek, ekonomilerin yavaĢ büyüdükleri ya da küçüldükleri dönemlerde ise ekonomik birimlerin risk alma iĢtahsızlığını azaltacak politikalar makro ihtiyati finansal politikalar olarak adlandırmıĢtır. 4.1.2. Para politikasında yeni arayıĢlar Ortodoks bakıĢ açısına göre para politikasının enflasyon oranını kontrol etmeye odaklanması, beklentiler kanalıyla uzun dönem faiz oranlarına nüfuz etmesi ve toplam talebi etkilemesi beklenmektedir. Diğer taraftan finansal istikrarın sağlanması ayrı bir yaklaĢım gerektirmekte olup, merkez bankasının ya da diğer düzenleyici otoritelerin yetkili olduğu makro ve mikro düzenlemelere bu amaca ulaĢılması öngörülmektedir. Bu yaklaĢım küresel enflasyonun düĢürülmesinde önemli baĢarılar elde etmiĢtir, ancak küresel finans kriziyle birlikte merkez bankacılığına yaklaĢımlar yeniden tartıĢılmaya baĢlanmıĢtır. Fiyat istikrarına odaklanan geleneksel yaklaĢımın yeniden ele alınmasını gerekli kılan nedenler Ģunlardır: Fiyat istikrarına odaklanan para politikası dar bir bakıĢ açısına sahip olduğu için finansal sektörden kaynaklanacak riskleri göz ardı edebilmektedir. Geleneksel politikalarda para politikalarının sınır ötesi yayılma etkisi sınırlı olarak dikkate alınmakta, bazen de hiç önemsenmektedir. Bu yaklaĢım reel sektör ve finansal sektördeki riskleri arttırmaktadır. GeliĢmiĢ ülke merkez bankalarının piyasaya alıĢılmadık müdahalelerde bulunduğu dönemlerde para politikalarının yayılma etkisi daha da Ģiddetlenmektedir. Faiz oranlarının sıfıra yakın seviyelere indirilmesi ve artan belirsizlik ortamı sebebiyle bankacılık sektörünün yurt içinde kredi vermede isteksiz davranması büyüme oranı yüksek olan geliĢmekte olan ülkelere sermaye akımlarını arttırarak kredi arzını patlatmakta ve finansal istikrar için risk oluĢturmaktadır. 85 GeliĢmiĢ ülkelerde devlet borçlarının yüksek seviyelere ulaĢması, ekonomik aktivitelerin yavaĢlaması sonucu geliĢmekte olan ülkelerin ihracat pazarlarında sıkıntı yaĢaması ve merkez bankalarının üzerindeki politik baskıları arttırmaktadır (CIEPR, 2011). Para politikasında yeni arayıĢları iki kategoride ele almak mümkündür. Birinci grupta yer alanlar enflasyon hedeflemesi rejiminin finansal istikrarı da gözetecek Ģekilde yeniden tasarlanabileceğini savunmaktadırlar. Bu çalıĢmaların bir kısmı politika faiz oranı da tek araç olarak kullanıp klasik enflasyon hedeflemesi modeline finansal istikrarı gözeten bir değiĢken ekleyerek faiz tepki denkleminin nasıl değiĢeceği ile ilgilenirken, diğer kısmı da birden fazla para politikacı aracının kullandığı durumu ele almaktadır. Son yaklaĢıma göre artan hedef doğrultusunda politika faiz oranı ile uyumlu çalıĢacak makro ihtiyati politika aracı ya da araçlarına ihtiyaç duyulacaktır. Ġkinci grupta yer alanlar ise enflasyon hedeflemesinden vazgeçilmesini savunmaktadırlar. Bu yaklaĢım finansal istikrara odaklanıp fiyat istikrarının arka plana itilmesini ya da finansal istikrara dair riskler ortadan kalkıncaya kadar fiyat istikrarı hedefinin askıya alınmasını benimsemektedir. Enflasyon hedeflemesi rejimi çerçevesinde merkez bankalarının temel amacı fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmektir. Bu amaca hizmet etmek üzere merkez bankaları klasik Taylor Kuralına (1993) paralel olarak politika faiz oranını temel araç olarak kullanmaktadır. Taylor Kuralı, nominal faiz oranının, gerçekleĢen enflasyonun hedeflenen değerinden sapması ile üretim açığının bir fonksiyonu olarak tanımlanmakta olup EĢitlik 4.1ile gösterilmektedir. R= α+ β1(π -π*) + β2(y-y*) (4.1) Bununla birlikte klasik enflasyon hedeflemesi çerçevesinde geliĢtirilmiĢ farklı modeller de mevcuttur. Bunlar Yeni Keynesyen çizgide oluĢturulan dinamik stokastik genel denge modelleridir. Para politikasında yeni arayıĢlar konusunda birinci gruptaki yaklaĢımı benimseyenlerden Giavazzi ve Giovannini (2010) geleneksel enflasyon hedeflemesi rejiminin finansal krizlerin ortaya çıkma ihtimalini arttırdığını savunmaktadır. Enflasyon hedeflemesi rejiminde kullanılan modellerin finansal istikrarsızlığa da tepki verecek biçimde geliĢtirilmesini önermektedirler. Benzer Ģekilde Woodford (2012) enflasyon hedeflemesinin terk edilmesi yerine mevcut uygulamayı çok değiĢtirmeden finansal 86 istikrarı da içerek Ģekilde geniĢletmeyi tartıĢmanın daha doğru olacağını ifade etmektedir. Ekonomi için gerekli olan fiyat istikrarı konusunda merkez bankalarının önemli bir tecrübe ve kredibilite kazandığını belirterek bu birikimi bir kenara bırakmanın yanlıĢ olacağını savunmaktadır. Finansal dengesizliklere karĢı bazı durumlarda politika faizi ile tepki verilebileceğini bazı durumlarda ise makro ihtiyati araç kullanmanın daha etkin olacağını belirterek, politika yapıcıların Ģokların çeĢidine göre uygun aracı seçmeleri gerektiğini belirtmiĢtir. Özatay (2012), Clarida ve arkadaĢları (1999)‟nın geliĢtirdiği özünde fiyat katılıklarının olduğu bir dinamik stokastik genel denge modeline dayanan klasik enflasyon hedeflemesi modelini finansal istikrarı da gözetecek biçimde daha geniĢ bir çerçeveye getirmiĢ ve tek para politikası aracı olarak politika faiz oranını kullanmıĢtır. Finansal istikrara dair risklerin çok çeĢitli olması ve finansal dengesizliklere karĢı kullanılabilecek araçların çok çeĢitli olması dikkate alındığında, finansal istikrarın tek bir denklemle ifade edilmesinin kolay olmayacağı görülmektedir. Bu çerçevede, özelikle sadece politika faiz oranını kullanan Taylor Kuralının ya da diğer modellerin finansal istikrarı da kapsayacak Ģekilde geniĢletilmesi önerisinin geçerliliği tartıĢmaya açık hale gelmektedir. “Tinbergen Kuralı”na göre bir araç yalnız bir amacın elde edilebilmesi için kullanılabilmektedir. Kısa vadeli faizler fiyat istikrarı için kullanıldığında, diğer hedefi gerçekleĢtirebilmek için ikinci bir politika aracı setine/setlerine ihtiyaç vardır. Bu ikinci grup politika araçları, finansal aktiviteyi doğrudan etkileyen, sermaye yeterlilik oranı, karĢılık oranları, kredi/teminat oranı gibi makro ihtiyati tedbirler ile vergi düzenlemelerdir (Yılmaz, 2011). Klasik Taylor Kuralı enflasyon hedefine ulaĢmak için gerekli faizin belirlenmesine yardımcı olmaktadır. Öte yandan finansal istikrar açısından önem taĢıyan kredi büyümesi, varlık fiyatları ve cari açık gibi faktörler için de faiz oranları temel belirleyicidir. Bundan hareketle fiyat istikrarı için gerekli olan faiz seviyesini veren Taylor Kuralına paralel olarak finansal istikrar için gerekli olan bir faiz seviyesi olabilir. Ancak, ekonomide fiyat istikrarı için gerekli olan faiz seviyesi ile finansal istikrar için gerekli olan faiz seviyesi her zaman birbirleri ile uyumlu olmayabilir. Ekonominin hızlı büyüdüğü dönemlerde, 87 enflasyonu kontrol altına alan faiz politikası, finansal risklerin ortaya çıkmasını engellemekte yetersiz kalabilmektedir. Diğer taraftan, derin bir daralma durumunda ise fiyat istikrarının tesis edilebilmesi için finansal istikrarı sağlayan faiz oranından daha da yüksek bir faiz seviyesine ihtiyaç duyulabilmektedir. Her iki durumda da, politika faiz oranının hem fiyat hem de finansal istikrarı sağlayabilmesi amacıyla, faiz dıĢındaki politika araçlarının, makro ihtiyati araçların, kullanılması gerekebilecektir. Bu araçların kullanılması, hem finansal istikrarı sağlayan hem de fiyat istikrarını sağlayan faiz eğrisini daha yatay hale getirerek iki eğri arasındaki farkın daralmasına ve böylelikle her iki amaca da hizmet edilmesine katkıda bulunacaktır (ġekil 4.2 ve 4.3) (TCMB-FĠR, 2010b). Kaynak: TCMB, FĠR 2010b Kaynak: TCMB, FĠR 2010b ġekil 4.2. Faiz dıĢı politika araçlarının kullanılmadığı durum ġekil 4.3. Faiz dıĢı politika araçlarının kullanıldığı durum Bu bağlamda finansal istikrarı sağlamak için politika faizinin yanında hedefe özgü makro ihtiyati araçların kullanması ekonomiyi gereksiz bir faiz yükünden kurtaracaktır. Birinci grupta yer alıp çoklu araç kullanımını benimseyenlerden Bailliu ve diğerleri (2012) enflasyon hedeflemesi yapılırken finansal Ģoklara ve makroekonomik dengesizliklere karĢı politika faizini ve makro ihtiyati araçları birlikte kullanmanın toplumsal refah kaybını azalttığını bulmuĢlardır. ÇalıĢma sonucuna göre, klasik Taylor Kuralı ile karĢılaĢtırıldığında finansal dengesizliklere politika faizi ve makro ihtiyati araçlarla tepki verildiği durumlarda refah kaybının daha az olduğu görülmüĢtür. Ünsal (2011) finansal istikrara dair riskleri azaltmak için fiyat istikrarına odaklanan para politikasının yeterli olmayacağını, bu çerçevede finansal risklere odaklı makro ihtiyati araçların para 88 politikasına önemli bir tamamlayıcı olacağını belirtmektedir. Açık bir ekonomide DSGE modeliyle para politikası ve makro ihtiyati önlemlerinin etkileĢiminin incelendiği çalıĢmaya göre, sermaye akımları ve finansal Ģoklara karĢı makro ve finansal istikrarı sağlamak için makro ihtiyati araçlar para politikasıyla birlikte kullanıldığında toplumsal refah kaybında azalıĢ olduğu gözlemlenmiĢtir. Ayrıca para politikasının yoğun olarak fiyat istikrarına odaklandığı ve makro ihtiyati araçlarla finansal istikrara odaklandığı durumda bile refah kaybında önemli bir azalıĢ elde edilmiĢtir. Sadece para politikası ile finansal istikrar ve fiyat istikrarının hedeflendiği durumda ise refah kaybı fazla olmuĢtur. ÇalıĢmada geniĢ tabanlı makro ihtiyati önlemlerin sermaye hareketlerine odaklanan makro ihtiyati tedbirlerden daha etkin olduğu sonucu elde edilirken, makro ihtiyati araçların para politikası için bir ikame olamayacağı ve ekonomide istikrarı tek baĢına sağlayamayacağı sonucuna da varılmıĢtır. Özatay (2012) basit bir yaklaĢımla merkez bankasının geleneksel amaç fonksiyonuna finansal istikrarı da gözeten bir değiĢken eklemektedir: (4.2) EĢitlikte “t” döneminde ulaĢılmak istenen amacı (Lt), t dönemindeki enflasyonu (πt), enflasyon hedefini (πh), reel üretim düzeyini (Yt), potansiyel reel üretim düzeyini (Yn), finansal istikrarsızlığı (Kt) ve finansal istikrarın normal düzeyini (Kn) göstermektedir. EĢitliğin sağındaki ilk parantez enflasyon açığını, ikinci parantez çıktı açığını, üçüncü parantez ise herhangi bir dönemdeki finansal istikrar ile finansal istikrarın doğal düzeyi arasındaki farkı (finansal açık) göstermektedir. (Kt) artarken finansal istikrarsızlık da artmaktadır. Ġkinci parantezin önündeki (λ1) katsayısı enflasyon açığına kıyasla çıktı açığına verilen önemi, (λ2) ise finansal açığa verilen önemi ifade etmektedir. Bu çerçevede, fiyat istikrarı ve finansal istikrarı birlikte gözeten, IS denklemi, reel kur denklemi ve Phlillips denkleminden türetilen ve iki aracın (politika faizi ve makro ihtiyati araç) kullanıldığı yeni bir model oluĢturulmaktadır: (4.3) 89 Modelde (σ) makro ihtiyati aracı, (r) politika faizini göstermekte olup modelin çalıĢması için iki aracın birbiriyle çeliĢmemesi gerekmektedir. Yeni durumda enflasyon açığına ve çıktı açığına klasik modelden daha farklı tepki verilmektedir. Enflasyona verilen tepki klasik enflasyon hedeflemesinde verilen tepkiden daha az olmaktadır. Finansal istikrarsızlık durumunda faiz oranı değiĢtirilmeden makro ihtiyati araç değiĢtirilebilecek ya da her iki araç birlikte kullanılabilecektir. Para politikasında yeni arayıĢlarda ikinci grupta yer alan Leijonhufvud (2008), fiyat istikrarına odaklanan para politikasının baĢarısız olduğunu ve finansal krize yol açtığını ifade etmektedir. 2000‟li yılların baĢında ABD‟de ortaya çıkan teknoloji krizi sonucu merkez bankasının piyasaları desteklemek için faiz oranını düĢürdüğünü, krizden sonraki dönemde ise ithalatın ve ithalatçı ülkelerin kur politikalarının fiyat artıĢlarını baskılayarak enflasyonun düĢük ve istikrarlı kalmasını sağladığını ve bu ortamda faizlerin uzun süre düĢük seviyelerde kalarak kredi kalitesinin bozulmasına ve varlık balonuna yol açtığını belirtmiĢtir. Ayrıca, para politikası borçlu veya alacaklının durumuyla ilgilenecekse, kimin kurtarılıp kimin batırılacağına karar verecekse hiçbir demokratik ülkede bu kararların seçilmemiĢ teknokratlar tarafından verilemeyeceğini, finansal istikrar gündeme geldiğinde merkez bankası bağımsızlığının da sorgulanması gerektiğini belirtmiĢtir. 4.1.3. Makro ihtiyati araçlar Küresel krizden sonra finansal istikrara dair artan endiĢeler diğer politikalarla birlikte makro ihtiyati araçların kullanımını arttırmıĢtır. Makro ihtiyati araçlar temel olarak konjonktürden kaynaklanan dalgalanmaları ve riskleri azaltmak ve finansal sitemdeki risklerin yayılmasını engellemek için kullanılmaktadır. Bu araçlar özellikle dört sistemik riski azaltmada kullanılmaktadır; a) Hızlı kredi büyümesi sonucu oluĢan riskler ve varlık fiyatı enflasyonu b) Kaldıraç oranındaki hızlı artıĢ ve azalıĢ c) Sistemik likidite riski d) Sermaye akımlarındaki oynaklıklardan ve yabancı para borçlanmadan kaynaklanan riskler (Costa, Columba, Kongsamut, Lim, Otani, Saiyid, Wezel, ve Wu, 2011). 90 Makro ihtiyati araçlar; daha esnek olmaları, gecikmelerinin daha az olması, müdahalelerin maliyeti sınırlı olması ve enflasyonun hedefin altında seyrettiği, parasal sıkılaĢtırılmanın istenmediği durumlarda çok kullanıĢlı olmaları sebebiyle tercih edilmektedir. Araçlar seçilirken; sistemik riski sınırlamada etkinlikleri, arbitraj imkânını sınırlamaları, sorunun köküne inmeleri, finansal sisteme ve ekonomiye mümkün olduğunca az zarar vermeleri gibi unsurlar göz önünde bulundurulmalıdır. Piyasayı ve beklentileri basit ve Ģeffaf bir politika seti ile etkilemek çok daha kolaydır. Dolayısıyla kullanılan araç sayısı ne kadar az olursa, diğer araçlarla etkileĢimleri ve toplam politika etkisini değerlendirmek o kadar kolay olacaktır. Daha fazla sayıda araç kullanmanın avantajı ise, daha çok uygulama alanının dar olduğu sorunlarda çözüm imkânı tanımasıdır. Araçlar kullanılırken; para politikası uygulamasında da olduğu gibi, araçlarla amaçlar eĢleĢtirilmelidir. Her bir politika amacı için en az bir araç belirlenmelidir. Ayrıca, niteliksel değerlendirmelere bağlı olarak araçların kurallar çerçevesinden ziyade inisiyatife bağlı kullanımı da göz önünde bulundurulmalıdır (BIS, 2012). Makro ihtiyati politikaların uygulanmasında normal zamanlar ve kriz zamanları arasındaki fark göz önünde bulundurulmalıdır. Makro ihtiyati politikaların önleyici bir rolü vardır, ancak normal zamanlar ve kriz zamanları arasındaki geçiĢi sağlayacak iyi anlaĢılan bir mekanizma olmalıdır. Söz konusu politikalar, diğer makroekonomik koĢullar da göz önüne alarak, finansal çevrime uygun cevap vermek üzere tasarlanmalıdır. Bu kapsamda, geniĢleme dönemlerinde diğer makroekonomik koĢulların güçlü veya zayıf olması duruma göre, makro ihtiyati tedbirler sıkılaĢtırıcı yönde kullanılabilmekte, daralma dönemlerinde ise, makro ihtiyati tedbirlerden gevĢetici yönde faydalanılabilmektedir (BIS, 2012). Çizelge 4.1. Makro ihtiyati araçların kullanımı Makro Ġhtiyati Araçların Kullanımı Diğer Makroekonomik KoĢullar Kaynak: BIS, 2012 Güçlü Zayıf Finansal Çevrim Daralma GeniĢleme Kriz Var Kriz Yok DeğiĢtirme SıkılaĢtır veya GevĢet SıkılaĢtır veya GevĢet GevĢet DeğiĢtirme 91 Costa ve diğerleri (2011)‟nin 49 ülkeden aldığı verilerle yaptığı çalıĢmada makroihtiyati tedbirlerin sistemik riskin azaltılması konusunda ne derece etkili olduğu incelenmiĢ ve sistemik riskin gerek zaman içindeki geliĢimi gerek belirli finansal kuruluĢ ve piyasalar üzerindeki etkileri mercek altına almıĢtır. ÇalıĢmanın temel bulgularına göre en sık kullanılan makro ihtiyati araçların çoğu çevrimselliğin bozucu etkilerini azaltmakla birlikte bunda ne derece etkili oldukları finansal sektörün maruz kaldığı Ģokların türüne göre değiĢmektedir. Ayrıca, makro ihtiyati politikaların etkin Ģekilde uygulanabilmesi için sağlam bir gözetim ve denetim çerçevesinin, iyi tasarlanmıĢ makroekonomik politikaların ve uygun bir kurumsal çerçevenin bulunmasının önemi ortaya konmuĢtur. Ülkelerin hangi araçları kullandıkları genellikle ekonomik ve finansal geliĢmiĢlik düzeylerine, kur rejimlerine ve belirli Ģoklara karĢı duyarlılıklarına göre Ģekillenmektedir. Ayrıca ülkelerde genellikle birkaç araç bir arada kullanılmakta, diğer makroekonomik politikalar bu araçlarla desteklenmekte ve araçlar çevrim karĢıtı olacak Ģekilde ayarlanarak otomatik dengeleyici olarak kullanılmaya çalıĢılmaktadır. ÇalıĢmaya göre ülkelerce en çok kullanılan makro ihtiyati araçlar Ģunlardır: • Kredi-teminat oranı • Borç-gelir oranı • Kredi miktarı ve büyümesine limit konması • Zorunlu karĢılık oranları • Çevrimsellik karĢıtı sermaye kuralları • DeğiĢken karĢılık oranları • Açık pozisyon ve vade uyumsuzluğu sınırlamaları • Kar dağıtımında sınırlamalar Ayrıca makro ihtiyati araçların ülkelerce kullanım sınıflandırılabilir: • Bir aracın tek baĢına ya da birkaç aracın birlikte kullanımı • Genel amaçlı ya da tek bir hedefe odaklı olarak kullanım • Sabit ya da zamana göre değiĢken kullanım • Kural bazlı ya da inisiyatife bağlı kullanım • Bağımsız ya da diğer politikalarla eĢgüdüm içinde kullanım Ģekilleri Ģu Ģekilde 92 Çizelge 4.2. Makro ihtiyati araçlar ve görevleri ARAÇLAR GÖREVİ Borcun bir kısmının peşin ödenmesini sağlayarak hanehaklı borçlanmasını azaltır. Teminatla borçlanmanın döngüsellikten kaynaklanan risklerini azaltır. Sıkça düzenlenirse konjonktürel risklere karşı güçlü bir araç olur. Tek başına kullanıldığında bankaların varlık kalitesini arttırıcı ihtiyati bir düzenlemedir. Kredi/Teminat oranıyla birlikte kullanıldığında ise hanehalkının Borç/Gelir Oranının Sınırlandırılması borçlanma kapasitesini sınırlandırarak döngüsellikten kaynaklanan riskleri bastırır. Konjontürden kaynaklanacak rsiklere karşı sıkça düzenlenebilir. Döviz cinsinden kredi kullanma, borçlanana kur riski yüklerken borç veren de Döviz Cinsi Kredilerin Sınırlandırılması likidite riskini alır. Tutar büyüdükçe risk sistemik hale gelebilir. Döviz borcunun sınırlandırılması ya da risk ağırlığının arttırılması sistemik riskleri engeller. Bankacılık sektörünün verdiği krediler genel olarak sınırlandırılabileceği gibi belirli Kredi Büyümesinin Sınırlandırılması bir sektöre verilen krediler de sınırlandırılabilir. Varlık fiyatlarındaki artıştan kaynaklanabilecek sistemik riskleri azaltır. Bankaların maruz kalacağı döviz riskini sınırlandırır. Kurdaki dalgalanmalardan Net Açık Pozisyonun Sınırlandırılması kaynaklabilecek kredi riskini azaltır. Varlık ve yükümlülükler arasındaki vade uyumsuzluğunu sınırlandırır. Finans Vade Uyumsuzluğunun kuruluşları kriz ve stres dönemlerinde kısa vadeli yükümlülükleri karşılamak için Sınırlandırılması vade uyumsuzluğundan ötürü varlıklarını düşük fiyata satmaya başlarsa bu durum diğerlerine de yayılarak sistemik bir likidite krizi oluşabilir. Kredi büyümesi üzerinde doğrudan etkili olarak varlık fiyatlarındaki artıştan Zorunlu Karşılıklar kaynaklanacak sistemik riskleri azaltır. Ayrıca bankaların sistemik likidite krizlerine karşı bir tampon oluşturmasını sağlar. Bir rasyo olarak belirlenebileceği gibi risk ağırlıklarının değiştirilmesi ile de Dögüsellik Karşıtı Sermaye yapılabilir. Konjonktürek dalgalanmalar sonucu bankaların sermaye Gereksinimleri gereksinimlerini karşılamak için varlıklarını satmak zorunda kalmasını engeller. Finansal sistemdeki döngülselliği kontrol etmek için kullanılır. Konjonktürün yükseldiği dönemde arttırılırak kredi genişlemesi sınırlandırılabilir, konjonktür Dinamik Karşılıklar tersine döndüğünde düşürülerek bankaların kredi vermesi teşvik edilebilir. Belirli bir formüle göre ayarlanabileceği gibi politika yapıcıların insiyatifinde de değiştirilebilir. Kredi/Teminat Oranının Sınırlandırılması Kar Dağıtımın Sınırlandırılması Bankaların sermaye yeterliliklerini destekleyen ihtiyati bir araçtır. Dağıtılmayan karlar bankaların özkaynaklarına eklendiği için konjontürün düşüşte olduğu dönemlerde bankaların kredi vermesini destekler. Basel III ile getirilen sermaye tamponlarına benzer bir rol üstlenir. Kaynak: Costa ve diğerleri, 2011 Küresel kriz sonrasında likiditenin bol ve değiĢken olduğu bir dönem baĢlamıĢ, finansal istikrara yönelik kaygılar geliĢmekte olan ülke merkez banklarını ve diğer düzenleyici otoriteleri para ve maliye politikasıyla birlikte yoğun olarak makro ihtiyati araçları kullanmaya yönlendirmiĢtir (Çizelge 4.3). 93 Çizelge 4.3. Kriz sonrası geliĢmekte olan ülkelerde kullanılan makro ihtiyati araçlar ÜLKE Arjantin MOTİVASYON Ekonominin 2010 yılından itibaren ihracattaki ve iç talepteki artış ile hızla büyümeye başlamıştır. Küresel likidite koşullarındaki gevşeme ve gelişmiş ülkelerdeki düşük faiz oranları sermaye akımlarını hızlandırmıştır. İş çevrimleri tarihsel olarak bankacılık sektöründe oynaklığı arttırmıştır. Bu koşullar merkez bankasını ihtiyati politikalara yöneltmiştir. Güçlü kredi büyümesi sonucu ekonomik büyüme hızlanmış, spekülatif sermaye akımlarında artış olmuştur. Kredi Brezilya büyümesini azaltmak ve spekülatif sermaye girişlerini kontrol altına almak için politikalar geliştirmiştir. Küresel finans krizi sonucu ekonomik büyümede dalgalanmalar görülmüştür. Kredi büyümesini ve Kolombiya konjonktürel dalgalanmaları kontrol altına almak için araçlar kullanılmıştır. Yüksek dış borç ve para uyumsuzluğu ekonomin en kırılgan yanı oluşturmuştur. Hanehalkına verilen yüksek miktardaki Macaristan döviz kredisi, kur oynaklığı göz önüne alındığında, önemli bir risk oluşturmuştur. Hanehalkına kullandırılan döviz kredileri sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Küresel kriz sonrası konjonktürel dalgalanmalar olmuştur. Güçlü kredi büyümesi, gayrimenkul piyasasının hızla Hindistan büyümesi, hanehaklının borçluluğu ve döngüselliğin azaltılması için araçlar kullanılmıştır. Yoğun sermaye akımları sonucu hızlı kredi büyümesi görülmüş, enflasyonist baskılar da yükselmiştir. Sermaye Endonezya akımlarından kaynaklanan riskleri azaltmak ve enflasyon ile mücadele için önlemler alınmıştır. Bankacılık sektörünü korumak ve döngüselliği azaltmak için Meksika önlemler alınmıştır. Kredi genişlemesi, hanehalkına aşırı döviz kredisi kullandırılması, bankaların döviz likiditesi ihtiyacını büyük ölçüde kısa vadeli swaplar ile karşılaması kırılganlıklar Polonya oluşturmuştur. Kredi genişlemesi ve döviz kredilerinden kaynaklanan risklere karşı önlemler alınmış, bankaların sermaye tamponlarının arttrılması hedeflenmiştir. Finansal kriz öenmli bir ekonomik daralma ve durgunluğa yol açmıştır. Bankacılık sektöründe geri ödenmeyen krediler Rusya önemli sorun olmuştur. Kredi büyümesini arttrımak, para uyumsuzluğunu azaltmak ve sermaye akımlarını yönetmek için tedbirler alınmıştır. Uygulanmakta olan makro ihtiyati araçlar sayesinde finansal piyasalarda küresel krizin etkisi çok fazla hissedilmemiştir. Güney Afrika Kriz sonrası dönemde finansal sistemin sağlamlığını arttırmak için adımlar atılmıştır. Küresel kriz sonrası ekonomi hızla toparlanmış, iç talepte, kredi büyümesinde ve bankların dış borcunda çok hızlı bir artış Türkiye görülmüştür. Kredi büyümesini yavaşlatmak ve bankacılık sektörünü güçlendirmek için adımlar atılmıştır. Kaynak: Costa ve diğerleri 2011 KULLANILAN ARAÇLAR Yurt içi kredi piyasasını dış şoklardan korumak, döngüselliği azaltmak ve bankacalık sektörünü korumak için sermaye tamponları getirilmiştir. Kar dağıtımına sınırlandırma getirilmiştir. Sermaye akımlarından kaynaklanan risklere karşı zorunlu karşılıklar kullanılmış, net açık pozisyona ve döviz kredilerine sınırlama getirilmiştir. Kredi büyümesini azaltmak için zorunlu karşılıklar kullanılmış, açık döviz pozisyonu fazla olan bankalara ilave zorunlu karşılık uygulanmıştır. Sermaye yeterlilikleri ve kredi/değer oranı arttırılmıştır. Vade uyumsuzluğuna sınırlandırma, Zorunlu karşılıklar, Dinamik karşılıklar, Kar dağıtımına sınırlandırma Döviz kredilerine limit getirilmiş, Kredi/Teminat ve Borç/Gelir oranları kullanılmıştır. Kredi/Teminat oranı, Zorunlu Karşılıklar, Risk Ağırlıkları, Karşılıklar kullanılmıştır. Ulusal para ve yabancı para için zorunlu karşılıklar arttrılmıştır. Kredi/mevduat oranı %78'ten aşağı ya da %100'den yukarı olan bankalara ilave zorunlu karşılık uygulanmıştır. Karşılıklar kullanılmıştır. Borç/Gelir oranı, Döviz kredisi kullanımına sınırlandırma, Risk ağırlıkları, Zorunlu karşılıklar, Kar dağıtımına sınırlandırma kullanılmıştır. Borç/Gelir oranı, Net açık pozisyona sınırlandırma, Zorunlu karşılıklar, Karşılıklar kullanılmıştır. Sistemik öneme sahip finansal kuruluşlara ilave koruyucu tamponlar getirilmiştir. Döviz kredisi kullanımına sınırlandırma, Kar dağıtımına sınırlandırma, Kredi/Teminat oranı, Borç/Gelir oranı, Karşılıklar, Risk ağırlıkları, Sermaye yeterlilik oranı, Zorunlu karşılıklar kullanılmıştır. Zorunlu karĢılıklar da birçok geliĢmekte olan ülkede kriz döneminde ve kriz sonrası dönemde aktif bir araç kullanılmıĢtır. Uygulanan zorunlu karĢılık rejimi para politikasının çerçevesi ile yakından ilgili olup geliĢmiĢ ülkelerde sade bir yapı tercih edilirken geliĢmekte olan ülkelerde para birimine ve vadeye göre zorunlu karĢılıkların 94 farklılaĢtırıldığı görülmektedir. Türkiye, Romanya, Polonya ve Arjantin gibi geliĢmekte olan ülkelerde hem vadeye göre hem de para birimine göre farklı zorunlu karĢılık uygulaması tercih edilmiĢtir (Çizelge 4.4). Çizelge 4.4. Zorunlu karĢılıkların kullanımı Zorunlu Karşılıkların Kullanımı Tek ZK Oranı (19) Çin Kolombiya Hindistan Meksika Malezya Singapur Gelişmekte Olan Ülkeler Tayland Filipinler Panama Ekvador Jamaika Trinidad ve Tobago Avusturalya Kanada Danimarka Gelişmiş Ülkeler Yeni Zellanda Norveç İsveç İngiltere Vadeye Göre ZK Oranı (15) Para Birimine Göre ZK Oranı (8) Vade ve Para Birimine Göre ZK Oranı (8) Brezilya Şili Çek Cum. Macaristan El Salvador İsrail Latviya Venezuela Hırvatistan Peru Guatemala Honduras Litvanya Sırbistan Nikaragua Makedonya Arjantin Türkiye Romanya Polonya Belarus Uruguay Kosta Rika Dominik Cumhuriyeti Fransa Almanya Japonya Portekiz İspanya İsviçre ABD Kaynak: Federico, Vegh ve Vuletin, 2012 Costa ve diğerleri (2011) panel regresyon analizi ile geliĢmekte olan ülkelerde makro ihtiyati araçların etkinliğini incelemiĢtir. ÇalıĢmanın sonuçlarına göre kredi büyümesi ya da varlık fiyatı enflasyonundan kaynaklanan riskler için kredi/teminat oranı, borç/gelir oranı kullanılıp, kredi tavanı, zorunlu karĢılıklar ve dinamik karĢılıklar gibi araçlarla desteklenmelidir. Riskler aĢırı kaldıraçtan kaynaklanıyorsa; döngüsellik karĢıtı sermaye gereksinimi, döviz borçlanmasına sınır getirme, borç/gelir oranı, kredi tavanı, zorunlu karĢılıklar ve dinamik karĢılıklarla ilgili düzenlemeler faydalı olmaktadır. Eğer riskler sermaye akımlarından kaynaklanıyorsa bu araçların hepsi birlikte kullanılabilmektedir. Diğer taraftan makro ihtiyati araçların birlikte kullanılması aynı riski farklı açılardan ele alma imkânı sağlamakta, düzenlemelerden kaçınma alanını daraltmakta ve riskin değiĢik kaynaklarına yönelerek baĢarı sonuçlar elde etme ihtimalini artırmaktadır. Ayrıca söz konusu araçların kurala dayalı olarak kullanılması daha iyi sonuçlar vermektedir. Makro ihtiyati araçlar para ve maliye politikası ile birlikte kullanıldığında düzenlemelerin maliyeti düĢük olmaktadır. 95 2000 yılından sonra makro ihtiyati araçları kullanımı incelendiğinde, küresel finans krizinin emarelerinin ortaya çıktığı 2007 yılından sonra söz konusu araçları kullanan ya da değiĢtiren ülkeler sayısında önemli bir artıĢ olduğu görülmektedir (ġekil 4.4). GeliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülke gruplarında makro ihtiyati araç kullanımı krizle birlikte artarken, geliĢmekte olan ülkelerde bu araçlar finansal istikrara dair riskleri azaltmak için daha çok kullanılmaktadır. Gelişmiş Ülkeler Gelişmekte Olan ülkeler Kaynak: IMF, 2011 ġekil 4.4. Makro ihtiyati araçları kullanan/değiĢtiren ülkelerin sayısı 2009–2012 yılları arasında geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülkelerde uygulanan politikalar ise incelediğinde özellikle para politikası alanında geleneksel olmayan araçların sıkça kullanıldığı görülmektedir. Merkez bankaları; niceliksel geniĢleme, kredi geniĢlemesi, faiz koridoru, zorunlu karĢılıklar, vade uzatımı gibi tedbirleri finansal istikrar amacıyla kullanmıĢlardır (Çizelge 4.5). Bu tablo makro ihtiyati araçların para, maliye politikaları ve bankacılık sektörüne iliĢkin üretilen politikalar içinde sıkça kullanıldığını göstermektedir. 96 Çizelge 4.5. Ülkelere göre 2009–2012 yılları arasında uygulanan politikalar Kaynak: Umut, 2013 97 4.1.3. Finansal istikrarda kurumsal yapı Makro ihtiyati politikalar ve para politikası, birbiriyle çakıĢmaktan ziyade, sıklıkla birbirlerini tamamlarlar, ancak birbirlerinin yerine geçemezler. Ancak finansal istikrardan sorumlu politika yapıcılar arasında iĢbirliği eksik olursa, birbiriyle çakıĢan durumlar ve nihayetinde optimal durumun altında sonuçlar ortaya çıkabilmektedir (BIS, 2012). Küresel krizden alınan en önemli derslerden biri de etkin makro ihtiyati politikaların tasarlanıp uygulanabilmesi için ülkelerin net bir kurumsal çerçeveye sahip olmaları gerektiğidir. Bu kurumsal çerçeve sadece kurumlar arası iĢbirliğini sağlamakla kalmamalı, aynı zamanda ilgili kurumlara amaçlarına ulaĢabilmeleri için gereken yetki ve sorumlulukları da vermelidir. Alınan bu dersin ıĢığında birçok ülke ya mevcut kurumsal yapılanmalarını gözden geçirip yenilemekte ya da tamamen yeni yapılar kurmaktadır. Krizden en çok etkilenenler baĢta olmak üzere birçok ülke denetim ve düzenleme çerçevelerini değiĢtirmektedirler. Avrupa Birliği ve ABD‟de makro ihtiyati politikaları uygulamak üzere özel komiteler oluĢturulmuĢtur. Ġngiltere‟deki Finansal Politika Komitesi, Avrupa Birliği‟ndeki Avrupa Sistemik Risk Kurulu ve ABD‟deki Finansal Ġstikrar Ġzleme Kurulu bu yeni yapılara örnektir. Kriz sonrasındaki dönemde geliĢmekte olan ülkelerde gerçekleĢtirilen kurumsal yapı değiĢiklikleri ise geliĢmiĢ ülkelere benzer Ģekilde genellikle makro ihtiyati tedbirleri belirlemek ve uygulamaktan sorumlu yeni komiteler kurmak Ģeklindedir. ġili, Meksika ve Türkiye Hazine/Maliye bakanı baĢkanlığında finansal istikrarın sağlanması ve makro ihtiyati politikaların kurumlar arasında iĢbirliği içinde uygulanması amacıyla yeni komiteler kurarken, Tayland ve Malezya bu amaçla merkez bankası altında kurullar kurmuĢlardır. Ülkelerin özelliklerine göre farklı kurumsal yapılanmalar görülmesi normal olmakla birlikte makro ihtiyati politikalar için etkin bir kurumsal çerçeve oluĢturabilmek için bazı temel özellikler öne çıkmaktadır. Bunlardan biri basitliktir. KarmaĢık ve parçalı bir yapı risklerin belirlenmesi ve giderilmesinde güçlükler oluĢturarak politika etkinliğini azaltabilmektedir. BaĢka bir önemli özellik ise hesap verebilirliktir. Bu, lider bir otorite belirlemek ya da sadece bu konudan sorumlu olacak bir kurul oluĢturmak ve ona gerekli yetkileri vermek ile sağlanabilmektedir. Risk değerlendirmesindeki uzmanlığı ve sistemik riski gidermek konusundaki motivasyonu nedeniyle merkez bankasına makro ihtiyati politikaların uygulanması ve koordinasyonunda önemli rol verilmesi genel kabul gören bir 98 yaklaĢım olarak öne çıkmaktadır. Diğer taraftan, ülke hazinesini makro ihtiyati politikaların tasarlanmasına dâhil etmek yararlı olabilirken, bu kuruma fazla güçlü bir rol vermek para politikası ile denetim ve düzenleme gibi diğer politika alanlarının bağımsızlığına zarar verebilmektedir. Bu da değiĢen piyasa Ģartlarına tepki vermekte geç kalınmasına ve sistemik risk oluĢumuna yol açabilmektedir. Son olarak, bilgi paylaĢımın etkin bir Ģekilde gerçekleĢtirilmesi ve her kurumun uzmanlığından yeterince yararlanılabilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılması önem arz etmektedir (BIS, 2012). BIS (2011)‟de makro ihtiyati finansal politikalar ile para politikasının eĢgüdümlerinin nasıl sağlanabileceğine dair dört seçenek sunulmaktadır. Birinci seçeneğe göre finansal istikrar için gerekli olan makro ihtiyati araçlar farklı kurumların sorumluğunda olabilir. Bu durumda koordinasyonun nasıl sağlanacağına dair düzenlemeler önem taĢımaktadır. Ortak karar alınması için ilgili kurumlardan oluĢan Finansal Ġstikrar Komitesi benzeri yapılar kurulabileceği gibi kurumlar kendilerine verilen yetkiler içinde makro ihtiyati araçları inisiyatife göre de kullanabilirler. Ġkinci seçenek ise makro ihtiyati araçlardan sorumlu ayrı bir otoritenin kurulmasıdır. Üçüncü seçenek olarak makro ihtiyati araçların tamamen merkez bankasının sorumluluğuna verildiği, mikro ihtiyati araçların ise baĢka bir kurumda olduğu bir yapı sunulmaktadır. Son seçenek olarak makro ve mikro ihtiyati araçların tümüyle merkez bankasına verildiği bir yapı tartıĢılmaktadır. Finansal istikrarın tesisi için para politikası, maliye politikası, yapısal politikalar, mikro ihtiyati ve makro ihtiyati politikalara görev düĢmektedir. Bu çerçevede kurumsal yapıların söz konusu politika yapıcıları kapsayacak ya da iĢbirliğini sağlayacak Ģekilde oluĢturulması gerekmektedir. 4.2. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının Politika Çerçevesi Bu bölümde, küresel finans krizi sonrası dönemde küresel likiditenin bollaĢması sonucu yoğun sermaye giriĢlerinin geliĢmekte olan ülkelerde yerel para biriminde aĢırı değerlenme, finansal piyasalarda oynaklık, cari açıkta artıĢ ve kontrolsüz kredi geniĢlemesi gibi çeĢitli finansal ve makroekonomik risklere yol açtığı ortamda 2010 yılı sonundan itibaren TCMB‟nin uyulamaya koyduğu yeni para politikası bileĢimi ele alınacaktır. Önce yeni para politikasına zemin hazırlayan unsurlar ele alınacak sonra, politika araçları 99 incelenecek, 2010-2013 yılları arasında elde edilen sonuçlar değerlendirilecek ve yeni para politikasına yönelik eleĢtirilere yer verilecektir. 4.2.1. Türkiye’de sermaye akımları ve kompozisyonu 2008 yılının Eylül ayında Lehman Brothers‟ın batmasıyla ortaya çıkan küresel finans krizi derinleĢerek ağır hasarlara yol açmıĢ ve geliĢmiĢ ülkelerin uyguladığı olağanüstü geniĢletici politikalar sonucu küresel ekonomide farklı dinamikler ortaya çıkmıĢtır. GeliĢmiĢ ülkelerde uzun süre devam eden düĢük faiz ve niceliksel geniĢleme sonucu ortaya çıkan kısa vadeli likidite bolluğu ve küresel finans sistemindeki belirsizliklerin oluĢturduğu kırılganlıklar, geliĢmekte ülkelerin çoğunda olduğu gibi Türkiye‟ye yönelen sermaye akımlarını attırırken ciddi oynaklıklara da yol açmıĢtır. Toplam küresel rezervler ve OECD yaklaĢımı ile ölçülen küresel likidite ile Türkiye‟ye gelen sermaye akımı arasında çok güçlü bir iliĢkinin olduğu görülmektedir. 2003 yılından itibaren küresel finans krizi dâhil eğilimler çok benzer seyretmiĢtir. (ġekil 4.5). Bu bağlamda söz konusu göstergelerin küresel likidite için temsil gücünün yüksek olduğunu söylemek mümkündür. 2500 90 Küresel Likidite-Toplam Rezervler 80 Küresel Likidite-OECD 2000 70 Türkiye Sermaye Akımı (sağ eksen) 60 1500 50 1000 40 30 500 20 10 2013Q2 2012Q4 2012Q2 2011Q4 2011Q2 2010Q4 2010Q2 2009Q4 2009Q2 2008Q4 2008Q2 2007Q4 2007Q2 2006Q4 2006Q2 2005Q4 2005Q2 2004Q4 2004Q2 -500 2003Q4 0 0 -10 Kaynak: TCMB, Ülke Merkez Bankaları ġekil 4.5. Küresel likidite ve sermaye akımı (milyar dolar) Türkiye‟nin politika faiz oranı 2003 yılından 2011 yılına kadar geliĢmekte olan ülkeler ortalamasının oldukça üzerinde seyretmiĢ, 2011 yılında geliĢmekte olan ülkelerin ortalaması yakalanmıĢ, 2012‟de Avrupa‟daki borçlanma krizi Türkiye‟yi daha çok 100 etkilediği için faizler tekrar yükselmiĢtir. Türkiye‟nin sunduğu göreceli yüksek getirili ortam, küresel belirsizliklerin yüksek olduğu atmosferde portföy ve kısa vadeli sermaye akımları için çekici olmuĢtur (ġekil 4.6). 90 30 Türkiye Sermaye Akımı (sağ eksen) 80 GOÜ Politika Faiz Oranı 70 25 Türkiye Politika Faiz Oranı 60 20 50 40 15 30 10 20 10 5 02.2013 09.2012 04.2012 11.2011 06.2011 01.2011 08.2010 03.2010 10.2009 05.2009 12.2008 07.2008 02.2008 09.2007 04.2007 11.2006 06.2006 01.2006 08.2005 03.2005 10.2004 05.2004 -10 12.2003 0 0 Kaynak: TCMB, Ülke Merkez Bankaları ġekil 4.6. Politika faiz oranı ve sermaye akımı (yüzde, milyar dolar) Türkiye‟ye gelen toplam sermaye akımında 2009 yılından sonra ciddi bir patlama olurken söz konusu giriĢlerin içinde portföy akımlarının payı önemli ölçüde artmıĢtır. Doğrudan yatırımlar krizle birlikte hızla azalırken 2011 yılından itibaren toparlansa da kriz öncesi seviyelere ulaĢamamıĢtır (ġekil 4.7) Portföy Diğer Doğrudan 06.2004 100.000 04.2003 120.000 80.000 60.000 40.000 20.000 -40.000 Kaynak: TCMB ġekil 4.7. Sermaye akımının kompozisyonu (12 aylık birikimli, milyon dolar) 10.2013 03.2013 08.2012 01.2012 06.2011 11.2010 04.2010 09.2009 02.2009 07.2008 12.2007 05.2007 10.2006 03.2006 08.2005 01.2005 11.2003 09.2002 02.2002 07.2001 -20.000 12.2000 0 101 GeliĢmekte olan ülkelerin çoğunda olduğu gibi Türkiye‟de de portföy akımlarından özellikle borçlanma araçlarının (DĠBS) trendinde finans krizi sonrası ciddi bir kırılma gözlemlenmiĢtir. 2009 yılından sonra portföy akımları içinde borçlanma araçlarının payı hızla artmıĢtır. Söz konusu geliĢmeyi Türkiye‟nin geliĢmekte olan ülkeler içindeki göreli yüksek faiz oranı ile açıklamak doğru olacaktır. Diğer taraftan hisse senedinin de çok oynak bir yapı sergilediği görülmüĢtür. Ayrıca, FED‟in parasal geniĢlemeyi azaltma sinyali sonucu borçlanma araçları ve hisse senedinde çok hızlı çıkıĢla görüĢmüĢtür (ġekil 4.8). Bu durumum finansal piyasalarda kırılganlığı arttırmaktadır. 90.000 Hisse Senedi Stoku 80.000 QE3 QE2 DİBS Stoku 70.000 Hisse Senedi Trendi 60.000 DİBS Trendi 50.000 40.000 FED Çıkış Sinyali 30.000 20.000 Avrupa Borç Krizi Lehman Krizi 10.000 10.2013 05.2013 12.2012 07.2012 02.2012 09.2011 04.2011 11.2010 06.2010 01.2010 08.2009 03.2009 10.2008 05.2008 12.2007 07.2007 02.2007 09.2006 04.2006 11.2005 06.2005 01.2005 0 Kaynak: TCMB ġekil 4.8. Portföy akımı stoku ve trendi (milyon dolar) Bu bağlamda küresel likiditenin tetiklediği sermaye akımlarının kompozisyonun değiĢmesine ve oynaklığının artmasına TCMB tepkisiz kalmamıĢ, söz konuĢ geliĢmeleri finansal istikrar için risk olarak görmüĢ ve 2010 yılından sonunda para politikası çerçevesine değiĢtirmiĢtir. Yeni para politikasını ele almadan önce sermaye akımlarından kaynaklanan finansal istikrara dair kaygıları analiz etmek yeni politikanın anlaĢılması açısından faydalı olacaktır. 4.2.2. Finansal istikrara dair endiĢeler TCMB‟nin 2010 yılının sonlarından itibaren uygulamaya baĢladığı yeni para politikasının anlaĢılabilmesi için küresel finans kriz sonrası ortaya çıkan iktisadi dinamiklerin iç-dıĢ denge ve makroekonomik değiĢkenlere etkisinin incelenmesi önem arz 102 etmektedir. Kriz sonrası dönemde küresel likiditenin tetiklediği sermaye akımları iktisadi dengeler üzerinde belirleyici olmuĢ, Türkiye‟nin dıĢ ticaret pazarlarındaki iyileĢme yavaĢ sürdüğü için ekonomi 2009 yılının ortalarından itibaren iç talep kaynaklı hızlı bir büyüme sürecine girmiĢ ve iç ve dıĢ talepte ciddi bir ayrıĢma gözlenmiĢtir. 2010 yılında FED baĢta olmak üzere geliĢmiĢ ülke merkez bankalarının uyguladığı niceliksel geniĢlemeler sonrasında artan kısa vadeli sermaye akımları bu eğilimi daha da belirgin hale getirmiĢtir. Yoğun sermaye akımları Türk lirasında aĢırı değerlenmeye yol açmıĢ ve yurt içi kredi kullanımını ivmelendirmiĢtir. Bu geliĢmeler cari iĢlemler açığının artmasına ve sermaye akımlarının kalitesinde bozulmaya yol açarak finansal istikrara dair endiĢeleri arttırmıĢtır (Kara, 2012). Kredi Genişlemesi Parasal Genişleme Küresel Likidite Artışı Yoğun Sermaye Akımları Cari İşlemler Açığı Finansal İstikrarsızlık Para Biriminin Aşırı Değerlenmesi ġekil 4.9. Finansal istikrarın bozulması Türkiye‟de sermaye giriĢleri ile GSYĠH büyümesi arasındaki bağın güçlü olduğu görülmektedir. Sermaye akımlarının güçlü olduğu 2004–2007 arası büyüme oranı da yüksek olurken, 2008 ve 2009 yıllarında sermaye akımlarının yavaĢlaması ile negatif büyüme görülmüĢ, 2010 yılında sermaye akımlarının patlaması büyüme de keskin bir Ģekilde artmıĢtır (ġekil 4.10). Bu durum büyümenin dıĢ kaynağa bağımlığının yüksek olduğunu göstermektedir. Finans krizi sonrası gelen sermayenin içindeki kısa vadeli ve portföy akımlarının payının yüksek olduğu düĢünüldüğünde büyümenin kırılganlığının arttığını söylemek doğru olacaktır. 103 12 10 8 6 4 2 0 -2 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 -4 -6 Net Sermaye Girişi/GSYİH -8 GSİH Büyümesi -10 Kaynak: TÜĠK, TCMB ġekil 4.10. Sermaye giriĢleri ve GSYĠH büyümesi (%) Yoğun sermaye giriĢleri sonucu diğer geliĢmekte olan ülkelerde olduğu gibi Türkiye‟nin para biriminde değerlenme olmuĢtur. Bu çerçevede reel efektif döviz kurunda 2010 yılından sonra önemli bir artıĢ gerçekleĢmiĢtir (ġekil 4.11 ġekil 4.12). Bu geliĢmeler Türkiye‟nin rekabet gücünü olumsuz etkileyerek cari iĢlemler dengesinde bozulmaya yol açmıĢtır. 130 1,1 Türk lirası 125 GOÜ Ort. 1 120 0,9 115 110 0,8 Reel Kur 105 08.2010 06.2010 04.2010 02.2010 12.2009 10.2009 08.2009 06.2009 04.2009 02.2009 12.2008 100 10.2008 11.2010 09.2010 07.2010 05.2010 03.2010 01.2010 11.2009 09.2009 07.2009 05.2009 03.2009 0,7 Trend Kaynak: Oanda Kaynak: TCMB ġekil 4.11. TL ve diğer GOÜ para birimlerinin dolar karĢında değeri (09.03.2009=1) ġekil 4.12. Reel efektif döviz kuru (2003=100) Ulusal para biriminin değerlenmesinin yanında yurt içi kredi geniĢlemesinde çok ciddi artıĢ olmuĢtur. Kur etkisinden arındırılmıĢ (KEA) ve yıllıklandırılmıĢ kredi 104 büyümesinin seyri incelendiğinde 2010 yılında hem bireysel hem de firma kredilerinde yüzde 30‟ları aĢan bir büyüme seviyesine gelindiği görülmektedir (ġekil 4.13). TCMB tarafından hazırlanan sunumlarda ve raporlarda Türkiye‟nin potansiyel GSYĠH büyüme hızı olan yüzde 4-5‟in yakalanabilmesi için yüzde 15‟lik toplam kredi geniĢlemesi yeterli olacağı belirtilmektedir. Bu çerçevede 2013 yılı Para ve Kur Politikası Metininde Ģu ifadelere yer verilmiĢtir: “Önümüzdeki dönemde sektörün yıllık kredi artıĢ hızı ortalamasının yüzde 15‟i aĢmaması fiyat istikrarını ve finansal istikrarı destekleyecektir. Kredi artıĢ oranının makul düzeylerde kaldığı bir ana senaryoda cari dengenin de sürdürülebilir bir seyir izlemesi beklenmektedir.” 50 Toplam KEA Kredi KEA Firma Kredisi Bireysel Kredi 40 30 20 10 12.10 10.10 08.10 06.10 04.10 02.10 12.09 10.09 08.09 06.09 04.09 02.09 12.08 -10 10.08 0 -20 -30 -40 Kaynak: TCMB ġekil 4.13. Yıllık kredi büyümesi (13 haftalık hareketli ortalama) (%) Kara, Küçük, Tiryaki ve Yüksel (2013) diğer ülkelerin kredi eğilimlerden yola çıkarak Türkiye için orta ve uzun vadede referans alınabilecek kredi büyüme oranlarına dair çıkarımlar yaptıkları çalıĢmalarında, yüzde 55 düzeyindeki kredi derinleĢmesini takip eden yıllarda ülkelerin yaklaĢık yüzde 14–21 arasında bir kredi büyümesi gösterdiği sonucunu elde etmiĢler ve Türkiye‟deki yüksek cari açığı göz önünde bulundurularak bu bandın alt sınırı olan yüzde 15‟lik kredi büyümesinin finansal istikrar için sağlıklı olacağını ve referans alınabileceğini belirtmiĢlerdir. Bu çerçevede, TCMB tarafından 2013 yılı için açıklanan yüzde 15 kredi büyüme hedefinin makul olduğunu ifade etmiĢlerdir. Ayrıca, net kredi kullanımının milli gelire oranı (ΔK/Y) cinsinden ifade edildiğinde bu oranın yüzde 7,5‟e karĢılık geldiğini, bu itibarla önümüzdeki yıllarda kredi büyüme hızının kademeli olarak azaltılmasının uygun olacağını söylemiĢlerdir. 105 Kara ve Tiryaki (2013) TCMB‟nin 2013 yılı için referans olarak aldığı yüzde 15 civarındaki kredi büyümesinin kredi ivmesinde belirgin bir artıĢ anlamına geldiğini ve iktisadi faaliyette bir önceki yıla göre hızlanma ima ettiği göstermiĢlerdir. Buradan hareketle, 2013 yılı için yüzde 15 civarındaki kredi büyümesinin, Orta Vadeli Program‟daki büyüme hedefleriyle büyük ölçüde uyumlu olduğunu belirtmiĢlerdir. Küresel likidite koĢullarındaki değiĢim GSYĠH büyümesinin kompozisyonunu da etkilemiĢtir. Kriz dönemimde 2009 yılında net ihracatın büyümeye katkısı uzun yıllar sonra pozitif olurken hızla daralan iç talebin etkisi ile negatif büyüme olmuĢtur. 2010 yılında sermaye giriĢlerinin yoğunlaĢması sonucu değerli kur ve hızlı kredi geniĢlemesi ile yurt içi nihai talep yine büyümenin temel belirleyicisi olarak görünmüĢtür (ġekil 4.14 ve ġekil 4.15). 32 25 Yurtiçi Nihai Talep Stok Değişimi 20 15 Net İhracat GSYİH Büyümesi NYİT 30 GSYİH 28 10 26 5 24 0 22 20 2005Q1 2005Q2 2005Q3 2005Q4 2006Q1 2006Q2 2006Q3 2006Q4 2007Q1 2007Q2 2007Q3 2007Q4 2008Q1 2008Q2 2008Q3 2008Q4 2009Q1 2009Q2 2009Q3 2009Q4 2010Q1 2010Q2 2010Q3 2010Q4 2010Q4 2010Q3 2010Q2 2010Q1 2009Q4 2009Q3 2009Q2 2009Q1 2008Q3 2008Q4 2008Q2 2008Q1 2007Q4 2007Q3 2007Q2 2007Q1 2006Q4 2006Q3 2006Q2 2006Q1 2005Q4 2005Q3 -15 2005Q2 -10 2005Q1 -5 -20 -25 Kaynak: TCMB, BDDK Kaynak: TCMB, BDDK ġekil 4.14. Büyümenin bileĢenleri (%) ġekil 4.15. Reel NYĠT ve GSYĠH geliĢimi (Milyar TL) Diğer taraftan sermaye akımları ile yurt içi kredi kullanımın 2009 yılından sonra çok yakın bir iliĢki içinde olduğu görülmektedir (ġekil 4.16). GevĢeyen yurt dıĢı finansman koĢulları yurt içi kredi artıĢını tetiklemiĢtir. Kredi kullanımının da cari açıkla paralel hareket ettiği, hızlı kredi geniĢlemesi 2010 yılında cari açığı patlattığı görülmektedir (ġekil 4.17). 106 9 12 Sermaye Akımı 8 10 Kredi Kullanımı 7 8 6 5 6 4 4 3 2 Kredi Kullanımı/GSYİH Cari Açık/GSYİH 2 1 2010Q2 2010Q4 2009Q2 2009Q4 2008Q2 2008Q4 2007Q2 2007Q4 2006Q4 2006Q2 2005Q4 2005Q2 2004Q4 -2 2004Q2 2010Ç4 2010Ç2 2009Ç4 2009Ç2 2008Ç4 2008Ç2 2007Ç4 2007Ç2 2006Ç4 2006Ç2 2005Ç4 2005Ç2 2004Ç4 2004Ç2 2003Ç4 -1 2003Q4 0 0 Kaynak: TCMB, BDDK Kaynak: TCMB, BDDK ġekil 4.16. Sermaye akımı ve kredi kullanımı (2003Ç4=1) ġekil 4.17. Kredi kullanımı ve cari açık (%) Türkiye önemli ihracat pazarlarından olan Avrupa Birliği‟nde kriz sonrası toparlanma uzun sürdüğü için Türkiye ihracatındaki artıĢ ithalattaki artıĢtan geri kalmıĢ ve ihracatın ithalatı karĢılama oranı 2010 yılında azalmıĢtır (ġekil 4.18). Artan cari açığın finansmanı da önemli bir kırılganlık olarak kendini göstermiĢtir. 2010 yılında sermaye akımları hızlanırken, gelen sermayenin tamamına yakının küresel belirsizliklerin yüksek olması sonucu kısa vadeli ve portföy akımı Ģeklinde olması önemli bir ani duruĢ riskini beraberinde getirmiĢtir (ġekil 4.19). 107 250 Portföy ve Kısa Vadeli 70.000 İhracat 200 İthalat 150 60.000 DYY ve Uzun Vadeli 50.000 CA 40.000 30.000 100 20.000 10.000 50 0 -10.000 Kaynak: TCMB ġekil 4.18. DıĢ ticaret (12 aylık birikimli, milyar dolar) -20.000 01/07 04/07 07/07 10/07 01/08 04/08 07/08 10/08 01/09 04/09 07/09 10/09 01/10 04/10 07/10 10/10 2000-01 2000-10 2001-07 2002-04 2003-01 2003-10 2004-07 2005-04 2006-01 2006-10 2007-07 2008-04 2009-01 2009-10 2010-07 0 Kaynak: TCMB *Kısa vadeli sermaye hareketleri bankacılık ve reel sektörün kısa vadeli net kredileri ile bankalardaki mevduat kaleminin toplamından oluĢmaktadır. Uzun vadeli sermaye hareketleri bankalar ve reel sektörün uzun vadeli net kredileri ile bankalar ve Hazine‟nin yurtdıĢına ihraç ettikleri tahvilleri kapsamaktadır. ġekil 4.19. Cari açığın finansmanı (12 aylık birikimli, milyon dolar) Ganioğlu (2012), geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülkeler için 1970–2008 dönemindeki finansal krizleri etkileyen unsurları incelediği çalıĢmasında, hem geliĢmiĢ hem de geliĢmekte olan ülkeler için cari iĢlemler dengesizliklerinin ve kredilerdeki geliĢmelerin finansal kriz olasılığını artırdığını ortaya koymuĢtur. Bununla birlikte, geliĢmiĢ ülkelerin kredi geliĢmelerinin, geliĢmekte olan ülkelerin ise cari iĢlemler açığının finansal kriz olasılığını istatistiki olarak daha güçlü bir Ģekilde artırdığını bulmuĢtur. Ekinci, Erdem ve Kılınç (2014) da finansal derinleĢmenin düĢük olduğu ülkelerde hızlı kredi geniĢlemesinin cari denge üzerinde çok güçlü bir bozucu etkiye sahip olduğunu bulmuĢlardır. Buradan hareketle, finansal derinleĢmenin yeterince sağlanmadığı ülkelerde finansal istikrarı korumak için kullanılan para politikasının ve makro ihtiyati araçların dıĢ dengesizlikleri azaltmada daha etkili olabileceği sonucuna varmıĢlardır. Binici ve Köksal (2012a), Türkiye‟de finansal istikrarı tehdit edebilecek olan aĢırı kredi geniĢleme dönemlerini ve bu dönemlerle iliĢkili olan faktörleri inceledikleri çalıĢmalarında uluslararası sermaye hareketleri, ABD faiz oranı gibi dıĢsal faktörler ile reel döviz kuru, getiri eğrisindeki değiĢim ve menkul değerlerin banka bilançosu içindeki payı gibi faktörler ile aĢırı kredi geniĢlemesi arasında güçlü iliĢki bulmuĢlardır. Bu bağlamda, 108 finansal istikrara yönelik politikalar üretilirken uluslararası geliĢmelerin politika yapıcıların bilgi setinde önemli bir ağırlığa sahip olması gerektiği sonucuna varmıĢlardır. Bu çerçevede artan cari açık, değerli kur ve hızlı kredi geniĢlemesine karĢı acil olarak politika önlemlerinin alınması ve kriz ortamında girmeden finansal istikrarın korunarak ekonominin yumuĢak iniĢ yapması TCMB‟nin ve diğer politika yapıcıların öncelikli hedefi olmuĢtur. 4.2.3. Yeni para politikasının çerçevesi 2008 yılı son çeyreğinden itibaren küresel finans krizinin etkileri tüm dünyaya yayılmaya baĢlamıĢ ve geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülkeler ekonomi politikalarını krizinden en az hasarla kurtulmak için değiĢtirmiĢlerdir. Türkiye de para ve maliye politikası ile yoğun olarak krizle mücadele etmiĢtir. Bu çerçevede TCMB piyasaya önemli miktarda likidite sağlarken, zorunlu karĢılıklardaki azalıĢ ve hızlı faiz indirimi ile finansal sistemi ve piyasaları korumayı amaçlamıĢtır. 2008 yılı Kasım ayından 2010 yılına kadar geliĢmekte olan ülkeler için en çok faiz indirimi TCMB tarafından yapılmıĢtır. Krizin derin etkileri atlatıldıktan sonra Türkiye ekonomisi iç talep öncülüğünde hızlı bir toparlanma sürecine girmiĢtir. Kriz sonrası küresel likiditenin bol ve oynak olduğu bir dönemim baĢlaması, içeride ve dıĢarıdaki düĢük faiz ortamının kredi geniĢlemesini hızlandırması, artan iç talebe karĢın dıĢ talebin zayıf seyretmesi finansal istikrara dair kaygıları arttırmıĢtır. Bu atmosferde geliĢmekte olan ülkelerin birçoğunda olduğu gibi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) da makro finansal istikrara dair riskleri dengelemek için 2010 yılı son çeyreğinden itibaren para politikasında yeni arayıĢlara yönelmiĢtir. Yeni politika arayıĢında, ekonomi politikalarına ve merkez bankacılığına dair değiĢen yaklaĢımlar ve alıĢılmadık küresel iktisadi konjonktür etkili olmuĢtur. Bu çerçevede geleneksel para politikası uygulamalarının dıĢında, Ģoklara karĢı süratli bir Ģekilde tepki verilebilmesine olanak tanıyan, daha esnek bir para politikası gündeme gelmiĢtir (Kara; 2012) . Merkez Bankasının yeni para politikasının çerçevesinin nasıl olacağı ve araçlarını nasıl kullanacağına dair sinyaller 2010 yılı sonunda yayımlanan Enflasyon Raporu, Finansal Ġstikrar Raporu ve Banka yetkililerince yapılan sunumlarda verilmiĢtir. 2010 yılı Ekim ayında yayımlanan Enflasyon Raporunda para politikası için; iç talebin bir önceki 109 döneme kıyasla daha güçlü seyrettiği, dıĢ talepteki zayıf seyrin yurt içi iktisadi faaliyeti sınırlamaya devam ettiği, bu çerçevede toplam talep koĢullarının enflasyona düĢüĢ yönünde verdiği katkının azalarak da olsa sürdüğü bir görünümün esas alındığı belirtilmiĢtir. Söz konusu baz senaryoya göre politika faizleri bir süre daha mevcut düĢük düzeylerde tutulacak, 2011 yılının son çeyreğinden itibaren sınırlı artıĢlar gösterecek ve sonra tahmin ufku boyunca tek haneli düzeylerde kalacaktır. Ayrıca, hızlı kredi geniĢlemesinin cari açık ve finansal istikrar üzerinde yaratabileceği risklere karĢı faiz dıĢı araçlar da aktif olarak kullanılacaktır. Bu çerçevede zorunlu karĢılıklar gibi faiz dıĢı araçlar kriz öncesi seviyesine getirilerek krizden çıkıĢ stratejisi tamamlanmıĢ ve mevcut konjonktür göre yeni para politikası tasarlanmaya baĢlanmıĢtır. 2010 yılı Aralık ayında yayımlanan Finansal Ġstikrar Raporunda da fiyat istikrarı ve finansal istikrarın birbirini tamamlayıcı olduğu üç yeni senaryo kamuoyuyla paylaĢılmıĢtır (ġekil 4.20). Kısa vadeli küresel likiditenin bol olduğu ve sermaye akımlarının hızlanmasının beklendiği ortamda enflasyon ile birlikte finansal istikrara dair değiĢkenlerden kredi büyümesi de hedefler arasına eklenmiĢtir. Kaynak: TCMB-FĠR, 2010 ġekil 4.20. Para politikasında olası senaryolar 110 Söz konusu Raporda paylaĢılan senaryolar içinde, artan sermaye akımları sonucu hızlanan kredi büyümesinin ve enflasyonun ılımlı seyrinin baz alındığı Senaryo-I‟in yakın zamanda gündeme alınacağı Ģu ifadelerle anlatılmıĢtır: “Parasal geniĢleme sürecine, Fed, BoE ve BoJ‟dan sonra Avrupa‟daki borç problemlerinin hızla büyümesini müteakip ECB‟nin de aldığı kararlar ile katılmıĢ olması sonucunda Senaryo I‟in gerçekleĢme olasılığı ön plana çıkmıĢtır. Bu durumda, birinci niceliksel geniĢleme süreci sonrasında 2009 yılı Ekim ayında yayımlanan Enflasyon Raporu‟nda tarif ettiğimiz “Öte yandan geliĢmekte olan ülkelerin kredi riskindeki nispi iyileĢme sonucunda bu ülkelere sermaye akımlarının güçlenmeye devam etmesi de olası bir senaryodur. Küresel ölçekte, parasal ve mali geniĢleme sonucunda piyasaya sürülen yüksek miktarlı ve düĢük maliyetli likidite, risk iĢtahındaki artıĢla birlikte geliĢmekte olan ülke finansal varlıklarına olan talebi artırmaktadır. Ekonomimizde halen kaynak kullanımının düĢük düzeyde olması ve ithal girdi fiyatlarını aĢağı yönde etkileyecek maliyet Ģoklarının nihai ürün fiyatlarına yansıma eğiliminin güçlü olması nedeniyle, sermaye giriĢlerinin hızlanması durumunda kısa vadede enflasyon üzerinde aĢağı yönlü riskler artabilecektir. Böyle bir durumla karĢılaĢılması halinde politika faizleri geçici olarak baz senaryoda öngörülene kıyasla daha düĢük seviyelere çekilebilecektir” senaryosu yeniden güncel hale gelmiĢtir. Böyle bir durumda, geçici faiz indirimleriyle eĢgüdüm içerisinde kredi büyümesini yavaĢlatmak amacıyla faiz dıĢı araçların sıkılaĢtırıcı yönde, etkili bir biçimde kullanılması yerinde olacaktır.” Bununla birlikte, küresel ekonomik geliĢmelerin enflasyonist bir baskı oluĢturması durumunda Senaryo-II‟nin uygulamaya konulacağı Ģu ifadelerle anlatılmaktadır: “Eğer alınan tedbirler küresel düzeyde istenmeyen enflasyonist etkiler yaratırsa Ģekilde görülen Senaryo II gerçekleĢebilecektir. Bu durum 2010 yılı Ekim ayında yayımlanan Enflasyon Raporu‟ndaki “Son dönemde gıda ve emtia fiyatları hızlı bir artıĢ eğilimi göstermiĢtir. Toplam talebin henüz enflasyon üzerinde yukarı yönlü bir baskı oluĢturacak düzeye gelmemiĢ olması ve Türk lirasının güçlü konumu, gıda ve emtia fiyatlarındaki artıĢların temel mal ve hizmet fiyatları üzerindeki yansımalarını sınırlamaktadır. Bununla birlikte, gıda ve emtia fiyatlarındaki artıĢların uzun sürmesi halinde ikinci aĢama etkilerin ortaya çıkması riski bulunmaktadır. Önümüzdeki dönemde böyle bir riskin gerçekleĢmesi ve fiyatlama davranıĢlarını bozarak orta vadeli enflasyon hedeflerine ulaĢılmasını tehdit etmesi halinde politika faizlerinin baz senaryoda öngörülenden daha erken artırılması söz konusu olabilecektir” senaryosuna karĢılık gelmektedir. Böyle bir durumda yurt içi kredi geniĢlemesi zayıflayacağından faiz dıĢı araçların sıkılaĢtırma yönünde kullanımı gerekli olmayabilecektir.” Diğer taraftan artan küresel belirsizlikler enflasyonda ve kredi büyümesinde ciddi bir yavaĢlamaya yol açarsa Senaryo-III‟ün değerlendirilebileceğine dair Ģu ifadelerle yer verilmektedir: 111 “GeliĢmiĢ ülkelerde alınan tedbirlerin yetersiz kalması durumunda ise Senaryo III gerçekleĢebilecektir. Bu durum 2010 yılı Ekim ayında yayımlanan Enflasyon Raporu‟ndaki “Son dönemlerde küresel iktisadi faaliyete dair öncü göstergelerdeki zayıflama eğilimi sürmekte, özellikle ABD ekonomisinde aĢağı yönlü risklerin henüz ortadan kalkmadığına dair algılamalar güçlenmektedir. Bunun yanı sıra, geliĢmiĢ ülkelerde gerek kredi, gayrimenkul ve emek piyasalarındaki sorunların devam etmesi gerekse olası mali konsolidasyonun etkilerine yönelik belirsizlikler, küresel ekonominin toparlanma hızına iliĢkin aĢağı yönlü riskleri canlı tutmaktadır. Küresel ekonomide öngörülenden daha uzun süreli bir yavaĢ büyüme dönemi yaĢanması halinde baz senaryoda 2011 yılının son çeyreğinde baĢlaması öngörülen parasal sıkılaĢtırma ötelenebilecektir. Küresel ekonomideki sorunların daha da derinleĢmesi ve yurt içi iktisadi faaliyetin durgunluk sürecine girmesi halinde politika faizlerinde yeni bir indirim süreci söz konusu olabilecektir” senaryosuna karĢılık gelmektedir. Böyle bir durumda da yurt içi kredi geniĢlemesi zayıflayacağından faiz dıĢı araçların sıkılaĢtırma yönünde kullanımı gerekli olmayabilecektir.” Ayrıca Finansal Ġstikrar Raporunda (2010), cari iĢlemler açığının arttığı bir ortamda, Orta Vadeli Programda ortaya konulan perspektifle uyumlu olarak kamu tasarruflarının artırılmasının ve mali disiplinin sürdürülmesinin finansal istikrar açısından önemli olduğu vurgulanmaktadır. Enflasyon Raporu (2011–1)‟de de yeni para politikasına iliĢkin Ģu ifadelere yer verilmiĢtir: “GeliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülke ekonomilerindeki süregelen ayrıĢma ve bu durumun yurt içi ekonomiye yansımaları, yılın son çeyreğinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB)‟nın uyguladığı para politikası stratejisinde belirleyici olmuĢtur. GeliĢmiĢ ülkelerde iktisadi faaliyete iliĢkin aĢağı yönlü riskleri bertaraf etmek amacıyla uygulanan olağanüstü düzeyde geniĢletici para politikaları, küresel likiditeyi artırırken getiri arayıĢını da hızlandırmıĢtır. Bu durum, geliĢmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarını güçlendirmektedir. Öte yandan, ihracatımızın ağırlıklı olarak geliĢmiĢ ülkelere yönelik olması ve bu ülkelerin ekonomilerindeki toparlanmanın yavaĢ gerçekleĢmesi dıĢ talepteki toparlanmayı sınırlamıĢtır. Küresel ölçekte gözlenen düĢük faizler, güçlenen kısa vadeli sermaye akımları sonucunda hızlanan kredi büyümesi ile artan ithalat ve zayıf seyreden dıĢ talep 2010 yılında cari açığımızın hızla geniĢlemesi sonucunu doğurmuĢtur. Bu dönemde enflasyonun ana eğiliminin orta vadeli hedeflerle uyumlu seyretmesi, para politikasının finansal istikrara odaklanmasına olanak tanımıĢtır. Bütün bu geliĢmeler para politikasının, fiyat istikrarının yanı sıra finansal istikrarı da belirli bir ağırlıkla gözetmesini gündeme getirmiĢ ve TCMB‟nin „yeni normal‟ olarak da adlandırılan bu yeni küresel konjonktüre uygun bir strateji benimsemesini gerektirmiĢtir. Bu çerçevede TCMB, daha önceki raporlarda açıkladığı gibi araç çeĢitliliğine giderek, temel politika aracı olan bir haftalık repo ihale faiz oranının yanı sıra zorunlu karĢılık ve likidite yönetimi gibi araçları daha aktif olarak kullanmaya baĢlamıĢtır… Para Politikası Kurulu; daha düĢük politika faizi ve daha yüksek zorunlu karĢılık oranları Ģeklindeki politika bileĢiminin, içinde bulunduğumuz konjonktürde finansal istikrarı ve fiyat 112 istikrarını birlikte gözetebilmek açısından en uygun seçenek olarak ortaya çıktığını belirtmiĢtir.” Bütün bu değerlendirmeler ıĢığında 2010 yılının sonlarından itibaren TCMB tarafından enflasyon hedeflemesinin genel çerçevesi gözden geçirilmiĢ, finansal istikrar destekleyici bir amaç olarak benimsenmiĢ ve bu amaca yönelik olarak ek politika araçları uygulamaya konulmuĢtur. Finansal Ġstikrar Raporunda (2010) ele alınan Senaryo-I 2010 yılı sonundan itibaren uygulanmaya baĢlanmıĢtır. Yeni para politikası; cari açık, kredi geniĢlemesi ve sermaye akımlarından kaynaklanan kırılganlıklara karĢı ekonominin dayanıklılığını artırmayı amaçlamıĢtır. Türkiye‟de küresel risk iĢtahının arttığı dönemlerde sermaye akımlarını hızlanırken, bilançolardaki vade ve kur uyumsuzluklarını artmakta, yerli paranın değerlenmesi ve hızlı kredi geniĢlemesi de cari dengeyi bozarak kaynak dağılımını olumsuz etkilemektedir. DıĢ dengedeki bozulma ve finansman akımlarındaki oynaklık ise ani duruĢ riskini ortaya çıkarmaktadır. Bu bağlamda 2010 yılının sonlarından itibaren uygulanan yeni politikayla cari açığın kontrol altına alınarak yumuĢak iniĢin sağlanması, ekonominin dengeli bir büyüme patikasına yönelmesi ve sermaye akımlarının kompozisyonunun daha sağlıklı bir hale dönüĢtürülmesi amaçlanmıĢtır (Kara, 2012). TCMB yeni para politikası çerçevesinde makro finansal riskleri dengelemek amacıyla kısa vadeli sermaye giriĢlerini azaltmayı ve kredi geniĢlemesini yavaĢlatmayı iki temel ara hedef olarak belirlemiĢtir. Bu doğrultuda, fiyat istikrarı ve finansal istikrarın birlikte gözetilmesi için politika faizine ek olarak zorunlu karĢılıklar ve faiz koridorunun aktif para politikası araçları olarak kullanılmasına karar verilmiĢtir (BaĢçı ve Kara, 2011). TCMB tarafından yayılan sunumlarda yeni para politikası bileĢiminde kullanılacak araçlar yapısal ve döngüsel araçlar olmak üzere ikiye ayrılmıĢtır. Yapısal araçlar baĢta rezerv opsiyonu mekanizması (ROM) olmak üzere para birimine göre zorunlu karĢılıklar, vadeye göre zorunlu karĢılıklar ve son olarak kaldıraca dayalı zorunlu karĢılıklardan oluĢmaktadır. Döngüsel araçlar ise politika faiz oranı, faiz koridoru, Türk lirası (TL) ve yabancı para (YP) likidite yönetiminden oluĢmaktadır. TL likidite yönetimi fonlama stratejisi, TL zorunlu karĢılık oranları ve tahvil alım/satımı ile sağlanacak iken, YP likidite yönetimi de döviz alım/satım müdahaleleri, ihracat reeskont kredileri, YP zorunlu karĢılık oranları ve rezerv opsiyon katsayıları ile sağlanacaktır (Kenç, 2013). Yeni Yaklaşım Eski Yaklaşım 113 Tek Araç Fiyat İstikrarı • Politika Faizi Yapısal Araçlar Döngüsel Araçlar • Para Brimine Dayalı ZK • Vadeye Dayalı ZK • Rezerv Opsiyon Mekanizması • Kaldıraca Dayalı ZK Fiyat İstikrarı Finansal İstikrar • Politika Faizi • Faiz Koridoru • TL Likidite Yönetimi • YP Likidite Yönetimi ġekil 4.21. Para Politikasında yeni yaklaĢım Mevcut iktisadi yazında faiz koridoru ve zorunlu karĢılıkların fiyat istikrarını ve finansal istikrarı hangi kanallardan etkilediği konusunda yeterince bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca söz konusu araç seti Türkiye‟de ilk defa uygulandığından, kullanılan yeni araçların nihai amaçları nasıl etkilediğine dair yeterli somut ampirik bulgular yoktur. Bu durumda para politikasının anlaĢılabilmesi için aktarım kanallarının iyi belirlenmesi gerekmektedir. Yeni para politikasının temel iletiĢim kanalını krediler ve döviz kuru sağlarken beklentilerin yönetilmesi de aktarım kanallarından biri olarak kullanılmaktadır. Söz konusu araçların seçilmesi finansal istikrarı içine alan yeni çerçevenin anlaĢılırlığını kolaylaĢtırması bakımından büyük önemlidir (Kara, 2012). Yeni yaklaĢımda kredi poltikası temel olarak zorunlu karĢılıklar ve ROM ile desteklenirken, likdite poltikası da TL ve YP likidite poltikası faiz koridoru ve ROM ile sağlanacaktır. Fiyat istikrarı için kullanılacak araçlar öncelik sırasına göre politika faiz oranı, likidite yönetimi ve zorunlu karĢılıklar iken, finansal istikrar için kullanılacak araçlar ise öncelik sırasına göre zorunlu karĢılıklar, likidite yönetimi ve poltika faiz oranıdır (BaĢçı, 2010). 114 AKTARIM KANALI VE GÖSTERGELER ARAÇLAR Zorunlu Ka rşıl ıklar Ma kro İhti yati Ara çl ar AMAÇLAR Kredi Politikası Beklentiler Haftalık Repo Faiz Koridoru Fonlama Stratejisi Faiz Politikası Kredi Büyümesi Döviz Kuru Likidite Politikası Fiyat İstikrarı Finansal İstikrar ġekil 4.22. Para politikasının aktarım mekanizması Finansal istikrar kavramı ekonomilerin yapısına değiĢebilmekte olup finansal istikrar için önemli olan göstergeler zaman içinde farklılaĢabilmektedir. Bu çerçevede, ilerleyen yıllarda konjonktürün ciddi anlamda değiĢmesi veya önemli yapısal geliĢmeler olması durumunda, TCMB para politikasının çerçevesini belirlerken konut fiyatları, firmaların yurt dıĢı borçluluğu gibi farklı göstergelere de odaklanabilecektir (Kara, 2012). TCMB politika bileĢiminin daha iyi anlaĢılabilmesi için faiz koridoru, politika faizi ve zorunlu karĢılıkların operasyonel yapısı ayrıntılı olarak aĢağıda ele alınacaktır. 4.2.3.1. Faiz koridoru ve politika faiz oranı Küresel finans krizi sonrası sermaye akımlarının hızlanması sonucu TCMB tarafından faiz koridoru aktif bir para politikası aracı olarak kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Faiz koridorunu kullanmaktaki amaç kısa vadeli fazilerin kontrollü bir Ģekilde dalgalanması ve piyasadaki belirisizliğin arttırılmasıdır. Bu ortam kısa vadeli sermaye giriĢleri için caydırı olacaktır. Ayrıca zorunlu karĢılık politikasının etkin açlıĢabilmesi için faiz koridoruna ihtiyaç duyulmaktadır. Konuyla ilgili olarak BaĢçı ve Kara (2011)‟de Ģu değerlendirmelere yer verilmektedir: “Normal Ģartlarda, zorunlu karĢılık uygulamasıyla çekilen likiditenin tamamının merkez bankası kaynaklarından karĢılandığı varsayımı altında, zorunlu karĢılık oranlarındaki artıĢın kredi davranıĢı üzerinde önemli bir etkisinin olmaması beklenir… Ancak pratikte durum çok farklı olabilmektedir. Bankalar, zorunlu 115 karĢılıkların artırılması yoluyla ortaya çıkan likidite açığının tamamını merkez bankasından borçlanarak sağlamaları durumunda, ortaya çıkan faiz riskini üstlenmek durumunda kalacaktır… Politika faizinin gelecekte izleyeceği seyre dair belirsizliğin yüksek olması durumunda, bankaların kısa vadeli fonlamalarını artırmaları durumunda maruz kaldıkları faiz riski daha da belirgin hale gelebilecektir. Nitekim TCMB‟nin Kasım 2010 döneminden itibaren açık olarak uygulamaya baĢladığı politika bileĢiminde kısa vadeli faizlerin tahmin edilebilirliği azaltılarak zorunlu karĢılıkların faiz riski kanalının güçlendirilmesi de amaçlanmıĢtır.” Faiz koridoru uygulamasının daha iyi anlaĢılabilmesi için operasyonel çerçevesine ele almak faydalı olacaktır. Bankalar gün içinde, 10:00-16:00 saatleri arasında, likidite sıkıĢıklığı yaĢamaları durumunda Merkez Bankası bünyesindeki Bankalararası Para Piyasasından limitleri ile sınırlı olmak üzere teminatları karĢılığında gecelik vadede Merkez Bankası borç verme faiz oranından borçlanabilmekte, likidite fazlalığı oluĢması halinde ise limitsiz olarak Merkez Bankası borçlanma faiz oranından Merkez Bankasına TL borç verebilmektedir. Bununla birlikte piyasa yapıcısı bankalar, açık piyasa iĢlemleri çerçevesinde kendilerine sağlanan oranlar üzerinden gecelik vadeli repo imkânından yararlanabilmektedir. Ayrıca bankalar Geç Likidite Penceresi (GLP)” çerçevesinde, 16:00 – 17:00 saatleri arasında, Merkez Bankasından teminat karĢılığı olmak üzere limitsiz olarak borçlanabilmekte ya da Merkez Bankasına borçverebilmektedir (ġekil 4.23). Faiz Oranı GLP Borç Verme Faiz Oranı TCMB Gecelik Borç Verme Faiz Oranı Piyasa Yapıcılara Borç Verme Oranı TCMB Haftalık Poltika Faiz Oranı İkincil Piyasa Faiz Oranı TCMB Gecelik Borçlanma Faiz Oranı GLP Borçlanma Faiz Oranı 10:00 11:00 İnterbank + APİ 16:00 17:00 Saatler Geç Likidite Penceresi (GLP) Kaynak: TCMB ġekil 4.23. Faiz koridorunun yapısı Bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı para politikası faiz oranıdır. Yeni para politikası çerçevesinde bir hafta vadeli repo ihalesi ile sağlanması planlanan fonlama miktarı 116 kamuoyuna düzenli olarak açıklanmaktadır. Repo ihaleleri, Para Politikası Kurulu tarafından tespit edilen faiz oranından miktar ihalesi yöntemine göre gerçekleĢtirilmektedir. Gün içinde likiditenin öngörülemeyen nedenlerle aĢırı azalması ve bu durumun para piyasası faiz oranları üzerinde aĢırı baskı yaratması halinde, Merkez Bankası‟nın saat 11:00‟de gerçekleĢtirilen olağan repo ihalesine ilave olarak daha sonra yine miktar ihalesi yöntemi ile bir hafta vadeli “Gün Ġçi Repo Ġhalesi” de açabilme imkânı bulunmaktadır. Ayrıca, Merkez bankası gerekli görmesi halinde bir aylık vadeli repo ihalesi de açabilmektedir (FĠR, 2011). Faiz koridoru ve poltika faiz oranı ile amaçlanan ikinici piyasa faiz oranlarını etkilemektir. Gelenkesel enflasyon hedeflemesinde bu amaca sadece politika faiz oranı ile ulaĢılmaya çalıĢılırken, yeni para politikası bileĢiminde faiz koridoru da aktif olarak kullanılmaya baĢlanmıĢtır. TCMB, faiz koridoru ve politika faizi ile piyasada ihtiyacı olan bankalara kısa vadeli (günlük, haftalık veya bir aylık vadede) likidite sağlayabildiği gibi, fon fazlası olan bankalardan gecelik vadede borç alabilmektedir. TCMB‟nin gecelik borç verme ve borç alma faizinin arasında kalan alan faiz koridoru olarak tanımlanmaktadır. Piyasa faizleri faiz koridorunun içinde oluĢmaktadır. Geleneksel yapıda TCMB fonlamayı esas olarak bir haftalık repo aracılığıyla yaptığından bir hafta vadeli repo fonlama faizine politika faizi denilmektedir. Politika faiz oranı ve faiz koridoru her ay Para Politikası Kurulu toplantısında gözden geçirilerek kamuoyuna duyurulmaktadır (TCMB, 2013). Geleneksel enflasyon hedeflemesi uygulayan birçok merkez bankası faiz koridorunu kullanmakta olup, faiz koridoru genelde kendi baĢına bir araç olmaktan ziyade piyasa faizlerinin politika faizinden belirgin Ģekilde sapmasını engellemek için kullanılmaktadır. Bu doğrultuda faiz koridoru pasif bir rol üstlenerek politika faizi etrafında simetrik ve dar bir bant olarak tanımlanmaktadır. Ancak bazı durumlarda asimetrik faiz koridoru kısa vadeli sermaye akımlarındaki dalgalanmalara karĢı bir araç olarak kullanılabilmektedir. GeniĢ faiz koridoru yatırımcılar için belirsizliği arttıracağı için kısa vadeli sermaye giriĢleri için caydırıcı olacaktır. Faiz koridoru uygulamasında merkez bankası fonlamayı politika faizinden ve gecelik borç verme faiz oranından yapabileceği için kısa vadeli faizlerde belirsizlik oluĢacaktır. Faiz koridorunun alt bandının geniĢletilmesi diğer faktörler sabitken uluslararası yatırımcı için kısa vadeli getiride belirsizliği arttıracaktır. Getirideki belirsizlik 117 döviz kuru belirsizliği ile de birleĢirse kısa vadeli uluslararası yatırımcı (carry trade gibi) için daha caydırıcı bir ortam oluĢacaktır. Bu çerçevede sermaye giriĢlerinin yoğunlaĢtığı dönemde faiz koridorunun alt bandını geniĢletmek, sermaye çıkıĢlarının olduğu dönemde de koridorun üst bandını geniĢletmek sermaye akımlarındaki oynaklığa karĢı etkili bir araç olacaktır. BaĢka bir ifadeyle asimetrik faiz koridoru belirsizlik Ģoku ile sermaye hareketlerindeki oynaklığı azaltarak finansal istikrara katkıda bulunacaktır. Diğer taraftan faiz koridorunun üst bandının geniĢletilmesi yurt içinde borç verenler için belirsizliği arttıracaktır. Bu durum sermaye çıkıĢlarının arttığı ve finansal piyasalarda stresin yükseldiği bu ortamda yurt içi risklerin artması engelleyecektir. Asimetrik ve geniĢ faiz koridoru uygulaması ile geleneksel para politikasında olduğu gibi fonlama sadece politika faiz oranı ile yapılmamakta, koridorun alt ve üst bandı kullanılarak ikincil piyasa faizleri koridor için günlük bazda yönlendirilebilmektedir. Bu uygulama sermaye akımlarındaki oynaklığın fazla olduğu dönemlerde merkez bankasına önemli bir esneklik sağlamaktadır (ġekil 4.24) (Aysan, Fendoğlu ve Kılınç, 2014). Faiz Oranı Gecelik Borç Verme Faiz Oranı Yurtiçi Borç Veren İçin Riskli Bölge Gecelik Borç Alma Faiz Oranı Uluslararası Yatırımcı İçin Riskli Bölge Haftalık Poltika Faiz Oranı t Kaynak: Aysan ve diğerleri, 2014 ġekil 4.24. Asimetrik faiz koridoru TCMB asimetrik faiz koridoru politikasını 2010 sonundan itibaren uygulamıĢ ve faiz koridorunun alt ve üst bandı aktif olarak kullanmıĢtır. FED‟in ikinci parasal geniĢlemeye (QE2) baĢlamasının ardından hızlanan sermaye giriĢleriyle mücadele etmek için faiz koridorunun alt bandı geniĢletilmiĢ, gecelik faizlerdeki dalgalanma arttırılarak kısa vadeli uluslararası yatırımcı için belirsizlik oluĢturulmuĢtur. TCMB gecelik borç alma faizinin sıfıra yaklaĢtırılması “carry trade” imkânını oldukça azaltmıĢ, faizlerdeki artan belirsizlik ile de gecelik vadede merkez bankasına park edilen tutarlar azaltılmıĢtır. Daha sonra 118 Avrupa‟daki borçlanma sorunun ortaya çıkması ile birlikte faiz koridorunun alt bandı daraltılırken üst bant geniĢletilerek sermaye çıkıĢlarının yumuĢatılması amaçlanmıĢtır. Ayrıca bu durumda yurt içi borç verenler için belirsizlik artacağından yurt içi risklerin birikmesinin engellenmesi hedeflenmiĢtir. Faiz koridorunun üst bandından fonlama yapılması, bazı günlerde aylık repo ihalesinin açılması ile politika faizi arttırılmadan koridor içinde ortalama fonlama faizinin (haftalık repo faizi, aylık repo faizi ve gecelik borçlanma faizinin ortalaması) doğrultusunda ikincil piyasa faizlerinin yukarı yönlü arttırılması sağlanmıĢtır (ġekil 4.25). Küresel belirsizliğin yüksek olduğu ortamda faiz koridoru ile faizlerin günlük olarak belirlenebilmesi imkânı merkez bankasına önemli bir esneklik sağlamıĢtır (Aysan ve diğerleri, 2014). 30 QE2 QE3 25 FED Çıkış Sinyali OMT 20 Avrupa Borç Krizi 15 Gecelik Borç Verme & Borç Alma 10 Gecelik Repo Faizi Gösterge Faiz 10.2013 05.2013 12.2012 07.2012 02.2012 09.2011 04.2011 11.2010 06.2010 01.2010 08.2009 05.2008 12.2007 07.2007 02.2007 09.2006 04.2006 06.2005 01.2005 11.2005 Ortalama Fonlama Faizi 0 03.2009 Lehman Krizi Politika Faizi 10.2008 5 Kaynak: TCMB QE: FED Niceliksel GeniĢleme OMT: ECB Doğrundan Tahvil Alım Programı ġekil 4.25. Faiz koridoru ve politika faizinin geliĢimi 2012‟nin ikinci yarısından sonra Avrupa‟daki borçlanma sorununa dair kaygıların hafiflemesi ile sermaye akımları tekrar hızlanmaya baĢlamıĢtır. Bu ortamda TCMB politika faizinden yaptığı fonlama miktarını arttırmıĢ, ortalama fonlama faizi ve ikincil piyasa faizleri düĢerek politika faizine yakın seyretmeye baĢlamıĢtır. Ayrıca azalan küresel belirsizlikler ve artan risk iĢtahı sonucu faiz koridorunun üst bandı kademeli olarak indirilmiĢtir. FED‟in üçüncü kez parasal geniĢlemeye gitmesi ve ECB‟nin de geniĢletici önlemler açıklaması ile sermaye akımlarının yeniden hızlanması sonucu politika faizinde ve faizi koridorunun alt bandında da indirime gidilmiĢtir. 2013 Mayıs ayında FED‟in 119 parasal geniĢlemeyi azaltacağını duyurması ile birlikte sermaye çıkıĢları olmuĢtur. Bu sefer TCMB faiz koridorunun üst bandını ve ortalama fonlama maliyetini kademeli olarak arttırarak piyasa faizlerini yukarı yönlü hareketlendirmiĢ ve sermaye çıkıĢlarını yavaĢlatmayı amaçlamıĢtır. 2013 yılı sonunda FED‟in parasal geniĢletmeyi azaltmaya baĢlaması ile birlikte diğer geliĢmekte olan ülkelerde olduğu gibi Türkiye‟den de önemli sermaye çıkıĢları olmuĢ, diğer taraftan yurt içi siyasi tansiyonun artması ile birlikte kur üzerindeki baskı daha da artmıĢtır. Belirsizliğin arttığı ve küresel likiditenin azalmaya baĢladığı bu ortamda TCMB daha sade bir para politikasına geçmeye karar vermiĢ ve 2014 yılı baĢında politika faizinde ve koridorun üst bandında sert bir artıĢa giderek fonlamayı sadece politika faizinden yapmaya baĢlamıĢtır (ġekil 4.25). Faiz koridorunun döviz piyasasına etkisini teorik olarak da göstermek mümkündür. Faiz koridorunun olmadığı durumda sermaye akımlarındaki oynaklık yüksek olacağından döviz arzındaki dalgalanma da çok olacaktır. Bu durumda kur oynaklık yüksek olacaktır. Faiz koridorunun kullanıldığı durumda ise sermaye giriĢ ve çıkıĢlarındaki dalgalanmalar hafifleyeceğinden döviz arzındaki hareketlilik azalacak ve kur oynaklığı düĢecektir (ġekil 4.26 ve 4.27). e= TL/$ e= TL/$ Döviz Arzı Döviz Arzı σe Döviz Talebi σe Döviz Talebi Miktar Miktar Kaynak: Aysan ve diğerleri, 2014 Kaynak: Aysan ve diğerleri, 2014 ġekil 4.26. Döviz piyasası (ihtiyati araçların kullanılmadığı durum) ġekil 4.27. Döviz piyasası ve faiz koridorunun kullanıldığı durum 120 4.2.3.2. Para birimine dayalı ve vadeye dayalı zorunlu karĢılık Bazı ülkeler tek bir zorunlu karĢılık oranı tercih ederken bazı ülkelerde zorunlu karĢılıklar para birimine ve vadeye göre farklılaĢtırılmaktadır. Uygulanan zorunlu karĢılık rejimi para politikasının duruĢu ile yakından ilgilidir. TCMB 2002 yılından itibaren ulusal para ve yabancı para için farklı zorunlu karĢılık oranı uygularken, küresel finans krizi sonrası yeni para politikası ile birlikte önce Türk lirası zorunlu karĢılık oranını vadeye farklılaĢtırarak arttırmıĢ daha sonra yabancı para zorunlu karĢılık oranı için de benzer bir uygulamaya gitmiĢtir. Enflasyon Raporu (2011–1)‟de zorunlu karĢılıklar hakkında Ģu ifadelere yer verilmiĢtir: “Yeni politika bileĢimi belirlenirken göz önünde bulundurulan bir diğer husus, cari dengedeki bozulmaya önemli katkıda bulunan hızlı kredi geniĢlemesinin yavaĢlatılmasıdır. Bu çerçevede, zorunlu karĢılık oranlarının aktif bir politika aracı olarak kullanılmasına karar verilmiĢtir. Aralık ve Ocak aylarında zorunlu karĢılık oranlarının ağırlıklı ortalaması belirgin olarak yükseltilirken, vadesi uzadıkça azalan bir biçimde farklılaĢtırılmıĢtır. Bu kararla bir taraftan kredi geniĢlemesinin yavaĢlatılması, diğer taraftan bankacılık sisteminin pasif vadesinin uzatılarak aktiflerle pasifler arasındaki vade uyumsuzluğunun azaltılması hedeflenmiĢtir. TCMB, cari açığa iliĢkin tedbirler tasarlanırken ön planda tutulması gereken temel unsurun fiyat istikrarı olduğunu vurgulamıĢtır. Bu doğrultuda Kurul, yeni politika çerçevesinde alınan ve alınması öngörülen tedbirlerin net etkisinin sıkılaĢtırıcı yönde olacağını vurgulamıĢtır. Diğer bir ifadeyle, zorunlu karĢılıkların ağırlıklı ortalamasının artırılması yoluyla gerçekleĢen parasal sıkılaĢtırmanın faiz indirimlerinin geniĢletici etkisini ters yönde fazlasıyla telafi edeceği değerlendirilmiĢtir.” Bu çerçevede yeni politika bileĢimi içinde zorunlu karĢılıklar aktif olarak kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Ġlk önce Aralık 2010‟da Türk lirası zorunlu karĢılık oranı vadeye farklılaĢtırılmıĢ, kısa vadeli yükümlülükler için daha yüksek zorunlu karĢılık oranı belirlenerek yükümlülüklerin vadesinin uzatılması ve bankacılık sektöründeki varlık ve yükümlülükler arasındaki vade uyumsuzluğunun azaltılması amaçlanmıĢtır. Benzer Ģekilde Nisan 2011‟de yabancı para zorunlu karĢılık oranı da vadeye göre farklılaĢtırılmıĢ, kısa vadeli yükümlülükler için zorunlu karĢılık oranı arttırılarak vadenin uzaması teĢvik edilmeye çalıĢılmıĢtır (ġekil 4.28 ve 4.29 ). Vadeye göre farklılaĢtırmadan sonra, ağırlıklı ortalama zorunlu karĢılık oranının zorunlu karĢılık aralığının üst bandına yakın seyretmesi, banakların yükümlülüklerinin çoğunun kısa vadeli olduğunu göstermektedir. Yabancı para 121 yükümlülüklerin ortalama vadesi Türk lirası yükümlülüklere göre kısmen daha yüksek seyretmektedir. % % 14 18 16 14 12 10 8 6 4 2 0 12 10 8 6 4 2 Zorunlu Karşılık Aralığı Zorunlu Karşılık Aralığı Ağırlıklı Ortalama Oran Ağırlıklı Ortalama Oran Kaynak: TCMB Kaynak: TCMB ġekil 4.28. TL zorunlu karĢılık oranları ġekil 4.29. YP zorunlu oranları 12.13 07.13 02.13 09.12 04.12 11.11 06.11 01.11 08.10 12.13 07.13 02.13 09.12 04.12 11.11 06.11 01.11 08.10 03.10 10.09 0 karĢılık Küresel finans krizi sonrası finansal istikrara dair endiĢelerin yükseldiği yeni atmosferde TCMB faiz koridoru, zorunlu karĢılıklar ve likidite yönetiminden oluĢan yeni politika bileĢimini benimsemiĢtir. Bu dönemde hızlanan sermaye akımları daha çok kısa vadeli borçlanma araçları ve hisse senedi Ģeklinde geldiği için yüksek cari açık ve ani duruĢ endiĢesi ile finansal istikrara dair kaygılar yükselmiĢtir. TCMB, sermaye akımlarının makro finansal göstergeler üzerinde, ulusal para biriminin değerlenmesi, kredi geniĢlemesi ve cari açık gibi olumsuz etkilerini sınırlandırmak için politika faizi düĢürüp faiz koridoru ile de kısa vadeli faizlerde belirsizlik oluĢtururken, zorunlu karĢılıkları da hızlı bir Ģekilde yükseltilerek kısa vadeli sermaye akımlarını yavaĢlatmayı ve aĢırı kredi geniĢlemesini önlemeyi hedeflemiĢtir. Ayrıca zorunlu karĢılıkların vadeye göre farklılaĢtırılması ile kısa olan yükümlülüklerin vadesi uzatılarak merkez bankasından borçlanmaların mevduatın ikamesi olmasının önüne geçilmek istenmiĢtir. Mevduatın vadesi uzadıkça bankaların merkez bankasından kısa vadeli borçlanarak kredi vermeleri bilançolarına hem vade hem de faiz riski yükleyeceği için bu seçenek bankalar tarafından tercih edilmeyecektir. Faiz koridoru ugulaması ile politika faizinin gelecekte izleyeceği seyre dair belirsizlik arttrılmakta ve bankaların merkez bankasından kısa vadeli fonlamalarını artırmaları durumunda maruz kaldıkları faiz riski daha da belirgin hale gelmektedir. Bu çerçevede 122 TCMB‟nin Kasım 2010 döneminden itibaren uygulamaya baĢladığı politika bileĢiminde kısa vadeli faizlerin tahmin edilebilirliği azaltılarak zorunlu karĢılıkların faiz riski kanalının güçlendirilmesi de hedeflenmiĢtir (BaĢçı ve Kara, 2011). FED‟in ikinci parasal geniĢleme (QE2) kararından sonra geliĢmekte olan ülkelerin çoğunda olduğu gibi Türkiye‟ye yönelen sermaye akımları da hızlanmıĢ ve aĢırı kredi geniĢlemesi finansal istikrarı bozmaya baĢlamıĢtır. Bu çerçevede TCMB elindeki araçlardan zorunlu karĢılıkları aktif olarak kullanmaya baĢlamıĢtır. Türk lirası ve yabancı para zorunlu karĢılık oranlarında 2010 yılı sonundan itibaren sert artıĢlar yapılarak banakların elindeki kullanılabilir fon miktarı azaltılmıĢ, zorunlu karĢılıklara faiz ödenmesine son verilerek de bankaların aracılık maliyetleri arttırılarak kredi geniĢlemesinin sınırlandırılması amaçlanmıĢtır. 2011 yılı son çeyreğinde Avrupa‟da ortaya çıkan borçlanma kriziyle birlikte TCMB zorunlu karĢılık oranlarında bir miktar indirime giderek piyasaya kalıcı likidite sağlamıĢ ve bankacılık sektörünü rahatlatmıĢtır. 2012 son çeyreğinden itibaren Avrupa‟daki borçlanma krizine dair endiĢelerin azalması ve FED‟in üçüncü parasal geniĢlemeyi (QE3) açıklaması ile birlikte sermaye akımları tekrar hızlanma eğilimine girmiĢtir. TCMB zorunlu karĢılık oranlarını tekrar kademeli olarak yükselterek aĢırı kredi geniĢlemesini ve cari açığın bozulmasını engellemeye çalıĢmıĢtır. Bu dönemde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu da kredi geniĢlemesine karĢı tedbirler aldığı için zorunlu karĢılıklarda yüksek bir artıĢa ihtiyaç duyulmamıĢtır (ġekil 4.30). % 14 QE3 QE2 YP 12 10 8 AB Borç Krizi 6 TL 4 2 Kaynak: TCMB ġekil 4.30. ZK oranlarının geliĢimi 07.13 01.13 07.12 01.12 07.11 01.11 07.10 01.10 07.09 01.09 07.08 01.08 07.07 01.07 07.06 01.06 07.05 01.05 0 123 4.2.3.3. Rezerv opsiyonu mekanizması Rezerv Opsiyonu Mekanizması (ROM) bankaların Türk lirası zorunlu karĢılıklarının belirli bir yüzdesini döviz ve altın cinsinden tesis edebilmelerine imkân tanıyan uygulamadır. ROM‟un bir para politikası olarak kullanılmasındaki amaçlar; Bankacılık sisteminin, Türk lirası likidite ihtiyacının daha kalıcı bir yöntemle ve daha düĢük bir maliyetle karĢılanması, Döviz rezervlerinin desteklenerek zamanında, kontrollü ve etkili bir Ģekilde kullanılması, Sermaye hareketlerindeki aĢırı oynaklığın makroekonomik ve finansal istikrar üzerindeki olumsuz etkilerinin sınırlandırılması, Yastık altındaki hurda altının ekonomiye kazandırılmasıdır (FĠR, 2012). Rezerv Opsiyonu Katsayısı (ROK) ise birim Türk lirası zorunlu karĢılık baĢına tesis edilebilecek döviz veya altını belirleyen katsayıları ifade etmektedir. ROK ile amaçlananlar; Türk lirası zorunlu karĢılıkların Türk lirası veya yabancı para cinsinden tesis edilmesindeki maliyet farkının azaltılması, Bankaların ROM imkânını likidite gereksinimleri doğrultusunda serbestçe kullanmaları, Otomatik dengeleyici olarak kurdaki oynaklığın azalmasına katkıda bulunmak, Döviz rezervlerinin desteklenmesidir (FĠR, 2012). ROM‟un uygulanmasında aĢamalı bir stratejisi izlenmiĢtir. Ġlk aĢamada Eylül 2011‟de, Türk lirası zorunlu karĢılıkların bir kısmının döviz olarak tesis edilebilmesine imkân sağlanırken, altın olarak tesis edilebilmesine Ekim 2011‟de imkân verilmiĢtir. Söz konusu imkânlar, piyasa koĢulları çerçevesinde kademeli olarak yükseltilmiĢ, son olarak 17.08.2012 tarihinde döviz için yüzde 60, 31.08.2012 tarihinde altın için yüzde 30‟luk üst sınır belirlenmiĢtir. Türk lirası yükümlülükler için tutulması gereken zorunlu karĢılıkların döviz olarak tutulabilmesine iliĢkin ROK muhtelif düzenlemeler ile ilk yüzde 30‟luk ve izleyen yüzde 5‟lik dilimler için 1,4 ve 3,2 aralığında artan bir Ģekilde, altın olarak tutulabilmesine iliĢkin ROK ise ilk yüzde 15‟lik ve izleyen yüzde 5‟lik dilimler için 1,4 ve 2,5 aralığında belirlenmiĢtir (ġekil 4.31 ve 4.32) (FĠR, 2013). 124 60 50 1,4 40 2,0 2,2 2,3 2,4 2,5 2,7 2,8 3,2 1,9 1,9 2,1 2,2 2,3 2,4 2,6 2,7 3,1 1,7 1,7 1,7 1,9 2,0 2,1 2,2 2,4 2,5 2,9 1,4 1,4 1,4 1,6 1,7 1,8 1,9 2,1 2,2 2,6 1,5 1,7 30 1,8 1,8 1,5 1,5 30 2,0 2,2 2,3 2,4 2,5 1,5 1,7 1,8 1,9 2,0 25 1,5 20 1,5 1,3 1,4 1,4 1,4 1,4 1,4 1,4 10 10 1,0 1,0 1,2 1,3 1,4 1,4 12.04.13 1,1 01.03.13 1,0 04.01.13 1,0 21.12.12 1,0 14.09.12 20 20.07.12 15 5 31.01.14 07.06.13 10.05.13 12.04.13 07.12.12 09.11.12 12.10.12 31.08.12 03.08.12 06.07.12 22.06.12 0 0 Kaynak: TCMB Kaynak: TCMB ġekil 4.31. Döviz için ROK geliĢimi ġekil 4.32. Altın için ROK geliĢimi ROK 1‟den büyük olduğu sürece döviz müdahalelerinden daha etkili bir araç olarak çalıĢmaktadır. ROK‟un artırılması veya azaltılması sonucu sermaye hareketlerindeki oynaklığın finansal istikrar üzerindeki olumsuz etkisini gidermek için TCMB‟nin piyasaya döviz alım veya satımı yönünde müdahale ihtiyacı ve kurdaki oynaklık azalmaktadır (FĠR, 2012). ROK‟ların belirlenmesinde birkaç faktör etkilidir. TCMB ROK‟ları belirlerken bankaları ROM imkânı kullanıp kullanmama konusunda kararsız bırakan ve baĢabaĢ ROK denilen kritik seviyeyi esas almaktadır. Kritik katsayı temel olarak; yabancı para ve Türk lirası fon bulma maliyetlerine, Libor faiz oranına, Türk lirası swap faiz oranına ve yabancı para zorunlu karĢılık oranına bağlıdır. Kritik katsayı değerinin özellikle yabancı para cinsi borçlanma maliyetlerine hassas olduğu dikkat çekmektedir. TCMB tarafından belirlenen ROK‟lar ve yabancı para zorunlu karĢılık oranı bütün bankalar için aynı iken TL ve yabancı para fon bulma maliyeti her banka için farklı olabilmektedir. Bu durumda bankalar optimizasyon hesabı yaparak maliyetin düĢük olması durumunda ROM‟u kullanacaklar ve bankaların imkandan yararlanma oranları farklı olacaktır (Küçüksaraç ve Özel, 2012). AĢağıdaki eĢitlik bankaları ROM imkânını kullanmak ile zorunlu karĢılık yükümlülüğünü yerine getirmek için Türk lirası borçlanmak arasında kararsız bırakan kritik katsayıyı basitçe göstermekte olup baĢabaĢ ROK olarak adlandırılmaktadır. 125 (4.4) EĢitlikteki rTL Türk lirası cinsinden borçlanmanın maliyetini, rYP ise yabancı para cinsinden borçlanmanın maliyetini göstermektedir. EĢitlikteki et zorunlu karĢılık tesis dönemi baĢlangıcındaki spot döviz kurunu E(et+1) ise tesis dönemi sonundaki döviz kurunu ifade etmektedir. EĢitliğin pay kısmı bankanın Türk lirası zorunlu karĢılık yükümlülüğünü TL borçlanarak yerine getirdiği durumdaki maliyeti yansıtırken, payda kısmı bankanın ROM imkânını kullanıp yabancı para borçlanması durumunda karĢılaĢacağı maliyeti yansıtmaktadır. Her bankanın Türk lirası ve yabancı para fon sağlama maliyetleri farklı olacağından baĢabaĢ ROK bankadan bankaya değiĢmektedir. Bu durumda ROM imkanından faydalanmak isteyen her bankanın kendi optimizasyon hesaplamasını yapması gerekecektir (Alper; Kara ve Yörükoğlu, 2012). BaĢabaĢ ROK, TCMB‟nin belirlediği ROK‟lardan yüksek olduğu sürece ROM imkânın bankalarca tercih edilmesi beklenmektedir. BaĢabaĢ ROK; Türk lirası borçlanmanın maliyeti arttığında, yabancı para borçlanmanın maliyeti azaldığında Türk lirası değer kazandığında ya da değer kaybetmesi beklendiğinde artacak ve grafikteki “A” noktasının sağına doğru hareket edecektir. Bu durumda baĢabaĢ ROK‟lar, TCMB‟nin belirlediği ROK‟lardan büyük olduğu sürece bankalar ROM imkânından daha fazla yararlanacak ve TCMB‟de daha fazla döviz ve altın rezervi biriktireceklerdir. Tersi durumda ise baĢabaĢ ROK azalarak “A” noktasının soluna doğru kayacak ve bankaların ROM imkânını kullanma oranı düĢecektir. Bankaların kur riskine karĢı kendilerini korudukları varsayımı altında baĢabaĢ ROK‟un basitçe ( rTL / rYP)‟ye eĢit olduğunu söylemek de mümkündür. ROM otomatik bir dengeleyici olarak çalıĢmaktadır. Sermaye akımlarının yoğunlaĢtığı dönemlerde yabancı para borçlanmanın maliyeti TL borçlanmanın maliyetine göre düĢeceğinden baĢabaĢ ROK artacak ve bankalar maliyet hesaplaması sonucu TL zorunlu karĢılıklar için daha çok döviz tutmayı daha karlı bulacaklardır. Bu durumda ROM kullanımının artmasıyla dövizler TCMB‟de birikecek ve kur üzerindeki değerlenme baskısı hafifleyecektir. Ayrıca bankaların kullandıracağı kredi miktarı da ROM kullanımı ile azalacak ve kredilerin sermaye akımlarına duyarlılığı da azalacaktır. Bankaların ROM‟u 126 kullanmayı tercih etmesi sonucu bir miktar TL piyasaya verilecektir ancak ROK‟lar birden büyük olduğu sürece bu tutar merkez bankasının döviz alım müdahalesinden daha az olup sterilizasyon maliyeti daha düĢük olacaktır. Diğer taraftan sermaye akımlarının yavaĢladığı ortamda dıĢ finansman koĢulları sıkıĢacak ve bankaların yabancı para borçlanma maliyetleri TL borçlanma maliyetine göre artacaktır. Bu durumda baĢabaĢ ROK düĢeceği için ROM imkânı daha az kullanılacaktır. Sermaye akımlarının yavaĢladığı bu ortamda bankaların TCMB‟de kötü günler için biriktirdiği döviz rezervini çekmesi ile kur üzerindeki değer kaybetme baskısı hafifleyecektir. Sonuç olarak ROM ve ROK otomatik bir düzenleyici olarak kur ve piyasa likiditesindeki oynaklığı azaltacaktır. Bu sistemin sağlıklı iĢleyebilmesi için TCMB‟nin ROM imkânın son dilimi için belirlediği ROK‟un baĢabaĢ ROK‟tan yüksek olması, imkânın yüzde yüz kullanılmaması ve gerektiği durumlarda TCMB tarafından ROK‟larda ayarlamaların yapılması gerekmektedir (ġekil 4.33) (Alper ve diğerleri, 2012). ROK A Başabaş ROK sermaye girişi sermaye çıkışı İmkan Kullanımı Kaynak: Alper ve diğerleri, 2012 ġekil 4.33. TL ve YP fonlama maliyetindeki değiĢim ve baĢabaĢ ROK ROM piyasa dostu, iĢ çevrimlerine karĢı otomatik dengeleyici olarak çalıĢan bir mekanizmadır. Merkez bankasının döviz alım ve satımı için piyasaya müdahalede bulunması doğası gereği ihtiyari bir uygulama iken ROM kullanımı bankların kendi maliyet politikaların bir sonucu olup daha etkin sonuçlar doğurmaktadır. Ayrıca ROM‟un iletiĢimi doğrudan müdahalelere göre daha kolaydır. ROM aracılığıyla döviz ve altın rezervini merkez bankası yerine bankalar biriktirmektedir. Finansal istikrarsızlık ve sermaye hareketlerindeki oynaklık asıl olarak bankaların borç ödeme kapasitesini ve bilançolarını olumsuz etkileyeceğinden, döviz rezervinin büyük oranda bankalarca tutulması ve Ģokların niteliğine göre optimal olarak kullanabilmesi finansal sistemin etkinliğini artırmaktadır (Alper ve diğerleri, 2012). 127 ROM‟un döviz piyasasında otomatik bir dengeleyici olduğunu teorik olarak da göstermek mümkündür. Sermaye akımlarının yoğunlaĢtığı ve döviz arzının bol olduğu durumda bankalar için döviz cinsinden kaynak bulmanın maliyeti daha düĢük olacağı için ROM kullanımı artacak ve bankalar kötü günler için merkez banaksında döviz biriktirecektir. Sermaye çıkıĢlarının olduğu ve döviz arzının azaldığı tersi durumda ise dövizin artan maliyeti ile bankalar merkez bankasındaki rezervlerini kullanmak isteyeceklerdir. Bu durumda kur üzerindeki değer kaybı baskısı hafifleyecektir. ROM‟un olduğu durumda döviz talep eğrisinin eğimi azalacak ve döviz piyasasındaki kur oynaklığı ROM‟un olmadığı duruma göre daha düĢük olacaktır (ġekil 4.34). Döviz talebi eğrisi (D) ile ROM varken oluĢan döviz talebi eğrisi‟(D‟) arasındaki fark da bankların merkez bankasında biriktirdiği döviz rezervini gösterecektir (ġekil 4.35) (Aysan ve diğerleri, 2014). 1/e= $/TL e= TL/$ Döviz Arzı D - D'= ROM σe Döviz Talebi' Döviz Talebi Miktar Miktar Kaynak: Aysan ve diğerleri, 2014 Kaynak: Aysan ve diğerleri, 2014 ġekil 4.34. Döviz piyasası ve ROM ġekil 4.35. Döviz rezervlerindeki artıĢ Bankalar ROM ile yabancı para cinsi borçlanmalarının büyük bir kısmını döviz ve altın zorunlu karĢılık tesisinde kullandıkları için yabancı para kredi büyümeleri sınırlanmaktadır. Bunu teorik olarak göstermek de mümkündür. Döviz kurunun (E), kredinin (K) ve risk priminin (rp) bir fonksiyonu olduğu, sermaye akımlarının da döviz kurunun bir fonksiyonu olduğu varsayılabilir. Ekonominin ilk baĢta a noktasında iken döviz kuru yüksek kredi seviyesi düĢüktür. Risk iĢtahındaki iyileĢme döviz kurunu sola kaydıracak ve yeni denge a‟ noktasında oluĢacaktır. Bu seviyede kur değerlenirken kredi seviyesi artacaktır. ROM‟un olduğu durumda ise risk primindeki iyileĢme sonucu döviz kurunun sola kayması daha az olacak (a‟‟) ve kurdaki değerlenme ve kredi seviyesindeki artıĢ ise sınırlı olacaktır (ġekil 4.36) (Kara, 2013). 128 Kredi Risk priminin düşmesi a' K' K(E) a'' ROM varken risk priminin düşmesi K'' a K E(K; rp) E(K; rp') Döviz Kuru E' E'' E Değerlenme Kaynak: Kara, 2013 ġekil 4.36. ROM ve kredi büyümesi Diğer taraftan ROM sonucu, TCMB‟de zorunlu karĢılık olarak tutulan Türk lirası tutarının azalması sonucu TCMB‟den repo yoluyla borçlanmalar ve piyasadaki Türk lirası likidite açığı azalmaktadır. Böylece bankaların repo iĢlemlerine bağımlılığı düĢerken, Türk lirası faiz maliyetleri azalmıĢ ve net faiz gelirlerini olumlu etkilenmektedir. Bununla birlikte Türk lirası zorunlu karĢılıkların döviz ve altın olarak tutulmasıyla bankaların yabancı para nakit ve benzeri varlıklarının bilanço içindeki payı ve bu varlıkların yabancı para yükümlülükleri karĢılama oranı artmıĢtır. Bununla birlikte bankalar ROM kapsamında zorunlu karĢılıklar için döviz ve altın cinsinden tesis ettikleri tutarların bir kısmı likit varlıklarla finanse ederken, önemli bir kısmını yabancı para cinsinden borçlarla finanse etmiĢleridir. Bu durum bankları yurt dıĢı borçlanmalarını arttırmıĢtır (FĠR, 2012). 4.2.3.4. Kaldıraca dayalı zorunlu karĢılık YaĢanan son küresel finans krizinin temel nedenlerinden biri finansal sistemde borçluluk düzeylerinin aĢırı yüksek olmasıdır. Bu krizden çıkarılan en önemli derslerden biri de finansal sistemin yüksek kaldıraçla çalıĢmasının orta ve uzun vadede ekonomik tahribata yol açtığı gerçeğidir. Ġktisadi literatüre göre finansal sektördeki borçlanma döngüseldir ve finansal çevrimleri tetiklemektedir. Türkiye‟de bankacılık sektöründe ise bankalar varlıklarını büyütmeleri durumunda bunu borçluluğu artırmak suretiyle yerine getirmektedir (Binici, Köksal; 2012b). Finansal istikrarı sağlamak için kullanılan sermaye yeterliliği oranı da risk ağırlıklarının hesaplanma yönteminden ötürü bazı dönemlerde 129 makro finansal riskleri değerlendirmekte yetersiz kalabilmektedir. Bu sebeple bankalar ve finansal sistemin bütünü nezdinde yüksek borçlanmadan kaynaklanan risklerin birikmesini sınırlamak için kaldıraç oranının sermaye yeterlilik oranıyla birlikte destekleyici bir araç olarak kullanılması finansal krizden sonra gündeme gelmiĢtir. Bu doğrultuda TCMB proaktif davranarak yüksek kaldıraçla çalıĢmaktan kaynaklanabilecek risklerin ortaya çıkmadan önlenebilmesi için, mevcut duruma kıyasla borçluluk oranlarını aĢırı düzeylere çıkaran bankalara ek zorunlu karĢılık uygulanmasını öngören “kaldıraca dayalı zorunlu karĢılık (KDZK)” uygulamasını, makro riskleri azaltıcı ve döngüsellik karĢıtı bir politika aracı olarak aĢamalı Ģekilde uygulamaya koymuĢtur (FĠR, 2013). TCMB politikasına konu olan kaldıraç oranı, ana sermayenin toplam pasif ve belirli dikkate alınma oranlarıyla bilanço dıĢı kalemler toplamına bölünmesi suretiyle (Ana Sermaye / [Pasif Toplamı + Bilanço DıĢı Kalemler]) hesaplanmaktadır. Bu tanıma göre kaldıraç oranı düĢtükçe bankaların borçluluk seviyesi artmaktadır. KDZK 2013 yılından izleme amaçlı olarak yürürlüğe girmiĢtir. Kaldıraç oranlarına göre uygulanacak zorunlu karĢılık politikasına göre ilk aĢamada, 2013 yılı son çeyrek ortalama kaldıraç oranı yüzde 3-yüzde 3,5 arasında kalan bankalara 2014 yılından itibaren baĢlamak üzere üç kademede 1- 2 puan aralığında ilave olarak zorunlu karĢılık yükümlülüğü getirilmektedir. Sonraki yıllarda ilave olarak zorunlu karĢılık oranı uygulanacak olan kaldıraç oranı üst limiti kademeli olarak yüzde 5‟e artırılacak ve bu seviyede devam ettirilecektir (FĠR, 2013) (ġekil 4.37). 2,5 2,0 1,5 1,0 0,5 2013Ç4 2014Ç4 4 ≤ KO < %5 3 ≤ KO < %4 KO < %3 3,5 ≤ KO < 4 3 ≤ KO < 3,5 KO < 3 3,25 ≤ KO < 3,5 3 ≤ KO < 3,25 KO < 3 0,0 2015Ç4+ Kaynak: TCMB-FĠR, 2013 ġekil 4.37. Dönemler itibarıyla kaldıraca dayalı ilave ZK oranları 130 Kaldıraç oranları aylık finansal tablolardaki veriler üzerinden çeyreklik dönemde yer alan ayların ortalaması esas alınmaktadır. Bankalar hesaplama dönemini izleyen 3 ay içinde bildirimde bulunmaktadır. 2013 yılı son çeyreğine iliĢkin bildirimlerden itibaren eĢik aralıklarda kalan bankaların 6 zorunlu karĢılık dönemi boyunca ilave olarak zorunlu karĢılık tesis etmesi gerekecektir (Çizelge 4.6). Çizelge 4.6. Kaldıraç oranının bildirimi ve zorunlu karĢılık tesisi Bildirim Dönemi (Son ZK Bildirim Tarihine Kadar) Eki.13 Kas.13 Ara.13 Oca.14 Şub.14 Mar.14 Nis.14 Hesaplama Dönemi (Ortalama Kaldıraç Oranı) May.14 Haz.14 Tesis Dönemi (Altı Zorunlu Karşılık Dönemi) Kaynak: TCMB-FĠR, 2013 Türkiye‟de bankacılık sektörünün kaldıraç oranı 2005 yılından bu yana yüzde 8 dolayında gerçekleĢmektedir. 2013 yılı dördüncü çeyrek dönemine ait ortalama kaldıraç oranı 7,3 olarak gerçekleĢmiĢtir (ġekil 4.38). Bu dönemde sektördeki bankaların büyük çoğunluğunun yüzde 7‟den büyük bir kaldıraç oranına sahip oldukları görülmektedir. Kaldıraç oranı yüzde 3 ile 5 aralığında kalan sadece 3 banka bulunmaktadır (ġekil 4.39). 2013 yılı son çeyreğinden itibaren eĢik değerler için ilave zorunlu karĢılık tesisi uygulaması ile sektörün borçluluk seviyesinin daha da azalması beklenmektedir (FĠR, 2013). 9,5 16 9,0 14 12 8,5 2013Ç1 2013Ç2 2013Ç3 2013Ç4 1414 13 12 14 131313 121212 11 10 8,0 8 7,5 6 6 7,0 4 6,5 3 2 11.12 12.11 04.11 08.10 12.09 04.09 08.08 12.07 04.07 08.06 12.05 6,0 0 4 3 3 2 2 1 0 0 0 0 KO<3 3≤KO<5 5≤KO<7 0 1 0 1 7≤KO<9 9≤KO<11 11≤KO<13 KO≥13 Kaynak: TCMB-FĠR, 2013 Kaynak: TCMB-FĠR, 2013 ġekil 4.38. Bankacılık sektörü kaldıraç oranı (%) ġekil 4.39. Bankacılık sektörü kaldıraç oranlarının dağılımı 131 4.2.3.5. Türkiye’de finansal istikrarda kurumsal yapı Finansal istikrara dair sistemik riskin izlenmesi ve önlenmesi ile sistemik risk yönetimine iliĢkin koordinasyonun sağlanması amacıyla 8 Haziran 2011 tarihinde Finansal Ġstikrar Komitesi (FĠK) kurulmuĢtur. Bu komite Hazine‟den sorumlu bakanın baĢkanlığında, Hazine MüsteĢarı, Merkez Bankası BaĢkanı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu BaĢkanı, Sermaye Piyasası Kurumu BaĢkanı ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu BaĢkanı‟ndan oluĢmaktadır. Söz konusu kurumların sorumlu oldukları ve finansal istikrar ile yakından iliĢkili temel konular Ģunlardır: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB): Fiyat istikrarı ve finansal istikrar çerçevesinde para politikası ve ödeme sistemleri, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK): Bankalar ve finansal holding Ģirketleri ile finansal kiralama, faktoring ve finansman Ģirketlerinin düzenleme ve denetlemesi, Hazine MüsteĢarlığı: Kamu finansmanı ve mali politikalar ile sigortacılık Ģirketlerinin düzenleme ve denetlemesi, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK): Sermaye piyasası ve aracı kurumların düzenleme ve denetlemesi, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF): Tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunması ile bankaların çözümlenmesi (FĠR, 2011). Bu çerçevede Finansal Ġstikrar Komitesi‟nin temel görevleri Ģunlardır: Finansal sistemin bütününe sirayet edebilecek sistemik risklerin belirlenmesi, izlenmesi ve bu tür risklerin azaltılması için gerekli tedbir ve politika önerilerini tespit etmek, Ġlgili birimlere sistemik risklerle ilgili uyarılar yapmak, uyarı ve politika önerileri ile ilgili uygulamaları takip etmek, Ġlgili kurumlar tarafından hazırlanacak sistemik risk yönetim planlarını değerlendirmek, Sistemik risk yönetimine iliĢkin koordinasyonu sağlamak, Görev alanı ile ilgili olarak, kamu kurum ve kuruluĢlarından her türlü veri ve bilgiyi sağlamak, kurumlar arasında politikaların ve uygulamaların koordinasyonunu sağlamak, Mevzuatla yetki verilen diğer konularda karar almak (FĠR, 2011). 132 Ancak söz konusu yapı, karar alma sürecinin hükümet denetiminde olduğu gerekçesiyle zaman zaman eleĢtirilmekte ve Finansal Ġstikrar Komitesi‟nin sadece bağımsız otoritelerden oluĢması gerektiği savı ileri sürülmektedir (Ersel, 2012 ve Özatay 2012). Bununla birlikte Hazine/Maliye/Hükümet yetkililerinin de söz konusu yapılanmaya katılmasının, politikaların uygulanması, sahiplenilmesi ve hızlı karar alınması açısından faydalı olduğunu savunan görüĢler de mevcuttur (FĠR, 2011). Finansal Ġstikrar Komitesi kuruluncaya kadar finansal istikrarın sorumluluğu büyük ölçüde TCMB‟nin üzerinde olmuĢtur. Banka elindeki mevcut araçlarla para politikasının sınırlarını zorlayarak finansal istikrarın sahipsiz kalmasını engellemiĢtir. Ancak kullanılan araçların etkinliği de eleĢtiri konusu olmuĢ, özellikle kredi geniĢlemesine karĢı zorunlu karĢılıkların yeterli olmadığı görüĢü yükselmiĢtir. FĠK‟in kurulması ile birlikte finansal istikrar için diğer düzenleyici otoriteler de elini taĢın altına koymuĢ ve Merkez Bankası‟nın yükü hafiflemiĢtir. TCMB‟nin zorunlu karĢılık politikasının yanında diğer kurumlarca alınan makro ihtiyati tedbirlere aĢağıdaki tabloda yer verilmektedir (Çizelge 4.7). 133 Çizelge 4.7. Türkiye alınan makro ihtiyati tedbirler 134 Çizelge 4.7. (devam) Türkiye alınan makro ihtiyati tedbirler Kaynak: BDDK, TCMB Küresel finans krizi sonrası dönemde Türkiye‟nin karĢılaĢtığı en önemli risklerden biri hızlı kredi geniĢlemesi olmuĢtur. Kredilerdeki hızlı artıĢ hem yurt içi geri ödeyememe riskini arttırırken hem de Türk lirasındaki değerlenme ile birlikte cari açıkta bozulmaya yol açmıĢtır. TCMB bu konuda 2011 yılının ikinci yarısına kadar tek baĢına mücadele etmiĢtir. Kredilerin yıllık yüzde 35‟i aĢan büyüme hızının 2011 yılında yüzde 25‟e, 2012 ve 2013 yıllarında ise yüzde 15‟e kademeli olarak indirilmesi ve ekonominin yumuĢak iniĢ yapması hedeflenmiĢtir. Yıllık yüzde 15 civarındaki kredi büyümesinin Türkiye‟nin potansiyel büyüme hızına ulaĢması için yeterli olduğu hesaplanmaktadır (Kara ve Tiryaki, 2013). TCMB‟nin zorunlu karĢılık önlemleri kredilerdeki hızlı artıĢı durdururken, BDDK‟nin 2011 yılının ikinci yarsından sonra devreye girerek tüketici kredisi için ayrılan karĢılıkları arttırması, tüketici kredilerinin risk ağırlığını arttırması ve kredi kartları ile ilgili yaptığı düzenlemeler kredi büyümesinde amaçlanan büyüme oranlarına ulaĢılmasında belirleyici olmuĢtur. 135 4.2.4. TCMB politika bileĢiminin sonuçları Bu bölümde TCMB politikalarının döviz kuruna, kredi geniĢlemesine, dıĢ dengeye ve sermaye akımlarına, büyümenin kompozisyonuna, mevduatın ortalama vadesine ve döviz rezervlerine etkisi grafiksel analiz yöntemiyle incelenecektir. 4.2.4.1. Döviz kuru geliĢmeleri Türk lirası ve diğer geliĢmekte olan ülkelerin ABD doları karĢısındaki değerine bakıldığında, TCMB‟nin yeni para politikasını uygulamaya koymasıyla birlikte 2011 yılından itibaren Türk lirasının geliĢmekte olan ülkelerin ortalamasından ayrıĢarak değer kaybettiği görülmektedir. Küresel finans krizi sonrası Türk liranın değerlenmesi dıĢ dengeyi olumsuz etkilerken alıĢılmadık para politikası ile Türk lirasının daha fazla değerlenmesinin önüne geçilmiĢtir (ġekil 4.40). Türkiye‟nin TÜFE bazlı reel döviz kuruna bakıldığında ise 2008 ve 2010‟da görülen TL üzerindeki değerlenme baskısının azaldığı, 2011 yılının ikinci yarısından itibaren reel kurun azalıĢ trendine girdiği ve dıĢ ticarette rekabetçiliğin artmaya baĢladığı görülecektir (ġekil 4.41). 135 20%-80% Aralık GOÜ Ortalaması Türkiye 130 125 120 115 110 105 Reel Kur 100 Trend 95 Kaynak: TCMB ġekil 4.40. 11.13 01.13 03.12 05.11 07.10 09.09 11.08 01.08 03.07 05.06 07.05 09.04 11.03 01.03 90 Kaynak: TCMB TL ve GOÜ para birimlerinin dolar karĢısındaki değeri (1.11.2010=1) ġekil 4.41. Reel kur (TÜFE bazlı 2003 = 100) 136 Merkez bankasının açıktan bir nominal veya reel kur hedefi olmasa da reel döviz kuru yeni para politikası çerçevesinde yakından izlenen göstergelerden biri olmuĢtur. TCMB BaĢkanı BaĢçı 2012 yılı sonunda Antalya Ticaret ve Sanayii Odası‟nda yaptığı konuĢma ve Anadolu Ajansı‟na verdiği demeçte, TÜFE bazlı reel döviz kuru endeksi 120–125 arasına gelmesi durumunda TL‟nin değerlendiğinin anlaĢılacağını; 125–130 aralığına geldiğinde, TCMB‟nin sert önlemlerle müdahale edeceğini ve 130‟un üzerine çıkması durumunda da fiyat istikrarı ve finansal istikrarı gözetmek için Bankanın elindeki bütün araçlarla müdahale edeceğini belirtmiĢtir. Türk lirasının ile cari açığı yüksek olan “Kırılgan BeĢli‟nin kur oynaklığı karĢılaĢtırıldığında yeni para politikası çerçevesinde faiz koridoru ve ROM ile birlikte 2012 yılı baĢından itibaren TL‟nin kur oynaklığının azaldığı ve diğer ülkeler içinde en istikrarlı para birimi olduğu görülmektedir (ġekil 4.42) Kaynak: TCMB *Brezilya, Endonezya, Hindistan, G. Afrika ve Türkiye ġekil 4.42. GÖÜ* ve Türkiye‟de kur oynaklığı (yüzde, gelecek 1 ay için ima edilen oynaklık) 4.2.4.2. Kredi geliĢmeleri Yeni politika bileĢimi çerçevesinde gözetilen değiĢkenlerden diğeri de kredi büyümesidir. 2010 yılı sonlarında yüzde 30‟ları aĢan yıllık kredi büyümesi cari açık ve finansal istikrar için risk oluĢturmuĢtur. Bu çerçevede 2011 yılı baĢında TCMB zorunlu karĢılık oranlarını hızla arttırarak bankaların kullanılabilir fon miktarını azaltmaya ve aracılık maliyetlerini arttırmayı çalıĢarak kredi geniĢlemesini yavaĢlatmak istemiĢtir. Bu 137 önlemlerle 2011 yılı ikinci yarısından itibaren kredilerdeki artıĢ eğilimi durmuĢ, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu‟nun aktif risk ağırlıkları, genel provizyonlar ve kredi/teminat oranı gibi araçlarla devreye girmesi ile kredilerdeki büyüme yavaĢlamaya baĢlamıĢtır. 2011 yılı son çeyreğinde Avrupa‟daki borçlanma sorununun yayılmasıyla TCMB faiz koridorunun üst bandını arttırmıĢ, sonuç olarak kredi büyümesi daha da yavaĢlamıĢ ve yüzde 25‟lik hedef yakalanmıĢtır. 2012 yılı için de yıllık kredi büyümesi hedefi olan yüzde 15‟e ulaĢılmıĢ ve kredi büyümesi kademeli olarak düĢürülerek ekonominin yumuĢak iniĢ yapması sağlanmıĢtır. 2013 yılında ise küresel likiditedeki artıĢ ve faiz oranlarındaki düĢüĢ ile birlikte kredi büyümesi tekrar ivmelenerek yüzde 15 olan referans değerin üzerinde gerçekleĢmiĢtir (ġekil 4.43). Yapılan çalıĢmalara göre yıllık yüzde 15 civarındaki kredi büyümesi, Türkiye‟nin Orta Vadeli Program‟daki büyüme projeksiyonlarına ulaĢması için yeterli görünmektedir. (Kara ve Tiryaki, 2013). 50 Firma Kredisi 40 Bireysel Kredi Toplam Kredi 30 20 10 10.2013 07.2013 04.2013 01.2013 10.2012 07.2012 04.2012 01.2012 10.2011 07.2011 04.2011 01.2011 10.2010 07.2010 04.2010 01.2010 10.2009 07.2009 04.2009 -10 01.2009 0 Kaynak: TCMB ġekil 4.43. Yıllık kredi büyümesi (kur etkisinden arındırılmıĢ) (%) Costa ve diğerleri (2011) de kredi geniĢlemesiyle mücadele için kullanılacak en etkin araçların kredi/teminat oranı, borç/gelir oranı, kredi tavanı, zorunlu karĢılıklar ve dinamik karĢılıklar olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca etkili sonuç alınabilmesi için bu araçların tek baĢına kullanılmamasının gerektiği belirtilmektedir. Bu çerçevede düĢünüldüğünde, ilk baĢta TCMB elindeki tek araç olan zorunlu karĢılıklarla hızlı kredi geniĢlemesi ile mücadele etmeye çalıĢmıĢ, daha sonra BDDK‟nin aktif risk ağırlıkları, genel provizyonlar ve kredi/teminat oranı gibi araçlarla devreye girmesi ile kullanılan araç sayısı artmıĢ ve istenilen sonuçlar elde edilmeye baĢlanmıĢtır. 138 4.2.4.3. DıĢ denge ve sermaye akımlarının kompozisyonu Döviz kuru ve kredi geliĢmeleri 2011 yılı ikinci yarısından itibaren dıĢ dengeyi olumlu etkilemeye baĢlamıĢtır. Kredi büyümesinin ekonomik etkilerini iyi bir Ģekilde özetleyen kredi stokundaki değiĢim (net kredi kullanımı)/GSYĠH göstergesi 2011 yılının ortalarından itibaren finansal istikrarla uyumlu düzeylere doğru gerilerken cari dengede istikrarlı bir iyileĢme görülmüĢtür. Ancak, finansal istikrarın sağlanabilmesi ve orta vadeli büyüme hedefleriyle uyumlu seyredilebilmesi için referans değerler olan yıllık yüzde 15 kredi büyümesinin ya da yıllık yüzde 7,5 net kredi kullanımı/GSYĠH oranın 2013 yılından itibaren tekrar aĢıldığı gözlemlenmiĢtir. Bununla birlikte alınan önlemler neticesinde kullanılan kredi ile cari açık arasındaki pozitif yönlü iliĢkinin 2012 yılı sonundan itibaren koparıldığı görülmektedir (ġekil 4.44). 14 Kredi Kullanımı/GSYİH 12 Cari Açık/GSYİH 10 8 6 4 2 2013Q4 2013Q2 2012Q4 2012Q2 2011Q4 2010Q4 2011Q2 2010Q2 2009Q2 2009Q4 2008Q4 2008Q2 2007Q4 2007Q2 2006Q4 2006Q2 2005Q4 2005Q2 2004Q4 2004Q2 -2 2003Q4 0 Kaynak: TCMB ġekil 4.44. Kredi stokundaki değiĢim ve cari açık (%) Kriz dönemi olan 2009 yılında büyüme ve ithalattaki sert azalıĢ ile ihracatın ithalatı karĢılıma oranı önemli ölçüde artarken, küresel likiditedeki artıĢ ekonominin hızlı toparlanmasıyla dıĢ denge bozulmaya baĢlamıĢtır. Yeni para politikasının meyvelerinin alınmasıyla birlikte 2011 yılı ikinci yarısından itibaren ihracatın ithalatı karĢılama oranı artıĢ eğilimine girmiĢ ve 2013 yılı sonunda karĢılama oranında 10 yıllık ortalamanın üzerine çıkılmıĢtır (ġekil 4.45) 139 Kaynak: TCMB ġekil 4.45. Ġhracatın ithalatı karĢılama oranı (%) Ġhracatın ithalatı karĢılama oranındaki değiĢim incelenirse dıĢ dengedeki iyileĢme daha net olarak görülecektir. 2012 yılından itibaren karĢılama oranındaki değiĢim hep pozitif yönde olmuĢtur (ġekil 4.46). Kaynak: TCMB ġekil 4.46. Ġhracatın ithalatı karĢılama oranı yıllık değiĢim (%) Diğer taraftan para politikasının makroekonomik göstergeler üzerindeki etkisi kısa vadeli olduğu için cari açığa kalıcı çözümler bulunabilmesi için faktör verimliğinin arttırılması, tasarruf oranlarının yükseltilmesi, ara malı ithalatına ikamenin geliĢtirilmesi, 140 enerjide dıĢa bağımlığının azaltılması gibi yapısal reformlara ve mikro düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çerçevede para politikasının kazandırdığı zamanın etkin kullanılması önem arz etmektedir. AlıĢılmadık para politikası ile cari açığın finansmanında da önemli iyileĢmeler elde edilmiĢtir. Yeni politikanın uygulanmaya baĢladığı 2010 yılı sonunda cari açığının finansmanının tamamına yakını ani duruĢ riski taĢıyan portföy ve kısa vadeli sermaye akımları ile yapılırken, 2011 yılından itibaren finansmanın kalitesi artmıĢ sermaye akımları içinde doğrudan yatırımların ve uzun vadeli sermaye giriĢlerinin payı artmıĢtır. 2012 yılında da söz konusu iyileĢme sürerken, 2013 yılında ise portföy ve kısa vadeli akımların payında bir miktar artıĢ olmuĢtur (ġekil 4.47). Finansman kalitesi kriz önceki dönemde olduğu gibi yüksek olmasa da yani politika bileĢimi ile kısmı baĢarının elde edildiğini söylemek doğru olacaktır. Ancak kısa vadeli sermaye akımlarına karĢı mücadelede Merkez Bankasının yapabilecekleri sınırlı olup, yasal düzenlemelere, maliye politikasına ve siyasi iradeye daha çok ihtiyaç vardır. Portföy ve Kısa Vadeli DYY ve Uzun Vadeli CA 100.000 80.000 60.000 40.000 20.000 0 09/13 05/13 01/13 09/12 05/12 01/12 09/11 05/11 01/11 09/10 05/10 01/10 09/09 05/09 01/09 09/08 05/08 01/08 09/07 05/07 01/07 -20.000 Kaynak: TCMB *Kısa vadeli sermaye hareketleri bankacılık ve reel sektörün kısa vadeli net kredileri ile bankalardaki mevduat kaleminin toplamından oluĢmaktadır. Uzun vadeli sermaye hareketleri bankalar ve reel sektörün uzun vadeli net kredileri ile bankalar ve Hazine‟nin yurtdıĢına ihraç ettikleri tahvilleri kapsamaktadır. ġekil 4.47. Sermaye akımlarının kompozisyonu (12 aylık birikimli, milyon dolar) 141 4.2.4.4. Büyüme Türkiye‟de sermaye giriĢi ile GSYĠH arasında 2000‟li yılların baĢından 2011sonuna kadar çok güçlü bir iliĢkinin olduğu görülmektedir. Bu durum büyümenin dıĢ finansmana bağımlığının yüksek olduğuna iĢaret etmektedir. Sermaye akımlarının yoğun olduğu 2012 ve 2013 yılında ise TCMB politikalarının sonucu olarak GSYĠH büyümesinde krize yol açmadan yumuĢak iniĢ gerçekleĢtirilmiĢ ve iki değiĢken aradaki bağ zayıflatılmıĢtır (ġekil 4.48). 12 10 8 6 4 2 0 -2 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 -4 -6 Net Sermaye Girişi/GSYİH -8 GSYİH Büyümesi -10 Kaynak: TCMB ġekil 4.48. Sermaye giriĢi ve büyüme (%) Büyümenin kompozisyonu incelendiğinde küresel finans krizi sonrası dönemde, 2010 yılında ve 2011‟in ilk yarısında, hızlı büyümenin temel faktörünün patlama gösteren yurt içi nihai talep olduğu görülmektedir. Yurt içi nihai talep artıĢı ile potansiyel büyüme oranının aĢılması finansal istikrar için riskleri arttırmıĢtır. Yeni para politikasının baĢarısı olarak 2011 yılı ikinci yarsından sonra, ilk kez kriz dönemi olmadan, net ihracatın büyümeye katkısı üst üste altı çeyrek dönem pozitif olmuĢ ve yurt içi nihai talep frenlenerek büyüme sağlıklı bir patikaya oturtulmuĢtur. 2013 yılında ise kredilerdeki ivmelenme ile yurt içi talep tekrar GSYĠH büyümesinin temel belirleyicisi olurken, net ihracatın katkısı negatife dönmüĢtür (ġekil 4.49). 142 20 15 10 5 0 -10 -15 2005Q1 2005Q2 2005Q3 2005Q4 2006Q1 2006Q2 2006Q3 2006Q4 2007Q1 2007Q2 2007Q3 2007Q4 2008Q1 2008Q2 2008Q3 2008Q4 2009Q1 2009Q2 2009Q3 2009Q4 2010Q1 2010Q2 2010Q3 2010Q4 2011Q1 2011Q2 2011Q3 2011Q4 2012Q1 2012Q2 2012Q3 2012Q4 2013Q1 2013Q2 2013Q3 2013Q4 -5 -20 Yurtiçi Nihai Talep Net İhracat Stok Değişimi GSYİH Büyümesi -25 -30 Kaynak: TCMB ġekil 4.49. Büyümeye katkılar (yüzde puan) Reel yurt içi nihai talep ile GSYĠH düzeyi ele alındığında bu durum daha net olarak görülmektedir. 2011 yılı ikinci yarısına kadar birlikte hareket eden iki değiĢken arasındaki pozitif iliĢki bu dönemden sonra zayıflarken, 2013‟ten sonra tekrar artmıĢtır (ġekil 4.50). 32 30 28 26 NYİT 24 GSYİH 22 2013Q3 2013Q1 2012Q3 2012Q1 2011Q3 2011Q1 2010Q3 2010Q1 2009Q1 2009Q3 2008Q3 2008Q1 2007Q3 2006Q3 2007Q1 2006Q1 2005Q3 2005Q1 20 Kaynak: TCMB ġekil 4.50. Reel yurt içi nihai talep ve büyüme (milyar TL) 4.2.4.5. Mevduatın ortalama vadesi Türk bankacılık sektöründe yükümlülüklerin büyük bir kısmına karĢılık gelen mevduatın ortalama vadesi 2-3 ay arasında seyrederken bankalar aktif tarafında uzun vadeli kredi vererek bilançolarında vade uyumsuzluğu riskini taĢımaktadırlar. Zorunlu karĢılıkların vadeye göre farklılaĢtırılmasından sonra Türk lirası ve yabancı para 143 mevduatların ortalama vadesinin arttığı görülmüĢtür. Özellikle Türk lirası mevduatın ortalama vadesinde kayda değer bir artıĢ görülmüĢtür. Zorunlu karĢılıkların vadeye göre farklılaĢtırıldığı tarihte 55 gün seviyesinde olan mevduatın ortalama vadesi, 75 güne kadar çıkmıĢtır. Küresel ekonomiye dair belirsizliklerin arttığı 2011 yılının ikinci yarısında zorunlu karĢılık oranının kısa vadeli mevduat için düĢürüldüğü dönemde Türk lirası mevduatın ortalama vadesi kısalma eğilimi göstermiĢtir. Sermaye giriĢlerinin hızlanması ve kredilerin hızlı büyümesi sonucunda ise 2012 yılı sonlarından itibaren kısa vadeli mevduata uygulanan zorunlu karĢılık oranlarının artırılmasıyla birlikte Türk lirası mevduatın ortalama vadesi yeniden uzamaya baĢlamıĢtır. Ayrıca 2013 yılı baĢından itibaren mevduata vadeden önce çekim hakkı getirilmesi ve uzun vadeli mevduattan alınan stopajın düĢürülmesi de mevduatın vadesinin uzamasına katkıda bulunmuĢtur. Yabancı para mevduatın ortalama vadesi de zorunlu karĢılık uygulaması ve söz konusu düzenlemelerin etkisiyle genel olarak uzama eğiliminde olmuĢtur (ġekil 4.51 ve 4.52) (FĠR, 2013b). 80 100 75 95 70 Vadeye Göre Stopaj ve Vadeden Önce Çekim Hakkı 65 Vadeye Göre Stopaj ve Vadeden Önce Çekim Hakkı 85 80 60 ZK Vadeye Göre Farklılaştırma ZK Vadeye Göre Farklılaştırma 75 70 06.10 08.10 10.10 12.10 02.11 04.11 06.11 08.11 10.11 12.11 02.12 04.12 06.12 08.12 10.12 12.12 02.13 04.13 50 06.10 08.10 10.10 12.10 02.11 04.11 06.11 08.11 10.11 12.11 02.12 04.12 06.12 08.12 10.12 12.12 02.13 04.13 55 90 Kaynak: TCMB Kaynak: TCMB ġekil 4.51. TL mevduatın ortalama vadesi ġekil 4.52. YP mevduatın ortalama vadesi 4.2.4.6. TCMB rezervlerinin geliĢimi ROM TCMB‟ye özgü bir araç olup kur üzerindeki baskıyı hafifleten otomatik bir dengeleyici olarak çalıĢırken döviz rezervlerine de önemli katkı sağlamaktadır. 2012 sonlarından itibaren ROM imkânından bankların büyük bir kısmı yüksek oranda istikrarlı olarak yararlanmaktadır. Türk lirası zorunlu karĢılıklar için ROM kapsamında sağlanan 144 yüzde 60‟lık döviz tesisi imkânının yaklaĢık 55 puanlık kısmı bankalarca tercih edilmektedir. Benzer Ģekilde ROM kapsamında izin verilen yüzde 30‟luk altın tesisi uygulamasının da yaklaĢık 25 puanlık kısmı bankalarca kullanılmaktadır. 2013 yılı MayısHaziran döneminde FED‟in parasal geniĢlemeyi azaltma sinyali sonucu sermaye çıkıĢlarının gözlenmesiyle bankaların ROM kullanım oranları bir miktar gerilemiĢ daha sonra tekrar imkânın üst seviyesine yaklaĢmıĢtır (ġekil 4.53 ve 4.54). 70 35 60 30 50 25 40 20 30 TL ZK için Döviz Tesis İmkânı Kullanımı İmkân Üst Limiti 20 15 TL ZK için Altın Tesis İmkânı Kullanımı 10 İmkân Üst Limiti 10 5 0 09.11 11.11 01.12 03.12 05.12 07.12 08.12 10.12 12.12 02.13 04.13 05.13 07.13 09.13 11.13 11.13 09.13 07.13 05.13 04.13 02.13 12.12 10.12 08.12 07.12 05.12 03.12 01.12 11.11 09.11 0 Kaynak: TCMB Kaynak: TCMB ġekil 4.53. ROM döviz için imkân kullanımı (%) ġekil 4.54. ROM altın için imkân kullanımı (%) ROK artıĢlarına rağmen bankaların ROM imkânını yüksek oranda kullanması TCMB döviz ve atın rezervlerini arttırmıĢtır. 2012 yılı baĢında 90 milyar dolar seviyelerine kadar gerileyen toplam rezervler ROM ile birlikte 2013 yılı sonunda 135 milyar dolar seviyesine çıkmıĢtır. TCMB toplam rezervlerin yaklaĢık yüzde 60‟ı bankaların yabancı para zorunlu karĢılıklar için tesis ettikleri döviz rezervi ve ROM kapsamında tuttukları döviz ve altın rezervlerinden oluĢmaktadır. TCMB net rezervleri 50 milyar dolar seviyesindedir (ġekil 4.55). 145 TCMB diğer döviz rez. TCMB diğer altın rez. 140 YP ZK için döviz Kıym.mad. için altın ROM döviz ROM altın 120 100 80 60 40 20 12/13 10/13 08/13 06/13 05/13 03/13 01/13 11/12 09/12 07/12 05/12 03/12 01/12 11/11 09/11 0 Kaynak: TCMB ġekil 4.55. TCMB rezerv dağılımı GeliĢmekte olan ülkeler için döviz rezervleri, doğrudan finansman kaynağı olabileceği gibi, dıĢ ödeme güçlüklerinin yol açacağı risklerin azaltılmasında ve piyasadaki döviz kurun oynaklığı ile mücadele edilmesinde kullanılabilmektedir. Rezervler yolu ile sağlanan likidite, kriz dönemlerinde yurt içi tüketimdeki keskin düĢüĢlerin ve yaĢanan sermaye çıkıĢlarının önüne geçerek krizin daha da derinleĢmesini engelleyebilmektedir. Literatürde rezerv tutmanın önemi üzerinde görüĢ birliği olmasına rağmen, ne kadar rezervin yeterli olduğu ve bu yeterliliğin ölçümü konusunda tam bir mutabakat yoktur. Geleneksel yaklaĢımlar çerçevesinde en sık kullanılan ölçütler; rezervlerin en az üç aylık mal ve hizmet ithalatını karĢılaması, rezervlerin kısa vadeli dıĢ borç stokuna oranının 1 olması veya rezervlerin geniĢ para arzının (M2) yüzde yirmisini eĢit olması Ģeklinde sıralanabilmektedir (TCMB-ÖDR, 2012). Küresel finansal krizi, ülkelerin ellerinde bulundurdukları rezervlerin dıĢsal Ģoklara karĢı önemli bir savunma aracı olduğunu göstermiĢ ve rezerv yeterliliğinin ölçümünün yeniden sorgulanmasına sebep olmuĢtur. Bu kapsamda IMF tarafından, geliĢmiĢ, geliĢmekte olan ve düĢük gelir grubundaki ülkeler için ayrı ayrı hesaplanabilecek yeni bir ölçüt tanımlanmıĢtır. Bu ölçütün oluĢturulmasında önce, döviz piyasalarında dengesizliğin var olduğu dönemlerdeki para ve sermaye çıkıĢları göz önünde bulundurularak, ödemeler dengesi üzerinde baskı oluĢturabilecek potansiyel kaynakların risklerini yansıtan bir gösterge oluĢturulmuĢtur. Daha sonra, birinci aĢamada hesaplanan riske göre ne kadar rezerv tutulması gerektiği belirlenmiĢtir. Buna göre, Türkiye‟nin de aralarında bulunduğu 146 geliĢmekte olan ekonomiler için sabit ve dalgalı kur rejimleri esas alınarak hesaplanan risk ölçütleri aĢağıdaki gibidir: Sabit Döviz Kuru Rejimleri Ġçin: 30 % KVDB + %15 DPY + %10 M2 + %10 X Dalgalı Döviz Kuru Rejimleri Ġçin: 30 % KVDB + %10 DPY + %5 M2 + %5 X KVDB: Kısa Vadeli DıĢ borç DPY: Diğer Portföy Yükümlülükleri M2: GeniĢ Para Arzı X: Ġhracat GeliĢmekte olan ekonomiler için, bu ölçütlere göre hesaplanan tutarların, yüzde 100 ile yüzde 150‟si oranında tutulan rezervlerin yeterli olduğu değerlendirilmektedir. Bu oranlar bir yeterlilik aralığı olarak önerilmekte, ülkelerin risk algılarına ve kendi özel Ģartlarına göre rezervlerini ayarlamaları gerektiği ifade edilmektedir. Türkiye için dalgalı döviz kuru rejimi esas alınarak rezerv yeterlilik oranı hesaplandığında, küresel kriz sonrasında toplam rezervlerin söz konusu risk tutarının sürekli olarak yüzde 100‟ü düzeyinin üzerinde seyrettiği görülmektedir. Diğer geleneksel ölçütlere göre de TCMB toplam rezervleri yeterli görünmekte, toplam rezervler sadece kısa vadeli dıĢ borç stokunu karĢılamakta bir miktar yetersiz kalmaktadır (TCMB-ÖDR, 2012). 4.2.5. Politika bileĢimi ve ROM üzerine ampirik çalıĢmaların sonuçları Literatürde, alıĢılmadık politikaların Türkiye‟de finansal istikrara dair risklere etkisini analiz eden ampirik çalıĢmalar mevcuttur. ÇalıĢmaların bir kısmı politika faizi, faiz koridoru ve zorunlu karĢılıklardan oluĢan politika bileĢiminin genel etkisini analiz ederken, bazı çalıĢmalar da faiz koridoru ve ROM‟un özel etkilerini ele almıĢtır. Aysan, Fendoğlu ve Kılınç (2013) sermaye akımları sonucu ekonominin dıĢ Ģoklara dayanıklılığını analiz ettikleri çalıĢmalarında, makro ihtiyati politikalar uygulandıktan sonra Türkiye‟nin dıĢ faktörlere daha az duyarlı olduğunu ortaya koymuĢlardır. 46 ülkenin panel verisi kullanılarak yapılan çalıĢmada, Türkiye‟nin makro ihtiyati politikalardan önce diğer ülkelere kıyasla küresel Ģoklara daha hassas olduğu, söz konusu politikalardan sonra ise Türkiye‟nin dıĢ faktörlere duyarlığında önemli ölçüde azalma olduğu görülmüĢtür. 147 Binici, Erol, Özlü ve ÜnalmıĢ (2013a) yurt içi kredi geniĢlemesini ele aldıkları çalıĢmada, asimetrik faiz koridoru ve zorunlu karĢılıklardan oluĢan alıĢılmadık politika setinin kredi büyümesini sınırlamada etkili olduğunu ve finansal istikrar ve fiyat istikrarı birlikte sağlamayı kolaylaĢtırdığını bulmuĢlardır. Binici ve diğerleri (2013b) asimetrik faiz koridoru politikasının finansal istikrarı desteklemede etkili bir araç olduğunu ortaya koymuĢlardır. Asimetrik faiz koridoru diğer likidite politikalarıyla birlikte bankaların borçlanma ve borç verme oranları üzerinde anlamlı bir etkiye sahiptir ve faiz koridoru yurt içi kredi döngülerini yatıĢtırmada bir makro ihtiyati araç olarak kullanılabilmektedir. ROM sermaye akımlarındaki oynaklıktan kaynaklanan kur üzerindeki aĢırı değerlenme/değer kaybı baskılarını hafifleterek finansal istikrara ve fiyat istikrara katkıda bulunmaktadır. Akçelik, ErmiĢoğlu ve Oduncu (2013) uluslararası risk iĢtahı ve TCMB‟nin diğer politika adımları kontrol edildiğinde ROM‟un Türk lirasındaki oynaklığı azaltmada etkili olduğunu bulmuĢlardır. ÇalıĢmaya göre, ROM, merkez bankasının döviz rezervlerini desteklerken bankaların likidite yönetimine katkıda bulunmakta, yoğun sermaye akımlarını finansal istikrar üzerindeki olumsuz etkilerini sınırlandırmaktadır. Değerli ve Fendoğlu (2013a) ROM‟un döviz kurundaki ima edilen oynaklığı ve çarpıklığı ve döviz kuru beklentilerinin dağılım eğrisindeki sivriliği azaltmada etkili olduğunu kanıtlamıĢlardır. Ayrıca ROM kurdaki beklenen oynaklığı ve çarpıklığı da sınırlamaktadır. Değerli ve Fendoğlu (2013b) ROM kullanmanın kur beklentilerindeki oynaklık, çarpıklık ve sivriliğe etkisini diğer geliĢmekte olan ülkeler para birimleriyle karĢılaĢtırarak ele almıĢlardır. Ayrıca, ROM‟un mevcut olduğu durumda döviz kuru beklentilerinin temel dıĢ faktörlerdeki dalgalanmalara karĢı daha az hassas olup olmadığı incelenmiĢtir. Sonuçlara göre, temel dıĢ faktörler ve merkez bankasının diğer politika adımları kontrol edildiğinde, ROM ile birlikte piyasanın ABD Doları/TL kurundaki oynaklık/çarpıklığa iliĢkin beklentileri diğer geliĢme ülke para birimlerine nazaran önemli ölçüde azalma 148 eğiliminde olmuĢtur. Bununla birlikte, ROM, ABD Doları/TL kurundaki aĢırı hareketlilik beklentilerine karĢı otomatik dengeleyici iĢlevi görmüĢtür. FĠR (2013b)‟de yer alan ampirik analize göre ROM kullanımında göreli maliyet unsurlarını gösteren baĢabaĢ ROK‟un belirleyici olduğu sonucuna varılmıĢtır. BaĢabaĢ ROK‟u belirleyen temel unsurlar ise, TCMB‟nin belirlediği ROK‟ların sabit olduğu varsayımı altında, Türk lirası ve yabancı para cinsi faiz oranlarıdır. Bu durumda, likidite kısıtları bir kenara bırakıldığında, bu faizlerden daha değiĢken ve oynak olanı, ROM kullanımının zaman içindeki hareketinde belirleyici olacaktır. ÇalıĢmanın bulgularına göre geniĢ faiz koridorunun aktif olarak kullanıldığı bir politika çerçevesinde faizlerdeki oynaklık da yüksek olacağından, ROM kullanımında kısa vadeli Türk lirası faizlerin hareketi yabancı para fonlama maliyeti gibi diğer değiĢkenlere göre daha belirleyici olabilecektir. Böyle bir ortamda ise ROM‟un otomatik dengeleyici özelliğinin gözlenebilmesi güç olacaktır. Bu çıkarımlar, kısa vadeli faiz oynaklığındaki düĢüĢün ve TCMB likidite ve faiz politikasının öngörülebilirliğindeki artıĢın ROM‟un dengeleyici çalıĢması için daha elveriĢli bir ortam sunacağına iĢaret etmektedir. Oduncu ve diğerleri (2013), 2006 ve 2013 yılı arasında Türkiye‟de kredi büyümesindeki oynaklığı incelemiĢlerdir. ÇalıĢmaya göre, yeni para politikası bileĢiminin uygulanmaya baĢlandığı 2010 yılının sonlarından itibaren, kredi büyümesi oynaklığında belirgin bir düĢüĢ görülmüĢtür. Bu çerçevede yeni para politikası bileĢimi kredi büyümesi oynaklığını düĢürerek finansal istikrara katkıda bulunmaktadır. Alper ve diğerleri (2012) TCMB‟nin zorunlu karĢılık politikasının bankaların borç verme oranları üzerinde önemli bir belirleyici olduğunu bulmuĢlarıdır. Alper, Binici, Demiralp, Kara ve Özlü (2014), merkez bankası likidite politikası ve bilançosu ile bankaların borç verme davranıĢları arasındaki iliĢkiyi Türkiye bağlamında inceledikleri çalıĢmalarında niceliksel politikaların bankaların fonlama ihtiyacını ve likidite pozisyonunu sonuç olarak da borç verme davranıĢlarını etkilediğini bulmuĢlardır. Bu çerçevede bankaların borç verme davranıĢlarının zorunlu karĢılık politikasına güçlü tepki verdiği sonucuna ulaĢmıĢlardır. Zorunlu karĢılıklardaki artıĢ bankaların likiditesinde ve kredi arzlarında düĢüĢe yol açmaktadır. Bu durum zorunlu karĢılıkların finansal istikrar 149 ile fiyat istikrarı arasındaki ödünleĢmeyi azaltmak için ilave bir araç olarak kullanılabilecektir. 4.3. TCMB Politikalarının Değerlendirilmesi TCMB‟nin 2010 yılı sonundan itibaren uygulamaya koyduğu yeni politika bileĢiminin sonuçları değerlendirildiği zaman aĢırı değerlenen Türk lirasına değer kaybettirilerek rekabetçiliğin kısa vadede arttırıldığı, kur oynaklığının önemli ölçüde sınırlandırıldığı, rezervlerin güçlendirildiği, mevduatın ortalama vadesinin uzatıldığı, hızlı kredi geniĢlemesinin engellenmesine öncülük edildiği, büyümenin kompozisyonun daha sağlıklı bir yapıya kavuĢturulduğu, cari açıktaki bozulmaya ve kısa vadeli sermaye akımları ile mücadeleye karĢı da kısmı baĢarının elde edildiğini söylemek mümkündür. Diğer taraftan iktisadi yazında sıkça yer verildiği üzere para politikasının uzun dönemde makroekonomik değiĢkenler üzerinde etkisi olmamaktadır. Bu çerçevede merkez bankaları ancak kısa vadede ellerindeki araçlarla cari dengenin bozulması ve kısa vadeli sermaye giriĢleri ile mücadele ederek verimlilik artıĢı, tasarruf oranlarının yükseltilmesi gibi yapısal sorunların çözülmesi ve mikro reformların yapılması için zaman kazandırabilirler. Merkez bankalarının finansal istikrarı sağlamak için yeterli araçlara sahip olmaması durumunda ise finansal istikrarı sağlamının maliyeti artacağı gibi merkez bankasının kredibilitesi de zedelenebilecektir. Bu bölümde önce TCMB‟nin yeni para politikasının piyasa tarafından nasıl değerlendirildiğini gösteren BloombergHT Algı Anketi‟ne yer verilecek daha sonra IMF‟nin değerlendirmeleri ve imkânsız üçlü teoremi kapsamında Banka‟ya yönelten eleĢtirel ele alınacak son olarak literatürde yer alan diğer eleĢtiriler konu edinilecektir. 4.3.1. Bloomberg merkez bankası algı anketi sonuçları Merkez Bankası Algı Anketi BloombergHT‟nin 100 ekonomist ve piyasa oyuncusunun görüĢleri doğrultusunda hazırladığı bir ankettir. Ġlki Kasım 2011‟de yapılan algı anketinin sonuncusu ve beĢincisi Mart 2013‟te yapılmıĢtır. Ġlk anket sonuçları merkez bankasının yeni para politikasının piyasa tarafından iyi anlaĢılmadığını gösterirken Temmuz 2012‟de yapılan üçüncü anketten itibaren Merkez Bankası‟nın uygulamıĢ olduğu alıĢılmadık para politikasının piyasa tarafından anlaĢıldığı ve kabul edildiği görülmektedir. 150 Anket sonuçları zamanla TCMB‟nin para politikasının etkinliğinin arttığını göstermektedir. Politika bileĢiminin uygulandığı ilk dönemdeki anket sonuçları, Bankanın politika faizinden ziyade alternatif araçlar olan faiz koridoru ve zorunlu karĢılık tedbirlerini kullanmasının ve piyasaya vermiĢ olduğu TL likiditesini ve maliyetini sık sık değiĢtirmesinin TCMB‟nin kredibilitesi ve öngörülebilirliği üzerinde negatif etkide bulunduğunu göstermektedir. Ancak zaman itibari ile bu esnek politikanın cari açık ve enflasyon üzerinde olumlu sonuçlarının alınması ile TCMB‟nin kredibilitesi ve öngörülebilirliği bariz Ģekilde yükselmiĢtir (ġekil 4.56 ve 4.57). 80 90 78 80 64 70 60 50 40 30 20 9 10 29 24 42 Mar.12 35 30 19 20 6 39 24 18 13 9 12 0 0 Kas.11 40 10 0 Azaldı 46 30 25 13 9 52 50 41 30 69 59 60 58 48 28 70 70 Arttı Tem.12 Değişmedi Ara.12 Azaldı Kas.11 Mar.12 Arttı Tem.12 Değişmedi Ara.12 Mar.13 Mar.13 Kaynak: Bloomberg Kaynak: Bloomberg ġekil 4.56. Merkez Bankasının kredibilitesi son 3 ayda nasıl değiĢti? (%) ġekil 4.57. Merkez Bankasının öngörülebilirliği son 3 ayda nasıl değiĢti? (%) Ayrıca Bankanın kararlarındaki güvenilirlik ilk iki ankette % 40 ile soru iĢaretlerini barındırsa da, Temmuz anketinden itibaren güvenilirlik artmıĢtır (ġekil 4.58). TCMB bağımsızlığına dair ilk iki ankette negatif yaklaĢım varken, üçüncü anketle birlikte negatif algı kısmen pozitife dönmüĢ ancak katılımcıların çoğu merkez bankası bağımsızlığında önemli bir değiĢim görmemiĢtir. (ġekil 4.59). 151 76 80 70 63 100 82 63 60 50 40 40 60 38 40 34 26 30 40 15 10 0 3 Tem.12 4 4 9 16 0 Hayır Mar.12 24 9 6 13 20 0 Evet 50 47 46 49 34 22 22 24 20 Kas.11 70 72 80 Azaldı Emin Değilim Ara.12 Kas.11 Mar.13 Arttı Mar.12 Kaynak: Bloomberg Kaynak: Bloomberg ġekil 4.58. Merkez Bankasının karalarını güvenilir buluyor musunuz? (%) ġekil 4.59. Tem.12 Değişmedi Ara.12 Mar.13 Merkez Bankasının bağımsızlığı son 3 ayda ne yönde değiĢti? (%) Ġlk iki ankette, Banka‟nın fiyat istikrarının yeterinde gözetmediği algısı oluĢurken enflasyondaki düĢüĢ ile birlikte üçüncü ankette bu yaklaĢımın değiĢmiĢ ve katılımcıların % 75‟i Banka'nın fiyat istikrarını gözettiği yönünde tercih kullanmıĢtır. Ancak son iki ankette bu algıda azalma olmuĢtur (ġekil 4.60). Bununla birlikte son iki anketteki cevaplara göre katılımcıların tamamına yakını TCMB‟nin finansal istikrarı gözetlemeye devam etmesini istemektedir (ġekil 4.61). 80 70 60 50 40 30 20 10 0 75 100 58 56 94 94 80 48 46 37 60 35 16 24 22 28 18 22 6 9 40 20 3 6 3 0 0 Evet Kas.11 Mar.12 Hayır Tem.12 Emin Değilim Ara.12 Evet Mar.13 Hayır Ara.12 Emin Değilim Mar.13 Kaynak: Bloomberg Kaynak: Bloomberg ġekil 4.60. Merkez Bankası fiyat istikrarını yeterince gözetiyor mu? (%) ġekil 4.61. Merkez Bankası finansal istikrarı gözetmeye devam etmeli mi? (%) 152 TCMB‟nin iletiĢim politikasının baĢarısı ve Bankanın son 3 aydaki performansı önceki anketlerde soru iĢaretlerini barındırırken, üçüncü ve dördüncü anketlerde algı pozitif yönde artmıĢ ve tavan yapmıĢtır. Ancak BloombergHT'nin 5. TCMB Algı Anketi'nde, TCMB'nin iletiĢim politikasını son üç ayda bir miktar zayıfladığı görülmektedir (ġekil 4.62). TCMB'nin Ocak-Mart 2013 dönemindeki performansına yönelik algı ise hayli yüksektir (ġekil 4.63). 100 100 88 80 59 60 60 50 44 40 88 42 29 26 27 32 11 9 13 20 39 40 39 28 3 Etkisiz 44 19 16 Mar.12 Tem.12 19 9 9 6 Başarılı Başarısız Yorum Yok Ara.12 16 3 0 Kas.11 Kas.11 42 40 20 0 Etkili 78 72 80 Mar.12 Tem.12 Değerlendirmek için erken Ara.12 Mar.13 Mar.13 Kaynak: Bloomberg Kaynak: Bloomberg ġekil 4.62. Merkez Bankasının son üç aydaki iletiĢim politikasını nasıl buluyorsunuz? (%) ġekil 4.63. Merkez Bankasının son üç aydaki performansını nasıl buluyorsunuz? (%) Temmuz 2012‟den itibaren ankette, Banka'nın kararlarını alırken, ekonomik verilerden ziyade baĢka dinamikleri gözetip gözetmediği yönünde bir soru eklenmiĢtir. Ġlk ankette katılımcıların sadece %22‟si ekonomik verilere göre karar alındığını belirtirken, son iki ankette bu oran biraz yükselse de TCMB‟nin sadece ekonomik verilerle karar almadığını düĢünenlerin sayısı az değildir (ġekil 4.64). 153 60 53 50 45 44 38 40 31 30 22 22 20 24 19 10 0 Hayır Evet Tem.12 Ara.12 Emin Değilim Mar.13 Kaynak: Bloomberg ġekil 4.64. Merkez Bankası yalnız ekonomik verilere bakarak mı karar alıyor? (%) 4.3.2. IMF’nin değerlendirmeleri IMF “IV. Madde GörüĢmeleri” çerçevesinde her yıl Türkiye ekonomisine dair genel değerlendirmelerde bulunmaktadır. Bu bağlamda, IMF (2011), 2010 yılı sonundan itibaren yeni para politikası çerçevesinde TCMB‟nin çok kısa vadeli sermaye giriĢlerini caydırmak için para piyasası faizlerindeki oynaklığın artmasına zemin hazırladığını, politika faiz oranında indirime gittiğini, kredi hacmindeki büyümenin aracılık maliyetlerinin artırılması suretiyle yavaĢlatılması için zorunlu karĢılık oranlarının yükseltildiğini ve bu adımları destekleyici mahiyette bankalara, kredi hacmindeki büyümeye dair bir yönlendirme yapıldığı belirtmiĢtir. Bu tedbirlerin, Türk lirasında kademeli ve ciddi boyutta bir nominal değer kaybını beraberinde getirdiği, gecikmeli de olsa kredi hacminde son zamanlarda gözlenen yavaĢlamaya katkı sağladığı ifade edilmiĢtir. Ancak döviz kurlarındaki düzeltme ile TCMB‟nin enflasyon hedefleri arasında zıt yönlü bir iliĢkinin söz konusu olabileceği vurgulanmıĢtır. Farklı hedeflerle TCMB‟nin politika önlemlerinin bağdaĢtırılmasının güç olabileceği söylenerek, para politikasının Ģeffaf ve tutarlı bir operasyonel çerçeve içinde fiyat istikrarına tekrar odaklanmasının gerektiği belirtilmiĢtir. IMF‟nin 2012 yılı değerlendirmesinde ise iç talepteki yavaĢlama ile ekonominin yavaĢlatıldığı, büyümenin daha dengeli bir yapıya kavuĢturulduğu, cari açığın azaltıldığı ancak enflasyondaki düĢüĢe rağmen hala hedefin üzerinde kalındığı belirtilmiĢtir. Ayrıca sermaye akımlarının Türkiye‟nin zayıf yanı olduğu ve Türkiye ekonomisinin dıĢ finansmana bağımlığının yüksek olması sebebiyle sert iniĢ riskinin hala ortadan kalkmadığı vurgulanmıĢtır. Cari açık konusunda maliye politikasının ve yapısal 154 reformların önemine atıfta bulunulmuĢtur. Diğer taraftan, TCMB‟nin para politikası çerçevesini normalleĢtirerek daha kararlı bir Ģekilde enflasyon hedeflemesine odaklanmasının para politikasının etkinliğini arttıracağı, reel faizlerin pozitif düzeyde olması gerektiği ve piyasa ile iletiĢimin arttırılması gerektiği ifade edilmiĢtir. IMF 2013 yılı değerlendirme raporunda iç talepteki artıĢ ile büyümenin hızlandığı, dıĢ dengenin yeniden bozulduğu ve enflasyonun hedefin oldukça üzerinde seyrettiği anlatılmıĢtır. DıĢ dengedeki bozulmaya karĢı kısa ve orta vadede politika önlemlerinin alınmasına, tasarruf oranlarının ve rekabetçiliğin arttırılmasına atıfta bulunulmuĢtur. Diğer taraftan, bu raporda da Türkiye‟nin para politikası ile ilgili bazı eleĢtirilere yer verilmiĢtir. Faiz koridoru, zorunlu karĢılıklar ve likidite yönetiminden oluĢan ve ortodoks olmayan para politikasının karıĢık olduğu, iletiĢiminin zor olduğu ve belirsizliğinin yüksek olduğu tekrar belirtilmiĢ, merkez bankasının daha sade bir politika uygulaması gerektiği ve eskiden olduğu gibi enflasyon hedeflemesine açıkça odaklanması gerektiği belirtilmiĢtir. Değerlendirmede, mevcut politika bileĢiminin para politikasının aktarım mekanizmasını zayıflatarak enflasyon hedefinin kaçırılmasına yol açtığı ifade edilmiĢtir. Bununla birlikte finansal istikrarın göz ardı edilmemesi gerektiği ve bu amaç için de makro ihtiyati araçların kullanılmasının gerektiği söylenmiĢtir. Ayrıca ROM ile ilgili değerlendirmelere de yer verilmiĢtir. ROM‟un, sermaye giriĢlerini sterilize etmeye yardımcı olurken sermaye çıkıĢlarında etkisinin sınırlı olduğu vurgulanmıĢtır. ROM‟daki değiĢim genellikle hep pozitif yönlü olduğu, sermaye akımlarının yoğun olduğu dönemlerde bankalar imkândan yüksek oranda faydalanırken sermaye çıkıĢlarında ROM ciddi tepki vermediği belirtilmiĢtir. GeliĢmekte olan ülkelerdeki sermaye çıkıĢları ve Türkiye‟de siyasi tansiyonun yüksek olması sonucu döviz kurunun ve oynaklığının arttığı 2013 ikinci yarısından sonra ROM‟un iyi çalıĢmadığı anlatılmıĢtır. Diğer taraftan IMF‟nin eleĢtirilerine cevap olarak bu dönemde bankacılık sektöründen kaynaklı döviz talebi olmadığını, firmaların açık pozisyonlarını kapatma isteği sonucu döviz talebinin ve döviz kurunun arttığını söylemek doğru olacaktır. Ayrıca söz konusu dönemde ROM kullanımının artmasını, TCMB‟nin likidite politikası ile TL kısa vadeli fonlama faizlerini yükseltmesi sonucu ROM‟un daha az maliyetli hale gelmesiyle açıklamak mümkündür (FĠR, 2013b). 2013 yılı Mayıs ayında FED‟in ilk çıkıĢ sinyali ve sonrasında Türkiye‟de yaĢanan Gezi Olayları sürecinde ROM kapsamında tutulan döviz ve altın miktarının azaldığı, bu 155 çekiliĢle bankaların kısa vadeli döviz likiditesi ihtiyacının karĢılandığı ve kur üzerindeki baskının hafiflediği görülmektedir. Ancak sermaye çıkıĢlarının arttığı 2013 yılı ikinci yarısında IMF‟nin de eleĢtirdiği üzere ROM‟daki değiĢim pozitif olmuĢtur (ġekil 4.65). 3,0 2,5 ROM Döviz ROM Altın 2,0 1,5 1,0 0,5 12.13 11.13 10.13 09.13 08.13 07.13 06.13 05.13 04.13 03.13 02.13 01.13 12.12 11.12 10.12 09.12 08.12 07.12 06.12 05.12 04.12 03.12 02.12 01.12 12.11 -0,5 11.11 0,0 -1,0 -1,5 -2,0 Kaynak: TCMB ġekil 4.65. ROM kapsamında tutulan döviz ve altın tutarının değiĢimi (milyar dolar) Ayrıca IMF (2013), sermaye giriĢlerinin olduğu dönemde ROM‟un bankaları daha çok borçlanmaya teĢvik edebileceğini bununda sermaye giriĢlerini daha çok hızlandırabileceğini ifade etmiĢtir. ġekil 4.66‟dan görüldüğü gibi ROM‟un uygulanmaya baĢladığı 2011 yılı sonundan itibaren bankların yurt dıĢı borçlanmalarında önemli bir artıĢ olmuĢtur. Bu durumda TCMB FĠR 2012b‟de de ifade edilmiĢ, bankaların ROM kapsamında döviz ve altın cinsinden tesis ettikleri tutarların bir kısmını likit varlıklarla finanse ettiği, önemli bir kısmını da yabancı para cinsinden borçlarla finanse ettiği belirtilmiĢtir. 156 Kaynak: TCMB; BDDK ġekil 4.66. Bankalar yurt dıĢı borçlar (milyar dolar, %) Diğer taraftan, IMF (2013) ROM‟un, otomatik bir dengeleyici olarak döviz piyasasında merkez bankası müdahalesine gerek olmadığı algısını oluĢturamadığını belirtmiĢtir. Bunun yanında, Türkiye‟nin ödemeler dengesinin durumu göz önüne alındığında ROM kapsamında biriktirilen rezervlerin TCMB‟nin net uluslararası rezervlerine ikame olamayacağı ifade edilmiĢtir. 4.3.3. Ġmkânsız üçlü Mundell-Fleming‟in geliĢtirdiği model ile iktisadi yazında yer edinen “imkânsız üçlü kavramı”; politika yapıcıların temelde serbest sermaye hareketleri, bağımsız para politikası ve döviz kurlarının istikrarı amaçlarından en fazla iki tanesini seçebileceğini ifade etmektedir. ġekil 4.67‟de görüldüğü üzere model, politika belirleyicilerin üçgenin herhangi iki köĢesini politika olarak seçtiklerinde, üçüncü köĢeden feragat etmeleri gerektiğini ve bu köĢenin karĢısındaki kenarda belirtilen politikayı uygulamak durumunda kalacaklarını göstermektedir. 157 Kaynak: TCMB, 2012b ġekil 4.67. Ġmkânsız üçlü TCMB‟nin yeni politika bileĢimi çerçevesinde uyguladığı ekonomi politikaları incelendiğinde, politika yapıcıların kısmen de olsa her üç amacı da kontrol etme eğiliminde olduğu gözlenmektedir. Bu durum ekonomik yazında eleĢtiri konusu olmuĢ ve merkez banaksının üç hedefe aynı anda ulaĢmasının mümkün olmayacağı için yeni para politikasının baĢarılı olamayacağına dair yorumlar yükselmiĢtir. Ancak TCMB Finansal Ġstikrar Raporu (2012b)‟de üç hedefe de aynı anda ulaĢılabileceğine dair tespitlere yer verilmiĢtir. Döviz kurunun istikrarının, bağımsız para politikasının ve sermaye hareketlerinin serbestliğinin aynı anda hedeflendiği durumda dengenin üçgenin kenarlarından ziyade üçgenin içinde bir noktada olması gerektiği belirtilmiĢtir. Akçelik, Çörtük ve Turhan (2012) de makro ihtiyati araçların kullanıldığı durumda imkânsız üçlüde yer alan üç hedefin aynı anda gerçekleĢebileceği sonucuna varmıĢlardır. Akçelik, Çörtük ve Turhan (2012) çalıĢmalarında zorunlu karĢılık oranları ve uluslararası rezervlerin imkânsız üçlü kuramındaki iĢlevini Türkiye örneği üzerinde Kalman filtresi yöntemi ile ele almıĢlardır. Bu kapsamda, imkânsız üçlüde yer alan amaçlar arasındaki iliĢkiyi gösteren regresyondan elde edilen artık terimler ile Uluslararası Rezerv/GSYH oranları ve zorunlu karĢılık oranları arasında 2002–2011 yılları verileri kullanılarak bir vektör otoregresyon analizi yapılmıĢ ve bu değiĢkenler arasındaki iliĢki irdelenmiĢtir. Neticede, artık terimler ile Uluslararası Rezerv/GSYH oranlarının dördüncü gecikmeli değerleri arasında pozitif yönlü ve istatistiki olarak anlamlı bir iliĢki ortaya 158 çıkarılmıĢtır. Artık terimler ile zorunlu karĢılık oranları arasında benzer iliĢki ise ancak 2009 yılının ikinci yarısından sonra istatistiki olarak anlamlı görünmektedir. ÇalıĢmada, belirtilen dönemlerde vektör otoregresyon analizi ile bulunan iliĢkinin istatistiki olarak anlamlı olduğu Granger nedensellik testi ile doğrulanmıĢtır. Artık terimlerin büyümesi, imkânsız üçlüyü gösteren üçgenin küçülmesine yol açmakta ve üç amacın, döviz kuru istikrarının, bağımsız para politikasının ve sermaye hareketlerinin serbestliğinin, aynı anda gerçekleĢmesinin daha mümkün hale geldiğini göstermektedir. Artık terimler ile Uluslararası Rezerv/GSYH oranları ve zorunlu karĢılık oranları arasındaki iliĢkinin pozitif yönlü olması ise, bu politika araçlarının imkânsız üçlü modeline has olan politika duruĢları arasındaki ödünleĢmeyi esnekleĢtirdiği Ģeklinde yorumlanabilmektedir. Sonuç olarak, rezerv arttırıcı politikalar ve zorunlu karĢılıkla ilgili yapılan düzenlemeler, Türkiye‟nin imkânsız üçlü kapsamında karĢılaĢtığı açmazlara azaltıcı yönde etkide bulunmakta ve üç amacın da kontrol edilebilmesine daha fazla imkân vermektedir (FĠR, 2012b). 4.3.4. Diğer değerlendirmeler Özatay (2011) TCMB‟nin finansal istikrar ve fiyat istikrarı hedeflerine ulaĢmak için politika faizi, faiz koridoru ve zorunlu karĢılıkları araç olarak, kısa vadeli sermaye giriĢlerini azaltmayı ve kredi geniĢlemesini yavaĢlatmayı da ara hedefler olarak belirlediğini ifade ederek finansal istikrar açısından belirlenen hedeflere ulaĢmak için kullanılan araçların uyumlu olmadığını belirtmiĢtir. Mevduatın ortalama vadesi kısa olduğu sürece bankalar için merkez bankasından borçlanmanın mevduata ikame olabileceğini ve zorunlu karĢılık oranlarındaki artıĢa rağmen bankaların merkez bankasından borçlanarak kredi verebileceğini söylemiĢtir. Bu çerçevede zorunlu karĢılık politikasının baĢarılı olması için bankaların TCMB‟den borçlanmayı riskli görmeleri ve zorunlu karĢılık oranlarının yeterince yüksek olması gerekmektedir. Ancak zorunlu karĢılıkların hızla yükselmesi bankacılık sektörünün bilançosunu bozacak ve karlılık oranlarını olumsuz etkileyecektir. Nihai amaç kredi geniĢlemesini yavaĢlatmak iken bankacılık sektörünün sağlıklı yapısı bozulabilecektir. Diğer taraftan kısa vadeli sermaye akımları ile mücadele için faiz koridorunun geniĢletilmesinin ve politika faizinin indirilmesinin yerinde olduğunu söylenirken bu konuda TCMB‟nin yapabileceklerinin sınırlı olduğu, maliye politikasına ve siyasi iradeye daha çok sorumluluk düĢtüğü belirtilmiĢtir. Ayrıca faiz koridoru uygulaması ile artık piyasa faizinin politika faizine 159 yakın bir yerde oluĢmadığını ve fiyat istikrarı için önemli olan politika faizinin iĢlevini kaybettiğini söylemiĢtir. Özatay (2012) finansal istikrar için bir makro ihtiyati araç kullanılacaksa bunun politika faizi ile uyumlu bir araç olması gerektiğini, TCMB‟nin kredi geniĢlemesini yavaĢlatmak için kullandığı zorunlu karĢılıkların bu açıdan uygun olmadığını belirtmiĢtir. BDDK‟nin elinde olan genel ve özel karĢılıkların kredi geniĢlemesi ile doğrudan mücadele edebilecek etkili araçlar olduğu vurgulanmıĢtır. Finansal istikrar da merkez bankasınca nihai bir hedef olarak gözetilecekse para politikasının bu yönde revize edilmesi gerektiği, amaca uygun ve fiyat istikrarı ile çeliĢmeyecek araçların kullanılmasının gerektiği söylenmiĢtir. Klasik enflasyon hedeflemesi rejimini güçlendirilerek de finansal istikrarı gözeten yeni bir para politikasının izlenmesinin mümkün olduğu belirtilmiĢtir. ÇalıĢmada ayrıca, finansal istikrarla mücadele için uygun makro ihtiyati araçların merkez bankasına verilmesi ve makro ve mikro finansal istikrardan sorumlu kurumların yakın iĢbirliği içinde çalıĢmasını sağlayacak bağımsız bir kurumsal yapının oluĢturulması yönünde görüĢlere yer verilmiĢtir. Ersel (2012), finansal istikrarın da fiyat istikrarı gibi bir kamusal mal olarak düĢünülmesi gerektiğini söylemiĢ, bu çerçevede finansal istikrarın sağlanabilmesi için yeni bir çerçevenin oluĢturulması gerektiğini belirtmiĢtir. Sadece merkez bankası ve bağımsız düzenleme ve gözetim otoritelerinden oluĢan bir finansal istikrar komitesinin oluĢturulmasının ve sorumlu otoritenin merkez bankası olmasının uygun olacağını ifade etmiĢtir. Üçer (2011), aĢırı hızlı büyüme ve hızla bozulan dıĢ dengenin ekonomiye müdahaleyi zorunlu kıldığını ifade etmiĢtir. Bununla birlikte bu görevin de ağırlıklı olarak TCMB tarafından üstlenilmesinin Bankanın kredibilitesi açısından bazı riskler oluĢturduğunu söylemiĢtir. Merkez bankasının politikalarını eleĢtirerek deneysel politikalardan ziyade daha ortodoks ve daha anlaĢılır politikalara ihtiyaç olduğunu belirtmiĢtir. TCMB politikalarının liradaki değerlenmenin engellenmesi, sıcak paranın yavaĢlatılması, mevduatın vadesinin uzatılması ve kredi geniĢlemesinin engellenmesi gibi amaçları olduğunu ve bunlardan bazılarında baĢarı elde edildiğini ifade etmiĢtir. Ancak sıcak para giriĢinin yavaĢlatılması ve cari dengenin düzeltilmesi konusunda resmin net olmadığını söylemiĢtir. Ayrıca, merkez bankasının 2011 baĢındaki zorunlu karĢılık 160 politikasını agresif bularak, bu politikanın banka karlarının erimesine ve bankaların kısa vadeli fonlamaya bağımlığını artmasına yol açacağını söylemiĢtir. Kredi geniĢlemesi engellenirken maliyet-getiri analizinin iyi yapılması gerektiğini vurgulamıĢtır. Diğer taraftan, sermaye hareketleri ile baĢa çıkılması konusunda para politikasının yeterli olmayacağını belirtip, mali ve bankacılık otoritelerinin rolünün önemine atıfta bulunmuĢtur. Türkiye‟nin tasarruf oranını arttırmak için sıkı maliye politikasına ve faktör verimliğini yükseltmek için de yapısal reformlara ihtiyacı olduğunu söylemiĢtir. Akkaya ve Gürkaynak (2012), Türkiye‟de 2006 sonrasında genel bir iktisat politikası boĢluğu olduğunu, hızla artan cari açığın artık bütçe açığı tarafından sürüklenmediğini, ekonominin karĢılaĢtığı risk ve sorunların farklılaĢması ile mevcut kurumsal yapıların çözüm üretmede yetersiz kaldığını belirtmiĢtir. Sahipsiz kalan kredi büyümesi, cari açık ve bunun finansmanı gibi konuların bunlardan sorumlu olmayan TCMB tarafından sahiplendiğini, ancak elinde uygun araçlar olmadığı için bu çabanın Bankaya ve ülke ekonomisine önemli maliyetler doğurduğunu ifade etmiĢtir. Makalede, bir amacın vazife olarak verildiği kuruma o amaca ulaĢmak için gerekli araçların verilmesi gerektiği vurgulanmıĢtır. Hızlı kredi geniĢlemesi ve yurt dıĢından aĢırı miktarda kısa vadeli fon giriĢine karĢı TCMB‟nin kullandığı zorunlu karĢılıkların ve faiz koridorunun amaca uygun olmadığı belirtilmiĢtir. Kredi geniĢlemesi konusunda, TCMB‟den bir yıl sonra müdahale eden BDDK‟nın elinde daha etkin araçların olduğu, cari açık ve kısa vadeli sermaye akımları ile mücadele ise maliye politikasına ve yapısal reformlara önemli görev düĢtüğü anlatılmıĢtır. Ayrıca, konjonktür dalgalanmalarıyla en hızlı müdahale edebilen kurum olan merkez bankalarının geçici büyüme ve buna bağlı istihdamdaki değiĢimlerle müdahale etmesinin makul olduğu, ancak bu iĢin uzun dönemde de merkez banklarınca üstlenilmesinin doğru olmadığı belirtilmiĢtir. Bu çerçevede iktisat politikalarından sorumlu kurumlara hangi görevlerin düĢmesi gerektiği irdelenmiĢtir. Merkez banklarının kontrol ettiği para arzının uzun döneme reel değiĢkenleri değil sadece fiyatları etkileyebileceği, bu sebeple merkez bankalarının yapabileceği en iyi görevin fiyat istikrarını sağlayarak ekonomideki aktörlerin önlerini görebilmelerine olanak sağlamak olduğu ifade edilmiĢtir. Ġstihdam, gelir dağılımı ve reel ekonomi ile ilgili yapısal sorunlar için maliye politikasının devreye girmesi gerektiği söylenmiĢtir. Bu bağlamda kısa vadede kredi geniĢlemesi, cari açık ve bunun finansmanı gibi finansal istikrara yönelik konularda TCMB‟nin daha çok görev üstlenmesi bekleniyorsa buna uygun araçların verilmesi gerektiği, aksi takdirde 161 Bankanın elindeki enflasyonu kontrol etmeye yarayan araçların her iki amaç için de yetersiz kalacağı vurgulanmıĢtır. 162 163 5. SONUÇ VE ÖNERĠLER Küresel likidite koĢullarının 2000‟li yıllardan itibaren geliĢmekte olan ülkelerin makroekonomik göstergeleri üzerinde önemli bir etkiye sahip olması, küresel likiditenin tanımlanmasını ve ölçülmesini politika yapıcılar için değerli hale getirmiĢtir. Genel olarak finansman koĢullarındaki gevĢeme olarak tanımlanan ve çoğunlukla parasal büyüklüklerle iliĢkilendirilen küresel likidite, 2000‟li yıllarda önemli değiĢimler göstermiĢtir. Küresel finans kriz öncesi dönemde likidite bolluğu Japonya parasal taban büyümesi, geliĢmiĢ ülkelerdeki kısmen düĢük faiz oranları ve gevĢek para politikaları, risk iĢtahındaki artıĢ, güven ortamı ve yüksek kaldıraç kullanımından kaynaklanırken 2008 sonrası dönemde likiditenin dinamiklerinde farklılaĢma görülmüĢtür. Küresel finans krizi sonrası dönemde geliĢmiĢ ülkelerdeki, baĢta FED ve ECB olmak üzere, tarihin en düĢük faiz oranları, aĢırı parasal taban geniĢlemesi ve negatif reel faizler küresel likiditeyi bollaĢtıran temel faktörler olurken piyasalarda belirsizlik ve oynaklık da yüksek olmuĢtur. Ayrıca, geliĢmiĢ ülkelerde güvenin düĢük olması sonucu paranın dolaĢım hızının azalması, likiditenin reel sektörden ziyade finansal piyasalara park edildiğini göstermektedir. Finansal piyasalardaki likidite bolluğu da geliĢmekte olan ülkelere sermaye akımlarını hızlandırmıĢtır. Bu dönemde para çarpanı da azalmıĢ ve istikrarsızlaĢmıĢtır. Bu sebeple 2008 sonrası küresel likidite koĢullarının dinamikleri önceki dönemden farklılaĢmıĢtır. Küresel likiditeyi ölçmek için literatürde en sık tercih edilen yöntemlerden fiyat ölçümleri faiz oranlarını kullanmakta, nicel ölçümler de parasal büyüklükleri kullanmaktadır. Parasal büyüklüklerden elde edilen göstergeler 2008 sonrası dönemde küresel likiditenin bol ancak oynak olduğunu göstermektedir. Küresel likidite koĢullarındaki bu değiĢkenlik geliĢmekte olan ülkelere sermaye akımlarını arttırırken sermaye akımları içinde portföy ve kısa vadeli yatırımların payı artmıĢtır. Bu durum geliĢmekte olan ülkelerde, özellikle yüksek cari açık sebebiyle dıĢ finansmana bağımlı ülkelerde, finansal istikrara dair kaygıları artırmıĢtır. Küresel likidite koĢullarıyla hızlanan ancak oynak bir yapıya sahip olan sermaye akımları geliĢmekte olan ülkelerde para biriminin aĢırı değerlenmesine, kredi geniĢlemesinin hızlanmasına ve dıĢ dengenin bozulmasına yol açmıĢtır. Bu sorunlar daha önceki yıllarda da görülmekle birlikte küresel ekonomik atmosferin kırılgan, belirsizliklerin yüksek ve risk algısının değiĢken olması risklerin katlanmasına yol açmıĢtır. Bu çerçevede merkez bankaları fiyat istikrarının yanında finansal istikrarı da gözeten politikalar geliĢtirmiĢlerdir. Finansal istikrarı 164 gözetmek için makro ihtiyati araçlar para politikasını destekleyici araçlar olarak yoğun biçimde kullanılmıĢtır. TCMB de 2010 yılı sonundan itibaren fiyat istikrarı ile birlikte finansal istikrarı da hedefleyen yeni bir politika bileĢimini uygulamaya koymuĢtur. Bu çerçevede politika faizine ek olarak zorunlu karĢılıklar ve faiz koridorunun aktif para politikası araçları olarak kullanılmasına karar verilmiĢtir. Finansal istikrarı sağlamak için Türk lirasındaki aĢırı değerlenmenin ve hızlı kredi büyümesinin engellenmesi, cari dengenin daha sürdürülebilir bir yapıya kavuĢturulması ve kısa vadeli sermaye akımlarının yavaĢlatılması amaçlanmıĢtır. TCMB politikaları ilk baĢta piyasa tarafından tam anlaĢılamamıĢ, karıĢık olduğu, belirsizliğin yüksek olduğu ve iletiĢiminin zor olduğu gerekçeleriyle eleĢtirilmiĢtir. Olağanüstü Ģartların olağanüstü politikalar gerektirdiği savından hareketle TCMB yeni para politikasında ısrarcı olmuĢ ve belirsizliği bilinçli biçimde bir araç olarak kullanılmıĢtır. 2011 yılından sonra alıĢılmadık para politikasının ilk meyvelerinin alınmasıyla birlikte piyasanın TCMB politikalarına güveni artmıĢtır. Yeni para politikasının sonuçları değerlendirildiğinde kur üzerindeki değerlenme baskısının giderildiği, kur oynaklığının azaltıldığı, kredi büyümesinin sınırlandırıldığı, büyümenin kompozisyonun kısmen daha sağlıklı bir yapıya kavuĢturulduğu, cari dengede kısmi iyileĢme sağlandığı, TCMB döviz rezervlerinin arttığı ve sermaye akımları içindeki portföy ve kısa vadeli yatırımların azaltılmasında 2011 ve 2012 yıllarında kısmi baĢarı elde edildiği görülmektedir. TCMB‟nin elindeki kullanılabilir araçlar göz önünde bulundurulduğunda para politikasının sınırlarının zorlandığını söylemek yanlıĢ olmayacaktır. Ġktisadi yazında da tartıĢıldığı üzere para politikasının etkisi sınırlı olup uzun dönemde makroekonomik değiĢkenleri etkiyememekte, mevcut para politikası araçları da finansal istikrarı tek baĢına sağlamak için yeterli görünmemektedir. Finansal istikrarın kalıcı olarak sağlanabilmesi için faktör verimliliğinin arttırılması, tasarruf oranlarının yükseltilmesi, ara malında ve enerjide dıĢa bağımlığın azaltılması gibi yapısal reformlara ve mikro düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durumda merkez bankasının yanında, finansal istikrar için elinde daha etkin araçlar bulunduran diğer düzenleyici otoritelere ve siyasi iradeye önemli sorumluluklar düĢmektedir. Merkez bankası mevcut araçlarla riskleri olabildiğince sınırlamaya ve pro-aktif davranarak diğer yetkili otoriteleri yönlendirmeye çalıĢmıĢ, yapısal reformların yapılabilmesi için zaman kazandırmıĢtır. Finansal istikrar çerçevesinde 165 elindeki mevcut araçlarla TCMB‟den daha fazla sorumluluk üstlenmesini beklemek hem finansal istikrarı ve fiyat istikrarını sağlamanın maliyetini arttıracak hem de Bankanın kredibilitesinin ve bağımsızlığının sorgulanmasına yol açacaktır. 166 167 KAYNAKLAR Akçelik, Y., Çörtük, O. ve Turhan, Ġ. (2012). Mitigating Turkey's trilemma tradeoffs. TCMB Working Paper, 12/29. Akçelik, Y., ErmiĢoğlu, E. Ve Oduncu, A. (2013). Reserve options mechanism and fx volatility. TCMB Working Paper, 13/3. Akkaya, Y. ve Gürkaynak , R. (2012). Cari açık, bütçe dengesi, finansal istikrar ve para politikası: heyecanlı bir dönemin izi. İktisat İşletme ve Finans, 27(315), 93-119. Alper, K., Binici, M., Demiralp, S., Kara, H. ve Özlü, P. (2014) Reserve requirements, liquidity risk and credit growth. TCMB Working Paper, 14/24. Alper, K., Kara, H. ve Yörükoğlu, M. (2012). Rezerv opsiyonu mekanizması. TCMB Ekonomi Notları, 2012/28. Artus, P. and Virard, M, (2010), La liquidité incontrôlable ; qui va maîtriser la monnaie mondiale? Pearson Education, 13-27. AĢırım, O. (1996). Parasal göstergeler ve paranın dolaĢım hızı. TCMB Tartışma Tebliği, 9628, 281-282. Aysan, F., Fendoğlu, S. Ve Kılınç, M. (2014). Managing short-term capital flows in new central banking: unconventional monetary policy framework in Turkey. TCMB Working Paper, 2013/03. Bailliu, J., Meh, C. And Zhang, Y. (2012). Macroprudential rules and monetary policy when financial frictions matter. Bank of Canada Working Paper, 2012-6. Baks, K. and Kramer, C. (1999). Global liquidity and asset prices: measurement, implications, and spillovers. IMF Working Paper, 99/168, 3-8. Barlas, Y. ve Kaya, N. (2013). Parasal geniĢleme politikalarının geliĢmekte olan ülke portföy akımları kompozisyonuna etkisi. TCMB Ekonomi Notları, 2013-1, 3. BaĢçı, E. (2010). Merkez bankası ve finansal istikrar. Sermaye Hareketleri ve Döviz Kuru Politikaları Konulu Türkiye Ekonomi Kurumu Paneli, 11 Aralık 2010, Ankara. BaĢçı, E. (2012). Ekonomik Görünüm. Antalya Ticaret Odası. BaĢçı, E. ve Kara, H. (2011). Finansal istikrar ve para politikası. İktisat, İşletme ve Finans, 26 (302), 9-25. BDDK. (2007). Küresel Finansal Yapı ve Mali Dalgalanmalar, 2, 13-14. BDDK.(2014). https://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/Istatistiki_Veriler/Aylik_Raporlar/Aylik_R aporlar.aspx, adresinden 07 Ağustos 2014‟te alınmıĢtır. Becker, S. (2007). Global liquidity glut and asset price ınflation: fact or fiction? current issues. Deutsche Bank Research, May, 1-8. 168 Becker, S. (2009). Is the next global liquidity glut on its way? Deutsche Bank Research, July, 3-22. Belke, A. and Gros, D. (2010). Global liquidity, world savings glut and global policy coordination. German Institute for Economic Research Discussion Papers, 973,1-19. Belke, A. And Orth, W. (2007). Global excess liquidity and house prices – a var analysis for oecd countries. Ruhr Economic Papers, 37. Berger, H. and Harjes, T. (2009). Does global liquidity matter for monetary policy in the euro area? IMF Working Paper, 09/17, 9-13. BIS. (2011). Global liquidity – concept, measurement and policy implications. CGFS Papers, 45, 4-20. BIS. (2012). Operationalising the selection and application of macroprudential instruments. CGFS Papers, 48, 5-35. BIS. (2014). http://www.bis.org/statistics/, adresinden 14 Haziran 2014‟te alınmıĢtır. Binici, M. Köksal, B. (2012b). Kaldıraç ve döngüsellik. TCMB Ekonomi Notları, 2012/11. Binici, M. ve Köksal, B. (2012a). Türkiye‟de aĢırı kredi geniĢlemeleri. TCMB Ekonomi Notları, 2012/15. Binici, M., Erol, H., Kara, H., Özlü, P. ve ÜnalmıĢ, D. (2013b). Faiz koridoru bir makro ihtiyati araç olabilir mi? TCMB Ekonomi Notları, 13/20. Binici, M., Erol, H., Özlü, P. and ÜnalmıĢ, D. (2013a). Unconventional Monetary Policy Tools and Credit Growth. Working Paper. Bloomberg. (2014). http://www.bloomberg.com/, adresinden 12 Ağustos 2014‟te alınmıĢtır. BoE. (2013). http://www.bankofengland.co.uk/statistics/pages/default.aspx, adresinden 16 Eylül 2013‟te alınmıĢtır. BoJ. (2013). http://www.stat-search.boj.or.jp/index_en.html, adresinden 16 Eylül 2013‟te alınmıĢtır. Borio, C. and Lowe, P. (2002). Asset prices, financial and monetary stability: exploring the nexus”, BIS Working Paper, 114, 3-16. Borja, V. D. and Goyeau, D. (2005). International liquidity, monetary spillovers and asset prices. Euro-Philippines Network in Banking and Finance Enhancing Teaching and Research, 3010, 105-139. Brana, S., Djigbenou, M., and Prat, S. (2012). Global excess liquidity and asset prices in emerging countries: a pvar approach. LAREFI Working Paper, 2012-03, 10-20. Chen, S., Liu, P., Maechler, A., Marsh, C., Saksonovs, S. and Shin, H. (2012). Exploring the dynamics of global liquidity. IMF Working Paper, 12/246, 6-11. 169 Chudik, A. and Fratzscher, M. (2011). Liquidity, risk and the global transmission of the 2007-08 financial crisis and the 2010-11 sovereign debt crisis. Social Science Working Papers, 44. Clarida, R., Gali, J. And Gertler, M. (1999). The science of monetary policy, leverage and bank risk taking. IMF Working Paper, 10-276. Committee on International Economic Policy and Reform (CIEPR). (2011). Rethinking Central Banking. Costa, A., Columba, F., Kongsamut, P., Lim, C., Otani, A., Saiyid, M., Wezel, T. and Wu, X. (2011). IMF Working Papers, 11/238, 8-26. Crockett, A. (1997). Why is financial stability a goal of public policy? Economic Review, 4, 5-22. Darius, R. and Radde, S. (2010). Can global liquidity forecast asset prices? IMF Working Paper, 10/196, 6-8. Değerli, A. ve Fendoğlu, S. (2013a). Döviz kuru beklentileri ve TCMB para politikası. TCMB Ekonomi Notları, 2013-02. Değerli, A. ve Fendoğlu, S. (2013b). Reserve option mechanism as a stabilizing policy tool: evidence from exchange rate expectations. CBRT Working Paper, 13/28. Domanski, D., Fender I., and McGuire, F. (2011). Assessing global liquidity. BIS Quarterly Review, December, 57-69. ECB. (2011). Finacial Stability Review, December, 140-148. ECB. (2012). Monthly Bulletin, October, 55-68. ECB. (2013). http://www.ecb.europa.eu/stats/html/index.en.html, adresinden 17 Eylül 2013‟te alınmıĢtır. Economywatch. (2013). http://www.economywatch.com/economic-statistics/, adresinden 11 Kasım 2013‟te alınmıĢtır. EFPR. (2014). http://www.epfr.com/, eriĢim tarihi adresinden 13 Ağustos 2014‟te alınmıĢtır. EIU. (2014). http://www.eiu.com/, eriĢim tarihi adresinden 13 Mart 2014‟te alınmıĢtır. Eichengreen, B., Hausmann, R. and Panizza, U. (2003). The pain of original sin. Berkeley. Ekinci, F., Erdem, P. ve Kılınç, Z. (2014). Reserve options mechanism and fx volatility. TCMB Working Paper, 14/21. Ersel, H. (2012). Finansal istikrarın sağlanması için nasıl bir mekanizma tasarlanabilir? İktisat İşletme ve Finans, 27(315), 37-49. FED. (2013). http://www.federalreserve.gov/econresdata/default.htm, adresinden 13 Eylül 2013‟te alınmıĢtır. 170 Federico, P., Vegh, C. ve Vuletin, G. (2012). Macroprudential policy over the business. Filho, N. B. (2002). International liquidity and growth in Brazil. Central for Economic Policy Analysis-Working Paper, 2001-04. Foot, M. (2003). What is financial stability and how do we get it? The Roy Bridge Memorial Lecture, Financial Services Authority, April 2003. Ganioğlu, A. (2012). Finansal krizlerin belirleyicileri olarak hızlı kredi geniĢlemeleri ve cari iĢlemler açığı. TCMB Çalışma Tebliği, 12/31. Giavazzi, F. and Giovannini, A. (2010). Central banks and the financial system. NBER Gouteron S. and Szpiro D. (2005), Excès de liquidité monétaire et prix des actifs”. Notes d’études et de recherch, Banque de France, 131, 1-73. Guo, K. and Stepanyan, V. (2011). Determinants of bank credit in emerging market economies. IMF Working Papers, 11/51, 3-16. IIF. (2014). http://www.iif.com/emr/global/capflows/, adresinden 17 Temmuz 2014‟te alınmıĢtır. IMF. (2007). World Economic Outlook, October, 34-46. IMF. (2011). Turkey Article IV Consultation. IMF. (2012). Turkey Article IV Consultation.12/338 IMF. (2013). Global Financial Stability Report, April, 164. IMF. (2013). Turkey Article IV Consultation.13/363 IMF. (2014). http://elibrary-data.imf.org/DataExplorer.aspx, adresinden 24 Haziran 2014‟te alınmıĢtır. Kalafatcılar, K. ve Yılmaz, G. (2009). Küresel likidite: tanımı, ölçümü ve küresel dengesizliklerle bağlantısı. İşletme İktisat Finans, 24(275), 9-36. Kara, H. (2012). Küresel kriz sonrası para politikası. TCMB Çalışma Tebliği, 12/17. Kara, H. (2013). Monetary policy in the post crisis period: the Turkish perspective. Economic Research Forum Conference, Ġstanbul. Kara, H. (2013). Safeguarding macroeconomic and price stability amid capital flow volatility. BIS Meeting of Central Bank Chief Economists, Basel. Kara, H. Ve Tiryaki T. (2013). Kredi ivmesi ve iktisadi konjonktür. TCMB Ekonomi Notları, 2013/10. Kara, H., Küçük, H., Tiryaki, T. ve Yüksel C. (2013). Türkiye için makul kredi büyüme oranı ne olmalı? TCMB Ekonomi Notları, 2013/3. Kenç, T. (2013). Financial stability and macroprudential policies. Mart 2013, Prag. 171 Kumcu, E. (2006). Paranın dolaĢım hızı. Hürriyet, 6 Ekim 2006. Küçüksaraç, D. ve Özel, Ö. (2012). Rezerv opsiyonu mekanizması ve optimal rezerv opsiyonu katsayılarının hesaplanması. TCMB Çalışma Tebliği, 2012/32. Leijonhufvud, A. (2008), Central Banking Doctrine in Light of the Crisis. Mishkin, F. (1997). The causes and propagationof financial instability: lessons for policymakers. Federal Reserve Bank of Kansas City, 55-96. Oanda. (2013). http://www.oanda.com/currency/historical-rates/, adresinden 28 Aralık 2013‟te alınmıĢtır. Oduncu, A., ErmiĢoğlu, E. And Polat, T. (2013). The effect of cbrt‟s new policy mix OECD. (2007). The private equity boom: causes and policy issues. Financial Market Trends, 92(2007/1), 61-86. OECD. (2014). http://stats.oecd.org/, adresinden 13 Temmuz 2014‟te alınmıĢtır. on the volatility of credit growth. CBT Research Notes In Economics, 13/27. Özatay, F. (2011). Merkez Bankasının yeni para politikası: iki hedef – üç ara hedef – üç araç. İktisat, İşletme ve Finans, 26 (302), 27-43. Özatay, F. (2012). Para politikasında yeni arayıĢlar. İktisat İşletme ve Finans, 27(315), 5175. Roffia, B. and Zaghini, A. (2007). Excess money growth and inflation dynamics. European Central Bank Working Papers, 749. Ruffer, R. and Stracca, L. (2006). What is global excess liquidity and does it matter? European Central Bank Working Papers, 696. Sahinbeyoğlu, G., Özatay, F. ve Çulha, O. (2006). The determinants of sovereign spreads in emerging markets. CBRT, Working Paper, 06/04. Sousa, J. and Zaghini, A. (2007). Global monetary policy shocks in the g5: a svar approach. Journal of International Financial Markets, Institutions and Money, 17(30), 403-419. TCMB. (2010). Finansal İstikrar Raporu (FİR), 11. 5-6. TCMB. (2011). Enflasyon Raporu, 1. TCMB. (2011). Finansal İstikrar Raporu (FİR), 14. TCMB. (2012). Finansal İstikrar Raporu (FİR), 15. TCMB. (2012). Ödemeler Dengesi Raporu, 4. TCMB. (2013). Para ve Kur Politikası. TCMB. (2013a). Finansal İstikrar Raporu (FİR), 16. 172 TCMB. (2013b). Finansal İstikrar Raporu (FİR), 17. TCMB. (2014). http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html, adresinden 03 Mayıs 2014‟te alınmıĢtır. TÜĠK. (2014). http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist, adresinden 06 Ağustos 2014‟te alınmıĢtır. Umut, V. (2013). Geleneksel olmayan para politikalarının yükseliĢi. TCMB Uzmanlık Tezi, 34-36. Umutlu, G. ve Yılmaz, Y. (2011). The effect of global liquidity on macroeconomic parameters. Asian Economic and Financial Review, 1(3), 167-181. UNCTAD. (2013). http://unctad.org/en/Pages/Statistics.aspx, adresinden 25 Aralık 2013‟te alınmıĢtır. Üçer, M. (2011). Son para politikası uygulamaları üzerine gözlemler. İktisat İşletme ve Finans, 26(302), 45-51. Ünsal, D. (2011). Capital flows and financial stability: monetary policy and macroprudential responses. IMF Working Paper, 11/189. WB. (2013). http://data.worldbank.org/, eriĢim tarihi 17/11/2013. Woodford, M. (2012). Inflation targeting and financial stability. Columbia University. Working Paper, 16228. Yıldırım, B. (2009). Piyasa likiditesinin ölçümü ve analizi. TCMB Uzmanlık Tezi, Ankara, 2-5. Yılmaz, D. (2011). YaĢanan finansal krizler çerçevesinde merkez bankası hakkındaki görüĢlerimiz nasıl etkilendi? Türkiye Ekonomi Kurumu, 2011/9. 173 ÖZGEÇMĠġ KiĢisel Bilgiler Soyadı, adı : EREN Bekir Uyruğu : Türk Doğum yeri : BeyĢehir Medeni hali : Bekâr Telefon : 3125075809 Faks : 3125075897 e-mail : bekireren42@yahoo.com Eğitim Derece Eğitim Birimi Mezuniyet tarihi Yüksek lisans Gazi Üniversitesi-Ġktisat Politikası 2014 Lisans ODTÜ-Ġktisat 2008 Yıl Yer Görev 2009- Merkez Bankası Uzman Yardımcısı ĠĢ Deneyimi Yabancı Dil Ġngilizce, Ġspanyolca Hobiler Edebiyat, fotoğrafçılık GAZİ GELECEKTİR…