mıt ıle öcalan arasındakı görüsme çagrısına hayır

advertisement
KÜRDİSTAN BİLİMSEL ARAŞTIRMA MERKEZİ
MİT İLE ÖCALAN ARASINDAKİ GÖRÜŞME ÇAĞRISINA
HAYIR!
çizgi Dr Ali KILIÇ
NİÇİN GÖRÜŞMELER MİT İLE ÖCALAN ARASINDA GEÇİYOR ?
NEDEN KUZEY KÜRDİSTAN SORUNU BİRLEŞMİŞ MİLLETLERİN
KOMMİSYONLARINDA GÖRÜŞÜLMÜYOR?
Dr Ali KILIÇ, Paris 29 Mart 2013
Dünya Barış Konseyi’nin kurucu başkanı Frederic Joliot-Curie "Barış herkesin
işidir" diyordu. Gerçekten, Dünya Barış Konseyi kurulduğu 1949 yılından bu
yana barış, silahsızlanma küresel güvenlik, ulusal bağımsızlık, ekonomik ve
sosyal adelet ve gelişim, çevrenin korunması, insan hakları, bağımsızlık
mücadelesi veren halklarla dayanışma için emperyalizme sömürgeciliğe ve
yeni sömürgecilere
karşı verilen mücadeleleri
destekledi.Libya ‘ya
İngiltere,Fransa, ABD, NATO ,Avrupa Birliği,Arab Biriliği Türkiye’nin desteği
ile yaptığı emperyalist saldırganlığı mahkum etti.1Ama, Dünya Barış Konseyi
Kürdistan özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini desteklemedi. Niçin? Buna
1
Conseil Mondial de la Paix,23032011
1
pasifistlerin kendileri yanıt versinler. Burada sorulacak soru, Abdullah Öcalan
ile MİT arasında ortaklaşa hazırladıkları ortak bildiri bir barış çağrısı mı ? Bu
çağrı Kürdistan Ulusal sorununa çözüm getirebilecek mi ? Yoksa. MİT ile
Öcalan arasındaki bu görüşmelerin çağrısının ideolojik politik askeri
perspektiflerinin, emperyalist amaçları nelerdir ? Başta ABD ve AB olumlu
buldukları ve Güneyli Kürdlerin destek verdiği bu çağrının özü nedir ?
Birincisi, bu açıklama, Pantürkçü,panislamcı ve panturancı anlayışa
sahiptir. Çağrı Kürdistan halkina seslenmiyor,onun kurtuluş ve gerçek siyasal
çözümünden çok uzaktır, Kürd Halkının verdiği mücadeleye bir ihanettir..Yeni
Osmanlı Emperyalist hegemonyacılığına « Missak i Milli » kemalist
safsatalarını dayanan“Ortadoğu ve Orta Asya halklarına…”2 yapılan bu
ilhakçı çağrı Kürdistan halkının kurtuluşuna yönelik bir çağrı değildir.
İkincisi,Öcalan’ın bu çağrısı MİT ideolojisinin Pantürkçü,panislamcı ve
panturancı anlayışının bir parçasıdır.” Zagros ve Toros dağ eteklerinden, Fırat
ve Dicle nehir vadilerine; kutsal Mezopotamya “yı emperyalist sömürceci
boyunduruk altına alma siyasetidir.” Son 200 yıllık fetih savaşları batılı
emperyalist müdahaleler baskıcı ve inkarcı anlayışlar, Arabi, Türki, Farisi,
Kürdi toplulukları ulus devletçiklere, sanal sınırlara suni problemler” den
bahsederken Kürdistan Ulusal Kurtluşçularının çağrısı değil, ırkçı ve
sömürgeci MİT çilerin çağrısıdır.
Üçüncüsü, MİT ile Öcalan’ın çağrısı ” Ortadoğu ve Orta Asya halkları
artık uyanıyor.” derken bu Panislamcı anlayışın Yeni Osmanlı imparatorluk
kurma anlayışıdır. Başka bir değişle “ yeni bir Türkiye'ye, yeni bir Ortadoğu'
“yu emperyalist imparatorluğa katma anlayışıdır."Artık silahlar sussun, fikirler
ve siyasetler konuşsun" Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm
halkların ve kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için
herkese” düşen” büyük sorumluluk bu safsataları kabul etmek değil, buna karşı
çıkmak, HAYIR demek TC sömürgeciliğe son vermek için direniş boyutunu
genişletmek, halkı duyarlı kılmaktır. . Türkiyeli pasifistlerden Yrd.Doç Dr Maya
Arakon« PKK sınırdışına çekilince bu iş bitecek, barış gelecek gibi bir hava var.
Bu algı yanlıştır. Barış uzun ve zorlu bir süreçtir. Siyasal uzlaşma aşaması
olmalı. Silahların bırakılmasının koşulları yaratıldıktan sonra siyasallaşmanın
önü açılmalı. Sosyal ve ekonomik entegrasyon sağlanmalı. Tabi ki, umutluyuz.
Ancak aşırı hayalcilik de, en ufak bir çıkmazda, toplumsal infial yaratabilir»3
Dördüncüsü, Öcalan« Ortadoğu ve Orta Asya kendi öz tarihine uygun, bir
çağdaş modernite ve demokratik düzen aramaktadır. Herkesin özgürce ve
kardeşçe bir arada yaşayacağı yeni bir model arayışı, ekmek ve su kadar nesnel
2
3
A.Öclan 21 Mart 2013 mesajı,YÖP,22 mart 2013.
Yrd Doç.Dr..Maya Arakon, Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü YÖP,28 mart 2013
2
bir ihtiyaç haline gelmiştir. » diyor. Oysa Kürdistan Ulusunun özgürlük be
bağımsızlık mücadelesinin Ergenekoncuların ideolojisi ile hiç bir ilgisi ve
bağlamtısı yoktur.Bu olsa olsa MİT’in Öcalan’ın aldatmacasıdır.
Beşincisi, «Orta Asya kendi öz tarihi»ne gelince, o, bir barbarlık,bir işgal
zulum ve jenosid tarihidir. Ermenilerin ve Kürdlerin Greklerin,Assyro
Keldanilerin jenosidinin bir tarihidir. MİT ile Öcalan,« Misak-i Milli'ye aykırı
olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti'nde ağır sorunlar
ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkum edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri
ve Arapları birleşik bir "Milli Dayanışma ve Barış Konferansı" temelinde kendi
gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum.» derken
MİT ve Öcalan « kasten » Ermenileri unutuyorlar,onları « Milli Dayanışma ve
Barış Konferansı »na bilinçli olarak çağırmıyorlar. Bu yanıyla, sosykırıma
uğramış ezilen Eermeni ulusunun bir asırlık acılarını görmemezlikten
geliyor,çağımızda işlenmiş jenosid suçlarından yana oluzorlar.Bu halklara karşı
işlenmiş savaş ve jenosid suçlarına karşı susmaktır.. Bu noktada Öcalan MİT’in
şuç ortağıdır. Hamidiyelerin İttihat Terraki Teşkilat ı Mahsusanın
gerçekleştirdiği Ermenilerin Jenosidini inkâr etmedir. Oysa, 1895’de dûnyada
Dr Ernest Chantre ‘ra göre nüfusu 5.200.000 zaéarken. Ermeni Ulusun nufusu
%60 ‘i jenosidle yokedildi.4 Milyonlarca halk topraklarından zorla ölüme
sürüldü.Ittihat ve Terraki’nin devamı TC devleti Ermenilerin jenosidinin
inkârında direniyor. Oysaki, jeneoside uğrayan Ermenilerin sayısı 1.500.000
değildir. Lausanne ‘da Ismet Inönü’ye L .Gurzon’un sorduğu soruda “
Turkiyede 3000000 Ermeni vardı şimdi 130.000 kàéà kaldı diğerlerine ne oldu?
Sorusuna İsmet İnönü yanıt vermedi. Ermenilerden
jenoside uğrayan
Ermenilerin sayisının 2.830.000 olduğunu gösteriyor. Çağrı 2015 de, TC’nin
bu suçu resmen kabul edilmesine asla değinilmiyor.
Altıncısı, Missak i Milli sıloganı Kürdistan’ı ve ezilen halkları
emperyalist Sömürgeci , devletlerin özellikle TC sömürgeciliğinin bir böl ve
yönet poltikasına kurban eden bir slogandır. M.Kemal 16 /17 Ocak 1922’de «
Musul ulusal sınırlarımız içindedir.» demişti. « İkincisi, onun kadar önemli
olan Kürtlük sorunudur İngilizler orada bir Kürt hükumeti kurmak
istiyorlar. Bunun yaparlarsa, bu düşünce sınırlarımız içinde ki Kürtler’e de
yayılır. Buna Engel olmak için sınırı güneyden geçirmek gerekir. 5» Ikincisi
bugün Kürdistan’da Kürt ulusunun kendı kaderini tayin etme hakkını inkâr eden
ve Kürt ulusunun ayrılarak ayrı bağımsız devletini kurma hakkına « İlklel
milliyetçilik » olarak nitelendirenlere M. Kemal’in verdiği cevap açıktır : «
Kürt sorunu. bizim,yani Türkler ‘in çıkarları için kesinlikle söz konusu
olamaz.Çünkü bizim ulusal sınırlarımız içinde Kürt öğeleri Öylesine
yerleşmişlerdir ki,(..) Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türkiye’yi
4
5
missions scientifiques en Transcaucasie, Asie mineure et Syrie, 1890-1894 / par Ernest Chantre
Ahmet Emin Yalman,Traihte gördüklerim ve Geçirdiklerim Cilt 3,Yenilik Basımevi 1970 s.33
3
mahvetmek gerekir.6» Faşist sömürgeci ve emperyalist M. Kemal Kürt
halkının ülkesine sınır çiziyor? Kürdistanı ilhak etme hakkını kendisinde
buluyor. Osmanlı emperyalizminin işgalci orduları komutanı Padişah’ım kulu ve
kölesi pan-islamcu ve pantürkçü M Kemal Erzurum ve Sivas’da Kürtlerden
sonra bu desteği aldı ve çok geçmeden onlara karşı kullanıp onları katletmekten
geri kalmadı. Oysa, Kurdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesi bu siyasete karşı
verilmiş bir mücadeledir. Bu mücadele her şeyden önce, Jenosidlerin mi,marı
Abdülhamid, İttihat Terraki, MİT’ın baba ocağı Teşkilatı Mahsusanın
gerçekleştirdikleri ve fiilen Mustafa Kemal’in içinde yeraldığı jenosdlerin
(Ermenileri,Greklerin. Kürdlerin ve Assyro Keldanilerin ) hesabını sormaktır.
Yedincisi, MİT ve Öcalan’ın söylediklerinin aksine.« Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz.
Muhammed'in mesajlarındaki hakikatler » değil, eğemen ulusun eğemen
sınıflarının ırkçılık poltikasına hizmet eden iki yüzlü yalanlar poltikasıdır. Bu
dinler halkların özgürlük mücadelesi önünde hep engel oluşturmuşlar.
Savaşların, katliamların, jenosidlerin nedenini oluşturmuşlar. Bu konuda Dr
İsmail Beşikçi’nin belirttiği gibi«Bin yıllık İslam kardeşliği”, “Çanakkale’de
birlikte savaştık”, “Cumhuriyeti omuz omuza mücadele ederek kurduk” “AleviSünni İslam kardeştir” “İslam Birliği”, “Misakı milli” gibi sloganlar, inkârcı,
asimilasyoncu, ırkçı, sömürgeci, Türk devletinin, Türk-İslam Sentezi anlayışının
sloganlarıdır. Öcalan’ın bu sloganlara sarılması devleti rahatlatabilir ama
Kürdlere bir hak, özgürlük getirmez. “İslam kardeşliği”, Kürdleri kandıran,
oyalayan bir slogandır. İttihat ve Terakki’den beri Türk egemenleri Kürdlere
karşı hep bu sloganı kullanmışlardır. Cumhuriyet dönemi bunu daha ince
politikalarla uygulamıştır. Öcalan, Kürdlerin haklarını ve özgürlüklerini hiç
gündeme getirmeden, “Misakımilli”den söz etmektedir. Bu, devletin gizlemeye
çalıştığı bir arzudur. Devletin, Türk egemenlerinin bu arzusunu Öcalan ifade
etmektedir. Ama yaşama geçmesi artık mümkün değildir. Siyasal bakımdan
eşitlik olmadan kardeşlik olmaz. “İslam kardeşliği” Kürdleri her zaman
kandırmıştır. Ama, “İslam kardeşliği” sloganına kanmayan Müslüman halklar
da vardır. İbrahim Sediyani’nin, “Kürdleri kandıran ama Bengal halkını
kandıramayan ‘İslam Kardeşliği’” yazısı dikkate değer bir yazıdır.»7
6
Mustafa Kemal.
7
Dr İsmail Beşikçi, 'İslam kardeşliği' Kürtleri Kandırma Sloganı, http://www.kurdistan-post.eu/tr/guncel/ismailbesikciislam-kardesligi-kurtleri-kandirma-slogani
4
Sekizincisi, ne MİT ne de Öcalan savsataları bizleri 1071 yalanları ile
uyutamazlar. Üstelik Kürtlerin « bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak
yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna» dayandığına ilişkin söylem pan
islamcı, pantürkçü, panturancı ırkçı düşüncesidir. O islam bayrağı başta Ermeni
ve Grek halkları başta olmak üzere, diğer halklara jenoside maruz kaldılar.
Böyle ırkçı bir anlayışla yürümek köleci sistemi istemek, ilhakçı ve sömürgeci
boyunduruğa
evet demektir. Başka bir değişle, 1071 ittifakı Türk
sömüreciliğinin Kürdistan’a, Batı Ermenistan,’ın Pontus Rum imparorluğunun
esir alınmasına neden olmuşlardır.1514 Jenosidi ve 1639 emperyalist bölüşümü
bu dinci temel üzerinden yükselmiştir.
Dokuzuncusu. Hamidiye alayları bu askeri işbirliğinin devamıdır.
Hamidiyeler, askeri açıdan emperyalist osmanlı ordusunun ayrılmaz bir
parçasıdır. Hamidiye Alayları sadece Kürd Beylerinden oluşmuyor ,onlarla
sınırlanmıyor.Oysa, bunlardan altısı Urfa’daki araplardan 1897 de oluşturulmuş
ve 1903 Yemen arap ayaklanmasında kullanılmış, daha sonra 30.000 güç olarak
atsız olarak Trablus Garp’a gönderilmiştir.Yine Azerilerden Karapapağlardan
Beyazit’ta,Tutak’ta Sivas’ta kurulann dörtle sekiz arası Hamidiye Alayları107
vardır.Kürdler de dahil olmak üzere, bunların hepsi sünni islamdır. Hatta,
1898’de Fransa Konstantinople Elçiliği Askerî Ataşesî G. Dupont nun 24 Ekim
1898’de Savaş Baklanliığına yazdığı mektupta «Osmanlı Hükümetinin yeni 32
Hamidiye Alaylarını kurma kararı aldığını» bildiriyor. Gönderdigi listede 1-50
arası Kürd, 51-55 ‘i arab,56-58 Türkmen azeri, 59-61’i Karapapak eger bunlara
32 yenisi eklenirse Hamidilerin sayısı, 80 değil, 93 tür. Enver Paşa 1916’da
Eyüp Pasazade Resul’a III. Ordudaki hizmeti için Harb Madalyasi veriyor.
Bunun dışında Musul civarındaki Ezidiler’den Hamidiye Alaylarının teşkili için
Mirza Bey 4. Ordu muşiri Mehmet Zeki Bey’e verdiği dilekçe108
rededilmiştir.Aynı şekilde yeri geldiğinde Xorasan’dan geldiklerini ileri süren
bazı Dersim Reisleri kızıl Sultan’a 30 temmuz 1312 yolladıkları dilekçe de
rededilmiştir Kör Hüseyin Paşa’nın torunu Kemal Süphandağ103« Kürtler, Yavuz
Selim’in 1514 yılında Iran Hükümdarı Sah Ismail le yaptığı Çaldıran
Savaşından sonra Osmanlı ile müttefik yaşadılar. Bu konuda müttefik anlaşması
Idris’i Bitlis’i vasıtasıla dönemin 25 Kürt Beyliği ile Yavuz Sultan Selim
arasında olmuştur.» diyor. Kemal Bey herhalde dedesini kurtarmak için bu işe
sarılıdı. Nitekim « Dedem Kör Hüseyin Paşa’nın Hamidiye Alayları’na bu
teşkilatta yer almasıdır..Heyderan Aşireti 9 alay’la Hamidiye Teşkilatında yer
almıştır ki bu, 5000 kişilik bir askeri güç demektir.. Kör Hüseyin Paşa ön plana
çıkarılıp, bu ihanet örgütünün komutanı olarak lanse edilmekteydi. Işte bu
yaklaşım beni bu konuda araştırmaya itti.» diyor.
Onuncusu, kölelik ABD de 1860 dan beri kaldırılmıştı,ama kızıl
derililerin jenosidi bitmemişti. Bu açıdan, İslami olmayan Kürtlerin, hristiyan
Ermenilerin greklerin, Assyro Keldanilerin
zorla islam bayrağı altında
5
toplanması ideolojisi faşist ve emperyalist
bir ideolojidir.Osmanlı
İmparatorluğunun Kürdistanı bölme parçalama hükmetme politikasının bir
parçasıdır. AKP içindeki Sunni İslamcı Kürd kökenli Milletvekilleri, sivil halkı
ve gerilları bombardıman yapmak için TC ordusunun saldırganlığı için oy
verirken,
kırsaldaki
paralı
asker
koruyıculuklarını
Meclis’de
gerçekleştiriyorlardı.Yeni dönemde MİT ve Öcalan eliyle bu yeni planın
uygulanmasıdır. Biz hiç bir dinin, hiç bir ülkenin bayrağı altında yaşamak
istemiyoruz. Biz özgürlük ve eşitlik esasına dayanam kendi özgür ve bağımsız
Kürdistan devletimizi kurup kendi özgürlük bayrağımızın altında ve diğer ezilen
ulus ve halkların kendi geleceklerini özgürce belirlediği gerçek insani bir
sistemde yaşamak istiyoruz.Dolaysıyla, islam bayrağı altında köleliği seçenlere
yol açıktır. Cennete gitmek için jenoside evet diyenlere uğurlar olsun. Bizim o
olmayan cennetleri arama niyetimiz yoktur.
SORULACAK SORULAR
Sorulacak soru, otuz yıldan beri şavaşan Kürtlerle Türkler arasında hangi
temelde bir antlaşmaya, bir barış sağlıyabilecek mi ? Çaldırandan bu yana 1639
de Kürdistan bölüşülmesi siyasetinin yarattığı tüm düşmanlıklar sona erebilecek
mi ?
Jenosidlerin he sapları sorulacak mı ? Koçgiri.Palu,Zilan Dersim
jenosidleri sorgulanacak mı ? Ermenilerin, Greklerin Assyro Keldaniler
Jenosidleri kabul edilecek mi ?Ortadan kaldırılan 4500 köy yeniden kurulabilinir
mi? Barajlar nedeniye topraklardında çıkarılan 900000 Kürd ile savaştan ötürü
göçe zorlanan beş milyondan fazla Kürdler kendi topraklarına dönebilecekler
mi? AKP nin orman bölgesidir diye Kürdlerin el konulan toprakları iade
edilebilnir mi? Toprakları mayınlanan Kuzey Kürdistan
mayınlardan
arınabilecek mi? Kürd halkı kendi toprakların özgür ve bağımsız yaşama
hakkına kavuşabilecek mi? TC 2015 yılında Ermenilerin, Greklerin Kürdlerin
Assyro Keldanilerin jenosidini kabul edecek mi ? MİT ve Öcalan arasındaki
görüşmelerde bütün bu hakları halklar için teminat altına alabilcek bir güvence
görmüyoruz.Ululararası hukuka göre böyle bir antlaşma ve
güvence
sağlanamıyacaktır. Görüşmeler sürerken, Türk ordusu savaşı
şimdiden
sürdüyorsa, bu durum, şimdi olduğu kadar, gelecekte yeni bir savaş açılmasının
koşulunu içeriyorsa, MİT ile Öcalan’nın görüşmeleri barışla sonuçlanması
mümkün değildir. Geri çekilmeye zorlanan gerillar, ABD üsleri NATO
AWACS casus uçakları tarafından lokalize edilerek toptan imha etmelerine
neden olacaktır.Halklarımıs ve dünya halklar bu toplu kıyımlardan MİT’i TC yi
Genel Kurmay’ı ve Öcalan’ı şimdiden sorumlu suçlu tutatacaktır. Hiç bir gerilla
kendi bölgesi ve üssünü terketmemelidir.
SONUÇ : AKP Başbakanın «Silahlar bırakılmalıdır ve eyleme karışmış,
MİT
karışmamış (insanlar) ülkemizi terk etmelidir. »8 açıklaması bir
8
R.T.Erdoğan.22-03-2013http://www.taraf.com.tr/haber/ocalan-in-cagrisini-olumlu-buldum.htm
6
açıklamasıdır. Gerek Erdoğan, Öcalan’nın önerisinin pazarlık konusu olmadığı
ileri sürmesi, gerekse, İçişleri Bakannın Öcalan’ın posterinin taşımasının suç
ve ceza olarak nitelemesi ve AKP Adalet Bakanının açıklaması, TC devletinin
Strateji içinde taktik politikası MİT ve Öcalan görüşmelerinin olumsuz olarak
sonuçlanacağını ortaya koyuyor,koyacaktır. Bu açıdan Öcalan’ın 21 Mart da
okunana mesajı Kuzey Kürdistan ulusal sorunun çözümünde gerçek siyasal
perspektif vermekten yoksundur. "Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler
konuşsun" 9 deniliyorsa, burada Silahları kayıtsız şartsız bırakacak olan İşgalci
TC Ordularıdır başka bir değişle,bu ülkeyi terkedecek olanlar Kürdistan
gerilları değil, emperyalist ve sömürgeci TC develetinin ordularıdır. Bunsuz bir
barış olamaz,düşünülemez. Sömürgeci ve emperyalist TC Kuzey Kürdistanı
terketmek zorundadır. Yoksa. Geri çekilme safsataları altında, Misakk i Milli
çıpınmaları için gerillaları ilhakçı TC emelleri için kullanma siyaseti uzun
sürmeyecektir.
SOMUT GERÇEKLİK NEDİR?
Sadece Kasım ayı bilançosunu ele alırsak, Kasım 2012 boyunca Türk
ordusu 16 kara,34 hava,24 topçu saldırı yaptıç HPG ise,47 eylemle karşılık
verdi.201 Türk askeri,öldü14’ü yaralandı. Kasım ayında 41 Kürdistan gerillası
da yaşamını yitirdi. Kasım ayı içinde 1 Skorsky helikpter düşürülürkrn. 5
Skorsky ve 1 Kobra tipi helkopter de gerilalar tarafından darbelendi. Ayrıca 4
tank.1 kjirpi araç,1 zırhlı araç,1 dağgeyiği aracaıi 4 A4 ağır otomatik silah et 1
uçaksavar silahı imha edildi. Kısmen 2012 yılının Bilançosuna bakarsak Türk
ordusu bir yıl içinde toplam 320 kara operasyonu, 184 hava saldırısı, 140 kobra
saldırısı, 406 tank ve top saldırısı gerçekleştirirken, operasyonlar sonucu 203 kez
çatışma yaşandı. Bilançonun detaylarında en fazla kara operasyonunun 55 ile
Temmuz ayında, en düşük ise 2 ile Aralık ayında gerçekleştiði görülüyor. Hava
operasyonlarının 44 ile Eylül’de en yüksek orana ulaştıðı, tank ve top
saldırılarının ise 77 defa ile Ağustos ayında en fazla olması dikkat çekiyor. Türk
ordusunun operasyonları sonucu en fazla çatışmanın 44 kez Haziran ayında
yaşandıðı, Ocak-Nisan arasında 12 kez, Aralık ayında ise 1 kez yaşandıðı
görülüyor. Buna karşın 2012’de gerillanın 736 kez eylem düzenlediði ve 230
kez sonucu netleştirilemeyen çatışma yaşandıðı kaydediliyor. Gerilla güçleri,
Ağustos’ta 183, Eylül’de 188 ve Ekim’de148 eylem gerçekleştirirken, yıl içinde
yaşanan çatışmalarda HPG tarafından tespit edilen 2221 silahlı devlet gücü
öldürüldü. Bilançoya göre 859 devlet gücü de yaralanırken, gerilla kayı 314
olarak kayda geçti. Bilançoya göre Ocak-Nisan arasında 79, Mayıs ta 24,
Haziran da 24, Temmuz’da 22, çatışmaların en yoðun yaşandıðı Ağustos’ta 31,
Eylül’de 46, Ekim’de 45, Kasım da 41 ve Aralık’ta 2 gerilla hayatını kaybetti.
9
A Öcalan,21 Mart 2013, YÖP,22 mart 2013
7
Yıllık bilançoda 15 skorsky helikopterin düşürüldüğü, 42 skorsky helikopter
(12’si Eylül ayına) ile 11 kobra helikopterin darbelendiði vurgulandı.10
Son açıklamasında Karayılan « Devrimimiz bugün çok önemli bir
aşamaya girdi. Önümüzde tehlikelerin olduğu da doğru. Herşey kesinleşmiş
değil. Ama bizlerin mücadeleyi yükseltmesi lazım. Riskler var, ama riskleri
azaltmak için ve Önder Apo’nun perspektifine göre hareket edebilmemiz için
bizlerin daha fazla birlik olması gerekir. Ulusal birlik olmalı. Örgütsel birlik,
disiplin ve fedakarlık olmalı. Kahraman şehitlerin yolunda bu şekilde hareket
edersek biz bu tarihi süreçte başarılı oluruz.”»11
Karayılan’ın ateşkes ilan etmesi, MİT ve Öcalan’ın ortak açıklamasını
anlamaktan, gerillanın savaş sanatını kavramaktan uzaktır. Karayılan, her ne
kadar «Bugünden sonra biz hareket olarak, KCK, PKK ve HPG olarak resmi ve
açık bir şekilde ateşkes ilan ediyoruz. Özgür Kürdistan gerillaları hiçbir askeri
eylem yapmayacaklardır. Türkiye sınırlarında olan askeri faaliyetleri, ateşkes
çerçevesinde planlanacaktır » diyorsa da, hatırlatmak gerekir ki Sun Tzu, Şavaş
Sanatı adlı denemesinde, « savaşın devlet için haayti bir önemi vardır. Yaşam ve
ölüm alanıdır,imparatorluğu korumak ya da yitirmek ona bağlıdır »12
Carl Von Clausewitz,13 Savaş üzerine adlı kitabında« "Savaş siyasetin
başka araçlarla" (şiddet araçlarıyla) "devamıdır." Bütün savaşların amacı,
düşman silahlı kuvvetlerini yoketme yoluyla onun iradesini teslim almaktır.
Taktik, muharebe bilimi; strateji de savaş bilimidir. Taktik zaferler fiziki
olgulardır; ama stratejik zafer manevi bir olgudur. Savaşta savunma pozisyonu
saldırı pozisyonuna göre, pasif ve dolayısıyla savaşın doğasına aykırı olmakla
birlikte avantajlı bir pozisyondur.» diyordu. Başka bir değişle « savaşın amacı
düşmanı silahsızlandırmaktır »14
PKK’nin kayıtsız şartsız silah bırakmasını istiyeyen
TC Genel
Kurmayının kaşarlanmış mehmetçik
gazetecilerinin, CİA için çalışan
uluslararası yüzlerce örgütler devletler düzeyinde faaliyetler gösteren NATO
gönüllü ajanlarının temel amacı PKK gerilla güçlerini tamamiyle
silahsızlandırmak,onları yoketmek,onların iradesini teslim almaktır. Bu yüzden,
TC ordusu saldırılarını durdurmazsa, barış sağlanamaz. TC Başbakanı MİT’in
yöneticidir, AKP Adalet Bakanı uluslararası hukuka ters davranmaktadır ve
gerillanın kendı ülkesini terketmesi kadar adi ve şerefsizce bir öneri
olamaz.Kim kimi topraklarımızdam bizi kovuyor. AKP Adalet Bakanı nihal
Atsız mı ? Bu durumda her iki kesimin BM ler gözleminde ateş-kes ilan
10
Yeni Özgür Politika
11
M.Karayılan.TÖP,25 Mart 2013
12
Sun Tzu, l’art de guerre, Editions Mille et une nuits2012, p.7
13
Carl von Clausewitz, De la Guerre,Collection Tempus, Editions Perrin,2006,pp39-.40
14
Carl von Clausewitz in Anthologie Mondiale de la Strategie,Robert Lafont,2009,s.826
8
etmeleri gerekirken TC emperyalist ve sömürgeci politikasını dayakmaktadır.
Düşmanlıkların bir süre zarfında geçici olarak durdurulmasınası zorunludur.
Barış, tüm düşmanlıkların sona ermesidir. Burada sadece, saldırgan durumların
ortadan kaldırılması değil, aynı zamanda düşünce ve yaklaşım olarak da barışı
kabul etmek gerekmektedir Barış görüşmeleri yeni bir savaşa vesile olabilecek
şartlar içermemelidir. Otuz yıllık savaş TC devleti ile Küzey Kürdistan halkı
arasında geçtiği halde, görüşmeler MİT ile Öcalan arasında
geçmesi
kuşkuludur. AKP Hükumeti Öcalan’ın “Silah meselesini de hızla ve zaman
kaybetmeden, tek bir can dahi yitirilmeden çözmek istiyorum. Bütün bunların
pratikleşmesi için yüce iradeyi temsil eden Parlamento'nun ve siyasi partilerin
sunacağı desteği çok değerli buluyorum. Geri çekilmenin hızla gerçekleşmesi ve
barışın kalıcı hale gelmesi için ümit ediyorum ki Parlamento da aynı hızla
üzerine düşen tarihi misyonun gereğini yapacaktır »15 önerisine yanıtlalamıştır.
Biz göreceğiz TC kabul etmemekte diretecektir. Çünkü bu görüşmeler
uluslararasu hukuk ilkelerinden ve BM lerin Anayasasının güvencesinden
yoksundur.Sorun TC’nin bir iç sorununa indirgenmiştir. Uluslararası Hukuk
bağlıyacaklığı yoktur. Yazımınzın hareket noktası başlıktaki sorgulaması bu
trajedinin esasıdır.
Yapılan açıklamaya göre, « Halk Savunma Güçleri, Türk ordusuna ait
Skorsky tipi helikopterlerin önceki gün öğle saatlerinde Medya Savunma
Alanları'na girme teşebbüsünde bulunduğunu ancak gerilla güçlerinin karşılık
vermesi sonucunda geri çekildiğini duyurdu. Bu operasyonlar Kuzey
Kürdistan’daki ABD üslerinden NATO casusluk uçaklarından destek alıyor
mu ? İleride Beyaz Saray Bruxelles, Paris,Ankara’nın toplı kıyımların
sorumlusu ve suçlusu olacağını göreceğiz.
HPG Basın İrtibat Merkezi tarafından yayınlanan açıklamaya göre, 25
Mart günü 12 sıralarında Türk ordusuna ait Skorsky helikopterleri Haftanin
bölgesi içinde bulunan Kuraniş Vadisi üzerinden gerilla alanlarına girmeye
çalıştı. Helikopterler, gerilla birlikleri tarafından açılan ateş sonucunda geri
çekildi. Bu girişimin ardından Türk ordusunun olayın yaşandığı Kuraniş vadisi
15
YÖP,20 mart 2013
9
başta olmak üzere Deriye Dawetiya, Şehit Kendal ve Gire Nerina alanlarına
yönelik olarak obüs ve hava toplarıyla bombardıman gerçekleştirdiği bildirildi.
Amed ve Hakkari'de ise dün hava hareketliliği dikkat çekti. Hakkari’nin
Şemdinli İlçesi'nde Skorsky tipi helikopterler ilçe merkezinde bulunan askeri
birliklere iniş yaptı. Şemdinli 34. Hudut Tugay Komutanlığı ve 3. Dağ Taktik
Komando Taburu'na iniş yapan askeri helikopterlerin tekrar havalanarak Güney
Kürdistan sınır hattına asker sevkettiği bildirildi.
Öte yandan askeri
helikopterlerle Nehri (Bağlar) ile Navrezan (Çem) köyleri arasında bulunan
Xarane, Gewriya Zinî Tepesi, Bêgoza (Boğaz Köy) Köprüsü ile Salaran (Yayla
Pınar) arasında bulunan Binsûri (Kırmızı Tepe) Tepesine helikopterlerle özel
birlikler indirildiği kaydedildi. Bu konuda safhımız,silahlı gerilla mücadelesinin
,siahlı direnişin safhıdır. Teslim olanların değil.
HAREKET NOKTAMIZ :ÖZGÜR VE BİLİMSELCE DÜŞÜNMEK
Yüzyılımızda Kurdistan halkının yaşadığı trajedilerin başka örneklerine
rastlamak imkânsızdır. Kürdistan çözülmemiş bir moleküler biyoloji
sorunundan ya da nükleer fiziğin gizemli atomunun henüz bütünüyle
çözülmemiş bir sırrından daha gizemli duruşa sahip gibi gösteriliyor. Oysa
yaşadığımız güncel trajedisi bir gerçeklik.Bu görülmeyen gizemi molekülere
benziyor. Bilimsel olarak vardırlar,ama molekülerler görülmezler. Bu duruş
çağımızı, insanlığımızı ve felsefi düşüncemizi sorguluyor. Bu kadar güzel, bu
kadar zengin, bu kadar tarihsel olan ülke, nasıl olur da zaman ve mekanının bu
hiçlik boşluğunda anlamsız kala biliyor ? Sorulması gereken soru, sömürgeci ve
emperyalist devletlerin yoksayıcı politikasında Kürdistan ulusunu yoksaymaya,
yoketmeye kimin hakkı vardır ? Onun geleceği üzerine dünya pazarlarındaki
pazarlıklara hangi emperyalist ve sömürgeci güç cesaret edebilir ? Başka bir
değişle, varlıkla yokluk arasında, Mİ T ile Öcalan’a bu görüşmeler hakkını ve
yetkisini kim verdi ? Kürdistanlı politikacılar, milletvekilleri bu sonsuz tarihsel
hatayı nasıl gerçekmiş gibi kamuoyuna sunabilirlar ve bu tarihsel hatayı gerçek
bir çözüm olarak kabul edebiliyorlar ? Hem sömürgeci devletlerin, ABD ve
Avrupalı emperyalist devletlerinin ,hem de siyasal aktörlerin insanlık tarihine
10
karşı işledikleri suçun cezasının tarih karşısında çok ağır olacağı şimdiden
bilinmelidir. Bu iki yüzlü, iğrenç siyasal bir jenosidin amacı 2014 seçimlerine
endexlidir. Başka bir değişle, amaç, Batı Kürdistan sorununun çözümünü, TC
bağımlı kılmak, Kürdistan ulusal birliğine ve Kuzey Kürdistan’ın kendi
geleceğini tayin etme hakkına karşı çıkmak, TC’nin ilhakçı emperyalist Osmanlı
İmparatorluğuna yeni islami sömürgeler katmak, kişisel özgürlük temelinde yeni
bir İdrissi Bitlisiler bulmaktır.
Öcalan « Cumhuriyet tarihinin bu en zor sorunu çözümlendiğinde,
Türkiye’nin iç barışında aldığı güçle bölgede lider bir ülke olarak hamle gücüne
kavuşacağı kesindir. Ortadoğu’da liderlik dönemi Orta Asya’dan Balkanlar ve
Kafkaslara kadar etkili olma anlamına gelecektir. Demokratik sistemin çözüm
gücü, başta barış olmak üzere, birçok çelişki ve sorun olan bu bölgelere haklı
bir müdahale ve desteğin verilmesi ve istenmesine de yol açacaktır. Bu, aynı
zamanda gelişmiş ekonomi ve kültürel gelişmenin de taşırılarak zenginleşmeye
yol açacaktır. Türkiye iki binli yıllara bu perspektifle girmektedir. Kürt sorunu
ayak bağı idi” Öcalan’nın Türkiye’nin emperyalistleşmesine katılması ve
Kürdistan ulusal birliğine karşı çıkmasının hareket noktası budur. Yoksa, bir
gazetecinin belirttiği “Soykırım kıskacındaki halkı savunmak”, “Ortadoğu
halkları federasyonu” önererek halkların kardeşliğini, milliyetçilik yerine
“demokratik ulus” tezini » savunmak değil, Kürdistan ulusunun kendi
geleceğini tayin etme hakkını inkâr etmektir.«PKK’nin politik çizgizinde
aydınlatılması gereken en önemli konu ayrı bir devlet içerip içermediğine
ilişkindir. »Bağımsız Kürdistan » sloganını kullanılmasına rağmen,bunun
bağımsız bir devlet anlamına geldiğini söylemek zorduır.»16 Ahmet Zeki
Okçuoğlu’nun dürtmesiyle « 1970 İstanbul DDKO üyesi »17 olduğunu ileri
süren Öcalan,« Elde duygusal yanı ağır basan ilkel milliyetçi yorumlarla,réel
sosyalizmin dogmatik « ulusların kaderini tayin hakkı » yorumları gerçeği
vermekten uzaktı.»18 diyordu.
Öcalan’a göre « devlet amaçlı ulusla ulus amaçlı devlet mücadeleri çağın kanlı
gerçeğinin ana etkenidir. Iktidar ve devlet ulusu buluşturmak, modernite çağının
ana kaynağıdır.
Marxizmin ve genel olarak sosyolojinin ulus devletin baskı ve sömürü ile
bağlantısını göremeemsi veya ulus develti çok sıradan bir üstyapı kurumu
olarak sunması temel bir eksiklik ve çarpıtmadır »19Asıl çarpıtmayı yapan
Öcalan’ın kendisidir..Gazetecinin söylediğinin aksine, kitabın kapağında
« soykırım » değil kültürel soykırımdır, « halk » değil, « Kürtler » yazılı.
16
Abdullah Öcalan, Bir Halkı Savunmak,Weşanen Mezopotamya,Köln,hazira,2004,s.335
Abdullah Öclan,age,s.334
Abdullah Öclan,age,s.325
19
Abdullah Öcalan, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü, Kültürel soykırım kıskacıcında Kürtleri Savunmak, Mezopotamya
Yaınlarışnisan 2012,Neuss,s.50
17
18
11
Öcalan, »soykırım » değil, « kültürel soykırımındaki Kürtleri savunmak »
tezinden bahsediyor. Oysa Öcalan konuyu çarpıtıyor. « Fiziki soykırımı yötemi
genellikle hakim elit kütürüne,yani ulus devlet kültürüne göre, üstün konumda
olan kültürel guruplara uygulanır.(..) İkinci soykırım yöntemi olan kültürel
soykırımı, daha çok hakim elit ve ulus devlet kültürüne göre zayıf gelişmemiş
durumda bulunan halk,etnik topluluk ve inanç guruplarına uygulanır» 20
diyor.Oysa, BM sözlerşmesine göre « jenosid oluşturan eylemler Bu Sözleşme
bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen
ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri, jenosid
suçunu oluşturur. a. Gruba mensup olanların öldürülmesi; b. Grubun
mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi; c. Grubun
bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak,
yaşam şartlarını kasten değiştirmek;d. Grup içinde doğumları engellemek
amacıyla tedbirler almak; e. Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba
nakletmek; Sözleşmenin 3 maddesine:1-Jenosid de bulunmak;-2-Jenosid de
bulunulması için işbirliği yapmak;3-Jenosid de bulunulmasını doğrudan ve aleni
surette kışkırtmak;4- Jenosid de bulunmaya teşebbüs etmek;5-Jenoside iştirak
etmek; Sozlesmenin 4 maddesine göre Kişilerin cezalandırılması -Jenosid
suçunu veya üçüncü maddede gösterilen fiillerden birini işleyenler, anayasaya
göre yetkili yöneticiler veya kamu görevlileri veya özel kişiler de olsa
cezalandırılır. Sozlesmenin 5 maddesine göre« Sözleşmeci Devletler, bu
Sözleşmenin hükümlerine etkililik kazındırmak, ve özellikle soy kırımdan veya
üçüncü madde belirtilen fiillerden suçlu bulunan kimselere etkili cezalar
verilmesini sağlamak için, kendi Anayasalarında öngörülen usule uygun olarak
gerekli mevzuatı çıkarmayı taahhüt eder.» Sözleşmenin 6. maddesine göre«
Jenosid suçu ile suçlanan kişilerin yargılanması Jenosid fiilini veya Üçüncü
maddede belirtilen fiillerden birini işlediğine dair hakkında suç isnadı bulunan
kimseler, suçun işlendiği ülkedeki Devletin yetkili bir mahkemesi, veya
yargılama yetkisini kabul etmiş olan Sözleşmeci Devletler bakımından
yargılama yetkisine sahip bulunan uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından
yargılanır.» Sözleşmenin 7. maddesine göre « Suçluların iadesi jenosid fiili ve
Üçüncü maddede belirtilen diğer fiiller, suçluların iadesi bakımından siyasal
suçlar olarak kabul edilmez. Sözleşmeci Devletler bu tür olaylarda kendi
yasalarına ve yürürlükteki sözleşmelere göre suçluları iade etmeyi üstlenir.»
Dolaysıyla Öcalan jenosid konusundaki görüşü ve Ermeniler konusundaki
tutumu MİT’in anlayışı ile örtüşüyor. Fiziki, Kultürel jenosid yanında,
biolojik,ekolojik,kimyasal ,arkeolojik jenosid biçimlerinin ekonomip ve politik
temellerini incelenmiş değil. Burada sadece Kültürel jenosidin dinsel boyutuna
yer verereceğiz.Buna örnek verilirse, tıpkı 1914 yılında yapılan nüfus sayımı
gibi bugün Türkiye de Kürtler kimliklerile görülmüyor.Aleviler de dahil olmak
20
Abdullah Öcalan,age,s.40
12
üzere hepsi islam kategorisinde göteriliyor.Fiziki,biolojik ve kültürel jenoside
1914 sayımında Ermeniler yaklaşıl 274.000 okulu varken, Greklerin 157.ooo
okulu varken, şu anda sadece İstanbul’da Ermenilerin 13 özel okulu, Greklerin
ise, 8 özel okulu, Kürdlere gelince onların tek bir anasınıf okulu yoktur. TRT 6
ile bazı seçmeli dersler Kurmanci ve Kırmançki yaptırımlar ise göz boyamadır.
KÜLTÜREL JENODİDİN DİNSEL BOYUTU
« TC nin kuruluşundan AKP yönetimine kadar Kültürel jenosidin dinsel
karakteri değişmedi. Dersim jenosidinden sonra Merkeze il cami 1957’de
kuruldu. 1985’da bu oran merkez köylerinde 182 yüksetildi. Buna kaşı çıkan
Dersim halkından 50000 kişi şubat 1985 göçe zorlandı. 1937’de toplam nüfusu
500.000 olan Dersi eyaletinde katledilen insan sayısının 170.000 olduğunu ileri
sürerken, devletin 1975 nüfus sayımında verilen sayı Dersim kökenli olup
Türkiyenin başka bölgelerinde zorla yaşamaya zorlanan Dersimli sayısı 740.000
dir.
Basında çıkan bir habere göre” Dersim’de bir Tunceli Üniversitesi var. Bu
üniversitenin rekörü Durmuş Boztuğ’dur. Kendisi AKP'li olup, Cem Vakfına
yakın bir Alevi olduğu söylentiler arasındadır. Boztuğ’un tek amacı ise ;m
Diyanet, Cem Vakfı, Ehlibeyit Vakfı ve benzeri marjinal-yapay Alevi dernek ve
yetkilileriyle birlikte, Tunceli Üniversitesinde bir “ Alevi İlahiyat Fakültesi
oluşturmaktır. Burada Yoksul Alevi gençlerini alıp Müslüman-Alevim
misyonerler yetiştirmektir.
Rektör Boztuğ Sık sık AKP Kütahya milletvekili Yar.Doç.Dr.Hüseyin
Tuğcu’yu Dersim’e getirtip konferanslar verdirmekte ve akıl fukarası
garibanlara nutuk çektirmektedir. Bu vahim tablo Dersim ve Dersimliler için
üzücüdür ama bir gerçektir. Hüseyin Tuğcu; Dersim sürgünü bir ailenin İlahiyat
okumuş 1959 dogumlu bir çocuğudur. Babasının adı Cemal, annesinin ise
Safiye’dir. Her konuşmasında Alevi düşmanlığı yapıp sahiplerinin gözüne
girmek için elinden geleni yapmaktadır. Tüğcugiller çogalmaktadır. Bunlara
dikkat eilmelidir. Yine bu Üniversitenin müdavimlerinden bir digeri de Bülent
Arınç’tır. Ne hikmetse Arınç’da Osmanlı tarafından Manisa’ya sürülen bir
Dersimli ailenin evladıdır. Bu ayrı bir yazı konusu olduğu için şimdilik Arınç’a
bir nokta koyalım. Kaynak olarak isteyen bakabilir.21
Bu açıdan TC ve AKP dinsel jenosid politikasına bakalım. Diyanet İşleri
Başkanlığında 94,579 kişilik personel görev yapmaktadır. Yılda yapılan cami
sayısı ortalama 1,500 dür. Diyanet İşleri 2010 yılına kadar yani altı yıl içinde
33,100 cami yapımını daha hedeflemektedir. Halen 73,523 olan cami sayısı bu
21
http://www.milliyetciler.de/haberoku1676/hokumetin-soy-agacindan-isimler )
13
sürenin sonunda 106,623 çıkacak, aynı plan çerçevesinde 2700 ilave ile Kuran
kursu sayısı da 7700 yükselecektir.
1992 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi 3 trilyon lira, 1993’e 3,7
trilyon, 1994’e 8,5 trilyon, 1995’e 12 trilyon, 1996’a 43 trilyon, 1997’e 47
trilyon, 1998’e 93 trilyon, 1999’a 253 trilyon, 2000’e 350 trilyon, 2001’e 372
trilyon, 2002’e 475 trilyon, 2003’e 713 trilyona çıkmıştır.2004’e 997 trilyon 437
milyar liraya çıkmıştır. 9 bakanlığın bütçesinden daha fazla ödenek ayrılmıştır.
2004 yılında Diyanet İşleri Başkanlığına 15,000 ek kadro tahsis edilmesi
planlanmıştır.2005 ‘e bir katrilyon 122 milyar,2006 da 1 katrilyon 308
trilyon,2007’e,2 katrilyon;2008 yılında ise, 1.221.608 katrilyon ile birlikte
Diyanet vakıf gelirleri eklendiğinde bu rakam 2 katrilyona çıkmaktadır. 2009
yılında 3 katrilyona varan bütçe ile dokuz bakanlığın bütçesinden daha fazla bir
bütçe ile sözde adilce inanç hizmeti yürütmektedir.
Sadece İstanbul’a 840 kişiye bir cami düşerken, 1045 kişiye bir okul
düşmektedir. 2003 yılı itibariyle de Türkiye’e 536 imam hatip lisesininn
bulunmakta ve bu liselerde 105,000 öğrenci okumaktadır. Yıllık imam-hatip
gereksimi 5000 kişi olmasına karşılık, bu liseleri bitirenlerin sayısı 25,000 kişiyi
bulmaktadır. 2003 yılı itibarıyla imam hatip lisesini bitirenlerin sayısı 511.000
aştığı anlaşılmaktadır. Bu sayılar eğitim düzeninde yaratılan çarpıklıkları ortaya
koymaktadır. Normal okullarda bir öğretmene 27 öğrenci düşerken imam hatip
liselerinde 10 öğrenciye bir öğretmen düşmektedir. Açılışından bu güne imam
hatip okullarından ve kuran kurslarından mezun olan öğrenci sayısı 3.622.062’ir.
Bu öğrencilerin %62’inin kız olması düşündürücü. Bu öğrencilerin ancak %2’i
imamlık yapmaktadır. 2004 yılı itibariyle imam hatip lisesi mezunlarının sadece
%7,4 camilerde din adamı olarak görev yapmaktadır. Bu gerçek, imam hatip
liselerinde eğitim gören öğrencilerin ancak %12’inin imam hatipolmak istediğini
doğrulamaktadır.»22
Biz böyle bir islam bayrağı altında yaşamak istemiyoruz.Öcalan’ın
«demokratik ulus kavramı » ise, ABD ve AET emperyalizminin « ulus »
modelidir.Öcalan açıkça« ABD ve AB bile bir nevi demokratik ulusların ulusu
olarak tanımlanabilir.»23 diyor.Öcalan bu emperyalistleşme sürecini şöyle
açıklıyor.« Demokratik ulus, sadece zihniyet ve kültür ortaklığıyla yetinmeyen
tüm üyelerini demokratik özerk kurumlarda birleştiren ve yöneten ulustur.
Belirleyici olan yönü budur. Demokratik, özerk yönetim tarzı demokratik ulus
olmanın başta gelen koşuludur. Bu yönüyle ulus-devletin alternatifidir. Devlet
yönetimi yerine demokratik yönetim büyük bir özgürlük ve eşitlik imkânıdır.
Demokratik ulusun vatandaşı, üyesi farklı olup, bu farkını farklı topluluklardan
alır. Kabile ve aşiret varlıkları bile demokratik ulus için birer zenginliktir ....
22
23
Dr Ali KILIÇ,Dersim Genosid Gerkeliği,s.100
Abdullah Öcalan, III.Kitap, Özgürlük Sosyolojisi, Mezopotamya Yayınları,2009,329
14
Dil, şüphesiz kültür kadar ulus için önemli olmakla birlikte zorunlu bir şart
değildir. Farklı dillerden olmak aynı ulustan olmaya engel teşkil etmez. Her
ulusa bir devlet ne kadar gereksizse her ulusa tek bir dil veya şive de
gereksizdir. Ulusal dil gerekli olmakla birlikte olmazsa olmaz bir şart değildir.
»Öcalan, burada AKP nin « tek dil,tek ulus,ten devlet ve tek din » teziyle
örtüşüyor. O, « Başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere, dünyanın birçok
ülkesinde federal ve federe hukuk sitemleri geçerlidir. Merkezi bürokrasi ve
tekelci kapitalizme karşı yerel halkın çıkarlarını dengeleyen sistemler daha çok
gelişmektedir »24 « Marx Engels’ten kaynaklanan sosyalizmin, ancak merkezi
ulus devletlet temelinde inşaedilebileceğine ilişkin görüşlerinin bilimsel
sosyalizmin sistemik hatası olduğunu sergilemeye çalıştım »25diyor.İlkin,
Öcalan’ın göklere çıkartmak istediği ABD modeli olarak Demokratik ulus
kavramı için ABD yi örnek göstermesi büyük bir yanlışlıktır. Çünkü,
ingiliz,fransız ve ispanyol sömürgecileri Kuzey Amerika yı işgal etmeden
önce,Canada.Mexika ve diğer blgelerde yaşayan kızılderili halkının nüfusu
90.000.000 milyondu. Bu hakkın %97.5 soykrımdan geçirildi. Sadece Güney
Amerika jenoside uğrayan kızıl derilliler 25 milyon la 40 milyon
arasındaddır.1860’den köleliğin ortadan kaldırılması. Genosiddlere engel
omadı.Başkan Obama nın ikinci Cumhurbaşkanı töreninde bir tek kızılderili
yoktu. İkincisi, Marx Engels ‘den kaynaklanan bir hata yok. İkincisi Lenin bu
konuda :
« Bu durum karşısında, marksizmin çarpıtılmalarının bu görülmemiş yayılışı
karşısında, görevimiz, her şeyden önce, Marx'ın devlet üzerindeki öğretisini
yeniden kurmaktır. Bunun için, Marx ve Engels'in kendi yapıtlarından birdizi
uzun alıntı, zorunlu. Bu uzun alıntıların açıklamayı ağırlaştıracakları ve onu
daha popüler duruma getirmeye hiç de yardımcı olmayacakları kuşkusuz. Ama
bunu yapmamak da kesinlikle olanaksız. Okuyucunun, bilimsel sosyalizmin
kurucularının bütün görüşlerini ve bu görüşlerin gelişmesini anlayabilmesi için,
ve bu görüşlerin bugün egemen bulunan "kautskizm" tarafından nasıl
çarpıtıldıklarının belgelere dayanarak gösterilmesi ve ortaya konması için de,
Marx ve Engels'in devlet konusundaki yapıtlarının bütün parçaları ya da hiç
değilse bütün canalıcı parçaları, olabildiğince eksiksiz bir biçimde
aktarılmalıdır.
Engels, tarihsel çözümlemesinden sonuçlar çıkartırken şöyle der:
"Devlet topluma dışardan dayatılmış bir erklik değildir. Hegel'in
ileri sürdüğü gibi, 'ahlâk düşününün gerçekliği', 'aklın imgesi ve
gerçekliği' de değildir. Devlet, daha çok, toplumun, gelişmesinin
belirli bir aşamasındaki bir ürünüdür; bu toplumun, önlemekte
yetersiz olduğu uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde bölündüğünden,
kendikendisiyle çözülmez bir çelişki içine girdiğinin itirafıdır. Ama,
24
Abdullah Öcalan, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü, Kültürel soykırım kıskacıcında Kürtleri Savunmak, Mezopotamya
Yaınlarışnisan 2012,Neuss,s.455
25
Abdulah Öcalan.age,ss424-425
15
karşıtlıkların, yani karşıt ekonomik çıkarlara sahip sınıfların,
kendilerini ve toplumu, kısır bir savaşım içinde eritip bitirmemeleri
için, görünüşte toplumun üstünde yer alan çatışmayı hafifletmesi,
"düzen" sınırları içinde tutması gereken bir erklik gereksinimi
kendini kabul ettirir; işte toplumdan doğan, ama onun üstünde yer
alan ve ona gitgide yabancılaşan bu erklik, devlettir" (6. Almanca
baskı, s. 177-178)
Burada, marksizmin, devletin tarihsel rolü ve anlamı üzerindeki temel
düşünü tüm açıklığıyla dile getirilmiş bulunuyor. Devlet, sınıf çelişkilerinin
uzlaşmaz olmaları olgusunun ürünü ve belirtisidir. Nerede sınıflar arasındaki
çelişmelerin uzlaşması nesnel olarak olanaklı değilse, orada devlet ortaya çıkar.
Ve tersine; devletin varlığı da, sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz olduklarini
tanıtlar.»26
Buna karşılık, Öcalan’ın yaklaşımı uzlaşmacıdır. Öcalan sınıf
mücadelesini redder, Sömürgeci TC devleti ile uzlaşmayı ve ittifak politikasını
arar. Kendi ezilen ulusunun devlet kurma hakkını inkâr eder. Bu aynı zamanda
diğer ezilen ulusların kendi geleceklerini tayin etme hakkının da
inkârıdır.Sömürgecilere karşı savaşam ezilen Kürd ulusun ayrıma hakkını
eğemen türk ulusun eğemen sınıflarının Kuzey Kürdistan pazarlarına kayıtsız
ve şartsız eğemen olma hakkını redetmek, ilhakçı ve gaspçı politikasına tâbi
kılmaktır.. Başka bir değişle, sömürgecilerin imtiyazcı,ilhakçı politikasına
boyun eğmektir, sömürgecilerin jenosidçi politikasının devamını istemek
demektir. Böylece ,ezilen ulusların kendi bağımsız devletlerini kurma hakkına
karşı çıkmaktır.Ulusal sorunu ulusal özerkliğe indirgemektir. Bu konuda
Öcalan’ın açık ulusal ve sömürgesel programı yoktur.Öcalan her alanda Türk
eğemen sınıflarının Kuzey Kürdistandaki imtiyazlar politikasını savunuyor.
“Kemalist kültür milliyetçisiyim”,anam türktür” söylemi bu noktada
düğümleniyor.Öcalan,«Kürt insanının önünde tek yol bırakılmış gibidir.Hakim
ulus devleti içinde erimek,tümüyle değerlerinden vazgeçmek! Bundan başka
yaşam yolu yoktur.»27 Ferda Çetin” Ulusların kaderlerini tayin hakkı bir hak ise
eğer ve bir halk da tercihini bu yönde kullanıyorsa, bu iradeye ve bu tercihe
saygı duymak olağan bir hal alır. »28 diye yazıyor. Doğru. Acaba Öcalan
Kürdistan Ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkına saygı duyuyor mu,
savunuyor mu? Yoksa, niye inkâr edip, Bundan başka yaşam yolu yoktur diyor ?
Batı Ermenistan sorununda aynı inkârcı tutumu sergilemiyor mu ? Öcalan kime
hizmet etmek için yapıyor bunu? Başka bir değişle, Ferda Çetin hangi temelde
MİT ile Öcalan’ının çağrısını mutlak ve doğru olarak kabul ediyor ve
26
Viladimir İliç Lenin Devlet ve Devrim,Marksist Devret Öğretisi ve Proletaryanın Devrimdeki Görevleri Ağustos-Eylül 1917'de
yazıldı, İlk kez, 1918 yılında Zhizn Znaniye yayınlandı
27
28
Abdullah, Öcalan,Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü,s.40
Ferda Çetin,YÖP,25032013
16
savunuyor ? Ferda’nın kaderi,Öcalan’ın kapısındaki, « bütün küçük insanların
kaderidir » değil de nedir ?
Bu konuda Lenin sorduğu soru:”Milli meselde sosyal şovenlerin
programı nedir?.. ya kendi kaderlerini tayin etme hakkını inkâr etmektedirler, ya
o hakkı açık ça iki yüzlü biçimde,yani kendi milletleri ya da onun askeri
müttefikleri tarafınsdn baskı altında tulan milletlere
uyugulamaksızın
29
tanımaktadırlar.”
Öcalan sınıf mücadelesini rededen anti marxist uzlaşmacı ve işbirlikçi
politikasını üç şamadan şöyle ifade ediyor.:”.
Tarihin motoru bu anlamda dar sınıf mücadelesi olmayıp, sınıf mücadelesini de
kapsayan demosun (halk) varolma tarzıyla, onun bu tarzına yönelerek kendini
beslemeye çalışan savaşçı iktidar kliği arasındaki mücadeledir. Bu tumuyla
Öcalan, sömürgeleştirimiş Kuzey Kürdistan türk sömürgeciğine karşı verdiği
ulusal ve sınıfsal mücadeleyi inkâr etmesi anlamındadır. O « Toplumlar esas
olarak bu iki kuvvete dayanarak yaşamsallaşırlar. Zihniyet kazanma, otorite yaratma, sosyal düzen, ekonomik araçlar bu iki güç arasındaki savaşım düzeyiyle
belirlenir. Savaşım düzeyiyle bağlantılı, çoğunlukla iç içe üç düzlem tarih boyunca karşımıza çıkar. Birinci düzlem, savaşçı iktidar kliğinin tam yengisi durumudur. Görkemli askeri zaferlerini en büyük tarihsel olaylar olarak sunan fatihlerin dayattıkları tam köleleştirme düzenidir. Savaşçı iktidar grubu dışındaki
herkes ve her şey bir kanun gücünde emirlerinde olmalıdır. İtiraza, muhalefete
yer yoktur. Zihnen bile egemen tasarım biçimine ters düşülemez. Dayatıldığı gibi düşüneceksin, çalışacaksın ve öleceksin! Alternatifsiz hakim düzenin zirvesi
esas alınmaktadır. » Bu konuda Öcalan Kürdlerin kendi devletlerini kurma
hakkı konusunda alternatifsizdir.
« İkincisi, bunun tam karşıtı olan halk ‘klan, kabile ve aşiretlerden oluşan
dil, kültür benzerliği olan gruplar’ toplumunun, hiyerarşik ve devlet örtüsündeki
savaşçı iktidar oligarşisine karşı özgür yaşam düzenidir »Öcalan’nın bu
yaklaşımı Kürdleri ulus olarak görmemektedir,onları « halk ‘klan, kabile ve aşiretlerden oluşan dil, kültür benzerliği olan gruplar’ »
statüsüne
indirgemektedir. Ona göre « Toplum sistemindeki üçüncü düzlem, ‘barış ve istikrar’ durumu olarak adlandırılan düzen tarzıdır. Bu düzlemde her iki gücün çeşitli düzeylerde aralarında kurdukları bir denge durumu mevcuttur. Sürekli savaş, çatışma ve gerginlik durumu, toplumun sürdürülebilirliğini tehlikeye atar.
Taraflar sürekli tehlike, savaş hali durumunu karşılıklı olarak çıkarlarına uygun
bulmayabilirler. Aralarında çeşitli konsensüslerle ‘uzlaşmalar’ bir ‘barış ve is29
, Lenin Doğuda Ulusal Kurtuluş hareketleri,s.155
17
tikrar’ paktında uzlaşmaya giderler. Her iki tarafın da tam istediği düzlem olmasa da, koşullar gereği uzlaşma, ittifak kaçınılmaz olur. »30Öcalan’ın bu
anlayışı, eğemen türk ulusunun eğemen sınıflarının imtiyazlar ve ilhakçı
politikalarına boyun eğme ve uzlaşama politikasıdır.
Öcalan Kürdlerin Kurtuluşunu kendi devletlerini kurma hakkında
görmüyor. Birinci ve ikinci dünya savaşlarının sonucunda, bütüm emperyalistler
Kürdistan decvletinin kurulmamsı için hem fikirdi. 75.000 kişilik Doğu Timor
devleti kuruldu, Filistin BM girdi. Öcalan açıkça Orta Doğudaki emperyalist
paylaşım faktörünü ve faktörün Kürdistan’da bir devletin kurulmasına karşı
çıkışını gözardı ediyor. Emperyalizm faktörünü kapitalizmden ayırarak sahte bir
model sunuyor ve bu modeli Ortadoğu’da genelleştiriyor..« Demokratik
modernitenin iktidar tekelini (ulus-devleti) amaçlamayan demokratik ulus
kavramıyla, kapitalizme alternatif toplumcu komünalite kuramı; bölgeyi kanlı
savaşların, katliam ve soykırımların, sürekli kriz ve kaosun alanı olmaktan
çıkaracak ideal modeli sunmaktadır.”
Öcalan arap emperyalizminin,ingiliz,fransız,alman, türk ve rus
emperyalistlerinin
bir asırdan beri Kürdistan devletinin
kurulmasını
engellemek için oynadıkları rolü görmemezlikten geliyor. Kendisi “Arap
sorunları için kapsayıcı bir çözüm modeli demokratik ulus ve toplumcu
komünalite temelinde aranmak durumundadır.” diyor. Aynı şeyi “Ortadoğu’da
diğer önemli bir çoğul ulusu Türk ve Türkmenler” için düşünüyor. Öcalan’a
göre” “.Türk ulusal sorunları da hacimlidir. Çin’deki Uygur Türklerinden Rusya
hegemonyasında yaşayan çok sayıdaki özerk ve devlete sahip Türklere,
Anadolu’daki Türkiye Cumhuriyeti Türklerinden Balkan, Kafkas ve
Ortadoğu’daki, hatta Avrupa’daki Türklere kadar hepsinde ulusal sorunlar
yaşanmaktadır.” Oysa Türklerin ve Türkmenlerin ulusal sorunu çözüme
ulaşmıştır. Devletleri vardır. TC devleti emperyalist bir devlet durumuna
gelmiştir. Onun bu anlayışının aksine “Türk ve Türkmen toplulukları arasında
sert bir iktidar savaşı” yoktur. Emperyalist TC nin Türkmenistan’la askeri ve
siyasi ilişkileri ne ise, Orta Doğu’da Kerkük’teki Türkler için siyaseti
emperyalist bir siyasettir. Bu açıdan.”Günümüzde Türk ulusal toplulukları için
demokratik modernite kuramı en uygun çerçeveyi “oluşturmuyor. Bu açıdan”
Demokratik Türk Konfederasyonu projesi “ fikri, pantürkçü ve panislamcıbir
30
Abdullah Öclan.YÖP,20 mart 2013
18
fikirdir.emperyalist hegemomyacı özellik taşımaktadır. Bu proje” dünya barışı
ve demokratik modernite sistemi için büyük katkı “sunamaz. Bu projenin
başlangıcı, Ermenilerin, Greklerin Küdlerin ve Assyro Keldanilerin ve Kürdlerin
jenosidleri ile gerçekleşti.
Öcalan Kürdistan ulusal sorunun çözümünü erperyalist ve sömürgeci
yapının ortadan kalmasında görmüyor. Öcalan, binlerce yıl yerleşik yaşamını
sürdüren Kürdistan halkının büyük bir kesiminin jenoside maruz bırakıldıkları,
topraklarından zorla kovulduklarını, ulusal ve sömürgeler sorunun çözümünün
Kürdistan halkının kendi uşusal devletlerini kurmakla mümkün olacağını
anlamıyor. O,” Kapitalist modernite döneminde dıştan dayatılan ulus-devlet
egemenliği gücü yettikçe kültürel soykırımlar ve zaman zaman fiziki kırımlarla
kendi içinde eritmek istemişlerdir. İslam uygarlığı döneminde de aynı politikalar
din aracılığıyla meşru kılınmak istenmiştir. Kürtler ulusal toplum olmayı
iktidar-devlet gücüyle sağlama şansına pek sahip değildir.” diyor.
Öcalan’ın bu düşüncesinin aksine, günümüzde Kürdistan halkı kendi
ülkesinin iktidarını alacak, devletlerini kuracak güçtedir.
Mustafa Karasu, bu anlayışı şöyle yorumluyor. « Kürt Özgürlük Hareketi
Türk devletine karşı ya da herhangi bir hükümete karşı savaşmak için
savaşmıyor. Tabii ki Kürt sorunu makul bir çözüme kavuşmazsa yüz yıl daha
sürse yine de özgürlük savaşı verilir, kesinlikle teslim olunmaz. Ama makul bir
çözüm imkanı doğduğunda bunu da değerlendirir. Çünkü demokratik siyasal
yoldan makul bir çözüm şiddetli bir savaşla alınacak her türlü çözümden daha
değerli görülmektedir. Yeter ki Kürtlerin varlığını güvenceye alan ve
özgürlüğünü sağlayan bir çözüm olsun. »Karasu nun anlayışı Kürdlerin kendi
devletlerini kurma hakkında değil, tıpkı Öcalan gibi, eğemen türk ulusunun
eğemen sınıflarının imtiyazlar politikasına boyun eğmededir. Ona göre İşte
şimdi böyle bir çözüm arayışı bulunmaktadır. Bunu esas olarak da hareketin
yaratıcısı, bugüne getiricisi, ideolojik ve politik doğrultusunun sürdürücüsü Kürt
Halk Önderi yapmaktadır. »31 Eğer « « Kürt Özgürlük Hareketi Türk devletine
karşı ya da herhangi bir hükümete karşı savaşmak için savaşmıyor » sa, o
halde, « yüz yıl daha sürse yine de özgürlük savaşı » kime karşı verilecektir ?
31
Mustafa Karasu,YÖP,20 mart 2013
19
27 mayıs 1797 de giyotinden geçirilen Marx ve Engels’in « Komüniste
Partisinin ilk öcülüğü »32 nitelediği Gracchus Babeuf’ün son mektubunu
okurken, bir ulusun toptan giyotinden geçirildiği gözümün önüne geliyor.
Sorun, çağımız düşünürlerinin görevi çağın tarihsel haksızlığına karşı çıkmak
ve gerçek çözümün yolunu göstermek, olan biteni ortaya koymaktır.
Çağımız, Kürdistanca, insanca düşünme hakkını dayatıyor. “Düşünmezsen
yoktur” AKP anlayışı, istemi, sömürgeci T.C. devletinin resmi devlet
politikasından başka bir şey değildir. Bunu pek çok kürd politkacısı ve aydını
anlamıyor. Bu inkâr politikasını, UNESCO Dünya Felsefe gününde, Türkiye
adına Jandarma Yüzbaşısı Murat BAŞER ile MİT Müffetişi Selçuk Turan
temsil etmesi ne ise, kendilerini siyasal bilim uzmanı olarak tanıtanların
Jenosidçi Erdoğan’a pay çıkarmaları da o derece bilimi temsil edememedir.
Yukarıdaki durum, Türkiyeli felsefeciler için ne kadar bir yüzkarasıysa. MİT
ile Öcalan’nın görüşmeleri de o kadar yüzkarasıdır. Bu bir bütün olarak, eğemen
türk ulusunun sömürgeci devletinin imtiyazlarına bağlı kalan bir girişimdir,
Kuzey Kürdistan insanlığının yoksanması anlamını geliyor. Küzey Kürdistan
sorununun çözümü, MİT – Öcalan ilişkileri gerçek çözümden uzak, yanlış
temelsiz, inkârcı, sömürgeci devletin çıkarlarındaki işbirlikçiliğe indirgemekten
başka sonuç veremez. Oysa, Kürdistan bilimsel bir gerçeklik olarak var. Sosyal
bilimler ışığında bu sorun çok net ve açık bir biçimde bilimlerin ışığında
uluslararası hukuk çerçevesinde çözümlenebilinir.Bütün ezilen ulusların kendi
kaderlerini tayin etme hakkında BM ler sözleşmeleri çerçevesinde Viet Nam,
Cezayir, diğer Afrika ulusal kurtuluş hareketlerinde olduğu gibi izlediği çizgi de
uluslararsı hukuk çerçevesinde gerçek ve adil çözüme ulaşabilir. Aksine, MİT
ile Öcalan arasındaki görüşmelerinin hiç bir uluslararası hukuk garantisi yoktur.
İmha ve inkâr üzerine kurulmuş sömürgeci TC Kürdlerle ilgili sözleri hep
yalanla sonuçlandığı tarihsel bir gerçektir. Silahlarını götürüp Nazmiye de
General Abdullah Alpdoğan’a teslim eden Dersimlilerin hepsi kurşuna
dizilmiştir. Bu konuda Xıde Alê İsme’nin ağıtı « Bıra Xıdır vano” Kora ke ma
re amê Ma çeke ho kerdi topi Berdi Nazimia de teslim kerdi,dai Vaonu wu
sırede jar u diyar tédé ma ra ma’ra heredai»33. belirleyicidir. Bu gösteriyor ki
Kürdistan’ı jenoside maruz bırakmak, boşaltmak, insansızlaştırmak, onu
doğasının güzelliğinden yoksun kılmak, tarihi ve kültürel uygarlığını ortadan
kaldırmak için, başta T.C. olmak üzere diğer işgalci ve sömürgeci devletler hep
birlikte, her türlü teknik araç ve yöntemlere başvurdukları yöntemlerbu inkârı
gerçekleştirmişlerdir. Açıkçası sömürgeciler dilinde Kürdistan inkar edilmiş bir
bilimsel gerçeklik, yüzyıllardan beri çarmıhlara gerilmiş bir varlık, tarihsel
32
Karl Marx, Sur la Révolution française, Paris, Éditions sociales, 1985, « La critique moralisante et la morale critique... »,
p. 91
33
Bıra Xıdır diyor “ hele bakın şu yaptığımız körlüğe/ Silahlarımız toplayıp götürüp Nazmiye de düşmana teslim
ettik,verdik/Bıra Xıdır diyor ki” işte o vakit bütün ziyaretler,kutsal diyarlar/ Darıldılar bizden” Kaynak Mesut Özcan
Öyküleriyle Dersim Ağıtları, cilt I. S.115-116 Kalan Yayınları 2002 Ankara
20
anlamı olan, tarihsel bir haksızlık trajedisidir. Koçgiri ve Dêrsim halklarını
açıkça katletmek için her türlü jenositçi yöntemi ve katliam politikasını
uygulayan M. Kemal ve yoldaşları, günümüz gerçekliğinde, dün Lenin ve
Stalin’in desteğini aldıkları gibi, bugün de Kuzey Kürdistan’da faşist
ideolojinin çömezlerini Genel kurmay yedeklerini AKP ve MİT çileri rahatça
bulabiliyorlar.
Bu siyasal jenosidin yanında, objektif olarak Kürdistan’da kimyasal, biyolojik
ve bakteriyolojik silahların kullanıldığı, toprağının kontaminasyona uğradığı,
verimli tarlaların otuz yıl boyunca ekin vermeyecek duruma getirildikleri, yeni
doğan çocukların sekiz yaşlarına gelmeden ölecekleri gül ve cennet ülkemiz «
ırk temizliği », « devlet terrörizmi » “jenositlere maruz kalmış” insanların
memleketi olarak, onurunun ve insanlarının ayaklar altına alınmış olduğunu her
bombardıman sonucunda haykırıyor. Irmaklarını, ovalarını, güzelim dağlarını
yitiriyor. Kısacası Kürdistan uluslararası emperyalist karşı devrimin hedefidir.
Kürdistan’da dün Saddam, bugün T.C., Irak ve Suriye aynı inkarcı politikaları
uyguluyorlar. Gündem Kürdistan’ın boşaltılması ve tarihten silinmesidir. Ulusal
sorunun sıfırlanmasıdır. Bütün bunların dışında, T.C. nin bütün kuruluşları,
üniversite profesörleri (Profesör Cahit Tanyol. Ziya Gökalp geleneğini, devletin
inkarcı politikasını, devlet, ordusu ve polisiyle birlikte sürdürürken, öte yandan
T.C. devlet organları polis, jandarma, MİT JİTEM işbirligi ile bir yandan inkar
ve imha sürmektedir. Kürdistan’da ırk temizliği Kürdistan’ı boşaltmalar devam
ederken, MİT Öcalan traji-komik oyunlarını sergiliyorlar.34 Bu bağlamda,
NİÇİN GÖRÜŞMELER MİT İLE ÖCALAN ARASINDA GEÇİYOR? ,
NEDEN KUZEY KÜRDİSTAN SORUNU BİRLEŞMİŞ MİLLETLERİN
KOMMİSYONLARINDA GÖRÜŞÜLMÜYOR? sorgulamamız bu incelemenin
konusunu ve hareket noktasını oluşturuyor.
OTUZ YILLIK SİLALI MÜCADELE VE SORUNUN KONUÇ BİÇİMİ
Kuzey Kürdistan’da, emperyalist ve sömürgeci TC ye karşı verilen otuz
yıllık silahlı mücadele, Abdullah Öcalan’nın yakalanıp TC ye teslim olmasından
bu yana, Kürdistan’ın özgürlük ve bağımsızlık stratejisi tamamen tasviye edildi.
Öcalan« Staratejik hedef”Türk sömürgeciliği,iç ve dış dayanakları” gibi bir
saptamanın aşılması bunun yerine “ oligarşik yapı ve uzanltıları” demenin daha
gerçekçi ve cözümleyici olacağı kanısındayım. Yine “ulusal kurtuluşçuluk
“yerine” Demokratik kurtuluş” kavramının daha doğru bir mücadele anlayışına
hizmet edeceği,legal legal mücadele diline uygun olduğu açıktır»35 diyordu.
Aradan ondört yıl geçmesine rağmen, bir halkın, bir ulusun özgürlüğü ve
bağımsızlığı tek kişilik hücreye mahkum edilen bir tutuklunun özgürlüğüne,
sağlık sorunlarına indirgendi. Siyasal bir Partinin TC Parlementosundaki
milletvekilleri MİT ile Öcalan arasındaki görüşmeleri göklere çıkardı.Onlar bu
34
Dr Ali KILIÇ, 14.03.2006 Peyamaazadi
35
Abdullah Öcalan, Dönüşüm süreci üzerine ,Pesrpektifler,Poltitik Rapor4 aralık 1999,imralı,weşanen Serxwebûn 99,Mart 2000
21
sorunun niçin MİT ile Öcalan arasında kilitlendiğinin sorusunu
sormadılar.Kuzey Kürdistan sorunu, TC nin bir iç sorunu mu yoksa uluslararası
hukukun bir sorunu mudur? Eğer öyle ise, MİT ile Öcalan arasındaki
görüşmeler, BM Milletler anayasasının ikinci maddesine,36 aykırı mı değil mi?
Öcalan bu aykırılığı 15 Mart 1993’de yaptığı basın toplantısında şöyle
dile getirdi« Biz hemen Türkiye’den ayrılalım diye bir yaklaşım içinde değiliz.
Bu konuda gerçekçiyiz. Bu tutumu basit bir taktik olarak anlamak gerekir»37
Öcalan,”savunmamaın ana özü,çok tekrara içerse de “demokratikçözüm”
kavramında yoğunlaştırıldı. Daha önceleri sınırlı değindiğim bu yaklaşımı
oldukça aştım. Bunda tesadüfen elime geçen Leslie Lipson’un”Demokratik
uygarlık” adlı kitabının katkısı oldu.”38 diyor.Öcalan’a göre “sadece ayrı devlet
anlamında yorumlanan “ulusların kaderlerini tayin hakkı,gerçekten bu
yorumuyla çıkmazdı. Kürdistan pratiğine sorunu yokuşa sürme yanı ağır
basıyordu.” Aslında sorunu yokuşa süren MİT ile Öcalan arasındaki bu
görüşmeler BM’lerin “Uluslar arasında, halkların hak eşitliği ve kendi
geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça
ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için diğer uygun önlemler »
almaya ilişkin ilkesine, aykırıdır. Bu tutum « Sömürge yönetimi Altındaki
Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık veerilmesine ilişkim BM Genel Kurul’un
1514(XV) sayılı 14 Aralık 1960 tarihli bildirgesine» aykırı bir tutumdur.Başka
bir değişle
bu görüşmeler BM lerin “Halkların eşit hakları ve selfdeterminasyonu ilkesinin çağdaş milletlerarası hukuka önemli bir katkıda
bulunduğuna ve bunun etkin şekilde uygulanmasının Devletler arasında egemen
eşitlik ilkesine saygı esasına dayalı dostane ilişkilerin geliştirilmesi için büyük
önemi »39 olan bu ilkesini nasıl yok saymaktadır. Üstelik MİT ile Öcalan bu
görüşmeler Birleşmiş Milletler Yerleşik Halklar Hakları Sözleşmesinin 3
maddesine tamamen aykırıdır. Çünkü bu sözleşmeye göre « Yerleşik halklar
kendi geleceklerini kendileri belirleme hakkına sahiptir. Bu hakkın tabiatı
dolayısıyla kendi siyasi statülerini belirleme ve ekonomik, sosyal ve kültürel
kalkınma için izlenecek yolu özgürce seçme hakkına sahiptirler.»40 O halde
MİT ile Öcalan Kuzey Kürdistan halkının uluslararası hukuk gereğince
yararlanacağı haklardan hangi hakla, nasıl mahrum bırakabiliyorlar ? Bunlara
bu hakları kim verdi ? BDP milletvekilleri nasıl bu hazsızlığı alkışlıyabilirler ?
Bunlara sormak gerek MİT’in PKK ve Kürdler hakkındaki görüşü nedir ?
Jenosidlerin kitle kıyımlarının uygulayıcısı aydınlarımızı diri diri yakan, JİTEM
ve KONTGERİLLA ile jenosidleri işleyen MİT’in Öcalan’la ahpap çavuşluğu
36
26 Haziran 1945 tarihinde San Francisco’da imzalanmõş ve 110. maddeye uygun olarak 24 Ekim 1945’de yürürlüğe girmiştir. Türkiye
Antlaşmayı Milletlerarası Adalet Divanõ Statüsü’yle birlikte 15 Ağustos 1945’te onaylamıştır. 4801 Sayılı Onay Kanunu 24 Ağustos 1945
gün ve 6902 Sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.
37
Abdullah Öcalan,Savunmalarım,Demokratik çözüm sürecinde bir döneme.,weşanen Serxwebûn,Haziran 1999,s.7
38
Abdullah Öcalan,age s.9 Dr. Leslie M. Lipson. Demokratik Uygarlık, İş Bankası yayınları, Department of Political Science. University of
California La Civilisation démocratique [Texte imprimé] / Leslie Lipson ; [adaptation traduite par Pierre Nicolas]Traduction de : The
Democratic civilization Publication : Paris : Éditions inter-nationales, 1972
39
Devletler Arasında Birleşmiş Milletler Şart'na Uygun Şekilde Dostane Münasebetler Kurma ve İşbirği Yapmaya Dair Milletleraras Hukuk
İlkeleri Hakkında Bildiri (2625(XXV) say 24 Ekim 1970 tarihli Genel Kurul kararyla kabul edilmiştir)
40
Genel Kurul’un 61/295 Sayılı Kararı: Birleşmiş Milletler Yerleşik Halklar Hakları Bildirisi
22
nereden kaynaklanıyor ? Öcalan ‘ın görüşleri MİT’in görüşleri arasındaki ortak
noktalar nelerdir ? Kuzey Kürdistan sorunun Türkiye’nin iç sorununa
indirgenmesinde MİT’in ve Öcalan’ın ortak ideolojik ve politik tezleri hangi
noktalarda birleşiyor ? Niçin Öcalan Kuzey Kürdistan ulusunun kendi kaderini
tayin etme hakkına karşı çıkıyor, onu inkâr ederek Demokratik Özerkliğe, kişisel
haklara indirgiyor ? Kürdistan halkının kendi devletini kurma hakkına karşı
çıkışı TC nin sömürgeci ve ilhakçı politikası ile uzlaşmıyor mu ? Bu karşı
çıkmada MİT ile Öcalan arasındaki ortak düşünce uyumunun temeli nedir ?
Neden Öcalan Batı Kürdistan halkının Güney Kürdistan yönetimine
yaklaşmasına karşıdır ? Neden Öcalan bu konuda TC devletinin ilhakçı
sömürgeci politikasını, Suriye Baass politikasını kendisine yakın görüyor ve
Güney Kürdistan halkıyla birleşmesine karşı çıkıyor ? Bu işbirlikçiğin kaynağı
nedir ? Hangi teorik tezlerden kaynaklanıyor ? Niçin, neden Öcalan Marxizmin
düşmanı CİA ajanlarının tezlerine dayanıyor ?,Marx Engels, Leninin ulusal
sorun konusundaki tezlerine karşı çıkıyor ? KCK ve PKK,PJAK bu askeri ve
siyasi kararlara karşı ne diyorlar ? Toptan ve koşulsuz silahsızlamaya evet
demek otuz yıllık silahlı mücadelenin toptan imhası değil mi ? Niçin Türk
ordusu silahsızlanmıyor, Kürdistan def olup gitmiyor,onun yerine gerilların
teslim olmaları isteniyor ? Niçin TC, ABD, NATO ve Avrupa emperyalist
ülkelerinden PKK’ye savaşmak için yardım diliyor ? ABD ve Avrupa
emperyalistler TC sömürgeciliğine karşı verilen
silahlı mücadele,Türk
ordusunun saflarında yer almadılar mı ? Emperyalist Fransa 1989’da Mitterrand
ve Özel arasında 75 askeri proje imzaladı.2000 yılında TC ile Fransa askeri
işbirliği Antlaşmasını imzalandı. Buna Sosyalist Başbakan Lionel Jospin Chirac
General Kıvrıkoğlu ortak imza attılar. 7 Ekim 2011 de Fransa İçişleri Bakanı
Claude Guéant Naim Şahin le birlikte PKK ye karşı savaşmak için ortak anti
terrör sözleşmesi imzaladılar. MİT bu sözleşme de yer alıyordu. ABD ve
Avrupalı emperyalistler PKK yi terrörist listesine alırken, Kürd ulusunun kendi
geleceğini tayin etme hakkına karşı çıkıyorlardı ve sorunun BM getirilmesine
engeller çıkartıyorlardı.Bunun temelinde, sorunu TC nin bir iç sorunu haline
getirmek değil miydi ? PKK ve KNK yöneticileri bunu nasıl kabul
edebilecekler ? Bunun hesabını nasıl verecekler ? KCK adına Murat Karayılan,
Önderliğin ortaya koyduğu perspektifin doğru olduğuna ve katılacağımıza dair
karar kılmış bulunuyoruz; ancak bir takım görüş ve önerilerimizi de cevabi
mektubumuzda sunmuş bulunmaktayız41diyor. KNK yöneticileri, uluslararsı
emperyalizmin piyonu olan ONG lerin peşine takılırken, izledikleri çizgi
uluslararası emperyalist karşı devrime hizmet ettiklerinin farkındalar mı ?
41
Murat, Karayılan YÖP,16 mart 2013.
23
TÜRK DEVLETİ SAVAŞI TIRMANDIRYOR
MGK Toplantısıyla birlikte
Türk savaş uçakları Kandil’i
bombalandı.Kapalı
kapılar
arkasındaki
kişisel
görüşmelerine
karşısında,emperyalist ve saldırgan TC ordusu yoğun genel savaşı üst boyuta
ulaştırdı. Bu konuda Karayılan, « AKP’nin hesabı bizi bombardıman altında
tutarak sözüm ona adım attırmak ise, hemen belirtelim ki bu asla mümkün
olmayacaktır’dedi. ’Savaşın da bir ahlakı, yani savaş ahlakı denilen bir şey
vardır. Bu nasıl baldıran zehrini içmektir ki, son yılların en ağır operasyon ve
hava saldırıları yapılmaktadır. Basında ve televizyonlardan her gün ‘güçlerini
çeksinler, şuraya- buraya gitsinler’ gibi bir üslup hangi çözüm zihniyetinin
üslubu olabilir. Kamuoyuna PKK sanki boynu eğik, teslimiyet koşullarında
hareket edecekmiş gibi mesajların verilmesi, çözüme değil ancak sorunun daha
da ağırlaşması ve savaşın daha da derinleşmesine hizmet edecektir ‘’Çözüm
isteyen ve barış sever herkese soruyoruz; yaygın operasyonlar ile yoğun hava
saldırılarının yapıldığı koşullarda, hareket ve halk olarak kendimizi savunma ve
misillenme hakkımız yok mudur? Dolayısıyla şunu belirtiyoruz: AKP her şeyden
önce halka ve kamuoyuna karşı samimi ve tutarlı olmadır. Ve bilmelidir ki,
saldırılar oldukça biz de hareket ve halk olarak kendimizi elbette savunacağız.
Aksi takdirde çözüm adına hiçbir gelişmenin olmayacağı açıktır’’
TC ASKERİ SALDIRISI GENİŞ BOYUTLARA VARIYOR
“Diyarbakır 2'inci Hava Kuvvet Komutanlığı 8. Ana Jet Üssü'nden dün de
savaş uçakları kalkış yaptı. Güney Kürdistan'ı bombalayan savaş uçaklarının
kalkış yaptığı bu üsse son 10 gündür ise CASA CN235 tipi askeri kargo uçakları
iniş yapıyor. Daha önce genelde gece saatlerini tercih eden nakliye uçakları artık
gündüz saatlerinde de görülebiliyor. Öte yandan Diyarbakır 2'inci Hava Kuvvet
Komutanlığı'na Eskişehir, Balıkesir ve Amasya'dan 25 savaş uçağı geldiği
bildirildi.
24
Türk ordusu askeri operasyonlarını aralıksız sürdürüyor. En şiddetli savaş
yıllarından biri olarak değerlendirilen ve 320 kara operasyonu ile 324 hava
saldırısının gerçekleştiği 2012 yılının ardından, 2013’e yine operasyon ve can
kayıpları ile girildi. 31 Aralık 2012 tarihinde Amed’in Lice İlçesi kırsalında
düzenlenen operasyonda aralarında HPG Askeri Konsey Üyesi Ertem
Karabulut’un da bulunduğu 10 gerilla yaşamını yitirdi. Bir hafta sonra ise, 7
Ocak’ta Hakkari’nin Çelê (Çukurca) ilçesi kırsalında düzenlenen operasyonlara
eylemle karşılık veren HPG gerillalarından 14’ü hayatını kaybetti.31 Aralık’ta
Avaşin bölgesi obüs ve havan toplarıyla bombalanırken yılın ilk kapsamlı
saldırısı 14 Ocak’ta gerçekleşti. Kandil bölgesinde Zergele ve Enze köyleri,
Zagros bölgesindeki Avaşin Basya vadisi, Gare bölgesindeki Şeranê ve Zewkê
köyleri, Zap bölgesindeki Sîda köyü ve çevresi bombalandı. Oldukça geniş bir
hatta yayılan hava saldırısında; Selam Şadır (Afat İntikam), Cebrail Ölmez
(Dijwar Colemêrg), Erdal Şalo (Koçer Zozan), Lokman Göktaş (Zana Koser),
Muhammed Elver (Zerdeşt Tolhildan), Şaxwan Miradi (Erdal Ciwan), Özkan
Buzak (Brusk Dorşin) isimli 7 HPG gerillası yaşamını yitirdi.
Saldırıda siviller de zarar gördü. Silê köyünde bulunan 6 ev tamamen yerle bir
edildi.Türk resmi kaynakları 8 saat süren bombardımanlarda ilk kez “beton
delici bombaların” kullanıldığını açıklıyordu. Türk Başbakan Recep T.
Erdoğan’ın gerillaların ‘geri çekilmesini’ daha fazla dillendirdiği Şubat ayıyla
birlikte hem Kuzey’de operasyonlar, hem de gerilla alanlarına bombardımanlar
yoğunluk kazandı. Şubat ayına girişle Dersim, Mazıdağ, Lice-Genç-Muş üçgeni,
Şırnak’ın Besta ve Cudi alanları, Amed'in Lice, Hani, Silvan-Kulp İlçeleri
kırsalı, Mardin, Bingöl’den ardı ardına operasyon haberleri geldi.
Bunlardan 14 Şubat’taki Lice-Genç-Muş üçgeni, 21 ve 25 Şubat’ta Lice’de
düzenlenen operasyonlar halkın canlı kalkan eylemleri nedeniyle durdu.
Sınırdaki askeri yığınak ise, kapsamlı bir operasyon hazırlığı olarak yorumlandı.
Henüz başlangıç aşaması olarak nitelendirilen ‘süreç’le ilgili gelişmeler hız
kazanırken, Türk savaş uçakları hemen her gün Medya Savunma Alanları’na
bombardıman ya da taciz uçuşu için Amed'den havalanır oldu. Kandil, Zap,
Gare, Metina, Haftanin gibi alanlarda sadece gerilla güçleri değil sivil halk da
25
hedef alındı. 8 Şubat’ta Kandil’in Zergele Köyü ve çevresine dönük
bombardımanda köylülere ait araziler zarar gördü. Köylülerin oluşturduğu
gençlik merkezi yerle bir edildi. 13 Şubat’ta Haftanin’e bağlı Şeraniş ve Keşan
Köyleri; 20 Şubat’ta Kandil’in Lewce Köyü ve çevresi, Metina’da ise Dergine
Köyü ve çevresine tonlarca ağırlıktaki bombalar yağdırıldı. Daha sonraki
açıklama da Karayılan « Türk devlet güçlerinin saldırıları söz konusu oluyorsa,
gerillanın da buna karşı kendini savunma ve misilleme hakkı vardır ve gerilla
bunu yapacaktır. Yapmak zorundadır. Hiçbir biçimde bizim şiddet karşısında
boyun eğmemiz ve geri adım atmamız söz konusu değildir.Aynı açıklamada
Karayılan’ın çelişkili ifadesine tanık oluyoruz.(..)Biz kendi açımızdan kararlı bir
biçimde bunu ifade etmek durumundayız. Hareketimizin sağladığı güçlü birlik
ruhu ve Önderlik etrafında kenetlenme gerçeği, bu konuda her türlü engeli
kararlıca aşma olanağını sunmaktadır. » 42Erdoğan bilmeli ki biz
Kürdistanlıyız, bu ülkeyi çok seviyoruz ve bu ülke için çok bedel verdik.
Erdoğan ‘ya Türkleşerek tek milleti kabul edeceksiniz ya da nereye
gidiyorsanız gidin’ diyor. Ben de diyorum ki; sizin ne işiniz var ülkemizde.
Burası Kürdistan’dır. Bizim ülkemizdir. Asıl siz çekin gidin ülkemizden. Kürt
halkı üzeride silahlı baskı ve siyasi soykırım olduğu sürece bu özgürlük
gerillası ve Kürt halkının direnişi de olacaktır. Bunu herkes iyi bilmelidirSayın Kışanak “Barış süreçlerinde tarafların farklı amaçları olabilir. Hükümet
ve devletin önceliği PKK’nin silahlarını almaktır. Kürtlerin ise haklarının
anayasal güvenceye alınması. Bu süreç bir tarafın beklentileri yok sayılarak
yürütülemez” dedi. Burada ciddi bir yaklaşım olmasaydı, askerlerin bırakılması
gündeme gelmezdi. Kürt tarafının onurlu bir barışın sağlanması konusunda ciddi
bir refleks gösterdiğinin ifadesidir. Hükümetin de ciddiyetle meseleye
yaklaşması gerekiyor. Biz, bir insanın ailesine kavuşmasının ne olduğunu, ne
anlama geldiğini çok iyi bilen insanlarız. Biz bundan sadece mutluluk duyarız.
Konuyu insani yönüyle ele alıyoruz. Biz, barışın kalıcı ve gelişmesi için
karşılıklı adımların atılması gerektiğini söyledik. Biz, bunu söylediğimiz zaman
birileri hemen pazarlık olarak değerlendiriyor. Oysa ki barış olacaksa, yeniden
kucaklaşmayı sağlayacaksak, karşılıklı olarak toplumu rahatlatacak adımların
atılması gerekir, .43
TC,AKP hiç bir somut atmıyor. MİT Öcalan’la görüşmeler yaparken,öte
yandan Diyarbakır’da tutuklamalara devam ediyor. Genel Kurmay askeri
saldırılarına ve gerillara pusu kurup onları toptan yoketme planlarını adım adım
yerine getiriyor. Bu insalığa karşı,halklara karşı işlenmiş ve işlenecek olan savaş
ve jenosid suçudur.
42
43
Karayılan,Önderliğimize güveniyoruz’.YÖP 7 mart 2013
Gültan Kışanak,YÖP 15 mart 2013 et Ahmet Türk age.
26
Türk ordusu, operasyon ve saldırılarını sürdürüyor. Medya Savunma
Alanları ile Kuzey’deki bazı bölgeler bombardımana tabi tutulurken bazı
bölgelerde de operasyon başlatıldı. Sınıra askeri yığınak yapmaya devam eden
Türk ordusu, karakol inşaatlarının yanı sıra teknik donanıma da ağırlık verdi.
HPG Basın ve İrtibat Merkezi yaptığı yazılı açıklamayla Medya Savunma
Alanları’na bağlı Zap bölgesinin de önceki akşam saatlerinde obüs ve havan
toplarıyla bombalandığı belirtildi. Açıklamada, “13 Mart günü 16.00 ile 18.00
saatleri arasında Medya Savunma Alanları’nın Zap bölgesi sınırları içinde
bulunan Şehit Karwan alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve
havan
toplarıyla
bir
bombardıman
düzenlenmiştir”
denildi.
Medya Savunma Alanları geçtiğimiz hafta da Türk savaş uçakları tarafından
bombalanmıştı. Amed’deki hava hareketliliği ise sürüyor. Diyarbakır 2. Taktik
Hava Kuvvetleri Komutanlığı 8. Ana Jet Üssü’nden dün sabah saatlerinde 7
savaş uçağı kalkış yaptı. Şenlik Köyü'nde yaşayan 27 yaşındaki Leyla Benice,
helikopter sesleriyle uyandıklarını belirterek, "Dışarıya çıktık dağlar
bombalanıyordu. Köydekiler ani bir refleks ile operasyon bölgesine akın etti.
Herkes tepelere çıkmaya çalışıyordu" dedi. Askerlerin engelleme girişimlerinin
sonuçsuz kaldığını belirten Benice, şöyle konuştu: "Askerler önümüzü kesti
'Nereye gidiyorsunuz geri dönün' diye bağırdı. Biz yolumuza devam ettik.
Halk askerlere 'Siz gidin dağlarımızdan bu dağlar bizimdir, sizin ne işiniz
var buralarda' diye tepki gösterdi. Lice halkı dağlarda işgalci Türk ordu
birliklerine karşı “defolun gidin, bu dağlar bizim” diyebiliyorsa ve güçlü bir
direniş sergileyebiliyorsa, halkımız, gençlerimiz neden Kürdistan şehirkasabalarında aynısını yapmasın? Neden hala sömürgeci Türk polis sürüleri
sokaklarımızda rahat dolaşabiliyor? Neden hala gençlerimizi, çocuklarımızı
katledebiliyorlar? İstediğini, istedikleri zamanda evlerinden, işyerlerinden
alabiliyorlar?
Cemil Bayık “Erdogan dibêje bila derkevin derveyî sînoran wê demê
pêvajo dest pê dike. Tiştê ku ji çareseriyê fêm dike ne çareseriya pirsgirêka
Kurd e, derxistina gerîlayan a derveyî Tirkiyeyê û bêparastin hiştina Kurda ye.
Beyî avêtina gaveke bi tenê anîna rojevê ya derketina gerîlayan, tê wateya
27
mikûrkarina; ‘ezê careke din li ser Kurdan serdestiya siyasî, leşkerî, civakî û
çandî pêk bînim.’ Yanî tê wateya mikûrhatina ku careke din wê li ser civakê, xwe
ferz bikin û demokrasî û azadî pêk neyê. Ev tev nîşan didin ku têgihiştina
çareseriyê tune ye û polîtîkayên berê tên parastin. Ev nêzîkbûn didin xwuyakirin
ku hikûmeta AKP’ê dixwaze tevkujiya çandî bidomîne, serdestiya xwe ferz bike û
polîtîkayên heta niha meşandina berdewam bike.
Dema li polîtîkayên AKP’ê û dewleta Tirk tê mêze kirin, peşve vekişîn li
aliyekî; dikare were gotin ku şert û mercê agirbestekê jî tune ne. Rêberê Gelê
Kurd dixwaze polîtîkayên bêencam ên dewleta Tirk derbas bike û pêvajoyeke
çareseriyê biafirîne. Lê belê dewleta Tirk û AKP ne çareseriyê berovajî
dixwazin têgihiştin û polîtîkayên berê li gor şert û mercên demê bidomînin. Yanî
di neçareseriyê de israr dikin. Gotina bila dervekin derveyî sînor tê vê wateyê.
Bi rengekî vekirî ev tê wateya xistina pêşiya hespê ya erebeyê. Diyare ku ev yek
pêk nayê. Gelê Kurd îradeya xwe teslîmî AKP’ê nake. Ji ber vê yekê jî heta
îradeyeke çareseriyê dernekeve holê û ji bo çareseriyê gavên cidî neyên avêtin
ne mijara gotinê ye ku pozîsyona gerîlayan were guhertin. »44
Güney Kürdistan Devlet Başkanı sayın Barzani, Güney Kürdistan’da TC
verdiği askeri üslerden onlarla yaptığı askeri sözleşmelerden hiç bahsetmeden
Kuzeydeki gelişmeler konusunda şunları söylüyor.
“Peyama birêz Abdullah Ocalan li Newroza îsal da ku têda daxwaza dawî
anîna tundutîjiyê û li ber girtina awayê siyasî û demokratiyan dike, ji bo
çareserkirina aştiyaneya pirsa Kurd hengavekî girînge. Ji bilî piştgirî û
pêşwaziya wê peyama birêz Ocalan em bawerin ew rêya rast û diruste ku çendîn
sale me pêdagîriyê li ser kiriye ku pirsa Kurd siyasiye. Ew pirs ne li rêya serbazî
û ne jî bi awayê çekdarî nayê çareser kirin.
Pêvajoya aştî babeteke pêwîstî bi pabendbûna prensîpên serxistina aştî û
bîhnvedana hemû aliyek heye û neku taktîkekî siyasî û demkî pêwîste wekî
stratejiyek bê temaşe kirin. Daxwaz ji hemû aliyek dikîn bi cîddî hevkar bin ji bo
wê yekê ku hengavên praktîkî li pêşkêşî bi cîhbûn û berqerarbûna aştî û
çareserbûna siyasî û aştiyaneya pirsa Kurd bê avêtin. Herêma Kurdistanê jî
wekî çawa salên berê amadeyê yarmetîdana pêvajoya aştiyê bûye, ji bo
serxistina aştî û çareseriya siyasiyaneya pirsa Kurd li Tirkiye, niha jî amadeye
bi hemû şiyanek ve yarmetiya her du aliyan bide.»45
Amcasının ve babasının yolunda yürüyen, Nakşibendici TC şeriatçılarına
gönül borcunu ifade eden Güney Kürdistan Başbanı aynen :
44
Cemil Bayık, Pêvajo bi gavên dewleta Tirk re wê dest pê bike,Yeni Özgürpolitika,5 mart 2013.
45
Mesûd Barzanî,Serokê Herêma Kurdistanê,22.03.2013 http://www.krp.org/kurdil/articledisplay.aspx?id=uefsNnT31c4=
28
« Nêçîrvan Barzanî di axavtina xwe de li hember wan pêngavên li
Tirkiyeyê ji bona çareserkirina pirsa kurd tên avêtin kêfxweşiya xwe nîşan da û
got ku, hikûmeta herêma Kurdistanê piştgiriya wê pêvajoyê dike û amadeye
hevkariyê jî digel bike. Nêçîrvan Barzanî pêngavên her du aliyan ji bo aşitiyê bi
pêngavên giring wesif kirin û hêvî kir ku, ew pirosesa li Tirkiyeyê destpêkirî
bigehe armanca xwe û çaresr, xêr û xweşiyê bo her du gelê kurd u turk bi xwe
re bîne: »46
Buna karşılık Sayın Kışanak MİT ile Öcalan arasındaki görüşmeler
konusunda «Bu görüşmelerden bir şey çıkar mı? Güvenmiyorsunuz biliyorum,
kuşkuyla yaklaşıyorsunuz biliyorum. Ama yıllardan beri bugüne halkımızla
beraber direnerek, bedel ödeyerek, geldik. Bugünden sonra da, aynı direniş,
aynı inançla şehitlerimizin özgürlük mücadelesini bizler tamamlayacağız»47
KUZEY KÜRDİSTAN DA AYKIRILIK VE UYUMSUZLUK DURUMU
Bu durum, Kürdistan ulusal Kurtuluş hareketi önünde, bir aykırılık ve
uyumsuzluk ortaya koyuyor. Bir aykırılıktır, çünkü, Parti ulusal Kurtuluş
mücadelesine öncülük edecek, kitleleri silahlı mücadeleye katacağı, özgür ve
bağımsız bir Kürdistanı kuracağı yerde insiyatif bir kişinin eline bıraktı. Barış
görüşmeler uluslararası düzeyde BM de olacağı yerde, sömürgeci TC devletinin
bir iç sorununa, MİT Öcalan görüşmelere indirgendi. Öcalan, “PKK bir nevi
milis güç olarak örgütlemek zorundaydı”48 derken pratikte işlevi Kürdistan
ulusunun kendi geleceğini tayin etme yerine, partiyi TC devleti lehine dönüşen
bir siyasette « bir nevi milis güç olarak » kullandığını savundu. Şimdi Öcalan
MİT ile görüşmelerinde bu« milis güç » rolünü oynuyor.Daha önce herkes bu
gücün kimlere karşı nasıl kullanıldığı çok iyi biliyor. Türkiye’nin iç
politikasına bağımlı kılınan bu güdümlü,geleceği olmayan bu görüşmelerin hiç
bir kalıcı çözüm ve sonuç vermeyeceğini şimdiden açık ve seçiktir.. Arınç, “Biz
bu aktörden etkisini, Türkiye için örgüt üzerinde gösterebilir miyizin peşindeyiz”
diyor.
Uyumsuzluktur, çünkü,Kürdistan’ın özgürlük ve bağımsızlığı için
silahlı mücadeleyi başlatan PKK, kendi çizgisinden asla vaz geçmemeliydi.
Öcalan yakalandığında,çözülmesi, kişisel kurtuluşu için devlet hizmet etme
sözünü vermesi TC bayrağını öpmesi itirafları parti suçuydu. Kendisini Hz
İbrahime, Musa’ya ve Eyüb’e benzetmesi, çekinmesi, , polise tokat atan
milletvekili Sabahat Tuncel’i “kaşmer” olarak nitelemesi bir uyumsuzluktur.
46
Nêçîrvan Barzanî: Ew mesajên vê dawiyê
http://www.krg.org/a/d.aspx?s=010000&l=16&a=46839
Ocelan
ji
bo
aşitiyê
hinartine
cîyê
dilxweşiyê
ne
47
Gültan Kışanak, Newroz Konuşması 19 mart 2013, Yeni Özgür Politika
Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu,beşinci kitap, Kürt sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü,<mezopotamya yayınları,
Nisan 2012,s.264
48
29
Sabahat Tuncel’i “kaşmer olarak niteleyen Öcalan TC polisinin gaddarlıpını
savunuyor. Öcalan düşmana Parti hakkında verdiği bilgilerden, itiraflarından
ötürü, ve bu görüşmelerin sonuçsuz kalacağı gözönüne alınarak düzenlenecek
olan Kongrede Öcalan Parti tarafından yargılanmalıdır ve partiden atılmalıdır
Sonuçta insiyatif gerilla mücadelesine ve silahlı halk hareketine bırakılmalıdır.
Öcalan’dan ötürü PKK ‘nin
özgürlük ve bağımsızlık stratejisinden
vazgeçmemelidir. Geri çekilmeyi red etmelidir. Geçmişte olduğu kadar şimdi de
gerillanın mevzi değiştirmesi geri çekilmesi binlerce savaşçının yaşamına
malolacağı açıktır.
Milletvekili Sayın Sebahat Tuncel TC Polisine tokat atarken
Zaten direniş’de 50.000 den fazla gerilla yaşamını yitirdi.4500 köy
ortadan kaldırıldı. Savaştan ötürü 6 000 000 Kürd topraklarını terketti. 1977 den
beri barajlardan ötürü 9000 000 Kürd Kürdistan’dan kovuldu.Topraklarımızın
%31, tarihi zenginliklerimiz
sular altında kaldı. Kürdistan’da
fiziki,biolojik,ekolojik, kültürel ve siyasi jenosidler,sürdü sürüyor. Bütün bunlar
Öcalan için hiçtir ve kitleleri MİT ile görüşmelerinin peşine takmak istiyor.
TC’ye karşı görevlerini yerine getirmek istiyor. Siyasal çözümsüzlüğünün
kaynağı bu noktadır.
XX. ve XXI Yüzyıldaki , emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı verilen
bütün ulusal kurtuluş hareketleri Birleşmiş Milletler nezdinde yapılan Barış
Görüşmeleri sonucunda, ezilen uluslar kendi özgür ve bağımsız devletlerini
kurma haklarını kazandılar.Öcalan ise « PKK’nin çıkışındaki temel iddiası olan
kürt sorunu çözmede esas aldığı model, Stalin’in ortaya koyduğu ve Lenin’in de
onayladığı devlet kurma modeliydi.”diyor. Bu doğru değil, Ulusların kendi
geleceklerini tayin etme hakkı emperyalist ve sömürci eğemen ulusların
boyundurğundan kurtulup ayrılıp kendi bağımsız devlerini kurma hakkıdır.Bu,
30
haklarının savunucusu Lenindir, Stalin değildir.(..) Bu hatanın ötesinde Öcalan “
aslında ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesi ilkin ABD Başkanı
Wilson’un I. Dünya savaşı sonrasında ortaya attığı.. ilkeydi.» diyor. Bu da
doğru değil. Öcalan” Lenin Wilson’dan geri kalmamak ve ezen uluslarla
sömürge halkların desteğini Sovyetler Biriğindebe yana çekmek için bu aynı
ilkeyi daha da radikalleştirmek bağımsız devlet kurmaya indirgemişti»49 diyor.
Öcalan burada açıkça çarpıtma yapıyor. Birincisi Lenin Ululsları Kendi kaderini
tayin etme hakkı kitabını Wilson’dan çok daha önce yazmıştı ve Şubat ve
Mayıs 1914 de yayınlanmıştı.Amerika Birleşik Devletleri başkanı Woodrow
Wilson'ın 8 Ocak 1918 günü ABD Kongresi'nde yaptığı konuşmada bahsettiği
ilkelere verilen addır. On Dört Madde olarak da anılan bu on dört ilke, ABDnin
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmasını istediği dünya düzenine ilişkin
görüşlerini de ifade eder.Bunların ulusların kendi geleceklerini tayin etem hakkı
ile hiç bir ilişkisi yok.
Daha Öcalan ortada yokken, Koçgirizade Alişer Dêrsim bölgesi
temsilcilerinin Estanbol-Dersaadet’deki Kurdistan Teal-i Cemiyeti aracılığıyla
Paris Barış Konferansı düzenleyicilerine gönderdikleri bilgilendirme
mektubunda temel istekler sıralanır;
“ 1-Bütün ulusların özgürce yaşama hakkı ve gelişmelerinin güvence altına
alınması.
2-Bütün insanlığın eşitlik ve adalet haklarını zafere ulaştırma. Kürd ulusu,
Osmanlı ya din ve iyi komşuluk ilişkileriyle bağlanmış değildir. Kurd ulusu bu
yüce konferansa yeniden başvurur, haklarının tanınmasını ister. Her ulusun
temel haklarını bütünüyle tanımak gerekir. Bu amaç doğrultusunda, Kürdn
ulusu da yüce konferansınızdan, sizden bu temel haklarının tanınmasıkazanılması için istekte bulunur. Biz Koçgiri kürdlerinin yaşadığımız vatan
Xarput, Dêrsim’den Kızılırmaga kadar, Zera’dan Koçgiri Sêwaz’ a kadar
uzanır. Koçgiri ve Sêwaz’ı da içine alır. Biz çaglar boyunca defalarca, 400
yıldan beri kendi ulusal haklarımızı ve varlığımızı garanti altına almak için
savaştık . Her defasında türkler Dêrsim’e saldırıda bulundular.
1.Dünya Savaşı sürecinde binlerce Grek-Helen ve Ermeni gelip bize sığındılar.
Bu savaş sırasında türkler Nazımiye ve Pax kazalarında 17.000 den fazla kürd
çiftçisini Fırat ırmağına atıp, boğdular.50
Seve Evin Çiçek’e göre,« Koçgirili Alişer Efendi 1916’da Erzingan’a geçti ve
kürd delegasyonunun şefi olarak ruslarla görüşme yaptı. 11.11.1916’da, Rus
İmparatorluğu ve müteffik güçler, Alişêr Efendi ile bir antlaşma imzaladılar.
Alişêr Efendi Dêrsim’li 11 aşiret lideriyle birlikteydi. Bu liderler savaştan sonra
Kürd ulusunun bağımsızlığını ve haklarının tanınmasını istediler. İmzalanan bu
antlaşma özel bir komisyon tarafından Erzingan’da tercüme edildi. Dêrsim
49
50
A.Öcalan,age,s.271-272
Seve Evin Çiçek, Dersim Kiçgiri Jenosidi (Arşivi)
31
Ordular Komutanlığı tarafından Rus İmparatorluğu’na gönderildi. Gazetelerde
yayınlandı. Doğal olarak bu antlaşma Rus Ordusu tarafından mütefiklere de
gönderildi. Bu dokumanın bir nushası bizim elimizdedir. Daha sonra ise Rus
Çarı’nın devrilmesi üzerine Erzingan’da bulunan Rus Orduları Lenin tarafından
yönetilmeye başlandı. »
Bayram Kodaman kitabında “ Kürd Teali Cemiyeti’nin Amed’deki
şubesi dikkate alan çevreler bile bu tür telkinleri dikkate almamış, Mustafa
Kemal’in çağrılarına uymayı daha çok gerçekçi bulmuşlardır”51diyor. Oysa
Mustafa Kemal, ocak 1917’de 400.000 Kûrdü zorla topraklarından ta Urfadan
itibaren göçe zorlamıştır. Bu pratik Kürd Jenosidir.Ama Mustafa Kemal 1916 da
Kürd beylerini Ruslara karşı savaşmaya anti ermeni anti hristiyan sloganlarla
Sultanı kurtarma seferberliğine sürdürmüştür. Oysa o dönemde yani 16 kasim
1916 ‘da Alişer Efendi önderliğinde diğer 13 Dersim Temsilcisyle Rus Orduları
arasında saldırmazlık antlaşması imzalanmıştır. Alişer Efendi Kürdistan Teali
Cemiyetinin Koçgiri Subesini kurucusdur. Mustafa Kemal Amed’de dincilerle
Paşazade Ekrem Cemil Paşa’nın evinde onun dinci dedesi ile oturup Sultanı
kurtarma namazlarını kılarken, Kurdistan’in bağımsızığını savunanları
ingilizlerin taraftarı olarak ilan ediyordu. Oysa Mustafa Kemal’in kendisi ingiliz
emperyalizminin denetimindedir
Bu konuda Lenin: ” RUS marksistlerinin programının, ulusların kendi
kaderlerini tayin etme hakkıyla ilgili 9. maddesi, (Prosveşçenye'de[de
belirttiğimiz gibi) oportünistlerin bize karşı bir haçlı seferine girişmelerine
neden oldu. Diyor. Rus likidatörleri (partiyi tasfiye hareketine katılan
likidatörler sözkonusudur) Petersburg'da yayınlanan gazetelerinde, bundçu
Liebmann ve Ukraynalı milliyetçi-sosyalist Yurkeviç, kendi organlarında,
programın bu maddesine karşı, olanca güçleriyle saldırıya geçtiler ve bu
maddeye karşı küçümseyici pir tutum takındılar. Kuşkusuz, marksist
programımızın bu biçimde [sayfa 53] "oniki dilden saldırıya uğraması", genel
olarak bugünkü milliyetçi dalgalanmalarla yakından ilgilidir. Biz, ancak,
yukarda adı geçen oportünistlerden hiç birinin kendilerine ait olan bir tek kanıt
ileri süremediğini belirtmekle yetineceğiz; bunların hepsi, Rosa Luxemburg'un
1908-09'da Lehçe kaleme alınan "Ulusal Sorun Ve Özerklik" adlı yazısında
söylediklerini yineliyorlar. Biz, açıklamalarımızda, adı geçen bu yazarın
"özgün" kanıtlarını ele almakla yetineceğiz.
Ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi denen şeyi, marksist açıdan
incelemeye giriştiğimizde, elbette ki ilk karşılaşacağımız soru budur. Bu terim
ne anlama gelmektedir? Bunun yanıtını, türlü hukuk "genel kavramlarından"
çıkarılan hukuksal tanımlamalarda mı aramalıyız, yoksa, ulusal hareketlerin
51
Bayram Kodaman, SDÜ Fen Edebiyat FakültesiSosyal Bilimler Dergisi Mayıs 2010, Sayı:21, ss.131-138.
32
tarihsel ve iktisadi incelemesinde mi bulmaya çalışmalıyız. “diyor.
Demek ki, eğer biz, ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi kavramının
anlamını, hukuksal tanımlamalarla cambazlıklar yaparak ya da soyut
tanımlamalar "icat ederek" değil de, ulusal hareketlerin tarihsel ve iktisadi
koşullarını inceleyerek öğrenmek istiyorsak, varacağımız sonuç, kaçınılmaz
olarak, ulusların kendi kaderlerini tayin etmesinin o ulusların yabancı ulusal
bütünlerden siyasal bakımdan ayrılma [sayfa 55] ve bağımsız bir ulusal devlet
oluşturmaları anlamınageldiği sonucudur.
Daha aşağıda, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını, devlet olarak
ayrı varlık hakkından başka bir anlamda kullanmanın niçin yanlış olacağının
başka nedenlerini de göreceğiz. Şimdilik,biz, Rosa Luxemburg'un, ayrı bir
ulusal devlet kurma özleminin derin iktisadi temellere dayandığı kaçınılmaz
sonucunu "yok saymak" yolunda çabaları üzerinde durmalıyız.
Rosa Luxemburg, Kautsky'nin Milliyet ve Enternasyonalizm adlı broşürünü
iyi bilmektedir. (Die Neue Zeit,[33] n° 1'in eki, 1907-1908; Rusça çevirisi:
Nauçnaya Mysıl.[34] O, bu broşürün dördüncü bölümünde, Kautsky'nin, ulusal
devlet, sorununu inceden inceye tahlil ettikten sonra, Otto Bauer'in "bir ulusal
devlet kurmaya doğru iten gücü küçümsediği" (s. 23) sonucuna vardığını
bilmektedir. Bizzat Rosa Luxemburg, Kautsky'den şu sözleri aktarmaktadır:
"Bugünün koşullarında en uygun devlet biçimi, ulusal devlettir" (yani ortaçağ,
kapitalizm-öncesi vb. koşullarından farklı olarak, bugünün kapitalist, uygar,
iktisadi bakımdan ilerici koşulları). Biz, buna, Kautsky'nin vardığı daha da kesin
sonucu eklemeliyiz: türdeş olmayan (hetérogène) uluslardan meydana gelen
devletler (ki bunları ulusal devletlerden ayırdetmek için ulusal-topluluklar
devletleri denmektedir) "her zaman, iç yapıları, herhangi bir nedenle anormal ya
da gelişmemiş bir durumda kalmış" (geri) devletlerdir. Söylemeye gerek yok ki,
Kautsky, anormal sözcüğünü gelişen kapitalizmin isteklerine en iyi uyan şeylere
uyamama anlamında kullanmaktadır.”52
Öcalan Ulus-devletlerin birliği olan BM’nin (Birleşmiş Milletler)
müdahaleleri sonuç vermediyse, İslam ulus-devletlerin birliği İKÖ (İslam
Konferansı Örgütü) etkili olamıyorsa, her gün sayısız ulus-devlet diplomatik
turları bıktırıcı olmaktan öteye rol oynayamıyorsa neden yine ulus-devletin
zihniyeti ve yapılanmasıyla bağlantılıdır. İlk, orta çağların dinselliklerinden bin
kat daha tutucu ve kapalı inşa edilen bu ucube gerçeklik eğer sık sık karşımıza
faşizmin kendisi ve her yerdeki uygulamaları biçiminde çıkıyorsa hiş şaşmamak
gerekir. İnşanın kendisi hep savaşla olmuştur. Savaşla inşa edilmeyen tek bir
ulus-devlet gösterilemez. »53 Doğrudur, 1945 ile 1955 yılları arasında Asya’daki
52
Lenin,UKKTH,
53
A.Öcalan, Ulus-devlet ve açılan travmalar-1,YÖP,16 Ocak 2013
33
sömürgeci sistem çötü,1,2 milyar insan özgürleşti. Viet Nam, Çin ve Kuzey
Kore bağımsızlıklarını kazandılar. BM Genel kuruluna Sovyetler Birliği
tarafından önerien 1960 da kabul ettiği sömürge ve bağımlı uluslara bağımsız
devletlerini kurma projesi sayesinde 17 Afrika ülkesi bağızlığına kavuştu. Peki
otuz yıllık silahlı mücadele de Kuzey Kürdistan da neden bir Kürd devleti
kurulmadı ?
Kuzey Kürdistan’da Barış Görüşmeleri niçin MİT ile Öcalan arasındaki
kişisel görüşmelere dönüştürüldü? Faşist AKP rejiminin inkarcı politikası ve
emperyalist sömürgeci TC ordusunun saldırganlık politikası bütün hızıyla
sürerken, Parlamento ana dilde eğitimi dünkü oturumda red etti.Ulus-devleti
aştığını, Marx Engels’i geride bıraktığını ve Marxizme düşmanlığıyla övünen
Cibin köyü çocuk imamı 54Öcalan, hücresindeki çaresizliğini şöyle dile
getiriyor.
"Ben burada bir mahkumum" Ben burada her şey hakkında, böyle
yapacağım, şöyle yapacağım dersem bu ahlaki ve doğru bir şey değildir. Ben bu
süreci yürütürüm; ancak dışarıya doğruları söyleyin. Buraya istihbarat ile
görüştüm. Belki buraya gelen insanlar samimidir. Ben onları şey görmüyorum;
ama tek onlar değildir. Başka güçler vardır. Bu güçler bu sürece ne kadar
destek veriyorlar bunu bilmiyorum. Buraya gelenler samimidir; ama onların da
bir yere kadar sınırı vardır. Doğru işlerse elimizden geleni yapıyoruz. Ama
benim yapacaklarım sınırlıdır. Her şey ben değilim. Bu doğru da değildir. Her
şeyi benim omuzlarıma atıyorlar. Bu doğru değil. Ama elimizden ne gelirse,
Kürt sorununun çözümünde doğrularımızı söyleriz. Heyete isteğimizi, üzerime
düşenleri onların eliyle hükümete gönderdim. Ne istiyoruz, ne yapabiliriz, nasıl
çözülür, bildiklerimizi hükümete verdik. Hükümet buna ne ad verirse versin, bu
yol çözüm yoludur. Onlar bu isteklerimizi, Kürt sorunu nasıl çözülür
değerlendirecekler. Ama tekrar söylüyorum ben bir mahkumum, her şeyin sahibi
değilim. Her şeyi bana bağlamayın, bağlasanız da ben yapamam" diyor.
Böyle bir söylem bir yana, Öcalan, Selahattin Demirtaş’la verdiği mesajda
«"Mevcut çözüm süreci olumlu anlamda ilerleyerek devam ediyor. Hedefimiz
tüm Türkiye'nin demokratikleşmesidir. Çabalarımız da bunun içindir. Bu amaca
hizmet edecek çerçevede 21 Mart Newroz kutlamasında bir çağrı yapmak üzere
hazırlıklarımı sürdürüyorum. Hazırlayacağım bildiri tarihi nitelikte bir çağrı
olacaktır. Bu çağrı çözümün askeri ve siyasi bütün ayaklarına dair doyurucu
bilgiler içeriyor olacaktır. Silah meselesini de hızla ve zaman kaybetmeden, bir
tek can dahi yitirilmeden çözmek istiyorum. Bütün bunların pratikleşmesi için
yüce bir iradeyi temsil eden parlamentonun ve siyasi partilerin sunacağı desteği
çok değerli buluyorum. Geri çekilmenin hızla gerçekleşmesi ve barışın kalıcı
hale gelmesi için ümit ediyorum ki parlamento da aynı hızla üzerine düşen tarihi
54
,Abdullah Öcqalan,üçüncü kitap, Özgürlük Sosyolojisi,Mezopotamya Yayınları Temmuz 2009,s.150
34
misyonun gereğini yapacaktır. Süreç ilerledikçe kamuoyunu kendi adıma daha
detaylı bir şekilde bilgilendirebilmeyi umuyorum.»55
Öcalan’ın bu açıklamasının aksine, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının
yapıldığı önceki gün Türk savaş uçakları günboyu Medya Savunma Alanları’nı
bombaladı. İki ayda bir Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan MGK’nin sonuç
bildirgesinde, “Terörle mücadelemiz kararlı bir şekilde devam edecek” mesajı
verilirken, TSK’nin askeri operasyonları yaygınlaşarak devam ediyor. Türk
savaş uçakları önceki gün gerilla denetimindeki Medya Savunma Alanları’nı
bombaladı. Türk basınında nokta operasyonu olarak duyurulan hava saldırısına
ilişkin yazılı açıklama yapan HPG Basın ve İrtibat Merkezi (BİM), Zap ve
Kandil bölgelerinin hedef alındığını duyurdu. Bombardıman sonucu 4 gerillanın
yaşamını yitirdiğini kaydeden HPG-BİM’in açıklaması şöyle: “26 Şubat günü
11.00 ile 22.00 saatleri arasında 3 kez Medya Savunma Alanları’nın Zap bölgesi
sınırları içinden bulunan Kuro Jaro, Çiyaye Reş, Dola Şîve ve Gunde Fillah
alanlarına yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir
bombardıman düzenlenmiştir. Gece geç saatlere kadar süren saldırılar, 23.00 ile
24.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarımızdan Kandil bölgesi sınırları
içinde bulunan Sile köyüne ve aynı saatlerde Gare Bölgesi sınırları içinde
bulunan Siyane köyüne işgalci TC ordusu tarafından bombardıman
gerçekleşmiştir.
Bu savaş koşullarında sorulacak soru, niçin Kürdistan ulusal ve
sömürgeler sorunu BM Komisyonlarında tartışmaya açılmadı da , sorun MİT
ile Öcalan arasında kaldı ?
Bunun nedeni, canını kurtarmak için Kürdistan’ın özgürlük ve
bağımsızlığından vazgeçen Öcalan, TC devletine verdiği bitirme sözünü mü
yerine getiriyor ? Öcalan « Heyete isteğimizi, üzerime düşenleri onların eliyle
hükümete gönderdim. Ne istiyoruz, ne yapabiliriz, nasıl çözülür, bildiklerimizi
55
18Mart 2013 tarihli açıklama.
35
hükümete verdik. Hükümet buna ne ad verirse versin, bu yol çözüm yoludur.
Onlar bu isteklerimizi, Kürt sorunu nasıl çözülür değerlendirecekler. » diyor.
Peki Öcalan MİT ‘ ‘in ve Partisi hakkında yaptığı incelemelerden alınan
kararlardan haberi var mı ? Yoksa bu çıkmaza nasıl yanıt verecektir ? AKP
Hükumetine sunulan istekler nelerdir ? Niçin görüşmeler
BM
Kommisyonlarında değil de MİT ile Öcalan arasında geçiyor ? Niçin BM de
Kuzey Kürdistan sorunu ele almadı ? Bu konuda 1994’den bu yana Kürdistan
Sürgün Parlementosunda görev alanlar, sonra KNK olarak kendilerini lanse
edenler bu diplomatik çalışmaları yapmadılar ? Bunlar ne tür çözüm ürettiler ?
Yoksa, MİT ve Öcalan bu konuda çözümler üretebilecekler mi ? MİT in PKK
üzerine yaptığı incelemeyi PKK yöneticileri biliyorlar mı ? Onlar bu çözümleri
nasıl değerlendirecekler ? Sorun BM gelirse çözümü için alınan kararlara TC
uyacak mı ? Örneğin Viet Nam Ulusal Kurtuluş mücadelesi Barış Görüşmeleri
CİA ile Ho Chi Minh arasında geçmedi. Birleşik devletler güvenlik danışmanı
Dr.Henry Kissinger ile Vietnam Komünist Partisi politbüro üyesi Lê Ðức Thọ
arasında gerçekleşti. Dolaysıyla, Paris Barış Anlaşması 1973 yılında Vietnam’da
barış sağlayabilmek ve Vietnam savaşı'na son verebilmek amacıyla yapılan
anlaşmadır. Doğrudan ABD askeri müdahalesine son vermiştir ve Kuzey ve
Güney Vietnam arasındaki savaşı durdurmuştur. Demokratik Vietnam
Cumhuriyet'i (Kuzey Vietnam), Vietnam Cumhuriyeti ve Birleşik Devletler
hükümetleri ile yerli Güney Vietnamlı devrimcileri temsilen Geçici Devrimci
Hükümeti'nin imzaladıkları 27 Ocak 1973 tarihli savaşı sona erdirme ve
Vietnam'da barışı sağlama anlaşması (Paris Barış Anlaşması) imzalanmıştır.
Anlaşma Birleşik Devletler senatosu tarafından onaylanmamıştır Anlaşma ile
sonuçlanan pazarlıklar aslında 1968'den itibaren çeşitli aralılarla
sürdürülmekteydi. Anlaşmanın sonucu olarak Uluslararası Kontrol ve Denetim
Komisyonu(İngilizce:International Commission of Control and Supervision ICCS) yerine anlaşmayı yürütmek üzere Uluslararası Kontrol Komisyonu
(İngilizce: International Control Commission - ICC) kurulmuştur. Bunun için
birinci aşamada BM de Barış Görüşmelerinin nasıl ele alındığını ele alacağız,
ikinci aşama da MİT’in PKK üzerine yaptığı incelemeleri ve TC Genel Kurmay
ile MİT arasındaki bağlantısallığı,PKK yi silah bıraktırma zorlayan iç ve dış
etkenlerde ABD NATO ve AB ülkelerinin TC ile işbirliklerini, barış
süreçlerinde faturanın Kürdistan Kurtuluşs hareketine nasıl çıkartılacağını ortaya
koyacağız.
I. MIT’in TARİHÇESİ NEDİR? NEDEN PKK ADINA ÖCALAN
MİT‘le GÖRÜŞMEYE OTURUYOR?
MİT nedir? Hangi tarihi miras üzerine kurulmuştur? MİT”in tarih halkların
jenosidinde oynadığı roller nelerddir? MİT’ten önce kurulan askeri ve siyasi
örgütler ve kurucuları hangileridir? Kendisini Kürdistan Özgürlük hareketi
olarak niteleyen PKK, TC MİT’i gibi eli kanlı bir örgütle neden nasıl ve hangi
36
ortak amaçlarla görüşmeler yapabiliyorlar? Bu görüşmelerin uluslararası
bağlayıcı bir özelliği var mı? Yoksa, PKK nin kuruluşunda MİT’in rolü nedir?
Öcalan’ın tek başına MİT le başlayan görüşmelerinin hangi teslimiyet
politikasında aramak gerekir? MİT PKK yi nasıl değerlendiriyor? Önümüzdeki
dönemlerde AKP hükümetinin Öclan’ı kullanma yötemleri neler olacak? PKK
konusunda MİT konusunda yapılmış incelemeler nelerdir? MİT Nato ve
Gladio dan bağımsız bir hareket midir yoksa, CİA ve Uluslararası Kuruluşlar
Genel Kurmay ‘la hangi bağlantılar içindedir?
Abdülhamid döneminde kurulan “Yıldız Istihbarat Teşkilatı”(1880-1908)
ve Teşkilat ı Mahsusa’dan sonra kurulan Zabitân, Yavuz, Hamza ve Felâh
Grupları , Teşkilât-ı Mahsusa, Karakol Cemiyeti , Ay Yıldız Partisi, Askerî Polis
Teşkilâtı , Müsellâh Müdâfaa-i Milliye, Millî Emniyet Hizmeti Riyâseti ,
MİT’in askeri ve siyasi ve ideolojik miraslarıdır. MİT(MİT, Millî İstihbarat
Teşkilâtı) bu miraslar üzerine 1965, kurulmuş eli kanlı bir örgüttür.
Ermenilerin,Greklerin,
Assyrio
Keldanilerin
Kürdlerin,Çerkezlerin
jenosidlerinin sorumlusu,Selanik’te Mustafa Kemal’in evine bombayı koyan,
İstangbuldeaki Greklerin katliamlarının örgütleyicisi, Koçgiri, Şeyh Sai,d. Ağrı,
Dersim başkaldırının
katliamcısı ve
1960,1971,1980
darbelerinin
tezgahlayıcısı.Milyonlarca insanı fişliyen,işkenceden geçiren, halkların
soykırımını tezgahlayan, pan türkist, pan islamist ve pan turanist bir örgüttür.
JİTEM,Gladio, Kontgerilla, Ergenekon Gülenciler, MİT’in varyantlarıdır.
Vahdettinin koruyucu meleği Mustafa Kemal, Teşkilat ı Mahsusa’nın 35.
ajanıdır.56 Stoddard, Philip Hendrick, tezinin 85 ve 86 sayfalarında
Tripoli,Homsida,Mesrata,Bingazi, Tobruk’da görev alan Osmanlı Ordususu
Subaylarından Enver Paşa nın denentimin de görev alan ajanları, Ali Fethi
Bey, Süleyman Askeri, Muhittin Bey, Halepli Ethem Paşa, Eşref Kuşçubaşı,
sayarken, Derne Komutanı Mustafa Kemal’den bahseder.1911 ile 1918
döneminde askeri ve Siyasi kuruluş olan Teşkilat ı Mahsusa İttihat ve Terraki
Partisinin Pan Turanist anlayşında Almanya’nın rolü büyüktür.57 Teşkilat ı
Mahsusa, Yıldız Istihbarat Teşkilatının devamıdır.İdeolojisi Pan İslamismdir.
Abdül hamid 300.000.000. müslümanın halifesidır.581911 ve 1912
dönemlerinde, Enver Paşa, Mustafa Kemal, Eşref Kuşçubaşı ile birlikte Fedai
Zabıtan içinde Mısırda görevlidirler.59
Türkiye'de, sistemli ve organize nitelikte istihbarat örgütü kurma
girişimleri, Osmanlı Devleti 'nin son yıllarında başlamıştır. Siyasi birliğin
korunması, ayrılıkçı hareketlerin önlenmesi ve özellikle yabancı devletlerin
56
Stoddard, Philip Hendrick, The Ottoman Government and The Arabs 1911 to 1918 A Preliminary Study of the Tesşkilat
ı Mahsusa,ıı Mars 1963, Princeton Universıty, Sumbitted in Candidacy for the degree of Doctor of Philosophy,p.175
57
Stoddard, Philip Hendrick,age,s.2
58
Stoddard, Philip Hendrick,age,s.10
59
Stoddard, Philip Hendrick,age.s.80
37
Ortadoğu üzerinde odaklaşan faaliyetlerinin izlenebilmesi için bireysel bazda ve
sınırlı nitelikte sürdürülen istihbarat çalışmalarının bir merkezden organize
biçimde yürütülmesine ihtiyaç duyulmuş ve 1911- 1913 döneminde Enver Paşa
tarafından Teşkilât-ı Mahsusa isimli istihbarat örgütü kurulmuştur. I. Dünya
Savaşı sırasında askeri ve paramiliter hareketlerde Alman Denizaltılarını
kullanarak askeri eylemleri gerçekleştiren Teşkilat ı Mahsusa önemli görevler
üstlenen bu örgüt, Enver Paşa’nın Kuruçeşme’deki yalısında yapılan toplantıda
yönetime Hüsamettin Öztürk’e devretmişlerdir. Alaman Dernizaltısı ile kaçam
Enverpaşa, Berlin’de Umum Alemi İslam İhtilal Teşkilatı İslam El Hiva
örgütünü kurmuştur. Birinci Dünya
savaşının sona ermesiyle 30 Ekim 1918
tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında Enverciler, Karakol
Cemiyeti, Mustafa Kemal Ay Yıldız Partisi ise Anadolu ve Rumeli Müdafaai
Hukuk Cemiyetini kurmuşlardır.
5 Şubat 1919 tarihinde kurulan Mütareke döneminin ilk gizli direniş
grubu, İstanbul`da kurulan Karakol Cemiyeti`dir. 1918 Ekim sonları veya
Kasım başlarında Talat Paşa`nın direktifi ile kurulan Cemiyet`in kurucuları
arasında, Kurmay Albay Kara Vâsıf, Emekli Yüzbaşı Bahâ Said, Albay Galatalı
Şevket ve Yenibahçeli Şükrü Beyler gibi İttihatçı kişiler bulunmakta idi. Kısa
zamanda örgütlenme çalışmalarını tamamlayan Karakol Cemiyet`in Millî
Mücadele`ye yaptığı en büyük hizmet, İstanbul`dan Anadolu`ya silâh ve
cephane ile subayların kaçırılmasını sağlaması, İngiliz Muhibleri Cemiyeti gibi
kuruluşların plânlarını ve faaliyetlerini Mustafa Kemal Paşa`ya haber vermesi
olmuştur..
Teşkilât-ı Mahsusa`nın son başkanı Hüsamettin Ertürk`ün de içinde
bulunduğu yeni bir örgüt kurulacaktır. Örgütün kuruluşundan ülkeden kaçan
Enver, Cemal ve Talat Paşalar haberdardır. Talat Paşa`nın da oluruyla
İttihatçıların ünlü iaşe nazırı Kara Kemal ile Kurmay Albay Kara Vasıf Bey ilk
görüşmeleri yaparlar. Daha sonra yeni örgütün kurulması için yapılan
çalışmalarda bir öncü daha belirlenir. Bu kişi Karadeniz Boğaz Komutanı
Galatalı Şevket Bey`dir. Yeni örgütün kuruluş toplantısı 5 Şubat 1919 tarihinde
Avukat Refik İsmail Bey`in Sultanhamam`daki yazıhanesinde yapılır.
Toplantıda Galatalı Şevket Bey örgütün başkanlığına seçilir. Örgütün adı Baha
Sait Bey`in isteği üzerine Kara Vasıf Bey ve Kara Kemal Beyler`in adından
esinlenilerek karakol olarak belirlenir. Örgüt öncelikle İttihatçılara ve Teşkilât-ı
Mahsusacılara karşı girişilen saldırılara karşı koyacaktır. Ancak bu yapılanma
giderek genişler. Bireysel savunmanın yerini alır. Burada örgüt, Karadeniz
kıyıları, Ege ve Doğu Anadolu`da güçlü bir şekilde örgütlenir. Bu örgütlenme
adeta ittihatçıların yeni bir yapılanmasıdır.. Türk kökenli en büyük istihbarat
gücü olan Karakol Örgütü`nün kuruluş şeması ve çalışmaları şöyledir. Kurucusu
ve Başkanı Albay Kara Vasıf. Yönetim Kurulu Üyeleri: Albay Galatalı Şevket,
Yarbay Kemalettin Sami Gökçe, Yarbay Edip Servet Tör, Baha Sait, Kara
38
Kemal, Binbaşı Ali Rıza, Binbaşı Ali Çetinkaya.......Üsküdar Grubu Başkanı
Yenibahçeli Şükrü Oğuz, Topkapı Grubu Başkanı Yarbay Hüsamettin Ertürk
(sonra Albay), İslam Kadınlar Birliği Başkanı Naciye Faha Hanım sayılabilecek
başlıca isimlerdir. Başlıca Müfrezeler ve Önde Gelen Adlar: Yahya Kaptan,
Küçük Arslan, Büyük Arslan, İpsiz Recep, Bulgar Sadık, Dayko, Yüzbaşı Nail,
Yalovalı İbo, Gebzeli Rıfat Kaptan, Kuşçubaşı Eşref önde gelen isimler olarak
sayılabilir.
Karakol Örgütü ile Ankara arasında ortaya çıkan bu sorunlar, Mustafa
Kemal`i yeni arayışlara yöneltecektir. Mustafa Kemal örgütün İttihatçı
yapısından oldukça rahatsızdır. Hatta görüşmeleri sırasında Kara Vasıf`a
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetleri dışında oluşturulan bu örgütün
müstakil çalışmalarına karşı olduğunu belirtmiştir. 16 Mart 1920`de yaşanan
baskın olayından sonra tutuklanan Karakol Örgütü yöneticilerinden Şevket ve
Kara Vasıf Beylerin İngilizlerce Malta`ya sürgün edilmeleri Karakol Örgütü`nü
zor durumda bırakır. Bu, İngilizlerin bir çökertme operasyonudur. İngilizler
tarafından Malta`ya sürülenler bu örgütün belkemiğidirler. Bu isimlerden bazı
önemli olanları şunlardır : Albay Galatalı Şevket (İstanbul Merkez Komutanı),
Albay Kara Vasıf (Karakol Örgütünün Kurucusu), Ali Sait Paşa, Refet Paşa, Ali
Fethi Okyar, Ali İhsan Paşa, Hacı Mehmet Paşa (Enver Paşa'nın Babası) ve
birçok önemli isim Malta`ya sürülmüştür.
Karakol Cemiyeti'nin dağılmasından sonra Zabitân ve Yavuz gibi çeşitli
istihbarat grupları oluşturulmuş, bunlardan 23 Eylül 1920 tarihinde faaliyete
geçen Hamza Grubu 'nun adı 31 Ağustos 1921 tarihinde Felâh Grubu olarak
değiştirilmiş, istihbarat grupları faaliyetlerini sürdürürler.
İstihbarat örgütleri arasındaki dağınıklığı gidermek 18 Temmuz
1920 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı tarafından Askerî Polis Teşkilâtı
(A.P. veya P.) kurulmuştur Askerî Polis Teşkilâtı'nın kapatılmasının
istihbarat faaliyetleri açısından kısa bir süre doğurduğu boşluk ise, yine
Genelkurmay Başkanlığı tarafından kurulan ve 1 Nisan 1921- 22 Haziran
1922 tarihleri arasında Anadolu'nun çeşitlişehirlerinde faaliyet gösteren
Tedkik Heyeti Âmirlikleri vasıtasıyla giderilmiştir. Enver Paşa tarafından
Müsellâh Müdâfaa-i Milliye isimli bir istihbarat grubu kurulmuştur. TBMM
Hükümeti, 3 Mayıs 1921 tarihinde kısa adı "M.M." (MİM MİM) olan bu
örgüte resmiyet kazandırmıştır.
Tedkik Heyeti Âmirlikleri Anadolu'da faaliyetlerini sürdürürken, "M.M."
örgütü asker ve sivil kesimden oluşmuş kadrolarıyla, İstanbul'da büyük bir ajan
ve haber ağı kurmayı başarmıştır.
39
MİT tarihçisi Dr Erdal İlter 60 Millî İstihbarat Teşkilâtı Tarihçesi: Millî
Emniyet Hizmetleri Riyâseti (M.E.H./MAH) (1927/1965)” (Ankara: Millî
İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı, 200261 adlı kitabında,« Doğu’da çıkan Şeyh
Said isyanı bastırılmış,fakat sukunet tam olarak sağlanmamıştır. Ermeniler ile
Kürtçülerin kurdukları Hoybun Cemiyeti ve gizli Kommünist Partisinin
faaliyetleri devam ediyordu.»62 diyor.
İlkin MİT tarihçisi, 1921 den önce 1907-1937 direnişleri ve diğer
direnişlerin bastırılmasında o dönemdeki MİT’in rolünü unutuyor. İkincisi,
MİT’in tarihçisi 1927 de imzalanmış Kürd Ermeni Antlaşmasıyla, Hoybun’un
kuruluşunu birbirine karıştırıyor.Hoybun’un kuruluşunda hiç bir Ermeni yoktur.
Şerif Paşa, Paris’te yayınladığı Meşroutiyet Dergisinin 54.çü sayısında, 1909
Adana kartliamını değerlendirken, Dashnaktoutioun Komitesi Kongresinde
Kürdler ve Ermeniler arasında iyi ilişkilerin geliştirilmesi kararını aldıklarından
sorunu değerlendiriyorduç Keza Parış Barış Konferansı sürecinde General Şerif
Paşa ile Nubar Paşa arasında Paris’de imzalanmış sözleşmenin Türk basınında
nasıl çarptırıldığını, Fransa Deniz Kuvveleri Arşivinde bulmak mümkün.631927
de Hoyboun ile Dashnakzoutioun arasında 29 Ekim 1927 Beyrut’ta imzalanan
19 maddelik antlaşmayı Dashnakzoutioun delegesi sayın Vahan Papazian
imzalamıştır. Kürdler adına bu sözleşmeye Hoyboun Merkez Komitesi
60
Dr. Erdal İlter, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Yeniçağ Kürsüsü mezunudur (1967-1968 öğretim yılı). Ermenilik
konusundaki Yüksek lisansını ve doktorasını Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nde tamamlamıştır. 1989-1992 yılları arasında,
Bulgaristan’da Türkiye’nin Filibe Baş Konsolosluğu’nda Ataşe olarak görev yapmıştır. Bir dönem (2003’de), ASAM Ermeni Araştırmaları
Enstitüsü’nün Başkanlığını yapmış olup, halen “Ermeni Araştırmaları Dergisi” ile “Review of Armenian Studies”nin yazı kurullarında
faaliyet yürütmektedir. Ermeni faaliyetleriyle ilgili çalışmalarıyla tanınmış olup, bu konuda, basılı birçok bilimsel kitabın ve makalenin
sahibidir. Bu sebeple, Kâmuran Gürün ve Dr. Bilâl N. Şimşir ile birlikte, 2002 yılında “Ermeni Araştırmaları Onur Ödülü”ne lâyık
görülmüştür. Basılı kitapları arasında, “İçel’de Ermeni Faaliyetleri” (Ankara: Güven Matbaası, 1974); “Ermeni Propagandasının Kaynakları”
(Ankara: Kamu Hizmetleri Araştırma Vakfı, 1994); “Ermeni Meselesi’nin Perspektifi ve Zeytûn İsyânları (1780-1915)” (Ankara: Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Genişletilmiş 2. Baskı, 1995); “Türkiye’de Sosyalist Ermeniler ve Silâhlanma Faaliyetleri (1890-1923)”
(Ankara: Turhan Kitabevi, 2. Baskı, 2005); “Büyük İhânet: Ermeni Kilisesi ve Terör-Tarihî Seyir-” (Ankara: Turhan Kitabevi, Genişletilmiş
3. Baskı, 2007); “Armenian Church and Terrorism” (Ankara: KÖKSAV Yayınları, 1999); “Ermeni ve Rus Mezâlimi (1914-1916) (Tanık
İfadeleri)” (Ankara: KÖKSAV Yayınları, 2. Baskı, 1999) ve “Türk-Ermeni İlişkileri Bibliyografyası/Bibliography of Turco-Armenian
Relations” (Ankara: Türk Tarih Kurumu, Genişletilmiş 3. Baskı, 2004) sayılabilir. Dr. Erdal İlter’in, Halil Kemal Türközü müstear adıyla
hazırladığı kitapları ve makaleleri de bulunmaktadır. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: “Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezâlimi”
(Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 3. Baskı, 1995); “Armenian Atrocity According to Ottoman and Russian Documents”
(Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1986); “Türkmen Ülkesi (=Doğu Anadolu) Adı ve Emperyalizmin Etkileri” (Ankara: Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1985). Türk İstihbarat Tarihi ile ilgili çalışmaları da bulunan Dr. Erdal İlter’in bu konudaki en önemli
çalışması, “Millî İstihbarat Teşkilâtı Tarihçesi: Millî Emniyet Hizmetleri Riyâseti (M.E.H./MAH) (1927/1965)” (Ankara: Millî İstihbarat
Teşkilâtı Müsteşarlığı, 2002) adlı kitabıdır.
61
http://www.mit.gov.tr/giris_1.html
Dr. Erdal İlter, Millî İstihbarat Teşkilâtı Tarihçesi: Millî Emniyet Hizmetleri Riyâseti (M.E.H./MAH) (1927/1965)” (Ankara: Millî
İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı, 2002,II.a
62
63
S.R.Marine,Turquie, N-1898 F 4, Constinople, gizli Belege,23 Mart 1920( Archive –Seve Evin Çiçek)
40
üyelerinden Palolu Ali Riza Efendi, Mustafa Şahin Bey, Xaco Ağa. Emin
Ağa,Kerim Rustem Bey, Memduh Selim Bey ve Jaladet Bedır Xan Ali Bey
imzalamışlardır.
Koçgiri vge Şeyh Said direnişlerinden sonra Mustafa Kemal , 1925 yılı
sonunda, gelişmiş devletlerdeki istihbarat kuruluşlarına benzer, bir örgütün
kurulması talimatını veriyor.. Bunun üzerine, Avrupa ülkelerinde eğitilen
kadroların da katılımıyla, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ın 6
Ocak 1926 tarihli emri doğrultusunda, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk istihbarat
kuruluşu olan Millî Emniyet Hizmeti Riyâseti (M.E.H./MAH) kurulmuştur.
Teşkilât, 5 Ocak 1927 tarihinde şeklen İçişleri Bakanlığı'na bağlanmıştır. 6 Ocak
1926 - 5 Ocak 1927 arasındaki bir yıllık dönem çalışmaları, dönemin
yöneticileri tarafından Riyâset'in kuruluşuna hazırlık dönemi olarak
değerlendirilmiş ve bir gün sonraki 6 Ocak 1927 tarihi MAH'ın kuruluş tarihi
olarak kabul edilmiştir.
MİT,Devletin millî güvenlik politikasının hazırlanmasıyla ilgili her
konuda istihbaratın tek elde toplamakla kalmadı, bir çok askeri ve siyasi cinayeti
işledi. Sonunda, 22 Temmuz 1965 tarihinde TBMM tarafından 644 sayılı kanun
kabul edilmiş ve bu kanun ile kuruluşun adı Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT)
olarak değiştirilmiştir. Kanun ile MİT'in bir Müsteşar tarafından yönetilmesi ve
Müsteşar'ın, kanun ile belirlenen görevlerin yerine getirilmesinde sadece
Başbakan'a karşı sorumlu olması öngörülmüştür. MİT, yaklaşık 19 yıl süre ile
faaliyetlerini 644 sayılı kanun hükümleri doğrultusunda yürütmüş, ancak süratle
değişen ve gelişen koşulların ışığında yeni bir yasal düzenlemeye gidilmesi
ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu amaçla, 1 Kasım 1983 tarihinde 2937 sayılı "Devlet
İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilâtı Kanunu" çıkarılmış olup,
kanun 1 Ocak 1984 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
II.MİT’in PKK’yi DEĞERLENDİRME BİÇİMİ
MİT,Genel Kurmay,Özel Harp Dairesi. JİTEM,GONTRGERİLLA ve
MİT’e bağlı pek çok kuruluşlar, PKK askeri ve siyasi örgütleri, Cezaevlerindeki
siyasi tutukluları üzerine Uluslararası yüzlerce kuruluşla birlikte incelemeler
yaptılar.Bu çalışmalara pek çok üniversite öğretim görevlisi katıldı.
Üniversiteler, Fen ve Mühemdislik Fakülteleri MİT ve Genel Kurmay için
çalıştı.
Başikomiser Hakan Korkusuz , Prof.Önder başkanlığında, KÖVSAV ‘la
birlikte 1003 PKK li tutuklusu ile 2355 tutuklu ve hüküm görmüş PKK lilein
dava dosyalarını inceledir.Sadece PKK üyeleri ile ilgili değil,Öcalan’nın yazdığı
kitapları ve savunma metinlerini PKK yayınorganlarını incelediler. Ali Tayar
Önder,çok ırkçı tezleriyle, Kürdlerin “Oğuz Hanlılar” soyundan olduğunu ileri
sürdü. Mustafa Kemal’in evlatlık kızı Afet İnan, 56.000 kişinin kafatasını
41
ölçerek, İsviçre de hazırladığı doktora tezini hazırladı.Ermeni aslıllı Mimar
Sinan’ın mezarını açtı.Kafatasını inceledi. Onu türk olduğunu ilan etti.Boğaziçi
Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Binnaz Toprak,Kürdler üzerine incelemeler
yaptılar Ziya Gökalp ile Cahit Tanyol’un ırkçı tezlerine sarıldılar.Bütün bunlar
Türk Dil teorisi ve Türk Tarih teorisinin psycholojik savaş teorilerini
geliştirdiler. Türkiye Üniversiteleri,MİT e bağlı araştırma kurumları PKK ye
karşı TC nin saflarındadırlar.
PKK ye karşı mücadelede MİT ve Genel Kurmay,CİA, ABD,NATO,AB
Birliği. Avrupa Konseyi ülkeleri ce devletleri aldıkları terrorizme karşı ortak
mücadele hedeflerin biri de PKK nın şahsında Kürdistan Ulusal Kurtuluş
mücadelesidir.. Bu konua Uluslararsı yüzden fazla kuruluş TC nin emrindedir.
Bu Konuda Genel Kurmay Başkanlığı sitesinde Terrorizme karşı uluslararası
savaş boyutunda şu başlık verilerine gözatmak yeter.
1-
COUNCIL COMMON POSITION of 28 October 2002 updating Common Position 2001/931/CFSP on
the application of specific measures to combatterrorism and repealing Common Position
2002/462/CFSP
2-
COUNCIL COMMON POSITION 2004/309/CFSP of 2 April 2004 updating Common Position
2001/931/CFSP on the application of specific measures to combatterrorism and repealing Common
Position 2003/906/CFSP
3-
COUNCIL DECISION of 29 May 2006 implementing Article 2(3) of Regulation (EC) No 2580/2001
on specific restrictive measures directed against certain persons and entities with a view to combating
terrorism and repealing Decision 2005/930/EC
4-
Resolution 1373 (2001) Adopted by the Security Council at its 4385th meeting, on 28 September 2001
The Security Council, Reaffirming its resolutions 1269 (1999) of 19 October 1999 and 1368 (2001) of12
September 2001,
5-
Subject : EU Plan of Action on Combating Terrorism – Update COUNCIL OF THE EUROPEAN
UNION Objective 1: To deepen the international consensus and enhance international efforts to combat
terrorism.,Bruxelles 5 june 2005, Presidency/Counter-terrorism Coordinator to : Council/European
Councill
6-
COUNCIL OF THE EUROPEAN UNION Brussels, 12 December 2005 15704/05 This report responds
to the European Council's request for a report every six months on thereportsummarizes progress since
June 2005 and the state of play regarding ratification of the conventions and implementation of the
legislative acts regarded as having priority,
7-
COUNCIL OF THE EUROPEAN UNION, The European Union Counter-Terrorism Strategy, Brussels,
30 November 2005
8-
DECLARATIONON COMBATING TERRORISM The Union and its Member States pledge to do
everything within their power to combat allforms of terrorism in accordance with the fundamental
principles of the Union, the provisions ofthe Charter of the United Nations and the obligations set out
under United Nations Security Council Resolution 1373 (2001). The European Security Strategy,
adopted by the European Council last December, identified terrorism as one of the key threats to EU
interests and requested the Presidency and Secretary- General/High Representative Solana, in
coordination with the Commission, to present concreteproposals for implementing the Strategy,
including recommendations for combating the threat posed by terrorism and dealing with its root
causes.
9-
Coordinating the European Union's global action The European Council instructs the General Affairs
Council to assume the roleö of coordination and providing impetus in the fight against terrorism. Thus,
the General Affairs Council will ensure greater consistency and coordination between all the Union's
policies. The Common Foreign and Security Policy will have to integrate further the fight against
terrorism. The European Council asks the General Affairs Council systematically to evaluate the
42
European Union's relations with third countries in the light of the support which those countries might
give to terrorism.
III.
İLİŞKİSİ
ÖCALAN ‘IN ANLATIMIYLA
MİT-PKK
KURULUŞ
MİT’in amacı “Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğüne,
anauyasal düzenine, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine ve millî gücünü
meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan gelecek mevcut ve
muhtemel tehditler hakkında bilgi toplamak, önlem almak ve gerekli durumlarda
ilgili makamları uyarmakla görevli teşkilâttır. Mustafa Kemal’in 1921 Koçgiri
ve 1925 Şeyh Said jenosidinden sonra "...muasır devletlerde olduğu gibi, bizde
de modern bir istihbarat teşekkülü kurmak mecburiyetindeyiz..." direktifi
doğrultusunda kurulmuş bir Örgüttür.
Özünde Öcalan MİT’in bu idealine bağlı çalışan bir politikacıdır. Kanıt
olarak bizzat Öcalan’dan kaynaklı onlarca aktarma ile yapabiliriz. Kişi olarak,
14 yıldır tek hücrede yaşama mahkum edilmiş bir tutukluyu hedep almak
istemiyordum. Bu benim bilimsel ve felsefi etik anlayışıma aykırıydı. Dr İsmail
Beşiçi’ye sayg64 incelemem dışında Abdullah Öcalan’ı eleştiren bir yazım
yoktur. Fakat, bir noktadan sonra, tarihsel bir hataya karşı sessiz kalamazdım.
Gerilla savaşına onlarca yıl yer alan arkadaşlarım ve dostlarımın bunu böyle
kavaramalarını diliyorum.
Öcalan Haziran 1999 de yayınlanan ve Mahkeme önünde okuduğu
savunmasının sonunda aynen söylediklerine bakalım..« Cumhuriyetleşmenin ta
kendisine inannıyorum. Bu anlamda ağır feodal koşullarından ötürü cumhuriyet
halkı haline gelememiş halkımızın “ne mutlu demokratik cumhuriyet halkı
olmak” sloganı altında barış içinde ayrılma kabul etmez özgür bir halk
gerçekliğine ulaşmakla mutlu olacağına, bunun tarihi sürecini Türkiye’nin ülke
bütünlüğünü ve devletin varlığı içinde tüm halkı ile yakaladığına ve
başaracağona inancımı belirtmek istiyorum.»65
Jenosidlerin yapımcısı emperyalist ve sömürgeci TC devletine bu
bağlılığın temeli ve kökeni nedir?
1 Aralık 2008 de Dr İsmail Beşikçi’ye saygı başlıkla incelememde bizzat
Abdullah Öcalan ‘ın 66 Devrimin Dili ve Eylemi kitabında kendi ağzıyla dile
getirdiği gerçek kanılar şöyledir.
64
Dr Ali KILIÇ,Dr İsmail Beşikçi’ye saygı,Paris 1 Aralık 2008
Abdullah,Öcalan,Savunmalarım, Demokratik çözüm sürecinde bir dönemeç,Weşanen Serxwebun,94 Haziran
,1999,s.101
66 66
Bakınız A.Ocalan, Devrimin Dili ve Eylemi, s. 116, A.Ocalan, age. s. 92 s. 110-111,s.114,s.93,ss.97-98,s.115
,s.116,s.93.
65
43
Devrimin Dili ve Eylemi kitabında kendisi « “Asıl amacım, devrimci bir
Kürdistan grubu ortaya çıkarmak“67 “1975‘lerde Kürdistan adına devrimci bir
grup kurmak, tarihin seyrini değiştirecektir ve benden başka bu işe el atacak
adam yoktur“68 “Çıkış yapmaya çalışırken devlet adına hareket eden kişilerle
ben son derece iyi geçiniyorum. “Kadın dersen kadın, para dersen para!
Apartman dersen apartman al; ye, içinde yat! Ben de bu noktada, tam bir paşa
oğlu gibi davranıyordum...Burjuvaziyi nasıl çalıştırıyorum? Sonradan o Uğur
Mumcu’nun başını götüren, işte açmaya çalıştığım bu ilişki tarzıdır. 1976, 1977
ve 1978 döneminde onları, devleti çalıştırıyorum ve hareket
yürüyor.“69“Ankara’dayız. 1976-77-78‘i eğer bunlara dayandırmazsak, sağlam
çıkışı yapabilir miyiz?“70 “Devlet, para ve kadın yoluyla beni tutabileceğine
1977-78 ve 79‘un başlarına kadar tam inandı diyebilirim. Bu, devleti yanlış
bilgilendirme oluyor. Tarihteki en büyük hatasıdır..“71 “Ben devlete 1966‘dan
itibaren maddi olarak dayanmışım ve ancak 1977-1980‘lerde kopuşa
gideceğiz.”72 “TC şimdi kavramıştır, ama çok geç; artık iş işten geçti.
Verdiğimiz görünüm; Ankara’da kalıp grupçuluk yapacağız; bir yayın
çıkaracağız, bir de yayın dükkanı kuracağız. Yine bayan (Kesire, Nb) özel
ilişkiyle bağlamış. Devlet daha ne istiyor? O, günlük rapor alıyor;
‘kucağımızda!‘. Kendimi dört dörtlük devlete bağlamış oluyorum. Uğur
Mumcu’nun dile getirmek istediği olay biraz da budur: ‘Apo’yu MİT mi
besledi?‘ diye soruyor. İşte biz kendimizi MİT’e böyle beslettirdik.
Güvenliğimizi sağlattırdık, paralarıyla grubumuzu finanse ettirdik, evlerinde en
önemli toplantılarımızı yaptırdık ve o entellektüel gücünü de biraz kullandık.
Bazı ilişkilere öyle uzandık ve zamanında sıyırdık...“73 “Taktik gerçekten
şeytanın bile çok üstündedir. Gidin MİT’e nasıl olduğunu söyleyin, şaşıracaktır.
‘Bizi inandırdı‘ diyecektir, hatta ‘Uyuttu bizi‘. İşte üstünlük burada“74 “Başka
türlü hiçbir Kürtpartisi oluşamaz...Yöntem değiştiriyorum, taktik yaratıcılık
diyorum buna“75 “Çok ilgin devletin iki yanını nasıl kullanıyoruz. Sanırım MİT
bunları duyduğunda hem kahkahadan patlıyor, hem de öfkesinden
boğuluyordur. D... Arkadaş vardı, 1979‘daydı galiba, beni yakaladı.
Anlattıklarına göre MİT başını dövüyor, ‘bu yüzde yüz kucağımızdaydı, biz bunu
nasıl kaçırdık‘ diyormuş.“ 76“Kim kimi yanilttı?... Düşünün, devlete Kürt partisi
kurduruyorum. Uğur Mumcu....dedi. Doğrudur, bu da doğrudur. Biz devrimci
Kürt partisini (yani PKK’yı) nasıl MİT’e dayandırarak kurduysak, Kürt
67
A.Öcalan,Devrimin Dilili ve Eylemi,s.116.
A.Öcalan,Devrimin Dilili ve Eylemi,s.92
69
Öcalan,Devrimin Dilili ve Eylemi,s.111-112
70
Öcalan,Devrimin Dilili ve Eylemi,s.111
71
Öcalan,Devrimin Dilili ve Eylemi,s.114
72
Öcalan,Devrimin Dilili ve Eylemi,s.93
73
A.Ocalan, Devrimin Dili ve Eylemi, s. 97-98
74
A.Ocalan, Devrimin Dili ve Eylemi, s. 115
75
A.Ocalan, Devrimin Dili ve Eylemi, s. 116
76
A.Ocalan, Devrimin Dili ve Eylemi, s. 114
68
44
devletini de (şimdi işte içinde olduğumuz bu Güney’deki devlet) Türk devletine
dayandırara k kuracağız. Yazdı adam, başka çaresi yok. Taktik buraya
getiriyor. Taktiğin üstünlüğü burada.(....)Pilot ne diyordu: ‘Abi sen ne
yapıyorsun?‘. Günün yirmidört saatinde bilgi istiyordu. Ben de hepsini
veriyordum...“77“Ankara’yı böyle 1979‘a kadar oyalamak büyük bir taktikti.
Hem de grubu bütünüyle onların olanaklarına dayandırmak...“78Bunlar
Öcalan’nin kendi ifadeleridir.
Abdullah Öcalan'ın avukatları aracılığı ile basına yaptığı 22 Eylül 1999
tarihli açıklamasıdır. Açıklamada şöyle denilmektedir; ”Atılacak demokratik
adımlara engel olmadığını, aksine bu adımlara güç verdiğini kanıtlamak için bir
PKK grubunun silahları ile birlikte iyi niyet ifadesi olarak Demokratik
Cumhuriyete katılmak ve güç vermek için Türkiye'ye gelmeye çağırıyorum.
PKK'nın atacağı bu adım Barış ve Demokratik Çözüm için sembolik bir adımdır.
Silahlı mücadele kararının sözde kalmadığını kanıtlamak açısından bu adım
oldukça önemlidir”. Silahlarıyla birlikte gelip TC emperyalist devletine teslim
olan ve Paris’deki KUM seçimlerinde sandıklardaki oyları saymadan seçim
listesini çıkaran bu teslimiyetçinin sesi çıkmıyor. Bu doğrudan doğruya
teslimiyete yapılan bir çağrıydı. ”Demokratik Cumhuriyet”e katılma ve güç
verme çağrısı, Türkiye Cumhuriyeti'ne teslim olma ve ona güç verme
çağrısından başka birşey değildir. Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu,
bu çağrıya benzer bir çağrıyı daha geçen hafta, kimi gazete ve tv muhabirleri ile
yaptığı sohbet toplantısında yapmıştı. Kıvrıkoğluna göre, silahlı mücadeleye son
vermek yetmiyordu, PKK'lıların gelip teslim olmaları isteniyordu. Aradan fazla
bir zaman geçmeden, Abdullah Öcalan, Kıvrıkoğlunun talebini yaldızlı laflarla
süsleyerek, yerine getirmek istemektedir. Devletten hiçbir talepte bulunmayan
Öcalan, ”sembolik” çağrılarla teslimiyetin ve tasfiyenin kapılarını açmak
istemektedir. Bu çağrı ile PKK bir yol ayırımına getirdi. PKK, ya Abdullah
Öcalan'a kulak verip silahları ile birlikte teslim olacak veya kendisine yeni bir
rota çizecektir. (23 Eylül 1999 ) Öcalan, “ Bu mücadele, bu yargılama
yaşanacak bir geçmişimin olmadığını kanıtlamıştır. Halkım için de, sınırlı da
olsa özgür kimliğim ile bir yer bulamadım. Ama geleceğin Demokratik Türkiye
Cumhuriyeti içinde bu mücadelenin de katkısıyla özgür birliktelik içinde
yaşamanın hem en doğru yol hem de onur teşkil edeceğine inanıyorum. « başta
"Kürt Kimlikli" ayaklanmalar olmak üzere hukuk sistemini zorlayan oldukça
kapsamlı ve tüm gelişmeleri artık objektif tartışmak "anayasal bir devletin"
hukukunu gözönüne getirmek ve kerhen uygulamakla birlikte evrensel ve
oldukça demokratikleşmiş hukukun temel felsefesine en azından inancını ve ne
kadar sınırlı da olsa bu "davam" üzerine gölgesini düşürmek anlamlı bir
beklenti idi. Bağımsız yargının bir gereğiydi. » TC yargılarının ne kadar
77
A.Ocalan, Devrimin Dili ve Eylemi, s. 118
78
A.Ocalan, Devrimin Dili ve Eylemi, s. 123
45
bağımsız olduklarını Koçgiri, Şeyk Said Efendi, Ararat, Dersim ‘de nasıl idam
edildiklerini göstermiştir.79
A. Öcalan’ın bu teslimiyet politikası onu soydaşları MİT’çilerle aynı
masaya oturturuyordu. Kürdistan sorununun BM Komisyonlarına
getirilmeyişinin TC sömürgeciliğine bağlılığın kökenlerinden ve nedenlerinden
biri budur.
IV.NEDEN GÖRÜŞMELER BM LERİN KOMİSYONLARINDA
GÖRÜŞÜLMÜYOR?
Birleşmiş Milletlerin asıl amacı uluslararası barış ve güvenliği
gerçekleşmektir. Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen insan haklarının ve
temel özgürlüklerin uygulanması için öncelikli bir uluslararası önkoşul olduğuna
kanaat getirilir.80 Başka bir değişle, Birleşmiş Milletler,uluslararası barış ve
güvenliği korur uluslararası uyuşmazlık veya durumların düzeltilmesini ve
çözümlenmesi için barışçı yolları arar. Bunu adalet ve uluslararası hukuk
ilkelerine uygun olarak gerçekleştirmek ister. Uluslar arasında, halkların hak
eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine
kurulmuş dostça ilişkiler geliştiri5r ve dünya barışını güçlendirmek için diğer
uygun önlemleri alır.Fakat BM hiç bir zaman Kürdistan ulusunun kendi kaderini
tayin etme hakkını,BM Anayasının 1.maddesini ve Aralık 1960 1514 nolu
deklarasyonu,bağımlı ve sömürge Kürdistan’a uygulamadı. BM, dahil olmak
üzere Halkların henüz kendi kendilerini tam olarak yönetmediği bölgelerin
yönetilmesinden sorumlu olan ya da bu sorumluluğu yüklenen Birleşmiş
Milletler üyeleri, Kürdistan’da yaşayan halkların çıkarlarını savunmadı.
Kürdistanlılar yerli halkı olduğu halde BM, Yerleşik halklarla ilgili kabul ettiği
kararnameyi Kürdistan özeline uygulamadı. Sözkonusu halkların kültürüne
saygı göstermedi, onların siyasal, ekonomik ve sosyal bakımdan ilerlemelerini
ve eğitim alanında gelişmelerini sağlamayı, onlara hakça davranmayı ve onları
baskılardan korurmaya yanaşimadı. Kürdistani olarak ortaya çıkan pek çok
kuruluş ve örgüt ( Sürgünde Kürdistan Parlamentosu, KNK vs.) zımmi olarak
sömürgeci güçlerle uzlaşlaşma yolunu seçtiler.1989 dan itibaren Paris Kürd
Enstitüsü, Mitterrand’ın poltitikasının peşine takılarak, Kürdlerin statütüsünü
Çingenelerin statüsüne indirgediler.Elikanlı emperyalistlerin uşağı S.G. ingiliz
Lord Russell Johnston ve TC yöneticilerinin katıldığı Konferans’da aynı
statukoyu sürdürdü. Lord Russel’a yazdığım mektupta« Kürdistan 40-45
milyonluk bir ulustur.1916 ‘da ingiliz ve fransız emperyalistlerinin kendi
aralarında bölüştüğü bu sömürge ülkenin halkı çingeneler bir tutulamaz. Biz
çingenelerin haklarına karşı değiliz, ama siz ingilizler kendinizi çingene olarak
kabul ediyorsanız, onlara tanıdığınız aynı haklardan yararlanın, biz değil, biz
79
80
Bakınız Dr Ali KILIÇ, Dr İsmail Beşikçi’ye saygı 1 Aralık 2008.
Halkların Barış Hakkı bidirgesi BM Genel Kurulunun 12 Kasım 1984 tarihli ve 39/41 sayılı Kararıyla onaylanmıştır.
46
kendi özgürlük ve bağımsızlığımızı kendimiz tayin ederiz.»81 diye yazdım.
Apocu sahte diplomatlar emperyalizmin aynı politikasına yattılar. Sorunu BM
getirmek için en ufak bir çaba göstermediler.
Görüşmelerin MİT ile Öcalan arasında değil, BM Komisyonlarında
görüşmelerini sağlamada TC saflarında kaldılar. Oysa, Kürdistan bir
sömürgedir. Birincisi “Sömürge yönetimi Altındaki Ülkelere ve Halklara
Bağımsızlık veerilmesine ilişkim BM Genel Kurul’un 1514(XV) sayılı 14
Aralık 1960 tarihli bildirgesi üilkemizin bağımsızlığını istememiz
uluslararası hukukun uygulanması demektir. Çünkü” Kürdistan sorunu,
sömürgeciliğin tasfiye edilmesi çerçevesindeki bir çözüm ile barışa varmalıdır.
Gerçek barış; ülkeye(toprağa),Kürdistan ulusunun kolektif varlık ve haklarına,
bağımsız siyasal iktidar üçlüsüne bağlı olarak gelişecektir. Sorun ile çözümü bu
çerçeveye oturtulmadıkça; dile getirilecek her “çözüm ve barışın” sahte olacağı
ve hakikatteki çözüm ile barışın gelişi için yeni mücadelelere yol açacağı da sır
değildir.”
Bu konuda, BM Genel KuruluGenel Kurul, Dünya ezilen, sömürge ve
bağımlı uluslarınınn « temel insan haklarına insanın vakar ve değerine,
erkeklerin ve kadınların ve büyük ve küçük (bütün)milletlerin eşit haklarına
olan inançlarını yeniden teyid etmek ve daha geniş hürriyet içinde sosyal
gelişmeyi ve daha iyi hayat standartlarının iyileştirmek için Birleşmiş Milletler
Şartı’da ilan ettikleri kararlılığı akılda tutarak, İstikrar ve refahın ve bütün
halkların eşit haklarına ve kendi kaderini kendi tayin etme hakkına, ve ırk,
cinsiyet, dil veya din ayırımı yapmadan, herkes için insan haklarına ve temel
hürriyetlerine evrensel saygı ve riayet ilkelerine dayalı, barışçı ve dostane
ilişkilerin şartlarını yaratma ihtiyacınının bilincinde olarak, Bütün bağımlı
halkların ihtiras halindeki özgürlük isteğini ve onların bağımsızlıkllarını elde
etmedeki belirleyici rolünü kabul ederek, Bu hakların özgürlüklerinin inkârından
ve ya onların önündeki engellerden, gittikçe artan ihtilafların ortaya çıktığını
bunun dünya barışı için ciddi bir tehlike teşkil ettiğinin farkında olarak,
Birleşmiş Milleterin Vesayet altındaki ve özgür olmayan ülkelerde bağmsızlık
hareketini,kolaylaştırmadaki önemi rolünü göz önünde tutarak, Dünya halkları
nın ateşli bir şekilde bütün tezahürleriyle sömürgeciliğin sona ermesini arzu
ettiğini kabul ederek,sömürgeciliğin devam etmesinin milletlerarasõ ekonomik
işbirliğinin gelişmesini önlediğine, bağõmlõ halklarõn sosyal, kültürel ve
ekonomik gelişmesini engellediğine ve Birleşmiş Milletler’in evrensel barış
idealine aykırı olduğuna kani olarak, Halkların doğal zenginliklerini ve
kaynaklarını, karşılıklı yararlanma ilkesi ve uluslararası hukuka istinat eden
81
CRSK,Dr Ali KILIC, Lettre ouverte-I á Monsieur Lord Russell-Johnston Président de l’Assemblée parlementaire du
Conseil de l’Europe, Paris le 20-07-2006,www.pen-kurd.org
47
uluslararasekonomik işbirliğinden doğan herhangi bir yükümlülüklerine halel
gelmeksizin, serbest bir şekilde kendi amaçları için tasarruf edebileceklerini
teyit ederek, Kurtuluş sürecinin karşı konulmaz olduğuna ve ciddî buhranlardan
sakınmak için sömürgeciliğe ve onunla bağlantılı bütün ayırma ve ayırımyapma
uygulamalarına son verilmesi gerektiğine inanarak, son yıllarda çok sayıda
bağımlı ülkenin özgürlük ve ve bağımsızlığına kavuşmalarını alkışlayarak ve
bağımsızlığı henüz kazanmamõş olan bu ülkelerde gittikçe artan güçlü istemi ve
yönelimini kabul ederek; Bütün halkların devredilmez tam özgürlük ve
bağımsızlık , egemenliklerini kullanma, ve ulusal ülkelerinin bütünlüğü hakkına
sahip olduklarına kani olarak, sömürgeciliği bütün şekil ve tezahürleriyle çabuk
ve şartsız olarak sona erdirme zaruretini resmen ilân eder.82 Ve bu amaçla;
Aşağıdaki hususlanrı beyan eder;
1. Halkların yabancı tahakkümüne, hakimiyetine ve sömürüsüne tabi kılınması
temel hakların inkârıdır. Birleşmiş Milletler Şartı’na aykırıdırr ve dünya barış ve
işbirliği için bir engeldir.
2. Bütün halkların kendi kaderini kendilerinin tayin etme hakkı vardır; o hakka
binaen serbest bir şekilde siyasî statülerini tespit ederler ve ekonomik, sosyal ve
kültürel gelişmelerini serbestçe takip ederler.
3. Siyasî ekonomik, sosyal veya eğitsel hazırlığın yetersiz olması hiçbir surette
bağımsızlığı geciktirmenin bir mazereti olmamalıdır.
4. Bağımlı milletlerin tam bağımsızlık haklarını barışçı bir şekilde ve serbestçe
kullanmalarına imkân vermek için, onların aleyhine yöneltilmiş olan bütün
silahlı hareketler veya her çeşit baskıcı tedbirler sona erecektir; ve ulusal
ülkelerin bütünlüğüne saygı gösterilecektir.
5. Sömürgeci baskı altında ve özgür olmayan Ülkelerde veya bağımsızlıklarını
henüz elde edememiş olan diğer bütün ülkelerde tam bağımsızlık ve özgürlük
haklarını kullanmalarına imkân vermek için, onların serbestçe açıklanmış irade
ve arzularına uygun şekilde herhangi bir ırk, din ve ya renk ayırımı yapmadan
bütün yetkilerin bu ülkelerin halklarõna şartsız ve kayıtsız bir şekilde devri için
acil tedbirler alınacaktır.
6. Bir ülkenin millî birliğinin ve ülke bütünlüğünün kısmen veya tamamen
bozulmasını amaçlayan herhangi bir teşebbüs Birleşmiş Milletler Şartı’nõn amaç
ve ilkeleri ile bağdaşmaz.
7. Bütün Devletler, Birleşmiş Milletler Şartõ’na, İnsan Hakları Evrensel
Bildirisi’ne ve bu Bildiri hükümlerine, bütün Devletlerin eşitliğine ve iç işlerine
karışmama ve bütün halkların egemen haklarına ve ülke bütünlüğüne saygı
esasına göre sadakatle harfiyen riayet edeceklerdir.83
BU sözleşmenin 1 bölümü halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkına
ilişkindir. Birinci maddeye göre; Halkların kendi kaderlerini tayin hakkı
82
BM Enformasyon Merkezi UNIC-Ankara UNIC Turkey 2 Ankara, 12.03.2002
83
Sömürge yönetimi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık veerilmesine ilişkim BM Genel Kurul’un 1514(XV) sayılı
14 Aralık 1960 tarihli bildirgesi
48
1. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla
halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve
siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.
2. Bütün halklar uluslararası hukuka ve karşılıklı menfaat ilkesine dayanan
uluslararası ekonomik işbirliği yükümlülüklerine zarar vermemek koşuluyla,
doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta
bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiç bir koşulda yoksun
bırakılamaz.
3. Kendini Yönetemeyen ve Vesayet altındaki Ülkelerden sorumlu olan
Devletler de dahil bu Sözleşmeye Taraf bütün Devletler, kendi kaderini tayin
hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının
hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir.
Sözleşmeninim ikinci maddesi, Sözleşmenin iç hukukta uygulanması ve
ayrımcılık yasağına ilişkindir.
1. Bu Sözleşmeye Taraf her Devlet, gerek kendi başına ve gerekse uluslararası
alanda özellikle ekonomik ve teknik yardım ve işbirliği vasıtasıyla bu
Sözleşmede tanınan hakları mevcut kaynakları ölçüsünde giderek artan bir
şekilde tam olarak gerçekleştirmek için, özellikle yasal tedbirlerin alınması da
dahil, gerekli her türlü tedbiri almayı taahhüt eder.
2. Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, bu Sözleşmede beyan edilen hakların ırk,
renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya diğer bir fikir, ulusal veya toplumsal köken,
mülkiyet, doğum gibi her hangi bir statüye göre ayrımcılık yapılmaksızın
kullanılmasını güvence altına almayı taahhüt ederler.
3. Gelişmekte olan ülkeler, insan haklarını ve ulusal ekonomik durumlarını
dikkate alarak, bu Sözleşmede tanınan ekonomik hakları vatandaş olmayan
kişilere hangi ölçüde tanıyacaklarına karar verebilirler.»
Barışı koruma faaliyetleri, BM’nin uluslararası barış ve güvenliği tehdit
eden uyuşmazlıkların çözümüne yönelik çabalarının büyük çoğunluğunu
oluşturuyor.84
17 Haziran 1992’de Güvenlik Konseyi’ne sunulan bu rapor, uluslararası
barışın sağlanmasını dört ana kavram çerçevesinde ele almıştır. Bunlar sırasıyla
“çatışma önleyici diplomasi”, “barışı oluşturma”, “barışı koruma” ve “çatışma
sonrası barışı inşa etme” kavramlarıdır. Bu kavramlardan ilk üçü, daha önce
kullanılan ancak Genel Sekreterce yeniden tanımlanmış kavramlardır. Örneğin,
“çatışma önleyici diplomasi” kavramı eski Genel Sekreterlerden Dag
Hammarskjöld tarafından geliştirilmiştir.85
84
WHITE, N. D., The United Nations and the Maintenance of International Peace and Security,
Manchester University Press, Manchester, 1990, s.166.
85
CLAUDE, I., Swords Into Plowshares, Random House, New York, 1964, s.286.
49
Raporun “Tanımlar” başlığını taşıyan II’nci Bölümünde “önleyici
diplomasi”, “barış yapma” kavramları klasik biçimde ve BM Anayasası’nda yer
aldığı biçimde tanımlanırken, “barışı koruma (peacekeeping)” kavramı şöyle
tanımlanmıştır: “Barışı koruma hem çatışmaları önleme, hem de barışı inşa etme
imkânlarına açılım sağlayan bir tekniktir.”86
Birleşmiş Milletler’in ana kuruluş amaçlarından biri uluslararası barışın
sağlanmasıdır. Son yıllarda edinilen deneyimler Birleşmiş Milletler'in daha önce
olmadığı kadar yoğun bir şekilde barışın inşasına –yani barış ortamını
güçlendirecek ve pekiştirecek altyapıyı oluşturma çabalarına odaklanmasına
neden olmuştur. Edinilen tecrübe, kalıcı barışın ancak sosyal adaleti, insan
haklarına saygıyı, iyi yönetim ve demokratik süreç ile ülkelerin ekonomik olarak
kalkınmalarına yardımcı olarak elde edilebileceğini göstermektedir. Hiçbir
kurum söz konusu amaca ulaşılması için gerekli olan uluslararası
deneyim,ehliyet, eşgüdüm sağlama yeteneği ve tarafsız tutuma Birleşmiş
Milletler’den daha fazla sahip değildir. BM lerin Amacı, uluslararası barıs ve
güvenligi korumak olan BM, uluslararası barıs ve güvenligin korunmasında,
öncelikle sorunun giderilmesi için barısçı çözüm yollarına basvurmaktadır.
Durum böyle iken Kürdistan’da otuz yıllık silahlı mücadele niçin BM leri
ilgilendirmiyor ?
Ancak, BM’nin faaliyetleri barışı korumak ve ihtilaflara çözüm bulmak
ile sınırlı değil. BM ve bağlı kuruluşları, çoğu kez pek fark edilmese de,
yeryüzünde insanların yaşam kalitesini artırmak amacıyla pek çok alanda
kapsamlı çalışmalar gerçekleştirdiği halde Kürdistan’da soykırımlara göz
yummuştur.
BM, Dünya’nın dört bir yanında demokratik kuruluşları devlet kurarken
Kürdistan sorunun adil bir barışla çözüme bağlanması konusunda sağır ve dilsiz
kalmaya devam etmiştir. Pratikte, BM, Ateşkes ve çatışan güçlerin
birbirlerinden ayrılması: Dar kapsamlı bir harekât dahi taraflara nefes alma
zamanı tanıyacağından görüşmelerin başlatılması için bir fırsat sağlarken
Kürdistan’da sekiz kez ilan edilmiş terk taraflı ateş kese karşı sessiz kalmıştır..
Kapsamlı barış anlaşmalarının uygulanmasını Kürdistan’da
kasten
uygulamamıştır.
BM, Uyusmazlıkların barısçı yollarla çözülmesine iliskin düzenlemeler,
Antlasma’nın VI. Bölümünde "Uyusmazlıkların Barısçı Yollarla Çözülmesi"
baslıgı altında ele alınmaktadır.6 VI. Bölümdeki hükümler Antlasma’nın 33. ve
39. maddelerini kapsamaktadır. Uyusmazlıkların barısçı yollardan çözülmesinde
86
BOUTROS-GHALI, B., An Agenda for Peace, United Nations, NewYork, 1992, s.11.
50
Güvenlik Konseyi ön plana çıkmaktadır. 33. maddenin birinci fıkrası,
uluslararası barıs ve güvenligi tehlikeye düsürecek nitelikte bir uyusmazlıga
taraf olanların her seyden önce görüsme, sorusturma, arabuluculuk, uzlasma,
hakemlik ve hukuki çözüm yolları ile, bölgesel örgütler ya da antlasmalarla veya
kendi seçecekleri baska yollarla bu uyusmazlıgı gidermelerini öngördüğü halde,
BM, üyelerine uyusmazlıklarını kendi seçecekleri yöntemlerle çözmeleri
sorumluluğunu yüklememiştir.
Görüsme
MİT ile Öcalan görüşmesi Kürdistan sorununu TC nin iç sorununa
indirdediğinden, bu görüşmelerin uluslararası hukuk güvencesi yoktur. TC
devlet politikası bir inkâr ve imha politikasıdır. Halkların jeneosidi üzerine
kurulmuştur. Bu açıdan devlet olarak MİT ile Öcalan arasındaki görüşmeleri
bile kabul etemmektedir. MİT ile Öcalan arasındaki çağrı MİT’in çağrısıdır. TC
sömürgeciliğinin psyholojik savaş politikasının ülke düzleminde BDP
milletvekillerini ed kullanarak uygulanmasıdır. Oysa. Barış Görüşmeleri, BM
lerde ,Uluslararası iliskilerde uyusmazlıkların çözülmesinde en sık basvurulan
yöntemdir. Taraflar dogrudan bir araya gelerek her türlü diplomatik girisimlerde
bulunurlar ve uyusmazlıgın bitirilmesi için çözüm ararlar. Görüsmelerde
karsılasılan ilk sorun, görüsmelerin nerede yapılacagıdır. Görüşmeler için en
uygun yer genellikle tarafsız bir ülke olmaktadır. Görüsmelerde, tarafların
uzlasabilecegi konuların öncelikle ele alınması çözüme ulasılmasını
kolaylastırabilir
Sorusturma
TC sömürgeciliğ. Savaş ve jenosid suçlarını işlemiş bir ülkedir. Bu suçlar, BM
anayasına aykırı suçlardır. Buna rağmen BM Güvenlik Konseyine bağlı
,Uluslararası Ceza Mahkemesi insancıl hukuk kapsamındaki kimi suçları
kovuşturan ve 20. yüzyılın sonlarında kurulup 21. yüzyılda uluslararası insancıl
hukukun egemenliğine katkı yapan ilk uluslar-üstü hukuksal bir mekanizma
olduğunu kabul edenler var. Bu haliyle insanlığa karşı işlenen en ağır suçların
faillerinin cezasız bırakılmaması yönünde büyük bir adımı temsil eden ve
kuruluşundan bu yana 106 ülkenin yargı yetkisini tanıdığı Mahkeme, henüz
Ermeniler, Grekler, Assyro Keldaniler özellikle Koçgiri, Zilan Dersim jenosid
suçları ve savaş şuclarını işleyen devletleri yargılama
konusunda da
yetersizliği,pratiksizliği ortadadır. Çağrı metninde bu olguyu gözlemliyoruz. BM
Güvenlik Konseyi tarafından Kontrol edildiği için bu Mahkeme bağımsız bir
mahkeme değildir. Jenosid ve savaş suçlarını yargılama da 2002 tarihinden
önceki işlenmiş savaş ve jenosid suçlarını yargılamaması bu mahkemenin
hukuksal procedürlerindeki anti demokratik niteliğini ortaya koyuyor. Bu
aksaklık ve çelişkiler Mahkemenin evrensel hukuk normlarına aykırı olduğunu
51
dile getiriyor. Mahkemenin insan hakları hukuku açısından da yeni bir döneme
işaret ettiğini söylemek mümkün değildir.
Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisine giren jenosid suçları ,
insanlığa karşı suçlar ile savaş suçlarının yeryüzünde işlenmiş en ciddi suçlar
olduğu olduğu halde, yargılama usulu kanununa getirdiği şartlar suçlu
devletlerin, sömürgecilerin ellerini kollayarak serbest dolaşmalarına Mahkeme
izin vermektedir. Bu yanıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi ciddi uluslaraarsı
bağımsız hukuk kuruluşu değildir. Başka bir değişle, Mahkeme Uluslararası
Ceza Hukuku ve İnsan Hakları Hukukuna
dinamik bir katkıda
bulunmamamaktadır. Örneğin Türkiye, Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni kuran
Roma Statüsü'nü imzalamadığı için, Dersim Koçgiri savaş jenosid suçlarını
işlemiş TC ye karşı bu mahkemede dava açmak mümkün değildir. Bu açıdan
Uluslararası Ceza Mahkemesi, insanlığa karşı işlenen en ağır suçların
kovuşturulduğu, ilk kalıcı ve bağımsız uluslararası mahkeme olduğunu ileri
sürmek inandırıcı değildir. Yargı alanına giren, soykırım, savaş suçları, insanlığa
karşı suçlar ve saldırı suçlarından dolayı şahısları, üst düzey devlet yetkilisi ya
da asker olmalarına bakmaksızın, yargılayabildiği bir gerçek olduğu halde,
suçları,suçluları yargılamaya zaman sınırını koyduğu ve yargılama yetisinin BM
Milletler Konseyine bir devlet tarafından getirilmiş olma şartına bağlı kıldığı
için bu durum uluslararası Hukukun bağımsızlık ilkesine aykırı evrensel hukuk
normlarıyla çelişmektedir. Jenosid suçlarını işlemiş devletleri,temsilcilerini
yargılamak gerekir. Bu gerçekleşmezse, daha önce kurulan Mahkemelerin
sonucunun "ütopya"nın gerçeğe dönüşmesine87 olanak vermiyecektir. Çağrının
birinci çelişkisi bu noktada kaynaklanıyor.
Sorunun “BM, İnsan Hakları Komitesine de taşın »masına gelince, 26
Ağustos 1998 Dersim Jenosid suçlularının yargılanması için BM yaptığımız
başvuru, İnsan Hakları Azınlıklar Komisyonuna havale edildi. O Zaman BM
Milletler nezdinde Güvenlik Konseyi denetiminde Jenosid ve Savaş Suçlarını
yargılayan bir Mahkeme yoktu. Uluslararası Adalet Divanına davayı götürmek
te BM Milletler Güvenlik Konseyine endexliydi. Aynı yıl Birleşmiş Milletlerin
ev sahipliğinde gerçekleştirilen, Uluslararası Ceza Mahkemesi Kurulmasına
Dair Tam Yetkili Temsilciler Diplomatik Konferansı'nda kabul edilen
Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü, Birleşmiş Milletlerin kurulmasından bu
yana, en yenilikçi ve heyecan verici gelişmelerden birisi olarak nitelenmiş88
olsa bile ve dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından, "... gelecek
kuşaklara hediye edilen bir umut ve evrensel insan hakları ile hukukun
87
Victims' Guide To The International Criminal Court; Pierre Hazan; Reporters Without Borders- Damocles Network; 2003;
syf:7
88
2Uluslararası Ceza Mahkemesine Giriş; William Schabas; Çev. Gülay Arslan; Uluslararası Af Örgütü; 2008; syf:20
52
üstünlüğüne doğru atılan dev bir adım" olarak tanımlanmıştır89 yargısı Jenoside
maruz kalmış halkların davalarının görülmesine
mutlak bir yanıt
vermemektedir. Bu açıdan TC sömürgeciliğnin, savaş ve jenosid suçlarından
yargılanma girişimi olmamıştır. Bu nedenle,uyuşmazlıkların nedeninin dogru
degerlendirilmesini sağlamaya yönelik çabaların çözümünü MİT ile Öcalan
arasına kilitleme son derece sakat bir yötem ve girişimdir. MİT ve Öcalan
yötemleri dar anlamda sorusturma, bir çözüm saglamaktan daha çok çözüm
bulmaya yönelik bir çaba olmaktan uzaktır. Biz bu görüşmeleri yanlış
çürük,Kuzey Kürdistan’a barış getireceğine inanamıyoruz. MİT ile Öcalan
görüşmelerine HAYIR. Bunun yerine 1907 La Haye Sözlesmesi çeçevesinde
yeni bir sistem oluşturma Sözlesmede, sorusturma komisyonlarının, BM lerde
kurulmasını ve uyusmazlıga taraf olan devletlerin aralarında yapacakları özel
bir anlasma ile kurulacağı, ele alınacak konuların, komisyonun kuruluş şekli ve
yetkilerinin de bu anlaşmada belirlenecegi ifade edilebileceğine kanaat
getiriyoruz.
Arabulma
ABD ve AB MİT ile Öcalan arasınadki görüşmeleri olumlu görürken, Genel
Kurmay sitesinde yayınlanan uluslararası planda ulusal kurtuluş hareketlerine
karşı verdikleri mücadeleye MİT ile Öcalan arasındaki mücadele denk düştüğü
için TC sömürgecliği lehine bir destek vermektedirler. Kürdistan Ulusal
sorununun çözümü lehinde arabuluculuk yapmak niyetinde değidir. Bu açıdam
Obama’ın İsrail’e ziyareti ilginç bir gelişmedir. Bu açıdan MİT ile Öcalan
görüşmeleri,uyuşmazlıklarda görüş ayrılıklarını azaltmak ve çözüm saglamak
için üçüncü tarafların devreye sokma girişiminden uzaktır. Zira, devletlere arası
arabuluculuk sadece uyuşmazlığın taraflarını bir araya getirip görüsmelerini
sağlamakla yetinmek değil, fakat aynı zamanda taraflar arasındaki Kürdistan
sorununun görüsmeler yoluyla sadece Kuzey Kürdistan’daki ulusal sorunu
çözmekle uzlaşma sağlamakla sınırlı kalmayıp,ezilen halkların ve azınlıkların
sorunlarını da çözmeye çalışmaktır. Bu konda MİT ile Öcalan değil, Devletler v
arabulucu olabilirler.. Arabulucu ile çözüm arama BM tarafından oldukça fazla
kullanılan bir yöntemdir
Uzlaştırma
Taraflara aralarındaki uyuşmazlığı çözmeleri için izlemeleri gereken yol veya
doğrudan uyuşmazlıgın çözümü konusunda belirli bir görüş bildirilmektedir.
Uyuşmazlıga taraf olanların, ortaklaşa seçtikleri üyelerden oluşan komisyonlar
aracılıgı ile barışın sağlanması çabalarıdır. Bu yöntemde komisyon üyeleri
taraflara uyuşmazlıklarını gidermeleri için önerilerde bulunurlar. Genellikle
89
Journalist's guide to the International Criminal Court ; Mike Crawley ; Institute for Media, Policy and Civil Society;2002;
syf:1
53
Birleşmiş Milletler
bünyesinde olusturulan uzlastırma komisyonları,
görünümleri itibariyle arabulucudan daha fazla bir ağırlığa sahiptirler. Sürecin
işleyişi daha resmi bir görünüm taşır. Görüsmeler komisyon tarafından
belirlenen takvime göre yapılır. Sonuçta taraflara çözüm için sunulan önerilerin
baglayıcılıgı BM ler sözleşme ve yalarına göre böyle bir yol izlemelir.
Biz görüşmelerin BM’lerin “Uluslar arasında, halkların hak eşitliği ve kendi
geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça
ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için diğer uygun önlemler »
almaya ilişkin ilkesine, uygun olarak yürütülmesinden yanayız. Zira bu «
Sömürge yönetimi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık veerilmesine
ilişkim BM Genel Kurul’un 1514(XV) sayılı 14 Aralık 1960 tarihli bildirgesine»
uygun düşen bir tutumdur.Başka bir değişle bu görüşmeler BM lerin
“Halkların eşit hakları ve self-determinasyonu ilkesinin çağdaş milletlerarası
hukuka önemli bir katkıda bulunduğuna ve bunun etkin şekilde uygulanmasının
Devletler arasında egemen eşitlik ilkesine saygı esasına dayalı dostane
ilişkilerin geliştirilmesi için büyük önemi »90 olan bu ilkesine göre ele alınması
90
Devletler Arasında Birleşmiş Milletler Şart'na Uygun Şekilde Dostane Münasebetler Kurma ve İşbirği Yapmaya Dair Milletleraras Hukuk
İlkeleri Hakkında Bildiri (2625(XXV) say 24 Ekim 1970 tarihli Genel Kurul kararyla kabul edilmiştir)
54
temel görevlerden biridir. MİT ile Öcalan bu görüşmeler Birleşmiş Milletler
Yerleşik Halklar Hakları Sözleşmesinin 3 maddesine tamamen aykırı
buluyoruz. Çünkü bu sözleşmeye göre « Yerleşik halklar kendi geleceklerini
kendileri belirleme hakkına sahiptir. Bu hakkın tabiatı dolayısıyla kendi siyasi
statülerini belirleme ve ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınma için izlenecek
yolu özgürce seçme hakkına sahiptirler.»91
Bu açıdan Kürdistan Ulusunun BM Genel Kurul’un 1514(XV) sayılı 14
Aralık 1960 tarihli bildirgesi gereğine TC sömürgeciliğine son verme hakkı
vardır. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla
halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve
siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler. Bütün halklar uluslararası hukuka
ve karşılıklı menfaat ilkesine dayanan uluslararası ekonomik işbirliği
yükümlülüklerine zarar vermemek koşuluyla, doğal kaynakları ve zenginlikleri
üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu
maddi kaynaklardan hiç bir koşulda yoksun bırakılamaz. Hele hele TC
sömürgeciliği ve Öcalan bunun önüne geçemez. Dağların en katı soğuğunda
Tcsömürhecilerine karşı Kürdistan’ın Özgürlük ve Bağımsızlık savaşçıları, bir
gün gelecek verdikleri silahlı mücadeleye,bağımsızlık mücadelesine ihanet
edenleri yar4gılıyacaklar. Buna inanacım sonsuzdur.
Biz Dersim Koçgiri Parlamentosu bildirgesinin başlangıcında Barış,İnsan
Hakları, Ulusların kendi geleceklerini tayin etme hakkının temelinde evrensel
boyutta ele aldık. hiç bir ulusa imtiyaz, her ezilen bütün uluslaraa,ezilen
halklara tam hak eşitliği ve tam özgürlük ve bağımsızlık hakkını istiyor ve bunu
tanıyoruz. Böyle bir sistemin kurulmasının birinci şartı TC sömürgeci sistemine
son vermek özgür ve bağımsız Kürdistan’ı kurmaktır.
Kuracağımız sistemimizin temelinde insan hakları evrensel bildirgesinin
değerleri vardır. Kuzey Kürdistan yaşayan bütün ezilen uluslara ve halklar
bundan eksisiz yararalanacaklar. Bunu cesaretle haykırıyoruz.
Bütün insanlar hür ve eşit doğarlar. Akıl ve vicdan sahibidirler;
birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar. Herkes ırk, renk, cins, din, siyasal
ya da başka herhangi bir ayrılık gözetmeksizin, bildiride yazılı bütün haklardan
ve özgürlüklerden yararlanma hakkına sahiptir. Yaşamak, özgürlük ve can
güvenliği herkesin hakkıdır. Hiç kimseye işkence, zulüm, onur kırıcı ceza ya da
işlem uygulanamaz.Yasalar önünde herkes eşittir. Hiç kimse yasalara aykırı
olarak tutuklanamaz, alıkonulamaz, sürülemez. Herkes davasının bağımsız bir
mahkemede görülmesi hakkına sahiptir. Herkesin özel hayatı, ailesi, konutu ve
haberleşmesi yasayla korunmalıdır. Evlilik çağına gelen her erkek ve kadın,
91
Genel Kurul’un 61/295 Sayılı Kararı: Birleşmiş Milletler Yerleşik Halklar Hakları Bildirisi
55
hiçbir ırk, renk, din şartına bağlı olmaksızın evlenme ve aile kurma hakkına
sahiptir; aile, toplumun temel öğesidir. Toplum ve devlet tarafından korunma
hakkına sahiptir. Herkes mal ve mülk edinme hakkına sahiptir. Herkesin
düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğü vardır. Herkesin çalışma, işini özgürce
seçme ve işsizlikten kurtulma hakkı vardır. Herkesin eğitim hakkı vardır, ilk
eğitim parasızdır. Kölelik ve kulluk yasaktır. Herkes nerede olursa olsun
yasalar çerçevesinde korunur. Bütün insanlar Anayasaya uygun olarak yargı
organına başvurma hakkına sahiptir. Bir suç işlemekten sanık olan herkese,
savunması için gerekli bütün haklar sağlanmaktadır. Herkes dilediği devletin
ülkesinde gezebilir, dilediği an terk edebilir veya ülkesine geri dönebilir.
Herkes işkence karşısında yabancı bir ülkeye kaçabilir. Kaçtığı ülkede kendisine
“Sığınmış İnsan” muamelesi yapılmalıdır. Her insan bir vatandaşlığa sahiptir.
Her insanın düşünce, inanç ve din özgürlüğü vardır. Hiç kimse düşünce ve
sözlerinden dolayı sorumlu tutulamaz. Herkes toplanma ve dernek kurma
hakkına sahiptir. Hiç kimse bir derneğe girmek için zorlanamaz. Herkes
doğrudan doğruya veya özgürce seçtiği temsilcilerle ülke yönetimine katılır.
Kişinin sosyal güvenliğe kavuşturulması, uluslar arası işbirliği ya da devletin
kaynaklarına uygun olarak gerçekleştirilir.Herkes dinleme, eğlenme, çalıştıktan
sonra ücretli tatil yapma hakkına sahiptir. Herkes güzel sanatların her dalında
çalışmak ve bu çalışmalara katılmak hakkına sahiptir. Bütün insanlar bu
bildiride yazılı hak ve özgürlüklerin uygulanmasını sağlayacak bir sosyal düzeni
hak etmiştir.
İkincisi, çağımızda Kürdistan ve bölge halklarının geleceğini karartanlara,
Kürd ulusunun ve diğer ezilen ululslar kendi geleceklerini tayin etme ve onları
özgürlüklerini TC emperyalist hegemonyacı.ilhakçı politikalarına bağlamak
isteyenleri cesurca dünya kamu oyununa duyuracağız. Halkımıza gerçekleri
anlatma da cesurca davranacağız. Bugünkü yazısında, değerli dostum bir
yazar92 Berthold Brecht’den bahsetti. Yazımı çağımızın sorunları karşısında
Alman Faşizmine ve Nazizme karşı savaşan ve yazarlığın etik değerler
ilkelerini yaşamıyla birleştiren, dönüştüren her türlü övgüye lâyık Berthold
Brecht söylemleriyle sonuçlandırmak istiyorum.
Brecht’e göre« Yazar; hakikati yazmada diyalektik yöntemi ve düşünme
biçimini iki başlı bir silah gibi kullanabilir. Yazar konuları bütün ayrıntılarıyla
yazma yürekliliğini göstermelidir. Bütün kötülüklerin, insanı insandan
uzaklaştıran, halkları birbirine kırdırtan, halklar arasına kin ve düşmanlık
sokan, savaş kışkırtıcılığı yapan şeyin kapitalizm ve emperyalizmin doğasından
ortaya çıktığını açık, açık yazmalıdır.
92
DAS PALAVER DER PKK, Von Robin Fermann, 29.03.2013
56
[....]Hakikati bilmek, kimlere yararsa, kimler yararlanabilirlerse, hakikaten işte
onlara ulaştırmanın yollarını aramalıdır. Hakikat, ulaştırdığımız kişilerin elinde
bir silaha dönüşebilmeli. Bunu sağlayabilmeliyiz. [....]Hakikate ilişkin bilgilerin
edinilmesi, yazarlar ve okurlar açısından ortak bir süreçte gerçekleşebilir.
[....]Yazar; hangi hakikatın söylenmeye değer olduğunu bulup, ortaya çıkarmak
zorundadır. Bu sanıldığı kadar kolay değildir, güç bir iştir. Hakikat sonuçları
dolayısıyla dile getirilmelidir. Çünkü hakikatten çıkarılacak sonuçlar, tutumları
belirlerler. Yazar hakikati yazmak zorunda. Hakikati ört-bas etmeye
ça1ışmamalı, onu gizlememeli ve hakikate uymayan hiç bir şey yazmamalı.
[....]Hakikati bulmak, daha yalın yöntemlerle olasıdır. Araştırmak isteyen
kişinin bir yöntemi olmalı; ama yöntem olmadan da hakikat bulunabilir.
Yalnızca basit sıradan olguları kaleme alanlar, dünyamızın sorunlarını
kullanamazlar, onlardan yararlanamazlar.
Oysa hakikati yansıtmanın amacı salt budur.
Yazar; baskı, zulme, sömürüye karşı, ezilen yığınların yanında yer almak
istiyorsa, hakikati onlara ulaştırmadaki tüm zorluklara katlanmak zorundadır.
[....]Hangi alanda olursa olsun, düşüncenin teşvik edilmesi, hep ezilenlerin
yararınadır. Bu çok gereklidir. Çünkü sömürü düzenine hizmet eden yönetimler
hep düşünmeyi aşağılar, horlar, yok sayar.
[....]Doğru düşünmeyi öğretebilmek, her şeyi ve her olayı geçici değişebilir
yanıyla kurcalayan düşünme tarzının insanlara aşılanabilmesidir.
[.....]Geçici olanı araştıran bir düşünce tarzı ezilenleri yüreklendirmek için
çok iyi bir araçtır. Her şeyin ve her durumun kendi iç çelişkisini içinde taşıdığı
ve çelişkinin giderek büyüdüğü gerçekliği, güçlülere karşı bir koz o1arak
kullanılmalıdır.
[....]İzleyenler, izledikleri için kötüdürler; onlar ise, iyi oldukları için
izleniyorlardır. Ama bu iyilik ayaklar altına alınmıştır...İyilerin iyi oldukları için
değil de, güçsüz oldukları için yenildiklerini söylemeye yürek ister.
[....]Yazar; her alanda çalışanların, ezilenlerin hakkını savunmalı, bunu
yüreklice yapmalıdır. Bazen, hakim sınıflar, kitleleri sömürmek için çeşitli
manevralara başvurabilirler. Ezilenleri daha da ezer, sömürür, onları aç sefil,
işsiz bırakır, haksız savaşların kurbanı yapabilirler. Ama yazar bütün bu
haksızlıklara karşı çıkmalıdır. Yüreklilik göstermelidir.
Yazar; faşizmin açlık, sefalet, sömürü, zulüm düzeninin en büyük yıkım ve
savaşların nedeni olduğunu dile getirebilmelidir. Zira faşizm, kapitalizmin
ulaştığı bir aşamadır. Tekelci sermayenin diktatörlüğü olarak faşizm,
emperyalizm olgusundan bağımsız değildir.
[....]Kapitalizmin en saldırgan, en açık, en baskıcı, en yalancı, biçimi olan
faşizme karşı mücadele vermek, ancak kapitalizmle mücadele etmekle
gerçekleşir.”93
93
B.Brecht,
57
Ezilen yığınların dikkatlerini onların kendi öz koşullarına çevirmek,
onlarda mücadele bilinci geliştirmek, yazarın aktarmasının temel noktalarından
biridir. Yazar, araştırmacı, basın emekçisi olarak bu ilkeleri yerine
getirdiğimizde hakikati yazmadaki beş güçlüğü yenmiş olacağız. Aristo “Bilim,
iyi zamanlarda servet, kötü zamanlarda bir sığınak ve iyi bir yol
göstericidir.”der. Naziler, kitapları yakmaya başlarlar. Buna rağmen dünya da
kitap yakılan ülkeler sıralamasında Osmanlı ve ardındaki TC. baştadır. Naziler,
Yahudileri, Romanları yakma örneklerini bizzat Enver paşa gibi, Kemalistlerin
pratik ve tecrübelerinden esinlenerek uygulamaya koyarlar. Bugün de TC’de
yasaklanan yazarlar, yasaklanan kitaplar yakılmaya aday “ulusal düşmanlar”
olarak görülmekteler. Fanatikleştirdikleri linç kitlelerine Sivas’ta “yakın” emrini
verenler yeni emirler vermek için uygun zamanı kollamaktadırlar94
Bu edenlerden ötürü MİT ile Öcalan arasındaki görüşme çağrısına
HAYIR diyorum. MİT ile Öcalan Kürdistan sorununu çarpıtmadan ellerini
çeksinler.
Bunu
Kürdistan
halkına,aydınlarına,yazarlarına,
dünya
halkarına,yazarlarına, bilim adamlarına cesurca ve onurla duyuyorum.
Birinci Bölümün sonu.
Dr Ali KILIÇ Paris 29 Mart 2013
94
Seve Evin Çiçek, B.Brecht üzerine
58
Download