KÜRDİSTAN BİLİMSEL ARAŞTIRMA MERKEZİ MİT İLE ÖCALAN ARASINDAKİ GÖRÜŞME ÇAĞRISINA HAYIR! çizgi Dr Ali KILIÇ NİÇİN GÖRÜŞMELER MİT İLE ÖCALAN ARASINDA GEÇİYOR ? NEDEN KUZEY KÜRDİSTAN SORUNU BİRLEŞMİŞ MİLLETLERİN KOMMİSYONLARINDA GÖRÜŞÜLMÜYOR? Dr Ali KILIÇ, Paris 29 Mart 2013 Dünya Barış Konseyi’nin kurucu başkanı Frederic Joliot-Curie "Barış herkesin işidir" diyordu. Gerçekten, Dünya Barış Konseyi kurulduğu 1949 yılından bu yana barış, silahsızlanma küresel güvenlik, ulusal bağımsızlık, ekonomik ve sosyal adelet ve gelişim, çevrenin korunması, insan hakları, bağımsızlık mücadelesi veren halklarla dayanışma için emperyalizme sömürgeciliğe ve yeni sömürgecilere karşı verilen mücadeleleri destekledi.Libya ‘ya İngiltere,Fransa, ABD, NATO ,Avrupa Birliği,Arab Biriliği Türkiye’nin desteği ile yaptığı emperyalist saldırganlığı mahkum etti.1Ama, Dünya Barış Konseyi Kürdistan özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini desteklemedi. Niçin? Buna 1 Conseil Mondial de la Paix,23032011 1 pasifistlerin kendileri yanıt versinler. Burada sorulacak soru, Abdullah Öcalan ile MİT arasında ortaklaşa hazırladıkları ortak bildiri bir barış çağrısı mı ? Bu çağrı Kürdistan Ulusal sorununa çözüm getirebilecek mi ? Yoksa. MİT ile Öcalan arasındaki bu görüşmelerin çağrısının ideolojik politik askeri perspektiflerinin, emperyalist amaçları nelerdir ? Başta ABD ve AB olumlu buldukları ve Güneyli Kürdlerin destek verdiği bu çağrının özü nedir ? Birincisi, bu açıklama, Pantürkçü,panislamcı ve panturancı anlayışa sahiptir. Çağrı Kürdistan halkina seslenmiyor,onun kurtuluş ve gerçek siyasal çözümünden çok uzaktır, Kürd Halkının verdiği mücadeleye bir ihanettir..Yeni Osmanlı Emperyalist hegemonyacılığına « Missak i Milli » kemalist safsatalarını dayanan“Ortadoğu ve Orta Asya halklarına…”2 yapılan bu ilhakçı çağrı Kürdistan halkının kurtuluşuna yönelik bir çağrı değildir. İkincisi,Öcalan’ın bu çağrısı MİT ideolojisinin Pantürkçü,panislamcı ve panturancı anlayışının bir parçasıdır.” Zagros ve Toros dağ eteklerinden, Fırat ve Dicle nehir vadilerine; kutsal Mezopotamya “yı emperyalist sömürceci boyunduruk altına alma siyasetidir.” Son 200 yıllık fetih savaşları batılı emperyalist müdahaleler baskıcı ve inkarcı anlayışlar, Arabi, Türki, Farisi, Kürdi toplulukları ulus devletçiklere, sanal sınırlara suni problemler” den bahsederken Kürdistan Ulusal Kurtluşçularının çağrısı değil, ırkçı ve sömürgeci MİT çilerin çağrısıdır. Üçüncüsü, MİT ile Öcalan’ın çağrısı ” Ortadoğu ve Orta Asya halkları artık uyanıyor.” derken bu Panislamcı anlayışın Yeni Osmanlı imparatorluk kurma anlayışıdır. Başka bir değişle “ yeni bir Türkiye'ye, yeni bir Ortadoğu' “yu emperyalist imparatorluğa katma anlayışıdır."Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun" Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese” düşen” büyük sorumluluk bu safsataları kabul etmek değil, buna karşı çıkmak, HAYIR demek TC sömürgeciliğe son vermek için direniş boyutunu genişletmek, halkı duyarlı kılmaktır. . Türkiyeli pasifistlerden Yrd.Doç Dr Maya Arakon« PKK sınırdışına çekilince bu iş bitecek, barış gelecek gibi bir hava var. Bu algı yanlıştır. Barış uzun ve zorlu bir süreçtir. Siyasal uzlaşma aşaması olmalı. Silahların bırakılmasının koşulları yaratıldıktan sonra siyasallaşmanın önü açılmalı. Sosyal ve ekonomik entegrasyon sağlanmalı. Tabi ki, umutluyuz. Ancak aşırı hayalcilik de, en ufak bir çıkmazda, toplumsal infial yaratabilir»3 Dördüncüsü, Öcalan« Ortadoğu ve Orta Asya kendi öz tarihine uygun, bir çağdaş modernite ve demokratik düzen aramaktadır. Herkesin özgürce ve kardeşçe bir arada yaşayacağı yeni bir model arayışı, ekmek ve su kadar nesnel 2 3 A.Öclan 21 Mart 2013 mesajı,YÖP,22 mart 2013. Yrd Doç.Dr..Maya Arakon, Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü YÖP,28 mart 2013 2 bir ihtiyaç haline gelmiştir. » diyor. Oysa Kürdistan Ulusunun özgürlük be bağımsızlık mücadelesinin Ergenekoncuların ideolojisi ile hiç bir ilgisi ve bağlamtısı yoktur.Bu olsa olsa MİT’in Öcalan’ın aldatmacasıdır. Beşincisi, «Orta Asya kendi öz tarihi»ne gelince, o, bir barbarlık,bir işgal zulum ve jenosid tarihidir. Ermenilerin ve Kürdlerin Greklerin,Assyro Keldanilerin jenosidinin bir tarihidir. MİT ile Öcalan,« Misak-i Milli'ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti'nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkum edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir "Milli Dayanışma ve Barış Konferansı" temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum.» derken MİT ve Öcalan « kasten » Ermenileri unutuyorlar,onları « Milli Dayanışma ve Barış Konferansı »na bilinçli olarak çağırmıyorlar. Bu yanıyla, sosykırıma uğramış ezilen Eermeni ulusunun bir asırlık acılarını görmemezlikten geliyor,çağımızda işlenmiş jenosid suçlarından yana oluzorlar.Bu halklara karşı işlenmiş savaş ve jenosid suçlarına karşı susmaktır.. Bu noktada Öcalan MİT’in şuç ortağıdır. Hamidiyelerin İttihat Terraki Teşkilat ı Mahsusanın gerçekleştirdiği Ermenilerin Jenosidini inkâr etmedir. Oysa, 1895’de dûnyada Dr Ernest Chantre ‘ra göre nüfusu 5.200.000 zaéarken. Ermeni Ulusun nufusu %60 ‘i jenosidle yokedildi.4 Milyonlarca halk topraklarından zorla ölüme sürüldü.Ittihat ve Terraki’nin devamı TC devleti Ermenilerin jenosidinin inkârında direniyor. Oysaki, jeneoside uğrayan Ermenilerin sayısı 1.500.000 değildir. Lausanne ‘da Ismet Inönü’ye L .Gurzon’un sorduğu soruda “ Turkiyede 3000000 Ermeni vardı şimdi 130.000 kàéà kaldı diğerlerine ne oldu? Sorusuna İsmet İnönü yanıt vermedi. Ermenilerden jenoside uğrayan Ermenilerin sayisının 2.830.000 olduğunu gösteriyor. Çağrı 2015 de, TC’nin bu suçu resmen kabul edilmesine asla değinilmiyor. Altıncısı, Missak i Milli sıloganı Kürdistan’ı ve ezilen halkları emperyalist Sömürgeci , devletlerin özellikle TC sömürgeciliğinin bir böl ve yönet poltikasına kurban eden bir slogandır. M.Kemal 16 /17 Ocak 1922’de « Musul ulusal sınırlarımız içindedir.» demişti. « İkincisi, onun kadar önemli olan Kürtlük sorunudur İngilizler orada bir Kürt hükumeti kurmak istiyorlar. Bunun yaparlarsa, bu düşünce sınırlarımız içinde ki Kürtler’e de yayılır. Buna Engel olmak için sınırı güneyden geçirmek gerekir. 5» Ikincisi bugün Kürdistan’da Kürt ulusunun kendı kaderini tayin etme hakkını inkâr eden ve Kürt ulusunun ayrılarak ayrı bağımsız devletini kurma hakkına « İlklel milliyetçilik » olarak nitelendirenlere M. Kemal’in verdiği cevap açıktır : « Kürt sorunu. bizim,yani Türkler ‘in çıkarları için kesinlikle söz konusu olamaz.Çünkü bizim ulusal sınırlarımız içinde Kürt öğeleri Öylesine yerleşmişlerdir ki,(..) Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türkiye’yi 4 5 missions scientifiques en Transcaucasie, Asie mineure et Syrie, 1890-1894 / par Ernest Chantre Ahmet Emin Yalman,Traihte gördüklerim ve Geçirdiklerim Cilt 3,Yenilik Basımevi 1970 s.33 3 mahvetmek gerekir.6» Faşist sömürgeci ve emperyalist M. Kemal Kürt halkının ülkesine sınır çiziyor? Kürdistanı ilhak etme hakkını kendisinde buluyor. Osmanlı emperyalizminin işgalci orduları komutanı Padişah’ım kulu ve kölesi pan-islamcu ve pantürkçü M Kemal Erzurum ve Sivas’da Kürtlerden sonra bu desteği aldı ve çok geçmeden onlara karşı kullanıp onları katletmekten geri kalmadı. Oysa, Kurdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesi bu siyasete karşı verilmiş bir mücadeledir. Bu mücadele her şeyden önce, Jenosidlerin mi,marı Abdülhamid, İttihat Terraki, MİT’ın baba ocağı Teşkilatı Mahsusanın gerçekleştirdikleri ve fiilen Mustafa Kemal’in içinde yeraldığı jenosdlerin (Ermenileri,Greklerin. Kürdlerin ve Assyro Keldanilerin ) hesabını sormaktır. Yedincisi, MİT ve Öcalan’ın söylediklerinin aksine.« Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in mesajlarındaki hakikatler » değil, eğemen ulusun eğemen sınıflarının ırkçılık poltikasına hizmet eden iki yüzlü yalanlar poltikasıdır. Bu dinler halkların özgürlük mücadelesi önünde hep engel oluşturmuşlar. Savaşların, katliamların, jenosidlerin nedenini oluşturmuşlar. Bu konuda Dr İsmail Beşikçi’nin belirttiği gibi«Bin yıllık İslam kardeşliği”, “Çanakkale’de birlikte savaştık”, “Cumhuriyeti omuz omuza mücadele ederek kurduk” “AleviSünni İslam kardeştir” “İslam Birliği”, “Misakı milli” gibi sloganlar, inkârcı, asimilasyoncu, ırkçı, sömürgeci, Türk devletinin, Türk-İslam Sentezi anlayışının sloganlarıdır. Öcalan’ın bu sloganlara sarılması devleti rahatlatabilir ama Kürdlere bir hak, özgürlük getirmez. “İslam kardeşliği”, Kürdleri kandıran, oyalayan bir slogandır. İttihat ve Terakki’den beri Türk egemenleri Kürdlere karşı hep bu sloganı kullanmışlardır. Cumhuriyet dönemi bunu daha ince politikalarla uygulamıştır. Öcalan, Kürdlerin haklarını ve özgürlüklerini hiç gündeme getirmeden, “Misakımilli”den söz etmektedir. Bu, devletin gizlemeye çalıştığı bir arzudur. Devletin, Türk egemenlerinin bu arzusunu Öcalan ifade etmektedir. Ama yaşama geçmesi artık mümkün değildir. Siyasal bakımdan eşitlik olmadan kardeşlik olmaz. “İslam kardeşliği” Kürdleri her zaman kandırmıştır. Ama, “İslam kardeşliği” sloganına kanmayan Müslüman halklar da vardır. İbrahim Sediyani’nin, “Kürdleri kandıran ama Bengal halkını kandıramayan ‘İslam Kardeşliği’” yazısı dikkate değer bir yazıdır.»7 6 Mustafa Kemal. 7 Dr İsmail Beşikçi, 'İslam kardeşliği' Kürtleri Kandırma Sloganı, http://www.kurdistan-post.eu/tr/guncel/ismailbesikciislam-kardesligi-kurtleri-kandirma-slogani 4 Sekizincisi, ne MİT ne de Öcalan savsataları bizleri 1071 yalanları ile uyutamazlar. Üstelik Kürtlerin « bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna» dayandığına ilişkin söylem pan islamcı, pantürkçü, panturancı ırkçı düşüncesidir. O islam bayrağı başta Ermeni ve Grek halkları başta olmak üzere, diğer halklara jenoside maruz kaldılar. Böyle ırkçı bir anlayışla yürümek köleci sistemi istemek, ilhakçı ve sömürgeci boyunduruğa evet demektir. Başka bir değişle, 1071 ittifakı Türk sömüreciliğinin Kürdistan’a, Batı Ermenistan,’ın Pontus Rum imparorluğunun esir alınmasına neden olmuşlardır.1514 Jenosidi ve 1639 emperyalist bölüşümü bu dinci temel üzerinden yükselmiştir. Dokuzuncusu. Hamidiye alayları bu askeri işbirliğinin devamıdır. Hamidiyeler, askeri açıdan emperyalist osmanlı ordusunun ayrılmaz bir parçasıdır. Hamidiye Alayları sadece Kürd Beylerinden oluşmuyor ,onlarla sınırlanmıyor.Oysa, bunlardan altısı Urfa’daki araplardan 1897 de oluşturulmuş ve 1903 Yemen arap ayaklanmasında kullanılmış, daha sonra 30.000 güç olarak atsız olarak Trablus Garp’a gönderilmiştir.Yine Azerilerden Karapapağlardan Beyazit’ta,Tutak’ta Sivas’ta kurulann dörtle sekiz arası Hamidiye Alayları107 vardır.Kürdler de dahil olmak üzere, bunların hepsi sünni islamdır. Hatta, 1898’de Fransa Konstantinople Elçiliği Askerî Ataşesî G. Dupont nun 24 Ekim 1898’de Savaş Baklanliığına yazdığı mektupta «Osmanlı Hükümetinin yeni 32 Hamidiye Alaylarını kurma kararı aldığını» bildiriyor. Gönderdigi listede 1-50 arası Kürd, 51-55 ‘i arab,56-58 Türkmen azeri, 59-61’i Karapapak eger bunlara 32 yenisi eklenirse Hamidilerin sayısı, 80 değil, 93 tür. Enver Paşa 1916’da Eyüp Pasazade Resul’a III. Ordudaki hizmeti için Harb Madalyasi veriyor. Bunun dışında Musul civarındaki Ezidiler’den Hamidiye Alaylarının teşkili için Mirza Bey 4. Ordu muşiri Mehmet Zeki Bey’e verdiği dilekçe108 rededilmiştir.Aynı şekilde yeri geldiğinde Xorasan’dan geldiklerini ileri süren bazı Dersim Reisleri kızıl Sultan’a 30 temmuz 1312 yolladıkları dilekçe de rededilmiştir Kör Hüseyin Paşa’nın torunu Kemal Süphandağ103« Kürtler, Yavuz Selim’in 1514 yılında Iran Hükümdarı Sah Ismail le yaptığı Çaldıran Savaşından sonra Osmanlı ile müttefik yaşadılar. Bu konuda müttefik anlaşması Idris’i Bitlis’i vasıtasıla dönemin 25 Kürt Beyliği ile Yavuz Sultan Selim arasında olmuştur.» diyor. Kemal Bey herhalde dedesini kurtarmak için bu işe sarılıdı. Nitekim « Dedem Kör Hüseyin Paşa’nın Hamidiye Alayları’na bu teşkilatta yer almasıdır..Heyderan Aşireti 9 alay’la Hamidiye Teşkilatında yer almıştır ki bu, 5000 kişilik bir askeri güç demektir.. Kör Hüseyin Paşa ön plana çıkarılıp, bu ihanet örgütünün komutanı olarak lanse edilmekteydi. Işte bu yaklaşım beni bu konuda araştırmaya itti.» diyor. Onuncusu, kölelik ABD de 1860 dan beri kaldırılmıştı,ama kızıl derililerin jenosidi bitmemişti. Bu açıdan, İslami olmayan Kürtlerin, hristiyan Ermenilerin greklerin, Assyro Keldanilerin zorla islam bayrağı altında 5 toplanması ideolojisi faşist ve emperyalist bir ideolojidir.Osmanlı İmparatorluğunun Kürdistanı bölme parçalama hükmetme politikasının bir parçasıdır. AKP içindeki Sunni İslamcı Kürd kökenli Milletvekilleri, sivil halkı ve gerilları bombardıman yapmak için TC ordusunun saldırganlığı için oy verirken, kırsaldaki paralı asker koruyıculuklarını Meclis’de gerçekleştiriyorlardı.Yeni dönemde MİT ve Öcalan eliyle bu yeni planın uygulanmasıdır. Biz hiç bir dinin, hiç bir ülkenin bayrağı altında yaşamak istemiyoruz. Biz özgürlük ve eşitlik esasına dayanam kendi özgür ve bağımsız Kürdistan devletimizi kurup kendi özgürlük bayrağımızın altında ve diğer ezilen ulus ve halkların kendi geleceklerini özgürce belirlediği gerçek insani bir sistemde yaşamak istiyoruz.Dolaysıyla, islam bayrağı altında köleliği seçenlere yol açıktır. Cennete gitmek için jenoside evet diyenlere uğurlar olsun. Bizim o olmayan cennetleri arama niyetimiz yoktur. SORULACAK SORULAR Sorulacak soru, otuz yıldan beri şavaşan Kürtlerle Türkler arasında hangi temelde bir antlaşmaya, bir barış sağlıyabilecek mi ? Çaldırandan bu yana 1639 de Kürdistan bölüşülmesi siyasetinin yarattığı tüm düşmanlıklar sona erebilecek mi ? Jenosidlerin he sapları sorulacak mı ? Koçgiri.Palu,Zilan Dersim jenosidleri sorgulanacak mı ? Ermenilerin, Greklerin Assyro Keldaniler Jenosidleri kabul edilecek mi ?Ortadan kaldırılan 4500 köy yeniden kurulabilinir mi? Barajlar nedeniye topraklardında çıkarılan 900000 Kürd ile savaştan ötürü göçe zorlanan beş milyondan fazla Kürdler kendi topraklarına dönebilecekler mi? AKP nin orman bölgesidir diye Kürdlerin el konulan toprakları iade edilebilnir mi? Toprakları mayınlanan Kuzey Kürdistan mayınlardan arınabilecek mi? Kürd halkı kendi toprakların özgür ve bağımsız yaşama hakkına kavuşabilecek mi? TC 2015 yılında Ermenilerin, Greklerin Kürdlerin Assyro Keldanilerin jenosidini kabul edecek mi ? MİT ve Öcalan arasındaki görüşmelerde bütün bu hakları halklar için teminat altına alabilcek bir güvence görmüyoruz.Ululararası hukuka göre böyle bir antlaşma ve güvence sağlanamıyacaktır. Görüşmeler sürerken, Türk ordusu savaşı şimdiden sürdüyorsa, bu durum, şimdi olduğu kadar, gelecekte yeni bir savaş açılmasının koşulunu içeriyorsa, MİT ile Öcalan’nın görüşmeleri barışla sonuçlanması mümkün değildir. Geri çekilmeye zorlanan gerillar, ABD üsleri NATO AWACS casus uçakları tarafından lokalize edilerek toptan imha etmelerine neden olacaktır.Halklarımıs ve dünya halklar bu toplu kıyımlardan MİT’i TC yi Genel Kurmay’ı ve Öcalan’ı şimdiden sorumlu suçlu tutatacaktır. Hiç bir gerilla kendi bölgesi ve üssünü terketmemelidir. SONUÇ : AKP Başbakanın «Silahlar bırakılmalıdır ve eyleme karışmış, MİT karışmamış (insanlar) ülkemizi terk etmelidir. »8 açıklaması bir 8 R.T.Erdoğan.22-03-2013http://www.taraf.com.tr/haber/ocalan-in-cagrisini-olumlu-buldum.htm 6 açıklamasıdır. Gerek Erdoğan, Öcalan’nın önerisinin pazarlık konusu olmadığı ileri sürmesi, gerekse, İçişleri Bakannın Öcalan’ın posterinin taşımasının suç ve ceza olarak nitelemesi ve AKP Adalet Bakanının açıklaması, TC devletinin Strateji içinde taktik politikası MİT ve Öcalan görüşmelerinin olumsuz olarak sonuçlanacağını ortaya koyuyor,koyacaktır. Bu açıdan Öcalan’ın 21 Mart da okunana mesajı Kuzey Kürdistan ulusal sorunun çözümünde gerçek siyasal perspektif vermekten yoksundur. "Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun" 9 deniliyorsa, burada Silahları kayıtsız şartsız bırakacak olan İşgalci TC Ordularıdır başka bir değişle,bu ülkeyi terkedecek olanlar Kürdistan gerilları değil, emperyalist ve sömürgeci TC develetinin ordularıdır. Bunsuz bir barış olamaz,düşünülemez. Sömürgeci ve emperyalist TC Kuzey Kürdistanı terketmek zorundadır. Yoksa. Geri çekilme safsataları altında, Misakk i Milli çıpınmaları için gerillaları ilhakçı TC emelleri için kullanma siyaseti uzun sürmeyecektir. SOMUT GERÇEKLİK NEDİR? Sadece Kasım ayı bilançosunu ele alırsak, Kasım 2012 boyunca Türk ordusu 16 kara,34 hava,24 topçu saldırı yaptıç HPG ise,47 eylemle karşılık verdi.201 Türk askeri,öldü14’ü yaralandı. Kasım ayında 41 Kürdistan gerillası da yaşamını yitirdi. Kasım ayı içinde 1 Skorsky helikpter düşürülürkrn. 5 Skorsky ve 1 Kobra tipi helkopter de gerilalar tarafından darbelendi. Ayrıca 4 tank.1 kjirpi araç,1 zırhlı araç,1 dağgeyiği aracaıi 4 A4 ağır otomatik silah et 1 uçaksavar silahı imha edildi. Kısmen 2012 yılının Bilançosuna bakarsak Türk ordusu bir yıl içinde toplam 320 kara operasyonu, 184 hava saldırısı, 140 kobra saldırısı, 406 tank ve top saldırısı gerçekleştirirken, operasyonlar sonucu 203 kez çatışma yaşandı. Bilançonun detaylarında en fazla kara operasyonunun 55 ile Temmuz ayında, en düşük ise 2 ile Aralık ayında gerçekleştiði görülüyor. Hava operasyonlarının 44 ile Eylül’de en yüksek orana ulaştıðı, tank ve top saldırılarının ise 77 defa ile Ağustos ayında en fazla olması dikkat çekiyor. Türk ordusunun operasyonları sonucu en fazla çatışmanın 44 kez Haziran ayında yaşandıðı, Ocak-Nisan arasında 12 kez, Aralık ayında ise 1 kez yaşandıðı görülüyor. Buna karşın 2012’de gerillanın 736 kez eylem düzenlediði ve 230 kez sonucu netleştirilemeyen çatışma yaşandıðı kaydediliyor. Gerilla güçleri, Ağustos’ta 183, Eylül’de 188 ve Ekim’de148 eylem gerçekleştirirken, yıl içinde yaşanan çatışmalarda HPG tarafından tespit edilen 2221 silahlı devlet gücü öldürüldü. Bilançoya göre 859 devlet gücü de yaralanırken, gerilla kayı 314 olarak kayda geçti. Bilançoya göre Ocak-Nisan arasında 79, Mayıs ta 24, Haziran da 24, Temmuz’da 22, çatışmaların en yoðun yaşandıðı Ağustos’ta 31, Eylül’de 46, Ekim’de 45, Kasım da 41 ve Aralık’ta 2 gerilla hayatını kaybetti. 9 A Öcalan,21 Mart 2013, YÖP,22 mart 2013 7 Yıllık bilançoda 15 skorsky helikopterin düşürüldüğü, 42 skorsky helikopter (12’si Eylül ayına) ile 11 kobra helikopterin darbelendiði vurgulandı.10 Son açıklamasında Karayılan « Devrimimiz bugün çok önemli bir aşamaya girdi. Önümüzde tehlikelerin olduğu da doğru. Herşey kesinleşmiş değil. Ama bizlerin mücadeleyi yükseltmesi lazım. Riskler var, ama riskleri azaltmak için ve Önder Apo’nun perspektifine göre hareket edebilmemiz için bizlerin daha fazla birlik olması gerekir. Ulusal birlik olmalı. Örgütsel birlik, disiplin ve fedakarlık olmalı. Kahraman şehitlerin yolunda bu şekilde hareket edersek biz bu tarihi süreçte başarılı oluruz.”»11 Karayılan’ın ateşkes ilan etmesi, MİT ve Öcalan’ın ortak açıklamasını anlamaktan, gerillanın savaş sanatını kavramaktan uzaktır. Karayılan, her ne kadar «Bugünden sonra biz hareket olarak, KCK, PKK ve HPG olarak resmi ve açık bir şekilde ateşkes ilan ediyoruz. Özgür Kürdistan gerillaları hiçbir askeri eylem yapmayacaklardır. Türkiye sınırlarında olan askeri faaliyetleri, ateşkes çerçevesinde planlanacaktır » diyorsa da, hatırlatmak gerekir ki Sun Tzu, Şavaş Sanatı adlı denemesinde, « savaşın devlet için haayti bir önemi vardır. Yaşam ve ölüm alanıdır,imparatorluğu korumak ya da yitirmek ona bağlıdır »12 Carl Von Clausewitz,13 Savaş üzerine adlı kitabında« "Savaş siyasetin başka araçlarla" (şiddet araçlarıyla) "devamıdır." Bütün savaşların amacı, düşman silahlı kuvvetlerini yoketme yoluyla onun iradesini teslim almaktır. Taktik, muharebe bilimi; strateji de savaş bilimidir. Taktik zaferler fiziki olgulardır; ama stratejik zafer manevi bir olgudur. Savaşta savunma pozisyonu saldırı pozisyonuna göre, pasif ve dolayısıyla savaşın doğasına aykırı olmakla birlikte avantajlı bir pozisyondur.» diyordu. Başka bir değişle « savaşın amacı düşmanı silahsızlandırmaktır »14 PKK’nin kayıtsız şartsız silah bırakmasını istiyeyen TC Genel Kurmayının kaşarlanmış mehmetçik gazetecilerinin, CİA için çalışan uluslararası yüzlerce örgütler devletler düzeyinde faaliyetler gösteren NATO gönüllü ajanlarının temel amacı PKK gerilla güçlerini tamamiyle silahsızlandırmak,onları yoketmek,onların iradesini teslim almaktır. Bu yüzden, TC ordusu saldırılarını durdurmazsa, barış sağlanamaz. TC Başbakanı MİT’in yöneticidir, AKP Adalet Bakanı uluslararası hukuka ters davranmaktadır ve gerillanın kendı ülkesini terketmesi kadar adi ve şerefsizce bir öneri olamaz.Kim kimi topraklarımızdam bizi kovuyor. AKP Adalet Bakanı nihal Atsız mı ? Bu durumda her iki kesimin BM ler gözleminde ateş-kes ilan 10 Yeni Özgür Politika 11 M.Karayılan.TÖP,25 Mart 2013 12 Sun Tzu, l’art de guerre, Editions Mille et une nuits2012, p.7 13 Carl von Clausewitz, De la Guerre,Collection Tempus, Editions Perrin,2006,pp39-.40 14 Carl von Clausewitz in Anthologie Mondiale de la Strategie,Robert Lafont,2009,s.826 8 etmeleri gerekirken TC emperyalist ve sömürgeci politikasını dayakmaktadır. Düşmanlıkların bir süre zarfında geçici olarak durdurulmasınası zorunludur. Barış, tüm düşmanlıkların sona ermesidir. Burada sadece, saldırgan durumların ortadan kaldırılması değil, aynı zamanda düşünce ve yaklaşım olarak da barışı kabul etmek gerekmektedir Barış görüşmeleri yeni bir savaşa vesile olabilecek şartlar içermemelidir. Otuz yıllık savaş TC devleti ile Küzey Kürdistan halkı arasında geçtiği halde, görüşmeler MİT ile Öcalan arasında geçmesi kuşkuludur. AKP Hükumeti Öcalan’ın “Silah meselesini de hızla ve zaman kaybetmeden, tek bir can dahi yitirilmeden çözmek istiyorum. Bütün bunların pratikleşmesi için yüce iradeyi temsil eden Parlamento'nun ve siyasi partilerin sunacağı desteği çok değerli buluyorum. Geri çekilmenin hızla gerçekleşmesi ve barışın kalıcı hale gelmesi için ümit ediyorum ki Parlamento da aynı hızla üzerine düşen tarihi misyonun gereğini yapacaktır »15 önerisine yanıtlalamıştır. Biz göreceğiz TC kabul etmemekte diretecektir. Çünkü bu görüşmeler uluslararasu hukuk ilkelerinden ve BM lerin Anayasasının güvencesinden yoksundur.Sorun TC’nin bir iç sorununa indirgenmiştir. Uluslararası Hukuk bağlıyacaklığı yoktur. Yazımınzın hareket noktası başlıktaki sorgulaması bu trajedinin esasıdır. Yapılan açıklamaya göre, « Halk Savunma Güçleri, Türk ordusuna ait Skorsky tipi helikopterlerin önceki gün öğle saatlerinde Medya Savunma Alanları'na girme teşebbüsünde bulunduğunu ancak gerilla güçlerinin karşılık vermesi sonucunda geri çekildiğini duyurdu. Bu operasyonlar Kuzey Kürdistan’daki ABD üslerinden NATO casusluk uçaklarından destek alıyor mu ? İleride Beyaz Saray Bruxelles, Paris,Ankara’nın toplı kıyımların sorumlusu ve suçlusu olacağını göreceğiz. HPG Basın İrtibat Merkezi tarafından yayınlanan açıklamaya göre, 25 Mart günü 12 sıralarında Türk ordusuna ait Skorsky helikopterleri Haftanin bölgesi içinde bulunan Kuraniş Vadisi üzerinden gerilla alanlarına girmeye çalıştı. Helikopterler, gerilla birlikleri tarafından açılan ateş sonucunda geri çekildi. Bu girişimin ardından Türk ordusunun olayın yaşandığı Kuraniş vadisi 15 YÖP,20 mart 2013 9 başta olmak üzere Deriye Dawetiya, Şehit Kendal ve Gire Nerina alanlarına yönelik olarak obüs ve hava toplarıyla bombardıman gerçekleştirdiği bildirildi. Amed ve Hakkari'de ise dün hava hareketliliği dikkat çekti. Hakkari’nin Şemdinli İlçesi'nde Skorsky tipi helikopterler ilçe merkezinde bulunan askeri birliklere iniş yaptı. Şemdinli 34. Hudut Tugay Komutanlığı ve 3. Dağ Taktik Komando Taburu'na iniş yapan askeri helikopterlerin tekrar havalanarak Güney Kürdistan sınır hattına asker sevkettiği bildirildi. Öte yandan askeri helikopterlerle Nehri (Bağlar) ile Navrezan (Çem) köyleri arasında bulunan Xarane, Gewriya Zinî Tepesi, Bêgoza (Boğaz Köy) Köprüsü ile Salaran (Yayla Pınar) arasında bulunan Binsûri (Kırmızı Tepe) Tepesine helikopterlerle özel birlikler indirildiği kaydedildi. Bu konuda safhımız,silahlı gerilla mücadelesinin ,siahlı direnişin safhıdır. Teslim olanların değil. HAREKET NOKTAMIZ :ÖZGÜR VE BİLİMSELCE DÜŞÜNMEK Yüzyılımızda Kurdistan halkının yaşadığı trajedilerin başka örneklerine rastlamak imkânsızdır. Kürdistan çözülmemiş bir moleküler biyoloji sorunundan ya da nükleer fiziğin gizemli atomunun henüz bütünüyle çözülmemiş bir sırrından daha gizemli duruşa sahip gibi gösteriliyor. Oysa yaşadığımız güncel trajedisi bir gerçeklik.Bu görülmeyen gizemi molekülere benziyor. Bilimsel olarak vardırlar,ama molekülerler görülmezler. Bu duruş çağımızı, insanlığımızı ve felsefi düşüncemizi sorguluyor. Bu kadar güzel, bu kadar zengin, bu kadar tarihsel olan ülke, nasıl olur da zaman ve mekanının bu hiçlik boşluğunda anlamsız kala biliyor ? Sorulması gereken soru, sömürgeci ve emperyalist devletlerin yoksayıcı politikasında Kürdistan ulusunu yoksaymaya, yoketmeye kimin hakkı vardır ? Onun geleceği üzerine dünya pazarlarındaki pazarlıklara hangi emperyalist ve sömürgeci güç cesaret edebilir ? Başka bir değişle, varlıkla yokluk arasında, Mİ T ile Öcalan’a bu görüşmeler hakkını ve yetkisini kim verdi ? Kürdistanlı politikacılar, milletvekilleri bu sonsuz tarihsel hatayı nasıl gerçekmiş gibi kamuoyuna sunabilirlar ve bu tarihsel hatayı gerçek bir çözüm olarak kabul edebiliyorlar ? Hem sömürgeci devletlerin, ABD ve Avrupalı emperyalist devletlerinin ,hem de siyasal aktörlerin insanlık tarihine 10 karşı işledikleri suçun cezasının tarih karşısında çok ağır olacağı şimdiden bilinmelidir. Bu iki yüzlü, iğrenç siyasal bir jenosidin amacı 2014 seçimlerine endexlidir. Başka bir değişle, amaç, Batı Kürdistan sorununun çözümünü, TC bağımlı kılmak, Kürdistan ulusal birliğine ve Kuzey Kürdistan’ın kendi geleceğini tayin etme hakkına karşı çıkmak, TC’nin ilhakçı emperyalist Osmanlı İmparatorluğuna yeni islami sömürgeler katmak, kişisel özgürlük temelinde yeni bir İdrissi Bitlisiler bulmaktır. Öcalan « Cumhuriyet tarihinin bu en zor sorunu çözümlendiğinde, Türkiye’nin iç barışında aldığı güçle bölgede lider bir ülke olarak hamle gücüne kavuşacağı kesindir. Ortadoğu’da liderlik dönemi Orta Asya’dan Balkanlar ve Kafkaslara kadar etkili olma anlamına gelecektir. Demokratik sistemin çözüm gücü, başta barış olmak üzere, birçok çelişki ve sorun olan bu bölgelere haklı bir müdahale ve desteğin verilmesi ve istenmesine de yol açacaktır. Bu, aynı zamanda gelişmiş ekonomi ve kültürel gelişmenin de taşırılarak zenginleşmeye yol açacaktır. Türkiye iki binli yıllara bu perspektifle girmektedir. Kürt sorunu ayak bağı idi” Öcalan’nın Türkiye’nin emperyalistleşmesine katılması ve Kürdistan ulusal birliğine karşı çıkmasının hareket noktası budur. Yoksa, bir gazetecinin belirttiği “Soykırım kıskacındaki halkı savunmak”, “Ortadoğu halkları federasyonu” önererek halkların kardeşliğini, milliyetçilik yerine “demokratik ulus” tezini » savunmak değil, Kürdistan ulusunun kendi geleceğini tayin etme hakkını inkâr etmektir.«PKK’nin politik çizgizinde aydınlatılması gereken en önemli konu ayrı bir devlet içerip içermediğine ilişkindir. »Bağımsız Kürdistan » sloganını kullanılmasına rağmen,bunun bağımsız bir devlet anlamına geldiğini söylemek zorduır.»16 Ahmet Zeki Okçuoğlu’nun dürtmesiyle « 1970 İstanbul DDKO üyesi »17 olduğunu ileri süren Öcalan,« Elde duygusal yanı ağır basan ilkel milliyetçi yorumlarla,réel sosyalizmin dogmatik « ulusların kaderini tayin hakkı » yorumları gerçeği vermekten uzaktı.»18 diyordu. Öcalan’a göre « devlet amaçlı ulusla ulus amaçlı devlet mücadeleri çağın kanlı gerçeğinin ana etkenidir. Iktidar ve devlet ulusu buluşturmak, modernite çağının ana kaynağıdır. Marxizmin ve genel olarak sosyolojinin ulus devletin baskı ve sömürü ile bağlantısını göremeemsi veya ulus develti çok sıradan bir üstyapı kurumu olarak sunması temel bir eksiklik ve çarpıtmadır »19Asıl çarpıtmayı yapan Öcalan’ın kendisidir..Gazetecinin söylediğinin aksine, kitabın kapağında « soykırım » değil kültürel soykırımdır, « halk » değil, « Kürtler » yazılı. 16 Abdullah Öcalan, Bir Halkı Savunmak,Weşanen Mezopotamya,Köln,hazira,2004,s.335 Abdullah Öclan,age,s.334 Abdullah Öclan,age,s.325 19 Abdullah Öcalan, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü, Kültürel soykırım kıskacıcında Kürtleri Savunmak, Mezopotamya Yaınlarışnisan 2012,Neuss,s.50 17 18 11 Öcalan, »soykırım » değil, « kültürel soykırımındaki Kürtleri savunmak » tezinden bahsediyor. Oysa Öcalan konuyu çarpıtıyor. « Fiziki soykırımı yötemi genellikle hakim elit kütürüne,yani ulus devlet kültürüne göre, üstün konumda olan kültürel guruplara uygulanır.(..) İkinci soykırım yöntemi olan kültürel soykırımı, daha çok hakim elit ve ulus devlet kültürüne göre zayıf gelişmemiş durumda bulunan halk,etnik topluluk ve inanç guruplarına uygulanır» 20 diyor.Oysa, BM sözlerşmesine göre « jenosid oluşturan eylemler Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri, jenosid suçunu oluşturur. a. Gruba mensup olanların öldürülmesi; b. Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi; c. Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;d. Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak; e. Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek; Sözleşmenin 3 maddesine:1-Jenosid de bulunmak;-2-Jenosid de bulunulması için işbirliği yapmak;3-Jenosid de bulunulmasını doğrudan ve aleni surette kışkırtmak;4- Jenosid de bulunmaya teşebbüs etmek;5-Jenoside iştirak etmek; Sozlesmenin 4 maddesine göre Kişilerin cezalandırılması -Jenosid suçunu veya üçüncü maddede gösterilen fiillerden birini işleyenler, anayasaya göre yetkili yöneticiler veya kamu görevlileri veya özel kişiler de olsa cezalandırılır. Sozlesmenin 5 maddesine göre« Sözleşmeci Devletler, bu Sözleşmenin hükümlerine etkililik kazındırmak, ve özellikle soy kırımdan veya üçüncü madde belirtilen fiillerden suçlu bulunan kimselere etkili cezalar verilmesini sağlamak için, kendi Anayasalarında öngörülen usule uygun olarak gerekli mevzuatı çıkarmayı taahhüt eder.» Sözleşmenin 6. maddesine göre« Jenosid suçu ile suçlanan kişilerin yargılanması Jenosid fiilini veya Üçüncü maddede belirtilen fiillerden birini işlediğine dair hakkında suç isnadı bulunan kimseler, suçun işlendiği ülkedeki Devletin yetkili bir mahkemesi, veya yargılama yetkisini kabul etmiş olan Sözleşmeci Devletler bakımından yargılama yetkisine sahip bulunan uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından yargılanır.» Sözleşmenin 7. maddesine göre « Suçluların iadesi jenosid fiili ve Üçüncü maddede belirtilen diğer fiiller, suçluların iadesi bakımından siyasal suçlar olarak kabul edilmez. Sözleşmeci Devletler bu tür olaylarda kendi yasalarına ve yürürlükteki sözleşmelere göre suçluları iade etmeyi üstlenir.» Dolaysıyla Öcalan jenosid konusundaki görüşü ve Ermeniler konusundaki tutumu MİT’in anlayışı ile örtüşüyor. Fiziki, Kultürel jenosid yanında, biolojik,ekolojik,kimyasal ,arkeolojik jenosid biçimlerinin ekonomip ve politik temellerini incelenmiş değil. Burada sadece Kültürel jenosidin dinsel boyutuna yer verereceğiz.Buna örnek verilirse, tıpkı 1914 yılında yapılan nüfus sayımı gibi bugün Türkiye de Kürtler kimliklerile görülmüyor.Aleviler de dahil olmak 20 Abdullah Öcalan,age,s.40 12 üzere hepsi islam kategorisinde göteriliyor.Fiziki,biolojik ve kültürel jenoside 1914 sayımında Ermeniler yaklaşıl 274.000 okulu varken, Greklerin 157.ooo okulu varken, şu anda sadece İstanbul’da Ermenilerin 13 özel okulu, Greklerin ise, 8 özel okulu, Kürdlere gelince onların tek bir anasınıf okulu yoktur. TRT 6 ile bazı seçmeli dersler Kurmanci ve Kırmançki yaptırımlar ise göz boyamadır. KÜLTÜREL JENODİDİN DİNSEL BOYUTU « TC nin kuruluşundan AKP yönetimine kadar Kültürel jenosidin dinsel karakteri değişmedi. Dersim jenosidinden sonra Merkeze il cami 1957’de kuruldu. 1985’da bu oran merkez köylerinde 182 yüksetildi. Buna kaşı çıkan Dersim halkından 50000 kişi şubat 1985 göçe zorlandı. 1937’de toplam nüfusu 500.000 olan Dersi eyaletinde katledilen insan sayısının 170.000 olduğunu ileri sürerken, devletin 1975 nüfus sayımında verilen sayı Dersim kökenli olup Türkiyenin başka bölgelerinde zorla yaşamaya zorlanan Dersimli sayısı 740.000 dir. Basında çıkan bir habere göre” Dersim’de bir Tunceli Üniversitesi var. Bu üniversitenin rekörü Durmuş Boztuğ’dur. Kendisi AKP'li olup, Cem Vakfına yakın bir Alevi olduğu söylentiler arasındadır. Boztuğ’un tek amacı ise ;m Diyanet, Cem Vakfı, Ehlibeyit Vakfı ve benzeri marjinal-yapay Alevi dernek ve yetkilileriyle birlikte, Tunceli Üniversitesinde bir “ Alevi İlahiyat Fakültesi oluşturmaktır. Burada Yoksul Alevi gençlerini alıp Müslüman-Alevim misyonerler yetiştirmektir. Rektör Boztuğ Sık sık AKP Kütahya milletvekili Yar.Doç.Dr.Hüseyin Tuğcu’yu Dersim’e getirtip konferanslar verdirmekte ve akıl fukarası garibanlara nutuk çektirmektedir. Bu vahim tablo Dersim ve Dersimliler için üzücüdür ama bir gerçektir. Hüseyin Tuğcu; Dersim sürgünü bir ailenin İlahiyat okumuş 1959 dogumlu bir çocuğudur. Babasının adı Cemal, annesinin ise Safiye’dir. Her konuşmasında Alevi düşmanlığı yapıp sahiplerinin gözüne girmek için elinden geleni yapmaktadır. Tüğcugiller çogalmaktadır. Bunlara dikkat eilmelidir. Yine bu Üniversitenin müdavimlerinden bir digeri de Bülent Arınç’tır. Ne hikmetse Arınç’da Osmanlı tarafından Manisa’ya sürülen bir Dersimli ailenin evladıdır. Bu ayrı bir yazı konusu olduğu için şimdilik Arınç’a bir nokta koyalım. Kaynak olarak isteyen bakabilir.21 Bu açıdan TC ve AKP dinsel jenosid politikasına bakalım. Diyanet İşleri Başkanlığında 94,579 kişilik personel görev yapmaktadır. Yılda yapılan cami sayısı ortalama 1,500 dür. Diyanet İşleri 2010 yılına kadar yani altı yıl içinde 33,100 cami yapımını daha hedeflemektedir. Halen 73,523 olan cami sayısı bu 21 http://www.milliyetciler.de/haberoku1676/hokumetin-soy-agacindan-isimler ) 13 sürenin sonunda 106,623 çıkacak, aynı plan çerçevesinde 2700 ilave ile Kuran kursu sayısı da 7700 yükselecektir. 1992 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi 3 trilyon lira, 1993’e 3,7 trilyon, 1994’e 8,5 trilyon, 1995’e 12 trilyon, 1996’a 43 trilyon, 1997’e 47 trilyon, 1998’e 93 trilyon, 1999’a 253 trilyon, 2000’e 350 trilyon, 2001’e 372 trilyon, 2002’e 475 trilyon, 2003’e 713 trilyona çıkmıştır.2004’e 997 trilyon 437 milyar liraya çıkmıştır. 9 bakanlığın bütçesinden daha fazla ödenek ayrılmıştır. 2004 yılında Diyanet İşleri Başkanlığına 15,000 ek kadro tahsis edilmesi planlanmıştır.2005 ‘e bir katrilyon 122 milyar,2006 da 1 katrilyon 308 trilyon,2007’e,2 katrilyon;2008 yılında ise, 1.221.608 katrilyon ile birlikte Diyanet vakıf gelirleri eklendiğinde bu rakam 2 katrilyona çıkmaktadır. 2009 yılında 3 katrilyona varan bütçe ile dokuz bakanlığın bütçesinden daha fazla bir bütçe ile sözde adilce inanç hizmeti yürütmektedir. Sadece İstanbul’a 840 kişiye bir cami düşerken, 1045 kişiye bir okul düşmektedir. 2003 yılı itibariyle de Türkiye’e 536 imam hatip lisesininn bulunmakta ve bu liselerde 105,000 öğrenci okumaktadır. Yıllık imam-hatip gereksimi 5000 kişi olmasına karşılık, bu liseleri bitirenlerin sayısı 25,000 kişiyi bulmaktadır. 2003 yılı itibarıyla imam hatip lisesini bitirenlerin sayısı 511.000 aştığı anlaşılmaktadır. Bu sayılar eğitim düzeninde yaratılan çarpıklıkları ortaya koymaktadır. Normal okullarda bir öğretmene 27 öğrenci düşerken imam hatip liselerinde 10 öğrenciye bir öğretmen düşmektedir. Açılışından bu güne imam hatip okullarından ve kuran kurslarından mezun olan öğrenci sayısı 3.622.062’ir. Bu öğrencilerin %62’inin kız olması düşündürücü. Bu öğrencilerin ancak %2’i imamlık yapmaktadır. 2004 yılı itibariyle imam hatip lisesi mezunlarının sadece %7,4 camilerde din adamı olarak görev yapmaktadır. Bu gerçek, imam hatip liselerinde eğitim gören öğrencilerin ancak %12’inin imam hatipolmak istediğini doğrulamaktadır.»22 Biz böyle bir islam bayrağı altında yaşamak istemiyoruz.Öcalan’ın «demokratik ulus kavramı » ise, ABD ve AET emperyalizminin « ulus » modelidir.Öcalan açıkça« ABD ve AB bile bir nevi demokratik ulusların ulusu olarak tanımlanabilir.»23 diyor.Öcalan bu emperyalistleşme sürecini şöyle açıklıyor.« Demokratik ulus, sadece zihniyet ve kültür ortaklığıyla yetinmeyen tüm üyelerini demokratik özerk kurumlarda birleştiren ve yöneten ulustur. Belirleyici olan yönü budur. Demokratik, özerk yönetim tarzı demokratik ulus olmanın başta gelen koşuludur. Bu yönüyle ulus-devletin alternatifidir. Devlet yönetimi yerine demokratik yönetim büyük bir özgürlük ve eşitlik imkânıdır. Demokratik ulusun vatandaşı, üyesi farklı olup, bu farkını farklı topluluklardan alır. Kabile ve aşiret varlıkları bile demokratik ulus için birer zenginliktir .... 22 23 Dr Ali KILIÇ,Dersim Genosid Gerkeliği,s.100 Abdullah Öcalan, III.Kitap, Özgürlük Sosyolojisi, Mezopotamya Yayınları,2009,329 14 Dil, şüphesiz kültür kadar ulus için önemli olmakla birlikte zorunlu bir şart değildir. Farklı dillerden olmak aynı ulustan olmaya engel teşkil etmez. Her ulusa bir devlet ne kadar gereksizse her ulusa tek bir dil veya şive de gereksizdir. Ulusal dil gerekli olmakla birlikte olmazsa olmaz bir şart değildir. »Öcalan, burada AKP nin « tek dil,tek ulus,ten devlet ve tek din » teziyle örtüşüyor. O, « Başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere, dünyanın birçok ülkesinde federal ve federe hukuk sitemleri geçerlidir. Merkezi bürokrasi ve tekelci kapitalizme karşı yerel halkın çıkarlarını dengeleyen sistemler daha çok gelişmektedir »24 « Marx Engels’ten kaynaklanan sosyalizmin, ancak merkezi ulus devletlet temelinde inşaedilebileceğine ilişkin görüşlerinin bilimsel sosyalizmin sistemik hatası olduğunu sergilemeye çalıştım »25diyor.İlkin, Öcalan’ın göklere çıkartmak istediği ABD modeli olarak Demokratik ulus kavramı için ABD yi örnek göstermesi büyük bir yanlışlıktır. Çünkü, ingiliz,fransız ve ispanyol sömürgecileri Kuzey Amerika yı işgal etmeden önce,Canada.Mexika ve diğer blgelerde yaşayan kızılderili halkının nüfusu 90.000.000 milyondu. Bu hakkın %97.5 soykrımdan geçirildi. Sadece Güney Amerika jenoside uğrayan kızıl derilliler 25 milyon la 40 milyon arasındaddır.1860’den köleliğin ortadan kaldırılması. Genosiddlere engel omadı.Başkan Obama nın ikinci Cumhurbaşkanı töreninde bir tek kızılderili yoktu. İkincisi, Marx Engels ‘den kaynaklanan bir hata yok. İkincisi Lenin bu konuda : « Bu durum karşısında, marksizmin çarpıtılmalarının bu görülmemiş yayılışı karşısında, görevimiz, her şeyden önce, Marx'ın devlet üzerindeki öğretisini yeniden kurmaktır. Bunun için, Marx ve Engels'in kendi yapıtlarından birdizi uzun alıntı, zorunlu. Bu uzun alıntıların açıklamayı ağırlaştıracakları ve onu daha popüler duruma getirmeye hiç de yardımcı olmayacakları kuşkusuz. Ama bunu yapmamak da kesinlikle olanaksız. Okuyucunun, bilimsel sosyalizmin kurucularının bütün görüşlerini ve bu görüşlerin gelişmesini anlayabilmesi için, ve bu görüşlerin bugün egemen bulunan "kautskizm" tarafından nasıl çarpıtıldıklarının belgelere dayanarak gösterilmesi ve ortaya konması için de, Marx ve Engels'in devlet konusundaki yapıtlarının bütün parçaları ya da hiç değilse bütün canalıcı parçaları, olabildiğince eksiksiz bir biçimde aktarılmalıdır. Engels, tarihsel çözümlemesinden sonuçlar çıkartırken şöyle der: "Devlet topluma dışardan dayatılmış bir erklik değildir. Hegel'in ileri sürdüğü gibi, 'ahlâk düşününün gerçekliği', 'aklın imgesi ve gerçekliği' de değildir. Devlet, daha çok, toplumun, gelişmesinin belirli bir aşamasındaki bir ürünüdür; bu toplumun, önlemekte yetersiz olduğu uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde bölündüğünden, kendikendisiyle çözülmez bir çelişki içine girdiğinin itirafıdır. Ama, 24 Abdullah Öcalan, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü, Kültürel soykırım kıskacıcında Kürtleri Savunmak, Mezopotamya Yaınlarışnisan 2012,Neuss,s.455 25 Abdulah Öcalan.age,ss424-425 15 karşıtlıkların, yani karşıt ekonomik çıkarlara sahip sınıfların, kendilerini ve toplumu, kısır bir savaşım içinde eritip bitirmemeleri için, görünüşte toplumun üstünde yer alan çatışmayı hafifletmesi, "düzen" sınırları içinde tutması gereken bir erklik gereksinimi kendini kabul ettirir; işte toplumdan doğan, ama onun üstünde yer alan ve ona gitgide yabancılaşan bu erklik, devlettir" (6. Almanca baskı, s. 177-178) Burada, marksizmin, devletin tarihsel rolü ve anlamı üzerindeki temel düşünü tüm açıklığıyla dile getirilmiş bulunuyor. Devlet, sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz olmaları olgusunun ürünü ve belirtisidir. Nerede sınıflar arasındaki çelişmelerin uzlaşması nesnel olarak olanaklı değilse, orada devlet ortaya çıkar. Ve tersine; devletin varlığı da, sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz olduklarini tanıtlar.»26 Buna karşılık, Öcalan’ın yaklaşımı uzlaşmacıdır. Öcalan sınıf mücadelesini redder, Sömürgeci TC devleti ile uzlaşmayı ve ittifak politikasını arar. Kendi ezilen ulusunun devlet kurma hakkını inkâr eder. Bu aynı zamanda diğer ezilen ulusların kendi geleceklerini tayin etme hakkının da inkârıdır.Sömürgecilere karşı savaşam ezilen Kürd ulusun ayrıma hakkını eğemen türk ulusun eğemen sınıflarının Kuzey Kürdistan pazarlarına kayıtsız ve şartsız eğemen olma hakkını redetmek, ilhakçı ve gaspçı politikasına tâbi kılmaktır.. Başka bir değişle, sömürgecilerin imtiyazcı,ilhakçı politikasına boyun eğmektir, sömürgecilerin jenosidçi politikasının devamını istemek demektir. Böylece ,ezilen ulusların kendi bağımsız devletlerini kurma hakkına karşı çıkmaktır.Ulusal sorunu ulusal özerkliğe indirgemektir. Bu konuda Öcalan’ın açık ulusal ve sömürgesel programı yoktur.Öcalan her alanda Türk eğemen sınıflarının Kuzey Kürdistandaki imtiyazlar politikasını savunuyor. “Kemalist kültür milliyetçisiyim”,anam türktür” söylemi bu noktada düğümleniyor.Öcalan,«Kürt insanının önünde tek yol bırakılmış gibidir.Hakim ulus devleti içinde erimek,tümüyle değerlerinden vazgeçmek! Bundan başka yaşam yolu yoktur.»27 Ferda Çetin” Ulusların kaderlerini tayin hakkı bir hak ise eğer ve bir halk da tercihini bu yönde kullanıyorsa, bu iradeye ve bu tercihe saygı duymak olağan bir hal alır. »28 diye yazıyor. Doğru. Acaba Öcalan Kürdistan Ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkına saygı duyuyor mu, savunuyor mu? Yoksa, niye inkâr edip, Bundan başka yaşam yolu yoktur diyor ? Batı Ermenistan sorununda aynı inkârcı tutumu sergilemiyor mu ? Öcalan kime hizmet etmek için yapıyor bunu? Başka bir değişle, Ferda Çetin hangi temelde MİT ile Öcalan’ının çağrısını mutlak ve doğru olarak kabul ediyor ve 26 Viladimir İliç Lenin Devlet ve Devrim,Marksist Devret Öğretisi ve Proletaryanın Devrimdeki Görevleri Ağustos-Eylül 1917'de yazıldı, İlk kez, 1918 yılında Zhizn Znaniye yayınlandı 27 28 Abdullah, Öcalan,Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü,s.40 Ferda Çetin,YÖP,25032013 16 savunuyor ? Ferda’nın kaderi,Öcalan’ın kapısındaki, « bütün küçük insanların kaderidir » değil de nedir ? Bu konuda Lenin sorduğu soru:”Milli meselde sosyal şovenlerin programı nedir?.. ya kendi kaderlerini tayin etme hakkını inkâr etmektedirler, ya o hakkı açık ça iki yüzlü biçimde,yani kendi milletleri ya da onun askeri müttefikleri tarafınsdn baskı altında tulan milletlere uyugulamaksızın 29 tanımaktadırlar.” Öcalan sınıf mücadelesini rededen anti marxist uzlaşmacı ve işbirlikçi politikasını üç şamadan şöyle ifade ediyor.:”. Tarihin motoru bu anlamda dar sınıf mücadelesi olmayıp, sınıf mücadelesini de kapsayan demosun (halk) varolma tarzıyla, onun bu tarzına yönelerek kendini beslemeye çalışan savaşçı iktidar kliği arasındaki mücadeledir. Bu tumuyla Öcalan, sömürgeleştirimiş Kuzey Kürdistan türk sömürgeciğine karşı verdiği ulusal ve sınıfsal mücadeleyi inkâr etmesi anlamındadır. O « Toplumlar esas olarak bu iki kuvvete dayanarak yaşamsallaşırlar. Zihniyet kazanma, otorite yaratma, sosyal düzen, ekonomik araçlar bu iki güç arasındaki savaşım düzeyiyle belirlenir. Savaşım düzeyiyle bağlantılı, çoğunlukla iç içe üç düzlem tarih boyunca karşımıza çıkar. Birinci düzlem, savaşçı iktidar kliğinin tam yengisi durumudur. Görkemli askeri zaferlerini en büyük tarihsel olaylar olarak sunan fatihlerin dayattıkları tam köleleştirme düzenidir. Savaşçı iktidar grubu dışındaki herkes ve her şey bir kanun gücünde emirlerinde olmalıdır. İtiraza, muhalefete yer yoktur. Zihnen bile egemen tasarım biçimine ters düşülemez. Dayatıldığı gibi düşüneceksin, çalışacaksın ve öleceksin! Alternatifsiz hakim düzenin zirvesi esas alınmaktadır. » Bu konuda Öcalan Kürdlerin kendi devletlerini kurma hakkı konusunda alternatifsizdir. « İkincisi, bunun tam karşıtı olan halk ‘klan, kabile ve aşiretlerden oluşan dil, kültür benzerliği olan gruplar’ toplumunun, hiyerarşik ve devlet örtüsündeki savaşçı iktidar oligarşisine karşı özgür yaşam düzenidir »Öcalan’nın bu yaklaşımı Kürdleri ulus olarak görmemektedir,onları « halk ‘klan, kabile ve aşiretlerden oluşan dil, kültür benzerliği olan gruplar’ » statüsüne indirgemektedir. Ona göre « Toplum sistemindeki üçüncü düzlem, ‘barış ve istikrar’ durumu olarak adlandırılan düzen tarzıdır. Bu düzlemde her iki gücün çeşitli düzeylerde aralarında kurdukları bir denge durumu mevcuttur. Sürekli savaş, çatışma ve gerginlik durumu, toplumun sürdürülebilirliğini tehlikeye atar. Taraflar sürekli tehlike, savaş hali durumunu karşılıklı olarak çıkarlarına uygun bulmayabilirler. Aralarında çeşitli konsensüslerle ‘uzlaşmalar’ bir ‘barış ve is29 , Lenin Doğuda Ulusal Kurtuluş hareketleri,s.155 17 tikrar’ paktında uzlaşmaya giderler. Her iki tarafın da tam istediği düzlem olmasa da, koşullar gereği uzlaşma, ittifak kaçınılmaz olur. »30Öcalan’ın bu anlayışı, eğemen türk ulusunun eğemen sınıflarının imtiyazlar ve ilhakçı politikalarına boyun eğme ve uzlaşama politikasıdır. Öcalan Kürdlerin Kurtuluşunu kendi devletlerini kurma hakkında görmüyor. Birinci ve ikinci dünya savaşlarının sonucunda, bütüm emperyalistler Kürdistan decvletinin kurulmamsı için hem fikirdi. 75.000 kişilik Doğu Timor devleti kuruldu, Filistin BM girdi. Öcalan açıkça Orta Doğudaki emperyalist paylaşım faktörünü ve faktörün Kürdistan’da bir devletin kurulmasına karşı çıkışını gözardı ediyor. Emperyalizm faktörünü kapitalizmden ayırarak sahte bir model sunuyor ve bu modeli Ortadoğu’da genelleştiriyor..« Demokratik modernitenin iktidar tekelini (ulus-devleti) amaçlamayan demokratik ulus kavramıyla, kapitalizme alternatif toplumcu komünalite kuramı; bölgeyi kanlı savaşların, katliam ve soykırımların, sürekli kriz ve kaosun alanı olmaktan çıkaracak ideal modeli sunmaktadır.” Öcalan arap emperyalizminin,ingiliz,fransız,alman, türk ve rus emperyalistlerinin bir asırdan beri Kürdistan devletinin kurulmasını engellemek için oynadıkları rolü görmemezlikten geliyor. Kendisi “Arap sorunları için kapsayıcı bir çözüm modeli demokratik ulus ve toplumcu komünalite temelinde aranmak durumundadır.” diyor. Aynı şeyi “Ortadoğu’da diğer önemli bir çoğul ulusu Türk ve Türkmenler” için düşünüyor. Öcalan’a göre” “.Türk ulusal sorunları da hacimlidir. Çin’deki Uygur Türklerinden Rusya hegemonyasında yaşayan çok sayıdaki özerk ve devlete sahip Türklere, Anadolu’daki Türkiye Cumhuriyeti Türklerinden Balkan, Kafkas ve Ortadoğu’daki, hatta Avrupa’daki Türklere kadar hepsinde ulusal sorunlar yaşanmaktadır.” Oysa Türklerin ve Türkmenlerin ulusal sorunu çözüme ulaşmıştır. Devletleri vardır. TC devleti emperyalist bir devlet durumuna gelmiştir. Onun bu anlayışının aksine “Türk ve Türkmen toplulukları arasında sert bir iktidar savaşı” yoktur. Emperyalist TC nin Türkmenistan’la askeri ve siyasi ilişkileri ne ise, Orta Doğu’da Kerkük’teki Türkler için siyaseti emperyalist bir siyasettir. Bu açıdan.”Günümüzde Türk ulusal toplulukları için demokratik modernite kuramı en uygun çerçeveyi “oluşturmuyor. Bu açıdan” Demokratik Türk Konfederasyonu projesi “ fikri, pantürkçü ve panislamcıbir 30 Abdullah Öclan.YÖP,20 mart 2013 18 fikirdir.emperyalist hegemomyacı özellik taşımaktadır. Bu proje” dünya barışı ve demokratik modernite sistemi için büyük katkı “sunamaz. Bu projenin başlangıcı, Ermenilerin, Greklerin Küdlerin ve Assyro Keldanilerin ve Kürdlerin jenosidleri ile gerçekleşti. Öcalan Kürdistan ulusal sorunun çözümünü erperyalist ve sömürgeci yapının ortadan kalmasında görmüyor. Öcalan, binlerce yıl yerleşik yaşamını sürdüren Kürdistan halkının büyük bir kesiminin jenoside maruz bırakıldıkları, topraklarından zorla kovulduklarını, ulusal ve sömürgeler sorunun çözümünün Kürdistan halkının kendi uşusal devletlerini kurmakla mümkün olacağını anlamıyor. O,” Kapitalist modernite döneminde dıştan dayatılan ulus-devlet egemenliği gücü yettikçe kültürel soykırımlar ve zaman zaman fiziki kırımlarla kendi içinde eritmek istemişlerdir. İslam uygarlığı döneminde de aynı politikalar din aracılığıyla meşru kılınmak istenmiştir. Kürtler ulusal toplum olmayı iktidar-devlet gücüyle sağlama şansına pek sahip değildir.” diyor. Öcalan’ın bu düşüncesinin aksine, günümüzde Kürdistan halkı kendi ülkesinin iktidarını alacak, devletlerini kuracak güçtedir. Mustafa Karasu, bu anlayışı şöyle yorumluyor. « Kürt Özgürlük Hareketi Türk devletine karşı ya da herhangi bir hükümete karşı savaşmak için savaşmıyor. Tabii ki Kürt sorunu makul bir çözüme kavuşmazsa yüz yıl daha sürse yine de özgürlük savaşı verilir, kesinlikle teslim olunmaz. Ama makul bir çözüm imkanı doğduğunda bunu da değerlendirir. Çünkü demokratik siyasal yoldan makul bir çözüm şiddetli bir savaşla alınacak her türlü çözümden daha değerli görülmektedir. Yeter ki Kürtlerin varlığını güvenceye alan ve özgürlüğünü sağlayan bir çözüm olsun. »Karasu nun anlayışı Kürdlerin kendi devletlerini kurma hakkında değil, tıpkı Öcalan gibi, eğemen türk ulusunun eğemen sınıflarının imtiyazlar politikasına boyun eğmededir. Ona göre İşte şimdi böyle bir çözüm arayışı bulunmaktadır. Bunu esas olarak da hareketin yaratıcısı, bugüne getiricisi, ideolojik ve politik doğrultusunun sürdürücüsü Kürt Halk Önderi yapmaktadır. »31 Eğer « « Kürt Özgürlük Hareketi Türk devletine karşı ya da herhangi bir hükümete karşı savaşmak için savaşmıyor » sa, o halde, « yüz yıl daha sürse yine de özgürlük savaşı » kime karşı verilecektir ? 31 Mustafa Karasu,YÖP,20 mart 2013 19 27 mayıs 1797 de giyotinden geçirilen Marx ve Engels’in « Komüniste Partisinin ilk öcülüğü »32 nitelediği Gracchus Babeuf’ün son mektubunu okurken, bir ulusun toptan giyotinden geçirildiği gözümün önüne geliyor. Sorun, çağımız düşünürlerinin görevi çağın tarihsel haksızlığına karşı çıkmak ve gerçek çözümün yolunu göstermek, olan biteni ortaya koymaktır. Çağımız, Kürdistanca, insanca düşünme hakkını dayatıyor. “Düşünmezsen yoktur” AKP anlayışı, istemi, sömürgeci T.C. devletinin resmi devlet politikasından başka bir şey değildir. Bunu pek çok kürd politkacısı ve aydını anlamıyor. Bu inkâr politikasını, UNESCO Dünya Felsefe gününde, Türkiye adına Jandarma Yüzbaşısı Murat BAŞER ile MİT Müffetişi Selçuk Turan temsil etmesi ne ise, kendilerini siyasal bilim uzmanı olarak tanıtanların Jenosidçi Erdoğan’a pay çıkarmaları da o derece bilimi temsil edememedir. Yukarıdaki durum, Türkiyeli felsefeciler için ne kadar bir yüzkarasıysa. MİT ile Öcalan’nın görüşmeleri de o kadar yüzkarasıdır. Bu bir bütün olarak, eğemen türk ulusunun sömürgeci devletinin imtiyazlarına bağlı kalan bir girişimdir, Kuzey Kürdistan insanlığının yoksanması anlamını geliyor. Küzey Kürdistan sorununun çözümü, MİT – Öcalan ilişkileri gerçek çözümden uzak, yanlış temelsiz, inkârcı, sömürgeci devletin çıkarlarındaki işbirlikçiliğe indirgemekten başka sonuç veremez. Oysa, Kürdistan bilimsel bir gerçeklik olarak var. Sosyal bilimler ışığında bu sorun çok net ve açık bir biçimde bilimlerin ışığında uluslararası hukuk çerçevesinde çözümlenebilinir.Bütün ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkında BM ler sözleşmeleri çerçevesinde Viet Nam, Cezayir, diğer Afrika ulusal kurtuluş hareketlerinde olduğu gibi izlediği çizgi de uluslararsı hukuk çerçevesinde gerçek ve adil çözüme ulaşabilir. Aksine, MİT ile Öcalan arasındaki görüşmelerinin hiç bir uluslararası hukuk garantisi yoktur. İmha ve inkâr üzerine kurulmuş sömürgeci TC Kürdlerle ilgili sözleri hep yalanla sonuçlandığı tarihsel bir gerçektir. Silahlarını götürüp Nazmiye de General Abdullah Alpdoğan’a teslim eden Dersimlilerin hepsi kurşuna dizilmiştir. Bu konuda Xıde Alê İsme’nin ağıtı « Bıra Xıdır vano” Kora ke ma re amê Ma çeke ho kerdi topi Berdi Nazimia de teslim kerdi,dai Vaonu wu sırede jar u diyar tédé ma ra ma’ra heredai»33. belirleyicidir. Bu gösteriyor ki Kürdistan’ı jenoside maruz bırakmak, boşaltmak, insansızlaştırmak, onu doğasının güzelliğinden yoksun kılmak, tarihi ve kültürel uygarlığını ortadan kaldırmak için, başta T.C. olmak üzere diğer işgalci ve sömürgeci devletler hep birlikte, her türlü teknik araç ve yöntemlere başvurdukları yöntemlerbu inkârı gerçekleştirmişlerdir. Açıkçası sömürgeciler dilinde Kürdistan inkar edilmiş bir bilimsel gerçeklik, yüzyıllardan beri çarmıhlara gerilmiş bir varlık, tarihsel 32 Karl Marx, Sur la Révolution française, Paris, Éditions sociales, 1985, « La critique moralisante et la morale critique... », p. 91 33 Bıra Xıdır diyor “ hele bakın şu yaptığımız körlüğe/ Silahlarımız toplayıp götürüp Nazmiye de düşmana teslim ettik,verdik/Bıra Xıdır diyor ki” işte o vakit bütün ziyaretler,kutsal diyarlar/ Darıldılar bizden” Kaynak Mesut Özcan Öyküleriyle Dersim Ağıtları, cilt I. S.115-116 Kalan Yayınları 2002 Ankara 20 anlamı olan, tarihsel bir haksızlık trajedisidir. Koçgiri ve Dêrsim halklarını açıkça katletmek için her türlü jenositçi yöntemi ve katliam politikasını uygulayan M. Kemal ve yoldaşları, günümüz gerçekliğinde, dün Lenin ve Stalin’in desteğini aldıkları gibi, bugün de Kuzey Kürdistan’da faşist ideolojinin çömezlerini Genel kurmay yedeklerini AKP ve MİT çileri rahatça bulabiliyorlar. Bu siyasal jenosidin yanında, objektif olarak Kürdistan’da kimyasal, biyolojik ve bakteriyolojik silahların kullanıldığı, toprağının kontaminasyona uğradığı, verimli tarlaların otuz yıl boyunca ekin vermeyecek duruma getirildikleri, yeni doğan çocukların sekiz yaşlarına gelmeden ölecekleri gül ve cennet ülkemiz « ırk temizliği », « devlet terrörizmi » “jenositlere maruz kalmış” insanların memleketi olarak, onurunun ve insanlarının ayaklar altına alınmış olduğunu her bombardıman sonucunda haykırıyor. Irmaklarını, ovalarını, güzelim dağlarını yitiriyor. Kısacası Kürdistan uluslararası emperyalist karşı devrimin hedefidir. Kürdistan’da dün Saddam, bugün T.C., Irak ve Suriye aynı inkarcı politikaları uyguluyorlar. Gündem Kürdistan’ın boşaltılması ve tarihten silinmesidir. Ulusal sorunun sıfırlanmasıdır. Bütün bunların dışında, T.C. nin bütün kuruluşları, üniversite profesörleri (Profesör Cahit Tanyol. Ziya Gökalp geleneğini, devletin inkarcı politikasını, devlet, ordusu ve polisiyle birlikte sürdürürken, öte yandan T.C. devlet organları polis, jandarma, MİT JİTEM işbirligi ile bir yandan inkar ve imha sürmektedir. Kürdistan’da ırk temizliği Kürdistan’ı boşaltmalar devam ederken, MİT Öcalan traji-komik oyunlarını sergiliyorlar.34 Bu bağlamda, NİÇİN GÖRÜŞMELER MİT İLE ÖCALAN ARASINDA GEÇİYOR? , NEDEN KUZEY KÜRDİSTAN SORUNU BİRLEŞMİŞ MİLLETLERİN KOMMİSYONLARINDA GÖRÜŞÜLMÜYOR? sorgulamamız bu incelemenin konusunu ve hareket noktasını oluşturuyor. OTUZ YILLIK SİLALI MÜCADELE VE SORUNUN KONUÇ BİÇİMİ Kuzey Kürdistan’da, emperyalist ve sömürgeci TC ye karşı verilen otuz yıllık silahlı mücadele, Abdullah Öcalan’nın yakalanıp TC ye teslim olmasından bu yana, Kürdistan’ın özgürlük ve bağımsızlık stratejisi tamamen tasviye edildi. Öcalan« Staratejik hedef”Türk sömürgeciliği,iç ve dış dayanakları” gibi bir saptamanın aşılması bunun yerine “ oligarşik yapı ve uzanltıları” demenin daha gerçekçi ve cözümleyici olacağı kanısındayım. Yine “ulusal kurtuluşçuluk “yerine” Demokratik kurtuluş” kavramının daha doğru bir mücadele anlayışına hizmet edeceği,legal legal mücadele diline uygun olduğu açıktır»35 diyordu. Aradan ondört yıl geçmesine rağmen, bir halkın, bir ulusun özgürlüğü ve bağımsızlığı tek kişilik hücreye mahkum edilen bir tutuklunun özgürlüğüne, sağlık sorunlarına indirgendi. Siyasal bir Partinin TC Parlementosundaki milletvekilleri MİT ile Öcalan arasındaki görüşmeleri göklere çıkardı.Onlar bu 34 Dr Ali KILIÇ, 14.03.2006 Peyamaazadi 35 Abdullah Öcalan, Dönüşüm süreci üzerine ,Pesrpektifler,Poltitik Rapor4 aralık 1999,imralı,weşanen Serxwebûn 99,Mart 2000 21 sorunun niçin MİT ile Öcalan arasında kilitlendiğinin sorusunu sormadılar.Kuzey Kürdistan sorunu, TC nin bir iç sorunu mu yoksa uluslararası hukukun bir sorunu mudur? Eğer öyle ise, MİT ile Öcalan arasındaki görüşmeler, BM Milletler anayasasının ikinci maddesine,36 aykırı mı değil mi? Öcalan bu aykırılığı 15 Mart 1993’de yaptığı basın toplantısında şöyle dile getirdi« Biz hemen Türkiye’den ayrılalım diye bir yaklaşım içinde değiliz. Bu konuda gerçekçiyiz. Bu tutumu basit bir taktik olarak anlamak gerekir»37 Öcalan,”savunmamaın ana özü,çok tekrara içerse de “demokratikçözüm” kavramında yoğunlaştırıldı. Daha önceleri sınırlı değindiğim bu yaklaşımı oldukça aştım. Bunda tesadüfen elime geçen Leslie Lipson’un”Demokratik uygarlık” adlı kitabının katkısı oldu.”38 diyor.Öcalan’a göre “sadece ayrı devlet anlamında yorumlanan “ulusların kaderlerini tayin hakkı,gerçekten bu yorumuyla çıkmazdı. Kürdistan pratiğine sorunu yokuşa sürme yanı ağır basıyordu.” Aslında sorunu yokuşa süren MİT ile Öcalan arasındaki bu görüşmeler BM’lerin “Uluslar arasında, halkların hak eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için diğer uygun önlemler » almaya ilişkin ilkesine, aykırıdır. Bu tutum « Sömürge yönetimi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık veerilmesine ilişkim BM Genel Kurul’un 1514(XV) sayılı 14 Aralık 1960 tarihli bildirgesine» aykırı bir tutumdur.Başka bir değişle bu görüşmeler BM lerin “Halkların eşit hakları ve selfdeterminasyonu ilkesinin çağdaş milletlerarası hukuka önemli bir katkıda bulunduğuna ve bunun etkin şekilde uygulanmasının Devletler arasında egemen eşitlik ilkesine saygı esasına dayalı dostane ilişkilerin geliştirilmesi için büyük önemi »39 olan bu ilkesini nasıl yok saymaktadır. Üstelik MİT ile Öcalan bu görüşmeler Birleşmiş Milletler Yerleşik Halklar Hakları Sözleşmesinin 3 maddesine tamamen aykırıdır. Çünkü bu sözleşmeye göre « Yerleşik halklar kendi geleceklerini kendileri belirleme hakkına sahiptir. Bu hakkın tabiatı dolayısıyla kendi siyasi statülerini belirleme ve ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınma için izlenecek yolu özgürce seçme hakkına sahiptirler.»40 O halde MİT ile Öcalan Kuzey Kürdistan halkının uluslararası hukuk gereğince yararlanacağı haklardan hangi hakla, nasıl mahrum bırakabiliyorlar ? Bunlara bu hakları kim verdi ? BDP milletvekilleri nasıl bu hazsızlığı alkışlıyabilirler ? Bunlara sormak gerek MİT’in PKK ve Kürdler hakkındaki görüşü nedir ? Jenosidlerin kitle kıyımlarının uygulayıcısı aydınlarımızı diri diri yakan, JİTEM ve KONTGERİLLA ile jenosidleri işleyen MİT’in Öcalan’la ahpap çavuşluğu 36 26 Haziran 1945 tarihinde San Francisco’da imzalanmõş ve 110. maddeye uygun olarak 24 Ekim 1945’de yürürlüğe girmiştir. Türkiye Antlaşmayı Milletlerarası Adalet Divanõ Statüsü’yle birlikte 15 Ağustos 1945’te onaylamıştır. 4801 Sayılı Onay Kanunu 24 Ağustos 1945 gün ve 6902 Sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. 37 Abdullah Öcalan,Savunmalarım,Demokratik çözüm sürecinde bir döneme.,weşanen Serxwebûn,Haziran 1999,s.7 38 Abdullah Öcalan,age s.9 Dr. Leslie M. Lipson. Demokratik Uygarlık, İş Bankası yayınları, Department of Political Science. University of California La Civilisation démocratique [Texte imprimé] / Leslie Lipson ; [adaptation traduite par Pierre Nicolas]Traduction de : The Democratic civilization Publication : Paris : Éditions inter-nationales, 1972 39 Devletler Arasında Birleşmiş Milletler Şart'na Uygun Şekilde Dostane Münasebetler Kurma ve İşbirği Yapmaya Dair Milletleraras Hukuk İlkeleri Hakkında Bildiri (2625(XXV) say 24 Ekim 1970 tarihli Genel Kurul kararyla kabul edilmiştir) 40 Genel Kurul’un 61/295 Sayılı Kararı: Birleşmiş Milletler Yerleşik Halklar Hakları Bildirisi 22 nereden kaynaklanıyor ? Öcalan ‘ın görüşleri MİT’in görüşleri arasındaki ortak noktalar nelerdir ? Kuzey Kürdistan sorunun Türkiye’nin iç sorununa indirgenmesinde MİT’in ve Öcalan’ın ortak ideolojik ve politik tezleri hangi noktalarda birleşiyor ? Niçin Öcalan Kuzey Kürdistan ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkına karşı çıkıyor, onu inkâr ederek Demokratik Özerkliğe, kişisel haklara indirgiyor ? Kürdistan halkının kendi devletini kurma hakkına karşı çıkışı TC nin sömürgeci ve ilhakçı politikası ile uzlaşmıyor mu ? Bu karşı çıkmada MİT ile Öcalan arasındaki ortak düşünce uyumunun temeli nedir ? Neden Öcalan Batı Kürdistan halkının Güney Kürdistan yönetimine yaklaşmasına karşıdır ? Neden Öcalan bu konuda TC devletinin ilhakçı sömürgeci politikasını, Suriye Baass politikasını kendisine yakın görüyor ve Güney Kürdistan halkıyla birleşmesine karşı çıkıyor ? Bu işbirlikçiğin kaynağı nedir ? Hangi teorik tezlerden kaynaklanıyor ? Niçin, neden Öcalan Marxizmin düşmanı CİA ajanlarının tezlerine dayanıyor ?,Marx Engels, Leninin ulusal sorun konusundaki tezlerine karşı çıkıyor ? KCK ve PKK,PJAK bu askeri ve siyasi kararlara karşı ne diyorlar ? Toptan ve koşulsuz silahsızlamaya evet demek otuz yıllık silahlı mücadelenin toptan imhası değil mi ? Niçin Türk ordusu silahsızlanmıyor, Kürdistan def olup gitmiyor,onun yerine gerilların teslim olmaları isteniyor ? Niçin TC, ABD, NATO ve Avrupa emperyalist ülkelerinden PKK’ye savaşmak için yardım diliyor ? ABD ve Avrupa emperyalistler TC sömürgeciliğine karşı verilen silahlı mücadele,Türk ordusunun saflarında yer almadılar mı ? Emperyalist Fransa 1989’da Mitterrand ve Özel arasında 75 askeri proje imzaladı.2000 yılında TC ile Fransa askeri işbirliği Antlaşmasını imzalandı. Buna Sosyalist Başbakan Lionel Jospin Chirac General Kıvrıkoğlu ortak imza attılar. 7 Ekim 2011 de Fransa İçişleri Bakanı Claude Guéant Naim Şahin le birlikte PKK ye karşı savaşmak için ortak anti terrör sözleşmesi imzaladılar. MİT bu sözleşme de yer alıyordu. ABD ve Avrupalı emperyalistler PKK yi terrörist listesine alırken, Kürd ulusunun kendi geleceğini tayin etme hakkına karşı çıkıyorlardı ve sorunun BM getirilmesine engeller çıkartıyorlardı.Bunun temelinde, sorunu TC nin bir iç sorunu haline getirmek değil miydi ? PKK ve KNK yöneticileri bunu nasıl kabul edebilecekler ? Bunun hesabını nasıl verecekler ? KCK adına Murat Karayılan, Önderliğin ortaya koyduğu perspektifin doğru olduğuna ve katılacağımıza dair karar kılmış bulunuyoruz; ancak bir takım görüş ve önerilerimizi de cevabi mektubumuzda sunmuş bulunmaktayız41diyor. KNK yöneticileri, uluslararsı emperyalizmin piyonu olan ONG lerin peşine takılırken, izledikleri çizgi uluslararası emperyalist karşı devrime hizmet ettiklerinin farkındalar mı ? 41 Murat, Karayılan YÖP,16 mart 2013. 23 TÜRK DEVLETİ SAVAŞI TIRMANDIRYOR MGK Toplantısıyla birlikte Türk savaş uçakları Kandil’i bombalandı.Kapalı kapılar arkasındaki kişisel görüşmelerine karşısında,emperyalist ve saldırgan TC ordusu yoğun genel savaşı üst boyuta ulaştırdı. Bu konuda Karayılan, « AKP’nin hesabı bizi bombardıman altında tutarak sözüm ona adım attırmak ise, hemen belirtelim ki bu asla mümkün olmayacaktır’dedi. ’Savaşın da bir ahlakı, yani savaş ahlakı denilen bir şey vardır. Bu nasıl baldıran zehrini içmektir ki, son yılların en ağır operasyon ve hava saldırıları yapılmaktadır. Basında ve televizyonlardan her gün ‘güçlerini çeksinler, şuraya- buraya gitsinler’ gibi bir üslup hangi çözüm zihniyetinin üslubu olabilir. Kamuoyuna PKK sanki boynu eğik, teslimiyet koşullarında hareket edecekmiş gibi mesajların verilmesi, çözüme değil ancak sorunun daha da ağırlaşması ve savaşın daha da derinleşmesine hizmet edecektir ‘’Çözüm isteyen ve barış sever herkese soruyoruz; yaygın operasyonlar ile yoğun hava saldırılarının yapıldığı koşullarda, hareket ve halk olarak kendimizi savunma ve misillenme hakkımız yok mudur? Dolayısıyla şunu belirtiyoruz: AKP her şeyden önce halka ve kamuoyuna karşı samimi ve tutarlı olmadır. Ve bilmelidir ki, saldırılar oldukça biz de hareket ve halk olarak kendimizi elbette savunacağız. Aksi takdirde çözüm adına hiçbir gelişmenin olmayacağı açıktır’’ TC ASKERİ SALDIRISI GENİŞ BOYUTLARA VARIYOR “Diyarbakır 2'inci Hava Kuvvet Komutanlığı 8. Ana Jet Üssü'nden dün de savaş uçakları kalkış yaptı. Güney Kürdistan'ı bombalayan savaş uçaklarının kalkış yaptığı bu üsse son 10 gündür ise CASA CN235 tipi askeri kargo uçakları iniş yapıyor. Daha önce genelde gece saatlerini tercih eden nakliye uçakları artık gündüz saatlerinde de görülebiliyor. Öte yandan Diyarbakır 2'inci Hava Kuvvet Komutanlığı'na Eskişehir, Balıkesir ve Amasya'dan 25 savaş uçağı geldiği bildirildi. 24 Türk ordusu askeri operasyonlarını aralıksız sürdürüyor. En şiddetli savaş yıllarından biri olarak değerlendirilen ve 320 kara operasyonu ile 324 hava saldırısının gerçekleştiği 2012 yılının ardından, 2013’e yine operasyon ve can kayıpları ile girildi. 31 Aralık 2012 tarihinde Amed’in Lice İlçesi kırsalında düzenlenen operasyonda aralarında HPG Askeri Konsey Üyesi Ertem Karabulut’un da bulunduğu 10 gerilla yaşamını yitirdi. Bir hafta sonra ise, 7 Ocak’ta Hakkari’nin Çelê (Çukurca) ilçesi kırsalında düzenlenen operasyonlara eylemle karşılık veren HPG gerillalarından 14’ü hayatını kaybetti.31 Aralık’ta Avaşin bölgesi obüs ve havan toplarıyla bombalanırken yılın ilk kapsamlı saldırısı 14 Ocak’ta gerçekleşti. Kandil bölgesinde Zergele ve Enze köyleri, Zagros bölgesindeki Avaşin Basya vadisi, Gare bölgesindeki Şeranê ve Zewkê köyleri, Zap bölgesindeki Sîda köyü ve çevresi bombalandı. Oldukça geniş bir hatta yayılan hava saldırısında; Selam Şadır (Afat İntikam), Cebrail Ölmez (Dijwar Colemêrg), Erdal Şalo (Koçer Zozan), Lokman Göktaş (Zana Koser), Muhammed Elver (Zerdeşt Tolhildan), Şaxwan Miradi (Erdal Ciwan), Özkan Buzak (Brusk Dorşin) isimli 7 HPG gerillası yaşamını yitirdi. Saldırıda siviller de zarar gördü. Silê köyünde bulunan 6 ev tamamen yerle bir edildi.Türk resmi kaynakları 8 saat süren bombardımanlarda ilk kez “beton delici bombaların” kullanıldığını açıklıyordu. Türk Başbakan Recep T. Erdoğan’ın gerillaların ‘geri çekilmesini’ daha fazla dillendirdiği Şubat ayıyla birlikte hem Kuzey’de operasyonlar, hem de gerilla alanlarına bombardımanlar yoğunluk kazandı. Şubat ayına girişle Dersim, Mazıdağ, Lice-Genç-Muş üçgeni, Şırnak’ın Besta ve Cudi alanları, Amed'in Lice, Hani, Silvan-Kulp İlçeleri kırsalı, Mardin, Bingöl’den ardı ardına operasyon haberleri geldi. Bunlardan 14 Şubat’taki Lice-Genç-Muş üçgeni, 21 ve 25 Şubat’ta Lice’de düzenlenen operasyonlar halkın canlı kalkan eylemleri nedeniyle durdu. Sınırdaki askeri yığınak ise, kapsamlı bir operasyon hazırlığı olarak yorumlandı. Henüz başlangıç aşaması olarak nitelendirilen ‘süreç’le ilgili gelişmeler hız kazanırken, Türk savaş uçakları hemen her gün Medya Savunma Alanları’na bombardıman ya da taciz uçuşu için Amed'den havalanır oldu. Kandil, Zap, Gare, Metina, Haftanin gibi alanlarda sadece gerilla güçleri değil sivil halk da 25 hedef alındı. 8 Şubat’ta Kandil’in Zergele Köyü ve çevresine dönük bombardımanda köylülere ait araziler zarar gördü. Köylülerin oluşturduğu gençlik merkezi yerle bir edildi. 13 Şubat’ta Haftanin’e bağlı Şeraniş ve Keşan Köyleri; 20 Şubat’ta Kandil’in Lewce Köyü ve çevresi, Metina’da ise Dergine Köyü ve çevresine tonlarca ağırlıktaki bombalar yağdırıldı. Daha sonraki açıklama da Karayılan « Türk devlet güçlerinin saldırıları söz konusu oluyorsa, gerillanın da buna karşı kendini savunma ve misilleme hakkı vardır ve gerilla bunu yapacaktır. Yapmak zorundadır. Hiçbir biçimde bizim şiddet karşısında boyun eğmemiz ve geri adım atmamız söz konusu değildir.Aynı açıklamada Karayılan’ın çelişkili ifadesine tanık oluyoruz.(..)Biz kendi açımızdan kararlı bir biçimde bunu ifade etmek durumundayız. Hareketimizin sağladığı güçlü birlik ruhu ve Önderlik etrafında kenetlenme gerçeği, bu konuda her türlü engeli kararlıca aşma olanağını sunmaktadır. » 42Erdoğan bilmeli ki biz Kürdistanlıyız, bu ülkeyi çok seviyoruz ve bu ülke için çok bedel verdik. Erdoğan ‘ya Türkleşerek tek milleti kabul edeceksiniz ya da nereye gidiyorsanız gidin’ diyor. Ben de diyorum ki; sizin ne işiniz var ülkemizde. Burası Kürdistan’dır. Bizim ülkemizdir. Asıl siz çekin gidin ülkemizden. Kürt halkı üzeride silahlı baskı ve siyasi soykırım olduğu sürece bu özgürlük gerillası ve Kürt halkının direnişi de olacaktır. Bunu herkes iyi bilmelidirSayın Kışanak “Barış süreçlerinde tarafların farklı amaçları olabilir. Hükümet ve devletin önceliği PKK’nin silahlarını almaktır. Kürtlerin ise haklarının anayasal güvenceye alınması. Bu süreç bir tarafın beklentileri yok sayılarak yürütülemez” dedi. Burada ciddi bir yaklaşım olmasaydı, askerlerin bırakılması gündeme gelmezdi. Kürt tarafının onurlu bir barışın sağlanması konusunda ciddi bir refleks gösterdiğinin ifadesidir. Hükümetin de ciddiyetle meseleye yaklaşması gerekiyor. Biz, bir insanın ailesine kavuşmasının ne olduğunu, ne anlama geldiğini çok iyi bilen insanlarız. Biz bundan sadece mutluluk duyarız. Konuyu insani yönüyle ele alıyoruz. Biz, barışın kalıcı ve gelişmesi için karşılıklı adımların atılması gerektiğini söyledik. Biz, bunu söylediğimiz zaman birileri hemen pazarlık olarak değerlendiriyor. Oysa ki barış olacaksa, yeniden kucaklaşmayı sağlayacaksak, karşılıklı olarak toplumu rahatlatacak adımların atılması gerekir, .43 TC,AKP hiç bir somut atmıyor. MİT Öcalan’la görüşmeler yaparken,öte yandan Diyarbakır’da tutuklamalara devam ediyor. Genel Kurmay askeri saldırılarına ve gerillara pusu kurup onları toptan yoketme planlarını adım adım yerine getiriyor. Bu insalığa karşı,halklara karşı işlenmiş ve işlenecek olan savaş ve jenosid suçudur. 42 43 Karayılan,Önderliğimize güveniyoruz’.YÖP 7 mart 2013 Gültan Kışanak,YÖP 15 mart 2013 et Ahmet Türk age. 26 Türk ordusu, operasyon ve saldırılarını sürdürüyor. Medya Savunma Alanları ile Kuzey’deki bazı bölgeler bombardımana tabi tutulurken bazı bölgelerde de operasyon başlatıldı. Sınıra askeri yığınak yapmaya devam eden Türk ordusu, karakol inşaatlarının yanı sıra teknik donanıma da ağırlık verdi. HPG Basın ve İrtibat Merkezi yaptığı yazılı açıklamayla Medya Savunma Alanları’na bağlı Zap bölgesinin de önceki akşam saatlerinde obüs ve havan toplarıyla bombalandığı belirtildi. Açıklamada, “13 Mart günü 16.00 ile 18.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’nın Zap bölgesi sınırları içinde bulunan Şehit Karwan alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir” denildi. Medya Savunma Alanları geçtiğimiz hafta da Türk savaş uçakları tarafından bombalanmıştı. Amed’deki hava hareketliliği ise sürüyor. Diyarbakır 2. Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığı 8. Ana Jet Üssü’nden dün sabah saatlerinde 7 savaş uçağı kalkış yaptı. Şenlik Köyü'nde yaşayan 27 yaşındaki Leyla Benice, helikopter sesleriyle uyandıklarını belirterek, "Dışarıya çıktık dağlar bombalanıyordu. Köydekiler ani bir refleks ile operasyon bölgesine akın etti. Herkes tepelere çıkmaya çalışıyordu" dedi. Askerlerin engelleme girişimlerinin sonuçsuz kaldığını belirten Benice, şöyle konuştu: "Askerler önümüzü kesti 'Nereye gidiyorsunuz geri dönün' diye bağırdı. Biz yolumuza devam ettik. Halk askerlere 'Siz gidin dağlarımızdan bu dağlar bizimdir, sizin ne işiniz var buralarda' diye tepki gösterdi. Lice halkı dağlarda işgalci Türk ordu birliklerine karşı “defolun gidin, bu dağlar bizim” diyebiliyorsa ve güçlü bir direniş sergileyebiliyorsa, halkımız, gençlerimiz neden Kürdistan şehirkasabalarında aynısını yapmasın? Neden hala sömürgeci Türk polis sürüleri sokaklarımızda rahat dolaşabiliyor? Neden hala gençlerimizi, çocuklarımızı katledebiliyorlar? İstediğini, istedikleri zamanda evlerinden, işyerlerinden alabiliyorlar? Cemil Bayık “Erdogan dibêje bila derkevin derveyî sînoran wê demê pêvajo dest pê dike. Tiştê ku ji çareseriyê fêm dike ne çareseriya pirsgirêka Kurd e, derxistina gerîlayan a derveyî Tirkiyeyê û bêparastin hiştina Kurda ye. Beyî avêtina gaveke bi tenê anîna rojevê ya derketina gerîlayan, tê wateya 27 mikûrkarina; ‘ezê careke din li ser Kurdan serdestiya siyasî, leşkerî, civakî û çandî pêk bînim.’ Yanî tê wateya mikûrhatina ku careke din wê li ser civakê, xwe ferz bikin û demokrasî û azadî pêk neyê. Ev tev nîşan didin ku têgihiştina çareseriyê tune ye û polîtîkayên berê tên parastin. Ev nêzîkbûn didin xwuyakirin ku hikûmeta AKP’ê dixwaze tevkujiya çandî bidomîne, serdestiya xwe ferz bike û polîtîkayên heta niha meşandina berdewam bike. Dema li polîtîkayên AKP’ê û dewleta Tirk tê mêze kirin, peşve vekişîn li aliyekî; dikare were gotin ku şert û mercê agirbestekê jî tune ne. Rêberê Gelê Kurd dixwaze polîtîkayên bêencam ên dewleta Tirk derbas bike û pêvajoyeke çareseriyê biafirîne. Lê belê dewleta Tirk û AKP ne çareseriyê berovajî dixwazin têgihiştin û polîtîkayên berê li gor şert û mercên demê bidomînin. Yanî di neçareseriyê de israr dikin. Gotina bila dervekin derveyî sînor tê vê wateyê. Bi rengekî vekirî ev tê wateya xistina pêşiya hespê ya erebeyê. Diyare ku ev yek pêk nayê. Gelê Kurd îradeya xwe teslîmî AKP’ê nake. Ji ber vê yekê jî heta îradeyeke çareseriyê dernekeve holê û ji bo çareseriyê gavên cidî neyên avêtin ne mijara gotinê ye ku pozîsyona gerîlayan were guhertin. »44 Güney Kürdistan Devlet Başkanı sayın Barzani, Güney Kürdistan’da TC verdiği askeri üslerden onlarla yaptığı askeri sözleşmelerden hiç bahsetmeden Kuzeydeki gelişmeler konusunda şunları söylüyor. “Peyama birêz Abdullah Ocalan li Newroza îsal da ku têda daxwaza dawî anîna tundutîjiyê û li ber girtina awayê siyasî û demokratiyan dike, ji bo çareserkirina aştiyaneya pirsa Kurd hengavekî girînge. Ji bilî piştgirî û pêşwaziya wê peyama birêz Ocalan em bawerin ew rêya rast û diruste ku çendîn sale me pêdagîriyê li ser kiriye ku pirsa Kurd siyasiye. Ew pirs ne li rêya serbazî û ne jî bi awayê çekdarî nayê çareser kirin. Pêvajoya aştî babeteke pêwîstî bi pabendbûna prensîpên serxistina aştî û bîhnvedana hemû aliyek heye û neku taktîkekî siyasî û demkî pêwîste wekî stratejiyek bê temaşe kirin. Daxwaz ji hemû aliyek dikîn bi cîddî hevkar bin ji bo wê yekê ku hengavên praktîkî li pêşkêşî bi cîhbûn û berqerarbûna aştî û çareserbûna siyasî û aştiyaneya pirsa Kurd bê avêtin. Herêma Kurdistanê jî wekî çawa salên berê amadeyê yarmetîdana pêvajoya aştiyê bûye, ji bo serxistina aştî û çareseriya siyasiyaneya pirsa Kurd li Tirkiye, niha jî amadeye bi hemû şiyanek ve yarmetiya her du aliyan bide.»45 Amcasının ve babasının yolunda yürüyen, Nakşibendici TC şeriatçılarına gönül borcunu ifade eden Güney Kürdistan Başbanı aynen : 44 Cemil Bayık, Pêvajo bi gavên dewleta Tirk re wê dest pê bike,Yeni Özgürpolitika,5 mart 2013. 45 Mesûd Barzanî,Serokê Herêma Kurdistanê,22.03.2013 http://www.krp.org/kurdil/articledisplay.aspx?id=uefsNnT31c4= 28 « Nêçîrvan Barzanî di axavtina xwe de li hember wan pêngavên li Tirkiyeyê ji bona çareserkirina pirsa kurd tên avêtin kêfxweşiya xwe nîşan da û got ku, hikûmeta herêma Kurdistanê piştgiriya wê pêvajoyê dike û amadeye hevkariyê jî digel bike. Nêçîrvan Barzanî pêngavên her du aliyan ji bo aşitiyê bi pêngavên giring wesif kirin û hêvî kir ku, ew pirosesa li Tirkiyeyê destpêkirî bigehe armanca xwe û çaresr, xêr û xweşiyê bo her du gelê kurd u turk bi xwe re bîne: »46 Buna karşılık Sayın Kışanak MİT ile Öcalan arasındaki görüşmeler konusunda «Bu görüşmelerden bir şey çıkar mı? Güvenmiyorsunuz biliyorum, kuşkuyla yaklaşıyorsunuz biliyorum. Ama yıllardan beri bugüne halkımızla beraber direnerek, bedel ödeyerek, geldik. Bugünden sonra da, aynı direniş, aynı inançla şehitlerimizin özgürlük mücadelesini bizler tamamlayacağız»47 KUZEY KÜRDİSTAN DA AYKIRILIK VE UYUMSUZLUK DURUMU Bu durum, Kürdistan ulusal Kurtuluş hareketi önünde, bir aykırılık ve uyumsuzluk ortaya koyuyor. Bir aykırılıktır, çünkü, Parti ulusal Kurtuluş mücadelesine öncülük edecek, kitleleri silahlı mücadeleye katacağı, özgür ve bağımsız bir Kürdistanı kuracağı yerde insiyatif bir kişinin eline bıraktı. Barış görüşmeler uluslararası düzeyde BM de olacağı yerde, sömürgeci TC devletinin bir iç sorununa, MİT Öcalan görüşmelere indirgendi. Öcalan, “PKK bir nevi milis güç olarak örgütlemek zorundaydı”48 derken pratikte işlevi Kürdistan ulusunun kendi geleceğini tayin etme yerine, partiyi TC devleti lehine dönüşen bir siyasette « bir nevi milis güç olarak » kullandığını savundu. Şimdi Öcalan MİT ile görüşmelerinde bu« milis güç » rolünü oynuyor.Daha önce herkes bu gücün kimlere karşı nasıl kullanıldığı çok iyi biliyor. Türkiye’nin iç politikasına bağımlı kılınan bu güdümlü,geleceği olmayan bu görüşmelerin hiç bir kalıcı çözüm ve sonuç vermeyeceğini şimdiden açık ve seçiktir.. Arınç, “Biz bu aktörden etkisini, Türkiye için örgüt üzerinde gösterebilir miyizin peşindeyiz” diyor. Uyumsuzluktur, çünkü,Kürdistan’ın özgürlük ve bağımsızlığı için silahlı mücadeleyi başlatan PKK, kendi çizgisinden asla vaz geçmemeliydi. Öcalan yakalandığında,çözülmesi, kişisel kurtuluşu için devlet hizmet etme sözünü vermesi TC bayrağını öpmesi itirafları parti suçuydu. Kendisini Hz İbrahime, Musa’ya ve Eyüb’e benzetmesi, çekinmesi, , polise tokat atan milletvekili Sabahat Tuncel’i “kaşmer” olarak nitelemesi bir uyumsuzluktur. 46 Nêçîrvan Barzanî: Ew mesajên vê dawiyê http://www.krg.org/a/d.aspx?s=010000&l=16&a=46839 Ocelan ji bo aşitiyê hinartine cîyê dilxweşiyê ne 47 Gültan Kışanak, Newroz Konuşması 19 mart 2013, Yeni Özgür Politika Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu,beşinci kitap, Kürt sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü,<mezopotamya yayınları, Nisan 2012,s.264 48 29 Sabahat Tuncel’i “kaşmer olarak niteleyen Öcalan TC polisinin gaddarlıpını savunuyor. Öcalan düşmana Parti hakkında verdiği bilgilerden, itiraflarından ötürü, ve bu görüşmelerin sonuçsuz kalacağı gözönüne alınarak düzenlenecek olan Kongrede Öcalan Parti tarafından yargılanmalıdır ve partiden atılmalıdır Sonuçta insiyatif gerilla mücadelesine ve silahlı halk hareketine bırakılmalıdır. Öcalan’dan ötürü PKK ‘nin özgürlük ve bağımsızlık stratejisinden vazgeçmemelidir. Geri çekilmeyi red etmelidir. Geçmişte olduğu kadar şimdi de gerillanın mevzi değiştirmesi geri çekilmesi binlerce savaşçının yaşamına malolacağı açıktır. Milletvekili Sayın Sebahat Tuncel TC Polisine tokat atarken Zaten direniş’de 50.000 den fazla gerilla yaşamını yitirdi.4500 köy ortadan kaldırıldı. Savaştan ötürü 6 000 000 Kürd topraklarını terketti. 1977 den beri barajlardan ötürü 9000 000 Kürd Kürdistan’dan kovuldu.Topraklarımızın %31, tarihi zenginliklerimiz sular altında kaldı. Kürdistan’da fiziki,biolojik,ekolojik, kültürel ve siyasi jenosidler,sürdü sürüyor. Bütün bunlar Öcalan için hiçtir ve kitleleri MİT ile görüşmelerinin peşine takmak istiyor. TC’ye karşı görevlerini yerine getirmek istiyor. Siyasal çözümsüzlüğünün kaynağı bu noktadır. XX. ve XXI Yüzyıldaki , emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı verilen bütün ulusal kurtuluş hareketleri Birleşmiş Milletler nezdinde yapılan Barış Görüşmeleri sonucunda, ezilen uluslar kendi özgür ve bağımsız devletlerini kurma haklarını kazandılar.Öcalan ise « PKK’nin çıkışındaki temel iddiası olan kürt sorunu çözmede esas aldığı model, Stalin’in ortaya koyduğu ve Lenin’in de onayladığı devlet kurma modeliydi.”diyor. Bu doğru değil, Ulusların kendi geleceklerini tayin etme hakkı emperyalist ve sömürci eğemen ulusların boyundurğundan kurtulup ayrılıp kendi bağımsız devlerini kurma hakkıdır.Bu, 30 haklarının savunucusu Lenindir, Stalin değildir.(..) Bu hatanın ötesinde Öcalan “ aslında ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesi ilkin ABD Başkanı Wilson’un I. Dünya savaşı sonrasında ortaya attığı.. ilkeydi.» diyor. Bu da doğru değil. Öcalan” Lenin Wilson’dan geri kalmamak ve ezen uluslarla sömürge halkların desteğini Sovyetler Biriğindebe yana çekmek için bu aynı ilkeyi daha da radikalleştirmek bağımsız devlet kurmaya indirgemişti»49 diyor. Öcalan burada açıkça çarpıtma yapıyor. Birincisi Lenin Ululsları Kendi kaderini tayin etme hakkı kitabını Wilson’dan çok daha önce yazmıştı ve Şubat ve Mayıs 1914 de yayınlanmıştı.Amerika Birleşik Devletleri başkanı Woodrow Wilson'ın 8 Ocak 1918 günü ABD Kongresi'nde yaptığı konuşmada bahsettiği ilkelere verilen addır. On Dört Madde olarak da anılan bu on dört ilke, ABDnin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmasını istediği dünya düzenine ilişkin görüşlerini de ifade eder.Bunların ulusların kendi geleceklerini tayin etem hakkı ile hiç bir ilişkisi yok. Daha Öcalan ortada yokken, Koçgirizade Alişer Dêrsim bölgesi temsilcilerinin Estanbol-Dersaadet’deki Kurdistan Teal-i Cemiyeti aracılığıyla Paris Barış Konferansı düzenleyicilerine gönderdikleri bilgilendirme mektubunda temel istekler sıralanır; “ 1-Bütün ulusların özgürce yaşama hakkı ve gelişmelerinin güvence altına alınması. 2-Bütün insanlığın eşitlik ve adalet haklarını zafere ulaştırma. Kürd ulusu, Osmanlı ya din ve iyi komşuluk ilişkileriyle bağlanmış değildir. Kurd ulusu bu yüce konferansa yeniden başvurur, haklarının tanınmasını ister. Her ulusun temel haklarını bütünüyle tanımak gerekir. Bu amaç doğrultusunda, Kürdn ulusu da yüce konferansınızdan, sizden bu temel haklarının tanınmasıkazanılması için istekte bulunur. Biz Koçgiri kürdlerinin yaşadığımız vatan Xarput, Dêrsim’den Kızılırmaga kadar, Zera’dan Koçgiri Sêwaz’ a kadar uzanır. Koçgiri ve Sêwaz’ı da içine alır. Biz çaglar boyunca defalarca, 400 yıldan beri kendi ulusal haklarımızı ve varlığımızı garanti altına almak için savaştık . Her defasında türkler Dêrsim’e saldırıda bulundular. 1.Dünya Savaşı sürecinde binlerce Grek-Helen ve Ermeni gelip bize sığındılar. Bu savaş sırasında türkler Nazımiye ve Pax kazalarında 17.000 den fazla kürd çiftçisini Fırat ırmağına atıp, boğdular.50 Seve Evin Çiçek’e göre,« Koçgirili Alişer Efendi 1916’da Erzingan’a geçti ve kürd delegasyonunun şefi olarak ruslarla görüşme yaptı. 11.11.1916’da, Rus İmparatorluğu ve müteffik güçler, Alişêr Efendi ile bir antlaşma imzaladılar. Alişêr Efendi Dêrsim’li 11 aşiret lideriyle birlikteydi. Bu liderler savaştan sonra Kürd ulusunun bağımsızlığını ve haklarının tanınmasını istediler. İmzalanan bu antlaşma özel bir komisyon tarafından Erzingan’da tercüme edildi. Dêrsim 49 50 A.Öcalan,age,s.271-272 Seve Evin Çiçek, Dersim Kiçgiri Jenosidi (Arşivi) 31 Ordular Komutanlığı tarafından Rus İmparatorluğu’na gönderildi. Gazetelerde yayınlandı. Doğal olarak bu antlaşma Rus Ordusu tarafından mütefiklere de gönderildi. Bu dokumanın bir nushası bizim elimizdedir. Daha sonra ise Rus Çarı’nın devrilmesi üzerine Erzingan’da bulunan Rus Orduları Lenin tarafından yönetilmeye başlandı. » Bayram Kodaman kitabında “ Kürd Teali Cemiyeti’nin Amed’deki şubesi dikkate alan çevreler bile bu tür telkinleri dikkate almamış, Mustafa Kemal’in çağrılarına uymayı daha çok gerçekçi bulmuşlardır”51diyor. Oysa Mustafa Kemal, ocak 1917’de 400.000 Kûrdü zorla topraklarından ta Urfadan itibaren göçe zorlamıştır. Bu pratik Kürd Jenosidir.Ama Mustafa Kemal 1916 da Kürd beylerini Ruslara karşı savaşmaya anti ermeni anti hristiyan sloganlarla Sultanı kurtarma seferberliğine sürdürmüştür. Oysa o dönemde yani 16 kasim 1916 ‘da Alişer Efendi önderliğinde diğer 13 Dersim Temsilcisyle Rus Orduları arasında saldırmazlık antlaşması imzalanmıştır. Alişer Efendi Kürdistan Teali Cemiyetinin Koçgiri Subesini kurucusdur. Mustafa Kemal Amed’de dincilerle Paşazade Ekrem Cemil Paşa’nın evinde onun dinci dedesi ile oturup Sultanı kurtarma namazlarını kılarken, Kurdistan’in bağımsızığını savunanları ingilizlerin taraftarı olarak ilan ediyordu. Oysa Mustafa Kemal’in kendisi ingiliz emperyalizminin denetimindedir Bu konuda Lenin: ” RUS marksistlerinin programının, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkıyla ilgili 9. maddesi, (Prosveşçenye'de[de belirttiğimiz gibi) oportünistlerin bize karşı bir haçlı seferine girişmelerine neden oldu. Diyor. Rus likidatörleri (partiyi tasfiye hareketine katılan likidatörler sözkonusudur) Petersburg'da yayınlanan gazetelerinde, bundçu Liebmann ve Ukraynalı milliyetçi-sosyalist Yurkeviç, kendi organlarında, programın bu maddesine karşı, olanca güçleriyle saldırıya geçtiler ve bu maddeye karşı küçümseyici pir tutum takındılar. Kuşkusuz, marksist programımızın bu biçimde [sayfa 53] "oniki dilden saldırıya uğraması", genel olarak bugünkü milliyetçi dalgalanmalarla yakından ilgilidir. Biz, ancak, yukarda adı geçen oportünistlerden hiç birinin kendilerine ait olan bir tek kanıt ileri süremediğini belirtmekle yetineceğiz; bunların hepsi, Rosa Luxemburg'un 1908-09'da Lehçe kaleme alınan "Ulusal Sorun Ve Özerklik" adlı yazısında söylediklerini yineliyorlar. Biz, açıklamalarımızda, adı geçen bu yazarın "özgün" kanıtlarını ele almakla yetineceğiz. Ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi denen şeyi, marksist açıdan incelemeye giriştiğimizde, elbette ki ilk karşılaşacağımız soru budur. Bu terim ne anlama gelmektedir? Bunun yanıtını, türlü hukuk "genel kavramlarından" çıkarılan hukuksal tanımlamalarda mı aramalıyız, yoksa, ulusal hareketlerin 51 Bayram Kodaman, SDÜ Fen Edebiyat FakültesiSosyal Bilimler Dergisi Mayıs 2010, Sayı:21, ss.131-138. 32 tarihsel ve iktisadi incelemesinde mi bulmaya çalışmalıyız. “diyor. Demek ki, eğer biz, ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi kavramının anlamını, hukuksal tanımlamalarla cambazlıklar yaparak ya da soyut tanımlamalar "icat ederek" değil de, ulusal hareketlerin tarihsel ve iktisadi koşullarını inceleyerek öğrenmek istiyorsak, varacağımız sonuç, kaçınılmaz olarak, ulusların kendi kaderlerini tayin etmesinin o ulusların yabancı ulusal bütünlerden siyasal bakımdan ayrılma [sayfa 55] ve bağımsız bir ulusal devlet oluşturmaları anlamınageldiği sonucudur. Daha aşağıda, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını, devlet olarak ayrı varlık hakkından başka bir anlamda kullanmanın niçin yanlış olacağının başka nedenlerini de göreceğiz. Şimdilik,biz, Rosa Luxemburg'un, ayrı bir ulusal devlet kurma özleminin derin iktisadi temellere dayandığı kaçınılmaz sonucunu "yok saymak" yolunda çabaları üzerinde durmalıyız. Rosa Luxemburg, Kautsky'nin Milliyet ve Enternasyonalizm adlı broşürünü iyi bilmektedir. (Die Neue Zeit,[33] n° 1'in eki, 1907-1908; Rusça çevirisi: Nauçnaya Mysıl.[34] O, bu broşürün dördüncü bölümünde, Kautsky'nin, ulusal devlet, sorununu inceden inceye tahlil ettikten sonra, Otto Bauer'in "bir ulusal devlet kurmaya doğru iten gücü küçümsediği" (s. 23) sonucuna vardığını bilmektedir. Bizzat Rosa Luxemburg, Kautsky'den şu sözleri aktarmaktadır: "Bugünün koşullarında en uygun devlet biçimi, ulusal devlettir" (yani ortaçağ, kapitalizm-öncesi vb. koşullarından farklı olarak, bugünün kapitalist, uygar, iktisadi bakımdan ilerici koşulları). Biz, buna, Kautsky'nin vardığı daha da kesin sonucu eklemeliyiz: türdeş olmayan (hetérogène) uluslardan meydana gelen devletler (ki bunları ulusal devletlerden ayırdetmek için ulusal-topluluklar devletleri denmektedir) "her zaman, iç yapıları, herhangi bir nedenle anormal ya da gelişmemiş bir durumda kalmış" (geri) devletlerdir. Söylemeye gerek yok ki, Kautsky, anormal sözcüğünü gelişen kapitalizmin isteklerine en iyi uyan şeylere uyamama anlamında kullanmaktadır.”52 Öcalan Ulus-devletlerin birliği olan BM’nin (Birleşmiş Milletler) müdahaleleri sonuç vermediyse, İslam ulus-devletlerin birliği İKÖ (İslam Konferansı Örgütü) etkili olamıyorsa, her gün sayısız ulus-devlet diplomatik turları bıktırıcı olmaktan öteye rol oynayamıyorsa neden yine ulus-devletin zihniyeti ve yapılanmasıyla bağlantılıdır. İlk, orta çağların dinselliklerinden bin kat daha tutucu ve kapalı inşa edilen bu ucube gerçeklik eğer sık sık karşımıza faşizmin kendisi ve her yerdeki uygulamaları biçiminde çıkıyorsa hiş şaşmamak gerekir. İnşanın kendisi hep savaşla olmuştur. Savaşla inşa edilmeyen tek bir ulus-devlet gösterilemez. »53 Doğrudur, 1945 ile 1955 yılları arasında Asya’daki 52 Lenin,UKKTH, 53 A.Öcalan, Ulus-devlet ve açılan travmalar-1,YÖP,16 Ocak 2013 33 sömürgeci sistem çötü,1,2 milyar insan özgürleşti. Viet Nam, Çin ve Kuzey Kore bağımsızlıklarını kazandılar. BM Genel kuruluna Sovyetler Birliği tarafından önerien 1960 da kabul ettiği sömürge ve bağımlı uluslara bağımsız devletlerini kurma projesi sayesinde 17 Afrika ülkesi bağızlığına kavuştu. Peki otuz yıllık silahlı mücadele de Kuzey Kürdistan da neden bir Kürd devleti kurulmadı ? Kuzey Kürdistan’da Barış Görüşmeleri niçin MİT ile Öcalan arasındaki kişisel görüşmelere dönüştürüldü? Faşist AKP rejiminin inkarcı politikası ve emperyalist sömürgeci TC ordusunun saldırganlık politikası bütün hızıyla sürerken, Parlamento ana dilde eğitimi dünkü oturumda red etti.Ulus-devleti aştığını, Marx Engels’i geride bıraktığını ve Marxizme düşmanlığıyla övünen Cibin köyü çocuk imamı 54Öcalan, hücresindeki çaresizliğini şöyle dile getiriyor. "Ben burada bir mahkumum" Ben burada her şey hakkında, böyle yapacağım, şöyle yapacağım dersem bu ahlaki ve doğru bir şey değildir. Ben bu süreci yürütürüm; ancak dışarıya doğruları söyleyin. Buraya istihbarat ile görüştüm. Belki buraya gelen insanlar samimidir. Ben onları şey görmüyorum; ama tek onlar değildir. Başka güçler vardır. Bu güçler bu sürece ne kadar destek veriyorlar bunu bilmiyorum. Buraya gelenler samimidir; ama onların da bir yere kadar sınırı vardır. Doğru işlerse elimizden geleni yapıyoruz. Ama benim yapacaklarım sınırlıdır. Her şey ben değilim. Bu doğru da değildir. Her şeyi benim omuzlarıma atıyorlar. Bu doğru değil. Ama elimizden ne gelirse, Kürt sorununun çözümünde doğrularımızı söyleriz. Heyete isteğimizi, üzerime düşenleri onların eliyle hükümete gönderdim. Ne istiyoruz, ne yapabiliriz, nasıl çözülür, bildiklerimizi hükümete verdik. Hükümet buna ne ad verirse versin, bu yol çözüm yoludur. Onlar bu isteklerimizi, Kürt sorunu nasıl çözülür değerlendirecekler. Ama tekrar söylüyorum ben bir mahkumum, her şeyin sahibi değilim. Her şeyi bana bağlamayın, bağlasanız da ben yapamam" diyor. Böyle bir söylem bir yana, Öcalan, Selahattin Demirtaş’la verdiği mesajda «"Mevcut çözüm süreci olumlu anlamda ilerleyerek devam ediyor. Hedefimiz tüm Türkiye'nin demokratikleşmesidir. Çabalarımız da bunun içindir. Bu amaca hizmet edecek çerçevede 21 Mart Newroz kutlamasında bir çağrı yapmak üzere hazırlıklarımı sürdürüyorum. Hazırlayacağım bildiri tarihi nitelikte bir çağrı olacaktır. Bu çağrı çözümün askeri ve siyasi bütün ayaklarına dair doyurucu bilgiler içeriyor olacaktır. Silah meselesini de hızla ve zaman kaybetmeden, bir tek can dahi yitirilmeden çözmek istiyorum. Bütün bunların pratikleşmesi için yüce bir iradeyi temsil eden parlamentonun ve siyasi partilerin sunacağı desteği çok değerli buluyorum. Geri çekilmenin hızla gerçekleşmesi ve barışın kalıcı hale gelmesi için ümit ediyorum ki parlamento da aynı hızla üzerine düşen tarihi 54 ,Abdullah Öcqalan,üçüncü kitap, Özgürlük Sosyolojisi,Mezopotamya Yayınları Temmuz 2009,s.150 34 misyonun gereğini yapacaktır. Süreç ilerledikçe kamuoyunu kendi adıma daha detaylı bir şekilde bilgilendirebilmeyi umuyorum.»55 Öcalan’ın bu açıklamasının aksine, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının yapıldığı önceki gün Türk savaş uçakları günboyu Medya Savunma Alanları’nı bombaladı. İki ayda bir Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan MGK’nin sonuç bildirgesinde, “Terörle mücadelemiz kararlı bir şekilde devam edecek” mesajı verilirken, TSK’nin askeri operasyonları yaygınlaşarak devam ediyor. Türk savaş uçakları önceki gün gerilla denetimindeki Medya Savunma Alanları’nı bombaladı. Türk basınında nokta operasyonu olarak duyurulan hava saldırısına ilişkin yazılı açıklama yapan HPG Basın ve İrtibat Merkezi (BİM), Zap ve Kandil bölgelerinin hedef alındığını duyurdu. Bombardıman sonucu 4 gerillanın yaşamını yitirdiğini kaydeden HPG-BİM’in açıklaması şöyle: “26 Şubat günü 11.00 ile 22.00 saatleri arasında 3 kez Medya Savunma Alanları’nın Zap bölgesi sınırları içinden bulunan Kuro Jaro, Çiyaye Reş, Dola Şîve ve Gunde Fillah alanlarına yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir. Gece geç saatlere kadar süren saldırılar, 23.00 ile 24.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarımızdan Kandil bölgesi sınırları içinde bulunan Sile köyüne ve aynı saatlerde Gare Bölgesi sınırları içinde bulunan Siyane köyüne işgalci TC ordusu tarafından bombardıman gerçekleşmiştir. Bu savaş koşullarında sorulacak soru, niçin Kürdistan ulusal ve sömürgeler sorunu BM Komisyonlarında tartışmaya açılmadı da , sorun MİT ile Öcalan arasında kaldı ? Bunun nedeni, canını kurtarmak için Kürdistan’ın özgürlük ve bağımsızlığından vazgeçen Öcalan, TC devletine verdiği bitirme sözünü mü yerine getiriyor ? Öcalan « Heyete isteğimizi, üzerime düşenleri onların eliyle hükümete gönderdim. Ne istiyoruz, ne yapabiliriz, nasıl çözülür, bildiklerimizi 55 18Mart 2013 tarihli açıklama. 35 hükümete verdik. Hükümet buna ne ad verirse versin, bu yol çözüm yoludur. Onlar bu isteklerimizi, Kürt sorunu nasıl çözülür değerlendirecekler. » diyor. Peki Öcalan MİT ‘ ‘in ve Partisi hakkında yaptığı incelemelerden alınan kararlardan haberi var mı ? Yoksa bu çıkmaza nasıl yanıt verecektir ? AKP Hükumetine sunulan istekler nelerdir ? Niçin görüşmeler BM Kommisyonlarında değil de MİT ile Öcalan arasında geçiyor ? Niçin BM de Kuzey Kürdistan sorunu ele almadı ? Bu konuda 1994’den bu yana Kürdistan Sürgün Parlementosunda görev alanlar, sonra KNK olarak kendilerini lanse edenler bu diplomatik çalışmaları yapmadılar ? Bunlar ne tür çözüm ürettiler ? Yoksa, MİT ve Öcalan bu konuda çözümler üretebilecekler mi ? MİT in PKK üzerine yaptığı incelemeyi PKK yöneticileri biliyorlar mı ? Onlar bu çözümleri nasıl değerlendirecekler ? Sorun BM gelirse çözümü için alınan kararlara TC uyacak mı ? Örneğin Viet Nam Ulusal Kurtuluş mücadelesi Barış Görüşmeleri CİA ile Ho Chi Minh arasında geçmedi. Birleşik devletler güvenlik danışmanı Dr.Henry Kissinger ile Vietnam Komünist Partisi politbüro üyesi Lê Ðức Thọ arasında gerçekleşti. Dolaysıyla, Paris Barış Anlaşması 1973 yılında Vietnam’da barış sağlayabilmek ve Vietnam savaşı'na son verebilmek amacıyla yapılan anlaşmadır. Doğrudan ABD askeri müdahalesine son vermiştir ve Kuzey ve Güney Vietnam arasındaki savaşı durdurmuştur. Demokratik Vietnam Cumhuriyet'i (Kuzey Vietnam), Vietnam Cumhuriyeti ve Birleşik Devletler hükümetleri ile yerli Güney Vietnamlı devrimcileri temsilen Geçici Devrimci Hükümeti'nin imzaladıkları 27 Ocak 1973 tarihli savaşı sona erdirme ve Vietnam'da barışı sağlama anlaşması (Paris Barış Anlaşması) imzalanmıştır. Anlaşma Birleşik Devletler senatosu tarafından onaylanmamıştır Anlaşma ile sonuçlanan pazarlıklar aslında 1968'den itibaren çeşitli aralılarla sürdürülmekteydi. Anlaşmanın sonucu olarak Uluslararası Kontrol ve Denetim Komisyonu(İngilizce:International Commission of Control and Supervision ICCS) yerine anlaşmayı yürütmek üzere Uluslararası Kontrol Komisyonu (İngilizce: International Control Commission - ICC) kurulmuştur. Bunun için birinci aşamada BM de Barış Görüşmelerinin nasıl ele alındığını ele alacağız, ikinci aşama da MİT’in PKK üzerine yaptığı incelemeleri ve TC Genel Kurmay ile MİT arasındaki bağlantısallığı,PKK yi silah bıraktırma zorlayan iç ve dış etkenlerde ABD NATO ve AB ülkelerinin TC ile işbirliklerini, barış süreçlerinde faturanın Kürdistan Kurtuluşs hareketine nasıl çıkartılacağını ortaya koyacağız. I. MIT’in TARİHÇESİ NEDİR? NEDEN PKK ADINA ÖCALAN MİT‘le GÖRÜŞMEYE OTURUYOR? MİT nedir? Hangi tarihi miras üzerine kurulmuştur? MİT”in tarih halkların jenosidinde oynadığı roller nelerddir? MİT’ten önce kurulan askeri ve siyasi örgütler ve kurucuları hangileridir? Kendisini Kürdistan Özgürlük hareketi olarak niteleyen PKK, TC MİT’i gibi eli kanlı bir örgütle neden nasıl ve hangi 36 ortak amaçlarla görüşmeler yapabiliyorlar? Bu görüşmelerin uluslararası bağlayıcı bir özelliği var mı? Yoksa, PKK nin kuruluşunda MİT’in rolü nedir? Öcalan’ın tek başına MİT le başlayan görüşmelerinin hangi teslimiyet politikasında aramak gerekir? MİT PKK yi nasıl değerlendiriyor? Önümüzdeki dönemlerde AKP hükümetinin Öclan’ı kullanma yötemleri neler olacak? PKK konusunda MİT konusunda yapılmış incelemeler nelerdir? MİT Nato ve Gladio dan bağımsız bir hareket midir yoksa, CİA ve Uluslararası Kuruluşlar Genel Kurmay ‘la hangi bağlantılar içindedir? Abdülhamid döneminde kurulan “Yıldız Istihbarat Teşkilatı”(1880-1908) ve Teşkilat ı Mahsusa’dan sonra kurulan Zabitân, Yavuz, Hamza ve Felâh Grupları , Teşkilât-ı Mahsusa, Karakol Cemiyeti , Ay Yıldız Partisi, Askerî Polis Teşkilâtı , Müsellâh Müdâfaa-i Milliye, Millî Emniyet Hizmeti Riyâseti , MİT’in askeri ve siyasi ve ideolojik miraslarıdır. MİT(MİT, Millî İstihbarat Teşkilâtı) bu miraslar üzerine 1965, kurulmuş eli kanlı bir örgüttür. Ermenilerin,Greklerin, Assyrio Keldanilerin Kürdlerin,Çerkezlerin jenosidlerinin sorumlusu,Selanik’te Mustafa Kemal’in evine bombayı koyan, İstangbuldeaki Greklerin katliamlarının örgütleyicisi, Koçgiri, Şeyh Sai,d. Ağrı, Dersim başkaldırının katliamcısı ve 1960,1971,1980 darbelerinin tezgahlayıcısı.Milyonlarca insanı fişliyen,işkenceden geçiren, halkların soykırımını tezgahlayan, pan türkist, pan islamist ve pan turanist bir örgüttür. JİTEM,Gladio, Kontgerilla, Ergenekon Gülenciler, MİT’in varyantlarıdır. Vahdettinin koruyucu meleği Mustafa Kemal, Teşkilat ı Mahsusa’nın 35. ajanıdır.56 Stoddard, Philip Hendrick, tezinin 85 ve 86 sayfalarında Tripoli,Homsida,Mesrata,Bingazi, Tobruk’da görev alan Osmanlı Ordususu Subaylarından Enver Paşa nın denentimin de görev alan ajanları, Ali Fethi Bey, Süleyman Askeri, Muhittin Bey, Halepli Ethem Paşa, Eşref Kuşçubaşı, sayarken, Derne Komutanı Mustafa Kemal’den bahseder.1911 ile 1918 döneminde askeri ve Siyasi kuruluş olan Teşkilat ı Mahsusa İttihat ve Terraki Partisinin Pan Turanist anlayşında Almanya’nın rolü büyüktür.57 Teşkilat ı Mahsusa, Yıldız Istihbarat Teşkilatının devamıdır.İdeolojisi Pan İslamismdir. Abdül hamid 300.000.000. müslümanın halifesidır.581911 ve 1912 dönemlerinde, Enver Paşa, Mustafa Kemal, Eşref Kuşçubaşı ile birlikte Fedai Zabıtan içinde Mısırda görevlidirler.59 Türkiye'de, sistemli ve organize nitelikte istihbarat örgütü kurma girişimleri, Osmanlı Devleti 'nin son yıllarında başlamıştır. Siyasi birliğin korunması, ayrılıkçı hareketlerin önlenmesi ve özellikle yabancı devletlerin 56 Stoddard, Philip Hendrick, The Ottoman Government and The Arabs 1911 to 1918 A Preliminary Study of the Tesşkilat ı Mahsusa,ıı Mars 1963, Princeton Universıty, Sumbitted in Candidacy for the degree of Doctor of Philosophy,p.175 57 Stoddard, Philip Hendrick,age,s.2 58 Stoddard, Philip Hendrick,age,s.10 59 Stoddard, Philip Hendrick,age.s.80 37 Ortadoğu üzerinde odaklaşan faaliyetlerinin izlenebilmesi için bireysel bazda ve sınırlı nitelikte sürdürülen istihbarat çalışmalarının bir merkezden organize biçimde yürütülmesine ihtiyaç duyulmuş ve 1911- 1913 döneminde Enver Paşa tarafından Teşkilât-ı Mahsusa isimli istihbarat örgütü kurulmuştur. I. Dünya Savaşı sırasında askeri ve paramiliter hareketlerde Alman Denizaltılarını kullanarak askeri eylemleri gerçekleştiren Teşkilat ı Mahsusa önemli görevler üstlenen bu örgüt, Enver Paşa’nın Kuruçeşme’deki yalısında yapılan toplantıda yönetime Hüsamettin Öztürk’e devretmişlerdir. Alaman Dernizaltısı ile kaçam Enverpaşa, Berlin’de Umum Alemi İslam İhtilal Teşkilatı İslam El Hiva örgütünü kurmuştur. Birinci Dünya savaşının sona ermesiyle 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında Enverciler, Karakol Cemiyeti, Mustafa Kemal Ay Yıldız Partisi ise Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetini kurmuşlardır. 5 Şubat 1919 tarihinde kurulan Mütareke döneminin ilk gizli direniş grubu, İstanbul`da kurulan Karakol Cemiyeti`dir. 1918 Ekim sonları veya Kasım başlarında Talat Paşa`nın direktifi ile kurulan Cemiyet`in kurucuları arasında, Kurmay Albay Kara Vâsıf, Emekli Yüzbaşı Bahâ Said, Albay Galatalı Şevket ve Yenibahçeli Şükrü Beyler gibi İttihatçı kişiler bulunmakta idi. Kısa zamanda örgütlenme çalışmalarını tamamlayan Karakol Cemiyet`in Millî Mücadele`ye yaptığı en büyük hizmet, İstanbul`dan Anadolu`ya silâh ve cephane ile subayların kaçırılmasını sağlaması, İngiliz Muhibleri Cemiyeti gibi kuruluşların plânlarını ve faaliyetlerini Mustafa Kemal Paşa`ya haber vermesi olmuştur.. Teşkilât-ı Mahsusa`nın son başkanı Hüsamettin Ertürk`ün de içinde bulunduğu yeni bir örgüt kurulacaktır. Örgütün kuruluşundan ülkeden kaçan Enver, Cemal ve Talat Paşalar haberdardır. Talat Paşa`nın da oluruyla İttihatçıların ünlü iaşe nazırı Kara Kemal ile Kurmay Albay Kara Vasıf Bey ilk görüşmeleri yaparlar. Daha sonra yeni örgütün kurulması için yapılan çalışmalarda bir öncü daha belirlenir. Bu kişi Karadeniz Boğaz Komutanı Galatalı Şevket Bey`dir. Yeni örgütün kuruluş toplantısı 5 Şubat 1919 tarihinde Avukat Refik İsmail Bey`in Sultanhamam`daki yazıhanesinde yapılır. Toplantıda Galatalı Şevket Bey örgütün başkanlığına seçilir. Örgütün adı Baha Sait Bey`in isteği üzerine Kara Vasıf Bey ve Kara Kemal Beyler`in adından esinlenilerek karakol olarak belirlenir. Örgüt öncelikle İttihatçılara ve Teşkilât-ı Mahsusacılara karşı girişilen saldırılara karşı koyacaktır. Ancak bu yapılanma giderek genişler. Bireysel savunmanın yerini alır. Burada örgüt, Karadeniz kıyıları, Ege ve Doğu Anadolu`da güçlü bir şekilde örgütlenir. Bu örgütlenme adeta ittihatçıların yeni bir yapılanmasıdır.. Türk kökenli en büyük istihbarat gücü olan Karakol Örgütü`nün kuruluş şeması ve çalışmaları şöyledir. Kurucusu ve Başkanı Albay Kara Vasıf. Yönetim Kurulu Üyeleri: Albay Galatalı Şevket, Yarbay Kemalettin Sami Gökçe, Yarbay Edip Servet Tör, Baha Sait, Kara 38 Kemal, Binbaşı Ali Rıza, Binbaşı Ali Çetinkaya.......Üsküdar Grubu Başkanı Yenibahçeli Şükrü Oğuz, Topkapı Grubu Başkanı Yarbay Hüsamettin Ertürk (sonra Albay), İslam Kadınlar Birliği Başkanı Naciye Faha Hanım sayılabilecek başlıca isimlerdir. Başlıca Müfrezeler ve Önde Gelen Adlar: Yahya Kaptan, Küçük Arslan, Büyük Arslan, İpsiz Recep, Bulgar Sadık, Dayko, Yüzbaşı Nail, Yalovalı İbo, Gebzeli Rıfat Kaptan, Kuşçubaşı Eşref önde gelen isimler olarak sayılabilir. Karakol Örgütü ile Ankara arasında ortaya çıkan bu sorunlar, Mustafa Kemal`i yeni arayışlara yöneltecektir. Mustafa Kemal örgütün İttihatçı yapısından oldukça rahatsızdır. Hatta görüşmeleri sırasında Kara Vasıf`a Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetleri dışında oluşturulan bu örgütün müstakil çalışmalarına karşı olduğunu belirtmiştir. 16 Mart 1920`de yaşanan baskın olayından sonra tutuklanan Karakol Örgütü yöneticilerinden Şevket ve Kara Vasıf Beylerin İngilizlerce Malta`ya sürgün edilmeleri Karakol Örgütü`nü zor durumda bırakır. Bu, İngilizlerin bir çökertme operasyonudur. İngilizler tarafından Malta`ya sürülenler bu örgütün belkemiğidirler. Bu isimlerden bazı önemli olanları şunlardır : Albay Galatalı Şevket (İstanbul Merkez Komutanı), Albay Kara Vasıf (Karakol Örgütünün Kurucusu), Ali Sait Paşa, Refet Paşa, Ali Fethi Okyar, Ali İhsan Paşa, Hacı Mehmet Paşa (Enver Paşa'nın Babası) ve birçok önemli isim Malta`ya sürülmüştür. Karakol Cemiyeti'nin dağılmasından sonra Zabitân ve Yavuz gibi çeşitli istihbarat grupları oluşturulmuş, bunlardan 23 Eylül 1920 tarihinde faaliyete geçen Hamza Grubu 'nun adı 31 Ağustos 1921 tarihinde Felâh Grubu olarak değiştirilmiş, istihbarat grupları faaliyetlerini sürdürürler. İstihbarat örgütleri arasındaki dağınıklığı gidermek 18 Temmuz 1920 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı tarafından Askerî Polis Teşkilâtı (A.P. veya P.) kurulmuştur Askerî Polis Teşkilâtı'nın kapatılmasının istihbarat faaliyetleri açısından kısa bir süre doğurduğu boşluk ise, yine Genelkurmay Başkanlığı tarafından kurulan ve 1 Nisan 1921- 22 Haziran 1922 tarihleri arasında Anadolu'nun çeşitlişehirlerinde faaliyet gösteren Tedkik Heyeti Âmirlikleri vasıtasıyla giderilmiştir. Enver Paşa tarafından Müsellâh Müdâfaa-i Milliye isimli bir istihbarat grubu kurulmuştur. TBMM Hükümeti, 3 Mayıs 1921 tarihinde kısa adı "M.M." (MİM MİM) olan bu örgüte resmiyet kazandırmıştır. Tedkik Heyeti Âmirlikleri Anadolu'da faaliyetlerini sürdürürken, "M.M." örgütü asker ve sivil kesimden oluşmuş kadrolarıyla, İstanbul'da büyük bir ajan ve haber ağı kurmayı başarmıştır. 39 MİT tarihçisi Dr Erdal İlter 60 Millî İstihbarat Teşkilâtı Tarihçesi: Millî Emniyet Hizmetleri Riyâseti (M.E.H./MAH) (1927/1965)” (Ankara: Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı, 200261 adlı kitabında,« Doğu’da çıkan Şeyh Said isyanı bastırılmış,fakat sukunet tam olarak sağlanmamıştır. Ermeniler ile Kürtçülerin kurdukları Hoybun Cemiyeti ve gizli Kommünist Partisinin faaliyetleri devam ediyordu.»62 diyor. İlkin MİT tarihçisi, 1921 den önce 1907-1937 direnişleri ve diğer direnişlerin bastırılmasında o dönemdeki MİT’in rolünü unutuyor. İkincisi, MİT’in tarihçisi 1927 de imzalanmış Kürd Ermeni Antlaşmasıyla, Hoybun’un kuruluşunu birbirine karıştırıyor.Hoybun’un kuruluşunda hiç bir Ermeni yoktur. Şerif Paşa, Paris’te yayınladığı Meşroutiyet Dergisinin 54.çü sayısında, 1909 Adana kartliamını değerlendirken, Dashnaktoutioun Komitesi Kongresinde Kürdler ve Ermeniler arasında iyi ilişkilerin geliştirilmesi kararını aldıklarından sorunu değerlendiriyorduç Keza Parış Barış Konferansı sürecinde General Şerif Paşa ile Nubar Paşa arasında Paris’de imzalanmış sözleşmenin Türk basınında nasıl çarptırıldığını, Fransa Deniz Kuvveleri Arşivinde bulmak mümkün.631927 de Hoyboun ile Dashnakzoutioun arasında 29 Ekim 1927 Beyrut’ta imzalanan 19 maddelik antlaşmayı Dashnakzoutioun delegesi sayın Vahan Papazian imzalamıştır. Kürdler adına bu sözleşmeye Hoyboun Merkez Komitesi 60 Dr. Erdal İlter, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Yeniçağ Kürsüsü mezunudur (1967-1968 öğretim yılı). Ermenilik konusundaki Yüksek lisansını ve doktorasını Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nde tamamlamıştır. 1989-1992 yılları arasında, Bulgaristan’da Türkiye’nin Filibe Baş Konsolosluğu’nda Ataşe olarak görev yapmıştır. Bir dönem (2003’de), ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü’nün Başkanlığını yapmış olup, halen “Ermeni Araştırmaları Dergisi” ile “Review of Armenian Studies”nin yazı kurullarında faaliyet yürütmektedir. Ermeni faaliyetleriyle ilgili çalışmalarıyla tanınmış olup, bu konuda, basılı birçok bilimsel kitabın ve makalenin sahibidir. Bu sebeple, Kâmuran Gürün ve Dr. Bilâl N. Şimşir ile birlikte, 2002 yılında “Ermeni Araştırmaları Onur Ödülü”ne lâyık görülmüştür. Basılı kitapları arasında, “İçel’de Ermeni Faaliyetleri” (Ankara: Güven Matbaası, 1974); “Ermeni Propagandasının Kaynakları” (Ankara: Kamu Hizmetleri Araştırma Vakfı, 1994); “Ermeni Meselesi’nin Perspektifi ve Zeytûn İsyânları (1780-1915)” (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Genişletilmiş 2. Baskı, 1995); “Türkiye’de Sosyalist Ermeniler ve Silâhlanma Faaliyetleri (1890-1923)” (Ankara: Turhan Kitabevi, 2. Baskı, 2005); “Büyük İhânet: Ermeni Kilisesi ve Terör-Tarihî Seyir-” (Ankara: Turhan Kitabevi, Genişletilmiş 3. Baskı, 2007); “Armenian Church and Terrorism” (Ankara: KÖKSAV Yayınları, 1999); “Ermeni ve Rus Mezâlimi (1914-1916) (Tanık İfadeleri)” (Ankara: KÖKSAV Yayınları, 2. Baskı, 1999) ve “Türk-Ermeni İlişkileri Bibliyografyası/Bibliography of Turco-Armenian Relations” (Ankara: Türk Tarih Kurumu, Genişletilmiş 3. Baskı, 2004) sayılabilir. Dr. Erdal İlter’in, Halil Kemal Türközü müstear adıyla hazırladığı kitapları ve makaleleri de bulunmaktadır. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: “Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezâlimi” (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 3. Baskı, 1995); “Armenian Atrocity According to Ottoman and Russian Documents” (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1986); “Türkmen Ülkesi (=Doğu Anadolu) Adı ve Emperyalizmin Etkileri” (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1985). Türk İstihbarat Tarihi ile ilgili çalışmaları da bulunan Dr. Erdal İlter’in bu konudaki en önemli çalışması, “Millî İstihbarat Teşkilâtı Tarihçesi: Millî Emniyet Hizmetleri Riyâseti (M.E.H./MAH) (1927/1965)” (Ankara: Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı, 2002) adlı kitabıdır. 61 http://www.mit.gov.tr/giris_1.html Dr. Erdal İlter, Millî İstihbarat Teşkilâtı Tarihçesi: Millî Emniyet Hizmetleri Riyâseti (M.E.H./MAH) (1927/1965)” (Ankara: Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı, 2002,II.a 62 63 S.R.Marine,Turquie, N-1898 F 4, Constinople, gizli Belege,23 Mart 1920( Archive –Seve Evin Çiçek) 40 üyelerinden Palolu Ali Riza Efendi, Mustafa Şahin Bey, Xaco Ağa. Emin Ağa,Kerim Rustem Bey, Memduh Selim Bey ve Jaladet Bedır Xan Ali Bey imzalamışlardır. Koçgiri vge Şeyh Said direnişlerinden sonra Mustafa Kemal , 1925 yılı sonunda, gelişmiş devletlerdeki istihbarat kuruluşlarına benzer, bir örgütün kurulması talimatını veriyor.. Bunun üzerine, Avrupa ülkelerinde eğitilen kadroların da katılımıyla, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ın 6 Ocak 1926 tarihli emri doğrultusunda, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk istihbarat kuruluşu olan Millî Emniyet Hizmeti Riyâseti (M.E.H./MAH) kurulmuştur. Teşkilât, 5 Ocak 1927 tarihinde şeklen İçişleri Bakanlığı'na bağlanmıştır. 6 Ocak 1926 - 5 Ocak 1927 arasındaki bir yıllık dönem çalışmaları, dönemin yöneticileri tarafından Riyâset'in kuruluşuna hazırlık dönemi olarak değerlendirilmiş ve bir gün sonraki 6 Ocak 1927 tarihi MAH'ın kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir. MİT,Devletin millî güvenlik politikasının hazırlanmasıyla ilgili her konuda istihbaratın tek elde toplamakla kalmadı, bir çok askeri ve siyasi cinayeti işledi. Sonunda, 22 Temmuz 1965 tarihinde TBMM tarafından 644 sayılı kanun kabul edilmiş ve bu kanun ile kuruluşun adı Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) olarak değiştirilmiştir. Kanun ile MİT'in bir Müsteşar tarafından yönetilmesi ve Müsteşar'ın, kanun ile belirlenen görevlerin yerine getirilmesinde sadece Başbakan'a karşı sorumlu olması öngörülmüştür. MİT, yaklaşık 19 yıl süre ile faaliyetlerini 644 sayılı kanun hükümleri doğrultusunda yürütmüş, ancak süratle değişen ve gelişen koşulların ışığında yeni bir yasal düzenlemeye gidilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu amaçla, 1 Kasım 1983 tarihinde 2937 sayılı "Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilâtı Kanunu" çıkarılmış olup, kanun 1 Ocak 1984 tarihinde yürürlüğe girmiştir. II.MİT’in PKK’yi DEĞERLENDİRME BİÇİMİ MİT,Genel Kurmay,Özel Harp Dairesi. JİTEM,GONTRGERİLLA ve MİT’e bağlı pek çok kuruluşlar, PKK askeri ve siyasi örgütleri, Cezaevlerindeki siyasi tutukluları üzerine Uluslararası yüzlerce kuruluşla birlikte incelemeler yaptılar.Bu çalışmalara pek çok üniversite öğretim görevlisi katıldı. Üniversiteler, Fen ve Mühemdislik Fakülteleri MİT ve Genel Kurmay için çalıştı. Başikomiser Hakan Korkusuz , Prof.Önder başkanlığında, KÖVSAV ‘la birlikte 1003 PKK li tutuklusu ile 2355 tutuklu ve hüküm görmüş PKK lilein dava dosyalarını inceledir.Sadece PKK üyeleri ile ilgili değil,Öcalan’nın yazdığı kitapları ve savunma metinlerini PKK yayınorganlarını incelediler. Ali Tayar Önder,çok ırkçı tezleriyle, Kürdlerin “Oğuz Hanlılar” soyundan olduğunu ileri sürdü. Mustafa Kemal’in evlatlık kızı Afet İnan, 56.000 kişinin kafatasını 41 ölçerek, İsviçre de hazırladığı doktora tezini hazırladı.Ermeni aslıllı Mimar Sinan’ın mezarını açtı.Kafatasını inceledi. Onu türk olduğunu ilan etti.Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Binnaz Toprak,Kürdler üzerine incelemeler yaptılar Ziya Gökalp ile Cahit Tanyol’un ırkçı tezlerine sarıldılar.Bütün bunlar Türk Dil teorisi ve Türk Tarih teorisinin psycholojik savaş teorilerini geliştirdiler. Türkiye Üniversiteleri,MİT e bağlı araştırma kurumları PKK ye karşı TC nin saflarındadırlar. PKK ye karşı mücadelede MİT ve Genel Kurmay,CİA, ABD,NATO,AB Birliği. Avrupa Konseyi ülkeleri ce devletleri aldıkları terrorizme karşı ortak mücadele hedeflerin biri de PKK nın şahsında Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesidir.. Bu konua Uluslararsı yüzden fazla kuruluş TC nin emrindedir. Bu Konuda Genel Kurmay Başkanlığı sitesinde Terrorizme karşı uluslararası savaş boyutunda şu başlık verilerine gözatmak yeter. 1- COUNCIL COMMON POSITION of 28 October 2002 updating Common Position 2001/931/CFSP on the application of specific measures to combatterrorism and repealing Common Position 2002/462/CFSP 2- COUNCIL COMMON POSITION 2004/309/CFSP of 2 April 2004 updating Common Position 2001/931/CFSP on the application of specific measures to combatterrorism and repealing Common Position 2003/906/CFSP 3- COUNCIL DECISION of 29 May 2006 implementing Article 2(3) of Regulation (EC) No 2580/2001 on specific restrictive measures directed against certain persons and entities with a view to combating terrorism and repealing Decision 2005/930/EC 4- Resolution 1373 (2001) Adopted by the Security Council at its 4385th meeting, on 28 September 2001 The Security Council, Reaffirming its resolutions 1269 (1999) of 19 October 1999 and 1368 (2001) of12 September 2001, 5- Subject : EU Plan of Action on Combating Terrorism – Update COUNCIL OF THE EUROPEAN UNION Objective 1: To deepen the international consensus and enhance international efforts to combat terrorism.,Bruxelles 5 june 2005, Presidency/Counter-terrorism Coordinator to : Council/European Councill 6- COUNCIL OF THE EUROPEAN UNION Brussels, 12 December 2005 15704/05 This report responds to the European Council's request for a report every six months on thereportsummarizes progress since June 2005 and the state of play regarding ratification of the conventions and implementation of the legislative acts regarded as having priority, 7- COUNCIL OF THE EUROPEAN UNION, The European Union Counter-Terrorism Strategy, Brussels, 30 November 2005 8- DECLARATIONON COMBATING TERRORISM The Union and its Member States pledge to do everything within their power to combat allforms of terrorism in accordance with the fundamental principles of the Union, the provisions ofthe Charter of the United Nations and the obligations set out under United Nations Security Council Resolution 1373 (2001). The European Security Strategy, adopted by the European Council last December, identified terrorism as one of the key threats to EU interests and requested the Presidency and Secretary- General/High Representative Solana, in coordination with the Commission, to present concreteproposals for implementing the Strategy, including recommendations for combating the threat posed by terrorism and dealing with its root causes. 9- Coordinating the European Union's global action The European Council instructs the General Affairs Council to assume the roleö of coordination and providing impetus in the fight against terrorism. Thus, the General Affairs Council will ensure greater consistency and coordination between all the Union's policies. The Common Foreign and Security Policy will have to integrate further the fight against terrorism. The European Council asks the General Affairs Council systematically to evaluate the 42 European Union's relations with third countries in the light of the support which those countries might give to terrorism. III. İLİŞKİSİ ÖCALAN ‘IN ANLATIMIYLA MİT-PKK KURULUŞ MİT’in amacı “Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğüne, anauyasal düzenine, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine ve millî gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan gelecek mevcut ve muhtemel tehditler hakkında bilgi toplamak, önlem almak ve gerekli durumlarda ilgili makamları uyarmakla görevli teşkilâttır. Mustafa Kemal’in 1921 Koçgiri ve 1925 Şeyh Said jenosidinden sonra "...muasır devletlerde olduğu gibi, bizde de modern bir istihbarat teşekkülü kurmak mecburiyetindeyiz..." direktifi doğrultusunda kurulmuş bir Örgüttür. Özünde Öcalan MİT’in bu idealine bağlı çalışan bir politikacıdır. Kanıt olarak bizzat Öcalan’dan kaynaklı onlarca aktarma ile yapabiliriz. Kişi olarak, 14 yıldır tek hücrede yaşama mahkum edilmiş bir tutukluyu hedep almak istemiyordum. Bu benim bilimsel ve felsefi etik anlayışıma aykırıydı. Dr İsmail Beşiçi’ye sayg64 incelemem dışında Abdullah Öcalan’ı eleştiren bir yazım yoktur. Fakat, bir noktadan sonra, tarihsel bir hataya karşı sessiz kalamazdım. Gerilla savaşına onlarca yıl yer alan arkadaşlarım ve dostlarımın bunu böyle kavaramalarını diliyorum. Öcalan Haziran 1999 de yayınlanan ve Mahkeme önünde okuduğu savunmasının sonunda aynen söylediklerine bakalım..« Cumhuriyetleşmenin ta kendisine inannıyorum. Bu anlamda ağır feodal koşullarından ötürü cumhuriyet halkı haline gelememiş halkımızın “ne mutlu demokratik cumhuriyet halkı olmak” sloganı altında barış içinde ayrılma kabul etmez özgür bir halk gerçekliğine ulaşmakla mutlu olacağına, bunun tarihi sürecini Türkiye’nin ülke bütünlüğünü ve devletin varlığı içinde tüm halkı ile yakaladığına ve başaracağona inancımı belirtmek istiyorum.»65 Jenosidlerin yapımcısı emperyalist ve sömürgeci TC devletine bu bağlılığın temeli ve kökeni nedir? 1 Aralık 2008 de Dr İsmail Beşikçi’ye saygı başlıkla incelememde bizzat Abdullah Öcalan ‘ın 66 Devrimin Dili ve Eylemi kitabında kendi ağzıyla dile getirdiği gerçek kanılar şöyledir. 64 Dr Ali KILIÇ,Dr İsmail Beşikçi’ye saygı,Paris 1 Aralık 2008 Abdullah,Öcalan,Savunmalarım, Demokratik çözüm sürecinde bir dönemeç,Weşanen Serxwebun,94 Haziran ,1999,s.101 66 66 Bakınız A.Ocalan, Devrimin Dili ve Eylemi, s. 116, A.Ocalan, age. s. 92 s. 110-111,s.114,s.93,ss.97-98,s.115 ,s.116,s.93. 65 43 Devrimin Dili ve Eylemi kitabında kendisi « “Asıl amacım, devrimci bir Kürdistan grubu ortaya çıkarmak“67 “1975‘lerde Kürdistan adına devrimci bir grup kurmak, tarihin seyrini değiştirecektir ve benden başka bu işe el atacak adam yoktur“68 “Çıkış yapmaya çalışırken devlet adına hareket eden kişilerle ben son derece iyi geçiniyorum. “Kadın dersen kadın, para dersen para! Apartman dersen apartman al; ye, içinde yat! Ben de bu noktada, tam bir paşa oğlu gibi davranıyordum...Burjuvaziyi nasıl çalıştırıyorum? Sonradan o Uğur Mumcu’nun başını götüren, işte açmaya çalıştığım bu ilişki tarzıdır. 1976, 1977 ve 1978 döneminde onları, devleti çalıştırıyorum ve hareket yürüyor.“69“Ankara’dayız. 1976-77-78‘i eğer bunlara dayandırmazsak, sağlam çıkışı yapabilir miyiz?“70 “Devlet, para ve kadın yoluyla beni tutabileceğine 1977-78 ve 79‘un başlarına kadar tam inandı diyebilirim. Bu, devleti yanlış bilgilendirme oluyor. Tarihteki en büyük hatasıdır..“71 “Ben devlete 1966‘dan itibaren maddi olarak dayanmışım ve ancak 1977-1980‘lerde kopuşa gideceğiz.”72 “TC şimdi kavramıştır, ama çok geç; artık iş işten geçti. Verdiğimiz görünüm; Ankara’da kalıp grupçuluk yapacağız; bir yayın çıkaracağız, bir de yayın dükkanı kuracağız. Yine bayan (Kesire, Nb) özel ilişkiyle bağlamış. Devlet daha ne istiyor? O, günlük rapor alıyor; ‘kucağımızda!‘. Kendimi dört dörtlük devlete bağlamış oluyorum. Uğur Mumcu’nun dile getirmek istediği olay biraz da budur: ‘Apo’yu MİT mi besledi?‘ diye soruyor. İşte biz kendimizi MİT’e böyle beslettirdik. Güvenliğimizi sağlattırdık, paralarıyla grubumuzu finanse ettirdik, evlerinde en önemli toplantılarımızı yaptırdık ve o entellektüel gücünü de biraz kullandık. Bazı ilişkilere öyle uzandık ve zamanında sıyırdık...“73 “Taktik gerçekten şeytanın bile çok üstündedir. Gidin MİT’e nasıl olduğunu söyleyin, şaşıracaktır. ‘Bizi inandırdı‘ diyecektir, hatta ‘Uyuttu bizi‘. İşte üstünlük burada“74 “Başka türlü hiçbir Kürtpartisi oluşamaz...Yöntem değiştiriyorum, taktik yaratıcılık diyorum buna“75 “Çok ilgin devletin iki yanını nasıl kullanıyoruz. Sanırım MİT bunları duyduğunda hem kahkahadan patlıyor, hem de öfkesinden boğuluyordur. D... Arkadaş vardı, 1979‘daydı galiba, beni yakaladı. Anlattıklarına göre MİT başını dövüyor, ‘bu yüzde yüz kucağımızdaydı, biz bunu nasıl kaçırdık‘ diyormuş.“ 76“Kim kimi yanilttı?... Düşünün, devlete Kürt partisi kurduruyorum. Uğur Mumcu....dedi. Doğrudur, bu da doğrudur. Biz devrimci Kürt partisini (yani PKK’yı) nasıl MİT’e dayandırarak kurduysak, Kürt 67 A.Öcalan,Devrimin Dilili ve Eylemi,s.116. A.Öcalan,Devrimin Dilili ve Eylemi,s.92 69 Öcalan,Devrimin Dilili ve Eylemi,s.111-112 70 Öcalan,Devrimin Dilili ve Eylemi,s.111 71 Öcalan,Devrimin Dilili ve Eylemi,s.114 72 Öcalan,Devrimin Dilili ve Eylemi,s.93 73 A.Ocalan, Devrimin Dili ve Eylemi, s. 97-98 74 A.Ocalan, Devrimin Dili ve Eylemi, s. 115 75 A.Ocalan, Devrimin Dili ve Eylemi, s. 116 76 A.Ocalan, Devrimin Dili ve Eylemi, s. 114 68 44 devletini de (şimdi işte içinde olduğumuz bu Güney’deki devlet) Türk devletine dayandırara k kuracağız. Yazdı adam, başka çaresi yok. Taktik buraya getiriyor. Taktiğin üstünlüğü burada.(....)Pilot ne diyordu: ‘Abi sen ne yapıyorsun?‘. Günün yirmidört saatinde bilgi istiyordu. Ben de hepsini veriyordum...“77“Ankara’yı böyle 1979‘a kadar oyalamak büyük bir taktikti. Hem de grubu bütünüyle onların olanaklarına dayandırmak...“78Bunlar Öcalan’nin kendi ifadeleridir. Abdullah Öcalan'ın avukatları aracılığı ile basına yaptığı 22 Eylül 1999 tarihli açıklamasıdır. Açıklamada şöyle denilmektedir; ”Atılacak demokratik adımlara engel olmadığını, aksine bu adımlara güç verdiğini kanıtlamak için bir PKK grubunun silahları ile birlikte iyi niyet ifadesi olarak Demokratik Cumhuriyete katılmak ve güç vermek için Türkiye'ye gelmeye çağırıyorum. PKK'nın atacağı bu adım Barış ve Demokratik Çözüm için sembolik bir adımdır. Silahlı mücadele kararının sözde kalmadığını kanıtlamak açısından bu adım oldukça önemlidir”. Silahlarıyla birlikte gelip TC emperyalist devletine teslim olan ve Paris’deki KUM seçimlerinde sandıklardaki oyları saymadan seçim listesini çıkaran bu teslimiyetçinin sesi çıkmıyor. Bu doğrudan doğruya teslimiyete yapılan bir çağrıydı. ”Demokratik Cumhuriyet”e katılma ve güç verme çağrısı, Türkiye Cumhuriyeti'ne teslim olma ve ona güç verme çağrısından başka birşey değildir. Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, bu çağrıya benzer bir çağrıyı daha geçen hafta, kimi gazete ve tv muhabirleri ile yaptığı sohbet toplantısında yapmıştı. Kıvrıkoğluna göre, silahlı mücadeleye son vermek yetmiyordu, PKK'lıların gelip teslim olmaları isteniyordu. Aradan fazla bir zaman geçmeden, Abdullah Öcalan, Kıvrıkoğlunun talebini yaldızlı laflarla süsleyerek, yerine getirmek istemektedir. Devletten hiçbir talepte bulunmayan Öcalan, ”sembolik” çağrılarla teslimiyetin ve tasfiyenin kapılarını açmak istemektedir. Bu çağrı ile PKK bir yol ayırımına getirdi. PKK, ya Abdullah Öcalan'a kulak verip silahları ile birlikte teslim olacak veya kendisine yeni bir rota çizecektir. (23 Eylül 1999 ) Öcalan, “ Bu mücadele, bu yargılama yaşanacak bir geçmişimin olmadığını kanıtlamıştır. Halkım için de, sınırlı da olsa özgür kimliğim ile bir yer bulamadım. Ama geleceğin Demokratik Türkiye Cumhuriyeti içinde bu mücadelenin de katkısıyla özgür birliktelik içinde yaşamanın hem en doğru yol hem de onur teşkil edeceğine inanıyorum. « başta "Kürt Kimlikli" ayaklanmalar olmak üzere hukuk sistemini zorlayan oldukça kapsamlı ve tüm gelişmeleri artık objektif tartışmak "anayasal bir devletin" hukukunu gözönüne getirmek ve kerhen uygulamakla birlikte evrensel ve oldukça demokratikleşmiş hukukun temel felsefesine en azından inancını ve ne kadar sınırlı da olsa bu "davam" üzerine gölgesini düşürmek anlamlı bir beklenti idi. Bağımsız yargının bir gereğiydi. » TC yargılarının ne kadar 77 A.Ocalan, Devrimin Dili ve Eylemi, s. 118 78 A.Ocalan, Devrimin Dili ve Eylemi, s. 123 45 bağımsız olduklarını Koçgiri, Şeyk Said Efendi, Ararat, Dersim ‘de nasıl idam edildiklerini göstermiştir.79 A. Öcalan’ın bu teslimiyet politikası onu soydaşları MİT’çilerle aynı masaya oturturuyordu. Kürdistan sorununun BM Komisyonlarına getirilmeyişinin TC sömürgeciliğine bağlılığın kökenlerinden ve nedenlerinden biri budur. IV.NEDEN GÖRÜŞMELER BM LERİN KOMİSYONLARINDA GÖRÜŞÜLMÜYOR? Birleşmiş Milletlerin asıl amacı uluslararası barış ve güvenliği gerçekleşmektir. Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen insan haklarının ve temel özgürlüklerin uygulanması için öncelikli bir uluslararası önkoşul olduğuna kanaat getirilir.80 Başka bir değişle, Birleşmiş Milletler,uluslararası barış ve güvenliği korur uluslararası uyuşmazlık veya durumların düzeltilmesini ve çözümlenmesi için barışçı yolları arar. Bunu adalet ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak gerçekleştirmek ister. Uluslar arasında, halkların hak eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştiri5r ve dünya barışını güçlendirmek için diğer uygun önlemleri alır.Fakat BM hiç bir zaman Kürdistan ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkını,BM Anayasının 1.maddesini ve Aralık 1960 1514 nolu deklarasyonu,bağımlı ve sömürge Kürdistan’a uygulamadı. BM, dahil olmak üzere Halkların henüz kendi kendilerini tam olarak yönetmediği bölgelerin yönetilmesinden sorumlu olan ya da bu sorumluluğu yüklenen Birleşmiş Milletler üyeleri, Kürdistan’da yaşayan halkların çıkarlarını savunmadı. Kürdistanlılar yerli halkı olduğu halde BM, Yerleşik halklarla ilgili kabul ettiği kararnameyi Kürdistan özeline uygulamadı. Sözkonusu halkların kültürüne saygı göstermedi, onların siyasal, ekonomik ve sosyal bakımdan ilerlemelerini ve eğitim alanında gelişmelerini sağlamayı, onlara hakça davranmayı ve onları baskılardan korurmaya yanaşimadı. Kürdistani olarak ortaya çıkan pek çok kuruluş ve örgüt ( Sürgünde Kürdistan Parlamentosu, KNK vs.) zımmi olarak sömürgeci güçlerle uzlaşlaşma yolunu seçtiler.1989 dan itibaren Paris Kürd Enstitüsü, Mitterrand’ın poltitikasının peşine takılarak, Kürdlerin statütüsünü Çingenelerin statüsüne indirgediler.Elikanlı emperyalistlerin uşağı S.G. ingiliz Lord Russell Johnston ve TC yöneticilerinin katıldığı Konferans’da aynı statukoyu sürdürdü. Lord Russel’a yazdığım mektupta« Kürdistan 40-45 milyonluk bir ulustur.1916 ‘da ingiliz ve fransız emperyalistlerinin kendi aralarında bölüştüğü bu sömürge ülkenin halkı çingeneler bir tutulamaz. Biz çingenelerin haklarına karşı değiliz, ama siz ingilizler kendinizi çingene olarak kabul ediyorsanız, onlara tanıdığınız aynı haklardan yararlanın, biz değil, biz 79 80 Bakınız Dr Ali KILIÇ, Dr İsmail Beşikçi’ye saygı 1 Aralık 2008. Halkların Barış Hakkı bidirgesi BM Genel Kurulunun 12 Kasım 1984 tarihli ve 39/41 sayılı Kararıyla onaylanmıştır. 46 kendi özgürlük ve bağımsızlığımızı kendimiz tayin ederiz.»81 diye yazdım. Apocu sahte diplomatlar emperyalizmin aynı politikasına yattılar. Sorunu BM getirmek için en ufak bir çaba göstermediler. Görüşmelerin MİT ile Öcalan arasında değil, BM Komisyonlarında görüşmelerini sağlamada TC saflarında kaldılar. Oysa, Kürdistan bir sömürgedir. Birincisi “Sömürge yönetimi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık veerilmesine ilişkim BM Genel Kurul’un 1514(XV) sayılı 14 Aralık 1960 tarihli bildirgesi üilkemizin bağımsızlığını istememiz uluslararası hukukun uygulanması demektir. Çünkü” Kürdistan sorunu, sömürgeciliğin tasfiye edilmesi çerçevesindeki bir çözüm ile barışa varmalıdır. Gerçek barış; ülkeye(toprağa),Kürdistan ulusunun kolektif varlık ve haklarına, bağımsız siyasal iktidar üçlüsüne bağlı olarak gelişecektir. Sorun ile çözümü bu çerçeveye oturtulmadıkça; dile getirilecek her “çözüm ve barışın” sahte olacağı ve hakikatteki çözüm ile barışın gelişi için yeni mücadelelere yol açacağı da sır değildir.” Bu konuda, BM Genel KuruluGenel Kurul, Dünya ezilen, sömürge ve bağımlı uluslarınınn « temel insan haklarına insanın vakar ve değerine, erkeklerin ve kadınların ve büyük ve küçük (bütün)milletlerin eşit haklarına olan inançlarını yeniden teyid etmek ve daha geniş hürriyet içinde sosyal gelişmeyi ve daha iyi hayat standartlarının iyileştirmek için Birleşmiş Milletler Şartı’da ilan ettikleri kararlılığı akılda tutarak, İstikrar ve refahın ve bütün halkların eşit haklarına ve kendi kaderini kendi tayin etme hakkına, ve ırk, cinsiyet, dil veya din ayırımı yapmadan, herkes için insan haklarına ve temel hürriyetlerine evrensel saygı ve riayet ilkelerine dayalı, barışçı ve dostane ilişkilerin şartlarını yaratma ihtiyacınının bilincinde olarak, Bütün bağımlı halkların ihtiras halindeki özgürlük isteğini ve onların bağımsızlıkllarını elde etmedeki belirleyici rolünü kabul ederek, Bu hakların özgürlüklerinin inkârından ve ya onların önündeki engellerden, gittikçe artan ihtilafların ortaya çıktığını bunun dünya barışı için ciddi bir tehlike teşkil ettiğinin farkında olarak, Birleşmiş Milleterin Vesayet altındaki ve özgür olmayan ülkelerde bağmsızlık hareketini,kolaylaştırmadaki önemi rolünü göz önünde tutarak, Dünya halkları nın ateşli bir şekilde bütün tezahürleriyle sömürgeciliğin sona ermesini arzu ettiğini kabul ederek,sömürgeciliğin devam etmesinin milletlerarasõ ekonomik işbirliğinin gelişmesini önlediğine, bağõmlõ halklarõn sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmesini engellediğine ve Birleşmiş Milletler’in evrensel barış idealine aykırı olduğuna kani olarak, Halkların doğal zenginliklerini ve kaynaklarını, karşılıklı yararlanma ilkesi ve uluslararası hukuka istinat eden 81 CRSK,Dr Ali KILIC, Lettre ouverte-I á Monsieur Lord Russell-Johnston Président de l’Assemblée parlementaire du Conseil de l’Europe, Paris le 20-07-2006,www.pen-kurd.org 47 uluslararasekonomik işbirliğinden doğan herhangi bir yükümlülüklerine halel gelmeksizin, serbest bir şekilde kendi amaçları için tasarruf edebileceklerini teyit ederek, Kurtuluş sürecinin karşı konulmaz olduğuna ve ciddî buhranlardan sakınmak için sömürgeciliğe ve onunla bağlantılı bütün ayırma ve ayırımyapma uygulamalarına son verilmesi gerektiğine inanarak, son yıllarda çok sayıda bağımlı ülkenin özgürlük ve ve bağımsızlığına kavuşmalarını alkışlayarak ve bağımsızlığı henüz kazanmamõş olan bu ülkelerde gittikçe artan güçlü istemi ve yönelimini kabul ederek; Bütün halkların devredilmez tam özgürlük ve bağımsızlık , egemenliklerini kullanma, ve ulusal ülkelerinin bütünlüğü hakkına sahip olduklarına kani olarak, sömürgeciliği bütün şekil ve tezahürleriyle çabuk ve şartsız olarak sona erdirme zaruretini resmen ilân eder.82 Ve bu amaçla; Aşağıdaki hususlanrı beyan eder; 1. Halkların yabancı tahakkümüne, hakimiyetine ve sömürüsüne tabi kılınması temel hakların inkârıdır. Birleşmiş Milletler Şartı’na aykırıdırr ve dünya barış ve işbirliği için bir engeldir. 2. Bütün halkların kendi kaderini kendilerinin tayin etme hakkı vardır; o hakka binaen serbest bir şekilde siyasî statülerini tespit ederler ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini serbestçe takip ederler. 3. Siyasî ekonomik, sosyal veya eğitsel hazırlığın yetersiz olması hiçbir surette bağımsızlığı geciktirmenin bir mazereti olmamalıdır. 4. Bağımlı milletlerin tam bağımsızlık haklarını barışçı bir şekilde ve serbestçe kullanmalarına imkân vermek için, onların aleyhine yöneltilmiş olan bütün silahlı hareketler veya her çeşit baskıcı tedbirler sona erecektir; ve ulusal ülkelerin bütünlüğüne saygı gösterilecektir. 5. Sömürgeci baskı altında ve özgür olmayan Ülkelerde veya bağımsızlıklarını henüz elde edememiş olan diğer bütün ülkelerde tam bağımsızlık ve özgürlük haklarını kullanmalarına imkân vermek için, onların serbestçe açıklanmış irade ve arzularına uygun şekilde herhangi bir ırk, din ve ya renk ayırımı yapmadan bütün yetkilerin bu ülkelerin halklarõna şartsız ve kayıtsız bir şekilde devri için acil tedbirler alınacaktır. 6. Bir ülkenin millî birliğinin ve ülke bütünlüğünün kısmen veya tamamen bozulmasını amaçlayan herhangi bir teşebbüs Birleşmiş Milletler Şartı’nõn amaç ve ilkeleri ile bağdaşmaz. 7. Bütün Devletler, Birleşmiş Milletler Şartõ’na, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne ve bu Bildiri hükümlerine, bütün Devletlerin eşitliğine ve iç işlerine karışmama ve bütün halkların egemen haklarına ve ülke bütünlüğüne saygı esasına göre sadakatle harfiyen riayet edeceklerdir.83 BU sözleşmenin 1 bölümü halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkına ilişkindir. Birinci maddeye göre; Halkların kendi kaderlerini tayin hakkı 82 BM Enformasyon Merkezi UNIC-Ankara UNIC Turkey 2 Ankara, 12.03.2002 83 Sömürge yönetimi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık veerilmesine ilişkim BM Genel Kurul’un 1514(XV) sayılı 14 Aralık 1960 tarihli bildirgesi 48 1. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler. 2. Bütün halklar uluslararası hukuka ve karşılıklı menfaat ilkesine dayanan uluslararası ekonomik işbirliği yükümlülüklerine zarar vermemek koşuluyla, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiç bir koşulda yoksun bırakılamaz. 3. Kendini Yönetemeyen ve Vesayet altındaki Ülkelerden sorumlu olan Devletler de dahil bu Sözleşmeye Taraf bütün Devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir. Sözleşmeninim ikinci maddesi, Sözleşmenin iç hukukta uygulanması ve ayrımcılık yasağına ilişkindir. 1. Bu Sözleşmeye Taraf her Devlet, gerek kendi başına ve gerekse uluslararası alanda özellikle ekonomik ve teknik yardım ve işbirliği vasıtasıyla bu Sözleşmede tanınan hakları mevcut kaynakları ölçüsünde giderek artan bir şekilde tam olarak gerçekleştirmek için, özellikle yasal tedbirlerin alınması da dahil, gerekli her türlü tedbiri almayı taahhüt eder. 2. Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, bu Sözleşmede beyan edilen hakların ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya diğer bir fikir, ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum gibi her hangi bir statüye göre ayrımcılık yapılmaksızın kullanılmasını güvence altına almayı taahhüt ederler. 3. Gelişmekte olan ülkeler, insan haklarını ve ulusal ekonomik durumlarını dikkate alarak, bu Sözleşmede tanınan ekonomik hakları vatandaş olmayan kişilere hangi ölçüde tanıyacaklarına karar verebilirler.» Barışı koruma faaliyetleri, BM’nin uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden uyuşmazlıkların çözümüne yönelik çabalarının büyük çoğunluğunu oluşturuyor.84 17 Haziran 1992’de Güvenlik Konseyi’ne sunulan bu rapor, uluslararası barışın sağlanmasını dört ana kavram çerçevesinde ele almıştır. Bunlar sırasıyla “çatışma önleyici diplomasi”, “barışı oluşturma”, “barışı koruma” ve “çatışma sonrası barışı inşa etme” kavramlarıdır. Bu kavramlardan ilk üçü, daha önce kullanılan ancak Genel Sekreterce yeniden tanımlanmış kavramlardır. Örneğin, “çatışma önleyici diplomasi” kavramı eski Genel Sekreterlerden Dag Hammarskjöld tarafından geliştirilmiştir.85 84 WHITE, N. D., The United Nations and the Maintenance of International Peace and Security, Manchester University Press, Manchester, 1990, s.166. 85 CLAUDE, I., Swords Into Plowshares, Random House, New York, 1964, s.286. 49 Raporun “Tanımlar” başlığını taşıyan II’nci Bölümünde “önleyici diplomasi”, “barış yapma” kavramları klasik biçimde ve BM Anayasası’nda yer aldığı biçimde tanımlanırken, “barışı koruma (peacekeeping)” kavramı şöyle tanımlanmıştır: “Barışı koruma hem çatışmaları önleme, hem de barışı inşa etme imkânlarına açılım sağlayan bir tekniktir.”86 Birleşmiş Milletler’in ana kuruluş amaçlarından biri uluslararası barışın sağlanmasıdır. Son yıllarda edinilen deneyimler Birleşmiş Milletler'in daha önce olmadığı kadar yoğun bir şekilde barışın inşasına –yani barış ortamını güçlendirecek ve pekiştirecek altyapıyı oluşturma çabalarına odaklanmasına neden olmuştur. Edinilen tecrübe, kalıcı barışın ancak sosyal adaleti, insan haklarına saygıyı, iyi yönetim ve demokratik süreç ile ülkelerin ekonomik olarak kalkınmalarına yardımcı olarak elde edilebileceğini göstermektedir. Hiçbir kurum söz konusu amaca ulaşılması için gerekli olan uluslararası deneyim,ehliyet, eşgüdüm sağlama yeteneği ve tarafsız tutuma Birleşmiş Milletler’den daha fazla sahip değildir. BM lerin Amacı, uluslararası barıs ve güvenligi korumak olan BM, uluslararası barıs ve güvenligin korunmasında, öncelikle sorunun giderilmesi için barısçı çözüm yollarına basvurmaktadır. Durum böyle iken Kürdistan’da otuz yıllık silahlı mücadele niçin BM leri ilgilendirmiyor ? Ancak, BM’nin faaliyetleri barışı korumak ve ihtilaflara çözüm bulmak ile sınırlı değil. BM ve bağlı kuruluşları, çoğu kez pek fark edilmese de, yeryüzünde insanların yaşam kalitesini artırmak amacıyla pek çok alanda kapsamlı çalışmalar gerçekleştirdiği halde Kürdistan’da soykırımlara göz yummuştur. BM, Dünya’nın dört bir yanında demokratik kuruluşları devlet kurarken Kürdistan sorunun adil bir barışla çözüme bağlanması konusunda sağır ve dilsiz kalmaya devam etmiştir. Pratikte, BM, Ateşkes ve çatışan güçlerin birbirlerinden ayrılması: Dar kapsamlı bir harekât dahi taraflara nefes alma zamanı tanıyacağından görüşmelerin başlatılması için bir fırsat sağlarken Kürdistan’da sekiz kez ilan edilmiş terk taraflı ateş kese karşı sessiz kalmıştır.. Kapsamlı barış anlaşmalarının uygulanmasını Kürdistan’da kasten uygulamamıştır. BM, Uyusmazlıkların barısçı yollarla çözülmesine iliskin düzenlemeler, Antlasma’nın VI. Bölümünde "Uyusmazlıkların Barısçı Yollarla Çözülmesi" baslıgı altında ele alınmaktadır.6 VI. Bölümdeki hükümler Antlasma’nın 33. ve 39. maddelerini kapsamaktadır. Uyusmazlıkların barısçı yollardan çözülmesinde 86 BOUTROS-GHALI, B., An Agenda for Peace, United Nations, NewYork, 1992, s.11. 50 Güvenlik Konseyi ön plana çıkmaktadır. 33. maddenin birinci fıkrası, uluslararası barıs ve güvenligi tehlikeye düsürecek nitelikte bir uyusmazlıga taraf olanların her seyden önce görüsme, sorusturma, arabuluculuk, uzlasma, hakemlik ve hukuki çözüm yolları ile, bölgesel örgütler ya da antlasmalarla veya kendi seçecekleri baska yollarla bu uyusmazlıgı gidermelerini öngördüğü halde, BM, üyelerine uyusmazlıklarını kendi seçecekleri yöntemlerle çözmeleri sorumluluğunu yüklememiştir. Görüsme MİT ile Öcalan görüşmesi Kürdistan sorununu TC nin iç sorununa indirdediğinden, bu görüşmelerin uluslararası hukuk güvencesi yoktur. TC devlet politikası bir inkâr ve imha politikasıdır. Halkların jeneosidi üzerine kurulmuştur. Bu açıdan devlet olarak MİT ile Öcalan arasındaki görüşmeleri bile kabul etemmektedir. MİT ile Öcalan arasındaki çağrı MİT’in çağrısıdır. TC sömürgeciliğinin psyholojik savaş politikasının ülke düzleminde BDP milletvekillerini ed kullanarak uygulanmasıdır. Oysa. Barış Görüşmeleri, BM lerde ,Uluslararası iliskilerde uyusmazlıkların çözülmesinde en sık basvurulan yöntemdir. Taraflar dogrudan bir araya gelerek her türlü diplomatik girisimlerde bulunurlar ve uyusmazlıgın bitirilmesi için çözüm ararlar. Görüsmelerde karsılasılan ilk sorun, görüsmelerin nerede yapılacagıdır. Görüşmeler için en uygun yer genellikle tarafsız bir ülke olmaktadır. Görüsmelerde, tarafların uzlasabilecegi konuların öncelikle ele alınması çözüme ulasılmasını kolaylastırabilir Sorusturma TC sömürgeciliğ. Savaş ve jenosid suçlarını işlemiş bir ülkedir. Bu suçlar, BM anayasına aykırı suçlardır. Buna rağmen BM Güvenlik Konseyine bağlı ,Uluslararası Ceza Mahkemesi insancıl hukuk kapsamındaki kimi suçları kovuşturan ve 20. yüzyılın sonlarında kurulup 21. yüzyılda uluslararası insancıl hukukun egemenliğine katkı yapan ilk uluslar-üstü hukuksal bir mekanizma olduğunu kabul edenler var. Bu haliyle insanlığa karşı işlenen en ağır suçların faillerinin cezasız bırakılmaması yönünde büyük bir adımı temsil eden ve kuruluşundan bu yana 106 ülkenin yargı yetkisini tanıdığı Mahkeme, henüz Ermeniler, Grekler, Assyro Keldaniler özellikle Koçgiri, Zilan Dersim jenosid suçları ve savaş şuclarını işleyen devletleri yargılama konusunda da yetersizliği,pratiksizliği ortadadır. Çağrı metninde bu olguyu gözlemliyoruz. BM Güvenlik Konseyi tarafından Kontrol edildiği için bu Mahkeme bağımsız bir mahkeme değildir. Jenosid ve savaş suçlarını yargılama da 2002 tarihinden önceki işlenmiş savaş ve jenosid suçlarını yargılamaması bu mahkemenin hukuksal procedürlerindeki anti demokratik niteliğini ortaya koyuyor. Bu aksaklık ve çelişkiler Mahkemenin evrensel hukuk normlarına aykırı olduğunu 51 dile getiriyor. Mahkemenin insan hakları hukuku açısından da yeni bir döneme işaret ettiğini söylemek mümkün değildir. Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisine giren jenosid suçları , insanlığa karşı suçlar ile savaş suçlarının yeryüzünde işlenmiş en ciddi suçlar olduğu olduğu halde, yargılama usulu kanununa getirdiği şartlar suçlu devletlerin, sömürgecilerin ellerini kollayarak serbest dolaşmalarına Mahkeme izin vermektedir. Bu yanıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi ciddi uluslaraarsı bağımsız hukuk kuruluşu değildir. Başka bir değişle, Mahkeme Uluslararası Ceza Hukuku ve İnsan Hakları Hukukuna dinamik bir katkıda bulunmamamaktadır. Örneğin Türkiye, Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni kuran Roma Statüsü'nü imzalamadığı için, Dersim Koçgiri savaş jenosid suçlarını işlemiş TC ye karşı bu mahkemede dava açmak mümkün değildir. Bu açıdan Uluslararası Ceza Mahkemesi, insanlığa karşı işlenen en ağır suçların kovuşturulduğu, ilk kalıcı ve bağımsız uluslararası mahkeme olduğunu ileri sürmek inandırıcı değildir. Yargı alanına giren, soykırım, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve saldırı suçlarından dolayı şahısları, üst düzey devlet yetkilisi ya da asker olmalarına bakmaksızın, yargılayabildiği bir gerçek olduğu halde, suçları,suçluları yargılamaya zaman sınırını koyduğu ve yargılama yetisinin BM Milletler Konseyine bir devlet tarafından getirilmiş olma şartına bağlı kıldığı için bu durum uluslararası Hukukun bağımsızlık ilkesine aykırı evrensel hukuk normlarıyla çelişmektedir. Jenosid suçlarını işlemiş devletleri,temsilcilerini yargılamak gerekir. Bu gerçekleşmezse, daha önce kurulan Mahkemelerin sonucunun "ütopya"nın gerçeğe dönüşmesine87 olanak vermiyecektir. Çağrının birinci çelişkisi bu noktada kaynaklanıyor. Sorunun “BM, İnsan Hakları Komitesine de taşın »masına gelince, 26 Ağustos 1998 Dersim Jenosid suçlularının yargılanması için BM yaptığımız başvuru, İnsan Hakları Azınlıklar Komisyonuna havale edildi. O Zaman BM Milletler nezdinde Güvenlik Konseyi denetiminde Jenosid ve Savaş Suçlarını yargılayan bir Mahkeme yoktu. Uluslararası Adalet Divanına davayı götürmek te BM Milletler Güvenlik Konseyine endexliydi. Aynı yıl Birleşmiş Milletlerin ev sahipliğinde gerçekleştirilen, Uluslararası Ceza Mahkemesi Kurulmasına Dair Tam Yetkili Temsilciler Diplomatik Konferansı'nda kabul edilen Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü, Birleşmiş Milletlerin kurulmasından bu yana, en yenilikçi ve heyecan verici gelişmelerden birisi olarak nitelenmiş88 olsa bile ve dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından, "... gelecek kuşaklara hediye edilen bir umut ve evrensel insan hakları ile hukukun 87 Victims' Guide To The International Criminal Court; Pierre Hazan; Reporters Without Borders- Damocles Network; 2003; syf:7 88 2Uluslararası Ceza Mahkemesine Giriş; William Schabas; Çev. Gülay Arslan; Uluslararası Af Örgütü; 2008; syf:20 52 üstünlüğüne doğru atılan dev bir adım" olarak tanımlanmıştır89 yargısı Jenoside maruz kalmış halkların davalarının görülmesine mutlak bir yanıt vermemektedir. Bu açıdan TC sömürgeciliğnin, savaş ve jenosid suçlarından yargılanma girişimi olmamıştır. Bu nedenle,uyuşmazlıkların nedeninin dogru degerlendirilmesini sağlamaya yönelik çabaların çözümünü MİT ile Öcalan arasına kilitleme son derece sakat bir yötem ve girişimdir. MİT ve Öcalan yötemleri dar anlamda sorusturma, bir çözüm saglamaktan daha çok çözüm bulmaya yönelik bir çaba olmaktan uzaktır. Biz bu görüşmeleri yanlış çürük,Kuzey Kürdistan’a barış getireceğine inanamıyoruz. MİT ile Öcalan görüşmelerine HAYIR. Bunun yerine 1907 La Haye Sözlesmesi çeçevesinde yeni bir sistem oluşturma Sözlesmede, sorusturma komisyonlarının, BM lerde kurulmasını ve uyusmazlıga taraf olan devletlerin aralarında yapacakları özel bir anlasma ile kurulacağı, ele alınacak konuların, komisyonun kuruluş şekli ve yetkilerinin de bu anlaşmada belirlenecegi ifade edilebileceğine kanaat getiriyoruz. Arabulma ABD ve AB MİT ile Öcalan arasınadki görüşmeleri olumlu görürken, Genel Kurmay sitesinde yayınlanan uluslararası planda ulusal kurtuluş hareketlerine karşı verdikleri mücadeleye MİT ile Öcalan arasındaki mücadele denk düştüğü için TC sömürgecliği lehine bir destek vermektedirler. Kürdistan Ulusal sorununun çözümü lehinde arabuluculuk yapmak niyetinde değidir. Bu açıdam Obama’ın İsrail’e ziyareti ilginç bir gelişmedir. Bu açıdan MİT ile Öcalan görüşmeleri,uyuşmazlıklarda görüş ayrılıklarını azaltmak ve çözüm saglamak için üçüncü tarafların devreye sokma girişiminden uzaktır. Zira, devletlere arası arabuluculuk sadece uyuşmazlığın taraflarını bir araya getirip görüsmelerini sağlamakla yetinmek değil, fakat aynı zamanda taraflar arasındaki Kürdistan sorununun görüsmeler yoluyla sadece Kuzey Kürdistan’daki ulusal sorunu çözmekle uzlaşma sağlamakla sınırlı kalmayıp,ezilen halkların ve azınlıkların sorunlarını da çözmeye çalışmaktır. Bu konda MİT ile Öcalan değil, Devletler v arabulucu olabilirler.. Arabulucu ile çözüm arama BM tarafından oldukça fazla kullanılan bir yöntemdir Uzlaştırma Taraflara aralarındaki uyuşmazlığı çözmeleri için izlemeleri gereken yol veya doğrudan uyuşmazlıgın çözümü konusunda belirli bir görüş bildirilmektedir. Uyuşmazlıga taraf olanların, ortaklaşa seçtikleri üyelerden oluşan komisyonlar aracılıgı ile barışın sağlanması çabalarıdır. Bu yöntemde komisyon üyeleri taraflara uyuşmazlıklarını gidermeleri için önerilerde bulunurlar. Genellikle 89 Journalist's guide to the International Criminal Court ; Mike Crawley ; Institute for Media, Policy and Civil Society;2002; syf:1 53 Birleşmiş Milletler bünyesinde olusturulan uzlastırma komisyonları, görünümleri itibariyle arabulucudan daha fazla bir ağırlığa sahiptirler. Sürecin işleyişi daha resmi bir görünüm taşır. Görüsmeler komisyon tarafından belirlenen takvime göre yapılır. Sonuçta taraflara çözüm için sunulan önerilerin baglayıcılıgı BM ler sözleşme ve yalarına göre böyle bir yol izlemelir. Biz görüşmelerin BM’lerin “Uluslar arasında, halkların hak eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için diğer uygun önlemler » almaya ilişkin ilkesine, uygun olarak yürütülmesinden yanayız. Zira bu « Sömürge yönetimi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık veerilmesine ilişkim BM Genel Kurul’un 1514(XV) sayılı 14 Aralık 1960 tarihli bildirgesine» uygun düşen bir tutumdur.Başka bir değişle bu görüşmeler BM lerin “Halkların eşit hakları ve self-determinasyonu ilkesinin çağdaş milletlerarası hukuka önemli bir katkıda bulunduğuna ve bunun etkin şekilde uygulanmasının Devletler arasında egemen eşitlik ilkesine saygı esasına dayalı dostane ilişkilerin geliştirilmesi için büyük önemi »90 olan bu ilkesine göre ele alınması 90 Devletler Arasında Birleşmiş Milletler Şart'na Uygun Şekilde Dostane Münasebetler Kurma ve İşbirği Yapmaya Dair Milletleraras Hukuk İlkeleri Hakkında Bildiri (2625(XXV) say 24 Ekim 1970 tarihli Genel Kurul kararyla kabul edilmiştir) 54 temel görevlerden biridir. MİT ile Öcalan bu görüşmeler Birleşmiş Milletler Yerleşik Halklar Hakları Sözleşmesinin 3 maddesine tamamen aykırı buluyoruz. Çünkü bu sözleşmeye göre « Yerleşik halklar kendi geleceklerini kendileri belirleme hakkına sahiptir. Bu hakkın tabiatı dolayısıyla kendi siyasi statülerini belirleme ve ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınma için izlenecek yolu özgürce seçme hakkına sahiptirler.»91 Bu açıdan Kürdistan Ulusunun BM Genel Kurul’un 1514(XV) sayılı 14 Aralık 1960 tarihli bildirgesi gereğine TC sömürgeciliğine son verme hakkı vardır. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler. Bütün halklar uluslararası hukuka ve karşılıklı menfaat ilkesine dayanan uluslararası ekonomik işbirliği yükümlülüklerine zarar vermemek koşuluyla, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiç bir koşulda yoksun bırakılamaz. Hele hele TC sömürgeciliği ve Öcalan bunun önüne geçemez. Dağların en katı soğuğunda Tcsömürhecilerine karşı Kürdistan’ın Özgürlük ve Bağımsızlık savaşçıları, bir gün gelecek verdikleri silahlı mücadeleye,bağımsızlık mücadelesine ihanet edenleri yar4gılıyacaklar. Buna inanacım sonsuzdur. Biz Dersim Koçgiri Parlamentosu bildirgesinin başlangıcında Barış,İnsan Hakları, Ulusların kendi geleceklerini tayin etme hakkının temelinde evrensel boyutta ele aldık. hiç bir ulusa imtiyaz, her ezilen bütün uluslaraa,ezilen halklara tam hak eşitliği ve tam özgürlük ve bağımsızlık hakkını istiyor ve bunu tanıyoruz. Böyle bir sistemin kurulmasının birinci şartı TC sömürgeci sistemine son vermek özgür ve bağımsız Kürdistan’ı kurmaktır. Kuracağımız sistemimizin temelinde insan hakları evrensel bildirgesinin değerleri vardır. Kuzey Kürdistan yaşayan bütün ezilen uluslara ve halklar bundan eksisiz yararalanacaklar. Bunu cesaretle haykırıyoruz. Bütün insanlar hür ve eşit doğarlar. Akıl ve vicdan sahibidirler; birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar. Herkes ırk, renk, cins, din, siyasal ya da başka herhangi bir ayrılık gözetmeksizin, bildiride yazılı bütün haklardan ve özgürlüklerden yararlanma hakkına sahiptir. Yaşamak, özgürlük ve can güvenliği herkesin hakkıdır. Hiç kimseye işkence, zulüm, onur kırıcı ceza ya da işlem uygulanamaz.Yasalar önünde herkes eşittir. Hiç kimse yasalara aykırı olarak tutuklanamaz, alıkonulamaz, sürülemez. Herkes davasının bağımsız bir mahkemede görülmesi hakkına sahiptir. Herkesin özel hayatı, ailesi, konutu ve haberleşmesi yasayla korunmalıdır. Evlilik çağına gelen her erkek ve kadın, 91 Genel Kurul’un 61/295 Sayılı Kararı: Birleşmiş Milletler Yerleşik Halklar Hakları Bildirisi 55 hiçbir ırk, renk, din şartına bağlı olmaksızın evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir; aile, toplumun temel öğesidir. Toplum ve devlet tarafından korunma hakkına sahiptir. Herkes mal ve mülk edinme hakkına sahiptir. Herkesin düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğü vardır. Herkesin çalışma, işini özgürce seçme ve işsizlikten kurtulma hakkı vardır. Herkesin eğitim hakkı vardır, ilk eğitim parasızdır. Kölelik ve kulluk yasaktır. Herkes nerede olursa olsun yasalar çerçevesinde korunur. Bütün insanlar Anayasaya uygun olarak yargı organına başvurma hakkına sahiptir. Bir suç işlemekten sanık olan herkese, savunması için gerekli bütün haklar sağlanmaktadır. Herkes dilediği devletin ülkesinde gezebilir, dilediği an terk edebilir veya ülkesine geri dönebilir. Herkes işkence karşısında yabancı bir ülkeye kaçabilir. Kaçtığı ülkede kendisine “Sığınmış İnsan” muamelesi yapılmalıdır. Her insan bir vatandaşlığa sahiptir. Her insanın düşünce, inanç ve din özgürlüğü vardır. Hiç kimse düşünce ve sözlerinden dolayı sorumlu tutulamaz. Herkes toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Hiç kimse bir derneğe girmek için zorlanamaz. Herkes doğrudan doğruya veya özgürce seçtiği temsilcilerle ülke yönetimine katılır. Kişinin sosyal güvenliğe kavuşturulması, uluslar arası işbirliği ya da devletin kaynaklarına uygun olarak gerçekleştirilir.Herkes dinleme, eğlenme, çalıştıktan sonra ücretli tatil yapma hakkına sahiptir. Herkes güzel sanatların her dalında çalışmak ve bu çalışmalara katılmak hakkına sahiptir. Bütün insanlar bu bildiride yazılı hak ve özgürlüklerin uygulanmasını sağlayacak bir sosyal düzeni hak etmiştir. İkincisi, çağımızda Kürdistan ve bölge halklarının geleceğini karartanlara, Kürd ulusunun ve diğer ezilen ululslar kendi geleceklerini tayin etme ve onları özgürlüklerini TC emperyalist hegemonyacı.ilhakçı politikalarına bağlamak isteyenleri cesurca dünya kamu oyununa duyuracağız. Halkımıza gerçekleri anlatma da cesurca davranacağız. Bugünkü yazısında, değerli dostum bir yazar92 Berthold Brecht’den bahsetti. Yazımı çağımızın sorunları karşısında Alman Faşizmine ve Nazizme karşı savaşan ve yazarlığın etik değerler ilkelerini yaşamıyla birleştiren, dönüştüren her türlü övgüye lâyık Berthold Brecht söylemleriyle sonuçlandırmak istiyorum. Brecht’e göre« Yazar; hakikati yazmada diyalektik yöntemi ve düşünme biçimini iki başlı bir silah gibi kullanabilir. Yazar konuları bütün ayrıntılarıyla yazma yürekliliğini göstermelidir. Bütün kötülüklerin, insanı insandan uzaklaştıran, halkları birbirine kırdırtan, halklar arasına kin ve düşmanlık sokan, savaş kışkırtıcılığı yapan şeyin kapitalizm ve emperyalizmin doğasından ortaya çıktığını açık, açık yazmalıdır. 92 DAS PALAVER DER PKK, Von Robin Fermann, 29.03.2013 56 [....]Hakikati bilmek, kimlere yararsa, kimler yararlanabilirlerse, hakikaten işte onlara ulaştırmanın yollarını aramalıdır. Hakikat, ulaştırdığımız kişilerin elinde bir silaha dönüşebilmeli. Bunu sağlayabilmeliyiz. [....]Hakikate ilişkin bilgilerin edinilmesi, yazarlar ve okurlar açısından ortak bir süreçte gerçekleşebilir. [....]Yazar; hangi hakikatın söylenmeye değer olduğunu bulup, ortaya çıkarmak zorundadır. Bu sanıldığı kadar kolay değildir, güç bir iştir. Hakikat sonuçları dolayısıyla dile getirilmelidir. Çünkü hakikatten çıkarılacak sonuçlar, tutumları belirlerler. Yazar hakikati yazmak zorunda. Hakikati ört-bas etmeye ça1ışmamalı, onu gizlememeli ve hakikate uymayan hiç bir şey yazmamalı. [....]Hakikati bulmak, daha yalın yöntemlerle olasıdır. Araştırmak isteyen kişinin bir yöntemi olmalı; ama yöntem olmadan da hakikat bulunabilir. Yalnızca basit sıradan olguları kaleme alanlar, dünyamızın sorunlarını kullanamazlar, onlardan yararlanamazlar. Oysa hakikati yansıtmanın amacı salt budur. Yazar; baskı, zulme, sömürüye karşı, ezilen yığınların yanında yer almak istiyorsa, hakikati onlara ulaştırmadaki tüm zorluklara katlanmak zorundadır. [....]Hangi alanda olursa olsun, düşüncenin teşvik edilmesi, hep ezilenlerin yararınadır. Bu çok gereklidir. Çünkü sömürü düzenine hizmet eden yönetimler hep düşünmeyi aşağılar, horlar, yok sayar. [....]Doğru düşünmeyi öğretebilmek, her şeyi ve her olayı geçici değişebilir yanıyla kurcalayan düşünme tarzının insanlara aşılanabilmesidir. [.....]Geçici olanı araştıran bir düşünce tarzı ezilenleri yüreklendirmek için çok iyi bir araçtır. Her şeyin ve her durumun kendi iç çelişkisini içinde taşıdığı ve çelişkinin giderek büyüdüğü gerçekliği, güçlülere karşı bir koz o1arak kullanılmalıdır. [....]İzleyenler, izledikleri için kötüdürler; onlar ise, iyi oldukları için izleniyorlardır. Ama bu iyilik ayaklar altına alınmıştır...İyilerin iyi oldukları için değil de, güçsüz oldukları için yenildiklerini söylemeye yürek ister. [....]Yazar; her alanda çalışanların, ezilenlerin hakkını savunmalı, bunu yüreklice yapmalıdır. Bazen, hakim sınıflar, kitleleri sömürmek için çeşitli manevralara başvurabilirler. Ezilenleri daha da ezer, sömürür, onları aç sefil, işsiz bırakır, haksız savaşların kurbanı yapabilirler. Ama yazar bütün bu haksızlıklara karşı çıkmalıdır. Yüreklilik göstermelidir. Yazar; faşizmin açlık, sefalet, sömürü, zulüm düzeninin en büyük yıkım ve savaşların nedeni olduğunu dile getirebilmelidir. Zira faşizm, kapitalizmin ulaştığı bir aşamadır. Tekelci sermayenin diktatörlüğü olarak faşizm, emperyalizm olgusundan bağımsız değildir. [....]Kapitalizmin en saldırgan, en açık, en baskıcı, en yalancı, biçimi olan faşizme karşı mücadele vermek, ancak kapitalizmle mücadele etmekle gerçekleşir.”93 93 B.Brecht, 57 Ezilen yığınların dikkatlerini onların kendi öz koşullarına çevirmek, onlarda mücadele bilinci geliştirmek, yazarın aktarmasının temel noktalarından biridir. Yazar, araştırmacı, basın emekçisi olarak bu ilkeleri yerine getirdiğimizde hakikati yazmadaki beş güçlüğü yenmiş olacağız. Aristo “Bilim, iyi zamanlarda servet, kötü zamanlarda bir sığınak ve iyi bir yol göstericidir.”der. Naziler, kitapları yakmaya başlarlar. Buna rağmen dünya da kitap yakılan ülkeler sıralamasında Osmanlı ve ardındaki TC. baştadır. Naziler, Yahudileri, Romanları yakma örneklerini bizzat Enver paşa gibi, Kemalistlerin pratik ve tecrübelerinden esinlenerek uygulamaya koyarlar. Bugün de TC’de yasaklanan yazarlar, yasaklanan kitaplar yakılmaya aday “ulusal düşmanlar” olarak görülmekteler. Fanatikleştirdikleri linç kitlelerine Sivas’ta “yakın” emrini verenler yeni emirler vermek için uygun zamanı kollamaktadırlar94 Bu edenlerden ötürü MİT ile Öcalan arasındaki görüşme çağrısına HAYIR diyorum. MİT ile Öcalan Kürdistan sorununu çarpıtmadan ellerini çeksinler. Bunu Kürdistan halkına,aydınlarına,yazarlarına, dünya halkarına,yazarlarına, bilim adamlarına cesurca ve onurla duyuyorum. Birinci Bölümün sonu. Dr Ali KILIÇ Paris 29 Mart 2013 94 Seve Evin Çiçek, B.Brecht üzerine 58