Burak BABAOĞLU ÖLÜME YAKLAŞIRKEN AŞKI HATIRLAMAK Aşk, asırlardır insan hayatının bir parçası haline gelmiş, kural tanımayan, sadece ve sadece acı çekerek sevmeyi öğreten, belki de insanın gönlünü ve aklını terbiye edebilen tek duygudur. İnsanoğlu her zaman sevmeye ve sevilmeye ihtiyaç duyan bir canlıdır. Bundan yola çıkarak yüzyıllardır süregelen kadın ve erkek arasındaki ilişki, bize aşkın aydınlık ve karanlık yüzünü göstermektedir. Bir tarafta birbirlerine geçmişte sahip oldukları aşkı, nefretle geri kusarak ayrılan çiftler, diğer bir tarafta aşklarını küçük bir fidan misali koca bir çınara dönüştüren saygı duyulası çiftler, bekli de aşkın iki yüzünü de bizlere apaçık göstermektedirler. Ancak Julian Barnes’ın Bir Son Duygusu romanındaki yaşanmış bir aşkı çekilen onca acılara rağmen, Tony Webster’ın eski aşkı Veronica’yı yeniden hatırlaması ve tekrar o acıları göze alması takdire şayan bir hareket olsa gerek. Flört, gençlik yıllarımızın vazgeçilmez belki de en acımasız aktivitesidir. Çünkü flört, aslında gençlik yıllarımızda yaşadığımız aşkı betimlese de bazılarımız için o dönemin en karanlık anıları da olabilir. Özellikle lise ve üniversite çağında birbirini deliler gibi sevdiğini sanan bazı genç çiftler, birlikteliklerini flörtten bir adım öteye taşıyıp evliliğe çevirebiliyorlar. Fakat evliliğin beraberinde getirdiği sorumlulukları birlikte göğüsleyemeyen kendini âşık sananlar, çok basit bir şeymiş gibi evliliklerini hiç yaşanmışlıklara bakmadan sonlandırabiliyorlar. İşte bunun iki faturası da birbirine kırık kalpler ve boşa gitmiş yıllardır. Hele bir de yuvayı yuva yapan çocuklarda bu tür evliliklerin mağdurlarıysa, insanın flörte bakış açısı değişebiliyor. Aydınlık günler, aydınlık ayları kovalar, o aylarda karanlık yılları gözümüzü açıp kapayana kadar getiriverir karşımıza. Bir de bakmışsınız kırık kalplerin sahipleri ölüme, son göçünü yapan kuşlar gibi yaklaşı verirler. Geçmişte sevgiyle ve acıyla çalışan kalpler, artık yapay ilaçlarla çalışmaya başlar. Ama insan yine de uslanmaz, o eski günlerde olduğu gibi kalbinin acıyla, aşkla çalışabileceğini zanneder ve kendini tekrar uslanmamış çocuklar gibi aşkın uçurumlarına sürükler. Kütüphanelerin yıllardır yerinden kımıldamadan duran raflardaki tozlanmış kitapları çıkarır misali, yaşlanmış beyinlerinde bu aşklarını hatıralarla çıkarıverirler gün yüzüne. İnsanoğlu böyledir işte, yaşadığı ve yaşattığı onca acıya rağmen bir kez olsun yeniden aşkın karanlık yüzünü yaşamak ister. İnsan âşık olmadan evvel sevmeyi bilmeli. Sevmeyi bilmeyen insan nefretin ne kadar kötü bir şey olduğunu anlayamaz. Sevmeden âşık olan birisi de aslında ileride nefrete dönüşecek aşırı yapay sevginin temellerini atmış demektir. Aslında günümüzde sık sık karşılaşıyoruz bu tür olaylarla. Örneğin genç bir çiftimiz birbirlerini çok sevdiklerini sanarak bir ilişki kuruyorlar, temeli ise sözde aşka dayalı. Bir müddet sonra genç oğlumuz, genç kızımız tarafından terk ediliyor. Tabii, ikisi de ömründe kimseyi sevmemiş ki birbirlerinin kalplerini baltayla odun kırar gibi ortadan ikiye bölüyorlar. Bunu gururuna yediremeyen genç erkek, ya gidiyor önce kızı öldürüyor sonra kendini ya da gidiyor kendini bir uçurumdan aşağıya atıveriyor. İşte bu tür olaylar, elinde var olanı sevmeden âşık olmanın bedelidir. Hâlbuki insan sevmeye annesinden başlar, babasından başlar. Çünkü anneye duyulan sevgi de babaya duyulan sevgi de insanın ileriki yaşta tanışacağı gerçek aşkın temelini oluşturur. Unutmamalıyız ki bugünün gerçek âşıkları yarının anne ve baba adaylarıdır. Kendi annesini ve babasını sevmeden, onlara saygı duymadan, âşık olan bir insanın aşkı ne kadar gerçek olur bilinmez. Hele bir de kazayla anne ve baba olduklarını düşünürsek, vay doğacak çocukların haline. İşte aşkın temelini kendi ailemizde atmaya başlarız, gençlik yıllarımızda kırdığımız masum kalplerde değil.