Prof. Dr. İSMAİL ÇETİŞLİ İLE TÜRK KÜLTÜRÜ VE EDEBİYATINDA HZ. PEYGAMBER ÜZERİNE MÜLÂKAT (Bu mülâkat Yenises (S.208, Nis. 2013, s.33-34) dergisinde yayınlanmıştır.) Yenises: - Yaklaşık bir yıl içinde Türk şiirinde Hz. Peygamber ile alâkalı üç kitabınız yayınlandı. Öncelikle böyle bir konuyu ele alıp incelediğiniz için size teşekkür ederiz. Bize ve okuyucularımıza kitaplarınızın var oluş sebebi veya sebeplerinden bahseder misiniz? Çetişli: - İlginiz için teşekkür ederim. Kimse alınmasın ama birey ve toplum olarak kültür ve edebiyatımızın sahip olduğu zenginliklerden lâyıkıyla haberdâr olduğumuzu, bu zenginlikleri günümüze taşıyıp hayatımıza mal edebildiğimizi, söz konusu birikimlerden hareketle yeni sentezlere ulaşabildiğimizi söylemek zordur. Nitekim Türk edebiyatının ihtiva ettiği Hz. Peygamber konusunu ciddi manada ele alıp inceleyen çalışmalar, bir elin parmaklarını değil, “birkaç”ı geçmeyecek kadar azdır. Daha önceden Prof. Dr. Emine Yeniterzi, Divan Edebiyatında Na’t adı altında çalışmış ve belirtilen türün sınırları içindeki Hz. Peygamber konusunu kamuoyuna sunmuştu. Konunun Tanzimat sonrası üzerinde herhangi bir çalışma yapılmamıştı. Kanaatimce bu husus, ciddi bir eksiklikti. Bu eksikliği -karınca kararınca- telafi edebilmek için yaklaşık üç yıldır Türk şiirinde Hz. Peygamber konusu üzerine çalışıyorum. İstedim ki bu millet, Batılılaşmanın hayatımıza geniş ölçüde hâkim olduğu son 150 yılda nasıl bir Hz. Peygamber tasavvur ve algısına sahip? Şairlerimiz O’nun için ne/neler söylüyorlar? Tanzimat öncesinin geleneği ne ölçüde ve nasıl devam ediyor? Bu ve benzeri sorular beni belirttiğim konuda çalışmaya sevk etti. Şükürler olsun ki Türk Şiirinde Hz. Peygamber (1860-2011) isimli kitabım geçen yıl Kutlu Doğum Haftasında okuyucuya ulaştı. Yenises: - Türk Şiirinde Hz. Peygamber (1860-2011) (Akçağ Yay., Ankara, 2012, 743 s.) isimli kitabınız oldukça hacimli ve 743 sayfa. Bizi kitabınızın kapsamı ve içeriği hakkında bilgilendirir misiniz? Çetişli: - Biraz önce belirttiğim gerekçelerle araştırmalara başladım ve bir-iki yıl içinde Hz. Peygamber ile alâkalı farklı türlerde şiirler kaleme almış 500 şairin 1600 manzumesine ulaştım. Çalışmada asıl kıstasım, şairin 1860 sonrası dönemde yaşamış olmasıydı. Dolayısıyla şairler arasında herhangi bir ayrım yapmadım. Böylece çalışmada şiirlerini Yeni Türk Şiiri tarzında yazan şairler kadar, Divan veya Halk şiiri geleneğine bağlı kalan şairlere de yer verdim. Çünkü amacım, dönemin bütünü ve bütünlüğüydü. Aynı anlayışı manzumelerin türlerinde de korudum. Yani sadece na’tları değil, Hz. Peygamber’i konu alan bütün manzumeleri (mevlid, miraciye, hilye, siyer vb.) ve mensur şiirleri çalışmaya dâhil ettim. Kitap, giriş kısmı dışında üç ana bölümden oluştu. Girişte çalışmaya genel bir çerçeve çizmeye ve okuyucuyu bazı hususlarda bilgilendirerek konuya hazırlamaya çalıştım. Çalışmanın en hacimli bölümü “Hz. Peygamber’e Dair Şiirlerde Muhteva” başlıklı birinci ana bölümdür. Bu bölümde Hz. Peygamber’in isimleri, sıfatları, vasıfları, misyonu ve hilyesi konuları çerçevesinde kimlik ve kişiliği; nurunun yaratılmasından doğumuna, çocukluğundan peygamberliğine, hicretinden vefatına kadarki hayatı; yakın çevresi, zamanı, üzerinde yaşadığı mekânlar; manzumelerdeki çeşitli sosyal ve toplumsal meseleler ayrıntılı biçimde ele alındı. “Hz. Peygamber Karşısında Şair” başlıklı alt bölümde ise, şairlerin Hz. Peygamber’e olan sevgi ve aşklarını, O’ndan şefaat taleplerini, O’nu anlatmadaki acziyetlerini izah etmeye çalıştım. Geri kalan iki ana bölümde ise 1600 manzumenin genel dış yapıları, türleri, nazım şekilleri, nazım birimleri, mısra veya beyit yapıları, vezinleri, kafiye ve redifleri; dilleri ve ortak üslûp özelliklerini izah etme gayreti içinde oldum. Kitabın hacimli olduğunu belirttiniz. Doğrudur. Konunun genişliği, şair ve manzume sayısının fazlalığı, hacmin genişlemesini kaçınılmaz kıldı. Bu arada şiir alıntılarını biraz fazla tuttum. Bunun sebebi de okuyucuyu doğrudan doğruya şairle yüz yüze getirmekti. Böylece okuyucunun dili, zihni ve ruhunda bir parça Hz. Peygamber idraki ve aşkına zemin hazırlamak istedim. Yenises: - İkinci kitabınız Şiirimizde Hz. Peygamber ve Gül (1860-2011) (Akçağ Yay., Ankara, 2012, s.255) adını taşıyor. Biraz da bu kitabınızdan bahseder misiniz? Çetişli: - Bir önceki kitabın çalışmaları sırasında gördüm ki şairlerimiz, Hz. Peygamber’in yüceliği, güzelliği; O’na olan sevgi ve aşklarını anlatırlarken sık sık benzetme ve sembollere başvuruyorlar. Hemen belirteyim ki, Hz. Peygamber’in pek çok ismi veya zamanla isimleşmiş sıfatı mevcuttur. Bunların önemli bir kısmını da benzetmeye dayalı isimler oluşturur. Can, canan, sevgili, yâr, Leylâ, huri, dilber, dost; güneş, ay, kandil, ayna; efendi, sultan, padişah, şah, melik, hidiv, başbuğ, taç, dâhi, bülbül, inci, Hızır, âb-ı hayat, bulut, yağmur, anahtar gibi benzetmeye dayalı isimler arasında en çok tercih edileni ise güldür. Birinci kitabın genel kurgusunu zedeleyebilir ve hacmini daha da büyütebilir endişesiyle Hz. Peygamber-gül konusunu ayrı bir kitapta ele almayı uygun buldum. Böylece daha küçük hacimli Şiirimizde Hz. Peygamber ve Gül (1860-2011) ortaya çıktı. Yenises: - Şairlerimiz Hz. Peygamber’i niçin en çok güle teşbih ediyorlar acaba? Çetişli: - Her şeyden önce gül, Türk milletinin sanat (mimari, edebiyat, musiki, hat, ebru vb.) kılık-kıyafet, çeşitli süs eşyaları, yiyecek-içecek (güllaç, güllâbi, gül reçeli, gül şerbeti vb.), sağlık ve dinî hayat gibi birbirinden uzak pek çok sahasında yer almış ve zamanla kültürünün vazgeçilemez unsurlarından biri hâline gelmiştir. Diğer alanlar bir yana, sadece bu açıdan edebiyatımıza baktığımızda, başta Divan edebiyatı olmak üzere Türk edebiyatının hemen her dönemi, her eğilimi ve her tarzında gül unsuruyla karşılaşmak mümkündür. Bu gerçekten hareketle Türk-İslâm tarihinde başlı başına bir “gül medeniyeti”nden bahsetmek mümkündür. Hz. Peygamber’in güzelliği ve yüceliğini anlatmada aciz kalan şair, çıkış yolu olarak gülü bulur ve O’nu zatı, cemali, bütün bedenî uzuvları (yüzü, yanakları, dudakları, ağzı, elleri, ayakları, sesi, nefesi, kokusu vb.), eylemleri (konuşması, doğumu, evlilikleri, hicreti, savaşları, vefatı) ve tesirleri (sünneti, zamanı, mekânı, zikri, aşkı vb.) gibi çeşitli yönlerden güle teşbih ederler. Bu benzetmenin ardında büyük ölçüde gülün, her türlü aşk, güzellik ve dirilişin sembolü olması vardır. Daha da önemlisi Müslümanlar tâ Yunus Emre’den beri inanırlar ki, gül Hz. Peygamber’in terinden yaratılmıştır. Üstelik bu konuda; “Ümmetimden bir kimse benim kokumu duymak isterse, kırmızı gülü koklasın” hadisi nakledilir. Sonuç itibarıyla Hz. Peygamber, “sembolü gül olan sevgili”dir. Ah Medine gül sen de Hiç gülmedin gül sen de Her yanın misk ü amber Canlar canı ‘Gül’ sende. (Âşık Cinasî, Medine Hasreti) Gül mevsimi geldi mi her şey bize yâr olur Gönüller gül kokarken geceler nehâr olur Bâd-ı sabâ getirir diyâr-ı gülden koku Figan eden bülbüle şifayâb rüzgâr olur ……………………………. Ey bülbülün sevdası sultanı gülistanın Sensiz bütün mevsimler bize sonbahâr olur. (Rıfkı Kaymaz, Gül Bestesi) Sonuç itibarıyla denilebilir ki, bu aziz millet, yaratılıştan getirdiği güzellik duygusunun gülde tecessüm ettiğini görmüş; onu sevmiş; onu güzel, güzellik ve aşkın sembolü hâline getirmiştir. Kimi zaman gülde Hz. Peygamber’i; kimi zaman da Hz. Peygamber’de gülü görme, duyma, koklama ve idrak etme olgusu, böyle bir ruh, gönül ve gözün eseridir. Yenises: - Bu yıl yayımlanan üçüncü kitabınız Şairin Diliyle Hz. Peygamber (1860-2011) (Denizli Belediyesi Yay., Denizli, 2013, 360 s.) adını taşıyor. Biraz da bunun içeriği hakkında bilgi verir misiniz? Çetişli: - Kızım Elif ile birlikte hazırladığımız Şairin Diliyle Hz. Peygamber (1860-2011), önceki çalışaların birikimlerine dayanan bir antolojidir. Kitabı, Tanzimat’tan günümüze kadarki dönemde Hz. Peygamber için şiirler kaleme almış 500 şairin 1600 metni arasından seçtiğimiz 160 şaire ait 205 metin oluşturdu. Antolojideki amacımız konuyu kronolojik bir bütünlük içinde okuyuculara sunabilmek; zaman içindeki değişimini sezdirebilmek ve şairin O’na olan aşkı bağlamında şiir zevki tattırabilmektir. Yenises: - Her üç çalışma sanırız zihninizde ve ruhunuzda önemli izler bırakmıştır. Şairlerin Hz. Peygamber’i anlatmada sizi etkileyen en önemli söylemleri nedir? Çetişli: - Daha önce de belirttiğim gibi, Hz. Peygamber’e dair manzumelerde farklı konular söz konusudur. Bununla birlikte manzumelerin büyük bir çoğunluğunda asıl olan şairlerin Hz. Peygamber’e olan samimi hayranlık, bağlılık, sevgi ve aşklarıdır. O’nu dünya gözüyle görme imkânı bulamayan şairler, tâ bezm-i elest’te başlayan bu aşk ve hasretlerinin ateşiyle yanar kavrulurlar. Meselâ bir türlü vuslata eremeyen Osman Şems, aşağıdaki beyitlerinde tıpkı pervane gibi, ayrılık ateşinin hararetiyle yanıp tutuştuğunu dile getirir. Firâkın şemine pervâne düştüm yâ Resûlallah Aceb bir âteş-i sûzâna düştüm yâ Resûlallah Harâb etti serây-ı kalbimi bâr-ı girân-ı hecr Meded kıl hâlime virâne düştüm yâ Resûlallah (Şeyh Osman Şems, Na’t-ı Şerif-2) Hz. Peygamber aşkıyla ve cemalini görmek için cennette durmayıp bu dünyaya geldiğini belirten günümüz şairlerinden M. Ali Eşmeli de duygularını şöyle ifade eder. Sevdim de tâ ezelde inandım alev alev, Cennette durmadım, Sen’i andım alev alev… Görmek için cemâlini geldim bu âleme, Göç etmişsin; bu hasrete yandım alev alev!... (M.Ali Eşmeli, Görmek İçin) Yenises: - Konuya genel çerçeveden yaklaştığımızda Türk milletinin Hz. Peygamber sevgisi için ne/neler söyleyebilirsiniz? Çetişli: - IX-X. yüzyıllarda İslâmiyet’i kabul ettiğimizden bu tarafa Türk milleti, Hz. Peygamber’e karşı derin bir iman, bağlılık, sevgisi ve hürmet içinde olmuştur. Bunun en somut delili ise sanatımızdır. Başta edebiyat olmak üzere mimari, musiki, hat, çini vb. sanatlarımızda, Hz. Peygamber’e verilen değer; O’na duyulan sevgi ve saygı bütün açıklığıyla ifade edilmiştir. Nitekim ilk İslâmî eserlerden günümüze kadar ki bin yıllık tarih içinde kaleme alınmış bulunan sîyer, mevlid, şemâil, hilye, esmâ-i Nebî, mucizât-ı Nebî, gazavât-ı Nebî, ahlâku’n-Nebî, hicretü’n-Nebî, vefâtü’n-Nebî, mirâc-nâme, şefâat-nâme, regâibiyye, kırk hadis, yüz hadis, bin hadis veya başka isimler altındaki edebî veya gayr-i edebî; manzum veya mensur binlerce eser, Türk kültürü ve edebiyatında Hz. Peygamber’in yeri ve önemi hakkında fikir edinmemiz için yeterlidir diye düşünüyorum. Türk milletinin Hz. Peygamber’e olan sevgi ve saygısının bir başka somut sonuçlarından biri, Muhammed isminin Türkçeleştirilmiş hâli olan Mehmed’in yaygınlığı kadar, Mehmetçik biçimiyle vatansever, dindar, vakur; değerleri, vatanı ve milleti uğruna gözünü kırpmadan şahadete koşan askerine isim olarak vermiş olmasıdır. Bu konuda belirtilmesi gereken bir başka husus Osmanlı padişahlarının Hz. Peygamber sevgisidir. Onlar bu sevgilerini, padişah olarak yapıkları hizmetler bir yana, Yavuz Sultan Selim’den itibaren kutsal emanetlerin korunması ve Hicaz bölgesinin (Harameyn) hizmetleri hususunda gösterdikleri gayretleriyle de dikkati çekerler. Sefere çıktıklarında çoğu zaman Sancak-ı Şerif ve Hırka-i Şerif’i yanlarında bulundururlar. Bunun ötesinde on üç tanesi adını doğrudan doğruya Hz. Peygamber’den alan (Fatih Sultan Mehmet, I. Ahmet, I. Mustafa, II. Mahmut vb.) ve çoğu şair olan Osmanlı padişahları, yazdıkları na’tlarla Hz. Peygamber’e olan sevgi ve aşklarını dile getirmişlerdir. İşte bazı örnekler: Ey cemâl-i nûr-ı çeşm-i evliyâ El-meded vey ma’den-i nûr-i Hudâ Hâk-i pâyi tûtiyâ-yı asfiyâ El-meded ey ma’den-i nûr-i Hudâ (Yavuz Sultan Selim) Nûr-ı âlemsin bugün hem dahi mahbûb-ı Hudâ Eyleme âşıkların bir lahza kapından cüdâ Gitmesin nâm-ı şerifin bu dilimden dem-be-dem Dertli gönlüme devâdır cân bulur ondan safâ (Kanunî Sultan Süleyman) Yenises: - Kültür ve edebiyatımızda Hz. Peygamber konusu ne zaman başlamış; ilk eserden bugüne nasıl bir seyir izlemiştir? Konuyu kısaca özetleyebilir misiniz? Çetişli: - Destanları (Satuk Buğra Han Destanı) dikkate almazsak, İslâmî dönem Türk edebiyatı XI. yüzyıldan itibaren Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’i, Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lügat’itTürk’ü, Edîb Ahmed Yüknekî’nin Atabetü’l-Hakâyık’ı ve Ahmet Yesevî’nin hikmet’leriyle ilk örneklerini verir. Konumuz açısından baktığımızda ise Türk edebiyatında Hz. Peygamber’den bahseden ilk na’tın, Yusuf Has Hâcib’in 1069’da Kaşgar’da kaleme aldığı Kutadgu Bilig’de yer aldığını görürüz. Bunu Edîb Ahmed Yüknekî’nin XII. yüzyılda yazdığı Atabetü’l-Hakâyık’ındaki hadis tercümeleri takip eder. Belirtilen ilk örneklerin önemi ve kıymetini unutmamakla birlikte, İslâmî Türk edebiyatını geniş kitlelere taşıyan ve sevdiren Ahmet Yesevî olmuştur. Aynı zamanda tasavvufî duyarlılığın temellerini oluşturan Ahmet Yesevî, Dîvân-ı Hikmet adı altında toplanan manzumelerinde Hz. Peygamber’e geniş yer verir. Bir sonraki yüzyılın en önemli şairi ise Yunus Emre (1240-1320)’dir. Onun Divan’ında yer alan ve Hz. Peygamber’e olan aşkını dile getiren birçok manzumesi, aradan geçen yedi asra rağmen hâlâ tazeliği ve güzelliğini korumakta; “ilâhî” adı altında bestelenip söylenmektedir. Hak yarattı âlemi, aşkına Muhammed’in Ay ü günü yarattı, şevkine Muhammed’in Ol! dedi oldu âlem, yazıldı levh ü kalem Okundu hatm-i kelâm, şanına Muhammed’in ……………………………………………. Yunus kim ede methi, över Kur’ân âyeti, Ona ver salâvâtı, aşkına Muhammed’in. (Yunus Emre) İlk eserlerden sonraki bir-iki asır içinde giderek güçlenen ve bize has bir zevk ve üslûba ulaşan bu edebiyat, XIII. yüzyıldan itibaren kendi içinde iki kola ayrılarak Divan Edebiyatı ve Halk Edebiyatı adıyla bir edebî geleneğe dönüşmeye başlar. Divan edebiyatında hemen her şair na’t yazmıştır. Onların şiirlerini toplayan Divanların gelenekleşmiş düzeni tevhit, münacat ve na’t sırasıyla başlar. Hatta bazı şairler (Na'tî Mehmet, Na'tî Ahmed Paşa, Na'tî Mustafa) “na’tî” mahlası almışlardır. Benzer bir durum, Halk edebiyatı (Âşık edebiyatı, Tekke/tasavvuf edebiyatı) için de geçerlidir. Bu gelenek içinde yetişmiş Hak şairleri/âşıklar (Erzurumlu Emrah, Âşık Dertli, Âşık Seyranî, Âşık Ruhsatî, Âşık Şenlik, Âşık Sümmanî vb.) ve mutasavvıf şairler (Eşrefoğlu Rûmî, Kemal Ümmî, Ömer Rûşenî, Şemseddin-i Sivasî, Azîz Mahmûd Hüdâyî, Niyâzî-i Mısrî, Sezâyî-i Gülşenî, Bursalı İsmail Hakkı, Müştak Baba vb.) de manzumelerinde geniş ölçüde Hz. Muhammed’den bahsetmiş; O’nun büyüklüğü ve yüceliğini övmüş ve O’ndan şefaat talebinde bulunmuşlardır. Bunun ötesinde içeriği ve hacmi ne olursa olsun her kitaba “hamdele” ve “salvele” ile başlanmak İslâmî bir gelenektir. Yenises: - Batılılaşmanın esas olduğu Tanzimat yıllarından günümüze kadarki Türk şiirinde; dolayısıyla Türk kültüründe Hz. Peygamber algı ve tasavvurunda herhangi bir değişmeden bahsedilebilir mi? Bu konuyu özetleyebilir misiniz? Çetişli: - Tanzimat öncesi ile sonrası dönemler arasında yapılacak küçük bir karşılaştırma, sonrası dönemde sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve sosyo-politik bakımlardan ne ölçüde önemli değişmelerin yaşandığı açıkça görülür. Edebiyatın böyle bir değişmenin dışında kalması düşünülemez elbette. Dolayısıyla şairin veya toplumun Hz. Peygamber tasavvur ve algısında da önemli değişmeler söz konusudur. Şöyle ki: Tanzimat öncesi Türk şiirindeki Hz. Peygamber algısının en belirgin tarafı, önemli ölçüde toplumsallık ve evrensellikten uzak olmasıdır. Şair Hz. Peygamber’e, kendi bireysel perspektifinden bakar. Elbette manzumelerde, Hz. Peygamber’in insanlığı içinde bulunduğu karanlıktan aydınlığa çıkardığı; puta tapıcılık, güçsüzlere zulüm, kız çocuklarını diri diri toprağa gömme, kadını horlama gibi birtakım sosyal problemleri ortadan kaldırdığından da bahsedilir. Ancak herkesin bildiği ve kalıplaşmış bu tür söylemler, Hz. Peygamber’e belli bir dönem, toplum ve coğrafyada şekillenmiş, somut bir sosyal kimlik kazandırmaya yetmez. Tam tersine, hem anlatılanın (Hz. Peygamber) hem de anlatanın (şair) içinde yaşadığı toplum, devir ve dünyadan soyutlanmış; dolayısıyla gerçeklikten uzaklaştırılmış bir peygamber tasavvuru ile yüz yüze kalırız. Ahmet Yaşar Ocak bu tavrı, Müslüman toplumların üç temel problemlerinden en önemlisi olarak gördüğü “yanlış ve deforme tarih bilinci ve algısı”na bağlar. Tanzimat sonrası dönem manzumelerinde böyle bir Hz. Peygamber algısının tamamıyla değiştiğini söylemek mümkün değildir elbette. Bununla birlikte özellikle II. Meşrutiyet’ten günümüze doğru akan süreçte yeni bir peygamber algısının doğup geliştiğini de görmemiz gerekir. Bu değişmenin özünü, içinde yaşanılan toplum ve hayatın meselelerine duyarlı “toplumcu peygamber” tasavvuru oluşturur. Ziya Paşa, A. Hâmid Tarhan, Dağıstanlı Dehrî, M. Âkif Ersoy, H.Nihat Boztepe, N. Fazıl Kısakürek, A. Nihat Asya, Sezai Karakoç, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, M.Ali Eşmeli ve diğer bazı isimler, yeni peygamber tasavvurunun oluşum ve yaygınlaşmasında önde gelen şairlerdir. Meselâ bunlardan A. Nihat Asya meşhur “Naat-1”da, Hz. Peygamber’den sonra insanoğlunun tekrar kötülüklere, yanlışlıklara, günahlara yönelmesini eleştirel bir dille anlatıp insanlık ve devirden şikâyette bulunur. Şikâyetler; yeryüzünde inkâr, hıyanet, riya, haset ve gurur gibi insanî zaafların altın çağını yaşaması, kursakların haramla dolması, iyiliğin ölmesi, öldü zannedilen Ebû Lehep ve Ebû Cehil zihniyetinin hâlâ varlığını sürdürüp kıtalara dolaşması, Müslümanlarınsa Hz. Peygamber’in yolu ve adını unutup yeni yollar ve adlara bağlanmış olmalarıdır. Şiirin en vurucu tarafı, “siyah”ın hiçbir zaman Kâbe’ye bugünkü kadar yakışmamış olduğu belirten “kinaye”li mısralardır. Yeryüzünde riya, inkâr, hiyanet Altın devrini yaşıyor... Diller, sayfalar, satırlar (Ebû Leheb öldü). Diyorlar: Ebû Leheb ölmedi yâ Muhammed; Ebû Cehil, kıtalar dolaşıyor! Neler duydu şu dünyada Mevlidine hayran kulaklarımız. Ne adlar ezberledi. Ey Nebî Adına alışkın dudaklarımız! Artık, yolunu bilmiyor Artık, yolunu unuttu Ayaklarımız! Kâbe’ne siyahlar Yakışmamıştır ya Muhammed Bugünkü kadar! (A. Nihat Asya, Naat-1) Kısacası bu şairler için devrin problemlerinin çözümünde ve yeni bir “diriliş”in gerçekleştirilmesinde yegâne kaynak Hz. Peygamber’dir artık. Yani O, her türlü “aydınlanma”, “ıslah”, “tanzim”, “tecdid”, “inkılâp”, “ihya” ve “diriliş”in tek kaynağıdır. Yenises: - Bize zaman ayırıp çalışmalarınızla alâkalı aydınlatıcı bilgiler verdiğiniz için teşekkür ederiz. Çetişli: - Konuya ve çalışmalarıma gösterdiğiniz alâka sebebiyle ben teşekkür ederim.