Ölümcül Ölümsüzlük Ölümsüzlük insanoğlunun ilk düşünmeye başladığı andan bu yana ulaşmaya çalıştığı yegâne amaçlardan biridir. Her zaman diliminde sonuçlarını hiç düşünmeden ölümsüzlüğü elde etmeye çabalamışlar bunun için doğayı incelemeye, çeşitli deneyler yapmaya başlamışlardır. Yaptıkları bu ilkel uğraşlara “simya” adı verilmiştir, bunu yapan kişilere ise “simyacı” denilmiştir. Simyacıların amacı her türlü hastalığı iyileştirecek, insan ömrünü sonsuzluğa uzatacak “ölümsüzlük iksirini” yapmaktır. Acaba hiç düşündüler mi bu iksiri bulurlarsa yani bir insanın hayatı sonsuza kadar uzarsa her şey hayal ettikleri gibi günlük güneşlik mi olur? Jose Saramago, insanların ölümsüz olması fikri hakkındaki düşüncelerini kitabın başında Kehanetler Kitabı’ndan yaptığı “İnsan olmanın ne demek olduğunu her geçen gün daha az bileceğiz.” alıntısıyla hemen hemen belli ediyor. Saramago, ölümsüzlüğü insanlara simyacıların uğraştığı gibi iksirlerle değil daha fantastik bir yöntemle, ölümün işini bırakmasıyla, veriyor ve hikâyesini “Ertesi gün hiç kimse ölmedi.” cümlesiyle başlayıp aynı cümleyle bitiriyor. Birçoğumuz sevdikleriyle beraber geçireceği sonsuz yaşamı düşünerek bu olayı sevinçle karşılayabilir fakat uzun vadeli düşünüldüğünde sonsuz yaşlılık, öldüremeyip süründüren ölümcül hastalıklar ve talihsiz kazalar bu sonsuz yaşamı adeta zindana çevirebilir. Montaigne “Felsefe yapmak ölmeyi öğrenmektir.” demiş ne kadar da güzel demiş fakat eğer insanlar ölmeseydi felsefe de olmazdı mı demek oluyor bu? Bence felsefe, insanoğlu var olduğu sürece var olacaktır çünkü felsefe düşünmektir insanoğlu da düşünmek için yaratılmıştır. Eğer insanlar ölümsüz olsaydı, felsefe ölüm ve sonrası hakkında değil de evrenin ve insanlığın oluşumuna yoğunlaşırdı. Peki ya dinler? Tüm düzenleri ölümden sonraki hayata göre kurulmuş olan dinler felsefe kadar şanslı mı? Kendilerine yoğunlaşacak yeni bir alan bulabilirler mi? Şöyle bir düşündüğümüzde bütün dinler, dünyadaki yaşamlarımıza göre cezalarını ve ödüllerini ölümden sonraki hayatta vermeyi vadediyorlar o zaman insanlık hiç ölmeyecekse ödülünü veya cezasını da hiç alamayacak demektir. Peki, ödül veya ceza yoksa Tanrı ile karşılaşma yoksa insanlar niye dinlere inansın? İnsanları biraz olsun yolunda tutan, iyiliğe yönlendiren din kurallarına neden uysunlar? İnsanlar dinlere inanmazsa din adamları kimlere doğru olduğuna inandıkları yolu gösterecek, din adamları ne işe yarayacak? Ölüm ortadan kalkarsa asıl büyük sıkıntıyı siyaset yaşar. Her tarafın ölmesi gereken ama ölemeyen insanlarla dolduğunu bir düşünün. Hastanelerdeki hiçbir hastanın ölmediğini fakat hiçbir iyileşme de göstermediğini bir düşünün üstelik her geçen gün gelen yeni hasta sayısının artacağını da düşünürsek yakın gelecekte hastanelerde yer kalmayacağını düşünmek için siyasetçi olmak gerekmez. Tek hastalığı ölememek olan yaşlılar da olacaktır elbet onları da huzurevlerine yerleştiririz fakat bir sorun var huzurevlerindeki hiçbir yaşlı ölemiyorsa yeni yaşlıları nasıl yerleştirebiliriz ki? Yer sıkıntısı devlet için gerçekten büyük sıkıntı fakat çok daha büyüğü var. Bu insanlar sonsuza kadar yaşıyorsa devletin emekli maaşı ödediği insan sayısı da sonsuza kadar artacak demektir. Peki, çalışan insan sayısı ortalama olarak aynı sayıda kaldığı sürede yattığı yerden emekli maaşı alan insan sayısı katlanarak artarsa devlet buna ne kadar süre dayanabilir? Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç dünyadaki düzeni ölümün yönettiği olmalıdır. Ölüm olmazsa ne düşünce, ne inanç, ne yönetim ne de ahlak olurdu. Ölümün işlevi hakkında bu kadar konuştuk ama kendisinden hiç bahsetmedik. Ölüm gerçekte nedir, nasıldır, gözle görülebilir mi? Tabii ki bu konuda herkesin kendi kafasında bir ölüm düşüncesi belirir. Ölüm deyince çoğu insanın aklına klişeleşmiş olarak siyah çarşaflara sarılı tırpanlı bir iskelet resmi gelir fakat Proust bu resme karşı çıkarak ölümü siyahlar giymiş şişman bir kadın olarak betimlemiştir. Biz ölümü görebilir miyiz yoksa sadece hayal ettiklerimizle mi yetinmek zorundayız sanırım bu sorunun cevabını sadece ölürken öğrenebileceğiz ve korkarım ki yaşamaya devam edenlere söyleyecek vaktimiz de olmayacak. Mehmet Cihangir Karakaya