Sena Kılıç 21401622 Hem Hep Hem Hiç Saatimin tik tak sesleri bir çeşit gülme şekline bürünüyor bazen. Aklıma karşımda dikilen bir çocuk geliyor. Tek oyuncağı saatler olan, ukala bakışlı bir çocuk. Bir cevap gibi dimdik duruyor karşımda. İçimdeki çocuğun bana bakışlarından irkiliyorum. Ben sözlerden değil bakışlardan korkarım çünkü. Bakışların ardını tahmin eder, hislerim doğrulanana kadar el mahkûm beklerim. Beklemek benim için tam bir işkencedir. Çünkü kelimeler gibi net değildir, fazla bilinmezdir. Yine de zaman ile alışıyoruz birbirimize. Fakat içimdeki çocukla bir günüm öbürünü tutmuyor. Bir an oluyor çocukluğuma dönüveriyorum. Oyunlar oynuyorum. Zamanımı alıyor ama geri dönüyorum. Bazense oyunlar oluyor; masumiyeti, inancı, neşeyi ya da hayatı renkli kılan herhangi bir şeyi kaybediyorum. Karamsarlaşıyorum gereksizce ve zaman beni sıkıştırıyor. Onu ciddiye almıyorum. İçimdeki çocuk ceza olarak büyük bir ciddiyetle aklımın saatleriyle oynuyor. Bir gecede yaşlanıyorum. Yaşlılığı ağrıyan kemiklerimde değil ağırlaşan yüreğimde hissediyorum. Fakat beni ölüme bir adım daha yaklaştıran bu duruma José Saramago’nun Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş adlı kitabı okumamla iyimser bir bakış ediniyorum. Kitap bana karşımıza çıkan olumsuzlukların hayatın kalitesini arttırdığını, yeterince iyi bakarsak olumsuzlukların peşine takılan olumlu tarafları görebileceğimizi düşündürüyor. Böylece ölüm artık hayatımın değerini hatırlatıyor bana. Ben ölümü en çok günbatımına benzetirim. Günbatımı yeryüzünden adım adım elini eteğini çeken ışık huzmelerinden çok daha öte bir anlam taşır benim gözümde. Günbatımı karanlığa yakışır görkemli bir hazırlıktır. Güneş insanoğlunun aksine yitip gitmekten korkmadan ben buradaydım ve azar azar gidiyorum der. Günün iyisi ve kötüsüyle tüm renkleri karışınca gelir gecenin karanlığı. Yıldızlar ise günümün ardında bıraktığım şahitlerdir. Bin bir zorlukla yaşamak için çırpındığım hayatıma göz kırpan binlerce küçük göz... Yitip giden güneşin ardından yitip giden insanlar kadar çok yıldız var mıdır diye düşünürüm. Böylece kimi insanları hayatların sonlaması kendine getirirken beni ise göğe bulaşan renklerin karanlığa dönmesi kendime getirir. Yaşlanmak kadar uzun vadeli düşünemiyorum belki de. Oysa çoğu insan gecelerin üzerine düşünmeden, hemen aydınlanmasını bekler. Hüzünlü günlerin, saatlerin sevince dönmesini ister. Can yakan, kalp kıran ne varsa şu hayatta gitsin der. Gitsin ve gelmesin. Günün renklerine âşık olup geceyi takdir etmeyen onlar da kendi içlerinde haklı kalacaklar tabi. Onlar gecenin renklerine bakmadıkça görmeyecek ve görmedikçe inanmayacaklar neyden bahsettiğime. Kendilerine çeki düzen vermeden yaşlanmayı bekleyenleri düşünürken saatimin tik takları zihnimde çalan bir alarm etkisi yaratıyor. O an yaşadığımı fark ediyorum. Gençliğimin pınarından damlayan her gün ile biraz daha yitiyorum. Ama üzülmüyorum. Azalmak da güzel diyorum. Çünkü hayat iyisiyle ve kötüsüyle güzeldir. Hatta kötüsü yoksa yaşamın hakkını verememişiz demektir. Artık birbirini var eden zıtlıklara büyük bir minnetle bakıyorum. Fark ediyorum ki ancak hayattan kötü tatlar alınca çoktan bizde olduğunu sandığımız hayatımızın kontrolünü elimize alıyoruz. Ardında her zaman keder ve gözyaşı bıraksa da ölüm bile aslında bir lütuf herkese. Kimi dinlere göre amaç diriliştir, var olmaktır. Kimisine göre de varlığının yok olması ise ölüm hiçliğe ya da bir bütünlüğe karışmaktır diyorum o zaman. Delice düşünceler basıyor zihnimi. Hiçlik ve varlık üzerine düşünüyorum. Her şey bende var oluyorsa ve ben sonunda yok oluyorsam ben hem hepim hem hiçim diyorum. Varlığımdan bu kadar emin olmam beni şaşırtıyor. Yokluğum ise pek bir etki yaratmıyor nedense. Yok olmaya meyilliyim sanırım. Tik tak dediğinde saat bir damla daha azalıyorum. Zaman beni doğruluyor. Kaynakça Saramago, José. Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş. Kırmızı Kedi Yayınevi. 2005