Bir Felakettir Ölümsüzlük - Bilkent University

advertisement
Murat Süerdem
Bir Felakettir Ölümsüzlük
Ölümsüzlüğü aramak insanoğlunun en büyük aptallığıdır. Ölümsüzlük, yüz binlerce insanı tek seferde
katleden atom bombasından, binlerce kilometre ötedeki devletleri vurabilen kıtalararası füzelerden,
tedavisi mümkün olmayan kanser, aids gibi hastalıklardan çok daha tehlikelidir insanlık için. Eğer
ölümsüzlüğü bulmuş olsaydık, iddia ediyorum ki bu sefer de ölümü bulmaya çalışacaktık. Ölüm ve yaşam
birbiri arasında bir denge güderler aslında, ideal olan ne ölümsüzlüktür ne de ölüm; ideal olan ikisi
arasındaki dengenin ta kendisidir.
Size insanların artık ölümsüz olduklarını söyleseler tepkiniz ne olurdu? İlk olarak, hiçbir zaman
ölmeyeceğinizi düşünerek bu müjdeye sevinirdiniz. Düşünsenize hayatınızın hemen her günü aklınıza
gelen ve belki de bazı uykularınızı kaçıran ölüm artık yok. Ancak unutmayın sadece siz ya da sevdikleriniz
değil; diğer herkes de sizin gibi ölümsüz olacak. Dostlarınız kadar düşmanlarınız da sevdikleriniz kadar
nefret ettikleriniz de hiçbir zaman ölmeyecekler. Müthiş bir kaos sizi bekliyor.
Kaosun temelinde sürekli artan ve yaşlanan insan nüfusu yer almakta. Çalışma gücünden yoksun bu
nüfus, toplumsal ekonomiyi ve refahı ciddi sıkıntılara sokacaktır. Devlet sistemleri, eğitim, bilim, teknoloji
hemen her şey çökecektir. Ölümsüzlüğün yaratacağı böylesi sorunların bir modellemesini görmek
isterseniz Jose Saramago’nun Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş isimli eserini okumalısınız. Nobel Edebiyat
Ödülü sahibi yazar, afaki bir toplumdan yola çıkarak ölümsüzlüğün insanlar ve sosyal ilişkiler üzerindeki
etkisini irdeliyor. Yapılan ölümsüzlük modellemesinde, benim aklıma dahi gelmeyen birçok konuyu çok
güzel bir üslupla ve zekice detaylarla ele almış Saramago.
Sonsuza dek yaşam fikri aklıma geldiğinde en çok kafamı kurcalayan şey insanların üretkenlikleri ne
olacağı sorusu oluyor. İnsanoğlunun üretkenliğini sınırlandıran yaşlılığı bir kenara bırakalım ve bu sefer de
insanların sonsuza kadar genç kalacakları bir ölümsüzlük teorisi düşünelim. Kulağa hoş gelse de bence bu
da tam bir felakettir. İster genç ister yaşlı olalım hayatı bizim için değerli kılan ölümün kendisidir, eğer bir
şeyi kaybetme korkunuz varsa ancak o zaman o şeyi gerçekten sevebilirsiniz. Hayatımızı kaybetme
korkumuz yoksa hayatta olmanın bizim için bir değeri olmayacaktır. Bizler o kısa hayatımızı
güzelliştirmek, daha değerli kılmak için çalışır didiniriz. Kendi hayatımızı değerli kılarken aynı zamanda
dünyayı ve başkalarının hayatını da daha güzel, daha değerli kılarız. Teknoloji, sanat, bilim, spor... Tüm bu
uğraşı alanları, dünyadaki kısacık zamanımızı daha değerli kılmak için yapılan şeylerdir. Herkesin ölümsüz
olduğu bir dünya umursamaz insanlarla dolu olacaktır, böylesi bir ortamda da ne sanattan ne bilimden ne
de teknolojiden söz edilebilir.
Ölümsüzlük karşıtı bu savlarım elbette ki ölüme bir güzelleme değil. Ölümsüzlük gibi ölüm de çok matah
bir şey sayılmaz; ancak ölüm son derece “doğaldır”, ölümsüzlükle en büyük farkı da işte bu doğallığıdır.
Anadolu insanın ecelle ilgili söylediği “Allah sıralı ölüm versin“ sözü çok hoşuma gider. Zamansız ve genç
ölümler, geride kalanlar için hayatı yaşanılmaz kılar. İnsanların ecelden duydukları hoşnutsuzluğu azaltan
şey ise işte bu sıralı ölümlerdir ve bu son derece doğaldır.
Ölümsüzlüğü bulmak ya da en azından yaşlanmayı durdurmak, bilimin uzun süreli uğraşlarından birisidir.
Bilim insanları bunu başarırlar mı bilinmez ancak insanoğlu tam manasıyla olmasa da ölümsüzlüğün
yollarını kısmen bulmuş diyebiliriz. İnsanlığın ortak mirasına bulunduğunuz katkılar nispetince
ölümsüzsünüzdür. William Shakespeare’nin öldüğünü kim söyleyebilir ki? Aradan geçen 500 yıla rağmen
insanların çoğu kendisinin ismini biliyor ve kendisine saygı duyuyor. 500 yaşında bunak bir
Shakespeare’in aramızda bedeniyle bulunmasına gerek yok. O, eserleri sayesinde hala yaşıyor.
Murat Süerdem
Download