Dicle Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Yayınları No. 4 1!1 •• ll • lll ISI CiLT: ll DiYARBAKlR • 2000 a LTESI l MÜSLÜMANLARıN AVRUPA MEDENiYETİNİN YAVILMASINA TESİRLERİ (*) Sir Steven Runciman Çeviri ve notlar : Abdurrahman Acar ( * * ) Tarihte savaşlar ve anlaşmazlıklam dair çok şey duyuyoruz, fakat çeşitli halklar ve medeniyetler arasındaki işbirliği ve bunların karşılıklı ·etkileşimleri konusunda çok az şey duyuyoruz. Özellikle dinler arasındaki anlaşmazlıklar üzüntü vericidir. Dinler arası çatışma ruhu çoğu kez ' yardımlaşma ve anlaşma ruhuna galip geliyor. İki büyük din, Hıristiyanlık ve İslam arasındaki ilişkilerin tarihi, düşmanlıklarla o kadar karartılmış ki bu durum, bizi bu dinlerin hangi ortak yanlarının bulunduğunu ve geçmişte birbirlerini nasıl olumlu etkilediklerini unutturacak bir duruma getirmiştir. Hıristiyanlar, medeniyetlerinin eski Yunan ve Roma medeniyetleri üzerine kurulu olduğunu ve Batı Asya'nın dini gelenekleriyle, yani Sami tevhid öğretisiyle kaynaştığını söylerler. Fakat, bu durum İslam medeniyeti için de doğrudur, hatta daha da doğru olmalıdır. Çünkü Batı medeniyeti İskandinav ve Kuzey Britanya'nın etnik zevkleri ve gelenekleriyle uyum içerisinde olan bir kalıba dökülmüştür. Hıristiyanlığın, doğu sınırının en uzak noktasında bulunan bir eyaletinde de olsa, Roma İmparatorluğu topraklarında ortaya çıktığı doğrudur. Bu nedenledir ki Hıristiyanlık, batı tarafına doğru yayılma eğilimi göstermiş ve hiçbir zaman İmparatorluğun doğu sınırlarından öteye gidememiştir. Ancak İslam, tam olarak bu sınırların dışında ortaya çıktı ve buna hem doğu ve hem de batı yönünde eşit bir biçimde daha fazla yayılmayı başarabildi (1) . Fakat İslam Peygamberi (S) ve onun ilk tabileri, rağmen bu makalesi, Türkçeye Dr. AliAsğar Halebi tarafından yapılan Farsça çevirisinden aktarılmıştır. Bkz.: "Tesir-i Müselmanan der Gosteriş-i Temeddün-i E.\1-~u.~ başlıklı yazı, Tarih-i Temeddün-i İslam, Tahran 1372 ş., s. 70-82. (**) Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi (*) Steven Runciman'ın Steven Runciman 250 eski Roma dünyasının kalıntılarıyla yakın ilişki içerisinde olmuşlardı. O'ndan sonra eski Roma dünyası terkedildi ve, İslami yayılış, İranlılar'ın hızlı tesirlerine rağmen , Batılıların eski hayat tarzını değiştirmede, Ari (Nordic) kavimlerin akınlarından daha az etkili oldu. Eğer eski bir Romalı Ortaçağda hayatını sürdürseydi kendini bir İslam kentinde, Hıristiyan Batıdakinden daha fazla mutlu bulurdu. Eski Roma İmparatorluğunun-ki bunu genellikle Bizans İmparatorluğu olarak adlandırıyoruz- egemenlik sürdüğü İstanbul, yani Constantinople, Batıdaki vasallarından daha çok, İslam Hilafetinin kültürüne yakındı. İslam Dünyası'nda henüz klasik bilimler (2), Bizans'ta geçerli olduğu ölçüde,öğreniliyor ve öğretiliyordu. Gerçekten de Ortaçağın başlarında İslam ve Bizans, Yunan-Roma kültürünün ortak mirasçısı idiler. Daha sonra bu ikisinden Bizans'ın daha çok terkedildiği ve bunun Batı Avrupa kültürünün yayılması sürecine daha az tesir yaptığı görüldü. Eğer Müslümanların Batı Avrupa üzerindeki nüfuzunun (3) ölçüsünü görmek isterseniz Avrupa dillerinde halen kullanılan İslami ve çoğunlukla Arapça olan kelimeleri (4) inceleyiniz. İngiliz dili çok sayıda bu tür kelimeler içeriyor. Bu kelimelerin çoğu Batılı taeirierin Doğu'dan ilk etapta götürdükleri ev eşyasını ve temel besin maddelerini tanımlıyor. Bunlar arasında şeker (sugar), şerbet (syrup), portakal, limon gibi birçok gıda maddesi, ıspanak (spinach), enginar (Frenk kengeri) gibi sebzeler, za'feran, safran (saffron) benzeri şifalı otlar ve kahve (cofee) gibi içeceklerin isimleri sayılabilir. Bu kelimelerin tamamı esas olarak Arapça'dır ve isimleri, elde edildikleri yerleri çok iyi göstermektedir. Burada bu tür kelimelere ev ihtiyaçlarıyla ilgili 'mat' (hasır), 'mattress' (döşek), 'sofa' (yastık) ve 'ottoman' ( tabure) gibi kelimeleri de ekieyebiliriz ki bu isimler, kendi köklerine işaret etmektedir. 'Cotton' (kutn=pamuk) Arapça bir kelimedir; aynı şekilde isimleri Doğu coğrafyasında bulunan şehirlerden iktihas edilmiş olan, mesela 'muslin' (bir tür kumaş) Musul'dan, güllü ipek anlamındaki 'damask' da Dımeşk ( Damascua=Şam)'ten alınmıştır. İngilizcede, benekli adi kedi ve bir tür hareli tafta kumaş anlamlarına gelen ve dalgalı ipeğin de ismi olan 'tabby' kelimesi Bağdad'ın -bu kumaşın dokunduğu- semtlerinden biri olan Attabiyye'den alınmıştır. Bu gibi ticaret maddelerini açıklayan kelimeler kültürel alışverişten daha çok ticari alışverişi gösterici olmalıdır. Bütün bir çırpı da Müslümanların Avmpa Medeniyetinin Yayılmasına Tesirleri 251 bunlardan daha önemli olan Doğu'dan iktibas ettiğimiz ticaretle ilgili kelimelerdir ve bizzat bu da gösteriyor ki Batılı tacirler ticaret ve alışveriş usüllerini oradan almışlardır. Bunlar 'traffıc', 'tariff' (tarife), 'cheque' (çek), 'risk', 'magazine' (mühimmat deposu anlamında olup Arapça'daki 'mahzen'in çoğulu, 'mahazln'den alınmıştır) ve 'calibre' (kalibre) gibi İngilizcede çokça kullanılan kelimelerdir. Gemicilikteki 'sloop' (şalopa, küçük yelkenli) ve 'barque' (barka, üç direkli yelkenli gemi) kelimeleri gösteriyor ki her iki tür gemi de Doğu stilindedir. Aynı şekilde 'cable' (kablo) kelimesi de Doğu kökenlidir. Hatta 'admiral' ünvanı, esas olarak denizeilikle ilgili olmasa da, Doğu'ya aittir. Sanatlara geçtiğimiz zaman da 'baroque' (aşırı süslü, şatafatlı) kelimesininn Doğu kökenli olduğunu görüyoruz. Musikl aletlerinden 'tambourine' (tanbur) ve 'guitar' (gitar) da Arapça asıllıdır. Aynı şekilde Rönesans çağı Avrupa'sının favori sazı 'lute' de Arapça'daki 'el-'ud' dur. Satranç oyununda da biz Farsça deyimleri kullanıyoruz. İngilizce'deki 'check-mate'- ki çoğunlukla mecazi anlamda kullanıyoruz- "şah öldü" demek olan "Şah mat"ın değiştirilmiş şeklidir. Astronomide yıldızlar arasında çok parlak üç yıldıza verdiğimiz 'Aldebaran' (ed-deberan=Boğa takım yıldızından biri), 'Altair'(en-nesrü't-tair=Kartal takım yıldızından biri) ve 'Betelgeuse' (elCevza=Orion takım yıldızının en parlak yıldızı, İkizlerevi) isimleri Arapça'dır. Matematikte sıfır demek olan cypher kelimesi de Arapça'dır, bunun gibi Cebir de isim ve bilim olarak tümüyle Arap patentlidir. Şunu da eklemek gerekir ki türetilen bazı kelimeler arasında yanlış köklere dayandırılanlar da vardır. İslami köklere sahip kelimeler arasında , Şeri'at'in içilmesini yasakladığı- 'alkol' (alcohol)' un de bulunabilmesi oldukça ilginçtir. Fakat bu, Rönesans döneminin İsviçreli kimyacısı Paraeelsus (ö. 1541)' un yaptığı bir hatadan kaynaklanıyor. Bu kimyacı, alkollü içeceklerin, 'kohl'( collyrium=Göz sürmesi) ile bir ilgisi olduğunu sanmıştır. Bütün bunlar nasıl olmuştur? İşin özünü 'kimya' (alchemy) kelimesinde aramak gerekir. Kimya, ki bugün biz bunu yarı sihirbazlık olarak kabul ediyoruz, Ortaçağda 'simya' ile ilgili ciddi ve ince bir araştırma türü idi. Bu kelime (kimya) Arapça harf-i tarif "el" takısı ile Yunanca kimya anlamına gelen "chimia" dan yapılmış bir terkiptir. Öyle anlaşılıyor ki bu sonuncu kelime de eski Mısır'da kullanılan 'khem' kelimesinden türetilmiştir. Khem, Nil ırmağının yatağında biriken ve Mısırlıların tecrübe ve deneylerine zemin 252 Steven Runciman aldıkları siyah bir toprağı tanımlardı. Burada olayların cereyan ediş öyküsünü görüyorsunuz. Köklerini eski Doğu'dan alan ve Yunanlılarca sistemleştirilen eski Yunan bilimleri, Ortaçağ Müslümanları vasıtasıyla daha fazla yayılmış ve onlar tarafından Batı Avrupa'ya taşınmıştır. Müslümanlar, tarihlerinin başlangıcında Yunanlıların felsefeye ve bilimin incelemenin kendileri için yararlı olacağını düşündüler. Emeviler'in hilafeti zamanından önce hükümet işleri için faydalı olan birçok Yunan bilimleri Arapça'ya tercüme edildi (5) . Ancak tercümenin büyük çağı Abbasiler zamanında, özellikle de el-Me'mfin döneminde, miladi IX. yüzyılın ikinci çeyreğinde başlamıştır. Mütercimlerin büyük çoğunluğu Nesti'ıri Hıristiyanlar idi, ancak Halife , bunların işlerini denetler ve kontrol ederdi. O, mütercimleri ülkesinin bütün kütüphanelerindeki (bu bilimiere ait) kitapları toplamaları için çeşitli merkeziere gönderirdi. Makbul nüsha bulunmadığı zaman da bu nüshaları ya Bizans imparatorundan ister ya da Bizans'tan uzmanların Bağdad'a gelip çalışmalarını talep ederdi. Halifelerin bilimi bu denli himayeleri sonucunda, IX. yüzyılın sonlarında, Yunan matematiği, mantığı ve tıbbına dair temel eserlerin tamamına yakını Arapça'ya tercüme edilmiş bulunuyordu. Bu çağda Müslüman bilim adamı el-Kindl (ö.260/873) Arsito' (ö.m.ö 322) nun felsefi eserlerini tercüme ederken, bazı çağdaşları da Yeni Eflatuncu filozofların eserlerini tercüme ettiler. Bir sonraki yüzyılda allame Farabi (ö.339/950) Aristo'nun eserlerini tercüme işini, kendi şerhlerini de ekleyerek tamamladı. Bu çalışmasıyla da kendisini İslam geleneğinde "Müslümanların Filozofu" olarak kabul ettirdi. İsHim dünyası ortak bir kültür sisteminin bahşettiği bir büyük imtiyaza sahipti ki bütün bu bilim adamları ve eserleri serbestçe dolaşabiliyordu. Bu nedenle de tercümelerin ve şerhlerin etkisi hızlı bir biçimde Hindistan'dan İspanya'ya kadar her yerde hissedildi. Müslüman alimler de bu kİtapiara önemli eklemeler yaptılar. her dalına yaptıkları yardımları Farabi'nin ölmesinden yaklaşık otuz sene sonra, daha sonra Doğu İslam dünyasının sınırını teşkil eden Türkistan'ın Buhara kentinde, bütün İslam filozoflarının en asili (orijinali) ve kanımca- en büyüğü; Batılıların Avicenna diye adlandırdığı İbn Sina (ö.428/I 03 7) doğdu. Onun felsefi sistemi, her tefeJ9<:ürünün büyük zaman orijinal (ortodoxe) olmamakla birlikte, beşer gücünü gösteriyor ve kendisini dünya tarihindeki en büyük filozoflar grubu Müslümanların Avrupa Medeniyetinin Yayılmasına Tesirleri 253 içerisinde yer almaya layık kılıyor. Çok geçmeden onun eserleri bütün İslam ülkelerinde ve özellikle İspanya'da okunınaya ve araştırılınaya başladı. Batı Avrupa, ancak XI. yüzyılın sonlarında İslam kültürü ile yakın ilişkiler kurabildi. Bu zamana kadar, Batılılar İslam'dan korkuyorlardı. Onlar Müslümanların siyasi kudreti karşısında müteyakkız idiler ve İslam ile yaklaşıyorlardı. Müslümanların medreseleriyle İspanya'da tanışmış olan ve daha sonra Papa Silvester II adını almış olan Aurillac'lı Gerbert (ö. I 003) gibi birkaç araştırmacı memleketlerine dönünce Batılılar bu gibi kimseler hakkında kötü niyetler beslediler ve onları ruhlarını Şeytana satmış kimseler olarak görmeye başladılar. Fakat, çok geçmeden -Müslümanlarla Avrupalılar arasında-yavaş yavaş yakınlaşma başladı. Hırıstiyanlar, yaklaşık dört yüz yıl Müslümanlar'ın yönetiminde kaldıktan sonra İspanya topraklarını ele geçirdiler ve Müslümanların bilim merkezi olan Tulaytıla (Toledo)'ya girdiler. İki buçuk asır boyunca Müslüman kalan Sicilya, İskandinav asıllı olan ve Fransa üzerinden gelmiş olan Nonnan maceraperestleri tarafından ele geçirildi. Tam da bu zamanda, esas olarak, Bizans'ın deniz gücü sayesinde Akdeniz'deki korsanlık faaliyetleri durdu ve İtalyan taeider Müslümanların limanlarını kullanarak ticari faaliyetlere başladılar. Sonuçta, XI. yüzyılın sonlarında, Haçlı Seferleri olarak bilinen hareket başladı. Haçlılar dini bir taassupla ortaya çıkarak Suriye ve Filistin'de büyük zararlar meydana getirdiler, ancak bütün bunlara rağmen ilişkiler artarak devam etti. medeniyetine şüphe Bu sıralarda, İslam dünyası Antik Yunan bilimlerinden yeteri kadar nasibini aldı. Bu, Müslümanların ekledikleriyle, zenginleşen bir azık idi. Bundan dolayı İslam düşüncesinin Yunani köklerinden ayırdedilmesi gayet zordu. İslam felsefesi, İspanyada, Hıristiyanlar'ın ilerlemesiyle son bulmadı. XII. yüzyılda sadece el-Meymôni (Musa b. Meymôn) (ö.m.l204) gibi bir Yahudi fılozofu ortaya çıkmadı. Bundan da önemli olanı Batılıların Averrhos olarak adlandırdıkları İbn Rüşd (ö. H. 595/1198)'ün ortaya çıkması Idi. İbn Rüşd, bir Müslüman idi ve gerçekte kendi Müslüman dindaşlarından daha çok, Batı Avrupa düşüncesini etkiledi. Bununla birlikte Hıristiyan fatihler İspanya'da henüz en güçlü konumuna ulaşamamış bulunan aktif bir İslam felsefesi okulunu buldular. Tulaytıla'yı 1085 yılında ele geçiren Kastilya kralı Alfonso VI, yeni tebaası olan Müslümanların etkisi altında kalmış olacak ki 254 Steven Runciman piskoposunun isteğine aykırı olarak kendisini " İki dinin imparatoru" olarak adlandırmıştır. Bütün bunlara rağmen gerçekte, XII. yüzyılın ilk yarısında Avrupa'da ilk Doğu araştırmaları okulunu açan Toledolu Raymond (ö. 1151) adında bir piskopostu. O, Hıristiyanların, Müslümanların bilimsel eserlerinden faydalanması için çabalamıştır; öyle ki değişik ülkelerden bilim adamlarını toplamış ve onları iyi derecede Arapça öğrenmeleri ve Arapça eserleri tercüme etmeleri için teşvik etmiştir. Bir buçuk asır sonra, Avrupalıların seçkin bir başka grubu Tulaytıla'da Müslüman yazarların eserlerini inceleyip tercüme ediyordu. Bunların en seçkin ve en çalışkanları Cremona'lı Gerarad (ö.l187) adlı bir İtalyan idi, ki 1287 yılında öldüğünde seksen eser tercüme etmişti. İngiltere'den de bilim adamları vardı, ki Adelardos Bathoniensis bunların başında geliyordu. ·o, daha çok Matematik eserleri konusunda uzmanlaşmıştı ve Batılı bilim adamlarına kendi okullarını kayıtlardan kurtararak geliştirmelerini; Müslümanlarla birlikte çalışmalarını ve onların eserlerini okumalarını açıkça tavsiye etmiştir. Bu seçkin bilim adamlarından bir diğeri de, Kuran-ı Mec1d'i ilk kez Latince'ye tercüme etmeye çalışan Robert Anglicus idi. O Kur'an'ın ciddi bir Latince tercümesini yapmıştır. Bütün bu isiınierin en seçkini felsefe, bilim ve musiki aşığı olan İskoçyalı bilim adamı Michel Scot (ö. 1235) olmalıdır. İbn Rüşd'ün eserlerini bu büyük filozofun hayatta olduğu yıllarda tercüme eden de bu şahıstır. İspanyalı bilim adamları arasında en ünlüsü rahip Gundisalvus idi, ki o felsefi sisteminde açıkça İbn Rüşd'ün felsefesine dayanmıştı. XIII. yüzyılın sonlarında iki ünlü bilim adamı göze çarpıyor. Bunlardan biri Raymond Martin idi ki Kur'an ve Hadis bilgisinde bugüne kadar'Örfu'rt'd~ecesine ulaşamamıştır. Diğeri ise kendisinden önce veya sonra gelen bilim adamlarından daha çok eser veren Majorca'h Raymond Lull'dur. Bu sonuncusu, bir Hıristiyan misyoneri olmasına rağmen görevını tamamiayabilmesi için İslam kültürünü iyice bilmek gerektiğini anlamıştı. çalışıyor, İspanya Okulu esas olarak felsefe ve metafizik bilimlerle ilgileniyordu. Sicilya'daki Nonnan Kralı'nın sarayında ise ilgi daha çok pozitif bilimiere idi. Krallar, büyük oranda Müslüman vatandaşiara sahiptiler ve onlara iyi davranıyorlardı. Miladi XII. yüzyılın ortasında Sicilya'yı görmüş olan Müslüman gezgin İbn Cübeyr (ö. 614/12 I 7), dindaşlarının buradaki hürriyetlerinden ve onların hükümet teşkilatma katılmalarından duyduğu Müslümanların Avropa hoşnutluğu Medeniyetinin Yayılmasına Tesirleri 255 N orman Kralı 'nın sarayında bazen Arapça ve şairlik teşvik edilirdi. Müslüman mimarlar himaye görmüşlerdi. Norman-Sicilya mimarisi, Fransız, Bizans ve İslam üslubunun ilginç, fakat çok başarılı bir sentezi idi. Bu mimar! eserlerin dekorasyonu (tezyinatı) neredeyse tümüyle Müslümanların çizgisinde idi. Tıp ise daha çok, Norman Krallığının İtalyan toprakiannda bulunan sömürgelerinde gelişmişti. Salemo şehri, Bizans zamanından beri tıp araştırmaları merkezi durumundaydı. XII. yüzyılın sonlarında, yeni Müslüman olmuş Tunuslu bir Hıristiyan, Constantinus Africanus (ö. 1080 veya 1085), buraya yerleşmiş ve tıbba dair bulduğu bütün Arapça kitapları birkaç arkadaşının yardımıyla tercüme etmiştir. Constantine, titiz bir mütercim değildi, fakat Hippocrates (ö.m.ö. 377) ve Galen (ö. m. 199) gibi Antik Yunan tabiplerinin eserleri ile Müslümanların bunlara yaptıkları şerhlerin Batılı hekimlerin eline kolayca ulaşabilmesini sağlamıştır. Sonuçta, Salemo'daki tıp fakültesi Batı'daki en saygın tıp okulu olmuş ve sonraki bilim adamları burada daha ciddi tercümeler meydana getirmişlerdir. dile getirmiştir. konuşulurdu; şiir Sicilya'daki Norman tahtı, veraset yoluyla, çağdaşları tarafından " Dünyanın Harika Adamı" (Wonder of the world) olarak adlandırılan Batı imparatoru Hohenstaufen 'lı Friedrich H (ö. 1250)'e geçti. O Arapça öğrenmiş ve İslami bilimiere büyük ilgi göstermiştir. O, esasen, dindar bir adam değildi; hatta onun İsa Mesih ve Resul-i Ekrem'i kastederek, ikisinin de sahtekar olduğunu söylediği rivayet edilmiştir. Fakat her halde o göründüğü kadarıyla Hıristiyanlıktan daha çok İslam'a gönül veren biriydi. Onun Müslüman bir muhafızı vardı ve çok sayıda Müslümanla dosttu. Bazı Haçlı kuvvetlerinin Doğu topraklarından geçerken kurdukları uzun diyaloglar ve Müslüman elçi ve alimleriyle dostlukları Hıristiyanları hayrete düşürmüştür. Friedrich'in kendisi şahinle avcılık (Falconry) konusunda bir kitap yazmıştır. Bu kitap, hala bu konudaki en kıymetli eserdir. O, bunu yazarken İslam! kaynakları göz önünde bulundurmuştur. Friedrich II, tercüme işini sona erdirmesi için, ünlü araştırmacı Michel Scot'u Toledo'dan Napali'ye getirtmiştir. Friedrich ll, iyi göremiyordu ve bu yüzden de Optik ve göz tabipliğiyle ilgilenmiştir. Bu sıralarda Kahire'de yaşayan bir Müslüman yazar, imparatorun buraya gönderdiği bir adamı vasıtasıyla Müslüman bilim adamlarından şu üç soruya cevaplandırmalarını istediğini yazmıştır: Hareket Miladi XIII. yüzyılda 256 Steven Runciman halindeki bir kayığın kürekleri suyun içinde neden eğri gözüküyor? Yıldızlar ufka yakın olduğunda niçin daha büyük görünürler ? Neden katarakt veya başka bir göz hastalığından muzdarip olan kimseler, neden benekler, zerrecikler görürler ? Friedrich H, şahsen bu tür meseleleri çözüme kavuşturabilmek için Müslümanların bilim merkezlerine başvurulması gerektiği düşüncesindeydi. Hatta Friedrich II ailesinin tahttan uzaklaşmasından sonra, İtalyan hükümdarlar, Onun İslami bilimleri, özellikle de tıbbı teşvik etme siyasetini sürdürmüşlerdir. Bu sıralarda Güney İtalya'da çalışan çok sayıda mütercim vardı ve bunlar bilgilerinin çoğunu Müslümanların !imanlarına uğradıkları esnada hasta düşen ve buradaki mahalll hekimler tarafından iyileştirilen tacirler vasıtasıyla elde ediyorlardı. Bu tacirler, anavatanıarına döndükten sonra İslam tıbbının yayılmasına çalışmışlardır. Diğer yandan taeirierin diğer büyük bir yardımı da Batı'daki genel hayat standardını yükseltmeleri idi. Şeker gibi, kıymetli ve halkın rağbet ettiği gıda maddelerini Batılılara tanıtan bunlardı. Yine onlar evde rahatlığın sembolü olan araçları geliştirdiler, · yerlerde büyük halılar kullanmaya başladılar: Taburenin yerini sandalye aldı; giyim-kuşam tarzında devrim meydana geldi. O zamana kadar yün Batı'da elde edilen tek madde idi. Bir istisna olarak sadece zenginler Bizans ipeği satın alabiliyordu. Artık pazarlarda pamuk ve keten de ortaya çıktı. Aynı şekilde ipeğin hazırlanması imkanları arttı. Bu ticari bağlar Batı bilimine elbette fazla bir şey katmamış, fakat Batı'nın maddi kalkınmasına çok şey eklemiştir. Görünen odur ki tacirler Arap dilindeki edebi şekillerin gelişmesine de katkıda bulunmuşlardır. Bu tacirler Avrupa edebiyatı üzerindeki etkisi belirgin olan Arap edebiyatı şekillerini de tanıtın ışiardır Haçlı Seferleri bu bilimsel gelişme hareketine o kadar yardım etmemiştir. Batılı askerler ve ziyaretçiler, taeirierin yaptığı gibi, Doğu Müslümanları'nın sadece hayat tarzına ve konfor araçlarına yöneldiler ve onları Batı'da tanıtabiirnek için çalıştılar. Muhtemelen Batı mimarisinde evlerde yaygınlaşan taklar (painted arch) bu seferlerin sonucunda ortaya çıkmıştı. Bunun ilk örneğini dönüş yapan bir Haçlının, Boulogne Kontu'nun malikanesinde bulmak mümkündür. Buna ek olarak Doğu'dıt ikamet etmeyi seçen Batılılar, mahalli hayat tarzını çabucak kabul ettiler. Haçlı devletlerinde 'l 1 Müslümanların Avrupa Medeniyetinin Yayılmasına Tesirleri 257 bilim adamı bulunmaktaysa da bunlardan adı anılabilecek tek piskopos Tyre'li William ( Sur'lu Guillaume, William Siirl) (ö. 1185)'dir. O, Filistin'de doğmuş ve her ne kadar öğrenimini sürdürmek üzere bir ara Fransa'ya gitmişse de Arapça'yı doğduğu yerde öğrenmiştir. O, Ortaçağın en büyük tarihçilerinden biridir. Onun eserleri arasında yer alan History of the Arabic Caliphate ( Arap Hilafeti Tarihi) Arap tarih kaynaklarını esas almıştı. Fakat üzülerek belirtmek gerekir ki bu eser günümüze ulaşmamıştır. Doğu topraklarında dünyaya gelen çok sayıda Haçlı lideri Arapça'yı iyi bilirdi. Bunlardan mesela Turaine'li HumpJırey, İngiliz Kralı Arslan Yürekli Rişar (Richard Coeur de Lion, ö. 1199) 'ın mütercimi ve yorumcusu olarak çalıştı. Bir diğeri de Sidon'lu Rainald idi. Bu sonuncusu, Selahaddin Eyyubi (ö. 5891193) tarafından tutuklandığında Kur'an hakkındaki derin bilgisiyle Müslümanları öyle etkiledi ki, onun İslam dinini kabul etmiş olduğunu düşünerek, onu öldürmekten vazgeçtiler . Fakat Haçlı Hareketi askeri yenilgiyle sonuçlanınca Batılı devlet adamları bu hareketi diriltebilmek için çalıştılar ve o zaman, yavaş yavaş Dağuyu daha iyi anlamaları ve onun düşünce tarzını kavramaları gerektiğinin farkına vardılar. çok sayıda şahıs Bununla birlikte Ortaçağın sonlarında Batılı tüccar ve servet sahiplerinde İslam medeniyetinin maddi üstünlüklerinden yararlanma;bilim adamları ve araştırmacılarında da bu medeniyetin kültürel ürünlerinden yararlanma eğilimi vardı. Fakat bu medeniyetin Avrupa medeniyeti üzerindeki genel tesiri ne idi? Medeniyetin titiz ve hızlı bir değerlendirmesini yaproadıkça bunun cevabını vermemiz imkansızdır. İnsan şunu kesinlikle söyleyebilir ki maddi hayat tarzı çok iyileşmiştir. Arapça'dan Avrupa dillerine geçen kelimeler de bu durumu aydınlatıyor. Ancak kültürel sonuç konusunda kesin bir hüküm vermek daha da zordur. Bununla beraber, kültürel alandaki bu desteğin geniş ölçekli olduğunu göstermek için birkaç örnek vermek gerekir. Bu dönemde, Doğu sanatlarından Batının en çok ilgisini çekeni, musikl idi. Ancak bu sanatın Batıdaki etkisi, uzun süre, sınırlı kaldı. İspanya ve Sicilya gibi, Müslüman hakimiyetinin uzun sürdüğü ülkelerde Batı müziği, her ne kadar teoride Müslüman yazarların eserlerinin okunınası ve onların Yunan müzik teorisi üzerine yorumlarıyla daima daha zenginleşmiş olsa da, pratikte başka bir yönde hareket etmiştir. Sonuç, mimaride daha açık bir biçimde görülmektedir. Bundan önce söylediğimiz gibi ev mimarisinde yer alan kemer 258 Steven Runciman (tak), her ne kadar Batıda tamamen farklı bir tarzda sürdürülmüşe de, Doğu ülkelerinden iktihas edilmiştir. Müslümanların Batıda Sicilya mimarisinin ve özellikle de İtalya'daki mimarinin gelişmesine geniş katkısı dillerde dolaşıyordu. Öyle ki İspanyadaki İslami yapıların ve İtalyan tacirlerce Doğuda görülmüş olan yapıların mimarisi daha sonra Gothic dönemi ve Rönesans çağı mimarisine tesir etmiştir. Örnek olarak Theodorlar çağı İngiltere'sinde yapılmış zarif takların çoğu, daha önce Kahire'de inşa edilmiş olan taklara çok benzemektedir ve muhtemelen bunlar Venedikliler aracılığıyla Mısır'dan getirtilen projeler esas alınarak yapılmıştır. Aynı benzerlikler çok sayıda süsleme motiflerinde de (... ) görülebilir. İtalyan mimarlar, özellikle de XVII. Yüzyılda, İspanyadaki İslami binalarda gördükleri kubbeleri iktihas ettiler. ..'\.rdından Avrupah diğer mimarlar bu kubbeleri taklit ettiler. Hatta, eğer Ortaçağların sonlarında ve Rönesans döneminde İtalya'da yapılmış .olan bazı kuleleri Kahire'nin ve Doğu'nun çoğu kuleleriyle karşılaştırırsak çok daha dikkat çekici benzerlikler bulabiliriz. İtalyan mimarlar bu tarzı Avrupa'nın geri kalan kısmında da uygulamışlardır. XVII. yüzyıl sonlarında hayatta olan büyük İngiliz mimarı Sir Christoher Wren (ö.1723), Londra'daki bazı kiliseler için, Müslüman mescitlerinin minarelerine benzeyen çan kuleleri yapmıştır. Daha geç bir devirde, Batılılar tarafından tanındığı zaman, büyük Türk mimarı Sinan (ö.1588)'ın eserleri Batı mimari stilini etkilemiştir. Daha küçük sanatlar alanında, Venedik cam atölyeleri - ki Batıda züccaciye sanatı (Glass-ware) bunlar vasıtasıyla Avrupa'da revac bulmuştur­ tamamen Doğudaki atölyelerden esinlenmiştir. Madencilik sanatının birçok kolu, süsleme anlamına gelen 'Damascene' (Dımeşk'i, Şam!) kelimesinin gösterdiği gibi, Doğudan Avrupa'ya gelmiştir. Avrupa seramiklerinin çoğu da İran ve Türkiye' den alınmıştır. Avrupalılar dokumacıhkta da İran ve Türkiye'den ilham almışlardır. İslam'ın tesiri, beklenmedik biçimde, edebiyat alanında da çok büyük olmuştur. Biz, genellikle, Ortaçağın sonundaki Avrupa'nın romantik edebiyatını yerli bir ürün olarak görme eğilimindeyiz. Fakat bunun üzerinde daha fazla düşündükçe onun Doğulu köklerine dair çok işaret buluruz. Aşk öyküleri, gerçekte Avrupa'dan daha çok Doğu'nun buluşudur. Şimdi belli olmuştur ki Kral Arthur öyküler dizisinin büyük kısmı Doğu kökenlidir. Ortaçağların Fransız romanı Floire of Blancherjleur aslında bir Doğu l Müslümanların Avrupa Medeniyetinin Yayılmasına Tesirleri 259 hikayesidir. Aynı şekilde bütün Avrupa romanlarının en ünlülerinden ve en sevilenlerinden biri olan Aucassin of Nicolet, kendi Doğu köklerini açığa vuruyor. Bu öykü kahramanının adı gerçekte Kasım'dır ve söylendiğine göre öykünün kadın kahramanı da Tunuslu Müslüman bir prensestir. Öyle görünüyor ki Ortaçağların Avrupa şiirlerinde kafiyelerin kullanılması dahi Arapça'dan esintenmiş ve Arapça tefile (bahr) ve vezinlerinden çoğu taklit edilmiştir. Bilindiği üzere XIII ve XIV. yüzyılların İtalya'sında, muhtemelen Arapça'dan tercüme edilmiş şiirler halkın o derece beğenisini kazanmıştır ki İtalyan şairler bu durumdan şikayet etmek zorunda kalmışlardır, Çünkü onlar bu durumun adil olmadığını ve kendi haklarının gaspı olduğunu söylüyorlardı. Avrupalılar bizim "Binbir Gece Masalları" (Arabian Nights) adını verdiğimiz masal kolieksiyon unu tanımazdan çok önce, İslam roman ve şiiri Avrupa edebiyatı üzerindeki tesirini göstermiş bulunuyordu. Hatta Dante (ö.l321) gibi değerli yazarlar, Müslümanların etkisi altında idiler. Fakat bu, Müslümanların Batı kültürüne, yani onların felsefe ve bilimine yaptıkları önemli destek ve katkılarla ilgiliydi. İngilizlerin Ortaçağlardaki en büyük bilim adamlarından biri, Oxfordlu Roger Bacon (ö.1292) bir eserinde, felsefenin Arap yazarlarından öğrenilmesi gerektiğini ve hiç kimsenin Doğu dillerini öğrenmeksizin bu işe kalkışmaması gerektiğini yazmıştır. Bacon bu düşüncesinde yalnız değildi. Örnek olarak onun çağdaşı ve yurttaşı Salisbury'li John da, bilim adamlarının Müslüman fılozoflara çok şey borçlu olduğunu, okuyucularına sürekli hatırlatmıştır. Bu iddiayı hafife almamak gerekir. Aristo'nun bazı eserleri ve Eflatun (ö. m.ö. 347)'un hemen bütün eserleri gerçekte Bizanslı Rumlar (Yunanlılar) vasıtasıyla Batıya gelmiştir. Batı düşüncesini derinden etkileyen felsefi eserler ise Arapça'dan tercüme edilen eserierdi ve bunlar İslam düşünürlerinin şerhleriyle daha da zenginleştirilmişti. Hatta bu fikir o deerece ileri götürüldü ki birçok batılı bilim adamı İbn Sina ve İbn Rüşd (ö. m. 1198)'ün ortaya attığı teorileri Arsitoya atfediyorlardı. Ancak, daha sonraları, Batılılar , İslam tefekkürünün ne derece tesiri altında kaldıklarını ve bunun büyük bir kısmının Hıristiyan Batı düşüncesine ne şekilde geçtiğini, ancak Antik Yunan'ın felsefi eserlerini orijinallerinden okumaya başladıkları vakit görebildiler. Ortaçağın en büyük kelamcısı ve filozofu olan Thomas Aquinas (ö. 1274), ki eserleri hala Katalik Kilisesi'nin felsefi ekolünün temelidir, Aristo felsefesini İslam 260 Steven Runciman filozoflarının felsefesinden uzaklaştırmaya ve özgürleştirmeye; Eflatun'u okuyarak elde edilen şeyleri kendi felsefi sistemine eklerneye çalışmıştır. O, hem araştırma metodunda ve hem de teorilerinde sürekli biçimde Müslümanlardan etkilendiğini göstermiştir. Onun özellikle iman ve aklın etkileşimi (imterrphlay) konusundaki teorisinin İbn Rüşd'den alındığı anlaşılıyor. Ayrıca onun İncil karşısındaki konumu İbn Rüşd'ün Kur'an-ı Mecld karşısındaki konumuna benzemektedir. Her ikisi de İlahi kelamın en üstün kaynak olduğuna inanıyordu, ancak ikisi de bu kelamın, Aristo felsefesinin esaslarına uygun olması gerektiğini düşünüyordu. Hıristiyan düşünürlerinin çoğu hala İslam filozoflarınca kurulan Kelam ile Felsefe arasındaki bağı kabul ediyorlar. Yeni felsefi düşünceler artık ne Ortaçağ Müslüman filozoflarının ve ne de Hıristiyan filozoflarının kavrayabildikleri bir noktaya gelmiştir. Fakat şu dikkat çekici noktayı hatırlatalım ki birçok İslam bilgini tarafından ortaya atılan 'atom teorisi' (=Atomic theory =cüz'ü la yetecezze') bugünkü bilim felsefesi nezdinde belli bir değere ve ağırlığa sahiptir. doğru Eğer Müslümanların dünya bilimine ve matematik kültürüne yapmış oldukları katkıları detaylı bir biçimde değerlendirmeye çalışırsak bu, uzun zaman alacaktır. Onların çok önemli ve temel yardımı, dinin bilim karşısında değersiz olmadığını göstermeleriydi. Matematikte hepimiz, Cebir bilimini onlara borçluyuz. Şu anda kullanılan rakkamlar, her ne kadar Arap rakkarniarı olarak bilinse de , Müslümanlardan iktihas edilmiştir ve bunların kabulü ile Avrupa Matematiği baştan aşağı değişmiştir. Geometri ve üçgenlerde Müslümanlar, Antik Yunan'ın bilimlerine çok şey eklemişlerdir (6) . Müslümanlar, Ortaçağlardan bu tarafa birikmiş olan bunca bilgilere rağmen, Astronomiye de geniş ve kalıcı katkılar yapmışlardır Bu söylenenler Coğrafya için, Zoolojl, Botanik, Metalürji ve Kimya gibi uygulamalı bilimler için de geçerlidir. Müslümanların tıp üstadları, Antik Yunan'ın metod ve teorilerini tanıtıp yaygınlaştırmışlar, ayrıca kendileri de bunlara bazı katkılar yaparak Batı tıbbında devrim yapmışlardır. Onlar insanlığa hastalıkların nasıl tasnif edilip sistemli hale getirileceğini öğrettiler ve her zaman doğru bir teşhis yapmak için çalıştılar. Onların tıbbi teorilerinin çoğunun bugün yürürlükte olmadığı doğrudur, fakat bu teoriler kendi zamanlarında büyjik bir ilerleme göstermiş ve tıp araştırmalarında önemli ve değerli bir aşamayı başlatmıştır Müslümanların Avnıpa Medeniyetinin Yayılmasına Tesirleri 261 Bununla ilgili olarak şunu da ekiemeliyiz ki Avrupalılar çiçek aşısı yapmayı bir Müslüman devlette, yani Türkiye'de öğrenmişlerdir. Bu, Batı Avrupa medeniyetinin Müslümanlara borçlu oluşunun bir özetidir. Burada Müslümanların tesirinin ne kadar geniş ve önemli olduğuna dair bir fikir vermeye çalıştım (7) . Gerçekten bu durum, Avrupa'nın bilgi birikimine katkıda bulunmuş ve düşüncesinin seyrini etkilemiştir. Bu gerçeklikten öğrenilebilecek bir ahlaki nokta şudur ki hiçbir büyük din veya medeniyet inzivada yaşayamaz. Kültür, ne din ve ideoloji savaşlarıyla ve ne de milliyetçiliğin neden olduğu engellere ilerleme kaydetmiştir .. Hiçbir dinin mensubu ve hiçbir ülkenin yurttaşı kendisini dünyanın geri kalan kısmına ilgisiz kılacak ya da onu red edecek kadar mükemmel değildir. Dünyanın farklı medeniyetleri ancak birbirleriyle dostane bağlar kurarak ve karşılıklı anlayış içinde çalışarak birbirlerine yardım edebilirler (8) . Bu ilke Ortaçağlarda geçerli idi, aynı şekilde günümüz için de geçerlidir. ************* NOTLAR Biz bu çeviriyi bitirdikten kısa bir süre ~onra, bu yazının, aslında 1958 yılında İstanbul Üniversitesi'nde Ingilizce olarak verdiği bir konferans olduğunu ve Türkçe'ye de çevrildiğini gördük. Sonuçta, yaptığımız bu çeviriyi, İngilizce aslı ve eski Türkçe çevirisini de dikkate aldıktan ve yeniden gözden geçirdikten sonra, bazı notlarla yayınlamayı uygun bulduk. Ancak S. Runciman'ın bu konferansının hangi yayın aşamalarından geçtiğini yine de özetlemek istiyoruz. Ülkemizde daha çok Haçlı Seferleri Tarihi (çev.: Fikret Işıltan, Ankara,1986l 988) adlı üç ciltlik eseriyle tanınan Steven Runciman, 1958 yılında İstanbul Üniversitesinde Muslim Injluences on the Development of Eurpean Civilization konulu bir konferans vermiş ve bu konferans, muhtemelen bir İranlı olan Nuşin A.sgari tarafından Türkçe'ye çevrilerek İngilizce metniyle birlikte ilk kez 1958 yılında Şarkiyat Mecmuasında (İstanbul 1959, Cilt: 3, s. 1-24) "Avrupa Medeniyetinin Gelişmesi Üzerindeki İslami Tesir/er" başlığıyla "yayınlanmıştır Bu makale, daha sonra, Zeki Ali tarafından yazılıp İslamiyet ve Batı Dünyası ( İstanbul 1964, Bedir Runciman'ın T~! 262 Steven Yayınevi ) adıyla Türkçe'ye çevrilen bir kitapçığın içerisinde (s. 41-56), birkaç kelimesi değiştirilerek yer almış; en son olarak da Ahmed Gürkan'ın İslam Kültürünün Garbı Medenileştirmesi (Ankara 1966) adlı eserinin 365-377. sayfaları arasında yayınlamıştır. Ancak, biz Runciman'ın böyle bir konferansı olduğunu, dediğimiz gibi, Dr. Ali Asğar Halebi'nin Tarih-i Temeddün-i İslam (Tahran 1372) adlı Farsça eserini tercüme ederken, adı geçen kitabın 70-82. sayfaları arasında yer alan "Tesir-i Müselmanan der Gosteriş-i Temeddün-i E:v.'~ başlığından öğrendik. Fakat Farsça çeviriye esas olan metnin dili ve yayınlandığı kitap veya süreli yayın belirtilmemiştir. Yazı da adı geçen Müslüman şahsiyetterin hicri ölüm tarihleri Farsça mütercim tarafından konulmuştur. Farsça çevirinin dipnotlarında Batılı tarihi şahsiyetlerin orijinal isimleri verilmiştir. (1) İslami fetih , dünya tarihinin kaydettiği ender olaylardan biridir. Batılı yazarlar İslam'ın savaş dini olduğu ve kılıç yoluyla yayıldığı şeklinde iddialar ort_aya atmaktadırlar. Oysa Müslümanların, Risalet zamanında Mekkeli müşriklerle ve diğer gayrı müslim topluluklada yaptıkları savaşlarda iki tarafta ölenlerin sayısının birkaç yüz kişiyi geçmemiş olması bu iddialarına verilecek en iyi cevaptır. Bu konuda bir değerlendirme için bkz.: Haydar Bammat, İslamiyelin Manevi ve Kültürel Değerleri, terc.: Bahadır Dül ger, Ankara 1963, s. 5 I -65. (2) Referansları Aristo'dan sonraki döneme ait olan ilimler için kullanılan bu terim, İslam literatüründe "ulum-i evail" olarak yerini almıştır. Evail terimi ve Evail kitapları hakkında bkz. Alparslan Açıkgenç, Evail, DİA, XI, 513-514. (3) İslam Medeniyeti'nin Avrupa Medeniyetine tesirleri konusunda şimdiye kadar gerek Doğuda ve gerekse Batıda çok sayıda kitap ve makale yayımlanmıştır. Alımed Gürkan, İslam Kültürünün Garbı Medenileştirmesi (Ankara tsz.)'ni yazmıştır. Steven Runciman'ın çevirisini sunduğumuz bu konferansıyla, Batıda İslam medeniyetinin Avrupa'ya etkileri konusuna eğil en ilk yazarlardan biri olduğu görülmektedir. Aynı konuda çalışma yapmış diğer bazı yazarları ve yayınlarını da şöyle sıralayabiliriz: Haydar Bammat, Visages de L'Islam ,Paris 1946 (İslamiyetin Manevi ve Kültürel Değerleri, terc.: Babadır Dülger, Ankara 1963); Sir Harnilton Gibb, The Jnjluence of Islamic Culture on Medieval Europe (İslam kültürünün ortaçağ Avrupasına tesiri), Bulletin of John Rylands Library, XXXVIII, 1955, s. 8295; Sigrid Hunke, Allahs Sonne über dem Abendland; unser arabisches Erbe Stuttgard 1960 (Allahın Güneşi Avrupanın Üzerinde, _çev.: Hayrollah Örs, İstanbul 1969 ve Avrupa'nın Üzerine Doğan İslam Güneşi, çev.: Servet Sezgin, İstanbul 1972); W. Montgomary Watt, The Injluence of Islam on Medieval Europa (İslamın ortaçağ Avnıpası ilzerine tesiri), Edinburg 1972, (İslam Avrupa'da, çev.: Hulusi Yavuz, İstanbul 1989); Bernard H. Lewis, Müslümanların Avrupayı Keşfi, çev.: '-' l Müslümanlarm Avrupa Medeniyetinin Tesirleri 263 Musa Akyiğitzade, Avrupa Medeniyetine Bir Selçuk Uysal, Ankara ı 996; Hilmi Ziya Ülken, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, İstanbul ı 997, İslam Medeniyetinin Garba Tesiri başlıklı bölüm, s. 215-223); Friedrich Heiler, Batı Düşüncesinde İslam'ın Tesirleri, çev.: Rekin Ertem, İslam Medeniyeti, Yıl:1, Sayı:6 (15 Ocak 1968), s. 5; Bilime Yön Veren İslam Alim/eri, I-II, İstanbul 1996; M. Ali Kettani, İslam Bilimlerinin Geçmişine Toplu Bir Bakış, İslam Bilimi Tartışmalan (haz.: Mustafa Armağan), İstanbul 1990, s. 165- ı 84. Nimet Yıldırım, Yayılmasına Erzurumı997; Nazar,sadeleştiren: (4) Bkz. Sigrid Hunke, a.g.e., s. 479-483; A. Mehmed Çalışk,an, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve fortekizce'de Arapça, Farsça ve Türkçe Asıllı Kelime/er, İstanbul, 1996. Sadece İspanyolcaya geçen kelimeler için bkz.: Mehmet Özdemir, Endülüs Müslüman/arı, İlim ve Kültür Tarihi, Ankara, 1997, s. 164-165. (S) Tercüme konusunda bkz.: Hilmi Ziya ülken, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü,İstanbul1997; Bernard Lewis, Müslümanların Avrupayı Keşfi, s. 93-120 (6) Bu konuda bkz.: Lütfi Göker, Trigonometrinin Tarihi Gelişimi ve İslam Alimlerinin Yeri, İslam ve Bilim, İstanbul, 1993, s. 173-189. (7) S. Runciman, bu makalesinde, daha doğrusu bu konferansında, İslam medeniyetinin Avrupa'ya çeşitli alanlarda yaptığı tesirleri çok güzel bir şekilde özetlemiştir. Runciman'ın söylediklerine Gazali, İbn Arabi, Mevlana gibi büyük mutasavvıfların Batı düşüncesi üzerinde yaptığı etkileri de ekleyebiliriz. Özellikle Gazali'nin Descartes üzerindeki etkilerine dikkat çekmek gerekir. Son olarak Müslüman alimierin Fizik ilmine yaptığı katkıları, İbn Heysem(ö. m. 1039)'in Optik alanında ve ei-Cezeri'nin mekanikteki başarılarını, ayrıca İbn Haldun'un Tarih Felsefesi'nin kuruluşundaki rolünü da hatırlamak gerekir. (8) Genel olarak semavi dinler ve özellikle de İslamiyet ile Hıristiyanlık diyalog ve hoşgörü konuları son yıllarda, yaygın bir şekilde gündeme gelmektedir. Nisan 2000'de Urfa'da Hz. İbrahim Sempozyumu yapıldı ve üç büyük semavi dinin temsilcileri Sami tevhid geleneği üzerinde anlaşma zemini aradılar. Son olarak Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ı 5- ı 8 Mayıs 2000 tarihleri arasında "2000 Yılında Tarih ve Edebiyat Metinlerinde İslamiyet ile Hıristiyanlık Arasında Saygı ve Hoşgörü Sempozyumu"nu düzenledi. Biz de bu Sempozyum için "İbn Cübeyr Seyahatnamesinde Dinsel Hoşgörü " başlıklı bir bildiri hazırladık. arasında