ılahıyat f akultesı dergısı

advertisement
SÜLEYMAN DEMiREL ÜNİVERSİTESİ
.-
A.
•
••
•
ILAHIYAT F AKULTESI
.
.
DERGISI
Review of the Faculty of Divinity
University of Süleyman Demirel
Yıl
: 1994
Sayı
:1
İSLAM'DA TASA VVUF*
Prof.Dr.Abdülhamid MEDKUR**
Tercüme: M.Necmettin BARDAKÇI***
Giriş
Tasavvuf genel bir insanlık eğilimini temsil eder. Yeryüzündeki
bütün medeniyetlerde görüldüğü söylenebilir. Ruh -genellikle- sonu
gelmez arzulardan, maddenin· yoğun is tilasından tasavvufla teniizlenir ve aydınlığa çıkar. En yüksek kemal noktasına tasavvufla
ulaşır.
Çağdaş
tasavvuf araştırmacılan tarikatierin neredeyse aslından
ortak nokta ve ortak meselelere el atabilirler. Bu
araştırmacılar aynı zamanda; ruhi yönelişlerin kaynakları ile ilgili
olarak, ya da sosyal gerçeklerin zorlaması ile veya Allah' ın
diğerlerinden ayrı olarak insana verdiği anlayış, özellik ve üstünlük-.
lere bulaşmış, tasavvufu çepeçevre kuşatmış olan etki ve tesirler
sebebiyle bazı belirgin problemlere de eğilebilirler. Bir kısım
Müslüman tasavvuf şeyhleri; "Allah' a giden yollar salikierin (o
yolda gidenlerin) sayısıncadır" diyorlar.
uzaklaştığı
Bu çalışma iki önemli konuyu içine almaktadır. Birincisi;
Müslümanlada tasavvufun ilişkisi. Bu konu tasavvufu ortaya
çıkaran etkenleri, bazı müsteşriklerin açıklamalarmı tenkidli bir
şekilde tartışarak başlamaktadır. İkincisi ise; Tasavvuf konusunda
müslümanların konumunu ana hatlarıyla belirlemektedir. İki konu
birbirleri ile tam bir ilişki içindedir. Çünkü Tasavvufun ortaya çıkış
sebeblerini tesbit etmek; bir yönden tasavvufun tabiatma ışık tutar,
aynı zamanda başlangıç olur. Diğer taraftan müslümanlar açısından
hükümler ve konumlar itibariyle tasavvufun bazı.üslupları hakkında
giriş yapmak mümkün olur.
**
Makalenin aslı."Lemhatün an'it,Tasavvuf ınde'l-Müslimin" (Neş'etühü ve
Mesadiruhü ve mevkıfu'l-Müslimine minhü) dür. El-Müslimü'l-Muasır isimli
derginin Şubat 1992 tarihli 60. sayısının 113-149 sayfalan arasında yayınlanmıştir,
Prof.Dr.Abdu'l-Hamid Abdü'l-Mun'im MEDKÜR; Kahire Üniv. Daru'l-Ulfim Fak.
Felsefe-Kelam-Tasavvuf kürsüsünde öğretim üyesidir.
Süleyman Demirel Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi
278
M.Necmettin BARDAKÇI
B urada
terkedildiği
takdirde metod
yanlışlıklanna,
ilmi hatalara
düşülebilecek çok önemli bir gözlem yapmalıyız. Bu gözlem İslam
toplumunda ortaya çıkan tasavvufla ilgili bakış açılan üzerindedir.
Bu, bin yıldan daha fazla bir zamanı, uzun bir tarihi süreci içine alır.
Zaman açısından uzunluğuu, mekan açısından genişliğini de beraberinde getirmektedir.
Tasavvufun ortaya çıkışı ve eski kültür ve medeniyete sahip
toplumlarda yayılması neticesinde onlardan etkilenmiş olmasına şaşılmamalıdır. Çünkü mutasavvıflar ruhi tecrübelerine
.bunlann gölgesi altında girmişlerdir. Tasavvuf; tertip ve düzenine,
geleneklerine, düşünce ve fikirlerine bunların neticesinde varmıştır.
Tasavvufu tarihi yönden incelediğimizde, bu gözlem bize hem yol
gösterir, hem de zorluğunu beraberinde getirir. Belki de bir kısım
araştırmacılarm yaptığı gibi uzun bir zaman, geniş bir coğrafya içerisinde tek bir sebeble, yalnız bir açıdan bakarak tasavvufun ortaya
çıkışını ve gelişmesini açıklamak bizi hataya düşürebilir. Çünkü bu
çeşit bir araştırma, mevcut gerçeklerin tabiatı ile ve ilmi, doğru
çeşitli
çalışma mantığıyla birleşmez.
Bunun anlamı şudur: Kim böyle tek yönlü hazırlanmış bir
çalışma ile karşılaşırsa geniş bir şekilde onu değerlendirmeli, çeşitli
yönle~den ondaki tesirin en uzak sebeblerini, esaslardan hiç birisini
kasten bozmadan; hatta çıkacak neticeler araştırmacının kendi
düşüncesine ters bile olsa, tarafsız bir şekilde araştırmahdır.
Araştırmacılar -bununla birlikte- konunun aradığı ilmi metodu
gözetmelidir. Hükü·m verirken acele etmemelidir. Genelleştirmesi
doğru olmayan bir şeyi umumileştirmemelidir. Bu şekilde yapılan bir
çalıŞma gerçekiere uygun son derece insaflı, kişisel isteklerden
kesinlikle uzak, çalışılan konulann tabiatma en uygun prensipleri
getirir. Bu şekildeki-bir çalışma belki de kendisine lazım olan en
açık sonuçlan verir.
·
Bu
çalışmamızda
bu iki problemi
kısaca inceleyeceğiz.
I- Müslümanlara Göre Tasavvuf
Ortaya Çıkışı ve Kaynaklara
Tasavvufun ortaya
çok önemli işlerden
çıkışı ile
sayılır.
ilgili sözler müslümanlar nazannda
Bu mesele uzun zamandan beri
İslam' da Tasavvuf
279
araştırma
konusudur. Müsteşriklerin bu konu ile ilgili
sonra, tasavvufla ilgili çalışmalara yeniden
başlandı. Tasavvufun doğuşu, ortaya çıkış sebebleri, ona tesir eden
unsurlada ilgili zıt görüşler, ihtiHiflar çoğaldı, bakışlar farklılaştı. Bu
görüşlerden bir çoğu ister tasavvuf lehine olsun, isterse aleyhine
olsun taassubun pençesinden kurtulamadı. Aşağıdaki şekilde bu
meseleyi açıklamaya çalışacağız.
araştırmalarından
Genel olarak tasavvufun; bir kısmı dahili, bir kısmı yabancı olmak üzere çeşitli tesir ve unsurlardan etkilendiğini söylemek mümkündür. Bu tesirler tasavvuf ilmi -nazari olarak- temayüz edip, mükemmelleşmeye yüz tutup, fıkıh, ilm-i kelam, hadis v .b. gibi İslami
ilimlerden ayrılınca etkisini gösterdi. Ayrıca-ameli yönden de- ahlak
ve terbiye yollan ile de diğerlerinden ayrıldı. Böyle bir ilmin bir anda
ortaya çıkması normal değildir. Kısa bir zaman içerisinde metodunu
kurup, problemlerini çözüp mükemmelleşmesi de mümkün değildir.
Bu ilmin olumlu bir şekilde gayesine ulaşması ve gelişebilmesi,
sayılan etkenierin meyvesini vermesi için biraz zaman olması gerekmektedir.
Tasavvufun kendisinden doğduğu zühd, onun için tabii bir çev..
redir. İbn u '1 -Cevzi (tasavvufu; Telbisü İblis adlı eserinde ençok
tenkid eden şahıslardan birisidir) bu konuya şöyle işaret ediyor:
"Sfifiyye zahidlerdendir: Ancak zahidlerden farklı sıfat, durum
ve özelliklerle ayrılır. Tasavvuf; başlangıcı külli zühd olan bir yoldur"! . Bunun için tasavvuf tarihi ile ilgili araştırmacıların ilgisi, tasavvufun başlangıcında ve varlığında açık tesiri olan bu geçmiş döneme yönelmiştir.
Zühdün
Müslümanlara göre Zühd;
bebbere dayanır.
Doğuşu
aşağıda işaret edeceğimiz çeşitli
se-
a) Dini Sebeb:
Bu.nunla
ve
Müslümanların
Rasulullah'ın
Zühde yönelmesinde etkili olan Kur'an
sünneti kastedilir. Dünyayı ve lezzetlerini çirkin
İbnu'I-Cevzi (Ebu'I-Ferec), Telbisü İblis, tarihsiz, sh.l55
280
M.Necmettin BARDAKÇI
görme, onun nimet ve şehvetlerine kapılmama, lezzetlerinin gelip
geçici olduğu anlaşılır. Dünya nimetlerine aşın derecede önem vermek, onlarla çok fazla meşgul olmak, kişiyi bir çok hayn işlernekten
alıkoyar. Ölümsüz alemde de kötü bir sonuçla karşılaşmakla tehdit
eder.
Kur'an-ı Kerim'i okuyan kişinin, birçok ayet-i kerimeDin bunlardan bahsettiğini ve ahiret hayatma önem vermenin zarfiriliğine dikkat çektiğini bulması kaçınılınazdır. Şu ayetler bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda
bir övünme ve daha çok mal ve evlad sahibi olma isteğinden
ibarettir. Tıpkı yağmurun bitirdiği ve ziraatçılarm da hoşuna giden bi
bitki gibi, önce yeşerir sonra kurur da, sen onun sapsan olduğunu
görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azab vardır.
Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı
aldatıcı bir geçinmeden başka bir şey değildir" (el-Hadid suresi;
57/20).
ve onun zinetini istemekte ise onların
orada onlara tam olarak veririz ve onlar orada hiç
bir zarara uğratılmazlar. İşte onlar ahirette kendileri için ateşten
başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir. Yaptıklan boşa gitmiştir,
halen yapmakta olduklan şeyler de zaten batıldır". (Hı1d suresi,
11/15-16)
"Kim dünya
hayatını
işlerinin karşılığını
"Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını verir, sonra da onu kınanmış
ve mahrum bırakılmış olarak gireceği cehenneme sokarız. Kim de
ahireti ister ve bir mürnin olarak kendine yaraşır bir çaba ile o gün
için çalışırsa, işte bunların çalışmalan makbüldür". (el- İs ra suresi,
17/18-19)
Bu konu ile ilgili olarak daha birçok ayeti kerime vardır.
Yine
Kerim'de zenginlerden, yeryüzünde kibirlenenlerden, dünyaya, mala ve eviada güvenmekten bahseden ayet-i kerimeler
vardır. Bu ayetler bu kişilerin zenginlik ve mal mülk sebebiyle -içine
düştükleri durumları; Allah'a şirk koşmaktan tutun da, nimetlerine
karşı nankörlük, ahireti inkar , Allah'ın haklarını yerine getirmede
kusur ve eksiklikleri hatırlatır.
Kur'an-ı
islcım' da Tasavvuf
281
Bu ayetlere örnek olması açısından; Allah'ın haklarını yerine
getirmekten bahseden ayetler Kasas (28) sm·esinde, Karundan
bahseden ayetler Nun (68) suresinde, Cennet sakinlerinden bahseden ayetler Kehf (18) suresinde, iki bahçe -bostan- sahibinden bahseden ayetler Tevbe (9) suresinde yer almaktadır. Yine.Allah'a söz
verenleri . içine alan Tevbe (9) suresi 75. ve 77. ayetler de
sıralanabilir.
·
"Onlardan kimi de "Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz salihlerden olacağız!"
diye Allah'a andiçtiler~ Allah lütfundan onlara verince, onda cimrilik
edip yüz çevirerek sözlerinden döndüler. Nihayet, Allah'a
verdikleri sözden döndülq.erinden ve yalan söylediklerinden dolayı
Allah, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar onların kalbine nifak
soktu".
Hz.Peygamber'in sünneti de aynı doğrultuda gelmiştir. Onun
sözlerinde bununla ilgili hadisleri bulabiliriz. Bu hadisler Rasulullah
s.a.v. 'in Zühd hayatının basitliğini ve dünya nimetlerini terki arneli
olarak gösterdiğini, mal ve mülkten, dünyanın güzel nimetlerinin
fayda ve genişliğinden uzaklaştığmi vurgular.
Sünnetinde açlığa sabır, aza kanaat, yeme, içme ve giyinme ile
diğer işlerinde tavazu, başkalarım kendisine tercih etme gibi
davranışlan gösteren hadis-i şerifler vardır. Müminlerin anneleri
olan hanımlan bir ay süreyle evlerinde ateş yanmadığıni anlatırlar.
Yemeleri de iki siyah; yani hurma ve sudan ibarettir. Rasulullah
s.a.v. bir hasırın üzerinde uyur, hasırın izleri sırtında belli olurdu.
Ömer r.a. Rasululhih s.a.v.'i bu durumda gördüğünde:
- "Ya Rasulallah! Kisra altın ve gümüş kaplarda yeyip içtiği
halde sen niçin böyle davranıyorsun? diye sorunca, Rasulallah s.a.v.
şöyle buyurdu; ·
- "Onlar dünyada iken onun nimetlerine ve güzelliklerine
acele ettiler.;'2
kavuşmakta
Zühdle ilgili olarak Rasulullah s.a.v. in
delillerden biri de müminlerin anneleri olan
2
Ahmet b. Hanbel, el-Müsned,
Mısır,
hayatındaki
hanımlan,
1956, C.l3/15, hadis no:795
en çarpıcı
yeyip içme
282.
M.Necmettin BARDAKÇI
konusunda daha geniş ve daha kolay olan birşeyler istediklerinde,
Peygamber efendimiz tam bir ay onlardan uzaklaştı. Daha sonra
Allahu Teala şu ayetleri indirdi:
"Ey peygamber! Hanrolanna şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini
ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim
de, sizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah 'ı, peygamberini ve ahiret
yurduriu diliyorsamz. bilin ki, Allah içinizden güzel davrananlar için
büyük bir mükafat hazırlamıştır". (el-Ahzab suresi, 33/28-29)
Bu iki ayette peygamber. hanımlan dünya nimeti ve süsü ile,
Rasulullah s.a.v.'in yanında sıkıntılı, zor hayat şartlan arasınc}a
serbest bırakılmışlardır. Onlar da Allah'ı, Rasülünü ve ahiret hayatını seçtiler. Rasulullah s.a.v.'in Allah için ve ahiret nayatına
hazırlık olarak seçtiği bu zor hayat şartlarını onunla paylaştılar3.
Rasulullah s.a.v. Rabbine kavuştuğu zaman geride ne bir dinar,
ne bir dirhem; ne bir koyun, ne de bir katır bırakmadı. Hatta bir şey
bile vasiyet etmedi. Çünkü O dünya ve dünya malı konusunda şöyle
derdi:
- "Benim ve dünyanın benzeri, çok sıcak bir günde, bir yolcunun
sefere çıkıp, öğle vaktinde bir ağacın gölgesinde oturması, sonra da
kalkıp yoluna devam etmesi gibidir"4.
Rasulullah s.a.v. bir gün ashabıyla ölmüş bir koyunun yanından
geçiyordu. Ashabına: "Bunun sahibinin yanmda değersiz olduğunu
biliyorsunuz; değil mi?" diye sordu. Sahabe: "Evet ya Rasulallah"
·dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Muhammedin nef~i kudret
elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; şüphesiz ki dünya Allah'a
sahibinin yanında bu ölmüş koyunun değersiz oluşundan daha da
değersizdir"5.
Sahabenin çoğu bu ilahi nübüvvet yolunda yürüdüler. Zühdü
tercih ettiler. Sıkıntılı ve tevazu dolu bir hayatı seçtiler. Sahabenin
ileri gelen büyüklerinin hayatını okuyanlar bunu bilirler. Osman bin
Afvan ve Abdurrahman bin Avf gibi zenginler de bunlar arasındadır
3
4
5
Ahmed b. Hanbei,Kitabu'z-ZUhd, Mısır 1400 h. sh.4,12,22,129
Ahmed b. Hanbel, Kitabu'z-ZUhd, Mısır 1400 h. sh.4,12,22,129
Ahmed b. Hanbel; Kitabu'z-ZUhd, Mısır 1400 h. sh.4,12,22,129
· İslam' da Tasavvuf
283
ve iyilik işlerinde, ordunun savaşa
, fakir ve muhtaçlara tasaddukta harcadılar. Şahsi
ve aile hayatlannda ise· zenginlerin yaşadığı gibi nimetleri saçıp
savurarak yaşamadılar. Osman bin Afvan kendisinden
bahsederken: "İnsanlara aşevinden yemek verir, kendi evine
geldiğinde sirke ve yağ yerdi" diye anhı.tır6. Abdurrahman bin Avf ·
ise; Allahu TeaHi'nın rızasına kavuşmak için çokca tasadduk
ederdi?.
ki bunlar
mallarını hayır
hazırlanmasında
Sahabe döneminde Zühd, hayatın göstergesi idi. kendilerinden
sonra gelen tabiun nesli bunu şu şekilde ifade ederdi: "Sahabenin
helalden sakınması, kendilerinden sonra gelenlerin haramdan
kaçınmasında daha fazlaydı"8. Onları harama düşer korkusuyla on
helalden dokuzunu terkeden insanlar olarak vasıflandınrlardı. Bu
Zühd'le sıkı bir ilgisi olan vera'dan ileri gelmekteydi; Tabiundan
olan Hasan-ı Basri sahabeyi anlatırken:
'Vallahi bir topluluğa yetiştim, onlardan bir çoğu ile sohbet
ettim. Onlardan hiç biri dünya nimetlerinden bir şeyle övünmezlerdi.
Kavuşamadı.kları her hangi bir şey için de üzülmezlerdi. Bütün bu
nimetler onların gözünde topraktan daha değersizdi"9.
-
1
Bu kısa açıklamanın ışığında, zühdün doğuşunda dini motifterin
tesirinin azlığından bahseden bir kısım görüşleri reddetmemiz
mümkündür. Nicholson ve Goldziher de Zühdün İslam'ın özelliklerinden ve temellerinden olmadığı görüşündedir. Onlara göre İslam
dünyaya hakim ohria ve onu yönetme düşüncesini temel alır. Bu
düşünce Zühd hayatı ile çelişki içindedir. Aynı zamanda İslam ruhhanlığı kötülemiştir. Kur'an'da zühd kelimesi bir yerde geçmekte ve
süfilerin kullandığı manada kullanılmamıştı.
Bu tutum, böyle düşünenleri hicri birinci asır ve sonraki dönemlerde Zühdün doğuşuna Yahudi ve Hristiyan örf-adetleri ve
gelenekleri ile siyasi ve sosyal sebebierin tesir ettiği düşüncesine
sevketmiş tir.
6
7
8
9
Ahmed b. Hanbel, Kitabu'z-ZUhd, Mısır 1400 h. sh.4,12,22,129
İbnu'I-Cevzi, a.g.e. sh.l74, 175.
el-Mekki, (Ebu Tali b), KutU 'l-Kuh1b, Mısır, 1961, l/517 ,538; İbn Haldun,
(Abdurrahman) el-mukaddine, Mısır, Tarihsiz, sh.439.
Ahmed b. Hanbel, ez-zUhd, 285
284
M.Necmettin BARDAKÇI
Bu konuda İslam'ın temel özelliklerinden olan itidale yönelip;
yabancı kaynaklı olması muhtemel olan yalan ve mübalağadan
kaçımrsak, bu görüş sahiplerinin yukandaki ayetlerden ve Zühd hayatına çağıran, ona yöneiten birçok hadis-i şeriften gMil olduğunda,
haberinin olmadığında şüphe yoktur. ·Örnek sadece sözlerde değil,
aynı zamanda Mekke'de ve Medine'de indirilen Kur'an ayetlerinin,
hadis-i şeritlerin içine aldığı ruh iledir. Rasulullah s.a.v. ve ashabının
hayatındaki arneli tatbikat bunu te 'kid eder.
b- Siyasi Sebeb
Burada siyasi sebebten kastedilen; HiHifet makamı, ya da devlet başkanlığı meselesi etrafında, Müslümanlar arasında cereyan
eden harblerin oluşturduğu ·sebeblerdir. Bu harbler Osman r.a. döneminin sonlanndaki fitne hareketi ile başladı. O'nun şehid edilmesi
ile son buldu. Daha sonra Ali bin Ebi Talib r.a. döneminde korkunç
bir şekilde alevlendi. Müslümanlar hırslı bir şekilde birbirlerini öldüren tırkalara aynldı. Bir kısmı Ali r.a. ile, bir kısmı Muaviye r.a., ile,
bir kısmı da Talha r.a. ve Zubeyr r.a. ile beraber idi.
Hakem olayından sonra Ali r.a. ın ordusu parçalandı ve hariciler
ortaya· çıktı. Sahabenin ileri gelenlerinden bir kısım fitneden
kaçmmak, huzur ve selameti seçmek, müslümaniann öldürülmelerinden ve tehlikelerden korktukları için bu savaşan fırkalardan uzak
durdular. Ali r.a. döneminde ve onun şehid edilmesinden sonra bu
düşüncede bazı topluluklar mevcuttuıo.
Bunlara "ilim ve ibadetle meşgul olacağğız" dedikleri ev ve
mescidler gerekli idi. Belki de bunlar zihinlerinde Rasulullah s.a. v.
'in fitnelerin zuhurundan bahseden bazı hadislerini hatırhyorlardı.
Fitneden, kurtuluş yolunun ne olduğu sorulduğunda birkısım hadislerinde şöyle buyuruyordu: "Dilini tut, evin geniş olsun, günahlarını
anarak ağla"ll.
İslam'ın ilk dönemlerinde başlayari bu savaşlar kısa sürmedi.
Daha sonraki dönemlerde birçok sebeble uzadı. Bu savaşiann bir
kısmı müslümaniann ehl-i sünnet, şia ve hariciyye olarak bölünmesi
10
İbn Teymiyye (Ahmed b.Abdül'l-Halim) ei-Fetava, Riyad, 1398 h.4/439; Ebu'l-Vela
11
et-Teftazani Medhal ila't-Tasavvufı'J-İslami, Mısır, 1979, sh.69
Ahmed b. Hanbel, ez-zühd, 15
İslam' da Tasavvuf
sebebiyle, bir
kısmı
da
bazı
yönetici ve valilerin
285
uyguladıklan ırkçı
tutumları yüzünden uzamıştır. İslam Tarihi sayfalan Yerhenlilerle
Mudarhlar ve benzerleri arasında olan savaş haberleri ile doludur.
Ayrıca idarecilerin mevali ordular kurarak kendilerine güvenip
dayandıklan
çeşitli
milletler arasında da çarpışmalar
olmuştur.Bunlara örnek olarak İranhlar, Türkler, Sudanlılar ve
benzerleri gösterilebilir.. Bazen de harbler devletin haricilerin,
zencilerin ve batinilerin (Karmatiler) eline geçmesi sebebiyle
çıkabiliyordu.
Bu fitneler insanlardan bir kısmının, hayatın gürültüsünden
uzakta kalmalanna tesir etti. Fitneye düşmekten çekinerek, huzur
ve sükunu tercih ederek, müslümanlara zulmetmekten ve onların
kanını akıtmaktan kaçarak, bir çeşit uzlet içinde hayatlarını devam
ettirdiler.
c- ·Sosyal Sebeb
Bundan kastedilen sahabe döneminde ve onları takibeden tabifin döneminde bilinmeyen hayat tarzlannın ve çeşitli gidişatın ictima1 hayata aniden girmesidir. O dönemde sahabe ve tabinn'un hayatı;. yeme-içmede, giyim ve rheskende ve diğer işlerde basitlikle
temayüz etmişti. Sosyal hayatta, tedricen diğer değişikliklerle birlikte birinci hicri asrın başlarındaki örnek hayat tarzından uzaklaştı.
Bundan önceki dönemde hoşa gitmeyen, alışılmamış hayat tarzlannı; yernede içmede ve. davetlerde kokuşmuşluk buluruz.
Çirkinliklerin her türlüsünü; içki,' şarkı, dansöz görürüz. Bu
değişiklik ve bozulmada İranlılar gibi bazı milletierin büyük tesiri
vardır. Rahat ve konfor, haddi aşma ince şuuta çarpan çeşitli
şekillerle ortaya çıktı. İhtiyaç sahipleri, fakirlik ve miskinlik
çoğalmaya başladı. Nişan ve düğün merasimlerinde yüzbinlerce,
hatta milyonlarca altın ve gümüş (dinar ve dirhem) dağıttıklarını
işitiyoruz. Bazen halifeler içinde (Me'mun gibi) hanımına mehir olarak; her birinde ikiyüz ölçek (rıtl) anber mumu yakılmış bin yakut
taş verdiğini, altınla dokunmuş mefruşatla evini döşediğini, babasına da (Me'mun'un veziri Hasan bin Sehl) zifaf gecesinde elli
milyon gümüş verdiğini görüyoruz. Aynı şekilde12 halife Muktedlr
12
ez-Zehebi, (Şemsüd-Din), Düvelü'l-İsHim, Mısır, 1974, 1!129; tahkik: Fehim Şeltüt,
Muhammed, Mustafa İbrahim
286
M.Necmettin BARDAKÇ!
beş oğfu için yaptığı düğün törennde altı yüzbin altın harcamıştır.
Halife Muiz'üd-Devle onüç milyon gümüş harcayarak bir saray
yaptırmıştır. İki milyon altın harcayıp yaptırdığı sarayda oturmadığı
söylenir B. Halife Müttaki'nin oğlu ile Nasırud-Devle el-Büveyhi'nin
kızının düğün merasiminde mehir olarak beşyüzbin gümüş verilmiş,
bin altın da bağışlanmıştır14. Bu müsrif ve fahiş harcama, halifelerin,
yöneticilerin, akrabalannın ve toplumun yüksek tabaka insanlannın
haberlerinde karşılaştığımız acayip ve dehşetli haller, hilafetin
birimleriyle içiçedirl5.
O dönemde bunlar konforlu rahat bir hayat sürerlerken, halkın
hayatm zorluklan ve sıkıntılan ile mücadele ediyorlardı.
Birbirini takib eden çeşitli zorluklarla; ki bunlar veba, hastalıklar,
haddi aşmalar, en basit sebeblerle ve değişen şartlada manann
müsadere edilip yağmalanması, bazen de devletin kendileriyle
savaşmak zorunda kaldıklan hırsızların ve eşkiyamn bu malları
çoğunluğu
çalması şeklinde sıralanabilir.
Bu tarihte -özellikle Abbasilerin idaresi
altındaki
dönemde-
İsHim toplumundaki nimet ve servete ek olarak, bu hastalıklarda
herhangi bir
değişiklik olmadı.
Aksine,
değişim
içtimai
hayatın
çeşitli yönlerini içine alıyordu. Halife Mfihtedi'nin (Ö:256 h.) -kendi
müslümanları hicri birinci asnn başianna yaklaştırmaya
Rasulullah s.a.v., ehl-i beyt ve raşid halifeler dönemindeki hayat modeline onları taşıması bu değişikliğe delil değildir. Bu
halife içkiyi, .şarkıcıhğı (dansöz) yasakladı. Giyim-kuşam, yeme ve
içmeyi azalttı. Halifeliğin hazinelerinden altın ve gümüş kapları
çıkardı. Piyasada altın ve gümüş (dinar ve dirhem) çoğaldı. Halife
el-Mühtedi geceleri teheccüd namazı kılıyor, namazı uzatıyor, kıldan
örülmüş bir cüppe giyiyotdu.
döneminde
çalışması,
oldu? Onun bu yumuşaklığı halka ve
geldi. Halifelik müddetini uzun bulup onun
döneminden bıktılar. Bir hile ile onu öldürdüler. Onun yapmak
Neticede
ne
yakınındakilere ağır
13
14
İbn Kesir (Ebul-fida İsmail), ei-Bidaye ve'n Nihaye, ı 1/122,237
Miskeveyh (Ebu Ali Ahmet), Tediıilbü'l Ümem
1915, 6137; İbn Kesir;a.g.e.',
11/169,
280, 312.
15
İbn Kesir, a.g.e., 11!127, ı 28, 159, ı 75, 182, 322: ez-Zehebi, a.g.e., 144, 154, 160, 164;
Ahmet Emin, Duha'l İslam, 1977, 16115, 125-127
İslam' da Tasavvuf
287
----~-----------------------------------
istediği iyilikler·
ayıpladılarl6
1
söküp
aldılar.
Bir süre sonra onu bu yüzden
. Bu şartlar b·
Kimisi Zühd .. ırçoğunu Zühd kapısını çalmaya sevkediyordu.
olamamışlardı. u zaruretten dolayı seçiyor; Çünkü zengin
yoUlada malla:rıV C\ d~ zengi~ ol~~şlar fakat, müsadere veya başka
zühd hayatını s eı:ennden gıtmıştı. Onlar da bu duruma razı olup
~öz olan "is~Çtıl_e!~ 7 . Belki de bunlar kendilerini me~hur
bir
ınandırmışlardı~ edıgın olmazsa var olanla yetın" sözüne
.. .
.
Bir kısmı di
ramlardan kaÇar llctarh~ta~ dol~yı ve şehvetlerin ~irkinliğinden, harek seçtiler. Bu ~· ahıretı tercıh ederek ve Allah m rızasını isteyenaktan ibarettir. ()nuda onlar şöyle. derler. "Bize göre dünya üç koramlann cezası l-lelal, haram ve şüpheliler. Helalların hesabı, hakendine Iüzumı~ §üp belilerden dolayı da kınama vardır. Dünyada
kimse bizim za~ ~lam al". B.ir .b~ş~a~ı da şöyle diyor: "Şayet bir
<tnımızda (Hıcn ıkıncı asrın sonlarında) zühde yönelecek olursa
konusunda iki zahid olarak anılan Ebu Zerve
Ebu'd-Derda gib _
. bize göre zühd k: • olur. Niçin? denilirse şöyle cevap verir. Çünkü
Katıksız helal ise bugün bilinm em ektedir" i 8 q:tıksız helalde olur.
.
.
Böylece zühıcı
~.ara karşı bir tep
.
.
~lk dönemi.~ başlannd~i hayat tarzında~ s~pma­
once yaşayan! ct~~. olarak, zuhd ve vera konusunda kendılerınden
Haldun 'un tasav""':t-a benzerneye Çalışmaktan doğmuştur. İbn
buluruz. İbn Halct "-ıfun' doğuşu ile ilgili bir sözünde buna yakınlık
yalnız AUahu T~~n şöyle diyor. "Bu yolun aslı; ibadete yönelmek,
çoğ·unluğu~ alışt ~la'ya bağlanmak, dünyanın. altın ve süsünden,
t?dını alan ahlak:t • ~ı .~ezzet.' mal ve nüfUzdan kaçmmak, ibadetin
fın genellikle yap~ ~ıgerlerın~en f~r~lı. ~~m~tır. Bu sahab~ ve selelerde dünyaya m~ IJ?I şeylerdır. ~ıcrı ıkıncı asır ve sonrakı dönem. :::Yıl yayıhnca, ınsanlar dünyanın karmaşasına yö16
17
18
ei-Mesudi (Ebu!~
.
·
Tarih adlı eserini;__ ~asan Ali b. ei-Huseyn): Mü~cü'z-Zeheb, İbn Esir'in el-Kamil Fi'tAhmed Emin nu.__ kenannda, 9/217,220; Ibn Esır, a.g.e., 11/22,23
tercüme: Muhaın- ~a'l-İslam, 1, 132, 133, Zuhru'I-İs!Ham, 1977, 2/10, 57; Adam Mitz,
rabi el-hicri, 194 i ~ed abdü'I-Hiidi Ebu Ride, el-Hadaratü'I"İsHimiyye fi'I-Karni'rel-Mekki, a.g.e. 2.1~ 2/64-67
~99
288
M.Necmettin BARDAKÇI
nelince, ibadete rağbet edenler de Sufiyye ve (özel olar~k)
ismi ile anılmaya başladılar"19.
Mutasavvıf
Zühdün (burada) ortaya çıkıp yayılması normal bir durumdur. O
-bir yönden- kendinden önceki dönemde takva ve güzelliklerle
yaşamış örnek insanların yolundan yürür, bir. yönden de ·bu örnek
hayattan uzaklaşmış olan bu pis hayata katılmayı, onunla içiçe olmayı reddetmek sayılır. Bu gidişat ara sıra bazı toplumlarda zenginlik, mal ve servetle yakın bir ilişki içinde olabiliyordu. Şayet bu
mal-mülk ve zenginlik örnek ahlak temelleri üzerine kurulmamışs~
bu idealist, eşsiz insanlar bu nimetleri reddediyor, onlardan
uzaklaşıyordu. Allahın hoŞnutluğunu ve kalb huzurunu servetten
uzak durmakta buluyorlardı20.
·
Zühdün doğuşu yukarıda anlattığımız dini, siyasi ve içtimai sebeblerin biraraya gelmesi neticesinde olmuştur.
Burada şuna işaret etmek gerekir; Sadece zühd gaye değildir.
zamanda o, örnek toplum hayatının kurulmasında lüzumlu olan.
· diğer hedefler için bir vesiledir. Çünkü zühd haramlardan k~çmak,
şehvetlerden uzaklaşmak için insana gerekli olan bir yoldur. Insanın
bunu gerçekleştirmesi için hareket ederken ve dururken, Allah'ı murakabe etmesi,·nefsini de bilmeden n:ikına haram kanşır korkusuyla
kazancından dolayı hesaba çekmesi gerekir.
Aynı
. Zalıidler sadece b\l kadarıyla yetinmezler. Aynı zama.nda
zühdde ibadet ve taate bir yol bulurlar. Çünkü zahidler mutlak olarak dünyadan ve onun şehvetlerinden kaçınınakla iktifa etmezler.
Bunu sonsuz hayata hazırlık için başlangıç noktası olarak alırlar.
Sufilerden birisi buna. şöyle diyerek işaret eder: "Kim dünyada zahidlik yapar ve haddi aşmazsa ralıatlık için acele etmiş sayılır. Onun
. ahiret işleri ile de meşgul olması gerekir"2 ı. Bazısı da; "zühd,
Allah'dan baŞka her şeyle meşguliyeti terketmektir" diye tarif
eder"22,
·
19
20
21
22
İbn Haldun, a.g.e. 439.
.
,
Cafer (Muhammed Kemal) et-Tasavvuf; tarikan ve tecrübeten ve mezheben, 1970,
sh.20; Cafer, el-Akide ve'ş~Şeria fn-tslfun, 146, 147
el-Gazali (Ebu Hamid), İhyau Ulum'ud-Din, dört cilt
el-Kuşeyri (Ebu'I-Kasım Abdü'l-Kerim), er-RisaleW'l-Kuşeyriyye, 1966, 1/195;
tahkik:. Abdü'I-Halim Mahmud, Mahmud b.Şerif
İslam' da Tasavvuf
289
Şayet
zi.ihd dünyadan kaçınınakla yeterli olursa, onun önünde
ibadet ve taate yönelme bulunur, başka bir şey bulunmaz.
Zahid Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerde Rabbinin razı olduğu ve
kendisinin yapacağı işleri bulur. Allah'ı zikir, nimetlerini tefekkür,
kitabını okuma, tesbih, istiğfar, Allah'a ibadette istikrar, geceleri
seher vakitlerini ihya, gündüzleri oruç tutmak gibi yüce değerler
onun önündedir. İşte bunlardan bahseden Kur'an-ı Kerim ayetleri:
yalnız
"Dikkat edih ki Allah'ın veli kulları için korku yoktur ve onlar
üzi.ilmeyecekler de. Onlar iman etmiş de takvaya ermiş olanlardır"
(Yunus suresi, 10/62-63)
"Tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar,
rüku edenler, secde edenler, iyiliği ernredip kötülükten alıkoyanlar
ve Allah'ın sınırını koruyanlar. O mürninleri müjdele" (Tevbe suresi, 9/117)
"Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mürnin erkekler ve
mürnin kadınlar, itaat eden erkekler ve taate devarn eden kadınlar,
doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden
kadinlar, rnütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan
kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çok zikreden
erkekler ve zikreden kadınlar, Allah bunlar için bir mağfiret ve büyük bir müldifat hazırlamıştır" (Ahzab suresi, 33/35)
Kur'an-ı Kerim'de buna benzer ayetler çoktur. ibadetlerden ve
müslümanların
özelliklerinden bahseden ayetler zahidlerin gözleri
önündedir. Bu ayetlerin tatbikatını da sahabe'nin ve onları güzel bir
şekilde takip eden tabiun'un hayatında buldular. Bu dönemdeki zahidlere; Abbad (Allah'a çok ibadet eden), Nessak (iyilik ve güzelliklerle Allah'a yaklaşan), Fukara (Fakirler), Kurra (çok Kur'an
okuyanlar) gibi çeşitli isimler verilmiştir. Onlar İbnu'l-Cevzi'nin
dediği gibi alirnlerve ehl-i Kur'an'dır.
Tasavvufun
Doğuşu
Zahidlerin de içinde bulunduğu bu taife .arasında zühd yeni
oldu. Ona yeni bir isim verildi ki o da tasavvuftur.
Kendilerine sftfiyye denilen yeni bir taife oluştu. Bu gelişme dahili
ve harici izlerle irtibatlıdır. Hicri ikinci asrın başlarına ya da ortagelişmelere şahid
290
M.Necmettin BARDAKÇI
lanna kadar götürebileceğimiz görüntüler şunlardır: Bu zabidler yün
giymeyi tercih ettiler. Çünkü yün tevazunun şian, salihlerin giyeceği, dünya nimetlerinden ve süsünden yüz çevirmenin ve
kaçınmanın sembolüdür. Bu elbise onları diğer insanlardan ayırmaya
ve sufileri birbirinin yanında toplamaya başladı. Aralannda şeyh
olup onlan ıslah edecek kimseler temayüz etti. Bunlarda arkadaşları
arasmda ileri geçmelerini sağlayan bazı sıfat ve özellikler toplandı.
Bunların en önemli özellikleri; diğerlerinin ruhi tecrübelerini ve
çeşitli şartların oluşturduğu durumlarla kendisine ulaşan. sonuçlan
düşünüp bilmeye, kendisinin istediği öncelikli şeyleri gözetmeye,
Allah'ın izni ile muktedir olurlar. Bu şeyhlerin aynı zamanda ruhi
tecrübelerini, keşiflerini anlatmaları üzerlerine takdir edilmiştir.
Bunları anlatırken öncekilerin sözlerine dayanmazlar. Buradaki
sözleri
ruhi tecrübelerinden kaynaklanmaktadır.
Tecrübe ise özel bir ilimle
ulaşır.
kısmı
bazen bu bilgiyi açıklamaya kendisini mec~
hisseder. Kalbine dolan çeşitli his ve duygulan gizleyemez,
sanki o his -o anda- sanatçıların ya da şairlerin hissettiği bir duyguya '-'""'"""'.
Bundan dolayı
göğüslerinde kabaran
açıklamak suretiyle "rahat" bulurlardı. Hakim
bu konuda şöyle diyor:
"Hiç kimseden ~bir rivayet
Kendime nisbet etmek için de
bir şey yazmadım. Fakat ha.lim bana galebe ettiği zaman onunla teselli buluyorum"23.
Bunlar kalbierine gelen ilhamı yazmaya, ruhi tecrübe ve zevk-·
lerini, vecd hallerini anlatmaya başladılar. Bu ruhi tecrübeden bahseden risaleler ortaya çıktı. Bir kısım şeyhler tasavvuf hakkında
konuşmak için mescidlerde sfifiler arasmda oturmaya başladılar24 .
Bu şeyhlerin ilki Yahya Bin Muaz er-Razi (Ö:258 h.) ve Ebu
Hamza el-Bağdadi'dir. Ahmed bin Hanbel onun üstünlüğünü ve
faziletini itiraf eder ve meclisinde mutasavvıflarla alakah bir şey geçerse o'na: "Bu konuda sen ne dersin ey sfifi?" derdi25.
23
24
25
el-Kuşeyri,
a.g.e. 11127
ei-Mekki, Kı1tti'l, Kulı1b, l/388
es-Stilemi (Ebu Abdurrahman),
Nuru'd-Din Şurye
Tabakatifs-Sı1fiyye,
Kahire, 1953, sh.295; tahkik:
İslam' da Tasavvuf
291
Sfifiyye arasında böyle özelliklerin ortaya çıkması -daha sonraki- tarikatler tarafından temel olarak ele alınmıştır. Müridier ilminden faydalanmak, sohbetini dinlemek için onlardan her birinin etrafında halkalandılar ve onların yolunu takib ettiler. Bazen de bu
cemaatler şeyhlere nisbet edildiler. Sehliyye'nin Sehl Tüsteri'ye,
Muhasibiyye'nin Haris el-Muhasibi'ye, Tayfuriyye'nin Ebu Yezid
Bistamiye, Cüneydiyye'nin Cüneyd b. Muhammed el-Bağdadi'ye
vb. nisbet edildiklerini görürüz26,
~ütün
bunlar hicri üçüncü asır tasavvufunun özelliklerindendir.
bütün teracim (şahısların hayatını anlatan) kitaplarında
onların şeyhliğini ve makanlarını anlatan bölümler vardır. Bu kitaplarda: "Onun bilinen bir tarikatı vardır" veya "kendisine intisab
eden öğrencileri vardır" ya da "bu topluluklar ortaya çıktıklan yerlerin isimleri ile şöhret bulurlar" denir. Bu tarikat taraftarları birbirleri ile karşılaştıklannda, aralannda bazen münazara ve tartışma
yaparlardı. Buna şu örneği verebiliriz:
Yazılan
Bağdath
Şeyh 'ler
Ebu Hafs Nisaburi 'nin huzurunda
topland:ı:lar. (Ö: 270 h.) Ona fütüvvetten sordular. O da dedi ki:
"Sizler konuşunuz. Çünkü sizin için lisan ve sözden
· yoktur".
başka birşey
Seyyidü't-taife (bu topluluğun efendisi) olarak vasıflanan
Cüneyd'i Bağdadi (ö:297 h.): "Fütüvvet; görmenin yok olması, nisbetin terk edilmesidir" dedi.
Ebu Hafs: "Sözlerin ne güzel ama Fütüvvet bana göre; adaletin
yerine getirilmesi, hakkım istemenin terkedilmesidir" dedi.
Cüneyd-i Bağdadi şöyle dedi: "Ey arkadaşlar!
Hafs Adem 'e ve zürriyetine fazla gelmiştir"27.
Kalkımz.
Ebu
·
Fütüvvet konusunda İbrahim Edhem ile Horasandan gelen
Belhi arasında geçen konuşmada;
Şakık-ı
İbrahim Edhem: "Sizin oralarda fakirler (sftfiler) nasıl
·yaşarlar?"
26
27
es-Sulemi, a.g.e .. 47, 146, 147,280, 448,480
es-SUiemi, a.g.e. 117, I 18
292
M.Necmettin BARDAKÇI
Şakik,i Belhi:
sabrederler"
"Eğer
onlara verirlerse
şükrederler,
vennezlerse
İbrahim Edhem: "Bizim Belh'inköpekleri de böyle yaparlar"
Şaki.l{-i Belhi Ona: "Sizin fakirler nasıl yaparlar? Ya Eba İshak!
İbrahim Edhem: "Eğer onlara birşey verilmezse şükrederler.
Kendilerine
Şakik-i
birşey
verilirse onu
dağıtırlar."
Belhi onun alnından öptü ve
"doğru
söyledin ya
şeyh"
dedi2 8 •
El- Vasıti Nişabur'a geldiğinde Ebu Osman'ın müridlerine:
size neyi emrediyor?
sordu. Onlar da: "Şeyhimiz
bize ibadetleri güzelce yapmamızı ve ondaki kusurlan görmemizi
emrederdi" dediler. El- Vasıti: "Sizin işiniz mecusilerin istediği
şeylerdir. Siz ibadet ve taatlerde kaybolun. Onlann asıl veya illetya da mecrasım gönneyi bırakın" dedi29.
"Şeyhiniz
Bu şeyhler müridierine tavsiyelerini açıklıyorlar, tasavvufun
sülfik ve adab prensiplerini belirliyorlardı. Bazısı sözlü sohbetlerle
ve eğitimle yetinip kitap yazmıyor ve;
kitaplanm
müridlerimdir." diye ekliyorlardı30. Bir kısmr da kitap ve risale
yazıyordu. Hicri üçüncü asırda ve daha sonra birçok büyük
mutasavvıf bu şekilde şöhret kazanmıştı. Bunlar arasında; Haris elMuhasibi, Sehl Tüsteri, Cüneyd-i Bağdadi, el-Hakim et-Tinnizi ve
benzerlerini sayabiliriz.
Tasavvuf sahasındaki eserlerin en önemli hedeflerinden biri; tasavvuf yolundan sapanlara verdikleri cevaplardır. Bu hedef bir çok
eserin mukaddimesinde açık bir şekilde belirtilmiştir. Mesela;
Kelabazi'nin et-Taarruf, et-Tfisi'nin el-lum'a ve Kuşeyri'nin erRisalesi bunlar arasındadır. Önemli hedeflerinden bir diğeri de; metod ve giyim-kuşamlan ile farklı bir topluluk olmalanndan beri, mutasavv;ı.flara yapılan hücumlara karşı koymaktır.
28
29
30
el-Mekki, Kfitü'l-Kulfib, 2/404
el-Kuşeyri, er-Risale, 1/191, 192
Cafer (Muhammed Kemal), mine't-Türasi's-Sufi, birinci
tüsteri, Kahire, 1974, sh:26
kısım:
Sehl b. Abdullah et-
İslam' da Tasavvuf
293
eser veren bazı müellifler ise tarikatın
Geriel hatlan ile. prensiplerini belirlediler. Ayrıca kendi asırlarındaki diğer alimlerden; Fakihler,
Tefsirciler, Kelamcılar ve diğerleri hakkında mutasavvıfların
görüşlerini ortaya serıneye çalıştılar. Ebu Talib Mekki'nin "KOt'filKulOb" adlı kitabı bunlar arasındadır.
Tasavvuf
sahasında
esaslarını açıklamaya çalıştılar.
Böylece hicri üçüncü asır ve onu takib eden dönemde tasavvufun prensipleri belirlendi, güzellikleri açıklandı. Bu gelişme diğer islamiilimierin gelişmesi ile birlikte oldu.
İbn Haldun buna şöyle işaret eder: "İlimler yazılıp tedvin
edildiği
dönemde, fakililer fıkıh ve usülünü, Keamcılar akaid, müfessirler tefsir, diğerleri de kendi kitaplarını yazdıklarında, mutasavvıflar da kendi eserlerini yazdılar. Tasavvuf ilmi, tarikatın yalnız
ibadet olmasından sonra dini sahada tedvin edilmiş bir ilim oldu.
Onun hikmetleri insanların kalbierinden alınıyordu. Ayrıca kitaplara
toplanmış olan tefsir, hadis, fıkıh ve usulü ve benzerleri git>i
Tasavvuf ilmi de diğer ilimler arasına yerleştP ı.
·
İbn
Teymiyye şöyle der: "Basrada ilk ortaya çıkan ilim
zühd, çokca ibadet, Allah 'tan aşırı derecede korkma
vb. diğer cemaatlerde olmayan şeyler Basra'da görüldü. Bunun için
fıkıh KOfe'ye, ibadet ~asra'yanisbet edilir"32.
'
Tasavvufd~r.
Basra'nın ahirllerinin ve zahidlerinin çokluğuna delalet eden bir
anlatılır. Zühd ve abidlik üzerine kurulmuş olan bu yö-
çok hikaye
nelişle bağlantılı olarak tasavvuf ortaya çıkmış ve diğer İslam ülkelerine yayılmıştır. Kıtaların dört bir tarafında; Mısır, Şam, Irak,
Horasan v.b. derg~hlan bulunmaktadır.
Denilebilir ki; Tasavvuf islami çevrede mevcut olan sebebler
neticesinde tabii bir şekilde doğmuştur. Ve yine denilebilir ki;
Müslümanlar yabancı kültürlerle ve mistisizmin çeşitli şekilleri ile
karşılaşmadan önce doğmuştur.
Bu. tasavvufun özelliklerinden biri de; Onun Kitap ve Sünnete ·
bağlılığını ifade etme titizliğidir. Bir çok sebeblerle bunu tekrar
\
31
32
İbn
İbn
Haldun, Mukaddime, 441
Teymiyye, es-Sufıyye ve '1-Fukara, 1380 h. sh:9- 12
294
M.Necmettin BARDAKÇI
etmişlerdir. Mürldlerinin kalbierine bunları yerleştirmek için çeşitli
ülkelere gitmişlerdir. Şu Cüneyd-i Bağdadi'nin sözüdür: "Bu yolumuz Kitap ve Sünnet yoluna bağhdır"33 ve devamla: "Rasulullah
s.a.v. 'i takib eden, sünnetine uyan, onun sünnetine bağlanan yolun
dışındaki bütün yollar ahlak'a karşı kapalıdır" der.
Birisi kendisine Bid'at'tan
sorduğunda şöyle
dedi:
"Hükümlerde haddi aşmak, sünnetleri hafife almak, şahsi
görüşlere ve nefsin isteklerine tabi olmak, Kur'an ve Sünnete uy·
mayı, ona tabi olmayı reddetmektir"34.
Mutasavvıflardan birinin kalbinde bir ilham ya da düşünce meydana geldiğinde; Darari 'nin de dediği gibi iki adil şahit olan Kitap ve
Sünnetin şehadeti olmazsa bunu kabul etmez35. Bu konuda onların
inançlarının sağlamlığına delil olan sözlerini anlatacak olursak sözü. uzatmış oluruz.
Tasavvuf şeyhlerinin bu tekrar tekrar açıklamalan gelip geçici
bir durum değildir. Aksine -onlara göre- tasavvufu kitap ve sünnetin
prensiplerine, tarikatıanna dayanak olarak aldıkları sahabenin hallerine bağlayan açık ve sabit bir durumdur. Sahabe içinde faziletli
örnek şahsiyetlere, özellikle Raşid Halifeler; Ebu Bekir, Ömer b.
Hattab, Osman b. Afvan, Ali b. Ebi Talib ve sahabenin ileri gelenlerinden; Ebu Zer, el Gıfari, Selman-ı Farisi, Huzeyfe b. el-Yeman;
Suheyb-i Rumi, Ebu'd-Derda, Bera b. Azib, Suffa ehli (Allah
onlardan razı olsun) ve diğer önde gelenlere tabi olan açık bir
yoldur.
Bunun için bazı tasavvuf kitaplannın bu örnek şahsiyetlerin hal
tercümeleri ile başladığını görürüz. Ebu Nuaym el-Isfahani'nin
Hilyetu'l-Evliya'sı ve Şa'rani'nin Tabakatü'l-Kübra'sı gibi.
Serrac'ın el-luma'sı gibi tasavvuf kitaplarında ise onları hususileştiren uzun sözler vardır. Onların, bu ümmetin en iyilerini takib
ettiği, halleri kendi hayatlannda gerçekleştirdiklerinden bahsedilir.
Serrac sözünü şöyle bitirir: "Onlarda saydığımız özelliklerden birisi
33
34
35
ei-Kuşeyri, er-Risale, lll 07; es-Sillemi, Tabaka!, 159
es-Sülemi, Tabakat, 122
es-Sülemi, Tabaka!, 78
İslam' da Tasavvuf
295
Mürninler bu davranışları sevmeye, onların bağlı
bulundukları, yaşadıklan ahiakla ahlaklanmaya, çeşitli hikmetleri
konuşmaya teşvik edilir"36.
mutlaka
vardır.
Tasavvufun bu çeşidine Sünni tasavvuf veya Kur'an ve Sünnete
uygun Tasavvuf diyebiliriz. Kur' an ve Sünnetten kaynaklanan, onların sınırlarını aşmayan, sülük, ilham ve marifeti o ikisinin terazisinde tartan bir tasavvuftur. Bunun müntesipleri şeriata uyduklarını
açıklamaya hala devam etmektedirler. Onları kendi bağlandıkları ile
hesaba çekmek gerekir. Razı olunan tek ölçü şeriattir. Şeriat, onların söz ve davranışiarına uygundur derse biz onu kabul ederiz,
aksi takdirde onu reddederiz ve almayız.
Tasavvuf şeyhlerinden birisi olan Hasan eş-Şazeli
mürldlerinden birisine bunu açıkça söylüyor: "Eğer keşfin kitap ve
sünnete uymazsa, kitap ve sünneti kabul et, keşfi bırak, nefsine de
şöyle söyle: "Allahu Teala kitap ve sünnette beni koruyacağına
kefil olmuştur. Keşif, ilham ve müşahade konusunda kefil
olmamıştır".
Şa'rani bunu şu şekilde açıklar: "Keşif, ilham ve müşahade ile
amel edilmesi gerekmez. Kur'an ve sünnete uygun olursa o zaman
am el edilir"37.
Tasavvufun bu çeşidi ile ilgili olarak biz bu ölçüyü destekliyoruz. Çünkü müslümanlar arasında anlattığımız bu tasavvuftan farklı,
değişik tasavvuf çeşitleri bulunmaktadır. Buna yabancı tasavvuf
veya felsefi tasavvuf ismi verilebilir. Bu tabide İslami çevre
dışındaki mistisizm biçimlerinin bir kısmında bulduğumuz çeşitli fikir
ve benzer konuları içine alan mistisizm kastedilir. Hint, Yunan,
Hristiyan ve yeni eflatuncu mistik anlayışları gibi.
Bu çeşit bir mistik anlayış (tasavvuf) farklı sebeblerden dolayı
müslümanlar arasında bulunabilir. Yabancı mistisizm düşünceleri ile
tanışan, onları bilen bazı mutasavvuflarda bunu görmek mümkündür.
Bu -bazen- müslümanların kendi dışındaki milletlerden, onların
eserlerini tercüme yoluyla öğrenmeleri, bazen de müslümanların
36
37
et-Tfisi (Ebu Nasr es-Serrac), el-lum'a, 1960, 166-193; tahkik: Abdü'I-Halim
Mahmud, Taha Sürur
eş-Şa'rani (Abdü'l-Vehhab), Tabakatü'ş-Şa'rani, 2/4
296
M.Necmettin BARDAKÇI
İslami fetihlerden sonra mistisizmi önceden bilen milletlerden,
Hintliler ve İranlılar gibi birçoklan ile ilişki kurmaları neticesinde
olur. Belki de bazı mutasavvıflar metod (usul) yönünden bu milletIere dayandınlabilir. Bu manada olmak üzere islamiyetin dışındaki
azınlık dinlerinin tesirinin olması ihtimal dahilindedir. Hristiyan ruhhanlığına ve özellikle dini naslann yorumu kendileri tarafından bilinen Yahudi haberlerine bağlanabilir;
Bu yabancı kaynaklara ulaşıp onlarla içiçe yaşamanın meyvesini verdiğine, tasavvufa bağlananlar arasında fena, ittihad, hulul,
vahdet.-i vücfid, veHiyet sahiplerinden ibadetin düşmesi gibi yabancı
kaynaklara dayandınlması kolay olsa da, İslami esaslara"
bağlanması kolay olmayan buna benzer konulardan bahsedildiğine
şahid oluyoruz.
Müslümanlar arasında böyle bir tasavvuf çeşidinin bulunması,
onun genelinde ve ona bakışta zarara yol açtı. Tasavvufun -tamamının- yabancı mistisizm tesirinde olduğu söylendi. Bundan dolayı tasavvuf bidat ve ruhhanlık olarak vasıflandı. Sünni tasavvuf
kutublan bu yabancı nazariyeleri inceleyip onları savunanlara reddiyeler yazdılar. İslama zıt yönlerini açıkladılar. Ayrıca tarikatlarm
temeli olan dini esas ve inanç prensiplerini tesbit ettiler. Tasavvuf
kitaplannın bir çoğunun; Allah ve sıfatlan, Nübüvvet, yeri ve özellikleri konulannda mutasavvıflann düşüncelerini açıklayarak
başladığını görürüz. Mesela, el-lum'a, et-Taarruf, Kiltü'l-KulOb,
Risaletü'l-Kuşeyriyye v.b. bu kitaplardan bazılarıdır.
Tasavvufun
İslam
·
Kaynakları
tasavvufunun ortaya çıkışını araştıranlarm -özellikle
bir çoğu, bu çeşit tasavvufta böyle nazariyelerin bulunmasından hareketle, tasavvufu -tamamen- kültürleri ve bilgileri
ölçüsünde farklılaşan yabancı kaynaklara dayandırdılar. Bazısı
Yunan kültürüne, bir kısım Hint mistisizmine, bir başkalan da İran
düşüncesine, diğer bazısı da Hristiyanhğın ruhhanlık inancına
bağladılar. Bunların çoğunluğu daha önce anlattığımız; müslümanlara göre zühdün ortaya çıkışı ve gelişmesi neticesinde doğan tasavvuf ile ilgili tek :ve esas unsur olan islami kaynaklardan habersizdir.
müsteşrikler-
İslam' da Tasavvuf
Bu
düşüneeye karşı
bizim
297
görüşlerimizi aşağıya sırabyoruz.
1- Sadece yabancı kaynaklara dayanan bu şekildeki bir
açıklama, daha önce işaret ettiğimiz etkenierin kıymetini ortadan
kaldırır. Ayrıca ruhi tecrübelerin birçok medeniyette müşterek
durumlardan olduğunu görmekle birlikte, Müslümanların ruhi
şevklerini temsil eden kendilerine has deruni ruh tecrübelerini inkar
eder. Böyle bir ruhi tecrübenin müslümanlar arasında bulunmasma
özellikle kendilerine güç ve kuvvet veren sebeblerden olmasına
şaşılmamalıdır.
Fakat -görünen- bu eğilim, İslami ilimierin yabancı kaynaklara
konusunda genel bir eğilimin kesin delilleri idi.
Onlardan bazHanna göre mevcut olan ilm-i kelam, Yunan felsefesinin bir kopyasıdır. Müslümanların yaptıkları Kur'an tefsiri
Süryanilerin kendi dillerine çevirdikleri mantık ve felsefe kitaplannın
şerhinde daha önceden yaptıklannın bir taklididir. Fıkha gelince;
bazılan onun Roma hukukundan etkilendiğini söyler. Arapça'nın
kendisi ise İran kültüründen ve Yunan felsefesinden etkilenmiştir ..
Bu durum -onların bakış açısına göre- araştırınacılarla ihtilafa düşen
İslami çevrede tasavvufun doğuşuna yol açan sebebleri bilmemezlikten gelen yabancı kaymı~lara göre, tasavvufa da uygulanabilir38.
dayandınlması
2- Tasavvufun doğuşunda yabancı kültürlerin tesiri olduğunu
söyleyenler, tasavvuf kültürünün en büyük tarafı olan mutasavvıflann Allah'a bağlılıklannı, Allah için yaptıklan ibadet ve taatleri görmemezlikten gelirler. Ayrıca onların eserlerindeki ahlak ve
şeriat ölçüleri içerisindeki sadık ilhamlardan habersizdirler. Sadece
bazı sufiyyenin fena, ittihad ve bulUla ait mülahazalarına iltifat
ederler. Tasavvuf kültürünün genel çerçevesi içerisinde -yabancı
nazariyelerin iddia ettiği gibi, tasavvufun hepsi bunlar değildir.
Sufiyyeden bazılarİnın söylediği bu sözler tasavvufun az bir
parçasıdır.
Diğer
mutasavvıflar
arasında
yayılma
fırsatı
bulamamıştır.
Hatta onlardan büyük bir çoğunluğa göre· bu sözler
inkar ve muhalefet konumunda, sözlerin sahipleri ise tenkid edilerek
töhmet altında bırakılmıştır.
38
Olery, el-Fikrül-Arabi ve mekiinetühü fi't-Tarih, 1961, 17-18; tercüme: Ternam
Hassan, 1961, Sh: 17, 18, 37, 69, 73, 85, 86, 89, 103, 104, 141, 146, 191, 199; Dibor,
Tarihu'l-Felsefeti fi'l-İsliim, tercüme: Muhammed Abu'l-Hiidi Ebu Ride, 1938, sh:l2,
14, 33, 34, 36, 39, 42, 46, 48, 49, 72 v.d.; el-akide ve's~Şeria sh: lO, 51
298
M.Necmettin BARDAKÇI
Bunun anlamı, tasavvufun doğuşu konusunda sadece yabancı
kaynaklada yetinmek, dikkatleri daraltan ve sınırlama getiren bir
genelge çeşidinden başka bir şey değildir. Belki de genel hükümler
ihtiva eden bu değerlendirmeleri, Zünnun-ı Mısri, Bayezid-i
Bestami, Hallac-ı Mansur ve İbn Arabi gibi şahıslar üzerinde
yapılaı:ı ·çalışmalar desteklemektedir. Tasavvuf sadece bu şahıslar
değildir. Fakat bunları da içine alan, asırlar boyunca ortaya çıkan
yüzlerce mutasavvıf bulunmaktadır. Onlar yazdıkları eserlerde
tasavvufun hakikatını ve metodunu açıklamışlardır. Tasavvuf ve
usulü ile ilgili olarak hüküm verirken onların eserlerinin ve
kültürlerinin göz önünde bulundurulması gerekir. Aksi takdirde
-çalışmada- sadece bir bakış açısının yoğunlaştırıldığı bir
genellerneye gidilir. Tasavvuf için önemli olan bir çok konu, tek bir
yönden ele alınıp diğer kısımlar bilmemezlikten gelindigi için hataya
düşülür.
3.- Tasavvufun
doğuşu ile ilgili yabancı kaynaklardaki görüşlerin
. çoğunun, araştırmacıların bilgi ve kültürleri ile çatışan, tek bir kay-
nakla yapıldığı, görüşlerin yalnız o kaynağa dayandığı düşünülebilir.
Hint kültürünü araştıran, tasavvufu ona bağlar. Yunan medeniyetini
inceleyen onun 'bir benzeri ve ürünlerinden· biri sayar. Aynı şekilde
Hristiyan ruhhanlığını veya İran düşüncesini araştıran kişiler de
aynı işi yapıp tasavvufu İran ya da Hristiyan düşüncesine dayandırır39.
Tek kaynaklı bir açıklama neticesinde biz sadece bir şey buluruz -o da tasavvuftur ki, birbirini yalanlayan çelişkili ·kaynaktarla
izah edilmiştir. Misal olmak üzere bazı araştırmacılar İslam
tasavvufunu İran kaynaklı olarak gösterirler. Bu· konudaki delilleri
de, ·çeşitli asırlarda Araplarla İranhlar arasmda dini, kültürel ve
sosyal bağların varlığıdır. Aynı zamanda ilk tasavvuf şeyhlerinin
çoğunluğu İranlı idi4°. Bu şekildeki bir açıklama haksızlıktır. Çünkü
Araplar ile İranlılar arasındaki bağlar sadece İranhların Araplara
tesir edeceği şekilde tek yönlü değil, aksine karşılıklı olarak
birbirine tesir eden çift taraflı bir yoldu. İranlılarm Arap diline, ilim
ve medeniyetine tesiri olduğu gibi, Arapların da İranlılar üzerinde
39
40
Cafer, eı-Tas:ıvvuf ıarikan .... mukaddime kısmından.
Ebu'I-Ula Afifi, (Nicholson'dan ıerciime), Fi'ı-Tasavvufi'l-isllimi ve Tarihihi,
mukaddime kısmı: Muh:ımmcd Mustafa Hilmi, ci-H:ıyalii'r-rulııyyc li'l-islanı • 1970
sh. 40 ve devamı.
İslam'da Tasavvuf
299
tesirinin olduğu aşikardır. Fakat tasavvuf açısından bu etkileşim
müslümanlar arasında onun varlığının tek sebebinin İran tesiri
olduğunu söyleyecek kadar geniş bir tesir değildir. SOfiyyeden bir
kısmının İranlı olduğu doğrudur. Fakat büyük bir kısmı İranlı
değildir. İslam medeniyetinin ve tasavvufun da içinde bulunduğu
İslami ilimierin oluşmasında pay. sahibi olan Arap ve diğer
milletlerden idi.
Tasavvuf tarihi bize gösteriyor ki bazı Arap mutasavvıflannm,
İran mutasavvıflan üzerinde büyük· bir tesiri vardır. Buna örnek olarak Muhyiddin İbnu'l-Arabi'yi gösterebiliriz. Öyleyse tasavvufun
doğuşunda tamamen -sadece- İran'dan kaynaklandığını söyleyen
izah tarzı doğru değildir. Eğer bunu doğru olarak kabul edersek, tasavvufun doğuşu ile ilgili tek taraflı diğer nazariyeleri de buna uygulamak gerekir.
İslam kültürüne önem veren tasavvuf tarihi müelliflerinin önde
gelenlerinin bu metoddan geri dönmeye başladıklannı görmekteyiz.
Bunlardan birisi olan Nicholson şöyle diyor:
"İslam tasavvufunun doğuşu meselesi şu ana kadar yanlış bir
şekilde
incelendi. İlk araştınnacılann bir çoğu bu büyük hareketle
ilgili sözlerinde; -ki İslam imparatorluğunun kendilerinden oluştuğu
bütün millet ve tabakalann hayat, güç ve kuvvetinin dayanağı olan tasavvufun doğuşunun ilmi, dikkatli bir şekilde tek bir asla dayandınlması mümkündür. Bu yapılırken Hint düşüncesi, modem efiatuncu felsefe ve hakikatın bir yönünü açıklayan faraziyeler göz
önünde bulunduruhnalı, onlarla mukayese edilmelidir .. Çünkü bunlann hepsi hakikat değildir"4l.
görüşünün savunulacak yerleri olabilir. Çünkü
o diğer araştırmacılara nazaran çoğunluğu yazma olan tasavvuf
kaynaklanna daha vakıftır. Yayın hareketine yakın bir zamanda
Nicholson'un bu
başladı. Neşrinin İslam tasavvufu ve bu yolun ileri gelenleri ile ilgili
hükümlerin bir çoğunda; özellikle Haris el-Muhasibi, Sehlu'tTüsteri, Ebu Nasr Kelabazi ve benzerleri 'hakkında yazılan İslami
eserlerin baskılarında görülen yanlışlıklarm düzeltilmesine yol
açması beklenebilir.
41
Nicholson, Fi't-Tasavvufi '1-İsami ve Tarihihi, sh.5
300
M.Necmettin BARDAKÇI
4- işaret etmek gerekir ki, biz yabancı tesirierin hepsini inJcar
Sadece bu tesitin uygun bir hacimde, mübalağa olmadan
ortaya konulmasım -istiyoruz. Bu konuya aşağıdaki bilgiler yardımcı
~tmiyoruzı
olacaktır.
· a- İslami çevrede kolayca bulunan sebeblerle mevcut görünümü
mümkün olduğu müddetçe -araştırma ile ilgili- yabancı
unsurların etkisinden bahsetmek gereksizdir. Bu ölçü birçok konuda
geçerlidir. İnsan yanında parası (malı) olduğu sürece başkasından
yardım beklemez. Ne zaman ki malı yeterli olmaz, lüzumlu tedbiri
alamazsa başkalarından yardım arar. Bu ölçü araştırmamıza
. uygulandığında; tasavvufun kaynaklarını ve tesir sebeblerini ilk
önce yakın çevrede aramalıyız. Bu ya da öteki görüşle ilgili olarak,
yakın kaynaklarda bilgi bulamazsak -o zaman- onunla ilgili
bilgiyi hangi· kaynakta olursa olsun araştırıp bulmak bizim
görevimizdir. .
açıklamak
Bu tesbitin ışığında batılı araştırmacıların tasavvufta .:.tevekkülden sonra- ikinci büyük esas olan velayetle ilgili sözlerine bak-.
· mamız mümkündür,
'Velayet Hristiyanlığa mahsus bir gidişattır. Sfifiyye onu islama taşımıştır. Bütün asırlarda İslam'ın ayrılmaz bir parçası
1
ölmuştur"42.
Böyle bir görüşün sahiplerinin, Kur'an ayetlerinde ve hadislerde
geçen velayet ve veliler, velayetin şartları, Allahu Teala'mn onlara
ikramı ve yardımı ile katından verdiği kerametten habersiz olduklarında şüphe yoktur. Bu açıklama sadece bir ayette ya da bir hadiste değil, bir çok ayet ve hadiste tekfar tekrar geçmektedir.
Burada -İslami kaynaklada yapılan bir açıklama diğer kaynaklardan
önce gelir.
Bu netice Nicholson'un
şu
sözlerine de. tatbik edilir. Nicholson: ,
"Mutasavvıflar büyük şeyhlerine verdikleri sıddik tabirini İran mis-
tisizminden almıştır"43 der. Buradaki alıp verme sözü "Sıddik" ke.42
43
Adam Mitz, el-Hadartü'l·İsHimiyye ... , 2/34, 35,40
Nicholson, es-Süfiyye fi'1-İslam, tercüme: Nure'd-Din şurye, 1951, sh:19; Mole
Marijan, Les Mystigues musulmans, P.U.F.Paris, 1965, sh.&; ibrahim Medkür, Fi'IFelsefet'ii-İslamiyye, 1976, 2/136; et-Teftezani, a.g.e. sh. 34, 35.
İslam; da Tasavvuf
limesinin Kur'an'da birçok yerde geçtiğinden habersiz
gösterir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur.
301
olunduğunu
"Kim Allah'a ve Rasule itaat ederse, işte onlar, Allah'ın nimet
verdiği Peygamberler, sıddikler, şehirller ve salihlerle beraberdir.
Onlar ne güzel arkadaştır" (Nisa suresi, 4/69). "Allah'a Rasulüne
inananlar (yok mu) işte rableri yanında onlar sıddiklar ve
şehidlerdir" (el-Hadid suresi, 57/19)
Ebu Bekir Sıddlk r.a. da onunla sıfatlanmıştır. Bu konuda İslami
kültürden yararlanmak, özellikle kendilerine müracaat gerekınediği
zamanlarda dıştan gelen yabancı kaynaklardan daha önce gelir ve
eşyanın tabiatma daha uygun olur.
b- Başkasına tesir etme ve başkasının tesirinde kalma
meselesinde mücerred bir benzerlikle iktifa edemeyiz. Çünkü bu
benzerlik -bazen insanların karşılaştığı durum ve problemlerden her
hangi birinin diğerine benzemesi neticesine vanr. Bilinen böyle bir
benzerliğin etkileşimle alakası yoktur44. Bunun için etkileşim
meselesi hakkında. çağdaş edebiyat alimlerinin yaptığı gibi, direkt
ya da dolayh olarak bağlanabilen tarihi delillerin araştınıması
gerekir. Sırf bir bağla yetinmemeye dikkat etmelidir. Aynı zamanda
-etkileşimle ilgili söz edebilmek için- onun varlığından gerçekten
emin olmak lazımdır. Çünkü uygunluk (tevafuk) bir araştırmacının
dediği gibi -daima mutabakat değildir. Aksi bundan daha çoktur.
Herhangi bir yolla b;ığın var olması -zaruri olarak- mecazi.unsurlann
burada yada orada aynı manayı alacağına delil değildir. Çünkü bu
-daima- ruha ve illiama tesir kaynağının katılmasım gerektirmez45 ~
c- Etkileşim bağının varlığım kabul ettiğimize göre; açık bir
hataya düşmememiz gerekir. Tesirin miktar ve kıymetini tesbit
edebilmek için meseleyi doğru yerine koymalıyız. Belki de bu tesir
sathl, geçici, anlık ya da az bir fikir veya aniatma vesilesi
şeklindedir. Belki de islama yabancı bir düşünceyi yerleştirmek
için değil, İslami düşüneeye kulak verip onu anlama ile ilgili
olabilir.
44
45
Ebu'I-Ula Afifi, et-Tasavvuf, es-Sevretü~r-ruhıyye fi'l-İslam, 1963, sh.56, 57;
Tatavvuru'l-Fikri'l-felsefi fi İran, tercüme: Hasan Mahmud eş-Şafii, Muhammed
Said Cemaleddin, 1989, sh:81-85
Gardet, louis; L'Islam religion et communante Deselee de Brouver, 1970, sh:233.
302
M.Necmettin BARDAKÇI
Bazen tasavvuf ·kitaplarının bir kısmında, geçmiş peygamberlere nisbet edilen sözleri veya müslüman olmayan mistiklerden
bazılarının sözlerini bulmaktayız. Bu sözler o kitaptaki bir fıkri desteklemek için kullanılmaktadır. Sfifiyye bu sözleri -çoğu kereKur'an-ı Kerim ayetlerinden, Rasulullah'ın hadislerinden, sahabe ve
tabi un' dan zahid, alim ve mutasavvıfl.ann sözlerinden sonra zikrederler. Buna örnek olarak Ebu Talib Mekki'niri Küt'ül-Kulfib ve
İmam-ı Gazilli'nin Ihyau Ulum'id-Din adlı kitaplan söylenebilir.
Eğer
biz yukarıdaki bütün esasları gözetirsek etkilenmenin hakiki sebeblerini bulabiliriz. Her hangi bir zorlukla karşılaşmayız.
Özellikle bazı Süfiler akıl ve dinle çatışma olmayan böyle konularda
söz söylemekte beis görmezler.
Mevlana Celaleddin Rumi gibi bazı süfiler bu konuyu
O şöyle der: "Gül dalı nerede biterse o güldür". Bir
başkası: "Mühim olan cevherdir. Cevherin içinde bulunduğu kap
açıklamışlardır.
değildir" demiştir46.
Bu şeyhler bu durumu müsamahanin ve geniş ufkun bir çeşidi
olarak düşünürler. Ayrıca müminin nerede bulursa almak için gayret
sarfettiği hikmetin bir çeşidi olarak görürler.
çeşit tasavvuf anlayışının doğuşunda yabancı kaynaklardan
şekilde bir tesir söz konusu idi. Birçok araştırmacı buna
Bu
bu
"tasavvuf felsefesi" ismini vermiştir. Yabancı mistiklerin sözlerine
benzediği için biz de aynı ismi kullanıyoruz. Çünkü onların sözlerini
nasslarm ışığı altmda açıklamak mümkün değildir.
·Sünnete uygun tasavvuf anlayışının ileri gelenleri tasavvuf felsefesinden kaynaklanan aşırı hücum dalgalarma karşı koymak için
tasavvufun gerçeklerini açıklama konusunda çok çaba sarfediyorlardı. Bu hücum dalgalan tasavvuf felsefesinin ikinci kısmı olan fena,
ittihad, hulUl ve Vahdet-i Vücut sahasında idi.
Müslümanlar bu bakış açısına iltifat etmediler ve bu konuda
ihtilaflar ortaya çıktı. Bunları ikinci bölümde geniş bir şekilde
açıklayacağız.
46
Kasım Ömli, farııçadım tercüme: Sadık Neş'el, Tarihu't-Tasavvuf fi'l-isam, 1970,
sh:355.
İslam' da Tasavvuf
303
II- Müslümanlar ve Tasavvuf
Sufiyyenin hicri ikinci asrın ortalanna doğru varan erken bir vakitten beri bariz vasıflarının bulunduğunu -daha önce- açıklamıştık.
Bu özellikler hicri üçüncü asır ve sonraki dönemlerde daha da belirginleşti. Sufiler şeyhlerinin etrafında toplanmaya, tasavvuf kitaplan
yazılmaya ve etrafa yayılmaya başladı. Bu taifenin ilim ve
düşüncelerini, metodlarını tanıma imkfuu doğdu. Bundan önce İslami
ilimler doğmuş; İslam Hukukçulannın, Hadis, Tefsir ve Kelam alimlerinin vb. elinde metodlan konmuş, usul ve yöntemleri açıklanmıştı.
Bu alimler mutasavvıflar ile karşılaşıyorlar, onlarla münakaşa
ediyorlar, belki de özellikle süfiyyenin kendi ilimlerinden ve
düşüncelerinden mescidlerde konuşmalanndan sonra, fıkıh halkası
ile tasavvuf halkası mescidde komşu oluyordu.~Bu hareket Yahya
bin Muaz er-Razi (h.258) ve benzerleri ile başlamıştı. Yapılan münakaşalar ve karşılaşmalar neticesinde insanlar tasavvufun konumunu ve mutasavvıfların kendileri hakkındaki görüşlerini öğrenme
fırsatı buluyorlardı. Neticede tasavvufa şiddetli bir sevgi, bunun
karşısında da kuvvetli bir red fikri oluştu. Tamamen zıt bu iki grup
arasında da orta bir yol izleyen üçüncü bir kısım bulunuyordu.
Bunları aşağıda açıklamaya çalışacağız.
1- Tasavvufun sevenleri ve yardımcılan: Bunların başında sfifiyyenin kendilerinin bulunması tabiidir. Çünkü onlar tasavvufun
bağlıları ve tasavvufun esaslarını tesbit eden ve açıklayan, başka
hiçbir yerde bulamadıkları kemal ve fazileti, her türlü bayrı onda
bulan kimselerdi. Tasavvufu korumalarının -kendilerine bazen ezi.,.
· yet edilmesine rağmen- en güzel delili ona boyun eğmeleri ve onu
sevrneleri idi. Sfifiyyenin tasavvuf ve mutasavvıflar hakkında sevgi
ve övgü dolu sözleri çoktur.
Tasavvuf -onlara göre- Allahu Teala'nm dostluğuna ulaştıran
bir yoldur. Evliya yetiştirme medresesedir. "A varifu'l-Maarif'in
sahibi Sübreverdi 'nin dediği gibi Sfifiyye; "yakınlık ehli ve seçkin
kimselerdir. Allahü Teala onlara irfan elbisesini giydirmiştir. Onlardiğer .kullan arasında- ihsan özelliği ile ayırdedilirler. Onların gönülleri vefakarlık ve gerçek dostluk duygulan ile doludur. Kalbieri kudsi
bir ışıkla bezenmiş, Allah 'tan gelen ilhamı kabul etmek ve ulvi nurların doğması için hazırlanmıştır; Cesetleri ve kalıplan topraktan,
kalbieri ve ruhlan semavidir ve arşa bağlıdır. Kendileri hizmet edile-
304
M.Necmettin BARDAKÇI
cek yerlerde yürümekte, ruhları ise yakın fezada uçmaktadır.
Şehvetlerden namazla kurtulurlar, lezzetlerin tadına alışırlar.
Vicdanlannın huzur ve rahatı yüz hatlanndan belli olur. Gizli
sırlanndan hoş irfan kokuları yayılır.
Rasulullah s.a.v. 'e uyma konusunda insanlarm en çok özen
gösterenleri, sünnetini yaşatma ve ahlakı ile ahlakianınada en fazla
hak sahibi olanlardır.
himleri veraset ilmidir. himlerinde diğer alimler gibidirler. Fakat
sonradan takva ve arnellerinin serneresi olarak Allahü TeaHi'nın
kendilerine verdiği bir özel ilirnle temayüz etrnişlerdir47.
"Onlar kaHherini Allah' a
olan bir topluluktur.
bağlamış, düşünceleri yalnız
Allah
Onların bütün arzulan Cenab-ı AUah'tır. Onların hiç kimseye
muhtaç olmayan Allah'a yönelişleri ne güzeldir.
Onların çalışması
evlad-ııyal
ne dünya, ne
şeref
ve zevk, ne lezzetler ne de
içindir. ·
Na parlak elbise, ne de ülkelerinde sevinç ve neşe i:le yaşamak
içindir"48.
Bu sıcak nağmeler tasavvuf kitaplannın mukaddimelerinde onlan methederken, şeyhlerinden ve özelliklerinden bahsederken, mutasavvıfları yüceltınede sık sık kullanılır49. Buna örmek olması
açısından Kuşeyri Risalesi'nin mukaddimesinde sfifiyye; velilerin
özü, seçilmişi, peygamberlerden sonra yaratılmışların en faziletiisi
olarak göstyrilir. Bundan dolayı Cenab-ı Allah onların kalbierini
kendi sırlannın hazinesi yapmış -ümmetin içinden- nurlarının ışığı ·
olarak seçmiştir50.
47
48
49
50
el-Hucviri (Ebu'l-Hasan Ali b.Osman), Keşfu'l-Mahcub, 2/40, 41; tercüme:İs'ad
Abdü '!-Hadi Kandil
es-Sühreverdi, Avarifü'l-Maarif, ihya kenannda, 5/59, 60, 64, 80, 184; et, Tüsi, eiLum'a, sh:l9, 28 ve devamı
el-KeHibazi (Ebu Bekir Muhammed), et-Taarruf li mezhebi ehli't-Tasavvuf, tahkik:
Abdü'l-Halim Mahmud, Taha Sürur, Halebi, 1960, sh.26
el-Kuşeyri, er-risale, 1/18
İslam' da Tasavvuf
305
Sufiyye tasavvufu bu derece sevrnede yalnız kalmadı. Tasavvuf,
sufiyyenin işlerine henüz başlamayan insanlan da geniş alanına almaya muktedir oldu. Onların konumunu sağlamlaştırdı. Fakat bu insanların şöhreti geniş İslam kültür sahalarının diğer alanlarında
yayıldı. Bunlanrt başında ve öncüleri arasında imam Ebu Hamid elGazali (h.505) gelir.
İmam-ı Gazali Şafii fıkhının ve usulü fıkhının en büyük alimlerinden biridir. İlın-i Kelam sahasında Eşari'lerin en önde gelenidir.
Felsefe kitaplarını okuyup zayıf yerlerini öğrendikten sonra, felsefeye karşı koyan en meşhur Mimdir. Onu tenkid etmek için meşhur
kitabı "Tehafüt'ül-Felasife"yi yazdı.
İmam-ı Gazali Nizamiyye medreselerinde görev yapan müderrislerden biri idi. Sonra. birçok talebesinin bulunduğu Bağdat'a gitti.
Bilgilerinde şüpheye götüren ruhi bir bulıran yaşadı. Niyetinde ilim
öğrenmek ve öğretmek vardı. Yakin'e bir yol aramaya çalıştı.
Hakka kavuşmak isteyenlerin metodlarını öğrenmek üzere hazırlık
yaptı. Bunları dört fırkaya ayırdı. Bunlar;
Kelamcılar fırkası, Şia' dan
olan Batınıyye fırkası, kendilerini
mantık ve burhan (akıl) ehli sayan felsefeciler fırkası ve kendilerinin
Allah'ın seçkin kullan, mükaşefe ve müşahede ehli olduklannı iddia
eden Sufiyye fırkası.
İlkönce İlın-i Kelam öğrenmeye başladı. Arkasından felsefe,
sonra da
erdi.
Batıiuyye
mezhebini
öğrendi.
Tasavvufla
öğrenimi
sona
Hastalığı için İlın-iKelam'da bir şifa ve istediği yakin için vefa
bulamadı. Sonra hakikatini öğrenmek, işlerinin doğruluğunu ve
yanlışlığını ayırdetmeye delil olması için felsefe okudu. Bu yaklaşık
üç
yıl
sürdü.
Onların düşünce
ve akidelerini
öğrendi.
Bu
çalışma
İslam felsefecilerini ve onların yolundan gidenleri tekfir etmesi (kafir
olarak itharn etmesi) ile sona erdi. Farabi ve İbn .Sina gibi filozoflan
üç meselede İslam inancına muhalefet ettikleri için kafirlikle suçladı.
Bu üç meseleden birincisi; Öldükten sonra dirilme sadece ruhlar
içindir. Ruh ve ceset birlikte değil. İkincisi; Allahü Teala bütün işleri
külli olarak bilir, cüzi olarak bilmez. Üçüncüsü de; Alemin kıdemi
meselesi. Aradığını felsefede bulamadı. Onda şeriate muhalefet
306
M.Necmettin BARDAKÇI
buldu. Çünkü akıl yalnız başına bütün arzulan
. selelerin örtüsünü açamaz.
kuşatamaz,
güç me-
Daha sonra Batınıyye mezhebini öğrendi. Onun da yetersizliğini, oruann sözlerini uzatmanın anlamsızlığını ve onlarda ilmin
bulunmadığını anladı. Onlann görüşleri, sadece tenkid edilip, reddetmek için yayılıy~rdu.
·
İmam-ı Gazali'nin önünde tasavvuf yolundan başka bir yol kalmadı. Bütün gayretiyle ona yöneldi. Onlann yolunun ilim ve arnelden
oluştuğunu anladı. ilimden başlayarak; mutasavvıfların kitaplanm
okumaya yöneldi. Bu kitaplar;
Ebu Talib Mekki'nin KOt'ül-KulOb'u, Haris el-Muhasibi'nin kiCüneyd-i Bağdadi'nin, Şibli'nin, Bayezid-i Bestami'nin
çeşitli eserleridir.
tapları,
Daha sonra bu işin kuru ilimle olmayacağım, amelle, zevk
(tatma) ve mücadele ile olabileceğini anladı. SOfiyye yoluna girmede
-kendisinin dediği gibi- dünya şehvetleri ve ahiret çareleri arasında
altı ay süren bir tereddüt geçirdi. Bu tereddüt ona dilsizlere benzeyinceye kadar hayret, endişe ve ızdırap verdi. Öğrenime güç yetiremedi. Gücünün ve kuvvetinin zayıflamasına yol açan keder ve üzüntüye düştü.
İşte o zaman çaresizlik içinde Allah'a sığındı. Allah'ın
yardımını ve hidayetini istedi. Allah duasım kabul edip, kalbindeki
mal mevki ve evlad sevgisine yol açan duygulan hafifletti.
Bağdat'tan Şam'a gitti. Orada yaklaşık iki sene kaldı. Nefsi terbiye
halvet, mücahede, zikirle meşguliyet ve ahiakın güzelleştirilmesinden başka hiçbir şeyle meşgul olmadı. Sonra
Kudüs'e, oradan da Mekke ve Medine'ye geçti. Daha sonra
Bağdat'a geri döndü. Orada da halveti arzu ettiği için uzleti ve zikir
kalb tesfiyesini tercih etti. Bu hal üzere on sene yaşadı. Bu esnada
sayması mümkün olmayan bir çok şey kendisine açıldı. SOfiyye ve
tasavvuf hakkındaki görüşünü şu sözü ile özetledi:
"Saydığım bu miktar kendisiyle faydalanmak içindir. Ben: yakin
olarak öğrendim ki; SOfiyye Allahü Teala 'mn yolunda gidenlerin ta
kendileridir. Özellikle; gidişatlan en doğru yol, Ahlaklan en temiz
Ahlaktır. Şayet akıllılann aklı, hakimierin hikmeti, şeri ilimiere vakıf
İslam' da Tasavvuf
307
alimierin ilimleri onların ahlak ve gidişatından bir şeyi değiştirmek ·
için bir araya gelse, ondan bir şey değiştirebilir mi? Onlann içlerindeki ve dışlanndaki hareket ve duyguların hepsi nübüvvet kandilinin ışığından alınmıştır"51.
İmam-ı Gazali'nin müslümanlar arasında tasavvufun yayılması
ve yerleşmesinde büyük bir tesiri vardır. Bu yayılma neticesinde
hicri altıncı asır ve daha sonra ortaya çıkan büyük tarikatların
doğuşuna kuvvetli bir şekilde etki etmiştir.
Tasavvufu tek kurtuluş çaresi, Allaha yakınlık vesilesi, fazilet
ve karnal mertebesine uhişmanın yegane yolu olarak gören onbinlerce müslümanın intisab ettiği;
Seyyid Abdülkadir Geylani tarafından kurulan KADİRİYYE,
Seyyid Ahnied er-Rufai tarafından kurulan RUFAIYYE,
Seyyid Ahmed el-Bedevi tarafından kurulan AHMEDİYYE,
Ebu Hasan eş-Şazeli tarafından kurulan ŞAZELİYYE ve diğer
tarikatierin doğuşunda İmam-ı Gazali'nin tesiri olmuştur.
Gazali'nin tesirini sadece bunlarla sınırlandırarnayız. Onun. bir
ve kelam alimlerine de tesiri vardır. Bir örnek olarak kelarn alirnlerinden- Fahreddin er-Raziyi (h.606) verebiliriz. İtikadat
isimli kitabında müslümaniann ve rnüşriklerin kısımlannı anlatır. En
çok da ümmetin fırkalanndan bahseder, fakat sufiyyeden hiç sözetrnez. Bu bir hatadır. Çünkü Sufiyye sözünün aslı; Allahu Teala'yı
bilmenin (rnarifet) yoludur. O da bedeni arzu ve isteklerden soyunup uzaklaşrnakdır. Bu güzel bir yoldur.
kısım fıkıh
Daha sonra sufiyyenin kısımlarını anlatır. Onlar arasında
yerine getiren, sürekli olarak Allah 'ın zikri ile meşgul
olan hakikat ehlini, Ademoğullarınm en hayırlı fırkası olarak
zikreder52.
farzları
51
52
el-Gazali (Ebu Hamid), ei-Munkızu mine'd-Dalal, tasavvufla ilgili bir araştırma ile
birlikte yayınlayan: Abdül-Halim Mahmud, 1977, 112-178
er-Razi (Fahru'd-Din), İ'tiklidat Firaku'l, Mtislimin ve'I-Mtişrikin, 1978; Abdti'IKahir b. Tahir el-Bağdadi, el-Fark beyne'I~Firak, tarihsiz, sh:317
308
M.Nednettin BARDAKÇI
Fıkıhçılar (islam hukukçuları) arasındaki tesirine örnek olarak
baş kadı (Kaduyyu'l-Kudat) Ta'cüddin Abdü'l-Vehhab es-Sübki'yi
(h. 771) gösterebiliriz. O mutasavvıflarla alay eden fıkıhçıları, onların bazı söz ve davranışlarını ayıplar. Sfifiyyenin haklarını teslim
etmek gerekir der ve onların sözlerini mümkün olduğu kadar en gü-
zel birmanaya çeker. Sonra da; "biz denedik, sfifiyye'yi kabul etmeyen bir fakili bulamadık. Eğer onları inkar eden olmuşsa, Allah
onu helak eder. Sonu çok kötü olur. Bu dtiruma düşenierin çoğu iflah
olmaz"53 der.
, KeHim ve fıkıh alimleri arasında mutasavvıflan seven, ilimlerini
öven, onlaralıücum etmeyip müdafaa eden böyle alimleri bulmaktayız.
Burada işaret etmek gerekir ki; siifiyyenin tasavvufa bağlılığı ve
onu yüceltmesi, diğer ilimlerden faziletli görmesi, tasavvuf
şeyhlerinin tasavvufa intisab edenlerden bazılarını tenkit etmelerine
mani olmamıştır. Tasavvufa intisab edenlerin tamamı ihlaslı olmayabilir. Her müctehid ictihadında doğru sonuca varmayabilir. Onlar.
arasında tasavvufun gayesinden sapanlar, değişik amacı olanlar,
şeyhlerinin çizdiği hududu aşanlar bulunabilir~ Şeyhler bu gibileri
takip edip gizlediklerini açıklıyorlar, hatalanndan da uzak duruyorlardı. Tasavvuf hakkında kitap yazanların hedeflerinden birisi de bu
idi. İşte Kuşeyri kitabının mukaddimesinde:
"Bu taifenin araştırıcılanndan ekserisi bu dünyadan göçtü, sadece eserleri kaldı. Tasavvufa intisab edenler arasında kalbierinden
İslamın heybeti gidenl~r. ibadetlerin edasmı hafife alanlar, gaflet
içinde koşanlar, şehvetlere uyanlar, velayetin en üst derecesine .
ulaştığını sonra da dini görevlerin kendilerinden düştüğünü -vuslattan sonra- kendileri için kınanma ve ayıp olmadığım iddia edenler
bulunmaktadır. İnsanların, bu durumlan sfifiyyenin razı olduğu
şeyler zannetniesinden korkuyorum" der.
Kuşeyri
"er-Risale"yi
53
Tasavvufun gerçeklerini ve metodunu anlatmak için
yazdı. Orada ihlaslı sufilerin hallerini anlatıp tasav-
es-Sübki (Abdü'l-Vehhab), Muidü'n-Niam ve Mübidü'n-Nikam, Tahkik:
Muhammed Ali en-Neccar, Ebi Zeyd Çelebi, 1948, sh:88, ll9; Tabakatü'ş-Şafıyye,
Lübnan, 1/58; Muhyiddin en-Nevevi, Bostanü'I-Arifın, 1970, sh:42, 43, 45, 71, 100l 12; tahkik:Abdurrahman ez-zağbi, Rauf Çelebi.
İslam' da Tasavvuf
vuftan ayrılan, batıl
ranışlarını reddetti54.
Kuşeyri'den
ve
309
sapık düşüncelere bağlananların
dav-
önce Ebu Nasr es-Serrac et-Tusi "el-lum'a"
adlı
kitabında süfiyye için büyük bir bölüm ayırdı ve "Tasavvufa bakıp
yanılanlar nerede yanıldı" ismini verdi. Bu bölüm akaid ile ilgili
esaslarda yanılanlara cevapları içine alır. Mesela velayeti nübüvvetten: üstün görmek, velilerden dini sorumlulukların düşmesi, fena
ve hulul gibi fikirleri kapsar. Ayrıca seyr-i sülük ve mücadele ile ilgili davranışlarda yapılan hatalara cevap verir55.
Ebu Talib Mekki de "Kueül-Kulub" adlı eserinde böyle
yapmıştır. Gazali ise tasavvufu yücelttiği "el- Munkızu min' edDalar' adlı kitabında, tarikatiara intisab edenlerin düştükleri
yanlışlıklardan örnek verir56. BüyÜk eseri "İhyau Ulum'id-Din" kitabında gururun rezilliğini anlatırken de benzeri yanhşlıklara işaret
eder.
Buradan anlaşılmaktadır ki süfiler kendilerine nisbet edilen her
veya kendileıjne intisab edenlerin hepsini müdafa etmezler.
Aksine tasavvufun aslım, nasıl olması gerekiyorsa öyle olması için
tenkidçi bir yaklaşımla savunurlar.
şeyi
2- Bu saha tasavvufu yüceltenler ve onu savunanlada
değildir. Tasavvufun doğuşundan itibaren ona hücum
saldıranlar ve asılsız itharnlarda bulunanlar da olmuştur.
sınırlı
edenler,
Hicri onuneo asırda yaşayan Şa'rani (h. 973) şöyle der: "Bu tasöylenenler; Zünnun-ı Mısri ve Bayezid-i Bestami zamanından (hicri üçündi asır mutasavvuflarındandır) günümüze kadar hala kesilmedi"57.
ife
hakkında
Süfilerden hücum ve itharnıara maruz kalanların uzun bir liste-.
sinin bulunması bunu destekler. Şa'rani mutasavvıflara yapılan hücumları çeşitli sebeplere bağlar. Bunlar onların zevklerinin yüceliği,
birçok aklın anlamakta ve idrakte zorlandığı marifetlerinin (bilgi)
54
55
56
57
er-Risale, 1/20, 22.
el-lum'a, 516, 155; el-Mekki, Kfit'ül-kulfib,
el-Gazali, İhya ... , 3/500 ve devamı.
eş-Şa'rani, Tabakat, 1/13
el-Kuşeyri,
et-Tı1si,
1/297, 298,335
310
M.Necmettin BARDAKÇI
ulviliğidir. Çünkü marifet aklın bilinen bilgilerinden değildir.
Birdenbire nakilsiz ve düşünme olmaksızın gelir. Bundan dolayı insanlar onu anlayamadılar ve inkar ettiler.
Kim tarikatlardan herhangi birisini inkar ederse, ona intisab
edenlere de düşman kesilir. Şa'rani buna başka bir sebebi ekliyor.
O da; insaniann çoğunluğunun şeref, makam ve mevki sahibierine
karşı hasetçi ve nefret eden kimseler olmasıdır58.
Şa'rani, Peygamberlik makamma Allahu Teala tarafından seçilen peygamberlerin bile; insanlarm kendilerini yalanlamalarından
kurtulamadığım ifade eder .
. Mutasavvıflardan bir başkası olan Ebu Abdullah Munammed b.
Hafif (h.371) ise sfifilere hücum sebeblerini şöyle açıklar:
"Sfifilere saldıranlar, onlardan birisi bir hataya düştüğünde, hatayı sadece bu sfifiye yüklemiyorlar. Aksine bütün sfifilere
saldınyorlar. Onlardan birinin hatası yüzünden mutasavvıflann
hepsini sorumlu tutuyorlar. Mutasavvıflar hatadan korunmuş
(masum) değildir. Fakat insaf gerekir ki; hücum veya saldırı özellikle bunları hak eden kişiye yöneltilmelidir. Çünkü mutasavvıflar bu
ithamlardan uzaktır. Bu sözler de sahibine geri döner".
İbn Hafif bu genelleştirmeye bir örnek vererek der ki: "Bid'atçı
birisi inancı konusunda bir şey söylese, bu söz herkese nisbet edilemez. Fıkıhçılar ve hadisçilerde de durum bu şekildedir. Fıkıh veya
hadis alimlerinden birinin sözünü, onların tamamma nisbet etmek
doğru değildir"59.
Tasavvufa hücuma yol açan sebebierin en önemlilerinden birisi,
bu yanlış görüşlerdir. Tasavvufa intisab edenlerden bir kısmı bunlarla ilgili olarak: "Onların gözü kaymıştır. Ya da bu görüşler sfifıy­
yeden bazılannın islamın dışındaki mistik düşünürlerden aldıklan
hulfil, fena, vahdet-i vücud vb. düşüncelerdir.
Buna
karşısında
58
59
rağmen mutasavvıflann çoğunluğu bu görüşlerin
Onları kabul etmediğini açıkladı. Bu görüşlerin ta-
durdu.
eş-Şa'rani,
Tabakat, ın. 9
ibn Teymiyye, el-Fetva ei-Hameviyyeı'üi-Kilbra, 1398 h.. sh:46, 47
İslam' da Tasavvuf
311
savvufun genelinde kötü bir tesiri vardı. Bu az miktarda mürekkeple
çok miktarda suyun bozulmasına benzer.
Tasavvufa yapılan hücumlara karşı savunma ne kadar yapılırsa
tasavvuf düşmanlığı ona şiddetli bir hücum yaptırdı. Ona
merhametsizce saldırdılar.
yapılsın,
Süfilere yapılan hücumlann en şiddetlisini Ebu'l-Fereç İbnu'l­
Cevzi (h.597) yapmıştır. Bu konuda bir kitap yazıp adını "Telbisü
İblis" (Şeytanın Vesvesesi) koymuştur. Bu kitabında şeytanın insanları dinlerinden uzaklaştırıp sapıklığa düşüren hile ve tuzaklarma dikkatçeker. Bu kısmı sapık fırkalar, kafirler ve dinleri kabul
etmeyenler, puta tapanlar, hakikatleri kabul etmeyenler sofistaiyye,
Ehl-i Kitap ve kısımlan, Felsefe ve ekolleri, KeHim alimleri ve
fırkalan, Hafızlar, Fıkıhçılar, Hadisçiler, Tefsirciler, Vaizler, Dil ve
Edebiyat alimleri, Şairler, Valiler, Hakimler, Abidler ve Zahidler
takib eder. Bütün bunlar mukaddimeden sonra yaklaşık kitabın üçte
birisini teşkil eder. Geriye kalan üçte ikilik -yaklaşık ikiyüz sayfakısım mutasavvıflara hücuma ayrılmıştır. Saldırının ·genel özelliği
tasavvufun her şeyine karşı şiddet ve hakarettir.
İbn'ul-Cevzi mutasavvıflann bu hatalara düşmelerinin sebebini,
şeytamn onları
ilmi terketmekle ve inandıkları yaşanan ledünni
ilimle iktifa .etmekle sapıklığa düşürmesine bağlar. Bu bölümü; onların dünyadaki zühd hayatlarmda mübalağa etmek, aşırı gitmek,
açlık ve yalnızlığı (uzlet) tercih etmek, tevekkül iddiası ile hastahklardan tedaviyi ve çalışmayı terketmek, tekke ve zaviyelerde
oturarak geçimlerinde başkalarına güvenmek, ruhhaniara benzeyerek evliliği terketmek kısımlanna ayırır.
İbnu '1 -Cevzi
Hulül 'la .ilgili söz söyleyenierin cezalandırılması
ile ilgili olarak, özellikle hakkında karalayıcı görüşlerini de belirterek
özel bir kitap yazdığı Hallac-ı Mansur hakkında herhangi bir fetva ·
vermez.
Ayrıca Kur'an'ın işari tefsirinden örnekler alınmasına, dil kurallarına uymayan yorumlara, Kur'an'ın zahirine ters düşen, esbab-ı
nüzüle
aykırı
olan
açıklamalara
bazen cevaz vermez. Onlardan
meola-
çoğunun, Hifızlan zahirinden başka anlamlara çeken Batınıyye
toduna tabi olduğunu, ayetleri fikirlerinden aklına gelenle zoraki
rak açıkladıklarını söyler.
312
M.Necmettin BARDAKÇI
Bu saldırıda kendisinden önce tasavvufa hücum edenlerden,
özellikle "Ebu'l-Vefa b.Akil'' den istifade eder. Süfilere hücum
ettiği yerlerde O'ndan birçok sayfayı aktarır.
İbnu'l-Cevzi'nin mutasavvıfları tenkid eden sözlerinin bir
kısmının
süfiyye'den bazılannın seyr-i sülôkunda veya görüşlerinde
mübah gördükleri şeylerle, özellikle tasavvuf hakkında, bu isim ikiyüz senesinde ortaya çıkmıştır diyerek hataya düşenlerle ilgili
olduğunu söylemek mümkündür.
Süfiyyenin ilkleri tasavvufu bir çok terimle açıkladılar. Özet olarak; tasavvuf nefsi kontrol etmek, kötü ahlaklardan temizlenmek
için mücahede etmek, güzel ahlaklardan olan zühd, hilm, sabır, ihlas, sıdk ve bunların dışındaki güzel davranışlarla onu tezyin etmektir. Bunlar dünyada övgü, ahirette sevab kazandınr. Daha sonra
onların sözlerini nakleder ve bulur; "bu topluluğun ilkeleri böyleydi"
diyerek açıklar60.
Onun görüşü belki de bu idi. Bununla ilgili olarak dört bölümden.
meydana gelen "Safvetü's-Safve" isimli özeLbir kitap hazırladı. Bu
kitabında mutasavvıflann tabakat kitaplannda yaptıkları gibi, süfiyyenin hayatını, sözlerini ve bazı hallerini anlatır. ·
Tasavvuf düşmanlığının sadece fıkıhçılar ve
rafından yapılmayıp, bunların içinde özellikle
hadisçiler tamutezile kel. amedanndan olmak üzere, ilm-ikelam alimleri, felsefelerinde akl-ı
galib tabiatını tercihleri sebebiyle İbn Bacce ve İbn Rüşd gibi bazı
filozofların da bulunduğunu unutmamalıyız.
Aynı şekilde mutasavvıflann da bu hücumlar karşısında eli kolu
bağlı oturmadıkianna işaret' etmeyi ihmal etmemeliyiz. Onlar da
kendilerini savundular, görüşlerini açıkladİlar, şüpheli şeyleri tasav-
Sonra -bazen- hücum noktasına geldiler. Onların
ve tenkidlerine karşı kendi fikirlerini ileri sürdüler.
Buradan hareketle fıkıh, hadis ve ilm-i kelam alimleri hakkındaki
tenkidli görüşlerini buluruz. Ayrıca marifetle ilgili metodlarının, felsefenin metodundan daha iyi olduğunu açıkladılar. Sözü uzatacağı
için bu kadar açıklama ile yetiniyoruz.
vuftan
attılar.
düşünce, görüş
60
İbnü'I-Cevzi, Telbisü İblis, sh:313, 314
İslam' da Tasavvuf
313
3- Birinci kısımdakiler, tasavvufun başarısı için çalışırlar. İkinci
kısımdakiler ise; tasavvufa hücum edip onu tenkit ederler. Üçüncü
bir kısım daha vardır ki, bunlar ikisi arasında ortada bir yer alırlar.
Bu üçüncü kısımdakiler; "tasavvufu tamamen kabul veya reddetmek
tarafgirliktir ve hakikatten uzaklaşmaktır" görüşündedir. Bu fikrin
en bariz isimleri selefi müfekkir İbn Teymiyye (h. 728) ve talebesi
İbn'ul Kayyım'dur. (h.751)
İbn Teymiyye tasavvuf yolunun doğru ve gerçek yönlerinin itiraf
edilmediğini, bunun üzerine tasavvufun tamamına; kötüdür, bozulmuştur dendiğini ifade ederek; "Bunlardan inancı ve arneli bozuk
olanlar mutasavvıfların yolunun aslını ve bölümlerini tamamiyle inkar etmeyi gerekli. saydılar. Sonunda insanlar iki grup oldular.
Birincisi hakkı ve batılı kabul edenler, ikincisi reddedenler.
Fıkıhçılar ve kelamcılar arasındaki fırkalar gibi."
İbn Teymiyye bu iki fırkanın da durumunu uygun bulmaz. Her
ikisini de gerçeklerden uzak olarak görür. Sonra tasavvuf
hakkındaki fikirlerinin temellerini tesbit ederek şöyle der:
"Doğru
olan tasavvuftaki şeylerin Kitab ve Sünnete uygun
kabul etmek, Kitab ve Sünnete uymayan kısımlarını reddetmektir"61.
olanlarını
İbn Teymiyye'nin belirlediği bu ölçüden hareketle; süfiyyeyi kötülerken aşırıya kaçmak, onları bidatçı sayarak sünnetin dışında
bırakmak doğru değildir. Aynı şekilde onlara; Peygamberlerden
sonra yaratılmışların en faziletiisi ve en mükemmeli olarak bakmak
da doğru değildir.
"Bu konuda doğru olan; Onlar Allahu Teala'ya ibadet ve taat
etmeye çalışıyorlar. Kendi dışındakilerden Allahu Teala'ya ibadet
ve kulluk edenler gibi. Çalışma ve gayretine göre öne geçen mukarrebler, kitabı sağından verilen kimseler, hem mutasavvıflardan hem
de diğer grubtan olabilir. Her iki gruptan sevaba giren ve günah
işleyen bulunabilir. Günaha girip tevbe eden olduğu gibi tevbe etmeyen de vardır. Onlara intisab edenlerden (genellikle sfifiyye)
nefsine karşı zalim, Rabbine karşı asi olanlar da mevcuttur. Onlara
Bid'atçılardan ve zındıklardan intisab edenler de bulunabilir.
61
el-Kuşeyri,
er-Risale, 1/107
314
M.Necmettin BARDAKÇI
Fakat gerçek
etmezler.
mutasavvıflar
onlardan
uzaktır
ve
onları
kabul
Tasavvuf; -öyleyse- ilim, ibadet, Allah'ın çizdiği hııdutlan
aşmamak, kemal sebeplerini elde etmek için muhtelif toplulukların,
sancağı altına sığındığı genel bir isimdir. Netice itibariyle sfifiyye
arasında hakikat ehli veya ilim ehli olan kimseler bulunabilir"62.
"Aynı
zamanda tasavvufla hiçbir ilgisi olmayan, sadece bilinen
ve cübbe yönünden onlara benzeyenler de bulunabilir. Hakikat
ehli dünyadan ve onun nimetlerinden uzaklaşıp zühde yönelirken;
sfifiyye arasmda tasavvuf vasıtasıyla nzık kazanmaya çalışan, zaviyelerde oturup ihsan sahiplerinin verecekleri sadakalan bekleyenleri de buluruz"63.
hırka
Öyleyse bunların hepsini içine alan genel bir hüküm çıkarmak
doğru değildir. Belki de bunlardan her bir fırkayı müstehak olduklan
bir sıfatla özdeşleştirmek gerekir. Hırka veya lokma tnutasavvıflannı kötülemek, ilmi ve hakikat ehli olan mutasavvıflan ise
övmek ve yüceltmek gerekir64.
İbn Teymiyye ilim ve hakikat ehli mutasavvıflan bir çok yerde
medheder. Onları bazen şeyhler, bazen de imamlar diyerek anar.
Onları müslümanların içinden seçilmiş, övülmüş olarak vasıflandınr.
Her anı ş ında onlara rahmet diler. Sufiyye 'den mükellefiyetierin
düştüğünü65 veya Allahü Teala'mn bazı kullarına hulul ettiğini
söyleyen sapıkların görüşlerini, ya da Vahdet-i Vücudla ilgili sözleri
cevaplarken onların sözlerinden delil getirir.
"İbn Teymiyye bunların görüşlerini kitaplannın birçok bölümünde
ele alarak hatalarını ve ayıplarını ortaya çıkarıp açıkladı. Bazen de
onlara hücum etmek üzere müstakil risaleler yazdı.
62
63
64
65
el-Mekki, Kut'üi-Kulub, 1/322
el-Muhasibi, (ei-Haris b.Esed), ei-Mekasib, tahkik:Abdü'I-Kadir Ata, ı969, sh:227;
el-Hakim et-Tinnizi, Adabü'I-Müridin, tahkik:Abdü'I-Fettah Bereke, tahkik edenin
mukaddimesi sh: 121 ve devamı, metin sh: 14 ı ve devamı.
.
ei-Harraz (Ebu Said), et-Tarik iıallah, ya da Kitabu's-Sıdk, tahkik: Abdü'I-Halim
Mahmud, tarihsiz, sh:34>; tbnu'I-Cevzi, Telbisü lblis, 157, 158; lbn Receb ei-Hanbeli,
ez-Zeyl ala tabakat i '1-Hanabile. Lübnan, tarihsiz, 3/3 ı 7. 318
lbn Teymiyye, eı-Tuhfetü'l-lrak.ıyye fi'I-Amali'I-Kalbiyye, 1386 h.• sh:83
İslam' da Tasavvuf
315
İbn Teymiyye'nin sfifiyye'yi takdir ettiğini gösteren en açık delil; onları hakikat ehli olarak göstermesidir. Onları seleften bir topluluk ve sünnet ehli olarak vasıflandınr. Bazı risalelerinde, Selefiyye
akidesini açıklarken sfifiyyenin kitaplanndan nakillerde bulunur. Bu
risalelerinden biri "el-Fetva el-Hameviyye"dir.
Bu risalenin birçok sayfasmda Amr b.Osman el-Mekki, Haris
el-Muhasibi, Ebu Abdullah Muhammed b. Hafif ve Şeyh AbdülKadir Geylani gibi mutasavvıflardan nakillerde bulunur66.
Bunlara ilaveten sfifiyyenin şeyh ve ileri gelenlerinden; İbrahim
b. Edhem, Fudayl b. Iyaz, Sehlü't-Tüsteri, Cüneyd-i Bağdadi ve
Ebu Süleymaned-Darani ve benzerlerinin sözleri ile açıklamalanna
şahid getirir.
İbn Kayyım da, Tarikat imamlarını övmede şeyhi İbn
Teymiyye 'yi takib ederek
onların
kal b hallerini
şöyle anlatır:
"Marifeti elde etmek, kalbieri temizlemek, nefisleri tezkiye
etmek, karşılıklı ilişkileri düzene koymak için döner dururlar.
Bunun için sözleri azdır. (Azhğına rağmen) Sözlerinde bereket
vardır"67.
Hatta tasavvuf şeyhlerinin önde gelenlerinden "Ebu İsmail
Abdullah b.Muhammed el-Ensari el-Herevi" (h.481) ve kitabı
"Menazilü's-Sairin ila'l-Hak" onun çok hoşuna gitmiş ve kendisini
bu kitabı "Medariku's Salikin beyne menazilü iyyake na'büdü ve
iyyake nestain" ismini verdiği büyük bir kitapta şerhetmeye sevketmiştir68.
İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyım'ın bu tenkidli yaklaşım
tarzı, daha
yaklaşımdır.
gerçeğine
66
67
önce geçen fikirler arasmda tercih edilebilecek bir
Çünkü tarafgirlikten uzak ve konuya en yakın, tasavvuf
en uygun bir değerlendirmedir69.
İbn Teymiyye, es-Sfifıyye ve'I-Fukara, 28, 29
İbn Teymiyye, ei-Furkan beyne evliyai'r-Rahman ve evliyai'ş-şeytan, tahkik: Şeyh
Mahmud Fayed,
68
69
1958, sh: 71,93
İbn Teymiyye, es-Sufıyye ve'I-Fukara,
31,32
İbn Teyiniyye, el-furkan... , sh: 72, 93, 100, 104.
-----~----------
--------
316
M.Necmettin BARDAKÇI
Yelayet sadece sftfiyye'ye mahsus değildir. Çünkü Allahu
Teala'nın dostluğu (velayet); iman, ibadet ve ahHikı içine alan
iman ve takva, mefhumlarımn şartlarını yerine getirmekle
gercekleşir. Kim bu şartlan yerine getirirseAllahu Tealla'mn
dostluğuna ehil olur. Bunu yapan ister tasavvuf veya ilim ehlinden,
isterse mücahid ya da faydalı iş yapanlardan olsun durum değiş­
mez.
Tasavvufa intisab edenlerin tamamı, hak ehli ve doğru insanlar
Aksine bazıları onun hakikatine insanlarm en uzağıdır.
Bunun için tasavvufa en büyük kütülüğü onlar yapmıştır.
değildir.
Fakat Tasavvuf -bir aşka yönden- tamamen şer değildir.
Tamamen dinden uzaklaşma, gaflet. fena, hulftl, kuru iddia ve faydasız da değildir. Ayrıca bazılarının dediği gibi; yabancı mistik ve
felsefi düşüncelerden de alınmış değildir70.
Tasavvuf çeşit çeşittir. Övüleni de, yerilenide vardır. Gercek
tasavvufu reddetmek insafa sığmaz. Sahtesini kabul etmek de hikmetten değidir. Hangisinin kabul edileceği, hangisinin .reddedileceği
konusunda iki ölçü ile hüküm verebiliriz71.
Birincisi; Bu tasavvufun kitap ve sünnetle alakası. Bu ölçü
tasavvuf şeyhlerinin saygı ve bağhhkta zaruri buldukları bir
ölçüdür.. Bununla ilgili açıklama daha önce yapıldı.
İkincisi; Tasavvufun akıl ile alakası.
Mutasavvıflann ilahi zevkle elde ettikleri marifetlerinin
(bilgi) makamının akıl makamından üstün ve daha yüce olduğunu
söylemelerine rağmen, onlardan derin bir anlayışa sahip olanlar bu
bilgilerin akla zıt ve muhal olmamasım şart koşarlar." Bunların
arasmda tasavvufu çok açık bir şekilde öven İmam-ı Gazali de
vardır. Bununla birlikte O; "velayet halinin aklın muhal gördüğü
yerlerde açıklanmasının caiz olmadığmı"72 vurgular
70
71
72
İbn Teymiyyi, el-Fetva el-Hameviyye ... 37-51
İbn Kayyım ei-Cevziyye, Medaricü's-Salikin, beyne menazili iyyake na'büdü ve
iyyakenestain. 1956, l/139, 176, 199,249,2/32,39-41,49.
el-Gazali (Ebu Hamid), el-Maksadü'I-Esna fi esma-ll'lahi'l-Husna, sh. 102,103
İslam' da Tasavvuf
317
Bizim için -bu iki ölçünün ışığında- her bir durum için uygun
olan hükmü seçmemiz lazımdır. -0 zaman- Tasavvuf kitaplannın
' ekserisinin içine aldığı bir çok hayır ve iyiliklerden faydalanma
fırsatı buluruz.
i
Bu kitaplar, insanı düşündüren ve ders veren insani tecrübe
ve bigilerin doldurduğu büyijk kültür eserleridir. Hatta -birçok zaman- özellikle. Ahlak ve Pisikoloji alanlanndaki kitaplarda, daha önceki siltilerden takdir ve övgü ile bahseden bölümler vardır73. Bu
çalışmalarda yakın zamana kadar modem pisikoloji bilginlerinin
ulaşamadığı sonuçlar elde edilmiştir.
Müslüman hikmeti nerede bulursa alır. Hak nereden gelirse
gelsin kabul eder. Ona düşen görev; tasavvuf eserlerini ve tasavvuf
kültürünü takip etmekten kendisini uzak tutmamasıdır. Umulur id,
onlarda bir çok hayır ve iyilik bulabilir.
Tevfık Allah'tandır.
73
Cafer, (Muhammed Kemal), et-Tasavvuf, tarikan ve tecrübeten ve mezheben,
sh.27,28; Muhammed Mustafa Hilmi, e1-Hayatü'r-ruhiyye fi'1-İs1iim, sh.100-102;
Ahmed Subhi, e1-Fe1sefetü'1-ahliikıyye fi'I-Fikri'I-İs1iim, 1969 sh.249-286; Amir enNeccar, et-Tasavvufu'n-Nefsi, 1984
Download