T.C. Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız Diş ve Çene Radyolojisi Anabilim Dalı PSİKİYATRİK HASTALIKLAR VE PSİKİYATRİK TEDAVİ GÖREN HASTALARA DİŞ HEKİMLİĞİ YÖNÜNDEN YAKLAŞIM BİTİRME TEZİ Stj. Diş Hekimi İlke KARAKAYA Danışman Öğretim Üyesi: Prof. Dr. Hülya ÇANKAYA İZMİR-2012 ÖNSÖZ ‘’Psikiyatrik Hastalıklar ve Psikiyatrik Tedavi Gören Hastalara Diş Hekimliği Yönünden Yaklaşım’’ konulu tezi hazırlamamda bana katkılarından dolayı Sayın Hocam Prof. Dr. Hülya ÇANKAYA’ya teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım. İZMİR-2012 Stj. Diş Hekimi İlke KARAKAYA İÇİNDEKİLER 1.GENEL BİLGİLER...................................................................................... 2 2.RUHSAL ve DAVRANIŞSAL BOZUKLUKLARIN SINIFLANDIRILMASI (ICD–10) ........................................................................................................ 4 2.1. Organik ve Semptomatik Ruhsal Bozukluklar.................................... 4 3.RUHSAL HASTALIKLAR ve DİŞ HEKİMLİĞİ YÖNÜNDEN YAKLAŞIM 21 3.1. Anksiyete......................................................................................... 21 3.1.1. Oluş Nedenleri ........................................................................... 21 3.1.2. Klinik Özellikleri......................................................................... 23 3.1.3. Diş Hekimi Anksiyetesi ............................................................. 24 3.2. Somotoform bozukluklar ................................................................ 27 3.2.1. Somotoform Bozukluklara Diş Hekimliği Yönünden Yaklaşım .............................................................................................................. 28 3.3. Hipokondri........................................................................................ 29 3.4. Fobi ................................................................................................... 30 3.4.1. Özgül Fobi.................................................................................. 30 3.4.2. Sosyal Fobi ............................................................................. 31 3.5. Panik Atak ........................................................................................ 32 3.5.1. Fobilerin ve Panik Atağın Tedavisi .......................................... 34 3.6. Obsesif Kompulsif Bozukluk .......................................................... 35 3.6.1. Farmakoterapi............................................................................ 36 3.7. Şizofreni ........................................................................................... 36 3.7.1. Şizofreninin Oluş Nedenleri...................................................... 37 3.7.2. Belirtiler..................................................................................... 38 3.7.3. Şizofrenin Tipleri ....................................................................... 40 3.7.4. Tedavi ve Sonuçlar.................................................................... 40 3.8. Mani .................................................................................................. 41 3.9. Depresyon ....................................................................................... 42 3.9.1. Depresyon Türleri...................................................................... 43 3.9.2. Depresyon Nedenleri................................................................. 44 3.9.3. Depresyon Tedavisinde Kullanılan İlaçlar............................... 45 3.10. Paranoid (Sanrısal) Bozukluklar................................................... 46 3.10.1. Paranoid Bozuklukların Tedavisi ........................................... 47 3.11. Alkol ve Madde Bağımlılığı ........................................................... 48 3.12. Anoreksiya Nervoza ...................................................................... 50 3.13. Bulimiya Nervoza........................................................................... 50 4.PSİKİYATRİK HASTALARDA AĞIZ SAĞLIĞI…………………….……… 52 4.1. Temporomandibular Eklem Hastalıkları ........................................ 53 4.2. Bruksizm .......................................................................................... 54 4.3. Psikotrop İlaçların Ağız Sağlığına Etkileri ..................................... 55 4.3.1. Kserostomi................................................................................. 56 4.3.2. Orofasiyal Yan Etkiler ............................................................... 58 4.3.3. Ekstrapiramidal Yan Etkiler ...................................................... 59 5. ÖZET ....................................................................................................... 62 6. KAYNAKLAR .......................................................................................... 64 7.ÖZGEÇMİŞ.................................................................................................68 GİRİŞ Ağız sağlığı, genel sağlık ve yaşam kalitesinin önemli bir belirleyicisidir. Buna karşın psikiyatrik hastalık sürecinde ağız sağlığının önceliği düşüktür. Psikiyatrik tedavi gören hastalar, diş hekimi tarafından yapılan tedaviler açısından özel bir gruptur. Diş hekimleri açısından, psikiyatrik tedavi gören ve buna bağlı olarak psikoaktif ilaç kullanan hastaların tedavileri önemlidir. Çünkü bu hastalarda hastalığın doğası ve kullanılan ilaçların yan etkileri ağız sağlığının kötü olma riskini arttırmaktadır. Ayrıca lokal anestezik, sedasyon tekniği ve postoperatif analjezik seçimi bu hastaların kullandığı ilaçlar göz önünde bulundurularak yapılmalıdır. Psikiyatrik tedavi gören hastalar diş hekimi tarafından yapılacak tedavilere karşı isteksiz olabilir. Randevuları alıp ertelemeleri ve kontrollere düzensiz gelmeleri sık görülür. Bu durumda hastanın bireysel kooperasyonu önemlidir. Gerekirse hastanın psikiyatrisi ile konsültasyon yapılmalıdır. Psikiyatrik hastalarda tedaviler hastalara özel olacak şekilde planlanmalıdır. Kooperasyonu zor olan hastalarda kompleks tedavilerden kaçınılmalıdır. Bu geliştirilmesidir. (1) hastalarda asıl önemli olan koruyucu tedavilerin 1.GENEL BİLGİLER Dünya Sağlık Örgütü sağlığı “bir kişide bilinen ve saptanan bir bozukluğun olmaması yanında, ruhsal toplumsal ve bedensel yönden de iyi bir durumda olmasıdır” diye tanımlar. Bir hekim olarak bir kişinin sağlık durumunu değerlendirirken öncelikle yakınmalarını ve hastalık öyküsünü iyi almak gerekir. Kuşkusuz yalnız yakınma ve hastalık öyküsü de yeterli değildir. Kişinin aile ve toplumsal yaşamını, kalıtsal, kültürel, ekonomik özelliklerini, geçirdiği hastalık ve kazaları öğrenmek gerekir. Daha sonra fizik bakı, laboratuvar incelemeleri (biyokimyasal, fizyolojik, radyolojik, psikometrik) yapılması düşünülebilir. Yinelemek gerekirse; hasta ile konuşma ve iletişim tanı koymada ilk ve en önemli basamaktır. Bu bağlamda hasta hekim ilişkilerini ve görüşme yöntemlerinin temel ilkelerini bilmek, özen göstermek ve uymak gerekir. Hasta hekim arasında en temel ve en önemli olgu güvendir. Güvenmeyen birisi hekime gitmez, gitse de gerçeği söylemez. Hekimin verdiği ilaçları kullanmaz, önerileri uygulamaz. Güvensizlik duygusunun oluşmasında hastanın kişiliği ve karşılaştığı olayların etkisi olabilir. Hekimin güvensizliğin kırılmasında, güven duygusunun gelişmesinde yapabileceği çok şey vardır. Öncelikle hekim de bir insandır. Olağanüstü yetki ve gücü yoktur. Yapabileceğinin sınırlarını bilmesi gerekir. Yapamayacağı ya da yapılamayacak önerilerde bulunmamalıdır. Hastasından aldığı tüm bilgiler yalnız hastaya tanı koyma ve yardım etmeye yönelik olmalıdır. Alınan bilgiler 2 kesinlikle hiç bir kişi ya da kuruma verilmemeli, verilmeyeceğine hasta inandırılmalıdır. (2) Hasta ile görüşürken ilgili, sabırlı, anlayışlı, önyargısız ve hoşgörülü olmalıdır. Ağız sağlığı bireyin yemek yeme, konuşma, görünüm ve sosyal durumunu etkiler. Ayrıca yaşam kalitesinin önemli bir belirleyicisi olduğu unutulmamalıdır. Dünya Sağlık Örgütü verileri, psikiyatri hastalarının ağız-diş hastalıklarının olumsuz etkilerine en fazla maruz kalan özel gruplardan biri olduğunu bildirmektedir. (1) Kronik psikiyatrik hastalık terimi, psikiyatrik bir hastalıktan muzdarip olan ve tedavi amaçlı olarak uzun süreli veya kısa süreli sık hastane yatışlarının yanı sıra, iş ve sosyal performansında önemli derecede bozulma gösteren kişileri ifade etmektedir. Kronik psikiyatri hastalarında diş hekimi kontrolüne gitmeme, düzensiz beslenme alışkanlıkları, kötü ağız hijyeni ve kullanılan ilaçların yan etkileri nedeniyle önemli oranda ağız sağlığı sorunları bildirilmiştir. Ayrıca psikiyatrik hastalık kronikleşmesiyle koruyucu ağız bakımını yaparak ağız temizliğini sağlamakta isteksizlik ortaya çıkmaktadır. Buna karşın psikiyatrik hastalıkların değerlendirilmesinde, ağız sağlığının önceliği zayıftır. Psikiyatrik hastaların tedavisi sırasında tedavi seçeneklerinin ağız sağlığı üzerindeki hastalarında ağız etkileri sağlığını göz önünde sağlama kazandırmak önemlidir. (1) 3 ve bulundurulmalıdır. ağız sağlığına Psikiyatri devamlılık 2.RUHSAL ve DAVRANIŞSAL BOZUKLUKLARIN SINIFLANDIRILMASI (ICD–10) 2.1. Organik ve Semptomatik Ruhsal Bozukluklar 2.1.1. Bunama, başka yerde tanımlanmamış 2.1.2. Bunama, alzheimer hastalığında 2.1.2.1. Yaşlılıkta başlayan [senile] (Tip 1) 2.1.2.2. Yaşlılık öncesi [presenile] başlayan (Tip 2) 2.1.2.3. Atipik ya da karma tip 2.1.3. Bunama, beyin damar (serebrovaskuler) hastalığında 2.1.3.1. Akut başlangıçlı damarsal bunama 2.1.3.2. Multi infarkt damarsal bunama, (daha çok kortikal) 2.1.3.3. Başka damarsal bunamalar, (daha çok subkortikal) 2.1.3.4. Karma kortikal ve subkortikal damarsal bunama 2.1.4. Diğer hastalıklarla birlikte görülen bunama 2.1.4.1.Pick hastalığında bunama 2.1.4.2.Creutzfeldt-Jacob hastalığında bunama 2.1.4.3.Hungtington hastalığında bunama 2.1.4.4.Parkinson hastalığında bunama 4 2.1.4.5. Diğer özgül durumlarda bunama 2.1.5. Organik amnestik sendrom (Korsakov sendromu) 2.1.6. Deliryum, alkolik olmayan 2.1.6.1. Bunamanın üstüne eklenmiş alkolik olmayan deliryum 2.1.7. Beyin hastalığı, zedelenmesi ya da işlev bozukluğuna veya başka fiziksel hastalığa bağlı ruhsal bozukluklar 2.1.7.1. Organik hallüsinoz 2.1.7.2. Organik katatonik durum 2.1.7.3. Organik şizofreni-benzeri ya da sanrılı durum 2.1.7.4. Organik depresif durum 2.1.7.5. Organik manik durum 2.1.7.6. Astenik ya da oynak duygusal durum 2.1.7.7. Başka 2.1.7.8. Belirlenmemiş 2.1.8. Beyin hastalığı, zedelenmesi ya da işlev bozuklıuğuna bağlı kişilik ya da davranış bozukluğu 2.1.8.1. Organik kişilik bozukluğu 2.1.8.2. Ensefalit sonrası sendrom 5 2.1.8.3. Beyin sarsıntısı sonrası (postconcussion) sendrom 2.1.8.4. Başka 2.1.8.5. Belirlenmemiş 2.1.9. Başka organik ya da semptomatik ruhsal bozukluk 2.1.10. Belirlenmemiş organik ya da semptomatik ruhsal bozukluk 2.2. Psikoaktif Madde Kullanımına Bağlı Ruhsal ve Davranışsal Bozukluklar 2.2.1. Alkol kullanımından doğan bozukluklar 2.2.2. Tütün kullanımından doğan bozukluklar 2.2.3. Afyon türevleri kullanımından doğan bozukluklar 2.2.4. Kanabis türevlerinin kullanımından doğan bozukluklar 2.2.5. Sedatif ya da hipnotiklerin kullanımından doğan bozukluklar 2.2.6. Kokain kullanımından doğan bozukluklar 2.2.7. Başka uyarıcıların (kafein dâhil) kullanımından doğal bozukluklar 2.2.8. Halüsinojenlerin kullanımından doğan bozukluklar 2.2.9. Çeşitli ilaç kullanımından doğan bozukluklar 6 2.2.10.Başka (uçucu çözücüler dahil) ve tanımlanamayan maddelerin kullanımından doğan bozukluklar 2.3. Şizofreni, Şizotipal Durumlar ve Sanrısal Bozukluklar 2.3.1. Şizofreni 2.3.1.1. Paranoid şizofreni 2.3.1.2. Hebefrenik şizofreni 2.3.1.3. Katatonik şizofreni 2.3.1.4. Ayrımlaşmamış şizofreni 2.3.1.5. Şizofreni sonrası depresyon 2.3.1.6. Rezidüel şizofreni 2.3.1.7. Başka şizofreni 2.3.1.8. Belirlenmemiş şizofreni 2.3.2. Şizotipal durumlar 2.3.2.1. Şizotipal bozukluk (latent şizofreni) 2.3.2.2. Basit şizofreni (basit yıkım-deteriorasyon-bozukluğu) 2.3.3. Kalıcı sanrısal bozukluklar 2.3.3.1. Sanrısal bozukluk (paranoya) 7 2.3.3.2. Başka kalıcı sanrısal bozukluklar 2.3.4. Akut ve geçici psikotik bozukluklar 2.3.4.1. Akut sanrılı nöbet 2.3.4.2. Psikojenik (reaktif) sanrısal bozukluk (psikojenik psikoz) 2.3.4.3. Şizofreni-benzeri nöbet 2.3.4.4. Başka (ayrımlaşmamış) akut psikotik bozukluk 2.3.5. Sanrıya katılım bozukluğu 2.3.6. Başka organik olmayan psikotik bozukluklar 2.3.7. Başka yerde belirlenmeyen organik olmayan psikotik bozukluklar 2.4. Duygulanım Bozuklukları 2.4.1. Manik nöbet 2.4.2. Depresif nöbet 2.4.2.1. Ağır depresif nöbet 2.4.2.2. Hafif depresif nöbet 2.4.3. Bipolar duygulanım bozukluğu 2.4.3.1. Bipolar duygulanım bozukluğu, şu anda manik 2.4.3.2. Bipolar duygulanım bozukluğu, şu anda depresif 8 2.4.3.3. Bipolar duygulanım bozukluğu, şu anda karma şekil 2.4.3.4. Bipolar duygulanım bozukluğu, şu anda iyileşmiş 2.4.4. Yineleyen depresif bozukluklar 2.4.4.1. Yineleyen ağır depresif bozukluk 2.4.4.2. Yineleyen hafif depresif bozukluk 2.4.4.3. Yineleyen depresif bozukluk, değişken 2.4.5. Dirençli duygu durum bozuklukları 2.4.5.1. Siklotimi 2.4.5.2. Distimi 2.4.6. Başka duygulanım bozukluğu nöbetleri 2.4.6.1. Başka duygulanım bozukluğu nöbetleri 2.4.6.2. Başka yineleyen duygulanım bozukluğu nöbetleri 2.4.6.3. Başka kalıcı duygulanım durumları 2.4.7. Şizoaffektif bozukluklar 2.4.7.1. Şizomanik bozukluk 2.4.7.2. Şizodepresif bozukluk 2.4.8. Başka yerde belirlenmeyen duygulanım bozuklukları 2.5. Nevrotik, Strese Bağlı ve Somotoform Bozukluklar 9 2.5.1. Fobik bozukluk 2.5.1.1. Agorafobi 2.5.1.2. Sosyal fobiler 2.5.1.3. Özgül (tekil) fobiler 2.5.2. Başka anksiyete bozuklukları 2.5.2.1. Panik bozukluğu (epizodik paroksismal anksiyete) 2.5.2.2. Genel anksiyete bozukluğu 2.5.2.3. Karma anksiyete ve depresif bozukluk 2.5.3. Obsesif- Kompulsif bozukluk 2.5.3.1. Daha çok obsesyonel düşünce ya da kuramlar 2.5.3.2. Daha çok kompulsif davranışlar (obsesif törenler) 2.5.3.3. Karma obsesyonel düşünce ve davranışlar 2.5.4. Ağır strese tepki ve uyum bozuklukları 2.5.4.1. Akut stres tepkisi 2.5.4.2. Travma sonrası stres bozukluğu 2.5.4.3. Uyum bozukluğu 2.5.5. Disosiyatif bozukluk 2.5.5.1. Psikojenik bellek yitimi [amnesia] 10 2.5.5.2. Psikojenik kaçma [fugue] 2.5.5.3. Psikojenik stüpör 2.5.5.4. Özgeçi [trans] ve tutulma [possesion] durumları 2.5.5.5. Çoğul kişilik 2.5.6. Hareket ve duyunun dissosiyatif bozuklukları 2.5.6.1. İstemli harekette psikojenik bozukluk 2.5.6.2. Psikojenik konvülsiyonlar 2.5.6.3. Psikojenik anestezi ve duyu yitimi 2.5.6.4. Başka dissosiyatif bozukluklar 2.5.6.5. Belirlenmemiş dissosiyatif bozukluk 2.5.7. Somotoform bozukluklar 2.5.7.1. Çoğul somotoform bozukluk 2.5.7.2. Ayrımlaşmamış çoğul somotoform bozukluk 2.5.7.3. Hipokondriak sendrom 2.5.7.4. Psikojenik otonomik işlev bozukluğu 2.5.7.5. Özgül organik nedeni olmayan ağrı sendromu 2.5.7.6. Duyu, işlev bozukluklar 11 ve davranışta başka psikojenik 2.5.8. Başka nevrotik bozukluklar 2.5.8.1. Nevrasteni (yorgunluk sendromu) 2.5.8.2. Depersonalizasyon-derealizasyon sendromu 2.5.9. Belirlenmemiş nevrotik, strese bağlı ya da somotoform bozukluk 2.6. Ruhsal ya da Davranışsal Etkenlere Bağlı Fizyolojik İşlev Bozuklukları 2.6.1. Yeme bozuklukları 2.6.1.1. Anoreksiya nervoza 2.6.1.2. Bulimiya nervoza 2.6.1.3. Normal ağırlıklı bulimiya 2.6.1.4. Başka ruhsal bozukluklara bağlı şişmanlık 2.6.1.5. Başka ruhsal bozukluklara bağlı kusma 2.6.1.6. Başka yeme bozuklukları 2.6.1.7. Belirlenmemiş yeme bozuklukları 2.6.2. Uyku ve uyanma [arousal] bozuklukları 2.6.2.1. Uykusuzluk [insomnia] 2.6.2.2. Aşırı-uykululuk [hipersomnia] 12 2.6.2.3. Uyku-uyanıklık düzeni bozuklukları 2.6.2.4. Uyurgezerlik 2.6.2.5. Uykuda korkular 2.6.2.6. Kâbuslar 2.6.2.7. Başka uyku ve uyanma bozuklukları 2.6.2.8. Belirlenmemiş uyku ve uyanma bozuklukları 2.6.3. Cinsel işlev bozuklukları 2.6.3.1. Cinsel istek azlığı ya da yitimi 2.6.3.2. Cinsel haz yokluğu 2.6.3.3. Cinsel organ etkinliğinde yetersizlik 2.6.3.4. Orgazmda işlev bozukluğu 2.6.3.5. Erken boşalma 2.6.3.6. Vaginusmus 2.6.3.7. Ağrılı birleşme 2.6.4. Mensturasyon döngüsüne bağlı ruhsal gerginlik 2.6.5. Başka yerde sınıflandırılan bozukluk ya da hastalıklara bağlı ruhsal ya da davranışsal etkenler 2.7. Yetişkin Kişilik ve Davranış Anormallikleri 13 2.7.1. Kişilik bozuklukları 2.7.1.1. Paranoid kişilik bozukluğu 2.7.1.2. Şizoid kişilik bozukluğu 2.7.1.3. Disosyal kişilik bozukluğu 2.7.1.4. Dürtüsel kişilik bozukluğu 2.7.1.5. Histrionik kişilik bozukluğu 2.7.1.6. Anankastik (obsesif-kompulsif) kişilik bozukluğu 2.7.1.7. Bunaltılı kişilik bozukluğu 2.7.1.8. Bağımlı kişilik bozukluğu 2.7.1.9. Başka kişilik bozukluğu 2.7.1.10. Belirlenmemiş kişilik bozukluğu 2.7.2. Kişilik özelliğinin belirginleşmesi 2.7.2.1. Paranoid 2.7.2.2. Şizoid 2.7.2.3. Disosyal 2.7.2.4. Histrionik 2.7.2.5. Anankastik 2.7.2.6. Bunaltılı 14 2.7.2.7. Bağımlı 2.7.2.8. Başka 2.7.3. Beyin zedelenmesi ya da hastalığına bağlı olmayan kalıcı kişilik değişiklikleri 2.7.3.1. Zorlu yaşantı sonrası kalıcı kişilik değişimi 2.7.3.2. Ruhsal hastalık sonrası kalıcı kişilik değişimi 2.7.4. Cinsel kimlik anormallikleri 2.7.4.1. Transeksüalizm 2.7.4.2. İki yönlü transvestizm 2.7.5. Alışkanlık ve dürtü bozuklukları 2.7.5.1. Patolojik kumar oynama 2.7.5.2. Patolojik yangın çıkarma 2.7.5.3. Patolojik çalma 2.7.5.4. Başka alışkanlık ve dürtü bozuklukları 2.7.6. Cinsel seçim anormallikleri 2.7.6.1. Fetişizm 2.7.6.2. Fetişistik transvestizm 2.7.6.3. Gösterimcilik 15 2.7.6.4. Cinsel gözetleyicilik 2.7.6.5. Çocuğa cinsel-sevi 2.7.6.6. Sado-mazokizm 2.7.6.7. Çoğul cinsel seçim anormallikleri 2.7.6.8. Başka cinsel seçim anormallikleri 2.7.7. Cinsel gelişme ve cinsel yönelim ile bağlantılı ruhsal ve davranışsal sorunlar 2.7.7.1. Gelişme bunalımı 2.7.7.2. Ego-distonik cinsel yönelim 2.7.7.3. İlişki kurma sorunları 2.7.7.4. Başka başvuru nedeni ya da sorunu 2.7.7.5. Belirlenmemiş 2.7.8. Yetişkin kişilik ve davranışının başka anormallikleri 2.7.9. Yetişkin kişilik ve davranışının belirlenmemiş anormallikleri 2.8. Zekâ Geriliği 2.8.1. Hafif zekâ geriliği 2.8.2. Orta zekâ geriliği 2.8.3. Ağır zekâ geriliği 16 2.8.4. Derin zekâ geriliği 2.8.5. Belirlenmemiş zekâ geriliği 2.9. Gelişim Bozuklukları 2.9.1. Dil ve konuşmada özgül gelişim bozukluğu 2.9.1.1. Basit söyleme bozukluğu 2.9.1.2. Dille anlatım bozukluğu 2.9.1.3. Dili algılama bozukluğu 2.9.1.4. Çevresel etkenlerden doğan dil bozukluğu 2.9.1.5. Epilepsi ile birlikte edinilmiş afazi 2.9.1.6. Dil ve konuşmada belirlenmemiş gelişim bozuklukları 2.9.2. Özgül okul becerileri gelişim bozukluğu 2.9.2.1. Özgül okuma bozukluğu 2.9.2.2. Özgül heceleme bozukluğu 2.9.2.3. Özgül aritmetik becerileri bozukluğu 2.9.2.4. Karma okul becerileri bozukluğu 2.9.2.5. Başka ve belirlenmemiş okul becerileri bozukluğu 2.9.3. Motor işlevde özgül gelişim bozukluğu 17 2.9.4. Karma özgül gelişim bozukluğu 2.9.5. Yaygın gelişim bozuklukları 2.9.5.1. Çocukluk otizmi 2.9.5.2. Atipik otizm 2.9.5.3. Çocuklukta dağılma bozukluğu 2.9.5.4. Stereotipik hareketlerle birlikte hiperkinetik bozukluk 2.9.5.5. Çocukta şizoid bozukluk 2.9.5.6. Başka yaygın gelişim bozuklukları 2.9.6. Başka yerde belirlenmemiş gelişim bozukluğu 2.10. Genellikle Çocukluk ya da Ergenlikte Başlayan Davranışsal ve Duygusal Bozukluklar 2.10.1. Hiperkinetik bozukluk 2.10.1.1. Etkinlik ve dikkatin basit bozukluğu 2.10.1.2. Hiperkinetik davranım bozukluğu 2.10.1.3. Başka yerde belirlenmemiş hiperkinetik bozukluk 2.10.2. Davranım bozukluğu 2.10.2.1. Aile içinde kalan davranım bozukluğu 2.10.2.2. Sosyalize olmayan davranım bozukluğu 18 2.10.2.3. Sosyalize davranım bozukluğu 2.10.2.4. Başka yerde belirlenmemiş davranım bozukluğu 2.10.3. Davranım ve duygulanım karma bozukluğu 2.10.3.1. Depresif davranım bozukluğu 2.10.3.2. Başka karma davranım ve duygulanım bozukluğu 2.10.4. Çocukluğa özgü başlangıcı olan duygusal bozukluk 2.10.4.1. Ayrılma bunaltısı bozukluğu 2.10.4.2. Çocuklukta fobik bozukluk 2.10.4.3. Toplumsal duyarlılık bozukluğu 2.10.4.4. Kardeş kıskançlığı bozukluğu 2.10.4.5. Başka duygusal bozukluk 2.10.4.6. Başka yerde belirlenmemiş duygusal bozukluk 2.10.5. Çocuklukta ya da ergenlikte başlayan sosyal işlev bozukluğu 2.10.5.1. Seçici konuşmama 2.10.5.2. Çocuklukta reaktif bağlanma bozukluğu 2.10.5.3. Çocuklukta bağlanma bozukluğu, seçmesiz tip 2.10.5.4. Başka sosyal işlev bozuklukları 19 2.10.5.5. Belirlenmemiş sosyal işlev bozuklukları 2.10.6. Tik bozuklukları 2.10.6.1. Geçici tik bozukluğu 2.10.6.2. Süregen motor ya da vokal tik bozukluğu 2.10.6.3. Birleşik vokal ve çoğul motor tikler 2.10.6.4. Başka yerde belirlenmemiş tik bozukluğu 2.10.7. Genellikle çocuklukta başlayan başka davranışsal ve duygusal bozukluklar 2.10.7.1. Enüreziz 2.10.7.2. Enkopreziz 2.10.7.3. Yeme bozukluğu 2.10.7.4. Pika 2.10.7.5. Bebeklik ve çocuklukta uyku bozukluğu 2.10.7.6. Steorotipik hareket bozukluğu 2.10.7.7. Kekemelik 2.10.7.8. Terleme 2.10.7.9. Aşırı uykululuk ve çok yeme 2.10.8. Çocukluk ve ergenlikte başlayan belirlenmemiş davranışsal ya da duygusal bozukluk (2) 20 3.RUHSAL HASTALIKLAR ve DİŞ HEKİMLİĞİ YÖNÜNDEN YAKLAŞIM ICD–10 sınıflamasında bulunan hastalıklardan, diş hekimliği pratiğinde sık karşılaşılması ve hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkilerinin ağız mukozasını ve dişleri etkilemesi açısından aşağıdaki hastalıklar özel olarak incelenmiştir. 3.1. Anksiyete Anksiyete; nedeni bilinmeyen, içten gelen, belirsiz, korku, kaygı, sıkıntı, kötü bir şey olacakmış endişesi ile yaşanan bir bunaltı duygusu olarak tanımlanır. Yaşamı tehdit eden ya da tehdit şeklinde algılanan bir çeşit alarm duygusudur. İçten ya da dıştan gelen tehlikelere ya da tehlike beklentilerine karşı yaşanan bir tepkidir. Çok hafif gerginlik ve tedirginlikten, panik derecesine varan değişik yoğunluklarda olabilir. İç ve dış tehlikelere karşı koruyucu, uyarıcı, önlem alınmasını sağlayan bir yönü de vardır. Algılanan bu tehlikelere karşı benlik (ego) savunma düzeneklerini kullanarak baş etmeye, önlem almaya, kendini korumaya çalışır. Eğer benlik gücü yerindeyse sorun çözülür. Bu nedenle her zaman patolojik ve normal anksiyete arasında ayrım yapmak kolay olmayabilir. 3.1.1. Oluş Nedenleri 3.1.1.1. Psikolojik Varsayımlar Psikoanalitik varsayım: Bu görüşe göre anksiyete temelde bir iç çatışmanın (intrapsişik) ürünüdür. Buradaki çatışma benlik ile alt benlik, ya da benlik ile 21 üst benlik arasında oluşabilir. Alt benlikten haz ilkesi doğrultusunda doyum arayan dürtüler üst benliğin gerçekleri tarafından engellenir. Benlik bunlar arasındaki çatışmayı çözerek dürtüyü bastırırsa (represyon) sorun çözülür. Benlik çatışmayı çözemezse, bastıramazsa bunu tehlike olarak algılar. Bütün bu süreç bilinç dışında yaşanır. Bilinç alanında ise ortaya anksiyete çıkar. Buna “serbest yüzen anksiyete” denir. Çatışmayı bastırma işe yaramadığında bu çatışmayla baş etmek için diğer savunma düzenekleri kullanılırsa, kullanılan savunma düzeneğine göre diğer anksiyete bozukluklarının klinik tabloları gelişir. Davranışçı varsayım: Davranışçı görüşe göre anksiyete öğrenilmiş bir süreçtir. Koşullu uyaranlar koşulsuz tepkilere neden olur. Ayrıca sosyal öğrenme ile ailenin tepkileri de model olarak alınır. Bilişsel (kognitif) varsayım: Bu varsayıma göre anksiyetenin nedeni olayın kendisi değil, bu olayın kişi tarafından nasıl yorumlandığı, nasıl algılandığıdır. Olayların çarpıtılmış düşünce örüntüleriyle algılanması sonucunda anksiyete ortaya çıkar. 3.1.1.2. Biyolojik varsayımlar: Anksiyete bozukluklarında otonom sinir sisteminde sempatik etkinliğin arttığı, buna bağlı olarak fizyolojik belirtilerin ortaya çıktığı düşünülmektedir. Biyokimyasal olarak yapılan çalışmalarda nörotransmiterler üzerinde durulmakta, noradrenalin ve serotonin düzeylerinin arttığı düşünülmektedir. Ayrıca bazı nörokimyasal maddelerin (sodyum laktat gibi) verilmesiyle yapay 22 olarak panik nöbetleri ortaya çıkarılabilmektedir. Bunların dışında kalıtımsal bir yatkınlığın olduğundan da söz edilmektedir. 3.1.2. Klinik Özellikleri Temel olarak anksiyete bozukluklarında belirtiler benzerdir. Ancak kullanılan savunma düzeneklerine göre farklı belirtiler eşlik ederek farklı klinik tablolar oluşur. Genel anlamda anksiyetenin 4 temel klinik özelliği vardır. 3.1.2.1. Bilişsel belirtiler: Gerçeklik duygusunda değişme, çevrenin değişiyor gibi algılanması, dikkat dağınıklığı, yoğunlaşma güçlüğü, kontrolünü yitirme kaygısı, fiziksel zarar göreceği endişesi. 3.1.2.2. Affektif belirtiler: Korku, huzursuzluk, endişe, çaresizlik, alarm duygusu, panik. 3.1.2.3. Davranışsal belirtiler: Anksiyete yaratan durumlardan kaçınma davranışı, dona kalma. 3.1.2.4. Fizyolojik belirtiler: . Kardiovasküler sistemde; çarpıntı, kan basıncı değişiklikleri, soluk renk ya da yüzde kızarma, solunum sisteminde; nefes darlığı, hava açlığı, boğazda düğümlenme, boğulma hissi, gastrointestinal sistemde; yutma güçlüğü, bunaltı, kusma, ishal, karın ağrısı ve genitoüriner sistemde; sık idrara çıkma, empotans, cinsel isteksizlik görülür. Ayrıca terleme, kızarma, sıcak basması gibi cilt belirtileri ve tremor, parestezi, anestezi, baş dönmesi, 23 bayılma hissi veya bayılmalar, kas gerginliği, motor huzursuzluk gibi nörolojik belirtiler görülür. (3) 3.1.3. Diş Hekimi Anksiyetesi Diş hekimliği pratiğinde bazı hastalarda korku ve kaygı reaksiyonları ile karşı karşıya kalınmaktadır. Dental tedavi sırasında görülen bu reaksiyonlar hem hasta hem de hekim için birtakım zorluklar yaratmaktadır. Bu nedenle diş hekimlerinin, bu reaksiyonların gelişmesindeki etkenleri, ağız ve diş sağlığı üzerine olan etkilerini bilmeleri ve dental tedaviler sırasında gelişebilecek problemler konusunda bilgi sahibi olmaları bu hastalara yapılacak dental tedavilerin başarılı olmasında önem taşımaktadır. (4) Korku ve kaygı terimleri diş hekimliğinde genellikle birbirlerinin yerine kullanılmasına rağmen aralarında farklılıklar bulunmaktadır. Korku, subjektif bir duygu olup, bilinen bir tehlikeye karşı gösterilen tepkidir. Kaygı ise, şahsiyetin bütünlüğünün tehdit edildiği herhangi bir durumda ortaya çıkan ve korkunun daha genel olan ve korkunun bilinmeyenine karşı olan şeklidir. İnsan hayatında birçok etkene karşı korku ve kaygı reaksiyonları gelişebilmektedir. Bunlar yaşantımızın bir parçası olmakla birlikte, bazen günlük hayatı olumsuz yönde etkileyebilmektedirler. Diş hekimliğindeki modern teknolojik uygulamalara rağmen diş hekimliği uygulamaları hala korku ve kaygı reaksiyonlarının gelişmesindeki etkenlerden birisidir. Diş hekimliği kaygısının sıklıkla kaygı duyulan obje ve durumlar arasında birinci ya da ikinci sırada yer aldığı bildirilmektedir. (5) 24 3.1.3.1. Diş Hekimi Anksiyetesinin Görülme Sıklığı Diş hekimliği korku ve kaygısının toplumlardaki yaygınlığının belirlenmesine yönelik yapılan çalışmalarda farklı ölçme yöntemleri ve farklı birey grupları kullanıldığı için kesin bir değer saptanamamakla birlikte, Türk popülasyonunda %21,3 (6), diğer popülasyonlarda ise %12 civarındadır. (4) Diş hekimi korkusu gençlerde yaşlılara oranla daha fazladır. (7) Diş hekimliği korkusu ve kaygısı cinsiyet ile de ilişkilidir. Türkiye’de ve diğer ülkelerde yapılan çalışmaların sonucunda kadınlarda erkeklere oranla daha fazla diş hekimliği korkusu ve kaygısı bulunduğu belirlenmiştir. (6, 8) Ayrıca adölesan dönemdeki kızların erkeklere oranla daha fazla korku reaksiyonu sergiledikleri saptanmıştır. (9) Dişhekimi Anksiyetesi Skalası 1. Eğer yarın diş hekimine gitmek zorundaysanız, nasıl hissederdiniz? a) Mantıklı eğlenceli bir deneyim olacağını düşünürüm. b) Diş hekimine gitmek ya da gitmemek arasında ki farkı önemsemem. c) Bunun ile ilgili olarak biraz huzursuz hissederim. d) Hoş olmayan ve ağrılı bir deneyim olabileceğinden endişe duyarım. e) Diş hekiminin yapacakları konusunda korku hissederim. 2. Diş hekiminin ofisinde sıranızın gelmesini beklerken nasıl hissedersiniz? a) Rahatlamış 25 b) Biraz huzursuz c) Gergin d) Endişeli e) Ter içinde kalacak ya da psikolojik olarak hasta olduğumu hissedecek kadar endişeli olurum. 3. Diş hekiminin dişlerinizle ilgili çalışmaya başlamak için evrakları hazırlamasını beklemek üzere diş hekimi koltuğunda oturuyorsunuz, nasıl hissedersiniz? a) Rahatlamış b) Biraz huzursuz c) Gergin d) Endişeli e) Ter içinde kalacak ya da psikolojik olarak hasta olduğumu hissedecek kadar endişeli olurum. 4. Dişlerinizin temizlenmesini beklemek üzere diş hekimi ya da hijyenist koltuğundasınız. Dişlerinizde kazıma işlemi yapmak üzere kullanılacak malzemelerin hazırlanması sürecinde nasıl hissedersiniz? a) Rahatlamış b) Biraz huzursuz c) Gergin 26 d) Endişeli e) Ter içinde kalacak ya da psikolojik olarak hasta olduğumu hissedecek kadar endişeli olurum. [Puanlama: a:1 b:2 c:3 d:4 e:5] Her maddenin 1(en rahat)'den 5(en endişeli)'e kadar seçimi vardır. Bu yüzden sonuçlar 4 ile 20 arasındadır. Sonucun 13 ya da üzeri çıkması hastada diş hekimi anksiyetesi olduğunu tanımlar. (4) 3.1.3.2. Diş Hekimi Anksiyetesinin Gelişmesindeki Etkenler ve Pratikte Yaratabileceği Olumsuzluklar Geçmişte maruz kalınan ağrılı ve travmatik diş tedavisi deneyimleri, yakın çevrede ve ailede görülen korku ve kaygı davranışlarının örnek alınması, diş hekiminin yaklaşımı ve tedavi ile ilgili yapılan yorumlar diş hekimliğinde korku ve kaygı reaksiyonlarının gelişmesinde etkilidir. Diş hekimliği korkusu ve kaygısı, bireylerin dental tedavi için randevu almayı ertelemelerine, randevuya gitmemelerine ve kontrollere düzensiz gitmelerine neden olabilmektedir. (4) Diş hekimliği korkusu ve kaygısı, vücuttaki adrenalinde, noradrenalinde ve serbest yağ asitlerinde artışa, dolayısıyla kan basıncı artışına neden olmaktadır. (10) 3.2. Somotoform bozukluklar Somatizasyon bozukluğu, fizik muayene ve laboratuvar incelemeleri sonucunda organik bir neden ile açıklanamayan bir çok bedensel yakınmanın bulunduğu bir bozukluk olarak ifade edilir. 27 Bu kişilerin yıllarca süren bedensel şikâyetleri vardır. Ağrı, halsizlik, baş dönmesi, nefes darlığı ve çarpıntı sık görülen belirtilerdir. Bu belirtilerin dışında bulantı, şişkinlik, ishal gibi sindirim sistemi yakınmaları görülür. Bu yüzden sık doktora giderler. Gereksiz tıbbi ve cerrahi tedavi uygulamaları yapılabilir. Bu yakınmalar hastanın evlilik, iş ve sosyal yaşantısını olumsuz yönde etkilemektedir. Somatizasyon bozuklukları yıllarca sürer hastalığın kendiliğinden iyileşmesine çok ender rastlanır. (11) 3.2.1. Somotoform Bozukluklara Diş Hekimliği Yönünden Yaklaşım Diş hekimini klinikte en çok zorlayan konulardan birisi de orofasiyal ağrının tanı ve tedavisidir. Orofasiyal ağrının görülme sıklığı %22‘dir. Orofasiyal ağrıların çoğu pulpal, periodontal kaynaklı veya çatlak diş sendromu ile ilgilidir. American Academy of Orofacial Pain’in sınıflamasına göre, orofasiyal ağrılar; fiziksel durumlar, psikolojik durumlar, somatoform bozukluklar ve diğer durumlar başlıkları altında 4 ana grupta incelenir. (12) Diş hekimi, genel olarak dental kökenli ağrısı olan bir hastada ağrının kaynağını bulmada zorlanmaz. Ancak gerçekte diş kökenli olmayıp da sanki diş ağrısıymış gibi hissedilen orofasiyal ağrılar da vardır. Bu tür ağrılara “nonodontojenik diş ağrısı” adı verilmektedir. Diş hekimi bu tür ağrıların kaynağını bulmada, doğru tanıyı koymakta zorlanabilir. Diş kökenli olmayıp, dişlerde hissedilen ağrıların görülme sıklığının %7 olduğu belirtilmektedir. (12) Nonodontojenik diş ağrısına lokalizasyon olarak maksiller molar ve premolar dişler bölgesinde daha sık rastlanır. Ağrının önemli karakteristik özelliği şiddetli ve kalıcı olmasıdır. En sık karşılaşılan non-odontojenik diş ağrısı; 28 myofasiyal, nörovasküler, kardiyak ve psikojenik kökenlidir. Dişler bölgesinde non-odontojenik ağrı hisseden bireylerin %48'in de depresyon ve %50'sinde somatizasyon bozukluğu gözlenmiştir. (13) Non-odontojenik diş ağrısında dişlerde ağrıya sebep olabilecek herhangi bir patoloji yoktur. Ağrı; nabızsal karakterde olmayan yanıcı tipte, sürekli ve şiddeti azalmayan, aylar veya yıllar boyu sürebilen ve bir veya birden fazla dişte ortaya çıkabilen spontan ağrılardır. Şüpheli dişe anestezi yapıldığında ağrı geçmez ve dişe yapılan tedaviden başarılı bir sonuç alınamaz. Ağrıyı dişinde hisseden hasta, ağrının nedeninin diş olduğunu düşünerek diş hekiminden hızlı ve etkili bir çözüm ister. Ayrıntılı ağrı öyküsü alınmadan, dikkatli ekstraoral, intraoral muayene ve gerekli diagnostik testler yapılmadan; geriye dönüşü olmayan diş çekimi, endodontik tedavi ve apikal rezeksiyon gibi invaziv dental tedaviler uygulanmasının yanı sıra hastanın dişlerinde hissettiği ağrı da geçmez. (12, 13) 3.3. Hipokondri Hipokondri, herhangi tıbbi bir neden bulunmaksızın, hastanın fizik belirtilerini ve duyumlarını gerçekçi ve doğru olmayan bir biçimde yorumlamasının bir sonucu olarak, ciddi bir hastalığı olduğu düşüncesiyle uğraşıp durması ve böyle bir hastalığı olduğundan korku duymasıdır. Kişinin bütün düşüncelerinin bedensel yakınmaları üzerinde toplandığı bozukluktur. Bu durumdaki kişi doktor doktor dolaşır, fakat yakınmaları hiç bitmez. Hafif bir ağrıyı önemli bir hastalık olarak değerlendirir. Oysa hiçbir organik rahatsızlığı yoktur. Hipokondriak hastaların yaklaşık %80'inin aynı zamanda depresif 29 bozukluklarının ya da anksiyete bozukluklarının da olabileceği öngörülmektedir. Diş hekimliği yönünden; hasta sürekli dişlerinde ağrı, sıkıntı olduğunu düşünür ve sadece bu yönde odaklanarak hayatını bu şekilde geçirir. (11) 3.4. Fobi 3.4.1. Özgül Fobi Gerçekte korku yaratmayacak bir objeye, aktiviteye veya duruma karşı aşırı korku duyma ve kaçınma davranışında bulunmaya fobi denir. Kişi, bu korkuların aşırı veya anlamsız olduğunu bilse de engelleyemez, mantıksal düşünerek korkularının önüne geçemez. Fobi toplumda sık görülen bir psikolojik rahatsızlıktır ve bu bireyler “fobik” diye adlandırılırlar. Toplumda %5–10 oranında fobi tespit edilse de bu oran tahminen %25'lere kadar çıkmaktadır. Özgül fobisi olan bazı kimseler kaçınma davranışlarını başarı ile kullanarak fobilerin yaşamlarına engel olmamasını sağlayabilirler, bu da epidemiyolojik çalışmalarda bu kişilerin atlanmasına neden olur, yine de yapılan çalışmalarda fobi, kadınlarda erkeklerden daha yaygın olarak görülmektedir. (11) Fobilerin gerçek nedenleri bilinmemektedir. Öne sürülen fobi nedenleri türlerine göre değişmekle birlikte aynı fobi türünde de hastadan hastaya değişiklik gösterir. Ruhsal rahatsızlıkların çoğunda olduğu gibi fobilerde de neden biyolojik, genetik ve çevreseldir. Fobiler; hayvan tipi, doğal çevre tipi, kan-enjeksiyon-yara tipi, durumsal tip ve diğer tipler olarak sınıflandırılırlar. 30 Kan-enjeksiyon-yara tipi fobiler ileri derecede aileseldir. Çoğu zaman vazovagal tepki ile belirlidir. Korku yaratan obje, durum ya da aktivite ile karşılaşıldığında anksiyete belirtileri ortaya çıkar. Panik atakta görülen belirtilerin hemen hepsi fobik durumla karşılaşıldığında da ortaya çıkabilir. Bu belirtilerden bazıları; çarpıntı, yüz kızarması, titreme, terleme, bulanık görme, nefes darlığı, ağız kuruluğu, yutkunma zorluğudur. Fobinin panik bozukluktan tek farkı belirtilerin belli durumlarda ortaya çıkmasıdır. Fobik olan kişiler ne zaman panik atak geçireceklerini bilirler ve kaçınma davranışını kullanarak panik atak gelişmesini önlerler. Panik bozukluğu olan kişilerde fobilerden farklı olarak panik ataklarının ne zaman, nerede geleceği belli değildir ve atağın gelmesi genelde engellenemez. Diş hekimi fobisi olan hasta özgül durumlardan nasıl korktuğunu ve kaçtığını tanımlar. Bu korkuyu anlamsız ve gereksiz bulduğunu, fakat korkunun elinde olmadığını anlatır. (11) 3.4.2. Sosyal Fobi Sosyal ortamlarda (özellikle tanımadığı kişilerin yanında, kalabalıkta) bir eylem gerçekleştireceği (konuşma, yemek yeme, telefon etme gibi) zamanlarda olumsuz değerlendirilebileceğinden, aşağılanacağından, küçük duruma düşeceğinden aşırı kaygı duyma ve korkma ile belirlidir. 31 Sosyal fobinin ortalama başlama yaşı 13-24'dür. Alan çalışmalarına göre sosyal fobi kadınlarda daha sık görülürken yapılan klinik çalışmalarda erkek oranının daha yüksek olması kadınların daha fazla sosyal kaygı bildirirken bu konuda tedavi arayışının erkeklerde daha yüksek oranda olması ile açıklanmaktadır. (11) 3.5. Panik Atak Panik atağı diğer psikiyatrik bozukluklarda da görülebilen, akut olarak ve beklenmedik bir biçimde ortaya çıkan yoğun bir anksiyete nöbetidir. (11) Panik atakları tipik olarak, yoğun bir korku, endişe ve kötü bir şeyler olacağı beklentisi ile ani olarak başlar ve kısa sürede en yüksek düzeyine ulaşır. Panik atağı sırasında soluk alma güçlüğü, boğulma hissi, baş dönmesi, baygınlık hissi, çarpıntı, kalp atım sayısında artma, titreme, bulantı, karında rahatsızlık hissi, uyuşma, karıncalanma hissi, sıcak basması, ürperme, göğüs ağrısı gibi bedensel belirtiler ortaya çıkar. Bedensel belirtilerin yanı sıra tabloya sıklıkla ölüm korkusu, delirme ya da kontrolü kaybetme korkusu gibi bilişsel belirtiler eklenir. Ayrıca, anksiyetenin yoğunluğuna bağlı olarak kişi, kendini ya da çevresini değişmiş ve gerçek dışı olarak algılayabilir. Panik atağı geçiren kişiler, bir felaket ile karşı karşıya olduğu duygusu içindedirler. Kalp atım sayısında artma, çarpıntı, göğüs ağrısı gibi yakınmaları nedeniyle sıklıkla kalp krizi geçirdiklerini, ölebileceklerini düşünürler. Panik atağı genellikle on-on beş dakika içinde yatışmakla birlikte, daha uzun da sürebilir. Hastalığın gidişi sırasında panik ataklarının sıklık ve şiddeti değişkenlik gösterir. 32 Panik atakları farklı tiplerde ortaya çıkabilir. Bilinen bir durumsal tetikleyici olmadan ortaya çıkan panik atakları, "beklenmedik tip’’ panik ataklarıdır. Belli durumlarda ortaya çıkma olasılığı yüksek olan, ancak mutlaka çıkması gerekmeyen panik atakları ise "durumsal yatkınlık gösterilen tip’’ panik atakları olarak adlandırılmıştır. Panik ataklarının bir diğer tipi, durumsal bir tetikleyici ile karşılaşılmasının hemen ardından ortaya çıkan "duruma bağlı tip’’ panik ataklarıdır. Panik bozukluğunun en temel özelliği yineleyici, ne zaman başlayacağı önceden kestirilemeyen panik ataklarının görülmesidir. Panik bozukluğu tanısı konulabilmesi için beklenmedik panik ataklarının en azından hastalığın başlangıcında görülmüş olması gerekmektedir. Agorafobinin geliştiği hastalarda ise, "durumsal yatkınlık gösterilen" ya da "duruma bağlı" panik atakları beklenmedik olanlardan daha yaygın olarak görülebilmektedir. (14) Genel populasyonun %20'sinden fazlasının hayatlarında en az bir defa panik atak hikâyesi vardır. (15) Anksiyete bozukluklarının en çok görülenlerinden biri olan panik bozukluğun görülme sıklığı %3,4–4,7 arasındadır. Panik bozukluğun sebebinin tam olarak bilinmemesi ve etiyolojisinin altında yatan sebeplerin tam anlaşılamamasına rağmen yapılan çalışmalarda olguların yarısı kadarını genetik faktörlerin oluşturduğu görülmüştür. (16) 33 3.5.1. Fobilerin ve Panik Atağın Tedavisi 3.5.1.1. İlaç Tedavisi Fobik bozuklukta ilaçların önemli bir etkisi yoktur ve fobilerin tedavisinde genellikle ilaç kullanılmaz, davranış tedavisi uygulanır. Anksiyete bozukluğu olan hastalarda da kişilik sorunları sık görüldüğü için bu sorunların çözümünde psikanalitik tedavi uygulanması önerilir. Panik bozukluğunda en çok kullanılan ilaçlar şunlardır: Trisiklik antidepresanlar: Klomipramin(Anafranil), imipramin(Tofranil) Benzodiazepinler: Alrazolam(Xanax) Seçici serotonin gerim alım inhibitörlerinden: Fluoksetin(Prozac), Fluvoksamin (Faverin), Sertralin (Lustral) Ve yeni bir MAO inhibitörü olan moklobemid (Auroix) (11) 3.5.1.2. Psikoterapi Panik bozukluğu olan her hastanın psikodinamik yönden iyi değerlendirilmesi gerekir. Panik bozukluğun yineleyici ve kronik bir hastalık olması nedeniyle bu hastaların yalnızca akut evrede tedavi edilmesi yeterli olmayacaktır. Genellikle hastaların yıllarca izlenmesi ve tedavisi gerekmektedir. Psikodinamik terapi, davranışçı tedavi, solunum kontrol teknikleri ve alıştırma tedavisi psikoterapotik yaklaşımlardır. (11) 34 3.6. Obsesif Kompulsif Bozukluk Obsesif-kompulsif bozuklukta obsesyonlar yineleyici, zihinden uzaklaştırılamayan, uygunsuz, acayip ya da yasak düşünceler, impulslar ya da görüntülerdir. Obsesyonlar kontrol edilemez ve hastalar çoğu kez bu impulsların etkisiyle istemeden hareket ettiklerini belirtirler. En sık rastlanan obsesyon tipleri kontaminasyon, kendinden kuşkulanma, düzen ve simetri, kontrolünü kaybederek şiddet uygulama ve cinsel dürtülerde kontrolünü kaybetme obsesyonlarıdır. Kompulsiyonlar ise obsesyonlara eşlik eden anksiyeteyi azaltan, tekrarlayıcı hareket ya da düşüncelerdir. Bunlar; kilitleri kontrol etme ve el yıkama gibi fiziksel davranışlar ya da sayı sayma, dua etme gibi zihinsel faaliyetler olabilir. Hastalar sıklıkla davranışların abartılı ve mantık dışı olduğunun farkındadır. Obsesif kompulsif bozukluğun erkeklerde görülme sıklığı kadınlardan daha fazladır ve erkeklerde genellikle başlangıç yaşı daha erkendir. Yaşam boyu görülme sıklığı %2,5 civarındadır. Genellikle adolesan dönemin sonunda ya da erken erişkinlik döneminde başlar. (11) Çocukluk döneminde de yaşam boyu görülme sıklığı %2-%3 arasındadır. (17) Geç erişkinlikte ortaya çıkması enderdir, bu durumda altta yatan organik bir sebebin araştırılması gerekir. Başlangıç sinsi ya da ani olabilir, ancak hastalık her iki biçimde de genellikle kronik seyreder. Uygun tedavi alan hastalarda bile belirtilerin ortadan kaldırılması pek mümkün olmaz. Başlangıç belirtileri çok şiddetli değilse, hastalık erişkinlikte 35 başlamışsa, obsesyonlar kompulsiyonlara göre daha ön planda ise ve hemen tedaviye başlanırsa, prognoz biraz daha iyidir. Hastalığın özelliği gereği hastalarda sürekli el yıkamaya bağlı aşırı cilt kuruluğu, sürekli diş fırçalamaya bağlı dişlerde aşınmalar gibi sekonder fiziksel belirtiler görülebilir. Hastalara karşı destekleyici, tehditkâr olmayan bir yaklaşım sergilemek gerekir çünkü hastada kompulsif davranışıyla ilgili aşağılık duygusu, korku ve endişeler gelişebilir, bu da belirtilerin kaynağını ortaya çıkarmaya karşı bir isteksizlik yaratmış olabilir. 3.6.1. Farmakoterapi Seçici serotonin gerialım inhibitörleri (SSGI) grubu ilaçlar, trisiklik antidepresanlara göre daha az yan etkileri olan ve obsesif-kompulsif bozuklukta etkinliği gösterilmiş ajanlardır. Bunların kullanım kolaylığı ve nispeten güvenli olması obsesif-kompulsif bozukluğun birinci basamakta tedavisini mümkün kılabilmektedir. Genel olarak SSGI grubu ilaçlar, depresyonda kullanılan dozlardan daha yüksek dozlarda kullanılır. Bu hastalarda fluoxetine (Prozac), paroxetine (Seroxat), sertraline (Lustral, Serdep, Seralin) ve fluvoxamine (Faverin) kullanılır. SSGI grubu ilaçların başlıca yan etkileri bulantı, diare (ishal), uykusuzluktur. (18) 3.7. Şizofreni Sağlık sorunları arasında en ön sıralarda yer alan hastalıklardan biri şizofrenidir. Dünya nüfusunun yaklaşık %1’ini etkiler ve hastalık belirtileri değişik derecelerde yaşam boyu sürer. (19) Şizofreni kişileri en üretken çağlarında yakalar. Hastaların sosyal, mesleki, aile içi ilişkilerini son derece 36 olumsuz biçimde etkilemesi şizofreniyi toplumsal ve ekonomik açıdan bedeli en ağır hastalıklar arasına sokmaktadır. Hastalığın en sık ortaya çıktığı yaş dönemleri erkekler için 15–25, kadınlar için 25-35’tir. Şizofreni genellikle 45 yaşın altında ortaya çıkar. (11) Şizofreni kadın ve erkekte eşit oranda görülür. Aile çalışmalarına bakıldığında kadınlarda genetik yatkınlığın erkeklerden daha çok ön planda olduğu görülmektedir. (20) 3.7.1. Şizofreninin Oluş Nedenleri Şizofreninin ortaya konabilmiş, tek bir oluş nedeninden söz edebilmek mümkün değildir. Hastalığın oluş nedenleri arasında çeşitli etkenler ön plana çıkmış durumdadır. Genetik yatkınlık, annenin gebelik sırasında maruz kalmış olabileceği enfeksiyonlar ya da zehirlenmeler, doğum sırasında ortaya çıkmış olabilecek zedelenmeler ya da bebeğin oksijensiz kalmış olması, erken çocukluk döneminde çocuğun yetiştirilmesindeki olumsuz anne-baba tutumları, ileri dönemlerdeki olumsuz sosyal koşullar ya da zedeleyici yaşam olayları en çok dikkate alınan oluş nedenleri arasındadır. Tüm bu etkenlerden bir veya daha fazlasının ortak etkileşiminin kişiyi şizofreniye yatkın bir birey haline getirdiği ve bu yatkınlığın doğumdan itibaren taşındığı düşünülmektedir. Tüm risk faktörleri bulunsa ve şizofreniye yatkınlık doğumdan itibaren taşınsa da bir grup kişide şizofreni yaşam boyu belirti vermeden gizli kalabilmektedir. Ancak önemli bir grupta da evlenme, askere gitme, işten ayrılma, çok sevilen bir yakının ölümü vb. gibi sarsıcı bir yaşam olayını 37 takiben hastalık tüm belirtileri ile ortaya çıkabilmektedir. Bu durumu zaten dolu olan bardağın son birkaç damlanın eklenmesi ile taşması olarak düşünebiliriz. 3.7.2. Belirtiler Şizofreni belirtilerini temel olarak iki grupta toplamak mümkündür. Bunlar pozitif ve negatif belirti gruplarıdır. 3.7.2.1. Pozitif belirtiler Normal, sağlıklı bir bireyde bulunmaması gereken, ancak şizofren bir hastada izlenen belirtilerdir. Bunların başında sanrı ya da hezeyan denen gerçekle bağdaşmayan yanlış inanışlar gelir. Başkaları tarafından takip edildiği, kendisine zarar verileceği, televizyondan ya da radyodan mesajlar aldığı, hiç kimsede olmayan üstün niteliklere sahip olduğu, peygamberlik görevi üstlendiği, iç organlarının çürüdüğü, güneşin doğmasına ve batmasına neden oldukları gibi inanışlar sanrılara örnektir. Yine pozitif belirtiler arasında halüsinasyon adı verilen ortada hiçbir uyaran yokken sesler duyma, görüntüler görme, kokular hissetme gibi yaşantılar sayılabilir. Acayip davranışlar, tuhaf el ve yüz hareketleri, konuşurken anlam bütünlüğünü sağlayamama ve saçma sapan konuşma, tümüyle hareketsiz biçimde saatler boyu donakalma, ifade ettikleri konularla tümüyle zıt bir şekilde duygulanma örnekleri gösterme diğer pozitif belirtiler arsında sayılabilir. Son derece üzüntü veren bir olayı anlatırken gülme ya da sebepsiz yere ağlayıp ağıtlar yakma uygunsuz duygulanım adı verilen bu duruma örnektir. Şizofren bir kişi 38 ile karşılaşan kişi onun duygu ve düşüncelerini anlamakta güçlük çektiğini, onun düşünce yapısını yadırgadığını hissedebilir. 3.7.2.2. Negatif belirtiler Normal, sağlıklı bir bireyde bulunması beklenen, ancak şizofren hastada hastalığın doğası gereği eksik kalan özelliklerdir. Şizofren hastaların pek çoğu adeta dış dünyaya kapılarını kapatmış gibidirler; kendi iç dünyalarında çok fazla arkadaşlık kurmadan yaşama eğilimi gösterebilirler. Toplumsal olaylara dikkatleri genelde azalmıştır. Kişisel bakımlarına özenleri azalmış olabilir; örneğin pek az yıkanabilir, giysilerini son derece seyrek değiştirebilir. Bir eylemi başlatma, onu sürdürme ve sonuçlandırma, dikkatini bir konu üzerinde odaklama, enerjik hissetme, hayattan zevk alma, başka insanlara yakınlık duyabilme, yeni dostluklar kurabilme konularında yetersiz kaldıkları çoğu zaman gözlenebilir. Tüm bu olumsuz özellikler işlerini, evliliklerini, sosyal yaşantılarını olması gerektiği biçimde sürdürmelerine engel olabilir. Şizofren hastaların hayatlarındaki yuva kuramama, boşanma, işten ayrılmak zorunda kalma gibi olaylar onları ekonomik ve sosyal açıdan daha kötü pozisyonlara sürükleyebilir. Şizofren hastaların ortalama ömürleri normal nüfusa göre daha azdır. (21) Alkol, madde kullanma oranları yüksektir. Şizofreni tanılı hastaların yaklaşık %25'inde herhangi bir dönemde depresif belirtiler ortaya çıkmaktadır. Şizofren hastaların %40'ı hayatlarının herhangi bir döneminde intihar girişiminde bulunurlar ve ne yazık ki yaklaşık 10 hastadan biri intihar sonucu kaybedilir. (11) 39 3.7.3. Şizofrenin Tipleri Paranoid şizofreni, hebefrenik şizofreni, katatonik şizofreni, ayrışmamış şizofreni, kalıntı şizofreni, post-şizofrenik depresyon, basit şizofreni ve belirlenmemiş şizofrenidir. (11) 3.7.4. Tedavi ve Sonuçlar Grup olarak “antipsikotik” adı verilen şizofreni ilaçlarının son yıllarda çok daha etkin, yan etkileri çok daha az olan yeni sentezleri geliştirilmiştir. Tüm antipsikotik ilaçlar “nörotransmitter” adı verilen beyin hormonlarında iyileştirici düzenlemeleri yaparak şizofreninin hem negatif hem de pozitif belirtilerini ortadan kaldırabilmektedirler. Şizofrenide ilaç tedavileri psikoterapi adı verilen sözlü tedaviler ile bütünleştirildiğinde en olumlu sonuçları almak olasıdır. Hastaların %60’ında belirgin düzeyde ya da tam olarak iyileşme gözlenmiştir. Geriye kalan bölümünde ise anlamlı bir düzelme görülmediği ortaya konmaktadır. (11) Hastayı olduğu gibi kabul edebilen, sorunlarını anlayış ve hoşgörü ile karşılayan, ondan beklentilerini aşağı çekebilen, aşırı eleştirici ya da özgürlüğünü kısıtlayıcı derecede koruyucu-kollayıcı-müdahaleci olmayan aile yapısı şizofreni tedavisinde hekimin en büyük yardımcısıdır. 3.7.4.1. Şizofreni Tedavisinde Kullanılan İlaçlar 3.7.4.1.1. Antipisikotikler (Nöroepileptikler) Antipisikotiklerin etki mekanizmaları esas olarak mezolimbik sistemdeki D2 reseptörlerinin bloke edilmesiyle ilişkilidir. Bu ilaçlar, negatif belirtilerden çok pozitif belirtiler üzerinde etkilidirler. 40 Yan etkileri; hipotermi, hipertermi, hipotansiyon, taşikardi, solukluk, deride renk bozukluğu, ağız kuruluğu vb. 3.7.4.1.2. Klozapin Klozapinin en ciddi yan etkisi agranülositozdur. %1 oranında görülür. Yaşla ve dozla ilişkisi bulunamamıştır. Sık görülen diğer yan etkiler; sedasyon, hipotansiyon, taşikardi, baş dönmesi, hipotermi, bulantı, kusma, ağız kuruluğu ve ağız kuruluğuna bağlı ağızda mantar infeksiyonudur. 3.7.4.1.3. Risperidon 3.7.4.1.4. Melperon 3.7.4.1.5. Sülpirid (11) 3.8. Mani Mani duygu durumunda, kişi kendini gerçek durumla uyumlu olmayacak şekilde mutlu, iyi ve coşkulu hissetmektedir. Her şey ona büyük keyif verir. Güler, kahkahalar atar, şarkı söyler, dans eder. Enerji artışı ve kolay yorulmama, muhakeme yeteneğinde bozulma gözlenir. Dikkatin dağılması çabuktur. Riskli davranışlar içine girme, konuşmada aşırı artma ve kendine aşırı güven görülür. Bunların yanı sıra ani duygu değişimleri ve dengesizlik sıktır. Hasta gülerken aniden ağlamaya veya bağırmaya başlayabilir, taşkınlık, öfke ve saldırganlık görülebilir. Mani durumunda bireyin düşünceleri hızlı gelişir, uyku gereksinimi azalmıştır. Sürekli konuşma ve hareketlilik görülür, davranışlar kontrolsüzdür. (3) 41 3.9. Depresyon Depresyon her yaşta görülebilen bir hastalıktır. Majör depresyon nöbetlerle gelen ve tam düzelen bir özelliğe sahiptir. Toplumun her kesiminde görülebilir ve psikiyatrik hastalıklar arasında en sık rastlanan bir tablodur. Erişkinlerde yaşam boyu gelişme olasılığı kadınlar için %10'la %25 arasında, erkekler içinse %5'le %12 arasında değişmektedir. Majör depresif bozukluk ergen ve erişkin kadınlarda ergen ve erişkin erkeklere göre iki kat fazla görülür. Depresyondaki bir insanda en dikkati çeken özellikler; elem, keder, karamsarlık, umutsuzluk duyguları ile daha önceden zevk aldığı ilgi duyduğu nesnelere, uğraşılara ilgi duymaması ve hiçbir şeyden zevk alamama halidir. Depresyon geçiren bir insandan; düşünce ve duygu, davranış, motor faaliyetlerde, biyolojik yaşamsal fonksiyonlarda değişiklikler olur. Depresif duygu durumu varlığı, çaresiz, boşluktaymış gibi hissetme depresyonun genel belirtileri arasındadır. Ayrıca; hiç bir şeyden zevk alamamanın yanında, yorgunluk, iştahta değişme, uyku bozukluğu, işe ya da yapılan diğer etkinliklere karşı ilgi kaybı, anksiyete, benlik saygısında azalma, hayatın anlamsız gelmesi, karamasarlık, ölüm düşünceleri ya da intihar girişimleridir. Depresyondaki hastaların üçte ikisi intihar etmeyi düşünür ve %10-15'i intihar girişiminde bulunur. (11) 42 3.9.1. Depresyon Türleri 3.9.1.1.Psikotik özellikleri olan ağır major depresif bozukluk Hastada halüsinasyonlar gibi psikotik belirtiler görülür. Bu psikotik belirtiler büyük bir sıklıkla duygu duruma uygun olmaktadır. 3.9.1.2.Katatonik özellikler gösteren majör depresif bozukluk Hareketsizlik, aşırı motor etkinlik, istemli davranışlarda acayiplikler olması, kalıplaşmış yineleyici davranışlar gibi belirtilerin görülebildiği major depresif bozukluk türüdür. 3.9.1.3. Melankolik özellikler gösteren majör depresif bozukluk Hemen hemen hiç bir şeyden zevk alamama ya da geçici olarak bile olsa kendini iyi hissetmeme ile belirlidir. Hasta sabahları kendisini çok daha kötü hisseder. İştahsızlık, kilo kaybı ve suçluluk duyguları gibi belirtiler görülür. Majör depresif bozukluğun somatik tedavilere iyi yanıt veren bir türüdür. 3.9.1.4. Atipik özellikler gösteren major depresif bozukluk Klasik ''atipik'' özellikler aşırı yemek yeme ve aşırı uymadır. Bu hastaların hastalıkları daha erken yaşlarda başlar, daha fazla bir psikomotor yavaşlama görülür. Ayrıca büyük bir sıklıkla anksiyete semptomları da görülür. Bu kişilerin depresif duygu durumlarında geçici düzelmeler olabilir. 43 3.9.1.5. Postpartum başlangıçlı major depresif bozukluk Doğum yaptıktan sonraki 4 hafta içinde bir major depresif epizod başlarsa ''postpartum başlangıçlı'' belirleyicisinin kullanılması gerekir. 3.9.1.6. Mevsimsel yapı gösteren rekürran major depresif bozukluk Mevsimsel yapı gösteren bozukluğu; aşırı yemek yeme, karbonhidrat arama davranışı, kilo alma ve yorgunluk-bitkinlikle belirlidir. Epizodlar düzenli olarak sonbaharda ya da kışın ortaya çıkmakta, ilkbaharda düzelmektedir. (11) 3.9.2. Depresyon Nedenleri •Kalıtımsal nedenler •Biyokimyasal değişiklikler •Hormonal bozukluklar •Tedavide kullanılan bazı ilaçlar •Bazı organik nedenler •Psiko-sosyal olaylar •Sosyo-kültürel etkenler •Bazı yaşam olayları depresyona neden olabilir. Birçok insanın aynı şartlarda yaşamasına rağmen bazılarının depresyona girdiği, bazılarının girmediği araştırılıp, tartışılmıştır. Biyolojik- 44 genetik alt yapının depresyona yatkınlık gösterdiği kişilerin dış faktörlerle daha kolay depresyona girdiği ileri sürülmektedir. (11) 3.9.3. Depresyon Tedavisinde Kullanılan İlaçlar Trisiklik antidepresanlar İmipramin : ( Tofranil ) Sedatif etkisi diğer trisikliklere göre daha düşük, antikolinerjik ve hipotansif etkisi fazladır. Amitriptilin : ( Laroxyl, Triptilin ) Sedadif, bunaltı giderici ve antikolinerjik etkileri fazladır. Klomipramin : ( Anafranil ) Depresyonlarda, obsesif kompulsif bozuklukta ve panik bozukluğunda en etkili ilaçlardandır. Opipramol : ( İnsidon , İnsomin , Deprenil ) Daha çok hafif ve orta ağırlıklı depresyonlarda , bunaltı bozukluklarında ve uykusuzlukta kullanılan , yan etkileri ve antidepresan etkisi göreceli olarak düşük bir ilaçtır. Tetrasiklikler: Maprotilin: (Ludiomil, Maprotil) Mianserin : ( Tolvon ) Seçici noradrenalin ve serotonin gerialınım inhibitörleri Venlafaksin : ( Efexor ) Seçici serotonin gerialım inhibitörleri (SSRI): 45 Genelde görülen yan etkileri; anksiyete, uykusuzluk, bulantı ve ishal gibi GİS semptomları, baş ağrısı, iştah azalmasıdır. Az görülen yan etkileri letarji (yaşama işlevlerinin zayıfladığı patolojik uyku durumu), yorgunluk, terleme, tremor ve ekstrapiramidal semptomlardır. Laboratuvar testlerinde hiponatremi (kandaki tuz dengesizliği), kolesterol yüksekliği ve kanama zamanında uzama görülebilir. SSRI’ların ani bırakılmasında kesilme belirtileri görülebilir. Fluoksetin : ( Depreks, Prozac ) Sertralin : ( Lustral ) Fluvoksamin : ( Faverin ) Paroksetin : ( Seroxat ) Sitalopram : ( Cipram ) Dopaminerjik ilaçlar Amineptin: (Survector) Uyarıcı etkisi nedeniyle akşamları verilmez. Depresyon tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkileri; ağız kuruluğu ve buna bağlı gelişen mantar enfeksiyonları, görme bulanıklığı, bellek bozukluğu, terleme, kilo alma, deri döküntüsü, fotosensitive, baş ağrısı, anoreksiya ve bulantıdır. (11) 3.10. Paranoid (Sanrısal) Bozukluklar ''Paranoia'' teriminin kökeni oldukça eskidir. Bu terim, Yunanca para(dış, yan) ve nous (akıl) kelimelerinden türetilmiştir ve ''akıl dışı'' anlamında, eski 46 Yunan literatüründe ''delilik'', ''çılgınlık'' diye nitelendirilen durumları karşılayan geniş bir yelpaze için kullanılmıştır. Sanrısal bozukluk terimi de sonradan kullanılmaya başlanmıştır. Sanrısal bozukluk, şizofreni gibi diğer önemli psikiyatrik bozukluklara göre ender rastlanan bir bozukluktur. Tipik başlangıç zamanı, orta ve geç yetişkinlik çağlarıdır. Ortalama başlangıç yaşı 40 civarıdır, fakat 19 ile 90 arasındaki yaşlarda başlayan olgular bilinmektedir. (11) Genetik etmenler, biyolojik etmenler, psikososyal etmenler ve kişilik özellikleri paranoid bozuklukların gelişmesinde etkendir. Başlangıç genellikle ani ve tanımlanabilir bir psikososyal durumu izleyerek olmaktadır. Yakın zamanda gerçekleşmiş göç, aile üyeleri veya arkadaşlarla çatışma ve sosyal izolasyon gibi özellikle kuşku ve güvensizlik nedeni olabilecek durumlar paranoid bozukluğun gelişmesini arttırır. Persekütuar (düşmanlık görme) tipi, grandioz (megolamani) tipi, kıskançlık tipi, eromanik tip, somatik tip, karışık tip ve belirlenmemiş tip olarak çeşitleri vardır. 3.10.1. Paranoid Bozuklukların Tedavisi Paranoid semptomlu hastaların tedavisi kimi zaman oldukça güçtür. Hasta şüpheci ve güvensiz olabilir. Psikiyatrik tedavinin kendisine zarar vermek için yapıldığına inanabilir. Bu nedenle paranoid semptomlu hastaların tedaviyi kabul etmelerini sağlamak için büyük ustalık ve inandırıcılık gereklidir. Bu bazen anksiyete ve insomni gibi nonspesifik semptomlar yardımı ile 47 yapılabilir. Kendisinin kötülük yapmak isteyenlerle çevrildiğine inanan bir hasta sonuç olarak sinirlerinin gergin olduğunu ve bu gergin sinirlerinin tedaviye ihtiyacı olduğu kanaatine varabilir. Farmakoterapi: Ciddi saldırganlığı olan hastalara acil müdahale genellikle kas içi antipsikotik uygulaması biçiminde olur. İlaç seçimi hastanın daha önce kullandığı ilaçlar göz önüne alınarak yapılır. İlk olarak antipsikotiklerle tedaviye başlanması uygun görülmüştür. Paranoid semptomlu hastaların tedavisinde antipsikotiklerin yanı sıra, antidepresanlar, lityum ve antikonvülsanlar da kullanılır. Somatik tip sanrıları olan hastalarda pimozidinin etkili olduğunu bildiren çalışmalar vardır. (11) Tedavinin başarısız olmasındaki en yaygın neden kendilerine zararlı olacağı düşüncesi ile hastaların ilaçlarını almamalarıdır. Bu durumda depo nöroleptikler gerekli olabilir. Psikoterapi: Paranoid semptomları olan hastalar başlıca savunma düzeneği olarak sanrıların gerçeği yansıttığı düşüncesini kullanırlar. Bu hastalar içsel tehdit yerine dıştan gelen bir tehditi koyarak, algıladıkları tehlike duygusunu denetim altına almış olurlar. Bu nedenle bu hastaların tedavilerini üstlenen terapistler hastaların yansıtma savunma düzeneğini kullanma gereksinmelerine anlayış göstermeliler ancak sanrıların gerçeği yansıttığı biçimindeki hasta inanışını kuvvetlendirmemelidirler. (11) 3.11. Alkol ve Madde Bağımlılığı Madde bağımlılığı; santral sinir sistemini etkileyen, ilaç niteliğine sahip bir maddenin keyif verici etkilerini 48 duyumsamak veya yokluğundan kaynaklanabilecek huzursuzluktan sakınmak için maddeyi devamlı veya periyodik olarak alma arzusu ile kendisini gösteren, psişik ve somatik bir sendromdur. (22) Psikiyatri hastalarında sigara kullanma oranı toplum geneline göre çok daha yüksektir. Ayakta hastalarının %70’i, tedavi gören hastaların %50’si, bipolar şizofrenleri hastalarının %90’ı sigara kullanmaktadır. Depresyon ve anksiyete hastaları diğer insanlara göre sigarayı daha zor bırakmaktadırlar. (16) Alkol kullanımı bozukluğu tanısı alan hastaların %30-40'ı hayatlarında bir dönemde major depresyon tanısını alırlar. Depresyon; alkol bağımlısı kadınlarda, alkol bağımlısı erkeklerden daha sıktır. Alkol kullanımı ile ilgili bozukluklar ve major depresyonu olan hastaların, diğer psikoaktif maddeleri kötüye kullanma oranları ve intihar riskleri yüksektir. Alkol ve madde bağımlıları kendi bedenlerini ihmal eder ve ağız hijyenine dikkat etmez. Dişeti sorunları ve çürükler gözlenir. Belirgin bir B vitamini eksikliği gelişir ve buna bağlı olarak kırmızı dil görülür. Ayrıca sigara kullanımına bağlı parmak, tırnak, dudak ve dilde is lekeleri görülür. (23) Sigara içenlerde içmeyenlere oranla ağızda da birtakım değişiklikler gözlenir. (10) Sigara ve tütün kullanımında dişeti çekilmesi ve beyaz mukoza lezyonları sıklıkla gözlenir. (11, 24) Alkol bağımlılarında periodontal hastalık insidansının arttığı bildirilmiştir. (25) 49 3.12. Anoreksiya Nervoza Anoreksiya nervoza, kilo almaktan aşırı korkma, bireyin vücut ağırlığını ve biçimini yanlış değerlendirmesi ve bir deri bir kemik haline geldiği halde kendini hala şişman olarak değerlendirmesi gibi belirtilerle karakterize bir yeme bozukluğudur. Anoreksiya nervoza genellikle adolesan çağdaki kızlarda, genel popülasyonda %0,5 ile %1 oranında görülür. Anoreksiya nervoza, biyolojik, psikolojik ve sosyal etmenlerin bir arada rol oynadığı oldukça karmaşık ruhsal bir bozukluktur. Genellikle, psikoterapi, yatarak tedavi ve teropatik tedavi kombinasyonları kullanılır. Oral komplikasyonları; dişlerin lingual yüzlerinde erozyon, diş hassasiyeti, kserostomi, diş çürükleri, periodontal problemler, tükürük bezlerinde hipertrofi, mukus atrofisi ve zayıf oral hijyendir. (22) 3.13. Bulimiya Nervoza Bulimiya nervoza kontrolsüz aşırı yemek yeme (binge eating) nöbetleri, yemeğin kısa zaman diliminde büyük parçalar halinde ve hızlı bir şekilde tüketilmesi ile karakterize bir yeme bozukluğudur. Bu nöbetler tekrarlayıcı özellikte olup, hasta nöbet sırasında, yeme davranışı üzerindeki kontrolünü kaybeder ve yüksek kalorili, daha çok karbonhidrat ve yağ içeren, sindirimi kolay yiyecekleri, örneğin, pasta, kek, dondurma vb. çiğnemeden adeta yutarcasına yer. Nöbet, hasta yorgun düşünceye veya aşırı yemekten dolayı bir rahatsızlık duyuncaya (mide ağrısı, bulantı gibi ) kadar devam eder. 50 Bulimiya nervozada hasta fazla yeme seansından sonra, kişinin istemediği fazla kalorilerden kurtulmak için kusma yolunu seçer, laksotif kullanır. Bir de, zayıflama hapları alma, aşırı egzersiz yapma ve bu yüzden aşırı yorgun düşme gibi yolları seçenler de vardır. Batı kültürünün mükemmel vücut ölçülerine ve zayıflığın güzellik ölçütü olarak gösterilmesine odaklanmasının sonucu olarak genellikle genç kadınlarda yeme bozuklukları görülmektedir. Ayrıca erkekler arasında, atletlerde, kolej öğrencilerinde ve 5 yaşındaki çocuklarda bile yeme bozuklukları görüldüğü rapor edilmiştir. Kadınların %1'inde, erkeklerin %0,1’inde bulimiya nervosa görülür. (25) Yeme bozukluklarının ilk belirtileri kesin olarak ağızda görülür. Kusma ile ağız ortamındaki PH düşer ve diş minesi PH’ 5,2’den düşük bir ortamda aşınmaya başlar. Zamanla bütün diş minesinin ve hatta dentin ve sementin kusmaya bağlı olarak aşınması olasıdır. Dental erozyon; anterior dişlerde bukko-lingual yönde incelme ve insizal kısmın parçalar halinde dökülmesi sonucu olarak anterior open bite, düşük vertikal kapanış, karşıt dişlerde uzama ve artmış termal sensitive ile ilişkilidir. Hastaların dişlerindeki madde kaybının artmaması için oral hijyen uygulamaları ile dişlerin fazla bastırmadan ve yumuşak bir fırça fırçalanmasının gerekli olduğu söylenir. Blumiya nervosada diğer bir belirti de hastaların kusmayı başlatmak için parmaklarını kullanmasından kaynaklı dominant olan elin dorsumunun nasırlanmış bölümlerinin olmasıdır (Russell's sign). 51 Psikiyatrik tedaviden sonra kozmetik restoratif tedavi ile dişlere formlarının verilmesi diş sağlığı açısından önemlidir. Yeme bozukluklarının tedavisinde kullanılan antidepresanlar ve antipsikotikler tükürük akışını azaltabileceğinden dikkatli davranılmalıdır. Ayrıca bu hastalara yaklaşırken suçlayıcı bir tutumdan kaçınılmalıdır. (26) 4. PSİKİYATRİK HASTALARDA AĞIZ SAĞLIĞI Genel sağlık ve yaşam kalitesinin önemli bir belirleyicisi olan ağız sağlığının psikiyatrik hastalık sürecinde önceliği düşüktür. Ağız sağlığı, bireyin yemek yeme, konuşma, görünüm ve sosyal durumunu etkiler. Kronik psikiyatrik hastalıklar ve bu hastalıkların tedavileri, ağız sağlığı için doğal riskler taşımaktadır. Yaş, cinsiyet, psikiyatrik teşhis, hastalığın süresi, hastanede yatış süresi ve psikotrip ilaçlar kronik psikiyatri hastalarında kötü ağız sağlığının belirleyici faktörlerindendir. Kronik psikiyatri hastalarının ağız-diş sorunları ve tedavi ihtiyaçları daha fazla olmaktadır. Yürütücü işlevlerde bozulma dolayısıyla ağız hijyenini sağlamada isteksizlik görülür. Ayrıca diş tedavisine karşı isteksizlik, işin kaybedilmesi sonucu oluşan maddi zorluklar, uzun süreli hastane yatışları, aile ve toplum desteğinin yetersizliği, toplumda damgalanma ve bazı diş hekimlerinin bu bireyleri tedavi etme isteksizliği gibi zorluklar bulunmaktadır. (27) 52 Ruh sağlığı ve ağız sağlığını birbirini etkilemektedir. Psikiyatrik tedavi için kullanılan ilaçlar, diş hekimliğinde kullanılan ilaçlar ile etkileşime girebilir. Bazı ağız sağlığı sorunları, ruhsal hastalığın belirtilerine ikincil ortaya çıkabilir ya da kullanılan ilaçlarının yan etkisi olabilir. Psikiyatrik bozukluğu olan bireylerde; çok miktarda şeker kullanımına bağlı diş çürükleri, kötü ağız hijyeni, aşırı sigara kullanımı ile ilişkili periodontal hastalıklar, anoreksia ve bulimiya gibi yeme bozukluklarında diş minesi erozyonu, anksiyete ve depresyonda yanan ağız sendromu gibi veriler, ağız sağlığı ve psikiyatrik hastalıklar arasındaki ilişkiyi destekleyen bulgulardır. (1) Kronik psikiyatri hastalarının DMFT skorunun incelendiği çalışmalardan, diş çürüğü ve eksik diş sayısının genel topluma göre yüksek olduğu; dolgulu diş sayısının ise genellikle çok düşük olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum; bu hastaların diş tedavi hizmetlerinden yeterince yararlanamadığını gösterir. Ayrıca kronik psikiyatri hastalarının tedavi zorluğu nedeniyle, diş hekimlerinin de konservatif tedaviler uygulamak yerine sıklıkla ağrılı dişleri çekmeyi tercih ettiklerini de göstermektedir. (28) Alt ve üst çene dişlerinin kapanış bozuklukları (maloklüzyon), TME hastalıkları ve ruhsal hastalığı olan yetişkinlerde karmaşık diş tedavileri ve ortodontik tedaviler daha az planlanmaktadır. Bakıcıların, personelin ve yöneticilerin ilgisizliği mevcut ağız diş sağlığı sorunlarını ağırlaştırmaktadır. (1) 4.1. Temporomandibular Eklem Hastalıkları Psikiyatri hastaları, ruhsal durumları veya uzun süreli ciddi duygusal gerilimleri ve psikotropik ilaçların yan etkileri nedeniyle temporomandibular 53 eklem (TME) hastalıkları için de yüksek risk grubunu oluşturmaktadırlar. TME rahatsızlığı olan hastalarda stres, anksiyete, depresyon ve somatizasyon sıklığında önemli oranda artış olduğundan, psikolojik faktörlerin, TME hastalıklarının etyopatogenezinde önemli bir rol oynayabileceği bildirilmiştir. (1) Ruhsal hastalıklarla ilişkili yaşam gerilimleri nedeniyle; daha sonra TME hastalıklarına yol açabilen yüz kaslarında gerilim ve bruksizm gibi sonuçlar görülebilir. Ayrıca; TME hastalıkları ile birlikte görülen ağrı ve stres, ruhsal bozukluklara neden olabilir. Hangisinin daha önce oluştuğu henüz netlik kazanmamıştır. (1) TME rahatsızlığı olan hastaların %39'una depresyon ve %55'ine somatoform bozukluklar, obsesif kompulsif bozukluk, anksiyete, fobiler ve yeme bozuklukları eşlik etmektedir. (29, 30, 31) Ayrıca kronik şizofreni hastaları TME problemlerine ve bruksizme yatkındır. (32) Bruksizm, antipsikotik ve antidepresan ilaçların bir yan etkisi olarak da ortaya çıkabilir. Ancak, TME hastalığı ve bruksizm belirtilerinin psikiyatri hastalarında daha sık olmasının, santral sinir sistemi aktivitelerinde bozulma veya psikotropik ilaçlarla başlatılan yan etkilerle ilişkili olup olmadığı henüz kesinlik kazanmamıştır. (1) 4.2. Bruksizm Bruksizm uyanıkken ve/veya uyku esnasında görülebilen, diş gıcırdatma ve/veya diş sıkma ile karakterize olağandışı artmış çene aktivitesidir. Uyanıkken görülen bruksizm; kenetlenme tipi, uyku esnasında görülen 54 bruksizm; öğütme tipi bruksizmdir. Psikolojik faktörler, bruksizmin etyolojisinde yer alır. Bunun yanı sıra fonksiyonel olmayan çiğneme hareketlerinin nöromuskuler stimulusu tetiklemesi sonucu okluzal çatışmaların ortaya çıkması teorisi de geçerliliğini kaybetmemiştir. Anksiyete, depresyon, somotoform bozukluklar, manik semptomlar ve şizofreni gibi psikiyatrik bozukluklar bruksizm ile ilişkilidir. Bruksizm, psikiyatrik bozukluk sırasında ya da bir ilaç kullanımı ile ortaya çıkıyorsa "ikincil bruksizm" olarak adlandırılır. Dopamin antagonisti ilaçlar bruksizm ortaya çıkarabilir veya mevcut bruksizmi kötüleştirebilir. Diazepamın bruksizmi azalttığı yönünde bulgular vardır. (33) Stres de bruksizmi tetikler. Stresli geçen gün sonunda veya stresli bir olaydan (sınav, kavga vb.) sonra masseter kasın aktivitesi artar. Bruksizmin karakteristik özellikleri ve etyolojisi hakkındaki bilgiler bruksizm hastalarının uyku laboratuarlarındaki çalışmalarından elde edilmiştir. Bu laboratuvarlarda; psikolojik bozukluklar ve stresin rolü çoklu monitörlerde izlenmiştir. (33) 4.3. Psikotrop İlaçların Ağız Sağlığına Etkileri Psikotrop ilaçların yan etkileri, kronik psikiyatri hastalarındaki kötü ağız sağlığını etkileyen önemli faktörlerden biridir. Bu hastaların tedavisinde sıklıkla uzun süre ilaç kullanılması gerekmektedir. Kullanılan ilaçlar orofasiyal bölgede; hareket kısıtlılığı, ağız kuruluğu, siyaladenit ve dilde renklenme gibi bazı yan etkilere yok açmaktadır. (Tablo 1) (1) 55 Tablo 1. Klasik Antipsikotik İlaçların Orofasiyal Yan Etkileri(1) Hareket Kserostomi Siyaladenit Dilde Bzk. Diğer renklenme Klorpromazin + + _ _ Flufenazin + + _ _ Perfenazin + + _ _ Hipertrofik Dil Papillası Proklorperazin + + _ + Tiyoridazin + + _ _ Trifluoperazin + + _ _ Haloperidol + + + + Loksapin + + _ _ Fasiyal Ödem Molindol + + _ _ Tiyotiksen + + _ _ 4.3.1. Kserostomi Kserostomi; psikiyatrik hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkilerinin başında gelir. Antipsikotik, duygudurum düzenleyici ve antidepresan ilaçlar tükürük bezi fonksiyonunu bozarak kserostomiye neden olabilirler. Klasik antipsikotik ilaçlar, özellikle klorpromazin ve tiyoridazin, 56 tükürük bezlerinin parasempatik uyarımını bloke ederek (antikolinerjik etki) bu hastalarda derin bir hiposalivasyona neden olabilir. Bu etkinin sıklığı ve şiddeti antikolinerjik ilaçların ve antiparkinson ilaçlarının eş zamanlı olarak verilmesiyle artar. Sonuçta oluşan hiposalivasyon, ağız ortamında istenmeyen değişimlerin oluşumuna sebep olur. Ağız kuruluğu nedeniyle mukozal dokuların mekanik travmalara karşı direnci azalır. Tükürük miktarının normalden az olması; hareketli protez kullanan hastaların büyük zorluklar yaşamasına neden olur. Hastada; beslenme, konuşma, çiğneme, yutkunma zorluğu, dudak köşelerinde çatlaklar, kullanılan protezlerin retansiyonu ve dengesi ile ilgili sorunlar ve protez travması gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Ayrıca bunların yanı sıra hastanın psikolojik durumu da olumsuz etkilenir. Ağız kuruluğu dil papillalarında atrofiye de neden olur. Ayrıca, ilaçların etkileriyle tükürük bileşiminde oluşabilecek biyokimyasal, immünolojik veya mikrobiyolojik değişimler tükürüğün kalitesini azaltır ve enfeksiyon riskini artırır. Tükürüğün mekanik temizleme ve nemlendirici etkisi azaldığı için özellikle kandida tipi enfeksiyonlar görülür. Kserostominin ilerleyen süreçte neden olduğu başlıca sorunlar; diş çürükleri, periodontal hastalıklar, glossit ve stomatit gibi ağız içi enfeksiyonlar ve bazı ileri vakalarda tükürük bezlerinin akut enflamasyonudur. Kserostomili kişilerin dişleri kök çürüğü oluşumu bakımından daha risklidir.(1) Yüksek çürük indeksi nedeniyle kserostomisi olan hastalarda beslenmenin kontrolü özellikle önemlidir. Alınan besinlerin fiziksel özellikleri de bakteriyel plak birikimini etkiler. Yumuşak diyetle beslenenlerde bakteri 57 plağı ve diş taşı birikimi fazladır. Ayrıca, hastalar öğünler arasında şeker kullanmamaları gerektiği konusunda uyarılmalıdır. % 0.5 sodyum fluorid ağız gargaraları, özel kaşıklar içinde fluorid jelleri veya %1,1 sodyum fluoridli diş macununun günlük kullanımı diş minesinin remineralizasyonunu kolaylaştırır ve diş çürüğü oluşumunu azaltır. Klorheksidin glukonat içeren ağız gargaraları gingivitis şiddetini azaltmada etkili olabilir. Alkollü ve kafeinli içeceklerden kaçınılması, kserostominin şiddetini de azaltacaktır. Gün boyunca sık sık su içilmesi ve şekersiz sakız kullanımı tükürük akışını uyararak belirtilerin hafiflemesini sağlayabilir. Bunun yanısıra, kserostominin şiddetine bağlı olarak hastaya randevular 3–4 aylık aralarla verilip, değerlendirmeler sıklaştırılabilir. (1) 4.3.2. Orofasiyal Yan Etkiler Psikotrop ilaçların olası yan etkileri arasında, kserostomiye ek olarak yumuşak doku travması, ağız boşluğunda yanma hissi, protez stomatiti, dil ödemi, dilin boyanması fissürlü veya atrofik dil, gingivitis, ağız ülserleri, disgeusia (tat duyusunda bozulma) ve bruksizm bulunmaktadır. Siyalore; yani tükürüğün aşırı üretimi ise, şizofreni tedavisinde önemli bir yer tutan klozapinin iyi bilinen bir yan etkisidir. Siyalore hem hasta hem de çevresindekiler için hoş bir durum değildir, salya akışına ve yüzde ağrıya yol açabilir. (1) Antipsikotik ilaçlar nadiren de olsa disgeusia ve stomatit gibi istenmeyen etkilere neden olabilirler. Kserostominin yanı sıra benzodiazepinler sialoreye, duygudurum düzenleyici ilaçlardan lityumun 58 disgeusiaya, valproat sodyum ve karbamapezinin glossite neden olduğu bildirilmiştir. (1) Uzun süreli lityum tedavisinin oral yan etkilerine ilişkin çeşitli veriler mevcuttur. Likenoid stomatit; lityum karbonatın istenmeyen bir yan etkisidir. Çeşitli hastalar ise lityum tedavisi devam ederken ağızda metalik bir tat alma duyusu bildirmişlerdir. Özellikle tedaviye dirençli olgularda kullanılan bir antipsikotik ilaç olan klozapine bağlı agranülositoz, lökopeni, bukkal mukozada ülserasyonlar ve kandida infeksiyonları gelişebilir. (1) 4.3.3. Ekstrapiramidal Yan Etkiler Psikotropik ilaçların; protez kullanımını zor hale getirebilen ekstrapiramidal sisteme olan yan etkileri de vardır. Diskinezi (istemsiz kas hareketleri) ve distoni, uzun süreli antipsikotik ilaç kullanımının en önemli yan etkileridir. Bazen anormal çene hareketleriyle birlikte, dil ve yüz kaslarının istem dışı hareketleriyle karakterizedir. Dil protrüzyonu ve yüz buruşturma sık görülen belirtilerdir. Bu belirtiler; ağız hijyenin sağlaması sırasında hastaya ve bakıcıya, tedavi sırasında da hekime sorun oluşturmaktadır. (1) Orofasiyal diskinezi; istemsiz, tekrarlayıcı ve ağrılı olabilen yüz, dil ve çene hareketleridir. Diskinezi; protezlerin retantif olarak yapılmasını zorlaştırır ve bireyin protezlerini kullanabilmesini zor hale getirir. Diskineziler spontan (kendiliğinden-idiopatik) veya tardif (ilaçla başlatılan) olabilir. Diş hekimleri, orofasiyal diskinezinin; diş aşınması ve kırılması, protez hasarı ve yerinden çıkması, dişsiz bireylerde aşırı kemik kaybı, orofasiyal ağrı, temporomandibular eklem dejenerasyonu, dil ve yanak ısırma sonrası 59 ülserler, disartri, disfaji (yutma güçlüğü) ve çiğneme zorlukları gibi etkileri olduğunun farkında olmalıdır. Ayrıca; yetersiz besin alımı ile ilişkili kilo kaybı ve yüz estetiğinde bozulma görülür. Tardif diskinezi ile beraber olan aralıksız mandibular hareketler, ülserlerinden yorulmaya hareketli kaynaklanan sebep olabilir. protezlerin orofasiyal Bu ağrıya istemsiz oynamasına, ve çiğneme hareketler anormal mukoza kaslarında çiğneme alışkanlıklarına ve yüzde tiklere de neden olabilir. Prematüre diş aşınması, hareketli protez tutuculuğunun bozulması, konuşmanın bozulması ve sosyal sıkıntılar bu durumun diğer sonuçlarıdır. (1) Spontan orofasiyal diskinezi; uyumsuz hareketli protezler ve yetersiz ağız hijyeni algısının sonucu olarak da ortaya çıkabilir. Uyumsuz protezleri kullanmanın, protez kullanmamadan daha fazla risk taşıdığı ileri sürülmüştür. Orofasiyal diskinezi; süreç içerisinde dişlerin tamamen dökülmesine yol açabilir. (1) Mandibular distoni; çiğneme kaslarının, fasiyal veya lingual kasların tekrarlayıcı veya devamlı spazmlarıyla giden bir fokal distonidir. Bu süreç; istemsiz ve muhtemelen ağrılı çene açma, kapama, sapma ve geriye doğru hareketler veya bu hareketlerin bir kombinasyonu ile sonuçlanır. Bu hastalara yanlışlıkla TME disfonksiyonu, TME dislokasyonu tanısı konabilir ya da psikolojik bir tabloya bağlı olduğu şeklinde bir yorum yapılabilir. Klasik antipsikotik ilaçlar; TME dislokasyonuna, öğürme refleksine ve obstrüktif disfajiye (yutma güçlüğü) yol açabilirler. Dislokasyon, artiküler disk boşluğunun kollapsıdır. Disk eminens ile direkt ilişkide olan kondile doğru 60 anterior yönde itilir. Bu pozisyon kondilin biyomekanik sınırından daha fazla rotasyon yapması ile olur. Ağzın genişçe açılmasının ardından prognatik pozisyonda kilitlenme olur ve mandibula kapatılamaz. Vertikal yönde hareket yaptırılamaz. Kondiller preauriküler bölgede depresyonlara neden olabilir. Klozapin, risperidon, olanzapin ve ketiyapin, ziprasidon, aripiprazol gibi yeni kuşak antipsikotikler klasik antipsikotiklere göre daha düşük ekstrapiramidal yan etki riskine sahiptir. Bunun nedeni bu yeni ilaçların dopamin reseptörlerine daha düşük bağlanma afinitelerinin olmasıdır. Aynı zamanda şizofreninin hem pozitif hem de negatif belirtilerine karşı etkindirler. (1) 61 5. ÖZET Kronik psikiyatrik hastalığı olan bireylerin ağız sağlığı, genel topluma göre daha kötü durumdadır. Kserestomi, eksik ve çürük dişler ile periodontal hastalık bu özel toplulukta en çok bildirilen sonuçlardır. Kronik psikiyatri hastalarının ağız sağlığını inceleyen tüm araştırmacılar, bu hastalardaki herhangi bir tedavi planlamasında, esas amacın koruyucu diş hekimliği olması gerekliliği konusunda hemfikirdir. Psikiyatrik tedavi gören hastaların özel ihtiyaçlarına uygun bir şekilde multidisipliner bir diş bakım programı düzenlenmelidir. Kserostomi tedavisinin bir parçası olarak yapay tükürük ürünleri ve tükürüğü stimule eden ürünler (şekersiz sakız vb.) tavsiye edilebilir. Hem dişler üzerindeki eroziv etkilerinin azaltmak hem de kserostominin şiddetini de azaltmak için alkollü, kafeinli ve karbonatlı içeceklerden kaçınılmalıdır. Fluorid içeren eden diş macunu ve gargara gibi diğer ürünler, koruyucu uygulamanın önemli kısmını oluşturur. Bruksizm, psikotrop ilaçların yan etkisi olarak ortaya çıkmasının yanı sıra, doğrudan psikopatolojinin bir parçası olarak da görülebilir. Psikiyatri hekimlerinin ilaçların yan etkilerini değerlendirirken bruksizmi de kayda değer bir yan etki olarak göz önünde tutmaları gereklidir. Psikiyatrik rehabilitasyon programları ile ağız-diş sağlığı eğitimi arasındaki bağ önemlidir. Psikiyatristler akıl hastalığı ve tedavisinin ağız sağlığı üzerindeki etkisinin farkında olmalı ve 62 ağız hijyenini rutin bakımın bir bölümü olarak sağlamalı ve tedavi planlarına dâhil etmelidirler. Ruh sağlığı hizmeti veren ekip, bu grup hastaların ağız-diş sağlığı sorunlarını algılamaya hazır olmalıdırlar. Ağız-diş sağlığı hizmeti verenler ise ruh hastalıklarını belirlemek ve dental fobi ile anksiyeteyi idare edebilmek için donanımlı olmalıdır. Çünkü bu durum ruhsal hastalık kaynaklı fiziksel semptomlar nedeniyle yapılabilecek gereksiz diş tedavilerini azaltabilir. İyi bir ağız hijyeni sağlamak ve hastanın diş tedavisine uyumunu sağlamak için hastalar motive etmelidir. Kronik psikiyatri hastaları ister hastanede isterse ayakta tedavi görsün, genel toplum ile aynı standartlarda bakımı hak etmektedirler. Ruh sağlığı çalışanlarına, özellikle hemşirelere yönelik ağız sağlığı teşvik ve eğitim programı, hastalara yönelik olan programlar kadar önemli sayılmalıdır. Kronik psikiyatri hastalarının ağız sağlığını etkileyen çevresel faktörler, ağız-diş sağlığı ekibi işgücü sorunları ve bu hastaların zayıf ağız sağlığına katkıda bulunabilen tıbbi sorunlar detaylı bir şekilde incelenmelidir.(1) 63 6. KAYNAKLAR 1- Gürbüz Ö, Altınbaş K, Kurt E : Psikiyatrik Hastalarda Ağız Sağlığı, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 2011,3(4) s: 628-646 2- Öztürk M.O : Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, İstanbul.1989, s:135-143 3- Çakmak D, Saatçioğlu Ö : Yüksek Lisans İçin Ruh Sağlığı ve Hastalıkları İstanbul ticaret Üniversitesi Yayın No:5, İstanbul.2003, s:105-107, 128-129 4- Sohn W, Ismail A.I : Regular Dental Visits adn Dental Anxiety İn An Adult Dentate Population, The Journal of The American Dental Association (JADA), 2005, Vol.136, s:58-65 5- Fiset L, Milgrom P, Weinstein P, Melnick S : Common fears and their relationship to dental fear and utilization of the dentist, Anesth Prog. 1989, 36(6) s:258-64. 6- Firat D, Tunc EP, Sar V : Dental anxiety among adults in Turkey, J Contemp Dent Pract. 2006, 7(3) s:75-82. 7- Humphris G.M, Dyer TA, Robinson P.G : The modified dental anxiety scale: UK general public population norms in 2008 with further psychometrics and effects of age, BMC Oral Health, 2009 s:9-20 8- Milgrom P, Fiset L, Melnick S, Weinstein P : The prevalence and practice management consequences of dental fear in a major US city, J Am Dent Assoc. 1988 ,116(6) s:641-7 64 9- Stenebrand A, Wide Boman U, Hakeberg M : Dental anxiety and temperament in 15-year olds, Acta Odontol Scand. 2012 Jan 3. 10- Edmondson HD, Roscoe B, Vickers MD : Biochemical evidence of anxiety in dental patients, Br Med J. 1972, 4(5831) s:7-9 11- Albay E, Alkın T, Aşkın R ''ve ark.'' Psikiyatri Temel Kitabı, 1, Güleç C, Köroğlu E, Ankara, 1994, s:527-532,545-549,479-492,321-347,367-379,389421 12- Kandemir S, Koyuncu B. Ö, Sezer B : Non-odontojenik diş ağrıları ve gereksiz diş çekimleri, S.Ü. Dişhek. Fak. Derg, 2010, 19, s:168-175 13- List T, Leijon G, Helkimo M ''et al'', Clinical Fndings and Psychosocial Factors in Patients with Atypical Odontalgia: A Case-Control Study, Journal of Orofacial Pain, 2007,Vol.21, no:2 s:89-98 14- Tükel R. : Panik Bozukluğu, Klinik Psikiyatri, 2002, Ek 3 s:5-13 15- De Cort K, Griez E, Büchler M, Schruers K : The role of "interoceptive" fear conditioning in the development of panic disorder, Behav Ther. 2012 43(1) s:203-15 16- Schumacher J, Kristensen AS, Wendland JR ''et al'' : The genetics of panic disorder, J Med Genet. 2011, 48(6) s:361-8 17- Piacentini J, Bergman RL : Obsessive-compulsive disorder in children, Psychiatr Clin North Am. 2000, 23(3) s:519-33. 65 18- Ersoy F, Edirne T, Oğuz T. F : Birinci Basamakta Anksiyete Bozuklukları, TTB Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi, 2003,12(10), s:366-369 19- Vawter MP, Mamdani F, Macciardi F : An integrative functional genomics approach for discovering biomarkers in schizophrenia, Brief Funct Genomics. 2011, 10(6) s:387-99 20-Usall J, Busquets E, Araya S, Ochoa S, Gost A : Gender differences in schizophrenia. A literature review Actas Esp Psiquiatr. 2000, 28(3) s:178-85. 21-Wildgust HJ, Beary M : Are there modifiable risk factors which will reduce the excess mortality in schizophrenia?, J Psychopharmacol. 2010, 24(4 Suppl) s:37-50 22- Rosenberg N, Eli I, Alter Z, Winocur E : Prevalence of Psychologic, Dental, and Temporomandibular Signs and Symptoms Among Chronic Eating Disorders Patients: A Comparative Control Study, Journal of Orofacial Pain, 2008, vol.22 no:3 s:201-208 23- Metin A, subaşı Ş, Ögel K, Güzeloğlu M : Uçucu ve Uyuşturucu Madde Bağımlılarında Deri Bulguları, T Klin Dermatol 2001, 11, s: 61-67 24- Johnson G. K, Slach N. A : Impact of tobacco use on periodontal status, J Dent Educ. 2001, 65(4) s:313-21 25-Amaral Cda S, Luiz R.R, Leão A.T : The relationship between alcohol dependence and periodontal disease, J Periodontol. 2008, 79(6) s:993-8 26- Burkhart N, Roberts M, Alexander M, Dodds A : Communicating Effectively with Patients Suspected of Having Blumia Nervosa, The Journal 66 of the American Dental Association (JADA), 2005 agust, Vol.136 s:11301136 27- Azodo C, Ezeja E, Omoaregba J, James B : Oral health of psychiatric patients: the nurse's perspective, Int J Dent Hyg. 2011, 22, s:1601-5037 28- Gurbuz O, Alatas G, Kurt E, Issever H, Dogan F : Oral health and treatment needs of institutionalized chronic psychiatric patients in Istanbul, Turkey, Community Dent Health. 2010, 27(3) s:151-7 29-Yap AU, Tan KB, Chua EK, Tan HH : Depression and somatization in patients with temporomandibular disorders, J Prosthet Dent. 2002, 88(5) s:479-84 30- Xu WH, Ma XC, Guo CB, Wu RG : Psychological status in patients with temporomandibular disorders, Zhonghua Kou Qiang Yi Xue Za Zhi. 2005, 40(5) s:359-61 31-Johansson AK, Johansson A, Unell L, Norring C, Carlsson GE. : Eating disorders and signs and symptoms of temporomandibular disorders: a matched case-control study, Swed Dent J. 2010, 34(3) s:139-47 32- Gurbuz O, Alatas G, Kurt E. : Prevalence of temporomandibular disorder signs in patients with schizophrenia, 2009, 36(12), s:864-71 33- Manfredini D, Lobbezoo F : Role of Psychosocial Factors in the Etiology of Bruksizm, Journal of Orofacial Pain, 2009, vol.23 no:2 s:153-166 67 7. ÖZGEÇMİŞ 1986 yılında İstanbul’da doğdum. 1997 yılında Gebze İlyasbey İlköğretim Okulu’nu bitirdim. 2004 yılında Gebze Anadolu Lisesini bitirdim. 2005 yılında Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesini kazandım. 68