aristo ve farabi`de mutluluk düşüncesi

advertisement
I
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER ..................................................................................................................................... I
KISALTMALAR ............................................................................................................................... III
ÖNSÖZ................................................................................................................................................ IV
GİRİŞ .....................................................................................................................................................6
A. MUTLULUĞUN TANIMI ......................................................................................................... 6
B. MUTLULUĞUN MAHİYETİ ................................................................................................... 7
C. BAZI İSLAM FİLOZOFLARININ MUTLULUK ANLAYIŞLARI ...................................... 8
1. İHVÂN-I SAFÂ’NIN MUTLULUK ANLAYIŞI .................................................................... 9
2. İBN SÎNÂ’NIN MUTLULUK ANLAYIŞI.............................................................................10
3. İBN MİSKEVEYH’İN MUTLULUK ANLAYIŞI..................................................................11
I. BÖLÜM ............................................................................................................................................13
ARİSTO’DA MUTLULUK DÜŞÜNCESİ........................................................................................13
A. ARİSTO’NUN HAYATINDAN KESİTLER...........................................................................14
B. MUTLULUĞUN TANIMI VE MAHİYETİ .............................................................................15
C. MUTLULUĞUN DEĞERİ VE AMAÇ OLARAK MUTLULUK...........................................22
D. EN YÜKSEK GAYE / İYİ OLARAK MUTLULUK...............................................................25
E. MUTLULUĞU SAĞLAYAN UNSURLAR .............................................................................28
F. EPİSTEMOLOJİK AÇIDAN MUTLULUK ...........................................................................40
1. MUTLULUK ve AKIL ............................................................................................................40
2. MUTLULUK ve RUH.............................................................................................................45
3. MUTLULUK ve BİLGİ ..........................................................................................................49
G. MUTLULUK VE ERDEM.........................................................................................................53
H. MUTLULUK VE HAZ..............................................................................................................60
I. MUTLULUK İLE İNSAN - TOPLUM VE SİYASET İLİŞKİSİ..............................................65
II. BÖLÜM ..........................................................................................................................................73
FARABİ’DE MUTLULUK DÜŞÜNCESİ ........................................................................................73
A. FÂRÂBİ’NİN HAYATINDAN KESİTLER ................................................................................74
B. MUTLULUĞUN TANIMI VE MAHİYETİ .............................................................................77
C. MUTLULUĞUN DEĞERİ VE AMAÇ OLARAK MUTLULUK...........................................80
D. MUTLULUK TÜRLERİ...........................................................................................................81
1. DÜNYADAKİ MUTLULUK...................................................................................................82
2. AHİRETTEKİ MUTLULUK..................................................................................................84
E. MUTLULUĞU SAĞLAYAN UNSURLAR VEYA MUTLULUĞA ULAŞMA YOLLARI.88
F. EPİSTEMOLOJİK AÇIDAN MUTLULUK ...........................................................................93
1. MUTLULUK ve BİLGİ (FELSEFE ve MANTIK)................................................................94
2. MUTLULUK ve FA’AL AKIL................................................................................................97
G. MUTLULUK VE NEFS İLİŞKİSİ ..........................................................................................102
1. MUTLULUĞU ELDE ETMİŞ NEFİSLER ........................................................................105
2. FASIKLARIN NEFSLERİ...................................................................................................106
3. CAHİLLERİN NEFSLERİ ..................................................................................................107
H. DEĞERLER AÇISINDAN MUTLULUK .............................................................................109
1. MUTLULUK ve AHLAK ......................................................................................................109
2. MUTLULUK ve ERDEM .....................................................................................................111
I. SİYASAL AÇIDAN MUTLULUK ..........................................................................................118
1. MUTLULUK ve SİYASET İLİŞKİSİ...................................................................................119
2. SİYASET ve AHLAK İLİŞKİSİ ...........................................................................................123
II
İ. TOPLUMSAL AÇIDAN MUTLULUK ..................................................................................126
1. MUTLULUK ve TOPLUM İLİŞKİSİ ..................................................................................126
2. TOPLULUK ÇEŞİTLERİNE GÖRE MUTLULUK ANLAYIŞLARI.................................128
a. FAZİLETLİ TOPLUM (Erdemli Toplum) ................................................................................. 128
b. CAHİL TOPLUM.......................................................................................................................... 137
c. FASIK TOPLUM........................................................................................................................... 141
d. DALALETTE OLAN TOPLUM.................................................................................................. 142
J. MUTLULUK VE HAZ ..............................................................................................................144
K. ÖLÜM VE MUTLULUK ........................................................................................................146
III. BÖLÜM.......................................................................................................................................149
ARİSTO VE FARABİ’NİN MUTLULUK DÜŞÜNCESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ .........149
ARİSTO VE FARABİ’NİN MUTLULUK DÜŞÜNCESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ......150
SONUÇ..........................................................................................................................................158
KAYNAKÇA ................................................................................................................................160
III
KISALTMALAR
A.g.e
: Adı geçen eser
A.g.m
: Adı geçen makale
A.Ü.İ.F.D
: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
Bkz
: Bakınız
Çev
: Çeviri veya çeviren
Fak
: Fakültesi
Krş.
: Karşılaştırınız
mad.
: Madde-si
M.E.B
: Milli Eğitim Bakanlığı
M.Ö
: Milattan Önce
M.Ü.İ.F
: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Neş.
: Neşreden
s.
: Sayfa
Tak.
: Takdim
Thk.
: Tahkik
TDV
: Türkiye Diyanet Vakfı
Ünv
: Üniversitesi
vb
: Ve benzerleri
vd.
: Ve devamı
Yay.
: Yayınları
IV
ÖNSÖZ
Her insanın gerek bu dünya ve gerekse öteki hayat için düşündüğü bir
mutluluk olgusu vardır. Bu mutluluk düşünceleri de insanların bulundukları konuma,
yaşadıkları çevreye göre değişiklikler arz etmektedir. Her insan, oluşturduğu bu
mutluluk olgusunu yaşadığı sürece gerçekleştirmek için çalışır.
İnsanoğlunun her çağda ve zamanda elde etmek istediği mutluluk, felsefenin
en önemli konularından biridir. Mutluluk kavramı, düşünce tarihinin en temel felsefe
ve ahlak meselelerinden biri olduğu gibi insanoğlunun da bıkıp usanmadan peşinden
gittiği en büyük hedefi olagelmiştir. Mutluluk, felsefenin ahlak disiplinleri için çok
önemli ve hatta bazı ahlak anlayışlarının da temelinde yer alan kavramlardan biridir.
Birtakım ahlak anlayışları mutluluğu insanın hayatı boyunca erişmeye çalışacağı ve
eylemlerinin de en son gayesi olarak görmektedirler. Mutluluk insanın yöneldiği,
ulaşmak ve gerçekleştirmek istediği en yüce bir gaye, tercih ettiği bir iyi ve nihai bir
yetkinlik olunca, mutluluğun ne olduğu, ona nasıl ulaşılması gerektiği ve bunlarla
bağlantılı olarakta diğer sorularında cevaplanması insan için temel bir önem arz
etmektedir.
Bizde bu çalışmamızda düşünce tarihi açısından çok önemli bir yere sahip
olan, “muallimi evvel” olarak da adlandırılan, Eski Çağ filozofları arasında ilk olarak
mutluluk kavramı üzerine sistemli bir görüş ileri süren ve bu kavrama da ahlak
anlayışında çok fazla önem veren Yunan filozoflarından Aristo’nun mutluluk
düşüncesiyle, İslam felsefesi tarihinde Aristocu çizgiyi takip eden ve Aristo’dan
sonra da “muallimi sânî” olarak adlandırılan ve sistemli bir şekilde mutluluğu ele
alan, onu dini motiflerle inceleyen, mutluluk ve ona ulaşabilmenin yolları hakkında
eserler yazan Fârâbi’nin mutluluk anlayışını ele alacağız; Aristo ve Fârâbi’nin bakış
açısıyla mutluluğu ortaya koyacağız.
Aristo ve Fârâbi’nin mutluluk düşünceleri hakkında yapılmış çok sayıda
çalışma bulunmaktadır. Fakat Aristo ve Fârâbi’nin mutluluk hakkındaki görüşleri, bu
görüşlerindeki benzer ve farklılıklarını mukayeseli bir şekilde ortaya koyan bir
çalışmaya rastlamamaktayız. Bu çalışmamızda Aristo ve Fârâbi’nin mutluluk
hakkındaki görüşlerini felsefi disiplinleri içerisinde sistematik bir şekilde ele alarak
V
ortaya koymaya çalışacağız. Aristo ve Fârâbi’nin ulaşabildiğimiz bütün eserlerinin
orjinallerini ve çevirilerini tarayarak mutluluk hakkındaki görüşlerini mümkün
olduğu kadar yansıtmaya çalışacağız.
Bu çalışmamız üç bölüm halinde ele alınmıştır. Giriş bölümünde mutluluğun
genel olarak ne anlama geldiğini ve mahiyetini açıklayarak, bazı İslam filozoflarının
mutluluk anlayışlarının temel esasları ortaya koyulmuştur. Birinci bölümde;
Aristo’nun kısaca, hayatını ve yaşadığı çevreyi belirterek Aristo’ya göre mutluluğun
anlamını, mahiyetini, ona nasıl ulaşılabileceğini ve mutluluğun ilişkili olduğu diğer
konular ele alınmıştır. İkinci bölümde ise Fârâbi’nin, kısaca hayatı ve yaşadığı çevre
ele alındıktan sonra, mutluluk kavramının Fârâbi’ye göre anlamı, mahiyeti ve ona
nasıl ulaşılabileceği gibi konulara yer verilmiştir. Üçüncü bölümde de, Aristo ve
Fârâbi’nin mutluluk hakkındaki düşüncelerinin benzer yönlerini ve Fârâbi’nin
Aristo’dan farklı olarak mutluluk konusunda ortaya koyduğu fikirleri ele alınarak,
mukayese mahiyetinde genel bir değerlendirilmesi yapılmıştır.
Bu çalışmamız boyunca öncelikli olarak değerli yardımlarını esirgemeyen, bu
çalışmayı yapmam için bana öncü olan, kütüphanelerinden faydalandığım, engin
fikirleriyle beni yönlendiren, danışman hocam Sayın Doç. Dr. Bayram Ali
Çetinkaya’ya ve Yrd. Doç. Dr. Nuri Adıgüzel’e, eleştiri ve yönlendirmeleriyle
çalışmamızın bu aşamaya gelmesine katkıda bulunan değerli hocalarım Doç.Dr.
Kadir Özköse ve Yrd. Dç. Dr. Musa Kazım Arıcan’a sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Ayrıca da bu tezimin araştırılması boyunca benden maddi ve manevi
desteklerini esirgemeyen aileme de teşekkürü bir borç bilirim.
Mehmet TUNCER
SİVAS–2006
6
GİRİŞ
İlk çağlardan beri tartışılagelen mutluluk, Sokrates ve Platon’dan sonra Aristo
tarafından ele alınarak sistematik bir tarzda incelemiştir. Aristo mutluluğu ahlak
felsefesi, ahlak felsfesinide siyaset bilimi içerisinde değerlendirir. Onun bu
sistematiği kendisinden sonra benimsenerek gerek batı dünyasındaki ve gerekse
İslam dünyasındaki düşünürleri etkileyerek günümüze kadar sürdürülmüştür. Grek
Felsefesinde mutluluğu sistematik bir şekilde ele alan Aristo’dur. İslam dünyasında
ise Aristo’nun mutluluk konusundaki düşüncelerinden etkilenerek mutluluğu İslami
düşünce içerisinde sistematize ederek ele alan filozofda Fârâbi’dir. Biz de bu
çalışmamızda felsefi düşüncelerinde mutluluğa büyük bir şekilde yer veren, Aristo ve
Fârâbi’nin mutluluk hakkındaki görüşlerini inceleyeceğiz. Aristo ve Fârâbi’nin
mutluluk görüşlerini ele almadan önce de mutluluğun tanımını, mahiyetini ve bazı
Fârâbi’den sonra yaşayan İslam filozoflarının mutluluk anlayışlarını ele alarak asıl
konumuza geçeceğiz.
A. MUTLULUĞUN TANIMI
Mutluluğun Türkçe anlamını açıklamadan önce mutluluk kavramının başka
dillerde hangi kelimelerle ifade edildiğini ve bu kelimelerin hangi anlamları
karşıladıklarını belirtelim. Mutluluk kelimesi; Yunanca da eudaimonia sözcüğü ile
ifade edilerek büyük çapta zenginlik, iyi olmak,1 Latince de felicita sözcüğü ile refah
ve bolluk,2 İngilizce de happiness sözcüğü ile kıvanç, talih, bahtiyarlık,3 Almanca da
glück sözcüğü ile saadet, mutluluk, mal ve mülk edinmede başarıya ulaşma,4
1
Dagobert D. Runes, Dictionary Of Philosophy, s.100. (“Eudaimonia” mad. – 1977)
Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi Kavramlar ve Akımlar, s. 190, Cilt 4, (Remzi Kitabevi,
Birinci Basım, İstanbul – 1978)
3
Pars Tuğlacı, Resimli İngilizce Türkçe Sözlük, s. 289 (İnkılâp ve Aka Kitapevleri, 3. Basım, İstanbul
– 1981)
4
Karl Steuerwald, Türkçe Almanca Sözlük, s. 660. (ABC Kitabevi, 1. Baskı, İstanbul – 1988)
2
7
Fransızca da bonheur sözcüğü ile mesut, bahtiyar, mutlu,5 Farsça’da mutluluğun
karşılığı olarak nikbeht kelimesi,6 Arapçada da mutluluk kavramı saade sözcüğü ile
ifade edilerek, sıkıntıda olmamak,7 neşe, başarı ve muvaffakiyet
8
manalarına
gelmektedir.
Kelime olarak mutluluk; genellikle insanların kendilerine en yüksek erek
olarak koydukları değer, bilinci dolduran tam bir doygunluk durumu, istek ve
eğilimlerin tam bir uyumu ve doygunluğu,9 bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli
olarak ulaşılmaktan dolayı duyulan kıvanç durumu,10 mutlu olma hali, saadet,11
mutlak iç huzur, ,12 eksiksiz bir hoşnutluk durumu, ongunluk,13 felah, fevz (selamet,
zafer), hasene (güzellik), bahtiyarlık, mahzuziyyet (hoşlanma), mes’udiyyet
(kutluluk), muvaffakiyet (başarı), meymenet (uğurluluk, bereket), yaveri baht, yaveri
talih, isteklerin giderilmesi ile gerçekleşen iç rahatlığı,14 insanın doğru bilgi, inanç,
erdemler ve güzel davranışlar sayesinde ulaşabileceği en yüksek ruhsal huzur, doyum
ve memnunluk hali,15 insanların dünyada ve ahirette ulaşmayı hedefledikleri ideal,
şuurun tatmini, ruhun doyumu ve huzuru,16 manalarına gelmektedir.
B. MUTLULUĞUN MAHİYETİ
Mutluluk insanın en yüksek ereği olduğundan, filozoflar, psikologlar,
sosyologlar ve ahlak bilginleri gerek geçmişte ve gerekse de günümüzde mutluluk
konusuyla yakından ilgilenmişlerdir. Şüphesiz şu da bilinmelidir ki; mutluluğu
5
Yalçın Kocabay, Türkçe Fransızca Büyük Sözlük, cilt – 3, s. 526, (Başnur Matbaası, Ankara – 1968)
Hasan Hüseyin Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk,s. 16. (İz Yayıncılık, İstanbul – 2001)
7
İbn Manzur, Lisanü’l Arab, “saade” mad. syf. 213. ( Dâru Sâdır, 3. Baskı, Beyrut – 1994)
8
Serdar Mutçalı, Arapça – Türkçe Sözlük, s. 389. (Dağarcık Yayınları, İstanbul -1995 )
9
Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, s. 129. (İnkılâp Yayınları, 8.Baskı İstanbul – 1998)
10
Türkçe Sözlük, Cilt 2,s. 1597. (Türk Dil Kurumu, 9. Baskı, Ankara 1998)
11
Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Mutluluk Maddesi, 10. Baskı, (Ülke Yayınları, İstanbul –
1994)
12
Meydan Larousse, “mutluluk” mad. Cilt.9, s. 108. ( Meydan Yayınevi, İstanbul – 1972 )
13
Büyük Larousse, “mutluluk” mad. Cilt.14, s. 8421. ( Gelişim Yayınları, İstanbul – 1986 ); Afşar
Timuçin, Felsefe Sözlüğü, s. 246 (Bulut yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul – 2000)
14
Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi Kavramlar ve Akımlar, s. 191.
15
Mustafa Çağrıcı, “Saadet” mad., İslam’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, Cilt 4,
s.34. (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul – 1997)
16
Süleyman Hayri Bolay, Felsefe Doktirinleri ve Terimleri Sözlüğü, s. 301. (Akçağ yayınları, 7.Baskı,
Ankara – 2004)
6
8
aramak, ona ulaşmanın yolarını belirlemek onunla uğraşmak yalnızca filozoflara
yahut sadece düşünürlere özgü bir iş de değildir. Mutluluğa ulaşma düşüncesi insan
fıtratında var olan bir olgudur.17 Her insan mutluluğa dair bir tasavvura sahiptir,
kendisi için bir mutluluk olgusu oluşturur, yaşadığı sürece bu mutluluk olgusunu
gerçekleştirmeye çalışır ve ona ulaşabilmek, hayatını ona göre yönlendirip
şekillendirmek için çeşitli yollara başvurur.18
Mutluluğun ne olduğu, böyle bir şeyin var olup olmadığı, nasıl elde
edilebileceği, insan davranışlarındaki belirleyiciliğinin ne düzeyde olduğu, hangi
alanda gerçekleşip gerçekleşmeyeceği (akıl – duygu, dünya – ahiret), insanların niçin
mutluluğa arzu duydukları gibi konular devamlı olarak tartışılmıştır.19 Bir yetkinlik
olarak mutluluk insanın var oluşunun sebebidir. Her insan mutluluk duygusunu
sübjektif olarak kendi içerisinde taşımakta ve mutluluk olarak gördüğü şeye ya tabii
ya zorunlu ya da iradi olarak yönelmektedir. Böylece mutluluk insanın hayatında
yöneldiği bir gaye, arzu ettiği bir yetkinlik ve tercih ettiği bir iyi olarak onun
hayatında belirleyici yerini almaktadır.20
C. BAZI İSLAM FİLOZOFLARININ MUTLULUK ANLAYIŞLARI
Felsefe tarihi boyunca yapılan tartışmalar ve ileri sürülen fikirler dikkate
alındığında mutluluğun tek bir tanımının olmadığı kendilinden anlaşılmaktadır.
Nitekim pek çok mutluluk tanımı yapılagelmiştir. Bunların tamamını burada
zikretmek burada mümkün olmadığından bazı İslam filozoflarının mutluluk tanım ve
görüşlerini kısaca hatırlatmak istiyoruz. Mutluluk düşüncesi geniş şekilde izah
edilecek bir konudur. Sadece kısa bir tanımını vermekle anlaşılmayabilir veya onun
tek bir tanımı yoktur, herkesin kendi düşünce yapısına göre bir mutluluk anlayışı
vardır. Bizde bu bölümde Aristo ve Fârâbi’nin mutluluk düşüncelerini ortaya
17
Mikdat Yalçın, Mutluluk Yolu ve Felsefesi, çev. Sabri Hizmetli s. 9. (İlmi Neşriyat, İstanbul – 1994)
Lokman Çilingir, Ahlak Felsefesine Giriş, s. 28. (Elis Yayınları, 1. Baskı, Ankara – 2003)
19
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s 53.
20
A.g.e, s. 54.
18
9
koymadan önce giriş mahiyetinde bazı İslam filozoflarının mutluluk anlayışlarını
kısaca vererek asıl konumuza geçmeyi uygun görmekteyiz.
1. İHVÂN-I SAFÂ’NIN MUTLULUK ANLAYIŞI
İhvân-ı Safâ mutluluğu dünyevi ve uhrevi olarak ikiye ayırarak geleneksel
İslami telakkiyi sürdürmüşlerdir.21 İnsan için hem dünyada hem de ahirette gerçek
mutluluk, İhvân-ı Safâ düşüncesinde, ruhani hazlardadır. Ruhani hazlardan bedenle
beraberken duyulan ve idrak edilenler dünyevi mutluluktur. Maddeden mücerret
nefislerin kavuşacağı hazlar da uhrevi mutluluktur. Dünyevi mutluluk İhvân-ı
Safâ’ya göre, her varlığın en iyi durumlarla en mükemmel gayelere doğru ilerlerken
en uzun süre yaşamasıdır. Dünyada “bilkuvve” melek olacak şekilde yetkinleşen
insanın, öteki hayatta ulaşılacak rûhâni hazları idrak etmesidir. Ahiret mutluluğu ise;
her nefsin en iyi durumlarda ve en yetkin gayelere doğru yükselerek ebediyen
varlığını sürdürmesidir. “Bilfiil” melek haline gelen insani nefslerin ulaşacağı rahat,
surûr ve nimetlerdir.22 İnsan bu dünyada İhvân’a göre, yaşamı boyunca iyi bir şekilde
yaşayarak,
en
yüce
gayeye
ulaşmak
için
gayret
göstererek
kendisini
yetkinleştirmelidir. Bu dünyada kendisini yetkinleştiren insan hem bu dünyada hem
de ahirette en yüce gayeye ulaşacaktır. En yüce gaye olan mutluluk da (es-saadetü’lkusvâ) İhvân-ı Safâ’ya göre ahiret mutluluğudur.23 Uhrevi mutluluk, durumunu
yetkinleştirmiş ve gayesini tamamlamış olan her nefsin, bedenden ayrıldıktan sonra
ebediler içerisinde varlığını devam ettirmesidir. İhvân’a göre devamlı ve tam bir
mutluluğa ulaşmak için nefsin bedenden ayrılması gerekmektedir. Nitekim hiçbir
maddi/hissî haz ve elem daim değildir. Bundan dolayı insanın bedene bağlı kalarak
tam manada mutlu olması mümkün değildir. İnsanın yaşantı ve fiilleriyle meleklere
benzemeye çalışması, nefsini temizlemesi, anlayışını, ahlakını, seciyelerini ve
itikadını düzeltmesi gerekmektedir. Ancak bu sayede insan ruhi yetkinliğe ulaşabilir.
21
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 108.
İhvânu’s- Safâ, Resâilu İhvâni’s-Safâ ve Hullâni’l- Vefâ, neş: Butros El- Bustânî, I. Risale, 318319; II. Risale, 172; III. Risale, 50, 69, 71, 82 (Dâru Sâdır, Beyrut); Bayram Ali Çetinkaya, İhvân-ı
Safâ’nın Dini ve İdeolojik Söylemi, s. 288. (Elis Yayınları, Ankara – 2003)
23
Çetinkaya, İhvân-ı Safâ’nın Dini ve İdeolojik Söylemi, s. 288; bkzBircan, İslam Felsefesinde
Mutluluk,s. 101.
22
10
Bu yetkinliği kazanan iyi nefsler bu dünyada “bilkuvve melek” bedenden ayrılınca
da “bilfiil melek” olurlar. İhvân-ı Safâ’ya göre kısaca insanın bu dünyadaki var oluş
sebebi, kendini ve Yaradan’ını bilip meleklerden bir “melek” olabilecek şekilde
yetkinliğini kazanmasıdır.24
İhvân-ı Safâ’ya göre âlemde her şey hayır için, hayır da kendisi için istenir.
Buradaki hayrı İhvân-ı Safâ, kısaca mutluluk olarak açıklamış ve mutluluğun başka
bir amaç için araç değil kendi kendisinin amacı olduğunu belirtmişlerdir.25 İstenen
her şey, iyi olmasından dolayı istenmektedir ve iyi de ancak özünden dolayı istenir.
İhvân-ı Safâ’ya göre mutlak iyi mutluluktur. Bu nedenle mutluluk başka bir şeyden
dolayı değil, özünden dolayı istenir.26 Mutluluk insanın en yüksek derecede
arzuladığı ve insanı manen yetkinleştirip geliştiren şeydir.27
2. İBN SÎNÂ’NIN MUTLULUK ANLAYIŞI
İhvân-ı Safâ ile yaklaşık olarak ayını çağda yaşamış olan İbn Sînâ mutluluğu,
günlük dildekinden farklı olarak, dini-metafizik yetkinliğe ulaşmış insanın duyduğu
en yüksek derecede haz ve memnunluk olarak düşünmüştür. İbn Sînâ’ya göre bedeni
mutluluğun veya duyular vasıtasıyla elde edilen lezzetlerin herhangi bir değeri ve
önemi yoktur. İdrak, düşünme gücü ne kadar şiddetli, derinden ve güzel olur, idrak
edilen şey de ne kadar değerli ve güzel olursa bundan elde edilen lezzet ve mutluluk
da bu nispette o kadar güçlü olur. İşte bu nedenle aklın idrakinden duyulan haz,
duyularla algılanan hazdan daha kuvvetlidir, insan için de daha önemli ve önde gelen
bir hazdır. İbn Sînâ’ya göre insan “natık nefsin” yetkinliği ile mutluluğu elde
etmektedir.28 İbn Sînâ’ya göre nefsin düşünme gücü sadece insanda vardır. İşte bu
24
Çetinkaya, İhvân-ı Safâ’nın Dini ve İdeolojik Söylemi, s. 290.
Çetinkaya, İhvân-ı Safâ’nın Dini ve İdeolojik Söylemi, s. 292 – 293; Çağrıcı, İslam Düşüncesinde
Ahlak, s. 108.; Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk,s. 101.
26
Çetinkaya, İhvân-ı Safâ’nın Dini ve İdeolojik Söylemi, s. 289; Bircan, İslam Felsefesinde
Mutluluk,s. 190.
27
Çetinkaya, İhvân-ı Safâ’nın Dini ve İdeolojik Söylemi, s. 293.
28
İbn Sînâ, İşaretler ve Tembihler, s.173 – 174, çev. Ali Durusoy, Muhittin Macit, Ekrem Demirli,
(Litera Yayıncılık, İstanbul – 2005); bkz Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 144.
25
11
güç sayesinde insan, İbn Sînâ’ya göre, nazari ve ameli hakikatleri tasavvur ve tasdik
ederek yetkinliğini kazanır. Nazari ve ameli hakikatleri de düşünme gücü sayesinde
idrak ederek mutluluğa ulaşır.29 İbn Sînâ’da mutluluk, özü itibariyle istenilen ve
bütünüyle tercih edilendir. Mutluluğun dışında tercih edilen ve ulaşılmak istenen
bütün gayeler bir başka şeyden dolayı tercih edildikleri için, kendisinden dolayı
tercih edilen mutluluk, tercih edilen ve ulaşılmak istenen gayeler içerisinde en üstün
olanıdır.30 İbn Sînâ’ya göre mutluluk en yüksek bir gayedir. Bu en yüksek gayeye
ulaşmak da nefsin yetkinleşmesi sayesinde olmaktadır. Nefsin tam yetkinliği de
bedenden ayrılması ile mümkündür, dolayısıyla da en yüce mutluluk ölümden sonra
gerçekleşecektir.31 Nefis bu dünyada maddeden tamamıyla müstağni olamayacağı
için mutluluğun en yüce derecesine insan ahirette ulaşacaktır. İnsan bu dünyada
düşünme gücüyle hakikatleri idrak edip kendini yetkinleştirdiğinde, dünyadaki
mutluluğa ve bunun akabinde de nefsi bedenden ayrıldığında yüce mutluluğa
ulaşacaktır.
3. İBN MİSKEVEYH’İN MUTLULUK ANLAYIŞI
İbn Miskeveyh’e göre her varlığın kendi varlıklarını meydana getiren ve
kendilerini başka varlıklardan ayırt eden güçleri, kabiliyetleri ve fiilleri vardır. Her
varlık kendi var oluş amacını gerçekleştirmek için çalışır. İnsanın insan olması
sebebiyle kendisine has olan, insanlığını ve faziletlerini tamamlayan güç, kabiliyet ve
fiilleri, düşünme ve ayırt etme gücü sonrası gerçekleştirdiği iradi fiilleridir. İnsan,
düşünme ve ayırt etme gücüyle iradi eylemlerde bulunup, var oluş amacına yöneldiği
zaman mutlu olur.32 Düşünme ve ayırt etme gücü sonucu ortaya çıkan fiiller diğer
varlıklar arasında insanın kendisine has ve başkasıyla paylaşmadığı fiilleridir. Hangi
insanın ayırt etme gücü daha sağlam, düşüncesi daha üstün ve seçimi daha doğru ise
29
Mehmet S. Aydın, İbn Sînâ’nın Mutluluk Anlayışı, s.41 – 42. (İslam Felsefesi Yazıları içerisinde,
Ufuk Kitapları, İstanbul – 2000)
30
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk,s. 58.
31
A.g.e, s. 93.
32
İbn Miskeveyh, Ahlâkı Olgunlaştırma, s.19, çev. Abdülkadir Şener, İsmet Kayaoğlu, Cihad Tunç,
(Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1983)
12
bu insanın eylemleri de bu ölçüde daha mükemmeldir ve bu mükemmelliği
yakaladığında insan mutluluğa ulaşır. Bu nedenle İbn Miskeveyh’e göre insanın
görevi, mükemmelliği sağlayan ve yaratılış amacını teşkil eden iyiliklere karşı arzu
duyması, onlara ulaşmak için uğraşması ve bunları elde etmekten alıkoyan ve
bunlardan alacağı zevki azaltan kötülüklerden kaçınmasıdır.33
İbn Miskeveyh’e göre her varlığın mutluluğu kendisine has olan fiillerin
ondan tam ve kâmil olarak meydana gelmesine bağlıdır. İnsanın da kendisine ait
olan, onu diğer varlıklardan ayıran fiilleri, düşünme ve ayırt etme gücü olduğuna
göre insan da bu güçler sayesinde fiillerini tam ve mükemmel bir şekilde yaptığında
mutluluğa ulaşacaktır.34 İnsan kendi özünü mükemmelleştirip, eksikliklerini
tamamlayarak, yaratıcısına yaklaşarak, hikmetten bolca nasibini alarak, faziletlerini
artırarak, en yüksek dereceye ve en yüce mutluluğa ulaşır.35 İbn Miskeveyh’e göre,
insan bedeni ve nefsi iyilikleri elde edip bu iki alanı birlikte mükemmelleştirdiğinde
ve bedeni eksikliklerden kurtulup nefsini mükemmelleştirdiğinde tam ve yüce
mutluluğu elde eder.36 Mutluluk gayelerin gayesidir, buna ulaşan bir kişi, hayırdan
başka bir şey düşünemez. O insanın yöneleceği amaçların en iyisi, en mükemmelli ve
en yetkin olanıdır. Mutluluğu elde edince kişi bundan başka bir şeyi elde etme
ihtiyaç duymaz. İnsan mutluluğu elde edince büyük bir zevk alır. Bu zevkte İbn
Miskeveyh’e göre, her şeyden daha üsttedir.37 Bu zevk gelip geçici bir zevk değildir,
devamlıdır, sonsuzdur, tamdır, hissi değil aklidir ve edilgen değil etkendir, hayvani
değil ilahi bir zevktir. 38
33
İbn Miskeveyh, Ahlâkı Olgunlaştırma, s.20.
A.g.e, s.21.
35
A.g.e, s.45. ve 81.
36
A.g.e, s.80 – 81.
37
A.g.e, s.88.
38
İbn Miskeveyh, Ahlâkı Olgunlaştırma, s.94 – 95; ayrıca bkz Macid Fahri, İslam Ahlâk Teorileri,
s.169 – 174, çev. Muammer İskenderoğlu, Atilla Arkan, (Litera Yayıncılık, İstanbul – 2004); Bircan,
İslam Felsefesinde Mutluluk,s. 128 – 131; Mustafa Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 172 – 177;
Necip Taylan, Anahatlarıyla İslam Felsefesi, s. 198 – 199. (Ensar Neşriyat, IV. Baskı, İstanbul –
2000)
34
13
I. BÖLÜM
ARİSTO’DA MUTLULUK DÜŞÜNCESİ
14
A. ARİSTO’NUN HAYATINDAN KESİTLER
Aristoteles, M.Ö. 384’de Khalkidiko Yarımadası’nın kuzeydoğu kıyısında,
günümüzde Stavro denilen küçük bir kent olan Stageria’da doğdu.1 Bir hekim
soyundan gelen Aristoteles’in babası Nikomakhos da hekimdi ve aynı zamanda
Makedonya Kralı II. Amyntas’ın yakın dostu ve özel doktoru idi.2 Aristo Antik
Yunan felsefesinin önemli isimlerindendir. Akılcı yaklaşımı ve bilimsel görüşleriyle
felsefede gerçekliğin “baba”sı ve mantığın öncüsü olarak kabul edilir.3 Aristo’nun
gerek ailesi gerekse bulunduğu kültür çevresi kendisini tecrübî araştırmaya ve
müsbet ilimlere önceden hazırlamıştır.4 367 yılında Aristo, Atina’ya tahsile giderek
Eflatun’un (ö.347) Akademia’sına (Akademos) girdi. Buradaki tahsili sırasında
önceleri Eflatun’un en seçkin talebesi, sonra da onun felsefi sistemini eleştiren
başarılı bir rakibi oldu.5 Eflatun’un ölümüne kadar on dokuz yıl Akademia’da kaldı.6
Eflatun’un ölümünden sonra Atina’yı terk etti.7 Akademia’nın yetiştirdiği en dikkat
çekici ve en önemli talebedir.8 Yirmi yıl boyunca Eflatun’la onun Akademia’sında
diyaloglarda bulundu ve sonra da Assos’ta 9 bir Akademia kurdu.10 Makedonya Kralı
İskender’i yetiştirmek için 343 yılında Pella Sarayı’na davet edilmiştir. Bu eğitim
sonucunda da Aristo, “dünya imparatorunu yetiştiren üstat” unvanıyla büyük bir ün
kazanmıştır.11 Burada İskender’e öğretmenlik yapması, onun düşünce sisteminde
1
Davıd Ross, Aristoteles, çev. Ahmet Arslan, İhsan Oktay Anar, Özcan Yalçın Kavasoğlu, Zerrin
Kurtoğlu, s. 15. (Kabalcı Yayınevi, 1, Basım, İstanbul – 2002)
2
Mahmut Kaya, Aristoteles ve Felsefesi, s. 20. (Ekin Yayınları, İstanbul – 1983)
3
Aristoteles, Retorik, çev. Mehmet H. Doğan, s.1 ( Yapı Kredi Yayınları, 7. Baskı, İstanbul – 2004)
4
Alfred Weber, Felsefe Tarihi, çev. H. Vehbi Eralp, s. 68. ( Sosyal Yayınlar, V. Baskı, İstanbul –
1998)
5
Mahmut Kaya, “Aristo” mad. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt – 3, s. 375. (İstanbul
– 1991)
6
Ross, Aristoteles, s. 16.
7
Maurice Cranston, Batı Düşüncesinde Siyaset Felsefeleri, çev. Nejat Muallimoğlu, s. 23. (Marmara
Ünv. İlahiyat. Fak. Yayınları, 2. Baskı, İstanbul – 2000)
8
Hüsamettin Erdem, İlk Çağ Felsefesi Tarihi, s. 244. (İlaveli 4. Baskı – Hü-Er Yayınları, Konya –
2000)
9
Assos, bugün Çanakkale ilinde Behramkale diye bilinen yerdir.
10
Aristoteles, İkinci Çözümlemeler, çev. Ali Houshiary, s. 1 (Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, İstanbul
– 2005)
11
Mehmet Vural, İslam Felsefesi Sözlüğü, s. 36. (Elis Yayınları, 1. Baskı, Ankara – 2003 )
15
önemli bir yer tutmaktadır.12 Büyük İskender’in öğretmenliğini yaptıktan sonra
Atina’ya dönüşünde Eflatun’un kurmuş olduğu Akademia’nın başına getirilmeyince,
kent dışında kendi okulunu, Lykeion’u (lise adı buradan gelir) kurmuştur.13
İskender’in 323 yılında ölümünden sonra da Makedonya taraftarlığı ve eski bir
şiirinden dolayı dinsizlik ile suçlandırıldığından, Sokrates’in akıbetine uğramamak,
Atinalıların felsefeye karşı ikinci bir cinayet işlemelerine fırsat vermemek için,14
Euboia (Eğriboz) adasında Khalkis’e çekilmek, iltica etmek zorunda kalmış15 ve
yakalandığı mide hastalığından kurtulamayarak 322’de orada ölmüştür.16
Aristo, çalkantılı bir dünyada çalkantılı bir hayat sürmüş, tartışmalı bir
kamusal kişilik, kuşaklar boyunca yorulmaz kişiliğiyle de öğrencilere ilham kaynağı
olagelen bir öğretmen17 ve İslam felsefesi üzerinde önemli etkileri olan İlkçağ Yunan
filozofudur.18
B. MUTLULUĞUN TANIMI ve MAHİYETİ
İnsanoğlu çağlar boyunca, hayatta en yüksek değerin ne olduğunu devamlı
olarak aramış ve araştırmıştır. Antikçağ Yunan felsefesinde de en çok tartışılan
konulardan biriside işte bu en yüksek değerin ne olduğu meselesidir. Şimdi biz de
Aristo’nun en son gaye olarak belirttiği mutluluk nazariyesi hakkındaki düşüncelerini
mutluluğun tanımı ve mahiyetinden başlayarak, ahlak ve siyaset hakkında yazmış
olduğu eserlerini temel alarak ortaya koymaya çalışacağız.
Aristo, mutluluk nazariyesini geliştirmeden önce iyi ideasını açıklayarak,
mutluluğun ne olduğunu iyi kavramından hareketle ortaya koymaktadır.19 Aristo,
12
Necip Taylan, Anahatlarıyla İslam Felsefesi Kaynakları – Temsilcileri, Tesirleri, s. 82. (Ensar
Neşriyat, IV. Baskı, İstanbul – 2000)
13
Aristoteles, Fizik, çev. Saffet Babür, s. 1 (Yapı Kredi Yayınları, II. Baskı, İstanbul – 2001)
14
Ross, Aristoteles, s. 21.
15
Weber, Felsefe Tarihi, çev. H. Vehbi Eralp, s. 68.
16
Kaya, “Aristo” mad., s. 375.
17
Jonathon Barnes, Aristoteles, Düşüncenin Ustaları, s. 9. (Altın Kitaplar Yayınevi, 1, Basım,
İstanbul – 2002)
18
Kaya, “Aristo” mad., s. 375.
19
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 27.
16
birden çok iyinin bulunduğunu, insanların iyi anlayışlarının farklı farklı olduğunu ve
bundan sonra da, kendisi iyi olan bir şeyin bulunduğunu, bunun da; bütün iyi olan
şeylerin iyi olmasının nedeni olduğunu,20 her bir iyinin iyisi, her şeyin en güzeli, en
iyisi ve en hoşu olan,21 bütün şeylerin onun uğruna yapıldığı,22 yapılanlarda kendisi
için istediğimiz, başka şeyleri de onun için istediğimiz amaç olan,23 her eylemin
kendinde bir değeri olan son bir erek olarak,24 hiçbir zaman bir başka şey için değil
hep kendisi için tercih edilen,25 kendi başına bir erek olan, yani herhangi bir başka
şeye erişmek için bir araç olmayan, kendi kendine yeterli olan,26 hayatı kendisiyle
seçilmeye değer kılan,27 daha tanrısal ve daha kutlu ve iyi bir şey olan,28 tüm
yapılabilecek şeylerin en ucundaki şeyin,29 insanlar arasında ittifak olduğunu kabul
edip,30 çoğunluğun görüşüne uygun olarak da yaşamın ereğinin Eudaimonia
31
yani
mutluluk olduğunu belirtmektedir.
Aristo bir argümanın, bir baltanın, bir geminin ya da her hangi bir aletin
iyiliği, erdemi –ki bu şeylerin erdemleri en iyi durumda olmalarıdır– olduğu gibi
insanın da iyiliğinin, onun mükemmelliğe erişebilmesi olduğunu belirtir.32 Aristo’da
bütün insan eylemlerinin ereği iyidir, hem de bu eylemle kazanılan iyidir. Her eylem
bir iyiye çabalar, ama herkesin erişmeye çabaladığı iyi başkadır.33 O halde Aristo’ya
göre iyi rölatiftir. İnsan için en yüksek iyi, zihinle hayvani unsur arasındaki dengeden
doğan mutluluktur.34 Bütün yapılanların onun uğruna yapıldığı şey iyidir. Tıpta
sağlık, askerlikte utku-zafer, mimarlıkta ev, her bir şeyde başka başka şeylerdir.
20
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, çev. Saffet Babür, s. 4, 1095a 25 – 30 (Ayraç Yayınevi, Ankara –
1997); Aristoteles, Eudemosa Etik, çev. Saffet Babür, s. 32, 1217b 1 – 5 (Dost Kitabevi Yayınları, I.
Baskı, Ankara – 1999)
21
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 11, 1214a 5 – 10.
22
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 9, 1097a 15 – 20.
23
A.g.e, s. 2, 1094a 15 – 20.
24
Bedia Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.122. (İnkılâp Yayınları, İstanbul – 1998)
25
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 211, 1176b 1 – 10, Aristoteles, Nikomakhos’a Etik,s. 9, 1097b 1-5.
26
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.124, Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 211, 1176b 5.
27
Ross, Aristoteles, s. 224.
28
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 20, 1101b 25 – 30.
29
A.g.e, s. 4, 1095a 15 – 20.
30
Recep Kılıç, Ahlakın Dini Temeli, s. 19. (Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara – 1992)
31
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.123.
32
Barnes, Aristoteles, Düşüncenin Ustaları, s. 116, Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 43, 1219a 1–10
33
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.126.; Aristoteles, Politika, çev. Mete Tuncay, s. 7, Kitap I, I. Bölüm
(Remzi Kitabevi, 7. Baskı, İstanbul – 2004)
34
Weber, Felsefe Tarihi, s. 86.
17
Çünkü herkes öteki şeyleri o amaç için yapmaktadır. O halde bütün yapılanların bir
amacı varsa bu yapılan şey iyi olur, amaçları daha çoksa, iyi bunlar olur. Ama burada
bunların hepsinin kendilerinin amaç olmadıkları açıktır. Oysa en iyi, kendisi amaç
olan ve bütün diğer şeylerin ona ulaşmak için birer araç ve ara amaçlar olduğu
yalnızca tek bir şeydir veya en yüksek ve en tam olan erdemli eylemdir.35 İyi, sırf
kendisi olduğu için seçtiğimiz ya da uğruna başka bir şeyi seçtiğimiz, anlamı ve
nedeni olan veya neden kazanan her şeyin elde etmeye çalıştığı,36 aşırı olmayan,
birçok insanın peşinden koştuğu, arzu ettiği, övülen, insanların düşünerek yapmayı
seçtikleri, yapmakla dostlarımızı hoşnut ettiğimiz veya düşmanlarımızın canını
sıktığımız,37 aklı anlayışı olan insanların belli durumda seçtiği 38 şeydir.
İnsan eylemlerinin son ereği en yüksek iyidir, yani bir başkası dolayısıyla
değil, doğrudan doğruya kendisi için, kendisine erişilmeye çalışılan ve yaşama en
yüksek değeri vermek için kendi kendine yeten şeydir.39 Bu ise kendine yeter bir şey
olan ve bütün yapılanların ulaşabileceği en son nokta, en son amaç olan
mutluluktur.40 Mutluluk dışında her şeyi bir başka şey uğruna tercih ediyoruz. Ama
mutluluk hedef olduğu için onu herhangi bir şey için tercih edemeyiz.41 Muhakkak
ki; doğal olan edinsel olandan,42 gerçekliği amaçlayan şey, görünüşü amaçlayan
şeyden, insanın olmak istediği şey, görünmek istediği şeyden,43 kendisi için aranan,
başka bir şey için aranandan, hiçbir zaman bir başka şey için tercih edilmeyende,
hem kendileri için hem de başka bir şey için tercih edilenlerden daha üstün bir
amaçtır. Hiçbir zaman bir başka şey için tercih edilmeyip, hep kendisi için tercih
edilen ise sadece kendisi amaçtır, işte bu amaçta mutluluktur.44
İnsanın amacının mutluluk olduğu, bütün insanların mutluluk aradıkları, her
insanın onu gönülden istediği, arzu ve tercih ettiği, ona ulaşmaya çabaladığı bir
35
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.128.
Aristoteles, Retorik, s. 53, 1362a 20 – 30.
37
Aristoteles, Retorik, s. 54 – 55, 1363a 5 – 35.
38
A.g.e, s. 59, 1364b 15 – 20.
39
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.127.
40
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 9 – 10, 1097b 5 – 20.
41
A.g.e, s. 212, 1176b 25 – 35.
42
Aristoteles, Retorik, 61, 1365a 25 – 30.
43
A.g.e, s. 62, 1365b 1 – 5.
44
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 9, 1097a 25 – 35.
36
18
gerçekliktir. Mutluluğun en yüksek iyi ve en yüksek gaye olduğu konusunda her
hangi bir problem olmamakla birlikte Aristo’ya göre onun ne olduğu, mahiyeti
tartışma konusudur. Aristo, mutluluğu insanın en son gayesi olarak kabul
etmektedir.45 Fakat mutluluğun ne olduğu konusunda tartışmalı bir fikir ortaya
koymuş ve insanların anlayışlarına göre mutluluğun değişebileceğini söylemiştir.
Bunu da: “Mutluluğun ne olduğu tartışma konusudur, çoğunluğun ondan anladığı da
bilge kişilerinkiyle aynı değil. Kimi apaçık belli şeyleri, sözgelişi haz, zenginlik,
onuru anlıyor, kimi de bir başka şeyi, çok kez aynı kişi bile başka başka şeyleri
anlıyor, örneğin; hasta olunca sağlığı, yoksul düşünce zenginliği, kendi
bilgisizliklerini bilenler ise büyük ve onları aşan şeyler söyleyenlere hayran
kalıyorlar. Kimi pek çok olan bu iyi şeyler yanında kendisi iyi olan bir şeyin
olduğunu, bunun da bunların iyi olmasının nedeni olduğunu düşünmüştür.”46
şeklinde ifade etmektedir. Bu nedenle mutluluğun ne olduğu konusunda bir karara
varmak için Aristo’ya göre mevcut kanıları, ama bütün kanılar yerine en yaygın
olanlarını ya da her hangi bir temeli var gibi görünenleri incelemek gerekir.47
Biraz önce yaptığımız açıklamaya göre bazıları mutluluğun haz, onur ya da
zenginlikte olduğunu söylemişti. Aristo bunlardan hiçbirisinin aranan iyi olmadığı
kanaatindedir.48 Aristo’ya göre bunlara karşılık gelen üç tür belli başlı yaşam biçimi
vardır. Bunlar ise haz hayatı, siyaset hayatı ve ticaret (teoria) hayatıdır. Öncelikli
olarak; haz hayatını seçenler mutluluğu hazda görürler. Ama Aristo’ya göre bu
çoğunluğun ve kaba saba insanların görüşüdür ve bundan dolayı onlar haz hayatını
seçerler.49 Yine Aristo’ya göre mutluluk özü itibariyle haz değildir. Üstünlüğü,
erdemi sevenlerin ve ona uygun etkinlikte bulunanların hayatı kendi başına hoştur,
haz vericidir. Her bir kişi için hoş, onun sevdiği söylenen şeydir, çünkü hoşlanmak
ruhta olup biten şeylerdendir. İnsanların çoğunda haz veren hoş şeyler çatışma
halindedir. Çünkü bunlar doğal yapıları gereği hoş değildirler. Oysa güzelliği,
45
Kaya, Aristoteles ve Felsefesi, s.240; Takiyyettin Mengüşoğlu, Felsefeye Giriş, s.264(Remzi
Kitabevi, VII. Baskı, İstanbul – 2000); ayrıca bkz Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 20. ve 29;
Bircan, İslam Ahlak Felsefesinde En Yüce Gaye Kavramı ve Ahlaki Değerlerin Belirlenimi, s. 423 –
424 (İslami Araştırmalar Dergisi içerisinde, III. Sayı – 2003)
46
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 4, 1095a 20 – 30.
47
A.g.e, s. 4, 1095a 30 – 35.
48
Kılıç, Ahlakın Dini Temeli, s. 19.
49
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 5 – 6, 1095b 15 – 30, 1096a 1 – 10.
19
üstünlüğü ve erdemi sevenler için doğal yapıları gereği, kendiliklerinden hoş olan
şeyler hoştur ve bunlar haz veren eylemlerdir. Aristo’ya göre erdemi, üstünlüğü ve
güzelliği sevenlerin hayatı bir takı gibi hazza ayrıca gereksinim duymaz ve hazzı
kendi içerisinde taşır.50
İkinci olarak da siyaset yaşamını seçenler, bu hayatı sevenler mutluluğu
onurda görürler. Seçkinler ve eylem adamları böyle düşünürler. Ama Aristo haz gibi
onuru da mutluluğa layık görmez. Onur, aradığımız mutluluk mahiyetinden daha
yüzeyseldir. Çünkü onur verilir, mutluluk ise kazanılır. Onur verildiği gibi alınabilir
de bu nedenle mutluluktan daha yüzeyseldir. Nitekim onur onurlandırılandan çok
onurlandırana bağlıdır. Bu saydığımız kişiler kendilerini iyi olduklarına inandırmak
ve erdemleri için onurlandırılmayı beklemektedirler. Oysa Aristo mutluluğu, en yüce
iyiyi, kişiye özgü olan ve kolayca ondan alınamayacak bir şey olarak görmektedir.
Dolayısıyla erdem mutluluğa daha uygun görünmektedir. Hatta Aristo’ya göre
siyaset yaşamının amacının, onurdan çok erdem olduğunu söyleyenler bile çıkabilir.
Ona göre erdeme sahip olmakta mutluluk için yeterli değildir. Çünkü erdem sahibi
birisinin hayat boyu eylemsiz kalması, uyuması, başına türlü türlü felaketlerin
gelmesi, büyük talihsizliklere uğraması, kısaca erdemini yerine getirecek, kullanacak
bir etkinlikte bulunamaması mümkündür. Böyle bir yaşam süren birisini de hiç kimse
mutlu saymaz. Üçüncü yaşam biçimi ise ticaret yaşamıdır. Bunun amacı ise
zenginliktir ve yine bu da Aristo’ya göre aranan mutluluk değildir.51 Çünkü zenginlik
bir araçtır, amaç olamaz.52 Zenginliğin tek başına bir değeri yoktur. Kendisi için
istenmez, sadece başka şeyleri elde etmek için bir araçtır. Araç olduğu içinde yüksek
anlamda iyinin ilk belirtisi olan amaç olma özelliği zenginlikte eksiktir.53
Aristoya göre; var olan kaç şekilde dile getiriliyorsa buna eşit olarak iyi de o
kadar şekilde dile getirilir. Mesela iyiye kategoriler anlayışına göre baktığımızda, ne
olduğu olarak, söz gelişi Tanrı ve us (akıl); nitelik olarak, erdem; nicelik olarak,
doğru ölçü; görelik olarak, yararlı olan; zaman olarak, uygun zaman; yer olarak,
50
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 13, 1099a 5 – 20.
A.g.e, s. 5 – 6, 1095b 15 – 30, 1096a 1 – 10.
52
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.124.
53
A.g.e,, s.127.
51
20
yaşanan çevre denilebilir. Dolayısıyla iyinin bir tek olmadığı ve onun ortak bir
genelinin bulunamayacağı açıktır. Çünkü o bütün kategoriler bakımından dile
getirilmektedir. Eğer iyi ideası bir tek olsaydı bütün iyilerin bir tek bilimi olması
gerekirdi. Oysa öyle olmadığı açıktır. Hatta tek bir kategori altında olanlarda bile
böyle değildir. Mesela; uygun zamanı belirleme hususunda savaşta askerlik,
hastalıkta tıp; doğru ölçüyü bulmak hususunda da beslenmede tıp, dayanıklılıkta da
beden eğitimidir. Aristo’ya göre; ortak olarak yüklenen bir tek iyi ya da iyinin
kendisi olan başka bir iyi varsa bu insanın elde edebileceği ya da yapabileceği bir şey
değildir. Onun aradığı ise; elde edilebilecek ya da yapılacak şeylerle ilişkisi içinde
iyiyi tanımaktır. Eğer böyle olursa bizim için iyi olanı daha iyi biliriz ve onu daha iyi
gerçekleştirebiliriz. 54
Ne kadar ilim, sanat ve ilim çeşidi varsa o kadar da gaye vardır. Mesela,
tıbbın gayesi sağlık, gemi mühendisliğininki gemi, savaş tekniği öğrenmenin gayesi
zafer, iktisat ilminin gayesi ise servettir.55 Demek oluyor ki her varlığın ve her
mesleğin ulaşmak istediği en son bir gaye vardır. Bir varlığın kendine özgü faaliyet
tarzını tespit edebilirsek onun gayesinin ne olup olmadığını belirleyebiliriz. İnsanın
mutluluğu ancak insanın kendisine özgü olan eyleminde bulunabilir.56 Aristo bu
konuyu bazı karşılaştırmalar yaparak şöyle izah ediyor; “Mutluluğun en iyi şey
olduğunu söylemede anlaşma var gibi görünüyor, ama bundan öte onun daha açık
olarak ne olduğunun söylenmesi arzu ediliyor. Belki insanın işinin ne olduğunu
kavrarsak bu gerçekleşebilir. Çünkü nasıl bir flütçünün, bir heykeltıraşın ve her
ustanın, genellikle bir işi ve bir yaptığı olanların iyi olması onların işi ile ilgili
görünüyorsa insan içinde böyle düşünülebilir. Onun olan bir işi varsa elbette!
Marangozun, ayakkabıcının belli işleri ve yaptıkları vardır da insanın bir işi yok
mudur? Yani doğal olarak işsiz mi? Yoksa gözün, elin, ayağın ve genellikle
parçaların her birinin bir işi olduğu göründüğü gibi, insanın da bunların ötesinde bir
işinin olduğu ileri sürülebilir mi? Bu acaba ne olabilir?” 57
54
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 6 – 8, 1096a 15 – 35, 1096b 25 – 35; Aristoteles, Eudemosa Etik,
s. 33 – 34, 1217b 25 – 40.
55
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 1, 1094a 5 – 15.
56
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.127.
57
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 10, 1097b 20 – 30.
21
Bir ustanın, bir heykeltıraşın, bir gitarcının iyi olup olmadığı nasıl onun işine
bakarak söyleniyorsa, buna benzer şekilde insan için de iyi olan şey onun işine,
görevine, işlevine ve eylemine bakarak söylenebilir. Ancak bu nasıl bir eylemdir?
İnsanın işi sadece insana özgü olan bir şey olmalıdır. Onun işi yaşamak ve büyümek
anlamında bir iş olmamalıdır. Yaşama, beslenme, büyüme, duyulara sahip olma
insanla, bitki ve hayvanlar arasında ortak bir şeydir.58 Çoğalma ve genişleme
hayvanlarda da bitkilerde de var; duyumlama hayvanlarda da var, bunlardan hiç biri
insanın karakteristik özelliği olamaz.59 O halde geriye akıl sahibi olan insanın akla
boyun eğen, akla sahip olan ve düşünen bir varlık olarak yaptığı eylemleri
kalmaktadır.60 İnsanda Aristo’nun “to logon ekhon” dediği bir planı bir kuralı olan,
ötekilerin üstünde daha yüksek bir yeti vardır.61 İşte bu yeti akıldır. İnsan akıl sahibi
bir varlıktır, akıl sahibi bir varlık olduğu için de davranışları ne kadar makul ve
tutarlı olursa buna göre o kadar da mutlu olacaktır.62 İnsanın kendisine özgü olan
etkinlikleri kendi akılsal güçlerini kullanarak yaptığı eylemleridir. İnsanın işi bu
olduğu için aklını kullanarak devamlı aklın rehberliğinde en üst bir seviyede
yetkinliğini gerçekleştirmesi ve eylemlerini buna göre yapması gerekmektedir.63
İşte bütün bu noktalardan hareketle Aristo, mutluluğu kapsamlı bir şekilde
şöyle tarif ediyor: Mutluluk, ruhun belli bir nitelikte olması,64 akla uygun davranışta
bulunması, ya da ruhun akıldan yoksun olmayan etkinliği,65 yetkin ve olgun bir
yaşam süren ruhun erdemli eylemi,66 erdemin kendisine yöneldiği eylem biçimi,67
erdemle birleşmiş refah ya da yaşam bağımsızlığı, hazdan güvenli bir şekilde
yararlanma, insanın malını, mülkünü, bedenini koruma ve onları kullanma gücüyle
birlikte varlığın ve bedenin iyi bir durumda olması,68 ruhun fazilete uygun her hangi
58
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 11, 1098a 1 – 15.
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.123.
60
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 11, 1097b 30 – 35, 1098a 1 – 5; Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 47,
1219b 35 – 40.
61
Ross, Aristoteles, s. 225.; Bedia Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.125.
62
Kaya, Aristoteles ve Felsefesi, s. 241.
63
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s.10 – 11, 1097b 20, 1098a 1 – 15.
64
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 17, 1215a 20 – 25.
65
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 11, 1098a 5 – 10.
66
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.128; Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 45, 1219a 35.
67
Ross, Aristoteles, s. 225.
68
Aristoteles, Retorik, s. 48 – 49, 1360b 10 – 15.
59
22
bir davranışı,69 en iyi, en güzel, en hoş olan bir şey, insansal şeylerin en iyisi, en
önemlisi ve en üstünü,70 kendinde arzu edilir ve kendi kendine yeterli bir şey olan,
uğruna bir çok şeyi seçtiğimiz,71 erdemin yönettiği ve erdeme uyan bir çeşit eylem
olan,72 gelişigüzel bir süre için değil, yaşam boyu amacını kendisinde taşıyan,73
mükemmellikle uyum içerisinde olan etkinlik,74 bütün güçlerimizin ve iyiliklerimizin
tam olarak -koşullu olarak değil mutlak bir şekilde*75- kullanılması,76 tam erdeme
uygun tam bir yaşama etkinliği,77 aklın ezeli ve ebedi olan değişmeyen nesnelerle
ilgilenen bilimsel kısmının, yaşamının sonuna kadar ruhun erdeme
uygun
78
etkinliğidir.
C. MUTLULUĞUN DEĞERİ ve AMAÇ OLARAK MUTLULUK
Aristo mutluluğun değerli mi yoksa övülür şeylerden birisi mi yoksa bunların
dışında başka bir olanağın da olup olmayacağı konusunu Nikomakhos’a Etik’in I.
kitabında karşılaştırmalı bir şekilde ortaya koymuştur.
Gerçekliği amaçlayan şey, görünüşü amaçlayan şeyden, insanın olmak
istediği şey, görünmek istediği şeyden,79 doğal olan edinsel olandan yani doğal
olmayandan,80 kendisi için aranan, başka bir şey için aranandan, hiçbir zaman bir
başka şey için tercih edilmeyen de, hem kendileri için hem de başka bir şey için
tercih edilenlerden daha üstün bir amaçtır. Hiçbir zaman bir başka şey için tercih
edilmeyip, hep kendisi için tercih edilen ise sadece kendisi amaçtır, işte bu amaçta
69
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 15, 1099b 25 – 30.
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik,s.14,1099a 20–25; Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 31, 1217a 20 – 25.
71
Aristoteles, Retorik, s. 53, 1362b 10 – 15.
72
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.125 – 126.
73
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, çev. Saffet Babür, s. 18, 1101a 10 – 20.
74
Barnes, Aristoteles, Düşüncenin Ustaları, s. 117.
75
Bu bağlamda Aristo; koşullu sözüyle, o koşullarda zorunlu olan eylemleri, mutlakla da
ahlaklı ya da soylu olan eylemleri kastetmektedir. (Aristoteles, Politika, s.219.)
76
Aristoteles, Politika, s.219, Kitap VII, XIII. Bölüm.
77
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 45, 1219a 35 – 40.
78
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 213, 1177a 15 – 1177b 20 – 30; Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s.
11., 1098a 15 – 25.
79
Aristoteles, Retorik, s. 62, 1365b 1 – 5.
80
A.g.e, s. 61, 1365a 25 – 30.
70
23
mutluluktur.81 Kendisi için yapılan şeye her zaman başka bir şey için araç olarak
yapılan şeyden daha fazla değer biçilir. Bağımsız olan şey bağımsız olmayandan
daha üstündür.82 Mutlulukta kendisi için tercih edinilen şeylerden olduğu için daha
değerlidir. Çünkü o başka bir şeye ulaşılmak için tercih edilmez. Mutluluk insanın
hem erdemli bir tercihi ve hem de erdemli bir eylemidir.83 Demek ki kendi kendisi
için olan ve amaç gütmeyen şey başka bir şeyi elde etmek için hizmetkârlık eden
şeyden daha saygın ve değerlidir.84
Mutluluk övülür ya da değerli bir şeydir. Bunlardan başka bir şey olmadığı
açıktır. Şimdi bunlardan başka bir şey olmadığını belirttiğimize göre mutluluk övülür
bir şey midir yoksa değerli bir şey midir, her hangi bir değeri var mıdır onu
açıklayalım. Aristo’ya göre övülür her şeyin belirli bir özelliği olduğu ve herhangi
bir şeyle ilgisi bulunduğu için övüldüğü görünüyor. Adil insanı, yürekliyi ve genel
olarak iyi insanı eylemlerinden dolayı, erdemi de eserlerinden dolayı; güçlü kişiyi,
hızlı koşanı ve bu gibi her kişiyi ise doğuştan böyle olduğu için ve iyi ile erdemli bir
şeyle belirli bir ilgisi olduğu için övüyoruz. Demek ki bir şeyi överken onu her hangi
bir şey ile irtibatlandırdığımız için, değerli olan bir şeyle ilişkisinden dolayı
övüyoruz. Övgü böyle şeylerle yapılıyorsa açıktır ki en iyi şeylerin övgüsü olmaz. En
iyi şeylere daha önemli ve daha üstün bir şey yapmak uygun düşer. Mutluluk kendisi
gaye olan bir şey olduğundan ve bütün öteki şeyler onun adına yapıldığından,85 diğer
şeyler mutluluğa götürdükleri ya da onun bir parçası oldukları için mutluluk, övülen
değil değerli bir şeydir.86 Övülmeye ihtiyacı yoktur, zaten kendisi değerlidir.
Nitekim mutluluğu, hiç kimse adil olmayı övdüğü gibi övemez. Onu ancak;
daha tanrısal ve daha iyi bir şey olduğu için kutlu sayarlar. Daha önce de
söylediğimiz gibi mutluluk değerli ve kendisi amaç olan şeylerdendir. Bunun böyle
olması diğer bütün şeyleri onun uğruna yapmaktan, onun ilk şey olmasından, iyi
81
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 9, 1097a 30 – 35.
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, çev. Ali Irgat, s. 20. (Sosyal Yayınlar, I.Baskı, İstanbul – 2003)
83
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 216, 1177b 35.
84
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 21.
85
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 19 – 20, 1101b 10 – 15, 1102a 1 – 5.
86
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 47, 1219b 10 – 15.
82
24
şeylerin başını değerli ve tanrısal bir şey olarak kabul etmekten dolayıdır.87 Örneğin,
sağlığın sağlık veren şeyden daha iyi şey olduğunu ve doğası gereği de daha üst
derecede seçmeye değer olan şeyin, iyi bir şey meydana getirenden daha üst derecede
iyi bir şey olduğunu düşünürüz.88
Aristo daha önce mutluluğun tanımında da açıklamaya çalıştığımız gibi
kendisi iyi olan bir şeyin bulunduğunu, bunun da, bütün bu iyi olan şeylerin iyi
olmasının nedeni olduğunu,89 her bir iyinin iyisi olan, bütün şeylerin onun uğruna
yapıldığı,90 yapılanlarda kendisi için istediğimiz, başka şeyleri de onun için
istediğimiz amaç olan,91 her eylemin kendinde bir değeri olan son bir erek,92 hiçbir
zaman bir başka şey için değil hep kendisi için tercih edilen,93 kendi başına bir erek
olan, yani herhangi bir başka şeye erişmek için bir araç ve amaç olmayan, kendi
kendine yeterli,94 tüm yapılabilecek şeylerin en ucundaki şeyin,95 mutluluk olduğunu
belirtiyor.
Yaşamını kendi tercihine göre yönlendirebilen herkes güzel yaşamak için bir
hedef koyar. İnsanlar, mevki, zenginlik, ün, ya da eğitim gibi kendilerine hedefler
koyarak tüm eylemlerini bu hedefe bakarak gerçekleştirir.96 Bütün insan eylemlerinin
ereği iyidir, hem de bu tür güzel eylemlerle kazanılan iyidir.97 Bütün yapılanların
onun uğruna yapıldığı şey iyidir. Tıpta sağlık, askerlikte utku, mimarlıkta ev, her bir
şeyde başka başka şeylerdir. Çünkü herkes öteki şeyleri o amaç için, ona ulaşabilme
uğruna yapar. O halde bütün yapılanların bir amacı varsa bu yapılan şey iyi olur,
amaçları daha çoksa, iyi bunlar olur. Ama burada bunların hepsinin kendilerinin
amaç olmadıkları açıktır. Oysa en iyi, kendisi amaç olan ve bütün diğer şeylerin ona
ulaşmak için birer araç ve ara amaçlar olduğu yalnızca tek bir şeydir veya en yüksek
87
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 20, 1101b 25 – 30.
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 47.
89
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 4, 1095a 25 – 30.
90
A.g.e, s. 9, 1097a 15 – 20.
91
A.g.e, s. 2, 1094a 15 – 20.
92
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.122.
93
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 9, 1097b 1 – 5.
94
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.124.
95
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 4, 1095a 15 – 20.
96
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 13, 1214b 5 – 10.
97
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.126.
88
25
ve en tam olan erdemli eylemdir.98 İnsan eylemlerinin de son ereği en yüksek iyidir,
yani bir başkası dolayısıyla değil, doğrudan doğruya kendisi için, kendisine
erişilmeye çalışılan ve yaşama en yüksek değeri vermek için kendi kendine yeten,99
uğruna başka birçok şeyi seçtiğimiz,100 amacı olduğu şeyden daha iyi olan -zira her
şey amaç için meydana gelir ve amaç hep daha iyi ve her şeyin en iyisidir-101 başka
bir şey için değil kendisi olduğu için seçilen102 şeydir. Nitekim bir şeyin hep başka
bir şey için seçilmesi ve bunun da sonsuza kadar geri gitmesi mümkün değildir. Bir
yerde durulması gereken bir nokta olmalıdır.103 Bu ise kendine yeter bir şey olan ve
bütün yapılanların ulaşabileceği en son nokta, en son amaç olan mutluluktur.104
D. EN YÜKSEK GAYE / İYİ OLARAK MUTLULUK
Aristo, Nikomakhos Ahlak’ına her sanat ve araştırmanın, aynı şekilde de her
eylem ve tercihin bir iyiyi arzuladığının düşünüldüğünü söyleyerek başlar. Bu
sebeple de iyinin “her şeyin arzuladığı şey” olarak dile getirilmesi yerinde ve uygun
bir açıklamadır.105 Her eylem kendisinden başka bir şeyi amaçlar ve bu şeyi meydana
getirme eğiliminden de kendi değerini çıkarır.106 Bilim, sanat ve eylemler pek çok
olduğundan pek çok da gaye (amaç) vardır. Bununla birlikte gayelerde de bir sıra ve
hiyerarşi söz konusudur. Kendisi uğruna peşinden gidilen gaye daha yüksekte yer alır
ve diğerlerinden de daha iyidir. Eğer her şeyi başka bir şey için tercih etmiyorsak –
ki Aristo eğer böyle her şeyi başka bir şey için tercih edersek bunun sonsuza kadar
gideceğini, arzumuzun boşuna olacağını ve durulması gereken bir noktanın olması
gerektiğini, bunun böyle sonsuza kadar gitmesinin mümkün olmayacağını söyler107–
diğer şeyleri onun için, onu da kendisi için istediğimiz bir en yüksek gaye olmalıdır.
98
Bedia Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.128.
A.g.e, s.127.
100
Aristoteles, Retorik, s. 53, 1362a 20 – 25.
101
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 16.
102
Aristoteles, Retorik, s. 57, 1364a 1 – 5.
103
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 28.
104
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 9 – 10; Aristoteles, Eudemos’a Etik, s. 43, 1219a 10.
105
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 1, 1094a 1 – 5.
106
Ross, Aristoteles, s. 221.
107
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 28.
99
26
Bu gaye de aynı zamanda da en yüksek iyi olacaktır.108 Belirli bir eylemin
amaçladığı bir erek, başka bir ereğin aracı olabilir, ama bu dizinin bir sonu olmalıdır.
Her eylem kendinde değerli olan nihai bir ereğe sahip olmalıdır.109 Aristo’ya göre her
eylemin nihai amacı aynıdır, işte bu erek de mutluluktur.
Aristoya göre bunun bilgisi insan hayatı için büyük önem taşımakta ve bu
nedenle de onun ne olduğunun, hangi bilimin işi olduğunun söylenmesine çalışmak
gerekmektedir. Kendisi için istediğimiz ve diğer şeyleri de onun için istediğimiz en
yüksek iyiyle ilgilenen ve ona göre bilimler içinde en önemli olan ve en başta gelen
bilim, siyasettir.
Askerlik, ekonomi ve retorik gibi en değer verilen bilimlerin
üstünde yer alan ve onları kullanan, insanlar için neler yapmaları ve neler
yapmamaları konusunda yasalar koyan siyasetin amacı; diğerlerinin amacını da
kapsayan “insan için iyi olan”dır. Siyasetin ilgilendiği bu iyiyi araştırırken kişi, kent
ve devlet için iyi söz konusu olduğunda daha büyük olanı, yani devlet için olanı elde
etmek ve korumak diğerlerini kapsadığından daha önemli ve amaca daha
uygundur.110
Aristo her bir alanda konunun doğal yapısına göre kesinlik aranmasının
gerekli olduğunu, bunun da eğitim görmüş kişinin özelliği olacağını, bir siyaset
araştırması olan, insan için iyinin ne olduğu konusu, yapılmış olanlarla ilgili
olduğundan, hayatta yapılanlara dayanacağından bu konuda ortaya konacak olanlarda
ve yapılacak temellendirmelerde matematikte olduğu derecede bir kesinlik
aranmaması gerektiğini belirtir.111
En yüksek ereğin hangi bilimin araştırma sahası içerisine girdiğini ve bunun
da nasıl yapılması gerektiğini belirttikten sonra siyasetin ilgilendiği bu en yüksek
iyinin ne olduğunu ortaya koyalım. Aristoteles bu iyinin adını, bir Aristo uzmanı
olan Ross’un da belirttiği gibi çoğunluktan alır.112 Siyasetin arzuladığı ve tüm
yapılabilecek şeylerin en ucundaki şeyin en yüksek iyinin adı konusunda pek çok kişi
108
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 2, 1094a 15 – 30
Ross, Aristoteles, s. 221.
110
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 2, 1094b 5 – 10; Aristoteles, Politika, s. 195 – 196, Kitap VII, I.
Bölüm.
111
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 3, 1094b 20 – 30.
112
Ross, Aristoteles, s. 223.
109
27
anlaşmaktadır. Hem seçkin kişiler ve hem de sıradan insanlar onun adına mutluluk
(Eudaimonia) diyorlar. İyi yaşamayı ve iyi durumda olmayı da mutlulukla bir
tutuyorlar.113 Retorik adlı eserinde de Aristo, tek tek her insanın ve ortak olarak
bütün insanların seçtikleri ve kaçındıkları şeyleri belirleyen en yüksek amacın
mutluluk olduğunu belirtir.114
Aristo’ya göre mutluluk en yüksek gayenin belirleyici iki özelliği olan,
birincisi; gayeler içerisinde en çok kendisi gaye olma özelliğine sahip olan ve hep
kendisi için tercih edilen olma özelliği, ikincisi de; kendine yeter olma, diğer bir
ifadeyle her şeyden çok tercih edilen ve hiçbir eksiği bulunmayan bir şey olma
özelliğine sahiptir.115 Bunu da Nikomakhos’a etikte Aristo, şöyle izah etmektedir:
“Kendisi için aranan başka bir şey için aranandan, hiçbir zaman da bir başka
şey için tercih edilmeyende, hem kendileri için hem de onun için tercih edilenlerden
daha amaçtır diyoruz. En çok mutluluğun böyle bir şey olduğu düşünülüyor, çünkü
onu hiçbir zaman başka bir şey için değil, hep kendisi için tercih ediyoruz; ama
onuru, hazzı, usu ve her erdemi hem kendileri için tercih ediyoruz (çünkü hiçbir yere
götürmese bile onların her birini yine tercih ederdik) hem de mutluluk uğruna onlar
aracılığıyla mutlu olacağımızı düşündüğümüz için tercih ediyoruz. Oysa hiç kimse
mutluluğu onlar uğruna ya da genel olarak başka bir şey uğruna tercih etmiyor.
Bunun böyle olduğu kendine yeterliliğinden de görünüyor, çünkü kendisi amaç olan
iyi kendine yeter düşünülüyor.” 116
Buradan da açıkça görülmektedir ki mutluluk, Aristo’ya göre, nihai bir amaç
ya da en yüksek bir gayedir. Bunun dışında her hangi bir şey olması mümkün
değildir. Bunun böyle olması da mutluluğun daima kendi adına seçilen, kendisi için
tercih edilen ve kesinlikle başka başka şeyler için her hangi bir ara amaç veya araç
olmamasından, diğer iyiler arasında sadece bir iyi olmamasından, diğer iyilerden
farklı ve kendine yeter olmasından dolayıdır.
113
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 4, 1095a 15 – 20.
Aristoteles, Retorik, s. 48, 1360b 1 – 5.
115
Kılıç, Ahlakın Dini Temeli, s. 20.
116
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 9, 1097a 30 – 35, 1097b 1 – 10.
114
28
E. MUTLULUĞU SAĞLAYAN UNSURLAR
Aristo’ya göre mutluluğun tanımını ve mahiyetini açıkladıktan sonra şimdi de
mutluluğa nasıl ulaşılacağını, onun nasıl elde edilebileceği konusunu ve onu elde
edebilmenin şartlarının neler olduğunu ortaya koymaya çalışalım.
Aristo’ya göre ilk olarak mutluluğun oluşabilmesi için yaşamda belli bir
olgunluğa erişilmesi gerekmektedir. Nitekim bir çocuk henüz ahlak bakımından akla
uygun eylemi yapabilecek duruma elverişli olmadığı için, erdemli olmadığı gibi,
mutlu da olamaz. Çünkü çocuk henüz daha neyi niçin yaptığının bilincinde değildir,
yetkin ve erdemli davranışlarda bulunacak olgunluğa erişmemiştir. Mutlu olabilmek
için gelip geçici bir anlık mutluluk da yetmez, mutluluğu ancak belli bir olgunluğa
erişmiş bir yaşam içerisinde arayabiliriz. Çünkü daha önce de tanımında belirttiğimiz
gibi Aristo’ya göre mutluluk; yetkin ve olgun bir yaşam süren ruhun erdemli
eylemidir.117
Aristo’ya göre; insanın tam mutlu olabilmesi için aklın, faziletin, düşünce ve
idrak hayatının yetmeyeceği açıktır.118 İnsan, insan olduğundan dolayı doğası gereği
kendine yeter değildir. Bunun için bir takım dış iyilere gereksinim duymaktadır.
Bedeninin sağlıklı olması, beslenme vb. gibi şeyler.119 Ayrıca Aristo’ya göre hiçbir
şeyi bulunmayan bir kimsenin de mutlu olacağı söylenemez. İnsanın tam bir
mutluluk için belli dış değerlere, iyilere gereksinimi vardır. Çünkü yaşamak için
yeterli bazı destekler olmadan iyi eylemlerde bulunmak olanaksızdır ya da böyle bir
durumda pek kolay değildir. Bir takım aletlerle bazı şeyler ortaya konulduğu ve
güzel şeyler yapıldığı gibi; dostlarla, zenginlikle, siyasal güçle de pek çok şey
yapılabilir. Her hangi bir sanat açısından uygun araçların var olması, o işi
yapabilmek için zorunludur.120 Amaca ulaşabilmek için araçlar gereklidir. Bazı
şeylerden -söz gelişi soyluluktan, iyi çocuklardan, güzellikten yoksun olmak
Aristo’ya göre mutluluğu lekeleyebilir. Nitekim çok çirkin olan, iyi soydan gelmeyen
117
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.128.
Kaya, Aristoteles ve Felsefesi, s. 242.
119
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 217, 1178b 30 – 35, 1179a 5 – 15.
120
Aristoteles, Politika, s. 12, Kitap I, IV. Bölüm.
118
29
ya da sipsivri olan çocuksuz biri pek mutlu olmaz. Çok kötü çocukları ya da dostları
olan ise ya da iyi dostları olduğu halde onların ölümlerini gören, her halde daha az
mutlu olur. Demek ki mutluluk yukarıda değindiğimiz gibi böyle bir takım koşulları
gerektirmektedir.121 Bu saydığımız iç ve dışa ait olan bir takım iyiler mutluluğun
olabilmesi için belli derecede gereklidir ama bununla birlikte bunların hiçbiri
mutluluğun ana unsurlarından da değildir. Aristo Politika adlı eserinde bu konu ile
ilgili olarak şunları söylemektedir:
“İnsanlar mutluluğun nedenlerinin zihinlerimizin içinde değil, dıştaki
şeylerde olduğunu sanırlar. Oysa bu, parlak bir lir çalınışını çalgıcının ustalığından
çok, çalgının niteliğine yakıştırmaya benzer.”122
Politika adlı yapıtında yine Aristo, mutluluğun dış iyilerden, dışsal şeylerden
oluşmadığını, onun temel olarak ruhsal ve akılsal olduğunu ortaya koyarak şöyle
delillendirmeye çalışır;
“Mutlu bir yaşam için hepsi de bir arada bulunması gereken üç öğe olduğu
gerçeğine hiç kimse karşı çıkmaz: Bedensel varlığımız, zihin (ruh) ve ahlak
niteliklerimiz ve bunların dışında kalan her şey. Büsbütün cesaretten ya da benlik
denetiminden yahut dürüstlükten veya zekâdan yoksun olan, sinek vızıltısından
korkan, yeme içme tutkusunu doyurmak için hiçbir şeyden geri durmayan, adi bir kar
için en yakın dostlarını mahveden, aklı ya bir çocuğunki kadar az ya da bir çılgınınki
kadar sapık olan bir adamı hiç kimse mutlu saymaz. Fakat bu üç şey arasında genel
bir anlaşma olmakla birlikte, bunların göreli önemleri, her birinin ne ölçüde
bulunması gerektiği ve ötesine geçince aşırı olacakları bulunup bulunmadığı
hakkında görüş ayrılıkları çoktur. İnsanlar belirli bir ölçüde iyilik, yetenek ve kişilik
sahibi olmanın yeteceğini, fakat servet, erk, mülk, ün ve benzerlerinin ardında
konulmuş bir sınır bulunmadığını sanırlar.
Bu gibi kimselere vereceğimiz cevap iki türlü olacaktır: Birincisi, yalnızca
olguları gözlemleyerek bu konuda sağlam bir sonuca varmak kolaydır; insanların
erdemleri kazanmaları ve sürdürmeleri dışsal-harici şeyler (mal – mülk) sayesinde
121
122
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 14, 1099a 30, 1099b 1 – 10.
Aristoteles, Politika, s. 219, Kitap VII, XIII. Bölüm.
30
olmaz. Tersine olur (yani onları erdem sağlar); mutlu yaşamak ise, mutluluk, ister
hazdan ibaret sayılsın, ister kişilik niteliklerinden, ister her ikisinden birden, gerçekte
kişilik ve zekâca gelişkin, maddi şeylere (mala mülke) sahip olmak bakımından ise
ancak ölçülü bir durumda bulunan kimseler için daha kolaydır, yani kendilerine
gerekenden fazla malları olan, ama öteki nitelikleri eksik bulunan kimseler için
olduğundan daha kolaydır. İkincisi, bu soruna deney açısından olduğu gibi, kuram
açısından da bakılabilir ve aynı genel görünüş elde edilebilir. Dışsal şeylerin her biri
bir amaca yarayan araç gereçler gibi, bir sınırı vardır; bir kimse onların gereğinden
çoğuna sahip olabilir, bu durumun onlara sahip olanlar için bir yararı yoktur, hatta
zararı bile dokunabilir. Zihne ait şeylerde ise hiç de öyle değildir; zihnin iyi
niteliklerinden her biri gereklidir ve onlardan ne kadar çok olursa o kadar yararlıdır.
Bundan ötürü, genel olarak bir şeyin herhangi bir başka durumuyla ilişkisi içinde her
hangi bir şeyin en iyi durumunun, o şeylerin kendi aralarındaki ilişkilerle
ölçüldüğünü söyleyeceğiz. Dolayısıyla, zihin (gerek mutlak olarak, gerekse bize
oranla) hem mala mülke hem de bedene üstün olduğu için, zihnin en iyi durumu da,
zorunlu olarak, ötekilerin her biri karşısında onlarla orantılı bir üstünlük
gösterecektir. Ayrıca bu nitelikler zihinlerimiz için istenmek gerekir ve bütün doğru
– akıllı insanlar bunları istemelidir; bu yeğlemeyi tersine çevirmek (yani, zihni,
maddi şeyler için istemek) yanlış olurdu.
Öyleyse her insan, manevi ve zihni iyilikten pay aldığı ve bunlara dayanan
hareketleri yaptığı ölçüde mutlu olur. Tanrının kendisi bunun doğruluğunun bir
kanıtıdır. Tanrı, dışsal şeylerden ötürü değil, kendi içinden ve kendi doğası gereğince
olduğundan ötürü, kutsal ve mutludur.”123
Peki, Aristo’ya göre mutluluk acaba öğrenilebilir ya da alışılabilir veya başka
bir şekilde gerçekleştirilebilir bir şey midir? Yoksa mutluluk bir Tanrı vergisi olarak
mı ya da bir rastlantı sonucu mu gelir? Aristo bu durumu da şöyle izah ediyor.
Tanrıların insanlara verdiği başka armağanlar varsa, özellikle insani şeylerin en iyisi
olduğuna göre mutluluğun da tanrıların vergisi olması akla yatkındır. Fakat mutluluk
Tanrı vergisi olmasa dahi erdemle veya belirli bir öğretim ya da eğitimle gelse bile
123
Aristoteles, Politika, s. 196 – 197, Kitap VII, II. Bölüm.
31
en tanrısal şeylerden birisi olarak görünmektedir. Çünkü mutluluk erdemin ödülü ve
en iyi bir amaç, kutlu ve tanrısal bir şey olarak görünmektedir. Bu herkeste
olabilecek bir şey olsa gerek, çünkü erdemce sakat olmayan herkes belirli bir öğretim
ve çabayla ona sahip olabilir. Rastlantıyla olmaz, belki bu şekilde mutlu olmak daha
kolay ve iyi ise de en büyük ve en güzel şeyi rastlantıya bırakmak çok yanlış olur.
Bunun böyle olması akla daha yatkın ve uygundur.124 Çünkü rastgele, tesadüfen
oluşan bir şey her hangi bir amaç için meydana gelmez. Ne insan yeteneği
aracılığıyla, ne doğa aracılığıyla ne de zorunluluk nedeniyle oluşan şeylerin çoğu
tesadüfen meydana gelmiştir. Bunların tesadüfen oluştuklarını söyleyemeyiz.
Tesadüfen oluşan bir şey, ne herhangi bir amaçla oluşur ne de herhangi bir hedefi
vardır. Ama insan yeteneği aracılığıyla meydana gelmiş şeylerin bir hedefi, amacı
vardır ve amaç da, amaç için oluşturulan şeyden daha iyidir.125
Aristo’ya göre, insan âlemde Tanrı’ya en çok benzeyen ve ona en çok
yaklaşmış olan varlıktır. Çünkü akla sahip olan insan bütün üstün bilgileri elde
etmeye kabiliyetlidir. İnsan, Tanrı’yı, varlığı, oluşu ve oluşun sebeplerini
kavrayabilecek şekilde yaratılmıştır. İnsan, başını dik tutuşundan, göklere
bakışından, konuşma ve düşünme yeteneğinden, elini, parmaklarını iyi kullanış ve
beyninin büyük oluşundan ve bunlara benzer birtakım diğer özelliklere sahip
olmasından dolayı hayvanlardan ayrılır. İnsan hem beden ve hem de ruh yapısı
yönünden tam bir kosmos, uyumlu bir âlemdir. Onu hayvandan ayıran en önemli
özelliği ise düşünebilmesi, buna bağlı olarak da konuşmasıdır. İnsanda dil ve
düşünce iç içedir. Dil ile ifade edilen düşünce bir değer ifade ettiği için de tek
anlamlı söz söyleyen varlık insandır. Aristo’ya göre konuşmak bir çeşit sesli
düşünmektir. Bütün sosyal olaylar, aile, topluluk, devlet hep dille, anlaşmayla
gerçekleşir. Bütün maddi ve manevi değerler, bu akıl sahibi, konuşan insanın
ürünüdür, aynı şekilde bilgi de bu aklın ürünüdür.126
124
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 14 – 15,1099b 10 – 25; Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 13, 1214a
20 – 30.
125
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 13.
126
Hüsamettin Erdem, İlk Çağ Felsefesi Tarihi, s. 268, Necip Taylan, Anahatlarıyla İslam Felsefesi
Kaynakları – Temsilcileri, Tesirleri, s. 95.
32
Demek ki; Aristo’ya göre öncelikli olarak mutluluğa ulaşılabilinmesi için bir
takım iyiliklerin, güzel eylemlerin insan ruhunda bulunması gerekmektedir.
Mutluluğa ulaşmak için şartların en önemlisi belki burada bahsedilmesi basit ve
gereksiz gibi görünse de Aristo’ya göre insan olmaktır. Çünkü iyi eylemlerde
bulunabilmek için öncelikli olarak insan olmalıdır, insan olmak bütün erdemlerden
ve diğer şeylerden önce gelir. Ruh ve beden bakımından erdemli faaliyetleri doğal
olarak yapabilecek nitelikte bir yapıya sahip olmak gerekir.127 Mutluluk kendilerini
ve eylemlerini belli nitelikte oluşturabilen, mükemmelleştirebilen kişilerde
bulunacaktır.128 Çünkü daha iyi olanların yaptığı iş ya da daha iyi olanlardan çıkan iş,
daha üstün bir iştir.129 Doğaca insanlardan daha aşağıda olan, bir öküze, bir ata, bir
kuşa, bir balığa ya da başka bir hayvana mutlu demememiz veya denmemesi
doğaldır. Çünkü bunlardan hiçbiri nitelikli davranışlarda, erdemli etkinliklerde
bulunamaz, doğal yapıları gereği bu mümkün değildir. Yine nitelikli davranışlarda ve
erdemli etkinliklerde bulunabilme özelliğine sahip olamamasından dolayı bir çocuk
da mutlu değildir ve mutluluğa ulaşmaz. Çünkü yaşından ötürü böyle eylemelerde
bulunamaz.130 Mutluluğa istemli, bilinçli131 yapılan erdemli davranışlar sayesinde
ulaşılabilinir. İstem dışı yapılan davranışlar duyularla ilgilidir, akıl – düşünce ile
bağlantısı yoktur.132 Ayrıca yine Aristo’ya göre, ruh ancak eğitilmişse mutlu
sayılabilir. Dış mallarla çokça süslenmiş ama kendisi hiçbir değere layık olmayan
biri değil, sadece eğitilmiş insan mutlu sayılır.133
Ayrıca bir insanın mutluluğa ulaşabilmesi için hem erdemin tamı hem de
yaşamının tamamı gerekmektedir. Belki burada hayatta olan pek çok talihsizliğin
insanın mutluluğunu etkileyip etkileyemeyeceği şeklinde bir soru akıllara gelebilir?
Biz bir insana devamlı talih değişiklerinin olabileceğinden, yaşamın bir anının bir
anını tutmayacağından dolayı yaşamının sonunu görmeden ve mutlu olduğu sırada
127
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.130.
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 17, 1215a 15 – 20.
129
Aristoteles, Politika, s. 13, Kitap I, V. Bölüm.
130
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 15, 1099b 25 – 35; Aristoteles, Eudemosa Etik, s.31, 1217a 25-30
131
Bilinçli olarak ve hiçbir zorlama olmadan yaptığımız şeyler istemli şeylerdir. Bütün istemli
işler bilerek düşünülerek yapılmış değildir, ama bilerek düşünerek yapılmış bütün şeyler bilinçlidir.
Hiç kimse bilerek niyetlediği şeyden habersiz değildir.(Retorik, 1368b,10 – 15, s. 70.)
132
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.132.
133
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 9.
128
33
mutludur diyemeyecek miyiz, ölmesini mi bekleyeceğiz? Talihin cilvelerine uyarak
aynı insana, bukalemun gibi devamlı değişen bir şekle sokarak, sık sık bir mutlu bir
mutsuz mu diyeceğiz?134 Nitekim yaşamda pek çok değişiklikler olmaktadır. Talihin
her türlü cilveleriyle karşılaşılabilmekte ve en parlak durumda olan kişi bile
yaşlılığında büyük bir felakete uğrayabilmektedir.135 Aristo’ya göre mutlu ya da
mutsuz olmak çok büyük ölçüde talihin oyunlarına bağlı değildir. Mutluluk, erdeme
uygun, erdemlice eylemlerde bulunmaya bağlıdır. Mutlu kişi kılıktan kılığa giren,
kolay değişen bir kişi değildir. Bu nedenle küçük talihsizlikler onu mutsuz yapamaz,
hayatının yönünü değiştiremez; ancak büyük talihsizlikler mutluluğunu bozabilir.
Ama bu durumda da soylu ve yüce gönüllü bir kişi olduğundan pek çok önemli
talihsizliklere göğüs gerebilir ve bundan dolayı da güzellikleri ortaya çıkar,
parıldar136 ve yine Aristo’ya göre iyi bir adam sağlık bozukluğuna yoksulluğa ve
öteki bahtsızlıklara da soyluluğa yaraşır bir şekilde katlanacaktır.137 Erdemli insanın
mutluluğu dışla ilgili şeylerle kolaylıkla sarsılmaz ve en acı yaşantılar bile onu
mutsuzluğa düşüremez.138 Aristo’ya göre mutluluk gerek dâhili ve gerekse harici
hayır işlemek, yani hem kendine hem de başkalarına iyilik yapmak yoluyla oluşur.
Başka bir deyişle mutluluk, yapılan tüm iyiliklerin sonunda duyulan bir duygudur.139
Aristo’ya göre mutluluk bir etkinliktir ve bir etkinlik olarak da bir tek günü ya
da kısa bir dönemi değil insan hayatının bütününü kapsamaktadır. Mutlulukla ilgili
şeylerde tam olmayan bir şey olmaz.140 Zaten Aristo’ya göre tam olmayan hiçbir şey
de mutlu değildir, çünkü bütünlük yoktur.141 Nitekim insanlar yapıp ettiklerinde
tutarlı olduklarında güven verirler, kendilerini takip ederek, izleyerek hayatlarını
devam ettirenlere de bundan dolayı yön verirler veya verebilirler.142 Kısa bir hayat
içinde, talihsizliklerin ortasında bazı insanların mutlu olmaları mümkündür.143 Ama
134
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 17, 1100a 25 – 35, 1100b 1 – 10.
A.g.e, s. 15, 1100a 5 – 10.
136
A.g.e, s. 17 – 18, 1100b 10 – 35.
137
Aristoteles, Politika, , s. 219, Kitap VII, XIII. Bölüm.
138
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.129.
139
Yalçın, Mutluluk Yolu ve Felsefesi, s. 22.
140
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 214, 1177b 25 – 30.
141
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 47, 1219b 5 – 10.
142
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 200, 1172b 1 – 5.
143
Derleme, Büyük Filozoflar, çev. Münir Yarkın, s. 42. (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1969)
135
34
tek bir kırlangıç ve sadece güneşli bir gün baharın geldiğini göstermeyeceği gibi aynı
şekilde kısa bir süre de insanı kutlu ve mutlu kılmaz.144
Ayrıca mutluluk için önemli olan koşullardan biri de erdeme uygun olan
etkinliklerdir.
çıkarmaktadır.
Erdeme
145
aykırı
olan
etkinlikler
mutluluğun
tersini
ortaya
Mutlu bir kişide aranan bu özellikler bulunacak, yaşam boyu bu
böyle olacak, herkesten çok erdeme uygun şeyleri devamlı yapacak ve görecek,
talihin cilvelerine en iyi ve en uygun bir şekilde katlanacak, gerçekten iyi ve
pürüzsüz, dört dörtlük bir kişi olacak. Talihin getirdikleri önemli – önemsiz pek çok
şey olduğuna göre küçük talihsizlikler yaşamın yönünü değiştirmeyecek, büyük
talihlilikler ise yaşamını daha kutlu kılacaktır. Çünkü bu gibi şeyler doğaları gereği
hayatın tuzu biberidirler, güzel ve erdemli bir şekilde kullanılabilirler.146 Erdeme
sahip olan birisi talihin getirdiği olumlu ya da olumsuz sonuçları uygun bir şekilde
hazmedecektir.147 Mutlu bir yaşam özgür, engelsiz ve erdeme uygun olan bir
yaşamdır.148 Ayrıca mutlu kişi kılıktan kılığa giren, kolay bir şekilde değişen bir
kişide değildir. Ne mutluluk ne de kendi başına gelebilen talihsizlikler onun
durumunu değiştirmemelidir. O halde gelişigüzel bir süre için değil, yaşam boyu
amacını kendinde taşıyan erdeme göre etkinlikte bulunan ve dış iyilere de sahip olan,
böyle yaşayan ve bu şekilde de ölecek kişiye mutlu denecektir.149
Davıd Ross’a göre; Aristo’da “ ilk olarak mutluluk akla sahip olan yetinin
hayatı olmalıdır. İkinci olarak o, yalnızca potansiyel halde değil etkinlik halinde
olmalıdır. Üçüncü olarak, erdem veya birden fazla erdem varsa, onların en iyi ve en
mükemmel olanına uygun olmalıdır. Dördüncü olarak o, yalnızca kısa dönemlerde
değil, fakat bütün bir hayat boyunca kendini göstermelidir.”150
Aristo mutluluğu sağlayan unsurları, mutluluğun elde edinilebilmesi için
gerekli olan iç ve dış koşulları, destekleri, Retorik adlı yapıtında da şöyle belirtiyor:
144
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 11, 1098a 15 – 20.
A.g.e, s. 17, 1100b 5 – 10.
146
A.g.e, s. 17, 1100b 15 – 25.
147
A.g.e, s. 76, 1124a 25 – 35.
148
Aristoteles, Politika, s.127, Kitap IV, II. Bölüm.
149
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 18, 1101a 1 – 20.
150
Ross, Aristoteles, s. 225.
145
35
“Mutluluğu oluşturan parçalar şunlardır; soylu bir doğum, çok sayıda ve iyi
arkadaşlar, varlık, iyi çocuklar, çok sayıda çocuk, mutlu bir yaşlılık, aynı zamanda
ün, onur, şans ve erdemle birlikte sağlık, güzellik, güç, boy – bos, atletik güç gibi
bedence üstünlükler. Bir insan bu iç ve dış koşullara sahipse, tamamen bağımsız
olmaması için hiçbir engel kalmaz, çünkü bunların dışında sahip olunacak başka
şeyler yoktur. (Ruhun ve bedenin iyiliği içseldir. Soylu doğum, para ve onur
dışsaldır.) Dahası, onun yaşamını gerçekten güvenli kılabilmesi için kaynaklara ve
şansa da sahip olması gereklidir.” 151
Şimdi bu saydığımız öğelerin kısaca Aristo’ya göre ne anlam ifade ettiğini
birkaç cümle ile açıklayalım.
“Soy ya da devlet bakımından iyi bir doğum”, bu ailenin üyelerinin yerli ve
eski olması, (Atinalılar için bu büyük bir gurur konusudur.) ilk önderlerinin seçkin
olması, hayranlık duyduğumuz niteliklerinden dolayı seçkinleşmiş birçok insanın
onların soyundan gelmesi demektir.152
“İyi çocuklara sahip olma, çok çocuğa sahip olma”, bir topluluğun
gençlerinin nitelikli ve çok sayıda olması, boy – bos, güzellik, güç, atletik yeti gibi
bedence üstünlükleri ve aynı zamanda da ruh üstünlükleri bakımından iyi, ölçülü ve
yürekli oldukları anlamına gelir. 153
Aristoya göre; gerektiği gibi ve yakışacak bir şekilde harcayacak fazla bir
şeyi olmadığından dolayı yoksul insan muhteşem birisi olamaz.154 Yaşamın ikamesi
ve devamı için servet ve mülk edinmek zorunludur. Belli bir düzeyde servet olmadan
ne yaşamın kendisi ne de iyi bir yaşam olabilir.155 Yoksul biri rahatça yaşayamaz ve
hep başkalarına muhtaç olur. Bu da kölece bir şeydir.156 Çoğu insan mutlu bir
yaşamın dış servete, zenginliğe dayandığına inanır ve bu hiç de nedensiz değildir.
151
Aristoteles, Retorik, s. 49, 1360b 15 – 30.
Bir bireyin soylu doğumu, ister erkek isterse kadın tarafından gelsin her iki ana babanın da
özgür yurttaşlar olduğunu, bir devlette olduğu gibi o soyun kurucularının erdem, varlık ya da değerli
her hangi bir şeyden dolayı şeçkinlenmiş olduklarını, o ailede kadın, erkek, genç, yaşlı birçok seçkin
kimsenin olduğunu gösterir. (Retorik, s. 49, I. Kitap, 1360b, 30 -35)
153
Aristoteles, Retorik, s. 49, 1360b 35 – 40.
154
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 73, 1122b 25 – 30.
155
Aristoteles, Politika, s.12, Kitap I, IV. Bölüm.
156
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 78, 1124b 25 – 30.
152
36
Çünkü gördüğümüz gibi akılsız olmalarına rağmen birçok insanın işleri yolunda
gitmektedir ve başarılıdırlar, ama tabiî ki bunun tam aksi de mümkündür. Ama yine
de mutlu yaşamın çok servete sahip olmakla değil insanın iyi bir ruh yapısına sahip
olmasıyla mümkün olacağını göz önünde bulunduralım.157 “Zenginliği” oluşturan
şeylere gelince ise; bol miktarda sikke ve toprak, çok sayıda, büyük ve güzel
malikâne, aynı zamanda güzel ve çok sayıda araç gereç, hayvan ve köle gibi şeylere
sahip olmak ve aynı zamanda da bunları kullanabilmektir.158 Bayağı insanlar büyük
zenginliğe sahip olduklarında onların o serveti, çoğu zaman ruh zenginliklerinden
bile daha yüce saydıkları olmaktadır ve bu da her şeyin en aşağılanası olanıdır.
Mesela; bir efendi kölesinden daha az değerli görünecek olsa o zaman alaya maruz
kalırdı. Aynı şekilde zenginlik edinmeyi kendi kişiliklerinden daha önemli bulan
insanları sefil ve bayağı insan saymak gerekir. Durum gerçekten de böyledir. Zira bir
atasözünde bu durum şöyle izah edilmektedir. “Aşırı doyum küstahlığı doğurur,
eğitimsizlik egemenliğe eşlik ederse bundan büyüklük hastalığı çıkar.” Zira ruhları
kötü durumda olan insanlara ne zenginlik, ne güç ne de güzelliğin bir yararı olur;
aksine bu gibi şeyler eğer onlara akıl eşlik etmiyorsa mevcut oldukları oranda
sahiplerine derin ve çok yönlü zarar verirler.159 Varlıklı kimseler küstah ve
kibirlidirler. Ellerindeki zenginlik onların anlayışlarını etkiler, kendilerini var olan
her şeye sahipmiş gibi hissederler. Onlar için zenginlik her şey için bir tür ölçü olur
ve paranın satın alamayacağı bir şey olmadığını düşünürler. Huzuru, mutluluğu,
onuru, saygınlığı, iktidarı, gücü vb. şeyleri zenginliğin sağladığını düşünürler.160
Zenginlik veya servet bir amaç olarak değil; ancak geçim sağlamak ve güzel bir
yaşam sürebilmek için edinilmelidir. Zenginlik mutlu bir yaşama ulaşabilmede, güzel
bir hayat yaşayabilmede bir araçtır, amaç değil. Nasıl her sanatın araçlarının
kullanımlarının bir sınırı varsa aynı şekilde de unutulmamalıdır ki zenginliğin de bir
sınırı vardır.161
157
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 7 – 8.
Aristoteles, Retorik, s. 50, 1361a 10 – 15.
159
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 9 – 10; ayrıca bkz Aristoteles, Politika, s.196, VII, II.
160
Aristoteles, Retorik, s. 129, 1390b 30 – 35.
161
Aristoteles, Politika, s. 19, Kitap I, VIII. Bölüm.
158
37
“Ün” ise; herkes tarafından sayılmak, ya da herkesin veya çoğunluğun,
iyilerin veya akıllıların arzu ettiği her hangi bir niteliğe sahip olmak demektir.
“Onur” ise; bir insanın iyi şeyler yaptığı için ünlü olduğunun işaretidir. Onuru
oluşturan şeyler ise şunlardır; özveriler, şiir ya da düz yazıda anılmalar, görkemli anıt
mezarlar, heykeller, kamu yardımları yapmak, insan toplulukları arasında onur
göstergesi olarak kabul edilen armağanlar ve yabancılar arasında sayılma ve yer
verilme gibi şeylerdir.162
“Bedence üstünlük” ise; sağlıktır. Yani insanı bir yandan hastalıktan uzak
tutarken bir yandan da bedenini kullanmasına izin veren durumdur.163 Kimse pek şık
elbiselere bürünmüş olduğu için birini tanrıların mutlu kıldığı birisi saymayacaktır.
Ancak, tüm dış süslere sahip olmasa da sağlıklı ve düzgün bir yapıya sahip olan kişi
mutlu sayılır.164
“Güzellik” ise yaşam dönemine göre değişmektedir. Genç bir insana göre
güzellik, koşma ve kuvvet yarışmaları gibi çabalara uygun bedene sahip olmak,
seyretmesi insana zevk veren birisi olmak, hoş ve heybetli bir dış görünüşe sahip
olmak ve savaşmaya elverişli olmak demektir. Yaşlı bir insan için güzellik ise;
gerekli çabaları gösterecek kadar güçlü ve yaşlılığının başkalarına acı çektirmeyecek
kadar tüm sakatlıklardan uzak olması demektir.165
“Kuvvet” de, bir başkasını istediği gibi hareket ettirebilme gücüdür. Beden
bakımından üstünlüğe sahip olmaktır, bu ise sıradan kimselerden, hareketlerini
yavaşlatmayacak derecede boyca, yapıca ve nefesçe üstün olmak demektir. 166
“Yaşlılıkta mutluluk” ise; yaşlılığın yavaş ve acısız bir şekilde gelmesidir.
Çünkü bir insan ya hızla ya da yavaş bir şekilde fark etmez ağrılarla, sızılarla
yaşlanırlarsa bu mutluluğa sahip değildir. Bir insan hastalıktan uzak değilse ya da
162
Aristoteles, Retorik, s. 50, 1361a 25 – 35.
A.g.e, s. 50, 1361b 1 – 5.
164
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 9.
165
Aristoteles, Retorik, s. 51, 1361b 5 – 15.
166
A.g.e, s. 51, 1361b 15 – 20.
163
38
güçlü değilse acı çekmekten kurtulamayacaktır. Eğer şanslı da değilse, uzun ve acısız
bir yaşam süremeyecektir. 167
“Birçok dosta sahip olma” “iyi dosta sahip olma” gibi terimler gayet açıktır.
Dost; sizin uğrunuza sizin için iyi olacağını düşündüğü şeyi yapmaya her zaman çaba
gösteren biridir. Birçok kimse karşısındaki kişiye bu gibi duyguları hissediyorsa, o
insanın birçok dostu vardır, eğer bu insanlar da değerli insanlar ise iyi dostlara
sahiptir.168 Dostluk en büyük iyilerden, dostsuzluk, yalnız kalmak ise en kötü, en
korkunç şeylerdendir.169 Bütün iyilere sahip olunsa bile dostlardan uzak bir yaşamı
kimse tercih etmese gerek. Zenginler, iktidarı, gücü elinde bulunduranlar için bile
dostlar gereklidir. Dostluk, doğuran için doğana karşı, doğan için de doğurana karşı
doğal olarak vardır.170 Sevinç duyma, acı çekme gibi durumlarda dostu adına
sevinen, dostu adına üzülen, onunla birlikte hareket eden, hatta aynı acı ve sevgiyi
duyabilen kişiler birbirleriyle dostturlar. Dostluk eşitliktir, gerçek dostlar da tek
ruhtur.171 Dostluk, insanın kendisini değil karşısındakini düşünerek, onun için iyi
olduğuna inandığı şeyleri onun için dilemek ve bu şeyleri de elinden geldiğince
yapmaktır. İşte bir dost bu duyguları duyan ve karşılığında da aynı şeyleri
uyandırabilen kişidir. Birbirlerine karşı bu duyguları hissedenler dostturlar.172 Dışa
ait iyilerin herhalde en güzeli ve en büyüğü değerli dostlara sahip olmaktır. Erdemli
kişinin mutluluğa ulaşabilmesi için iyi dostlara sahip olması gerekir. Çevresinde,
erdemli, doğru ve iyi şeylere sahip dostları olmalıdır. Çünkü bütün iyilere tek bir kişi
sahip değildir. Çevresinde iyilik göreceği ve iyilik edeceği kişiler olmalıdır.
Dostlarla, doğru kişilerle gün geçirmek sıradan kişilerle vakit geçirmekten elbette
iyidir.173 İnsana yakışır bir yaşama yeterli olacak kadar ya da bir kişinin
yaşayabileceği en çok kişi sayısınca doğru ve iyi dostlara sahip olmak gereklidir. İyi
dostların varlığı insan hayatını hoş kılar ve onların da bizim iyiliğimizden hoşnut
olduklarını hissettirir. Kötü kişilerin dostluğu kötü olur ve insana kötü şeyler katarlar,
167
Aristoteles, Retorik, s. 51, 1361b 25 – 35.
A.g.e, s. 51, 1361b 35 – 40.
169
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 145, 1234b 30 – 35.
170
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 149, 1155a 5 – 20; Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 173, 1238b 15 –
25.
171
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 185, 1240b 1 – 10.
172
Aristoteles, Retorik, s. 105, 1381a 1 – 5; Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 183., 1240a 20 – 30.
173
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 195, 1169b 5 – 20.
168
39
birbirlerine benzeyerek kötü olurlar. Doğru kişilerin dostluğu doğru ve iyi olur ve
onlarla ilişkilerle bu özellikler pekişir. Bu güzel şeyleri etkinliklerinde uygulayarak
birbirlerini düzelterek daha iyi olurlar.174 Demek ki dost; iyi ve hoş şeylerde sevinci,
hoş olmayan ve kötü şeylerde de acıyı, başka bir nedenle değil de insanın kendi adına
paylaşan kişidir. Aynı şeylerin kendilerine iyi ve kötü geldiği, aynı kimselere karşı
dost ve düşman olan, aynı arzuları duyan ve kendileri için dilediklerini birbirleri için
dileyen kişi demektir.175 Dostluk, saygının sevgiyle kaynaşmasından, iki gönlün
birbirine bağlanmasından ibaret olan bir durumdur.176
“Şanslılık” da; şansa bağlı iyi şeylerin, hepsini ya da çoğunu ya da en
önemlilerini edinme ya da onlara sahip olma anlamına gelir. Mesela; bir merminin
sizi ıskalaması ve sizden sonraki adamı vurması, bütün erkek kardeşleriniz çirkinken
sizin yakışıklı olmanız, herkesin gözden kaçırdığı hazineyi sizin bulmanız gibi şeyler
şanslılık örnekleri sayılmaktadır.177
Mutluluğa ulaşabilme ve kimlerin mutlu olabileceği konusunda Aristo’nun
ortaya koyduğu bu düşünceler ışığında kimlerin mutlu, kimlerin mutsuz
sayılacaklarını kategorik bir ayrıma tabi tutacak olursak belki iç açıcı olmasa da
şöyle bir sonuçla karşılaşırız;
a) Düşünce hayatı gelişmediğine göre çocuklar için mutluluk söz konusu
olamaz.
b) Servetleri olmadığı için fakirler de mutluluktan tam olarak nasiplerini
alamayacaklardır.
c) Soylu bir aileden gelmediklerine göre kölelere de hiçbir zaman mutlu
gözüyle bakılmayacaktır.
d) Antik Yunan’da kadınlar da siyasi nüfuzdan yoksun ve tam olarak
bağımsız olamadıkları için mutlu sayılmazlar.
174
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 198–199, 1171b 10 – 15, 1172a 5 – 15; Aristoteles, Eudemosa
Etik, s. 157, 1236b 1 – 10.
175
Aristoteles, Retorik, s. 105, 1381a 5 – 10.
176
Hüsamettin Erdem, Ahlak Felsefesi, s. 176. (Hü-Er Yayınları, III. Baskı, Konya – 20003)
177
Aristoteles, Retorik, s. 52, 1362a 1 – 10.
40
e) Ayrıca fiziki yapısı mükemmel olmayan bedensel kusur veya herhangi bir
özrü bulunanların da mutlu olamayacakları açıktır.178
Bunlara göre gerçekten mutlu olan kimse; kendisini engin bir düşünce
hayatına veren, soylu, zengin, çevresinde faziletli dostları bulunan, güzel bir fiziki
yapıya ve siyasi nüfuza sahip olan, aynı zamanda da yaşadığı sürece bu meziyetleri
elinde tutabilen kimsedir.179
Konumuzun dışında da olsa kısa bir şekilde Aristo’nun mutluluk
nazariyesiyle İslam dininin bu konu hakkındaki düşüncesini karşılaştıracak olursak
şunları söyleyebiliriz. İslam’ın ortaya koymuş olduğu ahlak ilkeleriyle Aristo’nun bu
konudaki düşünceleri arasında benzerlik kurmak mümkünse de gaye bakımından
farklıdırlar. Nitekim Aristo’nun tarif ettiği anlamdaki mutluluk aristokrat bir
zümreye aittir. Ona göre fakirler, soylu aileden gelmeyenler, köleler, siyasi nüfuzu
bulunmayanlar, kadınlar ve cahiller hiçbir zaman mutluluktan tam olarak nasiplerini
alamayacaktır. Oysa İslamiyet zengin-fakir, kadın-erkek, âlim-cahil ve soy-sop farkı
gözetmeksizin iman edip iyi işler yapan herkesin hem bu dünyada hem de ahirette
mutlu olacağını bildirmektedir.180
F. EPİSTEMOLOJİK AÇIDAN MUTLULUK
1. MUTLULUK ve AKIL
Aristo’ya göre mutluluğun tanımını yaparken en genel bir şekilde mutluluğu
şöyle açıklamıştık. Mutluluk, ruhun akla uygun davranışta bulunması ya da ruhun
akıldan yoksun olmayan, aklın faziletine uygun etkinliği,181 erdemle birleşmiş refah
178
Kaya, Aristoteles ve Felsefesi, s. 242.
A.g.e, s. 243.
180
Kaya, “Aristo” mad., s. 377.
181
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 11, 1098a 5 – 10.
179
41
ya da yaşam bağımsızlığı,182 etkin ve olgun bir yaşam süren ruhun erdemli eylemi,183
yaşamının sonuna kadar ruhun erdeme uygun etkinliğidir.184
Bu tanımlara göre insanın bütün değerli faaliyetlerin iki kaynağı olduğu
ortaya çıkıyor.185 Bunlardan biri erdem, diğeri de akıldır.186 Çünkü fazilete uygun
davranışta bulunabilmek için aklın öncülük yapması gerekmektedir. Akıl insandaki
tanrısal bir yetidir, bu yetiye uygun yaşamda insan yaşamındaki tanrısal bir şey
olacaktır. Aristo’ya göre; insana özgü olan etkinlikler arasında tür olarak tanrısal
etkinliklere benzeyen eylemler en mutluluk verici eylemlerdir. Çünkü tanrılar için
yaşamın bütünü mutludur, insanlar da bu etkinliklere benzer eylemlerde bulundukları
ölçüde mutlu olacaklardır.187 Akıl da sadece insana ait bir özellik olduğuna göre,
insan için yaşanması mümkün olan en mutlu ve en iyi olan hayat düşünce ve idrak
hayatıdır.188 Kim iyi düşünürse en aklı başında ve erdemli o kimsedir.189 Buradaki iyi
düşünme de, insan için bir iyi ortaya koyan ve yararlı olan şeylere uygun olan
düşünmedir.190 Her bir kişiyi o kişi yapan akıldır ya da bunda en çok akıl etkilidir.191
Yaşam mutluluğunu, ya düşünme gücü ve bir tür bilgelik ya erdemlilik ya da
yüksek derecede haz veya bunların hepsi olarak tanımlamaktayız. Yaşam mutluluğu
düşünme gücüyle eş değerdedir. O zaman yaşam mutluluğuna bir tek filozoflar sahip
olabilir. Eğer ki yaşam mutluluğu, ruh mükemmelliği ya da haz dolu yaşam ise buna
da yine ya sadece ya da öncelikli olarak filozoflar sahiptir.192
Buradan da görmekteyiz ki Aristo’ya göre mutluluğa, mutlu bir hayata ancak
aklı kullanabilmekle, derin bir düşünce dünyasına sahip olmakla, entelektüel bir
yaşam sürmekle ulaşmak mümkündür. Böylece mutluluğu Aristo belli bir kesimle
sınırlandırmakta ve daha önce de mutluluğa ulaşmak için gereken unsurlarda da
182
Aristoteles, Retorik, s. 48, 1360b 10 – 15.
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.128.
184
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 11, 1098a 5 – 15.
185
Kaya, Aristoteles ve Felsefesi, s. 242.
186
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 213, 1177a 20 – 25.
187
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 216 – 218, 1178a 20 – 30, 1179a 20 – 30.
188
A.g.e,, s. 214 – 215., 1177b 25 – 30, 1178a 15– 25.
189
A.g.e, s. 117, 1140a 30.
190
A.g.e, s. 124, 1142b 20 – 35.
191
A.g.e, s. 191, 1169a 1 – 5.
192
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 52 – 53.
183
42
bahsettiğimiz özellikler ile bu saydıkları konumun dışında kalanların mutluluğa
ulaşamayacaklarını belirtmektedir. Yaşayan ve aklının gösterdiği doğrultuda hareket
eden kimse insanların en düzenlisi ve tanrıların da en sevgilisidir. Aklını en iyi
kullanan ve kendisini düşünce hayatına veren kimse “filozof” olduğuna göre en
mükemmel mutluluğa sadece bilge kişiler yani filozoflar sahiptir.193 Akla uygun
etkinlikte bulunan, buna özen gösteren kişi en iyi şeylere yatkın ve tanrılarca en çok
sevilen kişidir. Çünkü Aristo’ya göre tanrılar en çok aklı sevenleri, ona değer
verenleri, ona özen gösterenleri bunlara uygun ve güzel davrananları sever ve buna
göre de bilge kişiler bu açıdan en mutlu kişilerdir.194
Mademki her canlı için yaşam, var olmayla özdeştir, o zaman bütün insanlar
arasında bir tek filozof, özellikle felsefi anlamda etkin ve düşüncesini tüm var olanlar
arasındaki bilgiye en açık olana – yani diğer şeyleri onların yardımıyla bildiğimiz
ilkelere
195
– yönelttiği için, kelimenin tam anlamıyla var olmanın en büyük
yoğunluğuna sözcüğün asıl anlamında ulaşır.196 Ayrıca o, bu ilkelerle ilgili doğrulara
ve kanıta da sahiptir.197 Demek ki; eğer özel yaşantımızı yararlı bir şekilde
biçimlendirmek, mutlu bir yaşama ulaşmak istiyorsak filozof/bilgi sever olmamız
gerekmektedir.198 Erdemin bütününün bir parçası olduğu için, sağlığın sağlık
meydana getirmesi gibi bilgelik de mutluluk meydana getirir.199
Mutluluğa ulaşma yolunda aklın çok büyük bir önemi vardır. Bir şeyi ne için
yaptığımızı bilmemiz, onu neden tercih ettiğimizin farkında olmamız ancak akılla,
düşünmeyle ve istemli davranışlarda bulunma ile mümkündür. Çünkü mutluluğa
götürecek yolda erdemli ve bilinçli eylemlerde bulunabilmek akılla mümkündür.
Mutluluğa ulaşmak için onun en yüksek bir amaç olarak belirlenmesi ve ona
götürecek iyi eylemelerin tercih edilmesi gerekmektedir. Mutluluk akla uygun
erdemli eylemde bulunur,200 ona götürecek iyi eylemleri yapabilmek de akla uygun
193
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 218, 1179a 25 – 30.
A.g.e,, s. 218., 1179a 20 – 30.
195
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, 29 Numaralı Dipnot Açıklaması, s. 63.
196
A.g.e, s. 50.
197
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 120, 1141a 1 – 20.
198
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 11.
199
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 127, 1144a 5.
200
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.131.
194
43
olan doğru görüş sayesinde mümkündür. Yani isteklerin ve yapılacak işlerin akla
itaat etmesiyle ona uymasıyla mümkündür.201 Bir insan için mutlu yaşam akla göre
olan yaşamdır.202 Aklın beden üzerindeki hâkimiyeti efendinin köleyi yönetişi gibi
mutlaktır ve insanda var olan iyi ya da kötü tutkuları da, tıpkı devlet adamının
yurttaşlarını yönetmesi gibi yönetir.203
Aklın veya ruhumuzun düşünen yanının, insana en üst seviyede hükmeden ve
onun en değerli parçasının, güzel olan ve en değerli işi gerçekliği araştırmaktan
başka bir şey değildir.204 Hangi eylemlerin doğru ve güzel olduğunu bulduracak olan
ve hangilerinin de yanlış olduğuna insanı vardıracak olan doğru görüştür.205 Doğanın
amacı; düşünmek, olan biteni anlamlandırmaya çalışmaktır. Mademki doğanın gereği
bu, o halde bunu yapmak hiç kuşkusuz en iyi şeydir. Aklın işlevi düşünmektir,
düşünce ise düşünce nesnelerine bakmaktan oluşur. Demek ki; insanlar için her şeyi
değerli kılan şey; düşünme ve akıldır. Ruh alanı içinde en değerli şey akıldır. Zira her
şey akıl için vardır. Eylemlerimizde aklımızı kullandığımızda aklın yolunu izleriz ve
çoğu zaman aklın belirleyici rol oynadığı eylemleri yerine getiririz.206 Her akıl
kendisi için en iyi olanı tercih eder ve doğru kişide akla boyun eğer ve en çok aklı
sever.207 Nitekim hiçbir şey akıldan daha güçlü ve daha iyi bir şey değildir.208 Kim
olursa olsun hiçbir insan, ne kadar güçle, kudretle ve büyük bir servetle donatılırsa
donatılsın düşünme gücünün elinden alınmasını, ondan yoksun bırakılmasını
istemez.209
Algılama ve akıldan yoksun edilen bir insan bitki halini alır. Sadece akıldan
yoksun edildiğinde ise bir hayvana dönüşür. İrrasyonel olandan kurtarıldığında ve
sadece akla dayandığında ise tanrıya benzemeye başlar. İyiden ayrılmayacak yegâne
şey akla dayalı yaşamdır.210 Hayvanlar için yaşam duyu olanaklarına göre
201
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.133.
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 215, 1178a 5 – 10.
203
Aristoteles, Politika, s. 12, Kitap I, IV. Bölüm
204
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 38.
205
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.137.
206
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 19 – 21.
207
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 192, 1169a 15 – 20.
208
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 233, 1246b 30 – 35.
209
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 54.
210
A.g.e,, s. 22.
202
44
belirlenirken, insanlar için yaşam duyu ve düşünme olanaklarına göre belirlenir.
Yaşamak ya duyumsamak ya da düşünmektir.211 Düşünme ve bilme insanlar için
peşinde koşmaya değer şeylerdir. Zira bunların her ikisi olmadan insan onuruna
uygun bir hayat yaşayamaz. Nitekim düşünerek ve bilgiye dayanan eylemle
yapılmamış olan bir şeyi iyi saymayız.212 İnsan için içimizdeki akıl ve düşünme gücü
olarak bulunan şeyden başka, çaba harcamaya değer tanrısal veya bizi mutlu kılacak
hiçbir şey yoktur. Doğa karşısında acınası bir halde ve zorluklarla karşı karşıya da
olsa insan yaşamı akıl ve düşünme gücünden pay alma yeteneğiyle öyle
düzenlenmiştir ki, diğer canlılarla karşılaştırıldığında insan bir Tanrı gibi
görünmektedir. Zira şairler bu konuda şunu söylemektedirler. “Akıl bizim içimizdeki
tanrıdır ve insansal yaşam içinde tanrıdan bir parça barındırır.”213 Akıl bizde tanrısal
olandır, insanın gerçek özüdür. Sadece aklın eylemi insanın doğasına tam olarak
uyar, insanı tam bir doygunluğa ulaştırır ve insanın var oluşunu insanlığın sınırından
tanrılığa yükseltir.214 Aklın insan ruhunda bulunması, onu hayvanla Tanrı arasında
orta bir varlık yapar. Duyarlılığıyla, algısıyla, belleğiyle, insan hayvanın aynıdır, ama
akıl sayesinde tanrıya benzemektedir. Ahlaki varlık olarak onun orijinalliğini
oluşturan bu çift vasıftır. Hayvansal prensiple zihinsel prensibin beraber
bulunmadıkları yerde, ahlaklılıktan söz edilemez.215
Aristo’ya göre tam mutluluğun; en yüksek erdeme uygun, en iyiye özgü bir
etkinlik olması gerekir, çünkü bunun böyle olması daha akılsaldır. Bu etkinlik de,
bizi yöneten, bize yol gösteren, tanrısal şeylere özen gösteren, bizdeki en tanrısal şey
olan aklın, kendine özgü erdeme uygun etkinliğidir işte bu da tam bir mutluluktur.216
Akla ve aklın ölçütlerine uygun olan, aynı zamanda erdeme de uygun olan bir
davranıştır. Çünkü erdem, makul harekettir ve makul düşünceye dayanır.217
Aristo’ya göre; insan olduğumuzdan insanla ilgili şeylerle, bir ölümlü
olduğumuzdan da ölümlülerle ilgili olan şeylerle ilgilenmemizi söyleyenleri bize bu
211
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 194, 1170a 15 – 20.
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 27.
213
A.g.e, s. 59 – 60.
214
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.128.
215
Weber, Felsefe Tarihi, s. 85 – 86.
216
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 212, 1177a 10 – 20.
217
Erdem, İlk Çağ Felsefesi Tarihi, s. 272.
212
45
konularda öğüt vermeye çalışanları pek fazla dinlememeliyiz. Kendimizi olabildiği
kadarıyla ölümsüzleştirmeye çalışmalıyız. Bizdeki en üstün olan, insanı insan yapan
şeye yani akla uygun yaşayabilmek için her şeyi yapmalıyız. Nitekim bu şey kütlece
küçük olsa da olanak ve değer bakımından her şeyin kat kat üstündedir.218
Bir insan için iyi olan ve yaşam için faydalı olan her şey uygulamada ve
eylemde yatar, sadece iyiyi bilmekle olmaz. Bizim sağlıklı kalmamız, sağlıklı
olmamızı sağlayan şeyleri bilmemiz aracılığıyla değil onları bedenimize dâhil
etmekle olur. Zenginliğin ne olduğunu bilmekle değil büyük bir servet edinerek
zengin olunur. Ve her şeyden de önemlisi, biz var olanlar hakkında bazı bilgiler
edinerek değil iyi eylemlerde bulunarak güzel ve asil bir hayat yaşarız. Zira
gerçekten mutlu yaşam budur.219 Yani yapılan işlerde hedef, tek tek şeyleri
araştırmak, bilmek değildir. Daha çok önemli olan bunları yapmaktır. Erdemi bilmek
değil onu yapmaya, teoriyi akıl sayesinde pratiğe dönüştürmeye, hayatın her anında
uygulamaya çalışmak önemlidir.220 Ahlakta davranış önemlidir, yani erdemin
bilgisine sahip olmaktan ziyade, erdemi gerçekleştirebilmek önemlidir.221
2. MUTLULUK ve RUH
Mutluluğun ne olduğunu anlayabilmek, onu daha iyi ortaya koyabilmek için
ruhun yapısının nasıl olduğunu ve kısımlarını incelemek ve bu kısımların birbirine
olan üstünlüklerinin neler olduğunu belirtmek, en mükemmel olan üstünlüğün ne
olduğunu da ortaya koymak gerekmektedir.222
Aristo’ya göre iyiler üç kısma ayrılmaktadır: Dış iyiler, bedenle ilgili iyiler ve
ruhla ilgili olan iyilerdir. En başta, en yüce, en tam ve en yüksek gaye olan iyi, ruhla
218
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 214, 1177b 30 – 35, 1178a 1 – 5.
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 34 – 35.
220
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 218, 1179a 30 – 35, 1179b 1 – 5.
221
Erdem, İlk Çağ Felsefesi Tarihi, s. 272.
222
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 20, 1102a 1 – 10.
219
46
ilgili olan bir iyidir.223 Biz de burada en yüksek iyi olan mutluluğun, Aristo’ya göre
ruhla ilişkisini ortaya koyacağız.
Ruhun görevi erdemli yaşamayı sağlamaktır.224 Aristo’da ruh organik
dünyanın esasını meydana getirir. Ruh, vücudu şekillendiren, harekete geçiren, onu
belli bir gayeye doğru yönelten ve canlı kılan prensip, bedenin hareketleri ve
değişmeleri içinde kendini olgunlaştırıp geliştiren formdur. Ruh maddi değildir ama
bedene hareket ve hayat verip ona hükmeden prensiptir, bedenin varlığının
amacıdır.225
Aristo’ya göre, ruhta doğru olanın bilgisini ve eylemini sağlayan üç yeti
vardır: Duyum, akıl ve istek. Bu üç yetiden duyum, eylemin kaynağı olamaz, çünkü
hayvanlarda da duyumun olması ama eylemi ortaya çıkartmaması bunu
göstermektedir. Ahlaksal erdemlerde bir seçme durumu, karara vardıran bir davranış
vardır, yani düşünüp taşınma ile sağlanan bir istek vardır. İşte bu istek ile bu isteğin
uygun ve iyi olmasını sağlayan akıl bir arada bulununca doğru görüş ortaya
çıkmaktadır. Çünkü salt akıl kararı getirmez, onu canlandırıcı, harekete geçirici bir
güç aklı doğruya yöneltir.226
Mutlu bir yaşam ancak insanın iyi bir ruh yapısına sahip olmasıyla ve bu
ruhun iyi bir şekilde eğitilmesiyle mümkündür. Mutluluk için ruhun iyi bir konumda
olması, onun iyi bir eğitimden geçmesi ve akılla devamlı olarak irtibatta bulunması
çok büyük önem taşımaktadır. Ruhları kötü ve eğitimsiz olan insanlar için
mutluluktan söz edilemez.227 Çünkü mutluluk ruhun bir erdemi, etkinliğidir.
Aristo’ya göre ruh iki bölümden oluşmaktadır: Birincisi; akıl yürüten, akıl
sahibi olan bölüm ve diğeri de akıl yürütmeyen, akıl sahibi olmayan bölümdür.
Bunların her birinin doğal bir niteliği vardır. Akıl sahibi olan bölümün niteliği
223
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik,s.12, 1098b 10 – 20; Aristoteles, Eudemosa Etik,s.45, 1219a 30– 35.
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 45, 1219a 25 – 30
225
Aristoteles, Ruh Üzerine, çev. Zeki Özcan, s. 63 – 68, 412a 5 – 25, 412b 5 – 10 (Alfa Kitabevi,
İstanbul – 2000); ayrıca bkz Süleyman Hayri Bolay, Aristo ile Gazali Metafiziğinin Karşılaştırılması,
s.83 – 84 ( Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul – 1993); Erdem, İlk Çağ Felsefesi Tarihi, s. 269;
Kaya, Aristoteles ve Felsefesi, s. 181; Ross, Aristoteles, s. 160; Necip Taylan, Anahatlarıyla İslam
Felsefesi Kaynakları – Temsilcileri, Tesirleri, s. 95.
226
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.138.
227
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 8 – 9.
224
47
zihinseldir; akıl sahibi olmayan bölümün niteliği ise iştaha ilişkindir.228 Akıldan
yoksun olan tarafın bir kısmı bitkilerle, bir kısmı da diğer canlılarla ortaktır.229
Bitkisel olan akıldan hiçbir şekilde pay alamaz. Arzulayan veya genel olarak iştah
duyan yan ise aklın sözünü dinleyip onun boyunduruğu altına girdiği zaman akla bir
şekilde katılır.230 Bu kısım, aklın sözünü dinlemeye yeteneklidir.231 Beslenme ve
büyüme nedenleri gibi ruhun bu tür etkinlikleri beslenenlerde ve ceninlerde bulunur
ama genelde bu tür faaliyetlerin gelişmesini tamamlamış canlılarda olduğu kabul
edilmektedir. Bu tür faaliyetler ruhun erdemli faaliyetleri değildir. Mesela; uyku da
böyledir. Uyku esnasında iyi ve kötü insan çok az belli olur. Bundan dolayı denilir
ki; “yaşamın yarısında mutlu kişiler ile sefiller arasında fark yoktur. Çünkü uyku;
ruhun, erdemli, akıllı veya fena denilen etkinliğine son vermesidir.”232 Uyku
esnasında bilinç yoktur, insan istemli her hangi bir eylemde bulunamaz, insan dış
dünyadan kendisini tamamen olmasa da genel olarak soyutlamış durumdadır.
Aristo ruhun akıl sahibi olan yanını da ikiye ayırır. Birincisi, ilkeleri başka
türlü olabilecek nesnelerle ilgili olan tartan, düşünüp taşınan, hesaplayan yan, diğeri
de ilkeleri başka türlü olamayacak nesnelerle ilgili olan bilimsel yandır. Aklın bu iki
yanının erdemi, ruhun akıl sahibi bölümünün işlevini, işini gerçekleştirmesini
sağlayacak şeylerdir. Aristo’ya göre aklın işlevi doğruya ulaşmaktır, bundan dolayı
da onun erdemi, aklın kendisi aracılığıyla doğruya ulaşacağı şeylerdir.233 Demek ki;
akılla ilgili her iki parçanın da görevi doğruluktur. Ona göre her birinin en çok
doğruya ulaşacağı huylar, onların erdemleridir.234
Ruhun akıl sahibi olmayan fakat bir şekilde de olsa akıldan pay alan yanı da
vardır. Kendine egemen olan, kendi kendisini frenleyebilen, davranışlarını kontrol
edebilen kişide ruhun akıl sahibi olan yanını överiz. Çünkü böyle bir kişi, iyi ve
güzel olan şeyleri teşvik eder, insanları doğruya yönlendirir. Ayrıca ruhun kısımları
228
Aristoteles, Politika, s.225, Kitap VII, XV. Bölüm.
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 21, 1102a 1 – 10.
230
A.g.e, s.22, 1102b 25 – 35.
231
Aristoteles, Politika, s.222, Kitap VII, XIV. Bölüm.
232
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 21, 1102a 15 – 35, 1102b 1 – 10; Aristoteles, Eudemosa Etik,
s.47, 1219b 15 – 25.
233
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 114, 1139a 1 – 15, 1139b 5 – 15.
234
A.g.e, s. 116, 1139b 10 – 15.
229
48
arasında akla aykırı olan, akılla çatışan ve akla karşı çıkan bir yan da vardır. Nasıl ki;
sağa doğru döndürülmek istenildiğinde bedenin felç olmuş öğeleri tersine sola doğru
yönelmek istemesi gibi ruhta da durum böyledir. Aynı şekilde de, kendisine egemen
olup, kendini kontrol edemeyecek kişilerinde hareket ve eylemleri böyle
olmaktadır.235 Nasıl ki; görmeyen koca bir gövde hareket ederken görme duyusundan
yoksun olduğu için sağa sola çarparsa, akıl yetisinden yoksun bir ruhta düzgün ve
erdemli eylemlerde bulunamayacaktır.236 Bu nedenle ruhun akıldan pay almayan
yanına olabildiğince çok az kulak vermek gerekir.237 Öğüt verme, her türlü yerme ve
teşvik etme gibi durumlarda akıldan yoksun yanın bir şekilde de olsa akıl sahibi yan
tarafından ikna edildiğini ortaya koymaktadır. Peki, buna ruhun akıl sahibi yanının
bir eylemi denilebilir mi? Buna eğer akıl sahibi tarafın etkinliği dersek ruhta akla
sahip olan yan ikiye ayrılacaktır. Birincisi, asıl ve kendisi “akla sahip olan” yan,
ikincisi de buradaki gibi dostlarının ve babasının sözlerini dinleyen “akıl alan” yan
olarak iki kısma ayrılacaktır.238
Buradan da görmekteyiz ki Aristo’ya göre insan ruhu; akıl sahibi olan ve akıl
sahibi olmayan veya akıldan pay almayan olarak iki yöne ayrılmaktadır. Akıl sahibi
olmayan kısımda, akıldan hiçbir şekilde pay almayan ve akıldan pay alan kısım
olarak yine kendi arasında ikiye ayrılmaktadır. Ruhun akıl sahibi olan kısmından
hiçbir şekilde nasibini, payını almayan bölüm, ruhun bitkilerle ortak olan beslenme
ve büyümeyle ilgili işlerini düzenleyen bölümdür. Ruhun akıl sahibi yanından payını
alan, onunla devamlı ilişki içerisinde olan bölüm ise; arzulayan ya da iştah duyan
kısımdır. Bu kısım bazen akıl sahibi olan bölümün sözünü dinler, onun
boyunduruğuna girer ve onunla irtibat halinde olur, bazen de akılla çatışır ve ona
karşı olur. Eğer arzulayan ve iştah duyan kısım aklın sözünü dinler ve onun emrine
girerse akla katılır, böylece biri bizzat kendisi akıl sahibi olan, diğeri de akıl sahibi
olmasa da akılla irtibata geçtiğinden, akıl sahibi olan yandan akıl aldığından dolayı
akla sahip olan anlamında iki tür ruhun akla sahip yanından söz edilebilir.
235
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 21, 1102b 10 – 25.
A.g.e, s. 128, 1144b 10 – 15.
237
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 255, 1249b 15 – 25.
238
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 23, 1102b 30 – 35, 1103a 1 – 5; Aristoteles, Eudemosa Etik, s.47,
1219b 25 – 30.
236
49
Ruhta bir yandan doğası gereği hükmeden ve hakkımızda kararlar alan akıl
vardır ve öte yandan da buna uyan ve doğası gereği hükmedilen şey vardır. Akıl
sahibi olan yanın üstünlüğüne düşünce erdemi, akıl sahibi olmayan ama akıldan pay
alan kısmın üstünlüğüne de karakter erdemi denir.239 Her ruh bölümü kendisine özgü
mükemmelliği geliştirdiği zaman, her şey iyi durumda olacaktır ve buna ulaşmış
olmak iyi denen şeye ulaşmak demektir, mutluluğa ermek demektir. Her şeyden
önemlisi ruhun en üst seviyede hükmeden ve en değerli parçası olan akıl kendi
mükemmelliğini gerçekleştirdiğinde, doğası gereği görevini en iyi şekilde, asıl
anlamda yerine getirdiğinde en yüce yetkinlik gerçekleşecektir.240
3. MUTLULUK ve BİLGİ
Aristo’ya göre bilginin mutluluğa ulaşmada nasıl bir önemi vardır veya
mutluluğa erişebilmek için ne tür bir bilgiye ihtiyaç vardır ve bu bilgi nasıl elde
edilmelidir şimdi onu araştırıp ortaya koymaya çalışalım.
En başta, en yüce, en tam ve en yüksek gaye olan iyi ruhla ilgili olan iyidir.241
Bu iyi mutluluktur ve o da ruhun bir erdemi, bir etkinliğidir. Öncelikli olarak böyle
bir erdemli ruha sahip olmak için insanın ruhunun eğitilmesi gerekmektedir.
Aristo’ya göre ruh ancak eğitilmişse mutlu sayılabilmektedir. Ne kadar şeye sahip
olursa olsun - mal, mülk, dış güzellikler vb. – sadece eğitilmiş insan, eğitilmiş bir ruh
mutludur.242 Mademki ruh diğer şeylerden daha değerli ve mutluluğa ulaşabilmek
için onun eğitilmesi gerekiyor, o zaman ruh ve ruhun mükemmelliği için bir takım
bilgilere sahip olmak gerekmektedir. Gerçeğe ve ruhun mükemmeliyetine ilişkin
bilgilere ulaşabilme kapasitesi ve yeteneği insanda vardır.243
Meydana gelen şeylerin bir kısmı varlıklarını insanın düşünmesine,
planlamasına ve teknik yeteneğine borçludurlar. İnsan yeteneği aracılığıyla meydana
239
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 23, 1103a 5 – 10.
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 38 – 39.
241
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 12, 1098b 10 – 20.
242
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 10.
243
A.g.e, s. 24 – 26.
240
50
gelen şeylerin bir hedefi ve amacı vardır. Bu amaç da en iyi olan şeydir ve amaçta,
amaç için oluşturulan şeylerden daha iyidir.244 Yaşam için sahip olduğumuz şeyler
bir araç gibi hizmetimizdedir. Örneğin beden, ruh, akıl ve bunlara hizmet eden şeyler
gibi. Bu araçları insana faydalı hale getirebilmek için en güzel ve doğru bir şekilde
amaçlarına uygun olarak kullanmak gerekmektedir. Eğer doğru kullanılmaz ise bu
araçlar amaçlarından sapar ve birçok ters tepki ortaya çıkarabilirler. Bunları en iyi bir
şekilde amaçlarına uygun olarak kullanmak için bize yardımcı olacak bir takım
bilgilere ihtiyacımız vardır. Bizim ihtiyacımız olan araştırmak için çaba göstermemiz
gereken bilgi hangisidir acaba? Çünkü farklı farklı türlerde bilgi vardır. Bir yanda
yaşamsal önemi olan şeyleri yaratan bilgi vardır, diğer tarafta ise bunları kullanan
bilgi vardır. Başka bir ifade ile ise; hizmet eden veya hizmet gören bilgi türleri veya
emreden bilgi türleri vardır. Emreden veya yaşamsal önemi olan şeyleri yaratan
bilgileri kullanan bilgi daha üst derecedendir ve asıl anlamdaki iyi de bu türdeki
bilgilerdedir.245 Mesela; en yüce gaye olan mutluluk da bu türden bilgilerdedir.
Doğru bir yargıya varmasını bilen, aklı kullanan ve iyi olanı bütün olarak göz
önünde bulunduran bilgi türü, tüm diğer bilgi türlerini kullanabilir ve onları doğanın
ilkelerine göre yönlendirebilir. İşte Aristo’ya göre; yaşamsal önemi olan bilgileri
kullanan, onlar üzerinde hâkimiyeti olan felsefi bir bilgidir. Zira sadece felsefe;
doğru yargıyı ve neyi yapmamız, neyi yapmamız gerektiğini belirleyen buyurgan
güce sahip ve yanılgıdan uzak kavrayışı içinde barındırır.246 Arılık ve sağlamlık
açısından felsefe, en hayranlık verici hazlara sahiptir.247 Kendi kendisi için olan,
amaç gütmeyen düşünme başka bir şeyi elde etmek için hizmetkârlık eden bir
düşünmeden daha saygın ve değerlidir. Kendi kendisi için olan düşünme
kendiliğinden saygıdeğerdir ve ona ulaşılmaya değer kılan şey aklın bilgeliğidir.
Demek ki; iyi ve saygın olan şey felsefi düşünmede, felsefi bilgide yatmaktadır. Açık
– seçik bir görüşe ancak felsefe aracılığıyla ulaşılabilinir.248 Felsefi bilgelik genel ve
zorunlu olan şeylerle ilgili bilgi ile bu bilginin kendisinden hareket ettiği ilkeleri
244
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 12 – 16.
A.g.e, s. 11.
246
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 12; Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 124, 1143a 5 – 10;
Aristoteles, Eudemos’a Etik, s. 51, 1220a 1 – 15.
247
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 213, 1177a 25.
248
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 21.
245
51
kavrayan sezgisel aklın birliğidir.249 Felsefi bilgelik bilginin en tam biçimidir.
Burada bilginin yetkinliği, tamlığı söz konusudur. Felsefi bilgelik en yüce varlık
biçimleri üzerindeki bilimsel bilgi ve dolaysız anlayıştır.250 Mükemmel yaşam felsefe
yaparak felsefi bilgi edinenler için vardır.251 Düşünmenin ya da ruhumuzun düşünen
yanının en değerli işi gerçekliğin araştırılmasıdır. Düşünen kısım bu işini bilgi
edinerek yapar ve bu işini de bilgi ne kadar değerli ise o kadar iyi yapar. Buradaki
değerli bilgi felsefi bilgidir. Demek ki; bilmek ve felsefi düşünmek,252 akıl yürütmek
ruhun, ya tek ve asıl görevi ya da en öncelikli görevidir.253
İnsanın salt, kuru bir bilgiye sahip olmasıyla yani insanda olmuş bitmiş bir
şey olarak bilginin bulunmasıyla, eylem olarak pratikte bu bilgiye sahip olması yani
o bilgiyi işlemesi, hayatında gerçekleştirmesi arasında fark vardır. Teorik olan
zorunlu olanla ilgilidir ve olumsallığa yer vermez. Pratik olan ise olumsalla, değişen
varlıklarla ilgilidir. Bilginin içeriği bakımından genel ilke ile bu bilginin pratiğe
uygulanması arasında fark vardır. Mesela; iyinin ya da kötünün ne olduğunu bilmek
demek onları hemen yapabilmek demek değildir. Öyle ki bir kötülük, kötü olduğu
bilindiği halde o anda bilincine varılmadan yapılabilir. İnsan eylemlerinin
efendisidir, yaptığı ve yapacağı eylemlerde özgürdür.254 Aristo felsefi bilginin
mutluluğa, mutlu bir yaşama ulaşmadaki önemini ve değerini şöyle açıklıyor: Bu
felsefi bilgi aslında teoriktir, ama bize bütün eylemlerimizi ona göre düzenleme
imkânı sunmaktadır. Mesela; tıpkı görme duyusunun herhangi bir şeyi yaratmaması
ya da ortaya çıkarmaması gibidir. Çünkü görme duyusunun görevi sadece görülebilir
şeyleri ayırmak ve açık-seçik kılmaktır. İşte görme duyusu bize bu özelliği ve yetisi
sayesinde bir şeyler yapma imkânı verir ve eylemde bulunurken de bize en büyük
yardımı yapar ve şayet bu duyuya sahip olmasaydık neredeyse hareket edecek
durumda olmazdık. Aynı şekilde açıktır ki; teorik olmasına rağmen felsefi bilgi
yardımıyla sayısız eylemlerde bulunuruz. Bu bilgi yardımıyla neye sarılmamız ve
neyden uzak durmamız gerektiği konusunda kararlar alırız ve bu bilgi sayesinde iyi
249
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 119, 1140b 30 – 35, 1141a 15 – 20.
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.142.
251
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 49.
252
A.g.e, s. 40 – 42.
253
A.g.e, s. 49.
254
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.132 – 138; Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 135, 1147a 10 – 15.
250
52
olan her şeyi bilir ve elde ederiz. Ama sadece insan için iyiyi bilmek yetmemektedir.
İyi olan ve yaşam için faydalı olan şeyleri uygulama ve eyleme geçirmek
gerekmektedir. Mesela; sağlıklı kalmamız sağlıklı olmamızı sağlayan şeyleri
bilmemiz sayesinde değildir, bu bildiğimiz şeyleri bedenimize uygulamamızla
olmaktadır. Zenginliğin ne olduğunu bilmekle değil, ancak büyük bir servet
edinmekle zengin olunur. Her şeyden önemlisi de biz var olanlar hakkında bazı
bilgiler edinerek değil, iyi eylemlerde bulunarak güzel ve asil bir yaşam yaşarız ve
gerçektende mutlu yaşam işte budur.255 Önemli olan erdemin ne olduğunu bilmek
değil, erdemli olmak; adaletin ne olduğunu bilmek değil, adil olmaktır.256 İyilik
kendi içerisinde yeterli değildir, onu eyleme çevirme gücü önemlidir.257 Aristo;
felsefenin, felsefi bir bilginin mutluluğa, mutlu yaşama ulaşmak için önemini şu
sözleriyle ifade ediyor: “İddia ediyorum ki, mutlu yaşam, ya felsefi kavrayıştan
çıkar, ya da onun kendisi mutlu yaşamdır.” 258 Gerek eski dönemlerde gerekse daha
sonraki dönemlerde erdeme ulaşmak için çırpınan, çaba gösteren insanlar genellikle
sosyal yaşamla felsefi yaşamı yegâne yaşam olarak olanaklı saymışlardır. Bu iki tür
yaşamın birlikteliği insanların amaçlarına ulaşmaları için çok önemlidir.259
Düşünme ve bilme insanlar için peşinden koşmaya değer şeylerdendir. Zira
bunların her ikisi olmadan mutlu ve insan onuruna uygun bir yaşam yaşanamaz.
Ayrıca bunlar pratik hayat için de yararlıdır. Aristo düşünerek ve bilgiye dayanan
eylemle yapılmamış şeyleri iyi olarak saymamaktadır. Mutluluk için de düşünce ve
bilgi şarttır. Çünkü mutluluğun meydana gelebilmesi için yapılan eylemler öyle
gelişigüzel yapılan eylemler değildir. Onlar aklın ve beynin süzgecinden geçmiş
erdemli ve ahlaksal mükemmeliyeti olan eylemlerdir.260 Kişiyi eylemle ilgili doğruya
ulaştıran basiret, aklı başındalık uygulamaya dönük bilgeliktir. Uygulamaya dönük
bilgelik, insan için iyi ve kötü şeylerle ilgili, bir kural yardımıyla eylemde bulunma
istidadıdır. Bu istidat ayrıntılarla değil bütün olarak iyi yaşamayla ilgili olan nelerin
255
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 34 – 35;Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 12, 1098a 10 – 25;
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 15, 1214b 15 – 25.
256
Aristoteles, Eudemosa Etik,s. 27, 1216b 20 – 25;Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 218, 1179b 1–10.
257
Aristoteles, Politika, s. 201, Kitap VII, III. Bölüm.
258
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 42.
259
Aristoteles, Politika, s.199, Kitap VII, II. Bölüm.
260
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 27.
53
kişi için iyi ve yararlı olduğu konusunda yerinde düşünme, iyi ve doğru düşünüp
taşınmadır.261
Bu nedenle daha önce de söylediğimiz şeyi burada tekrar zikretmemiz uygun
olacaktır. Bütün insanlar arasında bir tek filozof, var olmanın en büyük yoğunluğuna
ulaştığı, felsefi anlamda en etkin olan ve düşüncesini tüm var olanlar arasında en açık
olana, bütün diğer şeyleri onun yardımıyla bildiğimiz ilkelere yönelttiği için,262 aklını
en iyi kullanan, yoğun düşünebilen ve kendisini düşünce hayatına veren kimse
olduğundan dolayı en mükemmel mutluluğa sadece bilge
kişiler (filozoflar)
ulaşacaktır.263 Uyanık olan uyuyandan ve düşünen de düşüncesiz olandan daha üst
düzeyde yaşar ve ruhunu en yetkin bir şekilde kullanır. İşte bu kişi filozof olan,
felsefi düşüncede en üst seviyeye ulaşmış olan bilge kişidir.264
G. MUTLULUK ve ERDEM
Erdem; en yüksek etkinliğin kendisinden çıktığı kaynak,265 isteyerek elde
edilen ve yapılan bir eylem, bu eylemleri yapmayı sağlayan huy,266 iki aşırılık
arasındaki denge hali,267 ruhun en iyi devinimlerinden oluşan,268 kendi amacını
kendisinde taşıyan,269 iyi şeyleri bulma ve elde tutma, her vesileyle birçok büyük
yararı verme, ihsan etme yeteneği,270 akla sahip olan kişinin gözetip, yapmaya çaba
gösterdiği,271 kendisinden iyi bir eylemin doğduğu, insanın kendi tercih ve iradesi ile
elde ettiği istikrarlı bir istidat,272 zihinle hayvani unsur arasındaki denge,273
261
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 117 – 118, 1140a 25 – 35, 1140b 30.
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 49 – 50.
263
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 218.
264
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 51.
265
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.125.
266
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 52, 1114b 15 – 35.
267
Aristoteles, Politika, s. 126, Kitap IV, XI. Bölüm.
268
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 53, 1220a 30 – 35.
269
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 91, 1129b 30.
270
Aristoteles, Retorik, s. 64, 1366a 35.
271
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 113, 1138b 15 – 25.
272
Emile Brehıer, Felsefe Tarihi, çev. Miraç Kantarcıoğlu, Cilt – 1, s. 191 – 192. ( Milli Eğitim
Basımevi, İstanbul – 1969)
273
Weber, Felsefe Tarihi, s. 86.
262
54
kötülüğün karşıtı,274 aşırı ve eksik olmayan orta olan davranışlarda bulunma,275
ruhun iyi durumda olması ya da ruhun doğru davranışıdır.
İnsanın hayattaki en son amacı, hedefi mutluluktur.276 Onu bu amacına ve
gayesine ulaştıracak araç ise erdemdir, fazilettir.277 Mutluluk ruhun erdeme uygun
faaliyetidir, eğer birden çok erdem varsa en yüksek ve en tam olanına uygun faaliyet
mutluluktur.278 Demek ki erdem, mutluluğun en temel koşuludur.279 Çünkü
mutluluğa ulaşılması için önemli olan erdemli etkinliklerdir. Erdeme aykırı olan
etkinlikler mutluluğun tersini ortaya çıkarır.280 İnsanın davranışlarındaki gayesi;
hayra, iyiliğe ulaşmak olduğuna göre en yüksek iyi, erdem de insanı mutluluğa
götürür.281 Ayrıca mutluluğa ulaşma yolunda da bedenin erdemleri değil, ruhun
erdemleri önem taşımaktadır. Çünkü mutluluk ruhun erdeme uygun bir
etkinliğidir.282 Erdemler, sağlayabilecekleri herhangi bir yarardan ötürü değil, kendi
içlerinde istenilmeye değer olduklarından dolayı iyidirler.283
Şimdi erdem ve mutluluk arasındaki ilişkiye mutluluğun tanımından hareketle
çok kısa olarak değindikten sonra erdem konusunu ele alalım ve mutlulukla erdem
arasında ne tür bir ilişki var onu görelim.
Aristoya göre erdemler; düşünce (akli) ve karakter (ahlaki) erdemleri olmak
üzere ikiye ayrılmaktadır. Bunlar ise;
a) Düşünce erdemleri; ruhun akıl sahibi olan kısmının üstünlükleridir.284
Aktif zihinle pasif zihin arasındaki ahenk zihinsel erdemdir. (arete dioneetike) bu
erdem teorik alanda bilgelik, pratik alanda da öngörü ve sağduyu olarak kendisini
gösterir.285 Bu erdemler akılla beraber gider, akıl taşıyan yana, akıl taşımasından
274
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 130, 1145a 15 – 20.
A.g.e, s. 79, 1125b 5 – 25.
276
Aristoteles, Politika, s. 28, Kitap I, XIII. Bölüm.
277
Kaya, Aristoteles ve Felsefesi, s. 243.
278
Kılıç, Ahlakın Dini Temeli, s. 22.
279
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.130.
280
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 17, 1100b 10.
281
Erdem, Ahlak Felsefesi, s. 43.
282
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 21, 1102a 1 – 20.
283
Aristoteles, Politika, s.224, Kitap VII, XIV. Bölüm.
284
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 114, 1139a 1 – 10.
285
Weber, Felsefe Tarihi, s. 86.
275
55
ötürü ruhun buyuran yanına özgü erdemlerdir.286 Bu nedenden dolayı bu erdemler
aklın etkinliği ile ilgilidir ve bunların yeri düşüncedir.287 Daima eğitimden gelir ve
eğitim sayesinde gelişir. Böyle bir fazileti elde edebilmek için de tecrübe ve zamana
ihtiyaç vardır. Mesela; bilgelik (hikmet), doğru yargılama, aklı başındalık ve ileri
görüşlülük düşünce erdemlerindendir.288
b) Karakter erdemleri, yani ahlaki faziletler ise; adet ve alışkanlıklardan
doğar. Bu erdemler, akıldan pay almayan yanla ilgilidir. Doğal olarak akıl taşıyan
yanın peşinden giden yana özgü erdemlerdir.289 Zihinle irade arasındaki ahenkten
dolayı meydana gelen erdemlerdir. (arete etike)290 Bunlar uygulamaya dönük bilgelik
sahibi insanın enine boyuna düşünme sonucu tercih ettiği duygu ve eylemlerinde
kendisine göre orta olandır. Karakter erdemi hazlarda, acılarda, hoş olan ve acı verici
şeylerde kimi orta olmalarla ilgilidir ve belli bir orta olmak da karakter erdemi için
zorunludur. Cömertlik, ölçülülük, yiğitlik ve dostluk gibi erdemler ahlaki
erdemlerdir. Mesela; cömertlik, cimrilikle savurganlığın; ölçülülük, haz düşkünlüğü
ile duyarsızlığın; yiğitlik, korkaklıkla cüretliliğin; dostluk da, dalkavuklukla
soğukluğun orta halleridir.291 Bu tür erdemlerin hiçbirisi bize tabiattan gelmiş
değildir, doğa vergisi olarak bizde bulunmazlar, sadece bunları elde edebilecek bir
yapımız vardır. Çünkü tabiattan gelen bir şeyi alışkanlıkla, olduğundan başka bir
şekle sokmaya imkân yoktur. Nitekim tabiatı gereği aşağı doğru yönelen bir taşı
binlerce, milyonlarca kez tekrarlasak da yukarıya doğru yönelme alışkanlığı
kazanmayacaktır. Aynı şekilde alevde aşağı doğru gitmeye alışmayacaktır. Doğal
yapısı ne ise o yapısının zıddı olmayacaktır. Bu da göstermektedir ki; bizdeki
erdemler ne sadece tabiattan gelir ve ne de tabiatın zıddına bir şekilde elde edilir. Bu
erdemleri edinecek tabii bir yapımız vardır. Bunları bu yapı sayesinde elde ederiz ve
alışkanlıklarla da onları geliştirir ve tamamlarız.292 Alışkanlıkta; doğal olmayan, çok
kez belli bir biçimde devinmekle, harekette bulunmakla oluşturulan, içerisinde iş,
286
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 51, 1220a 5 – 10.
Bedia Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.130.
288
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s.23, 1103a 10 – 20, Kaya, Aristoteles ve Felsefesi, s.244.
289
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 52, 1220a 10 – 15.
290
Weber, Felsefe Tarihi, s. 86.
291
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 57, 1220b30 – 40, 1221a 5 – 15.
292
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 23, 1103a 5 – 25;Mahmut Kaya, Aristoteles ve Felsefesi, s. 244.
287
56
eylem taşıyan bir süreçtir.293 Karakter erdemiyle ilgili en önemli şey, gerekenden
hoşlanmak ve gerekenden de nefret etmektir. Bunlar, erdemle, mutlu bir yaşamla ilgi
içinde güç, olanak taşıdıklarından dolayı bütün yaşam boyu etkili olurlar. Çünkü
insanlar hoş şeyleri tercih ediyor, acı verenlerden ise kaçıyor.294 Karakter erdemleri
kimi haz ve acılarla ilgilidir. Erdemli ya da kötü karakter kimi haz ve acıların
peşinden koşmakla ya da onlardan sakınmakla oluşmaktadır.295
İnsan, bu erdemlerin alt yapısına, onları yapabilecek yetiye daha önceden
sahiptir. Örneğin, biz birçok defa görmekten veya duymaktan dolayı göze ve kulağa
sahip değiliz, görme ve duyma yetisini göz ve kulağa sahip olarak kullandık, yoksa
kullanarak onlara sahip olmadık.296 Mutluluk bir huy değildir. Çünkü bu durumda
mutluluk eğer bir huy olsaydı, yaşam boyu uyuyan bir bitki gibi yaşam süren, en
büyük felaketlere uğrayan bir kişide de bulunabilirdi. O bir huy değildir, kendi
başına tercih edilen etkinliktir. Kendi başına tercih edilen ise kendisinden etkinliğin
dışında hiçbir şey beklenmeyen etkinliklerdir. Bu tür etkinlikler erdeme uygun
eylemlerdir.297 Melekeler, huylar aynı davranışı defalarca tekrar etmekle kazanılır.298
İnsanlar üç nedenden ötürü iyi ve erdemli olurlar. Bunlar da; a)doğa299 b) alışkanlık
veya eğitim c) akıldır. İyi bir insanın meydana gelmesi için bunların üçünün de
uyumlu olarak işlemesi gerekmektedir.300 O halde, erdemli olabilmek içinde erdemli
sayılan şeyleri çok tekrar etmek, önceden bu erdemlerle ilgili olarak devamlı
etkinlikte bulunmak gerekir. Nitekim ev yapa yapa mimar, gitar çala çala gitarcı
olunur ve bunun gibi de adaletli şeyleri devamlı yaparak adil insan, ölçülü davrana
davrana ölçülü, yiğitçe davrana davrana da yiğit insan olunur ve bu güzel erdemler
insanda birer melekeye dönüşür.301 İnsanın erdemi, insanın iyi olmasını ve kendi işini
293
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 53, 1220b 1 – 5.
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 200, 1172a 20 – 25.
295
Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 63, 1221b 30 – 40.
296
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 24, 1103a 25 – 30.
297
A.g.e, s. 211, 1176a 35, 1176b 5 – 10.
298
A.g.e, s. 25, 1103b 20 – 25.
299
İnsan öncelikli olarak başka bir şey değil de bir insan olarak doğmalıdır. Kendisinde bir
insan vücudu ve zihni olmalıdır. (Aristoteles, Politika, s.220.)
300
Aristoteles, Politika, s.220, Kitap VII, XIV. Bölüm.
301
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 24, 1103a 30 – 35, 1103b 1 – 5.
294
57
iyi gerçekleştirmesini sağlayan şeydir.302 İnsanın daha iyi yanının etkinliği daha
erdemli, daha değerlidir ve daha mutluluk vericidir.303
Her erdem neyin erdemi ise o şeyin iyi durumda olmasını ve kendisini iyi
gerçekleştirmesini sağlar.304 Her bir erdem ruhun her bir parçasına özgüdür.305
Erdemler ve faziletler, bir şeye temayül etmekle, davranışlarda, eylem ve
etkilenimlerde bulunmakla ortaya çıkar. Haz ve acı isteklerin doğrudan doğruya
mihenk taşlarıdır, eylemlerimiz için ölçüdürler, iyi ve faydalı olan şeylere temel
oluştururlar.306 Haz ve acı davranışlara yön verir. İnsanlar haz veren, hoş olan şeyleri
tercih eder ve acı veren şeylerden de uzaklaşır, kaçar.307 İnsanın bir şey karşısındaki
tutum ve davranışları o şeyden zevk veya acı duymasının bir sonucudur. Buradan
hareketle Aristo, erdemlerin haz ve elemlerle ilgili olduğunu ve erdemle ilişkisi olan
bu şeylerin iyi yönde kullanıldığında erdemi arttırdığını ve bunun tam tersi şekillerde
kullanıldığında ise erdemi yok ettiğini savunmaktadır.308 Erdemli kişi, ölçülü,
kendine egemen olan, sağlam karakterli,309 hem hoş hem de yararlı kişidir.310 Erdem,
kişiyi kötülüklerden ve çirkin şeylerden uzak tutar. Ruhu devamlı iyilik yapmaya
sürükler.311
Buna göre erdemli insan eylemlerde bulunurken her hususta şu üç şeyi elde
etmek ve üç şeyden de sakınmak isteyecektir.
Elde etmek istedikleri;
1) İyi
2) Yararlı
3)Uygun olan şeyler;
Sakınacakları ise;
1) Kötü
302
2) Zararlı
3) Uygunsuz olan şeylerdir.
A.g.e, s. 31, 1106a 20 – 25.
A.g.e, s. 212, 1177a 5 – 15.
304
A.g.e, s. 31, 1106a 15 – 20.
305
A.g.e, s. 127, 1144a 1 – 5.
306
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.132.
307
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, 200, 1172a 20.
308
A.g.e, s. 26, 1104b 10 – 20, 1105a 10 – 15.
309
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 131, 1145b 10 – 20.
310
A.g.e, s. 164, 1158a 30 – 35.
311
Yalçın, Mutluluk Yolu ve Felsefesi, s. 112.
303
58
Bunları yaparken de iyi insan başarılı, kötü insan ise başarısız olacaktır.312
Aristo her hangi bir davranışın ahlaki bir değer taşıyabilmesi ve tam erdemli
sayılması için üç şart aramaktadır. Bunlar ise;
1) Davranışı yapan kişi o davranışı niçin yaptığını bilecek,
2) Tam bir irade ile kendisi için tercih ederek ve davranışın sonucunu
düşünerek yapmak,
3) Tam bir kararlılıkla ve aksinin olamayacağını düşünerek emin bir şekilde
hiç tereddüt etmeden yapmaktır.
Aristo’ya göre bu şartlardan birincisi diğer ilim ve sanatlar için önemliyse de
erdem konusunda birinci şartın pek önemi yoktur. Ama son iki şart ise pratiğe
yöneldiğinden son derece önemlidir.313
Erdem, doğal olan bir yatkınlık, bir içgüdü ve akıl sayesinde varılan doğru
görüşün birleşip bunları yönetmesiyle ortaya çıkar.314 Erdem, akıl tarafından ve aklı
başında, bilge insanın belirleyeceğiyle belirlenen, bizle ilgili olarak orta olanlarda
bulunan, tercihlere
312
315
ilişkin bir melekedir. Biri aşırılık öbürü de eksiklik olan iki
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 27, 1104b 30 – 35.
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 29, 1105a 30 – 35, 1105b 1 – 5; ayrıca bkz Kaya, Aristoteles ve
Felsefesi, s. 245.
314
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.131.
315
Burada Aristo, tercih kavramını ne için kullanmış bu ne demektir onu belirtmemiz ve buna
açıklık getirmemiz gereklidir diye düşünüyorum.
Aristo’ya göre tercih; zorla ya da bilgisizlik nedeniyle yapılan bir şey olmadığı gibi, arzu,
tutku, isteme ve sanı da değildir. Arzu tercihe ters düşebileceği gibi, hoşla ve üzüntü verenle ilgilidir.
Tercih ise bunlarla ilgili değildir. Tutku yüzünden yapılanlarında tercih ile pek fazla alakası yoktur.
Akıl sahibi olmayanlarda arzu ve tutku vardır ama tercih yoktur. Tercih, isteme de değildir. Çünkü
olanaksızın, yapılmayacak şeylerin istenmesi söz konusu iken tercih edilmeleri mümkün değildir.
Mesela; bütün insanların kralı olmak, ölümsüz olmak istenebilir. Ama hiç kimse bunları olanaksız bir
durumdaysa tercih edemez. Aynı zaman da isteme gayeyle, tercih ise gayeye ulaştıran şeylerle
ilgilidir. Her şey istenir ama tercih edilmez. Tercih edilmiş her şey isteyerek olur ama isteyerek olan
her şey tercih edilmiş değildir. Tercih insanın elinde olan şeylerle ilgilidir, mevcut olmayan, insanın
elinde bulunmayan, başka türlü olmayacak ve yapamayacağı şeyler tercih edilmez onlar ancak
istenir. Mesela; sağlık istenir ama bizi sağlıklı kılacak şeyleri ise tercih ederiz. O aynı zaman da
kanıda değildir. İyi olduğunu bildiğimiz şeyleri tercih ederiz, ama pek iyi bilmediğimiz şeyler
hakkında ise kanımız olmaktadır. Tercih isteyerek, eylemin tek tek koşullarını bilen tarafından yapılan
bir seçimdir.. Enine boyuna düşünen ile hakkında karar verilendir. Tercih edilen şey kişinin elinde
olan şeyleri düşündükten sonra arzu ettiği şeydir. Başka bir tabirle tercih, kişinin elinde olan şeylerin
enine boyuna düşünülmüş arzusudur, (Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 44 – 48, 1111b 5 – 35,1112a
5 – 25, 1113a 1 – 10; Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 89, 1225b 25 – 35, 1226a 5 – 15, s. 95, 1226b 30 –
35.) veya da tercihe, ya iştahlı us ya da düşünce ile ilgili iştah denilebilir. (a.g.e, s. 115, 1139b 1 – 5.)
313
59
kötülüğün ortasıdır. Kötülük ise etkilenim ve eylemlerin gerekenden aşırısı veya
eksiğidir. Erdem ise bunlardaki ortayı bulma ve tercih etmedir. Yani kötülüğün
karşıtıdır. Bu nedenledir ki; varlığı yani ne olduğunu dile getiren söz bakımından
erdem; orta olma, en iyi ile iyi bakımından ise uçta olmaktır.316 Erdem için önemli
olan insanın yapılması gerekenden hoşlanması, yapılmaması gerekenden de
tiksinmesi en güzel şeydir.317
Erdem konusunda son olarak da insanı mutlu kılan, onu en yüksek gaye olan
mutluluğa ulaştıran erdemli davranışların nasıl olması gerektiğini açıklayalım.
Aristo’ya göre iyi bir davranış, eksiği ve fazlası olmayan başkaları tarafından
kınanmayan, yani ifrat ve tefrit denilen her iki aşırı uçtan uzak olan bir davranıştır ki,
o bu davranışa doğru olan orta demektedir. Mesela; cesaret, delice atılganlıkla
korkaklığın; cömertlik, israfla, cimriliğin; soğukkanlılık, öfke ile duygusuzluğun
arasındaki doğru olan ortayı teşkil etmektedir. Buna göre iki aşırı uç birbirine zıt
olduğu gibi orta olana da zıttırlar. Tabiatıyla orta da her iki uca zıt olacaktır.318 Orta
olan, gerektiği zaman gereken şeylere, gereken kişilere karşı gerektiği için, gerektiği
gibi yapmaktır. Bu en iyi, en güzel şeydir ve erdeme özgü olan da budur. Demek ki
erdem bir tür orta olmadır ve ortayı amaç edinir.319
İnsanların kabiliyet ve karakterleri birbirinden farklı olduğu için doğru olan
ortayı bulmak oldukça zordur. Mesela; cesur olan bir kimse, korkağa göre atılgan,
atılgana göre korkaktır. Para alıp verme konusunda cimri adam cömert olan kişiye
müsrif gözüyle, müsrif olan da cömert kişiye cimri gözüyle bakacaktır.320 Bir insanın
yaptığı davranışlarda üç nokta vardır. İfrat, vasat ve tefrittir. İnsan bu noktalardan
vasatı yakalayınca erdemli olmaktadır. İfrat ve tefritten uzak olarak, gerektiği zaman
ve mekânda, neye göre, kime karşı, ne sebeple, ne ölçüde, doğru vasıtalarla nasıl
Aristo, bütün tercih ve istem dışı olan eğilimleri erdemli olan şeylerden ayırmış, bir davranışı tercih
etmenin, o davranışa yönelmenin erdemli bir faaliyet olmasında öneminin çok büyük olduğunu
söylemiştir. Korku, kaygı, acıma vb. gibi duygulanımlar sonucu ortaya çıkan şeylerin kendi başlarına
ne övülür ne de yerilir olduklarını belirtmiştir. (Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.132.)
316
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s.32, 1106b 35 – 40; Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 130, 1145a
15 – 20.
317
Brehıer, Felsefe Tarihi, Cilt – 1, s. 196.
318
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s.37, 1108b 10 – 25.
319
A.g.e, s. 32, 1106b 15 – 35.
320
A.g.e, s. 34, 1107a 30 – 35, 1107b 1 – 15.
60
hareket etmesi gerektiğinin bilincinde olarak insanın yaptığı eylemler, erdemli
davranışları oluşturmaktadır.321 Bu davranışların sonucunda da erdemlerin en
yükseği, en iyisi, mükemmeli ve kendisi gaye olan mutluluğa ulaşılmaktadır.322
Aristo’ya göre erdeme, sürekli bir gayret, öğrenme ve alıştırmayla ulaşılır. Erdemli
insan erdemi bizzat yaşayan insandır, şahsında erdemi gerçekleştiren insan da
mutluluğa erişmiş olur.323
Sonuç olarak diyebiliriz ki Aristo erdemi insanın hayatındaki en son gaye
olan mutluluğa ulaştıran bir araç olarak görmektedir. Erdem, ifrat ve tefrit arasındaki
ortadır. İnsan aklı sayesinde iyiyi bilir ve iradesiyle de ona yönelirse bu sayede
erdemli olur. Mutluluk aklın erdeme uygun etkinliği olduğu için de erdemi
yakalayabilen, ifrat ve tefrit arasındaki orta davranışlarda bulunabilen kişi mutluluğa
da ulaşabilir.
H. MUTLULUK VE HAZ
Aristo’ya göre, insanların çoğu hazza eğilimlidir, ona yönelmiştir ve
kendilerine erek olarak da hazzı görmektedirler. Ama bu hayvanlara ve özgür
olmayan insanlara yaraşan bir erektir,324 bu ya hastalıktır ya da hayvanca bir
şeydir,325 ölçülülüğün karşıtıdır.326 Haz düşkünü olan, kendi kendisine egemen
olmayan,327 hoş şeylerin tamamını ya da en hoş olanları arzu eder. Bu arzuları onu
güder ve bunları başka şeylere tercih eder.328 Çocuklar ve hayvanlar haz peşinde
koşar.329 Hatta hazların kölesi olmuş insanlar da çoktur. İşte bu tür insanları hazların
çekiciliğinden kurtarmak onlara orta yolu buldurmak gerekmektedir.330 İşte bu
321
Derleme, Büyük Filozoflar, çev. Münir Yarkın, s. 43.
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 212, 1177a 10 – 15.
323
Erdem, İlk Çağ Felsefesi Tarihi, s. 272.
324
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.123.
325
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 140, 1149a 1 – 5.
326
A.g.e, s. 145, 1151a 15 – 20.
327
A.g.e, s. 131, 1145b 15 – 20.
328
A.g.e, s. 63, 1119a 1 – 10.
329
A.g.e, s. 149, 1152b 20.
330
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 200, 1172a 30 – 35.
322
61
nedenle de Aristo, hazzın insansal şeylerin tek başına en iyisi olabileceğini
söyleyenlere karşı bu konuyla ilgili örnekler vererek, bunun böyle olmadığını ve
kendi başına hazzın yeterli olmayacağını, çünkü hazzın kendisi tercih edilir bir şey
olmadığını, kendisine başka şeylerin katılmasıyla daha da tercih edilir olduğunu ve
herkesin haz anlayışının ve haz aldıkları şeyin farklı olduğunu söyleyerek hazzın
kendine yeter, en iyi bir şey olamayacağını ortaya koyar.
Bazı kişilere göre ister kendi başına olsun isterse başka bir şeyle birlikte olsun
hiçbir haz iyi değildir. Çünkü haz ile iyi aynı şey değildir. Bazılarına göre de hazların
genellikle çoğu kötü, çok az bir kısmı ise iyidir. Bir kısım kimseye göre de bütün
hazlar iyi olsa bile bu hazzın en iyi olması manasına gelmemektedir.331
Haz bir tür iyidir, ama başka bir iyiden yani mutluluktan daha üst bir iyi
değildir. Çünkü başka iyilerin katılmasıyla haz daha tercih edilir oluyor, oysaki
mutluluk kendi başına yeter olan ve kendisi için tercih edilen en üst bir iyidir.
Mutluluk bir başka şeyden dolayı bir başka şey adına tercih etmediğimiz şeydir.332
Haz kısa süreli de tercih edilebiliyor ve peşinden gidilebiliyor ama mutluluk böyle
değildir, o her zaman tercih ediliyor. Ayrıca mutluluğu aklı başında insanlar
seçerken, haz düşkünlüğü aklı başında olmaya bir engeldir, cinsel hazlarda olduğu
gibi, ne denli hoşlanırsa o denli büyük bir engeldir, haz içindeyken kimse bir şey
düşünemez. Ölçülü kişi hazlardan kaçar ve akıllı insan da hoş olanların değil acı
vermeyen şeylerin peşinden gider, acıdan bağımsız bir yaşamı seçer.333 Erdemli
insan her hangi bir şeyden haz duymaz, haz için yaşamaz, o, yaşamdan en yüksek
hazzı alır.334
Aristo hazzın ne olmadığından yola çıkarak hazzı ortaya koymaktadır.
Aristoya göre haz ne bir nitelik, ne bir devinim, ne bir oluş, ne bir doygunluk ne de
bir etkinliktir. Haz bunların dışında bir şeydir.
331
A.g.e, s. 149, 1152b 5 – 10.
A.g.e, s. 201, 1172b 15 – 25.
333
A.g.e, s. 149, 1152b 15 – 20, s.151, 1153a 25 – 30.
334
Aristoteles, Felsefeye Çağrı, s. 51.
332
62
Nitelik değildir. Çünkü hazzın az ya da çok bir sınırı yoktur.335 Haz bir
devinimde değildir. Çünkü her devinimde bir hızlılık ve yavaşlılık söz konusudur.
Oysa hazda bunlar söz konusu değildir. Çabucak öfkelenmek, sevinmek olanaklıdır
ama çabucak haz almak olanaksızdır. Hazza yönelmek hızlı ya da yavaş olabilir ama
haz içinde etkinlikte olmak yani haz almak hızlı olamaz.336 Her devinim bir evin
inşaatı gibi zaman içinde belli bir amaca ilişkindir, aradığını gerçekleştirince her
zaman için ya da o an için tam olur. Bu nedenle devinimin parçaları her zaman tam
değildir, devinimin parçaları biçim bakımından birbirlerinden farklıdırlar. Mesela;
yer değiştirme bir devinim ise bunun biçimce farklılıkları, uçma, yürüme, atlama
vb.dir. Hatta yürümede de, evden yürümek, bir yerden başka bir yere yürümek, şu ya
da öteki şeritten yürümek farklıdır. Bu nedenle pek çok bakımdan farklı, tam
olmayan devinimler vardır. Hazzın ise biçimi her zaman bütün ve tamdır. Devinim
belli bir zaman içerisinde olası bir şeyken, haz alma o an içinde ki bütün bir şeydir.
Bu nedenle devinimle haz birbirinde farklıdır. Hazzın devinimi, oluşu yoktur, çünkü
o bütündür.337
Haz bir oluş da değildir. Çünkü gelişigüzel bir şeyden gelişigüzel bir şey
oluşmuyor, aksine nesne neden oluşuyorsa onda yok olmaktadır. Eğer haz bir oluş
olsa, hazzın oluşu olan şey, acının yok oluşu olurdu.338 Haz ne bir oluştur ne de
bütün hazlar oluşla birliktedir, hazlar nesnelerin kullanımıyla ilgili bazı etkinliklerdir
ve etkinliklerde oluştan farklı bir şeydir.339 O bir doygunluk da değildir. Çünkü
bazıları; “Acı, doğaya uygun bir şeyin eksikliği, haz ise, bu eksikliğin
doldurulmasıdır” derler. Aristo’ya göre bunlar bedenle ilgili duygulanımlardır. Haz
eğer doğaya uygun bir şeyin doldurulması olsaydı, doygunluk neyde ise o haz
verecekti. Ama durum böyle değildir. Haz doygunluk değildir, çünkü doygunluğun
meydana gelmesi haz verir ama doygunluk oluşmayınca da acı verir.340 Haz bir
etkinlik de değildir. Çünkü haz etkinliği tamamlamaktadır. En hoş etkinlik ise en tam
olan, en tam etkinlik de o etkinliğe girenlerin en erdemlisidir. Her duyuma, her
335
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 202, 1173a 10 – 20.
A.g.e, s. 202, 1173a 25 – 35, 1173b 1 – 5.
337
A.g.e, s. 205, 1174a 15 – 35, 1174b 5 – 15.
338
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 202, 1173b 5.
339
A.g.e, s. 149, 1153a 5 – 20.
340
A.g.e, s. 200, 1172b 5 – 15.
336
63
düşünme gücüne, her teoriye ilişkin bir haz vardır. Bu nedenle haz bütün bu
etkinliklerin tamamlayıcısıdır ve ayrıca haz, etkinliği içinde bulunan bir huy olarak
değil eklenen bir amaç olarak tamamlar. Nasıl ki yaşamını devam ettiren her bir
canlıya özgü bir iş varsa bunlara özgü de bir haz vardır, çünkü hazlar etkinliğe
bağlıdır.341 Erdem en yüksek etkinliğin kendisinden meydana geldiği ana kaynaktır
ve haz da bu erdeme katılarak o erdemi daha güzelleştirir ve onu tamamlar.342
Etkinlikten bağımsız olarak haz oluşmaz. Etkinlik meydana geldikten sonra haz onu
tamamlar. Yani bunlar birbirine bağlıdır. Söz gelişi güçlü kişilere zekâ eklenmesi
gibi. Hiç kimse sürekli olarak bir şeyden haz almaz. Çünkü haz, etkinliği izler. Kimi
şeyler de yeni olduklarından dolayı haz verirler ama daha sonra ise haz verecek şey
aynı olduğu halde aynı şekilde haz vermez.343 Mutluluğa hazzın da katılması
gereklidir. Çünkü mutluluğa haz eşlik edince mutluluk daha tercih edilir ve güzel
olacaktır344 ve genellikle de herkes mutlu yaşamın hoş olduğunu düşünmektedir.345
İnsanlar bir şeyden haz aldıkları zaman o etkinliği daha güzel yapar ve o işten
daha iyi istifade eder. Mesela; bir kişi geometriyi sever, ondan hoşlanırsa geometrici
olur ve bu konuyla ilgili her şeyi daha iyi kavrayarak, en güzelini yapar. Aynı şekilde
müziği, mimarlığı ve diğer sanatları sevenler de yaptıkları etkinlikten haz aldıkları
için alanlarında ilerlerler. Bu nedenden insanlar haz aldığı hoşlandığı bir işi yapmalı,
eğer hoşlandığı bir şey varsa ondan başka bir şey yapmamalı ve hoşlanmadığı bir şey
varsa hoşlanacağı, haz alacağı şeylere doğru yönelmelidir.346 Bir şeyi zorla ve
istemeden yapanlar acı çekerken, hoş ve güzel bir şey için her hangi bir zorlama
olmadan kendi iradeleriyle isteyerek yapanlar haz duyarlar.347 Her insan sevdiği
şeylerden, ilgisini çeken şeylerden haz alır.348 Aristo hazla mutluluğu beraber ele alır
ve hazzı mutluluk kavramının dışında bırakmaz. Bir eylem ne denli soylu ise o denli
341
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 209, 1176a 5.
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.125.
343
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 206 – 207, 1174b 20 – 35, 1175a 5 – 25.
344
A.g.e, s. 213., 1177a 20 – 25.
345
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 149, 1153b 10 – 15; Aristoteles, Eudemosa Etik, s. 253, 1249a 15
– 20.
346
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 208, 1175a 25 – 35, 1175b 5 – 15; Aristoteles, Eudemosa Etik, s.
25, 1216b 5 – 15.
347
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 42, 1110b 10 – 15.
348
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 60, 1117b 20 – 35.
342
64
yüksek bir haz ona bağlıdır. Düşünme ve ahlaksal eylem en salt ve en yüksek hazzı
verir. Gerçi en yüksek iyi haz olamaz ama hazza çaba Aristo’ya göre zorunludur ve
yaşama içgüdüsünden ayrılamaz. Erdemli insanın hazzı gerçek bir hazdır, gerçekten
insana uyan bir hazdır.349 Her kişinin durumuna, konumuna ve yapısına göre güzel
ve hoş olan şeyler vardır. Erdemli kişinin başkalarından en büyük farkı da tek tek
şeylerde doğruyu görmesindedir. Çoğu insanlar haz yüzünden yanılabilmekte, kötü
olan şeyler onlara iyi olarak görünebilmektedir.350 Erdemli kişi ölçülüdür ve ölçülü
olmak da hazlarda orta olanı yakalamak demektir.351 Erdemli insan hazlar konusunda
bu ortayı yakalamıştır. Nitekim erdemli kişi, haz düşkünü insanın haz aldığı pek çok
şeyden hoşlanmaz ve bunların yokluklarında acı çekmez, onları arzu etmez ve olsa
olsa onların yokluklarında ölçülü bir şekilde acı çeker ya da onları arzu eder.352
Her etkinliğe göre bir haz vardır. Erdemli etkinliğe ilişkin doğru bir haz, kötü
bir etkinliğe özgü eğri bir haz vardır.353 Nitekim birden çok haz vardır ve bu hazlar
da türce birbirinden farklıdır. Mesela; güzel şeylerden kaynaklanan hazlar ile çirkin
şeylerden kaynaklanan hazlar birbirlerinden farklıdırlar. Adil olmayan birisinin
adaletten hoşlanması veya müziksever olmayan birisinin de müzikten haz alması
mümkün değildir.354 Her hazzın ancak onu ortaya koyan eylem ölçüsünde bir değeri
vardır.355 Ayrıca aynı türden veya tür bakımından değişik olanların bile hazları biçim
bakımından birbirlerinden farklı olmaktadır. Mesela; bir atın, bir köpeğin, bir insanın
hazları birbirinden farklıdır. Eşekler samanı altına tercih ederler, çünkü onlar için
yiyecek altından daha hoştur. İnsanları ilgilendiren hazlarda da; kimini sevindiren
şey kimini üzmekte, kimileri için acı ve nefret uyandıran şeyler, kimileri için sevilen
ve hoş şeyler olabilmektedir.356 Herkes haz olduğunu bilip bilmeden, ona bu adı
vermeden bir haz peşinde koşar, ama herkes aynı hazzı aramaz, bir şeyden aynı
şekilde haz almaz.357 Her hangi bir acı meydana gelmese de çok kötü bir şey
349
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.129.
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 49, 1143a 30 – 35.
351
A.g.e, s. 60, 1117b 20 – 30.
352
A.g.e, s. 63, 1119a 10 – 20.
353
A.g.e, s. 209, 1175b 20 – 30.
354
A.g.e, s. 204, 1173b 25 – 35.
355
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.129.
356
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 210, 1176a 5 – 15; Aristoteles,Eudemosa Etik,s.21,1215b 20– 25.
357
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 149–150, 1153b 30 – 35, 1154a 15 – 20.
350
65
yapılarak da haz almak mümkündür veya her hangi bir haz alınmasa bile insan birçok
şeyi yapmak için de çaba göstermektedir. Mesela; görmek, anımsamak, bilmek,
erdemlere sahip olmak gibi bşeyler böyledir. Değişik cinsten, iyi ya da kötü çeşit
çeşit hazlar vardır. Bu nedenlerden dolayı haz bir çeşit iyi değildir veya her hazda
tercih edilesi bir şey değildir.358
Bu nedenlerdendir ki haz; en yüksek iyi olamaz, çünkü haz kendine yeter bir
şey değildir. Genel olarak her hazda istenmeye değer değildir; çünkü en kötü insanda
duyusal bir haz meydana gelebilir, buna da mutluluk diyemeyiz. Gerçek iyiye ancak
erdemli insan ulaşabilir.359 Tüm hazlar erdemli değildir, çirkin olanlar, kınananlar
vardır. Hazzın iyi olmamasının başka bir nedeni de onun bir amaç, bir son değil de
bir süreç olmasındandır. O doğaya yönelik duyumlarla ilgili olan bir şeydir, doğaya
uygun bir ruh etkinliğidir.360 Hazza adanmış bir yaşama Aristo’ya göre, insana layık
bir yaşama değildir. Haz eylemlerimizin bir amacı, hareket nedeni olmamalı, ancak
doğaya uygun eylemlerimizin zorunlu bir sonucu olmalıdır. Bu söylediğimiz iki şeyi
birbirinden ayırırsak, erdemli bir insan hazsız eylemi, eylemsiz hazza üstün
tutmalıdır. Ama gerçekte erdem; insanın hazla erdemi birbirinden ayırmamayı
bilmesindedir, insanın erdemli bir eylemden sevinç duyabilmesindedir.361 Hazzın
ölçüsü erdemdir ve insan ancak onun vasıtasıyla iyi eylemde bulunup bulunmadığına
karar verir.362
I. MUTLULUK İLE İNSAN - TOPLUM ve SİYASET İLİŞKİSİ
Aristo, Nikomakhos’a Etik’in başlangıcında toplumun iyiliğini, bireyinkinden
daha büyük ve mükemmel bir iyi olarak görmektedir. Bireyin iyiliğini ise yalnızca
toplumun iyiliğine ulaşılmadığında yetinilebilecek bir iyi olarak düşünmektedir.363
358
A.g.e, s. 204, 1174a 1 – 10.
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.126.
360
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 149, 1152b 20 – 25, 1153a 10 – 15.
361
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.129.
362
Lokman Çilingir, Ahlak Felsefesine Giriş, s. 32. (Elis Yayınları, 1. Baskı, Ankara – 2003)
363
Ross, Aristoteles, s. 220.
359
66
Aristo’ya göre; “İyi, bir kişi için ve bir kent için aynı şeyse, kent için olanını elde
etmek hem de onu korumak daha önemli ve amaca daha uygun gibi görünüyor,
çünkü o bir tek kişi içinde istenen bir şeydir, ama bir budun ve kentler için olursa
daha güzel ve tanrısal olur.”
364
Toplum, kent ya da devlet aileden de aramızdaki
bireylerden de önceliğe sahiptir. Çünkü bütün parçadan önce gelir ve gelmelidir de.
Nitekim el ya da ayağı tüm bedenden ayırırsak o artık el ya da ayak olmaz. Nasıl ki,
taştan veya tahtadan yontulmuş el ya da ayaktan söz edebiliyorsak, bütünden
ayrılınca sadece bunun gibi bütünden ayrılan şeyin de adı kalır geriye. İşte böyle
durumda bütünden ayrılan parça onu o yapan güç ortadan kalkacağı için işlevini
yitirecek ve ortadan kalkacaktır. Bunlar gibi devlet ve toplumun da bireyden önceliği
vardır. Nasıl ki birey bir parçası vücudundan ayrıldığı zaman kendine yeterli
olmayacak ise aynı şekilde insanda bağlı bulunduğu bütünden ayrıldığında durum
aynı olacaktır. İnsan, erdeme uygun davranışlarda bulunarak yetkinliğini ancak bir
topluluk içinde gerçekleştirecektir. Devletin temelindeki faktör erdemdir.365 Devletin
gayesi idare edilenin menfaatini temindir. İnsanlar devlet için değil, devlet insanlar
için var olmuştur.366
Aristo’ya göre mutluluğun bilgisi ve ona ulaşmaya çalışmak insan hayatı için
büyük önem taşımakta ve bunun için de onun ne olduğunun hangi bilimin işi
olduğunun söylenmesine çalışmak gerekmektedir. Siyaset bilimine en şerefli sanatlar
bağlıdır, bu bilim ne yapmamız ve nelerden kaçınmamız gerektiğini bize söyler.
İnsan için neyin iyi olduğunu inceleyen siyaset bilimidir.367 Aristo’ya göre siyaset,
bilimlerin en otoriteridir.368 Devlet konusundaki aklı başındalık ve uygulamayla,
düşünceyle ilgili olan,369 kendisi için istediğimiz ve diğer şeyleri de onun için
istediğimiz en yüksek iyiyle ilgilenen ve ona göre pratik bilimler içinde en önemli
olan ve en başta gelen bilim, siyasettir. Askerlik, ekonomi ve retorik gibi en değer
verilen bilimlerin üstünde yer alan ve onları kullanan, insanlar için neler yapmaları
364
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 2, 1094b 5 – 10; Erwin I.J. Rosenthal, Ortaçağ’da İslam Siyaset
Düşüncesi, çev. Ali Çaksu, s. 22. (İz Yayınları, İstanbul – 1996)
365
Aristoteles, Politika, s. 10, II. Kitap, II. Bölüm.
366
Büyük Filozoflar, s. 41.
367
Akarsu, Mutluluk Ahlakı, s.122.
368
Rosenthal, Ortaçağ’da İslam Siyaset Düşüncesi, s. 21.
369
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 121, 1141b 20 – 30.
67
ve neler yapmamaları konusunda yasalar koyan siyasetin amacı; diğerlerinin amacını
da kapsayan “insan için iyi olan”dır.370 Bu, iyi de eylemin sonucu olarak mutlulukla
eşit sayılmıştır.371
Toplumu yönetenler, devlet yönetimiyle uğraşmanın dışında, onur kazanma
ve kendisi için ya da yurttaşları için siyasetten ayrı olarak insanlara tam bir mutluluk
sağlamaya çalışmalıdırlar.372 Her devlet iyi amaçla kurulmuş bir topluluktan oluşur.
Bütün insanlar eylemlerinde iyi saydıkları şeyi elde etmeye çalışırlar. Bu nedenle de
bütün topluluklar şu ya da bu şekilde iyi bir şeyi amaçlamaktadırlar. Bu nedenle de
diyebiliriz ki; toplulukların en üstünü en iyiyi amaçlayan toplumdur.373 Eğer erdem
birey için en önemli şey ise, onun bireylerin bir bütünü olan devlet içinde en önemli
şey olması zorunludur.374
Özgür, kendilerini hiçbir şeye bağımlı hissetmeyen, akıllarına göre hareket
etmeyen insanların, erdemlere uygun davranışlarda bulunabilmesi, güzeli sevmeleri,
iyi ve güzele ulaşmaları ancak yasalarla mümkündür. Çünkü bu tipteki insanlar
yasalara baş eğerler, kötüden çirkinlikler yüzünden değil, cezalar yüzünden uzak
dururlar. Tutku ve hevalarına göre yaşadıklarından dolayı kendilerine özgü hazların,
bunları sağlayacak şeylerin peşinden koşarlar ve bunlara karşıt acılardan da uzak
dururlar. Nitekim güzelin, gerçekten hoş olanın tadına varamadıklarından bunları
düşünmezler. Belki bu türden kişilere erdemi kazandırmanın birkaç yolu vardır, ama
yasalar en keskin ve en etkin olanıdır. Çocukluğundan itibaren erdeme yönelmemiş,
onda doğal olarak bu eğilim oluşmamış, bunu gerçekleştirebilecek yasalarla
yetiştirilmemiş birisini eğitmek Aristo’ya göre zordur. Çünkü o tutkusuna göre
yaşamaktadır, söz ve eğitim onu bunlardan dönderemez. İşte bunun için yasalara ve
iyi bir yönetime ihtiyaç vardır. Gerçi her zaman yasalar gereklidir ama bu
durumlarda yasaların önemi daha da artmaktadır.375 Siyasi idare mükemmelliğe
370
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 2. 1094b 1 – 20, Aristoteles, Politika, s. 195 – 196, Kitap VII,
I.Bölüm.
371
Rosenthal, Ortaçağ’da İslam Siyaset Düşüncesi, s. 21.
372
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 214, 1175b 10 – 15.
373
Aristoteles, Politika, s.7, Kitap I, I. Bölüm.
374
Ross, Aristoteles, s. 306.
375
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 219 – 220, 1179b 5 – 35, 1180a 5 – 10.
68
ulaşabilmek için gereklidir. Siyasi-sosyal teşkilatlanma olmaksızın insan hedefine
ulaşamaz.376
Toplumun çoğunluğu sözden çok zorunluluğa, güzelden çok cezalara baş
eğmektedir. Yasaların varlığı, bunlara uyanların erdemini daha da artırır, doğru
kişiler haline getirir, güzeli gözetmelerini sağlar, baş eğmeyenlere, yola
gelmeyenlere de cezalar uygulamasıyla, caydırıcılar koymasıyla, ıslah olmayanları
ıslah eder veya onları hepten ortadan kaldırır. Demek ki; en iyi şey, erdemli
yasalarla, siyaseti iyi bilen erdemli kişilerin yöneticiliyle, kamusal doğru bir
denetimin olmasıdır. Çünkü insanların yetkinliklerini tamamlamaları, erdem ve refah
bakımından üst seviyede bir toplumda mümkündür.377 Yasalar herkes için konulur,
ya herkesin ortak yararını ya da erdem bakımından en iyilerin yararını, başta
olanların ya da bu tür başka bakımdan yararlı olanı hedef edinir. Toplumda
mutluluğu ve onun öğelerini oluşturan ya da koruyan şeyler yasalardır.378 Bir
toplulukta yasaların egemen olması demek zekânın ve aklın egemen olması
demektir.379
Devleti, yani toplumu yöneten kişi zekâsıyla gereken şeyleri önceden
görebilen kişidir. Yönetilen kimse ise, doğası gereği yönetenin tam tersidir. İleriyi
görebilmek, gereken şeyleri yapabilmek için başkasının zekâsına muhtaç olan kişidir.
Zekâsıyla değil de beden gücüyle hareket eden kişidir.380 Yöneten – yönetilen
ilişkisinin olduğu bir toplumda anayasa zorunludur. Anayasa bir devlet içinde
yaşayanları, yurttaşlarını örgütlemenin en iyi yolu,381 devletlerin erk görevlerinin,
makamlarının dağılımı, egemenliğin ve her topluluğun gerçekleştirmeyi amaçladığı
hedefin belirlenmesi için benimsedikleri düzenleniş biçimidir. Yasalar da,
yöneticilerin
uyarınca
hareket
edecekleri
ve
çiğnenmesini
önleyecekleri
kurallardır.382 Yani anladığımız kadarıyla bir yönetim sisteminin pratikte uygulanışı
ve bunun için gerekli olan hukuki normlardır. Devlet, karşılıklı bir koruma
376
Rosenthal, Ortaçağ’da İslam Siyaset Düşüncesi, s. 22.
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 221, 1180a 15 – 35.
378
A.g.e, s. 90, 1129b 10 – 20.
379
Aristoteles, Politika, s. 103, Kitap III, XVI. Bölüm.
380
A.g.e, s.8, Kitap I, I. Bölüm.
381
A.g.e, s.70, Kitap III, I. Bölüm.
382
Aristoteles, Politika, s.110, Kitap VI, I. Bölüm.
377
69
sözleşmesinden ya da mal ve hizmetleri değiş tokuş etmekten ibaret değil, yalnızca
aynı yerde yaşayan ve üyelerini kötülükten alıkoyan bir unsur da değil, salt bir siyasi
yapılanma veya yalnızca bir yaşamak için oluşturulmuş siyasi bir erek de değildir.
Aristo’ya göre devlet bütün bunları yapar ama sadece bunlar da yeterli değildir.
Devlet, evlerin ve ailelerin, bütünlenmiş ve kendine yeterli hayat sürmek amacıyla
iyi bir hayat için bir paylaşımı,383 herkesin aileleri ve akrabaları içinde iyi ve mutlu
yaşamalarını, yani tam ve doyurucu yaşam sürmelerini sağlayan, soylu eylemlerde
bulunabilmek için yurttaşların bir anayasa içerisinde birleşmeleridir.384
Aristo’da, devleti biyolojik bir tahlil yaparak yapılandırdığını görmekteyiz.
Yani insanın bedensel uzuvlarının yönetim şekli, devletin yönetim şekli gibidir, ya da
bunun tersi gibi. Mesela; zihnin beden üstündeki yönetimi, efendinin kölesini
yönetmesi gibi mutlaktır. Yine aynı şekilde zekânın tutkuları yönetmesi, devlet
başkanının yurttaşları yönetmesi gibidir.385
Aristo’ya göre devlet başkanı öncelikli olarak şu niteliklere sahip olmalıdır. a)
Anayasaya bağlı olacak ve onun ilkelerinden taviz vermeyecek, b) İşini yeterince
yapabilecek yeteneğe sahip olacak – hiç kuşkusuz erdem, yani manevi ve fikri
yetenek erkin, gücün, iktidarın kullanılması için her zaman gerekli olan bir
niteliktir.386– 3)Yaşam biçimine uygun bir şekilde iyi ve dürüst olacak, doğruluktan
sapmayacak, devamlı olarak iyiliklerde bulunacak, kötü eylemlerden kaçınacak.387
İyi ve mutlu bir yaşamı sağlamak için erdem, yetenek ve eğitim çok büyük bir öneme
sahiptirler.388
Aristo’ya göre, bir gemici tayfalardan, mürettebattan birisi ise aynı şekilde de
bir yurttaş da topluluktan biridir. Nasıl ki, tayfalardan her birinin bir görevi ve ona
uygun bir de adı – kürekçi, dümenci, gözcü vb. – vardır ve ayrıca bütün bunların
ortak birde amaçları, hepsinin ortak olarak pay aldıkları bir işlevleri vardır. Bu da
geminin ilerlemesi ve yolculuğun güvenli geçmesidir. İşte buna benzer bir biçimde
383
Barnes, Aristoteles, Düşüncenin Ustaları, s. 120.
Aristoteles, Politika, s. 83 – 85, Kitap III, IX – X. Bölüm.
385
A.g.e, s.13, Kitap I, V. Bölüm.
386
A.g.e, s. 94, Kitap III, XIII. Bölüm.
387
A.g.e, s. 160, Kitap V, IX. Bölüm.
388
A.g.e, s. 92, Kitap III, XIII. Bölüm.
384
70
de birbirlerinden her ne kadar ayrı olurlarsa olsunlar toplum içinde yaşayan bütün
yurttaşların ortak hedefi de topluluğun, devletin, yasaların güvenliğidir. Her insan
toplum içerisinde kendi üzerine düşen görevi, en uygun işi en iyi şekilde yerine
getirmelidir.389
İnsan sahip olduğu yetenekleri geliştirebilmek, en yüksek ideali olan
mutluluğa ve iyiye ulaşabilmek için devletin himayesine muhtaçtır. Zira fert tek
başına kaldığı zaman kendi kendine yetmez.390 Toplum içinde yaşayamayan yahut
kendi kendine yettiği için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan kimse, devletin bir parçası
değildir. Böyle bir kimse ya bir hayvan veya bir Tanrı olabilir.391 Bir Tanrı veya bir
hayvan, sosyal bir düzen bulunmaksızın da yaşayabilir. Fakat insanların yüksek
ölçüde düşünebilme potansiyel güçleri, akıllıca ve müşfik bir hayat sürmeleri, sadece
bir cemiyet içinde –ve belirli bir cemiyet şekli içinde – mümkündür.392 İnsanlar
cemiyetten kendilerini soyutlayamadıkları için bir cemiyet içinde yaşamaya
mecburdurlar. İnsan sosyal bir varlıktır ve bu sosyalite de tabii olarak bir devletin,
yönetimin oluşmasına neden olacaktır. Aristo’ya göre bu nedenle insan “siyasal bir
hayvan”dır.393 Bütün topluluğun iyiliği için uygulanan yönetimde “siyasal
yönetim”dir.394 İnsan cemiyet içinde yaşamaya mecburdur, çünkü kendi ihtiyaçlarını
karşılayabilecek nitelikte değildir. Başka insanlara ihtiyaç duymaktadır. İnsan
yetkinliğe, en üstün amacına, mutluluğa toplum içerisinde ulaşır. Bu toplumu
yöneten bir devlet vardır. Bu devletin gayesi de insanları ahlak bakımından
olgunlaştırmak, onları iyi yönde şekillendirebilmektir. İnsanlar bir nizama ihtiyaç
duyar. Çünkü insanlar başıboş bırakıldığında bir kargaşa yaşanır. İnsanlar ancak
kendilerinden üstte bulunan, boyun eğebilecekleri bir yasaya itaat ederler, bu yasalar
ve yasaların egemen olduğu düzen ve yönetim sayesinde toplumda huzur ve
389
Aristoteles, Politika, s. 74. Kitap III, IV. Bölüm.
Kaya, Aristoteles ve Felsefesi, s. 181.
391
Aristoteles, Politika, s. 10, Kitap I, II. Bölüm.
392
Maurice Cranston, Batı Düşüncesinde Siyaset Felsefeleri, s. 23, s. 26.
393
Aristoteles, Politika, s.9, Kitap I, II. Bölüm, Krş. Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, çev. Hüseyin Atay,
s. 19. (“Fârâbi’nin Üç Eseri, Mutluluğu Kazanma (Tahsîlu’s – Sa’ade) , Aristo Felsefesi ve Eflatun
Felsefesi” çev. Hüseyin Atay (Ankara Ünv. İlahiyat Fak. Yay. Ankara –1974), Fârâbî, el-Medinetü’l –
Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 69, Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 79, Fârâbi,
Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 19 – 20.
394
Aristoteles, Politika, s.81, Kitap III, VIII. Bölüm.
390
71
mutluluk olur. En iyi yönetim yasaların üzerinde her hangi bir şeyin olmadığı,
vatandaşlarına en iyi hayatı sunabilen yönetimdir. İnsanlar eğer toplum içerisinde
erdemli olurlar, amaçlarına, mutluluğa ulaşabilirlerse yetkinliklerini tamamlarlar.
Yetkinliklerini tamamlamış, mutluluğa ulaşmış bireylerden oluşan toplum da mutlu
bir toplum olacaktır. Bireyler toplumu meydana getirecek ve toplum da bireylerin
amaçlarına ulaşabilmelerini sağlayacaktır. İyi yaşama, mutluluğa ulaşabilmek hem
toplumun hem de bireylerin baş amacıdır.395 İnsan ve toplumun mutluluğu aynıdır.
Bireyler zengin olursa toplum da zengin olacaktır. İnsanlar erdemli ve mutlu ise
toplum da erdemli ve mutlu olacaktır.396 Bir topluluğun iyi olması o topluluktaki
anayasayı paylaşan yurttaşların iyi olmasına dayanmaktadır.397
Yurttaşlar için mutlu ve en iyi yaşam türünü sağlamak en iyi anayasanın
amacıdır.398 Kim olursa olsun herkesin mutlu olarak yaşayabileceği ve hareket
edebileceği biçimde düzenlenmiş bulunan bir anayasa en iyi anayasadır.399 İyi bir
anayasa iyi bir yaşamı meydana getirir. Çünkü bir toplumun anayasası gerçekte o
toplumun yaşama biçimidir. Erdem ölçütleri sıradan insanlarınkini aşmayan, büyük
bir doğal yetenek ya da geniş bir özel servet gerektirecek bir eğitim aramayan,
toplumun çoğunun ulaşabileceği, ülküsel düzeyde yetkin bir anayasa ardında
koşmayan fakat bir kere mümkün olduğu kadar çok sayıda kimsenin katılabileceği
bir yaşam yolu en iyi ve ideal bir yaşamdır.400 İdeal bir yaşam ideal bir devleti
meydana getirir.401
Gerek bireyler ve gerekse toplum için en iyi yaşam, erdemin gerektirdiği
eylemleri yapmaya yetecek kadar maddi varlıkla desteklenmiş erdemi olan
yaşamdır.402 En iyi olan, en iyi şekilde hareket eden ve işlevini en iyi yerine
395
Aristoteles, Politika, s.79, Kitap III, VI. Bölüm.
A.g.e, s.198, Kitap VII, II. Bölüm.
397
A.g.e, s.219, Kitap VII, XIII. Bölüm.
398
A.g.e, s.195, Kitap VII, I. Bölüm.
399
A.g.e, s.198, Kitap VII, II. Bölüm.
400
A.g.e, s.126, Kitap IV, XI. Bölüm.
401
A.g.e, s.195, Kitap VII, I. Bölüm.
402
Aristoteles, Politika, s. 197, Kitap VII, II. Bölüm.
396
72
getirebilen,403 mutluluk olanaklarının en iyi olduğu bir toplum da mutlu bir
toplumdur.404
403
404
A.g.e, s. 197, Kitap VII, II. Bölüm.
A.g.e, s. 218, Kitap VII, XIII. Bölüm.
73
II. BÖLÜM
FARABİ’DE MUTLULUK DÜŞÜNCESİ
74
A. FÂRÂBİ’NİN HAYATINDAN KESİTLER
Asıl adı, Ebu Nasr Muhammed b. Turhan b. Uzluğ b. Turhan el-Fârâbî etTürkî olan,1 Ebu Nasr diye künyelenen,2 Ortaçağ Latin dünyasında da AlFârâbius
veya Avennasar olarak tanınan3 Fârâbi, 870 yılında Türkistan’ın Farab4 şehri
yakınlarındaki Vesiç’te doğdu.5
Ebu Nasr Fârâbi 6, Sâmânîler Devleti’nin hakimiyetinde önemli bir eğitim ve
kültür merkezi konumunda bulunan Fârâb’da iyi bir eğitim almış,7 buradan da kırk
yaşından sonra Bağdat’a gitmiştir. Yirmi yıl kadar Bağdat’ta kalmış ve eserlerinin
çoğunu da burada kaleme almıştır. Daha sonra burada karışıklıklar çıkması nedeniyle
de 941 yılında Dımaşk’a, oradan da Halep’e gitmiş ve Hamdani Emiri Seyfüddevle
ile tanışarak onun sarayında ağırlanmıştır. 948 yılında Mısır’a kısa bir seyahat
yaptıktan sonra tekrar Dımaşk’a dönmüş, 950 yılında seksen yaşlarındayken yine
burada vefat etmiş ve cenazesi de devlet töreniyle kaldırılmıştır.8
Fârâbi çok iyi bir tahsil görmüştür. Felsefede derinleşmek için bütün
bilimlerle uğraşmıştır.9 Dilbilgisi, felsefe, musiki, matematik, astronomi ile zamanın
diğer ilimlerini tahsil etmiştir. Felsefi ilimlerdeki yetenek ve büyük mertebesi
sebebiyle Aristo’dan sonra kendisine İslam dünyasında “el-Mu’allimu’s-Sanî” (ikinci
1
Hasan Küçük, İslam ve Batı Felsefesinde Sistematik Problemler (mukayeseli), s. 40. (Fatih Yayınevi,
İstanbul – 1974)
2
Fahrettin Olguner, Fârâbi, s. 12. (Ötüken Neşriyat, Genişletilmiş III. Baskı, İstanbul – 1999)
3
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, çev. Mehmet Aydın – Abdulkadir Şener – Rami Ayas, Önsöz,
s. VII. (Kültür Bakanlığı Yayınları, I. Baskı, İstanbul – 1980)
4
Farab, bugünkü Kazakistan sınırları içerisinde eski bir şehir olan Otrar şehridir. (Mahmut
Kaya, “Fârâbi” mad., Cilt – 12, s. 145., Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, İstanbul – 1995)
5
Mahmut Kaya, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri, s. 107. (Klasik Yayınları, I. Baskı, İstanbul
– 2003); T.J. de Boer, İslamda Felsefe Tarihi, çev. Yaşar Kutluay, s. 75. (Balkanoğlu Matbaacılık,
Ankara – 1960)
6
Fârâbi kelimesi filozofumuzun mensup olduğu vilayeti gösterir ve “Farablı” demektir. Bu
“Farab” şehrinden yetişmiş başka büyük adamlarda olduğu için ve onlarda “Fârâbi” diye
anıldıklarından dolayı filozofumuzu belirlemek için kendisine bir de künye verilmiş ve Ebu Nasr
denilmiştir. (Fahrettin Olguner, Fârâbi, s. 13.)
7
Kaya, “Fârâbi” mad., s. 145.
8
Kaya, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri, s. 108.
9
Hilmi Ziya Ülken, Eski Yunan’dan Çağdaş Düşünceye Doğru İslam Felsefesi, Kaynakları ve
Etkileri, s. 67. (Cem Yayınevi, IV. Baskı, İstanbul – 1993)
75
muallim veya üstad) ve aynı anlama gelmek üzere Latin dünyasında da “Magister
Secundus” lakabı verilmiştir.10
Fârâbi, ilimle uğraşmayı sever, ilmi mal kazanmaya alet kılmaz, ilmin ancak
ilim kazanılması için öğrenilmesini tavsiye eder ve siyasi gürültülerden de hiç
hoşlanmazdı.11 Bir felsefe sistemi kuran mümtaz bir şahsiyet olarak Fârâbi, kendisini
tamamıyla teemmüle ve tefekküre vermiş, toplumsal, siyasal çalkantıların ve
karışıklıkların dışında kalmış,12 genellikle münzevi bir hayat yaşamayı seven hiç
evlenmemiş ve mal mülk edinmemiş, şöhret ve gösterişten nefret eden, ruh ve ahlak
temizliğini her şeyin üstünde tutan zahid bir kişiliğe sahiptir.13 Pratik siyasetle
ilgilenmemiş, kendisine teklif edilen yüksek makamları kabul etmemiş, bilakis
öğrenme, okuma ve yazma amacıylada insanlardan uzak durmuştur.14 Kendi
döneminden sonra gerek İslam gerek Batı dünyasında görüşü ve eserleriyle bir çok
filozofu ve insanı etkileyen, teorik ve etik felsefede Aristo’nun takipçisi olan, aklı ön
plana çıkaran, Yunan felsefesinden esinlenerek İslam felsefesini gerçek anlamda
kuran,15 İslam felsefesinde Türk asıllı olup bütün İslam dünyasında olduğu gibi batı
dünyasında da şöhreti yayılan,16 döneminde İslam düşüncesini zirveye ulaştıran,
siyaset ve sosyal felsefeyi, felsefi düşüncenin sahasına sokan, İslamî siyasal
felsefenin kurucusu olan,17 Klasik Yunan Felsefesi, özellikle de Yunan Siyaset
Felsefesi ile İslam’ı birbiriyle uzlaştırmaya çalışan,18 İslami fikir tarihinin başlangıcı
olan,19 İslam Felsefesini problemleri, metot ve terminolojisiyle en yetkin düzeye
10
Mehmet Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş, s. 174. (Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, IV. Baskı,
Ankara – 2001)
11
Kıvameddin Burslan, Büyük Türk Feylesofu Uzluk Oğlu Fârâbi’nin Eserlerinden Seçme Parçalar,
s. 3. (İstanbul Devlet Matbaası – 1935)
12
İbrahim Medkur, “Fârâbi” , İslam Düşüncesi Tarihi, çev. Osman Bilen, Editör: M.M. Şerif, Cilt-2,
s. 67. (İnsan Yayınları, İstanbul – 1990)
13
Kaya, “Fârâbi” mad., Cilt – 12, s. 147.
14
Huriye Tevfik Mücahid, Fârâbi’den Abduh’a Siyasi Düşünce, çev. Vecdi Akyüz, s. 68. (İz
Yayıncılık, İstanbul – 1995)
15
Büyük Larousse, “Fârâbi” mad., Cilt – 7, s, 3970. (Gelişim Yayınları, İstanbul – 1986)
16
Küçük, İslam ve Batı Felsefesinde Sistematik Problemler (mukayeseli), s. 39.
17
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, çev. Hanifi Özcan, s. 6. (Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, I. Baskı,
İzmir – 1987)
18
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, Önsöz s. VII., (Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara – 1990)
19
Fârâbi Tetkikleri I, s. 3. (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul – 1950); Türk
Ansiklopedisi, “Fârâbi” mad. Cilt – 16, s. 105. (M.E.B. Yay. Ankara – 1968)
76
taşıyan,20 İslam dünyasının fazilet ve ilmiyle öğündükleri, Garplıların da büyük
ilminden geniş ölçüde faydalandıkları21 ilk Türk İslam filozofudur.
Fârâbi görüşlerinin çoğunda Eflatun ve Aristo’nun etkisinde kalmıştır. Onun
felsefesi Aristo ve Eflatun’un bir nevi mezcedilmiş hali gibidir.22 Fârâbi, öncelikli
olarak eserlerinde Eflatun ile Aristoteles’in görüşlerini, daha sonra da felsefe ile dini
uzlaştırarak yaratıcı zekâsının ürünlerini ortaya koymayı başarmıştır.23 Onun
felsefesinin dayandığı üç kaynak vardır. Birincisi; İslam dini, ikincisi; özellikle
Eflatun ve Aristoteles’in fikirlerinin esas teşkil ettiği Yunan felsefesi, üçüncüsü de;
bir taraftan Yunan felsefesinin unsurlarını kendi içerisinde, diğer taraftan da onlarla
İslam kültürünü (kendi döneminde ki) sentez yapan büyük dehasıdır.24 Ama her ne
kadar onların etkisinde kalmışsa da o bir İslam filozofu olduğundan ve tevhid
akidesine de bağlı kaldığından etkisinde kaldığı filozoflarla kendi düşünceleri
arasında farklılıklar olmuş, bu da onu diğer filozoflardan ayırmıştır.25 İçinde yetiştiği
çok canlı bir fikir muhitinin ihtiyaçları, iman ettiği dinin getirdiği esaslar, serbest bir
düşüncenin çarpışmasından doğan ve halli güç olan bir takım meseleler, kendisinin
tabiat, cemiyet ve beşer hadiselerini müşahede etmesiyle elde ettiği neticeler, onun
felsefesini birçok yerlerde öncekilerden esaslı bir surette ayırmıştır.26
Fârâbi’nin doktrini o kadar ahenkli ve tutarlıdır ki; doktrininin unsurları
tamamen birbiriyle münasebet içindedir.27 Fârâbi’nin felsefesinde psikolojiyi
ahlaktan, ahlakı siyasetten ayırmak imkânsızdır. Bu büyük filozofun görüşlerini
anlamak için onun felsefesinin bir bütün olarak ele alınması gerekmektedir.
Fârâbi’nin psikolojik tahliller sonucu insan nefsi hakkındaki vardığı sonuçlar, ahlaki
ve fikri erdemlere temel olmakta, bu erdemlerin tespiti ve tasnifi de siyasetin özünü
oluşturmaktadır. Mesela Aristo, siyaseti incelemek isteyen bir kişiye öncelikli olarak
20
Kaya, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri, s. 107.
Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, Önsöz, s. 7. (Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları,
IV. Baskı, Ankara – 2001)
22
Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, çev. Ahmet Ateş, s. 35. (M.E. B Yayınları, I. Baskı, İstanbul – 1989)
23
Mehmet Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 37. (Ufuk Kitapları, İstanbul – 2000); Bayram Ali
Çetinkaya, İzmirli İsmail Hakkı, Hayatı, Eserleri, Görüşleri, s. 105. (İnsan Yayınları, İstanbul – 2000)
24
Bayraktar Bayraklı, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, s. 14. (Şehir Yayınları, İstanbul – 2000)
25
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, Önsöz, s. IX. (Kültür Bakanlığı Yayınları, I. Baskı, İstanbul –
1980)
26
Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 36.
27
İbrahim Medkur, “Fârâbi” , s. 84.
21
77
psikoloji çalışmasını tavsiye eder. Belki de bu tavsiyeye en çok uyanlardan biri
Fârâbi olmuştur. Psikoloji ve ahlakta “mutlu olma”, siyasette de “mutlu etme”
düşüncesi onun görüşlerinin ağırlık noktasını teşkil etmektedir.28
Fârâbi’nin felsefesinin farklı bir cephesi ve açık – seçik bir hedefi vardır.
Kendisinden önceki filozofların bazı görüşlerini benimsemiş, bunları kendi kültürel
çevresine uyabilecek tarzda yeniden inşa etmiş ve bunları da öyle sıkı bir şekilde
örmüş ki, böylece felsefesi sistematik ve ahenkli bir şekil almıştır.29 Kendi içerisinde
büyük ölçüde tutarlı bir felsefe programı ortaya koymuştur. Mevcut İslami ilimleri
yeniden değerlendirmiş ve onlara kendisinin teistik felsefesi içerisinde yeni bir anlam
ve fonksiyon kazandırmıştır.30
B. MUTLULUĞUN TANIMI ve MAHİYETİ
Öncelikli olarak söylememiz gereken mutluluk üzerinde İslam filozofları çok
fazla durmuş, mutluluğun ne olduğu, nasıl elde edilebileceği gibi konuları da
derinlemesine incelemiş ve tartışmışlardır. Önemli bir filozof olan Fârâbi, bu alanda
da büyük bir söz sahibi olmuş, mutluluk üzerinde detaylıca durmuş ve bu konuda
çeşitli eserler yazmıştır. Fârâbi, İslam düşünürleri arasında, tıpkı Batı’da Aristo gibi
“mutluluk filozofu” olarak tanınmıştır. Erdemli değerler sıralamasında mutluluğu
erdemli toplumun gerçekleştirmeye çalıştığı en yüksek amaç ve değer olarak kabul
etmiştir.31
Yunancadaki eudaimonia kelimesine karşılık olarak Müslüman filozoflar
genellikle, “es-sa’ade” (kurtuluş vesilesi, uğur
32
) ya da “es-sa’ade el-kusva”
33
,
28
Mehmet Aydın, “Fârâbi’nin Siyasi Düşüncesinde Sa’adet Kavramı”, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Cilt – XXI, s. 303. (Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara – 1976)
29
İbrahim Medkur, “Fârâbi” , s. 72.
30
Fârâbi, Tenbîh Ala Sebîli’s – Saâde, çev. Hanifi Özcan, Önsöz, s. 7. (İzmir Dokuz Eylül
Üniversitesi Yayınları, I. Baskı, Kasım – 1993)
31
Huriye Tevfik Mücahid, Fârâbi’den Abduh’a Siyasi Düşünce, s. 71.
32
İslam Ansiklopedisi, “Saâdet” mad.,Cilt – 10, s.1. (Milli Eğitim Basımevi, 1967 – İstanbul)
33
es- Sa‘âdet’ül Kusvâ; geçici bedensel mutluluktan sonra elde edilen akli mutluluktur. Bu tür
mutluluk bu dünyada ve ruh-beden birliği içinde mümkün olabilir. (Mehmet Vural, İslam Felsefesi
Sözlüğü, s. 321, Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi Kavramlar ve Akımlar, Cilt 2, s. 5.)
78
(insan için son mutluluk34) “es-sa’ade el-uzma”, “es-sa’ade el-ulyâ” (üstün
mutluluk35) kelimelerini kullanmaktadırlar.36 İslami perspektife göre saadet, huzurlu
bir dönemi ifade eder. Varlığın dünyevi ve uhrevi boyutuyla alakası vardır.37
Tanrıların mutluluğu anlamına gelen Yunancadaki “makarres” kelimesinin İslam
literatüründe herhangi bir karşılığı yoktur. Çünkü İslam dinine göre aşkın ve yüce
olan Tanrı’nın mutluluğu veyahut mutsuzluğu diye bir şeyin söz konusu olması
mümkün değildir.38
Fârâbi’ye göre mutluluk; kendisi için istenen, hiçbir zaman bir başka şeyin
elde edilmesi için istenmeyen, kendine yeter olan en yüksek iyiliktir.39 Yani,
mutluluk, zatî için matlub olan hayırdır, o hiçbir zaman başka bir şeyi elde etmeye
vasıta kılınmak için talep olunmaz.40 Bütün insanların faaliyetlerinin hedefi olan, her
insanın arzu ettiği, özlem duyduğu ya da duyabileceği, yöneldiği en tam ve en son
gayedir.41 İnsan ruhunun varlık bakımından kendisine dayanacağı bir maddeye
ihtiyaç duymayacağı bir mükemmellik derecesine ulaşmasıdır.42 İnsanın yetkinliğini
sağlayan akli bir etkinliktir, aklın etkinliğinden kaynaklanan bir durumdur. Ya da
başka bir değişle mutluluk, insan aklının sağlayabileceği en son noktaya kadar
varabilme kudretidir.43 Tercih edilen şeyler arasında en çok tercih edilen, insanın
yöneldiği her şeyin en yetkini, yani en son insani yetkinlik (el-kemâlü’l-aksâ) olan,44
hiçbir zaman başka bir şeyin elde edilmesi için tercih edilmeyen, sadece kendisi için
34
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 39.
Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, s. 903. (Aydın Kitabevi Yayınları, XI.
Baskı, Ankara – 1993)
36
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 38.
37
Syed Muhammad Naquib Al-Attas, The Meaning And Experience Of Happines İn İslam, s.1.
(1993–Malaysıa)
38
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 38.
39
Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 106. (Dârul Meşrik, VI. Baskı, Beyrut –
1991), Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 60.
40
Kıvamettin, Büyük Türk Feylesofu Uzluk Oğlu Fârâbi’nin Eserlerinden Seçme Parçalar, s. 68.
41
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 43.
42
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 59., Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert
Nasrî Nâdir, s. 105, Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 69
43
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 38
44
Fârâbi, Tenbîh Ala Sebîli’s – Saâde, s. 26; bkz Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 56 – 57.
35
79
istenilen, bütün gayelerin en yetkini ve kendi kendine yeterli olanıdır ve bunun
ötesinde de insanın elde edebileceği başka bir şey yoktur.45
Fârâbi’de mutluluk (sa’adet) salt iyiliktir, hayırdır. Bu mutluluğun
başarılması, elde edilebilmesi için yararlı olan her şey iyidir. Ancak bu iyilik, onların
özlerinden değil, mutluluk için yararlı olmalarından dolayıdır.46 Sadece mutluluk için
ve mutluluktan dolayı yapılan şeyler iyidir.47 Fârâbi’ye göre iyi ve güzel şeyler
mutluluğa ulaşmaya yardımcı olurken, kötü ve çirkin davranışlar mutluluğa ulaşmayı
engellemektedir. Her hangi bir şekilde mutluluğa giden yolu tıkayan her şey salt
kötülüktür. Mutluluğun elde edilebilmesi için yararlı olan iradi fiiller güzel fiillerdir.
Bu fiillerin kendilerinden doğdukları istidat ve melekeler de erdemlerdir. Aynı
şekilde de mutluluğa engel olan fiiller, kötü fiillerdir. Bu fiillerin kendilerinden
doğduğu istidatlar ve melekeler ise eksiklikler (nakâis), erdemsizlikler (razâil),
aşağılık (hasâis) niteliklerdir.48 Mutluluk dışında mutlak iyi yoktur. Onun elde
edilmesine yararlı olanların iyiliği bu yarardan, kötülüğü de ona ulaşmaya engel
teşkil etmekten dolayıdır.49 Demek ki; Fârâbi’ye göre; insanın kendisiyle iyi ve güzel
şeyler yaptığı nefsi durumlar faziletler; çirkin fiiller ve kötülükler yaptığı nefsi
durumlar da alçaklık ve aşağılıklardır.50 Fârâbi’ye göre mutluluk üzerinde etkili olan
bu iyi ve kötü davranışlar, insanda ya tabi olarak ya da iradi olarak vardır ve önemli
olan da iradi olan davranışlardır.51
45
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 56 – 57.
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 39; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak. Ali
bû Mulhim, s. 79. (Hilal Matbaası, Beyrut – 1994)
47
Bircan, İslam Ahlak Felsefesinde En Yüce Gaye Kavramı ve Ahlaki Değerlerin Belirlenimi, s.427.
(İslami Araştırmalar Dergisi içerisinde, III. Sayı – 2003)
48
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 60; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert
Nasrî Nâdir, s. 106; Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s.27.; “Fârâbi’nin Üç Eseri, Mutluluğu Kazanma
(Tahsîlu’s – Sa’ade) , Aristo Felsefesi ve Eflatun Felsefesi içerisinde” çev. Hüseyin Atay (Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara – 1974)
49
Bircan, İslam Ahlak Felsefesinde En Yüce Gaye Kavramı ve Ahlaki Değerlerin Belirlenimi, s.428.;
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 61.
50
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 27.
51
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s.39; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak. Ali
bû Mulhim, s. 79.
46
80
C. MUTLULUĞUN DEĞERİ ve AMAÇ OLARAK MUTLULUK
Fârâbi’ye göre mutluluğun elde edilmesi insanın yaratılış sebebini teşkil
etmektedir.52 Mutluluk insan faaliyetlerinin nihai meyvesidir. O mutlak bir gayedir.53
İslam felsefesi tarihinde insanın bütün yapıp etmelerinin en yüce gayesinin en yüce
mutluluk olması gerektiği düşüncesi ilk defa Fârâbi tarafından açık bir şekilde
belirlenerek etraflıca ortaya konulmuştur.54 Yüce mutluluğun elde edilmesi insan
varlığının amacı olunca, insan mutluluğun ne olduğunu bilmeye, onu amaç edinmeye
ve göz önünde tutmaya ihtiyaç duyar ve duymaktadır da. Ayrıca mutluluğu elde
etmesi için yapması gereken şeyleri de bilmesi ve onları da yapması gerekir.55
Mutluluk her insanın arzuladığı bir amaçtır ve ona kendi iradesiyle yönelen
herkes ancak mutluluğun bir yetkinlik olmasından dolayı ona yönelmektedir. Çünkü
Fârâbi’ye göre mutluluk, çok meşhur bir amaçtır ve bunun neden böyle olduğunu da
izah etmeye ayrıca gerek yoktur. İnsanın arzuladığı her bir yetkinlik, iyi olmasından
dolayı arzulanmaktadır. Buradan da diyebiliriz ki; her iyi tercih edilir; ama iyi ve
tercih edilir olmaları nedeniyle tercih edilen amaçlar çok olacağına göre mutluluk
tercih edilecek şeylerin en iyisi ve değerli olanı olacaktır. İyi şeyler arasında en iyi
olanın, tercih edilen şeyler arasında da en çok tercih edilenin ve insanında yöneldiği
amaçlardan en yetkini, en değerlisi ve en zirvede olanı mutluluktur. Her insanın
iradesi sonucu yaptığı davranışlarının belli bir amacı vardır. Genellikle insan
kendisine iyi, doğru ve mükemmel olanı amaç edinmekte ve bu doğrultuda da
hareket etmektedir. Bazı amaçlar daha mükemmel bir şeyi elde etmek için araç
sayılırken, bazıları da doğrudan doğruya amaçtır ve hiçbir şeye araç olmazlar.
Mesela; ilaç kullanmak amaç değil, sağlığa kavuşabilmek için bir araçtır, ilim ise
doğrudan doğruya amaç olacağı gibi, zenginlik, mal, makam ve şöhret kazanmak için
52
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 40.; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak.
Ali bû Mulhim, s. 81.
53
Aydın, “Fârâbi’nin Siyasi Düşüncesinde Sa’adet Kavramı”, s. 303.
54
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 269.
55
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 43.; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak. Ali
bû Mulhim, s. 86.
81
bir araç da olabilir. Fakat mutluluk bu türden şeylerden değildir.56 O doğrudan
doğruya bir amaçtır, o hiç bir şeye araç olamaz. İstenecek başka amaç bulunmayan
bir amaçtır, ondan daha üst bir amaç yoktur.57
Mutluluk kendisinden dolayı tercih edilen bir amaçtır. Kendisinden dolayı
tercih edilenler, ne amaçla olursa olsun başkalarından dolayı tercih edilenlerden daha
makbul daha yetkin ve daha iyidir.58 Diğer bütün şeyler mutluluk için tercih
edilmekte iken mutluluk hiçbir şeye vasıta kılınmamaktadır. Bu nedenle mutluluk
yeterli, yalın ve nihai bir gayedir. Mutluluğun ötesinde insanın elde edebileceği daha
büyük bir şey yoktur.59 Buradan da görmekteyiz ki mutluluk kendi kendine yeterli
olmaya en layık şeydir. Çünkü insan onu elde ettiği zaman, onunla birlikte başka bir
şeye daha ihtiyacı olmaz, mutluluğun dışında asla başka herhangi bir şeye ulaşmak
için çaba göstermez, artık her türlü tatminini onda bulabilir. Ulaşmak istediği en son
hedefini artık elde etmiştir, başka bir şey onun için bu noktadan sonra bir anlam ifade
etmemektedir.60
D. MUTLULUK TÜRLERİ
Fârâbi’ye göre mutluluklar tür, nicelik ve nitelik bakımından birbirlerinden
farklı seviyededirler. Bu farklılığı da dünyadaki sanatlar nasıl ki birbirlerinden farklı
ise mutluluklar da birbirinden farklıdır diyerek Fârâbi bu konuyla ilgili düşüncesini
şöyle açıklar: “sanatların tür bakımından birbirinden üstünlüğü, tür bakımından farklı
sanatların olması, onlardan bazısının diğerlerinden daha mükemmel olmasıdır.
Mesela; dokuma sanatıyla bezzazlık (bez satan, manifaturacı); atarlıkla( güzel koku
satan) çöpçülük; dansla fıkıh sanatı; felsefe ile hitabet sanatı gibi. İşte tür bakımından
farklı olan sanatlar bu şekilde birbirlerinden üstün olurlar. Bundan başka aynı türe ait
56
Fârâbi, Tenbîh Ala Sebîli’s – Saâde, s. 26.
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s.59.; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 60.; Fârâbi, elMedinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 106.
58
Fârâbi, Tenbîh Ala Sebîli’s – Saâde, s. 27.
59
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 60; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz
Danışman, s. 70; Fârâbi, Tenbîh Ala Sebîli’s – Saâde, s. 27.
60
Fârâbi, Tenbîh Ala Sebîli’s – Saâde, s. 27.
57
82
olan sanat mensupları, kendi aralarında bilgilerinin niceliği bakımından üstündürler.
Mesela; yazı yazma sanatı ile uğraşan, iki kişiden birinin bu sanatın kısımları ile
ilgili bilgisi daha çok, diğerinin bilgisi daha az olabilir. Mesela bu sanat biraz dil,
biraz hitabet, biraz güzel yazı yazma ve biraz da aritmetikle ilgili bilgilerden
meydana gelir. Yazı yazma sanatı ile meşgul olanlardan biri mesela güzel yazı yazma
bilgisine ve biraz hitabete, diğeri dil, biraz hitabet ve biraz güzel yazı yazma
bilgisine, bir başkası da aynı zamanda bunların dördüne sahip olabilir. Nitelik
bakımından üstünlük, iki kişinin yazı yazma sanatının kısımlarına sahip olmalarıyla
ilgili olarak aynı durumda olmaları, ancak onlardan birinin sahip olduğu şey
bakımından diğerinden daha güçlü ve daha tecrübeli, daha uzman olmasıdır. Nitelik
bakımından üstünlük budur. Mutluluklarda işte bu bakımlardan birbirlerinden
üstündürler.”61
1. DÜNYADAKİ MUTLULUK
Fârâbi’de dünya mutluluğu, bedensel ve ruhsal denilen insanın iki bölümünün
birleşmesinden kaynaklanır ve onun toplumsal, ekonomik, siyasal alanlarına uzanır.
Şimdi biz de dünyadaki mutluluğun bu alanlarını açıklamaya çalışalım.
Ruhsal mutluluk; Fârâbi’ye göre insan, varlık dünyasına ilk çıktığı zaman
insanın ruhsal faaliyetleri çalışmaya başlar. İnsan, varlığa çıktığında ilk ortaya çıkan,
kendisiyle beslenme gereksinimlerini karşıladığı beslenme gücüdür. Besleyici kuvvet
genellikle besinde, besinle ya da besinden kaynaklanan belli bir fiili yapan
melekedir. Fârâbi’ye göre bundan sonra kendisiyle sıcaklık soğukluk ve bunun gibi
dokunmayla ilgili şeyleri hissettiğimiz dokunma gücü, duyu melekesi ortaya çıkar.
Bu meleke beş duyudan biri vasıtasıyla herkesçe bilinen şeyleri idrak eden, algılayan
melekedir (el-Kuvvetu’l-hâsse). Bundan sonra duyularla ilgili başka bir kuvve daha
ortaya çıkar. Bu da algılanan, duyulan nesnelere karşı onları isteme ve onlardan
kaçınmayla ilgili olan arzu gücüdür (el-Kuvve en-nuzû’ıyye). Daha sonraları ise
61
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 86; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz
Danışman, s. 96; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 139.
83
insanda bambaşka bir güç ortaya çıkar ki; onun sayesinde insan artık doğrudan
algılamadığı nesnelerin duyusal izlenimlerini, formlarını ruhunda muhafaza eder,
saklar. İnsan ruhunda ortaya çıkan bu güce de tahayyül gücü adı verilir (elMütehayyile). İnsan bu güçle algıları değişik birleştirme ve ayrıştırma işlemine tabi
tutar. Bu birleştirme ve ayrıştırmanın bir kısmı doğru, bir kısmı da yanlıştır.
Sonradan bu sonuçlara tekrar bir arzu, irade gelip eklenir. Daha sonra da insanda akıl
gücü ortaya çıkar. (el-Kuvve en-Nâtıka) İnsan onunla ma’kul nesneleri bilme
yeteneğine sahip olur, düşünce bu kuvve sayesinde meydana gelir. Yine insan bu güç
sayesinde iyi-kötüyü, güzel-çirkini birbirinden ayırır, bilimler ve sanatları meydana
getirir. Son olarak bu aklî güce bir arzu daha eklenir ve bunun adı da seçmedir.62
Fârâbi’ye göre ruhsal anlamdaki mutluluk, insanda bireysel olarak söz konusu olan
bu
melekelerin,
yeteneklerin
birbirleriye
olan
ilişkilerindeki
sağlamlıkla,
işlevlerindeki düzenlilikleriyle ilgilidir. Fârâbi’ye göre ruhsal mutluluk bütün bu
kuvvelerin, akli gücün, yani insan ruhunun düşünen yanının emrine girmesiyle
mümkün olmaktadır. Çünkü akıl daha önceki bütün suretlerin nihai suretidir.63
Fârâbi’ye göre bedensel mutluluk ruhsal mutlulukla ilişkilidir. Nitekim beden
için sağlık ve hastalık olduğu gibi ruh içinde sağlık ve hastalık söz konusudur ve
birindeki hastalık öbürünü etkiler. Bu nedenle ruhun mutluluğu bedenin
mutluluğuyla bedeninki de ruhun mutluluğuyla ilişkilidir. Fârâbi’ye göre her ikisi de
kötü olan iki aşırı uç arasındaki orta ve mutedil olan fiiller, iyi fiillerdir. Erdemler de
böyledir. Bedensel eylemlerinde erdemli eylem olması gerekmektedir. Örneğin
yemekte ölçülülük, birisi çok aşırı olan oburlukla, diğeri de çok eksik olan lezzet
duyusunun yokluğu ortasında bulunan ölçüttür. Bu ölçüte göre yapılan bedensel bir
faaliyet olan yeme işlemi erdemli bir eylemdir. İşte beden tarafından özünde
ölçülülük bulunan erdemli eylemler yapıldığında bedensel mutluluk meydana
62
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 29; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 44; Fârâbi, elMedinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 87; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz
Danışman, s. 54 – 55.; ayrıca bkz Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 29 – 30.; Kıvamettin, Uzluk Oğlu
Fârâbi’nin Eserlerinden Seçme Parçalar, s. 40 – 41.
63
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 47 – 48; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk.
Albert Nasrî Nâdir, s. 92; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 57 – 58.
84
gelecektir. Bu erdemli eylemlerden ve ölçülülükten de uzaklaştığında da mutluluktan
uzaklaşmış olacaktır.64
Fârâbi’ye göre insanın fıtratı, özü zorunlu olarak onun toplumsal bir varlık
olmasını gerektirmektedir.65 Bu nedenle insanın da içerisinde hayatını idame ettirdiği
toplumun mutluluğu da yasalardan, ilkelerden, devletin ve toplumun düzeninden,
uyumundan ortaya çıkar. Toplumdaki bireylerin, ruhsal ve bedensel mutluluğa
ulaşmaya, bu amaçlarını gerçekleştirmeye çalışırken birbirleriyle yardımlaştıklarında
bu mutluluk meydana gelir. Fârâbi de mutluluğu elde etmek için birbirlerine yardım
eden ve mutluluğa ulaşan toplumlara faziletli, erdemli toplum adını vermektedir.66
Erdemli toplum; en son yetkinliğe, kısaca mutluluğa ulaşmak için bireyleri arasında
karşılıklı yardımlaşmada bulunan toplumdur.67 Siyaset sanatına (es-Sanatu’lmedeniyye) sahip yönetici de insanların iyi eylemler yapıp kötü eylemlerden
kaçınmalarını, insanlar arası iletişimi, karşılıklı yardımlaşmalarını sağlamalıdır ve
insanları da iyi tanıması gerekmektedir.68 Fârâbi’ye göre insan üstünlüğüne dayalı,
sevgi ve adalet gibi insani hususiyetlerle gelişip korunan insanlar arasındaki ilişkiler,
toplumsal mutluluğu kuvvetlendirir.69 Fârâbi’ye göre erdemler üzerine toplanmış bir
toplum mutludur. Zira erdemler üzerine toplanmış bir toplulukta hiçbir ayrılık ve
uyuşmazlık meydana gelmez. Toplumun amaçları bir olduğu sürece asla ayrılığa
düşmezler.70
2. AHİRETTEKİ MUTLULUK
Beden öldükten sonra ruh için ya mutluluk (saâdet) veya mutsuzluk (şekâvet)
vardır. Her ruh layık olduğu şekilde farklı bir mutluluğa erecek veya mutsuzluğa
64
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 34.
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 19; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 44.
66
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 70.; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert
Nasrî Nâdir, s. 118; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 80.
67
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 39.
68
A.g.e, s. 28.
69
A.g.e, s. 52.
70
A.g.e, s. 76.
65
85
dûçâr olacaktır. Bu da adaletin gereği ve zorunlu bir olgudur.71 Fârâbi’de bilfiil akıl
seviyesine ulaşan insandaki düşünme ya da bilme gücü, faal akıl ile birleşir ve bu
yolla hakikatin bilgisine sahip olur. İnsan bu bilgiye göre hareket edip eylemlerini
yüksekten gelen ilkelere göre yönetirse yetkinleşir. Bu yetkinleşme sonucu o nihai
amaç olan ahiret mutluluğuna ulaşır.72 En yüce ve gerçek mutluluk tam olarak
ölümden sonraki hayatta gerçekleşecek olan ruhsal bir mutluluktur.73 Sürekli ve tam
olarak ahirette idrak edilecek olan gerçek mutluluğun bu dünyada iken tam ve sürekli
olarak tadılamamasının nedeni ise insan nefsinin yetkinleşirken, bedeni güçleri
kullanmak zorunda olmasıdır.74 Bu dünyada da mevcut olan peşinden koşup
kendisini elde etmemiz gereken bir mutluluk vardır. Bu mutluluk bir basamaktır,
öteki dünyadaki mutluluğa ulaşabilmek için bir atlama taşıdır. Bu nedenle dünyadaki
mutluluk bir tarafa bırakılamaz ihmal edilemez. 75
Ruh maddeden bağımsız olma gücüne eriştiği ve bedenin maddi varlığı sona
erdikten sonra yaşamaya muktedir olduğunu gösterdiği zaman mükemmelliğine
ulaşmış olur. Şüphesiz ki bu duruma insanın bu dünyadaki hayatı içerisinde
erişilemez.76 Dünya hayatında nefsimiz maddeye, bedene bağlı olduğu için söz
konusu mutluluğu dünyada tam olarak elde edemeyiz. Bunun için nefsin bedenden
ayrılması ve ruhani olan âleme, ahiret âlemine intikal etmesi gerekir. İnsanın aklının
yetkinlik yolunda ilerleyebilmesi için fa’al aklın yardımının büyük bir önemi vardır.
Ancak fa’al aklın yardımı sayesinde insan aklı yetkinlik yolunda ilerleyebilir. Fa’al
akıl böyle bir yardımı yapabilecek durumdadır. Çünkü o, asla maddeye
bulaşmamıştır. Eğer o başlangıçta maddi olsaydı, onu da harekete geçirecek maddi
olmayan bir gücün varlığı gerekli olacaktı.77 Fa’al aklın gördüğü iş düşünen canlıyı
görüp gözetmek ve insan için erişilmesi gereken olgunluk mertebelerinin en
71
Fârâbi, Uyûnü’l-mesâil (Felsefenin Temel Meseleleri), çev. Mahmut kaya, “İslam Filozoflarından
Felsefe Metinleri” içerisinde, s. 125 – 126. (Klasik Yayınları, İstanbul – 2003)
72
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 4 – 5.
73
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 361.
74
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 215.
75
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 193.
76
A.g.e, s. 262.
77
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 47.
86
yükseğine yani yüce mutluluğa (es-Sa’adetü’l Kusva) ulaştırmaktır.78 Fa’al aklın
insan aklıyla olan ilişkisi güneşle göz arasındaki ilişkiye benzemektedir. Görülmesi
mümkün olan bir nesne ancak ışık sayesinde fiilen görülen bir nesne olmakta; yine
güneş sayesinde görmesi mümkün olan göz, fiilen gören bir organ olmaktadır. Aynı
şekilde faal akıldan taşan güç potansiyel akledilirler durumunda bulunan hayalin
objelerine yönelir. Bu sayede onlar, fiili objeler, akılda bilfiil akıl haline gelir. Bil
kuvve iken, bil fiil akıl olur ve faal akıl derecesine yaklaşma yolunda ilerler.79
Ölümden sonra nefislerin her biri hem kendi özünü hem de kendi özüne benzeyen
öteki birçok nefisleri ta’akkul eder. Böylece önceden göçüp giden nefislerden her
birinin haz duyması da aratarak devam eder. Fa’al aklın gayesi olan yüce saadet işte
budur.80
Fârâbi’ye göre insanın iki hayatı vardır: Birincisi beslenmeyle ve varlığımızın
devamı için bugün ihtiyaç duyduğumuz diğer şeylere bağlı olan hayat ve ona göre bu
bizim ilk hayatımızdır, ilk yetkinliktir. Diğeri ise; insanın özünün devamı için kendi
dışındaki şeylere ihtiyacı olmayıp, bilakis korunmuş olarak kendi varlığını devam
ettirmesi için kendi kendine yeterli olarak devamı kendi özüyle olan hayattır. Bu da
ahiret hayatıdır. Son yetkinliktir ve insan için son yetkinlik de bu hayatta mümkün
olmayıp ancak bu hayattaki ilk yetkinliği yaşadıktan sonra ahiret hayatında meydana
gelir. İlk yetkinlik (el-Kemal el-evvel) insanın faziletle ilgili fiilleri yapmaksızın,
sadece fazilet sahibi olması değil, bilakis bütün faziletlerin fiillerini yapmasıdır.
Kâtibin yetkinliği, onun yazma sanatını elde etmesi olmayıp, bizzat yazma fiilini
yapması, doktorun yetkinliği ise onun sadece tıp sanatını elde etmesi olmayıp, bizzat
tıpla ilgili fiilleri yapması ve diğer bütün sanatlarda da aynı şekilde yetkinlik, insanın
fiilleri meydana getiren melekelere sahip olmasında değil, bizzat o fiilleri
yapmasındadır. Bu yetkinlik bizim için son mutluluk (es-Sa’ade el-Kusvâ), yani
mutlak iyi olan son yetkinliği meydana getirir.81
78
Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak. Ali bû Mulhim, s. 23; Fârâbi, Es – Siyaset‘ul –
Medeniyye, s. 2.
79
Fârâbi, Risale fî me’nânî’l-akl, s. 133; Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 5.; ayrıca bkz Aydın,
İslam Felsefesi Yazıları, s. 47.
80
Mehmet Aydın, Din Felsefesi, s. 257. (İzmir İlahiyat Fak. Vakfı Yay. X. Baskı, İzmir – 2002)
81
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 39.
87
Bütün filozoflarda olduğu gibi Fârâbi’de de nihai mutluluk çok önemlidir.
İnsanın nihai mutluluğu kazanması için kesin olarak çaba göstermesi gerekir. Ayrıca
ideal alan mutluluğunda ölümsüzlük düşüncesi de yer alır. Buradaki ölümsüzlük bir
problem olarak değil de, ölümsüzlüğün insana ideal bir mutluluk kazandırmasından
dolayı önemlidir.82 Kuran-ı Kerim de, “Her nefis (insan) ölümü tadacaktır.”
83
ve
başka bir ayette de “Ey Muhammed, senden önce de hiçbir insanı ölümsüz
kılmadık.”
84
denilmektedir. Bu dünyada bir takım haksızlıklara uğrayanların, çile
çekenlerin, hayatta karşılaştıkları olumsuzluklara sabredenlerin, kötülük görüp de,
bunu yapana karşılığını veremeyenleri rahatlatan, onları bir takım sıkıntı ve
dertlerden kurtaran öldükten sonraki hayatın varlığı ve ilahi adaletin gerçekleşecek
olmasıdır. Ölüm, felsefede özellikle hayatın anlamı ve öneminin dile getirilmek
istendiği yerlerde söz konusu olmuştur. İyimser ve kötümser dünya görüşlerinin
oluşmasında ölümle ilgili düşünce ve inanışların payı büyüktür. Eğer ki ölümden
sonraki hayat olmasıydı insanlar her şeyi yapmayı mubah sayabilirlerdi.85 Bazıları
ölümü hayatta kazanılan her türlü başarıya son noktayı koyan bir felaket olarak
görmüşlerdir. “Mademki ölüm vardır, o halde hiçbir şeyin nihai noktada bir anlam ve
değeri yoktur.” Öte yandan bazılarına göre de hayat gerçek anlam ve değerini ancak
ölümle kazanmaktadır.86
Dini ve mistik bir atmosfer içerisinde düşünenlere göre ölüm korkusu daha
çok cahiller ve fasıklar için söz konusudur. Bu da ölümün, acı veren bir hadise
olduğu düşünce ve inancından, insanın sahip olduğu maddi ve manevi değerlerin
yitirilmesinden kaynaklanmaktadır.87 Fârâbi’ye göre cahiller ölümden korkarlar,
çünkü onların değerli buldukları yegâne şey dünya hazlarıdır. Onlar bu hazlara son
verdiği için ölümden nefret ederler. Fasıkların korkusu ise, iki sebebe dayanır. Bu
dünya hazlarını yitirmek ve öteki dünyada mutlu olma imanını yitirdiğine inanmak.
Faziletli insanın korkması için hiçbir sebep yoktur. O mümkün olduğu ölçüde uzun
82
Turan Koç, Ölümsüzlük Düşüncesi, (İz Yayıncılık, II. Baskı İstanbul – 2005)
Âli İmran, 3/185.
84
Enbiyâ, 21/35.
85
Aydın, Din Felsefesi, s. 245.
86
A.g.e, s. 235.
87
A.g.e, s. 236 – 237.
83
88
yaşamak ve iyi fiillerini artırmak ister ki, bu sayede ölümden sonraki mutluluğu da
artmış olsun.88
E. MUTLULUĞU SAĞLAYAN UNSURLAR VEYA MUTLULUĞA ULAŞMA
YOLLARI
Nazari olarak mutluluğun ne olduğunu bilen bir kişinin ona ulaşabilmek için
onun elde edilmesini sağlayan fiilleri yapması ve ayrıca bu yapacağı fiilleri de
bilmesi gerekmektedir.89 Zira her varlık en son olgunluğunu, yetkinliğini elde etmek,
ona ulaşabilmek için yaratılmıştır ve varlık düzeninde de kendisine has olan yere
ulaşmak için gerekecek şeyleri yapabilecek ve buna ulaşma başarısını gösterebilecek
durumdadır. İşte bu yetkinliklerden, olgunluklardan insana özgü olanı, insanın
ulaşması gerekeni mutluluktur.90 Mutluluk bu kadar değerli ve insana özgü önemli
bir amaç olduğuna göre insanın kendisini mutluluğa ulaştıracak yollara ve bir takım
şeylere sahip olması gerekmektedir.
Mutluluk, insan ruhunun vücutta maddeye ihtiyaç arz etmeyecek bir
tekemmül mertebesine ulaşması olduğuna göre insan, mutluluğa, nefsin cisimlerden
arınmış şeyler ile maddeden soyutlanmış cevherler arasına girmesiyle ve sürekli bu
durumda kalmasıyla ulaşır. İşte nefis bu durumda Fârâbi’ye göre faal aklın sadece bir
derece altında bulunmaktadır.91 Bu nedenlerden dolayı da diyebiliriz ki, mutluluk
Fârâbi’ye göre, günlük anlamından çok farklıdır ve metafizik bir anlam ifade
etmektedir.92 Fârâbi, mutluluğun tesadüflerin sonucu elde edilebilen bir şey
olmadığını, insanın akli ve bedeni bir takım iradi çabalarıyla ona ulaşılabileceğini
88
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 62.
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 43; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak. Ali
bû Mulhim, s. 86 – 87; Fârâbi, Tenbîh Ala Sebîli’s – Saâde, s. 27; ayrıca bkz Aydın, “Fârâbi’nin
Siyasi Düşüncesinde Sa’adet Kavramı”, s.304.
90
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 42; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 75.;
(Hilal Matbaası, I. Baskı, Beyrut – 1995)
91
Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 69; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev.
Ahmet Arslan, s. 59 – 60.
92
Mustafa Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s.131.
89
89
belirtir.93 Mutluluğa götürecek iyi fiiller ihtiyar/seçim sonucu yapılan fiillerdir.
Geçici olarak veya baskı altında yapılan iyiliklerle mutluluğa ulaşılamaz. Ayrıca iyi
fiiller de devamlı olmalı, bu fiiller alışkanlık haline getirilmeli, hayat boyunca da
insanda devam etmelidir ki mutluluğa ulaşılabilsin.94 Yalnız insanın düşüneceği ve
bilincinde olacağı mutluluk, başka herhangi bir güçle değil, sadece nazari düşünme
gücüyle bilinebilir. İnsan mutluluğu, fa’al akıl tarafından kendisine verilmiş olan
ilkeleri ve ilk bilgileri kullanmasıyla bilir. İnsan mutluluğu bilir, arzu etme
muhayyilesiyle, gücüyle onu ister, amelî güçle onu elde etmek için gereken ne ise
onu yapmayı düşünür, arzu gücünün de araçlarını kullanarak, düşünme gücü
tarafından ortaya çıkarılmış fiilleri gerçekleştirir, ondaki duyum ve hayal güçleri
mutluluğu kazanması için gerekli fiillere atılımda, harekete geçirmede düşünme
gücüne yardımcı olur ve ona boyun eğer ise; ancak bu takdirde insandan meydana
gelen her şey iyi olur. İşte sadece bu yolla iradi iyilik ortaya çıkar.95
İnsan, nefsinin yap dediği yanlış şeylerden uzak durarak, doğru yolda sabır ve
sebat göstererek, iyi şeyleri yaparak ve iyi bir şekilde yaşayarak, aklını iyi bir şekilde
kullanarak, bilinçli bir şekilde hareket ederek mutluluğa ulaşabilir. İnsan aklını,
zekâsını çok iyi kullanmalı ve doğru ile yanlışı ayırt edebilme kabiliyetine sahip
olmalıdır. İyi ayırt edebilme insanın doğru bir kanaate sahip olmasını sağlar. İnsanı
mutluluğa ulaştırmanın önemli öncüllerinden biri temyiz yani ayırt edebilme
kabiliyetidir. İnsanın bütün fiziki veya ruhi davranışları bunun sonucunda meydana
gelmektedir. Mutluluk sadece fiziksel ihtiyaçların karşılanması, sıradan bir hayat
yaşanması, bedeni bir rahatlık değil, iyi bir ayırt etme sonucunda, akla uygun
yaşamanın verebileceği bilgi ve becerilerle elde edilecek ruhî bir yetkinliktir.96
Burada da açıkladığımız gibi Fârâbi’nin anlayışına göre mutluluk, duyusal ve kaba
bir hazdan, günlük hayatta kullanılandan çok farklıdır ve aşkın ve metafizik bir
93
Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 69.; el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert
Nasrî Nâdir, s. 117.
94
Taylan, Anahatlarıyla İslam Felsefesi Kaynakları – Temsilcileri, Tesirleri, s. 187, Fârâbî, elMedinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 69 – 70.
95
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 39 – 40; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye,
Tak. Ali bû Mulhim, s. 80.
96
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 29.
90
anlam ifade etmektedir.97 Mutluluk; kendisiyle mutluluk elde edilen fiillerin veya
mutluluğa giden yolu engelleyen fiilleri yapmamanın bir karşılığı değildir, bilakis;
bilgi, öğrenim ve tahsil yoluyla elde edilen erdemli fiillerle ulaşılan bir amaçtır.98
Fârâbi’ye göre insanın yaratılış gayesi en yüce mutluluğa ulaşmak olduğuna
göre; insanın mutluluğu elde etmesi, ona ulaşabilmesi için yapması gereken şeyleri
de bilmesi gerekmektedir. Ancak bu bilme işi her insan için aynı olmayabilir. Fârâbi
için bu çok doğal bir şeydir, çünkü her insanın yaratılıştan kaynaklanan kabiliyetleri,
akıl seviyeleri ve bilgiyi elde ediş şekilleri farklıdır. Bundan dolayı insanın bilgi
dereceleri de farklılık arz etmektedir. Bütün bunların yanında birde insan bilgiyi elde
edebilmek için bir kılavuza ihtiyaç duymaktadır. İnsan mutluluğun ne olduğunu ve
bu konuda neler yapması gerektiğini Fârâbi’ye göre kendi başına bilemez, onun bu
amaca ulaşmak için bir yardımcıya ihtiyacı vardır. Bu yardımcıya kimi insanlar az
ihtiyaç duyarken kimileri fazla ihtiyaç duyabilmektedir. Burada şunu da belirtelim ki,
bir insan kendisine rehberlik edinilse de dışardan bir dürtü ve onu itekleyecek bir güç
olmaksızın kendisine öğretilen şeyleri yapmayabilir. Bu ise insanların mutluluğu
bilmelerini onu kavramalarını güçleştirebilir, insanların geneli bu durumdadır. Bu
nedenle onların kendilerine bunları öğretecek ve kendilerini bunlara doğru
yöneltecek kişilere ihtiyaçları vardır. Bu da durumlarına, konumlarına göre insanların
yöneten ve yönetilen diye kısımlara ayrılmalarına neden olmaktadır.99 Fârâbi burada
insanın mutluluğa ulaşabilmesi, erdemli bir hayat sürebilmesi için bir öğreticiye
ihtiyacı olduğunu vurgulamaktadır. Bu kişi de devletin başı olan filozoftur.100
Fârâbi gerçek mutluluğa (es-Sa’ade-el-Kusva) ulaşmak için insanın erdem
sahibi olmasını yeterli görmemektedir. Mutluluğa ulaşmak, ancak sahip olunan bütün
erdemlerin fiillerini yerine getirmekle mümkün olmaktadır. Bundan dolayı insan
ancak yapıp ettikleriyle değerlendirilir. Nasıl ki; bir kâtibin yetkinliği onun yazma
97
Mustafa Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s.131.
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 61.
99
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 43 – 44.; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye,
Tak. Ali bû Mulhim, s. 81 – 82; ayrıca bkz. Muhammed Sagir Hasan el-Ma’sumi, “Fârâbi” , İslam
Düşüncesi Tarihi, çev. Burhan Köroğlu, Editör: M.M. Şerif, Cilt-2, s. 338. (İnsan Yayınları, İstanbul –
1990); Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 433; Fevzi M. Neccar, İslam Politika Felsefesinde
Siyaset, s. 40. (İslam’da Siyaset Düşüncesi, adlı eserin içerisinde, İnsan Yayınları, İstanbul – 1995)
100
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 45; Huriye Tevfik Mücahid, Fârâbi’den Abduh’a Siyasi
Düşünce, s. 74 – 75.
98
91
sanatını bilmesi olmayıp, yazma fiilini yapması ise aynı şekilde insan için de
yetkinlik, insanın fiilleri meydana getiren melekelere sahip olması değil, insanın o
fiilleri bizzat yerine getirmesi, yapmasıdır.101 İnsanda teori ve pratik bütünlüğü
olmalıdır. Eğer insanın pratik hayatına ilişkin bir şey biliniyor fakat pratiğe yani fiile
geçirilmiyorsa o şey geçersiz ve faydasızdır. Fârâbi’ye göre, özelliği bilinmek ve
yapılmak olan şeyin yetkinliği, yapılmaktır.102
İnsan mutluluğa; kınanmasına neden olan davranışlardan uzak durarak onları
yapmayarak ve övülmesine neden olan davranışları yaparak, onları hayatının her
alanında uygulayarak ulaşabilir.103 Yoksa mutluluğa kınanmasına ya da övülmesine
sebep olmayan şeylerle ulaşamaz, mutluluğa ulaştıracak davranış akli ve iradi bir
davranış olmalıdır. İnsanın bilinçli eylemlerinin, tercih sonucu yapacağı fiillerinin bir
sonucu olmalıdır. İradi ve iyi olan bilgi ve fiillerin sonucunda mutluluğa
ulaşılmaktadır. Fârâbi’ye göre iyi eylemler insan tarafından ya tesadüfen ya da onları
gönüllü olarak yapılmasa da tercihi söz konusu olmadan bu fiiller insana
yaptırılabilir. Ama iyi eylemler insanda bu şekilde bulunduklarında mutluluğa sebep
olmazlar. İnsan eylemlerini gönüllü ve isteyerek yaptığı zaman bu eylemlerle
mutluluk elde edilebilir. Çünkü insanın iradesi, tercihi eylemlerinin değerlendirilmesi
ve sonucu için çok önemlidir. Ayrıca insan hayatının başından sonuna kadar bütün
yaptıklarında bu güzel ve iyi eylemleri tercih etmesiyle mutluluğu elde edebilir.
Bazen yapıp, bazen yapmayarak elde edemez, hayatının her anında bunları
uygulamalıdır. Bunları da iyi olduğu için mutluluğa, en yüce gayeye ulaştıracak bir
amaç olarak tercih etmeli ve yapmalıdır ki mutluluğa ulaşabilsin.104 Mutluluk öyle
gelişigüzel ve rastgele fiillerle değil, bazısı fikri, bazısı bedeni olan kesin ve belirli
fiillerle kazanılmış, yine kesin ve belirli istidat ve melekelerle elde edilebilir.105
Mutluluk öyle bir amaçtır ki; bu amaca (bilginin, öğrenim ve tahsilin,
sanatların, bu sanatları öğrenmenin ve onları yapmakta sebat göstermenin bir neticesi
101
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 39.
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 168.
103
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 28.
104
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 30; Bircan, İslam Ahlak Felsefesinde En Yüce Gaye
Kavramı ve Ahlaki Değerlerin Belirlenimi, s. 428.
105
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 274.
102
92
olması gibi) faziletli fiillerle ulaşılır.106 Faziletli fiiller ise; insanın kendisiyle iyi ve
güzel işler yaptığı şeyler, kötülükler ve çirkin fiiller ise alçaklık ve aşağılıklardır.107
Mutluluğun elde edilebilmesi için yararlı olan iradi fiiller güzel fiillerdir. Bu fiillerin
kendilerinden doğdukları istidat ve melekeler de erdemlerdir.108 İyi fiiller iki aşırı uç
arasındaki orta ve mutedil fiillerdir.109 Bu orta ve mutedil fiiller insanda iyi ve güzel
bir ahlakı meydana getirirler. Eğer bu orta olma durumundan uzaklaşıp gerekenden
fazla ya da gerekenden eksik olduklarında kötü ahlakı meydana getirirler.110 İnsan
mutluluğa götüren iyi fiilleri ne kadar çok yaparsa ne kadar bu iyi işlerle meşgul
olursa onları ne kadar tekrarlarsa o kadar kuvvetli, o kadar üstün ve o kadar da
mükemmel bir mutluluk mertebesine ulaşır.111
İnsanın bir bütün halinde ruhen ve bedenen mutluluğa ulaşması gereklidir.
İnsan iyi davranışları bizzat kendisi isteyerek, gönüllü olarak, bütün yaptığı şeylerde
ve bütün hayatı boyunca uyguladığı ve iyi olan şeyleri bizzat kendisinden dolayı
tercih ettiği zaman mutluluğa ulaşabilir.112 İnsan iyi olan fiilleri bizzat tercih
etmeyecek, eğer onları başka bir amacı elde etmek için yapacak olursa mutluluğu
elde edemez. Nasıl ki, hayır ve iyilik arzu ile irade sonucu elde ediliyorsa, kötülük de
arzu ve iradeyle elde edilir.113 İradenin, tercihin eylemler üzerinde etkisi çok
büyüktür.
Fârâbi’ye göre buraya kadar açıklamaya çalıştığımız mutluluğa ulaşma
yolundaki davranışların nasıl olması gerektiğini kısaca ele alacak olursak; devamlı
olarak iyi davranışlarda bulunulacak, davranışlar iyi eylemlerde meydana gelecek, bu
eylemler tesadüfen yapılmayacak, iradeli ve isteyerek herhangi bir baskı altında
106
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 61; Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 126.
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 27; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 70.
108
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 60; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk.
Albert Nasrî Nâdir, s. 106; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 70.; Fârâbi,
Tahsîlu’s – Sa’ade, s.27.
109
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 34.
110
Fârâbi, Tenbîh Ala Sebîli’s – Saâde, s. 36 – 37.
111
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 94; Fârâbi, Tenbîh Ala Sebîli’s – Saâde, s.
34 – 35.; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 134 – 135; Fârâbî, el-Medinetü’l –
Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 83 – 84.
112
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 30.
113
Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 80; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev.
Ahmet Arslan, s. 70; Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 40.
107
93
olmadan bizzat tercih edilerek gönüllü bir şekilde, hayatın her aşamasında bütün bir
yaşam boyunca uygulanacaktır. İnsanın mutluktan pay alabilmesi için kendisini
mutluluğa götürecek erdemli davranışları kazanma ve kazandıktan sonra da onları
koruma konusunda sürekli çaba göstermelidir. İnsan nazari akıl gücü sayesinde
bildiği mutluluğu, varlık sebebi olan yetkinliğini iradi iyi fiilleri huy haline
getirmekle kazanabilir.114
İnsan, kendisine başlangıcından itibaren olgunluk ve yetkinlik verilmeyen
varlıklardan birisidir. Ya da kendisine en az olgunluk verilenlerdendir. Böyle
olmasına rağmen de insana, bu olgunluğa yani mutluluğa ulaşması için gerekli
olanları yapabilecek kudret ve kabiliyette verilmiştir.115 İşte insanda bu
saydıklarımızı yapabilecek, mutluluğa ulaşmasını sağlayacak kabiliyet ve güç vardır.
Yani insanı bedbaht, kötü, kabih şeylerden uzak tutacak ve ona iyi ve güzel şeyleri
yapmasını sağlayacak, onu yönlendirecek bir kuvvet vardır. Her insan varlığının
başlangıcından itibaren iyi bir ayırt edebilme melekesi ve fiillerini güzel yapmasını
sağlayacak “ güç ”(kuvve) ile donatılmıştır.116
F. EPİSTEMOLOJİK AÇIDAN MUTLULUK
Mutluluğun temellendirilmesi ve onun Fârâbi sisteminde daha iyi anlaşılması
için teorik yönünün iyi bilinmesi gerekmektedir. İnsanın yetkinleşerek mutluluğu
elde edebilmesinin nasıl olduğunu, bu mutluluğa giden yolda bilginin özellikle de
felsefenin ve mantığının mutluluğa ulaşmadaki önemini ve mutluluk yolunda fa’al
aklın yerini bu bölümde Fârâbi’ye göre ortaya koyacağız.
114
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 276.
Fârâbi, Aristo Felsefesi, s. 94; “Fârâbi’nin Üç Eseri, Mutluluğu Kazanma (Tahsîlu’s – Sa’ade) ,
Aristo Felsefesi, Eflatun Felsefesi içerisinde” çev. Hüseyin Atay (Ankara Ünv. İlahiyat Fak. Yay.
Ankara – 1974); Fârâbi, Philosophy of Plato and Aristotle (Eflatun ve Aristo Felsefesi), çev. Muhsin
Mehdi, s. 76. (Agora Yayınları, New York – 1962)
116
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 31 – 32; ayrıca bkz Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev.
Nafiz Danışman, s. 96; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 86.
115
94
1. MUTLULUK ve BİLGİ (FELSEFE ve MANTIK)
İyi, biri sadece bilgi diğeri de bilgi ve eylem olmak üzere iki çeşittir. Bunun
gibi felsefe sanatı da iki çeşittir. Birinci tür felsefe sanatı, insan yapıtı olmayan
mevcudatı tanımayı sağlar. Buna nazari felsefe adı verilir. İkinci tür felsefe sanatı da;
özelliği gereği yapılması insana ait şeylerle ilgili bilgiyi ve bunlardan da iyiyi
yapabilme bilgisini sağlar. Buna da ameli felsefe ve siyaset felsefesi adı verilir.117
Fârâbi’ye göre bilgelik sanatı olan felsefe ile araştırmacının tabiat ötesi varlıkları
incelemeye başlaması ve onları ele alışta tabii varlıkları ele alırken kullandığı
metotları kullanması gerekir. O, onların öğretim ilkeleri olarak bu varlık cinsinde
bulunan ilk öncülleri ve bu ilk öncüllere ek olarak da bu varlık cinsinde öğretim
ilkeleri olmaya uygun düşen tabiat ilminin ispatlarını kullanmalıdır. Fârâbi’ye göre,
böylece bu varlıkları araştıran için onların hiçbirinin herhangi bir maddesi olmayan
şeyler oldukları ortaya çıkar.118 Fârâbi’ye göre bundan sonra araştırıcı, insan ilmine
girişmeli ve insanın kendisi için varlığa getirilmiş olduğu amacın, yani insanın elde
etmesi gereken mükemmelliğin elde edilmesini sağlayan her şeyi veya insanın ona
ulaşmasında ona yararlı olan araçları araştırmalıdır. Bunlar da iyilikler, erdemler ve
güzel davranışlardır. Bunlardan da insanın mükemmelliğine, yani mutluluğuna
ulaşmasına engel olan şeyleri ayırt etmelidir. Bu şeyler ise kötülükler, erdemsizlikler
ve çirkin davranışlardır. Bunların tümü bilininceye, akılla kavranılıncaya ve
birbirlerinde ayırt edilinceye kadar her birinin ne olduğunu, nasıl olduğunu, neden
olduğunu ve niçin olduğunu açıklamalıdır. İşte bunu yapacak olan politika yani
siyaset ilmidir. Bu ilim de, şehir insanlarının her birisinin siyasi toplum aracılığıyla
özel tabii yaratılışlarının mümkün kıldığı ölçüde mutluluğu elde etmesini sağlayan
şeylerin ilmidir. Araştırıcı için siyasi toplumun ve şehirlerde şehir halkının bir araya
gelmelerinden ortaya çıkan her şey âlemin bütününde cisimlerin bir araya
117
118
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 52.
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 19 – 20.
95
gelmelerine benzer olarak ortaya çıkar.119 Fârâbi’ye göre nazari mükemmellik işte
budur. Görüldüğü gibi şehir insanlarının ve milletlerin kendileriyle en yüksek
mutluluğa ulaştıkları dört tür şeyin (dört erdem) bilgisini içerir. Bundan sonra da bu
dört tür şeyin nazari ilimler tarafından verilen açıklamalarına uygun olarak
gerçekleştirilmesi millet ve şehirlere kalmaktadır.120
Biz mutluluğa ancak iyi şeylere sahip olunca ve iyi şeylere felsefe aracılığıyla
ulaştığımıza göre, demek ki o halde felsefe zorunlu olarak kendisiyle mutluluğa
ulaşılan şeydir. Yalnızca felsefe iyi bir hayatı garanti edebilir.121 En yüksek mutluluk
sadece doğru bir tarzda felsefe yapan insani varlıklar tarafından elde edilebilir.122
Fârâbi’ye göre felsefe ancak iyi ayırt etme ile meydana geldiğine ve iyi ayırt etmeye
de ancak bilinmesi istenilen her şeyde doğru olanı kavrayacak zihin gücüyle
ulaşıldığına göre doğru kavrama gücünü bütün bunlardan önce kavramamız
gerekmektedir. İşte bu güç de Fârâbi’ye göre, “mantık sanatı”dır.123 Mantık sanatı
felsefenin yöntemi bakımından yegâne dayanağıdır.124
Bütün bu dediklerimizin meydana gelmesini sağlayacak insana güzel bir
ahlak ve meleke kazandıracak, ona yaptığı davranışların bilincinde olmasını, neyi
neden yaptığını anlamasını, iyi bir ayırt edebilme melekesini sağlayacak, bunlarında
ötesinde onu mutluluk yoluna yöneltecek, mutluluğa ulaştıracak şey bilgidir.
Mutluluğa ulaşmayı isteyen bir kişinin de bu şeyleri bilmesi için, öncelikli olarak
mantık sanatını bilmesi gereklidir. Mantık mutluluğun elde edilmesi için çok
önemlidir.
Bu sanat; her ne olursa olsun hangi inancın doğru, hangisinin yanlış
olduğunun bilinmesini, insan zihnini doğrudan uzaklaştıran, doğruyu yanlış
zannettiren, yanlışı doğru gibi tasavvur ettiren şeylerin bilinmesini, insanın farkında
olmadan yanlışa inanınca onu zihninden uzaklaştırmasına veya bir başkası farkında
olmaksızın yanlışa düşmüşse onun ondan uzaklaştırılmasına vasıta olan yolların
119
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 21; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s.46.
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 22; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s.47.
121
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 188.
122
A.g.e, s. 190.
123
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 53.
124
Nuri Adıgüzel, Günümüz İslam Felsefesinin Sorunsalları, s. 123. (İlahiyat Yayınları, I. Baskı,
Ankara – 2005)
120
96
bilinmesini,125 kendisine uyulduğu takdirde zihni ıslah edebilecek ve insanı, hakikate
giden doğru yola yöneltip, hataya düşme tehlikesinden kurtaracak genel kaideleri
gösteren,126 insan bir şey hakkın da bir inanca sahip olur ve onun doğru olup
olmadığı konusunda içine bir şüphe düşünce, o konu hakkın da kesinliğe ulaşıncaya
kadar inceleme imkânı veren, bu arada farkında olmadan yanlışa düşerse bu yanlışı
zihninden uzaklaştırma imkânı veren yolların bilinmesini sağlar.127 Mantık sanatı,
hata yapılmasının mümkün olduğu her şeyde düşünce kuvvetini doğruya yönelten,
akıl yürütmenin yapıldığı her yerde hataya düşmeyi önleyecek her şeyi (her kuralı)
öğreten bir sanattır.128 Mantık, nefsin düşünen kısmını geliştirir, onu öğrenimlere ve
öğretimlere, faydalı tutumlara ve kesinliğe doğru yöneltir, faydalı olandan ve doğru
yoldan saptıran şeyleri ayırt ettirir.129
Bu durumda mutluluğa ulaşabilmek için mantık sanatından yardım alma diğer
sanatlardan önce gelir. Hatta denilebilir ki; mantık sanatının elde edilmesi mutluluğa
yönelmenin ilk aşamasıdır. Fârâbi’ye göre insanın insan olmasını sağlayan şey akıl
olduğu için insana en çok özgü olan iyi şey, insanın aklı olduğuna ve ona bu sanat iyi
şeyler kazandırdığına göre o halde bu sanat insana en çok özgü olan iyi şeyleri
sağlar.130 Dilde gramer ve şiirde de vezin ne ise mantığın düşünülürlerle olan
münasebeti de öyledir. Boyutların, hacmin ve kütlenin ölçüye vurulduğu gibi
düşünülürler de mantık kurallarıyla ölçülür.131
Mantık; “doğru düşünme kanunu”dur. Yani mantığın kural ve yasaları,
bilimsel veya felsefi bazı konular üzerinde düşünmek veya çıkarımlarda bulunmak
istediğimiz zaman kendi çıkarımlarımızı ölçtüğümüz ve
125
yanlış sonuçlara
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 53.
Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 67; Fârâbi, İhsa’ül-Ulûm, Tak. Ali bû Mulhim, s. 26. (Hilal Matbaası,
Beyrut – 1996) ayrıca bkz İbrahim Medkur, “Fârâbi” , s. 72; Taylan, Anahatlarıyla İslam Felsefesi
Kaynakları – Temsilcileri, Tesirleri, s. 174 – 175.
127
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 54.
128
Olguner, Fârâbi, s. 148. (Fârâbi’den seçme metinler mantık bölümü)
129
Fârâbi, Philosophy of Plato and Aristotle (Eflatun ve Aristo Felsefesi), çev. Muhsin Mehdi, s. 82;
Fârâbi, Aristo Felsefesi, s. 102 – 103 .
130
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 54 – 55.
131
Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 68; Fârâbi, İhsa’ül-Ulûm, Tak. Ali bû Mulhim, s. 28.; Fârâbi, Tenbîh
Ala Sebîli’s – Saâde, s. 55 – 56.; ayrıca bkz Hasan Küçük, İslam ve Batı Felsefesinde Sistematik
Problemler (mukayeseli), s. 44; Fahrettin Olguner, Fârâbi, s. 148–149 (Fârâbi’den seçme metinler
mantık bölümü); Mahmut Kaya, “Fârâbi” mad., s. 148.
126
97
kapılmamak için değerlendirmemizde dikkate aldığımız bir ölçüm aleti gibidir.
Mantık; kendisinden faydalanan bir bilim adamı ve filozof için inşaat ustasının bir
binayı inşa etmekte kullandığı ve ördüğü duvarın doğru olup olmadığını ölçtüğü bir
terazi veya şakul gibidir. Bu nedenle mantığın tanımını şu şekilde ifade etmişlerdir,
“mantık zihni hatalı düşünmekten alıkoyan ve zihni denetleyen yasa ve kural
türünden aletlerdir.”132 Mantık bize, doğruyu yanlıştan ayırmakta ve doğru
düşünceye ulaşmakta, düşüncemizin nerden başlayacağında ve diğer insanları bu
yola sevk etmekte yardımcı olur.133 Bir görüşü çelişkiye düşmeden ifade etmeyi
sağlar, bilinenlerden hareketle yeni bilgiler kazandırır. 134
Bu sanat insana kesin bir bilgiye ulaşmanın yollarını sağladığı, aklını en fazla
kullanmaya sevk ettirdiği, doğruyu yanlıştan ayırmanın yollarını öğrettiği için çok
önemlidir.135 İnsanın mantığı düzgün olursa, davranışları ve yaptığı işleri de düzgün
olur. Eylem ve yaptığı davranışları düzgün ve güzel olan insan da mutluluğa daha
çabuk ulaşır. Mantık insana doğru düşünmeyi ve doğru muhakeme yapmayı öğretir,
insanı hatalı düşünmekten alı koyar, akla kurallarıyla rehberlik eder, onu denetler,
ona yol gösterir, insanın doğru bir çizgide emin ve rahat bir şekilde yürümesini
sağlar.
2. MUTLULUK ve FA’AL AKIL
Fârâbi’ye göre daha önce de açıkladığımız gibi salt iyilik olan mümkün
varlıkların en son yetkinliliğini yani mutluluğu elde etmek insanın yaratılış gayesidir
ve bu da ancak ilk bilgileri oluşturan ilk düşünürlerin fa’al akıl tarafından insana
verilmesiyle mümkün olmaktadır.136 İnsan mutluluğunun en yüksek biçimi insan
132
Murtaza Mutahharî, Felsefe Dersleri I, s. 220. (İnsan Yayınları, II. Baskı, İstanbul – 2003)
Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 70; Fârâbi, İhsa’ül-Ulûm, Tak. Ali bû Mulhim, s. 30.
134
Fatih Toktaş, Meşşai Felsefe, s. 28 ( İnsan Yayınları, İstanbul – 2004); T.J. de Boer, İslamda
Felsefe Tarihi, s. 78 – 79.
135
Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş, s. 177; ayrıca mantık sanatı hakkında daha ayrıntılı bilgi için
bkz Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 67 – 91.
136
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 40; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak.
Ali bû Mulhim, s. 81 – 82.
133
98
zihninin mükemmelleşmesidir.137 Mutluluğu hedefleyen insan fa’al akıl sayesinde
ay-üstü dünyasını tecrübe eder. Böylece tanrısal olanı ve kozmik akılları tecrübe
eden insan da metafizik alanla ilgili doğru bilgiye ulaşmış olur. Nitekim Fârâbi’ye
göre Tanrı, hem yetkin bilgi hem de salt iyi olan bir varlıktır. Çünkü Tanrı,
varlıkların var oluşunun ilk sebebidir. Buna sebep olan da Tanrı’nın bilgisidir.
Dolayısıyla ilk varlıktan sadece varlık değil bunun yanında bilgi ve değer de taşar.
Hem en yetkin varlığa hem de en yetkin bilgiye sahip olan Tanrı aynı zamanda en
yüksek değere de sahiptir. Ay-altı âlemin akleden varlığı olan insan fa’al akıl
yardımıyla en yetkin varlığı tecrübe ederken aynı zamanda da en yetkin bilgiyi de
tecrübe etmiş olmaktadır. Böylece insan en yüksek değere ulaşmış olur. Yani fa’al
akıl seviyesine kadar yükselmiş olan insan ilahi bilgiyi elde etmekle ilahi bir varlık
mertebesine çıkmış olur. Bu durumda insan mutluluğun zirvesine ulaşmış, mutluluğu
tamamlamış demektir.138 Fa’al aklın görevi akıl sahibi hayvana, yani insana yardımcı
olmak, ulaşabildiği en yüksek mükemmelliğe ulaşmasına imkân sağlamaktır.139 Bu
akıl insandaki entelektüel oluşumun ve gelişimin insanın dışındaki nedenidir.140 Bu
nedenle ancak fa’al akıla ittisale geçebilen kişiler mutluluğa ulaşabilir. Sıradan
kişiler ona ulaşamaz. Bu nedenle gündelik dildeki mutlulukla yani bedeni hazlar,
refah veya geçici tatminlerle bir ilgisi yoktur. Gerçek mutluluk insan aklının
maddenin hâkimiyetinden bütünüyle sıyrılıp manevi bir varlık olan fa’al aklın
feyziyle aydınlanmasıyla ve ondan pay almasıyladır.141
Fârâbi’ye göre Fa’al Akıl, maddede bulunmayan ve asla da bulunmayacak
olan ayrık bir surettir.142 O, maddeden ve yokluktan, düşünen insanın kurtulmasını
ister ve böylece de insan onun mertebesine yaklaşır. İşte böylece bil kuvve olan
düşünülürler, bilfiil düşünülür olur. Bundan da bil kuvve olan akıl, bil fiil akıl olur.
İnsanın dışındaki hiçbir varlığın böyle olması mümkün değildir. İnsanın ulaşacağı en
yüksek yetkinlik demek olan en üstün mutluluk (es-Saâdetü’l-kusvâ) da budur. Buna
137
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 153.
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 5; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak. Ali
bû Mulhim, s. 27.
139
Muhammed Sagir Hasan el-Ma’sumi, “Fârâbi” , s. 335.
140
Yaşar Aydınlı, Fârâbi’de Tanrı-İnsan İlişkisi, s. 91. (İz Yayıncılık, İstanbul – 2000)
141
Kaya, “Fârâbi” mad., s. 153.
142
Fârâbi, Risâle fî me’ânî’l-akl, s. 133. (Kaya, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri içerisinde)
138
99
bağlı olarak yine Fârâbi’ye göre gök cismi ve Fa’al akıl ile insan ve varlık alanına
çıkmaya ihtiyaç duyan şeylerin varlıkları yetkinlik kazanır.143 Fa’al akıl, insan aklına
bilgileri fiili hale geçirme gücü veren fizik ötesi bir öznedir.144 Fa’al akıl kuvve
halindeki varlıkları fiil haline geçirir, şekilsiz maddeye şekil verir.145
Fa’al akıl, tanrısal varlık alanının dünyamıza en yakın noktasında bulunur ve
insanla, insanüstü arasındaki ilişkinin gerçekleşmesinde aracı rolü oynar, aşkın olanla
maddi olanı birleştirir.146 Fa’al Akıl insan aklını aydınlatarak Allah’ın, saadetin ve
diğer ruhani varlıkların idrak edilmesini sağlar. Fârâbi’ye göre insan fa’al akıl
kanalıyla Allah’la irtibat kurar, vahiy ancak onun aracılığıyla olur. İnsan aklı ile fa’al
aklın ittisali/birleşmesi, ilmin ve saadetin kaynağıdır.147 Fa’al akılla, kuvve
(potansiyel, maddi) halindeki akıl arasındaki ilişki, güneş ile karanlıkta kaldığı
sürece sadece görme imkânına sahip olan (görme durumu kuvve halinde olan) göz
arasındaki ilişkiye benzer.148
İnsan tam olaraktan fa’al akla ulaşamaz, fa’al akılla insan arasında belli bir
mesafe vardır. İnsan fa’al akla yakın olan ama yine de ondan aşağı olan bir dereceyle
yetinmek zorundadır.149 Fârâbi’ye göre fa’al akıl derecesine doğru ilerleyen insan
gerçek mutluluğa ulaşır. Yani maddesel alandan manevi alana yükselmek manevi
olan hakkında bilgiye ulaşmak yüce değeri de beraberinde getirir. Tanrı’ya en yetkin
bilgiyi uygun gören Fârâbi aynı zamanda Tanrı’yı en yüksek değere de layık görür.
Bu durumda en yetkin bilgi en değerli bilgidir. Böylece en yetkin bilgi hakkında
143
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 22; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman,
s.75.; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 65; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk.
Albert Nasrî Nâdir, s. 112; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 103.; Ebu Nasr
el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak. Ali bû Mulhim, s. 55.
144
Macit Fahri, İslam Felsefesi, Kelamı ve Tasavvufuna Giriş, s. 67. (İnsan Yayınları, III. Baskı,
İstanbul – 2002)
145
Necip Taylan, İslam Düşüncesinde Din Felsefeleri, s. 139. (M.Ü.İ.F.Yay. III. Baskı, İstanbul –
1997)
146
Aydınlı, Fârâbi’de Tanrı-İnsan İlişkisi, s. 103.
147
Aydın, “Fârâbi’nin Siyasi Düşüncesinde Sa’adet Kavramı”, s. 304.; Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul –
Medeniyye, s. 45.
148
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 27; Risâle fî me’ânî’l-akl, Kaya, İslam Filozoflarından Felsefe
Metinleri içerisinde, s. 133; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 68; Fârâbi, İhsa’ül
– Ulûm, s. 42; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 58.; Fârâbi, el-Medinetü’l –
Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 103; Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş, s. 181; Bircan, İslam
Felsefesinde Mutluluk, s. 336.
149
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 187 – 188.
100
bilge olan insan en yüce değere de ulaşmıştır. Bu insan başka bir deyişle
tanrısallaşmış insan, ilahi bir varlık ya da Tanrı hakkında bilgi sahibi olmuş
insandır.150
Fârâbi’ye göre akıl üç basamaklıdır. Bazen bil kuvve olan akl, yani madde
halinde olan potansiyel akılda sayılarak basamağın birinci sırasında yer almaktadır.
Birincisi; Fa’al Akıl, ikincisi; Müstefad Akıl, üçüncüsü de; Münfail Akıl’dır. Fa’al
akıl düzeyine her insan çıkamaz, o dereceye çıkmak için belli bir çaba ve çalışma
gerekmektedir. Fârâbi’ye göre ilk yöneticinin ruhu fa’al akıl derecesine çıkabilir.
Bunun için de fa’al akıl seviyesine çıkmadan önce münfail akılla daha sonra da
müstefad akılla ilişki kurar. Bu iki aşamadan sonra ancak fa’al akılla ilişki kurabilir.
İşte bu seviyeye çıkabilen kişi insanları mutluluğa yönlendirecek, ona ulaştıracak
olan şeyleri belirleyecek, onu elde etmenin yollarını gösterecek erdemli, ilk reistir,
başkandır.151
Fârâbi maddi olanın aşılmasını, mistik bir yüz çevirme ya da el etek çekme ile
değil, insanın bir irade varlığı olarak bu alana nüfuz etmesi, metafiziksel özü
doğrultusunda onu çekip çevirmesi ve ona bir şekilde katılmasıyla mümkün
olduğuna inanır. Yani insanın sadece teorik olarak bilmesi yeterli değildir. Fârâbi her
ne kadar en yüce mutluluk olarak teorik aklın en son mertebesini oluşturan
kazanılmış aklın Fa’al Akl ile karşı karşıya gelerek tanrısal olanı tecrübe etmesi
olarak görse de, sonuçta dünyada pratik hayatın en iyi şekilde yaşanması gereklidir.
Çünkü en son mutluluğun gerçekleşmesi teorik olanla pratik olanın bir uyum
içerisinde iş görebilir duruma gelmesini ve böylece sürüp gitmesini gerektirir. Başka
150
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 5; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 59.
– 60, 189 – 190; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak. Ali bû Mulhim, s. 27.
151
Bayraklı, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, s. 132; Fârâbi, Risâle fî me’ânî’l-akl, s. 130 – 137;Ülken,
Eski Yunan’dan Çağdaş Düşünceye Doğru İslam Felsefesi, Kaynakları ve Etkileri, s. 76; Fârâbi, elMedinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 84 – 86; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet
Arslan, s. 75 – 77; Fahri, İslam Felsefesi, Kelamı ve Tasavvufuna Giriş, s. 66 – 67; Taylan, İslam
Düşüncesinde Din Felsefeleri, s. 142; Kaya, “Fârâbi” mad., s. 152; Vural, İslam Felsefesi Sözlüğü,
s.127; Aydınlı, Fârâbi’de Tanrı-İnsan İlişkisi, s. 88 – 99; Boer, İslam da Felsefe Tarihi, s. 84 – 85;
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 332 – 342; Taylan, Anahatlarıyla İslam Felsefesi Kaynakları –
Temsilcileri, Tesirleri, s. 185.; Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş, s. 180 – 181.
101
bir değişle mutluluk için zorunlu olan teorik yetkinliğin elde edilmesi, pratik hayata
ilişkin yetkinliklerin kazanılmasıyla ancak gerçekleştirilebilir.152
Mutluluk; nazari akılla, nazari bir güçle bilindiğinde ve arzu kuvvetiyle bir
amaç olarak tesis edilip istenildiğinde, düşünme kuvvetiyle, tahayyül ve duyu
kuvvetlerinin de yardımıyla bu amaca ulaşmak için yapılması gereken şeyler
keşfedildiğinde ve nihayet arzu kuvvetinin araçlarıyla bu fiiller gerçekleştirildiğinde
insanın bütün fiilleri iyi ve güzel fiiller olurlar. Bunun tersine mutluluk
bilinmediğinde veya arzu edilen bir amaç olarak tesis edilmeksizin bilindiğinde, arzu
kuvvetiyle ondan farklı bir şey amaç olarak tesis edilip arzu edildiğinde, düşünme
kuvvetiyle, tahayyül ve duyu kuvvetlerinin de yardımıyla bu farklı şeye ulaşmak için
gerekli fiiller keşfedildiğinde ve nihayet arzu gücünün araçlarıyla bu eylemler
gerçekleştirildiğinde insanın bütün eylemleri kötü ve
çirkin eylemler olurlar.153
İnsan nazari güç sayesinde herhangi bir insanın hiç bilemeyeceği şeyin bilgisini elde
eder.154
Fârâbi’ye göre mutluluk salt iyilik olup, insanların nefsi güçlerini
yetkinleştirdikleri alanla ilgili olarak değişiklik arz etmektedir. Tamamen dünyevi
zevklerde mutluluğu arayan insanları Fârâbi; asıl mutluluktan uzak insanlar olarak
görmektedir. Çünkü Fârâbi’ye göre gerçek mutluluğa ilk sebebi bilmek ve ona
benzemeye çalışmakla ulaşılabilir. Bu da insanın bilgisi, iradesi ve fa’al aklın
yardımıyla gerçekleşir. Görüldüğü gibi Fârâbi’de düşünme, bilme, mutluluk ve fa’al
akıl arasında sıkı bir ilişki kurulmuştur. Mutluluğun elde edilmesi, ilk bilgileri
oluşturan ilk makullerin fa’al akıl tarafından insana verilmesine bağlı olduğu gibi,
yine fa’al akıl Tanrı ile insan arasında çok mühim bir rol oynamaktadır. Zira Tanrı
ancak onun vasıtasıyla insana hakikati bildirir. Tanrıdan fa’al akla sadır olan, ondan
insana sadır olan şeyin aynısıdır. İnsan, Fa’al akıl ile irtibat kurmayı ilk önce Münfail
aklı, daha sonra da Müstefad aklı elde etmesiyle başarır. İnsana fa’al akıl ile kendisi
arasında başka bir aracı kalmadığında vahiy gelir. Böylece insan fa’al akılla ittisal
152
Aydınlı, Fârâbi’de Tanrı-İnsan İlişkisi, s. 121
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 61; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz
Danışman, s. 71; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 107.
154
Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak. Ali bû Mulhim, s. 24; Fârâbi, Es – Siyaset‘ul –
Medeniyye, s. 2.
153
102
edip ona iştirak ettiği nisbette filozof ve peygamber olur ki;
bu durum insan
bakımından erişilebilecek en son olgunluk (kemal) olduğundan, mutluluğa da
ulaşmış olur.155 Kısacası fa’al aklın rolünü üç noktada toplayabiliriz. Birincisi; fa’al
aklın fiil hali kesintisiz olduğundan doğru bilgi için teminattır. İkincisi; ilahi vahiy
onun aracılığıyla gerçekleştiğinden, nübüvvet mümkün olmakta ve filozof ile nebi
aynı kaynaktan bilgi aldıkları için de hakikatin birliği temellendirilerek felsefe-din
uzlaşması gerçekleşmektedir. Üçüncüsü; insan fa’al akıl ile ittisale geçerek nazari
erdeme ulaşmakta, en üstün mutluluğu elde etmektedir.156
Fârâbi’de nübüvvet, filozof, vahiy alma, aynı kaynaktan bilgi alabilme,
filozof-peygamber eşitliği, filozof ve peygamberin bu duruma nasıl ulaştıkları gibi
meseleler hakkındaki tartışmalara konumuzun sınırlarını aşacağını düşündüğümüz
için girmeyeceğiz. Biz burada sadece mutluluğun ilişkili olduğu kısımlarını ortaya
koymakla yetineceğiz.
G. MUTLULUK ve NEFS İLİŞKİSİ
İnsanın yetkinliğinin ve mutluluğunun ne olduğu ve nasıl gerçekleştiği
konusunun tam olarak belirlenebilmesi için insana özgü nefsi bilmek ve tanımak
gerekmektedir.157 Fârâbi nefs konusu üzerinde felsefi sistemi içerisinde ciddi şekilde
durmuş ve bunu detaylıca incelemiştir. Fârâbi nefsin mahiyeti konusunda
konuşurken de başta Aristo’ya ve onun nefs konusundaki ünlü eseri Kitabu’n-Nefs
(De Anima)in Yeni Plâtoncu yorumlarına dayanır.158 Fârâbi, varlıkları oluşturan
ilkeleri altı sınıfa ayırır. İlk sebep, İkinci Derecede Sebepler, Fa’al Akıl, Nefs, Suret
ve Madde’dir. Bunlardan ilk üçü, cisim olmadıkları gibi cisimlerde de bulunmazlar.
Geri kalan üçü ise cisimde bulunup kendileri cisim değildirler. Demek ki nefs de
155
Taylan, İslam Düşüncesinde Din Felsefeleri, s. 140; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz
Danışman, s. 86; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 76 – 77; Fârâbi, el-Medinetü’l –
Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 125 – 126.
156
Taylan, İslam Düşüncesinde Din Felsefeleri, s. 141.
157
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 216.
158
Aydın, Din Felsefesi, s. 254.
103
cisim değildir, ancak cisimde bulunmaktadır.159 Fârâbi’ye göre nefs, özü gereği
maddeden soyut değil ve yine özü gereği de ölümsüz bir cevher değildir. Aksine
varlığını zorunlu olarak maddi bir taşıyıcı üzerinde gerçekleştirebilmektedir.160 İnsan
sadece nefsten veya sadece bedenden ibaret değildir, nefs ve bedenden oluşmuş bir
bileşimdir,161 genel anlamlarıyla madde ve suret gibi birbirinden farklı iki cevherin
terkibinden yaratılmış veya oluşturulmuş (kevvin) bir bütündür.162 Madde, suretin
mahal ve mevzuudur. Kendisiyle kaim olduğu özne ve dayanaktır. Madde olmadan
suretin ne kıvamı ne de vücudu olabilir. Madde var olmaksızın suret var olamaz.
Suret var olmak için bir konuya muhtaçtır. Maddede suret için vazedildiğinden suret
bulunmadıkça maddede bulunmaz. Maddenin var oluş nedeni sureti kabul
etmesidir.163 Buna göre insan bir bedenle birleşerek hem ferdiyetini kazanmakta,
hem de onu kullanarak kendine özgü yetkinliğini elde etmektedir.164 Ayrıcada
bedenler de kemalini nefsten almaktadır. Nefs sayesinde yetkinliğe, olgunluğa
ulaşmaktadır. Yetkinliğe ulaşmak için nefs ve beden ayrılmaz bir bütündür.165 Madde
olmaksızın suret ve beden olmaksızın da nefsin varlık alanına çıkması imkânsızdır.166
Nefs, bedenin organlarını kullanarak duyumlar alır ve böylece evreni idrak eder ve
kendisini olgunlaştırır. Mesela; “göz bir cevherdir, maddesi de gözün cismidir.
Görme gücü onun suretini teşkil eder; maddesi ile suretinin birleşmesi ile de o bilfiil,
göz olur.”167 Madde-suret arasındaki ilişki nefs-beden yönünden ele alınacak olursa
beden nefsin varlığı için şarttır. Nefs bedene bağlıdır ve onunla meydana gelir, suret
nasıl ki maddeye ihtiyaç duyuyorsa, nefs de aynı şekilde bedene ihtiyaç duyar. Nefs
ve beden birbirlerine ihtiyaç duydukları için birlikte bulunurlar. Nefs bedeni ayakta
159
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 1; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak. Ali
bû Mulhim, s. 21.
160
Aydınlı, Fârâbi’de Tanrı-İnsan İlişkisi, s. 108 – 109; Hasan Hüseyin Bircan, İslam Felsefesinde
Mutluluk, s. 213 – 214.
161
Koç, Ölümsüzlük Düşüncesi, s. 53.
162
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 205; Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 29.
163
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 35; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev.
Ahmet Arslan, s. 24; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 64; Fârâbi, Es –
Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 6 – 8.
164
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 215.
165
Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 41.
166
Toktaş, Meşşai Felsefe, s. 66.
167
Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak. Ali bû Mulhim, s. 29; Fârâbi, Es – Siyaset‘ul –
Medeniyye, s. 6.
104
tutan ona hayat veren prensiptir. Nefs, bedende kaim değil, kendi başına kaim ise de
kullandığı güçleri bedendedir ve bulunduğu bedenden başka bedene geçemez. Nefs
ve güçleri bitişiktir. Bu güçler nefs ve beden arasında ortaktırlar. Çünkü her nefsin
özelliği kendi bedeni iledir.168 Beden insanın tabii varlığıdır. Bedende tabii olmayan
şey, nefsin arızalarıdır. İnsan bu arızaları yıkıp yok ettiğinde kendisiyle saadete
ulaşılan erdemler ortaya çıkacaktır.169
Nefs akledilirlerden, düşünülürlerden (ma’kulat) olmasına karşın cisimde de
bulunması onun gelişim gösteren metafizik bir ilke olduğunu göstermektedir. Bu
nedenle nefsin mahiyeti hakkında bir kanaate sahip olmak, maddeye tesiri ve madde
içindeki fiiliyatının tesbiti ile mümkün olabilir. Fârâbi’de nefsi anlamak ancak nefsin
niteliklerini bilmeye bağlıdır. Bu nedenle de Fârâbi kesin bir şekilde nefsi
tanımlamaz ama onun özelliklerinden genişçe bahseder.170 Nefsin ancak bedende var
olduğunu kabul eden Fârâbi beden nefs için, nefs ise son mükemmellik, yani fazilet
olan saadet içindir. O halde nefs hikmet ve fazilet içindir diyerek, insanın beden ve
nefs bütünlüğü içerisinde belli bir süreçte maddesinden yani bedeninden
soyutlanarak
nefsi
yönünün
yetkinleşmesi
ile
mutluluğa
ulaşabileceğini
düşünmektedir.171 Fârâbi, Uyûnu’l-Mesâil adlı eserinde bu konuyla ilgili olarak şöyle
demektedir. “Bedenin ölümünden sonra nefis için mutluluklar (saadet) ve
mutsuzluklar (şekavet) vardır. Bu haller (ahval) ise nefisler arasındaki farklılıklara
göre değişiklik arz eder.”172 Demek ki Fârâbi’ye göre insan öteki âlemde gerçek
mutluluğa ulaşacak, bu mutluluğun derecesi ve durumu da kişiden kişiye göre
farklılıklar arz edecektir.
Fârâbi, bedene göre daha yetkin olan nefsin de beden gibi hasta olabileceğini
söyler. Beden için sağlık ve hastalık olduğu gibi, nefs içinde sağlık ve hastalık vardır.
Nefsin sağlığı kendisinin ve parçalarının (ecza) durumlarının ona devamlı iyi şeyler,
iyi işler ve güzel eylemler, fiiller (el-ef’al el-cemîle) yaptıran durumlar olması,
168
Fârâbi, Ta’likat, çev. Hilmi Ziya Ülken, (İslam Felsefesi Kaynakları ve Etkileri adlı eserinin
içerisinde) s. 86; Fahrettin Olguner, Fârâbi, s. 106.
169
Bayraklı, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, s. 96.
170
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 2 – 3; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman,
s. 54 – 57; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 44 – 48.
171
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 74.
172
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 33.
105
hastalığı da yine onların, ona devamlı kötülükler, kötü işler ve çirkin fiiller (el-ef’al
el-kabîha) yaptıran durumlar olmasıdır. Bedenin sağlığı kendisinin veya parçalarının
durumlarının, onlarla nefsin, fiillerini en tam ve en mükemmel bir şekilde yaptığı
durumlar olmasıdır. Bedenin hastalığı ise, kendisinin veya parçaları tarafından
yapılan fiilleri yapamadığı, ya da gerektirdiğinden daha noksan veya yapılmaması
gerektiği şekilde yaptığı durumlar olmasıdır. Bedenle beraber bulunan nefs bedenin
yaptığı fiillerden etkilenmektedir. Çünkü bedenin hareketlerinin temelinde nefs
vardır ve yapılan davranışlarla nefs arasında bağlantı vardır. Durum böyle olunca da
bedenin davranışları, nefsin iyi dediği şeylerse nefs ondan mutlu olur ve bu mutluluk
da nefsi sağlıklı yapar. Yok, eğer bunun tersi meydana gelirse nefs rahatsız, hasta ve
mutsuz olur.173
Fârâbi’ye göre nefs ve beden hakkında giriş mahiyetinde önemli olan bu kısa
bilgileri verdikten sonra esas konumuz olan nefslerin mutluluğa ulaşıp,
ulaşamayacağı ya da hangi nefislerin mutlu hangilerinin mutsuz olacağı konusunu
ele alalım. Geniş bir açıdan bakıldığında Fârâbi nefsleri üç başlık altında
toplamaktadır. 1.Mutluluğa ermiş olanların nefsleri 2.Fasıkların nefsleri 3.Varlıktaki
mertebeleri maddi seviyeyi aşamamış cahillerin nefsleridir.174
1. MUTLULUĞU ELDE ETMİŞ NEFİSLER
İnsanın en yüce mutluluğa ulaşmak için yaratıldığını söyleyen Fârâbi, bu
mutluluğu elde etmiş nefsleri mutluluğa ermiş ya da yetkinliğini tamamlamış nefsler
olarak tarif eder.175 Cisimden bağımsız olarak varlıklarını sürdürecek olan bu
nefslerin mutluluğu ruhani varlıkların mutluluğuna benzer bir mutluluk olacaktır.
Ancak ruhani varlıkları tasavvur etmek çok güç olduğundan onların seviyesine
çıkmış olan bu nefsleri de tam olarak tasavvur etmek güçleşecektir. Dolayısıyla
173
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 27.
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 30; Taylan, İslam Düşüncesinde Din Felsefeleri, s. 154; Bircan,
İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 376 – 377.
175
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 43, 47 – 48.
174
106
Fârâbi; teorik mutluluğun derecesinin tasavvur edilemeyecek kadar yüce olduğunu
belirtmektedir. Çünkü ona göre değişmez ve en yüce mutluluk budur.176
Fârâbi’ye göre ebedi hayatta, farklı iyi insanlar farklı mutluluk derecelerine
erişeceklerdir. Çünkü mutluluğa ulaştıracak yetkinlik ancak bir bedende iken
mümkündür.
İnsani nefslerde dünyada iken farklı bedenlerde bulunduğu için
bunların da durumları, yetkinlik dereceleri farklılık gösterecektir. Böylelikle farklı
mutluluk derecelerine rağmen ahirette hepsinin nefsleri yaşamaya devam edecektir.
Kısaca bu nefsler Fârâbi’ye göre az veya çok mutluluğu öteki âlemde
yaşayacaklardır. Onlar ölümsüzlüğü kazanmış nefslerdir. İşte bu nefsler Fârâbi’ye
göre Tanrı’yı idrak etme yetkinliği kazanarak en yüce mutluluğa ulaşmışlardır.177
Erdemli nefsler hem ameli hem de nazari yetkinliğe sahip nefslerdir. Bu nefslere
sahip yani nazari, fikri ve ahlaki erdemlerle ameli sanatları kazanarak iyi
karakterlerini nefslerine yerleştirmiş insanlar bedenden ayrıldıktan sonra yüce
mutluluğa ulaşacaklar ve ebedi olarak bu durumda kalacaklardır.178
Mutluluğa erişmiş nefsler faziletli toplumdaki faziletli insanların nefsleridir.
Bu nefsler akletme ile, ilk sebebi, ikinci dereceden akılları, göksel cisimleri ve ay altı
evrendeki varlıkların cisimleri dışındaki suretlerini kavrayabilen nefslerdir.
Akledilmeye konu olan bu varlıklar en mükemmel varlıklar olduğundan onların
mutlulukları da en yüce mutluluktur. İşte bu varlıkları akledebilen nefsler de onların
mutluluğuna benzer bir mutluluk derecesine ulaşmaktadır.179
2. FASIKLARIN NEFSLERİ
Fârâbi’ye göre fasık nefsler yani gerçekleri akledebildikleri halde mutluluğa
ulaştıracak erdemli fiilleri yapmayan diğer cahili gayeler peşinden koşan insanların
176
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 118 – 119.
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 122; Fârâbi, Es–Siyaset‘ul–Medeniyye, s.47
– 48.
178
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 377.
179
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 70 – 74.
177
107
nefsleri ölümsüzlüğü kazanmışlardır.180 Çünkü bu nefslerde mutlu nefsler gibi ilk
sebebi ve ruhani varlıkları taakkul imkânına sahip olurken, onlardan farklı olarak
kemale, mükemmelliğe götürücü fiilleri yapmamaktadırlar. Yetkinlik olmayınca da
mutluluğun elde edilmesi mümkün olmamaktadır. Belli ölçüde de olsa bu nefsler
nazari kemale sahip olduğu halde ameli kemalden yani ahlaklılıktan mahrumdurlar.
Bundan dolayı, o bir kötülük işlediği zaman yaptığının kötü olduğunu bilir, bu da ona
acı verir. Dünyada belki bu acıyı hissetmeyen fasık, bir gün ölüm bedeni ortadan
kaldırınca, onun nefsi bütün bu kötü alışkanlıklarının sıkıntısını çekmeye başlar.
Yani bu nefsler de Fârâbi’ye göre ölümsüzlüğü kazanmışlardır. Ancak önceki
nefslerin zıddına onlar acı içindedirler. Onlar ahirette mutluluğu tadamayacaklardır.
Mutlu nefslerde olduğu gibi bunlara benzeyen nefslerin katılımıyla da bunların
acıları artacaktır. Böyle bir nefs kendi acısına ilaveten öteki fasık nefslerinde
acılarını tadacaktır. Sayısız sayıda kötü nefsler kafileye katıldıkça acı da sonsuzca
artmaya devam edecektir.181 Fârâbi böyle nefslerin varlıklarını devam ettirerek acı
çekeceklerini ifade etmektedir. Maddeden bağımsızlaşabilme yetkinliği kazanan bu
nefsler ebedi olarak acı duyacaktır. Bu nefsler bildikleriyle amel etmeyip
olgunlaşamayan,
yetkinliğini
tamamlayamayan,
teorikle
pratik
bütünlüğünü
yakalamayan nefslerdir.
3. CAHİLLERİN NEFSLERİ
Fârâbi bu nefsleri ölümsüzlüğe layık görmez. Çünkü bu nefsler ne nazari ne
de ameli kemale sahiptirler. Bu manada cahil olmak maddeye sıkı sıkıya bağlı
kalmak demektir. Eğer bir varlık kopmaz biçimde maddeye bağlı ise onun yok olup
gitmesi mantıklıdır, çünkü yokluğa karışma maddenin mahiyeti gereğidir.182
Dolayısıyla bunların ahirette yeri de yoktur. Nasıl ki; hastalar arasında hastalıklarını
bilmeyen üstelik kendilerini sağlıklı sananlar hekimin sözünü dinlemezlerse; nefsçe
180
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 381.
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 88 – 89; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk.
Albert Nasrî Nâdir, s. 142 – 143; Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 33 – 34.
182
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 34; ayrıca bkz Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 382.
181
108
hasta olanlar arasında da hastalığını bilmeyen kendilerini erdemli ve sağlıklı sananlar
asla kılavuzun, öğreticinin ve düzelticinin sözüne kulak vermezler. İşte bunların
nefsleri madde düzeyinde olup maddeden bağımsız olarak bir yetkinlik
kazanamadıkları için madde yok olunca onlarda yok olup gideceklerdir.183 Diğer bir
deyişle ne nazari ne de ameli yetkinliğe sahip olan bu nefsler maddeye bağımlı
kaldıkları ve öz benliklerini idrak edemediklerinden dolayı tıpkı vahşi hayvanlar gibi
yokluğa gideceklerdir.184
Fârâbi’nin bu konudaki görüşlerine göre sonuç olarak denilebilir ki;
maddeden bağımsız olarak varlığını sürdürebilecek bir duruma gelmiş olan her bir
nefs ölümsüzdür, bunun aksine de var olmak için maddeye bağımlı bulunan nefsler
de ölümlüdür.185 İnsani nefs ölümsüz bir cevher olabilmeyi sonradan kazanmaktadır.
Fârâbi’ye göre nefsin özünde ölümsüzlük mevcut değildir. İnsan ölümsüz bir varlık
olarak doğmamakta ancak ölümsüz olma imkân ve kapasitesine sahip olmaktadır. Bu
imkâna sahip yegâne yanı da akıldır.186 Yani Fârâbi ölümsüzlüğün insana doğuştan
verilen bir özellik değil de kazanılan bir nitelik olduğu bakış açısından hareket
ederek doğuştan sahip olduğu akıl gücünü kuvve halinden bil fiil haline
dönüştüremeyenlerin bedenleriyle beraber nefslerinin de yokluğa karışacağını yani
bazı nefslerin ölümlü olduğunu söyler. Fârâbi, Bu dünyada olduğu gibi öteki hayatta
da akıllı olanların, nefsini yetkinliğe ulaştıranların, iradesini aklın hâkimiyetine
teslim edenlerin iyi bir hayat yaşayacağını vurgulamaktadır.
183
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 48; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak.
Ali bû Mulhim, s. 93; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 87; Fârâbi, el-Medinetü’l
–Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 140; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 97,
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 45.
184
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 88; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert
Nasrî Nâdir, s. 142; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 98; Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul
– Medeniyye, s. 3.
185
Aydınlı, Fârâbi’de Tanrı-İnsan İlişkisi, s. 108.
186
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 383; ayrıca bkz Aydın, “Fârâbi’nin Ruhun Ölümsüzlüğüne
Dair Görüşü İle İlgili Bazı Yanlış Anlamalar”, 25 – 36. (İslam Felsefesi Yazıları içerisinde)
109
H. DEĞERLER AÇISINDAN MUTLULUK
Fârâbi’ye göre; ahlak ve erdemin mutlulukla ilişkisini, insanların erdemli
eylemlerde bulunarak ahlaki bir olgunluğa erişerek mutluluğu elde edebileceklerini,
ahlaki olgunluğa ulaşabilmek için neler yapılması gerektiğini ve hangi eylemlerin
erdemli hangilerininde kötü eylemler olduğunu bu bölümde ele alacağız.
1. MUTLULUK ve AHLAK
Fârâbi bu konularla ilgili bütün eserlerinde psikoloji, ahlak, siyaset, metafizik
ve teorik felsefe arasında kesin ve tutarlı bir bağ kurmuştur. Buna göre psikoloji
insanın mahiyetini kavramamızı sağlar, teorik felsefe insanı akli ve zihni yetkinliğe
götürürken, ahlak da insanları ameli erdemlere götürür. Bilgi ve erdemde
yetkinleşme ancak insanların erdemli bir başkanın yönetiminde, erdemli bir toplum
ve erdemli bir yönetim içerisinde bütün bedenî, ruhî,
sosyal vb. ihtiyaçlarının
karşılanması ile mümkündür. Böylece bütün olumlu iç ve dış şartlar içinde bilgi ve
ahlak erdemlerini kazanan insan “fa’al akıl” vasıtasıyla aşkın âlemle bağlantı (ittisal)
kurar ki; insan tam yetkinlik noktasında en yüksek amacı olan gerçek mutluluğa
böylece ulaşmış olur.187
Fârâbi’nin ahlak felsefesinde teori büyük bir yer tutmaz. Fârâbi ahlak ve
mutluluk konularına eserlerinde kısaca yer vermeyip bizzat bu konularla ilgili
müstakil eserler kaleme almıştır. Mesela; el-Medinetü’l –Fazıla, Es – Siyaset ‘ul –
Medeniyye, et-Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde ve Tahsilü’s-Saâde adlı eserleri doğrudan
ahlakla, mutlulukla ilgilidir. Bu eserlerinde öncelikle Eflatun ve Aristoteles’in
görüşlerini, daha sonra da felsefe ve dini uzlaştırmak istemiştir. Ayrıca da Fârâbi’nin
düşünceleri üzerinde tasavvufunda etkisi olmuştur. Aristo’nun Nikomakhos Ahlakını
şerh etmiştir. –bu şerh muhtemelen kayıptır-188 Bu şerhinde de Aristo’nun ahlak
187
188
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 112.
Rosenthal, Ortaçağ’da İslam Siyaset Düşüncesi, s. 175. (Bir numaralı dipnot açıklaması)
110
görüşlerinin kaynağını mistik ahlak ile uzlaştırmıştır.189 Fârâbi Yunan düşünürlerinin
felsefi yaklaşımlarını yeniden düzenleyip sunarken öğretisinin deruni bağlarını
oluşturan İslami esasları daima göz önünde tutmuştur.190
Fârâbi’ye göre ahlak, insanda erdem adı verilen ve kendisiyle iyi şeylerin ve
güzel fiillerin yapıldığı nefsî durumların ve istidatların gelişmesini sağlayan bir
disiplindir.191 Ahlak, (hulk) insanda kendisiyle iyi (hasen) ve kötü (kabih) eylemlerin
ortaya çıktığı şeydir. Fârâbi her insanda psikolojik olarak erdem ya da erdemsizlik
denilen bir takım meleke ve istidatların mutlaka bulunduğuna işaret ederek, ahlaksız
bir insandan söz edilemeyeceğini belirtir. İnsan sahip olduğu bu melekelere göre ya
iyi ahlaklı ya da kötü ahlaklı olur.192
Fârâbi’de mutluluk ile ahlak arasında çok yakın bir ilişki vardır. Fârâbi’nin
ahlak felsefesinde genel olarak da bütün felsefi görüşlerinde en çok önem verdiği
konulardan birisi mutluluktur. İnsanın hayatını evrendeki mevcut temel üzerine
sürdürerek ulaşabileceği en son noktanın dünya ve ahiret mutluluğu olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Onun
ahlak
felsefesi
belki,
bir
yönüyle
mutluluk
üzerine
temellendirilmiştir diyebiliriz.
Mutluluğa iyi bir ahlaka sahip olunarak ulaşılabilir. Mutlu bir insan iyi bir
ahlaka sahiptir, iyi bir ahlaka sahip olan ise mutludur. Fiillerin ve insan nefsinde
bulunan şeylerin iyi ya da kötü olmasına vasıta olan şeye “ahlak” denilir. İnsanda iyi
fiillerin, nefse ârız olan iyi şeylerin meydana gelmesine neden olan iyi ahlak, kötü
fiillerin meydana gelmesine sebep olan da kötü ahlaktır .193
İnsan iyi bir ahlaka sahip olarak, onu kendisine yerleştirerek, devamlı bu
yönde hareketlerde bulunarak, nefsini iyi yönlendirip onu dizginleyerek, hayatının
her aşamasında iyi bir ahlakın ilkelerini benimseyip, iyi ahlakı alışkanlık haline
getirerek, o ilkelerden taviz vermeyerek, azlık ve aşırılıktan kaçınarak ( ifrat ve
tefritten uzak durarak ), ölçülüğü elden bırakmayarak, davranışlarımızın neyden
189
Ülken, Eski Yunan’dan Çağdaş Düşünceye Doğru İslam Felsefesi, Kaynakları ve Etkileri, s. 78;
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 37.
190
Şerif, İslam Düşüncesi Tarihi, Cilt – 2, s. 333.
191
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 27.
192
A.g.e, s. 32 – 34.
193
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 32.
111
kaynaklandığını aklın süzgecinden geçirerek mutluluğa ulaşabilir. Mutlu bir toplum
için ahlaki erdem ve faziletleri elde etmiş bireylerin olması gereklidir.
2. MUTLULUK ve ERDEM
Fârâbi’nin ahlak felsefesinde ve hatta genel felsefesinde en büyük ağırlığı
verdiği konu mutluluktur. Mutluluk için en önemli şeylerden birisi erdemdir. Çünkü
mutluluğa erdemli davranışlar sonucunda ulaşılmaktadır. Bu nedenle erdem konusu
üzerinde biraz durmamız gerektiğini düşünüyorum. Fârâbi, insanın hayatını
kâinattaki temel düzene uygun bir tarzda sürdürmesi sonucunda ulaşılabileceği en
son noktanın mutluluk olduğu düşüncesindedir. Burada Fârâbi’nin kastettiği
mutluluk insanın biyolojik ve duygusal taleplerini karşılamak, alelâde bir hayat
yaşamak suretiyle elde edeceği maddi ve bedeni bir rahatlık hali olmayıp, ancak
aklın ve akla uygun yaşamanın verebileceği en yüksek bilgi, düşünce ve ahlak
donanımıyla kazanabilecek ruhi bir yetkinliktir.194 Ayrıca Fârâbi’ye göre mutluluk;
kendisiyle mutluluk elde edilen fiillerin veya mutluluğa giden yolu engelleyen fiilleri
yapmamanın bir karşılığı değildir, mutluluk insan için bir amaçtır. Bu amaca ancak
erdemli, faziletli fiillerle ulaşılabilmektedir.195 İyi fiiller iki aşırı uç arasındaki orta ve
mutedil fiillerdir.196 Erdem de; iradi iyi fiillerin kendilerinden doğduğu karakter ve
huylardır. İyi fiillerde olduğu gibi erdemler de kendi özleri bakımından değil,
mutluluktan dolayı iyi ve güzeldirler.197 Erdemli eylem, gerçek erdemle mümkündür.
Gerçek erdem doğru hedefler yönünde yanılmadan edinilmiş alışkanlıklardan oluşur.
Gerçek erdem de kişinin mutluluğu doğru anlamasına bağlıdır.198 Mutluluk öyle bir
amaçtır ki; bu amaca (bilginin, öğrenim ve tahsilin, sanatların, bu sanatları
öğrenmenin ve onları yapmakta sebat göstermenin bir neticesi olması gibi) faziletli
194
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 126.
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 61.
196
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 34; Macid Fahri, İslam Ahlâk Teorileri, s. 120.
197
Bircan, İslam Ahlak Felsefesinde En Yüce Gaye Kavramı ve Ahlaki Değerlerin Belirlenimi, s. 429.
198
Charles E. Butterworth, İslam Felsefesinde Siyasi Düşüncenin Gelişimi, s. 92. (Pınar Yayınları,
İstanbul – 1997)
195
112
fiillerle ulaşılır.199 Faziletli fiiller ise; insanın kendisiyle iyi ve güzel işler yaptığı
şeyler, kötülükler ve çirkin fiiller ise alçaklık, noksanlık ve aşağılıklardır.200
Mutluluğun elde edilebilmesi için yararlı olan iradi fiiller güzel fiillerdir. Bu fiillerin
kendilerinden doğdukları istidat ve melekeler de erdemlerdir.201
Fârâbi varlığın ilk prensibi olan ve her varlık gibi insanın da kendisinden
geldiği ilk varlıktan (el-Mevcûdü’l-Evvel) başlamak üzere düşünme ve bilmeye konu
olabilecek alanlara dair sorulabilecek bütün sorulara cevaplar aramayı böylece zihin
dünyasının aydınlığa ulaşmasını temel şart olarak görmektedir.202 Nitekim Fârâbi,
Tahsîlu’s-Saâde (Mutluluğu Kazanma) adlı eserinde, insanların, milletlerin ve
şehirlerin gerek dünya ve gerekse ahiret mutluluğunu sağlayan meziyetleri, onları
mutluluğa götürecek erdemleri dört kategoride inceleyip açıklamaktadır. Bunlarda;
a) Nazari erdemler b) Düşünme erdemleri c) Ahlaki erdemler d) İşlek (ameli)
sanatlardır.203 Şimdi biz de bu erdemlerin Fârâbi’ye göre ne anlam ifade ettiklerini
kısaca açıklayalım.
a) Nazari Erdemler
: Bu erdemler en son gayeleri, varlıkları
ve onların ihtiva ettiklerinin yalnız anlaşılmasını kesinlikle sağlayan ilimlerden
ibarettir. Fârâbi’nin “el-Kuvvetü’n-nazariyye” dediği bu bilgi gücü bizim bilgimize
konu olan varlık ve olaylara yöneltilmesi suretiyle kazanılan zihni gelişme ve bilgi
zenginliğidir. Fârâbi bunlardan bir kısmının insanda doğuştan bulunduğunu, diğer
kısmının ise düşünme, araştırma ve istinbat suretiyle öğrenmek ve öğretmekle elde
edildiğini söyler.204 Bu suretle başta bilinmeyen ama bilinmesi arzulanan nesneler
araştırma ve öğretimle bilinirler. Bilinmeyen nesneler araştırma konusu olarak ele
199
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 61; Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 126.; Fârâbi, İhsa’ül-Ulûm, Tak. Ali bû
Mulhim, s. 80.
200
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 27; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 60, Fârâbî, elMedinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 70.
201
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 60; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk.
Albert Nasrî Nâdir, s. 107; Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s.27–28; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak.
Ali bû Mulhim, s. 56; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 70.
202
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 126.
203
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 3; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 25; ayrıca
bkz Ülken, Eski Yunan’dan Çağdaş Düşünceye Doğru İslam Felsefesi, Kaynakları ve Etkileri. s. 89;
Şenol Korkut, Fârâbi’de Siyaset ve Ahlak, s. 50.; (Fârâbi “Fusulü’l Medeni” adlı eserinde de
erdemleri fikri ve ahlaki olarak Aristo’nun ayrımına uyarak ikiye ayırmaktadır.)
204
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 3; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 26.
113
alınırlar ve bu çabanın sonucu olarak da insanda onlara dair istidlal veya öğrenim
yoluyla inanç, bilgi veya fikir hâsıl olunca onlar sonuçlar olmuş olur.205 Bize en
yakın tabii varlık ve olaylar hakkındaki bilgilerden başlamak üzere matematik
aksiyomlar ve niceliklere dair bilgiler, musiki, mekanik, astronomi gibi bilgi
alanlarıyla canlı varlıklar, özellikle akıl ve bilgi varlığı (el-Hayvânü’n-nâtık) olan
insan ve onun maddi, biyolojik ve psikolojik yapısı hakkındaki bilgiler, sosyal ve
medeni hayata dair bilgiler (el-ilmu’l-insânî), varlığın en yüksek ilkesi olan Allah ile
öteki metafizik varlık ve ilkeler hakkındaki bilgiler nazari erdemleri oluşturur.206
Kısacası; nazari (teorik) akıl,207 ilim ve hikmet (insana gerçek mutluluğun ne
olduğunu bildiren, ameli kısmı ile de insana mutluluğu elde etmek için yapılması
gereken şeyleri bildirendir.208) nazari bölümün erdemleridir.209 Nazari erdemlerden
ibaret olan bilgiler üstün amaçla ilgili bilgilerdir.210 Nazari erdem, Tanrı, göksel
akıllar, fizik dünya, insan aklı gibi şeylerin bilgisine sahip olmaktır ki; bu dört erdem
içerisinde en yüksek olanıdır.211 Bu erdem, toplumların ve milletlerin kendileriyle en
üstün mutluluğu kazandığı diğer dört erdemi de içerir.212
b) Düşünce Erdemleri
: Düşünme erdemi, düşünme gücünün
(el-Kuvvetü’l-fikrıyye) insana, topluma ve ülkeye en yararlı ve hayırlı olanı aramak,
bulmak için olanca gücüyle çaba sarf etmek suretiyle kazanılan erdemlerdir.213 Fikri
erdem, kişinin ortak bir zaruret halinde bir veya daha fazla millet, ya da bir şehrin
ortaklaşa sahip olduğu faziletli bir amaç için en yararlı olanı, mükemmelce ortaya
205
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 4.
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 7 – 22; ayrıca bkz Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 127.
207
Nazari akıl, araştırma ve kıyas yoluyla değil, bizzat doğuştan ilimlerin prensipleri olan,
tümel zorunlu öncüllerin (el-mukaddemât) örneğin; “bütün, parçadan büyüktür” gibi, kesin bilgisi
kendisi için meydana gelen melekedir. (Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 42.) Nazari aklın işlevi, insani
fiilin işlevi olmayan akılsalları kavramaktır. (Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s.
65.) Nazari akılla insan Tanrı’nın bir olduğu, ilk akledilirler, duyulurların birçoğunun idrak edilmesi
gibi sadece bilebildiği fakat değiştirmesi ve yapması elinde olmayan külli şeylerin bilgisini elde eder.
(Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 276.)
208
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 48.
209
A.g.e, s. 41.
210
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 3; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 26.
211
Korkut, Fârâbi’de Siyaset ve Ahlak, s. 50.
212
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 22; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 46.
213
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 30 – 31; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s.60.;
Macid Fahri, İslam Ahlâk Teorileri, s. 117 – 118.
206
114
koyma gücüne sahip olmasına vasıta olan erdemdir.214 Bu erdemle insan, akılsallarla
birlikte bulunan değişik ilintileri keşfeder ve onlar arasındaki ilişkiyi ayırt eder. Belli
bir amaca ulaşmak için yöntemler geliştirilir ve araçlar oluşturulur.215 Ameli (pratik)
akıl, ameli hikmet 216, zihin, fikir mükemmelliği ve görüş doğruluğu da bu bölümün
erdemleridir.217 Fârâbi’ye göre nazari güç, reel ve değişmez olan dolayısıyla iradenin
alanına girmeyen ve ancak da akılla kavranabilen varlık ve olaylara yönelik olduğu
halde, düşünme gücü zaman ve mekâna göre değişen, bundan dolayı da iradenin etki
alanına giren, durumlarla alakalıdır.218 Söz gelimi tabii varlıklar arasında insan, reel
bir varlık olarak nazari gücün, çeşitli zaman ve mekânlara göre değişen durumlarıyla
da düşünme gücünün konusudur.219 Fârâbi düşünme gücüyle irade gücü arasında sıkı
bir bağlantı görmektedir. Düşünme gücü, iradenin alanına giren durumlarla alakalı
zihni faaliyet kapasitesi anlamında kullanılmaktadır. Düşünme gücü ile insan yararlı
ve hayırlı olanı gerçekleştirmek için öncelikle amacını belirler ve bunu
gerçekleştirmeye çalışır. Böylece de yetkinliğe ulaşır. Bu amaç gerçekten iyi
olabileceği gibi kötü olması da mümkündür. Bu nedenle erdemli bir gayeye hizmet
ediyor ise amacın elde edildiği vasıtalar iyi ve güzeldir. Amaç için yararlı araçları
tespit ettiği için o, düşünme erdemi olarak adlandırılır, aksi halde kötü bir amaç için
214
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 74.
Korkut, Fârâbi’de Siyaset ve Ahlak, s. 50.
216
İnsanın çoğu şeylerin tecrübesinden ve hissolunan şeylerin uzun uzadıya müşahedesinden
gücümüz dâhilindeki bireysel şeylerde tercih edilmesi veya da kaçınılması gerekeni nazarı dikkate
almayı insan için mümkün kılan bazı öncüller elde etmesine vasıta olan bir melekedir, kuvvedir.
Tecrübe ve müşahede sonucu meydana gelen bir istidattır. (Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 44.) Bununla
insan bir halden başka bir hale dönüştürebileceği türden şeyleri düşünmekte ve yapmaktadır. Hem
bilme ve hem de yapma ile ilgili bir güçtür. (Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 276 – 277.) Ameli
akıl nazari akla hizmet için vardır ama nazari akıl başka bir şeye hizmet için değil sadece mutluluğa
ulaştırmak için vardır. (Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 60.; Fârâbî, elMedinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 70.) Ameli aklın işlevi tikellerle ilgili fiilleri
gerçekleştirmektir.( Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 65.) Ameli akıl nazari akla
hizmet için vardır ama nazari akıl başka bir şeye hizmet için değil sadece mutluluğa ulaştırmak için
vardır. (Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 60; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev.
Nafiz Danışman, s. 70. ayrıca bkz Fârâbi, Aristo Felsefesi, s. 159;“Fârâbi’nin Üç Eseri, Mutluluğu
Kazanma (Tahsîlu’s – Sa’ade) , Aristo Felsefesi, Eflatun Felsefesi içerisinde”) *Ameli hikmet ise, ister
mutluluk olsun, isterse de mutluluk elde etmek için gerekli olan bir şey olsun, bir insan için gerçekten
büyük bir iyilik, faziletli ve şerefli bir amaç meydana getirmek için yapılan şeyde en yetkin ve en iyi
şeyleri ortaya çıkarma ve mükemmel düşünme gücüdür. (Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 44) Aristo’ya
göre de ameli hikmete sahip olan kişi düşünme mükemmelliğine sahip olan kişidir. Bu kişi aynı
zamanda da ahlaki fazilette de üstün olur.(Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s.66–67.)
217
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 41.
218
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 24 – 25.
219
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 127.
215
115
yararlı olan durumların çıkmasında erdemli olma niteliğini kaybeder ve bu şekilde
adlandırılmaz.220 Eğer elde edilen amaç, iyi olduğuna inanılan nesneler için faydalı
ise işte bu düşünme gücü insan için düşünme erdemidir.221 Düşünme erdemi ile
toplum ve ülkenin ortak olan amaçları için en faydalı, en güzel ve en uzun süre
değişmeyen durumlar tespit edildiği için düşünme erdemi siyasi bir erdemdir.
Bundan
dolayı
da
Fârâbi
düşünme
erdemini
kanun
koyma
kabiliyetine
benzetmektedir.222 Bu erdemi “en mükemmel başkanlık meziyeti” olarak saymak da
mümkündür. Düşünme erdeminin değeri ve gücü, nazari erdemlerdeki, gelişmişliğe
bağlıdır. Teorik düşünce, bilgi faaliyetleriyle zihni gelişme ve bilgi zenginliği ne
kadar yüksek olursa, düşünme erdemini de o derece artırmak mümkündür.223
c) Ahlâkî erdemler
:
Fârâbi
Mutluluğu
Kazanma
adlı
eserinde ahlaki erdemlerin açık bir tanımını vermemekle birlikte Fusulü’l Medeni
adlı eserinde bu erdemi şöyle tanımlamaktadır. İnsanın iyi şeyler ve güzel fiiller
yaptığı nefsi durumlar (el-hey’at en-nefsâniyye), faziletlerdir.224 Ahlaki olanlar da;
iffet, şecaat, cömertlik, adalet gibi erdemlerdir.225 Bu fiillerdeki ölçüyü de Fârâbi
şöyle izah eder; “İyi olan fiiller birisi aşırı diğeri de eksik olduğu için her ikisi de
kötü olan iki aşırı uç arasındaki orta ve mutedil fiillerdir. Faziletler de buna benzer.
Çünkü onlar, biri çok aşırı, diğeri de çok eksik olduğu için her ikisi de aşağı olan
diğer iki durum arasında nefsin orta (mutavassıt) durum ve melekeleridir.226 Buna
göre mesela; yemekte ölçülülük, oburlukla lezzet hissinin yokluğu arasındaki ortadır.
Cömertlik; cimrilikle israf arasında orta, yumuşak huyluluk; aşırı öfke ile hiç
kızmama arasında orta, cesaret; atılganlık ve korkaklık arasında orta, hayâ;
utanmazlık ile sıkılganlık ve şaşkınlık arasıda orta olan durumlardır.227
Fârâbi’ye göre, gerek erdemler ve gerekse de erdemsizliklerin yani reziletler,
bunlara uygun fiillerin uzun süre tekrar edilmesi ile alışkanlık halini almasıyla
220
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 27 – 28; Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 40.
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 28; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 57.
222
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 28, Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 58.
223
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 128.
224
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 27.
225
A.g.e, s. 31.
226
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 34; Ahlaki erdemlerin ölçüsü ve nitelikleri hakkında geniş bilgi için bkz
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 30 – 33.
227
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 35.
221
116
gerçekleşir. İnsan tabiatı itibariyle ne erdemli ne de kötü ahlaklıdır, kendisinde iyi ya
da kötü yatkınlıklar gelişinceye kadar uygun fiiller yaparak bunları kazanır.228 Fârâbi
bu konuyu şöyle izah eder; “ahlaki faziletler ve ahlaki aşağılıklar (ahlak
bozuklukları), ancak belirli bir mizaç (el-hulk)tan doğan fiillerin belli bir zamanda
defalarca tekrar edilmesi ve ona alışık hale gelinmesiyle, nefste meydana gelen şey
bir fazilet, erdem, kötü iseler bir aşağılık, erdemsizlik olacaktır.”229 Bunu da Fârâbi;
tıpkı yazma sanatının iyi yazma tekrarlarıyla alışkanlık haline gelmesine benzeterek
açıklar.230
O halde erdemin başta gelen niteliği iradi oluşudur. İnsanın doğuştan sahip
olduğu tabii melekeler erdem veya erdemsizlik olarak nitelendirilmez.231 Fârâbi’ye
göre bir insanın doğuştan bir dokumacı veya bir kâtip olarak yaratılması mümkün
olmayacağı gibi, başlangıcından itibaren herhangi bir erdem ya da erdemsizliğe sahip
olarak yaratılması da mümkün değildir. Doğuştan böyle olmaları mümkün
olmamakla birlikte bazı şeylere mütemayil olması, böyle bir eğilimde doğmuş olması
da mümkündür.232 Fakat bu eylemler için erdemli veya erdemsiz diye söz
edilemez.233 İnsan iradesiyle ruhunu erdemli kılabilir ve gerçek iyileri arzulayıp,
onları amaç edinerek mutluluğa ulaşabilir. Ahlaki faziletlerle faziletli olan insan,
daima, gerçekten iyi olan amaçları arzular, onları özler, kendinin amacı ve maksadı
haline getirir.234 Fârâbi, ameli hikmete sahip olan kişinin kendisinde bulunan erdemle
mutluluğa ulaşmak için amacını doğru olarak elde edebilmesi ve düşünce
mükemmelliğiyle bu amaca sevk eden şeyi doğru bir şekilde kazanabilmesi için,
ahlaki erdemlerle, erdemlenmiş olması gerektiğini belirtir.235 O halde, fikri kuvvete
sahip olan kişinin erdemli bir amaca ulaşabilmek için aynı zamanda ahlaki erdeme de
sahip olması gerekir.236
228
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 34.
A.g.e, s. 31.
230
A.g.e, s. 31.
231
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 129.
232
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 31.
233
A.g.e, s. 32.
234
A.g.e, s. 45.
235
A.g.e, s. 45.
236
Korkut, Fârâbi’de Siyaset ve Ahlak, s. 51.
229
117
Erdemin ikinci bir niteliği kapsamlı olmasıdır. Buna göre erdem öyle bir
melekedir ki; ondan genel geçerliği olan hayırlar doğar. Fârâbi’ye göre, ancak bu
türlü hayırlar “erdemli” sayılır. Çünkü yalnız isteyeni için yararlı olan şeye hayır
denebilirse de erdemli denemez.237
Erdemin üçüncü bir niteliği de; içerdiği hayrın sürekliliğidir. Bir ülke, bir
millet veya milletler için ortak olan erdemli bir amaca olabildiğince uzun bir süre
değişmeksizin yararlı olan erdem, gerçek bir erdemdir. Uzun bir süre geçmeden
değişmeyen ve bir çok milletlerde, bütün bir millette ya da bütün bir şehirde ortak
olan gayelere göre en faydalı ve en güzel olanın kendisiyle keşfedilen düşünme
erdemi, ortak bir olay karşısında en olgun nüfuza ve en büyük bir kuvvete sahip
olursa, onunla beraber bulunan (ahlaki) erdemler hepsinden en üstün nüfuza ve en
büyük kuvvete haiz olurlar.238 Düşünme erdeminin saygınlığı ve değeri, bu erdemle
belirlenen amacın gerçekleştirilebilmesi için gerekli ahlaki erdemlerin varlığına
bağlıdır. Yani bilmekten çok uygulamak, düşünmekten çok eyleme geçirmek
önemlidir. Bir ordu komutanının savaşta başarıya, zafere götürecek yolları düşünerek
bulması, zaferi kazanmak için yeterli değildir. Bunu pratikte uygulayıp savaşı
kazanması gerekmektedir. Ayrıca bundan başka ordu komutanının savaşçılarda
bulunması zorunlu olan cesaretlik, yiğitlik erdemine de sahip gerekir ki ortak amaç
olan zafere ulaşılabilsin.239 Fârâbi gerçek mutluluğa (es-Sa’ade-el-Kusva) ulaşmak
için insanın erdem sahibi olmasını yeterli görmemektedir. Mutluluğa ulaşmak ancak;
sahip olunan bütün erdemlerin fiillerini yerine getirmekle mümkün olmaktadır.
Mutluluk erdemli yaşamanın sonucunda ulaştığımız bir gayedir.240
İşte böylece nazari güç sayesinde bilgi düzeyini yükseltmek ve zihin
dünyasını geliştirmek suretiyle nazari erdemleri kazanmış, düşünme gücü sayesinde
ülke ve toplum hatta millet için en geniş kapsamlı, en uzun süreli ve en değerli
amaçların, yollarının ne olduğunu ortaya çıkaracak şekilde düşünce erdemlerini
kazanmış, bunun yanında, bu yüksek amaçların gerçekleşmesi için ameli faaliyetler
237
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 129.
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 31; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 61.
239
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 32; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 64.
240
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 39.
238
118
göstermesini sağlayacak olan ahlaki erdemleri ve her faaliyet alanının o alanda
çalışanlar için gerekli kıldığı pratik maharetleri de (es-sınaâtü’l-ameliyye) kazanmış
olan kişi, Fârâbi’nin idealindeki erdemli insan, “gerçek eğitimci”, “kâmil filozof”,
“birinci devlet başkanı”, “kanun koyucu”, “kral” (melik) veya “imam”dır.241
Fârâbi, açıklamasını yaptığımız bu dört erdem arasında sıkı bir bağlantı,
kopmaz bir ilgi görmektedir ve ayrıca bunlar arasında da bir derecelendirme
yapmaktadır. Nazari erdemin, düşünme baş erdeminin, ahlaki baş erdemin ve baş
sanatın birbirlerinden ayrılamamaları gerekir, yoksa bu üçü sakat, eksik ve
başkanlıkta bir gayeleri olmayacaktır.242 Buna göre düşünce erdemleri nazari
erdemlere bağlıdır. Çünkü nazari erdem tarafından kazanılan düşünülürlerin
nitelikleri bu nitelikler onlarla beraber bulunmadan önce, ayırt edilir. Düşünme
erdemine sahip olan kişi düşünülürlerin değişik nitelik ve durumlarını keşfetmesi
gerektiği zamanlarda Fârâbi’ye göre düşünme erdemi nazari erdemden ayrılmaz.243
Ahlaki erdemlerle pratik sanatlarda nazari ve düşünce erdemlerine bağlıdır. Çünkü
hem iyilik ve kötülüklerin belirlenmesi hem de iyiliklerin yapılmasını sağlayacak
erdemli niteliklerin geliştirilmesi bilgi ve düşünce sayesinde mümkün olur.244
Fârâbi’ye göre kısacası bu dört fazilet, yani zihni faziletler ( el-fedâil elfikriyye), nazari faziletler (el-fedâil el-nazariyye), ahlaki faziletler (el-fedâil elhulkıyye) ve pratik sanatlar (el-sanâ’at el- ameliyye) bir milletin veya şehir halkının
hususiyetlerini biçimlendirirse, o millet ve halk, dünyevi ve uhrevi mutluluğu elde
etmiş demektir.245
I. SİYASAL AÇIDAN MUTLULUK
Fârâbi’nin mutluluk anlayışı siyaset felsefesiyle büyük bir ilişki halindedir.
Fârâbi, mutluluğu elde edebilmek için siyasetin çok önemli olduğunu ve insanları
241
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 130.
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 34 – 35 .
243
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 34; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 66.
244
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 34 – 35; ayrıca bkz Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 130
245
Muhammed Sagir Hasan el-Ma’sumi, “Fârâbi”, s. 334.
242
119
mutluluk yoluna yöneltecek olan şeyin siyaset olduğunu belirtir. Fârâbi’nin siyaset
görüşünde mükemmel ve erdemli bir yönetici idaresinde mutluluk ve huzura ulaşmış
bir toplumu oluşturma fikri vardır.
1. MUTLULUK ve SİYASET İLİŞKİSİ
Mutluluğun elde edilebilmesi için iki şeye, saadetin nasıl bilinebileceğini ve
nasıl elde edileceğini gösteren bir sanata ve bu sanatın da uygulanabileceği bir yere
ihtiyaç vardır. Sanat, siyasettir. Siyasetin uygulama alanı da Fazıl Şehir ( al-Madina
al-Fadıla)’dir.246 Bu durumda fazıl şehirde uygulanan en yüksek sanat mutluluğun
elde edilme yollarını öğretir. Mutluluğun siyasi teşkilatlanma yoluyla nasıl temin
edileceği konusunda bilgi verir. Siyaset sanatı; çeşitli gönüllü davranış türlerini ve
hayat tarzlarını, bu hareket ve hayat tarzlarını belirleyen olumlu temayülleri, ahlak
değerlerini ve karakter özelliklerini ve bunların hangi amaçlara yöneldiğini, insanda
ve şehirlerde nasıl devam edip gittiklerini inceler. Ancak bu sanat sayesinde gerçek
mutluluk ile mutluluk sayılan, iyi ile kötü, güzel ile çirkin, faziletle faziletsizlik
birbirinden ayırt edilebilir. Böylece dünyevi ve uhrevi mutlulukla ilgili konuların
bilinmesini sağlayan ilahi ve dünyevi her şey siyaset sanatı sayesinde mümkün
olmaktadır.247 Siyaset, erdemli yöneticiliğin prensiplerini belirler ve bu prensiplere
felsefeyi yaklaştırarak ve şartlara da dayanarak kanun yapma yollarını bildirir.248
Siyaset; şehir halkı için, toplum için iyi şeylerin meydana getirilmesini sağlayan ve o
şeyleri meydana getirme ve onları koruma hakkında insanları yönlendiren sanattır.249
Mutluluk, tek başına istenilen en yüce iyiliktir, siyaset de, bir devletin vatandaşı
olarak insanın kendi mizacıyla uyum içerisinde nasıl mutluluğa ulaşılabileceğini
246
Aydın, “Fârâbi’nin Siyasi Düşüncesinde Sa’adet Kavramı”, s. 305.
Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 125 – 126; Fârâbi, İhsa’ül-Ulûm, Tak. Ali bû Mulhim, s. 79 – 80; bkz
Mehmet Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 12; Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 21; Fevzi M. Neccar,
Siyaset Biliminde Fârâbi, s. 204; (İslam’da Siyaset Düşüncesi, çev. Kazım Güleçyüz, adlı eserin
içerisinde, İnsan Yayınları, İstanbul – 1995); Erwin I. J. Rosenthal, Fârâbi’nin Felsefesinde Siyasetin
Yeri, s. 170., çev. Bayram Ali Çetinkaya, (İslami Araştırmalar Dergisi içerisinde, 2. sayı – 2005);
Huriye Tevfik Mücahid, Fârâbi’den Abduh’a Siyasi Düşünce, s. 80.
248
Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 128; Fârâbi, İhsa’ül-Ulûm, Tak. Ali bû Mulhim, s. 82.
249
Fârâbi, Tenbîh Ala Sebîli’s – Saâde, s. 52.
247
120
öğretir.250 Siyaset, halkın hayatlarına değer kazandıran ve halkın adil ve düzgün bir
devlette yaşamalarına imkân verecek tarzda yönetip gözetildiği bir organizasyon
sistem ve politikasıdır. Siyaset, halka ve şehirlere uygulandığında onları, maddi,
manevi, ruhi ve entelektüel seviyelerini yükseltecek şekilde yönetme sanatıdır.251
İnsanın iyiliği siyasetin en üst amacıdır.252 Fârâbi’ye göre siyasetin amacı, nihai
gayesi; doğru olanı yapmak, doğru yahut da iyi olmak değildir, hatta ve hatta
mutluluğa götüren tam belirleyici bir fiilin ifası da değildir. Hedef, mutluluğun
kendisidir.253
Fârâbi felsefesinde mutluluğun ne olduğunu, nasıl ulaşılacağını, mutluluğu
elde etmek için neler yapılması gerektiğini açıkladıktan sonra şimdi de mutluluğun
nerede, nasıl bir topluluk içinde elde edileceğinden kısa bir şekilde söz edelim.
Fârâbi’nin mutluluk anlayışı siyaset felsefesiyle büyük bir ilişki halindedir.
Siyaset felsefesine insan mutluluğu açısından da bakacak olursak siyaset felsefesinde
insanı bir toplum içerisinde mutluluğa ulaştırma projesi yatmaktadır. Fârâbi’nin
siyaset görüşünde mükemmel ve erdemli bir yönetici idaresinde mutluluk ve huzura
ulaşmış bir toplum oluşturma fikri vardır. Mutlu birey, halkı mutlu bir şehir,
müntesipleri mutlu bir millet ve milletleri mutlu olan bir dünyanın olması onun
yegâne amacıdır. Siyaset; mutluluğun elde edilme yollarını öğretir, mutluluğun siyasi
bir teşkilatlanma sonucu nasıl elde edilebileceği konusunda bilgi verir. Toplumda
yaşayan insanların mutluluğu elde edebilecekleri nesneleri bildirir.254 Ancak bu
siyaset sanatı sayesinde gerçek mutluluk ile mutluluk sanılan şey, iyi-kötü, güzelçirkin, birbirinden ayırt edilebilir.255 Siyaset felsefesi, sadece eylemler ve yasalarla
ilgilenmez, aynı zamanda nazari olarak mutluluğun ne olduğuyla da ilgilenir. İşte
siyasal bilgilere hak ettiği üstünlüğü veren de onun bu özelliğidir.256 Gerçekte
mutluluk olan şeyin bu hayatta değil, belki bu hayattan sonra olan başka bir hayatta,
250
Rosenthal, Ortaçağ’da İslam Siyaset Düşüncesi, s. 180.
Fevzi M. Neccar, İslam Politika Felsefesinde Siyaset, s. 23. ( İslam’da Siyaset Düşüncesi, çev.
Kazım Güleçyüz, adlı eserin içerisinde, İnsan Yayınları, İstanbul – 1995)
252
Rosenthal, Ortaçağ’da İslam Siyaset Düşüncesi, s. 180.
253
Butterworth, İslam Felsefesine Siyasi Düşüncenin Gelişimi, s. 84.
254
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 21; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 47.
255
Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 126; Fârâbi, İhsa’ül-Ulûm, Tak. Ali bû Mulhim, s. 80; Tahsîlu’s –
Sa’ade, s. 21; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 47.
256
Aydın, “Fârâbi’nin Siyasi Düşüncesinde Sa’adet Kavramı”, s. 305.
251
121
yani ahiret hayatında bulunmasının mümkün olduğunu, zenginlik, cömertlik ve
lezzetler gibi saadet sanılan şeylerin amaç haline getirildikleri zaman yalnızca bu
hayatta bulunduğunu ortaya koyar. İşler ile hareketleri birbirinden ayırt eder. Siyaset,
insana gerçek mutluluğu kazandıran şeylerin iyilik, güzellik ve faziletler olduğunu,
bunlardan başka şeylerin kötülük, çirkinlikler ve noksanlıklar olduğunu ortaya koyar.
İnsanda mutluluğun elde edilmesindeki sebebin faziletli işler ile hareketlerin şehirler
ile halklar arasında bir tertibe göre dağılması ve müşterek olarak kullanılması
olduğunu ortaya koyar. Bir de bütün bunların ancak bir reislik, başbuğluk sayesinde
mümkün olacağını, reisin bunları yok olmamaları için korumaya çalıştığını ortaya
koyar. Bu reislik ancak bir maharet ve meleke ile mümkündür ve halk arasında
güvenliği temin eden ve güvenlik altına alınacak şeyleri belirlemek bu reisin elinin
altındadır. İşte hükümdar, padişahlık, başkanlık ve ona ne ad verilirse verilsin o, bu
maharettir ve siyaset de bu maharetin yaptığı iştir.257
Bedenleri tedavi eden kişi doktor ve ruhları tedavi eden kişi ise aynı zamanda
yönetici (el-Melik) adı da verilen devlet adamıdır. (el-Medeni) Doktorun bedeni
tedavi etmedeki amacı organların işlevlerini en yetkin şekilde yerine getirmelerini ve
organlar arası karşılıklı iletişimi sağlamaktır. Tıpkı bunun gibi siyaset sanatına (esSanatu’l-medeniyye) sahip yöneticinin amacı da insanların iyi eylemler yapıp kötü
eylemlerden kaçınmalarını sağlamak, insanlar arası iletişimi ve insanların karşılıklı
yardımlaşmasını sağlamaktır. Bunun için de siyasetçinin insanı iyi tanıması
gerekmektedir.258 Öyle ya, mademki söz konusu olan insanın mutluluğudur, o halde
insanın bütün duydukları, düşündükleri, yapıp ettikleri, kısacası bütün varlık şartları
mutlulukla doğrudan ilgili olacaktır. Bu nedenle insanın iyi tanınması, yapısının iyi
bilinmesi gerekmektedir.259 Fârâbi’nin siyaset ilmi, insan vücudunu örnek alarak
davranış ve iradi melekelerin, onların bütün toplumun fert ve gruplarına taksimini
gerçekleştirmeksizin gayeye ulaşamayacağını belirtir. Nasıl ki, vücudun gayesini
yerine getirmesi için bütün organlar birbirleriyle yardımlaşırsa, toplumunda en
yüksek amacına ulaşabilmesi için grupların birbirleriyle olan davranış ve
257
Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 125 – 126; Fârâbi, İhsa’ül-Ulûm, Tak. Ali bû Mulhim, s. 79 – 81.
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 27 – 28; Macid Fahri, İslam Ahlâk Teorileri, s. 120.
259
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 38.
258
122
melekelerinin de yardımlaşması gerekmektedir. Bunun için de topluluk yekpare
olmalı, birbirlerine kenetlenmeli, birbirleriyle yardımlaşmalıdırlar.260
Fârâbi’ye göre asıl siyasi mutluluk, erdemler üzerine toplanmış bir toplumda
meydana gelen bir mutluluktur. Zira erdemler üzerine toplanmış bir toplulukta hiçbir
ayrılık ve uyuşmazlık meydana gelmez. Toplumun amaçları bir olduğu sürece asla
ayrılığa düşmezler. Anlaşmamazlık sadece arzuların farklılığından ve amaçların
zıtlığından meydana gelir. Eğer ortada ortak siyasi bir amaç olmaz ise birleşmeyi
zorlaştıracak hatta imkânsızlaştıracak davranışlar ortaya çıkar. Çünkü her birisi ayrı
bir amaç ve yola sahiptir.261
En üstün iyilik ve en büyük mükemmelliğe ilk olarak ancak bir şehirde
ulaşılabilir, şehirden daha eksik olan bir toplulukta ulaşılamaz. Mutluluğa; insanları
iyililiği, mükemmelliği elde etmek ve tek başlarına yapamayacakları ihtiyaçlarını
karşılamak için birbirleriyle yardımlaşan toplulukta ulaşılabilir. Aynı şekilde erdemli
ve mükemmel bir toplum, devlette içinde bulundurduğu insanlar mutluluğa ulaşmak
için birbirleriyle yardımlaştığında ortaya çıkar. 262 En üstün mutluluğun elde edildiği
yerler şehirler ve milletlerdir.263 En iyi amaç yani mutluluk, büyük topluluklarda
gerçekleşir. Küçük yerler, köy, mahalle, sokak veya ev bunun için yeterli değildir.
Büyük topluluklarda insan ihtiyaçlarına cevap verebilecek daha çok şey vardır.
Fârâbi’ye göre eğer mutluluk elde edilmek isteniyorsa hiç olmazsa bir şehir
büyüklüğündeki topluma ihtiyaç vardır. Hiçbir insani varlığın, hatta en mükemmel
bir insanın bile örgütlenmiş bir topluluk içinde karşılıklı işbirliği olmadan
mükemmellik ve mutluluğa ulaşması mümkün değildir.264 Demek ki Fârâbi’ye küçük
bir topluluk en üstün amaç olan mutluluğu elde etmek için, mükemmelliğe
ulaşabilmek için yeterli değil. Ancak insanların erdemli, mükemmel, mutluluğun en
yüksek derecesine ulaşmış bir yönetici tarafından yönetildikleri, karşılıklı
ihtiyaçlarını gidermek için yardımlaşmak üzere bir araya geldikleri zaman
260
Bayraklı, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, s. 26.
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 76.
262
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 70; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz
Danışman, s. 79 – 80; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 118.
263
Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 48; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 81.
264
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 219.
261
123
oluşturduğu toplulukta ve en üstün bir gayeyi kendilerine amaç edindiklerinde
mutluluğa ulaşılabilir. Fârâbi mutluluğu erdemli şehir halkının gerçekleştirmeye
çalıştığı en yüce değer olarak görmüştür. Mutluluk hedeftir, asıl gayeyi
oluşturmaktadır. Diğer bütün değerler onu sağlamanın aracı konumundadır.265
2. SİYASET ve AHLAK İLİŞKİSİ
Fârâbi, İhsa’ül-Ulûm adlı eserinde ilimlerin tasnifini yaparken ahlakı
bağımsız bir ilim dalı saymayıp, “Medeni İlim” adını verdiği siyasetin bir kolu
olarak ele almış ve siyaset hakkında ayrıntılı bilgi vermiştir.266 Fârâbi’ye göre; ahlak
siyasetin bir alt koludur.267 Bu nedenle mutlu bir toplum için ahlaki erdemleri elde
etmiş bireylerin varlığı gereklidir.268 Et-Tenbîh alâ sebîli’s-Saâde adlı eserinde “elilmü-l-medenî” adını verdiği siyaset içinde yer alan “medeni felsefeyi” iki kola
ayırarak “ahlaki san’at” adını verdiği ilk bölümün iyi fiiller ve ahlak hakkındaki bilgi
edinmeyi sağladığını, ikinci kısmını ise şehirdeki halkın ihtiyaç duyduğu iyi
durumlara ulaşmayı sağlayan “siyaset felsefesi” olduğunu belirtmiştir.269 Fârâbi
mutluluğu araştıran ilme “medeni ilim” yani siyaset demektedir.270
Daha önceden de belirttiğimiz gibi; Fârâbi Yunan düşünürlerinin felsefi
yaklaşımlarını yeniden düzenleyip sunarken öğretisinin deruni bağlarını oluşturan
İslami esasları daima göz önünde tutmuştur. Fârâbi, siyaset felsefesinde de bu
durumu takip etmiştir. Eflatun ve Aristo’nun etkisi altında, Yunan, İran ve Hint
sistemlerinden önemli farklılıklar gösteren kendi sistemini geliştirmiştir.271 İçinde
yetiştiği çok canlı bir fikir muhitinin ihtiyaçları, iman ettiği dinin getirdiği esaslar,
serbest bir düşüncenin çarpışmasından doğan ve halli güç olan bir takım meseleler,
265
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 39; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak.
Ali bû Mulhim, s. 79.
266
Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm,s. 125; Fârâbi, İhsa’ül-Ulûm, Tak. Ali bû Mulhim, s. 79; Korkut, Fârâbi’de
Siyaset ve Ahlak, s. 48. (“İslamiyât Üç Aylık Araştırma Dergisi” içerisinde, Ocak-Mart 2003, I. Sayı)
267
Aydın, “Fârâbi’nin Siyasi Düşüncesinde Sa’adet Kavramı”, s. 303.
268
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 49; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 84.
269
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 114.
270
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 69.
271
Şerif, İslam Düşüncesi Tarihi, Cilt – 2, s. 333.
124
kendisinin tabiat, cemiyet ve beşer hadiselerini müşahede ederek elde ettiği neticeler,
onun felsefesini birçok yerlerde öncekilerden esaslı bir surette ayırmıştır.272
Fârâbi’nin eserlerinde gördüğümüz kadarıyla kesin çizgilerle birbirinden
ayrılmış ahlak ve siyaset anlayışı yoktur. Çünkü Fârâbi’de Aristo gibi insanı ancak
toplum içerisinde yaşayabilen bir canlı olarak ele alır. Bundan dolayı insanın
mutluluğa ulaşması ancak toplum içerisindeki hayatına bağlıdır. Fârâbi’ye göre insan
tek başına mutluluğa ulaşamaz. Fikri ve ahlaki yetkinliklere ancak toplum içerisinde,
bir bedenin bütün organları arasında bulunan uyum ve istidatlar birliği gibi uyumlu
olan siyasi bir teşkilatlanma ile ulaşabileceğini düşünmüştür.273 Fârâbi toplumun,
devletin unsurlarını bedenin organlarına ve onun kısımlarına benzetir. Fakat bunlar
arasında fark olduğunu da belirtir. Bu fark organların faaliyetlerinin iradi olup
olmalarıdır. Bedenin organlarının görevleri tabii iken, devletin organlarının görevleri
tabii değil iradidir.274 Fârâbi de Aristo gibi ahlakı siyaset ya da kendi deyimiyle
erdemli sitenin kuruluşuna bir hazırlık olarak saymaktadır. Çünkü Aristo gibi Fârâbi
de insanı sosyal bir varlık olarak kabul etmiştir.275 İnsan ictimaî ve siyasi bir
hayvandır.276 Buna göre her insan gelişmesi ve en yüksek kemale ulaşabilmesi için o
kadar çok şeye muhtaçtır ki; bunları tek başına sağlayabilmesi mümkün değildir. Her
ferd bu ihtiyaçlardan ancak kendi üzerine düşeni yapar. Böylelikle her ferd
tabiatındaki mükemmelleşme ihtiyacını ancak muhtelif insanların yardımlaşma
maksadıyla bir araya gelmeleriyle elde edebilir.277 Fârâbi’ye göre insanların bir araya
gelip
topluluk
karşılanmasına
halinde
yönelik
yaşamalarındaki
olmayıp,
amaç
insanlara
sadece
olgunluk
ve
maddi
ihtiyaçların
yüce
mutluluğun
kazandırılmasına yönelik bir gayeleri de vardır. Bu konuda Fârâbi; “her varlık son
olgunluğu elde etmek için yaratılmıştır ve varlık düzeninde kendine has olan yere
uygun başarı gösterebilecek durumdadır. Bu olgunluktan insana ayrılana en üstün
272
Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 36.
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 113.
274
Bayraklı, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, s. 48; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman,
s.80 – 81.
275
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 115.
276
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 20 – 21; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s.46
– 47.
277
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 69.; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk.
Albert Nasrî Nâdir, s. 117; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 79,
273
125
mutluluk denir ve bu, her insana, insanlık düzenindeki yerine göre, kendisine özgü
olan en yüksek mutluluktur.278
Fârâbi bu konuyla ilgili eserlerinde daima toplum içerisinde yaşayan insanın
ahlakından bahseder. İnsanı toplumsal bir varlık olarak görür. Ayrıca siyaseti de
yalnızca dar anlamda sosyal birliği koruyan, menfaati bölüştüren ve sorumlulukları
düzenleyen cismani bir yönetim biçimi olarak saymakla yetinmemiş, bunun yanında
ve daha önemlisi, her insanın liyakati ölçüsünde mutluluktan pay almasını
sağlayacak olan bütün imkânları araştıran bir disiplin olarak düşünmüştür.279 Fârâbi,
insanın erdemlerin ve mutluluğunun ancak tek bir millet ya da şehir şeklinde oluşan
siyasi birlik içerisinde kazanabileceği düşüncesindedir.280 Toplu yaşamak insan
tabiatının bir gereğidir ve ancak toplum hayatı içerisinde insan saadete ulaşabilir.281
Fârâbi’nin “el-ilmü’l-medeni” ya da “el-ilmü’l-insânî” deyimleriyle ifade ettiği
siyaset ilminin konuları öyle seçilmiş olmalıdır ki; bunlar sayesinde insan yaratılış
amacı olan yetkinliği kazanabilsin, hem iyilikleri, güzellikleri ve erdemleri, hem de
kötülükleri, çirkinlikleri ve erdemsizlikleri tanıması mümkün olsun. Siyaset ilmi bu
olumlu ve olumsuz değerlerin ne olduklarını, nereden kaynaklandıklarını, nasıl
bilinebileceklerini, niçin benimsenmesi veya reddedilmesi gerektiğini, birbiriden
nasıl ayırt edebileceklerini öğrenmemizi sağlar. Görülmektedir ki Fârâbi’nin siyasi,
insani veya medeni dediği bu ilim aynı zamanda da ahlaki bir ilimdir.282
Ahlak eğitimi, terbiyesi ve gelişimi konusunda insanlar bir eğitimciye ve
öğreticiye ihtiyaç duymaktadırlar.283 Fârâbi üç sınıf eğitimciden söz etmektedir.
Bunlarda, devlet başkanı, aile reisi ve mürebbi veya öğretmendir. Fârâbi’de gerçek
öğretmen, devlet başkanı, kanun koyucu ve imamla bir saydığı filozoftur.284 Her
insanın başkalarına yol gösterme, mutluluk ve mutluluğa götüren fiillere sevk
278
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 42 – 43; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s.75
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 21; ayrıca Fârâbi’nin siyaset ve ahlak konusundaki görüşleri
hakkında daha geniş bilgi için bakınız, Bayraklı, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, s. 23–37.
280
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 69; Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 30 – 31.
281
Bayraklı, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, s. 60.
282
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 115.
283
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 43 – 44; Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 38 – 42.
284
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 125.
279
126
edebilme gücü yoktur.285 Fârâbi felsefesinde siyaset aynı zamanda ahlaki bir disiplin
olduğu için siyasi lider olan kimse bir ahlaki şekillendirme yapabilecek öğretmen ve
halkına da örnek bir insan olmalıdır.286 Bundan dolayı Fârâbi’ye göre, gerek teorik
ve gerekse pratik erdemleri en iyi bilen, öğrettiği şeylerle başkalarının da bunları
yapmalarını sağlayacak yetkinliğe, ikna gücüne sahip olan, mutluluğa götüren yolları
belirleyecek olan kişi filozoftur.287
İ. TOPLUMSAL AÇIDAN MUTLULUK
Fârâbi, mutluluğa insanın ancak bir toplum içerisinde ulaşacağını, insanın
eksik bir tabiatta yaratıldığını bu nedenle onun diğer insanlarla işbirliği içerisine
girmeden yetkinliğini gerçekleştiremeyeceğini, insanın toplumsal bir varlık olduğunu
belirtir. İnsan topluluk içerisinde erdemli eylemlerde bulunarak, kötü fiillerden uzak
durarak kendisini mükemmelleştirdiğinde mutlu bir birey olacaktır. Mutlu bireylerin
oluşturduğu toplumda Fârâbi’ye göre mutlu bir toplumu, mutlu bir devleti ve nihai
olarak da mutlu bir dünyayı meydana getirecektir.
1. MUTLULUK ve TOPLUM İLİŞKİSİ
İnsan varlığının başlangıcında eksik bir tabiatla yaratılmıştır. Ama diğer
varlıklardan farklı olarak da eğer kendine özgü yetkinliğini elde ederse yüce âleme,
maddeden
mufarık
varlıklar
âlemine
intikal
ederek
gerçek
mutluluğa
ulaşabilmektedir. Peki, insan bu yetkinliğine kendi başına ulaşabilir mi, ya da
yetkinliğinin elde edilebilmesi için bir toplum içinde veya bir devlet hâkimiyeti
altında yaşama zorunluluğu var mıdır?
285
Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak. Ali bû Mulhim, s. 87; Fârâbi, Es – Siyaset‘ul –
Medeniyye, s. 44.
286
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 38 – 39; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s.72.
287
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 44 – 45.
127
İnsan, hem tabii ihtiyaçlarını karşılayıp varlığını devam ettirebilmek, hem de
yetkinliğini tamamlayıp en yüksek gayesi olan mutluluğa ulaşabilmesi için toplu
halde yaşamak durumundadır. Bu nedenle de Fârâbi insana “medeni hayvan”
demiştir. Fârâbi bu durumu; her bir insan kendi varlığını devam ettirebilmek ve en
son yetkinliğe ulaşabilmek için çok fazla şeye muhtaç olan bir yaratılışta varlığa
getirilmiştir. Onun bu şeyleri tek başına sağlaması mümkün değildir. Bunun için de o
her birisi kendisinin özel bir ihtiyacını karşılayacak birçok insana muhtaçtır, diyerek
izah etmektedir.288 Böylece insanlar ferdi güçlerini değişik konularda birleştirerek
farklı topluluklar teşekkül ettirirler.289 Her insanın hayatında başka insanlara
bağlanması veya diğer insanlara ihtiyaç duyması onun doğuştan bir meylidir. Her
insan olgunluktan gücünün yettiğini elde etmek için başkalarıyla komşuluk etmeye
ve onlarla bir araya gelmeye muhtaçtır.290 Bundan dolayı insan sahip olduğu tabii
yaratılışın kendisine verilmesinin sebebi olan yetkinliğe, ancak birbirleriyle
yardımlaşan birçok insanın bir araya gelmesiyle ulaşabilir. Bu insanlardan her biri
diğerinin ihtiyacını karşılamaktadır. Toplumun tamamının bu karşılıklı katkısı
sonucunda herkesin varlığını devam ettirmek ve yetkinliğine erişmek için muhtaç
olduğu şeyler sağlanmış olur.291 İnsanların büyük sayıda varlığa gelmesinin ve bazısı
mükemmel, bazısı eksik, kusurlu olan insani toplumlar kurarak dünyanın oturulabilir
kısmında bir araya gelmelerinin nedeni de budur.292 Tabii ihtiyaçların karşılanması
için insanlar, iyi veya fena bir şahsın idaresi altında toplanıp devleti kurarlar. Bu
devletin başındaki şahıs yani reis veya başkan, kötü cahil, ahlaksız veya hataya
288
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 69; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz
Danışman, s. 79; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 117; Fârâbi, Tahsîlu’s –
Sa’ade, s. 19 – 20; Fârâbi, Kitâbü Ârâi ehli’l-medineti’l-fâzıla, (Mahmut Kaya, İslam Filozoflarından
Felsefe Metinleri içerisinde), s. 139; ayrıca bkz Rosenthal, Ortaçağ’da İslam Siyaset Düşüncesi,
s.181, Macid Fahri, İslam Ahlâk Teorileri, s. 122; Fahri, İslam Felsefesi, Kelamı ve Tasavvufuna
Giriş, s. 68; Fârâbi, Philosophy of Plato and Aristotle (Eflatun ve Aristo Felsefesi), çev. Muhsin
Mehdi, s. 76; Erwin I. J. Rosenthal, Fârâbi’nin Felsefesinde Siyasetin Yeri, s. 170 – 171.; Bircan,
İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 405; Toktaş, Meşşai Felsefe, s. 90 – 91; Çetinkaya, İzmirli İsmail
Hakkı, Hayatı, Eserleri, Görüşleri, s. 106; Huriye Tevfik Mücahid, Fârâbi’den Abduh’a Siyasi
Düşünce, s. 71; Kıvameddin Burslan, Büyük Türk Feylesofu Uzluk Oğlu Fârâbi’nin Eserlerinden
Seçme Parçalar, s. 49 – 50.
289
Muhammed Sagir Hasan el-Ma’sumi, “Fârâbi”, s. 334.
290
Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 19; Fârâbi, Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, s. 44.
291
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 398.
292
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 69; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert
Nasrî Nâdir, s. 117.
128
düşmüş bir kimse ise devlet de kötü bir devlet (el-medinetü’l-câhile) olur fakat eğer
reis ahlaklı ve iyi özelliklere sahip ise devlet iyi bir devlet olur. (el-medinetü’lfâzıla)293
Fârâbi’ye göre her toplumsal oluşum bir mutluluk arayışıdır ve bu
oluşumların çeşitli mutluluk idealleri bulunmaktadır.294 Bir insanın mutluluk
hakkındaki düşüncesi öğrenildiği takdirde o insanın nasıl bir siyasi yönetimi arzu
ettiğini tahmin etmek zor olmayacaktır. Eğer bu kişi, mutluluğu Allah’ı ve ilk
prensipleri bilmek olarak anlıyorsa, fazıl şehri arzu edecektir. Böyle bir mutluluğu
arzu eden kişi faziletli bir insandır.295 Bunun aksini isteyen kişiler de faziletli şehrin
dışındaki şeyleri arzu edeceklerdir. Böyle insanlar erdemli kişi statüsünde
olmayacaklar onlar da durumlarına göre Fârâbi düşüncesinde farklı sınıflamalara tabi
olacaklardır.
2. TOPLULUK ÇEŞİTLERİNE GÖRE MUTLULUK ANLAYIŞLARI
a. FAZİLETLİ TOPLUM (Erdemli Toplum)
Fârâbi’ye göre insan, topluluklar halinde yaşayan türlerdendir. Birlik ve
beraberliği farklı türden olan bu insanlar, işlerinin zorunlu olanlarını yapabilmek için
bir araya gelirler. Fârâbi bu toplulukları büyük, orta ve küçük olmak üzere üçe ayırır.
Büyük topluluklar, birbirleriyle ilişkilerde bulunan ve birbirlerine yardım eden
birçok uluslardan oluşur. Orta büyüklükte olanlar bir tek ulustan meydana gelir.
Küçükleri ise bir şehirde bulunanlardır. Fârâbi’ye göre şehirde yaşayan bu
topluluklar nicelik bakımından yetkin topluluklardır. Köylerde, mahallelerde,
sokaklarda vb. yaşayan topluluklar eksik topluluklardır. Bu nedenle Fârâbi’ye göre
en yüksek iyiye, en büyük ve en son yetkinliğe ancak şehirde ulaşılabilir, şehirden
293
Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 43.
Aydınlı, Fârâbi’de Tanrı-İnsan İlişkisi, s. 167.
295
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 12 – 13.
294
129
daha eksik olan bir toplulukta ulaşılamaz.296 Fakat şu da bilinmelidir ki bir şehrin de
büyüklük açısından yetkin olması demek orada mutlak anlamda mutluluğa
ulaşılacağı anlamına gelmemektedir. Başka bir ifadeyle toplumun büyüklük
bakımından yetkinliği, nitelik bakımından yetkin olduğunu göstermemektedir.297
İnsanlar bir gayenin gerçekleştirilmesi için bir araya gelmektedirler, bu gayeler iyi
olabileceği gibi kötü olan bir takım gayeleri elde etmek amacıyla da bir araya
gelebilirler. Bu nedenle mutluluğun her yerde elde edilmemesi mümkündür. O halde,
insanları kendileriyle hakiki anlamda mutluluğun elde ettiği şeyler için birbirlerine
yardım etmeyi amaçlayan bir şehir erdemli, mükemmel bir şehirdir(el-medînetü’lfâzıla). İnsanları mutluluğu elde etmek için birbirine yardım eden toplum erdemli,
mükemmel bir toplumdur(el-ictimâu’l-fâzıl). Bütün şehirlerin mutluluğa ulaşmak
için birbirleriyle yardımlaştığı millet de erdemli millettir(el-ümmetü’l-fâzıla). Aynı
şekilde içindeki tüm toplulukların mutluluğa ulaşmak için birbirleriyle yardımlaştığı
takdirde erdemli bir dünya meydana gelir(el-ma’mûratü’l-fâzıla).298 Buradan da
görülmektedir ki Fârâbi bu düşüncesiyle evrensel bir dünya görüşü ortaya
koymaktadır.
Hiçbir insani varlığın hatta en mükemmel insanın, örgütlenmiş bir topluluk
içinde karşılıklı işbirliği olmadıkça mükemmellik ve mutluluğa ulaşamayacağı
gerçektir.299 İnsanın dışındaki bütün varlıklar varlık kademesindeki yerlerini
korumak durumundadırlar. Lakin insan böyle değildir, bulunduğu kademeyi aşarak,
daha yukarı âleme, akıl âlemine yükselmek zorundadır. Aslında insanın gayesi var
oluş sebebi de budur. Bu gaye de onun ulaşabileceği en büyük mutluluktur. İnsanın
bütün gayreti budur ve bu da olmalıdır. Ancak her insanın yalnız başına bu
mutluluğa ulaşması mümkün değildir. İşte insan asıl gayeye, gerçek mutluluğa
296
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 36; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak.
Ali bû Mulhim, s. 85; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 69 – 70; Fârâbî, elMedinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 79 – 80; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî
Nâdir, s. 1117 – 118; Erwin I. J. Rosenthal, Fârâbi’nin Felsefesinde Siyasetin Yeri, s. 171.
297
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 406.
298
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 70; el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz
Danışman, s. 80; Fârâbi, Kitâbü Ârâi ehli’l-medineti’l-fâzıla, (Mahmut Kaya, İslam Filozoflarından
Felsefe Metinleri içerisinde), s. 140; Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 21 – 22; Huriye Tevfik Mücahid,
Fârâbi’den Abduh’a Siyasi Düşünce, s. 83; Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s.407; Kıvameddin
Burslan, Büyük Türk Feylesofu Uzluk Oğlu Fârâbi’nin Eserlerinden Seçme Parçalar, s. 50 – 51.
299
Fârâbî, el-Medinetü’l – Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 219, Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s.19.
130
erişebilmek için toplu halde yaşama zarureti duymakta ve bu zaruretin sonucunda da
toplu yaşamaktadır.300 Her nere olursa olsun bütünlük, birliktelik çok önemlidir.
Bilhassa bir toplumun oluşmasında, devletleşmesinde, ayakta durabilmesinde,
saldırılara karşı kendini koruyabilmesinde ve dağılmamasında birliktelik çok
önemlidir. Mükemmel devlet tek bir vücut gibi birlik teşkil etmeli, vücudun organları
olan fertler kendilerine düşen işleri yapmalı ve bu toplulukta tek bir ruh dönüp
dolaşmalıdır. Yeri gelmişken şunu da belirtelim ki; aşk ve adalet de faziletli şehir
insanlarını birbirine bağlayan, kenetleyen iki önemli faktördür. Bu iki önemli faktör
insanların cemiyet halinde yaşamalarını kolaylaştırmaktadır. Bu şehrin kısımları
sevgi bağıyla birbirine bağlanır, adalet ve adil fiillerle de kontrol edilir, bu birliğin
bozulmaması sağlanır ve korunur.301 Sevgi insanın varlığı için gerekli olan bir şey
olmasa da Fârâbi’ye göre; insanın bir nizam içerisinde yaşaması ve birbirleriyle
kaynaşması için gereklidir. Devletin unsurları, bu unsurların mertebeleri sevgi ile
birbirlerine bağlanır ve sosyal güç kazanır. Adalet ve adil davranışlarla da
hayatiyetini devam ettirir.302
Faziletli toplum, cahil (bilgisiz), fasık ve sapık toplumun karşıtıdır.303
Erdemli toplum, diğer şehirlerin üstünde erdem sahibi fertlerden oluşmuştur. Erdemli
toplumda ferdin mutluluğu ile toplumun mutluluğu birleşmiştir. Böylelikle sadece
dünya mutluluğu değil aynı zamanda ahiret mutluluğu da ancak bu şehirde
sağlanır.304 Fârâbi’ye göre bir toplum kâinattaki hiyerarşi ve nizamı ne kadar
yansıtılabilirse o kadar erdemlidir. Çünkü her bir yetkinliği elde etmesi için yaratılan
âlemdeki varlıklar içinde bulundukları varlık mertebesine bir üsttekini, nihayetinde
de Tanrı’yı taklit ederek yetkinliğini elde edebiliyorsa, iradi ve ihtiyari bir varlık olan
insanların bir araya gelmesiyle oluşan erdemli toplumdaki her bir insanda, aynı
şekilde içinde bulunduğu yetkinlik derecesine uygun olarak erdemli ilk başkanı veya
300
Olguner, Fârâbi, s. 120.
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 52.; Fahrettin Olguner, Fârâbi, s. 120.
302
Bayraklı, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, s. 65; Macit Fahri, İslam Felsefesi, Kelamı ve Tasavvufuna
Giriş, s. 69; Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 430; Huriye Tevfik Mücahid, Fârâbi’den
Abduh’a Siyasi Düşünce, s. 103 – 104; Korkut, Fârâbi’de Siyaset ve Ahlak, s. 57.
303
Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak. Ali bû Mulhim, s. 99; Fârâbi, Es – Siyaset‘ul –
Medeniyye, s. 52; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 80; Fârâbi, el-Medinetü’l –
Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 131; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 90.
304
Aydın, “Fârâbi’nin Siyasi Düşüncesinde Sa’adet Kavramı”, s. 306.
301
131
diğer
erdemli
kazanabilecektir.
yöneticileri
taklit
ederek
yetkinliğini
ve
mutluluğunu
305
Fârâbi, devletteki işleyiş ve unsurları organizmaya benzeterek açıklamaktadır.
Buna göre erdemli bir toplumu ve onun bölümlerini, canlı varlığın hayatını tam
kılmak ve onu bu durumda tutmak için birbirleriyle yardımlaşan tam ve sağlıklı bir
bedene benzetir. Nasıl ki bedende amir olan bir organ -yani kalp- ve bu organa tâbi
olan başka organlar varsa aynı şekilde şehirde de amir olan bir başkan ve bu başkana
mevki ve mertebe olarak yakın veya uzak başka başka insanlar vardır. Ama bu ikisi
arasında bir fark vardır. Bedenin organları arasındaki düzen ve bu organların sahip
oldukları kabiliyetler tabiidir, fakat şehirde meydana gelen şeyler iradidir, insanların
seçimlerine ve yönelmelerine bağlıdır.306 Fârâbi, ayrıca devlet başkanını bir doktora
benzeterek toplumdaki insanların ahlak ve fiillerinde mutedil olanı ortaya çıkaracak
kişinin sultan olduğunu bunu da sultanın siyasi sanat ve sultanlık maharetiyle
yapacağını belirtmiştir. Bu noktada sultanı bir doktora benzetmiş nasıl ki doktor tıp
bilimiyle tıp sahasındaki maharetiyle ilaçlarda orta ve mutedil olanı ortaya
çıkarıyorsa sultanın da böyle bir görevinin olduğunu söylemiştir.307 Görülüyor ki;
faziletli bir cemiyet ve faziletli bir devlet sıhhatli bir beden gibidir. Böyle her organ
kendisine düşeni yaptığı sürece bütün olarak beden varlığını ve sağlığını devam
ettirecektir. Bu ise hem ferdin, hem de cemiyet ve devletin mutluluğu olacak, bu
mutluluk ise bir bütün olarak, önce bu dünyayı, sonra da öbür dünyayı
kaplayacaktır.308
Fârâbi’nin devlet felsefesinin ana konusu “reis” meselesidir. Her ne kadar o
faziletli bir devlet kurma çabasıyla fikirlerini ortaya koysa da bu devlete faziletli reis
olmadan ulaşılamayacağının da farkındadır. Erdemli bir toplumun erdemini öncelikli
305
Bircan, İslam Felsefesi’nde Mutluluk, s. 426 – 427.
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 71; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert
Nasrî Nâdir, s. 119; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 80 – 81; Fahrettin
Olguner, Fârâbi, s. 119–120; Bircan, İslam Felsefesi’nde Mutluluk, s. 427; Fârâbi, Kitâbü Ârâi ehli’lmedineti’l-fâzıla, (Mahmut Kaya, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri içerisinde), s. 140 – 141;
İsmail Râci el-Fârûkî, İslam Kültür Atlası, çev. Mustafa Okan Kibaroğlu ve Zerrin Kibaroğlu, s.
337.(İnkılâp Yayınları, III. Baskı, İstanbul – 1999); Kaya, “Fârâbi” mad., s. 154; Rosenthal,
Ortaçağ’da İslam Siyaset Düşüncesi, s. 184.
307
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 36, 38.
308
Olguner, Fârâbi, s. 126.
306
132
olarak başkanlarda aramaktadır. Açıklamalardan da anlaşılacağı üzere devlet reisleri
erdemli oldukları ölçüde halk da iyi olacaktır. Erdemli başkanın erdemli topluluğu
olur.309 Erdemli bir yönetim, hükümdarın ondan başkasıyla elde edilmesi mümkün
olmayan bir tür fazileti – yani insan tarafından elde edilebilecek en yüksek fazileti –
elde edeceği yönetimdir.310 Bu nedenle de Fârâbi’ye göre her insan erdemli bir
toplumun başkanı, ilk reisi olamaz. İnsanlar akli kapasite, fiziki güç, faziletli
amellere yatkınlık, mükemmel düşünebilme, hissetme, arzu etme ve yapma
fonksiyonlarını edinme kabiliyetleri yönünden farklılık gösterirler.311 Bu nedenden
dolayı erdemli şehrin yöneticisi herhangi birisi olamaz. Yönetici olacak insan
yaratılış ve tabiat itibariyle yöneticiliğe uygun ve kabiliyetli (müstaid) olmalı,
yöneticilikle ilgili iradi meleke ve tutumları kazanmış olmalıdır.312 Başkan olacak
insan bir takım özelliklere ve yeteneklere sahip olmalıdır. Fârâbi’de bu özellikleri on
iki maddede toparlar. Bunlar da;
1.
Başkan olacak kişinin bedenin fiziki yapısı ve sağlığı yönünden
herhangi bir kusuru olmamalı, bunlar tam olmalıdır. Organları
mükemmel ve sağlıklı olmalıdır.
2.
Kendisine söylenen bir şeyi anlayabilecek zekâya sahip olmalıdır.
Muhatabının maksadını iyi anlamalıdır.
3.
Anladığı, duyduğu, gördüğü ve idrak ettiği şeyi aklında tutabilecek
güçlü
bir
hafızası
olmalıdır.
Hemen
hemen
hiçbir
şeyi
unutmamalıdır.
4.
Uyanık ve çok zeki olmalı, herhangi bir mesele hakkındaki en ufak
bir delilden o meseleyi çözebilecek ipucunu yakalayabilmelidir.
309
Bayraklı, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, s. 123.
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 69.
311
Muhammed Sagir Hasan el-Ma’sumi, “Fârâbi” , s. 339. – 340.
312
Fârâbî, el-Medinetü’l – Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 74; Fârâbi, Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla,
çev. Nafiz Danışman, s. 84; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 122 – 123;
Kitâbü Ârâi ehli’l-medineti’l-fâzıla, (Mahmut Kaya, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri
içerisinde), s. 143; Kıvameddin Burslan, Büyük Türk Feylesofu Uzluk Oğlu Fârâbi’nin Eserlerinden
Seçme Parçalar, s. 53 – 54; Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 413.
310
133
5.
Zihninde bulunan bir şeyi tam ve açıklıkla ifade edebilmesini
sağlayabilecek güzel konuşma kabiliyetine sahip olmalıdır. İyi bir
hatip olmalıdır.
6.
Bilgi edinmeyi ve öğrenmeyi sevmeli, eğitim ve öğretime düşkün
olmalıdır.
7.
Tabiatı gereği doğruluğu ve doğru insanları sevmelidir.
8.
Tabiatı gereği yeme, içme ve cinsel zevklerin peşlerinde
koşmamalı, kumardan uzak durmalı ve bu tür şeylerin vereceği
zevklerden nefret etmelidir.
9.
Yüksek ruhlu, geniş kalpli olmalı, yüceliği, ululuğu sevmelidir.
10.
Altın, gümüş, para vb. cinsinden dünyevi amaçlar onun için
değersiz olmalı.
11.
Adaleti ve adaletli kişileri sevmeli, baskı ve zulüm yapanlardan
nefret etmeli, insaf sahibi ve şefkatli olmalı, insanları da böyle
olmaya yöneltmeli, güzel, asil ve doğru gördüğü her şeyi
desteklemelidir.
12.
Yapılmasını gerekli gördüğü şeyler hakkında azimli ve kararlı
olmalı, korku ve zaaf göstermeksizin cesur bir şekilde o şeyi
yapabilmelidir.313
Fârâbi’ye göre eğer bu sayılan özellikleri kendi şahsında taşıyabilecek bir kişi
bulunmaz ise, biri sadece filozof ve diğeri de geri kalan şartları yerine getirebilecek
313
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 77 – 78; Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye,
s. 44; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 87 – 89; Fârâbi, Kitâbü Ârâi ehli’lmedineti’l-fâzıla, (Mahmut Kaya, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri içerisinde), s.145 – 147;
Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 127 – 128; ayrıca bkz Muhammed Sagir
Hasan el-Ma’sumi, “Fârâbi” , s. 341; Bayraklı, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, s.129– 146, Fahri, İslam
Felsefesi, Kelamı ve Tasavvufuna Giriş, s. 69; Aydınlı, Fârâbi’de Tanrı-İnsan İlişkisi, s. 174 – 191;
Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 130 – 132; Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s.413–414.; Neccar, İslam
Politika Felsefesinde Siyaset, s. 42 – 43; (İslam’da Siyaset Düşüncesi adlı eserin içerisinde çev.
Kazım Güleçyüz, İnsan Yayınları, İstanbul – 1995), Taylan, Anahatlarıyla İslam Felsefesi Kaynakları
– Temsilcileri, Tesirleri, s. 192 – 193; Kaya, “Fârâbi” mad., s. 154, Huriye Tevfik Mücahid,
Fârâbi’den Abduh’a Siyasi Düşünce, çev. Vecdi Akyüz, s. 90 – 91; Korkut, Fârâbi’de Siyaset ve
Ahlak, s. 52; Kıvameddin Burslan, Büyük Türk Feylesofu Uzluk Oğlu Fârâbi’nin Eserlerinden Seçme
Parçalar, s. 55 – 56.
134
bir kişi bulunursa onlar bu şehri yönetebilirler.314 Şayet bu da mümkün olmazsa eğer
bu şartlardan, felsefe birinde ikinci özellik ikinci bir insanda, üçüncü özellik, üçüncü
bir insan da ve böylece sayılan özellikler başka başka insanlarda bulunur ve bunlar
arasında da bir anlaşmazlık olmaz birbirleriyle uyum içerisinde olurlarsa devleti
bunlar birlikte yönetirler ve bunlara da “en üstün yöneticiler” adı verilir.315 İşte
Fârâbi’ye göre, böyle bir başkan veya farklı özelliklere sahip şahıslar tarafından
yönetilen kişiler erdemli, iyi ve mutlu kişilerdir. Bu kişiler de bir ulus oluştururlarsa
o, erdemli bir ulus olur. Onlar bir yerleşme bölgesinde toplanırlarsa onları böyle bir
yönetim altında bir araya getiren yer erdemli şehir olur.316 Görüldüğü gibi Fârâbi;
hem teorik hem de pratik erdemlerle donanmış bir “ideal tip” tasarımlayarak, böyle
birisinin çevresine ışık olmasını ve çevresindekilerde de buna benzer melekeler
geliştirmesine öncülük etmesini amaçlamaktadır.317 İdeal toplumda birbirinin yerine
geçen hükümdarlar tek bir ruh gibidirler. Öyle ki; bütün zamanlar boyunca hüküm
süren tek bir hükümdar varmış gibi olmalıdırlar. Bu düzen toplumun her
kademesinde ve her bölümünde mevcuttur, ister amir olsun isterse de memur olsun
durum değişmez, bir tek nefs halinde yaşarlar. Değişik dönemlerde yaşayan insanlar
bütün zamanlarda aynı metotla çalışan tek bir ruh gibidirler.318 Fazilet için toplanmış
bir toplumda hiçbir ayrılık ve uyuşmazlık vuku bulmaz. Çünkü faziletin amacı birdir,
yani başka bir şey için değil bizzat kendisi için istenilen bir iyidir. Bu nedenle bu
toplulukta amaçlar bir olduğu müddetçe ayrılık ve anlaşmazlık olmaz.319
314
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 79.; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk.
Albert Nasrî Nâdir, s. 129 – 130.
315
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 80; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz
Danışman, s. 90; ayrıca bkz Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s.50.; Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk,
s.424 – 425.; Boer, İslamda Felsefe Tarihi, çev. Yaşar Kutluay, s.87; Erwin I. J. Rosenthal,
Fârâbi’nin Felsefesinde Siyasetin Yeri, s. 174 – 175; Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 43; Fârâbi, Tahsîlu’s –
Sa’ade, s. 49 – 50.; Muhammed Âbid el-Câbirî, Felsefî Mirasımız ve Biz, çev. A. Said Aykut, s.75;
(Kitabevi Yayınları, İstanbul – 2003) Erwin I. J. Rosenthal, Fârâbi’nin Felsefesinde Siyasetin Yeri,
s.174 – 175.
316
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 45; Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 126 – 127.
317
Butterworth, İslam Felsefesine Siyasi Düşüncenin Gelişimi, s. 90; Olguner, Fârâbi, s. 116.
318
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 93; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev.
Ahmet Arslan, s. 83; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 134; ayrıca bkz Türk
Ansiklopedisi, “Fârâbi” mad. Cilt – 16, s. 107. (M.E.B.yay. Ankara – 1968); Muhammed Sagir
Hasan el-Ma’sumi, “Fârâbi”, s. 343.
319
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 76.
135
Fârâbi’de erdemli toplumun başkanının üzerinde onu idare eden başka bir reis
yoktur. Ona hizmet eden alt tabakalardaki insanlar vardır.320 Fârâbi’ye göre faziletli
devlet fa’al akılla bilgi elde edebilen, onunla ittisale geçebilen kişilerin yönettiği
devlettir. Bu tür devletin fertleri de bilgili kişilerdir.321 İlk başkan genel olarak
kimsenin yardımına ihtiyacı olmayan kişidir, gerçek anlamda ilim ve marifeti elde
etmiştir. İlimler ve sanatlar onun tasarrufu altındadır ve hiçbir konuda kimsenin
rehberliğine ihtiyacı yoktur.322 Bu insan, insanlığın en üst mertebesinde ve
mutluluğun en yüksek derecesindedir. O insanları mutluluğa ve kendileriyle
mutluluğun elde edildiği fiillere en iyi bir şekilde yöneltme kudretine sahiptir.323 Bu
başkanın amacı bizzat kendisine ve diğer şehir halkına gerçek mutluluğu vermektir.
Fârâbi’ye göre, bu kişinin mutlulukta faziletli şehrin halkının en mükemmeli olması
gerekmektedir. Çünkü diğer insanların mutluluğunun sebebi odur.324
Fârâbi’ye baktığımızda idarede İslam siyaset düşüncesinde üç çeşit unsurla
karşı karşıya kalmaktayız: Birincisi,
başkanlığın bölünmez bir parçası olarak
felsefenin gerekliliği; ikincisi, eğer bir şahısta istenen tüm şartlar toplanamıyorsa
özellikle de hikmet şartı tamamlanamıyorsa hikmet vasfına sahip toplu bir yönetimin
kaçınılmazlığı; üçüncüsü de, ikinci dereceden reislerin ilk reisin koymuş olduğu
inanç ve şeriatla ilgili yasa ve görüşlerle uzlaşmalarının gerekliliğidir.325 Mutluluk;
felsefe ile sultanlığın aynı kişide imtizaç veya tezevvüç etmiş olmasında
yatmaktadır.326 Fârâbi’ye göre felsefe, bir ve her şeye şamil olan âlemi insanın önüne
seren ilimdir.327 Her türlü erdemin ya da ilimin kendisiyle kazanıldığı, teorik ve
pratik ilimleri kapsayan insana, insani şeyleri yani bütün erdemleri kazandırıp onun
bu hayatta “eksik mutluluğu” öteki hayatta da “yüce mutluluğu” elde etmesini
sağlayan hikmettir.328 En yüksek mutluluk sadece doğru bir tarzda felsefe bilen ve
320
Bayraklı, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, s. 43; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman,
s.85.
321
Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş, s. 185.
322
Fârâbi, Es – Siyaset‘ul – Medeniyye, s. 44 – 45; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz
Danışman, s. 84.; ayrıca bkz Muhammed Sagir Hasan el-Ma’sumi, “Fârâbi” , s. 340.
323
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 77; ayrıca bkz Fârâbi,Fusulü’l Medeni, s.28.
324
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 40; ayrıca bkz Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 43.
325
Câbirî, Felsefî Mirasımız ve Biz, s. 76.
326
Butterworth, İslam Felsefesinde Siyasi Düşüncenin Gelişimi, s. 92.
327
Taylan, Anahatlarıyla İslam Felsefesi Kaynakları – Temsilcileri, Tesirleri, s. 169.
328
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 164.
136
yapabilen insanlar tarafından elde edilebilir.329 Fârâbi’ye göre felsefenin gayesi, yüce
Allah’ı, onun bir olduğunu, hareketsiz olduğunu, her şeyin fail illeti olduğunu, bütün
güzelliklerin, nizamın ve iyiliklerin kendisinde toplandığını, onun cömertliği, hikmeti
ve adaletiyle bu âleme düzen verdiğini bilmektir. Filozof da gücü ölçüsünde
yaratıcıya benzemeye çalışmalıdır.330 Fârâbi’ye göre felsefe bir ve her şeye şamil
olan bir ilimdir ki âlemi insanın gözleri önüne serer.331 Bu nedenle erdemli şehrin ilk
başkanının felsefeyi mükemmelen bilmesi gerekmektedir. Çünkü ancak bu
formasyon içerisinde o, Allah’ın evrendeki tedbirine vakıf olup onu örnek alabilir.332
Fârâbi; mükemmel topluluğun başkanı için en temel üç niteliği şart olarak
belirtmektedir. Bunlardan birincisi felsefedir; felsefe olmadan başkan, saadetin ne
olduğunu kavrayamaz (ta’akkul edemez); ikincisi hayal gücüdür, hayal gücü
olmadan da mutluluğun idraki için şart olan kanun yapma ve dolayısıyla siyasi bir
çerçeve ortaya koyma imkânı bulamaz, üçüncüsü de; siyaset sanatıdır; siyaset
olmadan da mutluluğun ne olduğunu başkalarına öğretemez, insanları mutluluğa
yöneltemez.333
Bilindiği üzere Fârâbi erdemli şehrin reisinin niteliklerini belirlerken bu konu
üzerinde çok durmuştur. Reiste bulunması gereken özellikleri dile getirirken de hem
Cumhuriyet yazarı Eflatun’dan hem Aristo’dan hem de oluşum dönemindeki İslam
devletinden, yani peygamber ve raşid halifelerin devletinden ilham almıştır.334 Ama
Fârâbi’nin ideal devleti dünya devleti olabilecek genişlikte uluslar arası niteliğe
sahipken, Eflatun’un devleti sadece bir şehir devletidir. Bu nedenle etkileşimler
olmakla beraber, Fârâbi’nin teorisinin Eflatun’un Devlet’ine dayandığını veya onun
felsefesinin basitçe Aristocu olduğunu söylemek doğruyu yansıtmaz.335 Belki
Fârâbi’nin bu teorisi, erdemli toplum, erdemli devlet anlayışı, Eflatuncu
329
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 190.
Adıgüzel, Günümüz İslam Felsefesinin Sorunsalları, s. 44.
331
Boer, İslamda Felsefe Tarihi, çev. Yaşar Kutluay, s. 78.
332
Aydınlı, Fârâbi’de Tanrı-İnsan İlişkisi, s. 183; ayrıca bkz Fârâbi, Tahsîlu’s – Sa’ade, s. 54 –56.
333
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 15.
334
Câbirî, , Felsefî Mirasımız ve Biz, s. 73.
335
Muhammed Sagir Hasan el-Ma’sumi, “Fârâbi” , s. 345 – 346.
330
137
ütopyacılıkla İslami politik doktrinin harmanlaması olabilir.336 Fârâbi’nin devlet ve
toplum nazariyesi, ütopist bir anlayışı andırıyorsa da o gerçek toplumu da kabul eder.
Fârâbi’nin düşündüğü mükemmel devlet bütün dünyayı kuşatan dünya devletidir. O,
bu düşüncesiyle dayandığı Yunan filozoflarını aşar. Bu ilerlemenin nedeni de
eskilerin site toplumu yerine İslam’ın evrensel toplumunu kendisine örnek olarak
almasıdır.337
Özelliklere baktığımızda Fârâbi kusursuz bir başkan aramaktadır. Çünkü
onun teori olarak ortaya koyduğu ideal devlet anlayışı ancak ideal ve kusursuz bir
başkan sayesinde olur. Fârâbi’ye göre faziletli toplum fa’al akılla bilgi elde eden
kişilerin yönettiği toplumdur. Bu tür toplumun fertleri de bilgili kimselerdir.338
Faziletli şehrin varlığı ve devamı, mutluluğun ve diğer ilahi şeylerin ne olduğunu
bilen ve onları insanlara anlatan bir insanın veya bir grup insanın varlığına bağlıdır.
Bazı insanlar idare edilmek, bazı insanlar da idare etmek için yaratılmıştır. Bunun
böyle olması gayet tabiidir. Başkan, gerek tabii yetenekler ve gerekse alışkanlık ve
irade gücü sonucu kazanılan özellikler bakımından en yüksek bir durumda olmalıdır.
Bu kişi fa’al akılla temas kurabilen bir kişi olmalıdır. Nitekim Onu mutluluğun
vazgeçilmez “sebebi” yapan da bu temastır. Bu kişi mutluluğun ne olduğunu
rasyonel ve sembolik olarak anlatmaya muktedirdir. Çünkü bu kişi mutluluk
açısından en mükemmel olan insandır. Fazıl şehrin halkı ancak erdemli ve mutlu bir
başkanın yönetimi ile mutlu ve erdemli olabilir.339
b. CAHİL TOPLUM
Cehalet; hayırdan ve kemalden mahrum olmak demektir. İnsan aklı Heyûlanî
dereceden basamak basamak yükseldikçe, bağımlı olduğu maddeden uzaklaştıkça ve
336
Fahri, İslam Felsefesi, Kelamı ve Tasavvufuna Giriş, s. 69; Taylan, Anahatlarıyla İslam Felsefesi
Kaynakları – Temsilcileri, Tesirleri, s. 189; bkz Fârûkî, İslam Kültür Atlası, s. 337.
337
Ülken, Eski Yunan’dan Çağdaş Düşünceye Doğru İslam Felsefesi, Kaynakları ve Etkileri, s.79-80;
Taylan, Anahatlarıyla İslam Felsefesi Kaynakları – Temsilcileri, Tesirleri, s. 189.
338
Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş, s. 185.
339
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 44 – 45; Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 40; ayrıca bkz Aydın,
İslam Felsefesi Yazıları, s. 15.
138
bilgi sahibi oldukça olgunlaşmaktadır.340 Bu nedenle Fârâbi’ye göre maddeye
bağımlı kalan ve heyûlanî seviyeden yükselmeyen nefsler cahil nefslerdir. Bu
nefsler, Allah, ilahi varlıklar ve mutluluk konusunda ne gerçek ne de hayali bilgiye
sahip olurlar. Bu nefsler madde düzeyindedirler, maddeye bağımlıdırlar, maddeden
bağımsız olarak bir yetkinlik kazanamazlar, hatta madde yok olduğunda bunlarda
yok olur.341 Bunlar yok olmaya mahkûm vahşi yaratıklar gibidirler.342 Gerçek
mükemmelliğe hiçbir zaman ulaşamazlar. Bundan dolayı da ruhları bedenleriyle
beraber çözülür ve ortadan kalkar.343
Cahil nefslerden, insanların durumlarından bahsettikten sonra şimdi esas
konumuz olan cahil topluma geçelim. Cahil toplum, halkı mutluluğu doğru anlamıyla
bilmeyen insanların bir araya gelmesiyle oluşmuş toplumdur.344 Cahil toplum,
heyulani ve bil kuvve akıl seviyesinde kalmış kişilerinin yönettiği toplumdur. Kişiler
ve devlet idarecileri bazı şeyleri bilseler de gerçekte cahildirler, bildikleri şeyler
dünya işleridir.345 Cahil şehir, halkı mutluluğu bilmeyen, mutluluktan habersiz
şehirdir. Onlar mutluluk konusunda aydınlatılsalar bile mutluluğu ne anlayacaklar ne
de ona inanacaklardır. Bunların bildiği tek iyi şey görünüşte iyi oldukları zannedilen
bazı şeylerdir. Bunlar da; beden sağlığı, zenginlik, şehevi zevkler, insanın kendi
arzularının peşinden koşma serbestliği, saygı ve itibar görme gibi hayatta gaye
olduklarını düşündükleri şeylerdir. Cahil şehir halkına göre bunlardan her birisi bir
mutluluk çeşididir, en büyük ve en tam mutluluk da bunların toplamıdır, hepsinin bir
araya gelmesidir. Bu saydıklarımızın zıddı olan şeyler, yani hastalık, yoksulluk,
zevklerden mahrum kalma, arzuların peşinden serbestçe koşamama, saygı ve itibar
340
Aydın, “Fârâbi’nin Siyasi Düşüncesinde Sa’adet Kavramı”, s. 311 – 312.
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 48; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan,
s.88.; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 142.; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla,
çev. Nafiz Danışman, s. 98.
342
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 3; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s.88,
“Fârâbi’nin erdemsiz ve kötü nefslerin cezalandırmaları ve bu ruhların yok olmaları konusundaki
görüşleri hakkında daha geniş bilgi için bakınız, Ülken, Eski Yunan’dan Çağdaş Düşünceye Doğru
İslam Felsefesi, Kaynakları ve Etkileri, s. 80. vd.”
343
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 188, 194.
344
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 444; Erwin I. J. Rosenthal, Fârâbi’nin Felsefesinde
Siyasetin Yeri, s. 175.
345
Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş, s. 185; Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, s. 127; Fârâbi, İhsa’ül-Ulûm,
Tak. Ali bû Mulhim, s. 81.
341
139
görmeme gibi kötülüklerdir.346 Fârâbi cahil şehirleri kendi içerisinde bölümlere
ayırmıştır. Bunlar da; a) zorunluluk şehri (el-Medine ed-Darûrî) b) kötü ve zenginlik
şehri (el-Medine en-Nezzâle) c) bayağı ve düşük şehir (el-Medine eş-Şekkâ ya da elMedine el-Hıssâ) d) şeref düşkünü ve gösterişçi şehir (el-Medine el-Karrâme veya
Karrâmiye) e) zorba şehir (el-Medine et-Tağallub) f) demokratik şehir (el-Medine elCemâ’iyye). Bunların da ortak yanı eski ve fasit fikirlere dayanarak meydana gelmiş
olmalarıdır.347 Konumuzun dışına çıkacağımızı düşündüğümüz için, cahil şehrin
sınıflarını açıklamayacağız. Ama burada sadece bizim konumuz için önemli olan ve
Fârâbi’nin de cahil şehirlerden istisna olarak gördüğü demokratik şehir hakkında kısa
bir bilgi vereceğiz. Bu şehir yukarda saydığımız cahil şehir kapsamına girse de bu
şehirde hiç değilse varılmak istenen gayeler konusunda bir anlaşma vardır.348 Bu
toplum Fârâbi’ye göre cahil toplumlar arasında faziletli topluma en yakın olan ve ona
dönüşmeye en müsait olan toplumdur.349
Demokratik toplumun halkının her biri özgür ve istediğini yapmada serbesttir,
arzularına gem vurmaksızın istediklerini yapabilirler.350 Bu toplumda halk arasında
bir eşitlik olup, yasalara göre bir insan hiçbir konuda ötekinden daha üstün değildir.
Bu şehir halkı istediğini yapmada özgür olup, onlardan veya dışardan herhangi bir
kimsenin onlar üzerinde özgürlüklerini geliştirmek için çalışması dışında bir otorite
kurmaya hakkı yoktur. Bu toplulukta ahlaki davranışları, yönelişleri, arzuları ve
zevkleri, çok ve çeşitli olan birçok topluluk bir arada bulunur. Başka şehirlerde ayrı
ayrı yaşayan bayağı ve şerefli zümreler bu şehirde bir araya gelirler. Bu toplumun
başkanları yönetilenlerin isteklerine uygun yönetim faaliyetlerinde bulunur ve
onların isteklerini yerine getirirler. Böylece yönetenle yönetilen arasında herhangi bir
346
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 79 – 80; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk.
Albert Nasrî Nâdir, s. 129 – 130; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 91; bkz
Bayraktar Bayraklı, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, s. 97; Rosenthal, Ortaçağ’da İslam Siyaset
Düşüncesi, s. 195.
347
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 81, 95; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev.
Nafiz Danışman, s. 104; ayrıca daha geniş bilgi için bkz Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 52;
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 38. ile 70 – 71; Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 20 – 21; Kıvameddin
Burslan, Büyük Türk Feylesofu Uzluk Oğlu Fârâbi’nin Eserlerinden Seçme Parçalar, s. 60; Korkut,
Fârâbi’de Siyaset ve Ahlak, s. 56.
348
Aydın, “Fârâbi’nin Siyasi Düşüncesinde Sa’adet Kavramı”, s. 312.
349
BBayraklı, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, s. 110.
350
Fârâbi, Es – Siyaset‘ul – Medeniyye, s. 64; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev.Ahmet Arslan, s.81.
140
farkın olmadığı görülür.351 Fârâbi’ye göre cahil şehirler arasında yer alsa da bu şehir
yaşanabilecek bir şehirdir. Bilgisiz şehirlerin bütün çaba ve amaçları en yetkin
biçimde ve en çok bu şehirde bulunur. Başka şehirler arasında bu şehir en çok
imrenilen ve en mutlu olanıdır. Dış görünüşüyle bu şehir, renkli figürleri ve nakışları
bulunan süslü bir giysiyi andırmaktadır. Herkes bu şehri sever ve burada da yaşamak
ister. Çünkü burada insan için karşılanmayan hiçbir arzu ve istek yoktur. Bu şehirde
arzuların ve yaşama biçimlerinin her türüne rastlanabilir. Bu şehirde erdemli kişilerin
yetişmeleri mümkündür. Bu şehirde her çeşit işle uğraşan hatip, filozof ve şair
bulunur. Erdemli şehrin bazı kesimlerini oluşturabilecek nitelikte kişiler çıkabilir. Bu
da bu şehrin en güzel tarafıdır. Bu nedenle bu şehir, diğer cahil şehirler içerisinde
ileri derecede kötülük ve iyiliği beraberinde bulunduran şehirdir. Bu şehir ne kadar
büyük, ne kadar uygar, ne kadar yoğun nüfuslu, ne kadar üretken ve ne kadar yetkin
olursa, sahip olduğu iyilik de kötülük de o ölçüde çok ve büyük olur.352
Fârâbi, erdemli olmayan yönetim biçimleri arasında mutluluğu kazandırma
konusunda en elverişli yönetim biçimi olarak demokratik toplumu (el-Medinetü’lcema’iyye) görür. Ona göre böyle toplumlarda halktan her biri özgür ve istediğini
yapmada serbesttir. Halk arasında bir eşitlik olup yasalara göre hiçbir insanın başka
bir insana üstünlüğü yoktur. Bu toplumun bireyleri istediğini yapmada özgür olup
kendi içlerinden veya dışardan herhangi bir kimsenin onlar üzerinde -özgürlüklerini
geliştirme için çalışması dışında- bir otorite kurma hakkı yoktur. Dolayısıyla onların
ahlaki davranışları, yönelişleri, arzuları ve zevkleri çok ve çeşitlidir. Onları
yönetenler, yönetilenlerin isteklerine göre yönetim faaliyetinde bulunur ve onların
arzularını yerine getirirler. Duruma yakından bakıldığında da gerçekte yönetenle
yönetilen arasında bir fark olmadığı görülür. Başka toplumlar arasında bu toplum en
çok imrenilen ve mutlu olandır. Herkes bu toplumu sever ve bu toplumda yaşamak
ister.353
351
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 64; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak.
Ali bû Mulhim, s. 114.
352
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 65; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak.
Ali bû Mulhim, s. 115.
353
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 64 – 65.
141
c. FASIK TOPLUM
Topluluklar tasnifinde “Fasık Toplum” kavramını Fârâbi’nin Kur’an’dan
aldığı zannedilmektedir. Çünkü Eflatun ve Aristo’nun devlet tasniflerinde buna
rastlanmamaktadır.354 “Fasık” terimi Fârâbi felsefesinin önemli kelimelerinden
birisidir. İslam Kelam’ında da bu kelimenin çok önemli bir yeri vardır. Fasıkın kim
olduğunu tesbit etmek İslam’da dini ve siyasi bir mesele olmuştur. Fârâbi’ye göre
fasık, doğrunun ne olduğunu bilen fakat ona göre hareket etmeyen kişidir. Şekavet
(her türlü kötülük içinde olmak, bela ve zillete düşmek, sıkıntıda kalmak) kavramı
gerçek anlamda ancak fasık için kullanır. Doğru bilgiye sahip olan fasık, ittisal ile
gerçekleşen asıl amaçtan şuurlu olarak sapmaktadır. Bu bakımdan büyük bir acı
içerisine düşer. Dünya işleri ile meşgul olduğu için de bu acıyı pek duymaz. Fakat
ölüm bedenini elinden alınca dünya zevkleri ile ilgisi kesilir ve o zaman fıskın
cezasını bütün şiddeti ile duyar. Cahilin böyle bir azabı duymayışı onun aklının
heyûlânî seviyede kalmasından dolayıdır. Oysa fasıkın aklı madden uzaklaşmış ve
bilen varlık konumuna gelmiştir. İşte bu sorumluluk da bilmenin bir neticesidir.355
Fasık şehirlerin halkı varlıkların ilkelerine inanır ve onları tasavvur ederler.
Mutluluğun ne olduğunu hayal eder ve ona inanırlar. Bu kişiler mutluluğa ulaştıracak
olan işlere doğru yöneltilmiş olup bunları bilir ve bunlara inanırlar. Bununla beraber
bu halk bu işleri yapmayıp, bunlara sarılmazlar, bilgisiz şehirlerin amaçlarından
herhangi birini, yani mevki, şeref, egemenlik ve benzeri şeyleri özler ve ister duruma
gelirler ve bütün iş ve güçlerini bunlara yöneltmişlerdir. Bu şehirlerin de çeşitleri
bilgisiz şehirlerin sayıları kadardır. Bu şehrin işleri ve ahlaki davranışları bilgisiz
şehrin iş ve ahlaki davranışları gibidir. Onlar yalnızca düşünce ve görüşlerinde
bilgisiz şehirden ayrılırlar. Bu şehirlerden hiçbiri asla mutluluğa eremezler. Gerçek
mutluluğun ne olduğunu bildikleri halde onu elde edemezler.356
354
Bayraklı, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, s. 116.
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 21; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s.82.
356
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 68; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak.
Ali bû Mulhim, s. 119; Huriye Tevfik Mücahid, Fârâbi’den Abduh’a Siyasi Düşünce, s. 114.; Bircan,
İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 449; Rosenthal, Ortaçağ’da İslam Siyaset Düşüncesi, s.200.
355
142
Fasık şehir, erdemli şehrin fikirleriyle aynı olan bir şehir türüdür. Bu şehrin
insanları, mutluluğu, aziz ve yüce olan Tanrı’yı, ikinci dereceden kutsal varlıkları,
Fa’al Akl’ı ve erdemli şehrin halkı tarafından bilinmesi gereken ve inanılması
mümkün olan her şeyi bilirler. Ancak bu şehrin insanlarının fiilleri cahil şehrin
fiilleri ile aynıdır.357 Bu yaptığımız açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Fârâbi’ye
göre fasık şehrin halkı teorik yönden faziletli şehrin halkına, pratik yönden ise cahil
şehrin halkına benzemektedir, bu da normal bir durum değildir. Bundan dolayı
faziletli şehrin halkı, fasıkları hasta olarak kabul ederler.358
d. DALALETTE OLAN TOPLUM
Dalalette olan toplum, başkaları tarafından doğru yoldan saptırılan toplumdur.
Onlara gerçekliğin taklitleri sunulmuştur. Bu topluluğa sunulan ve bu topluluk için
ortaya konulan mutluluk, gerçek mutluluk değildir, gerçek mutluluktan başka bir
şeyin taklididir. Bunlara sunulan fiil ve fikirlerden hiçbiriyle gerçek mutluluğa
ulaşılamaz, gerçek mutluluk elde edilemez.359 Bu topluluğu doğru yoldan saptıran
insanlar gerçek saadetin ne olduğunu bilirler. Bunlar yok olmaktan kurtulurlar ama
tıpkı fasık gibi, şekavet (kötülük, bela ve zillet) içinde kalırlar. Fakat delalete
sürüklenen bu şehir halkı, tıpkı cahil şehrin halkı gibi yok olmaya mahkûmdurlar.
Çünkü sonsuz hayat doğru bilgiye dayanmaktadır fakat o da bu insanlarda yoktur.360
Fârâbi bu topluluğu izah ederken ileri görüşlüğü ortaya çıkmakta ve günümüz
insanına da ışık tutmaktadır. Fârâbi’nin bir milletin, nasıl başka milletlerin fikir ve
yaşayışlarının etkisinde kalabileceğini savunduğu görülmektedir. Fârâbi, milletler
357
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 82; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert
Nasrî Nâdir, s. 133; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 92.
358
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 21.
359
Fârâbi, Es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, s. 68.; Ebu Nasr el-Fârâbi, es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak.
Ali bû Mulhim, s. 120.
360
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 22.; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 90;
Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 144.
143
arasındaki kültür etkileşiminden, bir milletin diğer toplulukların kültürünü ve hayat
tarzını nasıl değiştirebileceğinden bahsetmektedir.361
Dalalette olan şehir, fikirleri ve fiilleri önceleri faziletli şehrin fikir ve fiilleri
ile aynı iken daha sonra değişen ve yerini farklı fikirlere ve fiillere bırakmış olan
şehirdir. Bu şehir, doğru yolu bulamamış, yanlış görüş içerisinde olan, bu dünya
hayatından sonraki mutluluğu amaçlayan, ancak aziz ve yüce Tanrı, ikinci dereceden
yüce varlıklar, Fa’al akıl hakkında, gerçek mutluluğun sembolleri ve tasavvurları
olarak ele alınsalar bile yanlış ve yararsız görüşlere sahip olan şehirdir. Bu şehrin ilk
yöneticisi gerçekte böyle bir şey olmadığı halde kendisine vahiy geldiğini iddia eden
insandır. Aklî ve dini bilgiden yoksundur. Bu insan bu uğurda aldatmadan, yalan
söylemeden ve kandırmadan çekinmez.362 Amaçlarına ulaşabilmek için haince ve
hilekârca araçlara başvurur.363 Doğru yolu bulamamış, yanlış görüş içerisinde
bulunan şehrin halkına gelince, mutluluğun ne olduğunu bildiği halde cahil şehrin
halkının amaçlarından herhangi birisinin peşinden koştuğundan dolayı bu insanları
yanlış yola sürüklemiş ve mutluluktan saptırmış olan kişinin kendisi bozuk şehrin
halkından birisidir. Bundan dolayı onun şehrinin halkı değil yalnızca kendisi bedbaht
olacaktır. Diğerleri ise cahil şehrin halkı gibi ortadan kalkacak ve çözülecektir.364
Saadet idare edeni de, idare edileni de içerisine alan sosyal bir başarıdır. Bu
faziletin kazanılması içinde faziletli şehrin insanları bir araya gelirler.365
Bu
yaptığımız açıklamalardan sonra denilebilir ki; Fârâbi’ye göre faziletli toplum ideal
bir toplumdur. Bu şehir halkı gerçek mutluluğun farkındadır. Bu şehrin halkı hem
dünya da hem de ahirette gerçek mutluluğa ulaşacak kişilerdir. Bu nedenle mutlu bir
toplum için ahlaki erdemleri elde etmiş, kendini olgunluğa ulaştırmış, yetkinliğini
tamamlamış bireylerin olması şarttır.366 Erdemli toplumun insanları Tanrı’yı, fa’al
aklı ve öteki dünya hakkındaki hakikati idrak etmişlerdir ve bu insanlar erdemin
361
Bayraklı, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, s. 118.
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 82; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert
Nasrî Nâdir, s. 132 – 133; Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 92; Erwin I. J.
Rosenthal, Fârâbi’nin Felsefesinde Siyasetin Yeri, s. 176.
363
Fahri, İslam Felsefesi, Kelamı ve Tasavvufuna Giriş, s. 69.
364
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 90; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz
Danışman, s. 100; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, s. 133 – 134.
365
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 13.
366
Aydın, “Fârâbi’nin Siyasi Düşüncesinde Sa’adet Kavramı”, s. 303.
362
144
gereklerine göre hayat sürmektedirler.367 Diğer şehirlerin halkları gerçek mutluluğu
dünyevi zevklerde arayan gerçek mutluluğun ne olduğunu bilmeyen ve ahlaki yapısı
bozuk olan şehirlerdir. Bunlar kendi kendilerine bu dünyada mutlu olduklarını,
hayattan en büyük hazzı aldıklarını söyleseler de onlar için gerçek mutluluk yoktur,
ahirette mutlu olamayacaklardır, onlar yok olup gideceklerdir. Demek ki; mutluluk
sosyal bir başarıdır. Sosyal bir yaşam sayesinde ulaşılabilecek bir gayedir.368 İnsanın
yani ruhun en üst derecedeki mükemmelliği ancak ideal bir devlette, toplulukta
mümkündür.369 Fârâbi’ye göre insan en yüce yetkinliğe, yaratılışın gayesi olan
mutluluğa genel olarak ancak erdemli bir toplumda ulaşabilmektedir. Çünkü erdemli
bir toplum ideal bir toplumdur. Bunun dışında bazen demokratik olan bir toplumda
da mutluluğa ulaşılabilmektedir. Fârâbi’nin ortaya koymaya çalıştığı ve özelliklerini,
niteliklerini açıkladığımız erdemli toplum,“el-Medinetü’l-Fazıla”
erdemli şehrin
dışında kalan topluluklara alternatif olarak sunulmuştur.370
J. MUTLULUK ve HAZ
Fârâbi’nin
haz
konusundaki
görüşü
büyük
ölçüde
Stoa
ahlakını
andırmaktadır.371 Fârâbi genellikle kötülük yapmanın insana iyilik yapmaktan daha
ilgi çekici geldiğini ve insanların da çirkin kötü işler yapmalarının nedeninin yanlış
bir lezzet, haz anlayışının fiiller için amaç olarak alınmasından ileri geldiğini
belirtir.372 Fârâbi’ye göre yapıp etmelerimizde orta halli olmak ölçülülüğünü elde
edebilme yollarından biri, hazzın araç olarak kullanabilmesine bağlıdır. Bir uçtan
diğer bir uca veya ölçülülüğe çekilmemizi kolaylaştıran bir araç olarak kullanmak
zorunda olduğumuz bu aracı insanın bilmesi gerekmektedir. Bu araç olmaksızın
367
Fahri, İslam Felsefesi, Kelamı ve Tasavvufuna Giriş, s. 69.
Aydın, İslam Felsefesi Yazıları, s. 24.
369
Rosenthal, Ortaçağ’da İslam Siyaset Düşüncesi, s. 30.
370
Câbirî, Felsefî Mirasımız ve Biz, , s. 81; Mahmut Kaya, “Fârâbi” mad., Cilt–12, s. 153.
371
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 134.
372
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 45.
368
145
Fârâbi’ye göre düşünce tek başına yeterli olmayabilir. Bu nedenle mutluluğa
ulaşabilmek için hazların en uygun bir şekilde kullanılması gerekmektedir.373
Fârâbi, hazları iki kısma ayırır. Birincisi, duyu organları ile algılanan
biyolojik ve hissi hazlar, (el-Mahsûs) ikincisi de liderlik, hâkimiyet, zafer, ilim gibi
meziyetlerden kaynaklanan akla, anlaşılır şeye bağlı lezzetler, hazlardır(el-Mefhûm).
Sıradan insan daima hissi ve biyolojik hazları arar, hayatın amacının bunlar olduğunu
düşünür.374 Fârâbi’ye göre hazlar amaç olmayıp, araçtır. Söz gelimi beslenme insanın
varlığını, cinsel hayatta insan soyunun varlığını devam ettirir. Araç olan bu hazları,
lezzetleri insan yaşamın mutlak değeri, gayesi sanır. Bununda sebebi duyulur, hissi
lezzetleri, hazları kolayca tanımamız, idrak etmemiz ve rahatlıkla da elde
edebilmemizdir. Oysa iyice düşünür taşınırsak anlarız ki bu hazlar bizi pek çok
hayırdan,
mutluluğa
ulaşmamızı
sağlayan
nice
imkânlardan
mahrum
bırakabilmektedir. Bu nedenle insan bu hazlardan yüz çevirmesini sağlayacak bir
irade gücü geliştirdiği nisbette güzel ahlaka yaklaşabilir.375 Fârâbi hazların insanın
mutluluğuna engel olması konusunu şöyle açıklamaktadır: “Bu hazların, bizi, çoğu
iyi şeylerden uzaklaştırdıkları ve mutluluğa ulaşmayı sağlayan en büyük şeyi elde
etmemize engel oldukları, düşünme ve teemmül ile açıkça ortaya çıkmıştır.
Muhakkak ki biz; iyiyi yapmakla duyusal bir hazzı kaybedeceğimizi anladığımızda
“iyi”den uzaklaşmaya meylederiz. İnsan bu hazlardan vazgeçebilecek veya onlardan
“orta”yı elde edebilecek duruma gelince övgüye değer bir ahlaka yaklaşmış olur.”376
Fârâbi’ye göre hazlar ve elemler, ahlaki terbiye için bir imkân, iki aşırı uçtan birisine
dolayısıyla ortaya cezbedilmemizi kolaylaştıran bir vasıtadır.377
Fârâbi haz ve elemleri fiillerle ilişkisi bakımından da iki kısma ayırmaktadır:
Akli ve hissi hazlarla, elemler. Bunlar ya fiil işlenmekte olduğu olay sürdüğü sırada
duyulur ya da fiilden sonra ve ona bağlı olarak gerçekleşir. Birincinin örneği, cinsel
ilişkiden duyulan haz ile herhangi bir şey tarafından yanmak sonucu duyulan
373
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 44.
Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 119; Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde,
s.45
375
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 135.
376
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 45.
377
Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, s. 135.
374
146
elemdir. İkincinin örneği de iyi bir işten dolayı verilen ödül ya da katil ve zina
suçlarından dolayı uygulanan kanuni cezadır. Ahlak bakımından güzel olan fiiller
işlendiği zaman haz vermese bile, aksine elem, acı verse bile sonunda haz veren
elemden, acıdan kurtaran fiiller arasında yer alır.378
Fârâbi bu vesileyle, yeniçağ hazcılarının yaptığı gibi bir tür lezzetler ve
elemler sayımına, sıralamasına gitmektedir.379 O temelde hissi hazlara önem
vermekle beraber, ahlaki terbiye için bir imkân sayılması, ayrıca bir fiilin iyi mi, kötü
mü olduğu konusundaki bir kararsızlıktan kurtulmaya yaraması bakımından,
yapıldığı zaman verdiği duygunun değeri ne olursa olsun, sonunda haz veren fiilin
yapılmasını, bir fiil sonucunda hem haz hem de elem verecek nitelikte olursa,
bunlardan hangisinin daha güçlü olacağının göz önüne alınmasını önermektedir.380
Nitekim gelecekteki haz ve lezzetler uğruna, şu anki lezzetlerden vazgeçmek, sağlıklı
düşünme ve irade gücüne (el-Kuvvetu’l-azîme) sahip olmayı gerektirmektedir.
Fârâbi büyük bir değer verdiği bu iki yeteneğe sahip olan insanı “özgür”, bunlardan
yoksun olanı “hayvan tabiatlı insan”, irade gücü bulunmayanı da “köle tabiatlı”
olarak nitelendirip adlandırmaktadır.381
K. ÖLÜM VE MUTLULUK
Fârâbi her şeyden önce Müslüman bir düşünür olarak en yüksek mutluluğun
ölümden sonra gerçekleşeceğine inanmaktadır.382 Fârâbi’ye göre asıl insan ruhtur.
Tenin ruha karışması onu bozmakta ve fiillerini değiştirmektedir. Kötülükler,
çirkinlikler tenin ruha karışmasından doğar. Ruhun mükemmeliyeti, olgunluğunu,
yetkinliğini tamamlaması ve fazileti bedenden, tenden kurtulmasındadır. Ruh, saadet
halinde iken bedene muhtaç olmadığı gibi, mutluluğa kavuşmak için de ne bedene ne
378
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 46; Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s.135.
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 135.
380
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 46.
381
Fârâbi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, s. 47.
382
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 136; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan,
s.85.; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 95; Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, Thk.
Albert Nasrî Nâdir, s. 137 – 138.
379
147
de beden dışında kalan mal, dost, akraba ve şehir halkı gibi şeylere muhtaçtır, onun
bunlardan hiç birine ihtiyacı yoktur.383 Daha önceden de bahsettiğimiz gibi nefs ve
beden birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Birbirleri sayesinde yetkinliklerini
tamamlamakta, mutluluğa ulaşmaktadırlar.
Psagor, Eflatun, Stoa Ahlakı ve özellikle Yeni Eflatunculuk’tan beri süre
gelen nefsin bedende mahpus olduğu ve ancak ondan kurtulduktan sonra tam
mutluluğa ulaşmasını engelleyen şeylerden kurtulacağı şeklindeki görüş öteki
Müslüman düşünürler gibi Fârâbi tarafından da benimsenmiştir.384 Fakat bu
düşüncede hiçbir zaman bizi ölümün iyi olduğu ve gönüllü olarak ölümü istemek
gibi bir sonuca götürmez. Erdemli insan, ölümle, yalnızca ölümden sonraki
mutluluğun artırılmasına vasıta olan fiilleri çoğaltabilmeyi kaybeder. Çünkü erdemli
insanın ölüm hakkındaki telakkisi, ne bir kötümserin hayattan uzaklaşmak için ölümü
bir çare saymak şeklindeki düşüncesi ne de ölümün korkulması gereken büyük bir
şer olduğu şeklindeki düşüncesidir. Bu sebeple erdemli kişi yaşamayı yalnızca
mutluluğunu artıran filleri daha fazla yapabilmek için yani hayatı mutluluğa götüren
bir fırsat saydığı için ister.385
Fârâbi’ye göre erdemli kişi kendi kişisel amacını da aşarak hayatını ülke
halkının yararına adar. Ülkenin yararlarına katkıda bulunduğu için de yaşamayı ister,
hatta ülkesi için ölmesi yaşamasından daha yararlı ise ölüme gitmeyi de göze alır.
Kendisi istemediği halde ölümle de karşılaşırsa endişe etmemeli fazileti olmalıdır.
Ama faziletli insan ölümde acele etmemelidir, bilakis erdemli kişi kendisine
mutluluk veren şeyleri gittikçe daha artırabilmek için ve erdemi vasıtasıyla ülke
halkına dokunan yararını, ülke halkının kaybetmemeleri için mümkün olduğu kadar
hayatta uzun süre kalmanın yollarını aramalıdır. Buna göre ölümden ancak cahil ve
fasık ülkelerin insanları korkar. Çünkü cahillerin gözünde değerli olanlar, yalnızca
bayağı lezzetler, servet vb. şeylerdir. Fasıklarda ya dünyada kalacak olan
menfaatlerinden ayrılmayı istemediklerinden veya dünyanın ötesindeki mutluluktan
383
Fârâbi, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Nafiz Danışman, s. 119.
Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, s. 136.
385
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 62.
384
148
mahrum kalacaklarını bildiklerinden dolayı ölümden korkarlar.386 Faziletli insan
öldüğünde veya öldürüldüğünde de onun için değil bilakis bu kişinin şehirdeki
gerekliliği, önemi ve görevi ölçüsünde, şehir halkı için yas tutulmalı ve mutluluğun
ölçüsüne göre elde ettiği durum için ona gıpta edilmelidir. Aynı zamanda da ülke
halkı yerine kendisini feda etmesinden ve ölüme gitmesinden dolayı övülmek,
savaşta öldürülen erdemli kişiye, mücahide özgü bir durumdur. 387
386
387
Fârâbi, Fusulü’l Medeni, s. 63.
A.g.e, s. 63.
149
III. BÖLÜM
ARİSTO VE FARABİ’NİN MUTLULUK DÜŞÜNCESİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
150
ARİSTO VE FARABİ’NİN MUTLULUK DÜŞÜNCESİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Çalışmamızın başından itibaren Aristo ve Fârâbi’nin mutluluk düşüncelerini
ortaya koyarken gerekli yerlerde değerlendirmelerimizi son bölüme bırakmadan daha
yerinde olacağını düşündüğümüz için yapmaya çalıştık. Bu bölümde Aristo ve
Fârâbi’nin mutluluk düşüncelerindeki ortak yanları ana hatlarıyla belirterek,
Fârâbi’nin mutluluk konusunda Aristo’dan ayrı olarak ortaya koyduğu fikirlerini ele
alarak önemli bazı noktaların genel değerlendirmesini yapacağız
Aristo ve Fârâbi mutluluk tanımlarında aynı düşünceleri paylaşmaktadırlar.
İki filozof da iyi ideasından hareketle mutluluğun salt bir iyi olduğunu, mutluluk
dışında hiçbir şeyin mutlak anlamda iyi olamayacağını, mutluluğun hiçbir zaman
başka bir şey için değil, sadece kendi kendisi için tercih edilen mükemmel ve en yüce
bir gaye olduğunu, insanın onun ötesinde elde edebileceği başka bir amaç
olmadığını, insanların da yaratılışlarının amacının bu gayeye ulaşmak olduğunu
ortaya koymuşlardır. İnsanların mutluluğu kendilerine nihai bir hedef olarak görmesi
gerekmektedir ve insanlar diğer şeylerin de mutluluğa ulaşmak için birer ara araçlar
olduğunun bilincinde hareket etmeli, buna göre de eylemlerini düzenli bir şekilde
yerine getirmelidir ki; mutluluğa giden yolda hareket etmiş olsun ve sonunda da
mutluluğa ulaşabilsin.
Aristo ve Fârâbi’de erdem ve erdemsizlikler, iyi-kötü, güzel-çirkin gibi
kavramlar mutluluğa göre şekillenmekte, mutluluğa ulaşmayı engelleyen, ona giden
yolu tıkayan eylemler kötü olarak adlandırılırken, mutluluğa götüren ve insanın
mutluluğa ulaşmasına yardımcı olan faaliyetler de iyi olarak nitelendirilmektedir.
Mutluluk her şeyin kendisine göre şekillendiği bir konuma sahiptir. Mutluluğun
dışında kalan bütün şeyler ona göre adlandırılmaktadır. Mutluluğun lehine olan ona
ulaşılmasını sağlayan birer köprü olan şeyler iyilikler ve güzellikler, erdemler olarak
adlandırılırken bunun tam tersi durumunda olan, mutluluğun aleyhine olan ona giden
151
yollardan uzaklaştıran şeyler de kötülükler, rezillikler ve erdemsizlikler olarak
nitelendirilmektedir.
Erdemli bir toplumun yöneticisinin sahip olması gereken nitelikler konusunda
ve erdemli bir toplumun oluşması için bireylerin nasıl bir özellikte olmaları gerektiği
hususunda da Aristo ve Fârâbi, bazı farklılıklar olsa da – ki bu normaldir –
hemfikirdirler. Aristo ve Fârâbi’ye göre insan yaratılışı gereği eksik yaratılmıştır,
mükemmel değildir. Bu nedenle de yetkinliğini tamamlaması ve mükemmelliğe
ulaşabilmesi için belli dış değerlere ve iyilere ihtiyacı vardır. İnsanın bir toplum
içinde yaşaması gerekmektedir. İnsan sosyal bir hayvandır, tek başına hemcinslerinin
yardımı olmadan kendi ihtiyaçlarını karşılayacak kapasitesi yoktur, bu yetkinliğe
sahip değildir. Erdemli bir insan olabilmesi için erdemli bir toplulukta, erdemli bir
kişinin yönetimi altında hayatını devam ettirmesi gerekir ki mutluluğa ulaşabilsin,
yetkinliğini tamamlayabilsin. İnsanları iyiliklere, güzel olan şeylere, erdemlere ve
mutluluk yoluna yönlendirecek, onları iyi bir şekilde tek bir ruh gibi yönetecek bir
şahsın olması gerekir, işte bu kişi erdemli yöneticidir. Bu erdemli yönetici de
mükemmel bir insan olmalıdır, filozof olmalıdır. Erdemli başkan insanları mutluluk
yoluna
yöneltebilecek
mutluluğunun
sebebi
kabiliyetlere
odur,
siyaset
sahip
sanatı
olmalı,
çünkü
sayesinde
diğer
insanların
insanları
mutluluğa
ulaştırabilecek istidatta olmalıdır. İnsanların mutluluğa ulaşmaları için erdemli bir
başkan ve erdemli bir yönetim şarttır. Ancak bu sayede insanlar toplum içerisinde
erdemli ve mutlu bireyler olabilirler. Ayrıca önemli olan başka bir husus da erdemli
toplumun idarecilerinin felsefe bilmeleri gerektiği konusudur. Felsefe, doğru yargıyı
ve neyi yapmamız, neyi yapmamamız gerektiğini belirleyen buyurgan güce sahip ve
yanılgıdan uzak kavrayışı içinde barındırır. Fârâbi ve Aristo’da tam anlamıyla
mutluluğa ulaşabilen kişi filozoftur. Çünkü bu kişiler mükemmel düşünebilme
yeteneğine sahiptirler. Fârâbi’ye göre felsefe, bir ve her şeye şamil olan âlemi
insanın önüne seren, onu mükemmel bir kavrayışla anlamasını sağlayan ilimdir. Her
türlü erdemin ya da ilmin kendisiyle kazanıldığı, teorik ve pratik ilimleri kapsayan
insana, insani şeyleri yani bütün erdemleri kazandırıp onun bu hayatta “eksik
mutluluğu” öteki hayatta da “yüce mutluluğu” elde etmesini sağlayan hikmettir. En
yüksek mutluluk sadece doğru bir tarzda felsefe bilen ve yapabilen insanlar
152
tarafından elde edilebilir. Fârâbi’ye göre felsefenin gayesi, yüce Allah’ı, onun bir
olduğunu, hareketsiz olduğunu, her şeyin fail illeti olduğunu, bütün güzelliklerin,
nizamın ve iyiliklerin kendisinde toplandığını, onun cömertliği, hikmeti ve adaletiyle
bu âleme düzen verdiğini bilmektir. Filozofta gücü ölçüsünde yaratıcıya benzemeye
çalışmalıdır. Fârâbi’ye göre felsefe bir ve her şeye şamil olan bir ilimdir ki âlemi
insanın gözleri önüne serer. Bu nedenle erdemli, şehrin ilk başkanının felsefeyi
mükemmelen bilmesi gerekmektedir. Çünkü ancak bu formasyon içerisinde o,
Allah’ın evrendeki tedbirine vakıf olup onu örnek alabilir.
Aristo’da olduğu gibi yine Fârâbi, insanın yetkinliğini tamamlayabileceği ve
mutluluğa ulaşabileceği bir toplumu, insanın vücuduna ve toplumun bölümlerini de
bedenin organlarına benzetmişlerdir. Bedenin organları arasındaki uyum gibi
toplumun bölümleri arasında da uyum ve birliktelik olursa, birbirlerinin yetkinliğini
tamamlamaları için yardımlaşırlarsa böyle bir toplum içerisinde insan mutluluğa
ulaşabilir. Nasıl ki organların arasında sıkı bir uyum varsa aynı şekilde toplumun
bölümleri de böyle olmalıdır. Fertler arasında uyum olmalı birbirlerine sıkıca
kenetlenmelidirler ki mutluluğa ulaşılsın. Organlardan birinin işlevini tam olarak
yapmaması veya onun görevinde bir aksaklık meydana gelmesi durumunda bu diğer
organları da etkileyecektir. İşte toplumun bölümleri arasındaki ilişki de böyledir.
Bölümlerden birindeki aksaklık diğerlerini de etkileyebilmektedir. Bu nedenle
toplumda sıkı bir birliktelik, insanlar arasında bir uyum olmalıdır.
İnsan, mutluluğa bilinçli ve iradesi sonucunda yaptığı eylemler sayesinde
ulaşmaktadır. Kendi tabiatına uygun faaliyetlerde bulunarak, kendisini diğer
varlıklardan ayıran niteliklerini kullanarak, akılsal güçlerini harekete geçirerek, akla
boyun eğerek yapacağı eylemlerin sonucunda mutluluğa ulaşabilir ve aklın
rehberliğinde yetkinliğini tamamlayabilir. Tesadüfen ya da bir rastlantı sonucu
yaptığı eylemler ile mutluluğa ulaşamaz. Eğer ki rastlantı veya tesadüfen ortaya
çıkan iyi bir şey varsa bu mutluluk olarak da nitelendirilmez. İnsan iradesiyle kendi
gayret ve çabasıyla erdemli ve güzel fiilleri yaptığında mutluluğa ulaşabilir. İnsanın
mutluluğu elde etmesi için gerekli olan şeyleri bilmesi yetmemektedir, bunun yanı
sıra da onları bilip hayatının her safhasında uygulaması gerekmektedir. Aristo ve
Fârâbi, sadece bilmenin yetmeyeceğini bunların pratik hayatta uygulanması
153
gerektiğini vurgularlar. Çünkü insanın ancak yapıp ettiği fiiller sonucunda bir şeylere
ulaşacağını ve bunlar sonucunda değerlendirileceğini söylerler. Nasıl ki; bir kâtibin
yetkinliği onun yazma sanatını bilmesi olmayıp, yazma fiilini yapması ise aynı
şekilde insan için de yetkinlik, insanın fiilleri meydana getiren melekelere sahip
olması değil, insanın o fiilleri bizzat yerine getirmesi, yapmasıdır. İnsan, bildiği
fakat hayatında uygulamadığı, davranışlarıyla bu bildiklerini harekete geçirmediği
sürece bildiklerinin fazla bir değeri yoktur. İnsanda teori ve pratik bütünlüğü
olmalıdır. Bilgi arkasından güzel bir davranışı meydana getirmelidir.
Aklın, düşünmenin sadece insana ait bir özellik olduğu, insan için yaşanması
mümkün olan en mutlu ve iyi bir hayatın düşünce ve idrak hayatı olduğu, kim iyi
düşünürse en aklı başında ve erdemlinin o olduğu, iyi düşünmenin de insan için bir
iyi ortaya koyan ve yararlı olan şeylere uygun düşünme olduğu ve her bir kişiyi o kişi
yapanın akıl ya da bunda en çok akılın etkili olduğu hususunda da Aristo ve Fârâbi,
aynı fikirdedirler. Buradan da görmekteyiz ki mutluluğa, mutlu bir hayata ancak aklı
kullanabilmekle, derin bir düşünce dünyasına sahip olmakla, entelektüel bir yaşam
sürmekle ulaşmak mümkündür. Mutluluğa ulaşma yolunda aklın çok büyük bir
önemi vardır. Bir şeyi ne için yaptığımızı bilmemiz, onu neden tercih ettiğimizin
farkında olmamız ancak akılla, düşünmeyle ve istemli davranışlarda bulunma ile
mümkündür. Çünkü mutluluğa götürecek yolda erdemli, bilinçli eylemlerde
bulunabilmek akılla mümkündür. Akıl ve düşünme kabiliyeti varlık dünyasında
sadece insana özgü olan niteliklerdir. Bu niteliği kullanabilen ve aklın hâkimiyetine
girerek, davranışlarını aklın öncülleriyle belirleyen ve erdemli eylemleri hayatı
boyunca davranışlarına yansıtabilen kimseler mutluluğa ulaşabilirler. Aklın
öncülleriyle hareket etmeyen, eylemlerini düşünmeden yapan kişiler mutluluğa
ulaşamazlar, çünkü bu şekilde hareket eden kişilerin hayvanlardan bir farkı
kalmamaktır; varlık dünyasında kendisine özgü olan yerine uygun davranışlarda
bulunamayanlar mutluluğu elde edemeyecektirler.
Mutluluğa ulaşmak için onun en yüksek bir amaç olarak belirlenmesi ve ona
götürecek iyi eylemelerin tercih edilmesi gerekmektedir. Mutluluk, tesadüfen veya
rastlantı eseri ulaşılabilecek bir gaye de değildir. Onu elde etmek için bir takım aklî
ve iradî çabalara ihtiyaç vardır. İnsanın bilinçli eylemlerinin, tercih sonucu yapacağı
154
fiillerinin bir sonucu olmalıdır. İradi ve iyi şeyleri elde etmemizi sağlayan bilgi ve
fiillerin sonucunda mutluluğa ulaşılmaktadır. İnsan, eylemlerini gönüllü ve isteyerek
yaptığı zaman bu eylemlerle mutluluk elde edilebilir. Çünkü insanın iradesi, tercihi
eylemlerinin değerlendirilmesi ve sonucu açısından çok önemlidir. Ayrıca insan,
hayatının başından sonuna kadar bütün yaptıklarında bu güzel ve iyi eylemleri tercih
etmesiyle mutluluğu elde edebilir. Bazen yapıp, bazen yapmayarak elde edemez,
hayatının her anında bunları uygulamalıdır. Bunları da insan, en yüce gayeye
ulaştıracak bir amaç olarak tercih etmeli ve yapmalıdır ki mutluluğa ulaşabilsin.
Mutluluğa ulaşmak için insan iyi davranışları hayatı boyunca yapmalıdır ki
mutluluğu elde etsin, yoksa bir zaman yapılıp bir zaman yapılmayan davranışlar
sonucu mutluluğa ulaşılamaz. Zira Aristo’nun da dediği gibi bir tek güneşli gün ya
da bir tek kırlangıç baharın geldiğinin göstergesi değildir.1 Mutluluğu elde etmek için
insan, geçmişinde ve geleceğinde, bugününde ve yarınında erdemli fiilleri bütün
davranışlarına yansıtmalıdır.
Mutluluğa sıradan bir yaşamla ulaşılamaz. İnsan ancak nefsinin yap dediği
yanlış şeylerden uzak durarak, doğru yolda sabır ve sebat göstererek, iyi şeyleri
yaparak ve iyi bir şekilde yaşayarak, aklını iyi bir şekilde kullanarak, bilinçli bir
şekilde hareket ederek mutluluğa ulaşabilir. İnsan nefsini yani ruhunu eğiterek onu
yetkinliğe ulaştırarak mutluluğu elde edebilir. Mutluluk sadece fiziksel ihtiyaçların
karşılanması, sıradan bir hayat yaşanması, bedeni bir rahatlık değil, iyi bir ayırt etme
sonucunda, akla uygun yaşamanın verebileceği bilgi ve becerilerle elde edilecek ruhî
bir yetkinliktir.
İnsan tam mutluluğa bu dünyada ulaşamaz bu dünyada ki mutluluğun devamı
olmadığından eksiktir ve insanın varlığı bu dünyada maddeye muhtaç olduğundan,
nefs maddeden müstağni olamadığından dolayı en yüksek mutluluğa ancak ahirette
yani öteki hayatta ulaşılabilir. Şunu altını çizerek belirtelim ki hem Aristo hem de
Fârâbi bu dünyada mutluluğa ulaşılamayacağını savunmamaktadırlar, mutluluğun
dünyada da gerçekleşebileceğini söylemektedirler. Özellikle Fârâbi’nin ideal devleti,
erdemli toplumu, bu dünyadaki mutlu bireylerin oluşturacağı bir devlet ve toplum
1
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, s. 11, 1098a 15 – 20.
155
modelidir. Ama burada şunu söylemeliyizki Fârâbi, dünyada gerçekleşecek olan
mutluluğun eksik olacağını bu nedenle tam mutluluğun insanın ruhunun maddeden
ayrıldıktan sonra olacağını yani insanın öteki hayatında
gerçekleşeceğini
söylemektedirler. Fârâbi’ye göre bu dünyada da mevcut olan, peşinden koşup
kendisini elde etmemiz gereken bir mutluluk vardır. Bu mutluluk bir basamaktır,
öteki dünyadaki mutluluğa ulaşabilmek için bir atlama taşıdır. Bu nedenle dünyada
ki mutluluk bir tarafa bırakılamaz ihmal edilemez.2 Ayrıca ruhları kötü durumda
olanlar, ruhlarını eğitemeyenler, yetkinliğe ulaştıramayanlar, akıl ve ruh bütünlüğünü
sağlayamayanların mutluluğa ulaşamayacağını bunlar için mutluluktan söz
edilemeyeceğini belirtirler. Mutluluğa aklın, düşünme kabiliyetinin, iradenin, nefsin,
hemen hemen insanın sahip olduğu bütün kuvvelerin yetkinleşmesi sonucu
ulaşılmaktadır.
Mutluluk ve ahlak konusunda Aristo ve Fârâbi arasında sıkı bir ilişki vardır.
İnsan, ahlakını olgunlaştırması gerekir ki kendisini yetkinleştirsin ve mutluluğa
ulaşabilsin. Aksi takdirde mutluluğa ulaşamaz. Erdemle mutluluk arasında da sıkı bir
ilişki vardır. İnsan erdemli eylemlerde bulunmalıdır ki mutluluğu elde etsin, çünkü
mutluluk insanın erdemli faaliyetlerin sonucunda elde edilen bir yetkinliktir.
Mutluluğu elde etmek için davranışlarda mutedili yakalama, erdemli ortaya ulaşma,
ifrat ve tefritten uzak davranışlarda bulunma şarttır. Erdemlerin düşünce ve ahlaki
olarak ayrılması konusunda da hemfikirdirler. Fakat şunu da söyleyelim ki; Fârâbi
erdemleri Fusulü’l Medeni adlı eserinde Aristo gibi ahlaki ve fikri olarak ikiye
ayırırken, Tahsil’de nazari, düşünme, ahlaki ve ameli sanatlar olarak dörde
ayırmıştır.
Mutluluk ve haz arasındaki ilişki konusunda da Aristo ve Fârâbi aynı görüşü
benimsemektedir. Hazzın insanlar için yüce bir amaç olamayacağını belirtmişler.
Hazzın mutluluğa ulaşmak için gerekli olduğunu ve insanların da hazlardaki ortayı
yakaladıklarında mükemmelliğe ulaşacaklarını belirtmişlerdir. İnsanlar haz aldıkları
şeyi daha sevmekte ve onu daha iyi yapmaktadırlar. Mesela; bir kişi felsefeyi sever,
felsefeden hoşlanırsa felsefeci olur. Bu diğer ilim ve sanatlarda da böyledir. Bir şeyi
2
Fârâbî, el-Medinetü’l –Fazıla, çev. Ahmet Arslan, s. 192. – 194.
156
zorla ve istenmeden yapanlar acı çekerken, hoş ve güzel bir şey için her hangi bir
zorlama olmadan kendi iradeleriyle isteyerek yapanlar haz duymakta ve o şeyi
yapmayı devamlı olarak arzulamaktadırlar.
İnsanda bütün bunları yapabilecek yani kendisini mutluluğa giden yola
ulaştırabilecek bir güç ve istidat vardır. Yaratılışında, onun bu yetkinliğe
ulaşabilmesini sağlayabilecek şeyleri yapacak bir güç vardır. Yeter ki insan aklına,
düşüncesine göre davranışlarda bulunsun. Bir anlık, gelip geçici olan şeylerin
peşinden yani o anda nefsine hoş gelen şeylerin peşinden gitmesin, nefsini ve
iradesini eğiterek aklının hâkimiyetine sokarak davranışlarda bulunsun. Böyle
yaptıkça iyi ve güzel davranışlar insanın hayatının her aşmasında yer alacak, erdemli
eylemlerde bulunarak yetkinliğini tamamlayacak, bu güzel davranışlar kendisinde
birer meleke, huy haline gelecek devamlı surette bu fiilleri yaparak da mutluluğa
ulaşacaktır.
Fârâbi,
Aristo’nun
mutluluğun
özellikleri
ve
kaynağı
konusundaki
görüşlerinin çoğunu benimsemiştir ve hatta bu konudaki görüşlerini belirtirken aynı
ifadeleri bile kullandığını söyleyebiliriz. Mesela; mutluluğun, en yüksek gaye
olduğu, iyi şeyler arasında en iyi şey olduğu, sadece kendisi için tercih edildiği,
kendi kendine yeterli olduğu, insanın onu elde ettikten sonra başka bir şeye ihtiyacı
olmadığı, akıl süzgecinden geçen, erdemli fiiller tarafından meydana getirilen
davranışlar sonucunda ulaşılabilen bir yetkinlik olduğu gibi görüşleri hem Aristo’da
hem de Fârâbi’de görmekteyiz.
Lakin burada şunu da belirtmeliyiz ki her ne kadar Fârâbi Aristo’nun
etkisinde olsa da İslami esasları daima göz önünde tutarak, kendisine özgü orijinal
fikirleriyle önemli farklılıklar gösteren sistemini geliştirmiştir. İçinde yetiştiği çok
canlı bir fikir muhitinin ihtiyaçları, iman ettiği dinin getirdiği esaslar, serbest bir
düşüncenin çarpışmasından doğan ve halli güç olan bir takım meseleler, kendisinin
tabiat, cemiyet ve beşer hadiselerini müşahede ederek elde ettiği neticeler, onun
felsefesini birçok yerlerde öncekilerden esaslı bir surette ayırmıştır.3 Örneğin,
Fârâbi’nin erdemli şehrin başkanın özellikleri İslami niteliklere daha uygundur, onun
3
Fârâbi, İhsa’ül – Ulûm, çev. Ahmet Ateş, giriş bölümü, s. 36.
157
oluşturmak istediği devlet anlayışı Eflatun ve Aristo’nun site devleti fikrini aşmıştır,
Fârâbi, Cihan-şümul bir dünya devletinden bahsetmiştir. Daha önce de belirtildiği
gibi Fârâbi, erdemli devletin başkanında bulunması gereken özellikleri dile getirirken
de hem Cumhuriyet yazarı Eflatun’dan hem de oluşum dönemindeki İslam
devletinden, yani peygamber ve raşid halifelerin devletinden ilham almıştır.4
Fârâbi’nin ideal devleti dünya devleti olabilecek genişlikte uluslar arası niteliğe
sahipken, Eflatun’un devleti sadece bir şehir devletidir. Bu nedenle etkileşimler
olmakla beraber, Fârâbi’nin teorisinin Eflatun’un Devlet’ine dayandığını veya onun
felsefesinin basitçe Aristocu olduğunu söylemek doğruyu yansıtmaz.5 Belki
Fârâbi’nin bu teorisi, erdemli toplum, erdemli devlet anlayışı, Eflatuncu
ütopyacılıkla İslami politik doktrinin harmanlaması olabilir.6 Fârâbi’nin devlet ve
toplum nazariyesi, ütopist bir anlayışı andırsa dahi o gerçek toplumu da kabul eder.
Bir gün bu nazariyesinin gerçekleşeceğini düşünmektedir. Fârâbi’nin düşündüğü
mükemmel devlet bütün dünyayı kuşatan dünya devletidir. O, bu düşüncesiyle
dayandığı Yunan filozoflarını aşmıştır. Bu ilerlemenin nedeni de büyük bir olasılıkla
eskilerin site toplumu yerine İslam’ın evrensel toplumunu kendisine örnek olarak
almasıdır.7
4
Câbirî, , Felsefî Mirasımız ve Biz, s. 73.
Muhammed Sagir Hasan el-Ma’sumi, “Fârâbi” , s. 345 – 346.
6
Fahri, İslam Felsefesi, Kelamı ve Tasavvufuna Giriş, s. 69; Necip Taylan, Anahatlarıyla İslam
Felsefesi Kaynakları – Temsilcileri, Tesirleri, s. 189.
7
Ülken, Eski Yunan’dan Çağdaş Düşünceye Doğru İslam Felsefesi, Kaynakları ve Etkileri, s. 79 – 80;
Taylan, Anahatlarıyla İslam Felsefesi Kaynakları – Temsilcileri, Tesirleri, s. 189.
5
158
SONUÇ
Yunan düşüncesinin büyük sitemler devrini temsil eden filozofların başta
geleni Aristo’dur. Kendisinden önceki çeşitli felsefi mekteplerin ve filozofların
zengin fikri mirasını özellikle de hocası Eflatun’un düşüncelerini iyi bir şekilde
değerlendiren Aristo, kurmuş olduğu felsefi sistemle felsefeye, ilme ve mantığa
büyük katkılarda bulunmuştur. Her sahada ortaya koymuş olduğu değerli eserleri,
bıraktığı tesir ve uyandırdığı alaka ile üzerinden asırların geçmesine rağmen çok
sayıda şârihlerin ve taraftarların ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Bu eski Yunan ve
Roma’da böyle olduğu gibi, İslamiyet’in yayılmasından sonra başlayan İslamî
karakterli düşünce devrinde de böyle olmuştur. İslam fikir dünyasında Aristo
felsefesini devam ettiren, onun eserlerini ve fikirlerini şerh eden, onlara bir takım
ilaveler yaparak sadece bir şârih olmaktan kurtulan İslam filozofları da ortaya
çıkmıştır. Bunlar Aristo felsefesinin daha iyi anlaşılmasını sağladıkları gibi, İslam
fikir dünyasında da felsefi düşünceyi geliştiren kimseler olmuşlardır. Bunların
başında da Aristo’dan çok büyük bir şekilde etkilenen, bu çalışmamızda da Aristo ile
mutluluk düşüncesini karşılaştırdığımız Fârâbi’dir.
Birçok kişi mutluluğu ya sadece bir şeyde görür ya da mutluluğu tek bir
şekilde tasavvur eder. Bu kişiler mutluluğa o şeyde ulaşmaya çalışırlar. Fakat
mutluluğu aradıkları şeyde bulamazlar. Beklentilerinin gerçekleşmemesi üzerine
umutları boşa çıkar ve sonunda da bu yönde harcadıkları emekten dolayı üzülürler.
Uzaktan su kaynağı olduğu zannedilen bir yer için duyulan susuzluk isteği de aynen
böyledir. İnsan orada su bulmak için çalışır, fakat suyu serabında bulamaz. Böylece
emeği boşa gidip, gayret gösterdiği şeylerin gerçekleşmemesinden dolayı üzülüp
kalır. Diğer yandan da mutluluk peşinde birçok kişi yolunu şaşırır ya da sapıtır;
mutluluk yolunda yanılabilirler ve sonunda da dünya hayatında mutsuzluğun
pençesine düşerler.
Aristo ve Fârâbi düşüncesinde mutluluk salt biri iyidir, başka bir şey için
değil sadece kendisi için tercih edilen bir amaçtır. Mutluluk hayatın gayesi ve insanın
ulaşabileceği en yüksek bir yetkinliktir. Mutluluğun en iyi ve en yüksek gaye
159
olmasının nedeni ise, onun kendine yeter bir şey olmasından ve insanın bunu elde
ettiği zaman başka bir şeye ihtiyaç duymamasından dolayıdır.
Bir İslam filozofu olan Fârâbi birkısım noktalarda Aristo’yla aynı görüşleri
paylaşsa da hatta bazı zamanda tekrar mahiyetinde aynı cümlelere yer verdiği görülse
de, Aristo’nun fikirlerini temel almakla birlikte kendi orijinal görüşlerini ortaya
koymuştur. Aristo’nun mutluluk konusunda ortaya koyduğu fikirleri ve yapılan bazı
tasnifleri Fârâbi benimsemekle birlikte yaşadığı ortamın ve inandığı kutsal dinin
ölçülerini de dikkate alarak mutluluk kavramını sistemli bir şekilde ele alıp
açıklamaya çalışmıştır.
Netice olarak diyebiliriz ki; Aristo ve Fârâbi, mutluluk konusunda kendi
felsefi sistemleriyle tutarlı bir görüş ortaya koymuşlardır. İlk İslam filozoflarından
“Mu’allimi Sânî” diye isimlendirilen Fârâbi, “Mu’allimi Evvel” olarak nitelendirilen
Aristo’dan mutluluk konusunda büyük ölçüde etkilenmiştir. Mutluluk tanımlarında
da aynı düşünceleri paylaşmaktadırlar. Aristo ve Fârâbi, iyi ideasından hareketle
mutluluğun salt bir iyi olduğunu, mutluluk dışında hiçbir şeyin mutlak anlamda iyi
olamayacağını, mutluluğun hiçbir zaman başka bir şey için değil sadece kendisi için
tercih edilen mükemmel ve en yüce bir gaye olduğunu, insanın onun ötesinde elde
edebileceği başka bir amaç olmadığını, onu elde edince başka bir şeye ihtiyaç
duymayacağını, insanların da yaratılışlarının amacının bu gayeye ulaşmak olduğunu
savunmuşlardır. Aristo ve Fârâbi, mutluluk düşüncesi hakkında tartışmaya açık
görüşler de ortaya koymuşlardır. Bu görüşlerden, mutluluğun herkes tarafından elde
edilemeyeceği, sadece ona seçkin bir zümrenin ona ulaşabileceği fikri Aristo’da
mutluluk hususu üzerinde düşünülecek önemli bir meseledir. Fârâbi’nin de ruhların
ölümsüzlüğü konusunda,
insana
ölümsüzlüğün verilmiş değil de, insanın
ölümsüzlüğü ancak yetkinleşmesi sonucu kazabileceği hususundaki görüşleri
tartışmaya açıktır.
160
KAYNAKÇA
ADIGÜZEL, Nuri, Günümüz İslam Felsefesinin Sorunsalları, İlahiyat Yayınları,
I. Baskı, Ankara – 2005
AKARSU, Bedia, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İnkılâp Yayınları, VIII. Baskı
İstanbul–1998
AL-ATTAS, Syed Muhammad Naquib, The Meaning And Experience Of
Happines İn İslam, 1993 – MALAYSIA
_____ Mutluluk Ahlakı, İnkılâp Yayınları, İstanbul – 1998
ARİSTOTELES, Nikomakhos’a Etik, Çev. Saffet Babür, Ayraç Yayınevi,
Ankara – 1997
_____ Eudemosa Etik, Çev. Saffet Babür, Dost, Kitabevi, Yayınları,
I.Baskı, Ankara –1999
_____ Ruh Üzerine, Çev. Zeki Özcan, Alfa Yayınları, İstanbul – 2000
_____ Retorik, Çev. Mehmet H. Doğan, Yapı Kredi Yayınları, VII. Baskı,
İstanbul–2004
_____ Fizik, Çev. Saffet Babür, Yapı Kredi Yayınları, II. Baskı, İstanbul – 2001
_____ İkinci Çözümlemeler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul – 2005
_____ Atinalıların Devleti, Çev. Suat Yakup Baydur, Çağdaş Yayıncılık,1998
_____ Felsefeye Çağrı, Çev. Ali Irgat, Sosyal Yayınlar, I.Baskı, İstanbul – 2003
_____ Politika, Çev. Mete Tuncay, Remzi Kitabevi, VII. Baskı, İstanbul – 2004
_____ Metafizik, Çev. Ahmet Arslan, Sosyal Yayınlar, II. Baskı, İstanbul – 1996
AYDIN, Mehmet S., İslam Felsefesi Yazıları, Ufuk Kitapları, İstanbul – 2000
_____ “Fârâbi’nin Siyasi Düşüncesinde Sa’adet Kavramı” A.Ü.İ.F.D, Cilt–XXI,
s.303–315, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara – 1976
161
_____ Din Felsefesi, İzmir İlahiyat Fak. Vakfı Yay. X. Baskı, İzmir – 2002
AYDINLI, Yaşar, Fârâbi’de Tanrı – İnsan İlişkisi, İz Yayınları, İstanbul – 2000
BARNES, Jonathon, Aristoteles, Düşüncenin Ustaları, Altın Kitaplar Yay.,
I.Basım, İstanbul – 2002
CRANSTON, Maurice, Batı Düşüncesinde Siyaset Felsefeleri, Çev. Nejat
Muallimoğlu, M.Ü.İ.F.Vkf. Yay., II. Baskı, İstanbul – 2000
BAYRAKLI, Bayraktar, Fârâbi’de Devlet Felsefesi, Şehir Yayınları, İstanbul–2000
BAYRAKTAR, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara – 1998
BİRCAN, Hasan Hüseyin, İslam Felsefesinde Mutluluk, İz Yayınları,
İstanbul – 2001
_____ “İslam Ahlak Felsefesinde En Yüce Gaye Kavramı ve Ahlaki Değerlerin
Belirlenimi”, İslami Araştırmalar Dergisi içerisinde, IV. Sayı, s.139-151.,
Ekim – Aralık, Ankara – 2003
_____“Fârâbi’nin İlimler Tasnifi Bağlamında Siyaset veAhlakın Neliği”, İslamiyât
Üç Aylık Araştırma Dergisi içerisinde, I. Sayı, s.43-59, Ocak – Mart,
Ankara – 2003
BOLAY, Süleyman Hayri, Aristo Metafiziği İle Gazali Metafiziğinin
Karşılaştırılması, M.E.B Yay., II.Baskı, İstanbul–1993
_____
Felsefe Doktirinleri ve Terimleri Sözlüğü, Akçağ yayınları, 7. Baskı,
Ankara –2004
BREHIER, Emile, Felsefe Tarihi, Çev. Miraç Kantarcıoğlu, Milli Eğitim Basımevi,
Cilt – 1, İstanbul – 1969
BUTTERWOTH, Charles E., İslam Felsefesinde Siyasi Düşüncenin Gelişimi,
Çev. Selahattin Ayaz, Pınar Yayınları, I. Baskı, İstanbul – 1999
162
DERLEME, Büyük Filozoflar, Çev. Münir Yarkın, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 1969
BÜYÜK LAROUSSE, “Fârâbi” mad. Cilt – VII, Gelişim Yayınları, İstanbul – 1986
_____ “Mutluluk” mad. Cilt – XIV, Gelişim Yayınları, İstanbul – 1986
BURSLAN, Kıvamettin, Büyük Türk Feylesofu Uzluk Oğlu Fârâbi’nin
Eserlerinden Seçme Parçalar, İstanbul Devlet Matbaası – 1935
ÇETİNKAYA, Bayram Ali, İzmirli İsmail Hakkı, Hayatı, Eserleri, Görüşleri,
İnsan Yayınları, İstanbul – 2000
_____ İhvân-ı Safâ’nın Dini ve İdeolojik Söylemi, Elis Yayınları, Ankara – 2003
CEVİZCİ, Ahmet, Felsefe Terimleri Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul – 2000
ÇAĞRICI, Mustafa, İslam Düşüncesinde Ahlak, Birleşik Yayıncılık, İstanbul–2000
_____ İslam’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi “saadet” mad.,Cilt– 4,
Syf. 34–35, M.Ü.İ.F.Yay., İstanbul–1997
ÇİLİNGİR, Lokman, Ahlak Felsefesine Giriş, Elis yayınları, Ankara – 2003
DE BOER, T.J., İslamda Felsefe Tarihi, Çev. Yaşar Kutluay, Balkanoğlu
Matbaacılık, Ankara - 1960
DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi
Yayınları,13.Baskı, Ankara–1993
DOĞAN, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, Ülke Yayınları, X.Baskı, İstanbul – 1994
ERDEM, Hüsamettin, İlk Çağ Felsefesi Tarihi, İlaveli 4. Baskı – Hü-Er Yayınları,
Konya – 2000
_____ Ahlak Felsefesi, Hü-er yayınları, III. Baskı, Konya – 2003
EL–CÂBİRİ, Muhammed Âbid,
Felsefi Mirasımız ve Biz, Çev. Said Aykut,
Kitabevi Yayınları, İstanbul – 2003
163
EL-FÂRÛKÎ, İsmail Râci, İslam Kültür Atlası, Çev. Mustafa Okan Kibaroğlu,
Zerrin Kibaroğlu, İnkılâp Yay., III.Baskı,İstanbul–1999
EL-MA’SUMİ, Muhammed Sagir Hasan, “Fârâbi” , İslam Düşüncesi Tarihi, çev.
Burhan Köroğlu, Editör: M.M. Şerif, Cilt–2, İnsan Yayınları, İstanbul–1990
FAHRİ, Macit, İslam Felsefesi Tarihi, Çev. Kasım Turhan, İklim Yayınları,
İstanbul – 1987
_____ İslam Felsefesi Kelamı ve Tasavvufuna Giriş, Çev. Şahin Filiz, İnsan
Yayınları, III. Baskı, İstanbul – 2002
_____ İslam Ahlâk Teorileri, çev. Muammer İskenderoğlu, Atilla Arkan, Litera
Yayıncılık, İstanbul – 2004
FÂRÂBİ, Fusulü’l Medeni, Çev, Hanifi Özcan, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları,
I. Baskı, İzmir–1987
_____ el-Medinetü’l –Fazıla, Çev. Ahmet Arslan, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara – 1990
_____ el-Medinetü’l –Fazıla, Thk. Albert Nasrî Nâdir, Dârul Meşrik, VI. Baskı,
Beyrut - 1991
_____ el-Medinetü’l –Fazıla, Çev. Nafiz Danışman, M.E.B Yay., IV. Baskı,
Ankara–2001
_____ Tahsîlu’s – Sa’ade (Mutluluğu Kazanma), Çev. Hüseyin Atay, “Fârâbi’nin
Üç Eseri, Mutluluğu Kazanma (Tahsîlu’s – Sa’ade), Eflatun Felsefesi ve
Aristo Felsefesi” içerisinde, A.Ü.İ.F.Yay.
_____ Kitâb-u Tahsili’s-Sa’âde, Tak. Ali bû Mulhim, Hilal Matbaası, I. Baskı,
Beyrut – 1995
_____ İhsa’ül – Ulûm, Çev. Ahmet Ateş, M.E.B Yay., I.Baskı, İstanbul – 1989
_____ İhsa’ül-Ulûm, Tak. Ali bû Mulhim, Hilal Matbaası, Beyrut – 1996
164
_____Risale fî me’nânî’l-akl (Aklın Anlamları) Çev. Mahmut Kaya, “İslam
Filozoflarından Felsefe Metinleri” içerisinde, Klasik Yayınları, I.Baskı,
İstanbul–2003
_____ es – Siyaset ‘ul – Medeniyye, Çevirenler. Mehmet Aydın, Abdulkadir Şener,
Rami Ayas, Kültür Bakanlığı Yayınları, I. Baskı, İstanbul – 1980
_____ es-Siyâset’ül – Medeniyye, Tak. Ali bû Mulhim, Hilal Matbaası,
Beyrut – 1994
_____ Aristo Felsefesi, Çev. Hüseyin Atay, “Fârâbi’nin Üç Eseri, Mutluluğu
Kazanma (Tahsîlu’s – Sa’ade), Eflatun Felsefesi ve Aristo Felsefesi”
içerisinde, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları
_____ Philosophy of Plato and Aristotle (Eflatun ve Aristo Felsefesi), Çev.
Muhsin Mehdi, Agora Yayınları, New York – 1962
_____ Fârâbi, Uyûnü’l-mesâil (Felsefenin Temel Meseleleri), Çev. Mahmut Kaya,
“İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri” içerisinde, Klasik Yayınları,
I.Baskı, İstanbul – 2003
_____ Ta’likat, Çev. Hilmi Ziya Ülken, “İslam Felsefesi Kaynakları ve Etkileri”
içerisinde, Cem Yayınevi, IV. Baskı, İstanbul – 1993
_____ Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde, Çev. Hanefi Özcan, İzmir Dokuz Eylül
Üniversitesi Yayınları, I.Baskı, İzmir–1993
_____ Eflatun İle Aristo’nun Görüşlerinin Uzlaştırılması, (Kitâbü’l-cem’ beyne
re’yeyi’l-hâkimeyn Eflatun el-ilâhi ve Arirûtâlîs) Çev. Mahmut Kaya, “İslam
Filozoflarından Felsefe Metinleri” içerisinde, Klasik Yayınları, I.Baskı,
İstanbul – 2003
Fârâbi Tetkikleri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul – 1950
165
HANÇERLİOĞLU, Orhan, Felsefe Ansiklopedisi Kavramlar ve Akımlar
“mutluluk” ve “saadet” mad., Remzi Kitabevi, I. Basım, İstanbul – 1978,
Cilt – IV-VI
_____ Başlangıcından Bugüne Mutluluk Düşüncesi, Varlık Yayınevi, II. Baskı,
İstanbul – 1969
HÜLAGÜ, Orhan, Fârâbi ve İbn-i Haldun’da Devlet Düşüncesi, Kırkambar
Yayınları, İstanbul – 1999
İBN MANZUR, Lisanü’l Arab, ( Dâru Sâdır, 3. Baskı, Beyrut – 1994)
İBN MİSKEVEYH,
Ahlâkı Olgunlaştırma, çev. Abdülkadir Şener, İsmet
Kayaoğlu, Cihad Tunç, (Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1983)
İBN SÎNÂ, İşaretler ve Tembihler, çev. Ali Durusoy, Muhittin Macit, Ekrem
Demirli, (Litera Yayıncılık, İstanbul – 2005)
İHVÂNU’S- SAFÂ, Resâilu İhvâni’s-Safâ ve Hullâni’l- Vefâ, neş: Butros elBustânî, Dâru Sâdır, Beyrut
İslam Ansiklopedisi, “Sa’ade” mad. Cilt – 10, Milli Eğitim Basımevi, 1967–İstanbul
DERLEME,
İslam’da Siyaset Düşüncesi, çev. Kazım Güleçyüz, İnsan Yayınları,
İstanbul – 1995
KAYA, Mahmut, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri, Klasik Yayınları, I.
Baskı, İstanbul–Kasım, 2003
_____ Aristoteles ve Felsefesi, Ekin Yayınları, İstanbul – 1983
_____ Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Aristo” mad., cilt.3, Syf. 375 –
378, İstanbul–1991
_____Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Fârâbi” mad.,Cilt.12,Syf.145 163, İstanbul–1995
166
KEKLİK, Nihat, İslam Mantık Tarihi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yayınları, İstanbul - 1969
KILIÇ, Recep, Ahlakın Dini Temeli, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara – 1992
KOCABAY, Yalçın, Türkçe Fransızca Büyük Sözlük, Başnur Matbaası,
Ankara – 1968
KOÇ, Turan, Ölümsüzlük Düşüncesi, İz Yayınları, II. Baskı, İstanbul – 2005
KORKUT, Şenol, Fârâbi’de Siyaset ve Ahlak, “İslamiyât Üç Aylık Araştırma
Dergisi” içerisinde, Ocak-Mart 2003, I. Sayı, Syf. 43 – 59
KÜÇÜK, Hasan, İslam ve Batı Felsefesinde Sistematik Problemler (mukayeseli),
Fatih Yayınevi, İstanbul – 1974
MEDKUR, İbrahim “Fârâbi” , İslam Düşüncesi Tarihi, çev. Osman Bilen, Editör:
M.M. Şerif, Cilt–2, İnsan Yayınları, İstanbul – 1990
MENGÜŞOĞLU, Takiyyettin, Felsefeye Giriş, Remzi Kitabevi, VII. Baskı,
İstanbul – 2000
Meydan Larousse, “mutluluk” mad., Cilt – 9, Syf. 108, Meydan Yayınevi,
İstanbul – 1972
MUTAHHARÎ, Murtaza, Felsefe Dersleri I, İnsan Yayınları, II. Baskı,
İstanbul – 2003
MUTÇALI, Serdar, Arapça – Türkçe Sözlük, Dağarcık Yayınları, İstanbul – 1995
MÜCAHİD, Huriye Tevfik, Fârâbi’den Abduh’a Siyasi Düşünce, Çev. Vecdi
Akyüz, İz Yayıncılık, İstanbul – 1995
NECCAR, Fevzi M.,“Siyaset Biliminde Fârâbi”, Çev. Kazım Güleçyüz, “İslam’da
Siyaset Düşüncesi” içerisinde, Syf. 203 – 217, İnsan Yayınları,
İstanbul – 1995
167
_____“İslam Politika Felsefesinde Siyaset”, Çev. Kazım Güleçyüz,“İslam’da Siyaset
Düşüncesi” içerisinde, Syf. 23–47, İnsan Yayınları, İstanbul – 1995
OLGUNER, Fahrettin, Fârâbî, Ötüken Yayınları, Genişletilmiş III. Baskı,
İstanbul – 1999
ROSENTHAL, Erwin I.J, Ortaçağ da İslam Siyaset Düşüncesi, Çev. Ali Çaksu, İz
Yayınları, İstanbul – 1996
_____ “Fârâbi’nin Felsefesinde Siyasetin Yeri”, çev. Bayram Ali Çetinkaya, İslami
Araştırmalar Dergisi, 2. sayı – 2005
ROSS, Davıd, Aristoteles, çev. Ahmet Arslan, İhsan Oktay Anar, Özcan Yalçın
Kavasoğlu, Zerrin Kurtoğlu Kabalcı Yayınevi, I. Basım, İstanbul–2002
STEUERWALD, Karl, Türkçe Almanca Sözlük, ABC Kitabevi, I. Baskı,
İstanbul – 1988
TAYLAN, Necip, İslam Düşüncesinde Din Felsefeleri, M.Ü.İ.F. Yay., 3. Baskı,
İstanbul – 1997
_____ Anahatlarıyla İslam Felsefesi, Ensar Neşriyat, IV. Baskı, İstanbul – 2000
TİMUÇİN, Afşar, Felsefe Sözlüğü, Bulut yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul – 2000
TUĞLACI, Pars, Resimli İngilizce Türkçe Sözlük, İnkılâp ve Aka Kitapevleri, III.
Basım, İstanbul – 1981
Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, IX. Baskı, Ankara – 1998
Türk Ansiklopedisi, “Fârâbi” mad. Cilt – 16, Syf. 104 – 108, M.E.B. yay.
Ankara – 1968
TOKTAŞ, Fatih, Meşşai Felsefe, İnsan Yayınları, İstanbul – 2004
ÜLKEN, Hilmi Ziya, Eski Yunan’dan Çağdaş Düşünceye Doğru İslam Felsefesi,
Kaynakları ve Etkileri, Cem Yayınevi, IV. Baskı, İstanbul – 1993
VURAL, Mehmet, İslam Felsefesi Sözlüğü, Elis Yayınları, I. Baskı, Ankara – 2003
168
WEBER, Alfred, Felsefe Tarihi, Çev. H. Vehbi Eralp, Sosyal Yayınlar, V.Baskı,
İstanbul – 1998
YALÇIN, Mikdat, Mutluluk Yolu ve Felsefesi, Çev. Sabri Hizmetli, İlmi Neşriyat,
İstanbul 1994
ZELLER, Eduard, Grek Felsefesi Tarihi, çev. Ahmet Aydoğan, İz Yayıncılık,
İstanbul - 2001
Download