Bengi Deniz Körpe YALNIZLIK DEĞİL ÇOĞULCULUK Nilüfer Altunkaya Sevgili Yalnızlık adlı kitabında adından da anlaşılacağı gibi yalnızlık konusunu her hikâyesinde ele almıştır. Bu ülkedeki zengini, yaşlısı, çocuğu, genci, öğrencisi, işçisi yalnızlıktan dolayı mutsuzluk duymaktadır. Bu yalnızlığın temelini yetersiz aile eğitimine, bozuk, ilkel eğitim sistamine ve siyasi baskılara bağlayabiliriz. “Doğanın emrettiği şekilde yapayalnızdık (48).” diyor Nilüfer Altunkaya. Peki gerçekten doğa bize yalnız olmayı mı emreder? Doğada bulunan hiçbir canlı tek başına hayatını sürdüremez. Yeni doğan bir bebek hayata annesiyle başlar ve bir toplum içinde varlığını sürdürmeye devam eder. İnsanlar yalnızlıklarını kendileri yaratırlar. Yalnız olduğunu düşünen bir insan daha çok içine kapanır ve sosyal hayattan kendini soyutlar. Aile içi baskılar, çocukların küçük yaşlardan itibaren sokakta oynamalarının engellenmesi, okullardaki sosyal etkinliklere katılmalarının teşvik edilmemesi ve engellenmesi kişileri yalnızlığa iten ilk etkenlerdendir. Eğitim sistemimizin getirdiği ezberci sistem de öğrencileri yalnızlığa itmektedir. Fen, matematik, edebiyat gibi derslerin müzik, resim ve beden eğitimi gibi derslerden daha yoğun olması, öğrencileri yüksek not alma yarışına sokar ve onların bireyselleşmesine neden olur. Ayrıca oyunculuk ya da fotoğrafçılık gibi diğer sosyal aktivitelerin eğitim programına eklenmesi öğrencilerin katılımcı ruhlarının ortaya çıkmasını sağlar. Ailede başlayıp okulda devam eden yalnızlaşma üniversite ve iş hayatında da siyasi baskılarla devam etmektedir. Öğrencilerin siyasi hareketlere katılması engellenerek sadece dersleriyle ilgilenmesi istenmektedir. Öğrenciler belli kalıplara sokularak topluma sözde zarar vermeyecek bir gençlik yetiştirilmesi amaçlanır. Nilüfer Atunkaya da öğrencilerin kalıplaştırılmasından duyduğu rahatsızlığı şu sözlerle dile getirmiştir : “ Boylarımız farklıydı, yüzlerimiz, ellerimiz, seslerimiz. Oysa aynı kalıba dökülüp eritilip, aynı şekil verilmek isteniyordu ruhlarımıza. Ruhlarımızı besleyen duygularımıza, düşüncelerimize, inançlarımıza, beklentilerimize (35).” İş hayatında da benzer durumlar yaşanmaktadır. Sadece üreten, hakkını aramayan ve verilenle yetinmek zorunda olan işçi sınıfı yaratılmaktadır. Yürüyüş, toplantı ve gösteri hakları siyasi baskılarla ve hatta şiddet kullanılarak engellenmektedir. İnsanları baskılarla ve korkutmalarla bu tür eylemlere katılmaktan uzaklaştırarak yalnızlığa mahkum etmektedirler. Sadece seçme hakkı verilen insanların ülke yönetiminde söz sahibi olmaları asla istenmemektedir. Fikirlerini söylemelerine bile olanak verilmemektedir. Baskı dönemlerinde insanların özgürce istedikleri kitapları okuyamamaları düşünce özgürlüğünün olmadığının en açık göstergesidir. Okuduğu kitaplardan dolayı insanların hapse atılması, işkence görmesi ve hatta öldürülmesi kabul edilemezdir. Siyasi güçlerin baskılarını uygulattığı polis ve asker gibi gruplar da malesef toplum içinde kendilerini mutlu zanneden ancak yalnızlaşan bir kesimi oluşturmaktadır. Nilüfer Altunkaya ekonomik anlamda aralarında uçurum olan zengin ve fakirin mutsuzluğunun aynı olabilmesinden bahsetmektedir. Zenginlik mutluluk getirmek zorunda değildir. Sağlığı yerinde olmayan zengin ve fakir iki insanın ortak noktası yalnızlık olabilmektedir. Örneğin fiziksel bir probleme sahip olan insanlar toplum tarafından kabul görmediklerini düşünürler. Bu tür insanlar için topluma kazandırma programlarının yetersiz olması onları yalnızlığa itmektedir. Yalnızlık hissi zengin bir insanı da bu şekilde mutsuz etmektedir. Bengi Deniz Körpe Kitapta değinilen diğer bir konu da ölümdür. İnsanlar yaşlandıkça çevresindekileri yavaş yavaş kaybetmeye başlarlar. Onlar da bilirler ki bir gün sıra onlara da gelecektir. İnsanın yakınındaki her ölüm ona biraz daha yalnızlığı hissettirir. Geç ölmek, biraz daha fazla yaşamak insana bir artı gibi gözükse de sevdiklerini birer birer kaybetmek ve onların arkasından acılarını yaşamak yalnızlıkla birlikte mutsuzluğu da getirir. Yalnızlık hissi yaşlanan insanlarda çaresizliği ve ölüm isteğini arttırır ve zaman içinde ölümü beklemeye başlarlar. Sonuç olarak, kitaba adını veren yalnızlık, insanların kendi yarattıkları bir olgudur. Bu ailede başlar eğitim ve iş hayatında da devam edebilir. Yalnızlığın ortadan kaldırılabilmesi için demokratik katılımcı, modern bir toplum olmak gerekmektedir.