KISIM 3 KALP YETERSİZLİĞİ SENDROMUNUN PARÇALARI BÖLÜM 3.1 BÖLÜM 3.2 BÖLÜM 3.3 BÖLÜM 3.4 BÖLÜM 3.5 BÖLÜM 3.6 BÖLÜM 3.7 BÖLÜM 3.8 Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği Prof. Dr. Rasim Enar Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı Prof. Dr. Rasim Enar Uyku Apnesi Bozukluğu ve Kalp Yetersizliği Prof. Dr. Rasim Enar Akut Miyokard İnfarktüsü, Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok Prof. Dr. Rasim Enar Gebelik Kardiyomiyopatisi Yrd. Doç. Dr. Ali Doğan – Prof. Dr. Ali Ergin Miyokardit: Teşhis ve Tedavi Prof. Dr. Rasim Enar İlerlemiş Kalp Yetersizliği ve Tedavi Stratejileri Prof. Dr. Rasim Enar Kronik Kalp Yetersizliğinde Aritmiler Prof. Dr. Serdar Payzin BÖLÜM 3.9 BÖLÜM 3.10 BÖLÜM 3.11 Kardiak Kaşeksi Dr. Gonca Gül Bozkurt – Prof. Dr. Rasim Enar Kalp Yetersizliğinde Psikolojik Faktörler Prof. Dr. Kemal Arıkan – Dr. Sinem Zeynep Başer Kanser Hastalarında Kardiyovasküler Hastalığın Teşhis ve Tedavisi Prof. Dr. Rasim Enar BÖLÜM 3.1 Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği Prof. Dr. Rasim Enar Kalp yetersizliği, ABD’de (Amerika Birleşik Devletleri) 5 milyondan fazla insanı etkilemekte, yılda 250,000’den fazla ölümden sorumludur (AHA, Heart and Stroke Statistics-2004 Update, Texas-AHA, 2003). Yaşlılarda ise KY en sık hastaneye yatış sebebidir. Sağlık harcamalarının büyük bölümünü KY açıklamaktadır. Miyokard infarktüsü gibi birçok kardiyovasküler durumun aksine, KY prevalansı ve onun toplum sağlığı üzerindeki etkileri giderek artmaktadır. Bunun yansıttığı eğilim ABD’de KY ile hastaneye yatış oranı 19902004’den beri, ayni zaman diliminde Mİ ile yatış %8 azalırken tersine KY ile yatış %33 artmıştır. GİRİŞ: Birçok kronik kalp yetersizliği hastasının, hem hastalığın etyolojisine katkısı olan hem de onun ilerlemesi ve tedaviye cevabında anahtar rol oynayabilen çeşitli komorbid durumları bulunmaktadır. Bunun tartışmasız sebebi, hastalığın ağırlıklı olarak yaşlılıkta ortaya çıkması ve yaşılığın harekete geçirdiği önemli komorbid durumlar (olası risk faktörleri; iskemik kalp hastalığı, diyabet, kronik böbrek hastalığı, hipertansiyon gibi) ile ilişkili olmasıdır. 65 yaşındaki hastaların dahil edildiği çalışmalara göre, ortalama KY yaşı 75 yaşı aşabilir, ayrıca yaşa bağlı cinsiyet ile ilgili farklılıklar da gösterebilir. Kontrollu çalışmalarda hastaların %60-70’i erkek bulunmuştur, oysa ki tüm KY topluluğunun sadece %50 ve azı erkek hastalardır. Yaşlılarda KY’nin semptom ve bulguları daha az spesifiktir. Ancak, bunlar komorbiler ile maskelenmiştir. Bu durum yaşlılarda KY’nin teşhisini güçleştirmektedir. Yaşlı KY’liler ile ilgili bir başka problem, polifarmasi ve sık ilaç yan etkileridir. Bunlara bağlı olarak, komorbidleri bulunan yaşlı kalp yetersizliği hastalarının nasıl tedavi edilmesi gerektiği konusunda birçok belirsizlik vardır. KY hastalarının %65’i komorbidlere bağlı hastaneye yılda en az bir kez yatmaktadır, ilginç olan bu yatışların yarısının potansiyel olarak önlenebilir olmasıdır; daha fazlası hastaların %40’ında ≥5 komorbid olmuştur (JACC 2003;42:1226-33). Hastaneye yatış, farklı kronik durumların sayısı ile anlamlı ilişkili bulunmuştur. KY’li yaşlı hastalarda nonkardiyak komorbidler sık olup, bunlar kötü prognoz ile kuvvetle ilişkilidir. Bu komorbidlerin saptanması, hastanın daha iyi tedavi edilmesini ve geleneksel tedavisini, engelleyebilir, karıştırabilir veya güçleştirebilir. Bununla birlikte, yüksek-riskli KY hastalarının prognozu, komorbid durumlar da dikkate alındığında doğru yaklaşım ile büyük ölçüde düzeltilebilir. Yukarıdaki çalışmada; ortalama ≥65 yaşındaki hastalarda), en sık bulunan 5 nonkardiyak komorbid: Esansiyel hipertansiyon %55, diabetes mellitus %31, KOAH %26, göz hastalıkları %24, hiperkolesterinemi %21 sıklıktadır (JACC 2003;42:1226-33). Hipertansiyon Hipertansiyon patogenetik olarak sistolik ve diastolik kalp yetersizliğinin gelişimine katkıda bulunur. Ayrıca, iskemik kalp hastalığının da major risk faktörüdür, hipertansiyon afterloadun neden olduğu hipertrofi ve diyastolik fonksiyon bozulması ile direk olarak kronik kalp yetersizliği gelişimine götürebilir. Framingham çalışması gibi eski araştırmalarda hipertansiyon kronik kalp yetersizliği hastalarında karakteristik ve en sık bulunan komorbid olarak bildirilmiştir. Yakın geçmişte ise kronik kalp yetersizliğinde komorbid ve alttaki etyolojik faktör olarak hipertansiyona daha az sık rastlanmıştır. SOLVD hastalarında, çalışmaya alınma sırasında, diyastolik kan basıncı >90 mm Hg yaklaşık %15 sıklıkta bulunmuştur. Bunun tam ve doğru olarak gerçeği yansıttığını savunmak güçtür; 561 562 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI sistolik kronik kalp yetersizliğinde düşmüş kalp debisine bağlı kan basıncı düşer, oysa KY’nin kronik süreci başlangıcında hipertansiyonun yardımı ile yetersizlik sendromu gelişmiş olabilir, dolayısı ile bu hastalarda hipertansiyonun değeri az anlaşılmış olabilir. Hipertansiyon ayrıca da iskemik kalp hastalığının major risk faktörüdür, ancak kalp yetersizliğine yol açan iskemik katkı, genellikle hipertansiyon yerine primer sebep olarak listelenmiştir, buna karşılık altta yatan hipertansiyon sekonder rolde gösterilmiş olabilir, komorbid olarak kabul edilmemiştir (farkedilmemiş). Esansiyel hipertansiyonlu hastalarda, antihipertansif tedavilerin etkisi ile kronik kalp yetersizliği gelişimi kısıtlanabilir. Bu sonuç, kronik kalp yetersizliğinin başlama ve progresyonunda, önemli komorbid hipertansiyonun major katkısını desteklemektedir. Epidemiyoloji: KY’nin en önemli etyolojisi iskemik kalp yetersizliğidir. İskemik KY gelişen hastaların (angina pektoris veya miyokard infarktüsü) çoğunluğunda geçmişte sıklıkla tedavi edilmemiş hipertansiyon bulunmuştur. Çalışmalarda: (a) Framingham çalışmasında; kalp yetersizliği hastalarında, erkeklerin %39’da kadınların %59’da hipertansiyon saptanmıştır (JAMA 1996;275:1557-62). (b) Danish Diamond çalışmasında; KY’de, erkeklerde %27, kadınlarda ise %22 sıklıkta hipertansiyon bildirilmiştir (Eur Heart J 2004;25:129-35). Hipertansiyon ile kalp yetersizliğini birbirine bağlayan mekanizmalar: Arteriyel Hipertansiyon, SV’nin basınç yüklenmesi ve artmış yüke yapısal adaptasyonu ile SV hipertrofi (SVH) gelişiminin en sık sebebidir. Framingham çalışmasında, EKG’de kesin SVH bulunan hipertansif hastaların, elektrokardiyografik SVH olmayan hipertansiflere göre KY gelişimi riski 10 kat daha fazla saptanmıştır. SVH, SV boşluk volumunun azalması pahasına, paralel sıralanmış sarkomer miyositlerinin hipertrofisine bağlı, duvar kalınlığında artma meydana gelmesidir. SVH ile ilişkilendirilmesi düşünülen spesifik hipertansif kardiyomiyopati 4 farklı evreye bölünmüştür; (1) diyastolik relaksasyon anormalliğinden (4) düşük EF’li dilate kardiyomiyopatiye. Miyosit kitlesinin apoptozis ile azalması ile birlikte kompanse olmuş hipertrofi KY’ye geçiş yapar. Geleneksel KY, sistolik SV fonksiyonunun azalmasına atfedilmektedir, genellikle yükselmiş SV dolum basıncı ve/veya volumu ile birliktedir. Hastaların %20-30’da sistolik fonksiyon normaldir, ve diyastolik SV disfonksiyonu vardır. SV’nin relaksasyon özelliği ve dolumunun bozulması KY’nin klinik manifestasyonlarına neden olabilir (özellikle yaşlılarda hipertansiyon ve iskemik KY’de) diyastolik kalp yetersizliği, sistolik KY’den farklı veya birlikte bulunabilen bir patofizyolojik klinik durumdur. SV diyastolik disfonksiyonu genellikle, sistolik disfonksiyonun öncesinde bulunmakta, ve bundan dolayı hipertansif hastalarda diyastolik disfonksiyon KY’nin daha sık görülen mekanizmasıdır (Bölüm 1.5). • SVH ve KY arasındaki ilişkinin açıklaması: (a) Mikro-dolaşımın değişmesi ile kötü miyokard perfüzyonu sonucunda, kardiyak fonksiyonun bozulması ve kontraktil proteinlerin kaybolması ile kontraktilitenin azalması. (b) Birbaşka teori, kalpteki basınç yükü artışının, zamanla gelişen SVH ile kısmen kompanse edilmesidir, bunun yetersiz duruma gelmesi, kalp debisinde düşmeye ve ventrikül dilatasyonu ile KY’ye neden olur. (c) Miyosit hipertrofisini, ventriküler yüklenme durumlarına (basınç veya volum yüklenmesi) karışan Renin-anjiyotensin-aldosteron sistemi ve Sempatik sistem gibi hormonal ve parakrin faktörler yönetmektedir. Prognoz: Hipertansiyon, KY gelişiminin en önemli risk faktörüdür. Açığa çıkmış kalp yetersizliğinde, yükselmiş kan basıncı iskemik kalp hastalığına göre daha düşük mortalite oranı ile birliktedir. Tedavi: Hipertansiyon tedavisinde kullanılan birçok ilacın KY ve de SVH’yi dramatik olarak düzelttiği ve gerilettiği gösterilmiştir. • Tedavi tavsiyeleri: Hipertansiyonun (diüretikler, ACE inhibitörleri, A –II reseptör blokerleri, beta blokerler, aldosteron antagonistleri) ile tedavisi sonucunda KY insidensini düşürmüş ve ventrikül hipertrofisini azaltmıştır (JACC 1996;27:1214-8). Daha ötesi, birçok çalışmada kalsiyum kanal blokerleri (KKB) de hipertansif hastalarda etkili bulunmuş ve SVH’yi de azaltmışlardır. Ancak KKB’lerin KY hastalarında mortalite ve morbiditeye faydalı etkileri gösterilememiştir. Bu sınıf ilaçlar kalp yetersizliğinin geleneksel tedavisine dahil edilmemektedir. ESC-2008: Kalp Yetersizliği Kılavuzunda KY’li Hastalarda Arteriyel Hipertansiyon Tedavisi SV disfonksiyonu olan hipertansif hastalarda: • Diabetikler ve yüksek risk altında olanlarda kan basıncı hedefi 140/90 mmHg ve ≤130/80 mmHg temel alınarak sistolik ve diastolik kan basıncı kontrol altında tutulmalıdır. • Renin Anjiyotensin sistemi antagonistleri (ARB veya ACEİ) tercih edilecek başlıca antihipertansif ilaçlardır. Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği SVEF’si korunmuş kalp yetersizliği bulunan hastalarda: • Agresif tedavi; genellikle tamamlayıcı etki mekanizmaları olan birkaç ilaçla tedavi edilmesi tavsiye edilmektedir. • Birinci sıra tedavi seçeneği olarak ACEİ ve/veya ARB’ler üzerinde durulmalıdır. İskemik Kalp Hastalığı Kronik kalp yetersizliğinde koroner arter hastalığı özellikle göze çarpan etyolojik faktördür. Hipertansiyon gibi, kronik kalp yetersizliğine götüren iskeminin de olası katkısı az bildirilmiştir. Kronik KY çalışmalarına alınan hastaların birçoğunda iskemi bulunabilir, fakat bu komorbiditenin KY çalışmalarında belgelenmesi yüksek düzeyli olmamıştır. Daha önemlisi, aktif iskemisi bulunan hastalar sıklıkla bu çalışmalara alınmamıştır. Koroner arter hastalığı değişik mekanizmalar ile KY’ye götürebilir. En dramatik olanı; AMİ’ye bağlı yaygın miyokard nekrozunun pompa yetersizliği ile sonuçlanmasıdır. Küçük bir bölgenin nekrozu ise bölgesel kontraktil disfonksiyon (SV anevrizması) ve kötü yeniden biçimlenme (remodeling) ile non-infark bölgelerde miyosit hipertrofisi, apoptozis ve ektrasellüler matriks depolanmasına yol açabilir (SV remodelingi). İlave olarak, istirahatte normal ventrikül fonksiyonuna rağmen geçici geri-dönüşlü geçici iskemi sonucunda epizodik disfonksiyon meydana gelebilir. Bu şekilde, miyokardiyal iskemisi bulunan hastada hiberne miyokardiyum (perfüzyonu azalmış, fonksiyonu baskılanmış muhtemel canlı miyokardiyum) olabilir. Bu tabloda miyokardiyal revaskülarizasyon ile ventrikül fonksiyonu düzelebilir. İskemik kronik kalp yetersizliğinde %50’den fazla hastada, ekokardiyografide 2 veya daha fazla segmentte hibernasyon kanıtları bulunmuştur (CHRISTMAAS). Bu hastaların revaskülarizasyonu sonucunda sadece ventrikül fonksiyonu düzeltilmemiş, bunun uzun-dönemde semptomatik ve prognostik faydaları da olmuştur. Endotel disfonksiyonu ve ateroskleroza katkısı olan birçok patogenetik faktör devam eden kronik KY progresyonununa da etkileyerek sürece karışabilir (renin-anjiyotensin-aldosteron, sempatik, ve endotelin sistemlerinin aktivasyonu ile). Bundan dolayı kronik KY’de nörohormonal antagonistlerin faydalı etkilerinin bir bölümü esasen altta yatan iskemiyi düzelmelerinden olabilir. Örneğin; ACE inhibitörleri koroner endotel fonksiyonunu düzeltmış, ve kardiyovasküler riski yüksek olanlarda kronik KY gelişimini azaltmıştır (TREND, HOPE). Benzer şekilde, ACE inhibitörleri ile SV disfonksiyonu bulunan hastalarda (asemptomatik, semptomatik) iskemik olaylar ve KY ile hastaneye yatış azalmıştır (SAVE, SOLVD). 563 Post-Mİ ventriküler sistolik disfonksiyonu olanlar Beta bloker (Bb) karvedilol’dan fayda sağlamıştır, bununla hem sonraki iskemik olaylar ve hem de iskemik KY ile ilişkili olaylar azalmıştır (CAPRICORN). Diabetes Mellitus Diabet, kronik KY’li hastalarda önemli ve sıklıkla gözden kaçan ciddi bir komorbiditedir. Diyabetik kişilerin nondiyabetiklere göre kronik KY gelişme riski daha yüksek olup, bu hastaların SV fonksiyonu düzeyine göre semptomları ve mortaliteleri de çok daha kötüdür. Framingham çalışmasında, diabetik hastalarda, 10 yıllık takipte kronik KY gelişimi erkrkeklerde 2 kat, kadınlarda ise 5 kat artmıştır. Daha ötesi, koroner arter hastalığı, yaş, kan basıncı, ve kolesterol gibi olası diğer risk faktörleri istatistiksel analizde düzeltildikten sonra bile diayabette kronik KY riski yüksek devam etmiştir. Toplumsal temelli çalışmalarda, diyabet yaşlılarda kronik KY gelişiminin bağımsız risk faktörü bulunmuştur (UKPD). • Diyabetiklerde yüksek kronik KY prevalansına katkı sağlayan 3 risk faktörü: Hipertansiyon, koroner arter hastalığı ve diyabetik kardiyomiyopatidir. Diyabetik hastalarda aterosklerotik koroner kalp hastalığının erken (premature) gelişmesi karakteristiktir, bu yaygın olarak asemptomatiktir ve geç bulunmaktadır. Gerçekten, diabetik hastalarda Mİ’yi takiben kronik KY gelişimi 2-3 kat daha fazla olasıdır, özellikle diabetik kadınlarda risk daha yüksektir. Hipertansiyon, kronik KY gelişiminde bir başka risk faktörüdür ve tip-2 diyabetiklerin %71-93’de bulunmuştur. Diyabetik kardiyomiyopati varlığı büyük damar hastalığından bağımsızdır. Bu kardiyomiyopati iyi anlaşılamamıştır, diyabetiklerde ekokardiyografide asemptomatik diyastolik disfonksiyon sık görülen bulgudur. Otonomik ve endotelyal disfonksiyonunun ve anormal enerji metabolizmasının diyabetiklerde kronik KY gelişimindeki rolü iyi anlaşılamamıştır. • Diabet tedavisinde kullanılacak ilaçların seçiminde, komorbidite olarak ronik KY bulunması, göz önüne alınmalıdır. Özellikle Metformin kronik KY bulunmasında kontrindike olabilir, benzer şekilde Tiyazolidinler NYHA sınıf –III-IV hastalarda yasaklanmalı ve daha az ciddi KY hastalarında ise dikkatle kullanılmalıdır. Bilindiği gibi, yoğun kan şekeri kontrolu diyabetiklerde makrovasküler hastalık olasılığını düşürmüştür (UKPDS). • Glisemi etkisine maruz kalma ve kronik KY gelişme riski arasında devamlı bir ilişkinin varlığı (riskin belli bir glisemik eşiği olmadan) tesbit edilmiştir; he- 564 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI moglobin A1c’de %1 düşme, KY ile hastaneye yatışta %16 azalma ile ilişkilendirilmiştir. • Glisemi gibi, diyabetiklerde Kan basıncının da sıkı kontrol edilmesi kronik KY riskinde %56 azalma ile birliktedir. • Diyabetiklerde kronik KY insidensi, sistolik kan basıncı (SKB) ile anlamlı ilişki bulunmuştur: SKB’de 10 mmHg düşüş, kronik KY’de %12 azalma ile birliktedir, riskin dikkat çeken bir eşiği yoktur. Anjiyotensin reseptör blokerleri (ARB) ile, yüksekriskli (diyabetikler dahil) hastalarda kronik KY gelişmesi azalmıştır, bu etki aşikar olarak kan basıncından bağımsızdır; diyabetiklerde kalp yetersizliğinin önlenme ve tedavisinde renin-anjiyotensin sistemi blokajının önemi büyüktür. çalışmasında ise 26 bulunmuştur (JAMA 1979;214: 1214-8; Am J Cardiol 1996;77: 1017-20). V-HeFT II KY çalışmasında da benzer olarak DM %26 sıklıkta bulunmuştur (N Engl J Med 1991;325: 303-10). DM gelişmesi KY çalışmalarından CONSENSUS çalışmasında %23, ATLAS’da %19 bildirilmiştir. SOLVD kayıtlarında (Registry) KY hastalarının %23’de DM bulunmuştur. EPİCAL (Fransız registry’si) KY’de DM sıklığı %26 saptanmıştır. Kronik KY çalışmalarında katılanların %10 ve >%30’da diyabet komorbid olarak bildirilmiştir. Diyabet sadece iskemik kardiyomiyopati hastalarında mortaliteyi artırmıştır, noniskemik kardiyak disfonksiyonda ise mortaliteye etkili değildir (SOLVD). İyi haber; özellikle AMİ’den sonra, diyabet ve iskemik kardiyomiyopati tedavi girişimine olumlu cevap verebiliir. Diyabet, geleneksel görüşe göre, özellikle kronik KY’de “Beta bloker kullanılımı kontrindikasyonudur”. Bununla birlikte, sistolik KY’de zeminde kullanılan ACEİ ve diüretiklere Bb ilave edilmesi, prognozu ve sistolik KY ile hastaneye yatışı düzeltmiştir. Diyabetik kronik KY hastaların tedavisinde, Bb sınıfı ilaçların verilmesi şiddetle düşünülmelidir. NYHA sınıf –II-IV KY hastalarda, Bb tedaviye Valsartan eklenmesi diyabetik grupda dahil mortalite ve morbiditeyi anlamlı olarak azaltmıştır (Val-HeFT). İskemik veya idiyopatik dilate kardiyomiyopatinin her ikisinde de total vucut insülin rezistansı yaygındır (Metabolism 1991;40;972-7). • Hiporeninemik hipoaldosteronizmin sık olduğu diyabetiklerde, zemindeki ACEİ tedavisine aldosteron antagonisti eklendiğinde hiperkalemi riski yükselir, bunlarda serum potasyumunun yakından takip edilmesi önerilmektedir. Epidemiyoloji: Kötü glisemik kontrol KY gelişiminin bağımsız risk faktörü olabilir. KY periferik perfüzyon değişikliği ile de birlikte olabilir. İnsülin duyarlığının azalması, KY ciddiyetinin progresyonu ile ilişkilendirilmiştir. Kötü glisemik kontrol KY gelişiminin bağımsız risk faktörü olabilir. KY periferik perfüzyon değişikliği ile de birlikte olabilir. İnsülin duyarlığının azalması, KY ciddiyetinin progresyonu (kötüleşmesi) ile ilişkilendirilmiştir. A. KY Hastalarında Diyabet (DM) Prevalansı: Genç, erkek ve kadın diyabetiklerde KY gelişme riski sırası ile 2.20 ve 5.37 bulunmuştur. SOLVD çalışmasında: Diyabet sıklığı korunma çalışmasında %15; tedavi B. HbA1C ve Kalp Yetersizliği: • HbA1c düzeyi ile KY insidensi arasında anlamlı korelasyon bildirilmiştir (Br Med J 2000;321: 405-12). • HbA1c’de her %1 artış, KY gelişme riskinde %8 yükselme ile ilişkilendirilmiştir (Circulation 2001;103:2668-73). (European journal of heart failure 2005;7: 309-316) Kalp yetersizliği ve diyabeti birbirine bağlayan mekanizmalar: Çalışmalarda spesifik diyabetik kardiyomiyopatinin varlığı ve ipuçları gösterilmiştir. (a) Diyabetik kalpte morfolojik değişiklikler bulunmuştur: İntramiyokardiyal mikroanjiyopati, interstisyel fibroz ve miyosit hipertrofisi. İntramiyokardiyal mikroanjiyopati diyabetik hastalarda bulunan azalmış koroner kan akımını açıklayabilir. Diyabetik hastaların miyokardında kollajen ve diğer glikasyon son-ürünlerinin biriktiği gösterilmiştir, bunlar miyokardiyal sertliği artırarak anormal diyastolik fonksiyondan sorumludur. (b) Diyabetik hastalarda kardiyak disfonksiyon gelişiminde metabolik faktörler de önemli rol oynamaktadır. Diyabetiklerde hiperglisemiye ilave olarak serbest yağ asidi metabolizması da artmakta ve miyokardiyumun glikoz alımı bozulmaktadır. Artmış yağ asitleri olumsuz negatif birkaç etkiye yol açar; azalmış glukoz oksidasyonu, laktik asit birikimesi, miyokardiyal oksijen tüketiminin artması ve insülin rezistansı gelişmesi. Metabolik bozukluklar sonucunda (İ) intrasellüler kalsiyum konsantrasyonunun yükselmesine bağlı kontraktilite azalır, (İİ) ileti bozukluğunu, aritmi gelişimini artırır, ve (İİİ) anormal miyokardiyal enerji sunumu meydana gelir. • Sonuç olarak diyabetiklerin kalbinde bulunan morfolojik ve metabolik bozukluklar spesifik diyabetik kardiyomiyopati hipotezini ve diyabetiklerde KY insidansının artışını kısmen desteklemektedir. Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği • Bunun bir diğer açıklaması; diyabetik hastalar daha fazla hipertansiftir, lipid düzeyleri daha yüksektir, risk faktörleri daha aterojeniktir, obesite daha sık, ayrıca diyabetiklerde koroner arter hastalığı (KAH) daha sık bulunur (SOLVD, Framingham). KAH farklı mekanizmalar ile diyabete bağlanmıştır; değişmiş trombosit fonksiyonu, artmış fibrinojen düzeyi ve endotele bağımlı vazodilatasyonunun bozulması (endotel disfonksiyonu) gibi. Prognoz: Diabet KY’de mortalite ve morbiditenin bağımsız öngörenidir. 565 – Tiyazolidinler artmış periferik ödem ve semptomatik KY ile ilişkili bulunmuştur. NYHA Sınıf IIIIV hastalarda kontrindikedir. NYHA Sınıf I-II’de dikkatli sıvı retansiyonu takibi ile düşünülebilir (Sınıf IIa). – Glikoz hedefi sağlanamıyorsa insülin düşünülebilir (Sınıf IIb). – ACEİ, Bb, ARB’ler ve diüretikler, mortalite ve morbiditeyi etkiledikleri gösterilmiştir. KY’de en az non-DM’deki kadar faydalı (Sınıf IIb). – DM ve iskemik kardiyomiyopatide revaskülarizasyon olasılığı değerlendirilmeli (Sınıf I). (EHJ 2008; 29:2388-42). Tedavi: Diyabetin etkili tedavisi çok önemlidir. KY gelişimi ile kötü metabolik kontrol arasındaki ilişki gösterildiğinden beri Diyabetik KY’nin prognozunu düzeltmek için, diyabetin metabolik sonuçlarını (azalmış glükoz kullanımı ve artmış serbest yağ asidi metabolizması) hedef alan agressif tedavi ilgi çekmiştir. – Diabetik ve nondiyabetik hastalarda KY tedavisi aynidir. Beta blokerler ve ACEİ’lerin etkisi benzerdir. – Renin-anjiyotensin-aldosteron ve Sempatik sistemleri ve trombositler kontrindike olmadıkca daha tam bloke edilmelidir. – Kulp-diüretikler tiyazidlerin yerine tercih edilmeli, çünkü diyabetiklerde metabolik durumu bozabilirler. – ACEİ’ler ile hipoglisemi bildirildiğinden, hastaların dikkatle izlenmesi önerilmektedir. – Agressif insülin tedavisi, KY hastalarında yapılmamalıdır. Fakat AMİ hastalarında sonuçları olumlu olabilir. (European journal of heart failure 2005;7: 309-316) ESC-2008 KY Kılavuzu Tavsiyeleri: • ACEİ ve ARB’ler, son-organ hasarı ve kardiyovasküler komplikasyonlar ile sonraki KY gelişme riskini azalttıklarından faydalı olabilirler (Sınıf-IIa tavsiye) • ESC/EASD kılavuzlarının tavsiyeleri KY’li hastaların çoğunda uygulanabilir. Buna göre; – Tüm hastalara yaşam şekli değişiklikleri tavsiye edilmeli: – Yükselmiş kan şekeri sıkı glisemik kontrol ile tedavi edilmelidir (Sınıf I tavsiye). – Oral antidiyabetik tedavi bireyselleştirilmelidir (Sınıf IIa). – Metformin, Tip II DM fazla kilolu, anlamlı renal disfonksiyonu (GFR >30 mL/dk) olmayanlarda düşünülmelidir (Sınıf I tavsiye) Kardiyak Aritmiler Kronik KY’de birçok faktör sık aritmi gelişimini kolaylaştırmaktadır. Bunlar; iskemi, infarktüs, elektrofizyolojik anormallikler, miyokardiyal hipertrofi, ve değişik nörohormonal sistemlerin aktivasyonu. Bunlardan başka, elektrolit durumu ve KY’de kullanılan antiaritmik ilaçların proaritmik etkileri (Bölüm 3.8). Ventriküler aritmiler: Kronik KY hastalarında ventriküler aritmiler, benin asemptomatik ventriküler erken atımlardan fatal ventrikül fibrilasyonuna kadar sıralanmaktadır. Kronik KY hastalarında tüm ölümlerin yaklaşık yarısından ani ölümün sorumlu olduğu hesaplanmıştır. İlerlemiş kronik KY hastalarının %11’de evvelden geçirilmiş sabık kardiyak arrest ve ventrikül taşikardisi ve ayrıca %3.4’de ise ventrikül fibrilasyonu hikayesi bulunmuştur (N Engl J Med 1996;335:1933-1940). Kronik KY’de tesbit edilmiş aritmilerin tedavisi tartışmalıdır. Ağır, semptomatik ve süreğen ventrikül taşikardisinde amiodaron tercih edilen antiaritmiktir, ancak süreğen olmayan asemptomatik aritmilerde proflaktik olarak kullanılması desteklenmemiştir. Beta blokerlerin antiaritmik özellikleri ve bunlarla ani ölümün azalması, bu ilaçların letal aritmileri azaltıcı faydasını göstermektedir. • İmplante-edilebilen kardiyoverter defibrilatörlerin (İCD), ani ölüm riski yüksek hastalarda faydası kanıtlanmıştır (Bölüm 1.7). • Bu hastalar: Ventrikül fonksiyonu bozulmuş (düşük SVEF: <%35); hayatı-tehdit eden ventriküler aritmileri saptanmış, veya ani ölümden kurtulanlardır. Post-Mİ >1 ayda SVEF ≤%35 ve holter izleminde ≥10/saat ventriküler ekstrasistol görülenler (MADİT II, N Engl J Med 2002;346:877-883). Bundan öte, amiyodaron NYHA sınıf –II-III sistolik kronik KY hastalarında mortaliteyi azaltmada İCD’ye göre daha az etkili bulunmuştur (bakınız Bölüm 1.7 ve 3.8). Atriyal fibrilasyon: Kronik KY’de atriyal fibrilasyon (AF) sık görülen komorbidtir. Tüm hastaların yaklaşık 566 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI 1/3’de bulunmuştur. AF kronik KY gelişimine katkısı olan birçok etyolojik faktörlerin sonucundadır. AF’nin kendisi de KY’nin gelişimine neden olabilir (çok nadir); özellikle digoksinle birlikte kullanılan Bb’ler ile ventrikül cevabı yeterli kontrol edilememişse. Azalmış ventrikül fonksiyonu ile inme (esasen tromboembolik) insidensinin arttığı gösterilmiştir (SOLVD). • Kronik KY ve AF’de sinüs ritmini yeniden sağlamanın ventrikül cevabının kontrol edilmesinden daha üstün olduğunu gösteren kanıtlar yoktur; elektriki kardiyoversiyon ve amidaron herikiside tekbaşına veya kombinasyon şeklinde kullanılmaktadır. Diğer antiaritmiklerin, negatif inotropik ve proaritmik etkilerinden dolayı kullanılmaları kısıtlıdır (bakınız Bölüm 3.8). • Görüntüleme ile kardiyak trombus saptanan ya da sistemik emboli kanıtı olan hastalarda oral antikoagulasyon önerilmektedir. • AF hastalarında tromboembolileri azaltmada antikoagulanlar etkilidir. • Antitrombotik tedavi, kontrindike olmadıkça tromboembolizmi önlemek için tüm hastalara önerilmektedir (Sınıf IIa). ESC-2008 KY Kılavuzunda: KY ve Atriyal Fibrilasyon Bulunan Hastaların Tedavisi ESC-2008 KY Kılavuzu Tavsiyeleri: Solunum Bozuklukları ve Uyku-Apnesi Hız Denetimi Kronik KY ile birlikteki solunum hastalığı arasındaki etkileşim önemlidir (bakınız Bölüm 3.3). KY’li birçok hastada semptomların üst üste binmesinden dolayı yanlış olarak havayolu obstrüksiyonu olarak teşhis edilmektedir. Havayolu obstrüksiyonu bulunan kronik KY’de, Bb’lerin kontrindike olduğu düşünülmektedir. Halbuki, sistolik KY’de bu ilaçların tartışılamaz faydalarından dolayı, pratikte sabitleşmiş veya geriye-dönüşü kısıtlanmış (obstrüktif) havayolu bulunan hastalarda bu ilaçlar iyi tolere edilebilir (rölatif kontrindikasyon). Beta-1 Bb’lerin karvedilol gibi nonselektiflere göre avantajlı olduğu gösterilememiştir. Uyku-apnesi kronik KY’de hem sebep hem de sonuçtur. Santral uyku-apnesi ile Cheyne-Stokes solunumu, kronik KY hastalarının %40’nı etkilemiştir. Obstrüktif uyku-apnesi ayrıca, sıklıkla hastalık progresyonunada katkı sağlayabilir. Bu hastalarda CPAP ile kısa dönemde otonomik disfonksiyon düzelmiş, SVEF ise yükselmiştir. • Tek başına ya da Bb’ler ile kombinasyon halinde digoksin tavsiye edilir. Kronik Obstrüktif Pulmoner Hastalık Genel Tavsiyeler • Tetikleyici faktörler ve eşlik eden hastalıklar saptanmalıdır. • KY tedavisi optimum düzeye çıkarılmalıdır. Ritmin Kontrol Altına Alınması • Yeni başlayan AF’de, uygun farmakolojik önlemler ile ventrikül hızı kontrol altına alınamayan, miyokard iskemisi, semptomatik hipotansiyon veya pulmoner konjesyon semptomlarının eşlik ettiği hastalarda (hızlı ventrikül yanıtlı AF’de, hemodinamik ve iskemik anstabil hastalarda) derhal elektriksel kardiyoversiyon uygulanmalıdır. Mikrotromboembolinin Önlenmesi • Kontrindikasyon yok ise antitrombotik tedavi tavsiye edilir. • Optimum yaklaşımında risk katmanlandırması temel alınmalıdır: İnme riskinin enyüksek olduğu hastalarda (daha önce geçirilmiş inme, geçici iskemik atak ya da sistemik emboli) oral antikoagulan tedavisi ve vitamin K antagonisti tavsiye edilir. Tromboembolizm Kronik KY’de kanıtlar, tromboembolizm riskinin arttığını göstermektedir. Sebepleri: Yetersizlikli ventriküldeki akinetik segmentler, özellikle Mİ geçirmişlerde sık trombus bulunması ve AF gelişimine artmış eğilim. Epidemiyoloji: KY’de KOAH prevalansı: Medicare çalışmasında hastaların %26’sında KOAH vardı (JACC 2003;42:1226-33). Danish Diamond çalışmasında KOAH %22 sıklıkta bulunmuştur (Eur Heart J 2004;25: 129-435). KOAH bulunması kalp yetersizliğinin tedavisini zorlaştırmaktadır. Ayrıca da ağır KY hastalarında restriktif kaynaklı havayolu obstrüksiyonu ve solunum adalelerinin güçsüzlüğüne bağlı solunum anormallikleri sıklıkla vardır (bakınız Bölüm 3.2). Bunlar hastada dispnenin gelişimine katkıda bulunurlar. Buradan da anlaşılacağı gibi, restriktif ve de obstrüktif pulmoner anormallikler KY’nin erken evresinde (asemptomatik veya NYHA sınıf-I-II KY gibi) rölatif olarak sık bulunmaktadır. Kalp yetersizliği ve KOAH’ı birbirine bağlayan mekanizmalar: KY hastalarının yaklaşık %20’sinde KOAH’ta bulun- Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği maktadır, bu iki etyoloji arasındaki ilişki tam olarak anlaşılamamıştır (Bölüm 3.2). • Akut KY’de reversibl obstrüktif defekt tanımlanmıştır. Kronik KY hastalarında ise azalmış karbon dioksit diffüzyon kapasitesi ile restriktif defekt tipiktir. Bunlarda restriktif patern için farklı mekanizmalar ileri sürülmüştür: (a) Kardiyomegali ye, alveolar ve interstisyel sıvıya bağlı azalmış akciğer volumu, (b) interstisyel fibroz gelişimi, akciğer kompliyansının değişmesi ve (c) solunum adalelerinin güçsüzlüğü. KOAH ve KY’nin benzer semptomları vardır, örneğin; adale değişimlerine bağlı düşük egzersiz toleransı ve dispne. Obstrüktif veya restriktif patolojilerin herikisinde de pulmoner fonksiyon azaldığı halde, bunlar birbirinden tamamen farklı durumlardır. Tedavi: KY’nin geleneksel tedavisinde, beta reseptör tedavi “köşetaşı”dır. Fakat, astmalı ve KOAH’lı hastalarda bu ilaçlar kontrindike olduğundan, özellikle yaşlılarda kullanılmaları rölatif olarak kısıtlanmaktadır. • Beta-1 selektifliği oldukça yüksek Bisoprololun kullanılabilirliği gösterilmiştir (Ann Intern Med 2002;137: 715-22). Karvedilolun (nonselektif) KOAH’lı KY hastalarında araştırılan etki ve tolere edilebilirliği havayolunu anlamlı olarak etkilememiş ve iyi tolere edilmiştir (J Heart Lung Transplant 2002;21:1290-5). Ancak astma ve KY’li hastaların değerlendirildiği ayni çalışmada hava-akımında belirgin kısıtla ma gelişmiştir (bronkokonstriksiyon ve “wheezing” semptomu). • Sonuçta, Bb tedavi KOAH’lı KY hastalarında (tercihen astma ve aktif bronş obstrüksiyonu olmayanlarda) kullanılabilir. • Tavsiye: Şayet Bb kullanılacaksa, Bisoprolol önerilmektedir (European journal of Heart Failure 2005; 7: 309-16). Kavrama (Algılama) Disfonksiyonu ve Demans Kavrama disfonksiyonu ve kalp yetersizliği birlikteliği ile tartışmasız kanıtlar vardır. Kronik KY ile birlikte olan düşük kalp debisi, daha sonra serebrovasküler hastalığa bağlı serebrumunun dolaşımı sınırda olan hastaların, serebral ve serebrumunda kan akımını tehlikeye atar (perfüzyon talebin altına düşürür). Ayrıca, vasküler ve serebrovasküler hastalıklardaki benzer etyoloji ve patofizyolojiler kronik KY’nin de geniş anlamda mekanizmasıdır, serebral multiinfarktlar demans gelişimine önemli katkıda bulunurlar. Hiperlipidemi Kronik KY hastası klasik algılamaya göre, düşük kolesterol düzeyi ile birlikte kaşektiktir. Kronik KY hastalarının anlamlı bir bölümünde ise hiperlipidemi birliktedir. Yakın zamanda yapılan bir çalışmada girişte (randomizasyon sırasında) KY hastalarının %26’sı hiperlipidemik bulunmuştur (JACC 2002;39:1567-1573). 567 Bununla birlikte statin tedavisi klinik olarak koroner arter progresyonununa faydalı olabilir (önler). Bunun anlamı, iskemik etyolojili kronik KY’de uzun dönemde statin faydalıdır. Bir çalışmada, simvastatin Mİ sonrasında kronik KY gelişme riskini ve KY gelişenlerde mortaliteyi azaltmıştır (4S çalışması). Statinlerin pleiotropik etkileri ile ilgili (antiapoptotik, endotelyal progenitör hücre stimülasyonu ve vasküler endotelyal growthfaktör uyarıcı etkileri, inflamatuar sitokinlerin antagonizmi, antifibrotik etkileri), miyokardiyal fonksiyonun iyileşmesine; koroner arter hastalığına etkilerinden ve plazma kolesterol değişikliğinden bağımsız direk katkıda bulunabilir. SV remodelinginde bazı çalışmalarda statin tedavisi ile sistolik ventrikül fonksiyonunda düzelme görülmüştür. HMG CoA Redüktaz İnhibitörleri (Statinler) Yaşlılara KAH’a bağlı sistolik fonksiyon bozukluğu bulunan semptomatik kronik KY hastalarında kardiyovasküler nedenlerle hastaneye yatışı azaltmak için statin tedavisi düşünülebilir. Semptomatik kronik KY ve KAH’a bağlı sistolik disfonksiyonu olan yaşlı hastalarda hastane yatışlarını azaltmak için statin tedavisi düşünülebilir (ESC 2008: Sınıf IIb indikasyon). Kalp yetersizliğinde plasebo ile Statinin mukayese edildiği randomize çalışmaların metaanalizinde: 10 çalışmadaki (3 rosuvastatin, 1 simvastatin ve 6 atorovastatin ile) >10,000 hasta 3-47 ay takip edilmiştir. Sonuçta, KY hastalarında statinler; güvenli bulunmuştur, toplam mortaliteyi etkilememiş fakat SVEF’yi artırmıştır (%4.2), KY’nin kötüleşmesi ile hastaneye yatışı anlamlı azaltmıştır. Ancak, Atorvastatin ile randomize edilen çalışmalarda ise toplam mortalitenin atorvastatin ile anlamlı azaldığı saptanmıştır (Am J Cardıol 2009;104: 1708-1716). Kronik Anemi Anemi kronik KY’de sıktır (ortalama hemoglobin 12 g/ dL). Kronik KY’de anemi olasılığı hastalığın ciddiyeti ile korelasyon gösterir. Hafif anemi bulunan kronik KY hastalarına eritropoetin ve İV demir verilmesi hastaların klinik durumu ve ventrikül fonksiyonunda düzelme meydana getirmiştir. Epidemiyoloji: Anemi, KY hastalarında bulunan ve prognostik önemi olan sık bir komorbidtir. Prevalansı, %15-50 ve ağır KY’de %80 sıklıkla bulunmuştur. Prevalansının farklı çalışmalarda değişiklik göstermesi, anemi için kabul edilen hemoglobin sınır düzeyinin farklı olmasındandır. • Sıklıkla kabul edilen tanım <12 g/dL, veya daha doğrusu; erkeklerde <13 g/dL, kadınlarda <12 g/dL’dir. Anemi, ağır KY’de mortalite ve morbiditeyi artırır, bundan dolayı etkili olarak tedavi edilmesi çok önemlidir. 568 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Anemi ve KY’yi birbirine bağlayan mekanizmalar: Aneminin KY gelişimine sebep olduğu bilinmektedir. KY hastasında niçin aneminin birkaç mekanizması vardır: (1) Azalmış demir alımı; kötü beslenme ve malabsorbsiyon veya ağır menstruasyon ve devam eden aspirin veya warfarin kullanımdan kan kaybı. (2) KY’de sıklıkla görülen azalmış plazma volumu, hermodilüsyona bağlı olarak hemoglobin değerini düşürebilir. Norohormonal aktivasyon (Renin –anjiyotensin sistemi) ve Vazopressin sodyum retansiyonu ile hemodilüsyona yol açar. (3) KY hastalarında renal fonksiyonlarda düşme sıkca görülmektedir (vazokonstriksiyon sonucunda bozulmuş renal perfüzyon). Bu hastalarda anemi, böbrekten eritropoetin oluşumunun bozulması sonucudur. (4) Kalp yetersizliği inflamatuar bir durumdur, sonucunda dolaşımda sitokinler ve özellikle tümör nekroz alfa ve interlökin-6 düzeyi yükselmiştir. Yüksek sitokin dizeyi ile anemi gelişimi arasında yakın ilişki vardır, muhtemelen kemik iliği depresyonu ile, böbrekten eritropoetin üretimi ve kemik iliğinde EPO’ya eritropoetik cevap, ve son olarak retüküloendotelyal sistemde demir salımı ve kullanımı engellenir. • ACE inhibitörleri, kronik KY tedavilerinin en önemli komponentlerinden birisidir, böbrek ve de kemik iliğinde eritropoetin üretimini baskılayarak anemiye yol açtığı gösterilmiştir. • KY’de yükselmiş lazma eritropoetini, KY mortalite ve morbiditesinin, hemoglobin düzeylerinden bağımsız prognostik değeridir. Anemiyi düzeltmek: KY’de gelişen aneminin kan transfüzyonları ile düzeltilmesinin klinik düzelme anlamında faydalı etkileri gösterilmiştir. Daha önemlisi aneminin düzeltilmesi hastaların prognozunun düzelmesi için önemlidir. Anemi, hemodiyaliz tedavisine giden hastalarda, renal yetersizliğe bağlı eritropoetin üretiminin bozulması sonucunda çok sıktır. Nefrologlar yıllardan beri anemyi insan eritropoetini vererek tedavi etmiş, bunun ardından kalpte yük-boşaltıcı faydalı etkileri de gelmiştir. Subkutan eritropoetin ile intravenöz demir kombinasyon tedavisinin kardiyak ve renal fonksiyonları düzelttiği gösterilmiştir (NYHA fonksiyonel sınıfı, morbidite özellikle hastaneye yatışta büyük azalma). KY ve anemide, kombine tedavi ile eritropoetin ihtiyacı azalmıştır. • Şayet demir eksikliği düzeltilmezse, eritropoetin rezistansına yol açabilir. Dolayısı ile daha yüksek eritropoetin dozları gerekir, bunun sonucunda yan etkileri gelişebilir; hipertansiyon ve yüksek tromboz oluşma riski gibi. • KY’de önerilen anemi tedavileri (European journal of Heart failure 2005;7: 309-16): (a) Kan transfüzyonunun klinik düzelme olarak faydalı etkileri gösterilmiştir. (b) Eritropoetin verilmesinin kalbin yükünü boşaltıcı (unloading) etkisi anlamında faydalı etkileri vardır. (c) Eritropoetin ile birlikte İV demir verilmesi, kardiyak ve renal fonksiyonları düzeltmiştir. ESC-2008 KY Kılavuzu Tavsiyeleri: • Aneminin düzeltilmesi KY’de rutin tedavi olarak kabul edilmemiştir. KY’nin kronik hastalık anemisinde basit kan transfüzyonu önerilmemektedir. • Olası tedavilerden, eritropoetin uyaran ajanların kullanımı (genellikle demir ile birlikte), eritrosit üretimini artıran kanıtlanmamış seçenektir. Renal Yetersizlik Normal fizyolojik koşullarda kardiyovasküler ve renal fonksiyonlar arasındaki yakın ilişki hastalık durumunda daha belirgin duruma gelir, kalp hastalığına sekonder olarak renal disfonksiyon gelişebilir. Primer renal hastalıkta; hızlanmış aterosklerotik koroner arter hastalığı ile birlikte hipertansiyon ve sıvı retansiyonu sonucunda KY gelişme riski yüksektir. Buna karşılık, intrensek böbrek hastalığı kanıtı olmamasına rağmen birçok kalp yetersizliği hastasında sıklıkla böbrek disfonksiyonunun belirtileri vardır. Kronik KY’de gözlenen azalmış glomerüler filtrasyon hızının sebebi; düşmüş kalp debisi ile azalmış renal perfüzyon ve sodyum ve su retansiyonuna eşlik eden intrarenal vazokonstriksiyondur. Renal fonksiyon ve kalp debisi arasındaki bu çarpıcı ilişkiden dolayı, renal disfonksiyon KY’de NYHA sınıfına göre, sadece daha kötü prognostik bir marker olmayıp, ayrıca da KY komplikasyonlarının (mortalite, kardiyak morbidite) daha güçlü bir öngörenidir. Renin-anjiyotensin sistemi sadece kronik KY tedavisinin “köşe-taşı” olmayıp, diyabetik ve nondiyabetik böbrek hastalığının da “böbrek-koruyucu” tedavisidir. Bununla birlikte, düşük kalp debisi tablosunda anjiyotensin –II’ye bağımlı vazokonstriksiyon gelişir. ACE inhibitörleri veya ARB’ler ile tedavi sıklıkla serum kreatininin artmasına neden olmaktadır (klinik olarak genellikle önemsiz). Artrit ve Gut Kronik KY hastaları genellikle yaşlıdırlar, bundan dolayı yaşlılıkla ilgili çeşitli durumlar hastalığa sıklıkla eşlik edebilir. Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği Bu durumlardan bir tanesi artrittir, bunlarda antiartritik tedavi KY durumunu etkileyebilir. Sıklıkla kullanılan NSAİİ ve selektif SOX-2 inhibitörlerinin ikiside kronik KY’de anlamlı olumsuz etkiler ile ilişkilendirilmiştir. Bu ajanlar ile gelişen sodyum ve su retansiyonu KY tablosundaki hastanın volum durumunu kısmen etkileyebilir (vazodilatör prostoglandinler PGE2, PGI2i aktivasyonu ile). SOX-2’ler protrombotik olabilir ve özellikle iskemik etyolojili kronik KY hastalarını açıkca olumsuz etkilerler (AMİ, postMİ KY ve hipertansiyon sıklığı artmış). TNF (tömür nekroz faktörü) blokajı yapan ilaçlar, romatoid artrit ve otoimmun durumlarda kullanılmaktadır. KY progresyonuna katkısından dolayı bu sitokinin blokajı (TNF reseptör füzyon proteini; intercept ve monoklonal antikor; infliximab) ile kronik KY’nin olası tedavisinde faydalı bulunmamıştır. Gut KY’li hastalarda sık bulunan komorbidtir (Kulpdiüretikleri kullanımı ve renal disfonksiyon sonucunda gelişir). KY hastalarında, plazma ürat düzeyi yükselir ve bu düzeyin kötü prognostik anlamı vardır. Buna karşılık xantin oksidaz inhibisyonu tedavisinin KY hastalarının klinik prognozuna faydası gösterilememiştir. • KY tedavisinde kullanılan birçok ilaç plazma ürat düzeyini yükseltir, örneğin diüretikler. KY’de gutun tedavisi NSAİİ’ler ve SOX-2 kontrindikasyonundan dolayı komplekstir. KY hastalarında bu komplikasyonunun tedavisinde, steroidlerin kullanımı da yasaklanmıştır. • Bu durumda akut tedavide Kolşisin tercih edilen tedavi seçeneğidir, kronik tedavide ise atakların önlenmesi için Allopurinol tavsiye edilmektedir. Malin Hastalık Kanser kemoterapisi, özellikle antrasilin deriveleri, toplam antrasilin dozuna bağlı olarakj KKY gelişmesine neden olmaktadır (bakınız Bölüm 3.11). Bu ajanlar ile agressif kemoterapi için, SV sistolik fonksiyonunda bozulma rölatif kontrindikasyondur. Alkilleyici ajanlar da (siklofosfamid, ifosfamid, cisplatin, carmustine, busulfan, chlormethane ve mitomycine gibi), kardiyotoksitite ile ilişkilendirilmiştir. Trastuzumab, insan epidermal büyüme faktörü-2’ye (HER2; human growth factor receptor-2) karşı yönlendirilmiş antikorlardır, metastatik meme kanserinde yaşam beklentisini artırır. Hastaların küçük bir bölümünde, bilinmeyen mekanizmalar ile SVEF’sinde düşmeye sebep olabilir. Bu yan etkinin insidensi paclitaxel veya antrasilinler ile birlikte verildiğinde artmaktadır. Bunun, antrasilin derivelerinin kardiyotoksisitelerinden farkı toplanmış doza bağımlı değildir ve tedavi kesildikten sonra sıklıkla düzelmektedir. 569 ® Nonkardiyak komorbidler KY hastalarında sıktır, bu durumların önceden tanınıp, KY tedavisi planlanır ve seçilirken düşünülüp, göz önünde tutulması önemlidir. KY ve birlikteki nonkardiyak komorbid durum ve hastalıkların, doğru ve uygun tedavi edilmesi, KY’de kullanılan tedavi stratejisinin verimini, faydalı etkilerini artırarak, sonuçta da hastaların prognozunu daha fazla düzeltmektedir. YAŞLI KALP VE YAŞLILARDA KALP YETERSİZLİĞİ Yaşlanma ile İlişkili Kardiyovasküler Değişiklikler Kardiyovasküler sistemdeki yaşla ilişkili değişiklikler vucudun herhangibir yerindeki yaşla ilişkili değişiklere paraleldir. Ancak, yaşla ilişkili tek veya bir grup organın (beyin, akciğerler veya böbrekler gibi) değişiklikleri ağırlıkta bulunabilir, diğer organlar ise etkilenmemiş kalırlar veya öyle görünürler. Yaşla ilişkili kardiyovasküler sistem değişiklikleri spesik sayılabilir (Tablo 1, Tablo 2). Öncelikle, yaşlı kalplerde artmış konnektif doku matriksine paralel olarak miyosit hipertrofisi dikkat çeker. Hücresel düzeyde total miyosit sayısı azalır, kalanlar da hipertrofiye olurlar. 30 ve 90 yaşları arasında kalbin ağırlığı 1.5 gr/yıl artar, sebebi hipertrofi ve kon- TABLO 1. Kardiyak anatomide yaşla ilişkili olan değişiklikler Miyokardiyum: Kalbin ağırlığı, SV kitlesi, duvar kalınlığının artması. Miyosit büyüklüğünün artışı, sayısının azalması. Fibrozis ile daha az şişebilen kollajen şeklinin depolanması. Boşluklar: SV kavite büyüklüğünün artması, uzun aksın kısalması. Aorta dilatasyonu ve sağa-doğru kayması. Sol atriyum dilatasyonu, senil septum. Kapaklar: Kapak yaprakcıkları ve anulusta kalsifik ve yağlı dejenerasyon. Koroner arterler: Ateroskleroz. Dilatasyon, tortuozite, ve Mönkeberg kalsifik aterosklerozu. İleti sistemi: Atriyoventriküler düğüm ve sol ön fasikülde fibrozis. Özelleşmiş hücre ve fibrillerin kaybı. Topol EJ.Textbook of Cardiovascular Medicine. Lippincott Williams & Wilkins. 2007. sayfa 561-81 570 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 2. Kardiyovasküler fizyolojide yaş ile ilişkili değişiklikler Büyük ve orta büyüklükteki arterlerde artmış vasküler impedans: Nabız dalga hızı ve nabız basıncı artmış. Sistolik kan basıncı yükselir. Bozulmuş endotel fonksiyonu. Azalmış miyokardiyal relaksasyon: Diyastolik disfonksiyon gelişimi. Artmış diyastolik volum ile zirve EF idame ettirilir. Dinlenimde kalbin debisi ve atım hacmi korunmuştur. Elektriki ileti ve kalp hızının uyarıya cevabı bozulmuştur. PR, QRS ve QT uzamıştır. Zirve egzersiz kalp hızı düşmüştür. Beta agonist sensivitesi düşmüştür. Kemoreseptörler ve baroreseptörlerin reaktivitesi azalmıştır. Egzersiz sırasında Kardiyovasküler performans bozulmuştur: Periferik kas kitlesi azalmış, yağ dokusu artmış. Azalmış solunum kapasitesi. Azalmış maksimum VO2 rezervi. Topol EJ.Textbook of Cardıovascılar Medicine. Lippincott Williams & Wilkins. 2007. sayfa 561-81 nektif doku depolanmasıdır. Yaşlanmakla, septal hipertrofi ile ventrikül boşluklarının çapı azalır, sebebi artmış ventriküler septal kalınlık ve azalmış taban-apeks çaplarıdır. • Yaşlanmanın “sigmoid septumu”; yaşlı kalbin bir başka morfolojik değişikliğidir, sonucunda ventriküler kavite büyüklüğü ve enerji depolarının elde edilebilirliği, intrasellüler kalsiyum fonksiyonları dahil azalır. Sigmoid septum, hemodinamik olarak anlamlıdır; kıvrılmış septum asimetrik hipertrofik kardiyomiyopatiyi taklit edebilir. Yaşlılarda çıkan aorta da sağa doğru yer değiştirir (Tablo 1). Reseptör yoğunluğu ile bağlanmasında değişiklikler, ve postreseptör mekanizmalar yaşla miyokardiyal hücrelerin beta-adrenerjik uyarılara cevabını azaltır. Reseptör gerektiren katekolamin ve dijitale cevapları azalır, ancak miyofibrillerin kalsiyuma direk temasının cevabı değişmez. Kalsiyum regülasyonunun değişmiş paterni sonucunda eksitasyondan sonra güç oluşturabilmesi için daha uzun süre geçmesine neden olur. Bu durum geç sistol sırasında kanın ejeksiyonunun devam etmesini sağlayamaz; bu, artmış vasküler sertlik açısından faydalı bir adaptasyondur ve nabız dalgalarına erken yansıtılır. • Yaşlı hastaların katekolamin düzeyleri daha yüksektir ve stresle daha büyük katekolamin salımı olur, buna karşılık yaşlıların kronotropik ve inotropik cevapları azalmıştır (Tablo 2). Dinlenimde korunmuş sistolik fonksiyonun aksine, diyastolik fonksiyon bozulmuştur. Konnektif doku matriksi gerilebilen kollajen dokunun yerini almıştır, bu yaşlı kalbinin oldukça artmış sertliğine sebep olur. Sonucu: Frank-Starling mekanizmasına adapte olabilmesi için daha büyük dolum basınçları gerekir. Progressif hücresel düzensizlik, miyosit asenkronisi ve anormal kalsiyum fonksiyonu, diyastol sırasında kompliyans ve dolum parametrelerini daha fazla etkiler. Kardiyak adale fonksiyonun en en gürülebilen değişikliği uzun relaksasyon süresidir. Ekokardiyografik Doppler çalışmaları uzamış relaksasyonu ve yavaşlamış erken diyastolik dolumu kanıtlar. Ancak, sitol-sonu volumları artmış geç sistolik dolum (kanıtı ekokardiyografide dopplerde şiddetlenmiş A dalgası ve mitral kapaktan geçen E: A oranı) ile sürdürülür. Yaşlı kalbinde diastolik fonksiyon eşlik eden yapısal değişiklikler ile kötüleşebilir (mitral veya aort kapak hastalığı, hipertansiyon, atriyal aritmiler, senil amiloidoz), hemodinamik durum daha fazla değişir. • Yapısal değişikliğe rağmen, kalbin sistolik fonksiyonu dinlenimde esasen normal kalır. Arteriyel sistemde yaşla ilgili değişiklikler, 30’lu yaşlarda başlar ve orta-yaşlar boyunca hızlanır. Artmış kollajen depolanması ve zayıflamış vasküler elastin sonucunda elastikliği, şişebilirliği ve dilatasyon kabiliyetleri değişir. Bu değişiklikler özellikle intimadadır, ateroskleroz sırasında görülenlere benzemektedir. Vasküler mediyada ise, düz kas hücrelerinde progressif büyüme ve de elastik lamellada lipit ve kalsiyum depolanması vardır. Santral arterlerin sertleşmesi sonucunda nabız dalga hızı yükselmiş ve sistolik arteriyel basınç artmıştır. Bununla birlikte, azalmış elastikliği sonucu öne-doğru arteriyel perfüzyona, azalmış arteriyel geri-tepme (recoil) katkıda bulunur. Arteriyel şişebilirliğin azalması ile, arteriyel segmentte nabızın gidiş hızı (nabız dalga hızı) artar. Santral kompliyans arterler boyunca, öne-doğru kardiyak ejeksiyon dalgası gidişi (yolculuğu), öne-doğru direnç ile karşılaşıncaya kadar devam eder. Nabız dalgası o zaman yansıtılır (yansıma dalgası), öne-doğru devam eden kardiyak ejeksiyon ile toplamda, sistolik basıncı yükselir. Daha az kompliyant (esnek) damarlarda yansıma dalgasının geriye dönüşü daha erkendir, sistolik basınca daha büyük katkıda bulunur. Siklik vasküler yorgunluk ve elastaz aktivitesi sonucunda vasküler elastin azalır ve parçalanır. Bu nedenle vasküler remodeling başlar ve sonucunda aorta ve major arterlerde uzama ve dilatasyon meydana gelir (Tortuöz dejenerasyon). Eşlik eden bozulmuş endotel fonksiyonu, kalan hücrelerden prostasiklin teşekkülünün azalmasına sebep olur. Yaşla, endotelyum apoptozise gider, hüc- Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği 571 re şekli ve büyüklüğü progressif olarak bozulur, çokçekirdekli dev hücreler artar. Bundan dolayı asetilkolin gibi agonistlere endotelyal cevap bozulur. Eşlik eden hipertansiyon, hiperkolesterinemi ve aterosklerozun arteriyel sonuçlarından, yaşlanmanın bozulmuş endotelyal fonksiyonunu ayırmak güçtür. TABLO 3. Modifiye edilmiş kreatinin klirensi hesaplanması İleti sisteminin yaşla ilişkili değişiklikleri, kollajen ve yağ dokusu depolanması sonucundandır. Yağ birikmesi sino-atriyal düğüm çevresindedir. Bu değişiklikler, kısmen veya tam olarak sinüs düğümünün atriyum damar sisteminden ayrılmasına neden olabilir. 75 yaşında, sinüs düğümünde pacemaker hücreleri sayısında belirgin azalma başlar. Genç erişkinlerdeki hücre sayısının %10’undan azı kalır. Atriyoventriküler düğüm ile sol ve sağ dalların dalcıklarında kalsifikasyon da olur. s-kreat: serum kreatinin micmol/L. Yaşlı hastalarda EKG’de hafifçe artmış, PR intervali QRS süresi de uzamış, dal blokları ve azalmış T-dalga amplitüdü olabilir. Maksimum öngürülen kalp hızı, oktogeneryanlarda 50 yaşına göre 30/dk daha düşüktür, yaşlı kişiler beta adrenerjik uyarılmaya daha az yanıt verir. RR intervali değişkenliğinin 40 ve 70 yaşları arasında %38 düştüğü gösterilmiştir (Framingham çalışması). Bu bulgu, yaşlanma ile, otonomik tonusun kardiyak fonksiyona daha az katkıda bulunduğunu yansıtmaktadır. Değişmiş otonomik düzenlemenin kanıtları; baş-kaldırma testinde (head-up tilt teti) azalmış kalp hızı değişkenliği, ve bozulmuş barorefleks. 50 ve 80 yaş arasında atriyal fibrilasyon prevalansının arttığı (<%0.5-%8.8) bildirilmiştir (Framingham). Holter monitorizasyonda, sağlıklı >60 yaşındaki kişilerin %33’de kısa supraventriküler taşikardi nöbetleri meydana geldiği görülmüştür, ayrıca atriyal ve ventriküler erken atımlarda anlam verilemeyen artmada saptanmıştır. Yaşlılarda Klinik Farmakoloji Yaşlı hastaların tedavisinde farmako-tedavi çok önemli girişmdir. Yaşla ilişkili değişmiş farmakokinetik (hastada ilaç ne yapıyor) ve farmakodinamiklerin (hastaya ilaç ne yapıyor) dikkate alınması önemlidir. • Farmakokinetiklerin anahtar komponentleri; yaşlanma sürecinden etkilenen ilaçların dağılım, metabolizma ve atılımdır. İlacın gastrointestinal sistemden emilimi, antiasid ve antikolinerjikler sık olarak kullanılmadıkca etkilenmiş görünmemektedir. İlacı emiliminden sonra, yaşla ilişkili değişikler ilacın tutulumunu etkileyebilir. Öncelikle karaciğer, oksidatif ve sentetik ilaç metabolizmasının major bölümüdür, yaşlanma ile karaciğer morfolojisi de değişikliklere uğrar. Ultrason’da, 50 yaşından sonra karaciğer kitlesinde progressif azalma gösterilmiştir. Bölgesel karaciğer kan akımı 25 yaşına göre 65 yaşında rölatif %45 azalır. Cockroft ve Gault formülü Kreatinin klirensi (mL/dk) = (140-yaş) X Ağırlık (kg) X 1.22/s-kreat (micmol/L) Değerler kadınlarda %15 azaltılacaktır. Nefron 1976;16: 31-41 Karaciğer enzimlerinde de önemli değişikler meydana gelebilir (özellikle sitokrom P-450 sistemi). Muhtemelen bu değişiklikler ilaçların (yaşam boyunca en fazla %25) azalmış karaciğer metabolizmasından sorumludur. • 20 ve 70 yaşları arasında, GFR %40 düşmüştür, buna azalmış renal kan akımı ve böbrek kitlesi sebep olur. Yaşlılarda renal fonksiyonu, kan üre ve kreatinin düzeyleri ile değerlendirmek önemli bir yanlıştır. Çünkü kan üre nitrojeni, sindirilen proteini ve adaleler tarafından meydana getirilen serum kreatinini yansıt, kötü beslenmiş yaşlılarda adale kitlesinin azalması sık değildir, buna bağlı olarak BUN ve kreatinin düzeyleri normal bulunabilir. Hesaplanmış kreatinin klirensi, total vucut kitlesinin azalmış adale kitlesi bölümünü hesaba katmadığından, klinik pratikte en iyi değerdir (Tablo 3). • Birçok standart kardiyovasküler ilaç (düşük molekül ağırlıklı heparinler GP 2B/3A-inhibitörleri, digoksin, diüretikler, ACEİ, atenolol ve klonidin) renal klirensten etkilenmektedir, renal fonksiyona göre doz düzeltilmesi tavsiye edilmektedir. • Böbrek atılan ile ilaç verilen yaşlı hastalarda “Cockroft-Gault” formülüne göre renal fonksiyon hesaplanmalıdır. Yaşla ilişkili ilaç dağılımına vucut karışımı ve plazma proteinleri ile değişikliklerin minor etkileri vardır. Vucudun yağ dokusu artışı sonucundada yağda-çözünür ilaçların dağılımı daha yaygın ve yarılanma ömürleri daha uzundur. Total vucut suyunun azalması ve azalmış volum dağılımı, suda-çözünür ilaçların, daha yüksek serum konsantrasyonlarına yol açar. Yaşla azalmış serum albümini, ilaç dağılımını çok az etkiler. Birçok ilaç ölçüm metodu total ilaç miktarını ölçmektedir. Farmakolojik olarak aktif, ilaçların albumine bağlanmamış konsantrasyonu da olduğundan, hipoalbüminemik hastalarda, hipoalbuminemi sonucunda azalmış albumine bağlı ilaç konsantrasyonun ötesinde gerçekten ilaç düzeyi yüksek olabilir. Yaşlılarda İlaç Kullanımı İlaçlar yaşlı hastaların fonksiyon ve yaşam kalitelerini düzeltir. Ters reaksiyonlar ve etkileşimler için devamlı 572 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 4. Yaşla ilişkili farmakolojik değişiklikler Genel düşünceler: Çoklu ilaç kullanımı (ilaç etkileşimi sık). Hafıza problemleri ve konfüzyon (uygun kullanım eksikliği). Farmakokinetikler (Biyoyararlık): Azalmış ilaç absorbsiyonu (genellikle çok önemli değil). Azalmış mukozal emilim yüzeyi (küçük barsak). Azalmış splaknik kan akımı. Azalmış gastrik boşalma zamanı ve gastrointestinal hareketler. Değişmiş volum dağılımı (Lipid-çözünür ilaçlar). Daha az adale kitlesi ve artmış vucut yağı. Azalmış total vucut suyu. Azalmış ilaç metabolizması (biyotransformasyon). Daha az karaciğer kitlesi ve azalmış kan akımı. Azalmış hücresel enzim aktivitesi (primer olarak oksidasyonu etkiler). Azalmış ilaç temizlenmesi (major faktör). Düşmüş GFR ve tubüler sekresyon. Değişmiş protein bağlanışı. Yükselmiş alfa-asit glikoprotein düzeyi (inflamasyon, hastalıktan dolayı). Azalmış karaciğer albümin sentezi ve serum protein düzeyleri. Farmakodinamikler (Değişmiş ilaç duyarlığı): Reseptör değişiklikleri. Azalmış beta-1 adrtenerjik cevap. Azalmış baroreseptör aktivite. Topol EJ.Textbook of Cardıovascular Medicine. Lippincott Williams & Wilkins. 2007. sayfa 561-81 olarak dikkatli olunmalıdır. Azalmış metabolizması ve yavaşlamış temizlenmesi ilaç komplikasyonlarına eğilimi artırmaktadır (Tablo 4). Farmakodinamiklerde yaşla ilişkili değişiklikler de tedavi etkilerini ve toksisiteyi ayrıca etkileyebilir. İlaçlar yaşlılarda yaşam kalitesini düzeltebilir, ancak yan etkilerine ve karşılıklı etkileşimlere karşı sürekli uyanık olunmalıdır. Azalmış metabolizma ve yavaşlamış eliminasyon, ilaç komplikasyonlarını yükseltebilir (Tablo 4). Farmakodinamiklerde yaşla ilişkili değişiklikler ilacın tedavi edici etkisi ve toksisitesini daha fazla etkiler. Kardiyovasküler hasta yaşlılarda ilaç kullanımı ilaç etkileşimi ile komplike olabilir. Bunların değişmiş dağılımı ve eliminasyonu, azalmış refleks ve son-organ cevapları ile etkileşime maruz kalmalarından dolayı özellikle çoklu ilaç kullanımında dozlarının düşürülmesi mantıklı ve tavsiye edilebilir. Hastalığın manifestasyonlarından ilaç yan etkilerinin ayırt edilmesi bazen problemli olabilir (baş dönmesi, değişmiş bilinç durumu, kabızlık, düşme gibi). Farmakolojik prensipler ve tedavinin etkilerinin anlaşılması, bilinmesi ilaç hataları riskini en aza indirir ve hastanın tedaviye kompliyansını düzeltir. KALP YETERSİZLİĞİ Kalp yetersizliği prevalansı 50 yaşından sonra, yaklaşık her 10 yılda iki katına çıkar. Birleşmiş milletler 2000 yılında gelişmiş ülkelerde nüfusun %22’sinin 60 yaşından yaşlı olduğunu bildirmiştir. Bu sayı 2020’de %30’a yükselecektir. Dünya genelinde toplumun yaklaşık %10 kadarının yaşı 60 yaş veya üzerindedir. Bu oranın gelecek 50 yılda ikiye katlanması beklenmektedir. Bu sürede yaşlı populasyonun kendisinin daha da yaşlanacağı unutulmamalıdır. Kalp yetersizliği anlamlı derecede azalmış yaşam kalitesi ve yüksek mortalite ve morbidite ile birliktedir. Yaşlılarda hastaneye yatışın en sık sebebidir. Gelişmiş ülkelerde total sağlık bütçesinin %2-3’ü kalp yetersizliğine harcanmaktadır; sağlık harcamalarının en büyük kaynaklarından biri kalp yetersizliğidir. Bundan dolayı yaşlılarda kalp yetersizliği alanına, insani ve ekonomik perspektiften akut olarak bakılması gereklidir. Epidemiyoloji Framingham çalışmasında, kalp yetersizliği insidensi, 65-94 yaşındakilerde; erkeklerde 1000’de 11, kadınlarda ise 1000’de 9 bildirilmiştir. Bu insidens 65 yaşın altındaki kişilerin insidensinin yaklaşık 4 katıdır (Br Heart J 1994;72/suppl:3-9). Swedish çalışmasında, kalp yetersizliği insidensi 7579 yaş grubunda 1000’de 11.5 bildirilmiştir, bu değer 5455 yaş grubunun 5 katıdır (j Intern Med 2001;249: 253-61). Bir başka çalışmada ise, KY hastalarının %88’i 65 yaş veya üzerinde ve yaklaşık yarısı ise 80 yaşından daha yaşlı bulunmuştur (Olmsted country, Minnesota: Mayo Clin Proc 1997;72: 453-60). Framingham çalışmasının 34 yıllık takibinde KY prevalansı 80’li yaşlardaki kişilerde %10 olup, 50’li yaşlara göre 10 kat daha yüksektir. Bunun dışında benzer çalışmalarda; erkeklerde, 67 yaşında 50 yaşına göre 5 kat artıp %13’e yükseldiği bulunmuştur, 25-74 yaşındaki kişilerde KY ile SV sistolik disfonksiyonu kombinasyonunun prevalansı 65-74 yaşlarda 45-54 yaşlarına göre iki katına yükselmiştir (erkeklerde %3.2, kadınlarda %3.6). Roterdam çalışmasında, KY prevalansı 55-64 yaşlarda %1’den 75-84 yaşlarda %13’e yükselmektedir. Benzer şekilde “Heart of England” çalışmasında, KY prevalansı 45-54 yaşlarda %2.3, 85 veya üzeri yaşlardaki kişilerde %3.1 bulunmuştur. • Özetle: KY prevalansı 65 yaş ve sonrasında katlanarak yükselmektedir, bu sonuçlar KY’nin bir “yaşlılık hastalığı” olduğu gerçeğini yansıtmaktadır (Swedberg K, Willenheimer R. Taloring Heart Failure Therapy. Martin Dunitz publ. 2003. s. 15-31). Etyoloji Olguların yaklaşık yarısından fazlasında kalp yetersizliğinden koroner kalp hastalığı ve hipertansiyon sorumlu- Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği dur, bazı çalışmalarda KY olayının yarısından fazlasında sebep sadece koroner arter hastalığı bildirilmiştir. Bununla bağlantılı olarak, yaşlılık miyokard infarktüsü sonrası KY gelişiminin bağımsız öngörenidir, yaşlılarda ayrıca diyabet de kalp yetersizliği gelişmine predispozisyon (önceden hazırlayıcı) teşkil etmektedir. Diyabet ile birlikte, KY gelişme riskinin, 3-4 yılda %30 artığı gösterilmiştir. Patofizyoloji KKY sendromunun farklı sebeplere rağmen iyi bilinen semptom ve bulguları vardır. Kalbin vucudun metabolik ihtiyacı ve oksijenizasyon için, dinlenimde normal intrakardiyak basınçlara rağmen yeterli miktarda oksijen (oksijenlenmiş kan) sunamaması tüm patofizyolojiyi birleştiren en iyi tariftir. Bu sendrom sistolik veya diyastolik miyokardiyal disfonksiyon, anormal dolum durumları, valvular hastalık, aritmiler veya hipertansiyon (tümü yaşlılarda sık görülen durumlar) sonucunda gelişir. Nadiren, konstriktif perikardit gibi restriktif süreç de sorumlu olabilir. Yaşlılarda KKY etyolojisi çok-faktörlüdür ve <%10 ve >%55 gibi geniş bir SVEF aralığında pulmoner ödem görülebilir. Daha da ötesi bireysel olarak her hastada konjesyon olmayabilir, dolayısı ile “kalp yetersizliği” adı, “konjestif kalp yetersizliğine” göre daha belirleyici ve uygundur. Presipite eden sebeplerden ilgisiz, kardiyovasküler sistemde yaşla ilgili değişiklikler KKY gelişimine katkıda bulunur ve hastalığın teşhis ve tedavisini güçleştirebilir. Bu özellikle sistolik fonksiyonu korunmuş yaşlı KKY hastalarında doğrudur. Öncelikle, amiloid depolanması diyastolik disfonksiyonu kötüleştirebilir. Diyastolik disfonksiyon ve koroner kalp hastalığı ile genellikle birlikte olup, miyokardiyal iskemi diyastolik disfonksiyonu kötüleştirerek, SV dolum basıncı ve pulmoner venöz basınçta birdenbire dramatik yükselmeye sebep olabilir. Atriyal fibrilasyon da esasen SV dolum basıncını yükseltebilir, sonuçta pulmoner konjesyon ve kalp yetersizliği meydana gelebilir. Düşük SV dolum basıncının sürdürülmesine atriyal kontraksiyonun katkısı diyastolik disfonksiyonda daha önemlidir. Kronik KY’nin dekompanse olmasında geçici yükselmiş kan basıncı önemlidir. Hastane öncesi döneminde 200 mmHg’ya kadar ulaşabilen sistolik kan basıncı düşük EF ve hatta pulmoner ödem tablosunda akut diyastolik disfonksiyona sebep olduğu bildirilmiştir. KKY dekompansasyonunda, hastaların %30’da iskemiyi ima eden miyokardiyal hasar markerleri yükselmiştir, miyokardiyal iskemi akut dekompansasyon fizyopatolojisine katkıda bulunabilir. Klinik Tablosu ve Teşhis Yaşlılarda, diğer kardiyovasküler sendromlar gibi kalp yetersizliği teşhisi de karıştırılabilir. Genellikle yaşlılar- 573 da KY semptomları dispne, öksürük paroksismal noktürnal dispne, ve ortopne bulunabilir, fakat diğer semptomlarda ağırlıkta olabilir. Teşhisi karıştıran nonspesifik semptomlar; yorgunluk, kuvvetsizlik, anoreksi, hafif ve göze çarpmayan santral sinir sistemi fonksiyonunun kötüleşmesi onun manifestasyonları olabilir (somnolans, konfüzyon veya oryantasyon bozukluğu). KY teşhisinde objektif veriler önemli ve çoğu zaman gereklidir, çünkü yaşlılarda kalp yetersizliği patofizyolojisi komplekstir, yanıltıcı olma olasılığı yüksektir. EKG ve göğüs radyografisi (Tele radyografi) her zaman faydalıdır, ekokardiyografi ise en değerli görüntüleme tekniğidir, çünkü sistolik ve diyastolik fonksiyonun herikisini de belirler. Ayrıca, ekokardiyogram valvular anormallikleri kesin olarak tanımlayabilir ve yaşlılarda seyrek bulunan amiloid infiltrasyon gibi anormallikler için ipuçları verebilir. Ek olarak, Kardiyak magnetik rezonans görüntüleme (MRI) ve çok-detektörlü (çok kesitli) kompüterize tomografik (MD-CT) tarama koroner arter hastalığını daha az invazif olarak belirleyebilir(ancak şiddetli koroner kalsifikasyon bulunanlarda tanısal değeri düşer). Kardiyak MRI, doku özelliklerini değerlendirebilir ve kalp yetersizliğinin birkaç farklı etyolojisinin ayırt edilmesine yardımcı olabilir (demir yüklenmesi, hemosideroz ve amiyloid, veya iskemik etyolojiler gibi). Yaşlı hastalarda kalp yetersizliğinin teşhis zorluklarından dolayı, nörohormonal markerlerin teşhis ve prognozun değerlendirilmesinde kullanılmaları ilgi çekmiştir. Bunların en önemlisi BNP olup, AHA/ACC kılavuzlarında, hastalarda açıklanamayan dispne teşhisinde BNP ve NT-ProBNP’ye önemli bir rol verilmiştir. Buna rağmen yaşlılarda BNP’nin önemi tartışmalıdır (Bakınız Bölüm 1.2, 2.1). Mevcut analizler yaşla ve bozulmuş renal fonksiyon ile değişebilir. Oysa ki 500 pg/ dL düzeyi, <55 yaş için açıkca anormaldir, ancak yaşlılar için normal olabilir (BNP düzeyi X 4 = proBNP düzeyi). • Kalp yetersizliğini öngören Pro-BNP düzeyini yaşlılarda belirlemek için yeni yapılan bir çalışmada: “Pro-BNP düzeyi, <55 yaş için; NÜS (normalin üst sınırı) X2, >65 yaş için ise; NÜS X 4” anlamlı düzey bildirilmiştir. Mortalite ve Morbidite KKY’li yaşlı hastalarda prognoz değişkendir (1 yılda mortalite <%10->%50). Mortalite kalp yetersizliğinin sebebi, hasta yaşı, atriyal fibrilasyonun varlığı ve komorbidlerin bulunmasına bağlıdır. Olmstead County, Minnesota çalışmasında, 2001’de son 20 yılda kalp yetersizliğinin yaşam beklentisi (sağkalım) düzelmesine rağmen, insidensi düşmemiştir. 1999 ve 2002 yılları arasında AMİ ve yaşlı populasyonun bakımındaki düzelmeden dolayı, KKY’den mutlak ölüm sayısı %35.3 yükselmiştir. İlave olarak, yaşam beklentisindeki bu düzelme kadınlar ve yaşlılar ile sınırlı kalmıştır (JAMA 2004;292:344-350). 574 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Primer diyastolik disfonksiyonlu hastaların prognozu, sistolik disfonksiyon veya herikisinin bulunduğu hastalara göre daha iyi olma eğilimindedir. Kadın cinsiyet ve diyabetiklerin prognozu en kötüdür. İleri yaşlı hastalar, mortalite oranları yüksek olduğundan, tedavilerin çoğundan en fazla faydalanma eğilimindedirler. Fakat, mortalite ve morbidite tedavinin faydasına rağmen ileri yaşlılarda yüksek seyretmektedir. Optimize Registry’de, akut dekompanse kalp yetersizliğinde 2 önemli nokta gösterilmiştir: (1) Yaşlı hastalar, daha gençlere göre kanıta dayalı tedavileri (beta-blokerler, ACEİ ve spironolakton gibi) daha az almıştır. (2) Bunların kısa dönem mortaliteleri yaşı temel alan tedavi faktörlerinden bağımsız belirgin yükselmiştir (yaşlılığın mortaliteye bağımsız etkisi, değiştirilemeyen faktör). Yaşlılarda birikte bulunan komorbidler de kısa dönem mortalite riskini yükseltir. Kalp yetersizliği sadece yüksek mortalite ile değil yüksek morbidite ile de ilişkilidir. 1979 ve 2002 yılları arasında kalp yetersizliği teşhisi ile hastane çıkışları %150 artmıştır. Hastane mortalite oranı %3-4 ve 3 ayda mortalite %10 ve 3 ayda yeniden hastaneye yatış riski %20-%30 bildirilmiştir (Rev Cardıovasc Med 2003; 4/supp l7: s21-S30). Tedavi Anjiyotensin konverting enzim inhibitörleri (ACEİ): SVEF’si < %40-45 sistolik disfonksiyonlu hastalarda tedavinin birinci-sırasındaki ilaçlar ACEİ’lerdir. Genel olarak, tedaviye başlandıktan sonra hasta tolere edebildiği kadar dozu yukarıya doğru titre edilmelidir (hedef dozlar çalışmalarda gösterildiği gibidir, bakınız Bölüm 1.2). • Sadece semptomatik düzelme dikkate alınarak titre edilmememilidir. SV sistolik disfonksiyonuna bağlı orta-ağır derecede kalp yetersizliği olan hastalarda ACEİ’lerin morbidite, mortalite ve hastaneye yatışı anlamlı azalttığı gösterilmiştir. • ACE inhibitörleri, ilk önce verilmelidir, fakat volum yüklenmesi veya sıvı retansiyonu bulguları bulunan hastalarda diüretikler ile birlikte verilebilir. Kalp yetersizliği ile ilgili çalışmalardaki hastaların ortalama yaşı klinik pratikte bulunandan daha küçüktür (ortalama 60-64 yaş, sadece CONSENSUS çalışmasında 70-71 yaş). Klinik pratikte görülen KY hastalarının en fazla %78’nin yaşı 65 yaş veya üzerindedir. Miyokard infarktisünden sonra Kalp yetersizliği veya SV disfonksiyonu hastalarında (SOLVD –korunma çalışması); yaşa göre risk katmanlandırılmasında (<55 yaş, 55-64 yaşlar, 65-74 yaşlar, >75 yaş) tedavinin (Enalapril) faydasında heterojenite bulunamamıştır (kombine edilmiş sonuçlar: Ölüm, veya miyokard infarktüsü ve ölüm, veya KY ile yeniden yatış). ACEİ’lerin faydası SVEF’si çok düşük olanlarda daha fazladır. EF’si rölatif olarak korunmuş (daha az düşük EF) hastalarda bile ACEİ’lerin faydası görülmüştür. ® Sonuç: ACEİ’ler yaşlı KY’li hastalara, SVEF’si hafif-orta derecede bozulmuş olsa dahi verilmelidir. Yaşlanma sadece kardiyovasküler yapı ve fonksiyonlarda yaygın değişikliğe sebep olmayıp ayrıca diğer organ fonksiyonlarında da değişikliklere yol açmaktadır. Yaşın artışı ile GFR’de düşmektedir. ACEİ’ler ile tedavi edilen yaşlı KY hastalarında en önemli konu (yan etki) ACEİ’lere bağlı renal fonksiyonun bozulmasıdır. Anlamlı reno-vasküler hastalık (>%50’darlık yapan renal arter stenozu), yaşlı hastaların 1/3’de bulunmuştur. Bunun anlamı: Yüksek-riskli yaşlı KY hastaları, renal arter stenozunu saptamak için renal arter anjiyografi indikasyonu için taranmalıdır. Renal arter hastalığı bulunanların çok azında bilateral hastalık bulunmuştur. Unilateral hastalığı bulunan yaşlı hastalar ACE inhibitörlerini iyi tolere ederler. Ancak günümüzde, yaşlı KY hastalarına ACEİ başlamadan önce renal arter stenozu için tarama yapılması konusunda fikirbirliği yoktur. Akut renal yetersizliğin öncesinde, serum kreatinin konsantrasyonunda yükselme gelir. Özellikle yaşlılarda kronik KY’de, ACEİ tedavisi başlanması ile veya kronik ACEİ tedavisi sırasında renal fonksiyon akut olarak bozulabilir. ® ACE inhibitörlerinin kullanımı sırasında, ACEİ dozu ve serum kreatinin düzeyi, aylar ve yıllardan beri stabil seyrederken bile akut renal yetersizliğin gelişebileceği akılda tutulmalıdır. KY hastalarında renal fonksiyon değişikliği sıklığı (serum kreatininin bazale göre ≥0.5 mg/dl yükselmesi), KY hastalarında enalapril ile %16, plasebo ile ise %12 bulunmuştur (SOLVD). Azalmış renal fonksiyon yaş, diüretik tedavi ve diyabet ile ilişkilendirilmiştir, oysa Bb tedavi ve yüksek SVEF’si reno-protektiftir. Renal hipoperfüzyona yol açan birçok faktör, ACEİ tedavisi kullanan birçok yaşlı KY hastasında akut renal yetersizliğe sebep olabilir. • Bu faktörlerin en önemlisi: Sistemik hipotansiyon; KY’de veya angina gibi durumların eşlik ettiği hastalarda sıklıkla ACEİ’lere kombine edilen ilaçlardan dolayı hipotansiyon sık gelişir (diüretikler, Bb, vazodilatörler, ARB’ler gibi). Bazı kalp yetersizliği hastalarında yoğun diüretik kullanımına bağlı olası volum kaybı sonucunda ACEİ verilmesi ile akut böbrek yetersizliği riskinin 10 kat arttığı bildirilmiştir. Diğer risk faktörleri; bilateral renal arter stenozu, dominant veya tek böbreğin stenozu, küçük preglomerüler damarların aterosklerotik hastalığı ve hipertansiyona bağlı afferent arteriolar daralma. Yaşlı hastalar dikkatle izlenirse ACEİ’lere bağlı akut böbrek yetersizliği erken teşhis edilebilir. Serum kreatinin ve elektrolit düzeyleri KY hastasına ACEİ başlamadan önce başlandıktan en az bir hafta sonra değerlendirilmelidir. Şayet inatcı oligüri veya hipotansiyon gelişirse kreatinine daha erken bakılmalıdır. Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği • Kreatinin, serum düzeyi < 200 micmol/l; (<2 mg/dl) değerde iken, %30’dan fazla yükselmesi durumunda ACEİ dozu düzeltilmelidir. Şayet kreatinin değeri artmaya devam ediyorsa, ilaçlar böbrek fonksiyonu ileri tetkik edilene kadar durdurulmalıdır. • ACEİ tedavisine bağlı böbrek yetersizliği komplikasyonu hemen her zaman reversibildir. Klinik deneyimlerin ışığında bu durumda ACEİ tedavisinin kesilmesi, veya en azından dozunun azaltılması yeterlidir. Bu önlemlere ilave, ACEİ’ler ile etkileşen ilaçların kesilmesi, destekleyici sıvı ve elektrolit tedavisi ve nadiren (oligürik, hiperpotasemik veya akut böbrek yetersizliğinde) geçici diyaliz bu tedavinin dayanaklarıdır. Volum kaybı ve renal hipoperfüzyonun altında yatan sebepler tanımlanmalı ve düzeltilmelidir. Bunlar başarılmışsa, sistemik hemodinamik durum ve renal fonksiyon düzeldikten sonra ACEİ’ler yeniden başlanabilir. Kronik böbrek yetersizliği bulunuyorsa, renal atılanlar yerine kısmen hepatik yolla atılan ACEİ’lerin seçilmesi avantaj sağlayabilir. Bunlar böbrek disfonksiyonunda daha az birikir (Fosinopril, benazepril gibi). Kılavuzlarda, ACE inhibitörlerinin klinik çalışmalarda kullanıldığı dozlarda verilmesi önerilmektedir (Bölüm 1 2, 2.2’de). ACEİ’ler kalp yetersizlikli yaşlı hastalarda sık verilmemekte, veya klinik çalışmalarda etkilerinin kanıtlandığı dozlarda kullanılmazlar. Kalp yetersizliği hastasında, hasta tolere edilebilen tek doz olmadıkça, ACEİ çok düşük dozda idame ettirilmemelidir (ATLAS), mümkünse tolere edilebilen en yüksek doza çıkılmalıdır. • Sonuçta, ACEİ’ler, sistolik fonksiyonun azaldığı yaşlılarda bile kalp yetersizliği tedavisinde indikedir. Yaşlılarda ACE inhibitörü tedavisine bağlı daha fazla böbrek yetersizliği gelişebilir. Bundan dolayı tedaviye başlarken düzenli olarak kreatinin kontrolu yapılmalıdır, yakın takip ile yan etkiler önlenmeli, birlikte gereksiz diüretik ve vazodilatör kullanımına dikkat edilmeli, bunların dozları klinik duruma göre sık düzeltilmelidir. Yaşlılarda tedaviye başlandığında, dozu kılavuzlarda önerilen doza doğru yavaşca artırılmalıdır. Anjiyotensin tip-1 reseptör blokerleri (ARB): ARB’ler, ACEİ’lerin indike olduğu fakat tolere edilemediği hastalarda alternatif tedavi olarak tavsiye edilmektedir (ACEİ’lerin öksürük anjiyoödem gibi spesifik yan etkilerine bağlı intoleransta). ACE inhibitörleri anjiyotensin –II üretimini bloke etmektedir, ARB’ler ise anjiyotensin –II’nin tip-1 reseptörlerini bloke ederler. Anjiyotensin –II’nin kalp yetersizliğindeki zararlı etkileri bu reseptörün uyarılması ile meydana gelmektedir (Bölüm 1.2). ARB Losartan ile ACEİ kaptoprilin, SV sistolik disfonksiyonu ve konjestif KY’li yaşlılarda (65 veya daha yaşlı) etkinlik ve güvenliğinin mukayese edildiği ça- 575 lışmada (ELİTE I); Losartan ile daha az hasta yan etkilerden dolayı tedaviyi kesmiştir, bu bulgu yaşlı KY hastalarının ARB’leri ACEİ’lere göre daha iyi tolere edebildiğini ima etmiştir. Bununla birlikte, ölüm ve/veya hastaneye yatış Losartan ile %32 daha az olmuştur, esas sonuç Losartan ile ölüm daha az sayıdadır. Yukarıdaki hasta grubunda Losartanın artmış etkinliğini kanıtlamak için biraz daha az yaşlı (60 veya daha yaşlı) ve 4’ünden birinin daha önce ACEİ tedavisi görmüş hastalarda yapılan çalışmada (ELİTE II); Losartanın Kaptoprilden daha üstün olduğu (KY’de yaşam beklentisinin artırdığı kanıtlanamamış, fakat Losartanın kaptoprile göre anlamlı olarak daha iyi tolere edilebildiği ispatlanmıştır. ACEİ veya ARB’lerin kullanılmasına rağmen, anjiyotensin –II’nin etkileri tam olarak bloke edilememektedir. Hipotez; renin-anjiyotensin sisteminin daha tam bloke edilmesi ile KY sonuçlarının daha fazla düzeltebileceği düşünülmüştür. Bu amaçla, 65 veya daha yaşlı hastaların dahil edildiği çalışmada ACEİ, Bb ve digoksin ile yapılan geleneksel tedaviye Valsartan veya plasebo eklenmiştir (N Engl J Med 2001;345:1667-75); toplam mortalite heriki grupta benzer, ancak birleştirilmiş sonlanma noktası (mortalite ve morbidite), valsartanla plaseboya göre daha az bulunmuştur. Bu etki <65 yaşındakiler ile 65 veya daha yaşlılarda benzerdir. Valsartan ile tedavi sonucunda NYHA sınıfı, SVEF, KY semptom ve bulguları, ve yaşam kalitesi de plaseboya göre anlamlı düzelmiştir. İlginç olarak temelde ACEİ veya Bb’den birini almakta olan hastalarda, valsartan daha iyi etki göstermiştir, fakat heriki tip ilacı birlikte alanlarda artmış yan etkiler dikkat çekmiştir. ACEİ de alan hasta altgrubunda mortalite anlamlı düşmüştür (kombine RAS blokajı). KY mortalite çalışmalarına göre, günümüzde KY tedavisi için sadece Losartan ve valsartan değerlendirilmiştir. ARB’lerin hepsi de ortak etki mekanizmasını paylaşmaktadır: Anjiyotensin tip-1 reseptörlerinin blokajı; bunların reseptör-bağlanma kinetikleri, farmakokinetikleri farklıdır. Bu özelliklerinin mortalite faydasına yansıması belirsizdir. Günümüzde yaşlılarda da önerilen; ARB’ler ACEİ’leri tolere edemeyen hastalara verilmelidir. ESC-2008 KY Kılavuzu Tavsiyeleri: • Renal fonksiyonun bozulması, yaşlılığın doğal bir sonucudur. Bundan dolayı, ACEİ, ARB’ler, spironolakton ve digoksin dozlarının düzenlenmesi gerekebilir. Beta Blokerler (Bb): SV sistolik disfonksiyonuna bağlı KY’de Bb’ler yaygın olarak araştırılmıştır, stabil ve bozulmuş SV sistolik fonksiyonu bulunan hastalarda, kontrindike veya daha önce tolere edilemediği gösterilmedikce kullanılması tavsiye edilmektedir. 576 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Beta-1 selektif (Bisoprolol, metoprolol) ve nonselektif vazodilatör etkili Bb’lerin (karvedilol), kalp yetersizliği mortalite ve morbiditesini azaltmada etkili olduğu gösterilmiştir. Bisoprololun mortaliteye etkisi, 22-80 yaşındaki (ortalama yaş 61) NYHA sınıf –III, -IV KY’de, diüretik ve ACEİ (intoleransında yerine başka vazodilatör) tedavilerini de alan hastalarda Bisoprolol’un etkisi araştırılmış; plaseboya kıyasla primer sonlanma noktası toplam mortaliteyi %34 azaltmış, morbiditeyi de anlamlı düşürmüştür (CIBIS II). 70 yaş veya üzerindeki yüksek riskli hastalarda da bisoprolol mortaliteyi benzer şekilde düşürmüştür; sekonder sonlanma noktası (toplam hastane yatışları, kardiyovasküler mortalite ve hastane yatışlarından ibaret toplanmış sonlanma noktası ve erken tedavinin devamlı kesilmesi) daha genç hastalara göre anlamlı derecede farklı bulunmamıştır. Bununla birlikte yaşlı hastalarda, gençlerdekinin tersine plaseboya kıyasla bisoprolol tedavisinin devamlı ve erken kesilmesi daha sık olmuştur. NYHA sınıf II - IV ve bozulmuş SV sistolik fonksiyonu olan KY hastalarının alındığı Metoprolol CR/XL çalışmasında, bir yıllık takipte primer sonlanma noktası (her sebepten mortalite), metoprolol ile plaseboya göre %11’den %7’ye inmiş, metoprolol ile KY tedavisi (<60, 60-69 ve ≥70 yaş gruplarına dağılan hastalar arasında bile) iyi tolere edilmiş ve etkili bulunmuştur; metoprololun pozitif etkisi, daha yukarı yaş gruplarında, orta ve daha küçük yaşlarla kıyaslandığında benzer olmuştur (MERİT-HF). Metoprolol ve bisoprololun aksine, karvedilol nonselektif beta-1 ve beta-2 reseptör, ayrıcada alfa-1 reseptör blokeridir, antioksidan özellikleri de bulunmaktadır. Karvedilolun, kalp yetersizliği tedavisinde, SV sistolik disfonksiyonuna bağlı mortalite ve hastaneye yatışa etkisi kanıtlanmıştır. <65 veya ≥65 yaş gruplarında, mortalite ve birleştirilmiş ölüm veya hastane yatış riski azalması benzer bulunmuştur. Yaşlı hastalarda bile karvedilol ile tedavi iyi tolere edilmiştir. • Sonuçta günümüzde inanılan Bb tedavinin başlama fazında dahi yan etkilerinin meydana gelişi rölatif olarak nadir görülmektedir. Bununla birlikte en sık görülen yan etkiler; yorgunluk, hipotansiyon ve ayni zamanda bradikardidir. Özellikle yaşlı KY hastalarına Bb’lerin düşük dozlarda başlanması ve doz yükseltilirken dikkatle izlenmesi tavsiye edilmektedir. Yaşlı KY Tedavisinde HFSA-2006 Tavsiyeleri ve Yorumu Genç hastalardaki gibi, özellikle >80 yaşındaki hastaların bile dispne ve yorgunluk semptomları bulunduğunda, bunların KY olarak değerlendirilmesi, tavsiye edilmektedir. • SV sistolik disfonksiyonuna bağlı KY’de, tüm yaşlı hastalara standart tedavi Bb ve ACEİ tavsiye edilmiştir. • Kontrindikasyonların olmamasında, bu ajanlar ileri yaşlılarda da (>80 yaş) tavsiye edilmiştir. • Tüm hastalarda, özellikle yaşlılarda volum durumuna, semptomatik serebrovasküler hastalık ihtimali ve postural hipotansiyon bulunmasına ACEİ ve Bb tedavisi sırasında çok dikkat edilmelidir (Journal of Cardiac Failure 2006;12:11-35). Diüretikler: Dekompanse KY tedavisinde en sık kullanılan ilaçlar kulp-diüretikleridir, sıvi retansiyonu veya volum yüklenmesi belirtileri bulunan hastalarda önerilmektedir. Klinik perspektifte, diüretikler KY tedavisinde semptomların azalmasında diğer tedavilere göre daha üstün görünmektedir. Oral veya İV, her türlü kullanım şeklinde diüretikler yükselmiş pulmoner basınçları anlamlı düşürmüştür. Diüretikler, KY’de sıvı retansiyonunu kontrol edebilen ve mevcut tek ilaçlardır. ACE inhibitörleri lehine diüretik tedaviden kaçınmak, boşuna bir girişimdir. Bununla birlikte, diüretikler renin salınımını uyarır, daha sonra ise uzun süre engellenemeyen zararlara sebep olabilen renin-anjiyotensin-aldosteron sistemini aktive ederler. Bundan dolayı şayet SV sisolik disfonksiyonu bulunuyorsa diüretiklerin ACEİ ve Bb’ler ile birlikte verilmesi tavsiye edilmektedir. • Yaşlı hastalarda, kulp-diüretiği ile infüzyonun intravenöz bolus dozlar şeklinde uygulamaya göre daha etkili olduğu bildirilmiştir. Furosemid ve Torasemidin karşılaştırmasında, KY ile yeniden yatışın önlenmesi ve semptomlar, yaşam beklentisinin düzelmesinde Torasemidin daha etkili olabileceği gösterilmiştir. • Yaşlı hastalarda gençlere göre, bozulmuş renal fonksiyona bağlı diüretik rezistansı daha yüksek olasılıkla gelişebilir. Bu durumdan, düşük-doz diüretik kombinasyonları ile yapılan segmenter ardışık nefron blokajı ile kaçınılabilir (proksimal tubulus, Henle kulpu, distal tubulus ve toplayıcı kanallarda sodyum reabsorbsiyonunun eşzamanlı bloke edilmesi; düşük dozlarda “Ardışık-etkili”; kulp, tiyazid, AA diüretiği, oazmotik-diüretikler ile). Yaşlılar dahil tüm hastalarda görülen diüretik tedavisinin kötü, olumsuz reaksiyonları; hipokalemi ve hipomagnezemi için hastaların serum elektrolitleri yakından izlenmelidir. Yaşlı hastalar özellikle hipotansiyon ve azotemi gibi diğer yan etkilere duyarlıdır. KY hastalarında yaşlılar ve gençlerde, diüretik tedavisinin prognoza etkisi herikisinde de net olarak bilinmemektedir, buna rağmen diüretikler ACEİ ve Bb’ler ilaçlar ile yaşam beklentisini araştıran tüm çalışmalarda primer tedavi ile birlikte kullanılmıştır. Spironolakton, potasyum-tutucu diüretik olup etkisini aldosteron reseptörlerini bloke ederek göstermektedir (bakınız Bölüm 1.2). Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği Bilindiği gibi, aldosteronun KY patofizyolojisinde önemli olumsuz etkileri vardır; sodyum retansiyonuna, magnezyum ve potasyum kaybına neden olmakta; sempatik aktivasyon ve parasempatik inhibisyon ile miyokardiyal ve vasküler fibroza yol açmakta; baroreseptör disfonksiyonu, vasküler hasarı artırır ve arteriyel kompliyansı bozar. ACEİ’ler renin-anjiyotensin-aldosteron sisteminin inhibisyonu ile aldosteron teşekkülünü tam olarak suprese edemez. Dolayısı ile ACEİ, diüretik ve digoksin tedavisine spironolakton eklenmesi orta-ağır KY ve SV sistolik disfonksiyonunda, mediyan 67 yaşındaki hastalarda yaşam beklentisini düzeltmiş ve kötüleşen KY ile hastaneye yatışı azaltmıştır. Spironolaktonun <76 yaş ve ≥67 yaşlardaki hastalarda etkisi benzer bulunmuştur (N Engl J Med 1999;341: 709-11). Bu çalışmada spironolakton tedavisinin az sayıda yan etkisi olmuştur (hiperkalemi, kreatinin artışı, ağrılı jinekomasti, dispeptik şikayetler gibi). KY’de spironolakton tedavisinin bildirilen yan etkilerine özellikle yaşlılarda dikkat edilmesi gerekir. ACEİ ile spironolakton tedavilerinin kombine edilmesi sonucunda gelişen hiperkalemi yaşamı tehdit edebilir, herikisinin kombinasyonu düşük dozlarda olmalı ve tedbirli kullanılmalıdır, elektrolitler yakından izlenirse bu komplikasyon önlenebilir. Digoksin: 18. yüzyıldan beri KY tedavisinin merkezinde rol oynamaktaydı, bununla birlikte KY tedavisinde faydası ve riskleri özellikle yaşlılarda tartışmalıdır. Bu ilaçların etkileri, miyositlerin kalsiyum aktivatörünü (kalsiyum iyonu) elde edebilmesini artırarak, bunun sonucunda pozitif inotropik etki oluşmaktadır (bakınız Bölüm 1.2). Digoksin en sık yazılan kardiyak glikozidtir. Digoksinin normal renal fonksiyonu olanlardaki temizlenme yarı-ömrü 36-48 saattir, bunun sonucunda vucut depolarından günde 1/3’ü kaybedilir. Digoksinin renal atılımı GFR ile orantılıdır. Daha önce digoksin verilmemiş hastalarda, yükleme dozu yapılmadan, normal renal fonksiyonu olanlarda, sabit durumlu plato konsantrasyonu 7-10 günde (4-5 yarılanma-ömrü sonra) gelişir. • Yaşlı kalp hastalarında renal fonksiyon sıklıkla bozulmuştur. Bu hastalarda, günlük idame dozu ile sabit plato-durumuna ulaşana kadar geçen önceki süre orantılı olarak uzamıştır. Daha da ötesi, kronik renal yetersizlikte digoksinin volum dağılımının sabit-durumu azalmıştır. Bundan dolayı digoksinin yükleme ve de idame dozları azaltılmalıdır. Kalp yetersizliğinde birlikte supraventriküler aritmiler olmadıkça nadiren yükleme dozunda digoksin verilir. Digoksinin tavsiye edilen tedavi dozu aralığı 0.5 ve 1.5 ng/ml’dir (plazma digoksin düzeyi). Dar tedavi 577 aralığından dolayı, yaşlılarda toksisite riski yükselmiştir. Digoksin toksisite riski, diüretik etkileşimine bağlı daha fazla artar. Volum kaybı ve elektrolit bozukluğu ile düşmüş GFR sonuçta digoksin toksisite riskini artırabilir. Digoksin ile tedavi edilen ve hastaneye yatırılan KY hastalarının %4’de digoksin toksisitesi belirtileri tesbit edilmiştir, bunların yarısı önlenebilir bulunmuştur. Ayrıca, digoksinin bulunan faydalı klinik etkilerinin (KY’nin kötüleşmesi gibi) serum digoksin konsantrasyonu ile ilgisi yoktur, digoksin tedavisi KY’de mortaliteyi de artırmıştır. Sinüs ritmindeki kronik KY hastalarında (DIG çalışması); diüretik ve ACEİ tedavisine digoksin ilave edilmesinin, mortalite ve hastaneye yatışa etkisi değerlendirilmiştir (esas çalışmada EF≤ %45), hastaların ortalama yaşı 64, %32’si 70 veya daha yaşlı idi. • DİG çalışmasının temel bulgusu; digoksinin mortaliteye görülebilir bir etkisi olmamıştır. KY’nin toplanmış sonlanma noktası ölüm veya hastaneye yatış digoksin alanlarda %24 azalmıştır. Artan yaşla; ölüm, KY ile hastaneye yatış ve KY’den ölüm yaşla birikte progressif olarak artmıştır (<50, 50-59, 60-69, 70-79 ve ≥ 80 yaş gruplarında mortalite giderek yükselmiştir). • Bu sonuçlara göre digoksin her yaşta KY ile hastaneye yatış riskini azaltmıştır. İlacın kesilme sıklığı da yaşla birlikte artmıştır; bu bulgu yaş ile toksisite arasındaki etkileşimi dengelemiştir. Bununla birlikte, özellikle diüretik ve ACEİ tedavisi ile birleştirilmiş digoksin tedavisinin yaşlı KY hastalarında bazı faydaları bulunmaktadır. Digoksin SV disfonksiyonu bulunan kronik KY hastalarında tavsiye edilmektedir. (Bakınız, Bölüm 1.2). ® Yaşlılarda Sistolik Kalp Yetersizliği Tedavisinde, Dikkate Alınması Gereken Önemli Pratik Noktalar: • Sistolik disfonksiyon yaşlı hastalarda, gençlerdeki gibi tedavi edilir. • Yaşlılarda komorbidler farmakolojik tedavide hesaba katılmalıdır. • ACEİ ve Bb’ler, KY’li yaşlılarda da tedavinin köşetaşıdır. • ACEİ intoleransı, özellikle yaşlılarda tedavinin başlangıcında düşünülenden daha yüksektir, ARB’ler inhibitörler yerine kabul edilen alternatif tedavidir. • Yaşlılarda Bb’lerin KKY’de güvenilirliği ve faydası gösterilmiş ve kanıtlanmıştır. KKY’de, yaşla ilgisi olmadan (≥70 yaş) Bb (Nebivelol) verilmelidir, SV sistolik fonksiyonu korunmuş olan yaşlılarda da Bb tedavi etkilidir (SENIOR). Mortaliteyi yaşlı olmayan hastalara benzer şekilde azalmıştır (Metaanaliz. Am J Cardiol 2005;95: 896-8). 578 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI • Diüretikler, konjestif semptomların kontrolunda Köşe-taşıdır. KLinik kalp yetersizliği LVEF ≥ %40 • Dijital preparatlarının sistolik ve diyastolik KY’de değeri sınırlıdır (N Engl J Med 1997;336:525-533). Ancak refrakter semptomlar bulunan yaşlılarda, dikkatle doze edilerek halen kullanılmaktadır. Atriyal fibrilasyonun ventrikül hızını kontrol edilmesinde faydalıdır (yaşla ilişkili AV nodal disfonksiyon, yaşlılarda ventrikül cevabını kısıtlasa bile). Dijital düzeyinin 1.0 ng/ml altında olması, özellikle NYHA sınıf –III hastalarda, yaşam beklentisini düzeltmiş ve hastane yatışını azaltmıştır (DIG). Optimize KB Kontrolü – ACEİ/ARB – Beta-bloker – Kalsiyum kanal blokeri – Diüretik İskemi tedavisi – Antianginal ilaçlar – Perkutan revaskülarizasyon – ACBG • Biventriküler kalp-pili ve İCD tedavisi, uygun hastalarda sınıf-Ia indikasyondur (rezidüel yaşam beklentisine göre veya yaşam kalitesini kısıtlayan komorbidleri olmayan hastalara uygulanması veya bunlar için saklanması mantıklıdır). Yaşlılarda Diyastolik Kalp Yetersizliği Tedavisi Prensipleri Yaşlılarda diyastolik disfonksiyon sanıldığından daha sıktır. Miyokardiyumun doğal yaşlanmasının histopatolojik özelliği, yaşlılarda sık bulunan iskemik kalp hastalığı ve hipertansiyon sıklığı bunu kolaylaştıran başlıca faktörlerdir. Semptomları sistolik disfonksiyona benzer (bakınız Bölüm 1.5). Tedavi: Pulmoner konjesyon diüretikler ile azalır (Şekil 1). Diyastolik basınç-volum ilişkisini gösteren dikleşmiş eğride; dolaşan kan volumunun hafif azalmasında bile SV basıncı belirgin olarak düşer, bunun sonuçları; hipotansiyon, bitkinlik ve azalmış renal perfüzyondur. • Bunun anlamı; düşük SV volumuna bağlı hastanın volum durumu ile atım hacmi arasındaki oldukça dar etkinlik aralığı olmasıdır; volum kritik düzeyin üzerinde artınca sol kalp yetersizliği oluşur, ancak kritik düzeyin altına düşerse düşük debi sendromu gelişebilir. • Diyastolik disfonksiyonda kardiyak performansın optimal volum dışındaki diğer önemli parametreleri; diyastol süresi, afterload ve sistemik dirençtir (hipertansiyon). Dolayısıyla, diüretik kullanımı için, tedavinin dozu ve süresi ilgili hastaya göre bireyselleştirilmiş karar verilmesi önemlidir (hastanın kliniğine göre biçimlendirilmiş diüretik tedavi). • ACEİ tedavisi yaşlı diyastolik KY’de iyi tolere edilememiş; KY sıklığı ve mortalitesini anlamlı azaltmamıştır. ARB’ler ile tedavi de sistolik fonksiyonu korunmuş hastalarda (SVEF<%40), ACEİ’lere benzer sonuçlar (KKY ile hastaneye yatış veya kardiyovas- Övolemiyi sürdürmek için diüretikler (aşırı diürezin önlenmesine dikkat) Semptomatik AF veya atriyal flatterde sinüs ritmini idame ettir ŞEKİL 1. Sol ventrikül fonksiyonları korunmuş kalp yetersizliğinde tedavi prensipleri. (KB: Kan basıncı, ACBG: Aorto-koroner bypass cerrahisi) The American Journal of Medicine 2005; 118: 342-348. küler ölüm anlamlı azalmamış) vermiştir (CHARMPreserve, PEP-HF). • Korunmuş veya hafif bozulmuş sistolik fonksiyonda Bb tedavi ile klinik fayda eğilimi bildirilmiştir (SENIOR). • Bozulmuş SV dolumu ile diyastolik disfonksiyon, Bb ve KKB (kalsiyum kanal blokeri) kullanımı ile düzelebilir (bu ilaçlar kompliyansı artırarak ve AV iletiyi yavaşlatarak diyastolik dolum siresi ve kompliyansa olumlu katkıda bulunurlar). ACEİ’ler ise nonhemodinamik etkilerinden dolayı diyastolik disfonksiyonda faydalı olabilir; diyastolik kalp hastalığında kollajen depolanmasını azaltarak, çoğu yaşlı hastada diyastolik didfonksiyonla birlikte sıklıkla sistolik element de bulunur. KAYNAKLAR 1. 2009 Focused update ıncorporated into the AHA/ACC 2005 Guidlines for the Diagnosıs and treatment of Heart failure in Adults. JACC 2009;53: e54 2. ESC Guıdlines for the diagnosıs and treatment of acute and chronic heart fgailure 2008. European Heart Journal 2008;29: 2388-242 3. Wıllenheımer R, Svedberg K. Tailoring Heart Failure Therapy. Martın Dunıtz Publ. 2003. p. 15-31 4. Topol EJ. Textbook of Cardıovascular Medicine Williams & wilkins. 2007. p.561-581 5. Abraham WT, Krum H. Heat Failure. A practical approach totreatment. McGraw Hill Medical. 2007, p.225-241. 6. McMurray JJV, Pfeffer MA. Heart Failure. Updates. Martin Dunitz. 2003, p.35-59. Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği DİYABETES MELLİTUS VE KALP YETERSİZLİĞİ Giriş: Diyabetes Mellitus (DM) ve KY sıklıkla birliktedir. Diabet ve obesite prevalansının artmasına bağlı (ABD ve Gelişmiş ülkelerdeki gibi), KY’li DM populasyonunda artma beklenmektedir. Epidemiyoloji Diyabet ve kalp yetersizliği arasında güçlü ve bağımsız bir ilişki tesbit edilmiştir. İlk verilerde, diyabet ve KY olay riski arasındaki ilişki birlikteki KAH veya hipertansiyon farklılıklarından bağımsız bulunmuştur (Am J Cardiol 1974;34:29-34). Diyabetik populasyonda KY olgularının sıklığı kadınlarda %12 ve erkeklerde %6 bildirilmiştir (Framingham). Ortalama 5.5 yıl takip edilen yaşlı hastalarda, diyabet KY gelişiminin anlamlı en yüksek bağımsız riski bulunmuştur (CHS: Cardiovascular Health Study). Bu risk zeminde KAH bulunan ve bulunmayan hastalarda benzerdir, diyabetik populasyonda KY gelişme oranı; renal disfonksiyon, ekokardiyografik SVH veya SV sistolik disfonksiyona bağlı KY gelişiminden daha yüksektir. Zeminde KY bulunması veya sonradan KY gelişme insidensi, diyabetiklerde nondiyabetiklere göre 2 kat daha fazladır (Diabetes Care 2001;24: 1614-19). Diyabet ve KY arasında güçlü ve bağımsız ilişki klinik çalışma gruplarında da gösterilmiştir (ALLHAT). ≥55 yaşındaki olgularda hipertansiyon ve ≥1 diğer risk faktörü bulunanlarda, diabetin KY ile hastaneye yatışı veya ölüm riskini yaklaşık 2 kat artırdığı bulunmuştur (diğer risk faktörleri düzeltildikten sonra). Riskin diyabet ile ilişkisi bağımsız olup, KAH’a eşit derecededir, fakat EKG’deki SVH’den daha büyüktür. KY hastalarının yüksek prevalansına ilave olarak, DM KY progresyonunun da önemli risk faktörüdür. Asemptomatik iskemik kardiyomiyopatide, KY semptomlarının gelişmesinde, KY ile hastaneye yatışta veya ölüm ve semptom gelişmesinde, diyabet risk faktörü bulunmuştur (SOLVD). Bu ilişki noniskemik kardiyomiyopatide de saptanmıştır. • Son olarak, diyabet diğer prognostik faktörlerden (komorbidite ve fonksiyonel durum dahil) bağımsız olarak KY mortalitesinin önemli risk faktörü bulunmuştur. Diyabetin spesifik olarak kadınlar veya iskemik kardiyomiyopatide prognostik daha büyük önemi vardır. Bu sonraki ilişki ile bağlantılı olarak, klinik olarak KAH’ı ortaya çıkmamış KY hastalarında diabet daha önemli mortalite öngörenidir (Am J Med 2006;119:591-599). Her şeye rağmen diyabet, KY’li hastalarında mortalitenin önemli bağımsız öngöreni 579 olarak düşünülmelidir (klinik KAH ve semptomatik iskemik kalp hastalığı olsun, olmasın). • Özetlersek, Diyabet ve KY, birlikte sık bulunmaktadır. Diyabet KAH, hipertansiyon ve bu ilişkinin diğer olası yandaşlarından (aterosklerotik diğer risk faktörleri) bağımsız KY gelişmesinin önemli risk faktörüdür. • Sonuçta, diyabet KY progresyonu, prognozu ve yüksek orandaki komplikasyonları ile ilişkilendirilir. Diyabette Kalp Yetersizliği Mekanizmaları Yüksek riskli Diyabetli hastalarda KY riskini açıklamak için bilinen ve tahmin edilen mekanizmalar birkaç tane olup bunlar diabetin direk (metabolik) veya indirek (birlikteki komorbidler) etkilerini ihtiva etmektedir. DM’de Kalp Yetersizliği Mekanizmaları A. Kalp yetersizliği ile ilişkili durumların yüksek prevalansı. – Koroner arter hastalığı – Hipertansiyon – Obezite B. Metabolik anormallikler: 1. Hiperglisemi 2. Dolaşan serbest yağ asitlerinin artışı 3. İnsülin rezistansı. Bunların birçoğu bir kompleks içerisinde birbiri ile ilişkili olup miyokardın diyastolik ve sistolik fonksiyonlarının herikisinide kötü etkilemektedir. Diyabette KAH, hipertansiyon, ve obezite prevalanslarının yüksek olduğu iyi bilinmektedir; bunların hepsi de KY gelişme riskini artırmaktadır. Daha ötesi, diyabetik hastalarda komorbidler daha ciddi olabilir, KY ve komplikasyonları için daha yüksek risk oluşturabilir. Diyabet ayrıca metabolik anormallikler ile karakterizedir, bunlar hipergliseminin kendisi dahil olası KY mekanizmalarına karışmış olabilir. Buna bağlı olarak, glikoz kontrolu ile KY olayı arasında açık ilişki gösterilmiştir: (HbA1c)’nin her %1 artışında KY riski %8 yükselmiştir (Circulatıon 2001;03:266873). Ayrıca, diabetli hastalarda yükselmiş açlık glikozu, KY olayı için güçlü öngören bulunmuştur. Açlık glikozunun her 60 mg/dL yükselişinde KY gelişimi KAH olmayanlarda %41, KAH’lılarda ise %27 artmıştır (JACC 2004;43: 2236-41). (UKPD)’de, düzeltilmiş KY oranı; HbA1c düzeyi <%6 olanlarda yılda 2.3/100 olgu, HbA1c >%10 olanlarda ise 11.9/100 olgu olup, bu oran aşamalı tırmanmıştır (BMJ 2000;21:405-12), (Şekil 2). 580 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Kalp yetersizliği Tehlike oranı p = 0.021 HbA1c’nin %1 düşüşüne %16 azalmıştır Güncelleşmiş ortalama HbA1c konsantrasyonu ŞEKİL 2. HbA1c düzeyine göre kalp yetersizliği insidensi (UKPDS. BMJ 2000;321: 405-12). Bununla birlikte, diyabetle birlikte olan metabolik anormalliklerin ciddiyetinin olası öneminin ötesinde, hipergliseminin kendisi de miyokardiyal disfonksiyon sebeplerindendir ve/veya diğer sebeplere eşlik edebilir. Hiperglisemi ve ilişkilendirildiği ileri glikosilasyonun son ürünleri, reaktif oksijen ürünlerinin oluşumuna sebep olabilir, bunlar sonra dönüp hücresel disfonksiyon ve ve apoptozise karışır. Bu ilişkiyi destekleyen veriler; diyabette artmış miyokardiyal sertlik “aminoguanidine” ile geriye döndürülmüştür. Bu ajan, ilerlemiş glikosilasyon ile kollajenin son ürünlerinin oluşmasını (yıkımını) inhibe eder, afterload düşürücü bir ajan değildir. Hiperglisemi ayrıca, bozulmuş mikrovasküler endotel disfonksiyonu ile de ilişkilidir; böylece miyokardiyal gerilmeyi artırır; enerji dinamiklerini değişir; miyokardiyal enerji tüketimini daha az etkili olan serbest yağ asidi oksidasyonuna (proinflamatuar durum) doğru tercihli olarak değiştirir. Diyabet dolaşımda yükselmiş serbest yağ asidi düzeyleri ile de karakterizedir, bunlar da diyabetteki miyokardiyal disfonksiyonda önemli rol aynayabilir, muhtemelen PPR-alfa (peroxisome-proliferatör-aktive edilmiş reseptör-alfa) reseptörlerinin indüklenmesi ile fazla serbest yağ asidleri sonucunda miyokardiyal lipid birikimi olabilir. Fazla birikmiş miyokardiyal lipidler, seramidler veya diğer mekanizmalar (intrasellüler protein aşırı-dışavurumu dahil) ile “lipotoksisite”ye neden olabilir. Son olarak, insülin rezistansının kendisi de KY gelişimine katkısı olabilir. Bu ilişkinin tabiatı iki-yönlüdür. İnsülin rezistanslı hastalar, diyabet gelişmeden önce bile, sıklıkla hipertansif, obez olup, endotelyal disfonksiyonu ve proinflamatuar durum sergilerler. Bu faktörlerin her birisi ventrikül disfonksiyonuna katkı sağlayabilir. Bundan başka, hiperinsülinemi azalmış insülin duyarlığına cevaptır ve SSS aktivasyonu ile ilişkilidir. Artmış sempatik aktivasyon sonra dönerek miyokardiyal disfonksiyon gelişimine ve de mevcut KY’nine kötüleşmesine yardımcı olur. • Önemli nokta; KY’li hasta sıklıkla inaktiftir, iskelet adalesinin etkili dolaşımında azalma vardır, ve bu artmış sempatik aktivasyon ile karakterizedir; bu faktörlerin her birisi insülin duyarlılığını kötüleştirir. Böylece, KY ve insülin rezistansı arasındaki ilişki daha kompleks bir duruma gelir. Çoklu mekanizmalar sonucunda, diabet kalbin yapısı ve fonksiyonunda KY’nin diğer risk faktörlerinden bağımsız çeşitli anormalliklere sebep olabilir. Patolojik kesitlerde, “Diyabetik kardiyomiyopati”; miyosit hipertrofisi, interstisyel fibrozis ve küçük damar hastalığı ile karakterizedir. Bu değişikliklerin önemli fonksiyonel sonuçları olduğu görülmüştür. Kan basıncı kontroluna rağmen, ekokardiyografide anormal miyokardiyal relaksasyonun bulguları bildirilmiştir. SHS çalışmasında (Strong Heart study), yaş, kan basıncı, SV kitlesi ve sistollik fonksiyondan bağımsız olarak; ekokardiyografide diyabetiklerin SV kitlesi, duvar kalınlığı, ve diastolik disfonksiyon prevalansının arttığı saptanmıştır. Kalbin yapısal ve fonksiyonel anormalliklerinin bu kanıtı, KAH veya hipertansiyonun etkilerinden ayrı ve farklıdır. Diyabetin metabolik anormalliklerine daha fazla kanıt sağlar ve diyabetin kalp üzerindeki zararlı etkisini sergileyip KY gelişmine zemin hazırlar. Diyabetik Hastada Kalp Yetersizliği Tedavisi Klinik kanıtlar ile desteklenen en iyi tedavi; primer olarak: (a) SV sistolik disfonksiyonlu hastalar ile ilgili olup, bir de (b) kronik KY’de aktive edilmiş ve KY progresyonu ve komplikasyonları ile ilişkili nörohormonal sistemin aktivasyonunu (özellikle RAAS) antagonize edenlerdir. • AHA/ACC ve HFSA kılavuzlarında, KY’nin farmakotedavisinde nörohormonal blokajın önemi vurgulanmıştır. Bununla birlikte diğer yardımcı-tedaviler de (diüretikler, digoksin gibi) KY hastalarında faydalıdır. Anjiyotensin konverting enzim inhibitörleri (ACEİ): Fonksiyonel sınıfı ve semptomları oldukça değişik olan, sistolik SV disfonksiyonlu (SV-SD) hastalarda ACEİ’ler; yaşamı uzatmış, hastaneye yatış riskini azaltmış ve hastaların sağlık durumunu düzeltmiştir. Bu fayda mekanistik olarak ACE antagonizmi ile Anjiyotensin –II oluşumunun azalması, ve bradikinin birikimine sebep olan Kininaz inhibisyonu sonucundadır. Sonraki mekanizmanın olası faydalı etkilerine ilave olarak bazı hastalarda rahatsız edici öksürüğe neden olabilir. SV sistolik disfonksiyonunda (SV-SD) ACEİ’lerin faydası büyüktür; SV-SD veya kalp yetersizlikli hasta- Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği (anjiyoödem veya anürik böbrek yetersizliği) olanlarda ACEİ’ler verilmemelidir. Bu ilaç sınıfı, çok düşük kan basıncı ve hiperkalemi predispozisyonu, bilateral renal arter stenozu veya renal disfonksiyonunda çok dikkatli kullanılmalıdır. Toplanmış mortalite (%) Plasebo ACE inhibitor Randomizasyondan sonra (yıl) Risk sayısı ACE inhibitor 6.391 5.378 4.204 2.457 Plasebo 6.392 5.279 4.025 2.364 581 892 742 ŞEKİL 3. Uzun süreli randomize çalışmalarda ACEİ veya plasebo ile tedavi edilmiş SV sistolik disfonksiyonunda toplanmış mortalite (Lancet 2000 ;355: 1575 -81). ların ACEİ ile ortalama 35 aylık tedavisi ile ölüm riski (mutlak risk azalması: MRA): %3.8 düşmüştür (Şekil 3). Geçmişte Mİ geçirenlerde reinfarkt (MRA%2.1), KY ile hastaneye yatış (MRA%5.2) ve bu olayların toplamının azalması (MRA%7.2) ACEİ klullanımı ile ilişkilendirilmiştir (Metaanaliz: Lancet 2000;355: 1575-81). Böylece, SV-SD’li sadece14 hastanın bile <3 yıl ACEİ ile tedavi edilmesi ciddi komplikasyonları önler. • ACEİ’lerin faydası tedavinin daha erken evresinde göze çarpar ve 5 yıllık takip boyunca da sürer; bu fayda hastanın yaş, cinsiyet, SVEF’si ve diğer farmako-tedavilerinden bağımsızdır. Not: Yukarıdaki metaanalize katılan 5 çalışmadaki hastaların %18’i diyabetikti. SV-SD diyabetik ve nondiyabetik hastalarda, ACEİ’lerin faydalarının karşılaştırıldığı plasebo-kontrollu 6 çalışmanın metaanalizinde (JACC2003;41: 152938): Diyabetik ve non-diyabetik hastalarda ACEİ’ler ile ölüm riskinde hemen hemen benzer azalma bulunmuştur. Toplumsal-temelli Gözlemsel çalışmada; KY ile hastaneye yatırılan yaşlılarda çıkışta ACEİ verilenlerde, diyabetik olsun olmasın, bir yıllık rölatif ölüm riskinde azalma ACEİ kullanımı ile iklişkilendirilmiştir (Circulatıon 2004;110: 724-31). ® Bu nedenlerle, diyabetik SVSD tüm hastalara, sebebi veya semptom ciddiyeti ne olursa olsun, tedavinin kontrindikasyon ve komplikasyonlarının yokluğunda, ACEİ verilmesi düşünülmelidir. • Gebe veya geçmişte yaşamı-tehdit eden yan etkileri • Not: İlerlemiş KY’de, hasta uygun şekilde izlenirse (elektrolit, kreatinin, kan basıncı takibi ile) ACEİ’ler güvenle kullanılabilir. KY ve ağır böbrek yetersizliğinde ACEİ’lerin faydalarının kanıtları gözlemsel çalışmalarda görülmüştür (Circulatıon 2004;110: 724-31). Spesifik olarak diabetik hastalarda, birlikte tip-IV renal tübüler asidoz (hiporeninemik hipoaldosteronizm) varsa ACEİ’ler dikkatli kullanılmalıdır. • Ayrıca, ACEİ’ler ile ayni zamana rastlayan NSAİİ kullanımı efferent glomerüler arteriolar tonusu azaltarak renal yetersizlik ve hiperkalemi riskini artırır. Anjiyotensin reseptör Blokerleri (ARB): Renin anjiyotensin sistemini bloke eden ACEİ alternatifi ajanlardır. Heriki sınıfın birbirine KY’de üstünlüğünü araştıran çalışmalar ihtilaflı sonuçlar doğurmuştur. Genellikle; (a) ARB’ler ACEİ’lere göre daha iyi tolere edilmişlerdir, (b) ACEİ tedavisine bağlı refrakter öksürük bulunan KY’li diyabetikler dahil, tüm hastalarda ARB’ler önerilmektedir. (c) Yakın zamanda, ACEİ’lere ARB’lerin rutin olarak ilave edilmesi kan basıncı düşürülmesinde faydalı bulunmuştur, bu amaçla KY tedavisinde kullanılması günümüzde önerilmemektedir. • ARB’ler hafif diyabet ile hiperkalemide, ve özellikle tip-IV renal tubuler asidozda dikkatli kullanılmalıdır. Beta-Adrenerjik reseptör Blokajı (Bb): ACEİ’ler gibi, SV-SD’lli KY hastalarında Bb kullanımı önemlidir ve faydaları klinik kanıtlar ile de desteklenmiştir. (a) Bb’ler SV-SD’li hastalarda, ACEİ’lere ilave edildiğinde, ölüm ve KY ile hastaneye yatış risklerini azaltmış, semptom durumunu da düzelmiştir. (b) Maksimal medikal tedaviye rağmen semptomlu NYHA sınıf III - IV hastalarda, Karvedilol ölüm riskini %35, ölüm veya sonraki hastane yatışının herikisinin riskini %24 azaltmıştır. Tarihsel görüş; “Bb’lerin diyabetiklerde hipoglisemik cevabı gizledikleridir”, bundan dolayı diabetiklerde bu ilaçlar zararlı kabul edilmiş, fakat bu görüş günümüzde anlamnı kaybetmiştir. Gerçekten, klinik çalışmalarda diyabetik, SV-SD ve KY’li hastalar Bb tedaviden önemli faydalar elde etmiştir. COPERNİCUS çalışmasında, SV-SD’li ağır KY’li hastalarda Karvedilolun mortalite faydası diyabetli altgrupta da anlamlı bulunmuştur (nondiyabetiklerle hemen hemen ayni düzeyde). Diyabetik KY hastalarında diğer Bb’lerin de yaşam beklentisine faydası gösterilmiştir. (c) SV-SD’li diyabetik KY hastalarında, KY’nin diğer farmako-tedavilerine ilave edilen Bb’ler ile anlanlamlı 582 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI mortalite faydası sağlanmıştır ve bu fayda nondiyabetiklerdekinden istatististiksel olarak farklı bulunmamıştır (Metaanaliz: JACC 2003;41:1529-38). Bb’lerin beta-1 selektifliği ve diğer adrenerjik reseptör antagonizminin üstünlüğü tartışmalıdır. Karvedilol tedavisi ile hızlı-salınan metoprolol tartarata göre KY ve SV-SD’de daha iyi yaşam beklentisi sağlanmıştır, fakat toplanmış yaşam beklentisi ve hastaneye yatış farklı bulunmamış, hızlı-salınan metoprololun uzamış-salınımlı formüldeki gibi KY’nin klinik sonuçları ve prognozuna faydası saptanamamıştır. Diyabet ve hipertansiyonlu Renin-anjiyotensin blokajı verilen hastalarda, karvedilol ve kısa etkili metoprololun metabolik etkileri değerlreendirilmiştir; metoprolol ile tedavi edilenlerde HbA1c düzeyi çok hafif (%1.15), fakat istatiksel anlamlı yükselmiştir, karvedilol ile HbA1c düzeyi değişmemiş, insülin duyarlılığı da daha iyi bulunmuştur (referans gösterilen KY çalışması değil). ® Bu verilere göre, (1) diyabet, SV-SD ve stabil KY semptomları bulunan hastalarda (ağır olsa bile), mutlak kontrindikasyonu yokluğunda ACEİ tedavisine Bb ilave edilmesi düşünülmelidir. (2) Bb’ler, hipotansiyon, bradikardi, hastada tedavinin bilinen yan etkilerinin (tercihen belgelenmiş) hikayesi, veya hakiki reaktif havayolu hastalığı varsa yakın gözlem altında verilmelidir. Ayrıca da, (3) hipoglisemiye eğilimi olan hastalarda (önceden var olan, “hipogliseminin farkında olunamaması” durumunda dikkatli kullanılmalıdır, bu durumda Bb kullanımı; hastalığı çok eski olan, ve tekrarlayan ağır hipoglisemi epizodları (kan şekeri <40 mg/dL) bulunan hastaları tipik olarak etkiler. (4) Seçilecek tedavi ajanı klinik çalışmalarda faydası kanıtlananlardan olmalıdır (Karvedilol, uzamış-salınımlı Metoprolol süksinat ve Bisoprolol). Aldosteron antagonistleri (AA): SV-SD ve standart tedaviye rağmen (ACEİ, diüretik ve digoksin) ağır semptomatik KY’de tedaviye plasebo kontrollu 25 mg/ gün spironolakton eklenmiştir; sonuçta mortalite anlamlı olarak (mutlak %11) düşmüş ve hastaneye yatış riski ve semptomları da azalmıştır (RALES). Aldosteron blokajının ACEİ ve Bb alan hastalarda çoğalan faydası post-Mİ (AMİ sonrası KY semptomları olan SV-SD’li KY’de, eplerenon çalışması (EPHESUS)’da da gösterilmiştir; hastaların %32’si diyabet olup, eplerenon ile her- sebepten mortalite anlamlı düşmüştür (mutkak %2.3), ayrıca kardiyovasküler ölüm riski, hastaneye yatış ve ani ölüm de AA tedavisi ile azalmıştır. Altgrup analizinde, diabetiklerde de semptomlarlarla ilişkisi olmayan benzer fayda gösterilmiştir. ® Sonuçta, kılavuzlara göre de, (a) Standart tedaviye rağmen (ACEİ ve Bb) ilerlemiş semptomları bulunan SV-SD’li hastalarda, kontrindikasyonları bulunma- yanlara, takipte böbrek fonksiyonu (serum kreatinin düzeyi) ve serum potasyum düzeyi istenilen sıklıkta ölçülebiliyorsa AA verilebilir. (b) Bu tedavide diyabetiklerde özellikle dikkate alınması gereken npokta, böbrek yetersizliğinin yüksek prevalansıdır, tip –IV renal tübüler asidoz da olabilir; bu durum, özellikle ACEİ tedavisi alanlarda AA ilavesi ile hiperkalemi riskini artırır. (c) AA’lar hesaplanmış kreatinin klirensi <30 mL/dk veya potasyum düzeyi >5.0 mmol/L olan hastalarda verilmemeli veya potasyum-tutucu diüretikler ile birlikte kullanılmamalıdır. Korunmuş SV Sistolik Fonksiyonu KY populasyonunun önemli bir bölümünde SV sistolik fonksiyonunun korunduğu bilinmektedir, bu hastalar sıklıkla yaşlılar ve kadınlardır (bakınız Bölüm 1.5). SV-SD’lu KY hastalarının aksine, diyastolik disfonksiyon ve sistolik fonksiyonu korunmuş KY hastalarının tedavi ve yaklaşımına ışık tutacak çalışmaların sayısı oldukça azdır. Anlaşılması zor da olsa, kan basıncı kontrolu ve sıvı yüklenmesi ve konjesyonun semptomlarını kontrol etmek için diüretiklerin kullanılması, kısıtlı ve kontrollu kullanılmak koşulu ile önerilmektedir. • Bu hastalarda kalbin performansını primer olarak 2 önemli parametre belirler: (1) SV miyokardının relaksasyonun bozulmasına bağlı SV volumu (diyastol-başı volum) ve (2) korunmuş veya rölatif olarak iyi sistolik fonksiyondur (SVEF). • Bu iki parametre SV atım hacmini diyasyolik dolum ve diyastol süresine daha duyarlı ve bağımlı duruma getirir. Dolayısı ile (a) sistemik volumun arttığı durumlar ve volum yüklenmesinde (kontrolsuz hipertansiyon, tuz diyetine uyumsuzluk ve renal yetersizlikte kontrolsuz sıvı alımı), (b) diyastolik dolum süresinin kısaldığı durumlar (ventrikül hızı yüksek taşiaritmiler ve atriyal vurunun kaybolması) bu hastalarda kolaylıkla akut dekompanse kalp yetersizliğine yol açar. Bu parametreleri düzeltecek tedavi ve önlemler hastayı hızla kompanse duruma getirir: Diüretikler (İV kulp-diüretiği), ventrikül hızının düşürülmesi (tercihen iv. Bb), hipertansiyonun kontrolu (iv. Bb ile birlikte kontrollu iv nitrodilatör). ® Diyabette KY Tedavisinin “Olmazsa Olmazları” • Diyabet kalp yetersizliğinde daha kötü prognoz ile ilişkili olduğundan, kanıta-dayalı ilaç tedavisinin uygulanması zorunludur. SV-SD’li KY hastaları mümkün olduğunca, her zaman, nörohormonal akltivasyonları hedefleyen ilaçlar ile tedavi edilmelidir. • Bu şekilde diyabetik KY hastaları kontrindike olmadıkca, ACEİ ve Bb’ler tedaviler almalıdır. Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği • Bu tedavilere rağmen inatcı ağır KY hastalarında, hiperkaleminin dikkatle izlenmesi ile AA tedavisi başlanması da gözden geçirilmelidir. • ACEİ’leri iyi tolere edemeyenler (öksürük veya allerji) ARB ile tedavi edilmelidir. • Genel olarak, ilaç dozları faydalarının görülüp kanıtlandığı klinik çalışmalardaki gibi artırılmalıdır. Kalp Yetersizlikli Hastada Diyabetin Tedavisi Tip-2 diyabetin farmakolojik tedavisi geçmiş 10 yılda dikkate değer şekilde değişmiştir. Geçmişte tedavi seçenekleri; injekte-edilebiln insülin ve insülin-salgılayıcı sülfanilüreler ile tahdit edilmişti. Günümüzde, SV disfonksiyonu olan Tip-2 diyabette, 2 en sevilen antihiperglisemik ilaç sınıfı; Biguanidler (metformin gibi) ve Tiyazolidinedionlar (rosiglitazon, pioglitazon gibi), günümüzde ilerlemiş KY hastalarında kontrindikedirler. Diğer özel antihiperglisemik tedavi seçenekleride düşünülebilir (Tablo 5). TABLO 5. Antihiperglisemik ilaçlar ve etki mekanizmaları Sulfonilüreler: Beta-hücrelerindeki sülfonilüre resaeptörlerine bağlanırlar, insülin salımını uyarırlar. Gliburid, Glipizid, Glimepirid: etkileri uzun sürelidir. Megglinidler, Repaglinidler, Nateglinidler. Kısa etki sürelidir. Biguanidler: Metformin. Karaciğerden glikoz üretimini azaltır. Alfa-Glükozidaz inhibitörleri: Acarboz, Miglitol. Barsağın karbonhidrat absorbsiyonunu geciktirir. Tiyazolidinedonlar: Rosiglatazon, PPioglitazon. Nüklrear reseptör PPAR-gamayı aktive ederler, periferik insülin duyarlılığını artırırlar; ayrıca karaciğerde glikoz üretimini de azaltırlar. İnkretin modulatörleri: GLP-1 analogları/mimetikler, Exenatid. GLP-1 reseptörlerini aktive ederler, glikoza bağımlı insülin sekresyonunu artırırlar, glikagon sekresyonunu azaltırlar ve gastrik bopşalımı geciktirirler. Dipeptidil peptidaz-IV: Sitagliptin, Vildagliptin. Endojen GLP-1 (ve GIP)’ın parçalanmasını inhibe ederler, böylelikle bu inkretinlerin etkilerini artırırlar. İnsülinler: Glargine, detemir, NPH, lente, Regular, Lispro, aspart, glulisin, Premixed. İnsülin sunumunu artırırlar. GLP-1:Glucagon-like peptide-1. PPAR: Perxisome proliferator-activated receptor. GIP: Glucose-değendent insulinotropic peptide. The American Journal of Cardiology 2007;99;suppl:113B-132B 583 Tip-2 Diyabette Hipergliseminin Patogenezi • Tip-2 diyabet tedavisinin en büyük hedefi plazma glikoz konsantrasyonunu, hipoglisemi önlenebildiği müddet, normale yakın değerlere kadar düşürmektir. Bu yaklaşımın nefropati ve retinopati gibi mikrovasküler komplikasyonların insidensini azalttığı gösterilmiştir. Bununla birlikte, metabolik kontrolun diyabetin makrovasküler sonuçlarını da düzelttiğini işaret eden güçlü indikatörler vardır. HbA1c (normal aralığı %4-%6) glikoz kontrolunun kalitesini değerlendiren standart bir ölçümdür. Hastaların çoğunda HbA1c hedefi: <%6.5-%7’dir. Bu hedefin yakalanması sıklıkla zor olup, birkaç antihiperglisemik ajanla tedavisini gerektirmektedir. Hangi ilacın, ne zaman kullanılacağı ve avantajlarını anlamak, hastalıkta hipergliseminin patogenezini bilmek ile mümkündür. Tip-2 diyabette genellikle hiperglisemi, insülin etkilerine rezistans ve birlikte rölatif insülin eksikliğinin (kombine) etkileri sonucundadır. Önceki, insülin rezistansına bağlı, insülinin yönettiği, periferik dokuların (özellikle iskelet adalesi) azalmış glikoz alımı ve ağırlıklı olarak karaciğerde artırılmış endojen glikoz oluşumu ile karakterizedir. Adipozitlerde; insülin rezistansı dolaşımda serbest yağ asidi konsantrasyonunu artıran şiddetlenmiş lipolitik aktivite ile karakterizedir. İnsülin rezistansının kendisi, endokrin pankreasın akut ve kronik kompansasyonundan dolayı glikoz konsantrasyonunda yükselmeye sebep olmaz. (a) Akut olarak, Langerhans adacıklarındaki beta-hücrelerinin insülin debilerini artırırlar, bu mekanizma bazen dramatik olarak hücrelere glikozun girmesine müsaade edecek kadar yeterli insülin konsantrasyonunu sağlar. (b) Kronik olarak, artmış insülin ihtiyacı sonucunda adacık hiperrtrofisi oluşur. Genetik olarak predispoze olan bazı hastalarda, adacık disfonksiyonu gelişebilir; önce insülin sekresyonunun fonksiyonel bozulması ile ortaya çıkar ve sonradan da adacık kitlesi azalır. Bu nedenle hiperglisemi, insülin sinyallerine periferik dokuların cevap kabiliyeti ve pankreasın gerçek insülin salgılama kapasitesi arasındaki dengesizlik sonucudur (Şekil 4). Pankreas, adale ve karaciğer arasındaki karşılıklı etkileşme aşırı derecede kompleks olup, insüline ilave olarak birçok diğer uyarılarıda içermektedir. Örneğin, tip-2 diyabetin patofizyolojik ağında daha önce önem verilmeyen adipozitler, şimdi her 3 organın (karaciğer, pankreas, iskelet adalesi) disfonksiyonunda kritik rolde görünmektedir. Yağ hücrelerinde değişik sistemik faktörlerin (“adipositokinler”) bozulmuş üretim oranı, insülin etkisi ve sunumun herikisinde de zararlı görünür. Geçmiş 10 yılda bu faktörlerin kritik etkileri meydana çıkarılmıştır; insülin duyarlılığına, hepatik glikoz üretimi, ve beta-hücrelerinin fonksiyonunun bütünlüğü ile ilgili. Tip-2 diyabetin patofizyolojik görünüşü Şekil 4’de çizilmiştir. Bu hastalıkta toplanan hücresel ve metabo- 584 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Değişmiş inkretin fizyolojisi Azalmış pankreatik insülin sekresyonu Hiperglisemi Adalenin azalmış glikoz alımı Artmış karaciğer glikoz üretimi Değişmiş adiposit biyolojisi ŞEKİL 4. Tip -2 diabetes mellitusta hiperglisemiye katkısı bulunan değişik patofizyolojik defektler arasında kompleks etkileşimler (Am J Cardiol 2007;99,suppl: 113B -132B). lik olayların güncel anlayışımıza göre ayrıntılı tarifi bu çizimin ötesinde. Yeterli denmesi için birçok eksikliklik bu mekanizmaya katılmıştır bunların her biri ≥1 spesifik antihiperglisemik ajan ile hedeflenmiştir (Tablo 5) • KY’de ilaç seçimi önemlidir; iki insülin –duyarlılığını artıran ilaçlar kontrindikedir (metformin ve tiyazolidinler). KY Hastasında Antihiperglisemik Tedavi Tip-2 diabetin patogenezi ile ilgili 2 temel görüş, insülin rezistansı ve kardiyovasküler hastalık ve progressif beta-hücre disfonksiyonu arasındaki ilişkiyi kapsar. İnsülin rezistansı, tip-2 diyabet riskinin en erken patofizyolojik lezyonu kabul edilmekte ve hastada Mİ veya inme riskini artıran değişik diğer klinik özellikler ile de ilişkilendirilmiştir (obezite, hipertansiyon, dislipidemi, hiperkoagülabilite ve anormal endotel disfonksiyonu gibi). İnsülin rezistansı tablosunda, beta-hücrelerinde disfonksiyon bir defa ortaya çıkınca, bu patoloji artık çıkışı olmayan bir süreç gibi görünmektedir. Hastanın prediabetik durumdan (bozulmuş açlık glikozu ve bozulmuş glikoz toleransı) açık diyabetik duruma geçişinden sorumludur. Bundan başka, insülin eksikliği zamanla glikoz kontrolunun tipik olarak kötüleşmesi ile de karakterizedir, böylece daha agressif tedavi stratejilerine ihtiyaç duyulmaktadır; farmakolojik kombinasyon tedavisi, sıklıkla insülinin verilmesidir. Hiperglisemi ve KY: KY olayı ile hiperglisemi arasında güçlü ilişki vardır. Hipergliseminin olumsuz sistemik etkileri, ve ventrikül fonksiyonlarına sıkı glikoz kontrolunun bilinen faydaları (özellikle alta yatan iskemik kalp hastalığında). Glikoz kontrolu ile KY arasındaki ilişkiyi gösteren veriler: HbA1c (>%7) ile mortalite arasındaki ters ilişki. KY hastalarında insülin sekretagogları en sık kullanılanlardır (Tablo 5). Ancak KAH ile ilişkilendirilmiş bozulmuş ventrikül fonksiyonunda teorik riskinin yanında bu ilaçların iskemik önkoşullanmada (prekonditioning) olası etkileri de vardır. Sülfanilüreler ve Meglitinidler beta-hücrelerinde potasyum duyarlı kanallarda ATP’yi bloke ederek etki ederler. İskemik koşullar altında, kardiyomiyositlerde benzer kanallar açılır, böylece enerji ihtiyacı azaltılır (kendini-koruma şekli). Teorik olarak ilaçla potasyum kanallarının kapanması iskemik önkoşullanmayı engeller, miyokardiyal hasarı artırır, bu etki yaşlı hastalarla yapılmış prospektif ve yakın retrospektif çalışmalarda bulunan artmış mortaliteyi açıklayabilir (Diabetes 1970;19, suppl:789-830. Diabetes Care 2002;25: 2244-8. Am Heart J 1999;138: S376-S380). Bu konudaki en büyük çalışma UKPD’de tip-2 diabette sülfanilüreler ile antihiperglisemik tedavide kardiyak mortalitenin arttığı bulunmuştur. Bu sonuçlar, bu ilaçların, pankreatik ATP-duyarlı potasyum kanallarının tersine bunların kardiyak affinitelerinin anlamlı azalmasını yansıtmaktadır (özellikle glimepirid ve glipizid). İskemik önkoşullanma ve sekretagog tedavin önemi karşılaştırılarak hiçbir zaman klinik olarak gösterilmemiştir. Ancak, sülfanilürelerin bazı antiaritmik özellik- Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği leri olduğu bildirilmiştir. Dekompanse KY ile yatırılan hastalarda sülfanilüreler ile diabet tedavisi ventriküler ektopiyi azaltmıştır. Glikozidaz inhibitörleri (akarboz), nonsistemik ajandır, güvenlik profili mükemmeldir. Bu ilaçlar spesifik olarak postpranidal glikozun düşürülmesinde etkilidir (postpranidal gliseminin açlık glikozuna göre, kardiyovasküler riski daha yüksek). Özellikle iskemik kalp hastasında, hedef glikoz değerine ulaşılması için ılımlı tedavi gerektiren durumlarda bu ilaçlar ideal seçimdir. Diabetik KY’li birçok hasta insülin ile tedavi edilmektedir. Düşük dozlarda İnsülininin, kan glikozuna etkilerine bakmaksızın kardiyak fonksiyona yararlı etkileri olabilir; güçlü antiinflamatuar ve koroner vazodilatör özellikleri gösterilmiştir. Kardiyak miyositlerin glikoz ve lipid metabolizması üzerinden pozitif kardiyak inotrop etkileri de görebilir. Mİ tablosunda, yoğun insülin tedavisi ile kısa ve uzun-dönem prognozun (mortalite, komplikasyonlar, yaşam beklentisi) düzeldiği gösterilmiştir. • Uyarı!: İnsülin, özellikle yüksek dozlarda, artmış sodyum retansiyonu ile ilişkilendirilmiştir, ağır ventrikül bozukluğunda (geniş Mİ, SV disfonksiyonu, düşük EF) sıvı dengesini kötüleştirebilir. Bazı çalışmalarda tip-2 diyabette, insülin tedavisinin KY insidensini artırdığı gösterilmiştir. KY ortaya çıkınca, mortalite de belirgin yükselmiştir (Diabetes Metab Res Rev 2005;21: 51-7). • Bununla birlikte, insülin indikasyonu, sıklıkla tip2 diyabette oral ajanların yetersiz kaldığı hastalara saklanmaktadır, bu grubun tanımı, daha ilerlemiş hastalığı ve çok kötü metabolik kontrolu olan hastalardır; insüline ihtiyacı olan hastalar yüksek-risk grubudur. Metformin ve KY: Metforminin kardiyovasküler faydaları olduğu iddia edilmiştir (Tablo 6). Bu ilaçların bundan dolayı tip-2 diyabet ve KY hastalarına göre uy- TABLO 6. Metforminin kardiyovasküler faydaları Zayıflatma Hiperinsülinemiyi azaltır Trigliseridler ve LDL kolesterolu düşürür Serbest yağ asidlerini düşürür Vasküler reaktivite ve endotelyal fonksiyonu artırır AMP kinaz artışı Plazminojen aktivatör inhibitörü-1, trombosit agregasyonunu azaltır Oksidatif stresi düşürür Hayvan modellerinde aterosklerozu azaltmıştır Mikrovasküler olay oranını düşürür (UKPDS) Am J Cardiol 2007;99, suppl: 113B-132B 585 TABLO 7. Metformin kontrindikasyonları Mutlak kontrindike; -doku anoksisine yatkınlaştıran durumlarda, dolaşımdaki laktat düzeyini artırır, pH’yı düşürür. • Düşük metformin klirensi Renal disfonksiyon (serum kreatinin: ≥1.5 mg/dL erkekte; ≥ 1.4 mg/dL kadında) Radyokontrast kullanılan çalışmalar (görüntüleme tetkikleri) Yaş >80 yaş (glomerüler filtrasyon hızı normal olmadıkça) Karaciğer hastalığı Alkolizm Hemodinamik bozulma Dehidratasyon Hipoksi Metabolik asidoz Farmakolojik tedaviye ihtiyacı olan KY hastaları Am J Cardiol 2007;99, suppl: 113B-132B gun olduğu ileri sürülmüştür, özellikle metabolik sendromun belirgin özellikleri olanlarda. Bununla birlikte, biguanidler riskli hastalarda laktik asidoz ile ilişkilendirilmiştir. Özellikle metformin, klirensinin düştüğü böbrek yetersizliğinde, Metforminle toplam laktik asidoz oranı: 1/300,000 hasta-yıl olarak hesaplanmıştır. Metformin günümüzde farmakolojik tedavi gerektiren KY’de kontrindikedir. Bunun kaynağı, bu hastaların progressif pompa yetersizliği, aşırı-diürez ve renal kan akımını değiştiren durumlardan dolayı kardiyak dekompansasyona yatkın olması ile ilgilidir. Gerçekten de, ABD’de metformin tedavisi ile ilişkilendirilmiş laktik asidoz bildirilmiştir, bunların birçoğu KY tablosunda meydana gelmiştir (N Engl J Med 1998;338: 265-66). Metforminin en sık görülen kontrindikasyonu böbrek yetersizliğidir (Tablo 7). Bununla birlikte tanımlanmış laktik asidoz olgusu hiç bildirilmemiştir, buna göre akıllarda yükselen soru; KY hastalarında, günümüzde metformine karşı yasaklanma gerçekten doğrulanmışmıdır? Yakın zamandaki bir başka çalışmada ise, KY gelişmiş ve metformin ile tedavi edilen diyabetiklerde, mortalite non-metformin ajanlarla (primer olarsak sülfanilüre ve/veya insülin) tedavi edilenlere göre daha düşük bulunmuştur, (Şekil 5), (Diabetes Care 2005;28:2345-51). Bu çalışmanın araştırmacılarının vardıkları karar: ”Metformin KY hastalarında fayda sağlayabilir”. Bu bulgu, bunun ötesinde metformin ve sülfanilürelerin kombinasyonu ile tedavide bulunan azalmış mortaliteyi desteklemektedir (geleneksel olarak daha uzun süreli tedavi ve vasküler komplikasyonların ağırlıkta olduğu gruplarda). 586 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Her-Sebepten Mortalite Metformin mono-tedavi Kombinasyon tedavisi Her-Sebepten Hast. Yatışı Metformin mono-tedavi Kombinasyon tedavisi Kombine Edilmiş Son Nokta (Ölüm/Hast) Metformin mono-tedavi Kombinasyon tedavisi Tehlike Oranı: ŞEKİL 5. Metformin veya diğer tedavileri alan tip-2 diabetes mellitusta düzeltilmiş kalp yetersizliği sonuçları (Hast: Hastane yatışı) (Diabetes Care 2005;28: 2345-51) Kısacası otoriteler KY’de metformin kontrindikasyonunun yeniden düşünülmesini teklif etmektedir. ® Bununla birlikte, bu tabloda metformin kullanılacaksa, hastanın volum durumu dikkatle değerlendirilmeli ve azalmış renal fonksiyonun olmadığı garantiye alınmalıdır. Tiyazolidindionlar ve KY: Bu ilaçların aterosklerozu azaltmak dahil, ayrıca birçok kardiyovasküler olası faydaları görünmektedir (Tablo 8). Kalp yetersizliğinde kullanımı için geçerli olan faydaları; endotel fonksiyonunu düzeltmesi, vazodilatör etkisi ile kan basıncında çok az düşmeye neden olması TABLO 8. Tiyazolidindionların kardiyovasküler faydaları İnsülin rtezistansi ve hiperinsülinemiyi azaltır Trigliseritleri düşürür, HDL kolesterolu artırır, LDL partikül büyüklüğü ve oksidasyon oranını düşürür Serbest yağ asitlerini düşürür Kan basıncı düşer Vasküler reakltivite ve endotelyal fonksiyonu artırır Ventriküler remodelingi düzeltir Kalp metabolizmasını düzeltir (glikoz oksidasyonu artar, yağ asidi oksidasyonu azalır) Plazminojen aktivatör inhibitörü-1 ve trombosit agregasyonu azalır Vasküler hasardan sonra neointimal proliferasyon azalır Adezyon moleküllerinin ekspresyonunu ve metaloproteinazları azaltır C-reaktif protein ve diğer inflamatuar yöntecileri azaltır Oksidatif stresi düşürür Hayvan modellerinde aterosklerozu azaltmıştır Karotid aterosklerozunda intima-media kalınlığını azaltmıştır, aortik nabız-dalga hızı artmıştır Makrovasküler olayları azaltır (PROactive çalışması) Am J Cardiol 2007;99, suppl: 113B-132B ve inflamasyonun sistemik markerlerini düşürmedir. Klinik öncesi bazı çalışmalarda iskemik hasardan sonra gelişen kardiyak remodelinge faydası gösterilmiştir. İnsülin sensitizerlerinin (insülin duyarlılığını-artırıcılar) kullanılması kalbin enerji dinamiklerini de düzeltebilir; insülin rezistansını azaltması ile miyokardiyumda serbest yağ asidi elde edilebilirliğini ve de bunların oksidasyonunu azaltır. Bundan dolayı, bu sınıf ilacın KY hastalarına yardım etmesi teorik olarak olasıdır. Önceden makrovasküler hastalığı olan hastalara zemindeki antihiperglisemik tedaviye plasebo kontrollu pioglitazon eklenmesi ile diyabetiklerde 3 yıllık takip sonucunda toplanmış kardiyovasküler olaylar (Mİ, veya inme) mutlak %2.1 anlamlı azalmıştır (PROactive). Bu olumlu bulgulara rağmen, tiyazolidinedionlar genel olarak sıvı retansiyonu ile ilişkilendirildiğinden, bu sınıfın KY hastalarında kullanımı ile ilgili tartışma devam etmektedir. Tiyazolidindionlar ile aktif tedavide ödem oranı %4-%16 olup, ayni zamanda insülin ile de tedavi edilenlerde bu oran daha yüksektir. Bununla birlikte hastaların ≤ %1’de KY meydana gelmiştir. Klinik pratikte ödem, özellikle insülin alanlarda, hastaların muhtemelen ≥ %10-%20’sinde oluşmaktadır. Bunun fizyolojik açıklaması tam olarak bilinmemektedir, değişmiş renal sodyum tutulumuna karışarak etkili olabileceği sanılmaktadır. Kesin sorumlu; tiyazolidinedionlar ile aktive edilen, nefronun toplayıcı kanalındaki amilorid-duyarlı endotelyal sodyum kanallarıdır. Diğer kabul edilebilir mekanizma; muhtemelen vasküler endotelyal büyüme faktörü düzeyinin yükselişi ile vasküler permeabilitenin artması ve de kalsiyum-kanal bloke edici etkisine bağlı vazodilatasyon ve renin-anjiyotensin sisteminin aktive edilmesidir. Tiyazolidindionların ventrikül fonksiyonlarına gerçek zararlı etkilerini gösteren, insanlarda yapılmış bir çalışma yoktur. Troglitazon ile bazal kalp fonksiyonları normal olan tip-2 diyabetiklerde, gliburide göre ekokardiyografide kardiyak indeks ve atım hacmi az miktarda fakat istatistiksel olarak anlamlı artmış, sistemik vasküler rezistans ise düşmüştür. Tip-2 diyabet ve KY hastalarında tek doz troglitazondan 4 saat sonra, ortalama SV sistol-sonu çapı ve düşmüş, fraksiyonel kısalma yüzdesi ve E/A oranı (erken ve geç ventriküler dolum oranı) yükselmiştir; bu bulgular tiyazolidindionlara bağlı pozitif inotropik etkiyi göstermektedir (Diabetes 1997; 46: 433-439. Cardiovasc drug therapy 2002;16: 215-220). İlaçlar Piyasaya çıktıktan sonra, tiyazolidindionlarla (TZD) tedavinin başlanmasından sonra, yeni kalp yetersizliği olgularının bildirildiği meydana çıkmıştır. Düzeltilmiş kalp yetersizliği insidensi; TZD ile 40 ay tedavi edilmiş hastalarda %8.2, non-TZD ile tedavi edilende ise 5.3 bulunmuştur (Diabetes Care 2003;26: 2983-89). Bir başka çalışmada tip-2 diyabette 2 yıl herhangi bir antidiya- Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği TZD (n=1) No TZD (n=80) 587 TABLO 9. AHA/ADA tavsiyeleri (2004): Tiyazolidindionlar, sıvı retansiyonu ve kalp yetersizliği % NYHA sınıf –I veya –II semptomlar: TZD kontrindike değildir Düşük dozda başla; optimal glisemik kontrol sağlanana kadar yavaşca artır; aşırı kilo artışı, ödem veya kalp yetersizliği bulgularını izleyin. Akciğer Ödemi JVD Asit Periferik Ödem NYHA sınıf –III veta –IV semptomlar: TZD önerilmemektedir. ŞEKİL 6. Tiyazolidindionlar’a karşı diğer tedaviler (No TZD) ile tip -2 diabetes mellitusta KY hastalarında sıvı durumu (JACC 2003;41:1394-98) JVD: Juguler venöz dolgunluk. TZD: Tiyazolidindion. betik kullananlarda KY ile hastaneye yatış pioglitazon ile anlamlı artmamış, insülin başlananlarda ise anlamlı yüksek bulunmuştur, metformin başlananlarda ise insidensi düşmüştür (Diabet Med 2005; 22: 986-993). Yukarıda özetlenen ve daha birçok benzer çalışma sonucundan anlaşılan: Bazı hastalarda ventrikül disfonksiyonu olmadan, sadece TZD ile ilişkilendirilmiş sıvı retansiyonu vardır. Gerçekte, KY kliniklerinde TZD ile tedavi edilen tip-2 diabetiklerde daha fazla periferik ödem gelişmemiştir, ancak pulmoner ödem diğer antihiperglisemikleri kullananlara göre daha az görülmüştür (Şekil 6). Bu verilere göre, TZD ile sıvı retansiyonu, anlamlı ventrikül disfonksiyonunda bile esasen yerçekimine bağımlı olarak periferde olmaktadır, bu bulgudan dolayı TZD kullanımının KY’nin kötü sonuçları ile ilişkilendirilmesi gerekmez. Bununla birlikte TZD’lerin KY’de etkileri komplekstir ve inandırıcı kanıtları vardır, ancak bu etkilerden herhangi birisi ventrikül fonksiyonuna di- rek zararlı değildir. Gerçekte, TZD’lerin yetersizlik ventrikülüne faydası bildirilmiştir (pioglitazon ile). Bu tartışmanın ortasında 2004’de AHA, ADA tarafından KY hastalarında TZD tedavisinin risklerinin dış hatları konusunda fikirbirliği meydana getirilmiş, klinisyenlere daha mantıklı tavsiyer sunulmuştur (Tablo 9). • NYHA fonksiyonel sınıfı –III veya –IV’de, SV disfonksiyonu daha az derecede kötü olsa dahi TZD’ler çok dikkatli kullanılmalıdır. • ESC-2008 KY kılavuzunda: KY’de DM tedavisi tavsiyeleri aşağıda özetlenmiştir. • Mantıklı tedavi yaklaşımı: KY ve tip-2 diyabette kanıta-dayalı antihiperglisemik tedavi styratejini katmanlandırılmanın anahatlarını çizmek güçtür. Bilinen, KY’ki diyabetik hastalar diğer hastalar kadar agressif tedavi edilmelidir. • Önemli uyarı; birçok hastada belli ilaç tiplerinin kontrindikasyonları önemlidir. (1) Tedaviye çoğunlukla yaşam şekli değişiklikleri ile başlamalıdır (diet, tolere edilebilen egzersiz ve optimal vucut ağırlığının sağlanması dahil). Bu hastaların Yaşam Şekli Düzenlenmesi Sulfonylurea Meglitinide DPP-IVi α-GI Yetersiz kontrol + DPP-IVi or Exenatide + DPP-IVi or Exenatide + α-GI + α-GI + Sulfonylurea veya Meglitinide + α-GI + Sulfonylurea veya Meglitinide + DPP-IVi or Exenatide Yetersiz kontrol Insulin* ŞEKİL 7. Tip-2 diabetes mellitus ve ilerlemiş KY’de, tiyazolidindionların kontrindike olduğu hastalarda önerilen hiperglisemik tedavi algoritmi (Am J Cardiol 2007; 99, suppl: 113B-32B). 588 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI aktivite toleranslarının sıklıkla belirgin olarak bozulduğu bilinmektedir. (2) Farmakotedavi gerektiğinde, insülin sekretagogları, DPP-IV veya alfa-glikozidaz inhibitörleri, başlangıç tedavisi için makul seçeneklerdir (Şekil 7). Exenatid de kullanılabilir. Günümüzde bu ajan, sülfanilüre ve/veya metformin tedavisi almakta olanlarda ek tedavi olarak onaylanmıştır. (3) Başlangıçta tekli-tedavinin yetersizliğinde, birbirinin etki mekanizmalarını tamamlayan kombinasyon tedavilerine yönelinmelidir. • Hafif KY bulunan hastalarda primer olarak TZD veya metformin kullanımı düşünülmelidir; özellikle insülin rezistansı ve metabolik sendromun klinik özellikleri olanlarda, fakat yakın takip garanti edilebiliyorsa bunlar verilmelidir. İnsülin duyarlığını-artıran ilaçların olası faydaları gösterilmiştir (özellikle metforminin), buna rağmen bu ilaçlar ilerlemiş semptomları olan hastalarda muhtemelen halen yasaklanmaktadır. Verilmesi durumunda, hastanın klinik durumu sürekli değerlendirilmelidir. Eninde sonunda, birçok hastada insülin tedavisi gerekecektir. ESC-2008 KY Kılavuzunda: DM ve KY Hastalarında DM tedavisi • ACEİ ve ARB’ler DM’li hastalarda uç organ hasarı ve kardiyovasküler komplikasyon riski ve buna bağlı olarak da KY riskini azaltmakta yararlı olabilir. • ESC/EASD kılavuzundaki DM tedavisine yönelik tavsiyeler KY hastalarının çoğuna uygundur (Eur Heart J 2007;26: 88-136). • KY’de özgül olarak aşağıdaki noktalar üzerinde durulmalıdır: a) Yaşam biçimine ilişkin tavsiyelerde bulunulmalıdır. b) Kan şekeri yüksekliğini tedavi etmek için sıkı bir glisemi denetimi sağlanmalıdır. c) Oral antidiyabetik tedavi kişisel gereksimelere uygun olmalıdır. d) Önemli boyutlarda böbrek fonksiyon bozukluğu bulunmayan (GFR>30 ml/dk) aşırı kilolu Tip –II DM hastalarında birinci sıradaki tedavi seçeneği olarak Metformin üzerinde durulmalıdır. e) Tiazolidindionlarla perferik ödem ve semptomatik KY’de artış arasında bağlantı bildirilmiştir. Tiazolidindionlarlarla ödem gelişme riski dozla ilişkilidir ve eşzamanlı insülin tedavisi uygulanmakta olan diyabet hastalarında risk daha yüksektir. Dolayısı ile ancak NYHA sınıf –II-IV KY hastalarında bu ilaçlar kontrindikedir. NYHA sınıf –I-II’de hasta sıvı retansiyonu açısından dikkatle izlenerek bu ilaçlar kullanılabilir. f) Glikoz hedefine ulaşılmazsa insülin tedavisinin erken evrede başlatılması düşünülebilir g) Morbidite ve mortalite üzerinde etkileri kanıtlanmış ACEİ, Bb, ARB ve diüretikler gibi ilaçlarla en az diyabetli olmayan KY hastalarında olduğu kadar yarar sağlanmaktadır. h) İskemik kardiyomiyopati ve DM bulunan hastaların revaskülarizasyon potansiyelinin değerlendirilmesi özellikle önemli olabilir (European Heart Journal 2008;29: 2388-2442). KAYNAKLAR 1. 2009 Focused update ıncorporated intom the AHA/ACC 2005 Guidlines for the Diagnosıs and treatment of Heart failure in Adults. JACC 2009;53: e1-90 2. ESC Guıdlines for the diagnosıs and treatment of acute and chronic heart failure 2008. European Heart Journal 2008;29: 2388-242 3. Masoudi FA, Inzucchi SE. Diabetes Mellitus: Epidemiology, Mechanısms, and Pharmacotherapy. Am J Cardiol 2007;99/suppl 1: 113B-132B 4. Villareal FJ. Pathogenesis of Myocardial Fibrosıs in the setting of diabetic cardıomyopathy 2006;47: 693-700 5. Sobel BE. Medical management of Diabetes and Heart Disease. Marcel Dekker, Inc. 2002, p. 211-311. Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği ANEMİ VE KRONİK KALP YETERSİZLİĞİ Kalp yetersizliğinin yıllık mortalitesinin Beta-blokerler ve Renin-anjiyotensin-aldosteron antagonistleri tedavileri ile yapılan randomize çalışmalarda yaklaşık %8’e kadar düştüğü gösterilmiştir. Buna rağmen, klinik pratikte mortalitesi çok yüksek seyretmektedir. Bu farkın bir sebebi yüksek mortaliteye katkısı bulunan (mortaliteyi artıran) komorbid durumların klinik çalışmalarda ekarte edilmesidir. Anemi, bu kormorbidlerden birisi olup KY tedavilerinin yeni hedefidir. KY’de Aneminin Prevalansı WHO (World Health Organisatıon) anemiyi hemoglobin düzeyinin erkekte <13 g/dl ve kadında <12 g/dl bulunması olarak tanımlamıştır. Bu tanımlama kullanılarak anemi sıklığı, yaşları 45-64 olan normal populasyonda %9 (erkeklerde %5, kadınlarda %13) bulunmuştur (ARIC çalışması. JACC 2002;40:27-33). KY sırasında anemi prevalansı; anemi tanımına ve seçilen örneğe bağlı olarak değişmektedir. Buna göre prevalans aralığı hastaneye yatırılan hastalarda %15%61 ve %14-%70 arasında gezinmektedir. Bir yıllık takip sırasında, yeni anemi %9.6, %16.9 ve %14.2 sıklıkta gelişmiştir (sırası ile SOLVD, ValHeFT, COMET çalışmaları). • Anemi prevalansı SV fonksiyonu bozulmuş veya korunmuş hastalarda benzerdir. • KY sırasında anemi; ileri yaş, diyabet, kronik böbrek hastalığı, NYHA fonksiyonel sınıfı, düşük egzersiz kapasitesi, kötü sağlık durumu, yaşam kalitesi, daha fazla ödem, düşük kan basıncı, daha fazla diüretik kullanımı, ve daha yüksek nörohormon, proinflamatuar sitokin ve C-reaktif protein düzeyleri ile ilişkili bulunmuştur. Önemli olarak hemoglobinin (Hb) ejeksiyon fraksiyonu ile zayıf ters ilişkisi vardır. Hb’nin zaman içerisinde artışı ile EF’nin düşüşü (yükselme değil) ilişkilidir. KY Sırasındaki Aneminin Muhtemel Sebepleri Hematinik anormallikler: KY’li anemik hastaların çok azında Vitamin B12 ve Folik asitin serum düzeyleri düşüktür. Malabsorbsiyon ve aspirinin neden olduğu gastrointestinal kanama demir eksikliğine sebep olabilir. Demirin hemostazisi ile ilgili detaylı çalışma yoktur. Standart kriterlerin eksikliğinden (transferin satürasyonu, suda çözünür transferin reseptörü veya ferritin) dolayı, bildirilen demir eksikliği sıklığı %5-%21 arasında değişmektedir. Yakın zamandaki çalışmada hastaların %43’de serum demiri (<8 micmol/l) veya ferritinin (<30 micg/l) ikisinden birisi düşmüştür, fakat mikrositik anemi hastaların sadece %6’sında saptanmıştır (Am J Cardiol 2006;98:391-8). 589 Bu çalışma sonuçlarının aksine, normal serum demir, ferritin ve eritropoetin düzeylerine rağmen kemik iliği demir depolarının %73 hastada boşaldığı bulunmuştur (JACC 2006;48: 2485-9). Ortalama korpuskular volumun (al yuvarın hacmi), normalin alt sınırında olması, mikrositik aneminin tüm hastalarda bulunmadığını göstermektedir. Bu bulgu, demirin kemik iliğinden diğer retüküloendotelyal depolara doğru saptırılması ile açıklanabilir. Kronik hastalık anemisi özelliklerine göre, serum demir ve ferritini normal veya artmış düşünülse bile eritropoez için sağlanamaz (kullanılamaz). Bununla birlikte, mutlak veya rölatif demir eksikliğinin herikiside geçmişte düşünülenden daha sıktır (N Engl J Med 2005;352: 1011-23). Renal disfonksiyon ve Bozulmuş eritropoetin yapımı: Eritropoetin primer olarak böbrekte, korteks ve dış medullaya yerleşmiş özel peritubular fibroblastlardan üretilmektedir. Eritropoetin yapımının primer uyarısı düşük PO2’dir; hipoksi peritubuler fibroblastlarda, eritropoetin geninde transkripsiyona neden olan “hipoksi ile indüklenebilen faktör-1”i aktive eder. Böbrek, kalp debisinin yaklaşık %25’ni almasına ve verilen oksijenin %10’dan azını kullanmasına rağmen hipoksiye çok hassastır. Henle-kulpunda meydana gelen ozmotik gradiyenti sürdürmek için, arteriyel ve venöz damarları yakın temas içinde akıma-karşı çalışarak, arteriyel ve venöz dolaşımlar arasında şant diffuzyonuna neden olurlar, böylece kan damarları ile sunulan kanın renal parenkimden geçerken bu mekanizma ile PO2’si düşer; eritropoetinin yapıldığı kortikal piramidin tepesinde PO2 düşüşü 10 mmHg’ya yaklaşır. Bu bölge, düşük böbrek kan akımı (BKA) ve glomerüler filtrasyon hızı sonucunda artmış proksimal tubuler sodyum reabsorbsiyonu ile ilişkili oksijen sunumu ve talebi arasındaki dengesizlik sonucu gelişen PO2’deki küçük değişikliklere çok duyarlıdır. KY’de BKA düşmüş, renal disfonksiyon sıktır, fakat eritropoetin yapımını azaltan yapısal ciddi böbrek hastalığı seyrektir. Bu nedenle azalmış BKA eritropoetin yapımını artırır. Gerçekten, KY’nin ciddiyeti ile orantılı olarak eritropoetin artmıştır, fakat bu düzey aneminin derecesine göre beklenenden daha düşüktür, “köreltilmiş eritropoetin yapımı”nı gösterir. Anemi ve Renin-anjiyotensin sistemi: Anjiyotensin –II BKA’yı azaltarak PO2’yi düşürür, oksijen talebini artırır, böylelikle eritropoetin yapımını uyarır. Anjiyotensin –II ayrıca kemik iliğinde eritroid progenitör hücreleri de uyarır. Anjiyotensin reseptör blokerleri eritropoetini azaltarak ve hematopoez inhibitörü N-asetil-seril-aspartil-lisil-prolin yıkımını önleyerek Hb’de çok az düşüşe sebep olur. İnflamatuar durum, kemikiliği disfonksiyonu ve kronik hastalık anemisi: KY’de Tümör nekroz faktör- 590 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI alfa, interlökin-6, daha birkaç inflamatuar sitokin ve CRP artmıştır, bunlar Hb ile ters ilişkilidir. İnterlökin-6 ve Tümör nekroz faktör-alfa, GATA-2 ve nüklear faktör-kB’yi aktive ederek böbrekte eritropoetin yapımını inhibe eder; bu mekanizma KY’de “körelmiş eritropoetin cevabını” açıklamaktadır. Bu sitokinler kemik iliğinde eritroit progenitör hücrelerin proliferasyonunu da inhibe ederler. Hayvan modellerinde eritropoezin bozulduğu ve eritropoetik progenitör hücrelerin sayısının azaldığı gösterilmiştir, fakat bunun mekanizmaları bilinmemektedir. Bununla birlikte, interlökin-6 demirin duedonal absorbsiyonunu bloke eden karaciğerden Lepcidin yapımını da uyarmaktadır. Bundan ötesi, İnterlökin-6 ferroportinin ekspresyonunu (dışavurumunu) azaltarak düzenlemekte (downregulation), vücut depolarından demir salınımını önlemektedir. Böylece aktive edilmiş proinflamatuar durum, kronik hastalık anemisinin temel parçasıdır, çeşitli mekanizmalar ile aneminin gelişimine katkıda bulunur (Şekil 8). Stabil KY hastalarının sadece %43’de aneminin spesifik sebebi tanımlanmıştır (Eur Heart J 2005;26:2232-7). Demir eksikliği bunların sadece %5 hastada bulunmuştur, geriye kalanların %57’sinde proinflamatuar sitokin aktivasyonu, kronik hastalık anemisini gösteren yeterli demir depolarına rağmen yetersiz eritropoetin yapımı, ve/veya noksan demir kullanımı saptanmıştır (N Engl J Med 2005;352:1011-23). Bu nedenle, kronik hastalık anemisi KY sırasında ortaya çıkan aneminin en sık sebebi olabilir. Hemodilüsyon: Anemi hemodilüsyona bağlı olabilir. Kardiyak transplantasyona gönderilmiş övolemik Kronik Kalp Yetersizliği Nörohormonal aktivasyon Renal kan akımı GFR İnflamatuar Sitokinler GATA-2/NF-κB Angiotensin II EPO Körleşmiş cevap Hepcidin DMT1 Peritubuler fibroblastlarda ↓ PO2 Ferroportin Barsak Fe++ Makrofajlarda Fe++ salımı Makrofajların Fe++ salımı Kemik iliği bozulmuş eritropoez AcSDKP ACE-1 Eritropez için hazır demir Azalmış Eritrosit kitlesi ŞEKİL 8. Kalp yetersizliğinde Aneminin patogenezine karışan mekanizmalar (JACC 2008;52:501-11). AcSDKP: Asetil-seril-aspartil-lisilprolin, DMT1: Divalan metal transporten 1, EPO: epoetin, NF-κB: nukleer faktör-kappa B. Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği hastaların, klinik olarak yarısında hemodilüsyonun neden olduğu “psödoanemi” bulunmuştur (Circulation 2003; 107:226-9). Bununla birlikte diğer araştırmacılar klinik övolemik hastaların plazma volumlarını normal bulmuştur (Eur Heart J:1989;10:445-50). Aneminin Kompansatuar Mekanizmaları ve Patofizyolojik Sonuçlar Anemiye nonhemodinamik cevaplar: Oksijen taşıma kapasitesini artırmak için eritropoezi artırır ve RBC2, 3-difosfogliserat düzeyini artırarak hemoglobin-oksijen dissosiyasyon (ayrışma) eğrisini sağa doğru değiştirir (hemoglobinden oksijenin ayrışması artar) ve böylece doku oksijen dağıtımı düzelir. KY’de eritropoez etkisiz olduğundan, hemodinamik cevaplar ağırlıklı olabilir. Kronik ağır anemide düşük Hb, kan viskozitesinin azalması ve nitrik oksitin-yönettiği vazodilatasyonun artması ile sistemik vasküler rezistansı (SVR) düşürür. Düşük SVR de kan basıncını düşürür ve baroreseptörlerin-yönettiği nörohormonal aktivasyona sebep olur, bu süreç düşük debili KY’de görülenlerin aynisidir. Artmış sempatik ve renin-anjiyotensin aktivitesi, BKA (böbrek kan akımı) ve glomerüler filtrasyon hızını düşürür, sonucunda böbrekten su ve tuz retansiyonu ile ekstrasellüler ve plazma volumları artar. Volum genişlemesi ve artmış vazodilatasyonun birleşik etkisi ile kalp debisi yükselir, ve oksijen transportunun artışına yardım edebilir. Normal SV fonksiyonu olan hastalarda anemiyi düzeltmek, yüksek-debili KY sendromunun hızlı ve tam gerilemesine sebep olur. Bununla birlikte ağır anemili hastalarda hemodinamik ve nörohormonal cevaplar da gözlenmektedir. Benzer değişiklikler hafif-orta anemik kronik böbrek hastalığında (KBH) da bildirilmiştir. KBH’de anemi, Hb 8.5-10’dan 14 g/dl’ye progressif olarak yükselmesi ile kalp debisi (7.0-6.6-5.2 l/dk) ve SV fraksiyonel kısalması (%33-%29’a) anlamlı olarak düşmüştür. Bu veriler, anemi düzeltilmesi ile SV fonksiyonunun düzelmesinin her zaman olası olmadığı göstermıştir. KY’de anemi patogenezinde olaylar dizisi Şekil 9’da gösterilmiştir. KY Sonuçlarına Anemi ve Düşük Hemoglobinin Dahil Edilmesi SV disfonksiyonlu akut ve kronik KY’de, anemi ve Hb düşüklüğü, yükselmiş mortalite ve KY ile hastaneye yatış riski ile bağımsız olarak ilişkilendirilmiştir. Anemi KY çalışmalarında rölatif ölüm riskini %20-50 artırmıştır. Benzer iklişki korunmuş SV fonksiyonu olan hastalarda da gösterilmiştir. Yeni başlayan anemi ve Hb düşüklüğü de zaman içerisinde yükselmiş mortalite ile ilişkilendirilmiştir. Hb ve mortalite ilişkisi linear değildir ve yükselmiş Kronik Ağır Anemi Periferik vazodilatasyon Kötüleşen Kalp yetersizliği İş yükü SV kitlesi SV remodelingi Kan basıncı SV disfonksiyonu Nörohormonlar • Katekolaminler • RAA • Natriüretik peptid • AVP Ekstrasellüler volum Plazma volumu Tuz ve su retansiyonu Renal kan akımı GFR ŞEKİL 9. Kronik ağır Anemide Kalp yetersizliği Patogenezine karışan muhtemel olaylar dizisi (JACC 2008;52:501-11) RAA: Renin anjiyotensin aldosteron, AVP: Arginin vazopressin. 591 592 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI ölüm riskinin çoğunluğu düşük Hb konsantrasyonlarında meydana gelir. Val-HeFT’de ölüm riski yüksek iki Hb quartilinde (13.7- <14.7 g/dl, ve >14.7 g/dl) yaklaşık birbirinin aynidir. Bununla birlikte iki düşük Hb quartilinde (<12.8, ve 12.8- <13.7 g/dl) yükselmiş risk bulunmuştur. Bazı çalışmalarda normal populasyonda, KAH hastalarında, akut koroner sendromlar ve kalp yetersizliğinde Hb ve mortalite arasında “J” şeklinde ilişki bildirilmiştir; en düşük mortalite riski: Hb düzeyinin 13-16 g/dl aralığında gözlenmiş qancak bu Hgb konsantrasyon aralığının altı ve üstünde risk yükselmiştir, böylece aşırı hemoglobin artışı yükselmiş mortalite ile ilişkilendirilmiştir. Anemi Niçin KY’nin Kötü Sonuçları ile İlişkilidir Kronik anemide gözlenen hemodinamik ve nörohormonal değişikliklere bağlı miyokardiyal artmış iş yükü prognozu olumsuz etkileyen SV remodelingine sebep olabilir. Hayvan ve insan modellerinde ağır anemide SV hipertrofi ve dilatasyonu saptanmış olup, bu bulgular histo-topografik ve hemodinamik patolojinin kötü prognoza katkılarıdır: SV hipertrofisi, kronik böbrek hastalığında (KBH) anemik hastalarda devamlı olarak bulunur, anemi veya hipertansiyon ile ilişkilidir. KY’de SV hipertrofisi ve anemiyi birbirina bağlayan veri yoktur. 24 haftalık dönemde Hb’de 1g/dl artış SV kitlesinde 4.1 g/m2 azalma ile ilişkli bulunmuştur (RENAISSANCE). Bununla birlikte aneminin ESA (Eritropoetin stimulan ajanlar) ile tedavisi KBH’de SV hipertrofisini geri döndürmemiştir. Hb EF ile ters ilişkili olabilir. Oysa ki anemi SV disfonksiyonunun markeri BNP ile ilişkilendirilmiştir; anemi BNP ve düşük EF varlığında kötü sonuçların bağımsız öngöreni kalmıştır, bunun anlamı; KBH • Üremi • Demir/EPO kaybı • ACEİ/ARB tedavisi • Azalmış EPO sentezi KKY • Hemodilüsyon • ASA nedeni ile Gİ kanama • ACEİ/ARB tedavisi • Renal hipoperfüzyon • İnflamatuar faktörler • Vitamin eksikliği • Kötü beslenme Anemi ŞEKİL 10. Kardiyorenal sendrom ve gelişimine katkısı olan faktörler (International Journal of Cardiology 117 (2007) 296–305). KKY: Kronik KY, KBH: Kronik böbrek hastalığı, ASA: Aspirin, Gİ: Gastrointestinal. EPO: Eritropoetin. bu değişkenler farklı mekanizmalar ile etkilerini göstermektedir. SV yapısı ve fonksiyonundaki değişiklikleri ile aneminin kötü sonuçlarının tam olarak açıklanamayacağını bu bulgular göstermektedir. Anemi’li KY hastalarında kronik böbrek hastalığı (KBH) önemli komorbiditedir (Şekil 10). Anemi ve renal disfonksiyon, çok-değişkenli analizde KY’nin sonuçlarının bağımsız öngöreni kalmıştır. İki yılda rölatif ölüm riski, KBH da bulunan anemik KY hastalarında 1.6 faktörü ile yükselmiştir. Bunlara ilave olarak anemi, KY’nin prognozunu kötüleştiren faktörler (fonksiyonel durum, düşük albumin ve kardiyak kaşeksi) ile de ilişkilidir. Son olarak, anemik hastaların kötü prognoza katkısı olabilen, kötü nörohormonal ve proinflamatuar sitokin profili vardır. Bununla birlikte, anemi çeşitli mekanizmalar ile kötü prognoz ile ilişkilendirilebilir; aneminin kötü sonuçların sadece markeri veya yöneticisi olup olmadığı açık değildir. Tedavi Seçenekleri Anemi kötü klinik durum ve yüksek mortalite ile kuvvetle ilişkilendirilmiş olduğundan, aneminin tedavisi ile KY sonuçlarınının düzelip düzelmeyeceğiini düşünmek mantıklıdır. Hb’yi yükseltmek için elimizde sadece birkaç seçenek vardır: • Akut tedavi için kan transfüzyonu kullanılabilir, transfüzyon birçok risk ile ilişkili olup buna karşılık geçici fayda sağlamaktadır. • Hematinik anormalliklerin düzeltilmesi faydalıdır, ancak hastaların çoğunda düşünülen kronik hastalık anemisi bulunması olasılığıdır. Bunlarda ESA’lar (Ruythropoetin stimulating agents) ile eritropoezin uyarılması mantıklı stratejidir. • KY hastalarında Hb’yi yükseltmek için kullanılan ESA’lar; epoetin-alfa, epoetin-beta ve darbepoetinalfa. Anemi ve KY hastalarında, Epoetin-alfa ve İV demir veya İV demir sukroz ile NYHA fonksiyonel sınıfı ve SVEF’nin yükseldiği ve diüretik dozu ve hastaneye yatışın azaldığı gösterilmiştir (JACC 2001;37:1775-80). Eritropoetin <100 micU/ml olan anemili KY hastalarında, hct’yi >%45 yükseltmek için plasebo kontrollu epoetin-alfa (+) oral demir ve folat verilmiştir. 3 ay sonra, VO2 zirvesi, Hb, ve 6-dakika yürüme mesafesi artmıştır (Circulatıon 2003;107:294-9). Anemik KY hastaları ile KBH’de Eritropoetin-beta ve oral demirin, SV yapısı ve fonksiyonu, pulmoner arter basıncı ve BNP değerlerine etkisi araştırılmıştır. Bir yıl sonra eritropoetin grubunda Hb yükselmiş; SV çapları volum ve kitlesi azalmış ve EF yükselmiş; pulmoner arter basıncı ve BNP’de eritropoetin ile düşmüştür (Am Heart J 2007;154:645e9-15). Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği Anemik KY hastalarında (EF<%40, NYHA II/IV), Hb’yi 14.9 ± 1.0 g/dl’de sürdürebilmek için bir yıl iki haftatada bir darbopoetin ve demir verilmiş ve 27. haftada Hb anlamlı artmıştır ancak NYHA fonksiyonel sınıfı ve treadmil egzersiz testi süresi başlangıç değerlerine göre değişmemiştir (LAMİNA-HeFT, Circulatıon 2008;117:526-35). • Yukarıda bir bölümü özetlenmiş yakın zamanda yayınlanmış ESA çalışmalarının analizinde (birleştirilmiş emniyet analizi: Hb>%9 ve <%12.5 g/dl, NYHA II/IV KKY, SVEF< %40), darbepoetin veya plasebo verilmiş hastalarda. Birleştirilmiş sonlanma noktası ölüm ve KY ile hastaneye yatış iki grup arasında anlamlı bulunmamıştır (Eur J Heart Fail 2007;9:110-2). Yakın zamanda yapılan ESA çalışmalarının (yukarıdaki son iki çalışma dahil) sonuçları daha az etkileyicidir. ESA’lar KY hastalarında genellikle iyi tolere edilmiştir. Fakat kardiyovasküler veya diğer komplikasyonlar ESA ile anlamlı artmamıştır (Lancet 2007;369: 81-8). Çalışmalarda ESA ve Oral Demir Uygulaması Dozları • Subkutan epoetin-beta 6.000 İU/2 hafta +oral demir 300 mg 1yıl için. • Darbopoetin (-alfa) 0.75 micg/kg micg/kg, veya sabit doz 50 micg/ her 2 haftada + (serum ferritini <800 ng/mnl ise oral demir 200 mg günde 1 defa). (JACC 2008;52: 501-11) ESA tedavisi ile hemoglobinin yükseltmenin riski varmı?: KBH’de kan transfüzyonunu önlemek ve yaşam kalitesini düzeltmek için hedeflenen Hgb düzeyinin 11-13 g/dl arasında tutabilmek için (2007’de değiştirilen öneride hedef Hb10-12 g/dl) eritropoetin kullanılması tavsiye edilmektedir (http://www.fda.gov/cder/ drug/InfoSheets/HCP/RHE200711HCP.htm.). Bazı çalışmalarda ESA kullanımın riskleri bildirilmiştir: HCT çalışması, KBH’de epoetin-alfa ile Hct yükselmesi ile (%39’a karşı %29) birlikte toplanmış fatal ve nonfatal Mİ ve vasküler trombozis insidensi artmıştır. CREATE çalışması, Hb<10.5 g/dl’de anemiyi düzeltmek için (13-15 g/dl’ye çıkarmak) eritropoetin kullanımı ile rölatif mortalite riski Hb’de yükselme ile birlikte %34 artmıştır. CHOİR çalışması, renal yetersizlikte anemiyi düzeltmek için (Hb 13.5-11.3 g/dl) epoetin verilmiştir. Yüksek Hb grubunda toplanmış ölüm, Mİ, KY ile hastaneye yatış, inme %34 artmıştır. 593 ® Bu çalışmaların sonuçlarına göre; kardiyovasküler olay riski yüksek hastalarda (diabet, hipertansiyon, KBH) ESA kullanımında dikkatli olunmalıdır. • Kronik ağır anemik hastalarda (Hb <9 g/dl) ESA başlanabilir, ancak Hb hedefi çok yüksek tutulmamalıdır (>12 g/dl gibi). KBH hastalarında gözlenmiş kötü etkilerin Mekanizmaları: Yüksek Hb ile ESA’lar KBH’de kan basıncının kötü kontrolu için, büyük risk yaratır.Kötü kardiyovasküler olayları kolaylaştırır. Hb artışı ile kan basıncının yükselişi; artmış viskozite ve azalmış nitrik oksit sağlanışı ile açıklanabilir. Diğer olası mekanizmalar; eritropoetin kullanımı ile ilişkilendirilmiş vasküler sitozolik kalsiyum ve endotelin-1 ve doku renin-anjiyotensin aktivitesinin artışıdır. Eritropoetin ile ilişkilendirilmiş antifibrinolitik aktivite ve daha yüksek viskozite trombotik riski de artırabilir. • KY’de aneminin düzeltilmesinin anlamı: Yükseltilmiş Hb’nin meydana getirdiği (düzelmiş oksijen tesliminin) olumlu etkiler ve “kan basıncı, kalp debisi ve SV fonksiyonu üzerinde artmış viskozite ve SVR’nin” olumsuz etkiler arasından birini elde etmek için diğerinden vazgeçmektir. • Yükselmiş Hb EF’de düşme ve kan basıncında yükselme ile ilişkilidir. Bundan dolayı aneminin düzeltilmesinin SV fonksiyon veya hemodinamiklerinde faydalı etki sağlaması olası değildir. ESA’nın Noneritropoetik etkileri: Eritropoetin reseptörleri nöronlar, kardiyomiyositler ve endotel hücrelerinde de bulunmaktadır. • Birçok deneysel çalışmada ESA’ların Hb’yi yükseltmekten bağımsız olarak infarkt büyüklüğünü, hipoksik hasarı azalttığı, miyosit apoptozisini önlediği ve endotelyal progenitör hücreleri mobilize ettiği gösterilmiştir. Bundan dolayı ESA’ların faydalı etkileri nonhemopoetik etkiler ve Hb’de yükselme ile muhtemelen ilişkili değildir. Son zamanlarda, doku korunmasını yöneten ortak beta reseptör alt-ünitelerinden oluşan ikinci eritropoetin reseptörleri tanımlanmıştır (CD 131 olarakda bilinmekte), bunlar eritropoetin-reseptör bağlanma bölgelerinde değildir, miyokardiyumda bulunur. Eritropoetinin tüm lizinlerinin karbamilasyonu ile homositrulin-karbamilatlanmış eritropoetine değiştirilmekte; oluşan bu bileşiğin eritropoetik aktivitesi tamamen eksiktir, fakat doku koruyucu etkisi kalmıştır. Karbamile edilmiş eritropoetinin niyokard infarktüsünden sonra iskemi/reperfüzyon ile ilişkili apoptozisi önlediği gösterilmiştir (in vivo/vitro çalışmalarda). Bu ajanlar ile eritropoetinin istenmeyen etkileri olmadan, KY’de muhtemel miyokardiyal korunma elde edilebilmiştir. KY ile ilgili klinik verileri henüz yoktur. 594 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Anemiyi Yalnız Demir Kullanarak Tedavi Etmek Geçmişte anemik KY hastalarında rölatif veya mutlak demir eksikliği sık bulunmuştur. Demir eritropoez için esastır, fakat iskele kası ve Krebs siklusundaki bazı enzim-bağlantılı bioenerjetik süreçlerde de demir önemlidir. Kronik demir eksikliğinin kendisi egzersiz kapasitesini düşürebilir, ayrıca da kardiyak miyositlerde ultrastrüktürel değişikliklere sebep olur. Bundan dolayı, demir-eksikliğinde, anemik veya non-anemik KY hastalarında İV demir faydalı olabilir. Demir eksikliğinin transferin satürasyonu ve ferritin düzeyleri ile tanımlandığı çalışmalarda: Anemik (Hb≤ 12 g/dl) KY hastalarında, İV demir sukroz 12-17 gün verilmiştir (Hb 12.6 g/dl’ye çıkmış), yaklaşık 3 ay takip sonrası NYHA fonksiyonel kapasite sınıfı, ve 6-dakika yürüme mesafesi (6DYM) düzelmiştir (JACC 2006;48: 1225-7). Bir başka çalışmada anemik KY hastalarına İV demir sukroz 5 hafta, haftada bir verilmiş ve 6 ay sonra Hb yükselmiş kreatinin klirensi düzelmiş, CRP ve proBNP düşmüş, EF ve 6DYM artmıştır (JACC 2007;50:1657-65). Demir eksikliğinin anemik ve non-anemik KY hastalarında (zirve MVO2 ≤18 ml/kg/dakika) değerlendirildiği (egzersiz kapasitesi) çalışmada, plasebo kontrollu İV demir sukroz 4 hafta 200 mg/haftada ve sonra 3 ay 200 mg/ay verilmiştir. Demir tedavisi serum ferritin düzeyini yükseltmiş ve NYHA fonksiyonel sınıfını düzeltmiştir, fakat önceki iki çalışmadan farklı olarak Hb yükselmemiştir. Zirve VO2 anemik hastalarda da anlamlı olarak artmıştır (FERRIC-HF). • Uyarı!: İV demir tedavisi risksiz değildir, (a) bakteriyemi gelişme riski ile ilişkilendirilmiştir. (b) İmmun aktivasyon tablosunda, demir tedavisi, doku hasarı ve endotel disfonksiyonuna sebep olan çok toksik hidroksil radikalleri meydana getirerek kardiyovasküler kötü olayların riskini artırabilir (Lancet 2007; 370: 481-2, author reply 482-3). Klinisyenler için Anlamı • KY kılavuzlarının (AHA/ACC, ESC, AHFS) hiçbirisinde KY’de aneminin tedavi ve değerlendirilmesi tartışılmamıştır. • ESA ve demir desteğinin kullanımı ile ilgili güncel kanıtlarda sadece birlikte KBH’lı hastalardaki kullanımı dikkate alınmıştır. • KDOQI (Ulusal böbrek vakfı) 2007 kılavuzunda ESA kullanımı için elde edilen Hb hedefi aralığı: “11.0-12.0 g/dl”. • ESA kullanılması, sadece KBH hastalarında egzersiz toleransını ve fonksiyonel kapasiteyi düzeltmek için istenmiştir (FDA). KY hastalarında düzelme inandırıcı bulunmamıştır. • Dolayısı ile, KBH için indikasyonu olmayan, anemik KY hastalarında ESA kullanılması tavsiye edilmememektedir. Anemi: KY ve BH’de Birleştikleri ve Ayrıldıkları Nokta Kalp yetersizliği (KY) ve kronik böbrek hastalığı (KBH), birçok sebepleri (hipertansiyon gibi), risk faktörleri (yaşlılık gibi) ve özellikleri (kötü beslenme gibi) paylaşmaktadır. Bunlardan sonra bu iki patolojik durumun büyük bir hasta grubunda bir arada olması, bulunması sürpriz olmamalıdır. KY hastalarında KBH prevalansı oldukça yüksektir, hatta bunların önemli bir bölümü son-evre böbrek hastalığına ilerlemektedir. KY hastalarının %63’de çeşitli derecelerde bozulmuş böbrek fonksiyonu bulunmuştur, bunların %29’u KBH iledir.1.2 Bunun klinik önemi büyüktür, çünkü KY hastalarında birlikte olan böbrek disfonksiyonu ters sonuçların (mortaite ve morbidite) yükselmiş riski ile ilişkilendirilmiştir.KY’de bulunan bözulmuş böbrek fonksiyonu, EF veya NYHA fonksiyonel sınıfına göre mortalitenin daha güçlü öngöreni bulunmuştur.3 Bunun tersi de doğrudur: KBH ve son-evre böbrek disfonksiyonunda kardiyovasküler hastalık çok önemli komorbiditedir ve bu hastalarda mortalitenin önde gelen sebebidir. Hakikaten, KBH’de KY kardiyovasküler mortalite ve morbiditenin anahtar parçasıdır; tüm KBH spektrumunda 2 yıllık toplanmış KY olasılığı %39.5 bulunmuştur. KBH hastalarının %39.9’da başlangıçtaki tabloda KY saptanmış, diğer %30.7’si sonraki yıl, diyaliz hastalarının ise yaklaşık 2/3’de 3 yıl içerisinde KY gelişmiştir.4, 5 KY’de Anemi: KY’de aneminin tanımı ile ilgili günümnüzde kabul edilmiş bir hemoglobin konsantrasyonu yoktur. Çalışmalarda seçilen hemoglobin düzeyi: <12 veya 12.5 g/dl’dir.8, 9 Buna rağmen KY topluluğunda anemi prevalansı >%20 (en fazla %50) bildirilmiştir.10 OPTIMIZE-HF çalışmasında, KY ile hastaneye yatırılanların %1.2’sinde hemoglobin düzeyi <12.1 g/dl ve %25’i orta-ağır anemik (5-10.7 g/dl) bulunmuştur.11 Ayrıca, anemi prevalansı hastalığın ciddiyeti ile anlamlı olarak artmıştır, ilerlemiş KY hastalarında çok yüksek olabilir. Orta ve yeni başlayan KY’de çok az hasta anemiktir. Düşük hemoglobin düzeyi hastaneye yatırılın KY hastalarında yükselmiş toplam ve kardiyovasküler mortalite ve ve morbidite ile bağımsız olarak ilişkili bulunmuştur (OPTIMIZE-HF). Ayaktan takip edilen KY hastalarında da inatçı aneminin bulunması kötü sağkalımı gösterir: Hemoglobinde her 1 g/dl düşüş çok değişkenli düzeltilmiş ölümü %20 artırmıştır.12 • KY’de düşünülen anemi etyolojileri Tablo 10’da Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği 595 TABLO 10. Kalp yetersizliğinde aneminin sebepleri TABLO 11. Kronik böbrek hastalığında anemi sebepleri Rölatif eritropoetin eksikliği Eritropoetine direnç Beslenme eksiklikleri (demir, folat, ve vitamin B12) Gastrointestinal mukozanın ödemine sekonder malabsorbsiyon Eritropoezde demir biyoyararlığının kısıtlanması Yükselmiş inflamatuar sitokinler Hemodilüsyon İlaçlar (ACEİ, ARB, Warfarin ve aspirin gibi) Eritropoetin yetersizliği Eritropoetin direnci Eritropoetin reseptörlerinin azalmış dışa-vurumu (ekspresyonu) Bozulmuş eritropoetin sinyal transdüksiyonu Eritroid haberci (prekürsör)-hücrelerinin bozulmuş proliferasyonu Eritropoez için kısıtlanmış demir biyoyararlığı Beslenme eksiklikleri (folat, demir ve vitamin B12) Yükselmiş inflamatuar sitokin düzeyleri Trombosit disfonksiyonu sonucunda kan kaybı (gizli gastrointestinal kanama gibi) Son-evre böbrek disfonksiyonunda ekstrakorporel dolaşımda kalmış kan Hiperparatiroidzm İlaçlar (ACEİ, ARB ve aspirin gibi) JACC 2009;53: 639-47 sunulmuştur. Bu potansiyel etyolojiler birlikte aspirin kullanımına bağlı gizli gastrointestinal kanama, hemodilüsyon, eritropoetin (EPO) sentezinin inhibisyonu (muhtemelen ACEİ veya ARB kullanımına sekonder), ve anoreksi ile beslenme yetersizliğini de içermektedir (Şekil 11). Buna göre patofizyolojide en çok anlaşılabilen sebep EPO’ya cevapsızlıktır. Bununla ilgili olarak, mutlak EPO eksikliği olan fonksiyonel anefritik son-evre böbrek disfonksiyonuna kıyasla, konjestif KY hastalarında plazma EPO düzeyi tipik olarak yükselmiştir. EPO duyarlılığının kaybolması artmış çok sayıdaki inflamatuar sitokinlerin kanıtı olan kronik inflamasyona bağlı olduğu düşünülmektedir. Aneminin Eritropoezi uyaran ajanlar (ESA; erythropoiesis-stimulating-agents) ile düzelmesi KKY’de düzelme ve sitokin düzeyinde düşme ile ilişkili bulunmuştur. İnflamasyon sendromu, EPO direnci ve anemi; hipotetik olarak yüksek-riskli KY hastalarını tanımlayabilir. • EPO’ların bilinen ters etkileri; nitrik oksit yolunun inhibisyonuna bağlı, hipertansiyonu ve kan viskozitesini kötüleştirmektir. Yüksek doz EPO’nun belirli koşullarda (hipertansiyon ve üremik ortamlar gibi) ters kardiyovasküler etkilere neden olan nitrik oksit oluşumunu ve salımını azalttığı da gösterilmiştir. Demir tedavisi (tek başına), KKY hastalarında bazı çalışmalarda anemiyi azaltmış, kalp fonksiyonunu düzeltmiş oksidatif stresi artırmıştır (Şekil 10). Kronik Böbrek Hastalığında Anemi Anjiyotensinojen Anjiyotensin 1 Anjiyotensin konverting enzim ACE-I ARB Karaciğer ARB Anjiyotensin II Adrenal korteks ARB ↑IGF-1 ↑Androjenler Böbrek ARB ↑EPO Kemik iliği ŞEKİL 11. ARB.ACEİ ve ARB’lerin neden olduğu anemin mekanizması (International Journal of Cardiology 117 (2007) 296–305 KBH’de komplikasyon olarak anemi, KKY’nin aksine daha sık olup, uzun zamandır bilinmektedir. Anemi hastalığın erken evresinde meydana gelir ve böbrek fonksiyonu düştükce kötüleşir. Anemi prevalansı GFR düşüşü ile kuvvetli ilişkili bulunmuştur. Bir çalışmada hastaların yaklaşık %47.7’sinde (hemoglobin ≤12 g/dl) gösterilmiştir, GFR’nin ≥60’dan 15 ml/dk/1.73 m2’e düşmesi ile; hemoglobin düzeyi ≤12 g/dl olan hasta yüzdesi %%26.7’den %75.5’e yükselmiştir (Curr Med Res Opin 2004;20:1501-10). İlerlemiş KBH’de anemi gelişiminden büyük ölçüde azalmış EPO oluşumu sorumludur. Tablo 11‘de etyolojisinde düşünülen diğer sebepler bildirilmiştir. Üremik toksinlere bağlı eritrosit ömrünün kısalması, trombosit disfonksiyonuna sekonder kronik kan baybı, beslenme eksiklikleri (folat gibi), demir eksikliği (fonksiyonel veya mutlak) ve kemik iliğini suprese eden yükselmiş inflamatuar sitokin düzeyleri (Şekil 12). Anemi KBH’de böbrek hastalığı progresyonunun (son-evre böbrek disfonksiyonuna gidişin) bağımsız 596 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Zararlı kardiyovasküler olaylar CHF ESA tedavisi Demir replasmanı Renal disfonksiyon İnflamasyon sendromu Hemoglobin hedefte Hemoglobin > Hedef Kaşeksi Kötü beslenme Demir ve vitamin eksikliği Eritropoetinin plazma düzeylerinin ESA direnci Anemi ŞEKİL 12. KY ve renal disfonksiyonlu hastalarda, kardiyorenal sendrom hastaların herikisinde aneminin altında yatan patofizyoloji ve düzeltilmesi (JACC 2009;53: 639- 47) ESA: Eritropoezis stimulan ajan, “+ ve -”: Pozitif ve negatif etkiler. öngörenidir, kardiyovasküler hastalığın varlığında riski katladığı düşünülmüştür, KBH’nın önemli komorbiditesidir. Serum kreatinini yükselmiş olanlarda anemi ile KBH’ye (diyalize) progresyon riski artmıştır, miyokard imnfarktüsü riski de yükselmiştir (2-5 defa). Hemoglobinin düzenli olarak yükselişi ile KY ile hastaneye yatış da azalmıştır. KBH ve KY Hastalarının Herikisinde Hedef Hemoglobin Düzeyi Kardiorenal anemi sendromu bulunan hastaların anemi tedavisinin çözümlenememiş konuşlarından birisi; farmakolojik tedavinin hedef alacağı güvenli hemoglobin düzeyinin belirlenememesidir. Hematokrit düzeyinin >%42 olmasından (KBH kılavuzunun önerisi), <%35 olmasının sonuçları daha iyi olduğu bildirilmiştir. Ayrıca 14-14.9 g/dl hemoglobin düzeyinin faydasının <10.9 g/dl’den daha çok olduğu görülmüştür, en düşük mortalite 14.5-15.5 g/dl aralığında bulunmuştur. • Dolayısı ile Ulusal KBH (Kronik böbrek hastalığı) kılavuzunun hedef hemoglobin aralığı, 12 g/dl düzeyi ile 14 g/dl arasındadır. Şekil 13‘de aneminin düzeltilmesi için algoritmik strateji önerilmektedir (Eur J Heart Fail 2007;9:110-2). • Kardiyorenal anemi sendromunda (Şekil 10) günümüzde kullanılan ESA protokollerinin esas aldığı görüş; artmış böbrek fonksiyonun hemoglobin hedefini nasıl değiştirdiğidir. Bu nedenle hastalarda anemi tedavisi sırasında böbrek fonksiyonlarının değişiminin izlenmesi tavsiye edilmekte böylece KBH ve KY’li hastada klinisyen, daha sonra yeni hemoglobin hedefi saptamalıdır. Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği 597 Renal Fonksiyon: GFR değerlendir KY ile normal Renal fonksiyon, veya (Evre 1-4 KBH) KKY ile Evre 5 KBH (son evre BH) Hb ölç Hb ölç Hb hedefi ile hastayı tabakalandır Tekrar araştırma protokolu: GFR’ye göre Hedef, Hb 12-14.5 g/dl Hb 10-12 g/dl Hedefte, izle Klinik pratikte Hedef Hb 10-12 g/dl Hb < Hedef Demir ölç GFR’yi tekrar değerlendir Fe sat >%20 ve Ferritin >100 ng/ml Fe sat <%20 veya Ferritin <100 ng/ml Hb<10 g/dl Demiri ölç. Fe sat >%20 ve Ferritin >100 ng/ml* Fe sat <%20* ESA başla ve titre et Demir ver Demir ver ESA başla ve titre et ŞEKİL 13. KBH ve KY hastalarında önerilen anemi stratejisi (JACC 2009;53: 639-47) KBH: Kronik böbrek hastalığı, BH: Böbrek hastalığı, *: Kayıp için Ferritin düzeyi tartışmalı, inflamatuar durumlar ile karışabilir. ESC-2008 ve AHA 2009 KY Kılavuzunda Anemi ESC 2008 KY Kılavuzu • KY’de anemi prevalansı; yaş, kadın cinsiyet, böbrek hastalığı ve diğer ko-morbid ile yükselir. • KY hastalarında anemi esasen azalmış aerobik kapasite ile ilişkilidir; Bitkinlik, düşük fonksiyonel durum ve kötü yaşam kalitesi. Anemi hastaneye yatış ve mortalitenin bağımsız risk faktörüdür. • Anemi miyokardiyal fonksiyonları etkileyerek ve nörohormonal sistemi aktive ederek KY’nin patofizyolojisini kötü etkileyebilir. • Aneminin düzeltilmesi KY’de rutin tedavi olarak kabul edilmemiştir. • Olası tedavilerden; sıklıkla ESA ve birlikte demir eritrosit üretimini artırır, kanıtlanmamış seçenektir. AHA-2009 KY Kılavuzu: • Altta kalp hastalığı bulunmuyorsa, KY’nin seyrek sebeplerindendir. Ağır anemi (Hb <5g/dL) sadece yüksekdebili KY’ye neden olabilir. • Eritropoetin ve demir kullanımının, KY’de hafif anemide faydası gösterilmiştir. Ancak, tromboembolik olayları artırabilir. (European Heart Journal 2008;29:2388-2442) (JACC 2009; 53:81-907 598 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI NYHA sınıfı II veya III, SVEF≤%40 (NYHA II için) veya ≤%45 (NYHA II için) demir eksikliği olan (ferritin düzeyi <100 micg/L veya 100-299 micg/L; transferin satürasyonu<%20; hemoglobin düzeyi 95- 135 g/L) kronik KY hastalarına randomize 200 mg iv. Demir (ferik karboksimaltoz) verilmiştir. Sonuçta; anemi olsun olmasın demir eksikliği ve kronik KY hastalarında iv.demir tedavisi ile semptomlar, fonksiyonel kapasite (24’cü haftada fonksiyonel kapasitenin 1 sınıf ve 6-dakika yürüme mesafesinin artması) ve yaşam kalitesi düzelmiştir. Ölüm, komplikasyonlar ve yan etki oranları gruplarda (demir ve plasebo alan) benzer bulunmuştur (FAIR-HF. NEJM.2009;361:2436- 48). KAYNAKLAR 1. Heart Failure Society of America (HFSA) practice guidelines. HFSA guidelines for management of patients with heart failure caused by left ventricular systolic dysfunction—pharmacological approaches. J Card Fail. 1999;5:35782. [PMID: 10634677] 2. Consensus recommendations for the management of chronic heart failure. On behalf of the membership of the advisory council to improve outcomes nationwide in heart failure. Am J Cardiol. 1999;83:1A-38A. [PMID: 10072251] 3. Hunt SA, Baker DW, Chin MH, Cinquegrani MP, Feldman AM, Francis GS, et al. ACC/AHA guidelines for the evaluation and management of chronic heart failure in the adult: executive summary. A report of the American College of Cardiology/American Heart Association Task Force on Practice Guidelines (Committee to revise the 1995 Guidelines for the Evaluation and Management of Heart Failure). J Am Coll Cardiol. 2001;38:2101-13. [PMID: 11738322] 4. Dries DL, Exner DV, Domanski MJ, Greenberg B, Stevenson LW. The prognostic implications of renal insufficiency in asymptomatic and symptomatic patients with left ventricular systolic dysfunction. J Am Coll Cardiol. 2000;35: 681-9. [PMID: 10716471] 5. Hillege HL, Girbes AR, de Kam PJ, Boomsma F, de Zeeuw D, Charlesworth A, et al. Renal function, neurohormonal activation, and survival in patients with chronic heart failure. Circulation. 2000;102:203-10. [PMID: 10889132] 6. Cockcroft DW, Gault MH. Prediction of creatinine clearance from serum creatinine. Nephron. 1976;16:31-41. [PMID: 1244564] 7. Levey AS, Bosch JP, Lewis JB, Greene T, Rogers N, Roth D. A more accurate method to estimate glomerular filtration rate from serum creatinine: a new prediction equation. Modification of Diet in Renal Disease Study Group. Ann Intern Med. 1999;130:461-70. [PMID: 10075613] 8. K/DOQI clinical practice guidelines for chronic kidney disease: evaluation, classification, and stratification. Kidney Disease Outcome Quality Initiative. Am J Kidney Dis. 2002;39:S1-246. [PMID: 11904577] 9. Effect of enalapril on mortality and the development of heart failure in asymptomatic patients with reduced left ventricular ejection fractions. The SOLVD Investigators. N Engl J Med. 1992;327:685-91. [PMID: 1463530] 10. Effect of enalapril on survival in patients with reduced left ventricular ejection fractions and congestive heart failure. The SOLVD Investigators. N Engl J Med. 1991;325:293-302. [PMID: 2057034]. 11. Young JB, Abraham WT, Albert NM, et al. Relation of low hemoglobin and anemia to morbidity and mortality in patients hospitalized with heart failure (insight from the OPTIMIZE-HF registry). Am J Cardiol 2008;101:223–30. Okunması Önerilen Kaynaklar: • • • Anand IS. Anemia and chronic heart failure: Implicatıons and treatments options. JACC 2008;52: 501-11 Kazory A, Ross EA. The point of convergence for kidney di, sease and heart failure Abraham WT, Krum H. Heart failure: Practical approach to Treatment. McGrawHill. 2007. p.225-33 Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği Kalp-Böbrek Etkileşimi Kalp ve böbrek hemodinamik ve düzenleyici anlamda oldıkça kompleks bir şekilde birbirine bağlanmıştır. 70 kg normal bir erkekte böbreğin ağırlığı yaklaşık 130-170 gr olup, 100 gramı 400 ml/dk kan akımı alır (kalp debisinin yaklaşık %20-25’i), yaklaşık 1 milyon nefronun glomerüler filtasyonunu böylece sürdürülebilmesi sağlanır (Şekil 14). Bu akım diğer organların çoğunun her ünitesinden (gram ağırlığından) dakikada geçen kan akımından birkaç defa daha fazladır (Şekil 15). Bununla birlikte oksijen ekstraksiyonu düşüktür, tüm vucudun toplam oksijen tüketiminin %8’ni böbrekler kullanmaktadır. A. Böbrek Bowman kapsülü Renal korteks Afferet arteriol Distal B. Glomerul tubulus Proksimal tubulus Efferent arteriol Glomerul öbeği Renal medulla C. Glomerular kapiller Delikli endotelyal hücre Bazal membran Podosit İnce, dar diyafram Serebral Kardiyak indeks (ml/min/m2) KRONİK BÖBREK YETERSİZLİKLİ HASTALARDA KALP YETERSİZLİĞİ 599 Koroner Splaknik Renal İskelet Kası Cilt Diğer Normal KKY ŞEKİL 15. Dinlenimde kalp debisi. Kardiyak indeksin normal ve KKY hastalarında dağılımı (Prog Cardiovasc Dis 1975;18: 181-199). Böbreklerin, elektrolit dengesi, volum ve kan basıncı düzenlenmesinde önemli kilit rolü vardır. Bu iki organın ilişki ve bağlantısı Şekil 16’da gösterildiği gibi birçok düzeyde meydana gelmektedir (sempatik sinir sistemi, RAAS, ADH, endotelin ve natriüretik peptidler gibi). Bu sistemlerin anlaşılması Kardiyovasküler ilaçların ve hastalığın teşhis ve tedavi hedeflerinin geliştirilmesinde anahtar olmuştur. Obezite-tip-II diyabet-hipertansiyon üçlüsü (gelişmiş ülkelerin pandemisi), sıklıkla kronik böbrek hastalığı ve kardiyovasküler hastalık kombinasyonuna yol açar. 25 yaş ve üzerindeki tüm son-evre böbrek hastalarının (KBH) yaklaşık yarısı tip-II diyabetik hastalardır (diyabetik nefropatiye bağlı). KBH’nın miyokardiyal hastalık ve aterosklerozu hızlandırdığı gösterilmiş, birçok olguda ani ölüme yol açan kardiyak aritmilerin gelişmesine yol açmıştır. Kardiyoregülatör merkez D. Filtrasyon bariyeri Podosit ayaksı çıkıntı Glomeruler bazal membran Sempatik gövde Delikli endotelyum Yüksek-basınç baroreseptörlerinden Glosofarengeal ve vagal afferentler Sempatik gangliyon Sempatik sinirler AVP Aldosteron ŞEKİL 14. Glomerul damarlarının normal yapısı. Her böbrek korteksin (A) 1 milyon glomerül ihtiva eder. (B), arteriyol, bowman kapsülüne girer ve glomerül kümelerini yapan birçok kapillere dallanır; kapiller duvarı gerçek filtre oluşturur. (C), Plazma, filtre olmamış kanın dolaşıma geri döndüğü efferent arteriyole doğru proksimal tubulus yönünde filtre olur, kapiller duvarın filtrasyon engelinin en içinde delikli endotelyum, glomerüler bazal membran, interdigital podosit ayaksı çıkıntı (pdosit) sıraları bulunur. (D), delikli endotel tabakası ve üzerindeki ayaksı çıkıntıların dizisi bulunan glomerüler bazal membranın çizilmiş kesiti ŞEKİL 16. Kalp ve böbrek arasında major norohormonal iletişim sistemi. BNP: Beyin natriüretik peptid ANP: atriyal natriüretik peptid, AVNP: Arginin vazopressin (N Engl J Med 1999;341: (N Engl J Med 2006; 354: 1387-1401). 577) ANP/BNP Anjiotensin II salımı Periferik vazokonstriksiyon Solut (erir madde) su atımı Sodyum atılımı 600 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Kronik Böbrek Hastalığı ve Kardiyovasküler Risk Kronik böbrek hastalığı (KBH) tamamen hesaplanmış glomerüler filtrasyon hızına göre tanımlanmaktadır. • KBH’nın genel tanımında; böbrek hasarı varlığında hesaplanmış GFR’nin (eGFR) <60 ml/dk/1.73 m2 olması şarttır. Bununla birlikte normal yaşlanma ile (20-80 yaş), eGFR yaklaşık 130’dan 60 ml/dk/1.73 m2’ye düşer, eGFR 60 ml/dk/1.73 m2’nin altına düşünce çeşitli patobiyolojik süreçler başlar. Kardiyovasküler olayları araştıran çalışmaların çoğunda Kontrast nefropatisi gelişmesi için eGFR sınır değeri 60 ml/dk/1.73 m2 kabul edilmiştir, bu düzey genel populasyonda kabaca serum kreatinin >1.5 mg/dl’ye tekabül etmektedir (Şekil 17). Bilindiği gibi kreatinin böbrek fonksiyonunun ham indikatörüdür ve sıklıkla iskelet adale kitlesi daha az olan kadın ve yaşlılarda böbrek disfonksiyonu gerçek değerinin altında hesaplanmaktadır. • eGFR ölçümü veya kreatinin klirensi (KrK) hesaplanması için “Cocroft-Gault denklemi” kullanılmaktadır (Tablo 3). Kronik Böbrek Hastalığı ve Böbrek Harabiyetinin Teşhisi Teşhis Kriterler 1. ≥3 ayda, böbreğin yapısal veya fonksiyonel anormallikleri ile tanımlanan böbrek hasarı; birlikte aşağıdakilerden birisi ile ortaya çıkan, (eşlik eden düşmüş GFR olsun/olmasın): • Patolojik anormallikler; veya • Böbrek hasarının markerleri; kan ve idrar içeriğindeki ve görüntüleme testlerindeki anormallikler dahil. 2. ≥3 ayda, eGFR<60 ml/dk/1.73 m2, birlikte böbrek hasarı olsun/olmasın. Böbrek Hasarı Markerleri ve Böbrek Hasarını Gösteren Bulgular • Proteinüri: Albumin/kreatinin oranı >30 mg/g • İdrar sedimenti anormallikleri: Hücresel, kaba granüler silendirler, yağ. • Görüntüleme testleri: Böbrek büyüklüğü ve fonksiyonunda anormallikler, böbrek fonksiyonu ve büyüklüğünde asimetri, şeklinde düzensizlikler (kistler, nebdeler, kitle lezyonlar). Taşlar. Hidronefroz ve idrar yollarının diğer anormallikleri. Arteriyel darlık ve diğer vasküler lezyonlar. • Kan veya idrar içeriğinde anormallikler: Nefrotik sendrom. Tubuler sendromlar (renal tubuler asidoz, potasyum sekresyon defektleri, renal glikozüri, renal fosfatüri, Fankoni sendromu). Her eGFR düzeyinde mikroalbüminüri KBH’yı gösterir. Glomerül kapillerler endotel disfonksiyonu sonucunda meydana geldiği düşünülmektedir (metabolik sendrom, diyabet ve hipertansiyona sekonder olarak). • Yaygın olarak kabul edilen mikroalbüminüri tanımı; ”tesadüfi idrar albumin kreatinin oranıdır (ACR: random albumın creatının ratıo): 30-300 mg/g”. ACR >300 mg/g “gros proteinüri” olarak düşünülür. Mikroalbüminüri, bağımsız kardiyovasküler hastalık risk faktörüdür. Yüksek kan basıncında aranarak tedavi edilmesi tavsiye edilmektedir. Risk durumundan bağımsız olarak KBH’yı tanımlar. Bu risk durumu vasküler ve metabolik anormalliklere ev sahipliği eder (Şekil 18). Kronik Böbrek Hastalığının (KBH) Evreleri ↑KVH, KN, Diyaliz ve ölüm riski Beklenen sonuçlar Evre I KBH risk faktörleri/ hasar ile korunmuş GFR 130 120 110 100 Evre III Orta ↓ böbrek fonksiyonu Evre II Hafif ↓ böbrek fonksiyonu 90 80 70 60 50 40 Evre IV Ağır ↓ böbrek fonksiyonu 30 20 Evre V Böbrek yetersizliği ESRD 15 10 0 Böbrek fonksiyonu GRF: (Glomerüler filtrasyon hızı) mL/dk/1.73 m2 ŞEKİL 17. Ulusal Böbrek vakfına (KDQI) göre Kronik böbrek hastalığının sınıflanması. Hesaplanmış GFR 60 ml/dk/1.73 m2 altında komplikaston oranlarında genellikle artma görülür. ESRD: Son-evre böbrek hastalığı, KVH: Kardiyovasküler hastalık, KN: Kontrast nefropatisi. (Rev Cardiovasc Med 2004: 4/Suppl 5: S3-9) Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği Dislipidemi LPL/↓HDL/↑TG/↑Lp(a) Fibrinoliz 601 Vasküler kalsifikasyon Ca/PO4/PTH Koagülopati Hiperhomosistinemi “Tiyol hipotezi” Trombosit disfonksiyonu Kardiyovasküler stress ESRD/diyaliz Santral sürücü diyabet “Diyabetin vaskülopatisi” KBH ile ilişkili vasküler patoloji İnflamasyon Kronik volum yüklenmesi natriüretik peptidlere azalmış cevap Oksidatif stress oksidize LDL-K Anemi Eritropoetin eksikliği olumsuz SV remodeling Endotelin/nitrikoksid dengesi bozulmuş SSS hiperaktivasyonu RAAS hiperaktivasyonu Anormal yapısal proteinler/protein deviri “ileri glikasyon son-ürünleri” ŞEKİL 18. Kronik böbrek hastalığının patobiyolojisi. Durumu ve kardiyovasküler sisteme etkileri. PTH: Parathormon, LDL-K: LDLKolesterol, PO4: Fosfat, TG: Trigliserid, SSS: Sempatik sinir sistemi, ESRD: Son-evre böbrek hastalığı, LDL: Lipoprotein lipaz, LP(a): Lipoprotein (a). (JACC 2003;41: 725). Konjestif Kalp Yetersizliğine Karışmış Kronik Böbrek Yetersizliği Kronik Böbrek Yetersizliğinin Başlıca Sebepleri Kalp yetersizliğinde kronik böbrek yetersizliği (KBY) sıktır, bu sendrom hastaların ortalama %25-50’sinde görülür. KY hastalarında renal bozulmanın etyolojisi çok-faktörlüdür. • Kardiyak disfonksiyona bağlı azalmış böbrek kan akımı veya düşmüş perfüzyon basıncı. Diüretik ve vazodilatörler ile tedaviler sonucunda artmış volum boşalımı (azalmış intravasküler volum) veya düşük intrensek böbrek hastalığı diğer önemli sebeplerdir. Böbrek hastalığı ve kalp yetersizliğinin birlikteliği, heriki durumun gelişme riskini artrıran hipertansiyon, diyabet, hiperlipidemi ve/veya aterosklerotik hastalıkta beklenebilir. Böbrek yetersizliğinin sebebinin bilinmesinde muhtemelen geri-dönüşümlü olan durumların saptanması önemlidir (intrensek böbrek hastalığı genellikle geri-dönüşümsüzdür). Böbrek yetersizliğinin KY hastasında bulunması, prognozunu kötüleştirerek KY tedavisini güçleştirerek bu hastaları olumsuz etkilemektedir. Düşük kalp debisi ve/veya perfüzyonuna böbreğin cevabı: Renin aktivitesini artırarak tuz ve su retansiyo- nunu artırmak ve Renin-anjiyotensin-aldosteron sistemini (RAAS) aktive etmektir. Bu cevaplar, sekonder dehidratasyona veya kan kaybına bağlı hipovolemide başlangıçta faydalı olabilir, ancak sebep kalp yetersizliği (azalmış kontraktiliteye bağlı düşük atım hacmi) ise bunlar zararlıdır. Bunlar yetersizlikli kalp üzerindeki yükü artırarak mevcut durumu daha kötüleştirebilir, zararlı ventriküler remodelingin daha da ilerlemesini sağlayabilir. Şayet KY ile birlikte böbrek yetersizliği de bulunuyorsa, sonucunda gelişen volum yüklenmesi, anemi, üremi ve elektrolit bozuklukları kardiyak performansın kötüleşmesine katkıda bulunurlar. Böylece, kalp yetersizliğinin klinik seyrini renal yetersizlik olumsuz etkiler. SOLVD çalışmasındaki SV disfonksiyonlu hastalarda orta derecede böbrek yetersizliği bile yükselmiş toplam mortalite riski ile ilişkilendirilmiştir (Şekil 19). Bu ilişkinin temelinde ağırlıklı olarak artmış KY progresyonu yatmaktadır, bu birlikteliğin gösterdikleri: (a) “renal kompansasyonunun yeterliliği, baştan sona dolaşımın kompansasyonun indikatörüdür”. (b) Renal fonksiyonu koruyan tedaviler KY hastalarının klinik seyrini olumlu etkiler. Bu hususlar, tedavi rejimi verilirken akılda tutulması gereken önemli faktörlerdir. Kalp yetersizliğinde kullanılan ilaçların “kompleks kokteyli”, hastalığın klinik seyrinde olumsuz, renal fizyolojisi üzerinde ise anlamlı etkiler sergilemektedir vardır (paradoks etki). KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI KBH (eGFR<60 ml/dk/1.73 m2) bulunmasının kötü klinik sonuçları öngördiği iyi bilnmektedir. Hesaplanmış ve doğru GFR, düşük kalp debisine bağlı azalmış böbrek kan akımı sonucunda düşer. Bununla birlikte çok düşük kalp debisi bulunmayan birçok NHHA sınıf –II ve –III KY hastasında, renal bozuklukla ilişkili olarak derecelendirilmiş şekilde, yaşam beklentisinin düştüğü gösterilmiştir. Yüzde sağkalım 602 • KY ve KBH bulunanlarda kanıtlanmış ilgili tedavi seçenekleri: (a) Tolere edilebiliyorsa ACEİ veya ACEİ tolere edilemiyorsa ARB, (b) Beta blokerler, Aldosteron antagonistleri ve kulp-diüretiklerinin hepsi ile kombinasyon tedavisi. Takip süresi (gün) ŞEKİL 19. GFR düzeyine göre Kaplan-Meir sağkalım analizi (Willenheimer R. Tailoring Heart Failure Therapy. Martin Dunitz. 2003, p.108). KY Hastalarında Böbrek Yetersizliği Etyolojisi ve Tedavisi 1. Yetersiz kalp debisi: TEDAVİ: (a) Medikal tedaviyi optimize etmeli, (b) pulmoner arter kateterizasyonunu düşünmek, (c) tedaviyi biçimlendirip inotropik destek düşünmek. 2. İatrojenik (volum kaybı, azalmış arteriyel perfüzyon, nefrotoksit ilaçlar): TEDAVİ: (a) Kontrollu sıvı verilmesi mantıklı olur, (b) diüretik ve/veya vazodilatör dozlarının azaltılması. (c) Nefrotoksik ilaçların kesilmesi. 3. İntrensek böbrek hastalığı: TEDAVİ: (a) Diyabetik nefroskleroz ve diğer proteinürik durumlarda ACEİ veya ARB. (b) Destek tedavileri; yukarıdaki (1 ve 2’de) gibi böbrek fonksiyonu idame ettirmek için önlemler. (Willenheimer R, Svedberg K.Tailoring Heart Failure Therapy. Martın Dunitz Publ. 2003.p. 107-41). • KBH ve özellikle son-evre böbrek hastalığında, KY’ye gidişin üç anahtar yardımcısı: Basınç yüklenmesi (hipertansiyon), volum yüklenmesi ve kardiyomiyopatidir. • KBH, BNP düzeyini de etkilemektedir. Genellikle, eGFR<60 ml/dk/1.73 m2 olduğunda KY teşhisi için kullanılacak BNP sınır değeri 200 pg/ml olmalıdır. • ACEİ ve ARB’lerin kullanımı ile ilgili uyarı: Serum kreatininde belirgin yükselme ve akut renal yetersizlik gelişebilir; volum kaybı ve bilateral renal arter stenozu veya eşdeğeri (renal transplant alıcılarında unilateral renal stenozu) bulunması durumlarında daha yüksek olasılıkla meydana gelir. RAAS’ı bloke etmek için tedavi başlanması için, sistolik kan basıncının stabil ve >90 mmHg üzerinde ve hastanın övolemik olması gerekir ve birlikte nefrotoksik ajanlar alınmaması tavsiye edilir. Serum kretainin kronik olarak yüksek olması durumunda bile, ACEİ/ARB’lerin, KBH hastalarında (ACEİ/ ARB’ler ile glomerüler basıncın düşmesi ve kreatinin orta hafif derecede yükselmesine rağmen), son-evre böbrek hastalığı gelişme sıklığını azaltması ve yaşam beklentisini düzeltmesi, bu ilaçların oldukça olumlu ve hoş etkileridir. • Yüksek kreatinin genel tedavi hatasıdır; bu sıklıkla, eGFR 15 ml/dk/1.73 m2 düzeyindeki hastalarda ACEİ veya ARB kullanmaya teşebbüs etmekle gerçekleşmektedir. Bu kreatinin düzeyindeki hastalarda ACEİ ve ARB’ler ile hiperkalemi gelişme sıklığı yüksek bulunmuştur, ayrıca son-evre böbrek hastalığı ve diyaliz seyrinin ise hızlandığı bildirilmiştir. • Halihazırda diyaliz tedavisindeki KY hastalarının tedavisine de özel olarak dikkat edilmelidir. Genellikle kanıtlanmış KY tedavileri, kullanılabilir ve tolere edilebilir; düzenli ve kontrollu diyaliz ile volum yüklenmesinin kontrol edilmesi gerektiğinde birlikte kullanılmalıdırlar. Bu görüşte Karvedilol ek fayda sağlamıştır (JACC 2003;41:1438). Ayrıca, son-evre böbrek hastalarında, KY ile yatırılanlarda ACEİ’lerii kullanılması desteklenmektedir (J of Renin Angıotensin syst 2002;3:188). • GFR’si bozulmuş akut dekompanse kalp yetersizliğinde, yükselmiş kreatinin, hastaneye yatırılan KY hastalarında pozitif inotroplar ve vazodilatörlerin 603 Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği TABLO 12. Kronik böbrek hastalığı ve son-evre böbrek hastalığında, hipertansiyon, dislipidemi ve kalp yetersizliği, aritmilerin seçilmiş medikal tedavisinin ayarlanması İlaç Eliminasyon Yolu Santral adrenerjik blokerler Clonidine Renal Methyldopa Renal eGFR (ml/dk/1.73 m2) (CrCl ml/dk) 90-60 60-30 <30 q.i.d. q.i.d. Angiotensin-Converting Enzyme Inhibitörleri (ACEIs) Captopril Renal Enalapril Hepatik Lisinopril Renal Ramipril Renal/GI Benazepril Renal İnotropik Ajanlar Digoxin Milrinone Renal/nonrenal Renal Antiaritmikler Disopyramide Flecainide Mexiletine Procainamide Dofetilide Renal/hepatik Renal/hepatik Renal/hepatik Renal/hepatik Renal/nonrenal Beta Blokkerler Atenolol Sotalol Renal Renal Diğerleri Verapamil Hydralazine Gemfibrozil Nicotinic acid Diyaliz Bağımlı ↓ Doz %50 ↓ b.i.d. veya qd ↓ t.i.d. ↓ Doz ↓ Doz ↓ Doz ↓ Doz ↓ Doz ↓ Doz ↓ Doz ↓ Doz ↓ Doz %25 %25 %75 %25 %50 %50 %50 %75 %75 ↓ Doz %50 ↓ Doz %25 ↓ Doz %50 ↓ Doz %50 ↓ Doz %75; değiştir g.o.d. ↓ Doz %75 b.i.d. b.i.d. ↓ qd q.i.d. ↓ t.i.d. ↓ Doz %50 ↓ b.i.d. ↓ Doz %75 ↓ q.o.d ↓ Doz %25-50 ↓ Doz %50-75 ↓ b.i.d. veya qd Kontrindike ↓ Doz %50 ↓ Doz %50 ↓ Doz %75; ↓ q.o.d. ↓ Doz %75 ↓ t.i.d. ↓ Doz %50 ↓ Doz %25 ↓ Doz %50-75 ↓ b.i.d. ↓ Doz %75 ↓ Doz %25 Hepatik q.i.d. ↓ t.i.d. Renal Renal/hepatik CrCl = creatinine clearance; eGFR = hesaplanmış GFR; GI = gastrointestinal; b.i.d = günde 2 defa, t.i.d. = Günde 3 defa; g.i.d = günde 4 defa; qd = günlük dozun 1/4’ü; g.o.d: dozun 1/4’ü günaşırı. CrCL: Kreatinin klirensi. (Braunwald’s Heart Disease Saunders Elsevier. 2008, p. 2165) en sık kullanılma sebebidir. Dobutaminin kısa dönemde olumlu sonuçlara yol açtığı bildirilmiştir. Uzun dönemde ise aritmiler ve mortaliteyi artırmıştır. Ayni biçimde milrinonunda mortaliteyi düşürdüğü, aritmilere sebep olduğu gösterilmiştir. Dolayısı ile eGFR<45 ml/dk/1.73 m2 olduğunda dozları düzeltilmelidir (Tablo 12). Birbaşka seçenek; primer venodilatasyon ve natriürez etkileri olan intravenöz BNP (nesiritide) kullanılmıştır. Nesiritide, KBH’de böbrek fonksiyonları korunmuş olanlardakine eşit fayda sağlamıştır, İV nitrogliserine göre daha iyi bulunmuştur. • İlerlemiş KY’de renal kan akımı azalmış ve GFR düşmüştür, sınuçları; artmış proksimal su absorbsiyonu, nefronun tümüyle su atma kapasitesi azalmıştır. Daha ötesi, düşmüş etkili arteriyel kan volumu ADH salımı için uyarıdır, bu mekanizma su retansiyonunun kötüleşmesinde dominant rol oynar Renal perfüzyonda bozulma RAAS stimülasyonu Miyokardiyal yetersizlik Sodyum geri emilimi Atriyal veya ventriküler gerilme, veya herikisi ANP BNP salımı Kalp yetersizliği: Kompanse Dekompanse olmuş Renal perfüzyonda bozulma: Hafif - Orta Orta - ağır >1.0 <1.0 İdrarda sodyum: Potasyum oranı: ŞEKİL 20. Kombine kalp ve böbrek yetersizliğinde patofizyolojik süreçler. (N Engl J Med 2001;345: 1689). 604 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI (Şekil 20). Bu kötüleşmenin klinik bulguları; serum kreatinin ve BUN düzeylerinde yükselme, hiponatremi, volum retansiyonu ve aşırı “susuzluk” hissidir. Tedavinin amacı SV sistolik fonksiyonu düzeltmek olmalıdır, bu tabloda sıklıkla hastanede yatan hastalarda, intravenöz KY tedavileri başlanmalıdır (bakınız Bölüm 1.2). aşırı volum yüklenmesi ve diüretik rezistansında kısa veya sürekli veno-venöz ultrafiltrasyon uygulanabilir. KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA KY TEDAVİSİ Renal yetersizlik sadece kalp yetersizliğini etkilemekle kalmayıp, KY’nin etkin tedavilerinin verilmesini de engellemektedir, dolayısı renal yetersizliği bulunan KY hastasının tedavisi çoğunlukla istenilen standarta ulaşamamaktadır (Tablo 12). Uygulanabilen tedavi unsurlanın ise etkinliği renal yetersizliği olmayanlara göre değişebilir; ilaçların istenilen doza ulaşılamaması ve artmış yan etki profilinden dolayı. Bundan dolayı renal yetersizlikte KY tedavisi dikkatle seçilip, tedavi unsurları iyi belirlenmelidir (Tablo 13). Anjiyotensin Konverting Enzim (ACE) İnhibitörleri ACE inhibitörleri kalp yetersizliği tedavisinin köşe-taşıdırlar. Plasebo kontrollu 34 KY çalışmasının metaanalizinde; ACE inhibitörleri ile mortalite %23, hastaneye yatış veya ölüm %35, vefatal/nonfatal miyokard infarktüsü (toplanmış) %20 azalmıştır (JAMA 1995;273:1450-5). Bu çarpıcı faydalarına rağmen (daha on yıl öncesine kadar) sistolik SV disfonksiyonu bulunan birçok hastaya ACEİ verilmemiştir (Arch Intern Med 1996;156 669-73). Sistolik SV disfonksiyonunda KY’de yetersiz ACEİ verilmesinin tanımlanabilen en sık sebebi böbrek yetersizliğidir. Böbrek yetersizliğinde ACEİ’lerin az kullanılmasının sorumlusu bu ilaçların güvenliği ve etkinliği ile ilgilidir. Çalışmalarda böbrek yetersizliğinde ACEİ’lerin faydası böbrek fonksiyonları normal olanlardaki gibi açık ve tartışmasız iyi saptanamamıştır. Çünkü bu çalışmaların çoğunda, serum kreatinini 177-221 micmol/l (2-2.5 mg/dl) bulunan hastalar dışlanmıştır. SOLVD çalışmasında ACEİ’lerin semptomatik ve asemptomatik SV sistolik disfonksiyonunun herikisin- TABLO 13. Kalp yetersizliği tedavisine böbrek yetersizliğinin etkisi İlaçların Sınıfı İlaçların Sınıfı Gösterilen KY Faydası KY ve BY’de Fayda BY ve KY’de Doz Tavsiyesi Klinik Çalışmalard Öneriler ACEİ’ler +++ Hafif BY hastalarında bazı kanıtlar Düşük dozda başlayıp, potasyum ve böbrek fonksiyonu takibi ile yavaşça dozu artırılmalı Özellikle proteinürik durumlar, diyabetik nefropati ve hipertansif nefropati ARB’ler ++ Kanıt yok ACEİ’ler gibi ACEİ’lere göre fazla avantajı yok Beta blokerler +++ Kısıtlı bilgi var BY olmayanlardaki gibi kullanılır (ayni dozda) Atenol ve böbrekten metabolize olan diğer ajanlar yasaklanmalı. Karvedilol ve Metoprolol primer olarak karaciğerde metabolize edilmektedir Diüretikler Kanıt yok Kanıt yok BY hastalarında daha yüksek dozlar veya tiyazidler ile kombine edilmesi gerekebilir ACEİ/ARB’ler ile dikkatle kullanılmalı. Dehidratasyon önlenmeli Digoksin ++ – BT’de tavsiye edilmemektedir DIG çalışmasında mortalite faydası olmadı. BY’de kullanımı için doz ayarlanmalı Spironolakton + Kanıt yok BY hastalarında dikkatli kullanılmalı, serum potasyum düzeyi dikkatle takip edilmeli RALES çalışmasında serum kreatinini >2.5 mg/dl olan hastalar dışlanmıştır (+): Randomize çalışmalarda kanıtlanmıştır, (-): Zararlı, (BY): Böbrek yetersizliği, (KY): Kalp yetersizliği. (Willenheimer R, Swedberg K. Tailoring Heart Failure Therapy. Martin Dunitz Publ. 2003. p. 117) Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği de faydalı olduğu gösterilmiştir. Bu çalışma verilerinden böbrek yetersizliği ile ilgili çıkarılan sonuçlar biraz kısıtlıdır, çünkü çalışma hastalarının sadece %16’sında gelişte serum kreatinini 1.5 mg/dl’nin üzerinde idi ve sadece %2’de 2.0 mg/dl üstünde bulunmuştur. Bununla birlikte, hastaların %32’de öngörülmüş GFR < 60 ml/dk/1.73 m2 olup, sadece %36 hastada öngörülen GFR >75 ml/dk/1.73 m2 bulunmuştur. Buna rağmen, KBY’li hastalarda ACEİ’lerin faydalı etkilerini gösteren biçimsel altgrup analizi yoktur. Bu çalışmada konuya atıf yapacak yegane yorum: Hastaların büyük bölümünde çeşitli derecelerde böbrek yetersizliği vardı ve buna rağmen toplam hasta grubunda ACEİ’lerin anlamlı faydaları olmuştur (JACC 2001; 38: 957-61, JACC 2000;35: 681-9). • ACEİ’lerin, böbrek yetersizlikli KY hastalarında mortalite faydasına ilave diğer potansiyel faydaları: KY tedavisinin en önemli hedefleri, SV disfonksiyonunun progresyonunu inhibe etmek, yavaşlatmak veya geriletmek olmuştur. HOPE çalışmasında, ACEİ Ramiprilin, ateroskleroz veya ateroskleroza predispozisyonu (diyabet ve en az bir ilave risk faktörü) olanlarda kardiyovasküler olaylara etkisi değerlendirilmiştir. Sonuçları: ACEİ ile toplanmış primer sonlanma noktası (kardiyovasküler ölüm, miyokard infarktüsü veya inme) anlamlı %22 azalmıştır. ACEİ tedavisi ile kardiyovasküler olayların anlamlı azalması, diyabetin komplikasyonlarının %16 azalmasından sonra, KY riskinin %23 düşmesi sürpriz değildir. • HOPE hastalarının sonradan yapılan analizinde Ramiprilin faydalı etkisinin böbrek yetersizliği hastalarında da devam ettiği gösterilmiştir. Çalışmada hafif böbrek yetersizliği (serum kreatinin en az 1.4 mg/dl) bulunan hastalar normal renal fonksiyonlular ile mukayese edilmiştir. Toplanmış primer sonlanma noktası sıklığı, böbrek yetersizliğinde anlamlı daha yüksek bulunmuştur (%22.2’ye karşı %15.1), bu serum kreatinin düzeyleri ile yükselmiştir. Bununla birlikte, Ramipril böbrek yetersizliği olan veya olmayanlarda benzer risk azalması ile de ilişkili bulunmuştur. Daha ağır böbrek yetersizliğinde, bu büyüklükte faydanın (kardiyovasküler olayları önlemek) ACEİ ile elde edilip edilemeyeceği bilinmememektedir (Ann Int Med 2001;134:629-36). Buna rağmen ACEİ’lerin böbrek hastalığının progresyonunu inhibe ettiğine dair kanıtlar vardır, ACEİ’lerin kalp hastalarında büyük faydası olacağı düşünülen özelliği; böbrek bozukluğunun şiddeti ve sonraki morbidite ve mortalite arasındaki güçlü ilişkiyi gösterir. ACEİ’ler, tip-2 diyabetik nefropati ve diğer proteinürik durumlarda (hipertansiyon olsun olmasın) stan- 605 dart tedavidir. Faydalı etkileri böbrek fibrozuna götüren proteinürininin azalması ile ilişkilidir. Glomerüler permeabilite artışını böbrek hasarı yönetmektedir, intravasküler proteinlerin “tübüler tipte kaçağına” neden olmaktadır. Bu proteinlerin tübüler hücreler tarafından yutulması eninde sonunda progressif fibroz ve renal disfonksiyona götürecek proinflamatuar cevabı başlatır. Bu sürecin finalinin ortak yolunda anjiyotensinin yönettiği TBGF-beta (transforming growth faktör beta) stimülasyonu tanımlanmıştır. ACEİ’ler TBGF-beta üretimini inhibe ederek proteinüri ve mezengial interstisyel matriks genleşmesini azaltır. ACEİ tedavisi ile TBGF-beta1 düzeyinin %14 düştüğü (plasebo ile %11 artışının tersine) gösterilmiştir. Daha ötesi, 6 aydaki TBGF-beta düzeyleri ile 2 yıldaki GFR düşüşü arasında kantitatif ters ilişki bulunmuştur. Ancak olayın bir başka boyutu; ACEİ’lerin idrarda protein atılım oranını azaltması ile GFR’deki progressif düşüşüş etkili olarak kısıtlanır. Şayet tedavi yeterli süre uzatılmışsa, ağır hastalığı olanlarda bile GFR düşüşü etkili olarak durdurulur veya geriye döndürülebilir (Ann Rev Med 2000;51: 315-27). • ACEİ’lerin kalp yetersizliğinde güvenli kullanımı ile ilgili; tedavi başlandıktan sonra serum kreatinininde yükselme görülmesi nadir değildir. Bu, glomerüler hidrostatik basınç ve GFR’deki düşüş ve düşük arteriyel perfüzyon basıncı ile ilişkilidir. Bu durum ayni şekilde sürdürülen tedavi ile sıklıkla stabilize olur; renovasküler (afferent arterioler) rezistanstaki düşüş GFR’deki düşüşün üstesinden gelir ve stabil böbrek kan akımı ve fonksiyonunun sağlanmasına yardım eder. Olguların çoğunda, ACEİ’lerin neden olduğu kreatinin artışı, böbreğin progressif yapısal hasarını göstermez, en önemlisi ilacın kesilmesi ile sıklıkla reversibldır. Böylece kreatininin %30 yükselmesi kabul edilebilir düşünülmektedir ve hastaların çoğunda tedavinin kesilmesi için haklı bir neden değildir. • ACEİ tedavisi ile hastaların %5’de böbrek fonksiyonunda kötüleşme gelişebilir; bunların büyük bölümü yakın gözlem ve diüretik dozunun düzeltilmesi ile tedavi edilebilir. İlave olarak, arteriyel kan basıncı veya renal fonksiyonu etkileyen diğer ajanlar (NSAİİ’ler ve diğer nefrotoksik ilaçlar; KY’de ACEİ’ler ile serum kreatinin yükselmesinden kaygı duyulunca düşünülmelidir) kesilmelidir. Bu hastaların çok az bir bölümünde bilateral renal arter stenozu bulunabilir, bu durum ACEİ’lerin renal etkisine belirgin duyarlıdır. Bu olgularda, böbrek fonksiyonunda hızlı ve ağır kötüleşme meydana gelebilir, ACEİ tedavisinin acilen kesilmesi gerekir. 606 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI KY’de ACEİ Kullanımı ile İlgili Genel Tavsiyelerimiz ® Aşağıdaki faktörler esas alındığında; klinik pratikte, serum kreatinini <2.5 mg/dl olan tüm KY hastalarında ACEİ kullanılmalıdır. • Serum kreatinin düzeyi 3.0 mg/dl’ye kadar ACEİ kullanılması düşünülmelidir. • Serum kreatininde %30’a kadar cartış hastaların çoğunda kabul edilebilirdir (başlama düzeyine bağlı olarak). Kreatinini bazal düzeyden daha fazla yükselen hastalarda daha çok dikkat edilmelidir. • Her zaman olduğu gibi, ACEİ’ler düşük dozlarda başlanmalı ve yavaşca yukarıya doğru titre edilmelidir. Zemindeki böbrek bozukluğunun derecesine uygun olarak başlama dozu ve titrasyon hızının herikiside değiştirilebilir. • Böbrek fonksiyonu ve serum potasyumu düzeylerinin ölçülmesi sıklıkla uygulanmalıdır. • Potasyum desteğinin dozu (potasyum-tutucu diüretikler, potasyum tabletler), serum potasyum düzeyini normal değerlerde tutacak şekilde ayarlanmalıdır. Önemli nokta: KY hastalarında böbrek yetersizliği, ACEİ verildiğinde hiperkalemi gelişme eğilimini artırır. Bu oluşunca (serum potasyum düzeyi ≥5.6 mmol/l’de [mEq/L] kalmışsa ACEİ’ler azaltılmalı veya kesilmelidir. ACEİ intoleransı olan hastalarda (rahatsız edici öksürük, anjiyoödem, veya hipotansiyon) alternatif vazodilatör tedavi düşünülmelidir. Anjiyotensin Reseptör Blokerleri ve ACE İnhibitörleri Tedavisine Diğer Alternatifler Teorik olarak faydası, RAAS’ı reseptörler düzeyinde bloke eden anjiyotensin tip-1 reseptörleri blokerleri (ARB’ler), “ACE-kaçış” fenomenini önleyerek anjiyotensin-II’nin etkilerinden daha tam bir korunma sağlar, bradikinin yıkımın inhibisyonuna bağlı ACEİ’lerin istenmeyen yan etkileri de yoktur (öksürük). ARB’ler ile ACEİ’lere göre daha düşük olasılıkta böbrek fonksiyonunda kötüleşmeye sebep olur (ELITE çalışması). Bu çalışmada yaşlı SV sistolik disfonksiyonuna bağlı KY hastalarında (≥65 yaşında, kaptopril/losartan) serum kreatininde sürekli yükselme (en az 0.3 mg/dl) insidensi benzer bulunmuştur. Her iki grupta hastaların %2’den azı 48 haftalık takip sırasında nöbrek disfonksiyonuna bağlı tedaviyi kesmiştir. Serum potasyum düzeyinde tedavi süresince devamlı artış (bazalin üzerinde ≥0.5 mmol/l) kaptoprille daha fazla görülmüştür (%22.7 ve %18.8). Bununla birlikte, benzer daha büyük hasta grubu bulunan ELİTE –II çalışmasının (≥60 yaş KY, kaptopril/losartan) sonuçları dikkate alındığında; losartan kaptoprile kıyasla ek klinik faydalar sağlamadan böbrek fonksiyonuna benzer etki göstermiştir. Sonuçta, ARB’lerin sistolik SV disfonksiyonunda kullanımı ACEİ intoleransı (öksürük, anjiyoödem gibi) olan hastalara saklanmalıdır. Son çalışmaların birkaçında, tip-2 diyabet ve böbrek yetersizliği olan hastalarda, son-evre böbrek hastalığına progresyonu yavaşlattığından ARB kullanılması desteklenmiştir. Bununla ilgili, ARB’lerin ACEİ’lere göre herhangibir avantajının varlığı halen belirsizdir. ValHeFT çalışmasında, KY hastalarının tedavisinde ACEİ ve ARB tedavilerinin kombinasyonunun etkileri değerlendirilmiştir; mortalite ve morbiditenin kombine edilmiş riskinin, kombine tedavi ile anlamlı olarak azaldığı gösterilmiştir (primer olarak KY ile hastaneye yatış %27 azaldı). Bununla birlikte beta bloker de alan üçlü kombinasyon kullanılan altgrup hastalarında yüksek mortalite bulunmuştur. Böbrek yetersizlikli KY hastalarında ise ARB ve ACEİ kombinasyonu değerlendirilmemiştir. Ancak, bu kombinasyon, böbrek fonksiyonu ve potasyum retansiyonu üzerindeki olası yan etkilerinden dolayı günümüzde seçilmiş hastalar hariç tavsiye edilmemektedir (Bakınız Bölüm 1.2). Val-HeFT’de ACEİ almayan %7 hastada Valsartan mortalite ve morbiditenin herikisini de anlamlı düşürmüştür. Böbrek yetersizlikli KY hastalarında ACEİ veya ARB tedavisi ile böbrek fonksiyonu dramatik kötüleşen veya hiperkalemi gelişenlerde alternatif tedavi seçenekleri: İsosorbid dinitrat ve hidralazin kombinasyonunun anlamlı nefrotoksisitesi yoktur, bu hastalara verilmesi oldukça uygundur. V-HeFT-I’de, bu kombinasyon prazosin ve plaseboya göre yaşam beklentisini düzeltmiştir. Bu kombinasyon arteriyel kan basıncını düşürerek, bazı hastalarda böbrek fonksiyonunun kötüleşmesine sebep olabilir. V-HeFT-II’de Enalapril, hidralazin nitrat kombinasyonuna kıyasla KY hastalarında mortaliteyi anlamlı düşürmüştür. Dolayısı ile bu seçenek böbrek fonksiyonu ağır derecede bozulmuş (kreatinin ≥3.0 mg/ dl) hastalara saklanmalıdır. • Şayet hastanın böbrek hastalığı dialize doğru ilerliyorsa, bu durumda ACEİ veya ARB tedavisinin yeniden sağlanması yavsiye edilmektedir (Willenheimer R, Svedberg K.Tailoring Heart Failure Therapy. Martın Dunitz Publ. 2003.p. 112). Diüretikler: Kalp yetersizliği hastalarında su ve tuz retansiyonunun tedavisinde kullanılan en etkili ajanlar kulp-diüretikleridir. KY hastalarında böbrek yetersizliği olsun olmasın bunların etkilerini değerlendiren bir klinik çalışma yoktur. Dolayısı ile bunların kullanımına halen devam edilmesinin nedeni klinik deneyimlere dayanan yaygın kanıtlar ve güvendir (veya inanç). Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği Böbrek yetersizliği olan KY hastalarında diüretik kullanımı ile ilgili en sıkıntılı sorun “diüretik rezistansı“ gelişmesidir. Bu durumda hasta daha önceden etkili olan diüretik tedavisine kötü cevap verir. Diüretik rezistansı meydana gelince buna katkısı olan sebepler gözden geçirilmelidir. • Bunlar; böbrek yetersizliğinin derecesi, nefrotik sendrom bulunması ve hipoalbumineminin şiddeti, sodyum ve su alımının derecesi, barsak ödemine sekonder bozulmuş diüretik absorbsiyonu, ve etkili dolaşım volumunu onarmak için harekete geçen karşı-düzenleyici mekanizmalar (başta RAAS aktivasyonu). • Diüretik rezistansı gelişen hastada böbrek yetersizliği kanıtı vardır. Bunun sebebi, anormal böbrek fonksiyonu sonucunda, su ve tuz absorbsiyonun inhibe edildiği tübüler sıvıya diüretiğin sekresyonunun olmamasıdır (Hatırlatma: Kulp-diüretikleri tübüler epitelin lumen yüzü ile temas ederek etki gösterir). Kulp-diüretiği dozunun sıklığı artırılarak nadiren bu problem çözülebilir; bu protokolle tekrarlayan tedavi-altı dozlarda diüretiğin tubulusa verilmesi sağlanır. Böbrek yetersizlikli KY hastası, yüksek dozda kulp-diüretiğine rağmen konjestif semptomları devam eden ve yetersiz diürezi olanlardır, kulp-diüretiğine tiyazid eklenmesine sıklıkla cevap verir. Bu yaklaşımın mantığı tiyazidlerin kulp-diüretiklerinin etkili olduğu nefronun distal bölgesi üzerinde (daha proksimal tubulusta) etki göstermesidir (“ardışık etkili” diüretik tedavi). Diüretiğe refrakter bu hastalarda kulp-diüretiğine, günde bir veya iki defa 2.5-5 mg metalozon ilave edilmesi tavsiye edilmektedir. • Böbrek yetersizlikli kötüleşen KY hastalarında, diüretik rezistansı düşük kalp debisi ve azalmış arteriyel perfüzyona bağlıdır. Bu hastalarda; böbreğe yeterli kan akımını ve basıncı sağlamak için inotropik tedavi gerekebilir (düşük dozlarda İV dopamin veya optimal dozda İV dobutamin). Bu yaklaşım sıklıkla diüretik cevabını onarırır. Övolemi bir kere sağlandıktan sonra, inotropik ajan kesilebilir. Tüm bu girişimlere rağmen hastada yeterli diürez elde edilememişse, diyaliz tek başvurulacak yerdir (hipervolemide, klasik hemodiyaliz öncesinde hemofiltrasyon denenebilir (bakınız, Bölüm 1.2). • KY ile böbrek yetersizliği bulunan hasta sıklıkla aşırıdiürez ile ilişkili bulunan sorunlara duyarlıdır. Kontrolsuz aşırı diüreze bağlı SV dolum basıncı optimal düzeyin altına düşünce, bu hastalarda GFR ve kan basıncı düşer, sonuçta azotemi kötüleşir. Bu durum sıklıkla diüretiğin durdurulması ile, beklenmeyen sonuçlara götürür (pulmoner ödem ve konjesyon). Ayrıca, “gereksizce” beta bloker ve ACEİ tedavilerin kesilmesi veya suboptimal dozlara inilmesine sebep olabilir. Aşırı-diürez sonucunda, RAAS ve SSS’i daha 607 fazla aktive olması mevcut acil durum ve uzun-dönem prognoz kötü etkilenecektir. Bu noktada; yeterli diürez ve optimal SV dolum basıncı arasındaki optimal dengenin sağlanması özellikle önemlidir(!!!): • Bunun başlangıçta sağlanabilmesi güç olabilir, çünkü bazı hastalarda GFR’yi destekleyebilmesi için normal düzey aralığının üzerinde intravasküler voluma ihtiyaç vardır (sebepleri; intravasküler yatağın daralması, artmış ekstravasküler volum ve azalmış efektif dolaşan kan volumu, uzamış sistemik dolaşım zamanı). • Bu hastalarda sıklıkla optimal volum durumu deneme ve yanılma ile belirlenebilir; daha sonra yükselen böbrek fonksiyon testlerine karşı diüretik dozu da titre edilmelidir. Deneysel yaklaşım işe yaramıyorsa, tedaviyi optimize etmek için sağ kalp kateterizasyonu ile SV dolum basıncı (pulmoner kapiller uç basıncı) ölçülmelidir. Dolum basınçları ve kalp debisinin direk ölçümü sorunu daha açık şekilde ortaya koyar; çok düşük kalp debisi bu durumda azotemi ve hipotansiyona yol açmadan; yeterli diürez sağlamak için geçici İV inotropik kullanımı gerekebilir. Digoksin: Digoksin ve ilişkili bileşikler KY’nin en eski tedavi modelidir. Bu sınıftan en sık kullanılan ilaç digoksindir, hastaların çoğunluğunda iyi tolere edilmekte olup güvenli bir ilaçtır. Kalp yetersizliğinde digoksinin kesilmesi sonucunda semptomların arttığı, egzersiz kapasitesinin ise düştüğü ve KY ile hastaneye yatışın sıklaştığı gösterilmiştir, ancak yaşam beklentisini kötü etkilememiştir (RADİANCE). Digoksin böbrekten atıldığından, toksisitesinin çoğunluğu KY ile böbrek yetersizliği olan hastalarda meydana gelmektedir; bundan dolayı bu hastalarda kullanılacak doz; standart dozun (0.25 mg) %50-75 azaltılması gerekir. • İlerlemiş böbrek yetersizliği hastalarında genellikle haftada üç defa 0.125 mg verilebilir. KY’li böbrek yetersizliği hastalarında kan düzeyinin daha sık izlenmesi tavsiye edilmiştir. • Yaşam beklentisine digoksin tedavisinin faydası olmadığından; KY’li böbrek yetersizliği hastasında digoksin kullanımı; standart tedaviye rağmen semptomatik kalan hastalara veya atriyal fibrilasyonun hızını kontrol etmek için saklanmalıdır. • Daha ötesi, böbrek yetersizlikli KY hastasında Bb kullanımını kısıtlayan bradikardiye katkısı oluyor- 608 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI sa, digoksin kesilmesi ve eşiğinin (kan düzeyi < 0.61.2 ng/ml) düşük tutulması tavsiye edilmektedir; KY’nin yaşam beklentisinde Bb’lerin kanıtlanmış çok-yönlü faydalarından dolayı ve bunların daha etkin dozda kullanılabilmeleri nedeniyle digoksin kesilerek, kalp hızının Bb için daha güvenli düzeye çıkması sağlanmalıdır. Beta blokerler: Birçok çalışmada binlerce KY hastasında Bb’lerin benzer şekilde klinik önemli faydaları gösterilmiştir. Bb’ler mortaliteyi %35 azaltmış, bu fayda; ACEİ’ler ile sağlanan faydaya (Bb kombinasyonu) %20 -25 eklenmiştir (“ACEİ faydasından bağımsız ve sinerjik Bb faydası”). • Günümüzde Bb’ler, stabil NYHA sınıf II - III KY hastalarında standart tedavidir. Bu tedaviler daha ilerlemiş KY hastalarında da faydalı olabilir. Klinik çalışmalarda, KY hastalarında Bb kullanımı; sadece normal böbrek fonksiyonu veya hafif böbrek yetersizliği bulunan hastalara doğru (onlarla sınırlı) kuvvetle çarpıtılmıştır. Bununla birlikte kronik böbrek yetersizliği bulunması yükselmiş plazma katekolamin düzeyleri ile birliktedir; bu ilişki, bu hasta grubunda Bb’lerin daha etkili olması gerektiğini işaret etmektedir. Yakın çalışma sonuçları beta blokajın KY’li böbrek yetersizliği hastalarındaki faydasını desteklemiştir. Hemodiyalizdeki NYHA sınıf II - III KY hastalarında, geleneksel tedaviye Karvedilol ilave edilmesi SV fonksiyonunda düzelme, SV volumlarında azalma ve hastanın klinik durumunda belirgin düzelme sağlamıştır, Bb tedavisinden 6 ay sonra tüm klinik veriler istatistiksel anlamlılığa ulaşmıştır ve bu etki 1 yıllık takipte sabit kalmıştır (JACC 2001;37: 407-11). • Böbrek yetersizliğinde Bb kullanımında esasen dikkat edilmesi gereken nokta; seçilecek ilacın metabolizması ve eliminasyon yolunun bilinmesidir. • Atenolol, böbrekten atıldığından böbrek yetersizliğinde birikme eğilimi gösterir, bundan dolayı istenmeyen yan etkileri önlemek için dikkatli kullanılmalıdır. • Metoprolol, ağırlıklı olarak karaciğerde metabolize edilmektedir, böbrek yetersizliğinde doz düzeltilmesi gerekmemektedir. • Karvedilol, yakın zamanda kronik böbrek yetersizliği (GFR <30 ml/dk veya daha az) ve hipertansif hastalarda karvedilolun farmakodinamiği çalışılmıştır. KY’de farmakodinamiğinin çok az değiştiği bildirilmiştir. Karvedilol karaciğerde metabolize edilmekte ve dozunun %2’den azı böbrekten atılmaktadır. Bundan dolayı, orta-ağır böbrek yetersizliğinde karvedilol dozunun değiştirilmemesi desteklenmektedir (J Clin Pharmacol 1999;55: 269-77). • Bisoprolol, karaciğerde metabolize olup böbrekten atılmaktadır. Böbrek yetersizliğine bağlı doz düzeltilmesi gerekir. Spironolakton: Rekabete-dayanan Aldosteron reseptör antagonisti spironolakton NYHS sınıf - III - IV semptomları olan düşük EF’li ağır KY’de yaşam beklentisini düzeltmiştir. Spironolakton karaciğerden metabolize edilmekte ve yarılanma ömrü 12-36 saat olup böbrek yetersizliğinde değişmemektedir. Ancak, potasyum homeostazına karışması, hayati-tehlikesi olan hiperkalemi ile birliktedir; özellikle böbrek yetersizliğinde ve ACEİ tedavisi ile birlikte kullanıldığında. • Günümüzde, serum kreatinin klirensi <30 ml/dk veya potasyum düzeyi yüksek olup da halihazırda ACEİ alanlarda tavsiye edilmemektedir. Şayet hastanın hafif böbrek yetersizliği var ve spironolakton başlanmışsa, KY’nin olağan monitorizosyonunda dahi serum potasyum ve kreatinini daha dikkatle ve yakından izlenmelidir. Kronik Dializ Hastalarında Kronik KY’nin Tedavisi Kronik diyalizdeki KY hastaları klinisyenler için özel bir durum yaratmaktadır. Diyalize başlanan hastalarda KY’nin ciddiyeti erken mortalitenin bağımsız öngörenidir. Buna karşılık diyaliz başlanan son-evre böbrek hastalarında diyalize başladıktan sonra SV fonksiyonunun tüm parametrelerinin düzeldiği bildirilmiştir. Ayrıca diyaliz tedavisi ile hastaların volum ve elektrolit durumlarının diyalizden çok hassas şekilde ayarlanabildiği sanılmaktadır. • Bununla birlikte, hemodiyaliz sırasında meydana gelen volum ve elektrolitlerdeki hızlı yer değiştirmeyi, SV sistolik disfonksiyonlu hastalar sıklıkla iyi tolere edemez. Diyalizin neden olduğu hipotansiyon, aritmiler ve hatta hipoksi bildirilmiştir. (a) Sistemik hipotansiyon, özellikle hemodyalize gidenlerde intravasküler volumun hızla uzaklaştırılması sonucudur. Diğer olası faktörler; altta yatan otonomik disfonksiyon, diyastolik disfonksiyon ve birlikte kullanılan antihipertansif ilaç tedavileridir. • Diyalize başlamadan 4-6 saat önce antihipertansif ilaçların durdurulması sonraki sorunun önlenmesine yardımcı olur. • İlave tedbirler; diyaliz süresini uzatmak; aşırı ultrafiltrasyona engel olmak; diyaliz aralarında hastanın sıvı artışına (fazla sıvı çekmemek, dengenin pozitif bırakılması) müsade etmekdir. • Düşük doz non-selektif beta blokerlerin kullanılması endojen katekolaminler ile alfa-reseptörlerin-yönettiği vazokonstriksiyonu rakipsiz güçlendirir, bu tabloda önerilmektedir. Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği (b) Hemodiyaliz hastalarında bazen rastlanan başka problem de; arterio-venöz fistülden geçen artmış kan akımına bağlı Yüksek-debili kalp yetersizliği gelişmesidir. Bu oluşunca, fistülün gözden geçirilip düzeltilmeli ve peritoneal diyaliz düşünülmeli veya bir diğer seçenek böbrek transplantasyonu gözden geçirilmelidir. (c) Geçmişte diyaliz membranları ile ilişkilendirilmiş komplikasyonlar görülmüştür; kompleman aktivasyonunun diyalizin yol açtığı hipoksiye (“cuproaphane” membranlar), ve ACEİ alanlarda anaflaktoid reaksiyonlara (“polyacrylonitrile AN69” membranlar) neden olduğu gözlenmiştir. Bu komplikasyonlar biyolojik-uyumlu membranların kullanılması ile atlatılmıştır. Böbrek Transplantasyonunun Kardiyovasküler Sonuçları Böbrek transplantasyonuna giden KY hastalarında kardiyak fonksiyonun düzeldiğini gösteren kısıtlı sayıda veri bildirilmiştir; 4 hastada sistolik KY hastalarında (NYHA III - IV) EF yükselmiş (%43’den 69’a), KY semptomları azalmıştır (Bunların tümü 31-56 yaşında genç noniskemik kardiyomiyopati hastalardır). İlginç olarak yeterli diyalitik tedaviye rağmen transplantasyon öncesi SV disfonksiyonu ve KY semptomları devam etmiştir. Anlamı: Bu bulgu yeterli diyalize rağmen kardiyak fonksiyonu kötü etkileyen faktörlerin sürmesini göstermektedir. Ancak, bazı noniskemik kardiyomiyopati hastalarında böbrek transplantasyonu kardiyak performansta düzelmeye ve semptomlarda azalmaya yol açabilir (Ann Int Med 1989;111:635-40). Kombine edilmiş Kalp-böbrek transplantları deneyiminde, allograft reddi tekli transplant grubuna göre daha fazla düzelmiştir (Curr Opin Cardiol 1999;14: 121-5). Kalp yetersizliğinde böbrek yetersizliği bulunması kötü ve istenmeyen bir bulgudur; kötü prognoz ile ilişkili olup tedavi kararını zorlaştırabilir. Birlikte böbrek yetersizliği bulunan kalp yetersizliği hastasını değerlendirirken aşağıdaki önemli noktalar dikkatle tayin edilmelidir: 1. Bazal böbrek fonksiyonu ne? 2. Böbrek disfonksiyonunda yakın zamanda kötüleşme oldumu? Şayet olmuşsa; reversibl veya irreversibl sebeplerin hangisine bağlı gelişmiştir. 3. Böbrek fonksiyonunu kötü etkileyen altta yatan komorbidler tedavi edildi mi? 4. Böbrek yetersizliği iyatrojenik mi? Bu durum düzeltilebilir mi? 5. Böbrek veya kardiyak disfonksiyonun kötüleşmesine neden olabilecek risk faktörleri var mı? Var ise, bu risk faktörleri değiştirilebilir mi? 6. Kalp yetersizliği tedavisinin bozulmasını gerektirmeyecek ve böbrek hasarını en aza indirecek önlemler nelerdir. 609 Son-evre böbrek hastalarında kardiyovasküler bakımı düzelten tedavi girişimleri: • Vucut ağırlığını ≤25 kg/m2’de sürdürmek; metabolik sendrom ve diyabeti düzeltir. • Düşük sodyum alımı kan basıncını düşürür kan basıncını ilaçlara daha duyarlı duruma getirir, diyaliz seansları arasında volum retansiyonunu azaltır. • Günde bir defa oral yolla Aspirin 81 mg veya aspirin toleransı varsa klopidogrel 75 mg; AMİ veya inmeye karşı primer korunma sağlar. • Lipid kontrolu (diyet, statin, fibrat, niyasin, diğerleri); -LDL-K<100 mg/dl, Trigliserid <150 mg/dl, HDL-K >50 mg/dl: Mİ, inme ve kardiyovasküler ölümün primer korunması ve muhtemelen KBY progresyonunu azaltabilir. • Sistolik kan basıncı hedefini <130 mmHg (optimal <120 mmHg)’da kontrol etmek için RAAS’ı bloke eden ajanlar, beta blokerler, bunlara eklenen diğer ajanlar: AMİ, inme, kalp yetersizliği ve kardiyovasküler ölümden primer korunma; peritoneal diyaliz hastalarında rezidüel idrar volumunun korunması; sol ventrikül hipertrofisinin azaltılması; Subklinik kardiyak iskemi için tedavi verilmesi faydalı ve gerekli olabilir (Mantıklı yaklaşım). • Diyabette kan şekerinin kontrol edilmesi; AMİ, inme ve kardiyovasküler ölüm riskini azaltır, nefropati/ retinopatide kötüleşme gelişimi de azalabilir. • Homosisteyini düşürmek (-Folik asit, Vitamin –B6 ve B12 kullanımı); AMİ, inme ve kardiyovasküler ölüm riskini muhtemelen düşürür. (Braunwald’s Heart Disease. Saunders. Eıght editıon. 2008. p. 2167) Böbrek yetersizliğinde kalp yetersizliği tedavisi prensipleri: (a) Böbrek fonksiyonunu kötüleştiren (hipoperfüzyon ve hipovolemi sonucunda) ilaçlar üzerindeki dikkat artırılmalı, (b) uygun ilaç seçimi ve doze edilmesi (Tablo 12), (c) daha sık laboratuar ve klinik takip gereklidir. Renal Fonksiyon ve Aritmiler Üremi, hiperkalemi, asidoz ve kalsiyum-fosfor dengesi bozukluğu gibi faktörlerin hepsi atriyal ve ventriküler artmilerin yüksek sıklıkta görülmesinden sorumludur. Sol ventrikül hipertrofisi, dilatasyonu ve kapak hastalığı bunlarla birlikte artmiye zemin hazırlamaktadır. Neredeyse tüm aritmiler (bradikardiler, AV-bloklar dahil) KBH’da yüksek oranda bildirilmiştir. Pratik tedavi için uyarı: Digoksin, sotalol, prokayinamid dahil kullanılacak tüm antiaritmiklerin dozları ayarlanmalıdır (Tablo 12). • KBH ve son-evre böbrek hastalığı ile ilgili; ventriküler fibrilasyon eşiğinin yükselmesine sebep olabilir, İCD yetersizliği meydana gelebilir. 610 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI KRS Tip-1 (Akut KRS) 2009-AHA/ACC Kalp Yetersizliği Kılavuzu Tavsiyeleri • Serum kreatinin düzeyi >5 mg/dL olanlarda sıvı retansiyonunu kontrol edebilmek ve üremi riskini en aza indirmek için hemofiltrasyon veya diyaliz gerekebilir, bu yaklaşım ayrıca hastaların rutin kullanılan tedavilere cevaplarını ve onları tolere edebilmelerini sağlar. • KY hastaları hafif-orta derecedeki renal fonksiyon bozulmasını tolere edebilir, bunlarda üre ve kreatinin düzeyleri klinik olarak anlamsızdır, KY progresyonunu önleyen faydalı ilaçların kesilmesini gerektirmez. Ancak serum kreatinini 3 mg/dL’yi aşınca, bulunan renal yetersizlik kanıtlanmış KY tedavilerinin etkinlik ve kullanımını net olarak kısıtlar. KARDİYORENAL SENDROM Hastaneye yatırılan hastaların büyük bölümünde çeşitli derecelerde kalp ve böbrek disfonksiyonu vardır. Bu iki organdan birinin primer hastalığı sonucu, diğerinde de sekonder olarak hasar veya disfonksiyon meydana gelmektedir. Bu etkileşim Kardiyo-Renal Sendrom (KRS) denilen klinik varlığın patofizyolojik temelini açıklamaktadır. Bununla birlikte, KRS genellikle kalp yetersizliğine sekonder, böbrek yetersizliğinin başlaması ve/ veya progresyonu ile karakterizedir. KRS ayrıca, kalp ve dolaşım üzerine azalmış böbrek fonksiyonun negatif etkilerinin tarif edilmesinde de kullanılmaktadır. Klinik tablonun paofizyoloji, teşhis ve tedavi açısından daha net tanımlanabilmesi için KRS’nin kompleks doğası ve bunun farklı klinik alttiplerinin incelenmesi gerekir. Tanımı KRS’nin basitce görünüşü; hastalanmış kalbin sonucunda rölatif normal böbreğin, fonksiyonunun bozulmasıdır. Böyle varsayıldığında, sağlıklı kalpte ayni böbrek normal olmalıdır, ancak bu görüş çok tartışılmış ve neticede KRS’nin daha net tanımlanması desteklenmiştir. KRS, primer yetersizliğe giren organın kalp veya böbreğin herikisinin olduğu çeşitli ve değişik kronik durumları da ihtiva etmektedir. Hasta kalbin böbrek fonksiyonu üzerinde pek çok negatif etkileri vardır. Fakat, ayni zamanda böbrek yetersizliği de, kalp fonksiyonunu ciddi şekilde bozabilir. Böylece disfonksiyonel heriki organın direk ve indirek etkileri ve nörohormonal geri-beslenme (“feed-back”)mekanizmalarının kompleks kombinasyonu sayesinde, iki organın kombine bozukluğunu başlatır ve devam ettirir. Bu nedenle, KRS daha özlü ve mantıksal doğru yaklaşım sağladığı gözüken, 5 farklı alt tipe bölünmüştür. Kardiyak fonksiyonun hızla kötüleşmesi ile karakterizedir, akut böbrek hasarına (ABL) yol açabilir (Şekil 21). Bilindiği gibi akut kalp yetersizliği (AKY) 4 alttipe ayrılabilir: Korunmuş SV sistolik disfonksiyonu ile birlikte hipertansif pulmoner ödem; akut olarak dekompanse olmuş kronik kalp yetersizliği; kardiyojenik şok ve ağırlıklı olarak sağ ventrikül yetersizliği. Tip-1 KRS sık meydana gelir, ABD’de her yıl 1 milyondan fazla “yeni” AKY veya akut olarak dekompanse olmuş kronik KY hastası hastaneye yatırılmaktadır. Bu hastalarda pre-morbid kronik böbrek disfonksiyonu sık gelişir ve bunları akut böbrek hasarı/lezyonu oluşmasına (ABL; akut böbrek lezyonu) yatkınlaştırır. AKY veya kronik KY’nin akut dekompansasyonunu başlatan birçok ve kompleks mekanizmalar ABL’ye de yol açabilir (Şekil 21). Bu mekanizmaların her birinin önemi hastadan hastaya ve durumdan duruma (endokardite bağlı mitral kapak yaprakcıklarının perforasyonuna sekonder veya kompliyansın olmadığı diüretik tedavisıne sekonder kötüleşen sağ KY gibi) değişmektedir. AKY’de, SVEF’si bozulmuş olanlarda SV fonksiyonu korunmuşlara göre, ABL daha ağır tabloda görünür, kardiyojenik şokluların >%70’de saptanmıştır. Akut STEMİ dahil bozulmuş böbrek fonksiyonu, 1 yıllık AKY mortalitesinin bağımsız risk faktörüdür. Bu bağımsız etkinin makul sebebi; böbrek fonksiyonun akut düşüşü, sadece hastalığın ciddiyetini taşıyan basit bir marker olarak hareket etmez, ek olarak inflamatuar mekanizmaların aktivasyonu yolu ile kardiyovasküler patobiyolojide hızlanma ile de ilişkilidir. • KRS tip-1’de sessiz konu (araştırılmamış ve bilinmeyen), ABL başlamasının AKY tedavi ve prognozunu nasıl etkilediğidir. Bu tabloda ABL’nin başlayabilmesi için birinci klinik prensip; aksi isbatlanana kadar yetersiz böbrek fonksiyonunu işaret etmektedir; fizik muayene, yardımcı bulgular, görüntüleme ve laboratuar bulguları sayesinde böbrek jonjesyonuna yol açan düşük debi durumu ve/veya belirgin yükselmiş venöz basınçta ABL (Akut böbrek hasarı, lezyonu) teşhisi klinisyenler tarafından hızla düşünülmelidir. • Tip-1 KRS’nin ikinci önemli sonucu azalmış diüretik cevabıdır. Konjestif durumda diüretik cevabının azalması fizyolojik bir fenomen sonucundadır (diüretiğin frenlenmesi; postdiüretik sodyum retansiyonuna sekonder azalmış diüretik etkinliği). Ek olarak, çok yüksek dozlar veya kombinasyonlarda diüretik alınması iatrojenik mekanizmalarla ABL’yi kötüleştirebilir. Diüretikler en iyi sistemik sıvı yüklenmesi kanıtları bulunan KY hastalarında, klinik ve hemodinamik hedeflere yavaş diürez ile, en iyi diüretiklerle ulaşılmaktadır. Kulp-diüretikleri böbrek fonksiyonu, sistolik kan basıncı ve kronik diüretik kullanma hikayesine göre titre Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği 611 Hemodinamik yönetilen hasar Azalmış perfüzyon Düşmüş KD Ekzojen Faktörler Kontrast Ajanlar ACE inhibitörleri Diüretikler Artmış venöz basınç Toksisite Vazokonstriksiyon Sempatik aktivasyon Akut kalp hastalığı veya girişimler Akut dekompansasyon iskemi koroner anjiyografi kardiyak cerrahi Akut böbrek hasarı Akut hipoperfüzyon ↓oksijen dağıtımı Nekroz/apoptozis ↓GFR Hümoral yönetilen hasar RAA aktivasyon Na + H2O retansiyon vazokonstriksiyon BNP Hümoral sinyal Hormonal faktörler İmmün yönetilen hasar Kaspaz aktivasyonu Apoptozis Monosit aktivasyonu Natiürezis Biyomarkerler KIM-1 Cytatin-C N-GAL Kreatinin Sitokin sekresyonu Kaspaz aktivasyonu Apoptozis Endotelyal aktivasyon ŞEKİL 21. KRS Tip 1: Tip 1 KRS veya “akut KRS”de kalp ve böbrek arasındaki patofizyolojik etkileşim (kardiyak fonksiyonun birdenbire kötüleşmesi (kronik KY’nin akut dekompansasyonu gibi) böbrek hasarına neden olur. KIM: Böbrek hasar molekülü; N-GAL: Nötrofil-jelatinöz ilişkili lipokalin; KD: Kalp debisi. RAA: Renin anjiyotensin aldosteron (JACC 2008;52:1527-39). edilebilir. Yüksek dozları kulak çınlamasına sebep olabilir, düşük-doz devamlı diüretik infüzyonu, yüksek doz bolus kullanımına göre daha etkili olabilir. Kalp debisinin ölçülmesi (arteriyel basınç izlemesi ile birlikte Doppler ultrason ile nabız konturu analizi), ve venöz basıncın izlemesi, etkili ve yeterli diüretik tedavisinden emin olunmasına yardım eder ve KY ile ABL’nın birliktelikte olduğu tehlikeli ve riskli durumlarda daha güvenli hareket etmeyi sağlar. Diüretiğe rezistans sıvı yüklenmesi, optimize edilmiş kalp debisine rağmen mevcutsa; ultrafiltrasyonla izotonik sıvı uzaklaştırılabilir. fizyolojik olarak stabile olana ve düşük debi sendromu ile ilgili sorunlar çözümlenene kadar bekletilmelidir. Bazı hastalarda atım hacmi yükseltilemez, rölatif ve mutlak taşikardi yeterli kalp debisini devam ettirir. Bu kompansatuar taşikardi ve sempatik sistem bağımlı inotropik kompansasyonun bloke edilmesi kardiyojenik şoku presipite eder, ve yüksek mortalite ile ilişkilidir (özellikle böbrekten atılan Beta-blokerlerin kullanımı; atenolol, sotalol, tekbaşına veya kalsiyum antagonistleri ile kombinasyonu). Bb titrasyonuna, hasta hemodinamik olarak stabil olunca yavaşca ve dikkatle başlanmalıdır. • Birlikte hiperkalemi olsun/olmasın, ABL’nin hastanın prognozuna etkisi ACEİ, ARB’leri ve AA vererek inhibe edilebilir. Ancak, böbrek fonksiyonları ve potasyum düzeyleri yakından izlenmelidir. Bu ilaçların potansiyel faydaları, bu hastalarda bile risklerine göre daha ağır basmaktadır (Fayda>>Risk). Böbrek disfonksiyonunda miyokard infarktüsünde eksik tedavi sıktır. Böbrek fonksiyonunun korunmasına dikkat edilmelidir; kalp kasının kurtarılma ve korunma teşebbüsünün aynisi uygulanabilir. STEMİ’nin yatışı sırasında kötüleşmiş böbrek fonksiyonu, hastane ve 1-yıllık mortalitenin güçlü ve bağımsız öngörenidir. PKG veya kardiyak cerrahiye giden hastalarda serum kreatimninde küçük yükseliş (>0.3 mg/dl) bile, uzamış hastane süresi ve yükselmiş mortalite ile ilişkilendirilmiştir. • Tip-1 KRS’de Beta blokerlerin akut olarak verilmesi genellikle tavsiye edilmemektedir. Bu tedavi, hasta 612 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Bu anlamda, kreatinin yükselmesi, hastalık ciddiyetinin basitce markeridir. Daha doğrusu, ABL’nin başlaması nörohormonal, immunolojik ve inflamatuar yolların aktivasyonu üzerinden, kardiyovasküler hasarın hızlandığını gösteren nedensel bir faktördür. Bu duruma yönelik koruyucu tedavi henüz yoktur (Nesiritide ?). Akut kalp hastalıklarında kardiyak görüntüleme tetkiklerinde radyo-opak kontrast kullanımına çok dikkat edilmelidir (kontrast nefropatiyi önlemek için). KRS’de ABL’nin erken teşhisi tartışmalıdır. Bu ABL’nin primer patoloji olduğu ve kardiyak disfonksiyona yol açtığı KRS tip-3’de de böyledir (Tablo KRS, sayfa 612). Klasik marker kreatinin kanda az da olsa yükseldiğinde, ABL halihazırda saptanmış ve gelişmiş olup, bu evrede böbrek fonksiyonu ve hasarının korunma ve önlenmesi için yapacak çok az şey kalmıştır. • Tamamlayıcı “Deoksiribonükleik asit mikro-array” tarama tekniği ile, renal hasardan birkaç saat sonra, dışa-vurumu (ekspresyon) artırarak-düzenlenen (upregulatıon) gen alt-yapısı keşfedilmiştir. • İnsanda ABL’yi en erken saptayan markerlerden birisi de, insan idrarı ve kanındaki NGAL (Neutrophil gelatinase-associated lipocalin)’dir. NGAL yoğun bakım ünitesindeki çocuk ve erişkin kalp cerrahi hastalarında ABL’nin erken öngerenidir. Bu hastalarda 48-72 saat sonra kreatinin yükselişi gözlenmiştir. NGAL ayrıca böbrek transplantasyonunda gecikmiş greft fonksiyonunun ve kontrast-nefropatisindeki ABL’nin markeridir. • “Cystatin C”, Kronik böbrek hastalağında glomerül fonksiyonunun serum kreatininden daha iyi öngörenidir. Çünkü, kan düzeyi yaş, cinsiyet veya adale kitlesinden etkilenmemektedir. Cystatin-C KBL’yi öngörür ve böbrek değiştirilme ihtiyacını (transplantasyon), serum kreatinine göre daha erken öngörür. NGAL ve Cystatin C kalp cerrahisine bağlı ABL’de karşılaştırılmıştır, herikisi de 12 saatte ABL’yi öngörmüştür, ikisi birlikte düşünüldüğünde; bunlar böbreğin yapısal ve fonksiyonel hasarının kombinasyonunu göstermektedir. • “Böbrek hasarı molekülü (kidney injury molecule 1) 1”, bir proteindir, proksimal tubulus hücrelerinin iskemik veya nefrotoksik olayları sonucunda saptanabilir ve iskemik ABL için oldukça duyarlı görünmektedir. NGAL ile kombine edildiğinde oldukça duyarlıdır, AKİ’nin erken fazlarında önemli bir marker olabilir. • “N-acetyl-beta-(D) glucusaminidase, interlökin-18, ABL teşhisine katkısı olacağı umulan diğer markerdir (Tablo–X). KRS Tip-2 (Kronik KRS) Tip-2 KRS, KBH’ye sebep olan kalp fonksiyonunun kronik anormallikleri (kronik konjestif KY gibi) ile karak- terizedir (Şekil 22). KY varlığında böbrek fonksiyonunun kötüleşmesi, kötü prognoz ve uzamış hastane yatış süresi ile ilişkilendirilmiştir. Kronik KY’de böbrek disfonksiyonunun prevalansı yaklaşık %25’dir. eGFR (hesaplanmış GFR) hafif düşse dahi mortalite riski anlamlı olarak yükselir, vasküler hastalık ciddiyetinin markeri olarak gösterilmiştir. Yaşlılık, hipertansiyon, diyabetes mellitus ve akut koroner sendromlar kötüleşen fonksiyonun bağımsız öngörenleridir. Alttaki böbrek fonksiyonunun kötüleşmesinin mekanizmaları akut veya kronik KY zeminine uygun olarak farklıdır. Kronik KY; uzun dönem azalmış böbrek perfüzyon durumu ile karakterizedir, sıklıkla mikrovasküler ve makrovasküler hastalık ile renal disfonksiyon yatkınlaştırılır (predispoze). Ayrıca, GFR’si düşük hesaplanmış büyük oranda hastanın NYHA fonksiyonel sınıfı çok kötüdür, SVEF ile eGFR arasındaki ilişkiyi gösteren kanıt yoktur. Buna göre, kronik KY ve konmuş SV fonksiyonu olan hastaların eGFR’leri, SVEF’leri bozulmuşlara (<%45) benzer görünmektedir. Renal disfonksiyonunun patofizyolojisinin anlaşılması ilerlemiş KY tablosunda bile çok kısıtlıdır. Pulmoner arter kateteri ile ölçülen hemodinamik değikenler ve serum kreatinini arasında bağlantı bulunamamıştır (ESCAPE çalışması). Tek bağlantı; sağ atriyal basınç iledir; renal konjesyonun renal disfonksiyonun fizyopatolojisinde kıymet verildiğinden daha önemli olabileceğine işaret edilmiştir. Bu tabloda renal hipoperfüzyon tekbaşına renal disfonksiyonu açıklayamamıştır. Nörohormonal mediyatörler ile aşırı vazokonstriktör mediyatörlerin (anjiyotensin, epinefrin, endotelin) üretimi ve endojen vazodilatör faktörlerin (natriüretik peptidler, nitrik oksid) değişmiş duyarlık ve/veya salımı dikkat çekmiştir. • KY tedavisinde kullanılan farmakolojik tedaviler renal fonksiyonu kötüleştirebilir, katkısı olduğu gösterilen faktörler: Diürez ile ilişkili hipovolemi, RAAS blokajının erken başlaması ve ilaçların neden olduğu hipotansiyon. Daha yakın geçmişte, Eritropoetinin rölatif ve mutlak eksikliği ilgi çekmiştir. Bu hastalarda, anemi gelişimine sadece böbrek yetersizliği bulunanlara göre beklendiğinden daha belirgin katkısı olur. • Kalpte aktive olan eritropoetin reseptörleri kalbi apoptozis, fibrozis ve inflamasyondan koruyabilir. • Kronik KY, KBH (Kronik böbrek hastalığı) ve anemi hastalarında eritropoezi uyaran ajanların kardiyak fonksiyonda düzelmeye yol açtığı gösterilmiştir; SV büyüklüğü azalmış, BNP düşmüştür. • Tip-2 KRS’li hastaların, böbrek fonksiyonu normal olanlara göre daha fazla ve daha yüksek dozlarda diüretik ve vazodilatör tedavi almış olmaları daha Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği Anemi Na+ Su retansiyonu Ca ve fosfo anormallikleri Hipertansiyon 613 Olaylara artmış duyarlılık Kronik hipoperfüzyon Apoptozis Genetik risk faktörleri Kazanılmış RF ↓KD Kronik kalp hastalığı ↓KD Subklinik inflamasyon Endotelyal disfnoksiyon Hızlanmış ateroskloraz Kronik hipoperfüzyon ↑renal vasküler dineç ↑Venöz basınç Embolizm Olay ve böbrek hasarının başlaması Skleroz-fibroz Hipoksi RAA ve sempatik aktivasyon Na + Su retansiyonu Ca ve Fosfo anormalliği HTA, SVH Anemi Na + Su retansiyonu Üremik solut + retansiyonu Ca ve fosfo anormalliği HTA KBH’ye progresyon ŞEKİL 22. KRS Tip 2: Tip 2 KRS veya “Kronik KRS”de Kalp ve böbrek arasında patofizyolojik etkileşim kardiyak fonksiyonda kronik anormallikler, progressif kronik böbrek hastalığına sebep olur. KD: Kalp debisi, HTA: Hipertansiyon, RF: RF Risk faktörleri, SVH: Sol ventrikül hipertrofisi, Ca: Kalsiyum, Fosfo: Fosfat, Solut: Suda çözünür madde (JACC2008;52:1527-39). olasıdır. Bu ilaçlar ile tedavi böbrek hasarının gelişmesi ve progresyonunu presipite edebilir. Bu tedaviler basitce hemodinamiği bozuk hastaları tanımlamaktadır; bu şekilde böbrek fonksiyonunu kötüleştirmekten ziyade böbrek disfonksiyonuna yatkınlaştırmaktadır. Böbrek yetersizliği KY’li hastalarda oldukça yaygındır ve diyastolik ve sistolik ventrikül disfonksiyonunun herikisinin ve ağır KY’nin bağımsız negatif prognostik faktörüdür. KBH ile kardiyovasküler hastalığı birbirine bağlayan verilerin mantıksal pratik anlamı; risk faktörlerinin azaltılması ve tedavi altındaki hastalarda ilaçların optimize edilmelerine önem verilip dikkat gösterilmesi gerekir (farmakodinamiklerine bağlı kişiselleşmiş düzeyde letal sonuçları olabilir). Tip-3 KRS (Akut Renokardiyak Sendrom) Bu tip, birdenbire böbrek fonksiyonunun primer kötüleşmesi ile karakterizedir (ABL, iskemi veya glomerülonefrit gibi), akut kardiyak disfonksiyona yol açar (BL, aritmi, iskemi). Tip-3 KRS, Tip-1’e göre daha az sıktır. ABL, hastane ve yoğun bakım ünitelerinde (YBÜ) yatan hastalarda gittikçe büyüyen bir bozukluktur. Hastane hastalarında %9’a yakın sıklıkta tanınmıştır (RIFLE). Büyük YBÜ verilerinde ise >%35 hastada ABL (Akut Böbrek Lezyonu) saptanmıştır. Akut böbrek hasarı birçok yoldan kalbi etkileyebilir (Şekil 23). Sıvı yüklenmesinin, pulmoner ödem gelişmesine katkısı olabilir. Hiperkalemi, aritmilerin ortaya çıkışını kolaylaştırır ve kardiyak arreste sebep olabilir. Tedavi edilmemiş anemi, miyokardta depresan faktörlerin birikmesi ve perikardit gelişimi ile miyokardiyal kontraktiliteyi etkiler. Asidemi, anlamlı olarak sağ kalp yetersizliğine katkısı olan pulmoner vazokonstriksiyon meydana getirir. Asideminin negatif inotropik etkileri de vardır ve aritmi riski artışına katkısı olan elektrolit dengesizliği ile de birliktedir. Son olarak, renal iskemi kardiyak düzeyde inflamasyon ve apoptozisin aktivasyonunu presipite eder. 614 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Na + H2O retansiyonu Volum ekspansiyonu Artmış pre-load Düşmüş GFFR Hipertansiyon Akut böbrek hasarı Akut kalp disfonksiyonu Sempatik aktivasyon Glomerüler hastalıklar İnterstisyel hastalıklar Akut tübüler nekroz Akut piyelonefrit Akut üriner obstrüksiyon Akut dekompansasyon Akut kalp yetersizliği İskemiler Aritmiler Düşük KD RAA Aktivasyon vazokonstriksiyon Hümoral sinyal Biyomarkerler: Troponin Miyoglobin MPO BNP Elektrolit, asit-baz ve koagülasyon dengesizliği Sitokin sekresyonu Kaspaz aktivasyon Apoptozis Monosit aktivasyonu Kaspaz aktivasyon Apoptozis Endotelyal aktivasyon ŞEKİL 23. KRS Tip 3: Tip-3 KRS veya “Akut renokardiyak sendrom”da patofizyolojik etkileşim (renal fonksiyonun birdenbire kötüleşmesi; akut böbrek yetersizliği veya glomerülonefritde KY, aritmi, pulmoner ödem gibi akut kardiyak bozukluğa sebep olur). (MPO: Myeloperodsidaz, KD: Kardiyak debi) (JACC 2008; 52:1527-39). Tip-3 KRS’ye yol açan yegane durum, bilateral renal arter stenozudur (veya soliter böbrekte unilateral stenoz). Bu durumdaki hastaların akut ve dekompanse KY’ye eğilimi artabilir, çünkü diyastolik disfonksiyon, aşırı RAAS aktivasyonu, renal disfonksiyon, su ve sodyum retansiyonu ve akut miyokardiyal iskemiden yoğun periferik vazokonstriksiyona bağlı artmış oksijen talebi ve kronik kan basıncı yüksekliği ile ilişkilidir. Bu hastalarda KY ve hipertansiyonun tedavisinde, anjiyotensin blokajı genellikle gereklidir. • Bununla birlikte, GFR anjiyotensine oldukça bağımlıdır, böbrek fonksiyonlarında anlamlı dekompansasyon anjiyotensin blokajının ardından gelebilir. Seyrek görülen bu hastaların tedavisine dikkatle bakılmalı ve titizlikle incelenmelidir. ARB ve ACEİ’ler ile renal dekompansasyon sergileyenler muhtemelen renal revaskülarizasyona adaydır. • Troponinler, miyokardiyal hasarın duyarlı ve spesifik biyomarkerleridir, etkili olarak Tip-3 KRS’nin erken teşhis edilmesine yardımcıdır. Troponinler, İskemik miyokardiyal hasarın biyomakeridir, bunlar genel populasyon ve spesifik olarak böbrek hastalarında, kardiyak sonuçlar ve prognoz ile korelasyon gösterir. • BNP, akut KY ve akut olarak dekompanse KY teşhisinde kullanılan miyosit markeridir. Genel populasyon ve bir de böbrek yetersizliğinde kardiyovasküler olaylar ve toplam mortalitenin bağımsız öngörenidir. KY’de, yüksek BNP düzeylerine rağmen, bunun fizyolojik etkileri (vazodilatör, diüretik ve natriüretik) KRS’yi önlemek için yeterli görünmemektedir. Bu nunla ilgili olarak; BNP rezistansı ve/veya BNP’nin biyolojik olarak inaktif habercisinin (prekürsörü) rölatif fazlalığı gösterilmiştir (JACC2007;49: 1071-8). KRS Tip-4’de ise, yükselmiş BNP düzeyi ile nondiyabetik KBH’nin son-evre böbrek hastalığına hızlanmış progresyonu arasında ilişki bulunmuştur. • Miyeloperoksidaz, miyosit metabolizmasının oksidatif stresinin, akut koroner sendromlarda inflamasyonunun markeridir. Oksidatif stress miyosit apoptozisi ve nekrozuna sebep olabilir, aritmiler ve KRS patogenezinde endotel disfonksiyonu ile ilişkilendirilmiştir. • Sitokinler (TNF, IL-1, IL-6), KRS’nin erken teşhisinde rolu vardır, bundan başka bir de miyokardiyal hücre hasarı ve apoptozisine sebep olan patojenik rolu vardır, iskemik AKL’de miyokardiyal hasarı yönetir. Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği ABL gelişmesi, normal olarak kronik KY hastalarına verilen ilaçların kullanımını etkileyebilir. Örneğin, diüretik ve ACEİ tedavisi ile serum kreatininin 1.5 mg/ dl’den 2 mg/dl’ye yükselmesi, bazı klinisyenlerin diüretiği kesmesine neden olabilir, ACEİ’ler de azaltılabilir, hatta geçici olarak kesilebilir. Bu uygulama bazı hastalarda KY’nin akut dekompansasyonuna sebep olabilir. ® Unutulmaması gereken: “ACEİ’ler böbreğe zarar vermez”. Daha doğrusu; ACEİ’ler intrarenal hemodinamikleri değiştirir ve ultrafiltrasyonu düşürür. Patolojik hiperfiltrasyonu azaltarak böbreği korurlar. Renal fonksiyonu stabilize edilemiyenlerde, diğer tehlikeli durumlar oluşuncaya kadar (hipotansiyon, hiperkalemi gibi) ACEİ ve ARB tedaviler sürdürülülebilir (Fayda >> Risk). • Son olarak, şayet ABL ciddi ve böbrek replasman tedavisi gerekiyorsa; standart diyalize sekonder olarak sıvı ve elektrolitlerin, hızlı yer değiştirmesi ve kaybı kardiyovasküler instabiliteye yol açabilir; hipotansiyon miyokardiyal iskemi ve arritmilere neden olabilir. Böbrek replasmanının kalıcı özelliği bu kardiyovasküler instabiliteyi en aza indireceğinden bu durumda daha fizyolojik ve makul görünür. KRS Tip-4 (Renokardiyak Sendrom) Bu tip, azalmış kardiyak fonksiyon, ventrikül hipertrofisi, diyastolik disfonksiyon ve/veya artmış kötü kardiyovasküler olaylara katkısı olan (ve gelişimini kolaylaştıran) primer KBH durumu (kronik glomerüler hastalık gibi) ile karakterizerdir (Şekil 24). Günümüzde KBH, böbrek hasarının ciddiyeti ve GFR kombinasyonu esas alınarak 5 evreye ayrılmıştır. Bu kriterler kullanıldığında ABD’de erişkin populasyonun en az %11’de, günümüzde KBH bulunduğu hesaplanmıştır (Tablo 14‘de). KBH’lı kişilerin kardiyovasküler riski oldukca yüksektir. Kardiyovasküler hastalığa uyan KBH evre-5 hasta grubunda, ölümler %50’den fazladır. KBH evre5’deki hastalarda, Mİ’den sonra 2 yıllık mortalite oranı %50 hesaplanmıştır. Karşılaştırılan genel populasyonda Post-infarktın 10 yıllık mortalitesi %25’dir. KBH’li 615 hastaların kardiyak ölüm riski, yaş ve cinsiyeti eşleştirilmiş KBH’li kontrol olgularına göre 10-20 kat daha yüksektir. Bu sorunun bir bölümü, bu kişilerde risk değiştirilme ve düzenlemesinin, KBH olmayan karşıtlarına göre muhtemelen daha az yapılmış olması ile ilişkili olabilir. Daha az ciddi KBH’de, hafif-orta renal disfonksiyon (evre-1-3) daha sonra gelişen kardiyovasküler mortalite ve morbiditeyi yükselten kardiyovasküler risk ile ilişkili bulunmuştur. Renal fonksiyon ve kötü kardiyovasküler sonuçlar arasında ters ilişki gösterilmiştir (eGFR< 60 ml/dk/1.73 m2’de sürekli ilişki). Yüksek risk grubunda, hesaplanmış klirens kısa-dönem sonuçların (ölüm ve Mİ) anlamlı bağımsız öngörenidir. Benzer bulgular STEMİ ile bulunan hastalarda da bildirilmiştir, bu etki TIMI risk skorundan bağımsızdır. Bazal serum kreatini ≥2.5 mg/dl olan hastaların alınmadığı çalışmalarda azalmış renal fonksiyon, anlamlı olarak daha büyük mortalite ve kötü kardiyovasküler olay oranları ile ilişkilendirilmiştir (SOLVD, TRACE, VALIANT). Böbrek hastalarında kötü kardiyovasküler olaylar, spesifik biyomarkerlerin plazma düzeyleri ile ilişkilidir (troponinler, dimetilarginin, plazminojen-aktivatör inhibitör tip-1, homosisteyin, natriüretik peptidler, CRP, serum amiloid –A protein, hemoglobin, ve iskemininmodifiye ettiği albumin gibi). Bu gözlemlere göre; kronik inflamasyon; subklinik infeksiyonlar, hızlandırılmış ateroskleroz; kalp-böbrek etkileşimi ile negatif kardiyovasküler olay ve renal sonuçlar arasında makineleşmiş bağlantıyı sağlamaktadır. KBH’li kişilerde Kardiyovasküler risk modifikasyonu için uygun tedavi alan hastaların oranı, genel populasyondakilerden daha azdır. Bu “terapetik hiçcilik”; temelde böbrek fonksiyonunun kötüleşmesi ile ilgili; aspirin, Bb, ACEİ’ler, ve statinler ile kombinasyon tedavisini KBH’lı hastaların <%50’sinin almasına yol açmaktadır. İnfarktüsten sonra KBH’si gösterilmiş hastalar ise, KBH saptanmayanlara göre daha az Bb ve ACEİ almıştır, yine de; heriki tedavinin kombinasyonunu alan KBH ve nonKBH hastalarda 30 günde mortalite riski azalması benzer olmuştur (JACC 2003;42:201-8). Bu düşük tedavi performansının sebepleri; renal TABLO 14. Ulusal Böbrek Vakfına (National Kidney Foundation) göre kronik böbrek hastalığının evreleri Evre Tanımı GFR (mL/dk/1.73 m2) Evre-1 Evre-2 Evre-3 Evre-4 Evre-5 Normal veya yükselmiş GFR ile böbrek hasarı Hafif düşük GFR ile böbrek hasarı GFR’de orta derecede düşme GFR’de ciddi düşme Böbrek yetersizliği ≥90 60-89 30-59 15-29 <15 (veya diyaliz) European Heart Journal 2007;28:1636 616 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI KBH evre 1-2 Glomerüler/interstisyel hasar KBH evre 3-4 Kardiyak remodeling Nörohormonal anormallik ↑İskemik risk SVH Sol diyastolik fonksiyon ↓koroner perfüzyon İnflamasyon Koroner ve doku kalsifikasyonu Sigara Obezite HTA Dislipidemi Homosisteinemi Kronik inflamasyon Biyomarkerler: Troponinler Natriüretik peptidler Asimetrik dimptilarginin İskemik modifiye albumin Akut faz proteinler Serum amiloid protein A CRp Genetik RF Kazanılmış RF Primer nefropati DM Anemi,üremik toksinler Ca+ Phos anormaliği Beslenme durumu, VKİ Na + Su yüklenmesi Kronik inflamasyon Skleroz-fibroz KBH evre 5diyaliz Anemi ve malnütriyon Ca + Phos anormallikleri Yumuşak doku kalsifikasyonu Na + Su yüklenmesi Kronik EPO direnci inflamasyon Üremik toksinler osit Mon yonu Yapay l ü as sitüm yüzeyler, Bulaşmış sıvılar faz Akut ları an t k a re ↑İnsülin rezistansı ↑Adipositokin üretimi ↓İştah ↑Adale Endotelyal disfonksiya metabolizması Düz adale proliferasyonu Kemik LDL oksidasyonu remodelingi Vasküler kalsifikasyon Oksidan stress Hızlanmış ateroskleroz Akut faz reaktanları ŞEKİL 24. KRS Tip 4: Tip-4 KRS veya “kronik renokardiyak sendrom”da kalp böbrek arasında patofizyolojik etkileşim. (KBH; azalmış kalp fonksiyonu, kardiyak hipertrofi, veya artmış kötü kardiyovasküler olayların riskine katkı sağlar gibi). KBH: Kronik böbrek hastalığı; VKİ: Vücut kitle indeksi, Phos: Fosfat, EPO: Eritropoetin. (JACC 2008; 52:1527-39.) fonksiyonun daha fazla kötüleşmesi ve/veya düşük klirens oranlarına bağlı tedavinin toksik etkilerdir. İlerlemiş KBH komplikasyonlarının tedavisinde birçok ilaç gerekir, bu ilaçlar genellikle birlikte bulunan kalp hastalığı için güvenlidir. Bunlar; kalsiyum-fosfat dengesi ve hipertiroidzm için rejimler, vitaminler, eritropoez-stimülan ajanlar (yeni çıkmış tedaviler; endotelin sistem antagonistleri, adenozin ve vazopressin reseptör antagonistleri, inflamasyon suppressörleri dahi). İmmunosupressif ilaçlar, kardiyotoksik etkilerinden dolayı yakından (troponinler, BNP, ekokardiyografi ile) takip edilmelidir. KBH populasyonuna spesifik tedavilerin etki verilerinin eksik olması tedavi seçeneklerini tartışılır kılmıştır. Özellikle ilerlemiş KBH’da ACEİ veya ARB’lerin başlanması veya dozlarının artırılması, renal fonksiyonun klinik olarak anlamlı kötüleşmesine ve belirgin hiperkalemiye sebep olabilir, bu komplikasyon aldosteron antagonistlerinin kullanılmaya başlanması ile artmıştır. Şayet bu hastalar agressif olarak tedavi edilirlerse diya- Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği liz-bağımlılığı veya yaşamı tehdit eden hiperkalemik aritmi riskleri gelişebilir. Çok dikkatle tedavi edilseler de, yaşamı tehdit eden kardiyovasküler komplikasyonlar ayni düzeyde gelişebilir. • İki ay içerisinde, stabilize olan kreatininde %30 kadar yükselme; uzun-dönem nefroproteksiyon ile ilişkilidir (Arch Intern Med 2000;160:685-93). • Bu sonuçlar pratikte; “KBH’da ACEİ ve ARB’lerin dikkat kullanılabileceği” tavsiye ve görüşünün oluşmasına neden olmuştur. Bakılabilen serum kreatinini bu düzeyin ötesine yükselmemeli ve potasyum sürekli olarak <5.6 mmol/l kalmalıdır. Son-evre böbrek hastalığı ve ve anüri ile ve hiperkalemiye eğilimli hastalarda ACEİ ve ARB’lerin verilmesi problemli olabilir. Buna rağmen, bu ilaçların kombinasyonu dahi seçilmiş populasyonda güvenli olabilir (Nephrol Dial Transplant 2007;22: 1150-5). SV disfonksiyonlu son-evre böbrek hastalarının çoğunluğunun ACEİ ve ARB’ler ile tedaviyi beklendiğinden az aldıkları görünmektedir. Aldosteron blokajı bakımından, spironolakton KY kılavuzlarınında önerdiği gibi, ciddi KY hastalarında 617 yaygın olarak kullanılmaktadır, mortalite ve morbiditeye faydalıdır. Bununla birlikte, RALES çalışmadan sonra anjiyotensin blokajına aldosteron antagonistinin eklenmesi sonucunda spironolakton ile hastaneye yatış ve mortalite hiperkalemi ile ilişkili olarak keskin şekilde artmıştır. Uygun seçim; hastanındüşmüş SVEF ile sınırlandırılması ve orta-evredeki KBH kriterlerinin (kreatinin düzeyi ≥2.5 mg/dl veya hiperkalemi >5 mmol/l) birisi ile dışlanması, yaşamı tehdit eden hiperkaleminin en aza indirilmesine yardımcı olabilir. KRS Tip-5 (Sekonder KRS) Bu tip KRS akut veya kronik sistemik hastalığa bağlı olarak kardiyak ve renal disfonksiyonun birlikte bulunması ile karakterizedir (Şekil 25). Tip-5 KRS için kısıtlı sistematik bilgiler vardır. Buna rağmen bu tabloda, daha fazla organ yetersizliği, bu durumda mortalite yükselir. Birlikte olan renal ve kardiyovasküler yetersizliğin, benzeyen sonuçları (renal ve pulmoner yetersizliğinin kombinasyonu gibi) nasıl farklı etkileyebiliyorsa; birçok akut ve kronik hastalık heriki organı eşzamanlı etkileyebilir ve birine neden olan hastalık diğerini de karşılıklı Kalp yetersizliği Sempatik aktivasyon Nörohormonal stress inflamasyon Sistemik hastalıklar DM Amiloidoz Vaskülit Sepsis Hemodinamik değişiklikler Hipoperfüzyon ↓Perfüzyon basıncı ↑PVR İskemi/reperfüzyon Hipoksi Oksidatif stress Toksemi Organ hasarı/disfonksiyonu Ekzojen toksinler Hem proteinler, antibiyotikler Kontrast ilaçlar LPS/endotoksin Monosit aktivasyonu Sitokinler Renal yetmezlik ŞEKİL 25. KRS Tip 5: Tip 5 KRS veya “Sekonder KRS”de kalp ve böbrek arasındaki patofizyolojik etkileşim (sistemik durumlar; DM, sepsis gibi kardiyak ve renal disfonksiyonun herikisine de sebep olur). LPS: Lipopolisakkarid; RVR: Renal vasküler direnç. (JACC 2008;52:1527-39). 618 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO KRS. Akut böbrek hasarının erken saptanması için protein biyomarkerleri Biyomarkerler İlişkili olduğu hasar KIM-1 Cystatin C NGAL (Lipocalin) NHE3 Sitokinler (IL-6, IL-8, IL-18) Actin-actin depolimerize F α-GST II-Gast L-FABF Netrin-1 Keratin-derived kemokin İskemi ve Nefrotoksinler Proksimal tubulus hasarı İskemi ve nefrotoksinler İskemi, pre-renal, post-renal aKI Toksik, gecikmiş greft fonksiyonu İskemi, gecikmiş greft fonksiyonu Proksimal T hasarı, akut reddetme (rejection) Distal tubulus hasarı, akut reddetme İskemi ve nefrotoksinler İskemi ve nefrotoksinler, sepsis İskemi ve gecikmiş greft fonksiyonu Kısalt: GST: Glutathione S. transferase, IL: interlökin, KIM: Kidney injury molecule, L-FABP: L-type fatty acidbinding protein, NGAL: Neutrophil gelatinase-associated lipocalin, NHE: Sodium-hydrogen exchanger. (JACC:2008;52:1527-39) olarak etkileyebilir. Örneğin, sepsis, diabet, amiloidoz, sistemik lupus ve sarkoidoz dahil. Diyabet ve hipertansiyon gibi birçok kronik durum Tip-2 ve-4 KRS’ye katkıda bulunabilir. Akut tabloda, ağır sepsis heriki organı etkileyen en sık ve ciddi durum olarak belirtilmiştir. ABL’ye neden olabilir, bir müddet sonra ise şiddetli miyokardiyal depresyona yol açabilir. Bu değişikliklerin mekanizması az anlaşılmıştır, fakat olaya TNF ve diğer mediyatörlerin heriki organ üzerindeki etkisi karışabilir. Miyokardiyal fonksiyonel depresyonun başlaması ve yetersiz kalp debisi Tip-1 KRS’de bahsedildiği gibi renal fonksiyonu daha fazla düşürür, ve gelişen ABL tip-3 KRS’de tarif edildiği gibi kardiyak fonksiyonu etkileyebilir. Renal iskemi daha sonra daha fazla miyokard hasarına neden olabilir, bu tehlikeli çemberde heriki organ da yaralanır ve zarar görür. • Tedavi stratejisi; hastalığın acele tanınması, yok edilmesine yönlendirilmeli ve infeksiyonun kökeninin tedavi edilmelidir, organ fonksiyonunun bir müddet desteklenmesi için invazif hemodinamik monitorizasyon kılavuzluğunda, inotropik ve vazopressör ilaç testeğine ek olarak sıvı ressüsitasyonu. Bu durumda, Tip-1 ve-3 KRS’de tartışılan tüm prensiplere başvurulabilir. Bu septik hastalarda, yoğun renal replasman teknolojilerinden elde edilen hazırlayıcı verilerin gösterdiği; kan arındırması (“purıfıcation”); küçük çözünenlerin klirensi optimal sağlanırsa, miyokardiyal performansın düzelmesinde rolu olabilir. Tanımı konusunda acilen fikir birliğine varılmasına rağmen, kritik decede hasta olan hastalarda ABL’yi azaltacak veya önleyecek tedavi henüz meydana çıkarılamamıştır. Sonuç olarak: Kronik ve akut durumlarda heriki organın disfonksiyonu sırasında, böbrek ve kalp arasındaki etkileşimin klinik ve pratik anlamı vardır. Bilginin derinliği ve dikkatin kompleksliği (bilgi ve deneyiminin bileşkesi), bu hastalara en iyi tedavinin verilebilmesi için gerekir. Bu hastalarda çok disiplinli (kardiyoloji, nefroloji ve kritik bakım) yaklaşıma ihtiyaç vardır (Tablo KRS). Her tip KRS hakkında fikirbirliği sağlanması, klinisyenin patofizyolojiye göre tedavi ve girişimlerin planlanmasına yardımcı olacaktır. ® Akut ve kronik KY’de KRS’yi ortaya çıkaran başlıca sebepler: İleri derecede düşük debi, kontrolsuz diüretik kullanımı ve ACEİ dahil vazodilatörlere bağlı gelişen sistemik hipoperfüzyondur. Bu nedenlerin varlığında; (a) serım kreatininin bazal değerin >%30 üzerine çıkması, diüretiklere önceye göre daha az cevap alınması veya etkili diürez için devamlı doz artırılması gerekmesi, tüm önlemlere rağmen hiperkaleminin sürmesi; (b) kronik KY’de ise bunlara ek kronik anemi, hipoalbuminemi ve kaşeksi bulunması KRS’yi süratle düşündürmelidir. Anlamı: Morbidite ve mortalitesi son derece yüksek klinik bir durumla karşı karşıya gelinmiştir (hasta terminal-evrede). Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği 619 BÖBREK YETERSİZLİKLİ HASTADA KALP YETERSİZLİĞİNİN FARMAKOLOJİK TEDAVİSİ Ulusal Böbrek Vakfının (National Kidney Faundatıon) GFR’ye Göre Böbrek Yetersizliğinin Tanımlaması:8 Giriş: KY’nin sağkalımı ACE inhibitörleri, ARB (Anjiyotensin reseptör blokeri), Bb (Beta blokerler) ve spironolaktonların kullanılması ile artırılabilir. Bütün önemli KY kılavuzları ACEİ ve Bb tedavilerinin KY ve SV sistolik disfonksiyonu olan hastaların standart tedavisinde kullanılmasını tavsiye etmektedir.1, 2 Fakat klinik çalışmalardaki çalışma olguları tüm KY hastalarını temsil etmez; bunlar tipik KY hastasına göre daha genç, beyaz ve erkek olma olasılığı daha yüksek, sistolik disfonksiyon bulunma olasılığı ise çok daha fazladır, komorbid durumları ise daha azdır.3 Orta ve ağır böbrek yetersizlikli hastalar ise eksik belirtilmiş ya da çalışma dışında tutulmuştur, dolayısı ile KY ve böbrek yetersizlikli hastaların tedavisini yönlendirecek kanıtlar yetersizdir. •Orta derece böbrek yetersizliği: GFR 30-60 mL/ dk/1.73 m2 •Ağır böbrek yetersizliği: GFR 15-30 mL/1.73 m2 •Böbrek yetersizliği (böbrek iflası): GFR < 15 mL/ dk/1.73 m2 Böbrek yetersizliği, KY tedavisi ile yakından ilgilidir; kısmen prevalansından, kısmen de mortalite ile ilişkisinden den dolayı. SOLVD çalışmasında, ayaktan tedavi edilen orta decede KY hastalarının 1/3’de GFR <60 mL/dk/1.73 m2 hesaplanmıştır.4 PRIME-II’de ise bu derece böbrek disfonksiyonu ağır KY hastalarının yarısında vardı.5 Düzeltilmiş ölüm riski, böbrek yetersizliği ile normal böbrek fonksiyonuna göre PRIME –II’de iki kat daha fazla ilişkili bulundu. SOLD çalışmasında ise %40 yükselmiş risk ile birliktedir. Böbrek disfonksiyonu KY tedavisinde de önemlidir, çünkü birçok önemli ilaç (ACEİ, ARB, spironolakton, digoksin) böbrek yetersizlikli hastalarda artmış ters (yan) etki riski ile birlikte olabilir. Böbrek disfonksiyonu ile komplike KY’de, yaygın olarak kreatinin böbrek disfonksiyonunun kriteri olarak kullanılmaktadır. Böbrek Fonksiyonunun Sınıflaması KY tedavisinde böbrek yetersizliğinin etkisini belirlemek için başlangıçta talep edilen böbrek yetersizliği tanımı ile çelişkilidir. GFR’nin ölçülmesi zaman kaybı ve pahalıdır, kullanışsız (hantal) olup radyoizotop madde gerekir. Klinik patik ve araştırma çalışmalarında serum kreatinin düzeyi kullanılmaktadır, ancak bunun böbrek yetersizliğinin duyarlı olmayan markerleridir; GFR ile lineer olmayan ilişkileri vardır (yaş, cinsiyet ırk ve çok zayıf vucut kitlesi ile değişebiliir). • Serum kreatinin düzeyine güvenmekten ziyade, böbrek disfonksiyonu aşağıdaki “Cockcroft-Gault eşitliği” ile hesaplanmalıdır: (140-yaş) X vucut ağırlığı (kg) X 0.85). Kadınsa/ (72 X serum kreatinin düzeyi (mg/dL) ACE İnhibitörleri KY ve böbrek yetersizliği hastalarında etkinliği: ACE inhibitörleri kalp yetersizliği tedavisinin köşe taşıdır; kalp yetersizliği ve SV disfonksiyonunda sağ kalımı artırırlar. Sistolik KY’de tüm semptom sınıflarında etkilidirler.9-12 Bunla birlikte KY ve GFR ile tanımlanmış böbrek yetersizliğinde, ACEİ’lerin etkisi kolaylıkla belirlenememektedir, çünkü; (1) klinik çalışmalarda dışlanma kriteri olarak hesaplanmış GFR’den ziyade serum kreatinin düzeyi alınmıştır. (2) Bu çalışmalara kreatinin düzeyi 2.0 mg/dL’den (>200 micmol/L) büyük olan çok küçük bir hasta bölümü dahil edilmiştir. (3) Çalışmalarda böbrek fonksiyonu esas alınarak altgrup analizleri bildirilmemiştir. CONSENSUS çalışmasına, alınan hastalar, ağır KY ve ACEİ çalışmaları arasından en büyük oranda böbrek yetersizliği olanlardır. Çalışmaya alınma kriterlerinden; serum kreatin düzeyi 3.4 mg/dL’den büyük olanlar dışlanmıştır, çalışmaya katılanlarda mediyan kreatinin düzeyi 1.4 mg/dL, hesaplanmış GFR 45 mL/dk/1.73 m2 (ortalama orta derece böbrek yetersizliğini gösterir) bulunmuştur. Enalapril verilenlerde 1 yılda mortalite %31 düşmüştür, bazal serum kreatinin düzeyi mediyan değerden yüksek ve düşük olanlarda ACEİ ile benzer sağ kalım faydası olmuştur.26, 27 CONSENSUS, KY ve orta derece böbrek yetersizliği hastalarında ACEİ’lerin etkinliği ile ilgili iyi kanıtlar sunmuştur. Ancak çalışmaya birçok ağır böbrek yetersizliği hastası (hesaplanmış GFR 30 mL/dk/1.73 m2) dahil edilmemiştir, dolayısı ile bu hastalarda ACEİ’lerin etkinlik ve güvenliği arasındaki denge bilinmez ve tartışılır kalmıştır. •Ağır böbrek yetersizliğinde, ACEİ’ler dikkatle kullanılmaya çalışılmalıdır, çünkü sağkalımı düzeltme potansiyelleri yanında, birçok hasta hiperkalemi ve böbrek fonksiyonun kötüleşmesinden dolayı ilacı iyi tolere edememektedir. •Orta veya ileri böbrek yetersizliği hastalarında, ACEİ’lerin düşük dozları başlanmalı (2.5-5.0 mg lisinopril gibi), ve böbrek fonksiyonu ile serum kreatini dikkatle izlenerek dozu yavaşca artırılmalıdır.13-15 620 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI KY ve böbrek yetersizliği hastalarında ACEİ’lerin güvenliği: KY hastalarında ACEİ kullanımında geleneksel olarak en çok korkulan komplikasyon renal fonksiyonun kötüleşmesi ile ilgilidir. Enalapril verilenlerin %30 veya fazlasında takip vizitlerinde serum kreatininde yükselme vardır, çok azında ACEİ dozu azaltılmasa bile takip ölçümlerinde kreatinin düzeyi normale dönmüştür.11, 25 •Kreatinin düzeyi %30’dan fazla yükselenlerde; başlangıçta ortalama kreaatinin artışı %49 olmuş, fakat daha sonra kreatinin düzeyi bazalden sadece %9 artmıştır. En önemlisi, ACEİ’lerin sağ kalım faydası serum kreatinin düzeyinde önemli yükselme (>%30) olan ve olmayanlar arasında benzer görülmüştür.25, 31 ATLAS çalışmasında, orta-ağır KY hastalarında düşük ve yüksek dozlardaki lisinoprilin klinik sonuçlara etkisi karşılaştırılmıştır.29, 33 Bazal kreatinin düzeyleri 1.5-2.5 mg/dL mg/dL olanlarda, yüksek doz (2.5-5 mg) Lisinopril grubunda ilacın kesilme oranı düşük doza (535 mg) göre daha yüksekti, ACEİ’ler böbrek yetersizlikli hastalarda genellikle iyi tolere edilmiştir.34-36 •Bu çalışma, KY ve orta derece böbrek yetersizliği hastalarında ACEİ’lerin muhtemel geriye dönüşümsüz zarara sebep olduğuna karşı duyulan korkuyu azaltmıştır. Çok ağır KY hastalarının 1/3’de kreatinin düzeyi bazal değerinden bağımsız önemli yükselmiştir (%30). Ancak sadece küçük bir hasta grubunda tedavinin kesilmesi gerekmiştir, hastaların çoğunda kreatinin düzeyi doz düzeltilmeden bazal düzeyine dönmüştür. •ACEİ tedavisinin başlanması dahil böbrek komplikasyonlarının insidensini azaltan ölçüler; hastalarda volum optimalse (doldurulmuşsa), ACEİ düşük dozlarda kullanılması ve birlikte NSAİİ’lerin yasaklanması. •Takip sırasında normale dönmeyen ciddi derece yükselmiş kreatinin düzeyleri özellikle yaşlı hastalarda renovasküler hastalığı ima edebilir. ACE İnhibitörleri ile NSAİİ’ler ve Aspirin Kullanımı KY’de non-steroidal antiinflamatuar ilaçların kullanımı sonuçların kötüleşmesi ile ilişkilendirilmiştir. Çünkü bunlar lokal prostasiklin üretimini bloke ederek aCEİ’lerin faydalı etkilerine karşı koyarlar. Hipovolemi veya böbrek yetersizliğine bağlı böbrek fonksiyonu azalmış hastalarda ACEİ ve NSAİİ kombinasyonunun yan etki riski özellikle yüksektir, sebebi bunların etki mekanizmalarındaki olumsuz etkileşimdir. Yeni siklooksigenaz 2-selektif NSAİİ’ler (relecoxib ve rofecoxib) KY’de muhtemelen en az diğer NSAİİ’ler kadar risklidir, kullanımları yasaklanmalıdır. Aspirin ACEİ almakta olan KY hastalarında da prostasiklin üretimini de antagonize eder, böylece bu ilacın faydalı etkilerini antagonize edebilir. Bununla birlikte, birkaç çalışmada KY hastalarında Aspirin ve ACEİ’lerin negatif etkileşimi bulunmuştur. Dört randomize çalışmanın metaanalizinde ise aspirin almakta olan KY hastalarında bile ACEİ’lerin sağkalım faydası bulunmuştur (Lancet 2000;355: 1575-81). Böbrek disfonksiyonunda Aspirin ACEİ’nin herikisinide tolere edemeyenlerde tavsiye edilen Aspirin dozunun 81 mg’a düşürülmesi de ACEİ toleransını düzeltememiştir. •Tavsiye edilen: Aspirinin alternatif antitrombosit ajanla (klopidogrel gibi) değiştirilmesi. Anjiyotensin Reseptör Blokerleri ACEİ ve ARB’lerin Kalp yetersizliğinde böbrek komplikasyonları ve sağkalıma etkileri karşılaştırılmıştır. Bununla ilişkili olarak ELİTE çalışmasında Losartanın kaptoprile kıyasla mortaliteye olumlu faydası bulunmuştur, ancak ELİTE-2 bunu tastikleyememiştir, daha doğrusu ACEİ ve ARB arasında farklılık bulunmamıştır. Böbrek fonksiyonunda kötüleşme insidensi de (kreatinin düzeyinin 0.3 mg/dL artması) iki grupta farklı bulunamamıştır. ELİTE’de ortalama serum kreatinin düzeyi 1.2 ± 0.4 mg/dL olduğundan, çalışmaya katılanların muhtemelen çoğunda böbrek yetersizliği yoktu. ValHeFT çalışmasında çoğu aCEİ almakta olan KY hastalarında Valsartan ve plasebo karşılaştırılmıştır. Mortalite gruplar arasında fark göstermemiştir. Fakat Valsartan hastaneye yatış riskini düşürmüştür. Ayrıca Valsartan ACEİ almakta olan hastalarda bile mortaliteyi daha fazla (sinerjik) düşürmüştür. •Özet olarak: ARB’ler öksürükten dolayı ACE’leri tolere edemeyen hastalarda sağkalımı düzelttiği görülmüştür. ACEİ almakta iken hastalarda ortaya çıkan hiperkalemi veya böbrek fonksiyonunun kötüleşmesi gibi benzer komplikasyonlar muhtemelen aRB’ler ile de vardır. Beta Blokerler KY ve SV disfonksiyonunda mortaliteyi %35 düşüren Bb’ler Bisoprolol, Karvedilol, Metoprolol hemisüksinat bulunmuştur. Bir çalışmada çalışmaya alınmama kriteri olarak böbrek fonksiyonundan bahsedilmemiştir (JAMA 2000;283:1295-302). 3 çalışmada ise kreatinin düzeyi 2.8-3.4 mg/dL olan hastalar ekarte edilmiştir, bir çalışmada ise sadece klinik olarak önemli böbrek hastalığı dışlanmıştır, bu çalışmaların hiçbirisinde altgrup analizlerinde dahi renal fonksiyon esas alınarak Bb’lerin KY’de etkileri araştırılmamıştır (Annals of Internal Medicine 2003;138:917-24). Gözlemsel bir çalışmada Mİ sonrası SV disfonksiyonu bulunanlarda serum kreatinin düzeyi 2.0 mg/dL üstünde ve altında olanlarda Bb’ler ile benzer sağkalım faydası bulunmuştur (Am J Med 2001;110:425-33). Bb’lerin böbrekte daha az yan etkileri bildirilmiştir. Bb başladıktan sonra kalp debisi ve böbrek kan akımı başlangıçta düşebilir, hipotansiyon ve böbrek fonksiyonunun kötüleşmesine neden olabilir. Zamanla Bb te- Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği davi ile SVEF yükselir ve böbrek kan akımı hatta bazalin üzerinde düzelebilir. •Tüm KY hastalarında, Bb’ler tedaviye bağlı olumsuz ters olaylar, tedavinin olası en düşük dozda başlanması ve sonra her 2 haftada dozunun yavaşca artırılması ile sınırlandırılabilir. •KY be böbrek yetersizliğinde Bb kullanımı için kanıtların olmamasına rağmen tavsiye edilen: böbrek yetersizliği olan ve olmayanlarda Bb tedavi kullanılmalıdır. •Karvedilol ve Metoprolol ağırlıklı olarak karaciğerden temizlendiğinden bu ajanlar kısmen böbrekten temizlenen nadolol ve atenolola göre böbrek yetersizliğinde daha güvenlidir. 621 GFR’si 30-60 mL/dk/1.73 m2 olan hastalarda günde 25 mg spironolakton yüksek değildir. Böbrek yetersizliği ve KY hastalarında araya giren hastalıklarda (daire gibi) dehidratasyon hiperkalemiye predispoze durum yarattığından tedavi durdurulmalıdır. Hidralazin-Nitrat V-HeFT, hidralazin-nitrat kombinasyonu plasebo ve prazosine göre sağkalım avantajları sunmaktadır, VHeFT-II ise enalapril, hidralazin-nitrat kombinasyonuna göre sağkalımı düzeltmiştir. Çünkü hidralazin-nitrat kombinasyonunun daha sık verilmesi gerekir. •Bu tedavi rejimi ACEİ veya ARB’yi iyi tolere edemeyenlerde çok kullanışlıdır. Spironolakton Digoksin RALES çalışmasında, ağır KY hastalarında mortaliteyi %30 düşürmüştür. Serum kreatinin düzeyi ≥2.5 mg/dL olan hastalar çalışmaya alınmamıştır, mediyan kreatinin düzeyi 1.2 mg/dL idi. Anlamlı tedavi faydası kreatinin düzeyi mediyanın üstünde ve altında olan hastalarda gözlenmiştir. Çalışmaya alınanların sadece %2’sinde ciddi hiperkalemi (≥6 mmol/L) gelişmiştir, ancak 80 mg Furosemid ile tedavi hiperkalemiyi kısıtlamıştır. Digitalis KY’nin en eski tedavisidir ve digoksin KY’de en sık yazılan ilaçtır. Digoksin klirensinin GFR ile linear değiştiğinden, böbrek fonksiyonu digoksini etkileyebilir. DIG çalışmasında digoksinin etkisi değerlendirilmiştir, serum kreatinin düzeyi 1.3/1.1 (erkek/kadın) mg/ dL üzerinde bulunan hastalar dışlanmıştır. Digoksin sağkalımı etkilemezken KY ile hastane yatışlarını %28 düşürmüştür. Yeni sunulan altgrup analizinde digoksin kadınlarda zararlı bulunmuştur. Kalp yetersizliği ve SV disfonksiyonlu hasta Serum kreatinini ölç ve GFR’yi hesapla* GFR <30 mL/dk. per 1.73 m2 30≤GFR≤60 mL/dk. per 1.73 m2 GFR > 60 mL/dk. per 1.73 m2 KY ilaçları ile düzelen klinik sonuçların kanıtı ACE inhibitörü veya ARB (şayet hasta ACEİ’yi öksürükten dolayı tolere edemezse) β-Bloker Spironolakton Digoksin Hydralazin-Nitrat Muhtemel † Kesin † Kesin Bilinmiyor Bilinmiyor † ‡§ Bilinmiyor Bilinmiyor Kesin Muhtemel †§ Muhtemel || Muhtemel Kesin Kesin Kesin || Kesin ŞEKİL 26. Renal fonksiyon serum kreattinin düzeyine göre hesaplanmış GFR’ye göre (eGFR) kategorize edilmeli. Renal fonksiyona göre her grup için kullanılan ilacı destekleyen kanıt: Renal fonksiyon aralığı esas alınarak: Kesin, Muhtemel veya Bilinmiyor olarak değerlendirilmiştir (klinik çalışmalarda sunulan ve renal yetersizliğe spesifik sonuçlarda bildirilen). ARB: Anjiyotensin reseptör blokeri. ACE: Anjiyotensin converting enzim. (*): Cockcroft-Gault eşitliği veya Renal hastalıkta diyet modifikasyonu formülü. (‡):Renal fonksiyon ve elektrolitlerin dikkatli izlenmesi. (†): Muhtemelen zararlı hipokalemi düşünülmeli hiperkalemi riskinden dolayı volum kaybında kesilmeli. (||): Hastaneye yatış azalır, mortalite değil. (Ann Intern Med. 2003;138: 917-24). 622 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI •KY ve böbrek yetersizliğinde güvenli olarak kullanılabilir, digoksin yükleme dozsuz başlanmalıdır, ve düşük dozda (0.125 mg) idame ettirilmelidir (gün aşırı). Özet olarak: KY hastalarının 1/3’de mortalide önemli artış ile ilişkilendirilmiş böbrek yetersizliği vardır. Bunla birlikte, klinik çalışmalarda birçok ilacın sağkalımı düzelttiği ve KY ile hastaneye yatışı azalttığı gösterilmiştir. Bunların çoğunda çok az orta ve ağır böbrek yetersizliği hastası çalışmaya dahil edilmiştir. Kreatinin düzeyine güvenmekten ziyade klinisyenler GFR’yi hesaplayarak böbrek fonksiyonu kategorize edebilirler. Mevcut verilere göre; (i) ACEİ’ler KY ve hafi orta böbrek yetersizliğinde sağkalım avantajı sağlar; bunların ağır böbrek yetersizliğinde kullanımı olası yan etkilerinden dolayı dikkat gerektirmektedir (Şekil 26). (ii) Bb’lerin KY’de sağkalımın düzeltilmesindeki etkisi böbrek fonksiyonu ile çok düşük olasılıkla değişir, bununla birlikte, orta-ağır böbrek yetersizliği altgrubu Bb çalışmalarına alınmıştır. (iii) Böbrek yetersizliğinde spironolaktonun hiperkalemi riskinin arttığı görülmüştür, bu ilacın güvenliği ağır böbrek yetersizliğinde değerlendirilmemiştir. (iv) Digoksinin ağır böbrek yetersizliği hastalarındaki güvenliği bilinmemektedir. KAYNAKLAR 1. McClellan WM, Lagston RD, Presley R. Medicare patients with cardiovascular disease have a high prevalence of chronic kidney disease and a high rate of progression to endstage renal disease. J Am Soc Nephrol 2004;15:1912–9. 2. Smith GL, Lichtman JH, Bracken MB, et al. Renal impairment and outcomes in heart failure. J Am Coll Cardiol 2006;47:1987–96. 3. Hillege HL, Girbes ARJ, de Kam PJ, et al. Renal function, neurohormonal activation, and survival; in patients with chronic heart failure. Circulation 2000;102:203–10. 4. Collins AJ, Foley R, Herzog C, et al. Excerpts from the United States Renal Data 2007 annual data report. Am J Kidney Dis 2008;51 Suppl 1:S1–320. 5. Foley RN, Murray AM, Li S, et al. Chronic kidney disease and the risk for cardiovascular disease, renal replacement, and death in the United States Medicare population, 1998 to 1999. J Am Soc Nephrol 2005;16:489 –95. 6. Horwich TB, Fonarow GC, Hamilton MA, et al. Anemia is associated with worse symptoms, greater impairment in functional capacity and a significant increase in mortality in patients with advanced heart failure. J Am Coll Cardiol 2002;39:1780–6. 7. Sarnak MJ, Tighiouart H, Manjunath G, et al. Anemia as a risk factor for cardiovascular disease in the Atherosclerosis Risk In Communities (ARIC) study. J Am Coll Cardiol 2002;40:27–33. 8. Szachniewicz J, Petruk-Kowalczyk J, Majda J, et al. Anaemia is an independent predictor of poor outcome in patients with chronic heart failure. Int J Cardiol 2003;90:303– 8. 9. Arant CB, Wessel TR, Olson MB, et al. Hemoglobin level is an independent predictor for adverse cardiovascular outcomes in women undergoing evaluation for chest pain: results from the National Heart, Lung, and Blood Institute Women’s Ischemia Syndrome Evaluation Study. J Am Coll Cardiol 2004;43:2009 –14. 10. Tang YD, Katz SD. The prevalence of anemia in chronic heart failure and its impact on the clinical outcomes. Heart Fail Rev 2008;13:387–92. 11. Young JB, Abraham WT, Albert NM, et al. Relation of low hemoglobin and anemia to morbidity and mortality in patients hospitalized with heart failure (insight from the OPTIMIZE-HF registry). Am J Cardiol 2008;101:223–30. 12. Enzyme inhibitors on mortality and morbidity in patients with heart failure. Collaborative Group on ACE Inhibitor Trials. JAMA. 1995;273:1450-6. [PMID: 7654275] 13. Pfeffer MA, Braunwald E, Moye LA, Basta L, Brown EJ Jr, Cuddy TE, et al. Effect of captopril on mortality and morbidity in patients with left ventricular dysfunction after myocardial infarction. Results of the survival and ventricular enlargement trial. The SAVE Investigators. N Engl J Med. 1992;327:669-77. [PMID: 1386652] 14. Kober L, Torp-Pedersen C, Carlsen JE, Bagger H, Eliasen P, Lyngborg K, et al. A clinical trial of the angiotensin-converting-enzyme inhibitor trandolapril in patients with left ventricular dysfunction after myocardial infarction. Trandolapril Cardiac Evaluation (TRACE) Study Group. N Engl J Med. 1995;333: 1670-6. [PMID: 7477219] 15. Effect of ramipril on mortality and morbidity of survivors of acute myocardial infarction with clinical evidence of heart failure. The Acute Infarction Ramipril Efficacy (AIRE) Study Investigators. Lancet. 1993;342:821-8. [PMID: 8104270] 16. Cohn JN, Tognoni G. A randomized trial of the angiotensin-receptor blocker valsartan in chronic heart failure. N Engl J Med. 2001;345:1667-75. [PMID: 11759645] 17. Hjalmarson A, Goldstein S, Fagerberg B, Wedel H, Waagstein F, Kjekshus J, et al. Effects of controlled-release metoprolol on total mortality, hospitalizations, and well-being in patients with heart failure: the Metoprolol CR/XL Randomized Intervention Trial in congestive heart failure (MERIT-HF). MERIT-HF Study Group. JAMA. 2000;283:1295302. [PMID: 10714728] 18. The Cardiac Insufficiency Bisoprolol Study II (CIBIS-II): a randomised trial. Lancet. 1999;353:9-13. [PMID: 10023943] 19. Randomised, placebo-controlled trial of carvedilol in patients with congestive heart failure due to ischaemic heart disease. Australia/New Zealand Heart Failure Research Collaborative Group. Lancet. 1997;349:375-80. [PMID: 9033462] 20. Packer M, Bristow MR, Cohn JN, Colucci WS, Fowler MB, Gilbert EM, et al. The effect of carvedilol on morbidity and mortality in patients with chronic heart failure. U.S. Carvedilol Heart Failure Study Group. N Engl J Med. 1996; 334:1349-55. [PMID: 8614419] 21. Packer M, Coats AJ, Fowler MB, Katus HA, Krum H, Mohacsi P, et al. Effect of carvedilol on survival in severe chronic heart failure. N Engl J Med. 2001;344:1651-8. [PMID: 11386263] 22. Pitt B, Zannad F, Remme WJ, Cody R, Castaigne A, Perez A, et al. The effect of spironolactone on morbidity and mor- Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. tality in patients with severe heart failure. Randomized Aldactone Evaluation Study Investigators. N Engl J Med. 1999;341:709-17. [PMID: 10471456] Cohn JN, Archibald DG, Ziesche S, Franciosa JA, Harston WE, Tristani FE, et al. Effect of vasodilator therapy on mortality in chronic congestive heart failure. Results of a Veterans Administration Cooperative Study. N Engl J Med. 1986;314:1547-52. [PMID: 3520315] Rationale, design, implementation, and baseline characteristics of patients in the DIG trial: a large, simple, long-term trial to evaluate the effect of digitalis on mortality in heart failure. Control Clin Trials. 1996;17:77-97. [PMID: 8721804] Ljungman S, Kjekshus J, Swedberg K. Renal function in severe congestive heart failure during treatment with enalapril (the Cooperative North Scandinavian Enalapril Survival Study [CONSENSUS] Trial). Am J Cardiol. 1992;70: 479-87. [PMID: 1642186] Swedberg K. Effect of ACE-inhibition on renal function in severe congestive heart failure. Z Kardiol. 1991;80 Suppl 2:50-4. [PMID: 2024543] Swedberg K, Eneroth P, Kjekshus J, Snapinn S. Effects of enalapril and neuroendocrine activation on prognosis in severe congestive heart failure (follow-up of the CONSENSUS trial). CONSENSUS Trial Study Group. Am J Cardiol. 1990;66:40D-44D; discussion 44D-45D. [PMID: 2220604] Edep ME, Shah NB, Tateo IM, Massie BM. Differences between primary care physicians and cardiologists in management of congestive heart failure: relation to practice guidelines. J Am Coll Cardiol. 1997;30:518-26. [PMID: 9247527] Massie BM, Armstrong PW, Cleland JG, Horowitz JD, Packer M, Poole-Wilson PA, et al. Toleration of high doses of angiotensin-converting enzyme inhibitors in patients with chronic heart failure: results from the ATLAS trial. The Assessment of Treatment with Lisinopril and Survival. Arch Intern Med. 2001; 161:165-71. [PMID: 11176729] Philbin EF. Factors determining angiotensin-converting enzyme inhibitor underutilization in heart failure in a community setting. Clin Cardiol. 1998;21: 103-8. [PMID: 9491949] 623 31. Ljungman S, Laragh JH, Cody RJ. Role of the kidney in congestive heart failure. Relationship of cardiac index to kidney function. Drugs. 1990;39 Suppl 4:10-21; discussion 22-4. [PMID: 2354670] 32. Knight EL, Glynn RJ, McIntyre KM, Mogun H, Avorn J. Predictors of decreased renal function in patients with heart failure during angiotensin-converting enzyme inhibitor therapy: results from the studies of left ventricular dysfunction (SOLVD). Am Heart J. 1999;138:849-55. [PMID: 10539815] 33. Packer M, Poole-Wilson PA, Armstrong PW, Cleland JG, Horowitz JD, Massie BM, et al. Comparative effects of low and high doses of the angiotensinconverting enzyme inhibitor, lisinopril, on morbidity and mortality in chronic heart failure. ATLAS Study Group. Circulation. 1999;100:2312-8. [PMID: 10587334] 34. Packer M, Lee WH, Medina N, Yushak M, Kessler PD. Functional renal insufficiency during long-term therapy with captopril and enalapril in severe chronic heart failure. Ann Intern Med. 1987;106:346-54. [PMID: 3028221] 35. Gottlieb SS, Robinson S, Weir MR, Fisher ML, Krichten CM. Determinants of the renal response to ACE inhibition in patients with congestive heart failure. Am Heart J. 1992; 124:131-6. [PMID: 1615796] 36. Pitt B, Segal R, Martinez FA, Meurers G, Cowley AJ, Thomas I, et al. Randomised trial of losartan versus captopril in patients over 65 with heart failure (Evaluation of Losartan in the Elderly Study, ELITE). Lancet. 1997;349:747-52. [PMID: 9074572]. Okunması Tavsiye Edilen Kaynaklar: • • • RoncoC, Haapio M, House AA, Anavekar N, Bellamo R. Cardıorenal syndrome. JACC 2008;52: 1527-39 Shlipak MG. Pharmacotherapy for heart failure in patients with renal insufficiency. Ann Intern Med 2003;138: 938-939 Willenheimer R, Swedberg. Taılorıng heart failure therapy. Martın Dunıtz Group.2003. p.107-121 624 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI GEBELİKTE KALP YETERSİZLİĞİ Plazma volumu Eritrosit ARTIŞ (%) Tüm gebe kadınların %0.5’de kalp hastalığı bulunur, toplam maternal mortalitenin %10’nundan sorumludur. Azalmasına rağmen romatizmal hastalık en yaygın olanıdır. Son 10 yolda sıklıkla gebelik öncesi düzeltilmiş konjenital kalp hastalığı gebelikte ortaya çıkan kalp yetersizliğinin önde gelen sebebi bulunmuştur. Altta yatan kalp hastalığı orta-derecede olsa dahi, gestasyon (gebelik dönemi) sırasındaki anlamlı hemodinamik değişikler sebebiyle gebelik sırasında bazen KY meydana gelebilmektedir. GEBELİK VE KALP Volum Değişiklikleri Normal Gebelikte Bulgular Semptomlar: Bitkinlik, yorgunluk, dispne, palpitasyon, egzersiz toleransının azalması, alt ekstremite ödemi, ortopne. Fizik muayene bulguları: Hiperventilasyon, alt ekstremite ödemi, şişmiş boyun venleri;belirgin “a ve v dalgaları” ve “x ve y inişleri”. Yükselmiş kalp hızı ve genişlemiş nabız basıncı. Maksimal apikal impuls yukarıya ve sola yer değiştirmiş. Yüksek akım üfürümleri (pulmoner ve aortik). Meme üfürümü (“souffle”, sol sternal kenarda devamlı üfürüm). Şiddetlenmiş birinci kalp sesi ve kuvvetli ikinci ses çiftleşmesi. Pulmoner bazal raller. Elektrokardiyografi bulguları: Sinüs taşikardisi, sol aks deviyasyonu, artmış R/S oranı (V1 ve V2’de). Repolarizasyon değişiklikleri. Ekokardiyografik bulgular: Artmış SV diastolik çapı, artmış SV duvar kalınlığı. Hafifce artmış kontraktilite. Sağ atriyum, sağ ventrikül, sol atriyum büyüklüğünde hafifce artış. Fonksiyonel triküspit ve mitral regürjitasyonu. Küçük perikardiyal efüzyon. Gebelik Sırasında Hemodinamik Değişiklikler En önemli değişiklik kan volumunun artışıdır, gebeliğin sonunda hemen hemen iki katına çıkar. Artmaya 6 haftada başlar, ikinci trimestirde hızlı artar, son 8 haftada stabil duruma gelir. Eritrosit kitlesi de artar, fakat plazma volumumuna göre bu artış daha azdır, dolayısı ile buna bağlı hemoglobin konsantrasyonu düşer, hematokrit düzeyi %33-34 olup hemoglobin 11-12 g/dl civarında seyreder (Şekil 27). Serum aldosteron düzeyi son trimestirde yükselir, sodyum ve su retansiyonuna sebep olur. Bu hemodinamik değişikliğin anneyi doğum sırasında kan kaybından koruduğu anlaşılmıştır, kalp yetersizliğinin en TRIMESTER ŞEKİL 27. Plazma volumu ve eritrositler gebeliğin üç trimestri boyunca artar. İkinci trimestrde bazale göre plazma volumu %50 artmıştır ve doğuma kadar plato çizer. (Copyright Braunwald’s Heart Disease. p. 1968, 2008 by Saunders, an imprint of Elsevier Inc.). önemli sebeplerinden birisidir, daha önce kompanse olan birçok hastayı gebelik sırasında kötüleştirebilir. Kalp debisinin artışı bir diğer bir önemli hemodinamik değişikliktir. Bu kısmen kan volum artışına, kısmende kalp hızının artışına bağlıdır. Kalp hızı gebeliğin birinci haftasında birinci trimestirin ilk yarısına kadar dakikada 10-12 vuru yükselmeye başlar. Sonunda, rezistansı düşük utero-plasental dolaşımdan ve dolaşımdaki yükselmiş prostoglandin düzeyinden dolayı periferik vasküler rezistans düşer (Şekil 28). Bu değişiklikler gebelikte fizyolojik bile olsa dispne, palpitasyon, periferik ödem, ve sistolik kalp üfürümlerinin duyulması- Gebelik sırasında hemodinamikler Periferik direnç ↓ ↑uterusta kan akımı Kan volumu ↑ 40-45% Kalp debisi ↑ 30% Kalp hızı ↑ 10-20% Kan basıncı → veya ↓ Pulmoner vasküler rezistans↓ Alt ekstremitelerde venöz basınç↑ ŞEKİL 28. Gebelik sırasında artmış kalp debisi ve düşmüş periferik dirençle ilgili hemodinamik değişiklikler. Kan basıncı ayni kalır veya biraz düşer. Bacaklarda venöz basınç yükselir, ödeme sebep olabilir. (Braunwald’s Heart Disease Copyright 2008 by Saunders, an imprint of Elsevier Inc. p. 1968). Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği na sebep olabilir, kalp yetersizliğini taklit eder. Bundan dolayı geçmişte kalp hastalığı olan hastalarda fizyolojik ve patolojik değişikliklerin ayırıcı teşhisini yapmak güçtür. Ağrı ve anksiyete yükselmiş kalp debisi ve kan basıncından sorumlu sempatik tonus artışına sebep olur: Dolayısı ile gebelik ve doğumda kalp hastalığında önemli konulardan birisi analjezikler kullanarak ağrı ve anksiyetenin kontrol edilmesidir. Uterus kontraksiyonları sırasında, kanın uterustan sistemik dolaşıma dönmesine bağlı olarak kan volumu yükselir. Doğumun ikinci evresi sırasında venöz dönüşün artışı vena kavada kompresyona sebep olur. Doğum sırasında kan kaybı miktarı 500-700 ml’dir, hemodinamik değişiklerden dolayı, bu periyod kalp yetersizliğinin meydana gelişi ile yakından ilgilidir, kalp üzerindeki fizyolojik yük maksimuma çıktığından (gebeliğin 28 ve 34 haftaları arasında, doğum sırasında ve doğumdan hemen sonra). Gebelik Sırasında Kalp Yetersizliğine Sebep Olan Durumlar •Kapak regürjitasyonları ve sol-sağ şantlar, gebelik sırasında düşmüş arteriyel rezistanstan fayda bulurlar ve nadiren kalp yetersizliğine yol açarlar gebelik öncesi ventriklül fonksiyonu ağır derecede bozulmuş ve kalp yetersizliği meydana gelmiş hastalarda. Mitral stenozunda daralmış delikten (kapak alanı) dolayı kalp debisi yükselemediğinden kalp yetersizliği gelişebilir. Yüksek Riskli Gebelikler •Pulmoner hipertansiyon (>%50 sistemik basınç). •Dilate kardiyomiyopati, SVEF<%40. •Semptomatik obstrüktif lezyonlar: semptomatik ciddi mitral stenozu, ciddi Aort stenozu (kapak alanı <1.5 cm2), Pulmoner stenoz. •Ciddi aort veya mitral regürjitasyonu (NYHA sınıf III veya IV semptomlar) •Aort koarktasyonu. •Marfan sendromu: aort kökü>40 mm. •Siyanotik lezyonlar. •Mekanik prostetik kapaklar. Mitral Stenozu Gebelikte problem yaratan, ensık görülen (%90) valvuler kapak hastalığıdır; gebelik sırasında, doğumda (özellikle üterin kontraksiyonlar sırasında) ve doğumdan sonra 15 dakikaya kadar pulmoner uç basınç sürekli yükselir. Orta-derece mitral stenozu bile gebelik sırasında medikal veya cerrahi tedavi (veya perkutan mitral balon valvotomi) gerektiren ağır kalp yetersizliğine sebep olabilir. Stenoz ağır olduğunda (mitral kapak alanı 1 cm2’den az), taşikardi ile kısalmış ventriküler dolum 625 zamanı ve kan volumunun artışı sonucunda pulmoner ödemle sonuçlanan pulmoner kapiller uç basıncında anlamlı yükselmeye sebep olabilir. ® Hafif-orta mitral stenozu olan gebe her zaman, dikkatle diüretikler ve beta blokerler kullanılarak tedavi edilmeli, epinefrin blokajının miyometriyal doku üzerindeki zararlı etkileri önlenmeli. Ciddi mitral darlığı olan kadında, mümkünse gebe kalmadan önce perkutan mitral valvotomi (PMV) düşünülmelidir. PMV, gebelik sırasında ağır semptomları gelişenlerde de makul bir tedavidir (Circulatıon 2006;114:e84). •Şayet mitral stenozu gebelik öncesinde teşhis edilmişse; ciddi stenozu olan (kapak alanı <1 cm2) hasta veya orta şiddette semptomatik stenoza gebelik öncesi PMV veya PMV mümkün değilse kapak tamiri önerilir. •Halihazırda gebe olan hastalarda optimal tedavi; kalp hızı ve sol atriyal basıncın düşürülmesi hedeflenmelidir. Beta-blokerler seçilen ilaçlardır (Beta-1 selektifler) Aort Stenozu Aort stenozu (AS) çok daha seyrektir, buna rağmen gebe AS’lilerde kalp yetersizliği aniden meydana gelebildiğinden daha tehlikelidir. Kalp debisi değişmeyen aort kapağın darlığından sabit olacağından, volumun birdenbire artışını karşılayamaz, SV basıncını (sonuç olarak pulmoner kapiller basıncı) artıramaz. Ağır aort stenozunda ölüm bildirilmiştir. Orta-derece aort stenozu (aort kapakta gradiyent 50-70 mm Hg), dikkatli takip edilmelidir. Gebelik öncesi bulunmayan, SV yüklenmesine bağlı EKG değişikliklerin görülmesi çok önemlidir, sıklıkla agressif tedavi gerektirir. Gradiyent tedavinin kılavuzu değildir, çünkü kalp debisinin artışına bağlı olarak gebelik sırasında anlamlı yükselir. ® Normal sistolik fonksiyonu ve hafif obstrüksiyonu olan kadında, gebelik sırasında konservatif yaklaşılmalı. •Obstrüksiyonu ve semptomları orta-ağır olanlarda, aort stenozu düzeltilene kadar gebe kalma geciktirilmelidir. Semptomları gelişen ciddi aort stenozunda, doğum sancıları başlamadan ve doğumdan önce perkutan balon valvotomi veya cerrahi gerekebilir (Circulatıon 2006;114:e84). •Ciddi aort stenozunda (kapak alanı <1 cm2) gebeliğin riski anlamlı yükselir ve anlamlı hemodinamik bozulmaya yol açabilir. •Gebelik sırasında teşhis edilen ciddi aort stenozunda doğumdan önce PABV (perkutan aortik balon valvotomi) yapılmalıdır. 626 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Sol Ventrikül Sistolik Disfonksiyonu Sol ventrikül fonksiyonu düşmüş tüm kalp hastaları, gebelik sırasında kalp yetersizliği riski altındadır. Risk yükselişi sadece düşmüş ejeksiyon fraksiyonu ile değil semptomların oluşu ile de ilişkilidir. SVEF <%40’da, gebeliğin ikinci-üçüncü trimestirinde kalp yetersizliği beklenebilir. Artmış kan volumu ve atım hacmine, ventrikül dilatasyonla adapte olarak bu hemodinamik değişiklikleri iyi tolere edilebilir. Bu durum farklı hastalıklara göre değişebilir, gebelik öncesi öngörülemez. Konjenital Kalp Hastalığı Konjenital kalp hastalıklarından, siyanotik kalp hastalığında gebelik sırasında hastaların %60’a kadarında kalp yetersizliği ortaya çıkabilir. Gebelik sırasında hemodilüsyona bağlı olarak Siyanoz azalsa bile, dispne, periferik ödem, ve oksijen satürasyonunda düşme sık meydana gelebilir, tedavi ve erken doğum gerektirebilir. Konjenital kalp hastalığı için cerrahi girişim yapılmış (tamir) gebe kadınlara dikkat edilmelidir, kalp yetersizliği olasılığından, iki durum dikkatle takip edilmelidir. 1. İntra-atriyal tamirden (Mustard veya Senning) sonra büyük damarların transpozisyonu: Bu durumda sağ ventrikül sistemik dolaşımı destekler. Erişkin yaşa kadar ulaşan hastaların, %20 kadarının sağ ventrikül fonksiyonu düşmüş bulunabilir. Gebelik sırasında sağ ventrikülün aşırı yüklenmesi ile kötüleşebilir. 2. Fontan Girişimi: Bu girişimde tüm sistemik dönüş direk olarak pulmoner artere veya sağ atriyuma doğru yönlendirilmiştir. Bu olgularda, gebelik sırasında yüksek debi sağlanamaz ve sağ kalp yetersizliği meydana gelebilir. Cerrahi tamirden sonra bile, gebelikte yüksek sayıda (%40) spontan düşük görülmüştür. •İzole ASD veya PFO (Patent foramen ovale): Gebelik sırasında genellikle iyi tolere edilirler. Genellikle düşük riskli düşünülürler. İdeal olarak, anlamlı şantı olan ASD (>1.5:1) gebelik öncesinde düzeltilmelidir. Gebelik öncesinde tamir edilmiş sekundum tip ASD yükselmiş komplikasyon riski ile ilişkili bulunmamıştır. •Ventriküler septal defekt (VSD): Pulmoner hipertansiyonu olmayan VSD genellikle gebelikte iyi tolere edilir. Gebelik öncesi pulmoner hipertansiyon gelişmeden düzeltilmesi riski bertaraf eder. Gebelikte VSD ve pulmoner hipertansiyonda, doğum sırası ve sonrasında kan basıncı düşer, şantın geçici tersine çevrilmesi sonucunda, yakın takip ve volum yüklenmesi ile önlenebilir. •Patent duktus arteriyozus (PDA): Pulmoner hipertansiyon gelişmemişse genellikle sonuçları olumludur. Tedavi prensibi VSD’ye benzer. Prostetik Kapak Prostetik kapaklarda kalp yetersizliği kapağın malfonksiyonu veya SV disfonksiyonuna bağlıdır. Gebelik sırasında biyolojik kapaklarda dejenerasyonun hızlandığı tecrübe edilmiştir, daha stenotik veya yetersiz duruma gelir. Bu olguların %10-50’sinde, süreç sıklıkla çok hızlı olur, kapak değişimi gerekir. Mekanik kapaklarda, antikoagülan tedavide dahi trombozis olabilir, bu durumda tromboliz veya cerrahi gerekir. Peripartum Kardiyomiyopati Geçmişte kalp hastalığı hikayesi olmayan kadınlarda, doğumdan 1 ay önce ve 6 ay sonraya kadar, meydana gelen açıklanamayan kalp yetersizliği peripartum kardiyomiyopati olarak tarif edilir (bakınız Bölüm 3.5). Peripartum kardiyomiyopatide KY ciddiyetinin her derecesi bulunabilir; hafif SV disfonksiyonundan akut pulmoner ödeme kadar. Konjestif KY doğumdan sonra birinci günde ağır dispne, ortopne, taşikardi, hipotansiyon, sıvı yüklenmesi, ve bazan mitral regürjitasyonu ile gelişebilir. Ventrikül taşikardisi Klinik KY başlangıcından önce gelebilir. Kalp yetersizliği bulunuyorsa mortalite çok yüksektir. Birçok gebeliği olan kadınlarda peripartum kardiyomiyopati sıktır, bu tek gebeliklere göre daha fazla hemodinamik yüklenmeye (daha yüksek atım hacmi ve kalp debisi) sebep olmuştur. Ayırıcı tanı; dilate kardiyomiyopati, peripartum miyokard infarktüsü (nadir) ve pulmoner embolizm. •Peripartum gebelik kardiyomiyopatisi (PPGK) için risk faktörleri: Çok-doğum yapmış (multipar), çokfetus, eklampsi, preeklampsi, veya doğum sonrası hipertansiyon hikayesi, kokain alışkanlığı ve selenyum eksikliği. •PPGK geliştikten sonra prognozu değişkendir: %5060 kadın doğumdan sonra 6 ay içerisinde tam iyileşmektedir (normal kalp büyüklüğü ve fonksiyonu ile). Gebelik Sırasında Kalp Yetersizliğinin Teşhisi Kalp hastalığının çoğu gebelikten önce teşhis edilmiştir ve çok azı gebelik sırasında ortaya çıkar. Kalp yetersizliği riskinde hastanın semptomları; şayet KY’den şüpheleniliyorsa, gebeliğin evresi ne olursa olsun göğüs radyografisi istenmelidir. Göğüs radyogramının radyasyon dozu 0.07-0.15 rad’ın altında olduğundan fetus için tehlikeli düzeyin altındadır (Willenheimer R. Svedberg K. Tailoring Heart Failure Therapy. Martın Dunitz Publ. 2003. p.49. Environ Health Perspect 1995;103: 1018-23). Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği Bu metod pulmoner konjesyonun değerlendirilme ve takip edilmesin için çok güvenilirdir. Ekokardiyogram teşhisin isbatlanmasında çok önemlidir; valvular hastalığın ciddiyetini değerlendirir, ventrikül fonksiyonunu kontrol eder. Kalp yetersizliğinde fetusun hipoksi riski vardır; bundan dolayı yoğun fetal izleme yapılmalıdır (2D ve Doppler ultrason, kardiyotokografi ile). Gebelikte Kalp Yetersizliğinin Tedavisi Kalp yetersizliği ve pulmoner ödemin sebeplerinin hızla araştırılmasının yanında, hemodinamik stabiliteyi sağlamak ve semptomları azaltmak için ilaçlar hızla kullanılmalıdır. Kalp hastalığı ve KY’li gebe kadının değerlendirilmesinde önemli noktalar: •Alttaki kalp hastalığı dikkatle incelenmelidir •KY’yi tetikleyen faktörler tanınmalı ve tedavi edilmelidir. İnfeksiyonlar, özellikle pulmoner infeksiyonlar pulmoner basıncı yüksek hastalarda KY ile sonuçlanabilir. •Gebeliğin evresi gözden geçirilmeli ve fetal sağkalım dikkate alınmalıdır. Gebelikte Pulmoner Ödem ve Kalp Yetersizliğinin Sık Sebepleri: •Mitral tenozu ve nadiren diğer valvuler kalp hastalıkları: Mitral stenozu gebelikte pulmoner ödemin en sık sebebidir. Üçüncü trimestir ve erken puerperiyumda hastaların %70’de KY gelişebilir. •Preeklampsi ile ilişkilendirilmiş sistemik hipertansiyon. • Pulmoner hipertansiyon. •Çok nadiren peripartum kardiyomiyopati. Kalp Hastalığı ve KY Bulunan Gebe Kadının Değerlendirmesi Önemlidir: •Alttaki kalp hastalığı dikkatle değerlendirilmeli. •Kalp yetersizliğini tetikleyen faktörler tanınmalı ve tedavi edilmelidir. İnfeksiyonlar, özellikle pulmoner basıncı yüksek hastalarda pulmoner infeksiyonlar KY ile sonuçlanabilir. Pulmoner ödemi önlemek için bu hastalara diüretikler verilmelidir. Aritmiler, sıklıkla yüksek ventrikül cevaplı atriyal fibrilasyon, özellikle mitral stenozlu hastalarda KY’ye sebep olabilir. Bu hastalarda, kısalmış diyastolik dolum zamanı pulmoner uç basıncı birdenbire yükseltebilir ve pulmoner ödeme sebep olabilir. Atriyal fibrilasyonun, Beta blokerler, kalsiyum antagonistleri (diltiazem, verapamil), digoksin ile kalp hızının kontrol edilmesi veya DC Shock ile sinüs ritmine (kardiyoversiyon ile çevrilmesi) hayati önem taşır. •Hastaya yaklaşımda gebeliğin evresi düşünülmeli; fetal yaşam beklentisi de dikkate alınmalıdır. Kalp ye- 627 tersizliği sırasında utero-plasental dolaşım çoğumnlukla bozulur ve fetusun ölüm riski çok yüksektir. Oksijen ihtiyacını azaltmak için yatak istirahati esastır. Su ve tuz kısıtlanması da önemlidir. Gebelikte KY’de Sık Kullanılan İlaçlar •Kalp yetersizliğinde kullanılan ilaçların çoğu güvenli olarak gebelikte de verilebilir. Maternal hipvolemi ve azalmış plasental kan akımına dikkat edilmelidir. Diüretikler: Hipervolemiyi azaltmak için kullanılacak ilk tedavi diüretiklerdir: Furosemid: Gebelik sırasında (tercihen son trimestrde) hiçbir kontrindikasyonu olmadığından furosemid seçilecek ilaçtır. Yoğun kullanımında plasental kan akımında azalmaya sebep olabilir, böylece fetal büyümeyi etkileyebilir (Braunwald 8’th ediditıon, p.1977). Maternal hipovolemi ve hiperkalemi gibi yan etkileri kontrol edilmeli. Siyanotik hastalarda diüretiklere özel dikkat gösterilmelidir. •“Khan GM”ye göre, furosemid fetal anormalliklere sebep olduğundan kontrindikedir. •Gebelikte hayati-tehlikesi olan pulmoner ödemde gebeliğin son haftalarında ve doğum sonrasında Furosemid kullanılabilir (Khan MG. Cardiac drug therapy. Saunders Publ. 2003. p.453). •ACEİ’ler gebeliğin her evresinde kontrindikedir. Spironolakton: Gebelikte KY’de spironolakton kullanılabilir, özellikle hipokalemide tercih edilmeli. Gebelerde bildirilmiş yan etkileri yoktur. Mitral stenozunda (MS) özellikle pulmoner ödem krizinde kısa süreli semptomatik rahatlama için, MS PBV (perkutan balon valvotomi) veya cerrahi ile düzeltilinceye kadar, oksijen ve morfinle birlikte tiyazidlerle diüretik tedavi indikedir. Tiyazidler, seyrek olarak fetal veya yenidoğan sarılığına veya trombositopeniye sebep olur. Fakat kullanılmaları pulmoner ödem ve hipertansiyon ile birlikte preeklampside indikedir (hidroklorotiyazid, 50 mg). Önceden tahmin edilen faydaları, fetusa olası zararları veya yenidoğanın kısa-dönem tedaviye maruz kalmasına karşılık daha ağırlıkta olmalıdır. Digoksin: Mitral stenozunun sebep olduğu Pulmoner ödemin tedavisinde değeri ve yeri yoktur. Fakat, hipertansif kalp yetersizliği (diastolik disfonksiyon hariç), dilate kardiyomiyopati veya SV sistolik fonksiyonu kötüleşmiş diğer hastaların tedavisinde küçük rolü olabilir. Tercihen ekokardiyografik değerlendirmede hastanın kötü SV fonksiyonu kanıtlanıncaya kadar bu ilacın verilmesi tavsiye edilmemelidir. •Digoksin toksisitesi hariç İstenmeyen teratojenik fetal etkileri yoktur; kronik digoksin kullanımında bildirilmemiştir, anne ve yenidoğanın digoksin düzeyi 628 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI aynidir (Ann Intern Med 1983;98: 47, N Engl J Med 1972; 287: 1010). Ancak, gebe olmayanlara göre gebelerde serum digoksin düzeyleri %50 daha düşüktür. Annenin digoksin intoksikasyonunda fetal ölümler bildirilmiştir (Am J Cardiol 1960;6: 834). Digoksin kullanımı ile ilişkili teratojenite bulunmamaktadır, uzun dönem kullanımı ve kolay elde edilebildiğinden, bazılarına göre gebelikte konjestif KY tedavisinde, sistolik disfonksiyon ve aritmiler bulunduğunda seçilecek ilaçtır. •Gebelik sırasında artmış renal klirensinden dolayı digoksin düzeyi düşük olabilir, dozu artırılmalıdır. •Azalmış böbrek fonksiyonunda veya amiyodaron ile birlikte alındığında, idame dozunun düşürülmesi gerekir. • Üçüncü trimestirde, radyoimmunassay ile karışan digoksin-benzer maddeciklerden dolayı serum digoksin düzeyi “yalancı yükselme” gösterir. Dolayısı ile tedaviye kılavuz olması için digoksin düzeylerinin izlenmesi fayda sağlamaz. •Fetus için güvenlidir, yan etkisi yoktur. Vazodilatörler: ACEİ’ler gebeliğin tüm evrelerinde kontrindikedir. Şayet afterload düşürülmesi KY’nin tedavisi için gerekli ise, gebeliğin üçüncü trimestrde Hidralazin kullanılabilir, fakat birinci trimestrde kullanımını önlenmelidir (hayvanlarda teratojenik etki ?). Anjiyotensin konverting enzim inhibitörleri: Teratojenik etkilerinden gebelik sırasında ACEİ’ler kesilmelidir. Bu ilaçlara ihtiyaç olan hastalarda (kardiyomiyopati ile sistemik hipertansiyon), hidralazin, uzun-etkili nitrat kombinasyonu ACEİ yerine geçmelidir. •Kan basıncını çok fazla veya aniden düşürmemeye dikkat edilmelidir. Çünkü, bu utero-plasental kan akımı bozarak fetal hipoksiye sebep olabilir. •Fetusta intraüterin büyüme geriliği, oligohidramniyos, böbrek yetersizliği, anormal kemik ossifikasyonu bildirilen yan etkileridir. Anjiyotensin tip-1 reseptör blokerleri (ARB): Gebelikle ARB’lerin kullanımı ile ilgili veri şimdilik yoktur. Beta-blokerler: Bb’ler, gebelik sırasında mitral stenozunun tedavisinin “köşetaşıdır”. Özellikle Mitral stenozlu gebe hastalarda pulmoner hipertansiyonun korunmasında kullanılır. Mitral kapaktan geçen diyastolik akım yavaşladığında sol atriyal basınç yükselir. Ayrıca, 20-24 haftalarda kalp debisi ve vasküler volum zirveye ulaşır. Kalp hızı ortalama dakikada 10 vuru artar. Kalp hızının yükselmesi sonucunda SV diastolik dolum süresi kısalır ve sol atriyum basıncı yükselir. Sinüs taşikardisi pulmoner ödemi presipite ederek fatal olabilir. Kalp hızının dinlenimde ortalama 86-78/dk’ya düşmesi hastada belirgin düzelme sağlar. Beta bloker dozu, hastanın semptomları ve kalp hızına göre titre edilmeli. Atriyal fibrilasyonda ventrikül hızının <80/dk tutulmasında da çok faydalıdır. Digoksin kalp hızını yeteri kadar yavaşlatamayabilir. Pulmoner ödem gelişmişse, diüretik tedavi beta bloker tedaviye eklenebilir. Gebelik sırasında beta bloker kullanımı ile fetal malformasyonların arttığı bildirilmiştir. Bu ilaçların uzun süreli alınması, utero-plasental kan akımını değiştirdiğinden; fetal büyümenin kısıtlanma riskini artırır. Teorik olarak, üterin kontraksiyonlara yol açabilir; ancak beta bloker ile tedavi gören hastalarda artmış dönem-öncesi erken doğumlar gösterilememiştir. •Fetus için rölatif olarak güvenlidir. İntraüterin büyüme geriliği, yenidoğanda bradikardi, hipglisemi olabilir. Antiaritmikler: Gebe kadınların 1/3’de ektopik vurular bulunur. Fakat kalp yetersizliği sırasında aritmiler olunca, klinik durum kötüleşebilir. Herhangi bir antiaritmik ilaç gebelikte verilebilir. Supraventriküler ve ventriküler aritmilerin uzun süreli tedavisinde Kinidin ve verapamil kullanılmıştır, bunlarla herhangibir teratojenik etki kanıtı yoktur (Eur Heart J 2001; 22: 458-64). Bununla birlikte, bu ilaçların tümü miyokard kontraktilitesi üzerinde depressif etki (negatif inotropizm) yapmaktadır; dolayısı ile SV sistolik fonksiyonu bozulmuş gebelerde kullanılmamalıdır. Bu olgularda kullanılabilecek tek antiaritmik ilaç Amiyodarondur. Kronik kullanımda, ilacın yan etkileri olabilmekte; annelerde %3-5 olguda, tiroid malfonksiyonu, fotosensivite ve korneal depolanma. Fetusta, amiyodaron ile uzun süreli tedavi neonatal hipotiroidzme sebep olabilir, reversibldır. Adenozin: Adenozin, Atriyoventriküler nodal reenteran taşikardinin (AVNRT) tedavisinde seçilen ilaçtır. Fetal kalp hızında anlamlı olmayan değişikliğe sebep olur, çünkü yarılanma ömrü sadece birkaç saniyedir. Bolus olarak; 6 mg, sonra +12 mg etkilidir. Amiodaron: Gebelikte yeterli test edilmemiştir. Ağırlığının %40 kadarı iyod olduğundan yenidoğanda guatra sebep olabilmesi muhtemeldir. Gebelik sırasında, diğer antiarritmiklere cevap vermeyen hayati-tehlikesi olan aritmiler (ventrikül taşikardisi, ventrikül hızı yüksek atriyal fibrilasyon) hariç, amiyodaronun kullanılması tavsiye edilmemektedir. •Fetustaki yan etkileri; guatr, intraüterin büyüme geriliği, hipotiroidzm, hipertiroidzm. Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği Beta-Adrenerjik Blokerler: Gebelik sırasında, özellikle diğer antiaritmiklerin fetus veya yeni doğana zararlı olabilecekleri de dikkate alınırsa, bu ilaçların rahatsız edici aritmilerin tedavisinde değeri kendiliğinden kanıtlanır. Supraventriküler taşikardiler, İV esmolol veya atenolol kullanımı ile, fetus üzerinde yan etkiye neden olmadan sonlandırılmıştır. •İV beta blokerler doğum sancısi ve doğumda mümkünse yasaklanmalıdır, çünkü nadir de olsa yeni doğanda solunum depresyonu olabilir. Beta blokerler aşağıdaki durumlarda var olan en güvenli tedavilerdir: •Rahatsız edici tekrarlayan PSVT (kronik tedavi); bu hastalarda beta blokerler gerekirse digoksin ile birlikte de kullanılabilir. •Rahatsız edici ventriküler erken atımlar. •Ventriküler taşikardi; diğer antiaritmikler kullanılmadan önce beta blokerler denenmelidir. Disopiramid: Plasentadan geçer ve doğum sancısına neden olur. Lidokayin: Lidokayin plasentadan geçer, teratojenik görünmemektedir. İkinci ve üçüncü trimestirlerde kullanılması güvenlidir. •Fetal solunum depresyonu olasılığını azaltmak için dozu doğuma yakın en aza indirilmelidir. Bu ilaç hayati-tehlikesi olan ventriküler aritmilerde indikedir. Yan etkileri; fetal asidoz, solunum depresyonu, apne, bebekte bradikardi. Kinidin: Fetal yan etkiye sebep olmadan gebelikte ventriküler taşikardiyi başarı ile tedavi etmiştir (Gynecol 1979;54:366). Güvenilirliği için genel tavsiye yapılmamıştır. Kinidin plasenta engelini geçer, toksisitesi spontan düşük ve erken doğuma neden olabilir. Fetal kraniyal sinir hasarını presipite edebilir. Kinidin yüksek proaritmik etkisinden dolayı kötü bir antiaritmiktir. Hayati-tehlikesi olan ventriküler aritmilerde, beta bloker ajanlar veya diğer antiaritmiklerden sonra indikedir. Tedavinin faydası ve etkisi fetusa olası riskinden daha fazla olmalıdır. •Fetus için rölatif güvenlidir. Nadiren neonatal trombositopeni ile ilişkili bulunmuştur. Minimal oksitoksik etkisi var. AHA/ACC Kılavuzunda Gebelerde Atriyal Fibrilasyonun Tedavisi (JACC 2003;41:1633) •Sınıf –I: Girişim/Tedavi (Fayda >>> Risk) Yapılmalıdır/Verilmelidir. 629 •Digoksin, Bb, dihidropiridin-olmayan KKB (kalsiyum kanal bolkerleri), ventrikül hızını kontrol etmek için gebelerde AF’de tavsiye edilmektedir. •AF’ye bağlı hemodinamik olarak anstabil duruma gelen gebelerde DC-Kardiyoversiyon önerilmektedir. •AF’li tüm hastaların (“lone AF” ve/veya tromboembolik riski düşük olanlar hariç) gebelik süresince tromboembolizme karşı korunması tavsiye edilmektedir. Tedavi gebeliğin evresine göre seçilmelidir (Aspirin veya antikoagulan). Antitrombotikler: Prostetik kapağı bulunanlarda, gebeliğin birinci trimestirinde İV heparin ile desteklenen subkutan heparin kullanımının komplikasyon oranı yüksektir. Gebe kadınlarda antikoagülasyon seçenekleri (JACC 2003;41:1633): (1) Gebelik boyunca heparin veya düşük molekül ağırlıklı (DMAH) heparinler, (2) Gebelik boyunca warfarin, 40’cı haftada doğum planlananlarda gebeliğin 38’ci haftasında heparin veya DMAH ile değiştirilmeli. (3) Gebeliğin birinci trimestirinde DMAH veya heparinler, ikinci trimestirde Warfarine değiştirilir ve gebeliğin 38’ci haftasına kadar warfarinle devam edilir, 40’cı haftada doğum planlananlarda 38’ci haftada Heparin ve DMAH ile değiştirilir. •Aspirin: Bebek aspirini zararlı değildir. •Warfarin: Fetustaki yan etkileri, embriyopati; plasental ve fetal hemoraji; santral sinir sistemi anormallikleri, gebelikle kullanılmamalıdır. Gebelerde Prostetik Mekanik Kapaklarda Antikoagulasyon Rejimi Seçiminde AHA/ACC Kılavuzu Tavsiyeleri (Circulation 2006;114:284-e231) Sınıf –I Tavsiyeler (Fayda >>> Risk): •Mekanik prostetik kapağı olan gebeler sık izleme ile devamlı terapetik antikoagulasyon almalıdır. Gebeliğe teşebbüs eden ve Warfarin almakta olanlarda, sonraki antikoagulasyon için gebelik testleri izlenmelidir. Böylece gebelik meydana geldikten sonra antikoagulasyona kesilmeden devam edilebilir. •Mekanik prostetik kapaklarda, gebeliğin 6 ve 12 haftaları arasında Warfarinin durdurulmasına karar verilenler; devamlı intravenöz FOH, dozu-ayarlanmış FOH, veyadozu-ayarlanmış DMAH almalıdır. •Mekanik prostetik kapaklı gebelerde gebeliğin 36’cı haftasına kadar tedavi seçeneği devamlı İV veya dozu-ayarlı subkutan FOH, dozu-ayarlı DMAH veya Warfarin tam olarak tartışılmalıdır. Şayet devamlı İV FOH kullanılırsa fetal risk düşüktür fakat prostetik kapağın maternal riskler; kapak trombozu, sistemik embolizasyon, infeksiyon, osteoporoz ve HIT (Heparın induced trombositopeni) rölatif yükseltir. 630 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI •Mekanik prostetik kapaklı gebelerde, doz-ayarlı DMAH alanlarda, DMAH subkutan günde iki defa yapılmalıdır (verildikten 4 saat sonra anti-Xa düzeyi 0.7 ve 1.2 U/mL tutulmalı). •Prostetik mekanik kapaklı gebelerde, doz-ayarlı FOH verilenlerde, günde en az iki defa aPTT kontrol edilmelidir. Sınıf III tavsiyeler (Risk ≥ Fayda): • Mekanik prostetik kapaklı gebelere, verildikten 4-6 saat sonra anti-Xa düzeyi saptanana kadar DMAH verilmemelidir. • Dipiridamol, antitrombosit ajan olarak aspirine alternatif olarak yerine verilmemelidir, çünkü fetus için zararlıdır. FDA Risk kategorisine göre Gebelikte Kardiyovasküler ilaçların kullanımı (Curr Probl Cardiol 2007;32: 439) •Gebelikte riski bertaraf edilemiyen kardiyovasküler ilaçlar: Adenozin, Amiyodaron, aspirin, Bb, Kalsiyum kanal blokerleri (diltiazem, verapamil, nifedipin), Digoksin, Diüretikler, Flekainid, Lidokain, Nitratlar, Prokainamid, Propafenon, Kinidin, Sodyum nitroprussid, Bretilyum, Esmolol, Metoprolol, Propranolol,, Dopamin. •İnsanda risk kanıtı yok: Nitrogliserin, Dobutamin. •Riskin Pozitif kanıtları olanlar: Aspirin, Bb, Fenitoin, Atenolol. •Gebelikte kontrindike ilaçlar: ACEİ/ARB. Gebelikte Kalp Yetersizliği Tedavisinde; Perkutan ve Cerrahi Tedavi Medikal tedavi KY’yi kontrol etmede yetersiz kalıyor, veya inatcı pulmoner hipertansiyonunun bulguları bulunuyorsa valvuler hastalıkta kalp cerrahisi düşünülür. Perkutan valvotomi: Mitral kapak darlığının perkutan balon girişimi ile genişletilmesi, son zamanda cerrahi olmayan ideal tedavi seçeneği durumuna gelmiştir. • Mitral kapağı; esnek, nonkalsifik ve subvalvüler yapısı çok bozuk (yapışıklıklar) olmayan, ve orta-ağır mitral regürjitasyonu bulunmayan eko-skoru ≤8 hesaplananlarda (özellikle genç erişkinlerde), perkutan mitral balon valvotomi (PMBV) sonuçları mükemmeldir. •PMBV Röntgen kılavuzluğunda yapıldığından, embriyogenez tamamlandığından ikinci trimestir içinde uygulanmalıdır; bu yaklaşım gebeliğin geç evresinde iyonik-kontrast ajanın sebep olabildiği fetal tiroide negatif etkiyi önler. •Radyasyonun fetus üzerinde doğrudan zararlı etkileri yoktur (Angiology 2001;52: 205-9). •Perkutan valvuloplasti sırasında radyasyon dozu 0.05 ve 0.2 rad arasındadır; gebe bir kadının alabileceği maksimum radyasyon dozundan (0.5-5 rad) daha düşüktür. Anne ve özellikle fetus için riski, geçmişte cerrahi mitral kommisürotomi için bildirilenden daha azdır. Perkutan aortik valvotomi için çok az sayıda hasta bildirilmiştir (Eur Heart J 1996;17: 182-8), literatürde sonuçları iyi olan 4 olgu bildirilmiştir. •Bu hastalarda gebelik süresinde kapak replasmanına kadar, gradiyentin düşürülmesi girişimin amacıdır. Açık-kalp cerrahisi: Gebe kadında açık-kalp cerrahisine kolayca karar verilemez. Fetusa riski, kardiyopulmoner bypass sırasında esasen hipotansiyon ve hipotermiye bağlı oldukça fazladır. Bir tek, medikal olarak tedavi edilemeyen, hayati-tehlikesi olan pulmoner ödem gibi ağır durumlarda düşünülmelidir. •Herhangi bir kalp ameliyatı için, gebeliğin ikinci-trimestiri tercih edilir. Maternal sonuçlar bu dönemde iyidir, ölüm riski %1, bu gebe-olmayan kadınlardaki aort kapak replasmanının riskine benzerdir. Fetal kayıp yaklaşık %20-30’dur. Doğumun zamanlaması Kalp yetersizliği gelişince major problem, doğumun zamanlamasıdır. Gebeliğin devamı sırasında annenin riski ile erken doğumun fetus riski ile dengelenmelidir. Daha ötesi, cerrahi gerektiren hastalarda, gebeliğin sürdürülmesi fetus için de risk olabilir. Mitral kommisürotomide (açık veya kapalı) bildirilen fetal ölüm oranı %6, mitral kapak replasmanında ise %20’dir. Erken doğan yenidoğanlarda, yaşam beklentisi 32 haftadan sonra çok yüksektir (%95), nörolojik sekelde azdır. •Şayet gebelik ≥32 hafta ise doğum hızlandırılmalıdır. •28 haftadan önce yaşam bekjlentisi düşük (<%75) ve kurtulan yenidoğanlarda beyin hasarı riski yüksek olduğundan (%10-14); bu evredeki gebelikte, fetus doğumu yapmadan cerrahi dikkate alınmalıdır. 28 ve 32 haftalar arasında seçim yapmak daha zor olabilir ve karar bireyselleştirilmelidir. •Şayet 34 haftaya kadar bekletilecekse, fetusun akciğer olgunlaşması, anneye dexametazon verilerek sağlanmalıdır. Bu hastaların tersiyer merkezlerde tedavisi gerekir (kardiyolog, obstetrisyen, anestesist ve pediyatrist ile). Doğumun şeklinin sezeryan olduğuna inanılmaktadır. •Genel veya epidural anestezi sırasında kalp debisi yükselir fakat bu artış spontan doğumdakinden daha azdır (%30’a karşı %50). Daha da fazlası, erken gebelik yaşında doğumun indüksiyonu sıklıkla yetersizdir, uzun zaman alabilir, anne ve yenidoğan bakımının optimize edilmesini daha zorlaştırır. •Şayet kalp cerrahisi seçilmişse, sezeryanda ayni zamanda yapılmalıdır. Non-Kardiyak Komorbidler, Özel Hasta Gruplarında Kalp Yetersizliği Emzirme ve Kardiyak İlaçlar Gebelik sırasında KY olanlarda emzirme yasaklanmalıdır; sütten atılan ilaçların yenidoğana geçmesi, ve emzirmenin anneye stres yapması önlenmeli. Annenin aldığı hemen hemen tüm ilaçlar memeden sütün içerisinde atılmaktadır, miktarı annedeki dozun %2’sinden azdır. Sütteki konsantrasyonu küçük çocukta farmakolojik yan etkiler yapabilmesi için nadiren yeterlidir. Buna rağmen dikkat edilmelidir, çünkü kalp ilaçlarına kılavuzluk edecek yeterli sayıda kanıt yoktur. •Bundan dolayı, emziren kadınlarda bu ilaçların alınması sadece kesin olarak gerekliyse tavsiye edilmektedir. •İlaç alımı için en iyi zaman, meme ile beslenmeden hemen sonra. Annenin, en yüksek konsantrasyonda ilaç ihtiva eden sabahki meme sütünün atlatması, verilmemesi tavsiye edilmelidir ve ilaçlar alındıktan hiç değilse 1-2 saat sonra çocuk beslenmemeli. Meme Sütünden İlaçların Atılımını Etkileyen Faktörler •Proteine bağlanması: Proteine az bağlanan ilaçlar sütle atılırlar. Örneğin; atenolol (sadece %5’i bağlanır) sütte küçük çocukta nadir de olsa yan etkilere sebep olan yeterli konsantrasyona ulaşır. Meme sütü ile beslenmede atenolol, acebutolol, sotalol kontrindikedir. •Yağda çözünülürlüğü: Meme sütü vucutta etkili olarak metabolize edilemeyen lipofilik maddelerin atılım yoludur. Alternatifleri yoksa kullanılmalıdırlar. Propranolol lipofilik olmasına rağmen proteine bağlandığından sütte düşük konsantrasyonda bulunur. •Molekül ağırlığı: Çok büyük moleküllü ajanlar hariç, (heparin ve insülin gibi ajanlar süte geçmeyi başaramazlar) molekül ağırlığı sütte atılıma mani değildir. •Meme sütünün volumu: Sabahları meme sütünün miktarı en fazla olduğundan, bu sırada ilaçların taşınması maksimumdur. Sonuçta, bu beslenme önlenmelidir. •Sütün pH’sı: Süt genellikle asidik olup pH’sı 6.357.65’dir. Zayıf baz olan ilaçlar (beta adrenerjik blokerler gibi) sütte yakalanırlar, fakat konsantrasyonları düşüktür. Yüksek süt-plazma (SP) konsantrasyonu çoğu ilacı bebeğin almasını artırır. SP oranını birçok faktör etkiler. 240 mg Diltiazemin meme sütündeki konsantrasyonu 200 mg/ml’dir (SP oranı: 1). Meme beslenmesinde diltiazem kontrindikedir. Atenolol 100 mg sütte 0.6 micg/ml konsantrasyon sağlar (SP oranı: 3), kontrindikedir. SP oranı 3’e kadar birçok ilaç kontrindikedir. 631 Erken doğanlarda, annenin ilaç alması engellenmelidir. Karaciğer veya renal bozukluğu olduğundan şüphelenilen anne ve küçük çocuklarda ilaç kullanımı yasaklanmalıdır (ilaçların çoğu böbrekten metabolize olduğundan). Sık Kullanılan Kalp İlaçları için Tavsiyeler ACE İnhibitörleri: Sistolik fonksiyonu kötü ağır kalp yetersizliği hariç emzirme sırasında ACEİ’ler kullanılmamalıdır veya meme ile beslenme sonra kesilmelidir. Amiyodaron: Emzirme sırasında kontrindikedir. Çünkü iyodlu bileşikler sütte yüksek konsantrasyonda elde edilir. İyodun salımı teorik olarak zararlı olabilir, hipotiroidzm ve guatra sebep olabilir. Antikoagülanlar: Coumadin süte çok az geçer, küçük çocukta nadiren kanamaya sebep olur. Dozuna dikkat edilmelidir. Şayet çocuk erken doğmuş ve warfarin kullanımı gerekliyse meme ile beslenme kesilmelidir. Aspirin: Meme sütünde asetil salisilik asit görülmüştür. Ancak konsantrasyonu düşüktür. Aspirin trombosit fonksiyonuna karıştığından ve nadiren metabolik asidoz meydana gelebildiğinden yasaklanmalıdır. Seyrek görülen Reye sendromu riskinden dolayı kullanılmasının engellenmesi gerekir. Beta blokerler: Beta blokerler zayıf bazdır, meme sütünde yakalanırlar. Hidrofilik beta blokerler (atenolol, acebutolol ve sotalol), proteine zayıfca bağlanırlar, ve sütteki konsantrasyonları; propranolol, metoprolola göre daha fazladır. Lipofilik ajanların konsantrasyonu hidrofiliklerinkinden %30 daha azdır. Tam-dönem yenidoğanda atenolol toksisitesi bildirilmiştir. Hipertansiyon için atenolol ile tedavi edilen annenin çocuğunda bradikardi, kötü periferik perfüzyon ve siyanoz gözlenmiştir. Serum atenolol düzeyi meme sütü ile beslenme kesildikten 48 saat sonra bile toksik seviyede bulunmuştur. Hidrofilik beta blokerlere böbrek disfonksiyonunda dikkat edilmelidir, çünkü bu ajanlar böbrekten elimine edilir. •Şayet beta bloker kullanımı gerekliyse; emzirme sırasında propranolol verilmesi tavsiye edilmelidir (SP oranı 0.6) yan etkisi bildirilmemiştir. Metoprololun SP oranı 3, fakat kullanımı ile ilgili kanıtlar yeterli değil. Emziren annelerde sadece propranolol kullanımı tavsiye edilmektedir (Pediatrics 1994;93: 137). Kalsiyum antagonistleri: Dihidropiridinler ve verapamilin (SP oranı 0.4) sütte saptanan konsantrasyonları, çocuğa zararlı olacak düzeyin altında olduğuna inanılmaktadır. Digoksin: Meme sütünde atılır, SP oranı 1.5’dir, böbrek fonksiyonuna dikkat edilirse çocukta toksisite ol- 632 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI maz. Şayet indike ise toksisiteye dikkat edilmeli, meme ile beslenme için uyumludur. Lidokayin: Lidokayin tedavisi süt ile meme ile beslenmeye devam edilmesine uyumludur. Diüretikler: Tiyazidler 25 mg üzerindeki dozlarda laktasyonda supresyon olabilir. Kalp yetersizliği ile pulmoner ödem tedavisi için tiyazidler kontrindike değildir, ancak meme ile beslenme kesilmelidir. KAYNAKLAR 1. Hameed AB. Pregnancy: Maternal and Fetal Heart Disease. Current Problem in Cardiology. 2007;32:417-482. 2. Willenheimer R, Swedberg K. Taılorıng Heart failure therapy. Martın Dunıtz. 2003. p.47-55 3. Khan MG. Cardıac drug therapy. Saunders Publ. 2003. p.443-463. 4. Grıffın BG, Topol EJ. Cardıovascular Medicine Lippincott/ Williams & Wilkins Publ. 2009. p.536-552. Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı BÖLÜM 3.2 Prof. Dr. Rasim Enar SOLUNUM Basınç (mmHg) İnsan anatomisi kalbin toraks içerisinde ikamet etmesini belirlemiştir. Bunun sonucuda soluma kalbi ve hemodinamik değerleri etkilemektedir. Solunum çeşitli yollarla hemodinamik değerleri etkilemektedir. İntratorasik basınç direk olarak kalbe iletilir; yatakbaşı tüm kardiyak basınç ölçümleri, esasen intrakardiyak basınç ve intratorasik basıncın toplamını yansıtmaktadır. Transmural intrakardiyak basınç, ölçülen şişirilen basınç veya preloadun ölçümüdür. Transmural basınç, ölçülen intrakardiyak basınçtan ölçülen intratorasik basıncın çıkarılmasıdır (Şekil 1). Pratikte, transmural basınç nadiren belirlenebilmektedir, çünkü intratorasik basınç ölçümü zordur. Akciğer hastalığı bulunmadığında, ekspirasyon-sonu ölçümlerde intratorasik basınç sıfırdır. Ekspirasyon = +10 mmHg Ekspirasyon = -2 mmHg • Bu nedenle, intrakardiyak basınç ölçümleri, intratorasik basıncın etkilerini en aza indirgemek için ekspirasyon-sonunda belirlenmelidir. • Anlamlı akciğer hastalığı varlığında, intratorasik basınç sıfırın üzerindedir; bu durum transmural intrakardiyak basınç ölçümlerinin fazla hesaplanmasına neden olmaktadır (Şekil 2). • Uç basınç ölçümü özellikle intratorasik basınca duyarlıdır. Uç basınç sol atriyal basıncı kesin olarak yansıtır. Bulunan değer, kateterin ucu ve sol atriyum arasındaki bağlantının kan ile doldurulmasıdır. Meydana gelen sol atriyal mekanik olayların (atriyumun boşalması, dolumu; kasılma/gevşeme gibi) retrograd olarak pulmoner kapiller yatağa doğru iletilmesidir. Sağlıklı ölçüm için kanla dolmuş sutun olmalı, pulmoner arter kateterinin ucu pulmoner venöz basıncın alveolar basıncı aştığı segmente yerleştirilmelidir (Şekil 3). Pulmoner Kapiller Uç Basınç Intratorasik Basınç ŞEKİL 1. Normal kişide ölçülen uç basıncın intatorasik basınçla ilişkisi şematik çizilmiştir. Ölçülen uç basıncı 10 mmHg ve intratorasik basınç -2 mmHg’dir. Böylece transmural uç basıncı 10-(-2) = 12 mmHg’dir. Transmural uç basıncı, ölçülen uç basıncına çok yakındır, çünkü; ekspirasyon-sonu intratorasik basıncı yaklaşık atmosferik basınçtır. (Sharkey SW: Guide of interpretation of hemodynamic data. LippincottRaven Publ. 1997, p. 34) 633 634 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Basınç (mmHg) Ekspirasyon = +30 mmHg Ekspirasyon = +20 mmHg Uç Basıncı Intratorasik Basıncı ŞEKİL 2. Ağır akciğer hastasında ölçülen uç basıncın torasik basınca ilişkisi; şematik çizimi. İnspirasyon ve ekspirasyon arasında intratorasik basınçta 20 mmHg sallanma vardır. Ölçülen uç basınç 30 mmHg, intratorasik basınç 20 mmHg’dir. Ölçülen uç basınç oldukça fazla hesaplanır (transmural uç basınca göre), sebebi intratorasik basıncın yüksek düzeyidir. (Sharkey SW. A Guide of Interpretation of Hemodynamic data. Lippincott-Raven Publ. 1997, p. 34) Pulmoner vasküler ve alveolar basınçlar esas alındığında akciğerler üç bölgeye ayrılır. Fizyolojik akciğer bölgeleri aşağıdaki gibidir: Bölge-1 = alveolar basınç >heriki pulmoner arter ve pulmoner venöz basınçlar. Bölge-2 = pulmoner arter basıncı > alveolar basınç > pulmoner venöz basınç. Bölge-3 = pulmoner arter ve pulmoner venöz basınçlar > alveolar basınç. Pulmoner arter kateteri ŞEKİL 3. Fizyolojik akciğer bölgeleri ve pulmoner arter kateteri ile ilişkisi. Bölgeler 1 ve 2, Alveolar basınç (PALV) pulmoner venöz basıncını (PPV) aşar; kateterin uca yerleştirilmesi, sol atriyal olayların retrograd iletilmesini önler. Bölge 3’de, pulmoner venöz basınç alveolar basıncı aşar ve sol atriyal “a ve v” dalgalarının uçtaki katetere retrograd iletilmesini sağlar. Yerçekimi bu bölgeleri önemli derecede etkiler. Dik pozisyonda, bölge-3 aşağıya yerleşir, sırt-üstü uzanır pozisyonda Bölge-3 arkaya doğru yerleşir. PPA: Pulmoner arter basınç, PALV: Alveolar basınç. PPV: Pulmoner ven basıncı (AM Rev Respir Dis 1983:128:319-326). • Sırtüstü yatar durumda akciğerlerin büyük bölümü bölge -3’dedir. • Balonlu pulmoner arter kateteri doğal olarak bu bölge-3’e yönelmiştir. Uç basınç dalgalarında net A ve V dalgaları bulunması kateterin ucunun bölge- 3 akciğer segmentinde bulunduğunu gösterir. Alveolar basınç pulmoner venöz basınçları aştığı süre (bölge -1 ve -2), A ve V dalgaları uç basınç dalga formundan kaybolur (Şekil 4). Bu durumda, uç basıncı sol atriyal basınçtan ziyade alveolar basıncı göstermeye başlar. Bölge -1 veya -2 koşulları hipovolemide ve alveolar basıncı yükselten durumlarda (ağır akciğer hastalığı veya pozitif basınçlı merkanik ventilasyon) da yaratılabilir. Bazı hastalarda, kateteri bölge -3’e yerleştirmek mümkün değildir. İntratorasik basıncın yükselmesi sağ ve sol atriyuma venöz dönüşü azaltır. Oysa ki, intratorasik basınçta düşme atriyuma venöz dönüşü artırır. İntratorasik basıncın yükselmesi ayni zamanda sol ventrikül ejeksiyonuna karşı impedansı düşürür (daha yüksek intratorasik basınç, ventrikülden fırlatılan kanın toraks dışına çıkışını kolaylaştırır). Normal inspirasyon sırasında meydana gelen intratorasik basınç düşüşü, SV ejeksiyonuna impedans artışı olarak yansır. Normal ventrikülde bu etki çok az açıktır. Buna karşı, SV atım hacmi düştüğünde inspirasyonunun atım hacmi ve sonuçta kan basıncı üzerine anlamlı etkisi bulunur. Örneğin; hipvolemik şok hastalarında kan basıncında inspirasyon sırasında belirgin ve keskin düşüş izlenebilir (pulsus paradoksus). Bu primer olarak ejeksiyon impedansına intratorasik basıncın etkisine bağlıdır. Normal solunum: Normal ekspirasyon-sonu intra- Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı 635 ŞEKİL 4. Zorlu solunumun uç basınç dalga şekline (PCW) etkisi. İnspirasyonla (insp) uç basınç birdenbire düşer. Solunumsal gezinme (inspirasyon ve ekspirasyon arasındaki fark) 15 mmHg’yi aşar. “A ve V” dalgaları basıncın dalgalı şeklinde kaybolur, alveolar basıncın pulmoner uç basıncı aştığından ekspirasyon-sonu uç basıncı (ok) 30 mmHg’dir. Bu ölçümde, bilateral pnömonili çizimdeki hastada transmural sol atriyal basınç anlamlı fazla hesaplanır. Çizim kağıdının skalası = 0-30 mmHg; kağıt-hızı = 25 mm/saniye. (Sharkey SW. A Guide of interpretation of Hemodynamic data. Lippincott-Raven Publ. 1997, p. 36) torasik basınç -3-4 mmHg olup, inspirasyon-sonunda -7, -8 mmHg’ye düşer. İnspirasyon aktif bir süreç olup, diyafram ve eksternal interkostal adalelerin kontraksiyonu gerekir. Ekspirasyon ise pasif olup, normal kişilerde solumanın hareketsizleşmesi/sessizleşmesi sırasındadır. İntratorasik basıncın intrakardiyak basınçlara etkisi ekspirasyonsonunda en azdır. Bu nedenle, intrakardiyak basınçların ölçümü genellikle ekspirasyon- sonunda kaydedilmektedir (bu sırada intratorasik basınç sıfıra yakındır). Solunum kaslarının aktivasyonu intratorasik basıncı düşürür. Bu dönüp sağ atriyuma venöz dönüşü artırır (ve daha az derecede de sol atriyuma venöz dönüş düşer). İnspiratuar kalp dolumunun bu artışına rağmen, paradoks olarak sağ atriyal, pulmoner uç ve pulmoner arter basınçları düşer görünmektedir. Bunun oluşma sebebi; intratorasik basınçtaki düşmenin intrakardiyak basınçların inspiratuar düşüşünden daha fazla olmasıdır. Sol ve sağ atriyumlar normalde kompliyant yapıdadır. Transmural basıncı çok az yükselterek artmış venöz dönüşü alırlar (sığdırırlar). • Miyokardiyal veya perikardiyal hastalıkta, atriyal kompliyans azaldığından, artmış venöz dönüş intramural basınçlarda büyük yükselmeye sebep olur. Bu durumlarda, Kusmaul-belirtisi saptanabilir (sağ atriyal basınçta inspiratuar yükselme). ® Anahtar Noktalar: Solunum ve Hemodinamik Ölçümler • İntratorasik basınç kalbe iletilir. Tüm yatakbaşı ölçümler transmural (şişmiş) intrakardiyak basınç ve intratorasik basıncın toplamını yansıtmaktadır. Normal kişide, intratorasik basıncın etkisi minimaldir. Akciğer hastalığı bulunanlarda; intratorasik basınç • • • • çok yüksek olabilir, transmural intrakardiyak basıncıda kapsamaktadır. Uç basınç bu hastalarda SV dolum volumunu doğru olarak ölçemez. Uç basınç ölçümü, özellikle artmış intratorasik basınçta hassastır (dış etkilere açık); yüksek intratorasik basınç sol atriyal olayların kateterin ucuna doğru retrograd iletilmesini bloke eder. İntratorasik basınç venöz dönüşü (preload) ve SV ejeksiyonunu (afterload) etkiler. Zorlu solunum (ventilatör var veya yok, herikiside), intrakardiyak basınç dalga şekillerinde büyük oynamalara sebep olabilir (>10-15 mmHg). İntratorasik basınç anlamlı yükselmiştir, sonuçta, ekspirasyon-sonu intrakardiyak basınç ölçümleri suni olarak yüksektir. Mekanik ventilatörler, özellikle PEEP kullanıldığında intratorasik basıncı yükseltirler. PEEP düzeyi >10 cm H2O, yatakbaşı intrakardiyak basıncı suni olarak yükseltir. Yüksek düzeyde PEEP, ayrıca atriyal basınç olaylarının retrograd pulmoner kapiller yatağa iletilmesini de bloke eder. Kardiyak Fonksiyon ile İlgili Normal Solunum Fizyolojisi Ventilasyon, diyafram ve interkostal adalelerin istemli yapılan kontraksiyonu sonucudur. Bu adalelerin bir arada çalışmaları sonucunda torasik boşluk kraniyo-lateral doğrultuda uzamakta, lateral ve anteroposteriyor çapları ise genişlemektedir. Akciğer volumunun büyümesi akciğerler etrafındaki intraplevral basıncı düşürür, bu akciğer volumunun passifce artmasına sebep olarak, O2 ve CO2 değişimi için havayı alveol içerisine çeker. Dinlenimde normal insanda gerekli intraplevral basınç azalması sadece 5 cm sudur (akciğer dokusunun yüksek 636 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI kompliyansına ve havayolu ve dokuların düşük direncine bağlı). Sonuçta, bu küçük negatif basınç salınımının miyokard fonksiyonu üzerindeki etkileri önemsizdir. Akciğer hastalağında, akciğer direnci yükselip kompliyansı düşünce, akciğer ekspansiyonu için daha büyük basınç salınımları gerekir. Bu durum ventriküler afterloadu artırarak ventrikülün kontraktil fonksiyonuna etkin olarak karşı koyabilir. Akciğerlerin muazzam kompleks yapısında yaklaşık 300 milyon alveol toplanmıştır; hepsi de gaz değişimini sağlamak için ventilasyon yapmaktadır. Sağlıkta ventilasyonunun ve kan akımının dağılımı ile iyi uyum göstermektedir. Bu durum normal akciğer davranışının mükemmele yakın gaz değişimi ile kanıtlanmaktadır. Şayet kan akımı ve ventilasyon akciğerlerin her tarafında benzer dağılım göstermezse gaz değişimi, azalır ve bunun yansıması ile kan gazları ölçümünde normal PO2 ve PCO2 düzeyleri bozulur. • Ventilasyon zorunlu olarak bidireksiyoneldir, veya havayolunun yapısından dolayı “tidal”dir (gelgite ait); akciğerlerin pulmoner arteriyel kan ile perfüzyonu da bidireksiyoneldir (sağ atriyum ve ventrikülden pulmoner dolaşım ile sol atriyum ve sol ventriküle doğru). • Yüksek basınçlı sistemik dolaşımın aksine, pulmoner dolaşım 6-kat (veya daha fazla) daha düşük basınçlar ile yönetilmektedir. Heriki dolaşım da kalp debisinin tamamını sağlamaktadır. • Sağlıkta, Ortalama arteriyel basınç: 100 mmHg, ortalama pulmnoner arter basıncı: 15 mmHg iken; sağ ve sol atriyal basınçlar birbirine benzerdir. Genellikle sol sağdan hafifçe daha yüksektir; ortalama 5- 10 mmHg. • Arteriyel basınçtan atriyal basıncın çıkarılıp kalp debisine bölünmesi ile hesaplanan vasküler direne göre; pulmoner vasküler direnç sistemik dolaşımınınkinden yaklaşık 10-kat daha düşüktür. Bu oran akciğer sağlığı için kritiktir; çünkü gaz ve kan arasında yeterli PO2 ve PCO2 değişimini sağlayabilmesi için pulmoner kapiller ağın vasküler duvar kalınlığı incedir. Mikrovasküler basınç çok düşük değilse, kapiller ağda fiziksel hasar oluşabilir, böylece kan akciğerlerin alveolar boşluklarına sızacaktır. • Normal pulmoner dolaşımın anahtar özelliği; hem artmış kan akımına, hem de vasküler obstrüksiyona rağmen düşük basıncını idame ettirebilmesidir. Dinlenimde, kapilerlerin tümü perfüze olamamakta ve bunlar kanla tamamıyle şişirilmiş değildir. Böylece perfüze olmayan ve şişmiş perfüze olan kapillerlerin ikisininde dolması, artmış pulmoner kan akımı ve vasküler obstrüksiyonda önemlidir (nasıl ki normal kan akımında bile düşük basınç sağlanabiliyorsa). Sağlıklı kişide kan akımı arttığında pulmoner vasküler direnç normalde düşer. Bu mekanizma (kapillerlerin doldurma ve şişme kapasitesi), PVR kullanımını (pulmoner vasküler hastalık indeksi ölçüsü) kısıtlayan pulmoner vasküler hastalığın varlığında bile etkisini sürdürebilir (vasküler hastalığı olmayan damarların %’sine bağlı olarak). Hafif subatmosferik düzeyde olan intratorasik basınçlar akciğerlerin elastik özellği ile (kollapsibilite; kollabe olabilme gibi) ilişkilendirilmiştir; bunun anlamı perivasküler basınçlar da subatmosferiktir. Böylece, İntravasküler basınçlar düşük olmakla birlikte, yukarıda bahsedildiği gibi atmosferik düzeyin üstünde kalır. Bu şekilde, transmural basınç gradiyenti mikrovaskülatürden dışa pulmoner interstisyumun içine doğru net devamlı sıvı hareketini meydana getirir. Bununla birlikte, pulmoner interstisyel sıvıya göre daha yüksek plazma ozmotik basıncı ile bu olaya bir miktar karşı koyulabilir, albumin akciğerlerin kapiller duvarlarından serbestce geçer; bundan dolayı pulmoner lenf/plazma protein oranı tipik olarak ortalama 0.70.9’dur. • İyi bilinen Starling denklemine göre hidrostatik ve ozmotik kuvvetler arasındaki dengeden net sıvı hareketi sorumludur: J = K [(PMV- PINT)- p(T MV - TINT)] • J: Kapiller duvardan interstisyel boşluğa (INT) geçen sıvı hareket hızı; K: Mikrovaskülatürün (MV) yüzey alanı ile orantılı katsayı; PMV ve PINT: Hidrostatik basınçlara karşılığı; ve TMV ve TINT: Protein onkotik basınçları ile ilişkilendirilmiştir. P: kapillerin protein kaçağını kolayca tarif etmektedir (P = 0; şayet kapiller permeabilitesi serbestse; P = 1: kapiller impermeabil). Kuvvetlerin dengelenmesi sonucunda kapillerlerden net sıvı kaçağı; bu durumda ödem gelişmesi intravasküler basınçların Starling denklemi ile dengelenemeyen 25 mmHg üzerine çıkması ile gerçekleşmektedir (Şekil 5). Dolayısı ile basınçlar bu değerin altına düşürülürse ödem engellenebilir. Bu noktada bile Transkapiller akış artmaktadır, çünkü akciğerlerdeki lernfatik sistem lenfi geri venöz sisteme taşımaktadır. Bu basınç düzeyinde hızla ödem toplanmasına lenfatik drenaj sisteminin etkisi yoktur. Lenf akım hızı 0.25-1.0 ml/dk. 600 gr. ağırlığındaki akciğerde bu ağırlığın iki katına ulaşması sadece 0-40 saat alır (lenfatik drenaj yokluğunda). Pulmoner lenfatik sistem insanda iyi gelişmiştir; ihtiva ettiği kapakların sağladığı avantaj sayesinde tidal soluma sırasında akciğerlerdeki basınç ve volum değişikliklerini kolaylıkla almaktadırlar (bu özellik lenfatik drenajın sistemik venöz sisteme geri dönmesine yardım 637 kuru akciğer ağırlığına geçen saatteki ml su ÖDEM OLUŞMA ORANI Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı SOL ATRİYAL BASINÇ, mmHg ŞEKİL 5. Sol atriyal basıncın yaklaşık 25 mmHg’yi aşması ile pulmoner ödem gelişimi. Bu kritik değerin altında pulmoner ödem oluşmaz (Circ Res. 1959:7:649) etmekte). Böylece, tidal soluma lenfi etkili olarak alveoldan dışarıya doğru geriye vena cava superiyora doğru pompalar. Alveolden çıkan Lenfatik yol major arterleri yakından izler ve havayollarına komşudur; akciğerlerin hilusundan dışa doğru distalden proksimal dallara doğru. Kapiller dışına doğru sıvı hareketi lenfatik sistem yerini alamadan çok hızlı oluşunca, havayolları ve kan damarları fazla perivasküler sıvı tarafından sıkıştırılırlar ve böylece kan ve gaz akımına direnç oluşur. Bu koşullar altında, sıvı pulmoner parenkimal interstisyel boşlukta da toplanır (Şekil X, sayfa 640). Bu toplanma meydana gelince, akciğerlerin kompliyansı azalır. Alveol daha sert olmuştur ve istenilen derecede akciğerlerin şişirilmesini sağlamak için daha büyük negatif basınç gerekir. • Sonuçta, pulmoner sıvı toplanması ventilasyonun iki primer belirleyicisini negatif etkiler: Direnç ve kompliyans. Normalde, düşük pulmoner vasküler basınçlar ve lenfatik drenajın etkisi, akciğerleri sıvı toplanmasından korur. Alveolar epitel hücreleri birbirlerine ve kapiller endotel hücrelerine daha sıkı kaynaştığından, transkapiller sıvı endotelden interstisyel aralığa ve gaz boşluğu alveolun epiteline geçemez. Böylece, hastalık durumlarında interstisyel sıvı toplandığında dahi alveol gaz ile dolu kalabilir. Sadece, transmural basınçlar yüksek düzeylere ulaştığında veya alveol hücre bütünlüğü hastalık tarafından zarar gördüğünde bozulan epitel tabakası bütünlüğü sonucunda alveolar taşkın meydana gelir. Pulmoner epitelyumunun sıvı hareketine esnekliği akciğerleri kuru tutan önemli defans mekanizmasıdır. Bundan dolayı interstisyel sıvı yukarıda bahsedilen lenfatik drenajla hızla temizlenebilir, alveolar sıvı klirensi normalde yavaştır; yukarıya havayollarına doğru hareket (er geç ekspektorasyon veya yutkunma oluşturur) veya kapillerler içerisine reabsorbsiyon, yalnız bu yüksek basınç veya hücre harabiyetinde (pulmoner ödemin ilk sıradaki sebebi) tersine dönebilir. Sıkı alveol epiteli, alveolu ödemden uzak tutmaktadır, buna destek başka bir mekanizmayı da ihtiva etmektedir; alveolar sürfaktan sistemi. Sürfaktan, alveolar tip-II epitel hücrelerinde sentez edilen lipoprotein kompleksler karışımıdır, hava-sıvı arayüzeyleri yüzey tansiyonununu alveolde büyük oranda düşürür (70 dyne/cm su’dan, 5-10 dyne/cm’ye). Bu azalma alveol kollapsını önlenmesine yardım eder. Alveolar hasar nedeniyle proteinlerin alveol içerisine transkapiller sızması sürfaktanı inaktive etmektedir, böylece yukarıdaki mekanizmalar sıvı hareketini ve pulmoner ödemi kötüleştirir. Kanın anlamlı derecede yoğun olması nedeniyle (yaklaşık suyunkine eşit) intravasküler basınçlar, akciğerlerde aşağıya (apeksten-bazale) gittikçe yükselme gösterir. Kabaca, 30 cm normal akciğer yüksekliğinde, normal dik durma pozisyonda kapiller basınç akciğerin bazalinde apeksine göre 20-30 mmHg daha yüksektir. Bu faktör, sağlık ve hastalıkta akciğer bazallerinde rölatif daha büyük miktarda transkapiller sıvı hareketi oluşunu açıklamaktadır. Ancak, yer çekimi dışındaki diğer faktörleri sıvı hareketinin dağılımında rol oynayabilirler (hastalık durumunda hücresel harabiyetin bölgesel farklılıkları gibi) (Şekil 6). • Solunumun en önemli fonksiyonu gaz değişimidir: (kanın O2 alımı ile PCO2’nin uzaklaştırıl- KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI KAPİLLER AĞ İNTERSTİSYUM ALVEOL İNTERSTİSYUM 638 ALVEOL ŞEKİL 6. Alveolar kapiller ağ etrafında yüzey gerilme kuvvetlerinin interstisyel basıncı nasıl düşürdüğü görüşü. Buna göre sürfaktan, yüzey gerilimini düşürür ve interstisyel hidrostatik basınçta uygunsuz düşüşe karşı korur. Oklar interstisyel basıncı düşüren yüzey kuvvetlerinin etki yönüdür (Poole-Wilson PA: Heart Failure, Churchill Livingstone, 1997, p. 252). ması; kanın oksijenlenmesi); ventilasyon ve kan akımına bağlıdır. Böylece etkin gaz değişimi için ventilasyon ve kan akımının lokal düzeyde (ayni bölgede) karşılaşması gerekir. Pulmoner ödem bölgesinde lokal ventilasyon azalır interstisyel ödem ve bronşiyal ödem, ve non-ventile bölgelerde sıklıkla ödem sıvısının alveolar taşma meydana getirmesi ile ventilasyonun dağılımı bozulur. Akciğerlerin küçük bir bölgesinde ventilasyon (VA) kan akımından (Q) daha az ise, ikisinin oranı (VA/Q) azalır ve böylece lokal alveolar kapiller PO2 düşmüş, buna karşı PCO2 değeri yükselir. Tersinde ise VA/Q oranında yükselme meydana getirir. Akciğerlerin ventilasyon (akciğer kompliyansı ve direnci) ve kan akımı (pulmoner arteriyel ve venöz basınçlar, akciğerlerde lokal sıvı toplanması) dağılımını kardiyak fonksiyon ventilasyonun dağılımını belirleyen bu akciğer özellikleri (akciğer kompliyansı ve direnci) ve kan akımını (pulmoner arteriyel ve venöz basınçlar, akciğerde sıvı toplanması) etkileyebildiğinden, VA/Q oranı düşük veya yüksek birçok bölge oluşarak, kardiyak fonksiyona bağlı olarak gaz değişimi kolaylıkla etkilenebilir. VA ve Q’nun dağılımını kesen hatta dağılımını etkileyen olası provoke eden birçok faktöre rağmen; akciğerlerin her tarafında ventilasyon ve kan akımı şaşırtıcı derecede karşılaşarak (”matching”), normal fizyoloji korunur (ventilasyon- perfüzyon uyumu). Kalp yetersizliğinde olduğu gibi ventilasyon ve gaz değişiminin değiştirilmesi ile gaz değişimini anlamlı derecede etkilenir ve sonuçta hipoksemi oluşur (dismatch; ventilasyon ve perfüzyon uyumsuzluğu). •Solunumun geriye kalan önemli komponenti solumanın kontrolüdür. Kompleks bir konudur. Özelleşmiş duyu hücrelerini birbirine birleştiren birçok nöral yol son olayı meydana getirmektedir: (1) Arteriyel PO2’ye duyarlı Karotisteki periferik kemoreseptörler. Hipoksemi, özellikle PO2 50- 60 mmHg altında, bu mekanizma ile solumayı uyarmaktadır. (2) SSS (santral sinir sistemi) duyuları akuta karşı olarak (uzun periyodta olmayıp, birkaç dakikada) uyarır, (3) Karotisin kemoreseptörleri ayrıca arteriyel PCO2’ye ve pH’ ya cevap verir; PCO2 yükselmesi veya pH düşmesi; solunumu uyarır ve böylece PCO2 düşmesi ve pH yükselmesi ventilasyonu azaltır. (4) Ventral medulla nöronları pH’ya duyarlı olup; asidoz sırasında ventilasyonu uyarmakta, alkolozda ise inhibe etmektedir. Bu reaksiyon arteriyel kan ve serebrospinal sıvıdaki PCO2 ile yönetilmektedir (H+ iyonunun aksine CO2 molekülü kandan kemosensitif bölgelere geçebilir). (5) Yüksek beyin merkezlerinin aktivitesi, solunumun fizyolojik sınırlar içerisinde isteğe bağlı kontrol edilmesini sağlar, anksiyete ile ilişkili hiperventilasyondan sorumlu olabilir. (6) Örneğin, demiyeline pulmoner C lifleri, J reseptörlerin (jukstakapiller reseptör) alveolar interstisyel bölgelerden gelen sinyallerini iletebilirler (vagus sinirinin şekli bozulmuş veya pulmoner ödem bulunan interstisyel bölgeden); ventilasyonu PO2, PCO2 ve pH’dan bağımsız olarak uyarabilirler. (7) Yavaşca ve hızla adapte olan reseptörler, büyük havayollarındaki demiyeline sinirleri besler ve büyük havayolları etrafında oluşan venöz konjesyon veya extravasküler sıvıya cevap verir, bunların sinyallerini vagus siniri ile beyindeki solunum merkezine iletirler. (8) Diğer kaynaklardan (adaleler ve eklemler gibi) değişik girdiler, özellikle egzersiz sırasında ventilasyonu etileyebilir. (9) İyon kanallarının değişik aktivatörleri ve K+ rol oynayabilir; temel reseptör transdüksiyon mekanizması gibi, duyu hücrelerinin iyon kanal cevaplarını yansıtır. Dolayısı ile birçok pulmoner aferent sistem kalp yetersizliği sırasında ventilasyonu etkileyen (tidal volumu ve soluma sıklığını kontol eden) uyarıları iletebilir. Ne kadar derin ve sık soluk alma alveolar ventilasyonu belirleyebilir; hemen ortaya çıkan sonuçları; sırası Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı ile alveoldeki lokal PO2 ve PCO2, ve buna bağlı arteriyel PO2 ve PCO2’de görülmektedir. Hiperventilasyon, alveollerin hepsinde ve arteriyel kanda PO2’yi artırmakta ve PCO2’yi ise düşürmektedir. •Özet olarak: Akciğer fonksiyonunun temel belirleyicileri veya nitelikleri: Mekanik özellikler ve ventilasyon, kan akımı ve gaz, sıvı değişimi ve solunum kontroludur. Bunların hepsi sol kalp disfonksiyonunda az veya çok etkilenmektedir. SOL VENTRİKÜL YETERSİZLİĞİNİN AKCİĞER FONKSİYONUNA ETKİLERİ Mekanik Özellikleri ve Ventilasyon SV yetersizliği sonucunda sol atriyum basıncı yükselince, pulmoner venöz basınçta pasif artma bunu takip eder, akciğerlerin her tarafında öne-doğru kan dolaşımını sürdürebilmek için pulmoner basınç yükselir. Pulmoner venöz ve arteriyel basınçların herikisininde yükselmesi nedeniyle pulmoner mikrovasküler basınç da yükselir. Normal pulmoner arteriyel ve venöz basınçlar örneğin; sırası ile 15 ve 5 mmHg’dan, herikisininde sol kalp yetersizliğinde 20 mmHg’ya yükselmesi nadir değildir. Bu yükselme sağlanana kadar öncesinde, pulmoner damarlar dinlenimde tam olarak perfüze olamamaktadır, az perfüze olan mikro-damarların toplanması ve diğer damarların şişmesi ile birlikte mikrovasküler volum genişlemeye elverişli duruma gelmekte bunun klinik anlamı; intravasküler volumun artması alveolar kompliyansın düşümesidir (alveolar duvarlardaki mikrodamarlarla). Genellikle, kanın ağırlığıyla, bağımsız akciğer bölgelerinde etkileri daha büyüktür (dikdurma pozisyonunda bazallerde gibi). Dolayısı ile ek olarak yerçekiminden bağımsız etkiler daha benekli (patchy) dağılım etkilerine sebep olmaktadır. Kompliyansı düşmüş bu bölgeler, verilen inspiratuar efora göre daha az genişler; lokal alveolar hipoksi ve dolayısı ile sistemik arteriyel hipoksiye sebep olur. Azalmış kompliyansta akciğer volumuda azalma eğilimindedir. Havayolu çapını koruyan mekanizma; havayoluna bağlanmış alveolden elastik radiyal çekme; büyük akciğer volumunda düşük volumundakine göre daha yüksektir, havayolu lumeninde azalma olabilir; böylece hava akımına karşı direnci artırmakta ve lokal ventilasyonu azaltmaktadır. Artmış transkapiller sıvı hareketi ile interstisyel boşlukta sıvı toplanması kompliyans ve ventilasyonun azalmasına yardım etmektedir. Perivasküler veya peribronşiyal sıvı toplanması gelişebilir, ventile olan havayollarının kesitsel alanının daha fazla azalmasına sebep olur, havayolu direncini artar. 639 Bu değişikliklerin tümü de interstisyel ödemi yansıtır, yukarıda bahsedilen alveol sıvı olmayan alveollerde, tarif edilen değişiklikler sonucunda soluk almanın yükü artar ve hastanın dispne duygusunun algılamasına katkısı olabilir (vagal yolla iletilen sinyaller ile). •Belirgin pulmoner ödem gelişmesi için, genellikle 25 mmHg veya daha yüksek önemli mikrovasküler basınç gerekir. Taşkına uğramış alveol taze gaz alamaz, alveolar sıvı ventilasyon sırasında hava ile yer değiştiremez. Akciğer kompliyansı, interstisyel ödeme göre daha fazla azalır. Akciğer fonksiyonları (rezidüel volum: RV, vital kapasite: VC, 1 saniyede zorlanmış ekspiratuar volum: FEV1, ekspiraasyon ortasında maksimal akım hızı: FEF25-75 gibi) genellikle hafif obstrüktif ve restriktif özelliklerin kombinasyonunu gösterir. Böylece, FEV1/ VC ve FEF25-75 öngörülen standartların altına düşer ve havayolu obstrüktüksiyonu yansıtır. Akciğerlerin volumunun azalması ise (RV, VC, ve total akciğer kapasitesi= RV+VC) restriktif komponentleri yansıtır. Bulunan herhangi bir akciğer hastalığı yukarıdaki akciğer fonksiyon değerlerine ilave olarak tipik değişikliklere sebep olabilir (KOAH, sigara içiciliği gibi). •Oldukça ilerlemiş olgularında, sol kalp yetersizliğine sağ kalp yetersizliği de eşlik ediyorsa yüksek sistemik venöz basınç plevral ve interstisyel sıvı toplanmasına sebep olabilir. İntraplevral boşluktaki bu sıvı, transudatif kaynaklıdır, akciğer ekspansiyonunun daha fazla bozulmasına ve ayrıca alveolar kollapsa sebep olabilir. Ek olarak, abdomende de sıvı toplanması (asit) daha seyrek olsa bile oluşunca diyaframı yukarıya doğru iter ve akciğer ekspansiyonunu daha fazla kısıtlar. •Ağır kalp yetersizliği, solunum adalelerinin (interkostal, diyafram) fonksiyonununu olumsuz etkileyerek, temelde oksijen dağıtımını bozar. Oksijen dağıtımı; adale kan akımı ve arteriyel O2’nin ürünüdür, ve herikiside ağır kalp yetersizliği sırasında azalmıştır, ilerlemiş KY’de bunun boyutu; adale yorgunluğunun gelişimine yardımcı olmaktadır (birlikte KOAH da varsa yorgunluk daha da kötüleşir). Pulmoner Kan Akımı •Gittikçe artan ağır KY‘de total kalp debisi düşebilir. Normal kişide ise kalp debisinin düşmesi (kan kaybı ile) pulmoner hipotansiyona sebep olur ve böylece akciğer apekslerinde yetersiz ve hatta eksik perfüzyon meydana gelir. •Sol kalp yetersizliğinde ise pulmoner arteriyel ve venöz basınçlar düşeceğine yükselir. Bu durum, normalde akciğerlerin yukarısına doğru yerçekimine bağlı kan akımının progressif azalmasına karşı koyar ve sağlığa göre daha temkinli ve dengeli pulmoner kan akımı dağılımını sağlar. Fizyolojik avantajı çok 640 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI azdır, çünkü kan akımının normal apeks-bazal gradiyenti, gaz değişimini zor bozar. Kalp debisinin düşmesi akciğer fonksiyonununa etkilerini çoğunlukla başka yollarla gösterir: akciğerlere dönen kanda venöz O2’de düşme. Sol kalp yetersizliği sırasında perivasküler ödem ve sıvı toplasnmasına bağlı interstisyel alanlar azalmış olup, sonuçta etkilenen bölgesel pulmoner damarlardaki kan akımının dağılımı değişir. Özellikle akciğerlerin bazallerinde yerçekimi üstünlüğüne bağlı olası sıvı ekstravazasyonu; bu mekanizma, azalmış kompliyansın sebep olduğu akciğer volumunun kaybında şiddetlenir. Bu değişikliklerin hepsi birlikte, kalp yetersizliğinde kan akımı dağılımının sebep olduğu acaip ve çeşitli hözlem ve bulguları açıklar: Akciğerlerin bazallerinde, yukarı bölgelerine göre daha düşük kan akımı alanı görülür. • Hipoksik pulmoner vazokonstriksiyon fenomeni; azalmış lokal ventilasyon ve alveolar düşük PO2’ye cevap olarak, arteriollerin düz kaslarının vazokonstriksiyonu, ve azalmış lokal kan akımı; kan akımı ve ventilasyon arasındaki dengenin kurulmasını sağlar. Sistemik vazodilatörler (nitro-dilatörler), düşük PO2’li bölgelerdeki kan damarlarını dilate eder. Pulmoner Transvasküler Sıvı Dengesi Sol kalp yetersizliğinin akciğerlerdeki en önemli sonucu mikro-damarlardan alveolar interstisyum, perivasküler bölgeler ve ve sonunda alveolar boşluklar içerisine doğru net sıvı hareketinin artışıdır. Su ve proteinler kapillerlerden peribronşiyal lenfatik sisteme (hilusun merkezine doğru ve geri superiyor vena kavaya) doğru hareket ederler; bu sistemin iletimi yukarıda bahsedilen akciğer bölgelerinin herhangi birisinde sıvı toplanmasını engellemek için yeterlidir. Ancak, SV diyastolik volumlerinin artışı, pulmoner venöz, mikrodamarlar ve pulmoner arter basınçlarında zorunlu yükselmeye sebep olur. • Mikrovasküler basınçlar yaklaşık 20 mmHg olduğunda, transvasküler sıvı akışı lenf drenaj kapasitesinin üstüne çıkmaya başlar ve alveol duvarı, havayolları ve pulmoner arterlerin etrafında interstisyel ödem gelişmeye başlar. Toplanan peribronşiyal sıvı havayollarının kompresyonu ve “wheezing”e sebep olabilir; hava akımının bu türbülansı, “kardiyak astma” olarak tarif edilmektedir. Wheezingin ilave başka mekanizmaları da bulunabilir; venöz konjesyon ve peribronşiyal sıvı toplanması, vagus siniri içerisindeki demiyelinize duyu fibrillerinin stimülasyonu refleks bronokonstriksiyona sebep olabilir ve kardiyak astma sendromunun gelişimine yardım edebilir. • Mikrovasküler basınçlar 25 mmHg üzerine veya daha yukarıya çıkana kadar alveolar epitelyum alve- ol içerisine sıvı iletmez. Bu olay, alveol içerisine sıvı sızdırılmasına sebep olan mikro-damarların yüksek basınçtan direk olarak hasar görmesi ile ilişkilendirilmiştir, sonucu; az sayıda eritrositin bulunmasına bağlı hafifce pembe boyanmış çıkartılı- balgam (“hemoptizi”). • Sol kalp yetersizliği ile birlikte sağ kalp yetersizliği de bulunuyorsa, sistemik venöz basınçlar yükseleceğinden, muhtemelen lenf drenaj engellenmektedir (pulmoner lenfatiklerden vena kava superiyor içerisine doğru lenfatik harekete karşı konulmakta). Dolayısı ile biventriküler yetersizlikte pulmoner sıvı toplanması şiddetlenir. • Yerçekimi kuvvetlerinin etkisi; ödem ayrıcalıklı ve akciğer bölgelerin lokalizasyonuna (bazal, apeks gibi) bağlı olarak toplanır; pulmoner arteriyel ve venöz basınçların herikisininde yükselmesi beklenildiği gibi ödemin daha az uniform dağılımını sağlar. Kalp yetersizliğinin iyi bilinen birkaç radyolojik değişikliğini oluşturur: Yukarı akciğer bölgelerinin kan damarlarının belirginliği, alveolar opasiteler, Kerley çizgileri, bunlar vasküler basınç değişiklikleri ile açıklanmaktadır (SV dolum ve pulmoner uç basınçların sıvı toplanacak düzeye kadar yükselmesi). Klinik bulgu raller, kapalı küçük periferik havayollarının (ödem sıvısı ihtiva eden) her solukta açılması ile açıklanmaktadır. Kalp fonksiyonları ileri derecede bozulanlarda yükselmiş venöz basınçlar (özellikle sağ kalp yetersizliği de eşlik ediyorsa) plevral boşlukta sıvı toplanması meydana getirebilir. • Bu sıvı genellikle transüdatiftir (Starling denklemine göre sıvı dengelerinin eşitlenmesi sonucu), mikrodamarlar ve akciğer dokusunun hasarında ise plevral sıvı eksuda karakterindedir. Pulmoner Gaz Değişimi Ödemli bölgelerde lokal ventilasyon tipik olarak büyük ölçüde azalmıştır (sıklıkla sıfıra kadar). Alveolar interstisyel ödem (lokal kompliyansın azalması) ve peribronşiyal ödem (lokal havayolu direncinin yükselmesi) ventilasyonun dağılımını altüst etmektedir; alveolar taşkın ile ödem sıvısı ventile olmayan bölgeler yaratır (şantlar gibi). Seyrek olmayarak kalp debisinin önemli bir bölümü hala bu ventile olmayan veya kötü ventile olan bölgeleri kanlandırmaya devam eder, bu olay arteriyel PO2’de önemli düşmeye sebep olabilir (“perfüzyon- ventilasyon uyumsuzluğu”). Hiperventile durumun oluşturduğu etkisiz soluma ile (normal gaz değişimini oluşturamayan ventilasyon) arteriyel PCO2 de yükselir; kanda O2 ve CO2 taşınması farklı olduğundan, arteriyel PCO2, PO2 50- 60 mmHg’ye düşse bile yaklaşık 5 mmHg’dan fazla yükselemez. Bu küçük yükselme, çok düşük derecede hiperventilasyon ile kolayca kompanse edilebilir. Bu hiperventilasyonun arteriyel PO2 üzerinde faydalı etkisi çok azdır (PO2 sık- Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı lıkla 60 mmHg’ya yakındır), çünkü fazla solumaya rağmen şantlar ve kötü ventile olan alveoller halen vardır. Arteriyel PCO2 değerinin 30-35 mmg bulunması genellikle net olarak hiperventilasyonu işaret eder. Sol kalp yetersizliğinde hipokseminin ciddiyetine katkısı olan faktör, düşmüş kalp debisidir. Değişik dokuların oksijen tüketimine devam etmesi, düşük kalp debisinin bir başka yüzüdür; arteriyel kanda oksijen ekstraksiyonu yükselmiş, venöz O2 düzeyi ise düşmüştür. Sonuçta, kan taşmış akciğer alveolünü şantla geçer; yansıması; düşmüş venöz O2, daha az etkilenmiş alveolden gelen oksijenlenmiş kan ile karışır. Bu durum daha ktritik sürece yol açar; bu hastalarda değişmiş venöz karışım, düşük kalp debisi ve venöz PO2’si normal olgulara göre daha şiddetli arteriyel hipoksemiye sebep olur. Bu nedenle; arteriyel hipoksemi sadece pulmoner ödemin derecesini yansıtmaz, kalp debisinde her hangi bir düşüşü de gösterir. Pulmoner ödemin yaygınlığı, hipoksik pulmoner vazokonstriktör cevabın süresi, kötü ventile olan, veya ventile olmayan alveolün azalmış kan akımı gibi bireysel faktörler sistemik arteriyel hipokseminin derecesini etkiler. Bunlar gaz değişim defektini azaltsalar dahi hiçbir zaman ödemi kompanse edememektedirler; pulmoner arteriyel basıncın daha fazla yükselmesini zorlayıcı negatif etkileri olmaktadır. Bu yükselme, sadece sağ ventrikül fonksiyonlarını kötüleştiren artmış total pulmoner vasküler dirence bağlıdır. Kalp yetersizliğinin tedavi yaklaşımında nitrogliserin gibi vazodilatörler vasküler basınçları etkin olarak düşürür, daha sonra kalp debisi ve venöz kanda PO2 normal değerlere doğru yükselir. Bu durum venöz karışımının etkisini azaltarak beklendiği gibi arteriyel oksijenizasyonu da düzeltir. Pratikte ise, nitroprussid gibi ilaçlardan sonra arteriyel PO2’de düzelme az olmuş veya hiç olmamıştır. Bunun sebebi; pulmoner dolaşımı dilate eden ilaçlar ilaveten sistemik vasküler basınçları da düşürmektedir. Bu etki tercihli olarak önce en fazla vazokonstriksiyonlu bölgelerde meydana gelir; bu bölgeler kötü ventile veya hiç ventile olmadıklarından en fazla hipoksiktirler, dolayısı ile nitrodilatörden sonra en fazla kanlanma buralarda meydana gelecektir; fraksiyonel şant belirgin artacaktır (ventilasyon-perfüzyon uyumsuzluğu; rölatif artmış perüzyon ve değişmemiş ventilasyon). Yükselmiş venöz PO2’nin faydası, büyük şant fraksiyonunu kapatması; ve arteriyel PO2 ‘nin, öncesine göre ilaç verildikten sonra değişmemesidir. Arteriyel O2 düzeyi değişmese bile kalp debisindeki artışın anlamı; organlara sistemik O2 sunumu artmıştır. Bu artış genellikle faydalı görünmektedir. Sonuç olarak; nitrodilatörlere karşı arteriyel oksijenizasyon cevabının eksikliği bu ilaçların kullanımına engel değildir. 641 Nefes Almanın Kontrolü KY hastalarının çoğunluğu kronik olarak hiperventiledir. Ağır hipoksemi (arteriyel PO2 50-60 mmHg’dan az) bir uyarıcı olabilir, ancak buna ek faktörlerin de rolü vardır. J-reseptörlerinin keşfi; bunların alveol duvarının içinde bulunmaları, PO2’den bağımsız alveol duvarının bükülmesi, konjesyon ve ödem ile tetiklenen vagal demiyelinize fibriller tarafından inerve edilebilmeleri; bunların hiperventilasyonda rol oynadıkları düşündürmektedir. Demiyelinize vagal sinir fibrilleri proksimal (büyük) havayolundaki “hızlıca havayolu adapte-eden” reseptörlerinden çıkmaktadırlar; peribronşiyal sıvı toplanmasını sürekli cevapladığı (devamlı uyarıcı) gösterilmiştir. Bunun sonucu hiperventilasyon ve vazomotor tonus artışı (vazokonstriksiyon ve kardiyak astma sendromunun oluşmasını kolaylaştırabilir). Bu olaylar, uzun dönemde tekbaşına hipokapninin sağladığı inhibisyona rağmen kronik hiperventilasyon ve hipokapniyi desteklediğinden önemli görünmektedir. Akciğerlerin içerisinden birçok değişik yerden kalkan nöronal refleksler ile, kalp yetersizliğinde dispne, wheezing ve hiperventilasyon izah edilmektedir. “Havayolunu hızlı adapte eden reseptörler” ile hafif kalp yetersizliğinde (peribronşiyal ödem ve venöz konjesyona), belirgin alveoler ödem öncesinde erken bunların cevap verdiği düşünülmektedir. J reseptörler basit venöz konjesyonda cevapsız görünmektedir fakat daha ağır KY’de uzun dönemde, ödem alveoler düzeyde belirgin olduğında ventilatör cevabı artırmaktadır. SOL KALP YETERSİZLİĞİNDE PULMONER BELİRTİLER Hastanın semptomlarının kalp veya akciğer hastalığı sonucu meydana geldiğini belirlemek için, öncelikle pulmoner venöz hipertansiyon ve akciğer infeksiyonunun akciğer üzerindeki etkilerini anlamak gerekmektedir. Pulmoner Konjesyonun Patofizyolojisi • Kronik KY’de hastaların vucutları kronik olarak yükselmiş pulmoner kapiller uç basıncına (PKUB) olağanüstü iyi adapte olabilmektedir, nasıl ki daha önce sağlıklı bir kişide, PKUB’nin 25 mm Hg’ya çıkması ile pulmoner ödem gelişebilmektedir. Oysa, SV dolum basıncı (=PKUB) 40 mmHg olan eski bir KKY hastası ambulatuvar olabilmektedir (Şekil 7). • Normal koşullar altında, akciğerlerin apeksinden bazaline doğru pulmoner kan akımı lineer bir artış gösterir. Yükselmiş sol atriyum basıncı pulmoner venöz hipertansiyona ve akciğerlerde daha uniform kan akımı dağılımına sebep olur. Bu yeni kan dağılımı pulmoner kapiller şişmeyi ve artmış kan akımını başarmaktadır. Bu durumda, pulmoner ödem geli- 642 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Kapiller hidrostatik basıncın yükselmesi ile önce bu interstisyel bölümde ödem oluşmaya başlamakta ve kritik gaz değişim bölgelerinden ödem uzaklaştırılır. İnterstisyel bölmede sıvı toplanınca, hidrostatik basınç da yükselir ve onkotik basıncı düşer, herikiside daha fazla sıvı akışına karşı koyar. İnterstisyumda bir defa sıvı meydana gelince, bu sıvı negatif basınç gradiyenti ile interlobular septaya, ondan sonrada peribronkovasküler boşluğa, son olarak hilusa taşınır. Ödem sıvısı plevral boşlukta da toplanır, burasının akciğerdeki tüm sıvı fazlalığının ¼’üne kadarını barındıracak kadar yeri vardır. ŞEKİL 7. İdiyopatik dilate kardiyomiyopati hastası; şikayetleri nefes darlığı, ağırlık artışı ve ölçülen PKUB >40 mmHg: Göğüs radyogramında; pulmoner ödem, kardiyomegali ve üst lob pulmoner venlerin şişmesi sol kalp yetersizliğinin bulunduğunu işaret etmektedir, PKUB: Pulmoner kapiller uç basınç (Chest 2004;125: 669-682). şimi olmadan çok hafif yükselmiş PKUB kompanse edilebilir (sığdırılabilir, pulmoner damar yatağında bu fazlalığa yetecek kadar yer vardır). Daha yüksek dolum basınçlarında, sıvı mikrovasküler bariyerleri geçmeye başlar. Akciğerlerde sıvı değişimi pulmoner ödem lehine gelişir; pulmoner kapiller hidrostatik kuvvetler ve bunun tersi interstisyel onkotik basınçlar arasındaki dengenin bozulmasının ürünüdür (hidrostatik basınç mutlak artar, onkotik basınçsa rölatif düşer). Sağlıkta akciğerler normal olarak kurudur.”Starling kuvvetleri” normal durumlarda sıvı transudasyonu lehinedir. Ancak, pulmoner ödemin oluşmasını önleyen birçok mekanizma vardır (Tablo 1). Yukarıdaki tabloda sunulan “emniyet faktörleri”nin birincisi olan alveolar-kapiller ünitenin kaynağı iki yönlüdür. “İnce” ve “kalın” taraflardan ibarettir (Şekil 8). İnce-taraf alveolar havaboşluğuna yakın olan kapilleri ihtiva etmektedir. Burada kapiller endotelyum ve alveolar epitelyum tabakaları incelmiştir ve bazal membranları kaynaşmış olup, kompleks endotelyal birleşme var olmuştur. Bu bölgenin düşük permeabilitesi, diffuzyon için gerekli olan kısa mesafe ile sağlanmış olup böylece ince-taraf gaz değişimi için daha uygun hale getirilmiştir. Alveolar-kapiller ünitenin kalın-tarafı, jele-benzer protein komponent ile interstisyum ihtiva etmektedir. Sıvı klirensinden sorumlu lenfatik damarlar, interlobular septaların konnektif dokusunda, peribronkovasküler kılıf ve plevrada bulunur. Lenfatik sistemin toplayıcılığı yüksektir, zaman içerisinde akciğerin su klirensini 10 katına çıkaralabilir. Plevral ve interstisyel boşluklar birlikte, fazla akciğer suyu için pompa gibi çalışır. Yeterli miktarda interstisyel sıvı toplandıktan sonra, alveolu sel gibi su basar. Bu bir defa oluşunca, alveolar epitelyum ve distal havayolları, suyu akciğerin gaz-değişim ünitelerinden uzak tutmak ve geriye taşımak için aktif taşımaya başlarlar. Yükselmiş kapiller hidrostatik basınçta alveolar-kapiller ünitelerin bazı veya tüm tabakalarında ventilasyon-perfüzyon ve difüzyon fonksiyonlarında aksama tanımlanmıştır, bu fenomen ”pulmoner kapiller stres yetersizliği” olarak adlandırılmıştır. Elektron mikroskopisinde, kapiller endotelyal tabaka ve daha seyrek güçlü tip-IV kollagen ihtiva eden bazal membranların kırıldığı gösterilmiştir. Tüm tabakalar kesilince (bütünlüğü bozulunca) eritrositlerin alveolar kapiller membranından bir taraftan öbür tarafa geçtiği görülür. TABLO 1. Alveolar ödem toplanmasına karşı koruyucu emniyet faktörleri ve tanımı • Ödeme karşı Alveolar bariyer özelliği: Oldukça düşük alveolar epitelyal bariyer permeabilitesi. Düşük alveolar yüzey gerilimi (sürfaktan). Alveolar epitel hücrelerinin aktif transportu. • Artmış filtrasyon basıncına karşı mikrovasküler bariyer özellikleri: Protein geçirgenliği düşük. Peri-mikrovasküler protein osmotik basıncı ile yıkanması. Plazma protein konsantrasyonu. Dışlanmış interstisyel volum. • Alveolohilar interstisyel basınç gradiyenti • Perimikrovasküler interstisyel kompliyans • Ödem sıvısının koagülasyonu • Sıvı klirensi yolları: Akciğerlerin lenfatik sistemi. Perivasküler konnektif doku ünitelerinin gevşekliği. Kan damarlarına reabsorbsiyon. Mediyastinal drenaj. Plevral boşluk. Ekspektorasyon (Chest 2004;125:669-682) Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı ŞEKİL 8. Normal alveolar-kapiller ünitenin elektron mikroskopisi (insan akciğer örneğinde). Alveolo-kapiller ünitenin ince tarafında (THIN), alveolar epitelyumun bazal laminası ve kapiller endotelyum birbiriyle kaynaşmıştır. Kalın tarafı ise (THICK) alveol epitelyumunu kapiller ebdotelyumdan ayıran interstisyel matriks ihtiva eder. EP: Alveolar epitelyum, EN: Kapiller endotelyum (Chest 2004; 125: 669-682). Pulmoner kapiller stres yetersizliği, yüksek-basınç ve düşük-basınç pulmoner ödem arasındaki farkı bulanıklaştıran süreci gösterir; alveolar-kapiller membran yüksek hidrostatik basınçla kesilince sıvı ve proteinlere daha geçirgen duruma gelir. Bunun sonucunda, geleneksel yüksek basınçlı pulmoner ödemde beklenenden daha yüksek protein konsatrasyonu olan ödem sıvısı teşekkül eder. Bu gözlemler, farklı görünen bozuklukları da açıklayabilir (yüksek-rakım pulmoner ödemi, nörojenik pulmoner ödem ve mitral stenozunda hermoptizi gibi). Uzun süreli kronik KY hastalarında pulmoner ödem gelişmeden, PKUB 40 mmHg olabilir. Pulmoner ödeme karşı savunmanın mekanizmaları yukarıda tarif edilen, patolojik anatomik anlamlı pulmoner vasküler değişiklikler ile tanımlanmıştır. Mitral kapak değişimi sırasında alınan kesitlerin mikroskopik incelemesi alveolar fibrozu göstermiştir, elektron mikroskopunda ise kapiller endotelyal ve alveolar epitelyal bazal membranlarında kalınlaşma görülmüştür. Bu değişikliklerin alveolar-kapiller membranın suya geçirgenliğini azalttığı düşünülmüştür, böylece pulmoner ödem oluşması önlenebilir. Pulmoner arterlerde müsküler tabakanın küçük arteriollerin içine yayılımı ile intimal fibroz ve medial hipertrofi gösterilmiştir (muskularizasyon gibi) göstermektedir. Pulmoner venler anormal kalın duvarlıdır ve lenfatik damarlar ise dilate olup ve nadiren de muskularize olur. Ayrıca, önemli sayıdaki hastada hemosideroz da bulunmuştur (mikrovasküler travma sonucunda olası alveolar-kapiller membrandan geçen eritrosit kalıntılarından oluşmuş). 643 Ciddi mitral darlığının doğal hikayesi, pulmoner vasküler remodelinginin pulmoner venöz hipertansiyonun klinik tablosunu nasıl değiştirebileceğini göstermesi açısından mükemmel bir örnektir. • Hastalığın erken evresi, tekrarlayan pulmoner ödem epizodları ile belirgindir, yıllar geçtikçe pulmoner ödem epizodlarının sıklığı ve şiddeti azalır ve sonuç olarak hastada mitral stenozunun daha sonraki evresinde pulmoner ödem yoktur, bundan ziyade pulmoner hipertansiyon ve sağ kalp yetersizliği klinik tabloda ön plana çıkmıştır. • Uzun süreli mitral stenozuna benzeyen, kronik SV yetersizliğinde pulmoner hipertansiyon gelişebilir. Heriki durumda da transpulmoner gradiyent (ortalama PAB-ortalama PKUB) yükselmiş ve pulmoner vasküler direnç ile ilişkilendirilmiştir. Pulmoner vasküler direncin yükselmesi anormal vasküler tonusun ve yapısal remodelingin değişen katkılarını yansıtır, önceki faktör tipik olarak reversibldır, sonraki ise değildir. Pulmoner vasküler direncinin reversibilitesi muhtemelen henüz oluşmamış anlamlı vasküler remodelingi işaret etmektedir, hangi faktörler vasküler reaktiviteye neden olur ve neden bazı hastalarda daha az geri-dönüşümlü pulmoner hipertansiyon gelişir. Bu iyi anlaşılamamıştır. KKY’de, PVR’si 480640 dyne. cm-5 aşan hastalarda kalp transplantasyonundan sonra post-operatif sağ kalp yetersizliği riski artmıştır. PVR farmakolojik olarak düşürüldüğünde (iv nitroprussid) bu riskin azalacağı düşünülmüştür. Geriye dünüşümlülük anlamlı vasküler remodelingin oluşmadığını gösterir. KKY komplikasyonları ve ayırıcı tanısında yüksek pulmoner venöz tromboembolizmi riskini de akla getirdiğinden; az geri-dönüşümlü pulmoner hipertansiyon” hastalarında bu faktörün ekarte edilmesi uygun olacaktır. Kalp Hastalığında Akciğer Fonksiyonu Sağlıklı kişilerde diürez sonucunda akciğer volumu ve akımları artmaktadır, bu bulgu, sağlıklı olmasına rağmen pulmoner fonksiyonun akciğer su muhtevasından etkilendiğini işaret etmektedir. Kronik KY ve akut pulmoner ödem hastalarında, akciğerin mekanik ve gazdeğişim anormallikleri tarif edilmiştir (Tablo 2). Ventilatuar anormallikler: Total akciğer kapasitesi (TAK) ve FVC’nin herikiside asemptomatik olarak azalmakta, ancak kompliyan değişmemektedir. Volum yüklenmesi havayolu obstrüksiyonunu provoke etmekte ve alveolar-kapiller membran geçirgenliğini azaltmaktadır (Dekomnpanse KKY’de obstrüktif ventilatuar disfonksiyona benzer değişiklikler). Pulmoner ödemin iyileşmesi FVC, FEV1, TAK’ın düzelmesi ile birliktedir. Mitral darlığı ağırlıkta olan mitral kapak hastalığın- 644 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 2. Pulmoner venöz hipertansiyonun pulmoner komplikasyonları • Pulmoner fonksiyon anormallikleri: Azalmış akciğer volumu. Özellikle akut pulmoner ödemde havayolu obstrüksiyonu. Hava-yakalanması (trapping). Azalmış akciğer kompliyansı. Arteriyel hipoksemi. Azalmış diffüzyon kapasitesi (uzun-süren KKY’de irreversibl olabilir). • Solunum bozukluğu: CSR-CSA (cheyne-stokes solunumu ile santral uyku apnesi). OSA (obstrüktif uyku apnesi). • Periferik ve solunum adalelerinde miyopati. • Olağan olmayan manifestasyonlar: Hemoptizi. Pulmoner hemoraji. Hemosideroz. Ossifik nodüller. Mediastenal lenfadenopati. (Chest 2004;125:669-682) da rezidüel volum artmış ve FVC, FEV1 ve akciğerlerin karbondioksit diffüzyon kapasitesi (KMODK) düşmüştür, bu parametreler kapak hastalığının ciddiyeti ile korelasyon göstermektedir. Havayolu direncinin yükselmesi sıktır, anlamlı hava akımı obstrüksiyonu seyrektir. TAK, hastalığının geç evresine kadar genellikle korunmuştur. Akciğerin basınç-volum eğrisi, büyük akciğer volumunlarında esneklik/geri-çekilmenin (recoil; daha az kompliyans) arttığını göstermez, fakat düşük volumlarda geri çekilme (esnekliği) azalmıştır. • Genellikle Nonalvular KKY’de, obstrüksiyon seyrek olduğundan, sıklıkla restriktif ventilatuar defekt sergilenir (Şekil 9). TAK’ın düşüşü, kardiyo-pulmoner egzersiz testi ile değerlendirilen kalp hastalığı ciddiyeti ile orantılıdır. Mitral stenozundaki gibi, bu anormallikler kardiyak patolojinin düzeltilmesi ile düzelebilir (kapak replasmanı veya medikal tedavi, transplantasyon ile). Ultrafiltrasyon, stabil kronik kalp yetersizliği hastalarının FVC, FEV1 ve egzersiz performansında düzelmeye sebep olur. Kalp transplantasyonu sonucunda ise cerrahiden 3 ay sonra pulmoner fonksiyon düzelmektedir, normal akciğer volumları ve akımları posttransplant ancak 1 yılda sağlanır. • İlginç not: Göğüs radyografisinde değerlendirilen kalp büyüklüğünde küçülme ile FVC %70’e kadar düzelir ve basitce, büyümüş kalp tarafından itilerek ve sıkıştırılarak yeri değiştirilmiş akciğer, KKY’de restiktif anormalliğin sebebinin önemli bir bölümünü gösterir anlamı; büyümüş kalp KKY’de restriktif akciğer anormalliklerinin önemli bölümünün sebebidir (dengeli ventilatuar eksiklikler interstisyel ödem, plevral efüzyon, vasküler dolgunluk ve solunum adalelerinin yorgunluğu sonucunda olabilir). Karbon monoksit diffüzyon kapasitesi (KMODK): Akciğerlerin Gaz transferinine direnç KMODK ile ters dönmüştür. KMODK’nin hesaplaması ve parametreleri aşağıda formülde sunulmuştur. 1/KMODK = 1/DM + 1/θVC KMODK: Akciğerin karbon monoksit difüzyon kapasitesi DM: Membran geçirgenliği θVC: hemoglobin ve kapiller kan volumu ile gaz reaksiyon hızı. ŞEKİL 9. Öksürük şikayeti olan hastada; (Solda): İnce baziler interstisyel anormallikler ile normal kardiyo-torasik oran (Mitral darlığında SV genişlememiş). Sol alt lobta Kerley -B çizgileri var. Sol üst ve sağ alt lobların venlerinin şişmesi KKY teşhisini işaret etmektedir. (Sağda): Yüksek çözünürlü CT incelemede pulmoner ödem (interlobuler septada kalınlaşma) ve mediastenal lenadenopati. Pulmoner fonksiyon testlerinde restriktif defekt var. Hasta örneğindeki kronik öksürük, interstisyel anormallik, mediyastinal lenfadenopati ve restriktif ventilatuar defekt KKY tedavisi ile çözülmüştür (Chest 2004;125: 669-682). Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı KMODK düşmesi kapiler kan volumu ve hemoglobinin azalmasından veya alveolar-kapiller membranın diffuzyona direncinin artmasından meydana gelmektedir. KKY’de artmış kapiller kan volumu ve bu yüzden 0VC’ye bağlı olarak KMODK’nin artması beklenmektedir. Kronik ağır KY hastalarında KMODK ile pulmoner kapiller basınç pozitif korelasyon göstermektedir. KMODK, sıklıkla düşmüştür, bu düşüşün sebebi azalmş membran geçirgenliğidir. Azalmış membran geçirgenliğinde, sıvı ve fibroz birikmesinden dolayı alveolar-kapiller bariyerde kalınlaşma bulunabilir. Bu bariyerin remodellingi kronik KY’de azalmış pulmoner mikrovasküler permeabiliteyi ima eden kanıtları indirek desteklemektedir. Kronik pulmoner venöz hipertansiyonda bu süreç pulmoner ödeme karşı bir defans mekanizması olabilir. Kronik ağır KY’de azalmış membran geçirgenliği tam olarak geri-dönüşlü değildir. KMODK’nin değişmemesi artmış pulmoner kapiller kan volumunu yansıtır, bu artmış memran geçirgenliği ile yeteri kadar kompanse edilememektedir. • Kronik KKY, olası pulmoner kapiller yetersizlik ve sonradan gelişen remodelling sonuçta alveolar- kapiller membranda geri-dönüşsüz değişikliklere sebep olmaktadır. Bu süreç bir müddet pulmoner ödeme karşı savunma oluşturabilir, ayrıca egzersiz intoleransına katkı da sağlayabilir. Uykuda solunum bozukluğu ve KKY arasında önemli ilişkiler gösterilmiştir. Gerek obstrüktif solunum apnesi (OSA), gerekse daha sık görülen Cheyne-Stokes solunumu ile santral uyku dispnesi (CSS-SUD) kronik KKY hastalarının birçoğunda gözlenmektedir (bakınız Bölüm 3.3). • OSA’nın risk faktörleri: Erkeklerde vucut kilo indeksi OSA ile ilişkilendirilmiştir. Kadınlarda ise yaş yükseldikçe OSA riski artmıştır. • OSA KKY’nin bağımsız risk faktörü bulunmuştur. Kardiyovasküler sistemde gerilime sebep olabilen OSA mekanizmaları: (1) üst solunum yolu obstrüksiyonuna cevap olarak gelişen anlamlı negatif intratorasik basınç SV afterloadunu yükseltmekte, preloadu düşürmektedir. (2) OSA sonucunda intermitan hipoksi, yükselmiş SSS aktivitesi, sistemik kan basıncında noktürnal artış, ve muhtemelen hipertansiyon gelişmesi. CPAP ile tedavi, sadece obstrüktif havayolu olaylarını azaltmakla kalmayıp, SV preloadunu da düşürmektedir (Bölüm 2.2). CSS-SUD, kresendo/dekreşendo ventilasyon ile takip edilen tekrarlayan santral apne siklusu ile karakterizedir. Bu bozukluk, apneye sebep olacak düzeylerde arteriyel PCO2’de oynamalara sebep olan instabil so- 645 lunum kontrolunu gösterir. Hiperventilasyon PCO2’yi apne eşiğinin altına düşürdüğü zaman, soluma hareketi (soluk, nefes) azaltır. Soluma için uyanıklık olmadan, apne meydana gelebilir. Meydana getirdiği sonuçlar; yeni yükselmiş PCO2, bu düzey uyanıklık için yersizdir (uygun değil). Bunun sonucu hiperventilasyondur. Hiperventilasyonu olan KKY hastalarında, yükselmiş interstisyel basıncın pulmoner J-reseptörlerini uyardığı bulunmuştur. Buna göre KY ile CSS-SUD bulunanlarda, bulunmayanlara göre SV volumları daha büyüktür. Ayrıca PKUB ile hem hipokapni, hemde santral apne sıklığı ve ciddiyeti arasında korelasyon gösterilmiştir. KKY hastalarında CSS-SUD bulunması kötü prognozu işaret göstermektedir. CPAP ile tedavi, CSS-SUD’yi iyileştirebilmekte ve KKY’nin tüm diğer sonuçları ve kalp fonksiyonları da düzelmektedir. CPAP, uyanık kronik KKY hastalarına uygulandığında SV afterloadunu düşürmektedir. Apne ve hipopnelerin azaldığı gösterilmiştir. Sempato-nöral aktivitenin düşmüş, EF’nin yükselmiş ve dolaşım zamanı ve NYHA fonksiyonel sınıfı ve kardiyovasküler prognoz düzelmiştir (bakınız, Bölümler 2.2, 3.3). Kalp Hastalığının Pulmoner Semptomları Wheezing: Pulmoner ödem tablosunda havayolu obstrüksiyonunun gelişmesi uzun süreden beri bilinmektedir. • Ancak bu olaydan sorumlu mekanizmalar net değildir. Pulmoner veya bronşiyal vasküler basınçta yükselme refleks olası bronkokonstriksiyona sebep olmaktadır. Havayolu daralmasının diğer muhtemel mekanizmaları; azalmış akciğer volumuna bağlı havayolu büyüklüğünün azalması, intraluminal ödem sıvısı ve bronşiyal mukozanın şişmesi sonucunda havayolu obstrüksiyonu gelişmesi. Tüm bunların dışında, SV disfonksiyonu ve özellikle mitral kapak hastalığında metakoline (parasempatik uyarıya) artmış bronşiyal cevap (?). Ortopne: KKY’li kişilerde, sırtüstü yatar pozisyonun 5 dakikası içerisinde havayolu direncinde artışa sebep olduğu zannedilmektedir; nefes almaya karşı büyük bir direnç yükü meydana getirilir. Ayrıca, sırtüstü yatarken fonksiyonel rezidüel kapasitede (FRK) 500 mL azalma da olur. FRK KKY hastalarında düşer. Dik duran KKY hastalarında FRK genellikle normaldir, çünkü ek olarak 500 mL veya daha fazla kanı göğüs kafesi içerisinde kalp ve kan damarlarında sığdırabilir, sırtüstü yatar pozisyonda ise zannedilen, normal pozisyona göre 1 litre daha fazla kan göğüs duvarından dışarı doğru çıkarılabilir (yeri değiştirilebilir). Göğüs duvarının kan volumunun bu yer değiştirmesi, diğer katkısı olan faktörler ile dispne meydana getirebilmektedir. Akut Pulmoner Ödemde Dispne: Vasküler dolgunluk kardiyak büyüme (kardiyomegali) fazladan 500 mL kanın toraks içerisinde olmasına sebep olabilir ve göğüs 646 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI duvarını geçmiş olağan pozisyonuna göre genişletir. Bu, göğüs duvarındaki pozisyon algılayıcılarının aktivasyonuna sebep olabilir, böylece denefes almanın elastik işi artmaktadır. Pulmoner kompliyansın azalması da benzer şekilde elastik yükü etkilemektedir; direnç yükü olarak da denilen artmış havayolu direnci. Beyindeki nöral çıktı ile dezavantajlı solunum adalelerinin meydana getirdiği işin sonuçları arasındaki fark dispneye sebep olabilir. Ayni zamanda solunum adalerlerin çok çalışması sonucu artmış oksijen talebi ve düşmüş kalp debisi ve arteriyel hipoksemiye bağlı olarak bunlara oksijen sunumu bozulabilir, artmış isteği karşılayamaz. Son olarak, vasküler şişme ve interstisyel ödem direk olarak sinir uçlarını uyarmakta ve sonuçta dispne meydana gelmektedir. Egzersiz intoleransı: KY hastaları iyi kompanse olsalar dahi dipne ve bitkinlik şikayetleri sıktır. Hangi sebepten olursa olsun kalp hastasında, düşmüş oksijen alım zirvesi olarak yansıyan egzersiz kapasitesi azalmıştır. Kronik KY’de ayrıca ventilasyonla yükselmiş karbondioksit oluşuma oranı ile de ilişkilendirilmiştir. VE/ VCO2: karbondioksitin ventilatuvar karşılığıdır. Yükselmiş VE/VCO2’ye katkısı olan birçok olası faktör bulunmaktadır; egzersiz sırasında metabolik asidozun erken başlaması, ventilasyon için PCO2 - ayarlama noktasının düşmesi ve kötü pulmoner perfüzyona bağlı orantısız büyük ölü boşluk (işe yaramayan ventilasyon gibi). • KKY hastalarında egzersiz intoleransına katkısı olan diğer anormallikler. Pulmoner konjesyon akciğer kompliyansını azaltmakta, solunum işini artırmaktadır. Gaz değişimi anormalliğinin klinik önemi kısıtlıdır (egzersizle anlamlı arteriyel oksijen desatürasyonu KKY hastalarında seyrektir). Fakat, DM (membran iletkenliği) maksimum oksijen alımı ile korelasyon gösterir, pulmoner vasküler rezistansla ters ilişkilendirilmiştir. • ACEİ’ler, KMODK’yi düzeltmiş ve egzersiz ölü boşluk fraksiyonu ve VE/VCO2’yi azaltmıştır (pulmoner diffüzyon ve ventilasyon-perfüzyon ilişkilerini düzelterek). • Birlikte Aspirin alınması bu etkiyi ortadan kaldırmıştır (bu etki; prostoglandinlerin pulmoner kan akımı regülasyonundaki rolünü işaret etmektedir). KKY hastalarında, egzersiz intoleransına katkısı olan, periferik ve solunum adalelerinin de birçok fizyolojik, histolojik ve metabolik anormallikleri tarif edilmiştir. Kondisyonsuzluk, tekbaşına olmasa da bu anormalliklere katkısı olabilir. Fizyopatolojiside sorumlu güncel teori: Kronik KKY’de düşük -perfüzyona bağlı çeşitli sitokin aktivasyonunun etkileri. ŞEKİL X. Ödemli akciğer dokusunun dektron mikroskopisi: Alvolar hava boşlukları (ALV), alveol duvarı kapillerleri (CAP), ve interstisyel ödem (E) görülmektedir. Ödem alveolar epidelden kapiller endotelyumunun ayrılması ile görülebilir (Wilson PA. Heart Failure. Churchill Livingstone. 1997, p. 251). Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı 647 KALP HASTALIĞININ PULMONER MANİFESTASYONLARI Karakteristik olarak, özellikle mitral stenozunda olağan olmayan pulmonmer manifestasyonlar tanımlanmıştır. • Hemosideroz, mikrovasküler hemorajilere bağlı olup, radyografikde 1-5 mm büyüklüğünde, genellikle alt loblarda küçük nodüller olarak görünmektedir. • Ossifik noduller alveol içerisinde oluşmuş kemik dokusu ihtiva etmektedir. Ossifik nodullerin düzensiz şekil ve büyüklükleri iyileşmiş tüberkülozunkilerden ayırtedilmesine yardımcı olmaktadır. Artmış interstisyel işaretler kronik pumoner venöz hipertansiyon ve hemosideroza bağlı pulmoner fibrozu göstermektedir. Hemoptizi ve/veya pulmoner hemoraji seyrek görülebilir, genellikle mitral mitral kapak hastalarında sıktır (Şekil 10, 11). Kanama, pulmoner mikrodolaşımdan veya şişmiş submukozal bronşiyal venlerden kaynaklanmaktadır. Kanama, pulmomer venöz hipertansiyonun etkili tedavisi ile (medikal veya cerrahi) tipik olarak iyileşmektedir. ŞEKİL 11. Atriyal fibrilasyon nedeni ile warfarin tedavisi almakta olan hasta örneğinde; kahverengi balgam çıkartılı öksürük hikayesi, yakında geçirilmiş nefes darlığı ve hemoptizi. Yüksek çözünürlü CT (üstte) diffüz septal çizgiler ve Lobular duvar kalınlaşması ile hemosideroz ve amiloidoz hastalığına benzer yabancı madde depolanması. Ancak, ekokardiyografide mitral stenozu görülmüştür. Altta: Akciğer biyopsisinde kronik alveolar hemoraji ve vaskülit kanıtı olmayan kronik alveolar hemoraji ve pulmoner hipertansiyon görülmekte (Chest 2004;125: 669-682). Sol Kalp Yetersizliğinin Tanısal Zorlukları ŞEKİL 10. Hemoptizi şikayeti olan hasta örneğinde (Mitral regürjitasyonu) göğüs radyografisi; kardiyomegali ve hafif pulmoner ödem. Sol atriyum genişlemiş ve sağ kostofrenik sinüste Kerley –B çizgileri, heriki akciğerin üst loblarında havalanmanın bazal loblara kıyasla daha iyi olduğu KKY’ye bağlı akciğer konjesyonunun tipik özelliğidir. MR ve KKY’nin uygun tedavisi ile semptomlar gerilemiştir (Chest 2004;125: 669- 682). Nefes darlığı bulunan hastalarda, sıklıkla kalp hastalığının akciğer hastalığından ayırtedilmesi gerekmektedir. Dispnenin ilk klinik değerlendirmesi kesin tanıyı değildir. Fizik muayene kronik KY’de duyarlı olmayabilir; özellikle PKUB yükselmiş hastalarda pulmoner ödem ve raller sıklıkla yoktur. Pulmoner ve kalp hastalığının ikisinin birlikte olduğu hastalarda tanısal belirsizlik fazladır. Pulmoner amfizemli hastalarda raller duyulamayabilir. Tablo 3‘de pulmoner ödem teşhisinde göğüs radyografisinin kısıtlamaları sunulmuştur (Şekil 7, 12) (Bölüm 2.1). Birlikte olan akciğer hastalığı yanlış akciğer ödemi teşhisine sebep olan veya onu gizleyen ekstra gölgeler meydan getirebilir. Amfizemde, ilgili hastalığa bağlı vasküler yatağın harabiyetinden dolayı pulmoner ödemin radyografik görüntüsü atipik olabilir. 648 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 3. Sol kalp yetersizliğinin radyografik teşhisinin kısıtlamaları Birlikte akciğer hastalığı bulunması: Akciğerlerdeki gölgeler pulmoner ödemi gizleyebilir veya taklit edebilir. Vasküler yeniden-dağılım kalp hastalığından ziyade akciğer hastalığında olabilir. Pulmoner ödem paterni altta yatan akciğer hastalığına bağlı atipiktir (damar yok = ödem yok). Pulmoner venöz hipertansiyon: (i) Akut: İnterstisyel ödem az belirgindir. (ii) Subakut-kronik: Pulmoner ödemin tipik bulgularının bulunması daha olasıdır. (iii) Kronik ve birlikte vasküler remodelling ile: Pulmoner ödemin daha az görülen bulgusudur. • Olağan koşullarda (ateş, unilateral efüzyon veya iki tarafta büyüklük farkı gösteren efüzyonda) torakosentez yapılması kuraldır. • Torakosentez yapılan KKY hastalarının %20’sinde hastaların diüretik almalarına rağmen eksudatif efüzyon saptanmıştır. Bu olgularda, ölçülen plevral sıvı/serum albumin gradiyentinin >1.2 g/dL bulunması sıvının muhtemelen KKY’den olduğunu göstermektedir. Diüretik tedavi ile transuda karakterindeki plevral efüzyonun eksuda efüzyona dönüştüğü gösterilmiştir. Ventriküler gerilime veya yüklenmeye bağlı olarak meydana gelen B-tip natriüretik peptidin ölçümü KKY teşhisinde umut verici çalışmalardır; acil servise akut dispne ile gelen hastalarda yükselmiş B-tip NP düzeyinin tanısal doğruluğu %80-90 bulunmuştur. KKY teşhi- (Chest 2004;125: 669-682) Pulmoner ödem göğüs radyografisinde hastalığın temposuna bağımlı değişken olabilir. Geçmişte sağlıklı kişide masif volum yüklenmesi veya miyokard infarktüsüne bağlı akut pulmoner ödem muhtemelen medullar dağılım gösteren yoğun alveolar infiltrasyonlar sergilemektedir. Subakut veya kronik venöz hipertansiyonun damgası plevral efüzyonlar olmayabilir. Diğer taraftan uzun süreli yüksek PKUB’de çok az pulmoner ödem bulgusu görülebilir. Kronik yüksek basınca maruz kalan kan damarları ve alveolar-kapiller membranların anlamlı remodelingine bağlı bu değişiklikler, sadece akciğerleri pulmoner ödemden korumakla kalmayıp göğüs radyografisinin, santral hemodinamiklerin veya kalp fonksiyonunun güvenilir olmayan bir kriteri olmasına sebep olabilir. Seçilmiş hastalarda, parenkimal akciğer hastalığından ayırıcı tanısı için yüksek-çözünürlüklü CT tarama KKY teşhisini destekleyerek katkı sağlayabilir. • Karakteristik CT bulguları: Septal kalınlaşma, buzlucam opasitesi, peribronkovasküler interstisyel kalınlaşma, plevral efüzyonlar ve kardiyomegali. • Sırtüstü ve yüzükoyun yatar pozisyonların (bakışların) mukayese edilmesi de teşhise yardımcı olabilir. İnterstisyel akciğer hastalığının aksine, pulmoner ödem ile ilişkilendirilmiş baziler infiltratlar yüzüstü yatar pozisyonda düzelebilir. Ekokardiyografinin de KKY teşhisinin kısıtlamaları vardır. KKY hastalarının yaklaşık yarısında diyastolik KY saptanmıştır; bu durumun teşhisinin tutarlı bir standart ve kriterleri yoktur (bakınız, Bölümler 1.5, 1.9). Bilinen veya şüphelenilen KKY’de plevral efüzyonun değerlendirilmesi problemlidir. KKY saptanmış hastaların çoğunda uygun olmasına rağmen torakosentez yapılmamaktadır. ŞEKİL 12. Atipik pulmoner ödem. (Üst): Asimetrik pulmoner ödem: Hipertansiyon ve MR ile solunum yetersizliğindeki hastada akut pulmoner ödem. Göğüs radyografisi; ağırlıklı olarak periferden ayrılan (özellikle sağda) medullar dağılımlı alveolar pulmoner ödem göstermektedir. Diürez ile parenkimal infiltrat çözülmüştür. (Alt): Koroner arter hastalığı ve progressif dispne şikayeti olan 60 yaşındaki erkek hastada “Lekeli” (Patchy) pulmoner ödem. Göğüs radyogramında özellikle sağda periferden ayrılan ağırlıklı olarak alveolar ödemin medullar dağılım görülmektedir. Ekokardiyografide hastanın SV fonksiyonu ileri derecede bozulmuş (SVEF <%30) bulunmuştur (Chest 2004;125: 669-682). Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı sinde negatif doğruluk değeri ise B-tip NP<50 pg/mL olanlarda %96 kadar yüksektir (Bölüm 1.3, 2.1). Önemli olarak; yükselmiş B-tip NP düzeyi sadece sistolik disfonksiyonu olan hastalarda bulunmaz, ekokardiyografide diastolik ekokardiyografik anormallikleri olanlarda da saptanmıştır; bu bulgular, normal sistolik fonksiyonu olan diastolik KY hastalarında bu taramanın önemini işaret etmektedir. Yükselmiş B-tip NP düzeyi kronik sol KY hastalarında ve akut koroner sendrom hastalarında kötü prognozu öngörmektedir. • Kısacası; bu ölçümün en büyük değeri, acil durumlarda KKY teşhisinin hızla ekarte edilmesine yardımcı olmasıdır. • ESC-2008, KY kılavuzuna göre: KY’nin teşhis de kronik KY tesbit edilen hastaların tedavisinde plazma natriüretik konsantrasyonu faydalı bir biyomarkerdir. Optimal tedaviye rağmen yüksek natriüretik peptid düzeyleri kötü prognozu işaret eder. BNP ve pro-BBNP ölçülmesi KY teşhis ve tedavisinde teşhis aracı olarak kullanılmalıdır. • Klinik FM, EKG göğüs radyogramı ekokardiyografiye eklenen BNP veya pro-BNP algoritmasına göre: BNP/pro-BNP: <100/<400 pg/mL: Kronik KY olası değildir. 100-400/400-2000 pg/mL: Şüpheli teşhis. >400/>2000 pg/mL: Kronik KY olası. Pulmoner Ödemin Teşhis Edilememe Olasılıkları (1) Sıklıkla, hasta hikayesinde kalbe ait anormaliğinin olmaması ve sadece hafif şikayetlerin (öksürük, egzersiz dispnesi, bitkinlik, açıklanamayan, ağırlık artışı ve seyrek olmayan anoreksi ile zayıflama gibi) bulunması. (2) Sol kalp yetersizliğinin manifestasyonlarının çoğunun akciğer tutulumu sonucunda gelişmesi. Göğüs radyografisinde KY’yi taklit eden pulmoner hastalıklar aşağıdaki tabloda özetlenmiştir: KKY’nin Taklit Ettiği Pulmoner Durumlar a. b. c. d. e. Primer ve metastatik neoplazm Diffuz pulmoner infiltrat Plevral efüzyon İnfeksiyöz süreçler Obstrüktif pulmoner hastalık Yükselmiş pulmoner venöz basınç sol kalp yetersizliğinin ”olmazsa olmazıdır” SV yetersizliğine bağlı sol ventrikülün tam boşalamaması ile oluşan diyastolik yüklenme sonucunda SV veya heriki ventrikülde hipertrofi ve dilatasyon meydana gelmektedir. SV diyastolik basıncının artışı ile yetersiz boşluğun 649 arkasındaki venöz sistemdeki basınç yükselmekte ve pulmoner dolaşımda kan birikmektedir. Hidrostatik basınç, plazma proteinlerinin onkotik basıncını aşınca (yaklaşık 20-25 mmHg’ya yükselince) pulmoner kapillerlerden interstisyel boşluğa sıvı sızmaktadır. Pulmoner venöz hipertansiyon ve kalp yetersizliğinin en son sonucu pulmoner ödem ve alveolar ödemdir. Sonraki olayın kliniği tipik olduğundan teşhis edilmesinde problem yoktur, sıklıkla tipik klinik bulgular ile birlikte olup, bunlar akut kötüleşen hastalardır. Hidrostatik basıncın tedricen artışı sonucunda, daha fazla interstisyel infiltrasyon ve alveolar sıvı taşmasını önlemek için, en azından transudasyon artana kadar artmış lenfatik drenaj sistemi tarafından kompanse edilmektedir. Ayrıca kronik venöz hipertansiyon intraalveolar boşluğa ödem sıvısının geçmesini inhibe eden fibrin teşekkülünü teşvik etmektedir. • Kompanse edilebilir ölçülerde artmış end-diyastolik gerilme, sinüs taşikardisi, ventrikül duvarının progressif hipertrofisi ve artmış adrenerjik uyarı birleşerek kronik SV yetersizliği ve yeterli kalp debisi arasındaki kronik dengeyi meydana getirmektedir. Bu sürecin sekel, yükselmiş pulmoner venöz hipertansiyon ve interstisyel ödeme bağlı düşük akciğer kompliyansına sekonder gelişen dispnedir. • İnterstisyel ödemde anormal oskültatuar bulgular bulunmaz; raller yoktur. Radyolojik bulgular ise ödemin süresi, lokalizasyonu ve dağılımına bağlıdır. Pulmoner ödemin dağılımı aşağıdaki tabloda sunulmuştur: Pulmoner Ödemin Anatomik Dağılımı 1. Pre-ödem (vasküler konjesyon): Üst taraftaki pulmoner venlerin şişmesi Üst taraf pulmoner arter çaplarının artması 2. Ödem: İnterstisyel Perivasküler Septal Alveolar (parenkimal) (Chest 1970; 58: 28-36) • İnterstisyel ödem perivasküler ve septal olmak üzere alt sınıflara ayrılmaktadır. Perivasküler ödem perihiler bölgede daha belirgindir, damarlar daha sisli ve belirsiz hale gelmiştir, bu damarlar kenarlarda görüldüğünde daha net ve belirgindir. Akciğerlerin periferine doğru uzaklaştıkça giden lineer çizgiler daha kalın ve yoğundur. Diffuz olarak değişik sebeplere bağlı pulmoner infiltratlara benzeyebilirler. 650 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI ŞEKİL 13. KOAH’ı taklit eden konjestif KY. 71 yaşındaki hasta amfizem olarak tedavi edilmekte; giderek kötüleşen dispne, öksürük, wheezing epizodları. Bilateral raller atriyal gallop, uzamış ekspiryum bulguları vardı. İki yıldır akciğer radyogramında, Amfizeme uyan hiperinflasyon ile heriki bazalde fibroz. (A): İnterstisyel ödeme uyan diffuz bilateral infiltrat. Kardiyo-torasik oran: %48. (B): Sağ bazalde gösterilen Kerley B- çizgileri (Chest 1970;58: 28-36). • Septal ödem pulmoner venlerin dağılım planı boyunca gelişmektedir. Arterlerden farklı interlobular septadan kaynaklanmaktadır. Pulmoner lenfatikler de venlere paralel olarak interlobular septayı meydana getirir. Lenfatik damarlardaki sıvının artışı ve bunların şişmesi artmış akciğer kompliyansına ilave göğüs radyografisindeki radyo-densiteyi daha fazla artırır. Kerley çizgilerinin görülmesi septal ödemin manifestasyonudur (Şekil 13). • Kerley B-çizgileri: 2-3 cm boyunda, plevral yüzeye dikey düz çizgilerdir ve en iyi alt akciğer alanlarında görülmektedirler (Şekil 10). Septal kalınlaşma sonucunda oluşurlar (bilinen lenfatik şişmenin aksine). Uzun süreli pasif konjesyonun zayıf bir karakteristiğidir, genellikle KKY veya mitral stenozununda bulunan kanıtdır. Lenfanjitis karsinomatozada ve seyrek olarak akciğer fibrozunda bulunabilir. • Kerley A ve C çizgileri: Septal ödemin nonspesifik manifestasyonlarıdır. A. çizgisi, hilustan uzanan ince ve uzun çizgidir. Düz açılı veya hafifce kavisli olabilir ve üst akciğer alanlarında görülmektedir. C. çizgileri, birbirine dolanan ve akciğerlerin her tarafında retiküler görünüş oluşturan ince ve zarif çizgilerdir. • Pulmoner ödemin dağılımı asimetrik olabilir, asimetrinin sebebi bilinmemektedir (Şekil 14). Olası sebepleri; pulmoner ödem ağırlıklı olarak bir taraftadır, anormal vasküler dağılım anomalisi ve lokal amfizematöz değişiklikler, önceden varolan pulmoner hastalıklardır. Plevral efüzyon sol kalp yetersizliği hastaların yaklaşık yarısında görülmekte, sağ kalp yetersizliğinde de oluşmaktadır. • Konjestif kalp yetersizliğindeki hidrotoraks çoğunlukta sağ tarafta oluşur diye yanlış bir kanı vardır. Sadece bir tarafta plevral efüzyon gelişenlerde lokalizasyonun yeri heriki tarafta (sol veya sağ) eşit bulunmuştur. ŞEKİL 14. Diffüz fibroz: Hasta 74 yaşında erkek hasta, sarkoidoz, diffüz interstisyel pnömonitis veya infeksiyöz hastalık düşünülerek değerlendirilmiştir. Başlangıçta düşünülen konjestif KY teşhisi için tipik semptomlarının olmaması ve hikayesinde zayıflama bulunması ile göğüs radyogram bulguları ile KKY teşhisi reddedilen hastada: Diffuz asimetrik infiltrat, akciğerlerin üst 2/3’ünde daha belirgin, heriki hilus belirgin olarak şişmiş. Kardiyo-torasik oran: %50. Hasta taşikardi epizodundan dolayı iki yıldır dijital almakta. Pulmoner fonksiyon testleri anormaldir (KOAH’ı taklit etmekte), akciğer biyopsisi düşünülmüştür fakat yerine KKY tedavi stratejisi verilmiş ve radyogramdaki infiltratlar tamamen çözülmüş, hasta 8 kilo daha kaybetmiştir (Chest 1970;58: 28-36). Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı 651 ŞEKİL 15. Neoplazm: Hasta 62 yaşındaki hastada öksürük eforla ve paroksismal gece dispnesi hikayesi (A) ve (B) sağ orta akciğer alanında minor fissürde “psödotümör” (oklar). Konjestif kalp yetersizliğinin diğer bulguları belirgin değildir. Psödotümör diüretik tedavi ile kaybolmuştur (Chest 1970;58: 28-36). • ”İdiyopatik efüzyon”, hem konjestif KY’nin hem de pulmoner hastalığın yegane bulunan özelliğidir. • Konjestif KY’ye bağlı lokalize olmuş interlober plevral efüzyon; “fantom tümör, psödo-tümör veya kaybolan tümör” olarakta bilinmektedir. Sıklıkla primer ve sekonder neoplazmlar ile karıştırılmaktadır. Lateral göğüs radyografisi bu fenomenin ayırtedilmesine yardımcı olmaktadır; major veya minör fissürlerin herikisinde de lokalize olduğundan genellikle sınırları iyi görülen (belirgin) homojen yoğunluk. Büyük bölümü horizontal fissürde bulunmuştur (Şekil 15). • Belirgin sağ hilus, sol kalp yetersizliğinin tek manifestasyonu olabilir. Pulmoner venöz basıncın yüksel- mesine bağlı sağ hilusta tedrici değişliklikler olabilmektedir (Şekil 16). Pulmoner ödem hastalarının 1/3’de kardio-torasik oran %50’den küçüktür. Ventrikülün dilatasyonu kardiyak büyümeye sebep olmaktadır. Şayet konjestif KY, kronik ve kompansatuar durumda ise; ventriküler dilatasyon görülmekte iken, ventriküler hipertrofinin gelişmesi ve yerini alması ile daha sonra saptanamayabilir. Başlangıçta ve ventriküler dilatasyon oluşmamışken ventriküler hipertrofi önceden bulunabilir. Geçmişte pulmoner hastalığı bulunan hastalar konjestif KY gelişimine daha fazla duyarlı değillerdir (bu duruma predispoze olanlar kadar kadar, eşit). Bu hastaların durumu kötüleştiğinde KKY düşünülmelidir (ka- Superiyor sağ pulmoner ven Hiler açı Hiler açının erken obliterasyonu Düz hilus Konveks hilus ile üst üste gelen ven İnen sağ pulmoner arter NORMAL GRADE I GRADE II GRADE III ŞEKİL 16. Sağ akciğer hilusunun damarlarının diyagmatik gösterimi. Hiler açının progressif kaybolması ile sağ superiyor pulmoner venlerin tedricen genişlemesi (Chest 1970;58: 28-36). 652 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI nıtlar: S3 galo kardiyomegali, yakında ağırlık artışı; en değerlisi ise doktorun KKY’den şüphelenmesidir). Bu süreçte tedavi (tuz kısıtlaması, diüretik, yatak istirahati sonucunda anlamlı diürez ile röntgenografik düzelme) tanısal olabilir. Dispne primer olarak akciğer kompliyansının azalmasına bağlıdır (interstisyel ödem, ve pulmoner vasküler sistemde rölatif olarak pozitif basınçlı fazla kan bulunması). Solunum adaleleri akciğerleri şişrebilmek için daha çok çalışmaktadır. Hidrotoraks ventilatuvar boşluğun alanını azaltır. Alveolar boşluklarda sıvı bulunması alveolar-yüzey karakteristiklerini değiştirerek pulmoner kompliyansı azaltabilir. Bu değişiklere bağlı oluşan pulmoner fonksiyon değişiklikleri aşağıdaki tabloda sunulmuştur. Konjestif Kalp Yetersizliğinde Pulmoner Fonksiyonlarda Oluşan Değişiklikler Vital kapasite ve total akciğer kapasitesi: Azalmış. Maksimal soluma kapasitesi ve maksimal mid-ekspiratuar akım hızı (kardiyak astma): Azalmış veya hiçbiri. Kompliyans (soluma işi): Azalmış. Karbon monoksit difüzyonu: Azalmış. PCO2 ve PO2: Düşmüş. (Chest 1970;58: 28-36) Genel olarak, total akciğer kapasitesi ile uyumlu vital kapasite azalmış, rezidüel akciğer kapasiteside değişmiş olabilir. Kardiyak astma, artmış havayolu direnci, konjestif KY’nin seyrek olmayan belirgin bir özellği olmasına rağmen bu tablo bronşiyal astma ve amfizem ile karıştırılabilir. Maksimal soluma kapasitesi ve maksimal midexpiratuar akım azalmıştır. • Konjestif KY’de bronkospazm oluşmasının mekanizması: Havayolu submukozasının ödem ve konjesyonu ve refleks bronkospazm. Konjestif KY hastalarında, eşlik eden başka sebeplerden de bronkospazma karşı predispozisyon vardır (kronik bronşit veya bronşiyal astma gibi), bunların olmadığı duruma göre bu hastalardan daha fazla wheezing bulunur. • Birlikte akciğer hastalığı bulunmamasına rağmen bu hastalarda daha fazla wheezing olabilir bu durumda kardiyak astmayı bronşiyal astmadan ayırtetmek zordur: Bu durumda tek yapılması gereken; “sol kalp yetersizliği olasılığının sürekli akılda tutulmasıdır”. Aminofilin ise heriki durumda da faydalı etkileri olabilen ilaçtır. Mevcut durumun daha fazla değerlendirilmesi için kullanılabilir. İskemik etyolojili KY’de, malin aritmileri uyarabileceği unutulmamalıdır. Arteriyel oksijen satürasyonu normal veya şiddetli pulmoner ödem, bulunana kadar sadece hafif düşmüştür. Bu durum kronik akciğer hastalığı ile mukayese edildiğinde oldukça terstir. Klinik ve fonksiyonel bozulma gösteren kronik akciğer hastalığında PO2 anlamlı düşmüştür. PCO2 ise hiperventilasyon sonucunda sıklıkla düşmüştür, fakat akciğerlerin primer hastalığı ve masif pulmoner ödem veya solunum merkezinin depresyonunu ile ilişkili olarak yükselebilir. Kronik konjestif kalp yetersizliğinde, sağlanabilen akciğer yüzeyinin düşmesine ve alveolar-kapiller membran değişikliklerine bağlı olarak karbon monoksit difüzyonu azalabilir. Aortik stenoz ve geçirilmiş miyokard infarktüsünün herikisinde de konjestif KY’nin kronik ve atipik semptom ve bulguları bulunabilir: Açıklanamayan dispne, öksürük ve göğüs radyogramında anormallikler. Kısa olgu hikayesinde bahsedilmeyen ipuçları ile birlikte bu hastaların neredeyse tamamında EKG bulguları anormaldir (repolarizasyon değişiklikleri, eski Mİ, SV hipertrofisi veya bunların değişik kombinasyonları). • “Bu bulguların bulunması doktoru problemin akciğerler değil kalpte olabileceği yönünde uyarmalıdır”. ® Özet: Kalp ve akciğer hastalığı birçok benzer klinik tabloda pratikte birbirine sık karıştırılmaktadır. Bunların başında, akut ve/veya kronik kalp yetersizliğinin KOAH ile karıştırılan major semptoları dispne, öksürük ve akciğer infeksiyonları (pnömoni, bronkopnömoni, bronşektazi) ile karıştırılan göğüs radyografik görüntüleri gelmektedir. Pulmoner emboli ve infarktüs heriki durumda da (klinik semptomatoloji ve radyoloji ile) kalp yetersizliğini taklit edebilir. Dolayısı bunların birbirinden ayırt edilmesi, olayın her zaman bir bütün olarak kompleks düşünülmesi (hastanın hikayesi, fizik muayene bulguları, olası teşhisin risk faktörlerinin sentezlenmesi) ve değerlendirilmesi ile mümkündür. Kardiyak ve Pulmoner Dispnenin Ayırt Edilmesi: Hastaların çoğunda hikayede kalp ve akciğer hastalığının herikisininde açık klinik kanıtları vardır. Gerçekte kardiyak ve pulmoner dispnenin ayırt edilmesi güçtür. • KY’li hastalara benzer, KOAH’lılar da gece dispne ile uyanır, fakat bu genellikle balgam oluşması ile ilişkilendirilmiştir; dispne oturmaktan ziyade öksürmekle (zorlanarak, boğulur şekilde) sekresyondan kurtularak rahatlamaktadır. • Dispne, şiddetlenen öksürük ve ekspektorasyon ile meydana geldiğinde, primer olarak sıklıkla pulmoner kaynaklıdır. • Akut kardiyak astma (paroksismal noktürnal dispne ile belirgin wheezing), genellikle kalp yetersizliğinin Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı 653 • Sıklıkla egzersiz sırasında ve istirahatte hiperventilasyon vardır, ölü boşluk artmıştır ve ventilasyon- perfüzyon ilişkisinde bazı anormallikler ile arteriyel karbon dioksit (PCO2) ve oksijen (PO2) basınçları hafifce düşmüştür. • Pulmoner kapiller hipertansiyon ile pulmoner kompliyans azalır ve bağımlı havayollarının normalden erken kapanması sonucunda hava yakalanır (trapping olayı). Kalp Yetersizliğinde Göğüs Radyografisi Pulmoner Ödem: Pulmoner damar sisteminde yükselmiş basınç sonucudur (Hidrostatik veya kardiyojenik ödem); alveolar-kapiller membranın permeabilitesinin artışındandır (nonkardiyojenik veya artmış permeabilite ödemi). Kardiyojenik ödemin göğüs radyografisindeki görünüş esas alınarak nonkardiyojenik ödemden ayırtedilmesi tartışılan konudur. ŞEKİL 17. Astmatik bronşit: 66 yaşında, hastaneye kabul öncesinde akut astmatik atak” sırasında intermitan teofilin ve epinefrin ile tedavi edilen ve buna rağmen wheezing ve efor dispnesi devam eden hastanın oskültasyonunda heriki akciğerde wheezing duyulmuş ve KH (kalp hızı) (120/dk) bulunmuştur. Akciğer radyogramının yorumunda diffüz fibroz kanıtları gösterilmiştir. Radyogram daha sonra diüretik ile kaybolan diffüz fibroz göstermekte. Radyografik olarak KY lehine olan özelliği diffüz infiltrat, akciğerlerin 1/3 alt bölümünü çok az tutulmuş (Chest 1970; 58: 28-36) Vasküler Yeniden Dağılım (Pulmoner Venöz Hipertansiyon): Pulmoner venöz sistemde basınç yükselince: kan akımının yukarıdaki bölge damarlarına yönlendirilmesi, üst loblarda vasküler genişlemeye neden olur (Şekil 14, 17). Seri şekilde alınan radyografide vasküler yeniden dağılımın gelişmesi gösteriyorsa bu bulgu çok güvenilirdir. Bu bulgu iki durumda geçerli değildir: aşikar kanıtları olan hastalarda olmaktadır ve akut bronşiyal astmadan ilave ayırıcı özellikleri bulunabilir; terleme, “fokurdayan havayolu sesleri” ve daha sık siyanoz gelişimi. • Havayolu obstrüksiyonu ve dispnenin bronkodilatörler veya sigara içmeyi kesmeye cevap vermesi dispnenin pulmoner kaynağı lehinedir. Oysa, diüretikler ile semptomatik düzelme dispne sebebi olarak kalp yetersizliğini desteklemektedir. • BNP’nin hızlı analizle bakılması; kardiyak nörohormon BNP kalp yetersizliğinde yükselmiştir. Dispne bulunması durumunda kalp yetersizliğini akciğer hastalığından yüksek doğruluk oranında ayırmaktadır. • Dispnenin uygun ve etkili kardiyovasküler veya solunum ilaçlarının kullanılmasına rağmen, devam etmesi durumunda psikososyal faktörler akla getirilmelidir (anksiyete, emosyonel stres gibi). Pulmoner Fonksiyon Testleri • Kalp yetersizliğinde pulmoner fonksiyonda major değişiklikler; vital, total akciğer, pulmoner diffüzyon kapasitelerinin azalması ve pulmoner kompliyansın; (hava akımına direnç) orta derecede artmasıdır; rezidüel volum ve fonksiyonel rezidüel volum normaldir. ŞEKİL 18. Sağ hiler kitle: 64 yaşında sağ akciğer hilusunda bronkojenik karsinomadan şüphelenilen hasta. Semptomları; öksürük, anoreksi ile 8 kilo zayıflama ve egzersiz dispnesi. FM’de anormallik yok, bronkoskopisi normal, torakotomide ise ödematöz akciğer görülmüştür. Sol kalp yetersizliğinin tek bulgusu genişlemiş sağ hilus. Kalbin sağ kenarında genişlemiş sol atriyuma (oklar) ait çift kontur, sol kenar düzleşmiştir (Chest 1970;58: 28-36). 654 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI 1. Sırtüstü yatar pozisyonda muayene edilen normal hastada. 2. Vasküler kompliyansı değiştiren, üst lobların perfüzyonunu artıran herhangi bir hastalığın bulunması (bazal amfizem, mitral stenozu gibi). Mitral darlığında sol atriyum genişlemesinin radyografik bulguları aranmalıdır (Şekil 18). İntertisyel Ödem: Başlangıçta sıvı transüdasyonu akciğerlerin interstisyel boşluğuna olur ve aşağıdaki belirtileri meydana getirir (Şekil 19): • Pulmoner damarların keskin tanımının (görünüşünün) kaybolması. • İnterlobuler septanın kalınlaşması (Kerley A ve B çizgileri) (Şekil 13). • Bronş duvarının kalınlaşması • İnterlober fissürlerin kalınlaşması • Pulmoner hilusun bulanıklaşması ŞEKİL 19. Asimetrik infiltrat: 33 yaşında, ciddi jüvenil diyabet, diabetik nefropati, hipertansiyon, koroner arter hastalığı (bilinen geçirilmiş Mİ) olan hasta, sol göğüs ağrısı ve öksürük ile hastaneye yatırılmıştır. Radyogramda görülen unilateral infiltrasyon ile aspirasyon pnömonisi ve bronkopnömoni teşhisi konulmuştur. Hasta iki gün sonra ölmüştür. Otopside; pnömoni görülmemiştir. Sol akciğerde konjesyon saptanmıştır. Göğüs radyogramı: Bilateral pulmoner ödem. Kardiyo-torasik oran: %47 (Chest 1970;58: 28-36). Havaboşluğu (Alveolar) Ödemi: Devam eden sıvı transüdasyonu pulmoner havaboşluklarını doldurur ve parenkimal konsolidasyon ile ilişkili bazı bulgular meydana getirir. • Bilateral kenarları iyi seçilemeyen opasiteler • Asiner gölgeler • Butterfly yeniden dağılım paterni (Şekil 20) Kalbin büyümesi ve vasküler sapın genişlemesi ve plevral efüzyonlar sıktır, kardiyojenik pulmoner ödem her zaman ayni şekilde bulunmaz. Artmış permeabiliteye bağlı pulmoner ödemi işaret eden bulgular; normal kalp büyüklüğü, normal damar sapı genişliği, Kerley A ve B çizgilerinin olmaması, plevral efüzyon olmaması, ödemin periferik yeniden dağılımı ve hava bronkogramının bulunmaması. X ŞEKİL 20. Bronkopnömoni, tüberküloz veya malinite: 67 yaşında erkek hasta, 2 ay içinde öksürük, dispne, wheezing ve kötüleşen hemoptizi şikayetleri ile birkaç kez kronik bronşit, bronkopnömoni, sarkoidoz, malinite teşhisleri konmuştur. (A): ”Butterfly” (oklar) veya medullar şeklinde dağılım gösteren interstisyel sıvı ve solda aort topuzu altında belirginleşmiş pulmoner kök (X). (B): Tedaviden (diüretik) sonra düzelme (hasta 7 kilo zayıflamış) 47 (Chest 1970;58: 28-36). Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı KRİTİK KARDİYAK BAKIMDA PULMONER HİPERTANSİYON Tanımı: Pulmoner hipertansiyon hemodinamik bir terimdir, pulmoner arteriyel basıncın normal değerlerinin üzerine çıkmasıdır. •Ortalama (mPAB) 15 mmHg olup, anlamlı PH genel olarak dinlenimde mPAB’nin 25 mmHg’dan yüksek ve pulmoner vasküler rezistansında 3 Wood ünitesinden büyük olmasıdır. Önemi: Pulmoner hipertansiyon (PH), genellikle spesifik tedavi gerektiren kritik bakım durumlarındandır. Orta derece PH en sık akut veya kronik KY, hipoksemi, veya akut pulmoner embolizm sonucunda gelişmektedir ve rölatif olarak hızla geriye dönebilir. Akut ve kronik daha ağır PH şekillerinin klinik sonuçları; hipotansiyon, düşük kalp debisi sendromu, sağ kalp yetersizliği ile karaciğer, barsak ve böbrek konjesyonu ile ölüm veya ağır maluliyete neden olabilen değişik derecelerde hipoksemidir. Fizyoloji, Tanımlama ve Sınıflama Normalde pulmoner arter basıncı sistemik basıncın 1/5’dir. Pulmoner damarlar çocuklar ve erişkinlerde mükemmel vazodilatör rezerve sahip olup, akımın artışını sağlarlar. Ancak, pulmoner damarlar sistemik damar sistemi gibi, bazı durumlarda çeşitli derecelerde ve patolojik cevaplarda verirler, tetikleyicileri; basınç, akım, hipoksemi, toksinler ve emboli; bunlar endotel disfonksiyonu, elastikiyetinin kaybolmasına, düz kas vazokonstriksiyonu ve hücresel hipertrofiye neden olurlar ve sonuçta rezistans damarlar ve pulmoner arteriollerin lumen çapı daralır. Anlamlı PH’nın tanımı: Genellikle sPA (sistolik PA) veya sağ ventriküler sistolik basıncının: >40 mmHg veya ortalama PA (mPA) dinlenimde: >25 mmHg, egzersizde: >30 mmHg olmasıdır. • PAH’nin ilave kriteri: PKUB (pulmoner kapiller uç basınç): ≤15 mmHg ve PVR (pulmoner vasküler rezistans): ≥3 Wood ünitedir. Bu tanımlama epidemiyolojik çalışmalar ve yeni ilaçların değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. • Daha düşük derecede PH ile düşük PVR, erken (yeni başlayan) PAH’ta hafif semptomatik kişilerde bulunabilir. Obezite, sepsis veya anemi ile atım hacmi artabilir, Doppler-Eko’da hesaplanan sPA veya sağ ventrikül sistolik basıncı (SĞVSB) 40 mmHg’yi aşar. •Aşağıda sunulan Modifiye Venice Sınıflamasında, PH ve değişik etyolojiler arasındaki muhtemel ilişki anlatılmıştır. Örneğin konjestif KY tablosunda sıklıkla meydana gelen akut veya kronik pulmoner emboli sonucunda 655 oluşan PH’nın mekanizması; hipoksemi, pulmoner vazokonstriksiyon, azalmış pulmoner damar volumudur. Bu durum konjestif KY tablosunda sık meydana gelir. Kronik sol kalp yetersizliği veya mitral kapak hastalığı sonucunda gelişen pulmoner konjesyon ve interstisyel akciğer hastalığı, hipoksemi, pulmoner arteriollerin hipertrofisi ve major pulmoner arterlerin uyumsuzluğu (nonkompliyansı) PH’yi meydana getirir. •sPA’nın belirleyicileri; sağ ventrikül atım hacmi ve ana pulmoner ve dallarının kompliyansıdır. dPA belirleyicileri; pulmoner arteriollerin tonusu, pulmoner damar yatağının büyüklüğü (>100,000 arteriol), pulmoner venöz basınç, atriyal basınç, mitral kapak fonksiyonu ve SV diyastol basıncının yansıması PKUB veya pulmoner arter tıkalı basıncıdır. PH’nın WHO sınıflaması (Pulmoner hipertansiyon, İtalya-Venice üçüncü dünya dünya sempozyumunda) Tablo 4’de sunulmuştur. Patofizyoloji ve tedavileri benzerlik gösteren hasta grupları için temel bir şema sunmaktadır. Primer ve sekonder hipertansiyon adları terkedilmiştir. Önceden primer pulmoner hipertansiyon denilen idiyopatik pulmoner arteriyel hipertansiyon (İPAH) pulmoner arteriyel hipertansiyonun (PAH) prototipidir. PH’nın mekanizma/etyolojisinde (anatomik perspektifden prekapiller, postkapiller veya herikisi) ilk düşünülmesi yararlıdır. Pulmoner Arteriyel Hipertansiyonun Patofizyolojisi PAH oluşması sıklıkla ağır basan bir predispozan faktörün eseridir, konjenital kalp defektinin sebep olduğu intrakardiyak sol-sağ şant gibi. Olgularında “risk” faktötrlerikaçınılşmaz olarak klinik PAH’ye neden olmaz; bundan dolayı ikinci bir tetikleyici faktörün bulunmasının gerekliliği düşünülmüştür. Başlatan komponentlerin ikisinin (veya daha fazlasının) bulunması, genetik zemin ve çevresel durum; PAH gelişimine yol açan vasküler konstriksiyonu, hücresel proliferasyon ve protrombotik durumu presipite edebilir. Altta yatan provokatif ve müsamahakar faktörlerin, ve hastalığı meydana getiren hücresel ve moleküler mekanizmaların tanınması, koruyucu önlemler, hastalığın erken teşhisi ve agressif tedavi stratejilerin erken uygulanmasına imkan sağlayabilir. Pulmoner Arteriyel Hipertansiyonun Moleküler ve Hücresel Mekanizmaları Altta yatan ve birlikteki sebeplerden ilişkisiz PAH’ın gelişmesi ve sürmesinde birbiri ile etkileşen birçok mekanizma rol oynamaktadır. Bu mekanizmalar bir veya daha fazla moleküler ve hücresel mekanizmaları yönetir. Endotel hücrelerin- 656 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 4. Üçüncü dünya sempozyumu pulmoner hipertansiyon sınıflaması (“Venice sınıflaması” 1’den değiştirilmiştir, Venn diyagramı) Sınıf-I. Pulmoner arteriyel hipertansiyon: 1.1 İdiyopatik (İPAH) 1.2 Familyal (FPAH) 1.3 Aşağıdakiler ile İlişkili veya İlişkilendirilmiş PAH: a. Kollajen vasküler hastalık (lupus, skleroderma) b. Portal hipertansiyon d. HIV infeksiyonu e. konjenital kalp hastalığı ile sağ-sol şant (tamir edilmiş/edilmemiş, büyük/küçük). f. İlaçlar ve toksinler (anorexigenler (fenfluramin deriveleri), kokain g. Diğer (Glikojen depo hastalığı, Gaucher, herediter, hemorajik telenjiektazi, hemoglobinopatiler, hemolitik anemi, kronik miyeloproliferatif hastalıklar, splenektomi). h. Anlamlı venöz veya kapiller tutulumla yenidoğanda ilişkilendirilmiş inatcı PH. ı. Pulmoner veno-okluziv hastalık (idiyopatik veya skleroderma/lupus ile birlikte) j. Pulmoner kapiller hemanjiyopatiler. de azalmış prostasiklin sentaz aktivisine bağlı düşmüş Prostasiklin biyoyararlığı; artmış üretimi ve azalmış pulmoner klirensi sonucunda artmış endotelin düzeyi; azalmış nitrik oksit sentaz dışa vurumu; yükselmiş plazma ve trombosit 5-HTT (5 hidroksi triptamin) düzeyleri; vasküler düz kas hücrelerindeki voltaj-bağımlı potasyum kanalların azaltarak-düzenlenmesi (down regulation); oto-antikorların ve pro-inflamatuar sitokinlerin aktivitesi ve endotelden yükselen protrombotik durum, koagulasyon ve fibrinolitik kaskad ve trombosit disfonksiyonu. Bu anormalliklerin sonucu; pulmoner damarların vazodilatasyonundan daha üstün vazokonstriksiyona predispozisyon, apoptozis yolu dışında aşırı hücresel proliferasyon ve trombotik diyatezdir. Pulmoner vasküler rezistansın dinamik yükselişi PAH’ın erken zeminidir; bu sürecin patolojik parametreleri endotel hücre proliferasyonuna bağlı intimal hiperplazi, düz kas hücre proliferasyonuna bağlı mediyal kalınlaşma, hastalığın klinik evresinde belirgenleşen pleksiform lezyonların gelişmesi (endotelyal proliferasyon ve in situ trombozis). Sınıf-II. Sol kalp yetersizliğinde pulmoner hipertansiyon (Pulmoner venöz hipertansiyon): 2.1. Sol tarafın atriyal veya ventriküler veya kalp hastalığı ve bozuklukları 2.2. Fibrozis, mediyastinit, adenopati/tümörler ile kompresyon, ilaçlar (bleomisin, mitomisin C, siklofosfamid, etoposid gibi) ile fibroza bağlı sekonder veno-okluziv hastalıklar. İdiyopatik pulmoner hipertansiyona önceden primer pulmoner hipertansiyon denmekte idi ve pulmoner arteriyel hipertansiyonunun (İPAH) bir prototipidir. PAH’ın Anatomik perspektifi (prekapiller, postkapiller veya herikisi gibi) ve mekanizması, etyolojisinin ilk değerlendirilmesinde faydalıdır. Sınıf-III. Akciğer hastalığı ve/veya hipoksemiye sekonder pulmoner hipertansiyon: 3.1. Kronik obstrüktif pulmoner hastalık 3.2. İnterstisyel akciğer hastalığı 3.3. Uykuda bozulan soluma (obstrüktif uyku apnesi) 3.4. Alveolar hipoventilasyon bozuklukları 3.5. Yüksek rakımda kronik kalma 3.6. Gelişme anormallikleri (alveolar kapiller displazi, neonatal akciğer hastalığı). Akut ve kronik PH ile ilişkilendirilmiş hastalık patogenezleri Tablo 4’de sunulmuştur. PH kronik tromboembolizm (KTEPH) ile ilişkilendirilmiştir; major pulmoner arterin veya dallarının trombus ile sekonder tıkanması sonucudur, bunlar tıkanma veya değişik derecelerde endojen lizisi takiben daralma ile fibrotik kitle durumuna gelirler. Ayrıca, prekapiller PH’nın diğer sebepleri (PAH ve hipoksemi) gibi aşağıya-akıma (downstream) direnç oluşturan damar hastalığı geliştirebilir. Sınıf-IV. Kronik trombotik ve/veya embolik hastalığa bağlı pulmoner hipertansiyon (KTEPH): 4.1. Proksimal ve distal pulmoner arterlerin tromboembolik obstrüksiyonu 4.2. İn situ trombotik hastalık, orak hücre hastalığı 4.3. Non-trombotik pulmoner embolizm (tümör, şistıozomiyazis gibi parazitler, yabancı materyal). Sınıf-V. Çeşitli, muhtelif sebeplerden: Sarkoidoz, histiyositozis-X, lenfanjiyomatozis, pulmoner damarların kompresyonu (adenopati, tümör, fibrozlaşmış mediastinit). (Circulation 2004;43: 40S- 47S) Patogenez • Kronik PAH patogenezinin 3 major komponenti vardır: (1) Endotelyal disfonksiyon ve vazokonstriksiyon, (2) vasküler remodeling ve (3) tedavinin hedefi olan in situ trombus gelişimi (Şekil 21). Dördüncüsü PAH’ın ağır ve geç şeklinde meydana gelir (İPAH, skleroderma, Eisenmenger gibi), pulmoner arteriollerde geri-dönüşsüz tıkayıcı pleksiform lezyonların gelişmesi. Bozulmuş endotelyal fonksiyon en erken görülen anormalliktir, sonucunda endotelde yapılan nitrik oksid ve prostasiklinin azalması ve artmış vazokonstriktör endoteline (ET) bağlı vazokonstriksiyondur. Anormal endotel fonksiyonu, pulmoner arteriol ve pulmoner arterlerin sekonder dallarında artmış trom- Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı ➀ RİSK FAKTÖRLERİ VE İLİŞKİLİ DURUMLAR Kollajen damar hastalığı Konjenital kalp hastalığı Portal hipertansiyon HIV infeksiyonu HASSASİYET İlaçlar toksinler Anormal BMPR2 Geni Gebelik Diğer Genetik Faktörler ➂ HASTALIK PROGRESYONU Kısa etkili vazodilatörlere cevap kaybı Düz kas hipertrofisi Vasküler Düz Kas Disfonksiyonu Adventisyal ve intimal proliferasyon İn situ trombus Adventisya Media Pleksiform lezyon Düz Kas Hipertrofisi Erken İntima Proliferasyonu AK IM IN YÖ N Ü İntima ➁ VASKÜLER HASAR Endotelyal disfonksiyon ↓ NO sentaz ↓ Prostasiklin ↑ Tromboksan ↑ Endotelin-1 657 İlerlemiş Vasküler Lezyon Vazokonstriksiyon NORMAL GERİ-DÖNÜŞLÜ HASTALIK GERİ DÖNÜŞSÜZ HASTALIK ŞEKİL 21. Pulmoner arteriyel hipertansiyonun patogenezi (JAMA 2000;284: 3160- 8) bus oluşumu ve azalmış lizise bağlı in situ trombus oluşturur. • Akut ve kronik klinik tabloları kötüleştiren faktörler: Hipoksi, asidoz (infeksiyon tablosunda) ve gebelik, anemi ve hipertiroidzmdeki gibi artmış kalp debisi (atım hacmi) (Tablo 6). Sağ ventrikülün afterloadunu artıran ve sağ ventrikül yetersizliği meydana getiren her sebep PH gelişimine katkı sağlayabilir (ASD, VSD gibi). PH’nin klinik anlamı sebep olan hastalığın progresyon hızına bağlıdır, bu seyir sağ ventrikülün PH’yi (sağ ventrikül afterloadu) kompanse edebilme durumunu etkileyebilir. Örneğin, konjenital kalp hastalığında uzun süren sağ ventrikül hipertrofisinden dolayı Eisenmenger reaksiyonunun, uzun dönem prognozu rölatif olarak iyidir. Halbuki, Skleroderma ile ilişkilendirilmiş PAH ve İPAH, aylar ve birkaç yıl içerisinde ölüme gidebilir (hızlı progresyon). Sol Kalp Hastalığına Bağlı Pulmoner Hipertansiyon Sol kalp hastalarında pulmoner hipertansiyon gelişebilir. Bu hastalar “pulmoner venöz hipertansiyon” olarak da sınıflandırılır ve bunların pulmoner arter patolojisi daha az ciddidir. Tavsiye edilen; tedavinin altta yatan soruna odaklanmasıdır, örneğin mitral stenozundaki strateji başarılı mitral balon valvotomidir. Bununla birlikte girişiminden hemen sonra pulmoner basınç yüksek kalır, sol atriyal basınçta makul kabul düzelme en fazla kadar 6-12 ay sonra normalleşebilir. Sekonder pulmoner vaskülopatinin progresyonuna bağlı olduğu zannedilen bazal pulmoner arteriyel basıncı >80 mmHg olanlarda dahi görülür. Sol kalbin dolum basınçlarını yükselten her durumda pulmoner hipertansiyon olabilir, yükselmenin derecesi pulmoner kapiller uç basınçla orantılıdır, fakat bazı hastalarda sağ kalp yetersizliği gelişebilir, bu ortaya çıkınca yaşam beklentisi kötü olup pulmoner arter basıncı ve sola göre sağ ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ile daha yakından ilişkilidir (Şekil 22). Bazı hastalarda sol tarafın dolum basınçlarının normalleşmesi imkansızdır. • Eprostenol kullanımı, özellikle yasaklanmalıdır pulmoner hipertansiyonu olmayan konjestif KY’de (KKY) verildiğinde mortaliteyi açıkca artırmıştır. Sidenafil tedavisi ile 12 hafta sonra egzersiz kapasitesi ve hemodinamikler düzelmiştir. Korunmuş SVEF (diyastolik disfonksiyon) yükselmiş pulmoner basıncın önemli bir sebebidir. Teşhisi esasen ekokardiyografi ve gerekirse sağ kalp kateterizasyonu ile konmaktadır. Diastolik KKY’nin tedavisi genelde hipertansiyonun normalleşmesi, atriyal fibrilasyonun ventrikül hızının kontrol altına alınması ve pulmoner konjesyonun diüretikler ile tedavisine odaklanmıştır. • Ancak, pulmoner basınçlarda bir defa yükselme oluşunca, hastanın sıklıkla hastalığı ilerlemiştir, burada diürez kalp debisini düşürebilir, sol kalbin dolum basınçlarını kontrol etmede yetersizdir, pulmoner hipertansiyon ve sağ kalp yetersizliğini kötüleştirir. Bu hastalarda diüretik dozu ve sıvı dengesi yakından takip edilmelidir. KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Toplanmış sağkalım oranı 658 Grup 1 Grup 2 Grup 3 Grup 4 Aylar ŞEKİL 22. KKY (Konjestif KY) ile sistolik disfonksiyon hastaları arasında sağkalım oranları. KKY ve SVEF <%35 ve acil kalp transplantasyonuna gitmeyen hastalarda sağkalım oranları; PAB (pulmoner arter basıncı) yüksek ve sağ ventrikül EF’si (RVEF) düşük olanlarda y (sağ kalım oranı) daha düşük. Grup-1: Normal PAB/korunmuş RVEF. Grup-2: Normal PAB/düşük RVEF. Grup-3: Yüksek PAB/korunmuş RVEF. Grup-4: Yüksek PAB/ düşük RVEF (JACC 2008;51: 1527-38). Teşhis, Klinik Karakteristikler ve Klinik Değerlendirme PH teşhisi, pulmoner basınçların yükselmiş saptanması, ciddiyetini nitelendiren birlikteki klinik bulgu ve hemodinamik parametrelerin araştırılmasını kapsamaktadır. Spesifik ve uygun tedavisi PH’nın sonuçlarına bağlı olduğundan teşhis sırasında PH’nın nitelendirilmesi esastır (akut veya kronik). Bunun için sağ basınçların, karışık venöz oksijen saturasyonunun ve kalp debisinin ölçümü ile sağ ventrikül fonksiyonunun değerlendirilmesi gerekir. PH teşhisine kademeli yaklaşım ACCP’de önerilmiştir (Şekil 23). • PAH’da semptomların major belirleyicisi, istirahat ve egzersizde sağ ventrikül fonksiyonudur. • Bozulmuş oksijen transportu ve düşmüş kalp debisine bağlı hastada yorgunluk ve nefes darlığı bulunur. • Sistemik vazodilatasyon ve sağ ventrikül ile SV’nin normalin altında az doluşu sonucunda senkop ve sağ ventrikül iskemisi ile ilişkilendirilmiş angina, sağ kalp yetersizliği semptomları (alt ekstremite ödemi, karaciğer konjesyonu ve asit) görülebilir. • Juguler venöz basınç 10-15 mmHg’yı aşınca, hastada erken doygunluk, anoreksi ve konstipasyon, karın ağrısı ve malabsorpsiyon ile ilişkilendirilmiş barsak ödemi bulunabilir. • Düşük kalp debisi ve yüksek venöz basınç mezenterik iskemi, pankreatit ve iskemik nefropatiye neden olabilir. WHO terminolojisine göre KY’de NYHA sınıflamasına benzeyen sınıflandırılmış klinik semptomlar aşağıdaki Tablo 5’de sunulmuştur: • Ağır hipoksemi, hipotansiyon ve sağ kalp yetersizliği bulunan PH hastaları yoğun bakım ünitesine alınmalıdır. PH’ın aşağıdaki sunulan Tablo 6’da sebepler ile birdenbire kötüleşmesi bazen ölüm ile sonuçlanan ciddi hemodinamik bozukluklar ile birlikte olabilir. • Dispneli hastada birlikte binebildiğinden sağ ventrikül hipertrofisinin etkileri ile iskemik hastalık varlığı değerlendirilmelidir. TABLO 5. Pulmoner hipertansiyonunun fonksiyonel değerlendirilmesinde WHO sınıflaması Sınıf-I: Olağan fiziksel aktivite aşırı dispne veya yorgunluk, göğüs ağrısı veya senkopa-yakın semptoma sebep olmaz. Sınıf-II: Fiziksel aktivitede hafif kısıtlanma; olağan fiziksel aktivite dispne veya yorgunluk, göğüs ağrısı veya senkopayakın duruma sebep olur. Sınıf-III: Fiziksel aktivitede belirgin kısıtlanma; istirahatte rahat, fakat olağandan az aktivitede dispne veya yorgunluk, göğüs ağrısı veya senkopa-yakın semptoma sebep olur; sağ kalp yetersizliği bulguları bulunabilir. Sınıf-IV: Herhangi bir fiziksel aktiviteyi semptomsuz yapamama; dispne ve/veya yorgunluk istirahatte dahi bulunabilir; herhangi bir fiziksel aktivitede rahatsızlık bulunabilmektedir; genellikle sağ kalp yetersizliğinin bulguları bulunur. (Critical care clinics 2007;23:801-834) Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı 659 Akut pulmoner hipertansiyonu ima eden semptomlar FM, CXR, EKG Sağ KY: CXR normal, EKG’de sağ AD, VH Sol kalp yetersizliği bulguları: CXR’de KKY, pulmoner ödem, EKG’de iskemi, SVH. Mi’yo sekonder SV yetersizliği? Akut kapak disfonksiyonu ? Akut tromboembolik hastalık Hemodinamik olarak stabil Heparin Heparin Spiral CT/MRA/ Anjiyogram ile tanıyı tayin et RV normal Massif PE Biyomarkerler Heparin Normal SV; normal kapaklar; tamponad ve disseksiyon bulgusu yok. Dilate RV, RVH ve ↑ IRVSP Eko - Doppler TTE → TEE PE Eko Doppler ve biyomarkerler Çalkalanmış normal salin ile EKO Hipotansiyon veya ağır hipoksemi Massif PE işaretleri >%30 perfüzyon defekti büyük veya santral RV disfonksiyonu Biyomarkerler Trombolitik tedavi RV disfonksiyonu ile basınç yüklenmesi – + Teşhis belirsiz Ressüsite edilmiş Stabil Kronik PH düşün Duvar hareket bozukluğu, SV dilate SVEF↓, kapak bozukluğu (MR) Duvar hareket anormallikleri; valvuler anormallik MR gibi. + Dilate SV, ↓SVEF Uygun tedavi Dilate RA, RV kanıtları veya RVH. Belirgin ↑RVSP Klinik stabil + – V/Q inceleme ve spiral CT/Anjiyogram ile tanıyı tayin et + PE – PE Tromboliz IVC filtresi Deneyimli merkezde kateter/cerrahi ile trombektomi Akut tromboembolik hastalık Alternatif teşhis ŞEKİL 23. Akut başlayan pulmoner hipertansiyonda teşhis algoritmi. CXR: Göğüs radyografisi, RV: Sağ ventrikül, AD: Atriyal dilatasyon, VH: Ventrikül hipertrofisi, PE: Pulmoner embolizm, TEH: Tromboembolik hastalık, İVC: İnferiyor vena cava, V/Q: Ventilasyon/Perfüzyon MRA: MR Anjiyografi, PH: Pulmoner hipertansiyon RVSP: Sağ ventrikül sistolik basıncı (Critical Care Clinics 2007;23:806). EKG: Bulgularının yorumlanmasına dikkat edilmelidir. S1Q3T3 paterni (Derivasyon I’de S, derivasyon III’de Q ve tersleşmiş T dalgaları); sağ ventrikül hipertrofisi ve yüklenmesini yansıtır. Birdenbire görülmedikce, sağ ventrikül hipertrofisi ve yüklenmesinde pulmoner emboliyi diğer PH sebeplerinden ayırmada değeri yoktur. Sol atriyal anormallik veya genişleme (SAG) sol ventrikül hipertrofisinde meydana gelebilen yükselmiş pulmoner venöz basıncı ima edebilir. SAG paterni spesifik olmayıp sağ atriyal genişlemeyi de yansıtabilir. •Sağ preikordiyal ve inferiyor derivasyonlarda, sağ ventrikül hipertrofisi ve yüklenmesindeki tipik ST-T bulguları inferiyor Mİ ve “anteriyor iskemideki bulguları taklit edebilir. Bu bulgular sağlanabilen diğer verilerin ışığında yorumlanmalıdır. PH’yı göz ardı etmememizi düşündüren Tablo 7’deki semptomların yanında PH’de bulunan fizik bulguların da aranıp saptanması PH teşhisine önemli katkı sağlayacaktır. PH’yı tam olarak değerlendiren teşhis ve yaklaşım kılavuzu Şekil 24’de anlatılmıştır. Teşhiste klinik ipuçları: Dispne, göğüs ağrısı, ödem ve senkop non-spesifik semptomlardır. Genç veya ortayaş bir kadında bunlardan herhangi birisi bulunuyorsa, PAH olasılığı yüksektir. Kondisyonsuzluk veya anksiyete gibi alternatif teşhisler kesin olarak ekarte edilmesinde, fizik muayenede kayda değer bir bulgu olmasa bile Doppler- ekokardiyografi ile daha ileri inceleme faydalıdır. Temel teşhis stratejisi: Semptomatik veya yüksek riskli hastalarda PH araştırılmalı; sistemik muayenede altta yatan olası durumlar için uygun testler, yapılmalı; öngörücü faktörleri belirlenmeli, fonksiyonel durumun değerlendirilmesini yapmak ve hastalığın hemodinamik profili invazif testler ile kanıtlanmalı. Aşağıdaki tabloda bulunan PH düşündüren semptom ve fizik bulgular dikkatle değerlendirilmelidir (Tablo 7,8). Gaz Değişimi ve Pulmoner Fonksiyon Testleri Hipoksemi PH’da sıktır, hastada dakika ventilasyon sayısı artmış, PCO2 normal veya düşmüştür. Çok faktörlü etyolojisi vardır, ventilasyon- perfüz- 660 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 6. PAH’nın hızlı kötüleşme sebepleri 1. Hastalığın doğal hikayesi. 2. Kateter okluzyonu veya pompa malfonksiyonu (prostasiklin infüzyonu sırasında). 3. Pnömoni. 4. Balonlu-kateter infeksiyonu (Swan-Ganz veya geçici kalp pili kateterleri gibi). 5. Sağ ventrikül iskemi, stunnning, infarktüsü. 6. Pulmoner embolizm. 7. İn situ pulmoner trombus. 8. Gastrointestinal kanama. 9. Anemi. 10. İskemik barsak. 11. Pankreatit. 12. Akut renal yetersizlik. 13. Hipotiroidzm. 14. Hipertiroidzm. 15. Aritmiler (atriyal fibrilasyon/flatter). 16. Subdural hematom (konfüzyon/santral sinir sistemi semptomları). 17. Hiponatremi. 18. Hipokalemi. 19. Dehidratasyon (nadiren). hipertansiyonu PAH’den ayırt etmede kullanılabilir. Tanısal algoritm Şekil 23’te gösterilmiştir. Sağ ventrikül sistolik basıncı (SĞVSB), Dopplerde elde edilmiş sistolik triküspit regürjitasyon akım hızının zirvesinden hesaplanır, bulunan değer sağ ventrikül çıkış yolu obstrüksiyonu bulunmuyorsa sPAB’ye (sistolik pulmoner arter basıncı) eşittir. • SĞVSB’nin 40 mmHg’den yüksek bulunması PH’yı çağrıştırır, ancak mevcut diğer bilgiler ile birlikte yorumlanmalıdır. SĞVSB’nin 80-90 mmHg’dan yüksek bulunması kronik hastalığı ima eder; akut stres altındaki ventrikül yüksek basınç meydana getiremediğinden dolayı. • PH’nın diğer ekokardiyografik özellikleri; SĞV hipokinezisi, sağ atriyum ve SĞV dilatasyonu, triküspitin anular dilatasyonu ve SV içerisine doğru intraventriküler septumun anormal sistolik bombeleşmesi; “D”- şekline gelmiş SV’dir (Şekil 25). Eko-Dopler SĞV disfonksiyonu kanıtları bulunan anstabil hastalarda faydalıdır. • Akılda tutulması gereken nokta: Tekbaşına sağ kalp basıncı yükselmesi (SĞA/SĞV dilatasyonu, SĞV yetersizliği veya interventriküler septumun anormal (Critical care clinics 2007;23:801-834) yon eşitsizliği, damar yatağı volumunun azalması, düşmüş kalp debisi ve bazı olgularda intrakardiyak şant veya ilişkili olduğu interstisyel akciğer hastalığı. Tam oksijen içeriği (arter, ven, kapiller kan), hem de alveolar- arteriyel (A-a) oksijen gradiyenti pulmoner emboli teşhisinde faydalıdır, ayrıca da PH’nın çeşitli sebeplerinin ayırt edilmesine katkı sağlar. • %100 oksijen solutulmasının arteriyel oksijen tansiyonunu değiştirememesi istisnadır; bu durum intrakardiyak şantın varlığını işaret eder. PAH ve KTEPH’de, pulmoner fonksiyon testi restriktif patern gösterir ve akciğerin difüzyon kapasitesi (DLCO) düşer, kalp debisi çok düşmedikce herikisi de genellikle hafif değişmiştir. • Obstrüktif ve daha ciddi restriktif hastalık komorbid parenkimal akciğer hastalığını ima eder ve hasta yüksek- rezolusyonlu CT incelemeye hazırlanmalıdır. DLCO’nun ağır derede düşmesi ilişkili interstisyel akciğer hastalığını, çok düşük kalp debisini veya herikisini gösterir. Pulmoner Hipertansiyonunun Ekokardiyografik Değerlendirilmesi Anstabil hastalarda, yatakbaşında transtorasik ekokardiyogram (TTE) yapılabilir; boşluk basınçları, volumları ve kapak yetersizliği tayin edilebilir; pulmoner venöz TABLO 7. Pulmoner hipertansiyonun ayırıcı tanısında düşünülmesi gereken semptomlar Dispne: Azalmış oksijen transpotu: Hipoksemi, düşük kalp debisi. Azalmış akciğer diffüzyon kapasitesi Düşük karışık venöz oksijen satürasyonu Artmış soluma işi Angina: Artmış miyokardiyak oksijen ihtiyacı Yükselmiş SĞV duvar stresi (volum, basınç) Yetersiz oksijen sunumu: Aorta- SĞV sistolik gradiyentinin düşmesi Sol ana koroner arter kompresyonu Senkop: Hemodinamik: Sistemik vazodilatasyon (egzersiz, ortostatik, vazodepressor) ve yüksek pulmoner rezistansa bağlı sabitleşmiş kalp debisi Aritmik: Benin aritmiler sonucunda kalp debisine katkısı olan atriyal kontraksiyonun kaybolması. Duvar gerilmesi, iskemi ile provoke edilmiş malin aritmiler. Ödem: SĞV yetersizliği Triküspit regürjitasyonu Sedanter yaşam şekli Kronik derin ven yetersizliği SĞV: Sağ ventrikül Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı Amfizem fibroz torasik anormallik SĞVB, SĞAB, ↑SĞVSP Sol kalp hastalığı VKH KKH Ekokardiogram EKG Siroz ve portal hiportansiyonun klinik bulguları ve KFT Portopulmoner hipertansiyon HIV testi Uyku bozukluğu PFT’s Göğüs Radyogramı 661 Uyku çalışması Otoantikor testi V/Q anjiyografi Skleroderma SLE RA Vaskülit Kronik tromboembolizm HIV • Fonksiyonel test • Kateterizasyon • Vazodilatör test ŞEKİL 24. PH’de temel tanısal strateji: İlişkili olan altta yatan akciğer hastalıklarını ekarte etmek için uygun stratejilerin kullanımı. RĞVSP: Sağ ventrikül sistolik basıncı, VKH: Valvüler kalp hastalığı, KKH: Koroner kalp hastalığı, PFT: Pulmoner fonksiyon testleri, SĞAB: Sağ atriyal büyüme, SĞVB: Sağ ventriküler büyüme, KFT: Karaciğer fonksiyon testleri (Lancet 2001; 358 (9288):1119-1123) sistolik bombeleşmesi olmadan), hemodinamik instabiliteyi açıklamak için yeterli olmayabilir. • Akut olarak anstabil duruma girmiş hastalarda, TTE ve/veya transözefajeal ekokardiyografi (TÖE); ayırıcı tanıda SV ve mitral ve aortik kapakların değerlendirilme ve kardiyak tamponad, aort disseksiyonu ve miyokardiyal infarktüsünün araştırılıp ayırıcı teşhiste teşhiste ekarte edilmesine yardımcı olur. Çalkalanmış-salin rutin olarak kullanılmalıdır ve intrakardiyak şantları (ASD ve patent foramen ovale gibi) bulmak için öksürük ve Valsalva manevraları ile desteklenmelidir. TTE PH şüphelenilen durumlarda da faydalıdır; hareketli (bir yerden başka bir yere giden) trombusun görülmesi ve SĞV fonksiyonu ve prognozun değerlendirilmesi ve tedavi stratejisine karar vermede önemli katkılar da sağlayabilir. Pulmoner emboliye sekonder SĞV hipokinezisini diğer sebeplerden ayırmak için “McConell belirtisi” kullanılabilir: SĞV apeksindeki kontraktilte ile SĞV bazalindeki hipokinezi (pulmoner embolide sensivitesi %77, spesifitesi %94). Pulmoner Tromboembolik Hastalık • Yükselmiş juguler venöz basınç, temiz akciğerler, hipoksemi, soğuk ekstremiteler ile dar nabız basıncı kombinasyonu akut sağ kalp yetersizliğini akla getirir (büyük olasılık). Bu tablonun ayırıcı tanısı; masif PE, sağ ventrikül infarktüsü, perikardiyal konstriksiyon ve dekompanse PAH’dır. Bilinen PH’sı olmayan ağır hipoksemi ve/veya izole sağ kalp yetersizliği kanıtları bulunan hastalarda PE teşhisi için çalışılmalıdır. Bazı hastalarda Eko-Dopler yapılması uygun olabilir, diğer hastalarda ise teşhisi kanıtlamak veya ekarte etmek için CTA (kompüterize tomografik anjiyografi), ventilasyon- perfüzyon incelemesi veya geleneksel anjiyografi gerekebilir. • SĞV yetersizliği bulunan ve altta yatan kardiyopulmoner hastalığı bulunmayan oldukça anstabil hastalarda teşhis kesinleşmeden ampirik trombolitik tedavi düşünülebilir (Cardiac critical care 2007;23: 801-834). PE teşhisi olasılığını dışlamak için birçok strateji vardır. Teşhisi dışladığı düşünülen bulgular; normal invazif pulmoner anjiyografi, normal ventilasyon/perfüzyon incelemesi (V/Q), klinik olarak olasılığı düşük venöz tromboembolik hastalıkla kombine negatif D-Dimer, ve negatif seri kompresyon ultrasonografisi. MD (multidetektör sıralı) CT anjiyografi klinik pratiğe hızlı girmiştir. Venöz tromboembolizm teşhisinde en sık kullanılan teşhis yöntemi durumuna gelmiştir. PAH varlığından şüphelenilen akut olmayan hastalarda, santral veya periferik KTEPH, önce V/Q incelemesi ile ekarte edilmelidir. Şayet gerekirse CT veya pulmoner anjiyogram ile PE kanıtlanabilir. 662 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 8. Pulmoner hipertansiyon ile ilgisi olan fizik bulgular ve anlamları PH’yı yansıtan fizik bulgular: S2’nin pulmoner komponentinin şiddetlenmesi (%90): Yüksek pulmoner basınç pulmoner kapakların kapanma kuvvetini artırır. Erken sistolik klik: Yüksek basınçlı pulmoner arterin içine doğru pulmoner kapağın açılışının kesilmesi. Mid-sistolik ejeksiyon üfürümü: Transvalvular pulmoner çıkış yolunda türbülans. Sol parasternal kaldırışı: Yüksek SĞV basıncı ve hipertrofisinin bulunması. SĞV S4 (%34): Yüksek SĞV basıncı ve hipertrofisinde bulunur. Yükselmiş juguler “a dalgası”: Yüksek SĞV doluş basıncı. Ağır PH’yi işaret eden fizik bulgular: Orta ağır PH: İnspirasyon ile şiddetlenen holosistolik üfürüm. Yükselmiş juguler ”v dalgaları”, pulsatil karaciğer: Triküspit regürjitasyonu (TR). Diyastolik üfürüm: Pulmoner regürjitasyon. Hepato-juguler refluks: Yüksek santral venöz basınç SĞV yetersizliği ile ilerlemiş PH: SĞV S3 (%23): SĞV disfonksiyonu. Belirgin şişmiş juguler venler; hepatomegali: SĞV disfonksiyonu veya TR veya herikisi. Periferik ödem (%32), asit. Düşük kan basıncı, azalmış nabız basıncı, soğuk ekstremiteler: Düşmüş kalp debisi, periferik vazokonstriksiyon. PH ile birlikteki altta yatan olası sebebi gösteren fizik bulgular: Santral siyanoz: Hipoksemi, sağ- sol şant. Çomaklaşma: Konjenital kalp hastalığı, pulmoner venopati. Sistolik üfürümler, açılma sesi dahil oskultasyon bulguları: Konjenital veya sonradan olmuş kalp veya valvular hastalık. Raller, matite, azalmış solunum sesleri: Pulmoner konjesyon veya efüzyon, herikisi. İnce raller, yardımcı solunum adalelerin kullanımı, wheezing, uzamış ekspiryum, çıkartılı öksürük: Pulmoner parenkim hastalığı. Obezite, kifoskolyoz, büyümüş tonsiller: Ventilasyon bozukluğunun olası sebepleri. Sklerodaktili, artrit, döküntü: Konnektif doku hastalığı. Periferik venöz yetersizlik veya obstrüksiyon: Olası venöz tromboz. (JACC 2009;53:March 30) Kompüterize Tomografi (CT) ile Pulmoner Embolizm Protokolu CT’nin major avantajı pulmoner parenkimi ve mediyastinal yapıları değerlendirebilmesidir. Eko-doplerdeki PE kanıtları gibi, CT’de saptanan genişlemiş sağ ventrikül ve septal bombeleşme yükselmiş mortalite ve morbidite riskini ve antikoagulasyonun ötesindeki tedavilerinin değerini gösterir. MD-CT anjiyografi PE teşhisinde birlikte yapılan CT venografi ile kombine edildiğinde sensivitesi %90, spesifitesi ise %95 bulunmuştur (PIOPED-II). Klinik olasılığa diskordan sonuçların anlamlı olarak düşük öngörürlüğü vardır (örneğin; klinik olasılığı yüksek hastalarda negatif CT tarama veya düşük klinik olasılıkta pozitif CT tarama). • ESC-2008: Pulmoner emboli tanı tavsileri Tablo 9’da sunulmuştur (European Heart Journal 2008;29: 2276- 2315). CTEPH’de CTA bulguları: Ana pulmoner arter ve dallarının büyüklüğünün artması, keskin damar sonlanması, intraluminal trombus veya ana pulmoner arter ve sekonder dallarında fibrotik materyal, subplöral dansiteler, bronşiyal arter kollateral akımı (arteriyovenöz malformasyonlar) ve pulmoner parenkim mozayiğinin azalması. Negatif CTA sonuçları V/Q güvenilirliği gibi CTEPH’yi dışlamaz, bu nedenle stabil hastalarda PH’nin değerlendirilmesinde önce V/Q taramasının yapılması tavsiye edilmektedir. CTA, V/Q taramasında intermediyer veya yüksek olasılık bulunan hastalarda anatomik karakteristiklerin tayini için kullllanılabilir. Ventilasyon/Perfüzyon Taraması: PE’den şüphelenilen hastalarda, ventilasyon/perfüzyon sintigrafisi (V/Q tarama) uzun süre ilk teşhis yöntemi olarak kullanılmış ve yerini CTA’ya bırakmıştır. Klinik olasılığa konkordan, yüksek olasılıklı V/Q taramanın pozitif öngörürlüğü %96, normal taramanın ise negatif öngörürlüğü %96 bulunmuştur (PIOPED). V/Q taramanın başlıca dezavantajı sık düşük ve intermediyer olasılık sonuçlarıdır. Yüksek olasılıklı V/Q tarama tümörler, vaskülitler, veno-okluzif hastalık ve pulmoner kapiller hemanjiyomatozisde görülebilir. Pulmoner Anjiyografi: Sağ kalp kateterizasyonu ve pulmoner anjiyografi yüksek maliyet ve zorluklarından ve invazif işlemin taşıdığı risklerden dolayı klinik pratikte yerini CTA’ya bırakmıştır. İnvazif anjiyografi embolizmin lokalizasyonunu saptamaya ve hemodinamik parametrelerin ölçülmesine imkan sağlar. Avantajı, ayni zamanda tedavi girişiminde de bulunabilinmesidir (özel kateter tekniğine bağlı; vena kava filtresi yerleştirilebilir ve trombus parçalanıp çıkartılabilir). Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı 663 ŞEKİL 25. Nifedipine hipotansif cevap veren hasta: sol; kısa aks görüntüsü azalmış SV büyüklüğü ve soldan sağa septal kavislenme (bowing) göstermekte. Sağda yukarıda; normal, sağda aşağıda; soldaki ekokardiyogramın çizimi. (RV: Sağ ventrikül, SV: Sol ventrikül) (Chest 1999;116:1218-23). • Hasta hemodinamik olarak stabil kaldıkca ve antikoagülasyonun ötesinde bir tedavi gerekmedikçe, noninvazif teşhis yöntemleri yeterlidir. Durumu kritik hastalarda, hızla kesin teşhis ve muhtemel tedavi girişimleri sağlanmalıdır; bu amaçlara ulaşma gayreti pulmoner anjiyografiyi teşhis-tedavi stratejisinde birinci sıraya taşır. •Noninvasif test sonuçları kesin değil ve ampirik tedavi başarısızsa pulmoner anjiyografi faydalı olabilir. Hastalar anstabil veya en az WHO sınıf-II ise, CTEP’de pulmoner arter ve sağ kalp kateterizasyonu gereklidir. Klinik, hemodinamik ve anatomik veriler cerrahi girişim ile pulmoner tromboendarterektomi adaylarını belirlemede kullanılabilir. Anjiyografi ve hemodinamik değerlendirme deneyimli merkezlere bırakılmalıdır. Pulmoner Hipertansiyon Biyomarkerleri •Hemodinamik olarak stabil hastalarda, D-dimer ölçümü, özellikle test öncesi VTE olasılığı düşükse venöz tromboembolizmin (VTE) dışlanmasına katkı sağlayabilir. Ancak D-dimerin akut veya anstabil hastalarda rolü kısıtlıdır; kesin teşhisin hızla konması gerektiğinde ve yalanıcı-pozitif sonuçlara sebep olan komorbidlerin prevalansının yüksek olması. PE’de kardiyak troponin-I ve troponin-T yükselmesi olabilir ve bubiyomarkerler risk tabakalandırılmasına katkı sağlayabilirler. Troponin artışının derecesi, sağ ventrikül disfonksiyonu ve hastane komplikasyonları ile korelasyon gösterir. Troponin düzeyi normal hastaların hastanede ölüm riski düşüktür, bunlar güvenli olarak sadece antikoagulasyon ile tedavi edilebilir. Saptanabilir düzeyde troponin-T bulunması, PAH’ta da kötü prognoz ile ilişkilendirilmiştir. PAH ve CTEPH hastalarında saptanabilir düzeylerin akut olayı herzaman göstermesi gerekmez, bunlarda kronik elevasyon da bulunabilir (Bölüm 1.3). •BNP ve NT- BNP (N- terminal natriüretik peptid), miyokardiyal strese cavap olarak salınır ve dispnenin pulmoner ve kardiyak sebeplerini ayırır. Ancak, ikisinde de sol veya sağ ventrikül basınç yükü yükselmiştir, PE, CTEPH, ve PAH’ın değişik şekillerinde. WHO sınıf –IV ve PH ile birlikte bulunan hipotansiyonda beklenen BNPdüzeyi 500-3000 pg/mL arasındadır. BNP obeslerde yanlış olarak düşüktür. Akut veya kronik yetersizlikte hafif-orta derecede yükselmiştir. Normal BNP düzeyi, PE ve PAH’de iyi prognozu işaret eder (Bölüm 1.3, 2.1). 664 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 9. PE Tanısı için Tavsiyeler Yüksek riskli PE şüphesi • Şok ya da hipotansiyon bulunan yüksek riskli PE’de, tanısal amaçlı olarak acil BT ya da yatak başında ekokardiyografi (uygulanabilirliğe ve klinik koşullara göre) tavsiye edilir. • Yüksek riskli PE şüphesi olan hastalarda (şok ya da hipotansiyon ile başvuran) hastalarda önerilen tanı algoritması (TKD 1). *Hastanın kritik durumda olmasının, yalnızca yatakbaşında test yapılabilmesine olanak vermesi halinde, acil BT uygulanamadığı düşünülür. • Transözefajeyal ekokardiyografi, sağ ventrikül aşırı yüklenmesi ve son olarak spiral BT ile doğrulanan hastaların önemli bölümünde, pulmoner arterdeki trombüsleri saptayabilir: DVT’nin KUS ile yatakbaşında doğrulanması da karar vermede yardımcı olabilir. Kısalt: DVT: Derin ven trombozu. KUS: Kompresyonlu ultrasonografi. Yüksek riskli PE şüphesi şok ya da hipotansiyon var Acil BT uygulanabiliyor* hayır evet Ekokardiyografi RV aşırı yüklenmesi hayır evet Başka test yapılamıyor* ya da hasta stabil değil Diğer nedenleri araştırın Tromboliz/embotektomi onaylanmadı BT yapılabiliyor ve hasta stabil BT pozitif PE’ye yönelik tedavi onaylandı Tromboliz ya da embolektomi düşünün negatif Diğer nedenleri araştırın Tromboliz/embolektomi onaylanmadı TKD 1. ESC 2088 PE Kılavuzuna göre yüksek riskli PE şüphesi olan hastalarda algoritmi (European Heart Journal 2008;29:22762315/TKD Arşivi). Yüksek riskli olmayan PE şüphesi • Yüksek riskli olmayan PE’de, tanı stratejisinin, dolaylı yoldan ya da geçerliliği sınanmış bir tahmin kuralı kullanılarak değerlendirilen klinik olasılğa dayandırılması tavsiye edilir. • Gereksiz görüntüleme ve radyasyona maruz kalmayı azaltmak için, acil servise başvuran hastalarda, tercihen duyarlılığı yüksek bir test kullanalarak plazma D-dimer ölçümü yapılması tavsiye edilir. • DVT araştırılmasında bacak KUS’u, sonucun pozitif gelmesi halinde daha ileri görüntüleme incelemesinin önüne geçmek için seçilmiş hastalarda düşünülebilir. • Hemodinamik açıdan stabil, normotansif hastalarda ekokardiyografinin sistematik kullanımı tavsiye edilir. • Klinik değerlendirme ile invazif olmayan görüntüleme incelemelerinin sonuçları arasında uyumsuzluk varsa, pulmoner anjiyografi yapılması düşünülmelidir. • PE tanısı konmasında geçerliliği sınanmış ölçütlerin kullanılması tavsiye edilir. Klinik açıdan PE olasılığına (düşük, orta, yüksek) göre geçerliliği sınanmış bu ölçütlerin ayrıntıları aşağıda verilmiştir (Tablo 10). Yüksek riskli olmayan PE şüphesi (şok ve hipotansiyon yok) taşıyan hastalar için önerilen tanı algoritması (TKD 2) • Klinik olasılığı değerlendirmek için iki farklı şema olabilir: 3 düzeyli şema (klinik olasılık düşük, orta veya yüksek) ya da 2 düzeyli şema (PE muhtemel). Orta derecede duyarlı bir test kullanılırken, D-Dimer ölçümü, klinik olasılığın düşük olduğu ya da “PE muhtemel değil” sınıfında yer alan hastalarla sınırlı tutulmalıdır. Buna karşılık duyarlılığı yüksek olan testler klinik açıdan PE olasılığı düşük ya da orta olan hastalarda kullanılabilir. Plazma D-Dimer ölçümü, hastanede yatan hastalarda gelişen PE şüphesinde sınırlı kullanım alanına sahiptir. *PE’ye yönelik antikoagülan tedavi. * En proksimaldeki trombüs en azından segmenter ise, PE için tanı koydurucudur. *Tek detektörlü BT negatif ise, PE’yi güvenle dışlamak için negatif bir proksimal alt bacak US’sine gerek vardır. Klinik olasılığı yüksek hastalarda ÇDBT negatif ise PE’ye yönelik tedavisi ertelemeden önce daha fazla araştırılmalıdır. Devamı sonraki sayfada Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı 665 TABLO 9. PE Tanısı için Tavsiyeler (European Heart Journal 2008;29:2276-2315) (Devamı) Yüksek riskli olmayan PE şüphesi şok ya da hipotansiyon yok Klinik açıdan PE olasılığını değerlendirin dolaylı ya da tahmin kuralına göre negatif Tedavi yok* Düşük/orta klinik olasılık ya da ‘PE muhtemel değil’ Yüksek klinik olasılık ya da ‘PE muhtemel’ D-dimer Çok detektörlü BT pozitif Çok detektörlü BT PE yok Tedavi yok* ya da daha ileri araştırma* PE Tedavi* TKD 2. ESC 2088 PE Kılavuzuna göre yüksek riskli PE şüphesi olmayan hastalarda tanısal algoritmi (European Heart Journal 2008;29:2276-2315/TKD Arşivi 2008). Düşük düzeyde klinik olasılık • Yüksek ya da orta duyarlı bir test kullanılarak belirlenen D-dimer düzeyinin normal olması, PE’nin dışllanmasını sağlar. • Akciğer perfüzyon sintigrafisinin normal olması PE’nin dışlanmasını sağlar. • Tanı koydurucu olmayan (düşük ya da orta olasılıklı) V/Q sintigrafisi, özellikle de negatif proksimal KUS (Kompresyonlu ultrasonografi) ile bir araya getirildiğinde PE’nin dışlanmasını sağlayabilir. • Negatif ÇDBT sonucu, PE’nin güvenle dışlanmasını sağlar. • Negatif TDBT sonucu, yalnızca negatif proksimal KUS sonucuyla bir araya getirildiğinde PE’nin dışlanmasını sağlar. • Yüksek olasılıklı V/Q sintigrafisi PE’yi doğrulayabilir; ancak seçilmiş hastalarda PE’nin doğrulanması için ek incelemeler yapılması düşünülebilir. • Proksimal DVT gösteren KUS, PE’yi doğrular. • KUS, yalnızca distal DVT’yi gösterirse, PE’nin doğrulanması için ek inceleme yapılması düşünülmelidir. • Segmental ya da daha proksimal trombüs olduğunu gösteren TDBT ya da ÇDBT, PE’yi doğrular. • TDBT ya da ÇDBT yalnızca subsegmental pıhtılar gösterirse, PE’nin doğrulanması için ek inceleme yapılması düşünülmelidir. Yüksek riskli olmayan PE şüphesi Orta düzeyde klinik olasılık • Duyarlılığı yüksek bir test kullanılarak saptanan D-dimer düzeyinin normal olması, PE’nin dışlanmasını sağlar • Daha az duyarlı bir test kullanılarak saptanan D-dimer düzeyinin normal olması halinde, ek tetkik yapılması düşünülmelidir. • Akciğer perfüzyon sintigrafisinin normal olması, PE’nin dışlanmasını sağlar • Tanı koydurucu olmayan bir V/Q sintigrafisi söz konusuysa, PE’nin dışlanması ya da doğrulanması için ek inceleme yapılması tavsiye edilir. • Negatif ÇDBT sonucu PE’nin dışlanmasını sağlar • Negatif TDBT sonucu, yalnızca negatif proksimal KUS sonucuyla bir araya getirildiğinde PE’nin dışlanmasını sağlar • Yüksek olasılıklı akciğer ventilasyon-perfüzyon sintigrafisi PE’yi doğrular • Proksimal DVT’yi gösteren bir KUS, PE’yi doğrular • KUS yalnızca distal DVT’yi gösteriyorsa, ek inceleme yapılması düşünülmelidir • Segmental ya da daha proksimal bir trombüs gösteren TDBT ya da ÇDBT, PE’yi doğrular • Subsegmental pıhtılar varsa, PE’nin doğrulanması için ek inceleme yapılması düşünülebilir Yüksek riskli olmayan PE şüphesi Yüksek düzeyde klinik olasılık • Duyarlılığı yüksek bir test kullanılarak yapıldığında dahi normal sonucun PE’nin güvenle dışlanmasını sağlayamaması nedeniyle, D-dimer ölçümü, klinik olasılığın yüksek olduğu hastalarda tavsiye edilmemektedir • BT sonucu negatif olan hastalarda, PE’yi dışlamak için, seçilmiş hastalarda ek inceleme yapılması düşünülmelidir • Yüksek olasılıklı ventilasyon-perfüzyon sintigrafisi PE’yi doğrular • Proksimal DVT gösteren KUS, PE’yi doğrular • KUS yalnızca distal DVT’yi gösterirse, ek inceleme yapılması düşünülmelidir. • Segmental ya da daha proksimal trombüs gösteren TDBT ya da ÇDBT, PE’yi doğrular • Subsegmental pıhtılar varsa, PE’nin doğrulanması için ek inceleme yapılması düşünülebilir. ÇDBT: Çok detektörlü BT, KUS: Kompresyonlu ultrasonografi, TDBT: Tek detektörlü BT (European Heart Journal 2008;29:2276-2315) 666 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Pulmoner Hipertansiyonda Hemodinamikler Sağ kalp kateterizasyonunda, direk olarak ölçülen ve hesaplanarak elde edilen hemodinamik parametrelerin sağlıklı erişkinlerdeki normal aralıkları aşağıda verilmiştir. •Ortalama pulmoner arter basıncı (oPA): 9-19 mmHg’dır. oPA: 20-24 mmHg olması hafif PH; 25-35 mmHg hafif- orta; >45 mmHg ise ciddi pulmoner hipertansiyon için karakteristiktir. •PAH’da PATB (pulmoner arter tıkalı basıncı) veya PKUB: ≤ 15 mmHg’dır. Oysa ki pulmoner venöz hipertansiyonda PATB: >15 mmHg’dir. PH hastalarında, triküspit regürjitasyonunun jetinin yüksek hızı, genişlemiş ve kalınlaşmış damarlar ve yükselmiş basınçlar Swan- Ganz kateterinin balonunun damarı tıkamasını önlediğinden dolayı PATB’nın doğru olarak ölçülebilmesi güçleşir. •PH tablosunda PATB veya PUB yükselmişse sol kalp kateterizasyonunun yapılması gereklidir; yükselmiş PKUB’nin doğruluğunu tastiklemek ve SV dolumuna “Venn diyagramındaki” gibi oPA, dPA, PVR’nin katkıları yorumlanmalıdır. •Multifaktöryel PH’de hemodinamik veriler yorumlanır ve tedaviye karar verilirken her zaman akla getirilmelidir. Örneğin; Sklerodermada, sklerodermanın kalp hastalığı ve intrensek pulmoner arteriyel hastalık gibi; bulunabilir: Sistemik hipertansiyon ve SV disfonksiyonu ile birlikte bulunabilir. PATB ve SV diyastolik basıncın yükselmiş bulunması tedavinin esas hedefi olan pulmoner arteriolar vaskülopatinin katkısını dışlayamaz. •Arteriolar faktörden, oPAB ve PATB arasındaki gradiyent 10 mmHg’dan yüksekse şüphelenilmelidir (veya dPA ve PATB arasındaki gradiyent >5-10 mmHg ise). Kalp debisi Fick ve termodilüsyon metodları ile belirlenmelidir. Anlamlı triküspit vregürjitasyonu varlığında termodilüsyon yöntemi ile kalp debisi eksik hesaplanabilir, buna karşılık sol- sağ intrakardiyak şantta sistemik kalp debisi fazla hesaplanabilir. Sol-sağ şant veya bidireksiyonel şantlar bulunmuyorsa, heriki teknikte faydalıdır (Fick ve termodilüsyon). Bu yöntemlerin en önemli dezavantajı; oksijen tüketimini hesaplandığından, hastalar genellikle oksijen desteği altında ve anemik olabilir. Bu durumlarda karışık venöz oksijen satürasyonunun (mVO2) tek veya sürekli izlenmesi kalp debisinin hesaplanması ve prognozun tayin edilmesinde faydalıdır. •mVO2 : <%60, PAH’ta kötü prognoz ile ilişkilidir. •Ortalama sağ atriyum basıncı (oSĞAB): ≥8 mmHg ve SĞV diyastol-sonu basıncı: ≥12 mmHg bulunması, SĞV yetersizliğine uymaktadır. SĞA “v-dalgası >a-dalgası” ile karakterize hafiften fazla triküspit yetersizliğine gelişene kadar, mSĞA SĞV dolum basıncı ile koreledir. Ağır derecede sağ ventrikül yetersizliğinde (SĞA genellikle >10-12 mmHg, “V-dalgaları 25 mmHg kadar yüksektir). Sonuçları belirgin yükselmiş SĞV diyastolik basıncında (mid-diyastolik 10-15 mmHg, diyastol-sonu 15-20 mmHg), SV’yi sıkıştırarak SV dolum basıncında artışa sebep olur ve SV dolum volumunu azaltır. •SĞV ve SV arasındaki dinamik etkileşim prekapiller PH’de yükselmiş PKUB ile ilişkilendirilebilir. Sol ventrikülün az dolması sonucunda atım hacmi ve kalp debisi belirgin düşer. •Sağ ventrikül basınçlarının belirgin yükselmesi ile birlikte düşük SV atım hacmi ve sistemik basıncı; sağ koroner akımı tehlikeye atar ve bunun sonucunda oluşan sağ ventrikül iskemisi sağ kalp yetersizliği gelişimini daha kolaylaştırır. Hemodinamik Ölçümler Sırasında Vazodilatör Cevap Vazodilatörlere hemodinamik cevap tedavi ve prognoza karar ve yön vermeye yardımcı olur. Vazodilatör rezerv (vazoreaktivite testi ile) daha iyi prognoz ve kalsiyumkanal blokerleri tedavisine daha iyi cevap anlamına gelir. Kullanılan vazodilatörler: Nitrik oksit inhalasyonu, intravenöz (İV) epoprostenol ve İV adenozin (Tablo 10). İV nitrogliserinin kullanımı yarar sağlamaz. Pozitif cevap: oPA basıncında ≥ 10 mmHg azalma ile mPAB’nin ≤ 40 mmHg’ya düşürülmesi ve birlikte kalp debisinin artması veya değişmemesi. PAH hastalarının yaklaşık %10-20’sinde pozitif cevap bulunur. Kalsiyum kanal blokeri (KKB) tedavisinin faydasını gösterir. •KKB, sağ kalp yetersizliği bulunan anstabil hastalara verilmemelidir. Genel olarak, ilerlemiş PAH, özellikle SĞV yetersizliği tablosundaki hastalar başlangıçta parenteral prostasiklin analogları ile tedavi edilmelidir. Şekil 26’da hastalığın ciddiyetini değerlendirmek için kullanılan algoritm anlatılmıştır. TABLO 10. Vazoreaktivite testi Cevap verenler: • Ortalama pulmoner arter basıncında >10 mmHg düşme, indeks değeri ise OPAB’ın <40 mmHg olması. • Kalp debisinin yükselmesi veya değişmemesi. Vazoreaktivite testinde sıklıkla kullanılan ajanlar: Epoprostenol: Başlama-infüzyonu 2 ng/kg/dk ve her 5-10 dakikada kan basıncı klinik olarak anlamlı düşene, kalp hızı yükselene veya yan etki semptomları (bulantı, kusma gibi) görülene kadar doz 2 ng/kg/dk artırılır Adenozin: 50 micg/dk/dk infüze edilir ve yan etki semptomları göğüs ağrısı, AV blok görülünceye kadar her 2 dakikada artırılır (veya 200-250 micg/kg/dk’ya ulaşıncaya kadar). Nitrik oksid: İnhale edilen nitrik oksid milyonda 10-20 kısım (ppm) 5 dakika verilir. (JACC 2008;51: 1527-38) Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı 667 Genel bakım Oral antikoagülanlar ± diüretik ± oksijen ± digoksin Akut vazoreaktivite testi Negatif Pozitif 1. Epoprostenol or treprostinil (i.v.) 2. IIoprost (inhalasyon) 3. Etra’s or PDE-5 inhibitörleri (oral) 4. Treprostinil (s.k.) Süreğen cevap Hayır Evet Yüksek risk Düşük risk Oral KKB 1. ETRA’s or PDE-5 inhibitörleri (oral) 2. IIoprost (inhalasyon) 3. Epoprostenol or treprostinil (i.v.) 4. Treprostinil (s.k.) KKB devam Kombinasyon rejimleri araştırma protokolları Atrioseptostomi akciğer transplantasyonu Klinik tekrar değerlendirme: Şayet tedavi hedefine ulaşılamamışsa ek tedavi düşün Düşük Risk Belirleyicileri Yüksek Hayır SĞV yetersizliğinin klinik kanıtları Evet Tedricen İlerleme WHO sınıfı 6 dk yürüme mesafesi BNP Hızlı IV II, III Uzun (>400 m) Minimal yükselmiş Minimal SĞV disfonksiyonu Normal/Normale yakın SAB ve KI Eko bulguları Hemodinamikler Kısa (<300 m) Çok yükselmiş Perikardiyal efüzyon Anlamlı SĞV disfonksiyonu Yüksek SAB, Düşük KI ŞEKİL 26. Hastalığın ciddiyetinin parametrelerini temel alan tedavi yaklaşımını belirlemek için bildirilen algoritmi: Akut vazoreaktivite testi sağ kalp kateterizasyonu sırasında yapılmalıdır (kısa etkili pulmoner vazodilatörler kullanılarak; epoprostenol veya nitrik oksid gibi). Ortalama pulmoner arter basıncında (oPAB) kalp debisi düşmeden oPAB indeks değeri <40 mmHg’ye, >10 mmHg düşmesi pozitif cevap olarak düşünülür. KI: Kardiyak indeks, SĞV: Sağ ventrikül, SAB: Sağ atriyum basıncı, KKB: Kalsiyum kanal blokerleri, ETRA: Endotelin reseptör antagonistleri, PDE: Fosfodiesteraz. (Nguyen TN, HuD, Grines CL. Management of complex Cardiovascular problems. Blackwell Futura. 2007, p. 205) Akut ve Kronik Tromboembolik Hastalığın Tedavisi Akut pulmoner embolizm: Akut PE’ye uyan semptom ve bulguları bulunan hastada değerlendirme ve tedavi algortmi Şekil 23’de sunulmuştur. •Kontrindikasyon yoksa fraksiyone olmayan heparin (FOH) ile antikoagulasyon PE’den şüphelenilen hastaya başlanmalıdır. Tekrarları ve kanama komplikasyonunu azalttığından düşük moleküllü heparinler FOH yerine tercih edilebilir. •PE teşhis edildikten sonra warfarin ile antikoagulas- yona, şayet olay geri-dönüşlü risk faktörü ile ilişkili ise en az 6 ay, değilse 5 yıl veya daha uzun süre tedaviye devam edilmelidir. Bazı hasta gruplarında ilave tedavilere izin verilebilir. •PE’de mortalite Doppler-eko veya CT ile gösterilen sağ ventrikül disfonksiyonunda, sistemik hipotansiyon, şok ve kardiyak arreastte artar. •Akut PE ile sistemik hipotansiyon, şok veya kardiyak arrestde cerrahi embolektomi ve kateter ile girişim tedavi seçenekleridir. Ancak, bu tedavi modellerinin kullanılması randomize klinik çalışmalar tarafından tam desteklenmemiştir. •Anlamlı hipotansiyon, hipoksemi ve diğer risk kri- 668 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 11.A. Pulmoner embolide onaylanmış trombolitik rejimler Streptokinaz: 250 000 IU yükleme dozu olarak 30 dakikada, takiben 100 000 IU/saat 12-24 saatte TABLO 11.C. Akut tedavi tavsiyeler Yüksek riskli pulmoner emboli • Yüksek riskli PE hastalarında fraksiyonlanmamış heparin ile antikoagülasyona gecikmeden başlanmalıdır. • Sağ ventrikül yetersizliğinin ilerlemesini ve PE’ye bağlı ölümü önlemek için, sistemik hipotansiyon düzeltilmelidir. • Hipotansif PE hastalarında vazopressör ilaçlar tavsiye edilir • Kalp debisi düşük, kan basıncı normal olan PE hastalarında dopamin ve dobutamin kullanılabilir • Agresif sıvı tedavisi uygulanması tavsiye edilmez • Hipoksemili hastalara oksijen uygulanmalıdır • Kardiyojenik şok ve/veya persistan arteriyel hipotansiyon ile başvuran yüksek riskli PE hastalarında trombolitik tedavi kullanılmalıdır • Trombolizin mutlak kontrendike olduğu ya da başarısızlıkla sonuçlandığı yüksek riskli PE hastalarında, cerrahi pulmoner embolektomi uygulanması tavsiye edilir • Proksimal arterdeki pıhtılarda, kateterle embolektomi ya da fragmantasyon, trombolizin mutlak kontrendike olduğu ya da başarısızlıkla sonuçlandığı yüksek riskli hastalarda cerrahi tedaviye bir alternatif olarak düşünülebilir. Hızlı rejim: 1.5 milyon IU, 2 saatte Ürokinaz: 4400 IU/kg yükleme dozu olarak, 10 dakikada, takiben 4400 IU/kg/saat 12-24 saatte Hızlı rejim: 3 milyon IU, 2 saatte rtPA: 100 mg, 2 saatte ya da 0.6 mg/kg, 15 dakikada (maks. doz 50 mg) TABLO 11.B. Uzun süreli tedavi tavsiyeler • Geçici (geri dönüşlü) bir risk faktörüne ikincil PE’si olan hastalarda, bir KVA (K vitamini antagonisti) ile 3 aylık tedavi uygulanması tavsiye edilmektedir. • Uyarılmamış PE’si olan hastalarda, bir KVA ile en az 3 ay süreyle tedavi uygulanması tavsiye edilmektedir. • İlk uyarılmamış PE atağını geçiren ve kanama riski düşük olan, kararlı antikoagülasyonun sağlanabileceği hastalarda uzun süreli antikoagülasyon uygulanması düşünülebilir. • İkinci uyarılmamış PE atağını geçiren hastalarda uzun süreli tedavi uygulanması tavsiye edilir. • Uzun süreli antikoagülan kullanan hastalarda, bu tür bir tedaviye devam etmenin risk/yarar oranı, düzenli aralıklarla değerlendirilmelidir. Yüksek riskli olmayan pulmoner emboli • • PE’li kanser hastalarında, ilk 3-6 ayda DMAH kullanılması düşünülmelidir. Bu dönemden sonra, KVA ya da DMAH ile tedaviye kanserde şifa sağlandığı düşünülenene kadar ya da süresiz olarak devam edilmelidir. Klinik açıdan orta ya da yüksek riskli PE olasılığı bulunan hastalarda, tanıya yönelik araştırmalar sürerken, gecikmeksizin antikoagülasyona başlanmalıdır • • PE’li kanser hastalarında, KVA dozu, tedavi süresine bakılmaksızın, hedef INR 2.5 (2.0-3.0 aralığında) olacak şekilde ayarlanmalıdır. Yüksek riskli olmayan PE’li hastaların çoğunda başlangıç tedavisi olarak DMAH ya da fondaparinuks kullanılması tavsiye edilmektedir • Yüksek kanama riski taşıyan hastalarda ve ağır böbrek yetersizliği olanlarda tavsiye edilen başlangıç tedavisi, aPTT’yi normalin 1.5-2.5 katı bir hedef aralıkta tutacak fraksiyonlanmamış heparin uygulanmasıdır. • Fraksiyonlanmamış heparin, DMAH ya da fondaparinuks ile başlangıç tedavisine en az 5 gün boyunca devam edilmeli ve peş peşe 2 gün süreyle hedef INR düzeylerine ulaşılmasından sonra, K vitamini antagonistlerine geçilmelidir. • Yüksek riskli olmayan PE hastalarında tromboliz uygulanması tavsiye edilmemektedir; ancak orta riskli seçilmiş PE hastalarında uygulanması düşülünülebilir • Düşük riskli PE hastalarında trombolitik tedavi uygulanmamalıdır Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı 669 terleri bulunan hastalarda kontrindike olmadıkca trombolitik tedavi kullanılmalıdır. edilemez ve herikiside pulmoner vasküler rezistansın yükselmesine katkı sağlar. Hipotansiyonu olan hastalarda, deneyimli merkezlerde cerrahi embolektomi ve kateter ile trombusun çıkartılması uygun olur; trombolitiğe kontrindikasyonda alternatif indikasyon kardiyak cerrahi gerektirenlerde, heriki yaklaşımında kontrindikasyonları üst üste binebilir. •2008-ESC Pulmoner embolizmde akut ve uzun süreli tedavi için tavsiyeleri ile onaylanmış trombolitik tedavi rejimlerini Tablo 11A, B, C’de bildirmiştir (European Heart Journal 2008;29:2276-2315). Anlamlı CTEPH’de bulunan hemodinamik parametreler PAH’ta bulunanlara benzer, ancak daha düşük derecelerde PH semptomları meydana gelir (özellikle anemi, KOAH veya KKY birlikte ise). Sağ ventrikül disfonksiyonu ve sistemik kan basıncı korunmuş olanlarda uygun tedavi yaklaşımı tartışmalıdır. Bu hastalarda mortalite oranı komplike olmamış PE’nin yaklaşık iki katı kadar yüksektir, bundan dolayı bazı otoriteler agressif girişimi teşvik etmektedir, ancak bu yaklaşımla PE sonuçlarının düzeldiği gösterilememiştir. Normotensif sağ ventrikül disfonksiyonlu hastalarda iv. Trombolitik tedavi verilenlerde komplike tedavi ihtiyacı (entübasyon, basınç desteği, açık-etiketli; dozu-sınırsız trombolitikler) azalmıştır, ancak mortalitede fark bulunmamıştır (MAPPET-3). PE’de kullanılan tromboliklerin metaanalizinde tam fayda gösterilememiştir (Circulatıon 2004;110: 744-9). •İnferiyor vena kava filtresi (İVC), antikoagüle edilemiyen ve antikoagulasyon yetersiz olan veya kardiyopulmoner rezervinin yeterli olmayıp daha fazla tromboemboliyi tolere edemiyeceği düşünülen hastalarda gerekli olabilir (kronik tromboembolik PH). Oral antikoagulasyonu tolere edebilen hastaların, filtreye göre az miktarda avantajları vardır. •İVC (İnferiyor Vena Kava) filtresi ile kısa dönemde pulmoner embolide azalma, takıldıktan iki yıl geçene kadar belirgin değildir. Sebebi; filtreye doğru trombusun ilerlemesi ve kollateral damarların oluşması uzun dönemde artmış derin vende trombus oluşumu ile dengelenir. Akut PE’de hipotansiyon, sağ ventrikül yetersizliğini yansıtır ve tedavisi PAH’a bağlı sağ kalp yetersizliğine benzer. Kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon (CTEPH): CTEPH’nin, bir veya daha fazla akut masif veya submassif PE’nin inkomplet rezolusyonunu takip ettiği düşünülmektedir. Ağır PE ile sonuçlanan tekrarlayan küçük pulmoner emboli görüşü, klinik veya patolojik bulgular ile desteklenememiştir. Primer ve sekonder pulmoner arter dallarının okluzyonunundan sonra pulmoner damarların volumu kaybolur ve progressif sekonder vaskülopati gelişir, bu patoloji PH’nin diğer şekillerinden histolojik olarak ayırt •CTEPH hastasında, PE hikayesi bulunup, bulunmamasına bakmadan ömürboyu warfarin ile antikoagulasyon gerekir. Antikoagulasyon, yerini fibröz dokuya terk etmiş kronik emboli/trombusu etkilemez, pulmoner vaskülopatinin progresyonunu da önleyemez. Fakat, insitu trombus ve tekrarlayan tromboembolileri azaltabilir. •Bu hastalar daha fazla akut emboliyi tolere edemediklerinden İVC filtresi takılması indikedir. •Pulmoner tromboendarterektomi (PEA), WHO ≥ sınıf-III ve pulmoner rezistansı en az 3 Wood ünitesi olanlarda indikedir. PEA’nın riski ise cerrahi ekibin deneyimi ve hastanın risk faktörlerine bağlı olarak %25’e kadar yükselebilir, kurtulanların %90’dan fazlası cerrahiden fayda görenlerdir. Kurtulanların önemli oranında sürekli veya tedricen kötüleşen ve PAH’a benzer tedavi gerektiren PH bulunabilir. Bu nedenle cerrahi girişim seçimi için net bir kılavuz yoktur. Embolinin lokalizasyonu operasyonun teknik olarak uygulanabilirliğini etkilemektedir, daha distal trombusların operasyon yapılabilirliği düşüktür. Distal damarın vasküler remodeling derecesi, hastalığın geç evresinde cerrahiye giden hastalarda önemli prognostik anlamı vardır; bunlar, yükselmiş perioperatif mortalite ve azalmış postoperatif hemodinamik düzelme ile ilişkilendirilmiştir. CTEPH bulunan hasta operasyona adaylığının belirlenmesi için deneyimli merkeze gönderilmelidir. CTEPH ve ağır periferik pulmoner vaskülopatili hastalarda PEA’ya köprü olarak iv. Epoprostenol kullanılmalıdır. Tıkalı-olmayan damarlardaki pulmoner vaskülopatinin, tedavi ile hemodinamiğinin düzelmesi cerrahi sonuçlarını düzeltebilir bunun anlamı; yüksek preoperatif PVR kötü prognozu işaret eder. •Cerrahiye aday olmayanlar veya PEA yetersiz olan CTEPH hastalarında tedavi: İloprost inhalasyonu, sildenafil ve bosentan. Klinik sonuçların düzelmesi ve 6- dakika yürüme mesafesinin artması, ve PVR dahil hemodinamik sonuçlar bu ajanların herbirisi ile tedavi sırasında not edilmelidir. Sub-Q treprostinil ile devamlı infüzyon CTEPH’de tarihsel kontrollere göre düzelmiş yaşam beklentisi ile ilişkilidir. İntravenöz prostasiklinler, treptostinil ve epoprostenol WHO sınıf –III ve –IV CTEPH’de etkili olabilirler. 670 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI PULMONER ARTERİYEL HİPERTANSİYONUN TEDAVİSİ PAH veya pre- kapiller hipertansiyonunun tedavi seçenekleri komplekstir. Herikisinde de indikasyonların ve komplikasyonların anlaşılması önemlidir. Bilinen kötüleşmiş veya WHO sınıfı -III, -IV PAH hastalarının hastaneye yatırılmalı ve mümkünse erkenden deneyimli PAH merkezine gönderilmelidir (Şekil 27). Hızla kötüleşen PAH’ta belirgin yorgunluk ve dispne, ödem ve asitin artışı (anazarka), renal yetersizlik, beslenme ve emilim bozukluğu, hipoksemi, hipotansiyon ve konfüzyon dahil SSS semptomları eşlik eder. En önemli sebepleri aşağıda özetlenmiştir (Tablo 12). Akut kötüleşmenin tedavisinde acil olarak altta yatan mekanizlar hedef alınmalıdır. Hipotansiyon: WHO sınıf-IV PAH’ta hipotansiyon nadiren düşük intravasküler volum ile ilişkilidir (akut gastrointestinal kanama, aşırı-diürez, kusma ve diyare hariç). PH ile sağ ventrikül yetersizliğinde üst ve alt gastrointestinal sistem kanama riski artmıştır: Hipotansiyon azalmış gastrik boşalıma; hipoperfüze olan iskemik ve konjesyonlu barsak; warfarin ve prostasikline bağlıdır. Prostasiklin güçlü trombosit antagonisti olup %10 olguda trombositopeniye sebep olabilir (immun yönetilen ve trombosit sayısı genellikle 40-75 K). Hipotansiyon sıklıkla SĞV yetersizliğinin kötüleşmesi yüzündendir. Şayet ilaç verilmesinde pompa yetersizliği veya kateter okluzyonu gelişmişse, ilaçlar zaman kaybetmeden başka yollardan tekrar başlanmalıdır (periferik büyük venler gibi). • Hipotansiyonun nedenleri: KKB (engellenmeli), sildenafil, ACEİ veya ARB ile gelişen sistemik vazodilatasyon ve negatif inotropik etkisi olan beta blokerler ve diltiazem olabilir. iv. Prostasiklinin (epoprostenol, treptostinil) aşırı dozu başağrısı, maküler döküntüler veya diarenin eşlik ettiği hipotansiyona sebep olabilir. Şayet şüpheleniliyorsa aşırı dozu test etmek için ilaç bir dakika kesildikten sonra dozu %25 azaltılabilir. Semptomatik Pulmoner Arter Hipertansiyon Genel tedavi: oral antikoagülanlar (B için IPAH, E/C diğer PAH), diüretikler oksijen (E/A) Akut vazoreaktivite testi (A PAH için, E/C diğer PAH için) Oral KKB (B IPAH için, E/B diğer PAH için) Süreğen cevap? FS II Sildenafil [A] Treprostinil SK [C] Treprostinil IV [C] KKB Devam Kombinasyon tedavisi? Prostanoid Bosentan Sildenafil FS III Bosentan [A] Sildenafil [A] Epoprostenol [A] Iloprost inh [A] Treprostinil SK [C] Treprostinil IV [C] FS IV Epoprostenol [A] Bosentan [B] Iloprost inh [B] Sildenafil [C] Treprostinil SK [C] Treprostinil IV [C] Düzelme yok veya kötüleşme Atriyal septostomi ve/veya akciğer transplantasyonu ŞEKİL 27. 2007 ACCP kılavuzundan adapte edilmiş PAH tedavi algoritmi. Aşağıdaki tavsiyeler için kanıt ve algılanan faydanın kombinasyonuna göre harfler kullanılmıştır. C = zayıf öneri. E ile tavsiye klinik çalışma kanıtlarından ziyade uzman görüşüdür. A = Kuvvetli tavsiye, B = orta derece tavsiye. Kısalt: KKB = Kalsiyum kanal blokerleri. FS = Fonksiyonel sınıf, INH = inhale edilen, İPAH = İdiyopatik PAH. İV = İntraveröz, SK = Subkutan (JACC 2008; 51: 1527-38). Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı TABLO 12. PAH’da hipoksemiyi akut kötüleştiren sebepler • Sağ ventrikül yetersizliği ve düşük kalp debisi • Sürekli tedavideki hastalarda pompa veya kateter malfonksiyonu (prostasiklin analoglarının infüzyonu sırasında) • İn situ trombozis • Pulmoner embolizm (warfarin ve/veya prostasiklin tedavisindekilerde olası değil) • Pnömoni/atelektazi • Sepsis • Sağ-sol-şant (paten foramen ovale, ASD’ye bağlı) • Büyük plevral efüzyon • Pnömotoraks Şayet bir değişiklik olmamışsa bu uygulama 5 dakila içerisinde tekrarlanabilir. Şayet kan basıncı ters olarak etkilenmişse, önceki doza kaldığı yerden devam edilir. İnfeksiyon taraması hızla tamamlanmalı; infeksiyondan şüpheleniliyorsa geniş-spektrumlu antibiyotiğe başlanmalıdır. Kronik iv. Prostasiklin tedavisi alanlarda her yıl %2-3’de sıklıkla subklinik santral kateter infeksiyonu görülebilir. PH’de SĞV disfonksiyonu, atım hacmi ve düşmüş arteriyel nabız basıncı esnekliğinden dolayı volum durumunu belirlemek güçtür. Yükselmiş juguler venöz basınç (JVB), “>12-15 cm H2O” anlamlı volum boşatılması için uygundur. Ancak, ödem ve asit bulunan hastalar- 671 da intravasküler volum düşük olabilir. Volumu belirgin boşaltılmış hastalara (hipovolemik), volum invasiv veya Eko-dopler tetkikleri ile değerlendirinceye kadar hızlı sıvı verilmesi kısıtlanmalıdır. SĞV basınç yüklenme tablosu, sıvı verilmesi ile Ekoda ortaya çıkan septal bombeleşme ve sıkıştırılmış SV ile kanıtlanabilir (Şekil 28). Bunun sonucuda; SĞV’de daha fazla dilatasyon ve fonksiyon azalması ile SV atım hacminde azalma meydana gelir. •Volum durumu açık değilse, sistemik basınca etkisini değerlendirmek için 10 dakikada hızla 200 mL salin verilmesi mantıklıdır. •Ağır PAH hastasında hipotansiyon hızla geriye döndürülüp SĞV fonksiyonu ve kalp debisini düşüren “fizyopatolojik spiral” önlenmelidir (şoka giden fasit-çemberin kırılması). Yüksek SĞV ve PA basınçları ile sistemik hipotansiyon kritik derecede düşük oksijen transportuna; ağır hipoksemiye (düşük akım ve açık foramen ovale ve ASD’ye bağlı sağ-sol şanta bağlı), düşük koroner kan akımı, SĞV iskemisi ve stunning ile elektro-mekanik dissosiyasyon ve ventrikül fibrilasyonu ile takip edilen infarktüse sebep olabilir. •Ortalama arteriyel basıncı en az 60-70 mmHg’da idame ettirilemeyen hastalarda, alfa-1 reseptör aktivitesi olan ajanlar (fenilefrin, norepinefrin), yüksek doz dopamin tercih edilebilir. Alfa-1 reseptör aktivitesi sistemik arteriyel basıncı ve koroner perfüzyon basıncını, sistemik rezistansı ve SV afterloadunu artırır ve SV ile SV çıkış yoluna SĞV’nin SĞV AK SV MK SA SĞV AK SV MK SA ŞEKİL 28. Nifedipin hipotansiyonunda sol parasternal uzun eksen görüntüleri: SV büyüklüğünde azalma ve SV çıkış yolunu tıkayan septal eğilme (bowing) göstermekte. Sağ-üst; normal, sağ-alt; soldaki ekokardiyogramın çizimidir. AV: Aort kapak, MK: Mitral kapak, SA: Sol atriyum, AK: Aort kapak, SĞV: Sağ ventrikül (Chest 1999;116:218-23) 672 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI kompresyonunu azaltarak SV atım hacmi ve kalp debisini düzeltir. •Sistemik basınç yeterli ise, dobutamin ve milrinon gibi inotropik ilaçların ilave edilmesi kalp debisini düzeltir. Sistemik basınç makul düzeye ulaşınca, iv. Epoprostenol kalp debisini artırmak ve pulmoner basınçları düşürmek için kullanılabilir. •Sistemik kan basıncı makul düzede ise, iv. Epoprostenol kalp debisini artırmak ve pulmoner basınçları düşürmek için kullanılabilir. Hipotansiyon bulunan yeni PAH hastalarında selektif pulmoner vazodilatör “iNO”, pulmoner arter basıncı düşürerek ve kalp debisini düzelterek, hipotansiyonu geriye döndürerek uzun-dönem tedavi seçenekleri için zaman kazandırır. Tedavide (başka açıklaması olmayan) şok gelişen eski PAH’ın yaşam beklentisi düşüktür. Hipoksemi: Akut olarak hipoksemik durumdaki PAH hastasında yukarıdaki tabloda (Tablo 12) belirtilen sebeplerin ayırt edilmesi için benzer yaklaşım uygulanmalıdır. Bunların herbirisi ekarte edildikten sonra, ancak primer sebep kötüleşmiş SĞV fonksiyonu ve aşırı derecede düşmüş kalp debisidir. Çok sık olarak yukarıdaki faktörlerin kombinasyonu bulunabilir. Pulmoner emboli Warfarin ve Epoprostenol alan hastalarda seyrektir. •Arteriyel oksijen satürasyonunun %92’nin üzerinde tutulabilmesi için oksijen desteği sağlanmalıdır. •Yeterli oksijen transportunun (arteriyel oksijen miktarı [Hb x 1.34 x sAO2%] x kalp debisi) idame ettirilebilmesi için kan transfüzyonu düşünülmelidir. Kan ürünleri hayat kurtarıcı olabilir, fakat kalp- akciğer transplantasyonunu imkansızlaştıran antijen yüklenmesi artırabilir. •Devamlı pozitif basınçlı ventilasyon oksijenizasyonu geçici düzeltebilir. Özellikle pnömoni tablosunda entübasyon ve ventilatör desteği yeterli oksijenizasyon için gerekebilir (bakınız, Bölüm 2.2). Aritmiler: Kronik PAH’da sinüs taşikardisi olağan değildir ve genellikle infeksiyon, hipoksemi, hipovolemi veya düşük kalp debisinin manifestasyonudur. Atriyal fibrilasyon ve flatter en sık disritmilerdir ve hızlı klinik kötüleşmeye sebep olurlar. Atriyal kontraksiyonun kaybolması sonucunda SV dolum basıncı ve volumu azalır; SĞV ve SV atım hacimleri, kalp debisi düşer ve hipotansiyon gelişir. •Taşiaritmilerin tedavisinde, anstabil hastalar (hipotansiyon, hipoksemi) ileri kalp-yaşam desteği (ACLS: advanced cardiac life support) algoritmi ile kardiyoversiyon takip edilir. •İV diltiazem ve adenozin, SĞV fonksiyonu bozuk ve hipotansiyonlu PAH’ta yasaklanmalıdır. •Hız yavaşlatılması İV digoksin ile sağlanabilir, kısa- etkili beta blokerler ve İV amiodaron dikkatle verilebilir. •Sinüs ritmini sürdürmek için amiyodaron ve sınıf – IC ajanlar (propafenon ve flekayinid) dikkatle kullanılmalıdır. Disopiramid kullanımı engellenmelidir. Ventriküler aritmiler, esasen son-evre hastalıkta meydana gelir. Bunların tedavisi ACLS algoritmine uygun olarak yapılmalıdır, bu uygulama bile sonuçların (prognoz, tekrarı) düzelmesinde çok az etkilidir. Kardiyo-pulmoner canlandırma (CPR: cardiopulmonary ressuscitatıon) koşulları, tercihan hastalar kritik druma gelmeden önce PH hastaları ve aileleri ile tartışılmalıdır. Son evredeki hastalıkta ve sağ kalp yetersizliği ile ilişkili olarak CPR PAH’ta etkisizdir. PAH’ta İlave Tedaviler Warfarin, destekleyici oksijen, diüretikler, digoksin, ideal kiloya göre beslenme, tuz kısıtlaması, ve düzenli egzersiz ilave tedavilerdir. •İPAH’te warfarinin muhtemelen in situ trombus oluşumunu önleyerek yaşam beklentisini düzelttiği gösterilmiştir (prostasiklin döneminden önce). Ayrıca PAH ile ilişkili olan durumlarda da kullanılması uygundur (skleroderma, Eisenmenger gibi). Hedef İNR (internatıonal normalized ratıo) genellikle 2-3, fakat prostasiklin kullanıldığında 1.5-2.5’e düşünülmelidir. •Tromboembolik PH’den farklı warfarin ile heparin veya DMAH geçişi gerekmez. •Dinlenimde, uyku ve aktivite sırasında arteriyel oksijen satürasyonun >%90 tutulabilmesi için hastalar oksijen desteği ihtiyacı için değerlendirilmelidir. •Diüretikler, SĞV’nin volum yüklenmesi, ödem asitin rahatsızlığı ile komplikasyonlarınının (barsak ödemi ile birlikte malabsorbsiyon) önlenmesi için kullanılmalıdır. Elektrolitler ve renal fonksiyon yakından izlenmelidir. Spironolakton ilave veya potasyum-tutucu olarak kullanılabilir. Tiyazidler kulp- diüretiğinin artırılmasını azaltmak için kullanılabilir. •Digoksin, baroreseptör sensivitesini yükselterek kalp debisini artırabilir. Günlük doz öncesi kan düzeyi 1 ng/mL’yi aşmamalıdır. “Üçüncü- Pulmoner arteriyel hipertansiyon dünya sempozyumunda” geliştirilen akut hastalarda uygulanabilen tedavi algoritmi Şekil 29‘da gösterilmiştir. Bu algoritmde ilaçların güvenliği, etkinliği, kolay kullanımı, ve etkisinin hızla oluşması temel alınmıştır. Sağlanabilen herbir tedavi seçeneğinin süresi ve faydasının derecesi öngörülemez, tedavinin etkinliği hastalıkla ilgili; hastalığın süresi/semptomlarının, WHO sınıfı, SĞV fonksiyonu, PH ciddiyeti ve etyolojisi (skleroderma en kötü prognoza sahip) dahil birçok faktöre bağlıdır. Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı PAH Sınıf III/IV için Tedavi *SĞV yetersizliği için her 3-6 ayda değerlendir. BNP veya NT-BNP 6-dakika yürüme mesafesi İndike ise SGKK tekrarla Oral antikoagülanlar ± diüretikler ± O2 ± digoksin Fonksiyonel Sınıf III Tedaviye Devam *≤ Sınıf II Fonksiyonel Sınıf IV Sildenafil or ETa IV Epoprostenol veya IV Treprostinil Sınıf III veya kötü 673 Endothelin reseptör antagonistleri (ETa): bosentan veya sixasentan Prostacyclin analogları: IV epoprostenol IV veya sub-Q treprostinil veya inhaled iloprost PDE-5 inhibitor: sildenafil *≤ Sınıf II Tedaviye Devam Sınıf III/IV Tedaviye Devam *≤ Sınıf II Yukarıdakiler ile kombinasyon tedavisi ve/ veya Iloprost inhalasyonu add ETa veya Sildenafil *≤ Sınıf II Tedaviye Devam Sınıf III veya kötü Tedaviye Devam *≤ Sınıf II add IV Epoprostenol veya IV veya sub-Q Treprostinil Sınıf III/IV Cevap yok Sınıf III veya kötü Transplantasyon değerlendirmesine gönder, antriyo septostomi olasılığı ŞEKİL 29. WHO sınıf III ve IV pulmoner hipertansiyonda tedavi algoritmi. SĞKK: Sağ kalp kateterizasyonu. (Chest 2004;126:35-62) •WHO sınıf-III ve -IV hastaların çoğunda kombinasyon tedavisi gerekir; hedef, hastaların sağ kalp yetersizliği kanıtları olmayan en az WHO sınıf-II’ye kadar gerileyip düzelmesidir. 1. Hastaya genelikle tekli-ilaç tedavisi ile başlanmalı ve her 3 ayda; klinik ve fonksiyonel olarak, (sağ kalp yetersizliği bulunması ve BNP düzeyi, 6-dakika yürüme mesafesi, oksijen ihtiyacı dahil) tekrar değerlendirilmeli ve gerekiyorsa periyodik olarak sağ kalp kateterizasyonu tekrarlanmalı. 2. Şayet hasta diğer parametreler ile WHO sınıf-II’ye kadar düzelmemişse; ikinci ve/veya üçüncü tedavi ajanı eklenir. 3. WHO sınıf-III’den -IV’e kötüleşmişse; genellikle prostasiklin analoğu ilave edilir. •KKB (Kalsiyum kanal blokerleri) tedavisi (Tablo 13) nadiren etkilidir, özellikle hastayı izlemeden TABLO 13. Kalsiyum kanal blokerleri • İndikasyonlar: Akut vazodilatör cevap pozitif PAH hastaları. • Doz (oral): Nifedipin (30-270 mg/gün), Amlodipin (5-20 mg/gün), diltiazem (180-480 mg/gün). • Yan etkileri: Nifredipin (ödem, palpitasyon, ‘flushing’, başağrısı, hipotansiyon), Diltiazem (bradikardi, KKY, ödem, başağrısı, hipotansiyon). ampirik kullanımı yasaklanmıştır (kronik KKB tedavisinin yaşam beklentisine faydası gösterilememiştir). KKB kullanımı, sistemik hipotansiyon ve dakikalar ve saatler içerisinde ölüme giden hızlı progresyona sebep olabilir. 674 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Pulmoner Hipertansiyonun Spesifik Tedavisi Sitaxsentan (Oral) Endotelin antagonistleri (ETa): PAH’ta spesifik olarak etkili bulunmuş birinci oral ilaç sınıfıdır. Endotelin-1 güçlü vazokonstriktör ve düz kas mitojenik özelliği ile düz kas hücrelerinde hipertrofiye neden olur, İPAH hastalarında plazma endotelin düzeyi yükselmiştir. İki endotelin reseptör tipi vardır; ET-A; vazkonstriksiyon ve düz kas hücre proliferasyonu meydana getirir, ETA-B; vazodilatasyon ve endotelin klirensine karışır. Dozu: 100 mg günde. Farmakoloji: Yarılanma ömrü 10 saat, sabit düzeye 6 günde ulaşır. Etkisi: Sistemik ve pulmoner damar sisteminde remodeling ile vazodilatasyona sebep olur. Başlangıç etkisi 2-4 haftada görülür ve düzelme 3-6 ay devam eder. Yan etki: Karaciğer toksisitesi %3, periferik ödem, bulantı nazal konjesyon, başağrısı, baş dönmesi. Uyarılar: CYP2C9 ile metabolize olur warfarin metabolizmasını etkiler ve İNR düzeyini yükseltir. Teratojeniktir. • Bosentan, nonspesifik ETa’dır, sitaxsentan (ET-A’ya spesifik 6000 defa daha) bilinen ikinci endotelin reseptör antagonistidir. •Bosentanın kullanımı WHO sınıf-III, -IV’de onaylanmıştır (FDA). İPAH ve skleroderma ile ilişkili bozukluklarda semptomlar ve hemodinamik değerleri, egzersiz kapasitesini düzeltmiştir. Major riski karaciğer toksisitesidir ve karaciğer fonksiyon testleri ayda bir izlenmelidir. AST/ ALT’nin laboratuar değerlerinin üst sınırının 3 katı üzerine çıkmasından dolayı kullananların yaklaşık %10’da ilaç kesilmiştir. Küçük oranda açıklanamayan anemi bildirilmiştir. Çift doğum-kontrol önlemi tavsiye edilmektedir. Dikkat edilecek diğer durumlar; P-450 sistemini kullanan diğer ilaçlar ile etkileşimi, spermatogenez ve teratogenenez üzerine etkileri. •Sitaxsentan WHO sınıf-II, -IV, İPAH ve konnektif doku hastalığı ve konjenital kalp hastalığına sekonder PAH hastaları üzerinde değerlendirilmiştir. Egzersiz kapasitesi ve fonksiyonel sınıfı düzeltmiştir ve bosentana göre daha az hepatotoksisite ile ilişkili bulunmuştur %11’e karşı %3). Sitaxsentan warfarinin gereken dozunu azaltır ve şayet İNR izlenmiyorsa kanama riskini artırabilir. •Ambrisentan, selektifite özelliği intermediyerdir, henüz faz-II klinik çalışmaları yapılmaktadır. Bosentan (Oral) Dozu: Günde 2 defa 62.5 mg X 4 hafta sonra 125 mg günde 2 defaya çıkılır. Farmakoloji: Yarılanma ömrü 5 saat. Maksimum plazma konsantrasyonu 3-5 saatte ulaşılır. Etkileri: Sistemik ve pulmoner damarlarda vazodilatasyon. İlk etki 2-4 haftada, Maksimum etki 3-6 ayda. Yan etkileri: Karaciğer toksisitesi %10. Başağrısı, flushing, hipotansiyon, ödem, anemi oral kontraseptiflerin etkisinde azalma. Uyarılar: Teratojenik. Glyburide ile birlikte kullanıldığında karaciğer toksisitesi artar. CYP2C9 ve CYP3A4 ile metabolize olur, bu sistemi kullanan ilaçlara dikkat edilmeli. Fosfodiesteraz-5 inhibitörü: Sildenafil, fosfodiesteraz-5’in (PDE-5) güçlü inhibitörüdür. Erektil disfonksiyonda kullanılmaktadır. PAH’ın etkili tedavi seçeneğidir. Nitrik oksit, endotelden-sağlanan gevşetici faktör guanil-siklaz aktivasyonu ve artmış cAMP oluşumu ile yönetilen vazodilatör etkileri vardır. PDE-5 inhibisyonu ile intrasellüler GMP düzeyini artırır ve vazodilatör etkilerinin süresini uzatır. Sildenafil iNO kombinasyonu ile birlikte kullanıldığında hemodinamik etkileri uzattığı gösterilmiştir ve iNO kesildiğinde ortaya çıkan rebound ve vazokonstriksiyonu sildenofil önlemiştir. WHO sınıf –II, -IV PAH hastalarında, 12 hafta ve bir yıl takipte fonksiyonel sınıf ve egzersiz toleransı düzelmiştir. İlacın çok iyi emniyet profili vardır. Hemodinamik faydaları endotelin antagonistlerine benzer. Prostasiklin ve ETa ile kombinasyonları klinik olarak güvenli ve etkili bulunmuştur. Sildenafil WHO fonksiyonel sınıfı ile ilgisi olmadan PAH’ta onaylanmıştır. Sildenafil Dozu: 20 mg, günde 3 defa, dozlar arasında 4-6 saat olmalı. Farmakoloji: Yarılanma-ömrü 4 saat. Zirve düzeyi yutulduktan sonra 60 dakika sonra. Etkisi: Sistemik ve pulmoner remodelinge uygun vazodilatasyon. Etkisinin başlaması saatler ve günler içinde olabilir. Maksimal etki 3-6 ayda görülür. Yan etkileri: Görme bozuklukları, dispepsi, flushing, hipotansiyon. Uyarılar: CYP450 sistemi ile metabolize olur. Nitratlar ile kullanımı kontrindikedir. Prostasiklin analogları: İV epoprostenol PAH’a spesifik ilk ilaçtır ve durumu kritik hastalarda çoğun- Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı lukla tedavinin birinci sırasındadır. Epoprostenol semptomları hemodinamik bulguları uzun dönemde yaşam beklentisini WHO sınıf –III ve IV PAH, hastalarında düzeltmiştir. WHO sınıf –III, -IV hastalarda kullanımı onaylanmıştır (FDA). 3 yılda yaşam beklentisine faydası, beklenen (geleneksel kontrollerde) yaşam beklentisi ile karşılaştırıldığında artmıştır (%35.4’den %62.8’e). Yarılanma ömrünün kısa olması ve devamlı İV verilmesi için (sabitleşmemiş kateter (indwelling ile; satral venöz kateter gibi) gerekir. Epoprotenol tedavisi başlanan hasta ilaç ve verilme sistemi hakkında eğitilmelidir. Tedavinin komplikasyonları; perfüzyon pompası yetersizliği, sabit-olmayan kateterin yerinden çıkması, tıkanması, kırılması; kateter infeksiyonları (lokal apse ve sellülitten bakteriyemi ve sepsise kadar) mono- ve polimikrobiyal olabilir. Difteroidler dahil her bakteriyel patojen katetere bulaşarak sonuçta bakteriyemi meydana getirebilir. • Treptostinil (Remodulin), yeni prostasiklin analoğudur. Yarılanma ömrü 3-4 saat olup İV infüzyon veya subkutanöz verilebilir. İV. Eporostenol ile benzer hemodinamik etkileri vardır (subkutan ve İV treptostinilin herikisinin de). Treptostinil, en iyi stabil hastalarda klullanılmalıdır. WHO -II, -IV hastalarda (İPAH, skleroderma, konjenital kalp hastalığı dahil) egzersiz kapasitesi ve 6-dakika yürüme mesafesini düzeltmiştir. PAH ve CTEPH’de uzun sürede yaşam beklentisine faydası gösterilmiştir (geleneksel kontrol grubuna göre). Subkutan ve İV treptostinilin herikisininde kullanımı, oda ısısında daha uzun yarılanma ömrü ve molekülün stabilitesinden dolayı epoprostenola göre daha kolaydır. İndwelling (sabit olmayan) kateterin riskleri önlendiğinden subkutan kullanımı daha emniyetli ve etkilidir. İnjeksiyon yerinde hastaların çoğunun tolere edebildiği ağrı ile birliktedir. • İlloprost, prostasiklin analoğudur. Günde 6 defa inhalasyon yolu ile verildiğinde PAH’ta etkili tedavidir. İnhalasyon ile ilacın dozunun kısıtlı verilebilmesinden dolayı parenteral prostasiklinden daha az etkilidir. Hemodinamik bulguları, egzersiz kapasitesi, yaşam kalitesini ve yaşam beklentisini düzelttiği gösterilmiştir. İlacın kompleks kullanımını tolere edemeyen hastalarda, İV. prostasikline alternatif olarak kullanılabilir. Genellikle oral ajanlara rağmen halen semptomatik kalanlara veya 6- dakika yürüme mesafesinde ve özellikle kalp debisi gibi hemodinamik parametrelerde yeterli düzelme olmayan hastalara kombine edilir (WHO sınıf -II). 675 Epoprotenol (İV Flolan) Doz: 2 ng/kg/dk ile başlanır; 3-4 günde 1-2 ng/kg/ dk titre edilir. Doz değişiklikleri arasında en az 15 dakika beklenir. Düzelmeye kadar tolere edildikce 1-2 haftada bir dozu ayarlanır. Uzun dönemde doz ortalaması 45 ng/kg/dk (10>100 ng/kg/dk). Zayıflama ve semptomların azalması durumunda dozu ayarlanır. Farmakoloji: Yarılanma-ömrü <4-6 dk. 15 dakikada sabit duruma ulaşır. Klinik düzelme saat içerisinde görülebilir. Etki: Sistemik ve pulmoner damar sisteminde güçlü vazodilatör, antitrombosit; major etkisi SĞV fonksiyonunda ve kalp debisi ve vasküler remodelingde uzun süreli düzelmedir. Günler içinde faydalıdır, fakat major etkileri 3-6 aydadır. Yan etkiler: Başağrısı, flushing, çene ağrısı, diyare, bulantı, vücut ağrıları, hipotansiyon, baş dönmesi, döküntü, anemi, trombositopeni, hipersplenizm, hiper ve hipotiroidzm, guatr. Uyarı: Oda ısısında anstabildir. Her zaman 2-8 derece santigradta tutulması gerekir. Uzun süreli tedavide santral venöz yola ihtiyaç vardır. • Kesilmesi rebound ve PH’nin kötüleşmesine, ölüme sebep olur; infüzyon yolu infeksiyonları seyrek değildir. Periferik İV yolla kullanılabilir; hastanede hassas perfüzyon pompası ile kullanılmalıdır. • Düzenli olarak trombositopeni izlenmeli (40-80K), uzun süreli kullasnımda sıklığı %10, bu durumda warfarinin kesilmelidir. İlloprost (inhaler) Dozu: Başlama; 2.5 micg/inh X 6-8/gün. 1-2 haftada tolere ediliyorsa 5 micg/inh. X 6-8/gün’e çıkılır. Günde >45 micg aşılmamalıdır. Farmakoloji: 30 dakikada etkisi başlar. İnhalasyondan ½-1 saat sonra kanda saptanamaz. Etkisi: Diğerlerine benzer fakat daha az güçlüdür. Yan etki: Çene ağrısı, başağrısı, hafif öksürük, flushing, baş dönmesi, hipotansiyon. Uyarılar: İnhalasyonun sıklığı ve süresinin uygunsuz oluşu. Sildenafil ve endotelin agonistleri ile birlikte güvenle kullanılabilir. Sidenafil ile kombine edildiğinde daha az sık doz gerekir. 676 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI İnhale-edilebilen NO (iNO): Çocuklar ve erişkinlerde PAH’taonaylanmıştır (FDA). Özellikle ameliyat sonrası hemodinamik olarak anstabil hastalarda yoğun bakımda iNO kullanımı iyi seçenektir. Ventile olan bölgelerde pulmoner perfüzyonu artırma avantajı vardır, böylece gaz değişimi düzelir ve epoprostenol ile olduğu gibi intrapulmoner şantlar artmadan PVR düşer. iNO alveolar kapillerlerde hızla inaktive edilir, böylece sistemik damarlara etkileri önlenir. • iNO ile stabile edilen hastalarda uzun süreli kullanım için İV epoprestenola geçilebilir. Sildenafil NO’nun ikinci habercisinin (cGMP) yıkımını önleyerek etkisini uzatır (böylece iNO kesilmesine bağlı rebound etkisi hafifler). PAH’ta Cerrahi Tedavi Seçeneği WHO sınıf –III ve –IV hastaların gelişmiş tedavilere rağmen ilk 3-6 ayda mortaliteleri yüksek seyretmektedir. İPAH’ta 2 yılda ortalama yaşam beklentisi epoprostenol ile 5 yılın ötesine geçilmiştir. Ölüm genellikle SĞV yetersizliği sonucundadır. Belirgin dilate SĞV SV’yi sıkıştırarak hipotansiyon ve düşük debiye ve SĞV fonksiyonun kötüleşmesine sebep olmaktadır. •PAH ile ASD; daha iyi yaşam beklentisi için, balonlu kateter ve bıçakla atriyal septostomi atriyal düzeyde sağ-sol şant yaratmak için kullanılmıştır. SĞV’de sistolik ve diyastolik yükünün azalması ve az dolu SV’ye doğru akımın artışı, oluşturulan şant sistemik basıncı ve kalp debisini artırabilir. Yüksek risklidir; atriyal septostomi fonksiyonel kapasiteyi düzeltebilir, bunun bedeli; hemoglobin yeterliyse şiddetli hipoksemidir. •Kalp-akciğer transplantasyonu; rölatif seçenektir. Prostasiklin ve tedavi kombinasyonlarının uygulanmasına rağmen, 3-6 ay sonra WHO sınıfı –III ve – IV’de kalan ve yeterli yaşam kalitesi sağlanamamış, hemodinamik düzelme olmayan hastalarda düşünülmelidir. Transplantasyondan sonra 1 yıllık yaşam beklentisi yaklaşık %80-90’dır, ancak posttransplantasyon yaşam beklenti süresi ortalama 5 yıldır. Yaşam beklentisi 1-2 yıldan az olan hastalarda transplantasyon merkezine gönderilmelidir. 2009-AHA, ACCP: EXPERT CONSENSUS DOCUMENT PULMONER ARTERİYEL HİPERTANSİYON (PAH) (JACC, 2009;53:1573-619) Pulmoner Hipertansiyonun Tanımı Anormal derecede yüksek pulmoner vasküler basınç bulunması durumunda pulmoner hipertansiyondan (PH) söz edilmektedir. PAH pulmoner hipertansiyonun (Venice Grup-1’in) bir kategorisidir (Tablo 4). İki term eşanlamlı değildir. PAH’nın geleneksel tanımında kullanılan tanımlama normal PKUB (≤15 mmHg) ile PVR (>3 Wood ünitesi) tablosunda mPAB >25 mmHg. 1980 yılında primer PH’ın (IPAH) NIH kayıtlarında hastalarda aşağıdaki karakteristikler bulunmuştur: PAB: 60 ± 18 mmHg, kardiyak indeks: 2.3 ± 0.9 L/dk/ m2 ve PKUB: +8 veya -4 mmHg. PAH’ın prognozunu belirleyen faktörler Tablo 14’te sunulmuştur. Tanısal Strateji Substratın tanınması: Hastalarda PAH gelişimine predispozan belirli medikal durumlar ve genetik duyarlılık tanımlanmıştır. PAH için risk faktörleri ve fikir birliğine varılan tarama kılavuzu Tablo 14’de gösterilmiştir. Pulmoner hipertansiyonu keşfetmek: Bu strateji PH riski olanlarda gereklidir (genetik substratlar, risk faktörleri veya ima edici semptomlar veya fizik muayene bulguları dahil). PH’nin en sık bulunan semptomları; egzersizde dispne, yorgunluk, göğüs ağrısı, senkop, TABLO 14. PAH: Prognoz belirleyicileri Risk Belirleyiciler Düşük Risk (İyi Prognoz) Yüksek Risk (Kötü Prognoz) Sağ kalp yet klinik bulguları Hayır Evet Semptomların ilerlemesi Yavaşca Hızlı WHO sınıfı II, III IV 6D-YM Uzun (>400 m) Kısa (<30 m) CPET Zirve VO2 >10.4 mL/kg/dk Zirve VO2 <0.4 mL/kg/dk Ekokardiyografi Minimal sağventrikül disfonksiyonu Perikardiyal efüzyon, anlamlı sağ ventrikül genişlemesi/disfonksiyonu, sağ atriyal büyüme Hemodinamikler PAB <10 mmHg, Kİ >2.5 L/dk/m2 PAB>20 mmHg, Kİ< 2.0 L/dk/m2 BNP Minimal yükselmiş Anlamlı yükselmiş Kısalt: 6D-YM: 6 dakika yürüme mesafesi, CPET: Kardiyopulmoner egzersiz testi. 677 Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı A Periferik damarlar SĞV Büyümesi Belirgin Santral Pulmoner Arter Sağ İnen Pulmoner Arter B ŞEKİL 30. PAH’da EKG ve göğüs radyografi. İPAH’de A: Postero-anterior ve lateral göğüs radyogramı akciğer periferinde vasküler gölgelerin azaldığını, pulmoner arterin hiler belir genleşmesini ve sağ ventrikül büyümesini göstermektedir. B: EKG (altta) ayni hastada sağ atriyal genişleme, sağ ventrikül hipertrofi ve yüklenmesi ve sağ aks deviasyonu. SĞV: Sağ ventrikül (JACC 2009; 53: 1573-619). palpitasyonlar ve alty ekstremite ödemi. Sık fizik muayene bulguları Tablo 8‘de sunulmuştur. EKG ve göğüs radyogramı PH’yı işaret eden bazı markerler gösterebilir (Şekil 30). Ekokardiyografi: PH şüphesinde başlangıçta hasta hikayesi ve fizik muayene ve risk faktörleri esas alındığında, sonraki adım ekokardiyografidir. Doppler ekokardiyogram ile eşzamanlı SĞV sistolik basıncı hesaplanabilir, PH’nın fonksiyonel ve morfolojik sekelleri değerlendirilebilir ve PH’nın kardiyak sebepleri tanımlanabilir. PAH’daki sık ekokardiyografik bulgulara Şekil 31’de yer verilmiştir. Sol kalp yetersizliği veya ilerlemiş akciğer hastalığı gibi diğer olası etyolojilerin yokluğunda, hesaplanmış SĞV sistolik basıncının >40 mmHg hesaplanması, açıklanamayan dispnede genellikle hastanın daha fazla incelenmesini gerektirir. Ayrıca, SĞA veya SĞV genişlenmesi veya intraventriküler septal düzleşme daha ileri incelemeyi tetikleyebilir. Ekokardiyografi PAH’a neden olmayan fakat spesifik teşhisi destekleyen, bir arada bulunan anormallikleri de tanımlayabilir. TR’nin (triküspit regürjitasyonu) spektral Doppler profili, PH hastalarının değerlendirilmesinde söz edilen SĞV-SĞA basınç gradiyentini ölçmek için yetersizdir (yaklaşık %10-25’de). Bu problem dikkate alındığında sallanmış salin kontrastının küçük miktarlarda intrave- SĞV SV SĞV SV RA SV ŞEKİL 31. PAH’ın ekokardiyografik özellikleri: (A) Parasternal kısa eksen bakışı. (B) Apikal 4 boşluk bakışı. PAH’da sık ekokardiyografik bulgular: Sağ atriyal büyüme; sağ ventriküler büyüme; interventriküler septumun anormal şekli, düzleşmesi veya tersine dönmesi ve eksik dolmuş sol kalp boşlukları. SA-sol atriyum, SV-sol ventrikül, RA-sağ atriyum, SĞV-sağ ventrikül. (JACC 2009; 53: 1573-619). 678 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI nöz bolus yapılması ile spektral TR sinyali artırılabilir veya bu amaçla ticari olarak sağlanabilen ve SV endokardiyal kenarının görüntüsünü artırmak için kullanılan mikro-kabarcıklı kontrast ajanlar da tercih edilebilir. Kontrast ajanlar dopplerin artırılması niçin gereklidir; çok küçük miktarlarda ve ağır pulmoner vasküler hastalığı olan hastalarda dikkatle kullanılmalıdırlar. Bu durumlarda sağ kalp boşluklarında genişleme veya septal düzleşme bulunması yükselmiş sağ kalp basınçlarını işaret eder. Egzersiz Ekokardiyografi: Hemodinamikler çoğunlukla istirahatte ölçüldüğünden, egzersizde dispne bulunması, egzersizin-neden olduğu PH’nın araştırılması için egzersiz ekokardiyografi ile ilgilenilmeye yol açmıştır. Tekbaşına egzersizin neden olduğu PH’ya bakılarak herhangi bir tedaviye karar verilmemelidir. Yeni teknikler: CT ve MR görüntüleme SĞV’nin kitlesi, volumları ve fonksiyonun ve kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon (CTEPH)’nin değerlendirilmesini dikkatle inceler. PAH’ın beklenilen MR markerleri; septal eğriliğin oranınında değişme, SĞV ejeksiyon fraksiyonu, SĞV volumu, noninvazif ölçülen kardiyak indeks ve gecikmiş abartılı (hiper) artış (gadolinium kullanılarak artırılmış MR görüntüsünde ölçülür). Sınıflama: Olguların çoğunda PH semptomların (dispne, yorgunluk, göğüs ağrısı, senkop veya ödem) değerlendirilmesi sırasında keşfedilmiştir. Ekokardiyografik kriterler ile şüphelenildiğinde, altta yatan ilişki veya sebep ele alınıp araştırılmalıdır. Başlangıçta, PH’nin PAH (Grup -1) ve non-PAH (Grup 2-5) sebepleri gözden geçirilmelidir. Şekil 32’deki algoritm, ayni zamanda Tablo 4’deki altta yatan sebebin uygun değerlendirilme gerçeğini yansıtır, hemodinamik patern de gereklidir. Tanısal değerlendirme sırasında PH’ya sebep olan tedaviyi işaret eden etyolojiler gibi diğer bozuklukların dışlanması önemlidir. Şekil 32’deki değerlendirilenlerin çoğu kendiliğinden açıktır, CTEP’nin dışlanmasına özel vurgu yapılması uygundur. Pulmoner emboli (PE) olgularının yaklaşık %3-4’ü trombus yoğun antikoagülasyona rağmen tam olarak çözülmemekte ve bunlar zamanla CTEPH gelişimine gitmektedir. Diğer taraftan en sonunda CTEP teşhisi konanların yarısında PE hikayesi yoktur. • Açıklanamayan dispne ve PH bulunanlarda CTEPH’ nin dışlanması için seçilecek test radyonüklid perfüzyon taramasıdır. Normal veya çok düşük olasılık esasen CTEPH’yi dışlar ve yüksek olasılıklı tarama kanıtları pulmoner anjiyogram ile daha ileri değerlendirme gerektirir. Tanısal olmayan taramalarda klinik karara ihtiyaç vardır (klinik şüphe ve altta yatan parenşimal akciğer hastalığın bulunmasına dayanan). Günümüzde spiral veya PE protokol CT, uygun klinik tabloda akut PE’nin dışlanması için mükemmel gözükmektedir (Tablo 9), CTEPH’nin dışlanmasında perfüzyon taramasına göre daha az duyarlıdır (ESC: TKD1, ESC: TKD2). PAH için altta yatan risk faktörleri bulunanlarda bile CTEPH’nin bertaraf edilmesi önemlidir (skleroderma spektrumundaki hastalıklar gibi, teşhisin tedavi karışıklığı önemlidir). • Tastik; tanıyı destekleme: Doppler ekokardiyografi ve birlikte olan bulgular PH’yi işaret edebilir, sağ kalp kateterizyonu (PVR’nin doğru değerlendirilmesi ile) teşhisin tastiklenmesi için gereklidir ve hemodinamik profili oldukça detaylı ve doğru olarak tanımlar. İnvazif Hemodinamik Değerlendirme PAH’tan şüphelenilen her hastada değerlendirilmesinde pulmnoner hemodinamiklerin dikkatlice invazif olarak incelenmesi esastır. Yükselmiş PA basıncına PH sebeplerinin çoğunda sebep pulmoner vasküler patoloji değildir. • Örneğin; egzersiz, anemi, gebelik, sepsis, kardiyopulmoner serndrom veya tirotoksikozda PH sıklıkla yüksek transpulmoner akım ile olur. Bu durumlarda, pulmoner damar yatağı anatomik olarak normaldir ve PH kalp debisi normal düzeylere dönünce düzelir. • PAH hastalarında “transpulmoner gradiyent” (oPAB - PKUB) anlamlı olarak yükselmiştir, fakat artmış kalp debisine bağlı yukarıdaki yükselmiş PAH örneğinde, sol kalp miyokardiyal veya valvular hastalığında yükselmemiştir. Pasif PH’ye sebep olan küçük bir hastalık altgrubunda orantısız PVR yüksekliği bulunabilir (PVR >3 Wood ünitesi ve transpulmoner gradiyent >20 mmHg: “Non-pulmoner arteriyel hipertansiyon”). Bu PH kronik sol kalp hastalığı veya kronik hipoksik durumlar ile ilişkilidir, alttaki hastalık durumuna göre (örneğin konjestif KY) biçimlendirilmiş optimal tedaviye rağmen sıklıkla klinik anlamlı PH kalır. • Bu Komitenin görüşüne (ACCF/AHA-2009) göre: PAH’ın teşhis kriterlerine normal SV dolum basıncında basitce yükselmiş oPAB tersine, PVR eklenmeli ve açıklanmalıdır. PVR PAH için daha sağlam bir kriterdir, çünkü transpulmoner gradiyent ve kalp debisinin etkisinide yansıtır ve sadece prekapiller pulmoner dolaşımda obstrüksiyon olursa yükselir. • PVR’nin yükselmiş oPAB’li hastalarda uygulanması faydalıdır. PVR pulmoner vasküler hastalığa bağlı PH’den (yükselmiş PAB ve PVR) pasif PH’ı (yükselmiş PAB, normal PVR) ayırt eder. • Tanımında, PAB ve PVR’nin ikiside PAH’de yükselir • PVR SV hastalığı (bazılarında pasif PH’ya ek olarak Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı pulmoner arter hastalığı elementi de vardır) veya kapak hastalığında da yükselir. • Akciğer hastalığı, tromboembolik hastalık, SV hastalığı veya kapak hastalığı dışlandıktan sonra PAH’ın teşhisi için gerekli kriter: oPAB >25 mmHg ve PVR >3 Wood ünitesidir. Bu durum büyük olasılıkla esasen PAH teşhisinin doğruluğunu tesbit etmek için invazif hemodinamik çalışmaya sebep olur. Komite noninvazif ekokardiyografik hesaplanan PAB’ye fazla güvenilmemesine dikkat çekmiştir. Genel kardiyoloji hasta topluluğu düşünüldüğünde PAB gerçek pulmoner vasküler hastalığa göre sol kalp hastalığında sistolik veya diyastolik disfonksiyona bağlı daha sık yükselebilir. Sağ Kalp Kateterizasyonu PAH olduğundan şüphelenilen bazı hastalarda başlangıçta kateterizasyon gerekmez. Noninvazif değerlendirmeden sonra halen PAH olduğundan şüphelenilen tüm hastalar tedavi başlamadan önce sağ kalp kateterizasyonuna (SĞKK) gitmelidir. Sağ kalp kateterizasyonunun kullanımı sağlanan verilerin doğruluğu ve tamlığına (eksiksiz) bağlıdır. Bu tanısal algoritmada düzen, sağ kalp kateterizasyonu seçeneği non-invazif taramadan sonra “muhtemel PAH hastası” düşünülenlere saklanmaktadır; girişim PAB’ın ölçülmesi ve PVR’nin hesaplanmasını ve vazodilatör testinin yapılmasına imkan sağlar. SĞKK, PH hemodinamiklerinin değerlendirilmesinde “altın standartdır”, çoğunlukla ölçümler dinlenimde yapılır ve hemodinamik bozukluğun gerçek yaygınlığını yansıtamayabilir. Egzersiz SĞKK’nin teknik olarak yapılması ve yorumlanması güçtür, rutin olarak kullanılmamaktadır. Optimal İnvazif Değerlendirilmenin Komponentleri • Kateter laboratuarında PAH’ın titiz teşhisine pulmoner vaskülatürün birkaç segmentinin balon kateter ile Swan-Ganz uç basınçlarının bakılması (wedging) dahil edilmelidir. Uç basıncının (PKUB) ölçümü, pulmoner ven obstrüksiyonu yokluğunda yaklaşık sol atriyum basıncını verir ve sol kalp hastalığına bağlı PH’yı bertaraf edebilir; uç basınç pulmoner non-okluzif hastalıkta bazı segmentlerde normal olabilir. • Uç basınç spontan solunum siklusunun ekspirasyon sonunda ölçülmelidir. Şayet optimal basınç eğrisi sağlanamıyor veya uç basınç eğrisinin doğruluğu hakkında herhangi bir soru varsa, SV diyastol-sonu basıncı bakılmalıdır. PKUB’nin doğru ölçülmediği durumda sol kalp hastalığı olasılığında (ortopne semptomları veya ilişkili risk faktörleri ile) direk SV diyastol-sonu basıncının bakılması tavsiye edilmektedir. 679 • Termodilüsyon kalp debisi, üç kez ölçümde sonuç tutarlı ise PAH hastaları için yeterlidir, ciddi-olmayan intrakardiyak şant ve triküspit regürjitasyonu yok ise sağlanmalıdır. Düşük kalp debisi ve triküspit regürjitasyonu bulunsa dahi, termodilüsyon tekniği ile Fick tekniğinin iyi korele olduğunu gösteren veriler vardır. PAH’da triküspit regürjitasyonu seyrek olmadığından kalp debisinin Fick ile belirlenmesi gerekebilir. Fick ölçümü ile ilgili olası hata farzedilen ve doğru ölçülmeyen oksijen tüketimi dahil ve kalp debisi ölçümü güvenilir değilse, PVR’nin hesaplanabilirliği ve akut vazodilatör testin yorumu bozulur. Pulmoner Arter Basıncında Spontan Değişkenlik SKK sırasında vasküler basınç ölçümleri ventilasyondan etkilenir, hemodinamik değişkenlerin yorumunda iki yol düşünülmelidir: (1) PAB ve akımda soluma sırasında meydana gelen fazik, dinamik değişikler fonksiyoneldir. (2) Daha büyük kısmen yapay basınç sallanması egzersiz, hiperventilasyon, valsalva, kronik akciğer hastalığında olabilir. İnspirasyon, intratorasik basınçta normal düşmeye sebep olur, PAB’ı atmosferik basınca göre rölatif hafifce düşürür ve sağ kalbe venöz dönüşü artırır, sonuçta pulmoner kan akımı artar. Pasif dışarı soluk verme ile intratorasik basınç atmosferik basınca yaklaşır. Bu etkiler normal kişilerde küçüktür, destekli ventilasyon sırasında akciğer hastalığında önem kazanabilir. • 2-3 solunum siklusunda, soluk vermenin sonunda intratorasik basınç atmosferik basınca yakınken değişkenlik azalabilir. Akut Vazodilatör Test • PAH tanısal değerlendirilmesinde vazodilatör test mantığı 2 faktöre dayanmaktadır: (1) Akut vazodilatör cevaplılık daha iyi prognozu olan hastaları tanımlar. (2) Cevap verenlerin, oral KKB’ye (kalsiyum kanal blokerleri) sürekli faydalı cevap verme olasılığı daha yüksektir ve bunlar çok pahalı olmayan bu ilaçlar ile tedavi edilmelidir. PAH için ideal vazodilatör pulmoner dolaşım için selektif olan ve etkisi hızla başlayıp kaybolandır. Akut vazodilatör test genellikle iNO (inhale edilen Nitrikoksit), intravenöz epoprostenol veya iv. Adenozin kullanılarak yapılmaktadır. Bununla birlikte, vazodilatör seçimi için kanıta-dayalı bir kılavuz yoktur. Buradaki uzmanların fikir birliği tercih ettikleri vazodilatör iNO’dur, ayni zamanda iv Adenozin ve iv epoprostenol kabul edilen alternatiflerdir (Tablo 10). 680 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Esas Testler Olası Testler Hikaye FM CXR EKG EKO • PH şüphesinin indeksi TEE Egzersiz Eko VQ İncelemesi Pulmoner Anjiyografi Göğüs CT Anjiyogram Koagülopati Profili AFT’ler ABGs Geceyarısı Oksimetri Polisomnografi • SĞV, SĞAB, ↑SĞVP, SĞV Fonksiyonu • Sol Kalp Hastalığı • VKH, CHD • Kronik PE • Ventilatuar Fonksiyon • Gaz Değişimi HIV ANA Değerlendirmeye yardımcı olur: • Uyku bozukluğu • HIV infeksiyonu Diğer CTD Serolojileri • Skleroderma, SLE, RA KFT’ler • Portopulmoner HTA Fonksiyonel Test (6MWT, CPET) • Zemindeki Prognozu Tespit et SĞKK Vazodilatör Test Egzersiz SĞKK Volum Yükleme Sol Kalp Kat • PH Kanıtla • Hemodinamik Profil • Vazodilatör Cevap ŞEKİL 32. Pulmoner hipertansiyonunun (PH) değerlendirilmesi için kılavuzu. FM: Fizik muayene, CXR: Göğüs radyogramı, V/Q: Ventilasyon/perfüzyon sintigrafisi, AFT: Akciğer fonksiyon testleri, KFT: Karaciğer fonksiyon testleri, 6MWT: 6 dakika yürüme mesafesi, ACBGs: Arteriyel kan gazları, CPET: Kardiyopulmoner egzersiz testi, CT: Kompüterize tomografi, CTD: Konnektif doku hastalığı, HTA: Hipertansiyon, PE: Pulmoner embolizm, RA: Romatoid artrit, SĞAB: Sağ atriyal büyüme, SĞKK: Sağ kalp kateterizasyonu, SĞVB: Sağ ventrikül genişlemesi, TEE: Transözefajeyal ekokardiyografi, VKH: Valvüler kalp hastalığı, Kat: Kateterizasyon, CHD: Konjenital kalp hastalığı, SĞVSP: Sağ ventrikül sistolik basınç, SĞV: Sağ ventrikül. (JACC 2009; 53: 1573- 619) iNO’nun pratikte kullanılan dozu: 5 dakikada 20-40 ppm. iNO sırasında tekrarlayan hemodinamik ölçümler alınmalıdır ve test ondan sonra sonlandırılabilir. • PAH hastalarında etkinlik ve güvenliği tesis edilmediğinden KKB, nitroprussid, nitrogliserin akut vazodilatör test için kullanılmamalıdır. • Lojistik regresyon analizinde uzun-dönem KKB tedavisinin başarısı ile ilişkili akut vazodilatasyon sırasında elde edilen tanımlanmış değişkenler: PAB’de <37 mmHg azalma, mPAB’de %312’den fazla düşme, PVR’de < 6.7 Wood azalma ve PVR’de >%45 düşme. PAH’de Akut Vazodilatör Teste Cevap Verenlerin Tanımı • ESC ve ACCP kılavuzunun vazodilatör teste akut cevap tanımlaması için önerisi: Kalp debisinde düşme olmadan, oPAB’nin en az 10 mmHg mutlak değeri <40 mmHg’ye kadar düşmesi (Eur Heart J 2004; 25: 2243-78/Chest 2007;131: 1917-28). Ancak bu kriterin, uzun-dönem KKB’ye cevabı olabilen tüm hastaları yakalamakta duyarlılığı yetersizdir. Ancak, bu tedaviden fayda görmesi olası olmayan ve diğer tedavilerin uygun olduğu hastaları tanımla- “Pozitif” cevabın tanımı tartışmalıdır. ”Pozitif” cevap tanımı için kullanılan: iv epoprestenol veya iNO sonrası PAB ve PVR’de %20 düşüştür. Buna karşılık akut cevap verenlerin yaklaşık yarısı (70 hastanın 68’i total IPAH’lıların %6.8’inin) uzun-dönem KKB tedavisi ile düzeldiği gösterilmiştir (Eur Respir J. 2006; 28: 1195- 203). Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı makta spesifikliği yeterlidir. oPAB <40 mmHg hastalarda tavsiye yapmak için veri yoktur. Bu hastalardaki olay oPAB’de normal kalp debisi çerçevesinde oPAB’de önemli (<%20) düşmedir. Bunlarda KKB kullanımı ve klinik cevabın değerlendirilmesi mantıklı bir yaklaşımdır. Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon Altgruplarında Vazodilatör Test IPAH’dan gelen prognozun belirlenmesinde en iyi veriler akut vazodilatör testin kullanımını desteklemektedir. Birlikte SV hastalığı bulunanlarda dikkat edilmelidir ve sol kalp hastalığına bağlı stabil KY’de pulmoner ödemdeki gibi ve vezonokluziv hastalıkta INO ve apoprostenola cevap bildirilmiştir. Oldukça selektif arteriyel vazodilatöre cevap olası kapiller yatağın vazodilatasyonu ve taşması ile ilişkilidir. Özet Optimal tedavi stratejilerini belirlemek hastalığın hemodinamik ciddiyeti, tanısal kategoriler ve birlikteki bulgulara bağlıdır. PH’nın tanısal değerlendirilmesinde aşağıdaki noktalar tavsiye edilmektedir: 1. Predispozan risk faktörleri olan belirli kişiler, PH için tanısal değerlendirmeye alınmayı hak etmektedir. 2. Hikaye, risk faktörü değerlendirmesi, fizik muayene, göğüs radyogramı ve EKG ile PH’dan şüphelenilen hastalara daha ileri değerlendirme hakkı tanınmalıdır. 3. PH şüphelenilen hastalarda ilk değerlendirmede en uygun tanısal çalışma Doppler ekokardiyogramdır. 4. PH’nın diğer etyolojilerinin (CTEPH gibi) incelenmesi tüm örneklerde uygundur (Şekil 32). 5. PAH’ın teşhisinin tam SKK ile tastiklenmesi gerekir.PAH’ın hemodinamik tanımı oPAB: >25 mmHg, PKUB/SAB/SV diyastol-sonu basıncı = ≤15 mmHg, ve PVR: >3 Wood ünitesi. 6. Tüm IPAH hastalarına akut, uzun-dönem KKB tedavisine olası aday olabileceği düşünülenlere vazodilatör test yapılmalıdır. Kronik KKB tedavisi düşünülmeyen IPAH hastaları gibi klinik sağ kalp yetersizliği veya hemodinamik instabilite hastalarının akut vazodilatör teste gitmesi gerekmez. 7. Akut vazodilatör test bu ilaçları kullanmayı ve sonuçlarını yorumlamayı bilen deneyimli merkezlerde yapılmalıdır. 8. KKB ile uzun dönem tedaviye başlamak için akut cevabın tanımı, kalp debisi düşmeksizin oPAB’de en az 10 mmHg düşüş ve mutlak PAB’nin <40 mmHg olmasıdır. Bununla birlikte bu uyulması zor tanımlama KKB ile uzun dönemde etkin tedavi edilebilen birkaç hastayı yanlış sınıflandırabilir, ancak oral KKB’den fayda görmesi çok az olası olanları da gü- 681 ven ile tanımlayabilir, böylece çok büyük derecede emniyet sağlar. 9. IPAH’tan başka durumlara bağlı PAH’ta oral KKB’ye uzun dönemde cevap çok düşük orandadır. Bununa göre, bu hastalarda akut test ile ilerleme kararı bireyselleştirilmelidir. 10. Sol kalp basınçları anlamlı yükselmiş hastalarda akut vazodilatör test indike değildir, zararlı olabilir. Kanıta-Dayalı Tedavi Algoritmi PAH tedavisi geçen dekadta geliştirilmiştir. Tedavi algoritmi ESC ve PH III. Dünya sempozyumunda (İtalya, Venice, 2003) formüle edilmiştir. Özellikle, bu algoritmde esas alınan klinik veriler konnektif doku ve anoreksigenlerle ilişkili PAH ve IPAH hastalarından iletilmiştir. PAH hastalarında tedavi hedefleri birkaç tanedir: Hastanın semptomlarının (dispne ağırlıkta) düzelmesi; fonksiyonel kapasitenin artırılması (6 dakika yürüme mesafesi veya kardiyopulmoner egzersiz testi ile ölçülen) tedavinin amaçlarıdır. PAH’ta ciddi hemodinamik bozuklukta PAB’nin düşürülüp kalp debisinin normalleştirilmesi de tedavinin önemli hedeflerindendir. Diğer önemli hedef hastalığın progresyonunun geriye döndürülmesi veya en azından önlenmesidir; bu yaklaşım daha yoğun tedavi hastane yatışı ve akciğer transplantasyonu ihtiyacını azaltır. Kısacası sonunda sağkalım düzeltilmeye çalışılmaktadır. Genel Ölçüler Egzersiz tavsiyesi ile ilgili kısıtlı veriler vardır. Tolere edilebiliyorsa yürüme gibi derecelendirilmiş düşük düzeyli aerobik egzersiz teşvik edilmiştir. Medikal tedavi ile stabil hastalığın hedeflendiği hastalarda yoğun egzersiz eğitimi ile 15 hafta sonra 6-dakika yürüme testi ile yaşam kalitesi, fonksiyonel sınıfı ve zirve oksijen tüketiminin düzeldiği gösterilmiştir. •Hastaların ağır fiziksel egzersiz veya izometrik (sabit dirence karşı zorlama) egzersizden kaçınması tavsiye edilmiştir. Bu egzersiz senkopa neden olabilir. Yüksek yerlere çıkmanın hipoksik pulmoner vazokonstriksiyona katkısı olabilir ve iyi tolere edilemiyebilir. Benzer şekilde bazı hastalara ticari uçaklarla seyahat sırasında oksijen gerekebilir. •Uçuş öncesi pulse-oksimetri satürasyonu <%92 bulunanlara oksijen desteği verilmelidir. •Özellikle sağ ventrikül yetersizliliği olan hastalarda volum durumunun tedavisinde diyette sodyum kısıtlanması (<2.400 mg/gün) önemlidir, tavsiye edilmiştir. •İnfluenza ve pnömokokal pnömoniye karşı rutin aşılanma tavsiye edilmiştir. Gebelik, doğum ve lohusalık döneminde hemodi- 682 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI PAH Tedavi Algoritmi Antikoagülasyon ± Diüretikler ± Oksijen ± Digoksin Akutvazoreaktivite Testi* Pozitif Düşük Risk Oral KKB Hayır Devamlı cevap Negatif ERAs veya PDE-5 Is (oral) Epoprostenol or Treprostinil (IV) Illoprost (inhale) Treprostinil (SK) Evet KKB Devam Yüksek Risk Epoprostenol veya Treprostinil (IV) Illoprost (inhale) ERAs veya PDE-5 (oral) Treprostinil (SK) Kombo-tedavi için yeniden değerlendir Atrial septostomi Akciğer transplantasyonu Araştırma protokolleri ŞEKİL 33. PAH’ın tedavi algoritmi. Kontrindikasyonu olmayan tüm hastalar ile IPAH’da tavsiye edilmiştir. Sağ kalp yetersizliğinin tedavisinde diüretikler kullanılır. Oksijen, oksijen satürasyonunu >%90 sürdürmek için tavsiye edilir. Akut vazodilatör testi, uzun dönem KKKB tedavisine aday olabilecek tüm IPAH hastalarına tavsiye edilmelidir. IPAH’dan başka durumlara bağlı PAH hastalarının, oral KKB’lere uzun-dönem cevabı çok düşüktür, bu hastalarda akut vazodilatör testin cevabının bireyselleştirilmesi gerekir. Hemodinamik anstabil hastalar ve sağ kalp yetersizliğinde KKB tedavisi düşünülmemelidir, akut vazodilatör teste gidilmemelidir. KKB’ler, sadece akut vazodilatör testi pozitif olanlarda indikedir akut vazodilatör testi pozitif olmayanlarda klinik değerlendirmesinin temelinde düşük risk de düşünülmelidir (Tablo 10)*. • ERA veya PDE-5 ile oral tedavi, birinci sıradaki oral tedavi tavsiyesi olabilir. Şayet oral rejimler uygun değilse, hastanın profil ve her tedavinin yan etkileri ve riskine göre diğer tedavilerin düşünülmesi gerekir. Klinik değerlendirmeye göre yüksek riskli düşünülenlerde İV prostasiklin (eprostenol veya trprostinil) birinci sıradaki tedavi olması önerilir. • Şayet hasta devamlı İV tedaviye aday değilse, diğer tedaviler hastanın profili ve her tedavinin yan etkileri ve riskine göre düşünülebilir. Epoprostenol, IPAH’ta egzersiz kapasitesi, hemodinamikler ve sağkalımı (bilinen tek ilaç) düzeltir ve kritik düzeyde hasta olgularda tercih edilen tedavi seçeneğidir. Treprostinil iV devamlı infüzyon hem de subkutan kullanılır, Illoprost prostasiklin analoğudur, günde 6 defa (adapte-edilmiş) aerosollaştırılmış olarak kullanılır. • Endotelin reseptör antagonistleri oral tedavilerdir, PAH’da egzersiz kapasitesini düzeltir. Karaciğer fonksiyon testleri aylık olarak sonsuza kadar yakından izlenmelidir. Fosfodiesteraz inhibitörleri de egzersiz kapasitesini düzeltir. Başlangıçta tekli-tedaviye yeterli cevap vermeyenlerde düşünülmelidir. Optimal medikal tedaviye rağmen kötüleşen hastalar için transplantasyon zamanı ve septostomi seçeneği saklanmalıdır (JACC 2009; 53: 1573-619). namik oynamalar öldürücü olabilir (maternal mortalite %30-50). bir seçenektir. Cerrahi sterilazsyon ve mekanik engelmetodları da alternatiflerdir. •Günümüz kılavuzları: PAH’lı kadınlarda gebeliğin önlenmesi veya erken belirlenmesini tavsiye eder. Çocuk doğurma potansiyeli olan PAH’lı kadınlarda doğum-kontrol metodlarının tartışılması önemlidir. Ancak tercih edilecek yöntem bilinmemektedir. Östrojen ihtiva eden kontraseptifler venöz tromboembolizm riskini artırabilir. Düşük-dozlu preparatların antikoagülasyonla (warfarin) birlikte kullanımı makul Tedavinin Geçmişi Warfarin ve antikoagulasyon ile sağkalımın düzeldiği gözlenmiştir. •IPAH’da INR ile titre edilen (1.5-2.5) warfarin ile antikoagülasyon, intravenöz tedavisi devam eden ilerlemiş hastalığı olanlarda, kontrindikasyonlar bulunmuyorsa antikoagülasyon önerilmiştir. Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı 683 •Diüretikler sağ ventrikül volum yükünün (sıklıkla yükselmiş juguler basınç, alt ekstremite ödemi ve asit ile ortaya çıkan) tedavisi için indikedir. Bazı durumlarda iv. Diüretik gereklidir. Serum elektrolitleri ve böbrek fonksiyonu yakından izlenmelidir. •Hipoksi güçlü pulmoner vazokonstriktör olduğundan, bazı uzmanlar oksijen satürasyonunu %90 üzerinde tutmak için oksijen desteği tavsiye etmektedir. •Digoksin sağ kalp yetersizliği ve düşük kalp debisi ile atrial aritmilerde bazen kullanılır. Pulmoner arteriopatinin ortaya çıkardığı pulmoner mikrovasküler değişiklikler hastalığın progresyonununa katkı sağlar. •Anlamlı distal hastalığın mekanizmaları: (1) Küçük altsegmenter elastik arterlerin obstrüksiyonu. (2) Distali nonobstrüktif pulmoner damar sistemine giden üçük müsküler arter ve arteriollerin klasik arteriopatisi. (3) Distali total veya kısmen tıkanmış obstrüktif pulmoner damar sistermine giden küçük müsküler arter ve arteriollerin pulmoner arteriopatisi. Kalsiyum kanal blokerleri: Akut vazodilatör cevap alınan (oPAB≥10 mmHg, mPAB: ≤40 mmHg) hastalarda KKB ile tedavi edilebilir. Tıkanmış ve tıkanmamış pulmoner damarların distal pulmoner vaskülopatisi tipik olarak IPAH düşündüren lezyonlar ile karekterizedir (pleksiform lezyonlar dahil). •Şayet hasta akut cevabı tanımlayan kriterlere uyuyor ve KKB tedavisi ile fonksiyonel sınıf I veya II düzelmiyorsa, hasta kronik cevap- veren olarak düşünülmemelidir. Alternatif ve ilave PAH tedavileri kullanılmalıdır. •Uzun-etki süreli nifedipin, diltiazem veya amlodipin en sık kullanılan KKB’lerdir. Verapamil negatif inotropik potansiyelinden dolayı yasaklanmalıdır. CTEPH’nin CT bulguları minimal olabilir fakat olası CTEPH ortamında ventilasyon-perfüzyon taraması her zaman düşünülmelidir. Normal perfüzyon veya çoklu, küçük, subsegmenter defektlerin bulunması IPAH veya küçük-damar PH’nin bir başka şeklini tanımlayabilir, daha mantıklı olarak, bir veya daha fazla gelişi güzel segmenter veya büyük defektler genellikle CTEPH’yi gösterir. Nadiren pulmoner veno-okluziv hastalık, pulmoner kapiller hemanjiomatozis, fibroze mediyastinit, pulmoner vaskülit veya pulmoner arter sarkomasında çoklu benzer defektler görülebilir. •CTEPH’nin CT veya anjiyografik kanıtları: Keseleşme, ağlar veya bandlar ile poststenotik dilatasyon, intimal düzensizlikler, bidenbire daralma, total okluzyon birlikte olur veya olmaz. Pulmoner anjiyografi birçok yıldan beri teşhisin kanıtlanmasında yaklaşımın “köşe taşıdır” ve “ameliyat olabilir” indikasyonunu verir. Prostanoidler: Prostanoidlerin verilmesi PAH tedavisinin özüdür. Eporostenol, treprostinil ve iloprost piyasada bulunan prostanoidlerdir. Endotelin reseptör antagonistleri: Endotelin-1 vazokonstriktör ve PAH gelişimine katkı sağlayabilen düz kas mitojenidir. Endotelin reseptör blokajı ile PAH tedavisi, endotelinin patojenik kanıtlarının desteğine göre umut verici yaklaşımdır. Bosentan, Sitaxsentan. Ambrisentan bu grubun mevcut ajanlarıdır. Tromboembolik Pulmoner Hipertansiyon CTEPH, pulmoner arteryel sistemde tromboembolinin sebep olduğu yükselmiş PAB (>25 mmHg) olarak tanımlanmaktadır. Başka bir venöz tromboembolizm hikayesi olmayan fakat akut PE bulunanlarda CTEPH’nin toplanmış insidensi; akut PE’den 6 ay sonra %1.0, 1 yıl sonra %3.1, 2 yıl sonra %3.8 bildirilmiştir; bu hastalığın sıklığı eskiden zannedildiğinden daha fazladır. Günümüzde kabul edilen patogenetik mekanizması; derin ven trombozu ve PE’den sonra yavaşca organize olmuş tromboemboli oluşması. Antifosfolipid antikorları ve yükselmiş faktör –VIII düzeyleri hariç (yaklaşık hastaların %10’da) pulmoner endotelyumun koagülasyon veya ibrinolitik yolundaki durumu çağrıştıran anormallikler tanımlanmamıştır. •Splenektomi, ventrikülo-atriyal şant, infekte intravenöz yol ve kronik inflamatuar durumlar CTEPH’nin bağımsız risk faktörleri olabilir. Cerrahi ve İnvazif Tedavi •PTE (pulmoner tromboendarterektomi) potansiyel olarak iyileştiricidir, önemli oranda hastaya yapılamamaktadır. Cerrahi başarı operatörün deneyimine ve dikkatli hasta seçimine bağlıdır. PTE dışındaki invazif yaklaşımlar günümüzde kısıtlıdır. Olası alternatifler: Akciğer transplantasyonu ve balon pulmoner dilatasyon (anjiyoplasti). •PTE öncesi inferiyor vena kavaya filtre yerleştirilmesi büyük merkezlerde standarttır. Medikal Tedavi PAH’daki gibi indike ise diüretik ve oksijen kullanılır. Ömürboyu antikoagulasyon verilir. Bosentan ile tedavi edilen hastalarda plaseboya göre PVR’nin düştüğü fakat 6 dakika yürüme testinin değişmediği gösterilmiştir. Farmakolojik tedavi 4 durumunda faydalı olabilir: 1. PTE muhtemelen anlamlı distal hastalığa bağlı olma- 684 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI dığında, medikal tedavi tek seçenek olabilir, çok ağır hastalarda transplant düşünülmelidir. 2. Hemodinamiği oldukça kötü yüksek-riskli hastalarda, intravenöz epoprostenol tedavi amaçlı PTEye köprü olarak düşünülebilir. Bu hastaların fonksiyonel sınıf –IV semptomları vardır, oPAB <50 mmHg, Kİ <2.0/L/dk/m2 ve PVR >1, 000 dyn.s. cm-5. Bu yaklaşım cerrahi başarıyı düzeltebildiği müddet medikal tedavi PTE’yi geciktirmemelidir. 3. PE’den sonra devamlı PH’de (%10-15) ve anlamlı distal patolojisi olanlarda, medikal tedavi düşünülmelidir. 4. Son olarak, anlamlı komorbiditeye bağlı cerrahi kontrindike ise medikal tedavi düşünülebilir. Postoperatif Pulmoner Hipertansiyon PH, kalp cerrahisi ile SV dolum basınçları normal veya normale-yakın düzeylere başarılı şekilde düşürülse dahi devam edebilir. Bu durumda PAH-spesifik tedavinin başlanması düşünülebilir. Sol-kalp dolum basınçlarının normalleştiğinden emin olmak için bu tedaviye başlamadan önce tam sağ kalp kateterizasyonu yapılması tavsiye edilebilir. Kalp cerrahisinden sonra “De novo” PH oldukça enderdir. PH ile SĞV yetersizliği olan/olmayanlarda cerrahi sırasında ve sonrasında uygulanan birçok tedavi stratejisi vardır. Kalp cerrahisine giden hastalarda (ACBG, kapak replasmanı ve tamiri, mekanik yardımcı cihaz, kalp transplantasyonu) NO inhalasyonu (doz; 20 ppm, ortalama 36 saat), pulmoner ve sistemik basınçları ve kardiyak indeksi düzeltmiştir. Dengeli olarak, NO inhalasyonu, kalp cerrahisinden sonra PH’nın etkili kısa dönem tedavi stratejisidir. Prostasiklin inhalasyonu da kapak cerrahisi sonrası PH hastalarında kullanılmıştır. NO ve prostasiklinin herikisi de iv. Nitroprussiden etkilili ve daha iyi tolere edilir. İloprost PH ve SĞV yetersizliği hastalarında transplantasyon sırası ve sonrasında başarı ile kullanılmıştır. Kalp cerrahisine giden ve intraoperatif PH gelişenlerde nazogastrik tüpten verilen sildenafilin faydalı hemodinamik etkileri bildirilmiştir. Kardiyak cerrahi sonrasında daha inatcı PH’de oral PAH tedavisi düşünülebilir. İntravenöz ve inhale şekindeki PAH tedavisinden çıkmak için oral sildenafil yardımcı olabilir. Bu kullanım için Bosentan için indikasyon yoktur (klinik rapor olmadığından). Tavsiyelerin Özetleri 1. PH hastası, pulmoner venöz hipertansiyon, kronik akciğer hastalığı ile hipoksemi, ve/veya pulmoner embolizmin hastalığın patogenezindeki rolünü açıklamak için tanısal değerlendirmeye gitmesi gerekir. Bununla ilgili olarak; sağ kalp kateterizasyonu, akciğer fonksiyonu, arteriyel oksijen satürasyonunun (dinlenimde, aktivite ile ve geceleyin) belirlenmesi ve ventilasyon-perfüzyon taraması (V/Q) bu hastaların değerlendirilmesi için zorunludur. 2. Pulmoner venöz hipertansiyon ile ilişkili PH hastasında, PAH-spesifik tedavinin sağlanması için düşünülebilir (aşağıdaki durumlarda): a. Pulmoner venöz hipertansiyonun sebebi önce optimal tedavi edilmeli; ve b. PKUB normal veya minimal yükselmiş; ve c. Transpulmoner gradiyent (TPG) ve PVR anlamlı yükselmiş; ve d. Hastanın semptomları PAH- spesifik tedavinin klinik fayda verebiliceğini işaret ediyor. Bu hastaların PAH-spesifik tedavi ile tedavisi büyük dikkat altında yapılmalıdır, tedavi sonucunda sıvı retansiyonu, sol-kalp dolum basınçları yükselebilir ve sonucunda pulmoner ve klinik kötüleşme olabilir. Bu hastaların nasıl ve tedavi edilip/ edilmeyeceğine bireysel özelliklere göre uzmanlaşmış PH tedavi merkezlerinde karar verilmelidir. 3. PH kronik akciğer hastalığı ve hipoksemi ile ilişkili hastada, PAH- spesifik tedavinin sağlanması düşünülebilir (aşağıdaki durumlarda): a. Kronik akciğer hastası ve hipoksemi önce optimal olarak tedavi edilir; ve b. TPG ve PVR anlamlı yükselmiş; ve c. Hastanın semptomları PAH-spesifik tedavinin klinik fayda verebileceğini gösteriyorsa. Bu hastaların PAH-spesifik tedavisi dikkatli verilmelidir, bu tedavi sonucunda hipoksemi kötüleşebillir ve klinik bozulabilir. Bu hastaların nasıl ve tedavi edilip/edilmeyeceğine deneyimli PH merkezlerinde bireysel esaslara göre karar verilmelidir. 4. Kronik tromboembolik PH hastalarına PAH-spesifik tedavinin sağlanması düşünülebilir (aşağıdaki durumlarda): a. Antikoagulasyon dahil (verilmişse) uygun sekonder korunma ölçülerinde planlanabilir; ve b. PTE yapılabilir veya indike değildir; ve c. TPG ve PVR anlamlı yükselmiş; ve d. Hastanın semptomları PAH-spesifik tedavinin klinik fayda getirebileceğini ima ediyorsa Bu hastaların nasıl ve tedavi edilip/edilmeyeceğine deneyimli PH merkezlerinde bireysel esaslara göre karar verilmelidir. 5. Kalp cerrahisinden sonra PH hastalarına PAH-spesifik tedavinin sağlanması düşünülebilir: a. Cerrahi ile birlikte medikal tedavi alttaki kalp hastalığının optimal tedavisini sağlar ve Solunum, KY’de Akciğer Tutulumu ve Ayırıcı Tanı b. Normal veya minimal yükselmiş PKUB sonucunda cerrahi ve birlikte medikal tedavi ve c. TPG ve PVR anlamlı yükselmiş kalır ve d. Hastanın klinik durumu PAH-spesifik tedavi klinik fayda klinik fayda verebileceğini gösteriyorsa. Bu hastaların nasıl ve tedavi edilip/edilmeyeceğine deneyimli PH merkezlerinde bireysel esaslara göre karar verilmelidir. 3. 4. 5. KAYNAKLAR 6. 1. Rubenfire M, Bayram M, Hector-Word Z. Puolmonary hypertensıon in critical care setting. Clasificatıon, Pathophysiology, Diagnosıs and Management. Critical care clinics 2007;23: 801-35. 2. NaguyenTN, Hu D, Kim MH, Grines CL. Management of 7. 685 complex cardiovascular problems. Blackwell Futura. 2007. p.191-219. Rosenow EC, Harison CE. Congestive heart failure masquerading as primary pulmonary disease. Chest. 1970 58: 28- 36. Geppert E, Genblach BK. The pulmonary manifestation of left heart failure. Chest 2004;125: 669-682 Badesch DB, Abman SH, Ahearn GS, Barst RJ, McCrory DC, Simonneau G. Medical Therapy For Pulmonary Arterial Hypertension ACCP Evidence-Based Clinical Practice Guidelines. Chest 2004 ;126;35-62 Rubin JL. Pulmonary arterial hypertensıon. JACC 2008;51: 1527-38 ACCF/AHA 2009 Expert Consensus Document on Pulmonary Hypertension. A Report of the American College of Cardiology Foundation Task Force on Expert Consensus Documents and the American Heart Association. JACC 2009;53: 1573–619 BÖLÜM 3.3 Uyku Apnesi Bozukluğu ve Kalp Yetersizliği Prof. Dr. Rasim Enar Uyku-apnesi bozukluğu (UAB) prevalansı kardiyovasküler hastalığı kanıtlananlarda yüksektir. Obstrüktif uyku apnesi (OUA) ABD’de 15 milyon erişkini etkilediği hesaplanmıştır. Bu hastaların büyük bölümünde birlikte hipertansiyon ile koroner arter hastalığı, inme ve atriyal fibrilasyon gibi kardiyovasküler hastalıklarda bulunmuştur. Santral uyku- apnesi (SUA) ise esasen KY hastalarında meydana gelir. OBSTRÜKTİF UYKU APNESİ (OUA)1-5 Farengeal havayolunun kollapsı sonucunda uyku sırasında ventilasyona tekrarlayan aralar verilmesi (Tablo 3). Obstrüktif Apne’de, devam eden ventilatuar efor ile birlikte, solunuma ≥10 saniye ara verilir. Obstrüktif hipopne artmıştır, fakat tamamen kesilmemiştir, klinik tablo oksijen satürasyonunda düşme veya yükselme ile birliktedir. OUA’nın teşhisi, hastanın apne-hipopne indeksi (AHİ; uykuda saatteki apne ve hipopne sayısı) >5 ve gün içerisinde aşırı uyku hali bulunduğunda kabul edilmektedir (Şekil 1, Tablo 1). Hipopneye oksihemoglobinde satürasyonu ≥ %4 eşlik eder (Tablo 3). OSA’da faringeal kollaps (katlanma) dilin arkası, uvula, ve yumuşak damak veya bu yapıların kombinasyonu ile olmaktadır. Laringeal havayolunun bu bölümü (posterior nazal septumdan – epiglotise kadar) rölatif az kemikli veya rijit olup, bundan dolayı havayolu açıklığını sürdürebilmesi için büyük ölçüde adale aktivitesine bağımlıdır. OUA hastalarında primer anormallik, obesiteden dolayı anatomik kısa faringeal havayoludur. Uyanıklık bu havayolu direncini artırır, inspirasyon sı- Hava akımı Dil Nazal geçiş Yumuşak damak Uvula Hipopne Apne ŞEKİL 1. Kısmi ve tam havayolu obstrüksiyonu sonucunda hipopne ve apne (JACC 52: 6896-717). 687 688 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 1. Obstrüktif uyku dispnesi Semptom ve risk faktörleri: • Bölücü horlama • Tanık olunmuş güçlükle soluk alma veya apne • Obezite ve/veya genişlemiş boyun büyüklüğü • Hipersomnolans (KY’de sık) • Diğer semptom ve bulgular (erkek cinsiyet, sıkıştırılmış görünen laringeal havayolu, yükselmiş kan basıncı, başağrısı, seksüel disfonksiyon, özellikle çocuklarda davranış değişiklikleri). Tarama ve tanısal testler: Sorgulama Holter nonitorizasyon Geceleyin oksimetri Evde polisomnografi Hastanede geceleyin polisomnografi Tedavi seçenekleri: • Pozisyonel tedavi Zayıflama Alkol ve sedatiflerin yasaklanması Pozitif havayolu basıncı Oral alet • Cerrahi Uvulofaringoplasti Tonsillektomi Trakeostomi (JACC 2008;52: 686-717) rasında daha büyük intrafarengeal negatif basınç sağlar. Larenkse lokalize olmuş mekanoreseptörler, negatif basınca refleks olarak cevap vererek laringeal dilatör adalelerin aktivitesini artırır, böylece uyanık oldukça havayolu açıklığı sürdürülür. Ancak, uyku sırasında bu nöromüsküler kompansasyonu çalıştıran refleks larengeal adale aktivitesi azalır veya kaybolur, dilatör adale aktivitesi düşer ve farengeal daralma ile intermitan komplet kollaps ortaya çıkar. Sonraki apne veya hipopne sırasında, hipoksi ve hiperkapni ventilatuar eforu uyarır ve apneik olayı sonlandırmak için uykudan birdenbire kalkılır. Oysa uyanıklılık sırasında, üst havayolunun açıklığının sürdürülmesi için refleks-işleyen adale aktivasyonu gerekir (uyku sırasındaki kollapsta hassas olabilir). Obstrüktif apnelerin patofizyolojisi; kompleks olup, bireysel farklılıklar göstermektedir. Bununla birlikte OUA hastalarının çoğunda larengeal kollapsın dominant sebepleri larengeal anatomideki anatomik eksiklikler ve uyku ve uyanmada üst havayolu dilatör adalelerinin değişken kontroludur, diğer mekanizmaların da olası katkısı olabilir. Uykuda akciğer volumunun kaybı üst havayolunun longitudinal çekişini azaltır, kendisini (farengeal yapıları) daha katlanabilir yapar. Hastalığın Mekanizması ve İlişkilendirildiği Kardiyovasküler Risk Apneler uyku sırasında ağır intermitan hipoksemi ve CO2 retansiyonuna neden olabilir; oksijen satürasyonu ≤%60 düşebilir, uykuya yapılanmış normal otonomik ve hemodinamik cevapları bozar ve böler. Apne gece boyunca tekrarlayarak meydana gelebilir ve böylece kemo-refleks ile yönetilen periferik damarlardaki sempatik aktivite ve sonuçta vazokonstriksiyonu artırır. Apneik epizodların sonuna doğru kan basıncı 240/130 mmHg’ya kadar çıkabilir. Bu düzeydeki hemodinamik stres ağır hipoksemi, hiperkapni ve adrenerjik aktivasyon sırasında olur. Noktürnal apneler kardiyak ve kardiyovasküler hastalığı artırabilen birçok değişik patofizyolojik mekanizmaları başlatır (Şekil 2). Sempatik aktivasyon; OUA’da periferik kan damarlarında sempatik trafik artmıştır, yükselmiş kardiyak sempatik aktivite gösteren hastada uyanık iken bile kalp hızı yüksektir. %100 oksijen verilmesi ile sempatik aktivite, kalp hızı ve kan basıncını OUA’da anlamlı düşürür. Kardiyovasküler değişkenlikler; obes kişilerdekine benzer, dinlenimde uyanık OUA hastasında kalp hızı değişkenliği azalmış, kan basıncı değişkenliği artmıştır. Kardiyovasküler hastalığı olanlarda, azalmış kalp hızı değişkenliği kötü prognoz ile ilişkilendirilmiştir. Framingham çalışmasında, birlikteki düşük kalp hızı değişkenliği gelecekte hipertansiyon gelişiminin habercisi bulunmuştur. Vazoaktif maddeler; tekrarlayan hipoksemik stres vazoaktif ve trofik maddelerin salımını artırır, saatlerce süren vazokonstriksiyonu ortaya çıkarabilirler (endotelin gibi). Saatlerce süren tedavi edilmemiş ağır uyku apnesinde, CPAP tedavisinden 4 saat sonra düşen endotelin düzeyi apne sırasında artmıştır. Aldosteron ile OUA arasında da pozitif klorelasyon bulunmuştur, fakat bu korelasyon inatcı hipertansiyonu olanlarda gerçektir. İnflamasyon; hipoksemi sistemik inflamasyonu tetikleyen önemli bir mekanizmadır. Bu hastalarda interlökin-6 ve CRP gibi inflamatuar moleküller yükselmiştir. Uykudan yoksun kalmak da sistemik inflamasyonu tetikler. Tekrarlayan hipoksemi ve uykusuzluk, herikisi birlikte OUA’da plazma sitokin, adezyon molekülleri, amiloid A ve CRP düzeylerini yükseltir, lökosit aktivasyonu da artmıştır, monositler endotele daha aktif olarak bağlanırlar. CPAP tedavisi monosit bağlanmasını ve 6 hafta sonra dolaşan Tümör nekroz faktör-alfa düzeyini azaltır. İnsülin rezistansı; OUA’nın yükselmiş katekolaminler, uykusuzluk ve diğer karakteristikleri insülin rezistansı ile birliktedir (VKİ’den bağımsız glükoz intoleransı). Uyku Apnesi Bozukluğu ve Kalp Yetersizliği İntratorasik basınç Hipoksemi Uykudan uyanmalar Reoksijenasyon Hiperkapni Sempatik Aktivasyon Metabolik disregülasyon OUA Hipertansiyon Kalp Yetersizliği Uyku kaybı Endotel disfonksiyonu Hastalık Mekanizmaları Sistemik inflamasyon Hiperkoagülabilite Sol atriyal genişleme Sistemik Pulmoner 689 İlişkili Olan Kardiyovasküler Hastalık Böbrek hastalığı İnme Miyokard infarktüsü Aritmiler Ani kalp ölümü ŞEKİL 2. OUA’nın Patofizyolojik komponentlerinin (kardiyovasküler mekanizmalarının aktivasyonu ve tesbit edilmiş kardiyovasküler hastalığın gelişimi) şematik gösterimi. OUA: Obstrüktif uyku apnesi. (JACC 52: 6896- 717). CPAP, OUA’da CPAP tedavisi insülin rezistansını azaltabilir. SV fonksiyonu korunmuş olanlarda, 3 aylık CPAP tedavisi ile diyastolik fonksiyon anormallği azalmıştır. Trombozis; OUA, trombosit aktivasyonu fibrinojen düzeyi ve trombotik riskin diğer olası markerleri artmıştır (hiperkoagülabil durum). OUA’nın Kaynağı ve KY’nin Progresyonu İntratorasik basınç değişiklikleri; obstrüktif apne, göğüs boşluğunda önemli negatif başınçlar (-65 mmHg’ya yaklaşan) meydana getiren kapanmış üst havayoluna karşı tekrarlayan zorlu inspirasyona sebep olur (Müller manevrası). Negatif intratorasik basınç, atriyum, ventriküller ve aortadan geçen transmural gradiyent yükselir ve ventriküler fonksiyonu, otonomik ve hemodinamik stabiliteyi bozar. Neticede duvar stresi, afterload ve atriyum büyüklüğü artar, diyastolik fonksiyon bozulur ve buna bağlı torasik aort dilatasyonu ve aort disseksiyonuna eğilim artabilir. Tekrarlayan noktürnal transmural gradiyent artışları uzun dönemde ventriküler hipertrofi ve remodeling gelişimine katkı sağlayabilir, bunların ilişkili olduğu klinik olaylar tastik edilmeyi beklemektedir. Kalp Yetersizliğinde OUA Prevalansı; KY ve sistolik disfonksiyonda %37 ve polisomnografiye gönderilenlerde %11 saptanmıştır. Gün içerisinde aşırı uyku şikayeti bu hastaların çok azında bulunmuştur. KY’de OUA prevalansı erkeklerde daha sık görülmüştür (%38, kadınlarda %31). • Erkeklerde ana risk faktörü obezite, kadınlarda ise yaşlılıktır. Uzun süredir var olan OUA’nın en direk mekanizması, kan basıncını yükselterek SV sistolik disfonksiyonuna neden olabilir. Hipertansiyon SV hipertrofisi ve yetersizliğinin en önemli risk faktörüdür. Noktürnal oksijen desatürasyonu diastolda bozulmuş ventriküler relaksasyonunun bağımsız öngörenidir. Artmış VKİ OUA’nın en önemli predispozan faktörüdür, birlikte KY gelişme riski büyüktür. SV hipertrofisinin hipertansiyon ile uyanıklığa göre uykuda daha yakın ilişkili olduğu gösterilmiştir. Oysa ki hipertansiflerde OUA olanlarda olmayanlara göre uykudaki daha yüksek kan basıncı, bunlarda uzun dönemde SV hipertrofi ve yetersizliği gelişime riskinin daha büyük olmasında rol oynayabilir. KY’de birlikteki OUA, uyanıkken yoğun antihipertansif tedaviye rağmen artmış sempatik aktivite ve yüksek sistolik kan basıncı ile ilişkilendirilmiştir. OUA ile sitokin, katekolamin, endotelin ve büyüme faktörlerine cevaplar meydana getirebilir; bunların da hipertansiyondan bağımsız olarak SV hipertrofisi gelişimine katkıları olabilir. • OSA birkaç patolojik mekanizma ile KY progresyonuna yardımcı olur: (1) Böbrek, kalp ve rezistans damarlara uykuda ve uyanıkken daha büyük sempatik debi çıkışı, (2) Hipoksi ve sağ ventrikül afterloadunun sekonder yükselmesi nedeni ile, (3) SV afterloadunun akut ve kronik olarak artışı. (4) Miyokard infarktüsü riskinin artışı. 690 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI OUA’lı KY hastalarında CPAP tedavisinin, yetersizlik kalbinde miyokardiyal enerjetikler ve metabolik etkinliği düzenlediği (PET ile) gösterilmiştir. OUA bulunan KY hastası, uykuda adrenerjik aktivasyona maruz kalmakta ve uyanmaktadır. Kan basıncı uyanıkken olduğu değerlerden aşağı düşmeden ziyade yükselmektedir. Tekrarlayan hipoksi periyodlarında miyokardiyal oksijen ihtiyacı artar. Sonuçta oluşan uygunsuz durum (miyokardın oksijen isteği- sunusu arasında) ile miyokardiyal kontraktilite azalır. Bu stresler OUA ve KY hastalarında yüksek miyokardiyal iskemi riski ile yerini alır; ventrikül fonksiyonu, aritmiler ve kötüleşmiş ölüm riski. Tıkalı larenkse karşı, intratorasik basınçta -65 mmHg’ ye kadar tekrarlayan artışlar dikkat çekici hemodinamik ve otonomik cevaplara neden olur, OUA’da kardiyak yüklenme. SV transmural basıncındaki birdenbire yükselme (afterload) ve buna bağlı miyokardiyal oksijen ihtiyacı konu edildiğinde; sistolik KY’de, normal ventrikül fonksiyonuna göre atım hacmi daha şiddetli ve uzun süreli düşer ve santral sempatik akım refleks olarak daha büyük cevap sergiler. Bu obstrüktif olaylar gece boyunca yüzlerce defa olduğundan, SV transmural basıncındaki bu ani yükselme; miyokardiyal iskemi, miyokardiyal kayma (miyositlerde; slippage), kontraktil disfonksiyon ve ventrikül dilatasyonu gelişiminde önemli rol oynar. KY’de tedavi edilmemiş OUA (AHI: >15) hastaların ölüm riski, AHI <15 (uykuda saatteki hipopne apne sıklığı) olanlara göre artmıştır. OUA Tedavisi; Kalp Yetersizliğine Etkileri Hastada uyku sırasında farengeal kollaps (katlanma) için predispoze olan faktörler ekarte edilmelidir; şişmanların zayıflaması, alkol ve sedatiflerin bırakılması. Bu genel önlemler KY ve OUA’nın ciddiyetini azaltabilir. Mandibular yükseltme cihazları veya üst havayolu cerrahisinin, OUA’lı KY hastalarındaki etkinliğini gösteren kontrollu bir çalışma yoktur. • CPAP ile akut tedavi hipoksiyi bertaraf eder ve noktürnal kan basıncı ve kalp hızı artışını önler. Bir ay CPAP tedavisinden sonra, bu hastalarda ortalama SVEF’sinin %37’den %49’a yükseldiği, dispnenin ise anlamlı olarak azaldığı gösterilmiştir, fakat bu etki CPAP’ın kesilmesi ile bir haftada yok olmuştur. SVEF’si ≤%45 ve orta- ciddi OUA (AHI ≥20) bulunan KY hastalarında 30 günlük CPAP tedavisi gün içerisinde kalp hızı ve sistolik kan basıncını düşürmüş ve SVEF’sini de %9 yükseltmiştir. Kendi kendini- titre eden (ototitrasyon) -CPAP’ın, subterapetik CPAP’a kıyasla VO2 zirvesi, 6-dakika yürüme mesafesi, plazma katekolaminlerine veya SVEF’sine etkisi gösterilememiş, bununla birlikte gün içerisinde uyku hali azalmıştır. Gözlemsel verilerde KY ve CPAP ile tedavi gö- ren OUA’lı hastalarda mortalite tedavi edilmeyen OOUA’lara göre düşme eğilimi göstermiştir (klinik çalışmalarda test edilmese de). KY Tedavisinin; OUA’ya Etkileri • KY’de sıvı retansiyonunun havayolu obstrüksiyonunu artırması beklenebilir. Uyku sırasındaki gibi uzun süreli sırtüstü pozisyonunda yatma, üst havayolu yumuşak doku yapılarının konjesyonu için predispozisyon yaratır. Havayolu daralması sonucu yükselmiş havayolu rezistansı akımının sürdürülebilmesi için, negatif intratorasik basınç oluşturma ihtiyacı artmıştır. • Teorik olarak, üst havayolu okluzyonuna predispozisyon; bacaklardan; yaklaşık 340 mL sıvının üst vucut yarısına doğru hızla yer değiştirmesi, alt-vucut pozitif basıncı ile sağlanan, artmış boyun çevresi ve hava akımına farengeal rezistans, ve üst havayolunun çapraz-bölgesel alanının azalması. Dolayısı ile, KY tedavisi sonucunda, azalmış intravasküler volum ve hafiflemiş venöz konjesyon OUA’nın ciddiyetini azaltabilir. KY’yi tedavi için kullanılan spesifik ilaçların, OUA ciddiyetine herhangibir direk etkisini gösteren sistematik kanıt yoktur. ACE inhibitörleri ile öksürük ve havayolu inflamasyonu gelişmesi sonucunda artmış AHI bildirilmiştir. OUA’nın Tedavi Seçenekleri14-15 • Obezite OUA’nın tek en önemli sebebidir. Zayıflama AHI’da düşmeye yol aşar, uykunun etkinliğini, horlama ve okısijenizasyonu düzeltir. En dramatik sonuçlar cerrahi ağırlık kaybı ile bildirilmiştir. Ayrıca, sırtüstü yatar pozisyonda sıklıkla OUA çok kötüdür, bazı hastaların sadece bu pozisyonda OUA’sı vardır. “Pozisyonel apne”li hastalarda; davranış tekniklerinin amacı hastanın uyku sırasında lateral pozisyonda kalmasını sağlamak olup (kişilerin pijamasının arkasına rahatsız edici veya pozisyonel alarm veren cisimler dikmek) bunlarda faydalı olabilir. Nazal maske ile de uygulanan CPAP, OUA’nın primer tedavisi olarak kullanılmaya devam etmektedir. • Cihaz, arzulanan düzeyde pozitif havayolu basıncını idame ettiren üfleyiciye bağlı maske ihtiva etmektedir, farengeal havayolu için havalıatel gibi etki etmektedir. Tavsiye edilen CPAP basıncı tüm uyku evreleri ve vucut pozisyonlarında laboratuarda horlamalar, apneler ve hipopneleri yok etmek için gerekli basınçtır. Nazal CPAP ile, OSA parametrelerinde (gün içinde uyuma, ve nörolojik kavrama fonksiyonu) düzelme kanıtlar ile desteklenmiştir. OUA tedavisinde CPAP’ın etkinliğine rağmen, tedaviye bağlılık, major sorundur. Bu esas olarak yüz- maskesi ve havayolu kollapsını önlemek için gerekli basınç ile ilişkilidir. Bazı hastalarda CPAP tolere edilememiştir. Uyku Apnesi Bozukluğu ve Kalp Yetersizliği Solunan havanın uygun şekilde nemlendirilmesi, uygun maskenin dikkatle seçilmesi ve bir basınç dümenin cihaza eklenmesi kompliyansı düzeltebilir. İki düzeyli (BiPAP) veya pozitif havayolu basıncı kullanımı (inspirasyonda ekspirasyona göre daha yüksek basınç) veya sabit olarak ayarlanan, ototitrasyon cihazı hastanın kabul edebilmesini düzeltebilir. • CPAP’ın kabul edilemez olduğu kanıtlandığında oral aletler düşünülmelidir. Bu aletlerin çoğu anteriyor mandbular repozisyona neden olur, alt çeneyi (ve sonuçta dili) öne çekerek böylece farengeal havayolunu genişletir. Ayarlanan cihazlar ile, önceleri anteriyor değiştirme çok azdır fakat haftalar içerisinde, OUA ve horlama hafifleyene veya yan etkileri (başlıca mandibular eklem ağrısı) ortaya çıkana kadar yavaşca artırılır. Oral aletler CPAP’a kıyasla daha fazla hasta tarafından tercih edilmiş, ve horlamayı başarı ile düzeltmiştir, fakat OSA’nın (AHI <10) hafiflemesinde sadece %52 başarılı olmuştur. Cerrahi bazı hastalarda apne tedavisinde uygulanabilir yaklaşımdır. Birçok cerrahi prosedür farengeal havayolunu genişletmeyi veya obstrüksiyonu bypass yapmak (atlamak) için planlanmıştır. Trakeostomi cerrahi tedavide kullanılan ilk cerrahi girişimdir, etkili olmasına rağmen nadiren yapılmaktadır (sosyal ve rahatsız edici nedenlerden). Palato-faringoplasti, posterior farengeal havaboşluğunu genişleten ve uyku sırasında havayolu kollapsını önleyen ilk prosedürdür, ancak etkinliği biraz kısıtlıdır. Değiştirilmiş Uvulopalatofaringoplasti prosedürü 691 ayaktan hastalara CO2 lazer ile kullanılmaktadır (Lazeryardımı ile uvuloplasti), apne tedavisinde kısıtlı olarak etkili görünmektedir. Günümüzde OUA’nın uygulanabilen etkili bir medikal tedavisi yoktur (hipotiroidzm ve akromegali gibi predispozan faktörler hariç). Altta yatan durumun tedavi edilmesi AHI’yı anlamlı düzeltir. Uyku apnesinin Tüm hastalarda kolayca kabul edilebilen ve başarılmış bir tedavisi yoktur. Buna rağmen OUA tedavi edilebilen bir durumdur. Tedavi hastalığın ciddiyeti, hasta tercihi, üst havayolu anatomisine göre bireyselleştirilmelidir. SANTRAL UYKU DİSPNESİ (SUA)6-10 Uyku sırasında ventilasyonunun tekrarlayan durmaları ile karakterizedir, sonuçta solunum işlevi (ventilasyon; havalandırma) kaybolur (Tablo 3). • Santral apnede ≥10 saniye ventilasyon aralığı solunum eforu ile birlikte değildir. Genellikle, saatte >5 olayın olması anormal düşünülmektedir (Tablo 3). • SUA, uykuda saatte >5 santral apne olur ve uykuyu bölen semptomlar (sık uyanma) ve/veya gün boyunca hipersomnolans birliktedir. Santral apne, obstrüktif apnesi olan kişilerde de olabildiğinden; bu hastalarda OUA’dan ziyade öncelikli olarak SUA’ya karar verip teşhis etmek için (ayırıcı teşhiste öncelik) daha fazla dikkat edilmesi gerekmektedir. SUA’nın tek sebebi yoktur (Şekil 3). Etyolojisinde biraz farklı patofizyolojik mekanizmaları olan birkaç sendrom ortaya çıkabilir. Kalp Yetersizliği Sırtüstü yatış duruşu Uzamış Dolaşım ↑ Leptin ↑ kardiyak dolum basıncı Üst Havayolu Ödemi ve Daralması Sempatik aktivasyon ↑ CO2 duyarlığı Kemorefleksin adrenerjik modulasyonu Akciğer Konjesyonu Değişmiş Ventilatuar Kontrol (SUA) ŞEKİL 3. SUA gelişiminin altındaki muhtemel mekanizmaların şematik görünümü ve SUA’dan olası geri-beslenme sonucu KY’nin kötüleşmesi. SUA: Santral uyku apnesi. (JACC 52: 6896- 717). 692 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 2. Santral uyku apnesi Semptomlar, bulgular ve risk faktörleri: Konjestif kalp yetersizliği Paroksismal noktürnal dispne Apneye tanıklık etmek Yorgunluk/hipersomnolans Diğer bulgular ve semptomlar; erkek cinsiyet, yaşlılık, mitral regürjitasyonu, atriyal fibrilasyon, uyanık olduğu süre CSS, egzersiz sırasında periyodik soluma, hiperventilasyon, hipokapni Tarama ve tanısal testler: Geceleyin oksimetri Ambulatuar (yalnız) polisomnografi Hastanede (hazır bulunan) polisomnografi Tedavi seçenekleri: Kalp yetersizliğinin optimal tedavisi Pozitif havayolu basıncı Oksijen desteği CSS: Chehyne stokes solunumu (JACC 2008;52: 686-717) • Cheyne-Stokes solunumu (CSS), genellikle KY hastalarında olur, bununla birlikte nörolojik bozukluklar ile de ilişkisi tanımlanmıştır; nörovasküler bozukluklar ve demans dahil. Karakteristiği: Havalandırma (ventilasyon) eforunun en aşağı noktasında, santral apne veya hipopne ile seyreden kreşendo- dekreşendo şeklinde solumadır. Kalp yetersizliği hastasında, SUA’nın uzamış dolaşım zamanı ile birlikte duyarlığı yükselmiş havalandırma kontrol sistemi (yükselmiş hiperkapneik cevaplılık) sonucu olduğuna inanılmaktadır. Bu birliktelik anstabil havalandırma kontroluna ve periyodik soluma şekline yol açmaktadır. İdiyopatik SUA, hiperkapniye çok dik havalandırma cevabına bağlı anstabil ventilasyon ile karakterizedir. İdiyopatik CSS ve CSA hastalarının herikisinde anstabil havalandırma kontrol cevabı obstrüktif olayları artırabilir (apneler ve hipopneler); katlanabilir farengeal havayolu olanlarda, solunum döngüsünün en aşağı noktasında azalmış üst havayolu adale aktivasyonu sonucunda. SUA teşhisi klinisyenler tarafından tanınamayabilir, santral apne şekli ve sıklığını belirlemek için günümüzde tam-gece polisomnogram gerekir. SUA teşhisinde tek başına basitleştirilmiş izleme sistemleri ve oksimetri kabaca kabul edilen yöntemlerdir. Tam-gece polisomnografi standarttır. Bazı kalp yetersizliği hastaları egzersiz ve uyanıklığa rağmen periyodik soluma şekli gösterebilir. Bu olgularda birlikteki obstrüktif apneneyi dışlamak ve noktürnal periyodik solumayı tedavi etmek için polisomnogram yapılması faydalıdır (Tablo 2). Kalp yetersizliğinde SUA: OSA kalp ve vasküler hastalığın risk faktörlerinden bağımsız olarak tanımlandığından, SUA kardiyovasküler olayların daha sık görülen bir sonucudur, bununla birlikte sağlıklı kişilerde bile olabilir, özellikle denizden yüksek yerlerde. SUA/CSS tidal volumlarda osilasyonlar ile karakterizedir bunun sonucunda PaCO2 düzeyi apneik eşiğin altındadır. Kalp yetersizliği ve inme ile işkili görülen artan solunum hızı, veya hiperventilasyon, eşiğin altında PaCO2 üretir, santral sinir sisteminin solunum adalelerine uyarısını azaltır ve bu nedenle santral apne meydana gelir. Santral apnenin altındaki tüm mekanizmalar komplekstir; kemorefleksler, pulmoner konjesyon, yükselmiş dolum basınçları ve uzamış dolaşım zamanı dahil. Kalp yetersizliği (düşük SVEF) hastalarında sol atriyal alan ve AHI, mortalitenin en güçlü öngöreni olarak ortaya çıkmıştır. Bunun anlamı yapısal olarak anormal kalp, apneyi çok az tolere edebilir. SUA’da diğer yaşam beklentisinin diğer öngörenleri; düşük diyastolik kan basıncı ve sağ ventrikül disfonksiyonudur. SUA’da Tedavi seçenekleri: KY hastalarında SUA tedavi edilmelidir (“optimal tedavi stratejisi ne olabilir?”). • Kalp yetersizliği tedavisinin optimize edilmesi ile SUA’yı düzeltebileceği açıktır; hafif- orta KY hastalarında ACE inhibitörlerinin kullanılması AHI’yı azaltabilir ve noktürnal desatürasyonu düşürebilir. • Diürez kalp dolum basınçlarını düşürerek SUA’nın ciddiyetini azaltır, fakat bazı hastalarda, metabolik alkaloz sonucunda ortamdaki PaCO2 ve apnenin PaCO2 eşiği arasındaki farkın daralması ile SUA şiddetlenebilir • Adrenerjik blokaj, aşırı sempatik aktivasyona karşı olup, kalp yetersizliğinde ventilatuar cevabı ayarlayabilir, SUA’da AHI’yı azalttığı bildirilmiştir. Buna karşı KY’de agonistlerin kullanımının artması ile SUA prevalansı değişmemiştir. Yoğunlaştırılmış KY tedavisine rağmen SUA devam ederse, diğer girişimler gözden geçirilmelidir. • Noktürnal oksijen desteğinin apne-ilişkili hipoksiyi ortadan kaldırıp, SUA’yı hafiflettiği gösterilmiştir, noktürnal norepinefrin düzeyini 1 geceden 1 aya kadar düşürmüş ve evrelendirilmiş egzersiz testi sırasında maksimum O2 alımı yükselmiştir. Her nedense, bir ay alındığında, O2 kalp fonksiyonu veya yaşam kalitesini etkilememiştir. Uzun dönemde kardiyovasküler olaylara etkisi değerlendirilmektedir. • Teofilin ile 5 günlük çalışmada SUA ciddiyeti azalmıştır, fakat sağ ve sol ventrikül EF’si ve yaşam kalitesi ile diğer klinik değişkenlerde herhangi bir düzelmeye sebep olmamıştır. • Pozitif inotropikler ve proaritmik ajanların olası yan etkilerinden dolayı ilerlemiş KY’de uzun süreli kullanımının tavsiye edilmesinin önüne geçilmelidir. Uyku Apnesi Bozukluğu ve Kalp Yetersizliği TABLO 3. Uyku apnesinde termlerin tanımlaması Term Tanım Apnea Hava akımının >10 saniye kesilmesi Hipopnea Hava akımının tam olarak değil, ancak normalin <%50’si kesilmesi, genellikle oksihemoglobin satürasyonunda azalma ile birliktedir AHI Uykunun her saatindeki apne ve hipopnelerin sıklığı; uyku apnesinin ciddiyetini ölçer OUA ve hipopne Uykuda farenksin tam veya parsiyel kollapsı sonucunda sırası ile Apne veya hipopne SUA ve hipopnea Santral solunum işlevinin tam veya parsiyel geri çekilmesi sonucunda uykuda solunum adalelerinin durması sonucunda sırası ile gelişen Apnea veya hipopnea Oksijen desaturasyonu Genellikle apne veya hipopne sonucu oksihemoglobin saturasyonunda azalma. Uyku apnesi sendromu Her uyku saatinde en az 10-15 apnea ve hypopne ile birlikte uyku apne sendromu semptomları; gürültülü horlama, rahatsız uyku, noktürnal dispne, sabahları başağrısı ve güniçi aşırı uyku hali dahil. Polisomnografi Çok-kanallı elektrofizyolojik kayıtlar: elektroensefalografik, elektrokulografik, elektromiyografik, EKG ve uyku sırasında soluma bozukluğunu saptamak için solunumsal aktivite NREM uyku Hızlı-olmayan göz hareketi veya sessiz, dingin uyku REM uyku Hızlı göz hareketi veya aktif uyku; iskelet adale atonisi, hızlı göz hareketleri ve rüya görme ile ilişkilendirilmiş Uyandırmak Uykudan geçici uyanmak <10 saniye sürer. (JACC 2008;52: 686-717) 693 • Uyku öncesi tek doz Asetazolamid verilmesi SUA’yı azaltmış ve gün içerisindeki ilişkili semptomları hafifletmiştir. Bununla birlikte, SUA’nın supresyonunda uzun süreli asetazolamid kullanılmasını destekleyen kanıt yoktur. KY hastalarında, 1 gün-3 aylık dönemde noninvazif pozitif havayolu basıncının (CPAP, BPAP ve uyumlu basınç destekli servo-ventilasyonu), SUA’yı hafiflettiği gösterilmiştir. SUA hastalarında kısa-dönem CPAP uygulaması ventriküler ektopik vuruları azaltmıştır. 3 ay gece kullanılan CPAP ise SVEF’yi artırmış, mitral regürjitasyonu azaltmış ve noktürnal üriner ve gün boyu plazma norepinefrin düzeyini düşürmüş ve yaşam kalitesini düzeltmiştir. 5 yıllık dönemde ise kombine edilmiş mortalite ve transplantasyon oranı anlamlı azalmıştır. KY hastalarında SUA’sı CPAP ile tedavi edilenler 1 ay terapetik ve subterapetik uyumlu servoventilasyon ile kıyaslandı, günboyu uyku ve plazma BNP ve idrar metadrenalin düzeyleri anlamlı azalmış ve düşmüştür (idrar metnoradrenalin düzeyi düşmemiş). (CSA: Canadian sleep apne) çalışmasında, konjestif KY ve SUA hastalarında uygulanan CPAP noktürnal desatürasyonu azaltmış ve SVEF’sinde anlamlı hafif düzelme sağlamıştır. Sonuç olarak; SUA KY hastalarında yükselmiş mortalite ile birliktedir. KY’nin mortalite ve morbiditesindeki nedensel rolu araştırılmaktadır. Birkaç tedavi stratejisi test edilmektedir, bunların henüz daha hiçbirisi ideal değildir; yaşam beklentisini düzelten ideal olarak etkili ve iyi tolere edileni henüz yoktur. CPAP’ın, bir yıl gecede 3.6 saat kullanılması AHI’yı %50 azaltmıştır;” apne yükünde” kısmen azalma. • CPAP günümüzde KY’de SUA’da standart tedavi olarak rutin düşünülmemelidir. KAYNAKLAR 1. Caples SM, Gami AS, Somers VK. Obstructive sleep apnea. Ann Intern Med. 2005;142:187–197. 2. Lattimore JD, Celermajer DS, Wilcox I. Obstructive sleep apnea and cardiovascular disease. J Am Coll Cardiol. 2003; 41:1429–1437. 3. Malhotra A, White DP. Obstructive sleep apnoea. Lancet. 2002;360:237–245. 4. Shamsuzzaman AS, Gersh BJ, Somers VK. Obstructive sleep apnea: implications for cardiac and vascular disease. JAMA. 2003;290:1906–1914. 5. Bradley TD, Floras JS. Sleep apnea and heart failure: part I: obstructive sleep apnea. Circulation. 2003;107:1671–1678. 6. Caples SM, Garcia-Touchard A, Somers VK. Sleep-disordered breathing and cardiovascular risk. Sleep. 2007;30:291– 303. 7. Leung RS, Bradley TD. Sleep apnea and cardiovascular disease. Am J Respir Crit Care Med. 2001;164:2147–2165. 694 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI 8. Pack AI. Advances in sleep-disordered breathing. Am J Respir Crit Care Med. 2006;173:7–15. 9. Veasey SC. Molecular and physiologic basis of obstructive sleep apnea. Clin Chest Med. 2003;24:179–193. 10. Quan SF, Gersh BJ. Cardiovascular consequences of sleepdisordered breathing: past, present and future: report of a workshop from the National Center on Sleep Disorders Research and the National Heart, Lung, and Blood Institute. Circulation. 2004;109:951–957. 11. Wolk R, Kara T, Somers VK. Sleep-disordered breathing and cardiovascular disease. Circulation. 2003;108:9–12. 12. McNicholas WT, Bonsigore MR. Management Committee of EU COST ACTION B26. Sleep apnoea as an independent risk factor for cardiovascular disease: current evidence, basic mechanisms and research priorities. Eur Respir J. 2007; 29:156–178. 13. Kapa S, Sert Kuniyoshi FH, Somers VK. Sleep apnea and hypertension: interactions and implications for management. Hypertension. 2008;51: 605-608. 14. AHA/ACC Consensus document: Sleep Apnea and Cardiovascular Disease: JACC Vol. 52, No. 8, 2008 15. Krum H. Abraham WT. Heart failure. Practical approach to treatment. Mc Graw Hill Medical. 2007. sayfa 261 BÖLÜM 3.4 Akut Miyokard İnfarktüsü, Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok Prof. Dr. Rasim Enar Klinik özellikleri: AMİ’de kalp yetersizliği genellikle miyokardiyal hasara bağlı aritmiler veya mekanik komplikasyonlar (mitral regürjitasyonu veya ventriküler septal defekt) sonucunda gelişebilir. STEMİ’nin akut fazında KY kısa- dönem kötü prognoz ile ilişkilidir. Klinik özellikleri; nefes darlığı, sinüs taşikardisi, üçüncü kalp sesi ve heriki akciğerin tüm alanlarına yayılabilen bazal pulmoner rallerdir. Killip sınıflamasına göre KY 4 sınıfa ayrılabilir. Sınıf-I: Raller veya üçüncü ses yoktur. Sınıf-II: Akciğer alanlarının <%50’sinde pulmoner konjesyon ralleri veya apelste üçüncü ses duyulur. Sınıf-III: Akciğer alanlarının >%50’sinde pulmoner konjesyon ve apekste üçüncü ses vardır. Sınıf-IV: Şoktur. AMİ sonrasında hastada ağırlıklı olarak tesbit edilebilen hemodinamik durum aşağıdaki tablodaki gibi olabilir (Tablo 1). Hastaya Yaklaşımın Genel Ölçütleri: Aritmilerin izlenmesi, elektrolit anormallikleri ve valvuler disfonksiyon veya pulmoner hastalık gibi eşlik eden durumların kontrol edilmesi. Pulmoner konjesyon portatif göğüs radyogramı ile değerlendirilebilir. Ekokardiyografi miyokardiyal hasarın yaygınlığı ve olası mekanik komplikasyonların değerlendirilmesi için “anahtar” tanı yöntemidir ve bu amaçla yapılmalıdır. TABLO 1. AMİ’de Hemodinamik durumlar NORMAL: Normal kan basıncı, kalp ve solunum hızları; periferik dolaşımı iyi. HİPERDİNAMİK DURUM: Taşikardi, kuvvetli kalp sesleri; periferik dolaşım iyi. HİPOTANSİYON: a. Bradikardi; “sıcak hipotansiyon”, bradikardi, venodilatasyon, normal juguler venöz basınç, azalmış doku perfüzyonu. Genellikle inferiyor infarktüste, opiyum deriveleri ile provoke edilebilir. Atropin ve uyarı-vermeye (pacing) cevap verir b. Sağ ventriküler infarktüsü; yüksek juguler venöz basınç, kötü doku perfüzyonu veya şok, bradikardi, hipotansiyon. c. Hipovolemi; venokonstriksiyon, düşük juguler venöz basınç, kötü doku perfüzyonu. Sıvı infüzyonuna cevap verir. POMPA YETERSİZLİĞİ: a. Pulmoner konjesyon; taşikardi, taşipne, bazal raller. b. Pulmoner ödem; aşikardi, taşipne, akciğer alanlarının >%50’sinde raller. KARDİYOJENİK ŞOK: Kötü doku perfüzyonunun klinik bulguları (oligüri, azalmış algılama), hipotansiyon, küçük nabız basıncı, taşikardi, pulmoner ödem. (2008-ESC guidlines. Persistent ST elevatıon MI. European Heart Journal. 2008;29: 2909-45) AMİ’de Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şokun Killip Sınıfına Göre Tedavi Stratejileri: Hafif kalp yetersizliği (Killip sınıf-II): Oksijen maske veya intra-nazal olarak erkenden verilmelidir, fakat kronik pulmoner hastalıkta dikkat edilmelidir. Oksijen satürasyonun izlenmesi, indikedir. Düşük dereceli KY, nitratlar ve diüretiklere hızla ce- vap verir (furosemid iv. 20-40 mg, yavaşca gerekiyorsa 1- 4 saat aralarla tekrarlanabilir). Daha yüksek dozlar kronik böbrek yetersizliğinde ve kronik diüretik kullananlarda gerekebilir. Şayet hipotansiyon yok ise iv. Nitratlar da indikedir. 695 696 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 2. Pompa yetersizliği ve kardiyojenik şokta tedavi (ESC-2008, STEMİ Kılavuzu) Hafif KY’nin (Killip -II) tedavisi: • Oksijen (sI, C kanıt). • Kulp diüretikleri, furosemid: 20- 40 mg iv. Gerekiyorsa 1-4 saat aralarla tekrarlanır (sI, C kanıt). • Hipotansiyon bulunmuyorsa Nitratlar (sI, C kanıt). • ACE İnhibitörleri; hipotansiyon, hipvolemi veya böbrek yetersizliği bulunmuyorsa (sI, A kanıt). • ARB; ACEİ tolere edilemiyorsa (sI, B kanıt). Ağır KY’nin tedavisi (Killip -III): • Oksijen (sI,C). • Kan gazlarına göre ventilatör desteği (sI, C). • Furosemid, yukardaki gibi (sI, C). • Nitratlar hipotansiyon yok ise (sI, C). • İnotropik ajanlar: Dopamin (sIIb, C), ve/veya dobutamin (sIIa, B). • Balonlu pulmoner arter kateteri ile hemodinamik değerlendirme (sIIb, B). • Erken revaskülarizasyon (sI, C). Şokun (Killip-IV) tedavisi: • Oksijen (sI, C) • Kan gazlarına göre ventilatör desteği (sI, C). • Balonlu pulmoner arter kateteri ile hemodinamik değerlendirme (sIIb, C). • İnotropik ajanlar: Dopamin (sIIb, B), ve dobutamin (sIIa, C). • İABP (sI, C). • SV yardımcı cihaz (sIIa, C). • Erken revaskülarizasyon (sI, B). (ESC Guidlines: Management of Persisten ST elevation acute myocardial infarction. European Heart Journal. 2008;29: 2909-45) Hipotansiyonu önlemek için nitrat dozu kan basıncı izlenerek titre edilmelidir. • ACE İnhibitörleri veya ACEİ tolere edilemiyorsa ARB’ler hipotansiyon, hipovolemi, veya anlamlı böbrek yetersizliği bulunmuyorsa ilk 24 saat içerisinde verilmelidir (Tablo 2). Ağır kalp yetersizliği ve şok (Sınıf -III ve -IV): Oksijen verilmelidir ve oksijen satürasyonunu izlemek için pulse- oksimetrisi indikedir. Kan gazları düzenli olarak kontrol edilmeli, hastaya her an devamlı pozitif havayolu basıncı (CPAP) veya ventilatuar destek iiçin endotrakeal intübasyon gerekebilir. Non-invazif ventilasyon (NİV) her akut kardiyojenik pulmoner ödem hastasında mümkün olduğunca erken düşünülmelidir (Bölüm 2.2). • İntübasyon ve mekanik ventilasyon; sadece oksijen maskesi ve NİV ile oksijenasyon yeterli olmayanlar ve hiperkapni ile değerlendirilen solunum eforu tükenmiş olan hastalarla sınırlandırılmalıdır. • Hasta hipotansif olana kadar, iv. Nitrogliserin 0,25 micg/kg/dk ile başlanıp her 5 dakikada sistolik kan basıncı ≥30 mmHg düşünceye veya sistolik kan basıncı <90 mmHg oluncaya kar dozu yükseltilir. • Hipotansiyon varsa tedavide inotropik ajanların değerli olabilir. Dopamin kan basıncı çok düşükse 2-15 mcg/kg/dk dozlarda tercih edilir. Şayet renal hipoperfüzyon bulunuyorsa, dopamin dozu <3 mcg/kg/ dk olarak düşünülmelidir. • Pulmoner kateterizasyon tedaviye cevap vermeyen hastalarda düşünülebilir. Akut KY hastasının “stunned” (reperfüze olmuş, kontraktil iyileşmesi gecikmiş) veya hipoperfüze canlı miyokardiyumu da (hiberne) bulunabilir. Canlı miyokardın tanımlanması ve sonra da revaskülarizasyonu SV fonksiyonunun iyileşmesine neden olabilir. Kardiyojenik Şok: Hipoperfüzyon durumudur, yaygın canlı miyokardiyum kaybının sebep olduğu klinik tablonun karakteristikleri: Düşmüş sistolik kan basıncı (<90 mmHg) ve yükselmiş santral dolum basıncı/pulmoner kapiller uç basınç (>20 mmHg), veya düşmüş kardiyak indeks (<1.8L/dk/m2). Sistolik kan basıncını >90 mmHg ve kardiyak indeksi >1.8 L/dk/m2 tutabilmek için iv. inotroplar ve İABP gereken hastalarda da şok düşünülmelidir. Şok teşhisi hipotansiyonun diğer sebepleri (hipovolemi, vazovagal reaksiyon, elektrolit bozuklukları, farmaklolojik yan etkiler, tamponad veya aritmiler gibi) ekarte edildikten sonra konulmalıdır. Genellikle yaygın SV hasarı ile birliktedir (sağ ventrikül infarktüsünde de olabilir). SV fonksiyonu ve ilişkili mekanik komplikasyonlar acilen 2-D Doppler ekokardiyografi ile değerlendirilmelidir. Swan-Ganz balonlu pulmoner arter kateteri ile hemodinamik değerlendirme düşünülmelidir. Dolum basıncının (pulmoner uç basınç) en az 15 mmHg, kardiyak indeksin ise >2 L/kg/dk tutulması tedavide hedef alınmalıdır. Bazı kardiyojenik şok hastalarında, progressif hemodinamik kollaps riski olanları inotropik ajanlar stabilize edebilir; iv. İnotopikler İABP gibi daha kesin tedaviye kadar yaşamı-sürdüren “köprü” görevi sağlar. Renal fonksiyonu düzeltmek için dopamin <3 mcg/ kg/dk verilebilir. Daha yüksek dozlarda (5-20 mcg/kg/ dk) dopamin veya dobutamin hemodinamik durumu stabilize etmek için verilebilir. Mekanik girişime köprü için balon pompası (İABP) tavsiye edilmektedir. • Bu tablodaki STEMİ’li AMİ’de Acil PKG veya cerrahi girişim yaşam-kurtarıcı olabilir ve erken evrede düşünülmelidir. Şayet herikisi de tedarik edilemiyor veya uzun gecikme ile sağlanabiliyorsa, fibrin-spesifik fibrinolitik tedavi verilmelidir. Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok SV yardımcı cihazlar (LVAD), İABP dahil standart tedaviye cevap vermeyenlerde transplantasyona köprü olması amacı ile kullanılmıştır (Bölüm 1.8). Mekanik Komplikasyonlar: Kardiyak Rüptür ve Mitral Regürjitasyonu: Akut serbest duvar rüptürü: Kardiyovasküler kollaps ile elektromekanik dissosiyasyon ile karakterizedir. Devam eden elektriki aktivite ile kardiyak debi ve nabız kaybolmuştur. Genellikle birkaç dakikada fataldir ve standart kardiyo-pulmoner ressusitasyona cevap vermez, hastayı cerrahiye almak için nadiren zaman bulunur. Subakut serbest duvar rüptürü: Subakut tablodaki (rüptürün adezyon ve trombus ile kapanması) hastaların yaklaşık %25’de girişime vakit vardır. Klinik tablo reinfarktüsü taklit eder; tekrarlayan ağrı ve ST segmentinin tekrar elevasyonu ve daha sık olarak geçici veya sürekli hipotansiyon ile hemodinamik durumun birdenbire kötüleşmesi ile karakterizedir. Kalp tamponadının klasik bulguları meydana gelir ve ekokardiyografi ile teyit edilebilir. Bununla birlikte, ekokardiyografi her zaman rüptür yerini gösteremeyebilir, tamponad olsun olmasın ekokardiyografide perikardiyal sıvı görülebilir. Subakut serbest duvar rüptürünü teşhis etmek için sadece perikardiyal sıvı bulunması yeterli değildir, çünkü perikardta sıvı saptanması AMİ’de rölatif olarak sıktır. Perikardiyal boşlukta “eko-dens kitle” (ekojen olarak yoğun) görülmesi pıhtı (hemoperikardiyum) ile uyumlu bir bulgudur, acil cerrahi düşünülmelidir. Ventriküler septal rüptür (VSR): VSR teşhisinden öncelikle birdenbire ciddi klinik kötüleşme ile şüphelenilmelidir, (klinik olarak daha az dramatik yavaşça ve sinsice gelişen hemodinamik bozulma ile de kendini gösterebilir) şiddetli sistolik üfürüm meydana gelişi, ekokardiyografi ve/veya sağ ventrikülde oksijen-terfi edişi (step-up) ile teşhis onaylanır (balonlu Swan-Ganz balonlu pulmoner arter kateteri ile). Ekokardiyografi defektin büyüklüğü ve lokalizasyonu gösterir; renkli Doppler ile resmedilir ve pulsed Doppler tekniği ile miktarı belirlenir. Vazodilatörler (iv. Nitrogliserin gibi) ile farmakolojik tedavi, şayet kardiyojenik şok yoksa biraz düzelme sağlayabilir. Fakat İABP takılması en etkili metodtur; cerrahi tamir için hazırlanana kadar dolaşıma destek sağlar. • Cerrahi bu hastalarda sadece kardiyojenik şok ile geniş post-infarktüs VSR’de sağkalım şansı sunar. • Hemodinamik stabilite olmasa bile, erken cerrahi genellikle indikedir, çünkü giderek defekt artabilir. Optimal cerrahi tamir zamanı ile ilgili fikirbirliği yoktur, çünkü doku nekrotik olduğundan tamir edilmesi güçtür. Başarılı erken tamir bildirilse de tavsiye etmeden önce daha fazla deneyime ihtiyaç vardır. 697 Mitral regürjitasyonu: Mitral regürjitasyonu (MR) sıktır,ve genellikle infarkttan 2-7 gün sonra meydana gelir. Akut MR’nin üç mekanizması vardır: (i) SV dilatasyonu ve disfonksiyonuna bağlı mitral anulus dilatasyonu. (ii) İnferiyor Mİ’ye bağlı papiller adale disfonksiyonu. (iii) Papiller adale gövdesi ve ucunun rüptürü. Hastaların çoğunda akut MR rüptürden ziyade papiller adale disfonksiyonuna sekonderdir. Kısmi ve total papiller adale rüptürünün en sık sebebi sağ veya sirkümfleks koroner arteri ile kanlanan postero-mediyal papiller adalenin küçük infarktıdır. Papiller adale rüptüründe tipik olarak ani hemodinamik bozulma gelişir; sol atriyal basıncın şiddetli yükselmesine bağlıdır, üfürümü sıklıkla düşük şiddetlidir, duyulamayabilir de. Göğüs radyografisi pulmoner konjesyon gösterir (unilateral olabilir). MR varlığı ve ciddiyeti en iyi renkliDoppler ekokardiyografi ile değerlendirilir. Başlangıçta hiperdinamik SV bulunabilir. Sol atriyum normal veya bazı hastalarda hafifce büyümüş saptanabilir.Teşhisi açık olarak tespit etmek için TEE gerekebilir. Tedaviyi yönlendirmek için pulmoner kateter kullanılabilir; pulmoner kapiller uç basınç dalgası “büyük v-dalgaları” gösterebilir. • Akut MR hastaları erkenden ameliyat edilmelidir, çünkü birdenbire kötüleşebilirler. • Kardiyojenik şok ve pulmoner ödem ile birlikte ağır MR’de acil cerrahi gerekir. Hastaların çoğunda koroner anjiyografi ve cerrahiye hazırlanırken İABP yerleştirilmesi gerekir. Papiller adale rüptüründe kapak replasmanı seçilen prosedürdür. Bununla birlikte seçilmiş hastalarda rüptür tamir edilmeye çalışılabilir. A. AKUT MİYOKARD İNFARKTÜSÜNDE POMPA YETERSİZLİĞİ Akut miyokard infarktüsünde (AMİ) hemodinamik bozukluğun derecesi; nekrozun lokalizasyonu, yaygınlığı, oluş hızı ve hastanın daha önce miyokard infarktüsü geçirmiş olup olmamasına bağlıdır. Özellikle infarktın erken saatlerinde, nekrotik miyokardın az olmasından dolayı iskemik dokunun miktarı da önemli bir belirleyicidir. Çok damar hastalarında infarkt bölgesi dışındaki iskemik miyokardın genişliği de, nekrotik alan geniş olmasa dahi, sol ventrikül fonksiyonlarının bozulmasına neden olabilir. Başlangıçta noniskemik segmentlerin hiperfonksiyonu iskemik ve infarktüslü segmentlerin fonksiyon bozukluğunu kompanse ederken, artmış sempatik aktivite de periferik dolaşımı yönlendirerek hayati organların perfüzyonunun yeterli düzeyde olmasını sağlamaktadır. Ancak bu kompansatuvar mekanizmaların olumlu gibi görünen etkileri, koroner reperfüzyonun erken sağlanamaması halinde kısa bir süre sonra istenmeyen ters etkilere dönüşür (Şekil 2). 698 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Akut Miyokard İnfarktüsünde Sistolik Disfonksiyon: AMI Geniş infark. Komplians↓ EDV↑ LVEDP↑ ve PKUB↑ Tasipne Nefes darlığı S3 Akc. staz ralleri Hipoksi Akc. grafisinde staz Mitral yetm. VSR RVMİ Hipovolemi Tamponand SV↑ Kardiyak debi↓ -TA↓ Cilt soğuk Oliguri Mental bozukluk Sekonder Hipoksi Bradiaritmi Taşiaritmi İatrojenik Kompansatuar değişiklikler Taşikardi EDV↑ Noniskemik segment hiperfonksiyonu Kısaltmalar: EDV: Diastol sonu volüm, SV: Atım hacmi, VSR: Ventrikül septüm rüptürü, RVMİ: Sağ ventrikül infarktüsü, PKUB: Pulmoner kapiller uç basınç ŞEKİL 1. AMİ sonrası pompa yetersizliği patogenezi.18 Dolayısıyla AMİ sonucu gelişen pompa yetersizliği; ventrikülün fonksiyon bozukluğunun (sistolik ve diyastolik) derecesi ile aktive olan nöroendokrin mekanizmaların oluşturduğu, periferik ve santral hemodinamik değişikliklerin karşılıklı etkileşmeleri sonucu ortaya çıkan kompleks bir tablodur. Akut miyokard infarktüsündeki pompa yetersizliğinin klinik sendromu aşağıdaki mekanizmaların bir veya birkaçının biraraya gelmesi ile oluşmaktadır (Şekil 1). Bunlar: 1. Sol, sağ veya her iki ventrikülün bölgesel kasılma bozukluğu (bölgesel kontraktil disfonksiyon). – İskemik ve nekrotik segmentlerin hipofonksiyonu, – Persistan postiskemik disfonksiyon (“miyokardiyal stunning“), – Akinetik segmentlerin noniskemik segmentlerin fonksiyonunu bozması, engellemesi (”tethering etkisi“). 2. Bölgesel ve global diyastolik fonksiyon bozukluğu. 3. İnfarkt ekspansiyonu ve ventriküler yeniden şekillenme (remodelling). 4. Mekanik komplikasyonlar (mitral yetersizliği, ventriküler septal rüptür, serbest duvar rüptürü). Yukarıdaki primer nedenlerin dışında aşağıdaki durumlar da sekonder olarak pompa yetersizliğinin ortaya çıkmasına veya kötüleşmesine neden olabilir: • Sürekli veya tekrarlayan supraventriküler ve ventriküler aritmiler, persistan bradiaritmiler (komplet kalp bloğu), negatif inotropik ilaç kullanımı, hipovolemi, elektrolit ve asid-baz dengesindeki bozukluklar, akciğer fonksiyonlarında (ventilasyon ve diffüzyon) bozukluklar en sık rastlanan sekonder nedenlerdir. Bunların düzeltilmesi çoğu zaman klinik tablonun iyileşmesini sağlar. Koroner kan akımının tamamen kesilmesinden birkaç saniye sonra iskemik miyokard segmentlerinin sistolik kısalması azalır; iskeminin 30. saniyesinde ise jeopardize miyokardiyum artık iş yapamaz duruma gelir. Birkaç dakika sonra iskemik bölgelerde sistolün izovolümik kontraksiyon fazında ‘bulging’ (dışarıya doğru bombeleşme, bel verme), ejeksiyon sırasında ise akinezi görülür. Bunun tersi olarak diyastolun izovolemik gevşeme (relaksasyon) ve erken fazlarında iskemik segmentlerde uzama yerine kısalma olur. • İskemik disfonksiyonun şiddeti bu bölgeye olan koroner kan akımındaki azalmanın derecesine ve oluşma hızına bağlıdır. Ayrıca mevcut kollateral dolaşım da önemlidir. Koroner arterin hızla total tıkanmasında miyokardiyal iskemi transmural olurken, tıkanma subtotal veya yavaş gelişirse kolateral dolaşım uyarılacağından kollateral dolaşımın katkısı ile iskemi bölgesi sınırlı kalır. • Perfüzyon kan akımının total kesilmesinden 15-20 dakika sonra tekrar sağlandığında iskemik miyokardın sistolik fonksiyonlarında anlamlı düzelme olur ve hemodinamik bozukluğun şiddeti azalır. Reperfüzyon geciktikçe iskemik ventrikülün fonksiyonlarındaki düzelme de gecikir, 60. dakikada sağlanan perfüzyonda fonksiyonlar ancak haftalar sonra toparlanır. Yeterli koroner kan akımının sağlanmasına rağmen miyokard fonksiyonlarının uzun süre düzelmemesine ‘stunning’ denmektedir. Bu durumdan reperfüzyonun gecikmesi ve yeterli düzeyde olmaması (ciddi rezidüel darlık, uzamış tekrarlayan reoklüzyonlar gibi) sorumludur. Sistolik fonksiyon bozukluğu her zaman sadece iskemik segmentlerle sınırlı kalmayabilir. Subendokardiyal bölgenin kan akımının azaldığı durumlarda, subepikardiyal bölgede akımın çok azalmış veya normal olmasına karşın transmural düzeyde buranın fonksiyonları bozulabilir. İskemik subendokardiyal segmentin kalınlığı da önemli bir belirleyicidir. Ayrıca komşu noniskemik subendokardiyal bölgeler de, sistolde iskemik segmentler tarafından çekilerek/engellenerek, sistol sırasında kısalamazlar (tethering effect). Akut miyokard infarktüsünde klinik ve hemodinamik bozuklukların şiddeti ve derecesi bir anlamda sol ventrikül fonksiyonları -ejeksiyon fraksiyonu- atım hacmindeki azalmanın miktarına bağlıdır. • Miyokardiyal hasarın yaygınlığı ve tipi: Hipokinezisistolik kısalmanın azalması, Akinezi- kontraksiyonların kaybolması, Diskinezi-sistolik ekspansiyon. Bunlar sol ventrikül volümü ve ejeksiyon fraksiyonunun belirleyicileridirler (Şekil 2). Kompansatuar mekanizmaların devreye girememe- Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok Sol ventrikül Sistol A. Normal EDV - ESV = SV EF= SV EDV B. Hipokinezi ESV ↑ SV ↓ EF ↓ C. Akinezi ESV ↑↑ SV ↓↓ EF ↓↓ D. Diskinezi ESV ↑↑↑ SV ↓↓↓ EF ↓↓↓ Kısaltmalar: EDV: Diyastol sonu volüm, ESV: Sistol sonu volüm, SV Atım hacmi, EF: Ejekasyon fraksiyonu. ŞEKİL 2. Sol ventrikül bölgesel disfonksiyonu ve bunun sol ventrikül hemodinamiğine etkisi.18 si ve kontraktil fonksiyonlardaki progressif bozulma atım hacmi ve ejeksiyon fraksiyonunun düşmesine ve sonuçta sol ventrikül sistol sonu volümünün artmasına neden olur. Atım hacminin azalması kalp debisinin düşmesi anlamına gelmektedir. • Bilindiği gibi, sol ventrikülün %10’unun kontraktil disfonksiyonu, ejeksiyon fraksiyonunda düşmeye, atım hacminde ise minimal bir azalmaya yol açmaktadır. Kardiyojenik şok ise sol ventrikülün %3040’ının iskemik hasara uğraması ile olmaktadır. • Kalp yetersizliğin klinik semptom ve bulguları %2540’ının kontraktil disfonksiyonunda oluşmaktadır. Akut miyokard infarktüsünde kontraktil disfonksiyon sonucu gelişen hemodinamik bozukluk, çeşitli kompansatuar mekanizmalar ile en aza indirilmeye çalışılmaktadır. Bunlar: 1. Sempatik aktivitenin artması (adrenerjik ve reninanjiyotensin-aldesteron sistemlerinin) sonucu, öncelikle dolaşımdaki katekolaminlerin yükselmesi ile kalp hızı, sistemik vasküler rezistans ve rezidüel-noniskemik mi- 699 yokardın inotropik durumu artar. Ancak bu mekanizmalar başlangıçtaki olumlu etkilerinin yanında, aritmi riskinin (ventrikül fibrilasyon eşiğini düşürerek) de artmasına neden olabilirler. Miyokardın oksijen tüketimini yükselterek (taşikardi ve pozitif inotropik etkiler nedeni ile) miyokard iskemisini şiddetlendirir. Sistemik vazokonstriksiyon sonucu ise sistemik vasküler rezistans artar ki özellikle uzamış hemodinamik bozukluğu olanlarda bu durum kardiyak performansı olumsuz etkilemektedir. 2. İskemik ve noniskemik miyokardın, rezerv fonksiyonları Frank-Starling kanununa göre artar, ayrıca azalmış atım hacmini kompanse etmek için, sol ventrikül dilate olur (diyastol sonu miyofibriler uzunluğun artması, kontrollu volum yüklemesindeki gibi ”rezerv starling” mekanizmasını devreye sokarak maksimum effektif kısalma sağlayacaktır (Şekil 3). • Bu mekanizmanın devreye girebilmesi için diyastol sonu basıncının da kritik düzeyde artması gerekmektedir (özellikle noniskemik segmentlerin ejeksiyon fazının maksimal kısalabilmesi için). • Deneysel çalışmalar bu hastalar için en uygun diyastol sonu basıncının, normalin üzerinde olması gerektiğini göstermiştir. Buna göre “Optimal dolum basıncı” veya pulmoner arter uç basıncı 14-18 mmHg kabul edilmektedir. Sol ventrikül dilatasyonunun zararlı etkileri de vardır. Bunlar: (i) Miyokardın duvar gerilimi ve oksijen tüketiminin artması, (ii) Sol ventrikülün diyastol sonu basıncının fazla yükselmesi sonucu akciğer ödemi gelişmesi, (iii) Mitral anulus genişlemesi ve papiller adale disfonksiyonun neden olduğu mitral yetersizliğidir. 3. Sistol sonu volümünü azaltmak, global ejeksiyon fraksiyonunu koruyarak, atım hacmindeki düşmeyi en aza indirmek için; iskemik segmentin uzağındaki perfüzyonu normal segmentler kasılma güçlerini artırırlar (hiperkontraktibilite). Ancak bu bölgeleri besleyen koroner arterlerde anlamlı darlıklar varsa bu kompansatuar mekanizma çalışamaz. Akut Miyokard İnfarktüsünde Diyastolik Disfonksiyon Akut miyokard iskemisi-infarktüsünde sistolik fonksiyon bozukluğuna her zaman global veya bölgesel diyastolik fonksiyon bozukluğu da eşlik eder. İskeminin erken fazında jeopardize bölge normal segmentlere paradoks olarak diyastolün izovolümik relaksasyon ve erken fazlarında uzayacağına kısalır. Sistol sırasında pasif olarak gerilmiş iskemik segmentlerin ‘elastik recoil’i veya geç sistolik aktif kısalmanın devam etmesi bu fenomenden sorumlu tutulmaktadır. 700 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Rezerv starlingin tetikleyicisi etkiler ve sonucu (SKB↑) Sistolik basınç Atım hacmi Starling etkisi D (2.2-2.6 μm) Reserv starling Miyofibril uzaması A İntraventriküler basınç GERİLME C B SVEDB (20-25 mmHg) Diyastolik basınç Volüm *Rezerv Starling: (LV volüm ↑) → (miyofibriler uzama ↑) → (gerilme ↑) → (kısalma ↑) = atım hacmi ↑ ŞEKİL 3. İskemik sol ventrikül (LV) disfonksiyonunda, diyastolik volümün sıvı replasmanı sonucu artması (A→B) (SVEDB (sol ventrikül diyastol-sonu basıncı) de artar: komplians azalmış olduğundan) ile kritik değerlerde miyofibrillerin gerilme ve boylarında uzaması sonucu (C→D), miyokardın kasılma hızı/gücü artacağından (özellikle noniskemik segmentlerde), EF ve atım hacmi artar (Renkli alan: Rezerv Frank-Starling mekanizması). 0000–LVEDP artışı ve rezerv starling tetiklenmesi ile yükselen sistolik kan basıncı (SKB). *Dekompanse olmuş miyokardın iatrojenik sebepler (Beta-bloker tedavisi gibi) dışında azalmış, baskılanmış kontraktilitesinin artışını sağlayan tek faktör “Rezerv Starling” mekanizmasının tetiklenmesidir. Bunu harekete geçiren faktörler: Optimal dolum basıncı, volümü ve miyofibriler (sarkomer) uzunluğun sağlanabilmesidir. “Optimum” tanımı normal değerlere eşdeğer değildir ve kalp hastalığına göre bireysel farklılıklar (dilate ventrikül, akut KY’de segmenter disfonksiyon gibi) gösterir. Değiştirilemez. Starling kanunu gerçeği; Dekompanse myokard yetersizliğinde İV. primer inotropizmin neden etkisiz olduğununda açıklamasıdır. Diyastolik fonksiyon bozukluğu AMİ’de sistolik disfonksiyondan önce başlar ve sonra ikisi birlikte devam eder. Bu süreç sol ventrikülün diyastolik kompliansının bozulması olarak da tanımlanmaktadır. • Morfolojik özelliği ise iskemik ve nekrotik dokuda akut fazda hücresel ve intertisyel ödem, subakut ve kronik fazda ise fibrozun iyileşmesi sonucu viskoelastik özelliğin kaybolmasıdır. • Sağ ventrikülün iskemi ve infarktüs sonucu dilatasyonu, interventriküler septumu sola doğru iterek ve ayrıca intraperikardiyal basıncı artırarak sol ventrikülün diyastolik fonksiyonlarını bozar, dolumunu engeller. Bu durumda sol ventrikül normal veya az iskemik olmasına rağmen, diyastolik fonksiyonları bozulacağından, mevcut hemodinamik tablo daha da kötüleşir. Diyastolik fonksiyonların bozulması, sol ventrikülün diyastolik basınç-volüm ilişkisini bozabilir (Şekil 4). Diyastol- sonu basıncının artması mitral kapak hastalığının bulunmadığı durumlarda, pulmoner kapiller uç basıncının yükselmesine neden olur. Sol ventrikül diyastol-sonu basıncı,ve diyastol-sonu volümü, sağ ventrikül miyokardının kompliansının azadığı koşullarda ve/veya eşlik eden SV iskemisinde herikisi de artar. Sol ventrikül dolum basıncındaki artış fazla değilse, bu noniskemik segmentlerdeki “rezerv Frank-Starling” mekanizmalarını uyararak, kardiyak performansı artırabilir (Şekil 3). Ancak SV dolum basıncının aşırı yükseldiği durumlarise sol atriyum ve pulmoner venlerde pasif doluma yol açarak pulmoner konjesyon ve pulmoner ödeme neden olabilir. Ayrıca subendokardiyal bölgenin de perfüzyonunu bozarak (koroner perfüzyon basıncı = transmiyokardiyal basınç gradiyenti = diyastolik aort basıncı - sol ventrikül diyastol basıncı) sistolik ve diyastolik fonksiyonları daha da kötüleştirir. Akut Sol Ventrikül İnfarktüsünün Fizyolojik ve Hemodinamik Etkileri: Klinik bulgular ile korelasyonu: • Akut sol ventrikül infarktüsünün hemodinamik Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok LVEDV↑ → LVEDP↑ (örnek: Normal sol ventrikül sistolik fonksiyonları, normal fizyoloji) EDP (PCWP) EDV Komplians↓ LVEDV↑ LVEDV aynı (örnek: Akut iskemik infarktın erken fazında) EDP (PCWP) EDV Komplians↓ LVEDV↑ aynı LVEDV↑ (örnek: infarkt ekspansiyonu) EDP (PCWP) EDV ŞEKİL 4. Sol ventrikül diyastol sonu basıncı (LVEDP) ve pulmoner kapiller uç basıncı (PCWP) yükselmesi. Sol ventrikül diyastol sonu volümünün artışı (LVEDV) veya diyastolik komplians azalması (genişleyememe) LVEDP ve dolayısıyla PCWP’yi artırır. Mitral yetmezlikte PCWP artmasına karşılık diyastol sonu volümü (LVEDV) ve komplians normal/normale yakın değerlerdedir.18 değişkenleri kabaca; pulmoner kapiller uç basıncı (PKUB), kardiyak indeks ve arteriyel kan basıncıdır. Bunları, infarktüsün lokalizasyonu, mitral kapağın fonksiyonları, kalp hızı ve ritmi ile sol ventrikülün infarktüs öncesi durumu etkiler. Akut infarktüste hemodinamik ve klinik tabloya damgasını vuran miyokardın bölgesel sistolik ve diyastolik fonksiyonlarının ani kaybolmasıdır. • Sol ventrikülün %8’inin infarktında komplians bozulur ve bu saptanabilir. İnfarktüs sol ventrikülün %10’unu etkilediğinde ejeksiyon fraksiyonu düşer, %15’inin infarktında ise sol ventrikül diyastol sonu basıncı artar. İnfarktüs sol ventrikülün %25’ini aştığında konjestif kalp yetersizliğinin klinik bulguları oluşur. Kardiyojenik şok, kalp yetersizliğinin oldukça ileri bir formu olup, sol ventrikülün %40’ından fazlasının infarktüsünde gelişir. Akut sol ventrikül infarktüsünün hemodinamik sonuçları diyastol sonu basıncındaki artış ve atım hacmindeki düşüşün derecesine bağlıdır (Şekil 5 ve 6). 701 • Bilindiği gibi, sol ventrikülün kompliansının bozulması Frank-Starling mekanizmasında basınç-volüm ilişkisini bozacağından, bu hastalarda optimal atım hacmi ve kalp debisinin sürdürülebilmesi için, diyastol sonu basıncının normal değerlerin üzerinde olması gerekmektedir. 20-25 mmHg diyastol sonu basıncı AMİ de kabul edilen ‘optimal diyastol sonu’ basıncıdır. Normalde PKUB, sol ventrikül diyastol sonu basıncını gösterir ve iki basınç arasında yakın bir korelasyon vardır. AMİ’de bu ilişki bozulmuştur (Şekil 4). • Normal ventrikülde atriyal kontraksiyonlar diyastol basıncını 1-2 mmHg artırırken, infarktüste bu artış, sol ventrikülün kompliansı bozulduğundan ortalama 8 mmHg’dır. Ventrikülün diyastolik basınç kayıtlarında, diyastol sonunda a dalgası normalden birkaç kat yüksek saptanır. Bu durumda ortalama PKUB sol ventriküldeki büyük diyastol sonu yükselmiş a dalgasından dolayı ortalama 8-10 mmHg daha düşük bulunur. AMİ’de optimal PKUB 14-18 mmHg iken sol ventrikül diyastol sonu basıncının 20-25 mmHg olmasının açıklaması budur. Kritik hastalarda PKUB ölçülürken mutlaka atım hacmi ve kardiyak debiye de bakılmalıdır. • Kompliansı ileri derecede azalmış hastalarda ortalama PKUB ideal olarak 15 mmHg’nın altında tutulmalı, 18-20 mmHg’ya çıkılmamalıdır. Akut Miyokard İnfarktüsünün Hemodinamik Spekturumu: Akut miyokard infarktüslü hastalarla yapılan çalışmalarda, ortalama PKUB’nin ancak hastaların %50’sinde 18 mmHg’yı aştığı tespit edilmiştir. Kardiyak indeks de %50 olguda 2.5 L/dk/m2 altında bulunmuştur. Hastane mortalitesi ile hemodinamik bulgular arasında her zaman pozitif bir korelasyon vardır. PKUB değeri ne olursa olsun kardiyak indeksin düşmesi, mortalitede 5-15 kat artışa neden olmaktadır. Aynı şekilde kardiyak indeks değeri ne olursa olsun PKUB’de artış, mortalitede 2-5 kat artışa yol açar. Sol ventrikül infarktüsü, diyastol sonu basıncını ve dolayısı ile PKUB’yi artırarak hidrostatik basınç yükselmesine ve pulmoner konjesyona neden olmaktadır. Bunun klinik manifestasyonları dispne ve solunum yetersizliğidir. PKUB artışı pulmoner konjesyonun derecesi ile korelasyon göstermektedir. Konjesyon 18-20 mmHg’da oluşmakta, 21-25 mmHg’da belirginleşmekte, 26-30 mmHg’da ciddiyeti artmaktadır. Akut akciğer ödemi PKUB 30 mmHg’yı aştığında görülür. Klinikte akciğer oskültasyonu ve akciğer grafisi ile pulmoner konjesyon kolaylıkla teşhis edilebilmektedir. PKUB >18 mmHg olduğunda bunun klinik manifestasyonlar ile önbelirleyiciliği (prediktivitesi) %85’dir. %15 olguda 702 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Normal Kardiyak debi (L/dk/m2) Komplikasyonsuz AMİ Kalp yetersizliği Kardiyojenik şok Sol ventrikül diyastol sonu basıncı (LVEDP, mmHg) Mason DT, Cardiac Emergencies, Baltımore, 1978, Williams and Wilkins’den alınmıştır. ŞEKİL 5. Normal, komplikasyonsuz ve komplikasyonlu AMİ’de LVEDP ve kardiyak debi ilişkisi. Kardiyak debi azaldıkça, ventrikül fonksiyon eğrisi yataylaşmaktadır. Fonksiyon azaldıkça, kardiyak debiyi muhafaza edebilmek için LVEDP artar (A→B→C). Kardiyojenik şokta ise ventrikül fonksiyonları kritik değere ulaşmış olup, LVEDP’deki artış, kardiyak debiyi fazla değiştiremez (D). PKUB >18 mmHg olmasına rağmen bu klinik olarak saptanamayabilir. • Pulmoner konjesyonun klinik bulguları ve PKUB arasındaki uyumsuzluk aşağıdaki durumlarda görülür: 1. PKUB’deki düşüştüken ancak saatler veya günler sonra klinik ve radyolojik bulgularda düzelme olmaktadır. 2. AMİ’li hastada kronik akciğer hastalığı da varsa, oskültasyonunda duyulan intrensek akciğer hastalığına bağlı raller, staz ralleri olarak yorumlanabilir. 3. Önceden kalp hastalığı olduğu bilinenlerde yüksek PKUB tolere edilebilir ve pulmoner konjesyon bulguları gelişmeyebilir. Kronik kalp yetersizliğinde artmış lenfatik drenaj ve pulmoner damar yatağındaki değişiklikler, artmış PKUB’yi maskeleyebilir. Kardiyak indekste ani düşme, cilt (soğuk ve soluk cilt), böbrek (oligüri) ve serebral (anksiyete, konfüzyon, durgunluk) perfüzyonda azalmaya bağlı klinik tablo oluşabilir. Kardiyak indeksteki düşüşün derecesi ile doku hipoperfüzyonunun derecesi arasında pozitif bir korelasyon vardır. Kardiyak indeksin normal değerleri 2.5-3.5 L/dk/m2 olup, 2.0-2.2 L/dk/m2’nin düzeylerinde periferik hipoperfüzyon başlar. Kardiyojenik şok 1.8-2.0 L/dk/m2’nin altında olmaktadır. Kardiyak indeks 2.2 L/ dk/m2 altına düştüğünde bunun klinik parametrelerle önbelirleyiciliği yüksektir (%81). Kardiyak debisi kronik olarak düşük hastalar bu duruma adapte olduklarından (fonksiyonel kapasitelerini kısıtlayarak ve doku oksijen ekstraksiyonunu artırarak) doku hipoperfüzyonunun semptom ve bulgularını göstermeyebilirler. Akut Miyokard İnfarktüsünün Hemodinamik Evreleri: Akut miyokard infarktüsünde sol ventrikül fonksiyonları ve buna bağlı kardiyak debi ve PKUB’daki değişiklikler, hastalığın hemodinamik bozukluğunun derece ve evresini belirler. Kardiyak debi değişiklikleri, periferik organ hipoperfüzyonunun, PKUB ise pulmoner konjesyonun klinik bulgularının ortaya çıkmasından sorumludur. İlk kez Swan, Ganz ve arkadaşları 1970’li yılların başında balonlu pulmoner arter termodilüsyon kateteri ile AMİ’de sol ventrikül fonksiyonlarını ölçmüştür. • Forrester ve ark. 1975’te 200 AMİ’liyi, ilk 72 saatteki yatakbaşı hemodinamik incelemeleriyle, bugün ddahi hala geçerliliği olan, dört evreye ayırmışlardır. Bu evreler başlangıçta ölçülen kardiyak indeks ve PKUB’ye göre yapılmıştır (Tablo 3). Kardiyojenik şok olsun ya da olmasın, ciddi pompa yetersizliğinde tedavinin hedefleri: kardiyak performansı iyileştirmek, hemodinamik bozukluğu düzeltmek, iskemik miyokardın canlılığını sürdürmek ve miyokard hasarını sınırlandırmaktır. İlaç tedavisi (nitratlar, beta blokerker, ACE inhibitörleri) ve hatta İABP Evre IV’teki hastada miyokard hasarını azaltmada etkili değildir. Ancak hemodinamik bozukluk ve kardiyak performansta geçici düzelme sağlarlar. Erken uygulanacak reperfüzyon tedavisi infarkt alanının sınırlı kalmasını sağlayan en etkili tedavi stratejisidir. Bu hastalarda hemodinamik monitörizasyonu takiben, invaziv girişimin zaman ve şeklini belirlemek önemlidir. Hemodinamik Monitörizasyon: Komplikasyonsuz AMİ’de rutin hemodinamik monitörizasyonun fazla bir pratik yararı yoktur. Dikkatli, sürekli fizik muayene ve klinik verilerin gözlem ve değerlendirilmesi, hastanın hemodinamik durumu hakkında çoğu zaman yeterli ipuçları vermektedir. Akut Miyokard İnfarktüsünde Pompa Yetersizliğinin Klinik Evreleri: • Killip ve Kimbal, 1967 yılında gelişteki fizik muayene bulgularına göre AMİ’li hastaları aşağıdaki gibi dört sınıfa ayırdılar. Sınıf I - Sol ventrikül yetersizliğinin bulguları yok. Sınıf II - S3 gallop ve/veya akciğerlerin bazallerinde pulmoner konjesyona bağlı raller. Sınıf III - Akut akciğer ödemi. Sınıf IV - Kardiyojenik şok. Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok 703 Normal volüm Normal kontraktilite Preload ↓ Normal kontraktilite Preload ↑ Normal kontraktilite Atım hacmi (kardiyak debi) Preload Normal Kontraktilite ↓ Preload ↑ Kontraktilite ↓ Afterload ŞEKİL 6. Ventriküler atım hacmi (kardiyak debi) ile sol ventrikül dolum basıncı-volümü (preload = PKUB) arasındaki ilişki. • 1) Normal kontraktilitede preloadun artması (↑) ile, kardiyak debi değişmez (A→D) (afterload artışı nedeni ile). Şayet afterload değişmez ise bu durumda kardiyak debi artar (B→D). • 2) Preloadun düşmesi (↓) ve afterloadun artışı ile birlikte kardiyak debi düşer (B→C). • 3) Kontraktibilenin azaldığı (↓) durumda, preload sabit kalır ve afterload düşerse, kardiyak debi artar (E→F). • 4) Afterload değişmediği durumda, azalmış kontraktiliteye rağmen, preloadun normalin üzerine çıkarılması (optimal dolum basıncı) ile kardiyak debi artar (E→F)-Rezerv starling.18 Bugün de önemini kaybetmemiş olan bu sınıflandırma, özellikle daha gelişte yüksek riskli hastaları saptamada ve prognozu belirlemede geçerliliğini korumaktadır. Özellikle Sınıf -II ve üzerindeki hastalarda, infarktın hastane mortalitesi yüksek olacağından, erken girişim ve reperfüzyon stratejilerinin bunlarda zaman kaybetmeden uygulanması gerekmektedir. Killip sınıflaması, pompa yetersizliğini klinik bulgular ile kategorize etmek, tanı ve tedavi stratejilerini belirlemek için gereklidir. Hastanın klinik olarak sessiz olması (subklinik), kompanse ventrikül disfonksiyonunu veya normal/normale yakın ventrikül fonksiyonlarını gösterir. • Pulmoner konjesyonun klinik bulgu ve semptomlarının bulunması, sol ventrikül sistolik ve/veya diyastolik disfonksiyonuna veya mekanik komplikasyonların varlığına (özellikle yeni oluşan sistolik üfürümle birlikte) işaret edebilir. • Hipotansiyon ve periferik organ hipoperfüzyonunun bulguları düşük debi durumu ile kardiyojenik şokta saptanabilir. Her iki durumdan da sol ventrikül fonksiyonlarında ciddi bozulma ve/veya hemodinamik tabloyu kötüleştiren mekanik komplikasyonlar sorumludur. • Pulmoner konjesyonun olmadığı şok, hipotansiyon veya düşük debi durumlarında; hipovolemi, sağ ventrikül infarktüsü, kardiyak tamponand, rüptür veya ciddi bradiaritmi araştırılmalıdır. Kardiyojenik şok ve düşük debi durumu olmaksı- zın gelişen pulmoner konjesyon / akut akciğer ödemi, AMİ’nin iki önemli komplikasyonu olup, erken tanı tedavi ile hızla düzeltilebilirler. Bu hastalarda daha başlangıçta stratejiyi belirlerken akut girişim (reperfüzyon tedavileri, erken kateterizasyon ve gerektiğinde hemodinamik monitö-rizasyon) seçenekleri göz ardı edilmemelidir. Agresif tedavi stratejisinin uygulanmadığı dönemde mortalite pulmoner konjesyonlu hastalarda %11, akut akciğer ödeminde ise %38 idi. Pulmoner Konjesyon (Düşük Debi Durumu Dışında) Sol ventrikül diyastol-sonu basıncı, diyastolik kompliansın azalması, diyastol-sonu volümün artması veya her ikisinin birlikte bulunması sonucu yükselir. Neticede PKUB 18-25 mmHg’ye kadar çıkar. Hasta asemptomatik olabileceği gibi dispne ile ortopne de bulunabilir. Fizik muayenede akciğer kaidelerinde yaş raller, taşipne, hipoksemi ve radyolojik olarak hafif veya orta derecede pulmoner venöz konjesyon saptanır. • Tedavinin amacı yeterli arteriyel oksijenizasyonu sağlamak ve pulmoner venöz konjesyonu azaltmak olmalıdır (Şekil 7). Hafif pulmoner konjesyon durumunda nasal oksijen (2-5 L/dk, ilk 48-72 saat), arteriyel oksijen düzeyini yükseltmek için yeterlidir. Düşük doz intravenöz diüretik (20-40 mg furosemid) sol ventrikül dolum basıncını ve pulmoner venöz basıncı düşürür. Ayrıca pulmoner kon- 704 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 3. Forrester hemodinamik evrelendirmesi Evre I: AMİ’lilerin yaklaşık %25’i bu grupta olup, PKUB 18 mmHg veya daha az, kardiyak indeks ise 2.2 L/dk/m2 ve üstündedir. Doku hipoperfüzyonunun ve pulmoner konjesyonun klinik bulgu ve semptomlarına rastlanmaz. Hastane mortalitesi %3’tür. Komplikasyon gelişmezse spesifik bir tedaviye ve hemodinamik monitörizasyona gerek yoktur. Evre II: %25 AMİ’li bu evrede olup, kardiyak indeks 2.2 L/dk/ m2 veya daha yüksek olmasına rağmen, PKUB 18 mmHg veya daha yüksektir. Hastalarda pulmoner konjesyonun semptom ve bulguları varken, doku hipoperfüzyonuna ait klinik manifestasyona rastlanmaz. Mortalite hastane döneminde %9’dur. Tedavide PKUB’yi düşürmek (diüretik, nitrat, ACE inhibitörü) esastır. Pulmoner konjesyon tedaviye yanıt vermezse, hipotansiyon ve doku hipoperfüzyonu geliştiyse, hemodinamik monitörizasyon endikedir. Diüretik tedaviye ve nitrat infüzyonuna dirençli olgularda inodilatörler (dobutamin) kullanılabilirler. Evre III: Kardiyak indeks <2.2 L/dk/m2, PKUB ise < 18 mmHg’dır. %15 hasta bu evrede olup doku hipoperfüzyonu semptom ve bulguları vardır. Pulmoner konjesyon yoktur. Hastane mortalitesi diğer iki evreye göre daha yüksektir (%23). Sol ve sağ ventrikülün preload’unun rölatif veya mutlak hipovolemi sonucu düşmesi düşük kardiyak debinin nedeni olabilir. Ancak, hemodinamik bozukluğun tamamını hipovolemiye bağlamak her zaman doğru olmayabilir. İnfarktüs öncesi preload’u belirgin azalmış hastalarda (aşırı diüretik kullanımı), azalmış kasılma fonksiyonları, ventrikül çıkış yolu rezistansının artması veya her ikisi birlikte, benzer hemodinamik tabloya neden olabilirler. Sağ ventrikül infarktüsünde de hemodinamik tablo jesyonu azaltırken sol ventrikül volümü, duvar stresi ve miyokardın oksijen tüketimi de azalır. Subendokardiyal bölgenin perfüzyonu artar. Pulmoner konjesyon mitral yetersizliği sonucu oluştu ise veya tabloya hipertansiyon eşlik ediyorsa nitratlar (veya daha nadiren sodyum nitroprussid) vazodilatör olarak tercih edilebilir. Vazodilatör tedavi, pulmoner konjesyonu azaltırken başka yararlı etkiler de sağlayabilir bunlar: (a) venodilatasyon, (b) ventrikül kompliansını, direk veya sağ ventrikülü boşaltarak düzeltir, (c) arteriyel dilatasyon sonucu ‘afterload’u azaltarak sol ventrikül fonksiyonlarını iyileştirir, (d) mitral yetersizliğini ve septal rüptürde soldan sağa şantı azaltır. Sistemik organ perfüzyonu bozulmayan pulmoner konjesyonda genellikle hemodinamik monitörizasyona gerek yoktur. Vazodilatörlerin etkisini ve klinik yanıtını değerlendirmek için kullanılabilir. Akut akciğer ödemi (düşük debi durumu dışında): Şok tablosu olmayan akut akciğer ödemi, pulmoner konjesyonun oldukça dramatik ve ağır bir şeklidir. Kli- aynıdır. Ancak burada sağ atriyum basıncı PKUB’den orantısız olarak (bağımsız) artmıştır (Sağ ventrikül infarktüsü bölümüne bakınız). Volüm replasmanı ayırıcı tanıda önemlidir. Sıvı replasmanı sonucu PKUB >20 mmHg olmasına rağmen kardiyak debi hala artmamış ise hemodinamik bozukluğun sebebi sol ventrikül fonksiyonlarındaki bozulmadır. Gerçek hipovolemide ise sağ atriyum basıncı ve PKUB’deki yükselme ile birlikte atım hacmi ve kardiyak debi de artar. Sol ventrikül kompliansı belirgin olarak azalmış hastalarda, sıvı replasmanı ile preloadda anlamlı artış olmadan da sol ventrikül dolum basıncı artabilir. Evre IV: Kardiyak indeks <2.2 L/dk/m2 ve PKUB >18 mmHg’dır. Pulmoner konjesyonun ve hipoperfüzyonun semptom ve bulguları klinik tabloya hakimdir. Hastaların %35’i bu evrede olup, mortalite %51 civarındadır. Hemodinamik değişikliklerden, sol ventrikül fonksiyonlarında anlamlı bozulma, ejeksiyon fraksiyonunda ciddi düşme sorumludur. Sinus taşikardisi ile birlikte hipotansiyon sıklıkla bulunur. Sistolik tansiyon 90 mmHg ve altına, kardiyak indeks ise 1.5 L/dk/m2 ve altına düştüğünde tablo kardiyojenik şoktur. Kardiyojenik şokla birlikte olsun ya da olmasın, ciddi pompa yetersizliği, sol ventrikülün sistolik fonksiyonlarının önemli derecede harabiyetini gösterir. Bu hastalarda hemodinamik monitörizasyonla birlikte hızla destek tedavisine geçmek gerekir. Vazopressör tedavi (noradrenalin, dopamin), intra aortik pompa (İABP), gerekirse mekanik ventilasyon zaman kaybedilmeden uygulanmalıdır. Destek tedavisi bu evredeki hastalarda geçici hemodinamik düzelme sağlar. İnfakt arterinin rekanalizasyonu (anjiyoplasti veya cerrahi girişim) tedavinin asıl amacı olmalıdır. TABLO 4. Akciğer ödemine neden olan veya başlatan başlıca durumlar 1. Sol ventrikülün yaygın kontraksiyon bozukluğu, a. Geniş AMİ, b. Eski infaktlara yenilerin eklenmesi 2. Sol ventrikülün sistolik fonksiyonunda hafif azalma ile birlikte primer diyastolik fonksiyon bozukluğu (“stiff heart”), 3. Papiller adale disfonksiyonu veya rüptürüne bağlı akut, persistan veya intermitant mitral yetersizliği, 4. Küçük miyokard nekrozuna eşlik eden ağır global miyokard iskemisi (iskemik paralizi). nik olarak hasta ciddi solunum sıkıntısı içerisinde olup, pembe köpüklü balgam çıkarmaktadır. Cilt soğuk, soluk ve nemlidir. Artmış sempatik aktiviteye bağlı olarak taşikardi vardır ve kan basıncı yüksektir. Akciğer ödeminin AMİ ‘deki sebepleri oldukça geniş spektrumlu ve çeşitlidir (Tablo 4). Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok 705 SKB izle Kısaltmalar: HM: Hemodinamik monitörizasyon, NTG: Nitrogliserin, İABP: İntraaortik balon pompası, RP: Reperfüzyon. Kısaltmalar: SKB: Sistolik kan basıncı, DP: Dopamin CVP: Santral venöz basınç. ŞEKİL 7. Evre II hastalarda (izole pulmoner konjesyon) tedavi algoritmi.18 ŞEKİL 8. Evre III hastalarda (izole hipoperfizyon) tedavi algoritmi.18 Hastada ciddi hipoksemi ve buna eşlik eden respiratuar alkaloz veya metabolik asidoz vardır. Fizik muayenede taşipne, siyanoz, taşikardi, artmış kan basıncı, soğuk ve nemli cilt, akciğerde yaygın bilateral raller, nadiren ‘wheezing’ veya solunum seslerinde azalma saptanır. Akut akciğer ödemi PKUB’nin hızla 25 mmHg’yı aşması ile oluşur. Bazı olgularda kapiller kolloidal onkotik basınçtaki azalma da bu tablodan sorumlu olabilir (hızlı kristaloid infuzyonu; %5 dekstroz, elektrolit infüzyonları gibi serum proteinlerini dilüe ederek). (PEEP) uygulanması, yeterli sistemik oksijenizasyonun sağlanmasına yardımcı olur. PEEP uygulaması sırasında basınç yavaşça artırılmalı, sık arteriyel kan gazı takibi ile etkisi kontrol edilmeli, bu şekilde istenmeyen etkileri (barotravma ve sağ sol kalp debisinde düşme ve yüksek konsantrasyonda oksijen solutmanın zararları) önlenmelidir (Bölüm 2.2). Akut akciğer ödeminin mortalitesi %30-50 civarındadır. Bu nedenle tedaviye erken ve çabuk başlanması çok önemlidir. Tedavi prensipleri şunlardır (Şekil 8): 1. Oksijenizasyonu sağlamak ve kan gazlarını düzeltmek, 2. Kan basıncı ve ritmi stabilize etmek, 3. PKUB’yi hızla düşürmek. • Özellikle AMİ’nin ilk 24 saatinde akut akciğer ödemi geliştiğinde agresif strateji tercih edilmeli, kateterizasyon olanağı varsa erken anjiyografi ve erken PTCA, yoksa trombolitik tedavi uygulanmalıdır. • Genellikle maske ile yüksek konsantrasyonda (%50-100) oksijen solutulması kan gazlarında yeterli düzelmeyi sağlar. Arteriyel oksijen basıncı 60 mmHg’nın altında kalırsa maske ile sürekli pozitif basınç (CPAP) denenebilir. Ancak karbon dioksit basıncı artar ve arteriyel pH düşerse zaman kaybedilmeden endotrakeal entübasyon yapılmalıdır. Mekanik ventilasyonla pozitif ekspirasyon sonu basınç • Akut akciğer ödeminde nitratlar, artmış PKUB’yi en hızlı düşüren ilaçlardır. Periferik venodilatasyon yaparak intratorasik bölümdeki kanın ekstratorasik bölümde toplanmasına neden olarak (farmakolojik flebotomi) pulmoner venöz ve kapiller basıncı düşürürler. • Ajite hastalarda, birlikte düşük doz morfin kullanımı da nitratların venodilator ve arteriodilator etkilerini güçlendirir. • Diüretikler (intravenöz furosemid) etkileri rölatif olarak yavaş başladığından nitratlardan sonra ek tedavi olarak kullanılmalıdır. Ciddi hipertansif hastalarda ve mitral yetersizliğinde sürekli infüzyon şeklinde sodyum nitroprussid verilebilir, akut dijitalizasyonun tedavide yeri yoktur. • Kardiyojenik şok gelişen hastalarda İnotropik-vazopressör tedavi ve İABP tedavileri indikedir. B. KARDİYOJENİK ŞOK 1960’larda koroner bakım ünitesinin organizasyonu ile öldürücü aritmilerin tedavisi, 1980’lerde ise reperfüzyon tedavilerinin gelişmesi ile infarkt büyüklüğü küçül- 706 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI tülerek AMİ ile ilişkili mortalite ve morbidite azalmıştır. Fakat, AMİ tedavisindeki dramatik gelişmelere rağmen geçen bu 20 yıl içerisinde kardiyojenik şok (KŞ) insidensi değişmemiştir. Kardiyojenik şok (aritmi değil) şimdilerde AMİ’de ölümün başlıca sebebidir. Yakın zamandaki düşürülmüş mortalitesi en fazla %80 ->%50’dir. Bu hedefe ulaşmak için mükemmel destekli bakım ve infarkt arteri revaskülarizasyonuna agressif yaklaşım (İABP destekli erken ve tam reperfüzyonun sağlanması) gerekir. • Hastanede kurtulanların bir-yıl sonuçları iyidir: %80 sağkalım ve %80 NYHA sınıf -I veya -II konjestif kalp yetersizliğidir; hastaneden çıkan (kurtulanlar) hastaların %60’ı 6 yıl yaşamıştır. Kardiyojenik Şok Tanımı: Yeterli intravasküler voluma rağmen, pompa fonksiyonunun ciddi derecede bozulması sonucunda gelişen yetersiz doku perfüzyonu olarak tanımlanmıştır. Şok durumunun hipotansiyon ve diğer hemodinamik bozukluklardan ayrılması önemlidir; şokta dokunun ihtiyacını karşılayacak kan akımı ve oksijen sunumu yetersizdir, hipotansiyonda ise dokunun metabolik ihtiyacı kalp debisi artırılarak veya sistemik vasküler direnç düşürülerek karşılanabilir. Kardiyojenik Şokta Olması Gereken Bulgular: • Sistolik kan basıncı <90 mmHg’da sürdürülmesi (veya ortalama arter basıncı bazal-çizginin 30 mmHg altında). • Sistolik kan basıncının 90 mmHg üzerinde devam ettirilebilmesi için vazopressör veya İABP (intraaortik balon pompası) desteği gerekmesi. • Hipovolemi (PUB< 12 mmHg), aritmi, hipoksemi, asidoz ve atriyoventriküler blok ile ilişkisiz kardiyak indeksin <2.2 L/dk/m2 olması. • Doku hipoperfüzyonunun klinik kanıtları (soğuk ekstremiteler, oligüri, değişmiş mental durum veya periferik vazokonstriksiyon). Kardiyojenik Şokun Hemodinamik Parametreleri: • İnatcı hipotansiyon (sistolik kan basıncı <80-90 mmHg veya bazal değerinde 30 mmHg aşağıda) ile, • Kardiyak indekste ağır düşme; destek tedavisiz: (<1.8L.dk-1.m-2) veya destek tedavisi ile: (<2.0-2.2 L.dk-1. m-2); ve • Yeterli veya yükselmiş dolum basınçları: (SV diyastol-sonu basıncı: >18 mmHg veya SĞV diastol-sonu basıncı: >10-15 mmHg). Kardiyojenik Şokun Sebepleri ve Sıklığı: Hastaların çoğunda SV yetersizliği vardır, sağ ventrikül yetersizliği %3 hastada, mekanik sebepleri olgularının %12’sinde bulunmuştur. Kardiyojenik şok, kalp yetersizliğine bağlı son-organ hipoperfüzyonudur. Sıklığı: Geçmiş 25 yılda değişmeden kalmıştır. ST elevasyonlu Mİ hastaların %8’inde, ST elevasyonsuz Mİ hastalarının ise %2.5’inde kardiyojenik şok gelişmiştir. Sonraki grubun muhtemelen sirkümfleks arter okluzyonu, komorbid hastalığı ve ciddi üç-damar hastalığı veya sol ana koroner arter hastalığı vardır. Kardiyojenik Şok Gelişiminin Risk Faktörleri: • Yaşlılık, anteriyor Mİ, hipertansiyon, diabetes mellitus, çok-damar koroner arter hastalığı; geçmişte Mİ, hikayesinde geçmişte konjestif kalp yetersizliği bulunması; ST elevasyonlu Mİ, veya sol dal bloğu. Kardiyojenik şok genellikle AMİ semptomları başladıktan sonra erken gelişir. • Kardiyojenik şok gelişimi hastaların yaklaşık yarısında ilk 6 saat içerisinde, %72’sinde ise 24 saat içerisinde olmuştur. Preşok durumu gelişen diğerlerinde ise hipotansiyonsuz sistemik hipoperfüzyon ortaya çıkmıştır. Bu hastalar aggressif destek tedavisi ve revaskülarizasyondan fayda görmüştür; erken PKG girişimi kardiyojenik şokun daha önce başlamasını “düşürebilir”, şokun daha erken ortaya çıkmasını sağlar (“aborted shock”). KŞ’yi önlemenin tek yolu Mİ’de çok erken reperfüzyon tedavisi uygulamak görülmektedir. Ambulansta erken (semptomların ilk saatlerinde) trombolize karşı transfer ile primer PKG veya hastane öncesi tromboliz (HÖ) olarak randomize edilen hastalarda HÖ tromboliz ile KŞ bulunmamıştır: Mİ semptomların <2 saatinde PKG’ye randomize edilen hastaların %0.5’de KŞ gelişmiştir (CAPTIM). • Ağır akut SV veya SĞV disfonksiyonunun herhangi bir sebebi kardiyojenik şoka yol açabilir; akut miyoperikardit, tako-tsubo kardiyomiyopatisi, ve hipertrofik kardiyomiyopati; bunların hepsinde anlamlı koroner arter hastalığı olmadan ST elevasyonu, kardiyak marker salımı ve kardiyojenik şok bulunabilir. • Apikal balonlaşma veya tako-tsubo kardiyomiyopati olarak bilinen stresin neden olduğu kardiyomiyopati, emosyonel stresten sonra görülen ve %4.2’si kardiyojenik şoka neden olan akut SV disfonksiyonu sendromudur. Endokardit, travma ve dejeneratif hastalığa bağlı korda rüptürü akut kapak regürjitasyonununa sebep olabilir. Aort disseksiyonu da aort yetersizliği veya Mİ sonucunda kardiyojenik şoka götürebilir. • Aort stenozu veya mitral stenozunda akut stres de şokun sebebi olabilir. Kardiyak tamponad veya masif pulmoner embolizmde pulmoner konjesyon birlikte olmadan KŞ bulunabilir. Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok Patogenez: Hastaların çoğunda kardiyojenik şoka, miyokardiyal kontraktiliyeyi bozan ve sonucunda atım hacmi ve arter basıncını düşüren, yaygın miyokardiyal iskemi veya nekroz yol açar. Birinci büyük infarktüs kardiyojenik şoku başlatabilir, veya reinfarktüs ve ayni bölgede küçük infarktların toplanması ile infarkt genişlemesi sonucunda da KŞ gelişebilir. Bu hastalarda üç-damar (%60) veya sol ana koroner hastalığı (%20) sıktır. Kardiyojenik şok patofizyolojisi azalmış miyokardiyal kontraktilitenin ötesinde daha komplike bir süreçdir. Hakikaten de, SV ejeksiyon fraksiyonu sadece akut olarak belirgin baskılanabilir, ancak miyokardiyal fonksiyonel durum ağırlıklı olarak reperfüzyon ile düzeldiğinde dahi sonraki günlerde KŞ’nin sistemik bulguları değişmemiştir. Akut şok durumuna katkısı olan nörohormonal cevap serileri; azalmış etkili dolaşım volum ve basıncının algılanması sonucu SS (Sempatik sinşir sistemi) ve RAS (Renin anjiyotensin sistemi) aktivasyonu. Bunlar periferik vazokonstriksiyona, su ve tuz retansiyonuna sebep olurlar. Sistemik inflamatuar durum ile sitokinlerin yükselmiş plazma düzeyleri (tümör nekroz faktör-alfa, interlökin-6) ve uygunsuz nitrik oksit üretimi sırası ile miyokardiyal fonksiyonu biraz daha baskılar veya katekolaminlerin neden olduğu kompansatuar vazokonstriksiyonu bozar. Bu faktörlerin hepsi de dönerek koroner arter perfüzyonunda azalmaya yol açar; böylece düşük kan basıncı, 707 laktik asidoz, çoklu organ yetersizliği, ve en sonunda ölümle sonuçlanan daha fazla miyokardiyal iskemi ve nekrozun “fasit-dairesini” tetikler (Şekil 9). Patofizyoloji: KŞ, bütün dolaşım sisteminin geçici veya kalıcı olarak bozulması sonucudur. KŞ formlarını çoğunda geniş infarkt alanına bağlı SV pompa yetersizliği başlıca etkilenendir, fakat dolaşım sisteminin diğer bölümü de yetersiz kompansasyon veya eklenen eksiklikler ile (dehidratasyon, taşi-,bradi-aritmiler, geri-dönüşümlü iskemi, post-reperfüzyon stunning gibi) şok sürecine katkı sağlar. Bu anormalliklerin bir çoğu kısmen veya tamamen geri dönüşümlüdür, bu presipitan veya predispozan faktörler sağ kalanların çoğunda neden iyi fonksiyel sonuçlar olduğunu açıklamaktadır. Sol ventrikül: KŞ’yi başlatan miyokardiyal disfonksiyonun derecesi her zaman çok ciddi değildir. KŞ’de SV disfonksiyonu, yeni geri- dönüşümlü lezyon, geri dönüşümlü- iskemi ve önceki infarktüse bağlı gelişmiş hasarı yansıtır. Afterload azalması ile düşük kan basıncından faydalanan yegane organ kalptir (azlmış sistolik duvar stressi ve oksijen ihtiyacı; artmış kalp verimi), ancak düşük kan basıncı ile koroner kan akımı bozulmasının yarattığı olumsuz etkilere de eş zamanlı maruz kalır; böylece İnotropik ajanlar Sol ventrikül disfonksiyonu Major koroner arter obstrüksiyonu Miyokardiyal iskemi Mikrosirkülatuar obstrüksiyon Kontraktil kitle Koroner perfüzyon Vazokonstriksiyon tuz ve su retansiyonu Koroner perfüzyon Intraaortik-balonpompası reperfuzyon ANP Diüretikler vazodilatörler Arteriyel basınç Kontraktil kitle Arteriyel basınç Hissedilen volüm ve basınçta azalma Sol ventrikül fonksiyonu Sol ventrikül fonksiyonu Angiotensinconvertingenzyme inhibitörleri Sempatik tonus Renin-anjiotensin-aldosteron Arginin vazopressin ŞEKİL 9. Mİ’de Progressif kardiyojenik şokta ölüme neden olan mekanik ve nörohormonal olayların fasit çemberi (Am J Cardiol 1988;62: Suppl: 9A-13A) 708 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Miyokardiyal infarktüs Miyokardiyal disfonksiyon Sistemik inflamatuar cevap sendromu (IL-6, TNFα, NO) Sistolik Diyastolik SVEDB Pulmoner konjesyon Kardiyak debi Atım hacmi Revaskülarizasyon Sistemik Hipotansiyon perfüzyon Koroner perfüzyon basıncı Hipoksemi İskemi Kompansatuar vazokonstriksiyon İskeminin azalması Progressif miyokardiyal disfonksiyon ÖLÜM İYİ YAŞAM KALİTESİ İLE SAĞKALIM ŞEKİL 10. KŞ patofizyolojisinin güncel görüsü: KŞ patogonezinin klasik tarifi siyah ile gösterilmiştir. Miyokardiyal hasar sistolik ve diyastolik disfonksiyona sebep olur. Kalp debisinin düşmesi sistemik ve koroner perfüzyonun azalmasına yol açar. Bu iskemiyi kötüleştirir ve infarkt kenarları ile miyokardiyumun uzat bölgelerinde hücre ölümüne sebep olur. Yetersiz sistemik perfüzyon refleks vazokonstriksiyonu tetikler, bu genellikle yetersizdir. Sistemik inflamasyon, periferik vasküler kompansatuar cevabın kısıtlanmasında rol oynayabilir, miyokardiyal disfonksiyona katkı sağlayabilir. İnflamasyonun bu süreçte ne kadar rol oynadığı konusu açık değildir. Revaskülarizasyon iskeminin hafiflemesine yol açar. Revaskülarizasyonun faydasının mekanizması olarak bütünüyle artmış kalp debisi ve SVEF’si gösterilmesi doğru değildir. Ancak, revaskülarizasyon anlamlı olarak iyi yaşam kalitesi ile sağkalım olasılığınıda artırmıştır. SVEDB: Sol ventrikül diyastol sonu basıncı. Reynoids, H. R. et al. Circulation 2008;117:686-697. değişen hemodinamikler kalp üzerinde (perfüzyon ve fonksiyonunda) ayni zamanda faydalı ve zararlı olabilir (Şekil 10). Koroner perfüzyonun azalması, kalp debisini düşürür, bu şekilde kalp ve diğer vital organların perfüzyonu daha fazla azalır. Koroner akım infarkt arterinden ziyade, diğer damarların aterosklerotik kritik olmayan lezyonlarında, düşük koroner perfüzyona bağlı rölatrif artmış darlık ciddiyeti ile ilaveten daha da bozulur (noninfarkt segmentte iskemi). İnfarkt uzağındaki miyokardiyum ve infarkt bölgesinin metabolik karışıklığı (hipoperfüzyon ve disfonksiyonu), ventrikül disfonksiyonunu kötüleştiren diğer önemli faktörlerdir. Hipoperfüzyon kontraktilite ve periferik kan akımını artıran katekolaminlerin salımına sebep olur. Fakat, katekolaminler ayrıca miyokardiyal oksijen talebini artırır, proarritmik ve kardiyotoksik etkileri de vardır. İnotropikler ve vazokonstriktörler geçici olarak kalp debisini ve periferik perfüzyonu düzeltebilir, ancak Şekil 10’daki “fasit çemberi” kıramazlar. Hızlı İABP desteği dolaşımı destekleyerek geçici olarak iskemiyi azaltabilir. • Unutulmamalıdır ki İABP kesin tedavi değildir. Koroner okluzyondan kurtulma (reperfüzyon) ve sağ- kalım en iyi erken PKG veya cerrahi ile sağlanabilir, böylece “fasit çember” kesilebilir ve hayatlar kurtulur. • KŞ’nin kompleks fizyopatolojisi ışığında, miyokardiyal kontraktilitedeki ağır bozulma her zaman şoka neden olmaz, aksine KŞ’de SVEF sadece orta derecede düşmüş olabilir (Şekil 11). (SHOCK çalışması)’da ortalama SVEF yaklaşık %30 bildirilmiştir. Benzer SVEF’sinde birçok hasta post-Mİ çalışmalarda halihazırda ayakta gezinebilen hastalardır. • Sonuçta, KŞ’ye sebep olan infarktan etkilenmiş miyokard miktarının büyük olması gerekmez. SHOCK çalışmasında SVEF‘si hasta iv inotropik ve/veya İABP desteği altında iken ölçülmüştür; Mİ’nin akut/ kronik fazlarında (2 hafta sonra) benzer değerler bulunmuştur; sonuç olarak KŞ’ye neden olan miyokardiyal olayın (hasar) öneminin büyük olması gerekmeyebilir. Daha ötesi, bazı hastalarda akut mitral regürjitasyonu olmamasına ve SVEF’si korunmuş olmasına rağmen KŞ bulundu. Bununla birlikte, SVEF’si prognostik indikatör olarak kalmıştır. • KŞ hastalarının yaklaşık yarısında SV büyüklüğü küçük veya normaldir, bunun nedeni, AMİ’nin erken fazında atım hacminin sürdürebilmesi için akut dilatasyonun adaptiv (uyarlayan) mekanizmalarının yetersizliğindendir. Kronik fazdaki progressif dila- Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok 709 Yakında olmuş MI KKY EJEKSİYON FRAKSİYONU (%) ŞEKİL 11. KKY çalışmalarında ve SHOCK çalışmasında SVEF’sı aralığı. (Circulation 2008; 117686-697.) tasyon (remodeling) ise kötü adaptasyondur (maladaptasyon). Sağ Ventrikül: Sağ ventrikül (SğV) disfonksiyonu KŞ’ye sebep olur veya katkı sağlar. Ağırlıklı SğV şoku Mİ ile komplike olmuş KŞ’de hastaların %5’de bulunur. • SğV yetersizliği SV, dolumunu kısıtlayarak kalp debisini, ventriküler-arası bağımlılığı, veya herikisini azaltabilir. • SğV yetersizliği ve şokta geleneksel olarak odaklanılacak hemodinamik faktör; kalp debisi ve yeterli SV preloadunun sürdürebilmesi için, yeterli sağ-kalp dolum basınçlarının sağlanmasıdır. Bununla birlikte, SğV disfonksiyonuna bağlı KŞ’de SğV diastol-sonu basıncı çok yüksektir (sıklıkla >20 mmHg). SğV diastol-sonu basıncındaki bu yükselmenin sebebi interventriküler septumun SV kavitesi içerisine kaymasıdır; böylece sol atriyum basıncı yükselir, yarıca SV kavitesi içerisine bombeleşen septumun mekanik etkisinden dolayı SV dolumu bozulur. Sol ventrikül geometrisinin değişmesi (serbest duvar ve interventriküler septum arasındaki presistolik mesafe gibi) bir de SV sistolik fonksiyonunuda bozar. Bu durum şokta SğV disfonksiyonunda aggressif sıvı resussitasyonunu pratik olarak yanlış yönlendirebilir, yanıltabilir (sıvı yüklenmesine rağmen süren düşük debi, hipotansiyon; iv inotropik verilmeden daha fazla sıvı verilmesi akut akciğer ödemine götürebilir; PKUB ile hemodinamik takip şarttır). • SğV diastol-sonu basıncı optimize edildikten sonra KŞ sürüyorsa, SğV yetersizliğinde inotropik tedavi indikedir. SğV diastol-sonu basıncı 10-15 mmHg’da, kalp debisi düşük veya yüksek basınçlara göre daha büyüktür, fakat optimal değerlerde belirgin değiş- kenlikler olabilir. Nitrik oksit inhalasyonu pulmoner vasküler rezistansı düşürerek öne-doğru akımı artırarak faydalı olabilir. Perikardiektomi ve atriyal septal defekt meydana gertirmek, uç olgularda kullanılmıştır. İzole SğV disfonksiyonuna bağlı şok, SV şokuna yakın yüksek mortalite riski taşır. Primer SğV disfonksiyonunun şoku, revaskülarizasyondan primer SV disfonksiyonuna benzer fayda görmüştür. Periferik Damarlar, Nörohormonlar ve İnflamasyon: Ekstremiteler ve vital organların hipoperfüzyonu KŞ’nin primer özellikleridir. Mİ ve süreğen iskeminin tetiklediği katekolamin salımı ile kalp debisinin düşmesine sebep olur. Katekolaminler, periferik arteriolleri daraltarak vital organların perfüzyonunu sürdürür. Mİ ve şok tablosunda vazopressin ve anjiyotensin –II düzeyleri artar, bunlar miyokardiyal fonksiyonu daha fazla bozan afterloadu yükseltmek pahasına koroner ve periferik perfüzyonu düzeltir. Nörohormonal kaskadın aktivasyonu tuz ve su retansiyonunu artırır; artmış dolaşan volum başlangıçta kısıtlı olarak perfüzyonu düzeltebilir fakat pulmoner ödemi kötüleştirir. Artmış sistemik vasküler rezistansın (SVR) refleks mekanizması tam etkin değildir, vazopressör tedaviye rağmen normal değerlerde kalabilir. • Bazı hastalarda SVR (Sistemik vasküler rezistans) septik şokta ki gibi düşük olabilir. Bu bulgular, Mİ’nin sistemik inflamatuar cevaplara (SIRS; systemıc inflamatory response syndrome) sebep olabileceği gözlemleri ile uyum göstermektedir ve kısmen SIRS ile gelişen uygunsuz vazodilatasyon sonucunda intestinal sistemde perfüzyon bozulur, SIRS ayrıca 710 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI bakterilerin bir yerden bir başka yere göç etmesini sağlar ve sepsis gelişmesini mümkün kılabilir. SIRS şokun süresinin uzamasında daha önemlidir. Başlangıçta yatışta interlökün-6 ve tümör nekroz faktör-alfa (TNF-alfa) düzeyleri yükselmiş bulunmasına rağmen Killip-I olan hastalarda KŞ daha sonra gelişmiştir. Sitokin düzeyleri Mİ sonrası 24-72 saatlerde daha dramatik yükselir. Tümör nekroz faktör-alfa ve interlökin-6’nın miyokardiyal depresan etkisi vardır. TNF-alfa, koroner akımı daha fazla azaltan koroner endotelyal disfonksiyona da neden olur. Diğer dolaşan faktörlerin (kompleman, prokalsitonin, neopterin, C-reaktif protein, ve diğerleri) KŞ’de SIRS’ye yardımcı olduğu bildirilmiştir. • Aşırı NO (Nitrik oksit) SIRS’ye yardımcı olabilir. Mide aşırı NO teşekkülünün nedeni, NOS’un artmış dışavurumudur. NO, vazodilatasyona, miyokardiyal depresyona sebep olur ve katekolaminlerin etkilerine müdahale eder. Bununla birlikte selektif olmayan NOS inhibitörleri (N, monometil-L-arginin) ile KŞ hastalarında şokun hemodinakleri ve sonuçlarında iyileşme görünmüştür (vazopressör ve infarkt arterinin açılmasına rağmen inatcı şokta, erken kan basıncı yükselmesi, ancak mortalite faydası bulunmadı). Klinik Tablosu: Kardiyojenik şok bulunduğunda hastanın hızlı değerlendirilmesi, daha sonraki tedavinin belirlenmesinde hayati önem taşır. Şok etyolojisinde başlangıçtaki anamnez ve fizik muayenede dışlanması gereken durumlar; aort diseksiyonu, basınçlı pnömotoraks, masif pulmoner embolizm, hemoraji ve sepsis. Ressusitatif (hayatı kurtaracak) girişim başladığında, konu ile ilgili kısıtlı dahi olsa hastanın hikayesi sağlanmalıdır. Fizik muayenede hasta genellikle kül renkli veya siyanotik, yetersiz serebral perfüzyona sekonder hastada şuru bulanığı veya ajitasyon gösterilebilir. Nabız hızlı ve zayıf, nabız basıncı dar, aritmiler ise sıktır. SV şokunda juguler venöz dolgunluk ve pulmoner raller sıklıkla bulunur; oysa SğV şokunda juguler venöz dolgunluk ve Kusmaul belirtisine (inspirasyon sırasında paradoks olarak venöz basınç artışı) rağmen pulmoner raller olmaz. Kardiyovasküler muayenede; genellikle kalp seslerinin şiddeti azalmış, uzaktan geliyor hissi uyandırabilir. Üçüncü ve dördüncü kalp sesleri veya “sumasyon galosu” oskülte edilebilir. • Bununla birlikte, sistolik üfürüm bulunması ventriküler septum rüptürü veya akut mitral regürjitasyonunu gösterebilir, ancak bu üfürümün olmaması bu komplikasyonları dışlayamaz. Ekstremiteler genellikle vazokonstriksiyonludur (soğuk, nemli). • Başlangıçtaki teşhis stratejilerine 12 derivasyonlu EKG, göğüs radyografisi, arteriyel kan gazı ölçümü, elektrolitler, tam kan sayımı, koagulasyon testleri ve kardiyak enzimler dahil edilmelidir. Hastaların çoğunda akut ST elevasyonlu miyokard infarktüsünün EKG bulguları olabilir. Geniş anteriyor veya anterolateral infarktüs bulguları sıklıkla bulunur. Diğerleri, Q dalgaları veya diffüz ST depresyonu gösterebilir. • Rölatif normal EKG, kardiyojenik şokun bir veya diğer sebeplerinden biri için klinisyeni uyarmalıdır (kardiyak tamponad, aort disseksiyonu veya hemoraji gibi). İnferiyor Mİ’de, sağ ventrikül infarktüsünü tayin etmek için sağ prekordiyal derivasyonlar kaydedilmelidir. • Üçüncü-derecede AV blok veya sol dal bloku kötü (“uğursuz”) bulgulardır. Laktik asidoz, hipoksemi, ve karışık venöz oksijen desatürasyonu şokta sıklıkla bulunur. Yatakbaşı ekokardiyografi, kardiyojenik şokun etyolojisini belirlemek için önemli bir araçtır. Dilate olmuş hipokinetik sol ventrikül SV şokunu gösterir; oysa dilate olmuş sağ ventrikül sağ ventrikül tutulumunu ima eder. • Normal ventrikül fonksiyonu, düşük kalp debisi ve mitral regürjitasyonu, akut ağır mitral regürjitasyonu için tutarlı bulgulardır. Serbest duvar rüptürüne bağlı perikardiyal tamponad süratle aranmalıdır. Doppler değerlendirmesi, anlamlı mitral regürjitasyonu veya ventriküler septal rüptür varlığını kolaylıkla doğrular. • Transözefajeyal eko, “flail” mitral yaprakcıktan şüphelenilen fakat transtorasik eko ile görülemeyen veya görüntü kalitesi yetersiz olan hastalarda yardımcıdır. KŞ İatrojenik Hastalık Olabilir: Mİ ile komplike olmuş KŞ hastalarının ¾’de şok hasta hastanede bulunduktan sonra gelişmiştir. Bazı ilaçların kullanımı şok gelişimine katkı sağlayabilir. • Mi tedavisinde kullanılan birçok farklı sınıfta ilaç KŞ gelişimi ile ilişkili bulunmuştur: Beta blokerler, ACE inhibitörleri,ve morfin. Bununla birlikte, bu ilaçların herbiri KŞ riskinde sadece küçük artış ile ilişkilidir. Bunlar riski yüksek olanlarda KŞ gelişimine katkı sağlayabilir. Mİ hastalarında diüretikler de şokun gelişimine yardım edebilir (Şekil 12). • Mİ kalp debisi düşmese bile pulmoner ödeme neden olabilir, (a) çünkü iskeminin en erken etkisi sıklıkla SV kompliyansının azalmasıdır (= diyastolik az dolum, düşük atım hacmi). (b) Akciğerler içerisinde Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok 711 KORONER OKLÜZYON Geniş risk bölgesi Geçmişte Mİ ve/veya Diastolik disfonksiyon (HTA gibi) • Kompensatuar taşikardi • Gizli düşük atım hacmi ↓SV kompliyansı ↑PKUB ↓veya değişmez Akciğerlerde intravasküler volümün yeniden dağılımı Pulmoner Ödem Diuretikler Beta Bloker ↓Preload ↓Intravasküler volüm ↑RVEDP (>15) ↑CVP Aşırı Volüm Yüklenmesi ↑RVEDV İnterventriküler septumun SV’ye doğru değişmesi SV gometrisinin değişmesine bağlı olarak SV dolum ve sistolik fonksiyonunun bozulması Düşük KD ACE İnhibitörleri (Nitratlar) SğV infarktüsü (volum kaybı yok) ↓SVR Hipotansiyon Kardiyojenik şok ŞEKİL 12. İatrojenik Kardiyojenik Şok. Mİ ve Pulmoner dem tedavisinde şematize edilmiş Kardiyojenik şok patofizyolojisi: Akut pulmoner ödem akciğerlerin ekstravasküler boşluğu içerisine intravasküler volumun yeniden dağılımıdır. Hemodinamik stabilite yerleşmediğinde, diüretikler önceden KY olmadan da plazma volumunda azalmaya sebep olarak şoku meydana getirebilir. Taşikardi sıklıkla düşmüş atım hacmine kompansatuardır. Bunun fazla kıymeti yoktur. β-bloker tedavisi kalp hızı ve atım hacmini düşürür, açık (klinik) şoka nedendir. Hipotansiyonu engelleyen koruyucu fizyolojik kompansatuar vazokonstriksiyonlu hastalarda da ACEİ’lerle de dekompansosyon meydana gelebilir, özellikle intravenöz ve erken kullanıldığında. Nitratların da benzer etkileri olduğu tahmin edilmektedir. SğV (sağ ventrikül) dolum basıncı halihazırda yükselmiş veya aşırı miktarda verilmişse volum desteklenmesi de zararlı olabilir. Çünkü, SğV SV doluşunu ve kontraksiyonunu bozabilir. CVP indikedir. Kısaltmalar: SğV: Sağ ventrikül, CVP: Santral venöz basınç, RVEDP: SğV diyastol sonu basınç, RVEDV: SğV diyastol sonu volum, KD: Kardiyak debi. SVR: Sistolik vasküler rezistan (Circulation 2008; 117:686-97) intravasküler volumun yeniden-dağılımı, geçmişte kalp yetersizliği olmayanlarda (yeni KY) dolaşan kan volumunda akut net düşüşe neden olabilir. (c) Bu hastalara yüksek doz diüretik verildiğinde plazma daha fazla düşer. • Mİ ve pulmoner ödemde şokun presipite olmasını önlemek için; düşük doz diüretikle birlikte düşük doz nitrat ve preload düşürmek için pozisyon (akciğer ödemi pozisyonu: bacaklar aşağıda, kollar yanlarda yatağın kenarını tutarak, dik oturtulmak) verilmesi denenmelidir. • SğV infarktüsünde aşırı volum yüklenmesi şoka sebep olabilir veya gelişimine katkı sağlayabilir; sağ kalp boşıukların daha fazla gerilmesi ile deprasan vagal reflekslerin aşırı uyarılmasına (karşılığında baskılanmış sempatik aktivasyon) bağlı (şiddetli bradikardi hipotansiyon). TEDAVİ I. Genel Destek Önlemleri: Mİ’de aspirin ve heparin rutin olarak önerilmelidir. Klo- pidogrel acil anjiyografi sonrasına kadar ertelenebilir, çünkü anjiyografi bulguları sonucunda ACBG acil olarak yapılabilir. Klopidogrel PKG’ye giden tüm hastalarda indikedir, şokta faydalı olmalıdır. Negatif inotropikler ve vazodilatörler (nitrogliserin dahil) engellenmelidir. İskemiyi en aza indirmek için arteriyel oksijenasyon ve normale yakın pH sürdürülmelidir. Hiperglisemik durumu kritik hastalarda yoğun insülin sağ kalımı düzeltir ve komplike olmuş Mİ’de kullanımı önerilmiştir. Hastaların endotrakeal tüp veya maske ile mekanik ventilasyon uygulaması eşiği düşüktür. Pozitif ekspirasyon-sonu basınç afterload ve preloadu düşürür. Mekanik ventilasyon ayni zamanda soluma işini de azaltır (Bölüm 2.2). Hemodinamik Yaklaşım: KŞ teşhisini kanıtlamak PA kateterizasyonu (SwanGanz) sıklıkla kullanılır; dolum basınçlarının yeterli olduğundan emin olmak ve tedavideki değişikliklere yol göstermek için düşürülmeli ve takılmalıdır. Bu tekniğin en iyi kullanım amacı; hastanın özel dolum basınçları ve kalp debisi arasındaki ilişkiyi saptamak ve bu bulgular 712 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI ile hemodinamik cevapların klinik değerlendirilmesini desteklemek. Kötü sonuçlar ile ilişkisinden dolayı Pulmoner arter kateterinin (Swan-Ganz) AMİ’de kullanımı azalmaktadır, KŞ’de böyle bir ilişki (PAK ve watch’te ilişkili) gösterilmemiştir. Ağır hipotansif Mİ’de bireyselleştirilmiş PA kateteri (PAK) kullanımı tavsiye edilmiştir. Killip sınıfı -III ve -IV pompa yetersizliğinde balonlu pulmoner kater ile hemodinamik değerlendirme tavsiyesi Sınıf -IIb düzeyindedir (ESC-2008: STEMİ kulavuzu). Bununla birlikte birçok merkez günümüzde KŞ tedavisinde PA kateterini tercih etmektedir. Ekokardiyografi ile klinik değerlendirme PA kateterine (swan-Ganz) makul alternatiftir; Doppler ekokardiyografi ile de PA sistolik ve uç basınçları doğru hesaplanır ve KŞ’de özellikle kısa deselerasyon zamanının (≤140 ms), ≥20 mmHg pulmoner kapiler uç basıncını (PKUB) öngörürlüğü yüksektir. • Klinik muayene ve ekokardiyografi PKUB’nin güvenilir öngörenleri değildir; KŞ hastalarının %30’da yükselmeyi bulamayabilir. II. Farmakolojik Tedavi: • İnotropik ve vazopressör ajanlar dahil farmakolojik destek, mümkün olan en düşük dozlarda kullanılmalıdır. Yüksek pressör dozları kötü yaşam beklentisi ile ilişkilidir; alttaki ciddi hemodinamik bozukluk ve direk kardiyotoksik etkilerin herikisinin sonucudur. İnotropik ajanların tedavide ana rolu vardır, çünkü başlayan miyokardiyal olay kontraktil yetersizliği de kapsar. İnotropikler istenmese de miyokardiyal ATP tüketimini artırlar; ki bunun sonucunda kısa süreli oluşan hemodinamik düzelmenin bedeli artmış oksijen talebidir; halbuki kalp halen yetersizlikte olup, oksijen sunumu kısıtlanmıştır. Bununla birlikte, İnotropik ve pressör ajanların kullanımı, İABP takılana veya şok düzelenciye kadar koroner perfüzyonun sürdürülebilmesi için her zaman gerekmektedir. • (ACC/AHA) kılavuzu, daha ağır hipotansiyonda, güçlü etkisinden dolayı norepinefrini tavsiye eder. Bilindiği gibi dopamin ve norepinefrinin herikisininde inotropik özellikleri vardır, Dobutaminin eklenmesi sıklıkla gerekliliktir (Bölüm 1.2). Daha fazla araştırılması gereken farmakolojik tedaviler: KY çalışmalarında standart tedavilere ilave az miktarda faydaları bulunan vazopressin, levosimendan; ve/veya miyokardit hastalarında mekanik destekle birlikte kullanılan aktifleşmiş protein C’dır. III. Mekanik Destek: İABP KŞ’nin mekanik tedavisinde “köşetaşı”dır. İABP kullanımında; balonun diastolde şişmesi ile koroner ve periferik perfüzyon düzelmiş ve sistol-öncesi balonun sönmesi ve afterloadun düşmesi ile SV performansı artmıştır (Bölüm 2.2). Balonun şişmesi ve sönmesinin doğru zamanlanması optimal destek sağlar. İABP’ye her hasta cevap vermez; ancak cevap iyi sonuçları öngörür. İABP desteği mümkün olduğunca hızlı verilmelidir, revaskülarizasyon için transfer olmadan önce bile, takılmasını sağlayacak deneyimli operatör varsa hızla takılmalıdır. Yüksek oranda İABP kullanan merkezlerde, PKG, fibrinolitik tedavi uygulanan veya reperfüzyon uygulanmayanlarda İABP takılması yaşam beklentisi ile ilişkili bulunmuştur (Circulatıon 2003;108: 951-957). İABP ile Major ve ve toplam komplikasyon oranları günümüzde azalmıştır (sırası ile %2.8 ve %7.2). • Komplikasyonlarının major risk faktörleri: Kadın cinsiyet, küçük vucut büyüklüğü ve periferik damar hastalığıdır. IV. Reperfüzyon: KŞ’de erken revaskülarizasyonun yaşam belentisine faydası gözlemsel çalışmalarda bulunan (SHOCK) sonuçlara göre de inandırıcı görülmüştür; erken revaskülarizasyona gidenlerde 1 yıl yaşam beklentisi %13 mutlak daha yüksek bildirilmiştir. İlgili olarak 1 yaşam kurtarılması için tedavi olması gereken sayı <8 hastadır. Trombolitik daha az etkilidir ancak; (a) PKG imkansız veya (b) PKG için transportta gecikme olmuş ve KŞ Mİ’nin ilk 3 saati içerisinde başlamışsa fibrinolitik tedavi indikedir. PKG zamanı: Şok olmayan Mİ’de semptomlar başladıktan sonra 0-6 saatte bulunanlarda erken revaskülarizasyon daha iyidir, primer PKG’ye giden KŞ hastalarında en düşük mortalite ile ilişkilidir çalışma hastalarının yaklaşık ¾’de kapı-anjiyografi süresi <90 dakika olmuştur (ALKK). (SHOCK)’da ise revaskülarizasyon zamanı 0’dan 8 saate yükselince uzun-dönem mortalitesi yükselmiştir. • Bununla birlikte Mİ’den 48 saat ve şok başlamasından 18 saat sonra bile PKG’nin yaşam beklentisine faydası olmuştur. Stentleme ve Glikoprotein IIb/IIIa İnhibisyonu: KŞ ile PKG’ye giden hastalarda stentleme ve GP-IIb/ IIIa inhibitörleri bağımsız olarak düzelmiş sonuçlar ile ilişkilendirilmiştir (Am J Cardiol 2005;96: 35-41). Revaskülarizasyon Tedavisi: Cerrahi veya PKG. (SHOCK)’ta revaskülarizasyon cerrahi veya PKG ile yapılmıştır. Revaskülarizasyon için ayrılan hastaların %37’si randomizasyondan median 2.7 saat sonra ACBG’ye gitmiştir. Üç-damar hastalığı veya sol ana koroner arter hastalığı ve diabet prevalansının yüksek olmasına rağmen PKG ile kıyaslandığında ACBG ile yaşam beklentisi ve yaşam kalitesi benzer bulunmuştur. Toplumda KŞ’de acil ACBG oranı oldukça düşüktür (<%10). KŞ hastalarında internal mammaryal arter kul- Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok 713 KARDİYOJENİK ŞOK Şokun geç başlaması mekanik defektleri ekarte etmek için ekokardiyogram Hastane gelişinde erken şok Aşağıdakilerin tümü bulunuyorsa F.Tdvi: 1. PKG’ye>90 dk. gecikme İnvazif imkanları bulunan merkeze hızlı transferin ayarlanması IABP 2. Post Mİ başlaması <3 saat 3. Kontrindikasyon yok • İnvazif imkanı olan merkeze transfarin ayarlanması 1-2 damar KAH Kardiyak kateterizasyon ve koroner anjiyografi Orta şiddetle 3 damar KAH PKG IRA Yapılabilir değil PKG IRA Evreli çok damar PKG Ciddi 3 damar KAH Sol ana KAH Acil ACBG Evreli ACBG ŞEKİL 13. Kardiyojenik şokta revaskülarizasyon algoritmi (ACC/AHA kılavuzları, 2004). AMİ’den sonra erken ve geç oluşmuş şoka göre. Hızlı İABP ve anjiyografi uygulanması önerilmektedir (oluşma zamanı ne olursa olsun). Ciddi-damar ve sol ana koroner arter hastalığında acil ACBG tercih edilen revaskülarizasyondur. VSR ve ciddi MR’de de gerekirse tamir yapılmalıdır. Tek ve iki-damar hastalığı veya 3-damar hastalığında ACBG mümkün değilse, (yaygın hastalığa bağlı) infarkt arterine ve PKG tavsiye edilir. Kısaltmalar: KAH: Koroner arter hastalığı. IRA: İnfarkla ilişkili arter. F.Tdvi: Fibrinolitik tedavi, PKG: Perkutan girişim, ACBG: Aorto-koroner Bypass grefti (Circulation 2008;117:686-97). lanımı (uzun-dönem yaşam beklentisine faydası olası) %15.2 olmuştur (SHOCK). Çok Damar Hastalığı: Çok damar koroner arter hastalarında ve KŞ’de optimal revaskülarizasyon stratejisi net değildir. Bu özellikle önemlidir, çünkü, KŞ hastalarının %87’si çok-damar hastasıdır, bazılarının koroner anatomisi ACBG’ye çok elverişlidir. PKG’ye giden KŞ hastalarının ¼’ne çokdamara PKG yapılmıştır (çokdamar hastalarının ¼’ne çokdamara PKG yapıldı). 2004-AHA/ACC kılavuzuna göre Şekil 13’de, şokta revaskülarizasyon algoritmi çizilmiştir; yaygın hastalıkta cerrahi tavsiye edilmiştir. Cerrahinin seçenek olmadığı durumlarda tabakalandırılmış çokdamar girişim yapılabilir. Şayet infarkt arteri PKG ile açıkldıktan sonra hasta şokta kalmışsa ve diğer damarın lezyonu kanını sunduğu geniş risk alanın akımını dinlenimde kısıtlıyorsa tek-evreli girişim düşünülebilir. Risk Tabakalandırması: KŞ mortalitesi %10-89 arasında değişmekte; mortalite demografik, klinik ve hemodinamik faktörlere bağlıdır. Bu faktörler: Yaş, periferik hipoperfüzyonun klinik bulguları, anoksik beyin hasarı, SVEF ve atım işi. Kadın cinsiyet kötü sonuçların bağımsız öngöreni gibi görünmemektedir. Hemodinamik veriler ise kısa dönem mortaliteyi öngörür (uzun dönemde değil). Uzun dönem sağkalım ile ilişkili faktörler aşağıdaki Tablo 5’de gösterilmiştir (SHOCK). Revaskülarizasyon bu hastalarda her risk düzeyinde fayda sağlamıştır; • PKG’ye giden KŞ hastalarında yaş, semptom başlangıcından PKG’ye kadar geçen süre ve post-PKG TIMI akım derecesi mortalitenin bağımsız öngörenleridir. • 2007-AHA/ACC kılavuzu; < 75 yaş (sınıf I) ve ≥75 yaşındaki elverişli hastalarda (sınıf IIa) KŞ’de erken revaskülarizasyon önermektedir (Şekil 13). Revaskülarizasyon olanağı olmayan hastanede bulunan hastalarda ise PKG için hızlı transfer ve şokun zamanı ve infarktın zamanı ne olursa olsun (2008 ESC S-TEMİ kılavuzu) primer PKG tavsiye edilmektedir. 714 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 5. SHOCK çalışmasında Altgruplarda uzun-dönem yaşam beklentisi oranları Altgrup 3 Yıl Sürvi, % 6 Yıl Sürvi, % P' • Yaş <75 y Yaş >75 y • Erkekler Kadınlar • Girişte şok Girişte şok yok • Geçmişte MI Geçmişte MI yok • Hipertansiyon hikayesi Hipertansiyon hikayesi yok • Anterior MI Nonanterior MI • Sistemik hipoperfüzyon hızla İABP ile geri döndürüldü Sistemik hipoperfüzyon hızla geri döndürülemedi • KI <2.0 L.dak-1.dak-2 KI ≥2.0 L.dak-1.dak-2 • PKUB <25 mmHg PKUB >25 mmHg • SVEF <%25 SVEF ≥%25 • Tek-damar hastası Çokdamar hastası • Bazal kreatinin <1.9 mg/dL Bazal kreatinin >1.9 mg/dL • İndeks MI'de trembolitik tedavi İndeks MI'de trombolitik tedavi yok • Sol ana stenoz ≥%50 Sol ana stenoz <%50 38.2 20.6 33.9 36.9 24.8 36.7 22.9 40.2 30.5 39.6 33.6 36.8 43.3 20.6 33.4 44.3 43.8 28.3 29.9 50.8 64.5 37.6 37.9 13.8 39.3 28.8 31.6 44.6 27.6 20.6 24.0 30.9 12.4 28.5 15.3 31.0 18.2 34.0 25.0 29.8 32.9 16.5 26.1 37.3 33.4 22.0 19.2 40.9 49.2 28.2 29.5 13.8 31.4 18.6 28.9 32.2 0.063 –––– 0.931 –––– 0.016 –––– 0.005 –––– 0.027 –––– 0.209 –––– <0.0001 –––– 0.103 –––– 0.010 –––– 0.002 –––– 0.044 –––– 0.0002 –––– 0.016 –––– 0.066 –––– *altgruplar arasında karşılaştırılan sağkalım eğrilerinin p değeri. (Circulation 2008;117: 686-697) V. Dolaşım Desteği: SV’ye Yardımcı Cihazlar ve Ekstrakorporel Yaşam Desteği: LVAD ile geçici dolaşım desteği, iskemi, hipotansiyon ve miyokardiyal disfonksiyonu spiralini kesmede teorik olarak çekici gelmektedir, “stunned ve hiberne” miyokardın iyileşmesini sağlar ve nörohormonal bozulmayı tersine döndürür (bakınız Bölüm 1.8). Bu uygulamanın major kısıtlayıcıları; geriye dönüşümsüz organ yetersizliği ve cihazla-ilişkili komplikasyonlardır. LVAD (SV yardımcı cihazlar), kalbin sol tarafındaki (SA veya SV) oksijenlenmiş kanı, cihaz yolu ile boşaltıp sistemik arterlere pulsatil veya sürekli akım ile döndürerek dolaşımı destekler. Cerrahi olarak takılan LVAD’ler, SV apeksine yerleştirilen kanül ile kanı buradan uzaklaştırarak ve inen aortaya döndürür. Perkutan LVAD de sağlanabilir (TandemHeart. Cardiac assist, Inc, Pittsburgh Pa) (bakınız Bölüm 1.8). Femoral ven yolu ile interatriyal septum septostomi ile geçilerek sol atriyuma yerleştirilen kanül buradaki oksijenlenmiş kanı alarak, genellikle femoral arter ile sistemik dolaşıma döndürür (abdominal ve torasik aortanın retrograd perfüzyonu). Diğer perkutan cihaz (Impella. ağabeyomed, Inc, Danvers, Mass), Aort kapak altına yerleştirilir, incelenmektedir. Ekstrakorporel yaşam desteği (ECLS) membran oksijenatörden geçirilen kanın ektrakorporel dolaşımından ibarettir, sol, sağ kalp ve akciğerlerin işlerini kısmen rahatlatır. ECLS ve yerleştirilen tüm cihazlar için antikoagulasyon yapılması gereklidir (bakınız Bölüm 1.8). Transplantasyona köprü olması amacı ile ektrakorporel yaşam desteği ve LVAD ardışık olarak KŞ hastalarında kullanılmıştır. Kanülün SV apeksine takılması, ve burası nekrotik olabildiğinden dolayı Mİ sonrası kronik KY’ye göre kanama riski daha yüksek bulunmuştur. Transplantasyon ile takip edilen ilk LVAD ve ekstrakorporel yaşam desteği uygulamaları, acil revaskülarizasyona alternatif olarak önerilmiştir. Fakat bir cerrahi Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok tedavi çalışmasında; LVAD tedavisi ile birlikte ACBG olsun olmasın, AMİ’den sonra erken LVAD takılan ve ACBG olanlarda mortalite yüksek bulunmuştur (J Thorac Cardiovascular Surg 2005;130: 693-98). KŞ ile komplike Mİ’de İABP’ye karşı Tandem Heart çalışmasında LVAD grubunda daha iyi hemodinamik düzelme olmuştur, fakat multiorgan sistem disfonksiyonu daha yüksek oranda gözlenmiştir. LVAD grubunun klinik profili (ateş, hipotansiyon, bradikardi) SIRS’yi işaret etmiştir, mortalite oranı ise iki destek grubunda benzer bulunmuştur (Eur Heart J 2005;26: 1276-83. Am Heart J 2006;152:469 e1-e8). LVAD’lerin çıkış noktası transplant adayı olamayan yaşayan hastalardır. Mekanik Komplikasyonlara Bağlı KŞ Tedavisi: Ventrikül septum, serbest duvar veya papiller adale rüptürü, Mİ’de KŞ’nin %12’sinin sebebidir. VSR mortalitesi en yüksek olan mekanik komplikasyondur, %87. Kadınlar ve yaşlı hastalarda riski yüksektir, tromboliz ile PKG’ye kıyasla riski daha yüksektir. Genellikle STEMİ’de tromboliz ile rüptürün zamanı değiştirmiştir, erken rüptür artmış, geç rüptür ise azalmıştır, genel olarak, toplam oranı da düşmüştür. Küçük infarkt ve şokta rüptürden kuvvetle şüphelenilmelidir. Ekokardiyografi altın standart teşhis yöntemidir. Akut mitral regürjitasyonu KŞ sebep olabilir veya şoku kötüleştirebilir. Papiller adale/korda rüptürü veya akut SV dilatasyonuna (mitral aparatusun çekilmesi/ tetheringi ve yaprakcıkların uçuca gelememesi) bağlı olabilir. İnferiyor infarktlarda papiller adale rüptürü daha sıktır. KŞ ile ilişkili miyokardiyal rüptürün zamanında tamir edilmesi sağkalım için kritiktir. • Geçmişte dengeli operasyon için düşünülen optimal zaman, multiorgan yetersizliği başlamadan önce ve tamir için daha iyi stabilite sağlayan infarktlı miyokardın nebdeleşmesine fırsat veren ameliyat gecikmesini kapsar. VSR ve serbest duvar rüptüründe, nekrotik miyokard bölgesine sütür gerektiğinden cerrah için mekanik güçlükleri olabilir. Papiller adale rüptürü tamirinde nekrotik miyokardiyum sütür çizgisine alınmamalıdır, bu tamir ile ilişkili mortalite düşüktür. • VSR ve papiller adale rüptüründe öngörülemeyen hızlı kötüleşme ve ölüm, İABP ile aşikar hemodinamik stabilizasyon sağlansa dahi erken cerrahiyi gerekli kılar. • %100’e yaklaşan mortalitesinden dolayı cerrahinin boşuna olduğu VSR’li altgrup; çok yaşlılar ve kötü sağ ventrikül fonksiyonu olanlardır. Sağ ventrikül fonksiyonu VSR’de SV fonksiyonundan daha önemli belirleyicidir. 715 Yeni pompasız-teknikler: VSR için internal septal plikasyon ve cerrahi yapışkan (“glue”) ve Gore-Tex yama ile serbest duvar rüptürünün tamiri. Venöz yolla perkutan tamirin bir kısıtlaması da ventriküler septal defektin büyüklüğünün tayin edilmesinin teknik olarak güç olabilmesindendir, infarktlı miyokardın iyileşmesi VSD’nin büyüklüğünü artırabilir ve böylece cihazın pozisyon değişikliğine hatta embolizasyona yol açabilir. • VSD deliğinden daha büyük cihazların kullanımı rölatif olarak daha iyi sonuçlar ile ilişkilendirilmiştir. Özel Durumların Tedavisi: KŞ’ye götüren bazı durumların tedavisi, SV yetersizliğine bağlı KŞ tedavisinden önemli farklılıklar göstermektedir. Hipotansiyonlu kritik hastalarda geçici SV çıkış yolu obstrüksiyonun tanınması önemlidir; çünkü diüretikler ve inotropikler obstrüksiyonu kötüleştirir. Hipertrofik obstrüktif kardiyomiyopati de KŞ’nin tedavisi; volum resusitasyonu ve beta blokajdır. Alfaagonistler afterloadu yükseltmek, boşluk büyüklüğünü artırmak ve obstrüksiyonu azaltmak için kullanılabilir. Bazı tako-tsubo kardiyomiyopatili olgularda, yaygın hipokinezi/apikal bölgelerin diskinezisi ile geriye kalan miyokardiyumun hiperkinezisi görülmüştür. Ekokardiyografi ve klinik cevaba göre ile yönlendirilen tedavi gereklidir. İABP dolaşım desteği sağlayabilir, Beta-blokaj sıklıkla bu koşullarda indike değildir, SV disfonksiyonunu şiddetlendirebilir. Alfa-agonistler vazopressör etkisinden dolayı miyokardiyal iyileşme olana kadar faydalı olabilirler (hasta psikolojik desteklenebilirse tipik olarak iyileşir). İnotroplar “stunned” miyokardiyumun fonksiyonunu düzeltir, dolayısı ile çıkış yolu obstrüksiyonu görünmüyorsa cevabı dikkatle izlenerek düşük dozda başlanmalıdır. KARDİYOJENİK ŞOKTA YOĞUN KRİTİK BAKIM 1. Başlangıçta stabilizasyon: Başlangıç resüssitasyonunun (yeniden canlandırma; optimal vital fonksiyonların sağlanması) amacı; revaskülarizasyon tasarlanana kadar oksijenasyon ve perfüzyonun stabilize etmektir. Hasta açık şekilde pulmoner ödemde olmadıkça hipovolemik şoku dışlamak için sıvı replasmanı düşünülüp, dikkatle uygulanmalıdır (Şekil 14). Özel miktarlarda bolluslar verilmeli (ilk 10 dakikada 100 cc, ikinci 10 dakikada 150 cc, sonra 30 dakikada 250 cc gibi) ve müteakiben hastanın klinik sonlanma noktaları dikkatle değerlendirilmelidir (idrar çıkışı, kan basıncı ve kalp hızı gibi). Preloadun önemli olduğu Sağ ventrikül şokunda ; sıvı desteği esas olup nitrat ve morfin kullanılmamasına işa- 716 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Klinik bulgular: Şok, hipoperfüzyon, konjestif KY, akut pulmoner ödem Altta yatan en olası major bozukluklar Hareketin 1°. sırası Düşük debili kardiyojenik şok Akut pulmoner ödem Hipovolemi Verilmeli: • Furosemid IV 0.5 to 1.0 mg/kg* • Morfin IV 2 to 4 mg • Gerekirse oksijen/entübasyon • NTG SL, sonra 10-20 mcg/dk. IV KKB >100 mmHg ise • Dopamine 5 to 15 mcg/kg dakikada IV SKB 70100 mmHg ve şokun semptom ve bulguları varsa • Dobutamine 2 to 20 mcg/kg dakikada IV SKB 30-100 mmHg ve şokun semptom/bulguları yok Uygulanmalı • Sıvı • Kan transfüzyonu • Sebebe özel girişimler • Consider vazopressör Aritmiler Bradikardi Kan basıncı kontrolu Taşikardi Kılavuzlara göre tedavisi Kan basıncını kontrol et Hareketin 2°. sırası SKB >100 mmHg bazalin < 30 mmHg altında değil Sistolik KB Greater than 100 mm Hg ACE inhibitör • Kısa etkili ajan kaptopril (1 to 6.25 mg) Hareketin 3°. sırası NTG *10-20 mcg/min IV SKB 70-100 mmHg Şokun semptom/ bulguları yok SKB: 70-100 mmHg Şokun semptom/ bulguları Dobutamin *2-20 mcg/kg dakikada IV Dopamin *5-15 mcg/kg dakikada IV SKB <70 mmHg Şok semptom/ bulguları Norepinefrin *0.5-30 mcg/min IV İleri tanısal/tedavi imkanları (non hipovolemik şokta düşünülecek) Tanısal: Tedavi: • Pulmoner arter kateteri • İABP • Ekokardiyografi • Reperfüzyon • Mİ/İskemi için anjiografi • Revaskülarizasyon • Ek tanısal incelemeler ŞEKİL 14. Komplike ST-elevasyonlu Mİ’de acil tedavi. SKB: Sistolik kan basıncı. NTG: Nitrogliserin (AHA/ACC kılavuzu) (Circulation 2004;110:e82-92) ret edilmelidir (yasaklanmalıdır). Oksijenizasyon ve havayolu desteği için endotrakeal entübasyon ve mekanik ventilasyon gerektirir (Tablo 6). Pozitif ekspirasyon sonu basınç (PEEP), preload ve afterloadu düşürebilir (bakınız Bölüm 2.2). Adale paralizisi (sedasyona ilave), girişimin güvenliğini sağlar ve oksijen ihtiyacını düşürür. İdrar çıkışı drenaj kateteri ile saatlik izlenmelidir. Arteriyel kateter, kan basıncının sürekli gözlenmesine imkan sağlar (ayrıca arter kan gazlarının analizi). Santral hemodinamik izleme için kullanılan pulmoner arter kateteri (Swan-Ganz kateteri) değerli hemodinamik bilgiler tedarik eder ve sıvı ve ilaçların titre edilmesine yardım eder. 2. Pratikte Geleneksel Tedavi Yaklaşımı: AMİ’de pompa yetersizliğinde hastanın klinik muayenesinde; nabız zayıf, ekstremiteler soğuk, cilt nemli ve siyanoze olup, koldan ölçülen kan basıncı düşük, pulmoner konjesyon, taşikardi S3 ve oliguri vardır. Kardiyojenik şok şüphesi olan veya tanısı konan her hasta acilen yoğun hemodinamik incelenmeye alınmalıdır. Buna göre aşağıda belirtilen protokol uygulanmalıdır: 1. Pulmoner artere Swan-Ganz balonlu termodilüsyon kateteri yerleştirilir. Boyun venleri (subklavya veya juguler venler) tercih edilmelidir. • PKUB veya pulmoner arter diyastolik basıncı (ileri KOAH’lılarda tercih edilmez) 15-18 mmHg olmalı, bunun altındaki değerlerle karşılaşıldığında dehidratasyon veya bradikardi-hipotansiyon sendromu (genellikle inferior AMİ’de Bezold-Jarisch refleksinin aktive olması ile) düşünülmelidir. Her iki durumda da zaman yitirmeden kristaloid (NaCl solüsyonu, albumin, plazma veya düşük molekül ağırlıklı dextran) infüzyonuna başlanmalıdır. PKUB 18 mmHg olana kadar infüzyona devam edilmelidir. • Dekstroz (suda ve serum fizyolojik içerisinde) tercih edilmemelidir. Kapiller membranlardan süratle ekstravasküler boşluklara sızdığından etkin intravasküler dolum sağlayamaz. Bu arada ciddi bradikardi devam ediyor ve atropine yanıt yok ise pacemeker takılmalıdır (proksimal sağ koroner arter ile SA arterinin tıkanması veya sinüs düğümünün infarkt alanı içerisinde kalmasına bağlı sinüs durması + parasinüzal ritm veya SA blok düşünülmelidir). Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok TABLO 6. Kardiyojenik şokun geleneksel tedavisi • Volumun maksimum optimuma getirilmesi (sağ atriyum basıncı: 10-14 mmHg, PKUB: 18-20 mmHg). • Oksijenasyonun maksimuma getirilmesi (mekanik ventilasyon gibi). • Ritm kontrolu; A-V senkronizasyonun sağlanması (kalp pili, kardiyoversiyon gibi). • Elektrolit ve asid-baz dengesizliği düzeltilmeli. • Sempatomimetik aminler (dobutamin, dopamin, norepinefrin, fenilefrin). • Fosfodiesteraz inhibitörleri (milrinon gibi). • Vazodilatörler (nitrogliserin, nitroprussid gibi). • Diüretikler (furosemid gibi). • Antiaritmikler (amiodaron). • İABP (intraaortik balon pompası). (Riba AL. Critical Care Clinics. Saunders Company. 2007. p.764) 2. Arteriyel kateter aorta en yakın yere takılmalıdır (femoral arter). • Periferik arter basıncı (özellikle radial arter) vazokonstriksiyondan dolayı yanıltıcı olabilir. Tercihen uzun bir kateter femoral veya brakiyal artere yerleştirilebilir. Sürekli intraarteriyel basınç ve kan gazı takibi yapılır. Düşük ve yavaş heparin infüzyonu ile arteriyel ve pulmoner kateter yıkanarak açık kalması sağlanır. İdrar çıkışını takip etmek için Foley veya başka bir kateter mesaneye yerleştirilir. İdrar çıkışı 20-30 ml/saatin üzerinde tutulmalıdır. 3. Pulmoner arterdeki termodilüsyon kateteri ile kardiyak indeks ölçümü yatakbaşı yapılabilir. i. Kardiyak indeks <2.5 L/dk/m2, PKUB >18 mmHg ve sistolik arteriyel basınç >100 mmHg ise diüretik (iv furosemid 20-40 mg) ve preload -afterloadu azaltmak için intravenöz vazodilatör tedavi (iv nitrogliserin, 5 micg/dk ile başlayıp doz sistolik arteriyel basınç 90 mmHg üzerinde kalmak şartı ile kademeli olarak artırılır) veya ACE inhibitörü kullanılabilir. Hedef; PKUB’nin 18 mmHg altına düşürülmesidir. ii. Kardiyak indeks<2.5 L/dk/m2, PCWP >18 mmHg ve sistolik arteriyel basınç <90 mmHg saptandığında hasta kardiyojenik şokta kabul edilmelidir. • Noradrenalin sistolik arteriyel basınç 80 mmHg olana kadar 1-3 micg/dk başlanmalıdır (total doz 2-8 micg/dk). Sonra dopamin ile değiştirilir (dopamin 5-15 micg/kg/dk). İsoproteranol kontrendikedir. 717 • Sistolik arteriyel basınç 90 mmHg’nin üstüne çıktığında tedaviye dobutamin eklenerek (520 micg/dk) dopamin infüzyonu azaltılır. • Dopaminin etkisi gerek reseptör azaltarakdüzenlemesi (down regülasyonu) gerekse noradrenalin depolarının boşalması sonucu 24 saat içerisinde azalabilir. • Dobutamin ise komplet bir beta reseptör agonisti olmadığından, 48-72 saat sonra ilaca karşı tolerans gelişir. Hastadaki pulmoner konjesyon diüretik tedavi ile azalmıyorsa (İV furosemid 60-120 mg bolus veya 250-400 mg 15-30 dakikada infüzyon) ve %100 nazal O2 inhalasyonuna rağmen pO2 60 mmHg’nin altında ise hasta entübe edilerek mekanik solunuma geçilmeli ve PEEP uygulanmalıdır (bakınız Bölüm 2.2). 4. Kardiyojenik şokta yukarıdaki vazopressör tedaviye ilave olarak femoral arter yolu ile hemen İABP yerleştirilmelidir. • İABP en iyi hemodinamik etkiyi sistolik arteriyel basınç 70 mmHg’nin veya ortalama arter basıncı 50-60 mmHg’nin üzerindeyken gösterir (afterload-preload düşer, koroner akım hızı ve perfüzyon basıncı artar, miyokardın oksijen tüketimi ve duvar stresi azalır). • İABP ile hastaların büyük bir kısmı süratle hemodinamik stabilize olur, ancak bu geçici duruma aldanmamalı ve kesin/radikal tedavi olan PTCA/ACBG için fazla zaman kaybedilmemelidir. 4. İntravenöz trombolitik tedavi, PTCA ve ACBG için hastalar süratle değerlendirilmelidir. • Mekanik revaskülarizasyonun gecikeceği durumlarda İABP desteği ile trombolitik tedavi (fibrin-spesifik ajan kullaılması şart) etkin bir stratejidir (SHOCK). • Özellikle rt-PA (rekombinan doku plazminojen aktivatörü) kullanılacak ise sistolik arteriyel basıncın 90 mmHg veya üzerinde olmasına dikkat edilmelidir (Şekil 15). Hemodinamik monitörizasyon, trombolitik tedavi, revaskülarizasyon ve İABP imkanlarının olmadığı merkezlerde, kardiyojenik şok tehtidi olduğunda veya tanısı konulduğunda hasta üçüncül bir merkeze yönlendirilmelidir (infarkt ve şok zamanları ne olursa olsun). • Pulmoner konjesyonun semptom ve bulguları yok ise transfer öncesinde veya sırasında klopidogrel (trombolitik verilmemişse 75 mg, verilmişse 300 mg) ve aspirin (350 mg) verilmesi ile sıvı replasmanı yapılabilir. Ayrıca AMİ’nin rutin tedavisinde önemli rolü olan aspirin de oral olarak verilmeli, oksijen nazal veya mümkünse maske (%100, 2-5 lt/dk) ile solutulmalıdır. 718 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 7. Farmalolojik tedavi İlaçlar ve dozları: Hipoperfüzyon Pulmoner konjesyon • Dobutamin: 2-20 micg/kg/dk. İV • Dopamin: 5-15 micg/kg/dk. İV • Norepinefrin: 0.5-30 micg/kg/dk. İV • Fenilefrin: 0.1-0.5 micg/kg/dk. İV • Nitrogliserin: 10 micg/dk, her 10 dakikada 10 micg yükseltilir. • Nitroprussid: 10 micg/dk, her 10 dakikada 5 micg yükseltilir. • Milrinon: 50 micg/kg, 10 dakikada, sonra 0.375-0.75 micg/kg/dk. • Furosemid: 20-160 mg. İV • Bumetanid: 1-3 mg. İV • Amiodaron: 150 mg,10 dakikada, sonra 1 mg/dk 6 saat, 0.5 mg/dk, 18 saatte. (Riba AL. Critical Care Clinics. Saunders Company. 2007. p.764) Kısaltmalar: DP: Dopamin, DB: Dobutamin, NE: Norepinefrin, OAB: Ortalama arter basıncı, NP: Nitroprussid. ŞEKİL 15. Evre IV hastalarda (pulmoner konjesyon ve hipoperfüzyon kardiyojenik şok) tedavi algoritmi.18 Farmakolojik Tedaviler: Sempatomimetik agonistler, kardiyojenik şokta yaşam beklentisine çok az katkıları olmasına karşın, erken dönemde hemodinamik destek sağlayarak klinik tabloyu geçici olarak stabilize ederler (Tablo 7). Bu ilaçlar kontraktiliteyi ve kardiyak performansı artırırken, miyokardın oksijen tüketimini de artırdıklarından iskemik/infarktüslü ve noninfarktüslü segmentler üzerinde olumsuz etkilidirler. Etkileri erken başlamakta (<5 dakika) ve zirve noktasına 15 dakikada ulaşmaktadır, yarılanma ömürleri ise 1.5-2.5 dakikadır (Tablo 8). En önemli yan etkileri proaritmilerdir. Dopamin: Şok ile birlikte ciddi hipotansiyonun bulunduğu hastalarda tercih edilecek ilk ilaçtır. • İV 1-3 mig/kg/dk infüze edildiğinde, renal dopaminerjik reseptörleri uyararak renal kan akımını ve diürezi artırır. 5-10 umig/kg/dk’da beta-1-adrenerjik reseptörleri uyararak kasılma gücünü, 15 micg/ kg/dk üzerin dozlarda ise alfa-1-adrenerjik reseptörler yolu ile arteriyel vazokonstriksiyona neden olur. Yüksek doz dopamin sistemik ve pulmoner vasküler rezistansı artırır. Şiddetli hipotansiyonun bulunduğu kardiyojenik şokta dopamin infüzyonu başlangıçta yaşamsal organların perfüzyonunu sağlar. Yeterli sistolik kan basıncı sağlandıktan sonra (İABP desteği ile) kademeli olarak hastanın tolere edebileceği en düşük doza düşülmelidir. • Başlandıktan 24 saat sonra reseptör azaltarak-düzenlenmesi (down regülasyonu) ve norepinefrin depolarının boşalması nedeni ile dopamin’in etkisi azalmaktadır. Dobutamin: Ciddi hipotansiyonun bulunmadığı kardiyojenik şokta tercih edilecek ilk ilaçtır. Beta-1-adrenerjik reseptörleri uyararak kasılma gücünü artırır. Daha az olarak ise beta-2-adrenerjik reseptörler üzerinden vazodilatasyona neden olur. Bu etkilerinin sonucunda kalbin atım hacmi artarken sistemik vasküler rezistans düşer. Atım hacminin artması ve sol ventrikül diyastol sonu basıncının azalması sonucu ise diyastolik koroner kan akımı da artar. • Dobutamin dopamine göre daha az pozitif kronotropik etkiye sahip olduğundan dozu 15 micg/kg/ dk’yı aşmadıkça kalp hızı artmaz. • İnfüzyon dozu başlangıçta 2 micg/kg/dk olup, hemodinamik yanıta göre artırılarak 15 micg/kg/ dk’ya kadar çıkılabilir. Atım hacmindeki artış sistemik vasküler rezistansdaki düşme ile dengelenir ve böylece kan basıncı değişmez. • Dobutamin sol ventrikül diyastol sonu volüm ve basıncını, bunun sonucunda ise duvar gerginliği ve miyokardın oksijen gereksinimini/tüketimini azal- Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok 719 TABLO 8. İnotropik ajanlar Kardiyovasküler Etkiler Doz KH KB Ajan Reseptör Etkisi Mekanizma KB SVR PKUB Yorumlar Dopamin 2-5 mcg/kg/dk DA 5-10 mcg/kg/dk β1, NE >10 mcg/kg/dk α 2-30 mcg/kg/dk ↑ ↑ ↑ ↑ 0-↑ Etkinin %50'si NE salınımına sekonderdir Dopamin reseptörlerinin uyarılması renal ve splankik kan akımını artırır. Dobutamin β1, β2 2-30 mcg/kg/dk + 0 ↑ ↓-0 ↓-0 (+) ve (–) isomerlerin karışımı kardiak outputun artışıyla renal perfüzyon da artırılmaktadır. Norepinefrin α, β1 0.5-80 mcg/kg/dk ↓-0 ↑ ↓-0 ↑ 0-↑ Potent vazokonstriktör Epinefrin α, β1, β2 0.005-0.5 mcg/kg/dk ↑ ↑ ↑ ↓ ↑ Potent vazokonstriktör Epinefrinin indüklediği hipokalemi aritmiler için potansiyel oluşturabilir. Amrinon Fosfodiesteraz inh. c-AMP aracılığıyla kontraktiliteyi ve vazodilasyonu artırır. 0.75 mg/kg 0-↑ 0-↓ ↑ ↓ ↓ Yarı ömrü 2-6 saattir %2-4 trombositopeni riski vardır. Milrinon Amrinonla aynıdır. 50 mg/kg sonra 0.25 mcg/kg/dk 0-↑ 0-↓ ↑ ↓ ↓ Yarı ömrü 0.5-2 saattir. trombositopeni nadirdir. KA: Kardiyak output, SVR: Sistemik vasküler rezistans, PKUB: Pulmoner kapiller uç basıncı, DA: Dopamin, KH: Kalp hızı, KB: Kan basıncı, KD: Kalp debisi, NE: Norepinefrin, c-AMP: Siklik adenozin monofosfat tır. Bu etki diğer inotropik ilaçlarda bulunmayan bir özelliktir. Norepinefrin: Güçlü bir vazopressör olup, yüksek doz dopamine rağmen sistemik arteriyel basınç istenilen düzeyin altında ise (sistolik kan basıncı <90 mmHg-intraarteriyel ölçüm) tercih edilir. Arteriyel basıncı artırarak etkili koroner perfüzyon basıncını sağlar. Norepinefrin alfa-1-adrenerjik reseptörleri uyararak güçlü vazokonstriksiyon, beta-1-adrenerjik reseptörleri uyararak ise pozitif inotropik etki sağlar. Doz kan basıncına göre titre edilmeli, 2-8 micg/dk’yı aşmamalıdır. Epinefrin: Güçlü bir inotropik olmasına rağmen taşikardi ve ventriküler aritmiye neden olur. Bu nedenle kullanımı AMİ’de kardiyojenik şok ve kardiyak arrestle sınırlıdır. Beta-1-adrenerjik, ayrıca beta-2 ve alfa adrenerjik reseptörleri de uyarır. • Küçük dozlarda renal ve cilt damarlarında vazo- konstriksiyon, iskelet kasları ve mezenterik arterlerde ise vazodilatasyona neden olarak kan basıncını düşürür. Yüksek dozlarda primer etkisi vazokonstriksiyondur. Digoksin: Sempatomimetik inotropiklere göre inotropik etkisi daha zayıftır. Etkisi geç başlar, AMİ’de akut akciğer ödemi ve kardiyojenik şokta rutin kullanımda yeri yoktur. Akut intravenöz kullanımı alfa adrenerjik yolla koroner ve sistemik vazokonstriksiyona neden olur. • Digoksinin, AMİ’de ilk 24 saatte kullanıldığında ventriküler aritmi riskini artırdığı gösterilmiştir. Verapamil ve beta blokerler gibi negatif inotropik etkisi olmadığından, kullanımı hızlı ventrikül cevaplı atriyal fibrilasyonda ventrikül hızını kontrol etmek ile sınırlıdır. • Önerilen doz İV 0.5 mg, sonra 4-6 saatte bir 0.25 mg, toplam yükleme dozu 1 mg olacak (hedeflenen ven- 720 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI trikül hızına gelene kadar) şekildedir. Kardiyojenik şokta atım hacmini kompanse etmesi için ventrikül hızı 90-110/dk’da tutulmalıdır. Nitrogliserin: Vazodilatör tedavi sistolik arteriyel basıncı 90 mmHg altında olan kardiyojenik şokta kontrendikedir. • 30 micg altındaki düşük dozlarda venöz dilatasyona neden olur. Daha yüksek dozlarda arteriyoler dilatasyon sonucu arteriyel basıncını düşürür. İV kullanımdan hemen sonra PKUB ve sol ventrikül diyastol basıncı hızla düşer, dispne kaybolur. Miyokardın diyastolik duvar gerilimi ve iskemi de azalır. Koroner dilatasyon ve kollateral dolaşıma karşı direnci azaltarak iskemik miyokarda oksijen sunumunu artırır. Nitrogliserin ve nitroprusid AMİ’nin mekanik komplikasyonlarından mitral yetersizliğinde ilk seçenektirler (İABP ile birlikte). • Sürekli nitrogliserin infüzyonuna 24 saat sonunda tolerans gelişir. • Sempatomimetik agonist inotropiklerin orta dozlarda kombine edilmeleri, bu ilaçların yan etkilerini en aza indirirken ek yarar da sağlar. • Dopamin ve dobutaminin 7.5 micg/kg/dk dozlarda birlikte kullanılması yüksek dozlarda ayrı ayrı kullanıllmalarından daha fazla hemodinamik yarar sağlar ”ideal kombinasyon”. • Norepinefrinle birlikte kullanılan düşük doz dopamin ise arteriyel ve renal perfüzyonun devamını sağlar. İntra-Aortik Balon Pompası (İABP): Kardiyak siklus ile uyumlu olarak aort kapaklarının kapanması ile (dikrotik çentik’te) şişip, aortik ejeksiyon öncesi (aort basıncının yükselmeye başlama noktası) inmeye programlanmış bir balon kateter olan İABP, femoral yol ile renal arterler düzeyi üzeri ve sol subklaviyan arterin altına, inen-torakal aortaya sol subklaviyan arterin çıkışında sonra yerleştirilir (bakınız Bölüm 2.2). Balonun şişmesi ile aortada erken diyastolik basınç hızla artar, bunun sonucunda periferik doku perfüzyonu ve diyastolik koroner arter akım hızı artar. Balonun sönmesi ile ise aortun diyastol sonu basıncı düşer, bir sonraki sol ventrikül ejeksiyonunu kolaylaştırır (afterload düştüğünden). Kalbin atım hacmi ve kardiyak debi artar, PKUB düşer. Diyastolik kan akımının düzelmesi ve ventriküler duvar stresinin azalması ile (sol ventrikül diyastolik volüm ve basıncının azalması sonucunda) miyokardın oksijen gereksinimi azalır. Bu etki vazopressor ve inotropik ajanlarla sağlanamaz (kontraktilite artması-atım hacmi ve kardiyak debi artışı ile sonuçta miyokardın oksijen gereksinimi ve tüketimi artar). Kardiyojenik şokta İABP’nin tek başına mortalite veya yaşam beklentisine bir etkisi yoktur. Erken dönemde uygulandığında klinik tabloyu stabilize edebilir. Bu nedenle şokun agresif tedavisinde, sistemik ve koroner perfüzyonu desteklediğinden dolayı değişmez bir unsurdur. Ancak buna rağmen kullanımı sanıldığı kadar fazla değildir. Kardiyojenik Şokun Özel Hemodinamik Profilleri: Sol ventrikül şoku: Pulmoner kapiller uç basınç (PKUB) yüksek, kalp debisi (KD) düşük, sistemik vasküler rezistans (SVR) yüksek. Sağ ventrikülün şoku: Sağ atriyal (SğA) basınç yüksek, SğA/PKUB’nin ortalama basınç oranları 0.8’den büyük, basınç dalgası çizimlerinde şiddetlenmiş SğA inişi, Sağ ventrikülde “kare kök” işareti. Mitral regürjitasyonu: PKUB’de büyük v dalgası. Ventriküler septal defekt: PKUB’de büyük v dalgası.SğA’dan SğV’ye %5’den büyük oksijen satürasyon yükselmesi (“O2 step up”). Perikardiyal tamponad: diastolik basınçların yaklaşık 20 mmHg’da eşitlenmesi. • Kardiyak güç = (ortalama arteriyel basınç x kalp debisi kalp debisi : 451). Hastane mortalitesinin en güçlü öngörenidir. Bununla birlikte Mİ olmayan hastalarda pulmoner arter kateterinin kullanımının mortalite faydası ile ilişkili bulunmamıştır, kardiyojenik şok tedavisinde yönlendirici olarak çok faydalıdır. İnatçı atriyal ve ventriküler taşiaritmiler, kalp debisini maksimuma çıkarmak için hemen elektriki olarak sinüs ritmine çevrilmelidir. Sıklıkla, Amiodaron gibi gibi antiaritmikler sinüs ritminin devam ettirilmesi için gerekebilir. Benzer şekilde bradikardi ve yüksek-dereceli kalp bloku Atropin veya geçici uyarı verme (“pacing”) ile tedavi edilmelidir. • A-V senkronizasyonun sağlanıp sürdürülmesi için Atriyoventriküler uyarı verme tercih edilir, özellikle sağ ventrikül yetersizliği tablosunda (SğV infarktüsünde). Ventriküler aritmilere predispozisyon olan hipokalemi ve hipomagnezemi düzeltilmelidir (bakınız Bölüm 2.5, 2.6). Metabolik asidozu düzeltmek için hiperventilasyon gerekebilir, sodyum bikarbonat kullanılması engellenmelidir (yarılanma ömrü kısa ve büyük sodyum yükü riskinden dolayı). • Aspirin ve heparin kullanılmalıdır; reinfarktüs, ventriküler mural trombus oluşumu, veya derin ven tromozunun önlenmesine ve invazif bakıma ek fayda ve katkısı vardır. Klopidogrel kullanımı acil cerrahi kararını kesinleştirecek kardiyak kateterizasyon sonucu elde edilene kadar bekletilmeli, çünkü uzamış etkisi ve yüksek perioperatif kanama riski (ACBG’den en az 3-5 gün önce klopidogrel kesilmelidir). Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok Morfin, ağrı ve aşırı sempatik aktiviteyi, preload ve afterloadu azaltır; hipotansiyon ve yaşlılarda sadece yavaşca artırılan küçük dozlarda çok dikkatli kullanılmalıdır (AMİ Killip sınıfı ≥2 hastalarda kontrindikedir). Diüretikler, dolum basınçlarını düşürür, aşırı volumu (hipervolemi) kontrolu etmek için kullanılmalıdır. • Negatif inotropik etkilerinden dolayı, Beta blokerler ve kalsiyum kanal blokerleri yasaklanmalıdır. • İnotropik ve vazopressör ilaçlar, hipotansiyonu döndürmek ve vital organ perfüzyonunu düzeltmek için kullanılacak tedavinin major başlangıç girişimleridir (Tablo 7). • Sempatomimetik ajanlar, klinik durum yavaş yavaş geliştikçe ve komplikasyonlar ortaya çıktıkça, sık değişen hemodinamik parametrelere göre belirlenmelidir. Beta agonistler kontraktiliteyi artırır ve sersemlemiş (“stunned”) ve reperfüze olmuş miyokard iyileşinceye kadar destek sağlar. Bunlar ayrıca taşikardiye neden olarak, peri-infarkt zonda miyokardiyal iskemiyi kötüleştirebilir ve aritmojeniteyi de artırabilir. Dolaşım destekleyen (desteği tayin etmenin bir diğer anlamı hastanın klinik durumunun düzelmesi) en düşük dozun kullanılması gerekir. İV sempatomimetiklerin dozu, dolaşım desteği sağlayan minumum doza doğru titre edilmelidir. • Dobutamin, miyokard kontraktilitesini artırır ve periferik vazodilatasyona neden olur. Dopamin ile kıyaslandığında daha az kronotropiktir, yarılanma ömrünün kısa (2 dakika) olması, sistolik kan basıncı 70 mmHg’dan büyük olan hastalarda ilacı inotropik ajan durumuna getirir. • Dopamin, sistolik kan basıncı 70 mmHg’dan düşük olan hipotansif hastalarda başlangıçta tercih edilen pressör ajandır. Refrakter hipotansiyonda, norepinefrin veya fenilefrin vital organ perfüzyonunu idame ettirebilmek için tedaviye ilave edilebilir. • Epinefrin, selektif olmadığından güçlü alfa ve beta uyarandır, sadece kardiyak arrest tablosunda kullanılır. Milrinon, yarılanma ömrü daha uzundur, kardiyojenik şok hastalarında nadiren kullanılmıştır. İntra-aortik balon karşı-pulsasyonu (İAB): Farmakolojik tedavi tam-olmayan hemodinamik destek sağladığında, İABP ile mekanik dolaşım desteği verilebilir. • İABP’nin en iyi kullanımı; revaskülarize edilebilen, non-fonksiyonel iskemik veya canlı miyokardı olan, veya cerrahi tamire uyumlu mitral regürjitasyonu veya ventriküler septal rüptür bulunan hastalardır. • İABP, geç ortaya çıkan veya ventrikülü yaygın olarak nebdeleşmiş hastalardaki kardiyojenik şokta az destek sağlar. Gözlemsel veriler reperfüzyon devrinde 721 bile, tekbaşına İABP’nin mortaliteyi azaltma faydasınin olmadığını göstermiştir. Bu nedenle, İABP ile “karşı-pulsasyon”; reperfüzyon stratejilerini kolaylaştıran ve bunların faydasına katkısı olan hastanın hemodinamik stabilizasyonunun sağlanması ölçülerinde düşünülmelidir (reperfüzyona gideceklerde girişim öncesinde hemodinamik stabilizasyon sağlamak gibi). Pompa kardiyak diastol sırasında inen aortta balonun şişip sönmesi için tasarlanmıştır; şişerek diastolik kan basıncını yükseltir ve sistolden hemen önce ise sönerek, aort içerisinde potansiyel boşluk yaratarak sistemik vasküler rezistansı düşürür, sistol-sonu ve diastolsonu volumlerinin düşmesi SV duvar gerilimi azaltır. Bu etkilerden PKUB ve miyokardın oksijen isteği düşer; subendokardiyal kan akımı düzelir ve kalp debisi yükselir. 2004 AHA/ACC: STEMİ Kılavuzunda İABP indikasyonları: Sınıf I İndikasyon: • Diğer girişimlere cevap vermeyen hipotansif hastalara (sistolik kan basıncı <90 mmHg ve bazal değerin 30 mmHg altında) kullanılmalıdır. • İABP düşük debi durumunda tavsiye edilir. • Farmakolojik tedavi ile hızla geri dönmeyen kardiyojenik şokta İABP önerilir - İABP, anjiyografi ve hemen revaskülerizasyon için hemodinamiyi stabilize eder • Tekrarlayan iskemik şikayet ve hemodinamik instabilite ve kötü SV fonksiyonu ile risk altında büyük miyokard alanı bulunan hastalara İABP kullanılmalıdır. Bu hastalar acil anjiyografi ve gerekirse revaskülarizasyona gönderilmelidir. • Miyokardiyal iskemiyi azaltmak için refraktör polimorfik VT’de İABP takılması mantıklıdır (Sınıf IIa). • Ciddi stenotik koroner arterlerde İABP ile koroner kan akımında düzelme olmaz. Bu bulgu, İABP kullanımı ile, hastaların %60-70’de hemodinamik düzelme sağlamasına rağmen neden infarkt alanını küçülemediğinin ve yaşam beklentisini düzelmediğinin açıklamasıdır. İABP Fibrinolitik reperfüzyon stratejilerine ilave ediidiğinde ise bazı olumlu etkiler gösterse de kanama epizodlarını anlamlı artırmıştır (TACTICS çalışması)’da tromboliz ve İABP uygulanan şok ile komplike olan ST elevasyonlu AMİ hastalarında, 6 aylık takipte İABP grubunda mortalite azalması eğilimi gösterilmiştir (anlamlı olmayan). Kanıtları kısıtlı olsa bile, kardiyojenik şoku olan hastalarda, işlem sırasında hemodinamik destek sağlayabilmek için anjiyografi öncesinde İABP kateterinin takılması gerekir. 722 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI füzyon tedavisi uygulanmayanlara göre hayatlar kurtarmış, infarkt alanını küçültmüş ve SV fonksiyonunu korumuştur, ayrıca başlangıçta şoku olmayanlarda, sonradan şok gelişme riskini de azaltmıştır. Kardiyojenik şokun ortaya çıktığı hastalarda, fibrinolitik tedavi non-şok hastalarına göre rölatif düşük reperfüzyon oranı iledir bu sorunun kesin tedavisi yoktur (daha az TIMI-3 akım oranı, malperfüzyon sıklığı yüksek). • Ortalama arter basıncı (OAB) 65 mmHg’nın üstünde koroner perfüzyon sürdürülebilir; OAB 30 mmHg altına düşünce koroner akım kesilir. Bundan başka, vazokonstriksiyon ve koroner arter duvarının azalmış dolumuna bağlı pasif kollapsı, fibrinolitik tedaivinin etkisini, intrakoroner trombus içerisine penetre olmasını kısıtlayan diğer faktörlerdir. • Norepinefrin infüzyonu ile kan basıncının normal düzeylere çıkartılması ile reperfüzyon oranı düzeltilmiştir (hayvan çalışmalarında), anlamı; koroner perfüzyon basıncı (kalp debisi değil, “diastolik aort basıncı – SV diastol basıncı”) fibrinolitik etkinliğinin major belirleyicisidir. • İlginç olarak alteplaz (rtPA) ile mukayese edilen streptokinaz; alteplaz ile tedavi edilen hastalar daha iyi olmalarına rağmen kardiyojenik şokta blosunda streptokinazın daha fazla mortalite faydası gösterilmiştir (GUSTO). Streptokinaz şok hastalarında daha 2007-AHA/ACC STEMİ Kılavuzuna Göre: İABP Tedavisi için Sınıf I İndikasyon (Tedavi/Girişim Yapılmalı/Verilmelidir, Fayda>>>Risk): (JACC 2008;51:2-38) • Farmakolojik tedavi ile hızla geriye döndürülemeyen kardiyojenik şok, bir de anjiyografi ve acele revaskülarizasyon oşullarında kullanılmalıdır. • Mİ ile komplike olmuş akut mitral regürjitasyonu veya ventriküler septal rüptür hastalarının anjiyografi/revaskülarizasyon/tamir için stabilize edici tedavisinde farmakolojik destek tedavilerine ilave olarak kullanılmalıdır. • Refrakter anstabil anginada anjiyografi ve revaskülarizasyona köprü için girişim öncesi takılmalıdır. • İABP’nin kontrindikasyonları: Aort regürjitasyonu, aort disseksiyonu ve periferik damar hastalığı. Kardiyojenik şok hastalarında İABP’nin uzatılmış kullanımı %10-30 komplikasyon sıklığı ile birliktedir; bacak iskemisi, femoral arter laserasyonu, aort disseksiyonu, infeksiyon, hemooliz, trombositopeni, trombozis, embolizm. Reperfüzyon Stratejileri: 1. Fibrinolitik Tedavi: Akut STEMİ’nin fibrinolitik ilaçlar ile tedavisi reper- <12 st önce GA, süreğen STE, SDB. >12st önce başlayan sempt; devam eden iskeminin klinik ve EJKG bulguları (+) Rep düşünülmelidir. Amb -Balon: <2st. <2 stteki hst: <90 dk. PKG (+) HASTN AMBULANS PKG (-) HSTN Kapı-balon <90 dk. Ağrı-balon < 2 st. Primer PKG. Kapı-Balon <90 dk. Gecikmeye bakmaksız PKG <2st (+) PKG <2st (-) Kş+ Txt kontrind. Acil <12 stte, ant Mİ Kurtarıcı PKG. Anjiyografi Txt sonrası: 3-24 stte <3s’den erken yapılmaz sIIa sIIa Başarılı Rep. kanıtları: Txt’den 3-24 st sonra sI, sIIa HÖ, Hstn’de TXt Rep ? Txt yet. kanıtı Başarısız Rep. Başarılı Rep. Tekr iskemi, k reoklüzyon, Rep ?: Acilen; gerekiyorsa PKG. ESC-2008: STEM Kılavuzu: European Heart Journal 2008;29:2909-45 ŞEKİL 16. STEMİ’de reperfüzyon (Rep) stratejileri ve erken koroner anjiyogragi algoritmi Tx: Trombolitik tedavi, PKG: Perkutan koroner girişim, KŞ: Kardiyojenik şok (ESC-2008 STEMİ kılavuzundan uyarlanmıştır) Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok 723 faydalı olabilir, çünkü; bu grupta ilacın sebep olduğu uzamış litik durum reokluzyon riskini azaltabilir; daha az fibrin- spesifik olduğundan trombusa daha iyi penetre olabilir; sistemik dolaşımdaki plazminojeni aktive eder, pıhtının yüzeyine (buradaki fibrine spesifik) tercihli olarak bağlanmaz, daha çok sistemik litik etkilidir. Günümüzde şok olsun olmasın STEMİ’de primer PKG uygulanamayanlarda (tıpsal temastan 2 saat içinde ve şokta gecikmeye bakılmaksız), farmakolojik reperfüzyo, için öncelikle fibrinspesifik trombolitiklerin kullanılması yavsiye edilmektedir (ESC-2008). (SHOCK registry)’nin daha iyi anlamak için analiz edilen >75 yaş yaşlı altgrubunda; kadın cinsiyet, geçmiş hikayesinde Mİ, konjestif KY, böbrek yetersizliği, ve diğer komorbidler daha fazla bulunmuştur. Bunlara pulmoner arter kateterizasyonu, İABP karşı-pulzasyon, koroner anjiyografi, PKG ve ACBG gibi girişimsel tedavilerin uygulanma olasılığı çok düşüktür. Baştan başa (toplam) hastane mortalitesi yaşlılarda daha genç yaşlara göre anlamlı daha yüksek bulunmuştur (%76’ya karşı %55). Erken revaskülarizasyon için seçilen yaşlılarda mortalite revaskülarizasyona gitmeyenlere göre anlamlı daha düşüktür (%46’ya karşı %81). Buna göre: Fibrinolitik tedavinin kardiyojenik şoktaki kısıtlamalarından dolayı, trombolitik tedavi, PKG veya ACBG ile revaskülarizasyon tedavisinin hızla sağlanamadığı koşullarda ikinci seçenek olarak düşünülmelidir. Yaşayabilecek durumda olan hasta, tromboliz yapılsın yapılmasın daha sonra, revaskülarizasyon tedavisinin olası faydasını sağlayabilmek için (Şekil 16‘daki gibi), mümkün olduğunca en erken revaskülarizasyon olanağı olan hastaneye transfer edilmelidir (tromboliz yapılanlarda >3 <24 saatte, tromboliz yapılmayanlarda infarkt ve şok zamanından bağımsız). • Yaş, kardiyak kateterizyon için hasta seçiminde dışlama kriteri olmamalıdır. • PKG, maksimal farmakolojik ve mekanik destek tedavileri sağlanmışsa yapılmalıdır. • Noniyonik kontrast kullanarak, infarkt arterini tanımaya çalışmak için; sol koroner artere iki injeksiyon ve sağ koroner artere ise bir injeksiyon yapılmalıve kontrast yüklenmemesi için genellikle sol ventrikülografiden kaçınılmalı. Kısacası PKG süratle ve en etkili olacak kadar kısıtlanmış kontrast injeksiyonları ile yapılmalıdır. • Bununla birlikte, AMİ’de PKG infarkt arteri ile sınırlıdır. Kardiyojenik şoklu ve çok damar hastalığı olanda bazen en iyi yaşam beklentisi şansı, proksimal diskret tüm lezyonlara PKG yapılması ile sağlanabilir. • Çok damar hastası sağ kalan hastalara, daha tam revaskülarizasyon elde edilebilmesi için önceki revaskülarizasyon girişimine sonradan PKG veya ACBG eklenmesi gözden geçirilmelidir (Hibrid tedavi, veya 2. Perkutan koroner girişim: Gözlemsel bildirilerde PKG ile tedavi edilen şokta yaşam beklentisinin düzeldiği gösterilmiştir. SHOCK çalışması’da, hastalar hemen- revaskülarizasyon ve acil- tıbbi stabilizasyon olarak randomize edilmiştir. Medikal stabilizasyonda; hastaların yarısına fibrilotik tedavi, hem de inotropik ve vazopressör ajanlar tedaviye dahil edildi. Hastaların %86’da İABP kullanıldı. Revaskülarizasyon bacağında, %97 hasta erken anjiyografiye gitmiştir; %64’ü PKG, %36’na ise ACBG yapıldı. 30 gündeki mortalitede revaskülarizasyon ve medikal tedavi grupları arasında anlamlı fark bulunmadı (%46.7’ye karşı %56). Fakat 6 aydaki sonlanma noktası, revaskülarizasyon için randomize edilenlerde anlamlı yaşam beklentisi avantajı çıkmıştır (%50.3’e karşı %63.1), bu fayda bir yıl sürmüştür (%53.3’e karşı %64). Hastanede çıkışta sağ kalanlarda, 6 yılda sağ kalım oranı revaskülarizasyon ile %62, erken tıbbi stabilizasyon ile %44 olmuştur. Yıllara göre ölüm oranı Şekil 17’de gösterilmiştir. Çalışmanın tıbbi tedavi bacağındaki sadece ≥75 yaşındaki hastalar, revaskülarizasyon grubundan daha iyi anlamlı fayda görmüştür. • AMİ’de kardiyojenik şok komplikasyonunda uygun hastalar koroner anjiyografiye yönlendirilmeli ve kontrindikasyon olmadıkca hemen revaskülarizasyon yapılmalıdır (Şekil 13). Bazı hastalarda ACBG seçenek olabilir, çoğunluğunun infarkt arteri PKG ile tedavi edilebilmiştir. aşamalı revaskülarizasyon). STEMİ Kılavuzlarda KŞ’de PKG Yaklaşımı: • ESC-2008 kılavuzunda: KŞ ‘de şok zamanı ve girişim için gecikme ne olursa olsun primer PKG önermiştir (Sınıf I indikasyon). Reperfüzyon tedavisi yapılmayan (elverişli olmayan) anstabil hastalarda acil koroneranjiyografi ve uygunsa PKG önerilmiştir. Killip sınıfı -III ve –IV zamandan, gecikmeden ve öncesinde reperfüzyondan bağımsız erken revaskülarizasyon önerilmiştir (Sınıf I indfikasyon). İABP sadece Killip sınıf –IV’de önerilmiştir (Sınıf I). • AHA/ACC-2007 kılavuzunda: <75 yaşındaki hastalarda, Mİ’nin <36 saatinde gelişen şokta ve şokun 18 saatinde revaskülarizasyon yapılabileceklerde primer-PKG uygulanmalıdır (sınıf -I). Ayni zaman koşulları bulunan >75 yaşındaki hastalarda ise primer-PKG makul bir yaklaşımdır (sınıf -IIa). (ALKK registry)’de, PKG’ye giden kardiyojenik şok hastalarında hastane mortalitesi %46 bildirilmiştir. PKG sonunda sağlanan TIMI akımı sonuçlar ile mortalitenin 724 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI major öngöreni bulunmuştur. Mortalitenin bağımsız öngörenleri: Sol ana koroner arter hastalığı, PKG sonrası Tımı akım<3, yaşlılık, üç-damar hastalığı, ve semptom başlangıcı ile PKG arasındaki uzun zaman aralığı. 3. Cerrahi Revaskülarizasyon: Kardiyojenik şokta acil ACBG cerrahisi yüksek mortalite ile birliktedir (%26- 60). (SHOCK), revaskülarizasyon ile sonuçların tıbbi tedaviye kıyasla mortalitenin düzeldiğini göstermiştir; revaskülarizasyona randomize edilen hastaların 1/3’ü cerrahi ile tedavi edilmiştir. Cerrahi revaskülarizasyona seçilenlerde sol ana koroner arter hastalığı, üç-damar hastalığı olması PKG’ye göre daha olasıdır. 30 günlük mortalite, PKG’ye gidenlerde cerrahi mortaliteye eşittir (%45’e karşı %42). • Mekanik komplikasyonları bulunanlarda sağ kalım için cerrahi girişim gerekir, fakat tekbaşına revaskülarizasyona göre prognozu daha kötüdür. Kardiyojenik şokta cerrahi stratejilerin sonuçlarını optimize etmek için önerilen: • Glutamat ve aspartattan zengin sıcak kan kardiyoplejisi kullanmak. • Önce büyük canlı miyokard alanının “greftlenmesi”, bunu takiben infarkt arteri tedavi edilmeli, son olarak, safen ven greftlerin yegane ve tercihen kullanımı hızla yapılabildiği ve başlangıçta yüksek akım hızı sağladığından desteklenir. 4. Mekanik Destek Cihazları: İABP karşı-pulsasyondan daha büyük dolaşım desteği sunan cihazlar tedarik edilebilir, bunlar iyileşmeye veya transplantasyona köprü olarak kullanılmaktadır (bakınız Bölüm 1.8). Kardio-pulmoner bypass, yatakbaşı femoral arter ve ven yolu ile başlanabilir, non-pulsatil 3-5L/dk kan akımı sağlayarak kardiyak- standstile rağmen ortalama aort basıncını 5-70 mmHg’da sürdürebilir. Destek kan hücrelerinin yıkımından dolayı birkaç saat ile sınırlıdır. Kardiyojenik şokta perkutan bypass ile tedavi edilenlerde hastane çıkışına kadar ortalama sağ kalım %51 (median %38) bulunmuştur. Ekstrakorporal yaşam desteği (ECLS; extra corporeal life support) de kritik hastalarda kullanılmıştır, kardiyojenik şoklu erişkin hastalarda hastaneden çıkışa kadar sağ kalım %33 bildirilmiştir. Bu sonuçlar ECLS’nin beklenen mortalitenin %100 olduğu kardiyak arrest veya arreste-yakın koşullardaki hastalarda, tipik olarak ECLS’nin perkutan yerleştirilmesini teşvik etmiştir. SV dekompresyonu bu cihazlar ile mümkün değildir. Kullanılmakta olan diğer strateji transplanta veya iyileşmeye köprü olan LVAD’lerdir (Left ventricular asist device; SV yardımcı cihazlar) (Şekil 21, 22). Bu cihazlar perkutan veya cerrahi ile yerleştirilir. Perkutan ventriküler yardımcı cihazların standart sol kalp destek biçimi (Tandem-Heart, Cardiac Assist, Pittsburgh PA) 21F femoral kanül ile kullanılır,interatriyal septum geçilerek sol atriyuma yerleştirilir, iliak artere 15 veya 17F kanül yerleştirilmişken; ekstrakorporel sentrifugal pompa ile sol atriyumdan arteriyel yatağa pompalayarak yardım sağlar. Bu cihaz SV yetersizliği ve SĞV yetersizliğinden (sağ atriyal pulmoner artere bypass) gelişen kardiyojenik şokta başarılı şekilde kullanıldı. AMİ ve kardiyojenik şokta primer PKG’ye gidenlerde karşılaştırılmalı İABP ve LVAD kullanımında LVAD ile daha iyi hemodinamik destek sağlamasına karşılık komplikasyon riski bunlarla daha yüksek bulunmuştur ve 30 gündeki mortalite fark göstermemiştir. Cerrahi olarak yerleştirilen LVAD’ler de kardiyojenik şokta kullanılmıştır. Bunların yerleştirilmesi için torakotomi gerekir, böylece yerinde uzun süre bırakılabilir (Thoratec biventrıcular assist device). Yeni Yaklaşımlar: Kardiyojenik şokta yeni yaklaşımlar mekanik destek ve revaskülarizasyonun ötesinde mekanizmalara odaklanmıştır. (SHOCK)’ta anlamlı orandaki hastada sistemik inflamatuar cevap (sendrom) sergilenmiştir; belirgin ateş, lokositoz ve düşük sistemik rezistans. Kompleman aktivasyonu, inflamatuar sitokinlerin salımı, nitrik oksid sentaz (NOS) dışavurumu (exspressıon), ve yersiz, uygunsuz vazodilatasyon kusurlu addedildi ve NO üretiminin inhibisyonu incelendi. (SHOCK-2 çalışması)’nın doz ayarlama fazında NOS inhibisyonu ile hemodinamik parametrelerde hafif erken değişiklikler gösterildi, fakat sağ kalıma etkisi olmamıştır. (TRIUMPH çalışması), anstabil Mİ ve kardiyojenik şokta Tilarginin asetat injeksiyonu dönemiçi analizinde fayda bulunamadığından durdurulmuştur. Sonuç olarak: • Mİ ile hastaneye yatırılan hastaların önde gelen ölüm sebebi kardiyojenik şoktur. • Hızlı teşhis, EKG ve rkokardiyografik bilgiler kovalanarak hızla teşhis konulmalıdır. • Öldürücü prognozun düzeltilmesinde vazopressör ve inotropik ajanlar, mekanik ventilatör desteği, ve İABP karşı-pulsasyon önemli girişimlerdir. • İnfarkt arterinin hızla revaskülarizasyonu (PKG veya ACBG ile) %70-80 olan mortalitesini azaltır. • Revaskülarizasyon tedavisi hızla sağlanamıyorsa fibrinolitik tedavi ve İABP uygulaması gözden geçirilmelidir; sağ kalanlar mümkünse hastada gecikme ne olursa olsun revaskülarizasyon imkanı olan hastaneye transfer edilmelidir. Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok Tüm hastalar Yaşam oranı Log-Rank P = .03 Erken revaskülarizasyon (ERV) Başlangıçta medikal stabilizasyon ((IMS) Randomizasyondan sonra yıllar Riskteki hst no: ERV 152 56 42 33 18 IMS 150 38 29 18 9 3 2 ŞEKİL 17. SHOCK çalışması topluluğunda uzun dönem takip. ERV (erken revaskülarizasyon) yıllık devam eden fayda ile ilişkili bulunmuştur. Mortalite oranı IMS IMS için randomize edilenlerden daha azdır. IMS: Başlangıçta medikalatabilizasyon. (Circulation 2008;117:686-697). • İABP hemodinamik stabiliteyi düzeltmede yetersiz kalmışsa, seçilmiş hastalarda perkutan veya cerrahi yöntemlerle LVAD’lerin yerleştirilmesi faydalı olabilir. Uzun Dönemde Yaşam Beklentisi ve Yaşam Kalitesi: SHOCK çalışmasında erken revaskülarizasyon grubunda 3 ve 6 yılda yaşam beklentisi süreğen tedavi faydası ile %41.4 ve %32.8 bildirilmiştir (Şekil 17). Bu oran, rutin invazif tedavi almayan hastalarda bildirilen 30-günlük yaşam beklentisi oranına benzer veya daha iyidir (5 yıllık yaşam beklentisi birçok kanser tiplerininkilerine benzer). Bu bulgular GUSTO-1’de KŞ’de 30 günde sağ kalanların 11 yılda saptanan yaşam berklentisi oranları (%55) ile tutarlıdır. Daha ötesi GUSTO-1’in 1 yıl sonraki mortalite oranı şoklu ve şoksuzlarda benzerdir (%2 %4). Uzun dönemde yaşam beklentisi kadar önemli sağ kalanların yaşam kalitesidir. Bu tahmin edilenden daha iyidir. SHOCK’ta hastaneden taburcu olduktan sadece 2 hafta sonra revaskülarizasyona verilenlerin %75.9’u, medikal stabilizasyona gidenlerin ise %62.5’inin fonksiyonel sınıfı NYHA I – II bulunmuştur (Şekil 18). Sağ kalanlardan 2 haftada NYHA III-IV olanların %55’i 1 yılda sınıf I-II düzelmiştir. ®- Yorum: AMİ’de Kardiyojenik şok komplikasyonunda perkutan sol ventriküle yardımcı cihazlar (LVAD): AMİ’de kardiyojenik şok sıklığı %7-10 olup, PKG, İABP ile agressif tedavi stratejilerine rağmen, mortalitesi kabul edilebilir düzeyin çok üzerindedir (>%50-70).1-4 İnfarkt arterinin revaskülarizasyonundan sonra jeopar- 725 dize miyokardiyumun iyileşmesi için birkaç gün gerekmektedir. Bu dönem boyunca birçok hasta düşük kalp debisine dayanamamaktadır. Bundan dolayı, başlangıçta hemodinamik stabilizasyon sağlayabildiğinden İABP tercih edilen perkutan mekanik yardımcıdır. İABP kullanımının ana kısıtayıcıları: Aktif kardiyak destek sağlayamaması, kardiyak siklus ile tam senkronizasyona ihtiyaç göstermesi ve belirli düzeyde bazal SV sistolik fonksiyonuna gereksinimi olmasıdır (yaklaşık ortalama SKB >60 mmHg gibi). Birçok hastada bulunan ağır derecede baskılanmış SV fonksiyonu veya sürekli taşiaritmilerde, İABP ile sağlanan hemodinamik destek ve SV boşaltıcı (unloading) etkiler KŞ’yi geriye döndürmek için yeterli değildir. Dolayısı ile, LVAD’ler ile aktif dolaşım, henüz randomize çalışmalar ile desteklenmese de desteği standart tedaviye cevap vermeyen KŞ’de faydalı olmalıdır (Şekil 19). Genellikle bu cihazlar, birkaç günde sonlanabilen “iyileşmeye-köprü” olarak kullanılmaktadır. Post-AMİ komplikasyonlarda ise, “cerrahiye köprü”, iyileşmeyen hastalarda ise uzun-süreli cerrahi LVAD (Left Ventricular Assist Device) implantasyonu veya kalp transplantasyonu gereklidir (bakınız Bölüm 1.8). Perkutan LVAD’ler maksimum 14 gün kullanılmak için biçimlendirilmiştir. Perkutan kardiyopulmoner bypass: Bu sistemler esas olarak kan pompası ve oksijenatör ihtiva eder; inen aortada 16- 18 French size (11 mm = French/3.14) arteriyel kanül ve 18 French venöz kanül sağ qatriyuma içerisine ilerletilerek kullanılır (Şekil 20). Sınıf I/II Sınıf III/IV Azalmış Çıkış sonrası 2 hafta Post-MI 6 ay Post-MI 1 ay ŞEKİL 18. SHOCK çalışmasında fonksiyonel sınıf çıkıştan 2 hafta sonra sağkalanların çoğunda fonksiyonel durum iyidir (ve yaşam kalitesi). Fonksiyonel durum olaydan 1 yıl sonra da iyi olmaya devam etmiştir. ERV: Erken revaskülarizasyon. İMS: Başlangıçta medikal stabilizasyon. (Circulation 2008; 117: 686-697). 726 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI AMİ’li hasta ve kardiyojenik şok Azaltma Mekanik komplikasyon yok Mekanik komplikasyon PKG İRA/çok damar ? PKG İnotroplar ve sıvı İABP IRA PKG? Çok damar PKG? İnotroplar ve sıvı İABP Evet Evet Yeterli destek? Hayır Yeterli destek? Hayır Kısa veya orta-dönem LVAD Azaltma Kısa veya orta-dönem LVAD Evet Düzelme? Cerrahi Hayır İmplante edilebilen LVAD? Transplantasyon? ŞEKİL 19. AMİ’de kardiyojenik şokta LVAD takılması için muhtemel hasta seçimi algoritması. LVAD: SV’ye yardımcı cihaz, PKG: Perkutan koroner girişim. (European Heart Journal 1997:28:2057-63). Bu kanül eksternal pompa ve membran oksijenarötürene bağlanır. Normal serum fizyolojik ile hazırlandıktan sonra (doldurulur), kan sağ atriyumdan çekilir ve ısı değiştirici, membran oksijenaratörüne doğru pompalanır, ve en sonunda femoral artere geri döndürülür. Dolaşım tam olarak CPB (Kardiyo-Pulmoner Bypass) cihazı ile desteklemedikçe pompa sürekli akım ile pulsatil arteriyel basıncı idame ettirir. CPB’nin birçok dezavantajı vardır; büyük kanül çapı ile sonradan gelişen alt ekstremitele iskemik komplikasyonları, kullanım ve takibinde perfüzyonistlerin gerekmesi, direk SV boşalımı yapamaması, afterloadu yükseltmek ve kısıtlı destek süresi (< 6 saat). Bununla birlikte, perkutan CPB kardiyopulmoner kollapsaki hastalarda kateter laboratuarında kullanılmaktadır. Bu şekilde hastalar birdenbire damar kapanışı çözülenceye kadar desteklenebilir (PKG kateteri ile veya acil ameliyat için stabil durumda ameliyathaneye transfer edilene kadar). Perkutan uygulandığından beri ressüsitasyon sırasında veya akut ağır KŞ’de kullanılmaya çalışılmaktadır. Bu koşullarda ortalama yaşam beklentisi %25 bildirilmiştir. AMİ sonrası KŞ’de ve mekanik komplikasyonlarda bu şekilde uygulanması ile ilgili deneyimler kısıtlıdır (Am J Cardiol 1989;64: 967-70. Artif Organs 2001;25: 1000-1003). • Özet olarak; perkutan CPB sistemi kateter laboratua- rında birdenbire hemodinamik kollapsa giren küçük bir hasta grubunda hayatı kurtarabilir. İlişkilendirildiği yüksek komplikasyon oranları, ekstrakorporal dolaşım ve membran oksijenaratörüne ihtiyaç göstermesi ile hücresel elementlerin sonradan aktivasyonu ve kısıtlı destek süresi nedenleri ile kullanımı kısıtlandırılmıştır. Aksiyal akım pompaları: Bu pompalar aortik kapaktan geçilerek yerleştirilir. Transvalvular SV yardımcı ile aktif destek sağlar. Dış çapı 21 French ve uzunluğu 26 cm’dir. Aksiyal akım pompası kullanıldıktan sonra atılabilen emme kanülü ihtiva eder (Şekil 21). Pompalama sistemi aort kemeri veya inen aortaya yerleştirilen aksiyal kan akım pompası, giriş kanülü,ve polimerik kılıf içinde çalıştıcı-kablo ve motor içerir. Aort basıncına bağlı olarak, pompa kapasitesi 3.5 L/dk’ya kadardır, hızı 25 000 r.p.m. (dakikada devir) kadardır. Hemopump (Medtronic Inc., Minneapolis, MN, USA) ile tedavi tekbaşına reperfüzyona kıyasla anlamlı miyokardiyal kurtarma sağlamıştır (Circulatıon 1992;85: 115259). Ayrıca, İABP’ye göre SV boşalımında üstünlük sağlamıştır. AMİ sonrası KŞ hastalarında kullanılan 21 French çapındaki Hemopump ile hemodinamik desteğin ilk 24 Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok 727 Akciğerler Vena cava superior Aorta Sağ atriyum Sol ventrikül Vena cava inferior Pompa Oksijenatör ŞEKİL 20. Parkutan kardiyopulmoner By pass cihazının çizimi: Transfemoral venöz ve arteriyel kanül parkutan yerleştirilir. Kan pompa ve oksijenatör ile sağ atriyumdan aortaya pompalanır. (European Heart Journal 2007;28: 2057-63). saattinde hemodinamik parametreler ve katekolamin desteği ihtiyacı anlamlı olarak düzelmiştir. Bu çalışmanın toplam mortalitesi %64’dür. Ancak femoral arterin cerrahi olarak kesilip açılmasına rağmen, pompanın aort kapağının geçilerek transfemoral yerleştirilmesi hastaların 2/3’de mümkün olmuştur (JACC 1994;23: 637- 44). Çok-merkezli bir başka KŞ çalışmasında LVAD’nin yerleştirilme oranı %77, 30 günlük mortalite oranı ise %68 bildirilmiştir (Ann Thorac Surg 1991;52: 506- 13). Daha küçük 14 French çapında, 40 000 r.p.m. hızında Hemopump (Medtronic) perkutan takılma için biçimlendirilmiştir, sistem2.2 L/dk’ya kadar akımı dağıtır (Cathet Cardiovascular Diagn 1994;31: 61-69). Perkutan hemopump’ın çok- merkezleri kayıtlarında, yüksek-riskli PKG sırasında, KŞ olmayan hastalarda toplam mortalite %12.5 bulunmuştur. Kısa süreli kullanımına ek olarak cihazın vasküler girişi ile ilgili komplikasyonlar anlamlı sıklıktadır (%16 bacak iskemisi ve %25 kanama komplikasyonları) (Am J Cardıol 1998;82: 107-110). Yakın zamanda yeni aksiyal akım cihazları geliştirilmiştir. The Impella Recover LP 5.0 (Impella CardıoSystems) aksiyal akım pompası, mikroaksiyal akım pompası 5 L/dk’ya kadar devamlı akım dağıtabilir,cerrahi olarak yerleştirilebilen LVAD olarak da sağlanabilir. Hayvanlarda deneysel infarktüslerde bu cihaz ile iskemi sırasında oksijen tüketimi azalmış, infarkt büyüklüğünü küçültmüştür. Femoral artere cerrahi kesi gerekmesi dezavantajıdır. Bununla birlikte Hemopumpa ŞEKİL 21. 21 French “Hemogung” çizimi. Aksiyal pompa fleksibl slikon konülün distal kısmına sabitleştirilir retrograd olarak aort kapaktan geçilerek SV içine yerleştirilir. Pompa aortik kemer veya çıkan aortaya yerleştirilir. (European Heart Journal 2007; 28: 2057-03). kıyasla aort kapağının geçilerek yerleştirilmesi daha başarılı görünmektedir (cihazın ucundan geçirilerek yerleştirilen kılavuz tel ile). Bu sistem ABD’de FDA onayı beklemekte (araştırılmakta), Avrupada ise CE damgası almıştır. Daha küçük Impella Recover LP 2.5-5 gün kullanım için Avrupa’da onay almıştır. Perkutan yerleştirilebilir ve 2.5 L/dk’ya kadar devamlı akım sağlayabilir. Cihaz ucuna pigtail kateter yerleştirilmiştir; SV’de stabil pozisyon sağlar ve miyokardiyuma yapışmasını önler. Klinik deneyimleri stabil yüksek-riskli PKG hastalarında olduğından KŞ’yi geriye döndürebilmek için cihazın sağladığı 2.5 L/dk’lık debinin yeterli olup olmadığı belirsizdir (Am J Cardiol 2006;97: 990-92). • Aksiyal destek cihazları ile ilgili kısıtlamalar aort kapağının pozisyonu ile ilgilidir. Aort stenozu ve mekanik aort kapağı varlığı kontrindikasyonlarıdır. Bundan başka ciddi aort regürjitasyonunda bu cihazlar etkisiz olabilir ve bazılarında femoral artere kesi gerekebilir. Impeller sisteminin yüksek rotasyon hızına bağlı olarak bu cihazlar anlamlı hemolize neden olabilir. Sol Ventriküler Boşalmanın Etkileri: İABP desteğine kıyasla akltif LVAD’nin hemodinamik etkilerinin yanında, revaskülarizasyondan sonra miyokardiyumun iyileşmesi SV dolum basıncının, kardiyak iş yükü ve oksijen ihtiyacının azalması ile meydana gelir. CPB kullanımı ile infarkt alanının azaldığı gösterilmiştir. Bundan başka, hayvan çalışmalarında nfarkt 728 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI olmalıdır, buna göre, LVAD bireysel riskler, standart tedavinin başarı oranı ve olası girişim sonrası komplikasyonlar temelinde düşünülmelidir. KAYNAKLAR ŞEKİL 22. Aksiyal pompa aortik kapak geçilerek SV’ye yerleştirilmiş. (European Heart Journal 2007; 28:2057-63). arterinin revaskülarizasyonunun öncesinde SV boşaltılması revaskülarizasyondan sonra SV boşaltılmasına kıyasla anlamlı daha fazla miyokardiyum kurtarmıştır. Son evre KY hastalarında semptomların düzelmesinde veya nöroendokrin mekanizmaları değiştirerek remodelingi yavaşlatarak, KY’nin geriye döndürülmesinde uzun süreli LVAD’lerin kullanımı faydalı olabilir. Nörohormonal mekanizmaların değiştirilmesi anlamında; LVAD desteği ile plazma norepinefrin, epinefrin, anjiyotensin –II ve arginin vazopressin düzeyleri düşmüştür. Daha da ötesi yetersizlik miyokardiyumunun TNF-alfa muhtevası ve interlökinler -6 ve -8’in (IL-6, IL-8) serum düzeyleri düşürülmüştür. Bunların SV remodelingine yansımasıması; uzun süreli destek anlamlı olarak miyokardiyumun kollajen içeriğini azaltmış, miyosit büyüklüğünü de küçültmüştür. Ek olarak, miyosit kontraktilitesi ve Beta-adrenerjik uyarıya miyokardiyal cevabın arttığı gözlenmiştir. PostMİ KŞ’de, kısa süreli LVAD kullanımın bu etkilerinin olup olmadığı bilinmemektedir. Sonuçta: Tekbaşına standart IABP’ye göre LVAD ile aktif dolaşım desteği KŞ’de hemodinamik ve metabolik parametreleri geriye etkin olarak döndürür. Daha yeni perkutan cihazların kullanımı henüz gelişme aşamasındadır. Yeni geliştirilen cihazların daha kolay ve güvenli yerleştirilebilme özelliklerinden dolayı sıvı desteğine, inotropikler ve İABP’ye cevap vermeyen KŞ hastalarında bunların kullanımını artırabilir. Bununla birlikte, teorik olarak aktif LVAD çok yönlü (moleküler parametreler ve klinik sonuçlar) faydalı 1. ESC Guidlines: Managemet of acute miyocardial infarctıon in patients presenting with persistent ST segment elevatıon. European Heart Journal 2008; 29: 2909- 45. 2. Reynolds HR. Hochman JS. Cardiogenic Shock: Current concepts and İmproving Outcomes Circulatıon 2008;117: 686- 697. 3. Judith S. Hochman; Lynn A. Sleeper; John G. Webb; et al. Early Revascularization and Long-term Survival in Cardiogenic Shock Complicating Acute Myocardial Infarction. JAMA. 2006;295:2511-2515 4. Gurm HS. Bates ER. Cardıogenic Shock Complicating Myocardial infarctıon. Critıcal Care Clincs 2007;23:759-779. 5. Enar R. Akut Miyokard İnfarktüsü: Komplikasyonlar. Argos İletişim 1999. İstanbul. Sayfa 125-227. 6. Thiele H, Smalling RW, Schuler GC. Percutaneous left ventricular assist devices in acute myocardial infarction complicated by cardiogenic shock. European Heart Journal (2007) 28, 2057–2063 7. ESC Guidlines: Management of acute myocardial infarctıon in patients presenting with persistent ST segment elevation. European Heart Journal 2008;29: 2909-2945 8. Goldberg RJ, Samad NA, Yarzebski J, Gurwitz J, Bigelow C, Gore JM. Temporal trends in cardiogenic shock complicating acute myocardial infarction. N Engl J Med 1999;340: 1162–1168. 9. Holmes DR Jr, Bates ER, Kleiman NS, Sadowski Z, Horgan JH, Morris DC, Califf RM, Berger PB, Topol EJ. Contemporary reperfusion therapy for cardiogenic shock: the GUSTO-I trial experience. The GUSTO-I Investigators. Global Utilization of Streptokinase and Tissue Plasminogen Activator for Occluded Coronary Arteries. J Am Coll Cardiol 1995;26: 668–674. 10. Barron HV, Every NR, Parsons LS, Angeja B, Goldberg RJ, Gore JM, Chou TM. The use of intra-aortic balloon counterpulsation in patients with cardiogenic shock complicating acute myocardial infarction: data from the National Registry of Myocardial Infarction 2. Am Heart J 2001; 141:933–939. 11. Hochman JS, Buller CE, Sleeper LA, Boland J, Dzavik V, Sanborn TA, Godfrey E, White HD, Lim J, LeJemtel T. Cardiogenic shock complicating acute myocardial infarction—etiologies, management and outcome: A report from the SHOCK trial registry. J Am Coll Cardiol 2000;36: 1063– 1070. 12. Antman EM, Anbe DT, Armstrong PW, Bates ER, Green LA, Hand M, Hochman JS, Krumholz HM, Kushner FG, Lamas GA, Mullany CJ, Ornato JP, Pearle DL, Sloan MA, Smith SC. ACC/AHA guidelines for the management of patients with ST-elevation myocardial infarction—executive summary. Circulation 2004;110:588–636. 13. Thiele H, Lauer B, Hambrecht R, Boudriot E, Sick P, Niebauer J, Falk V, Schuler G. Short- and long-term hemodynamic effects of intra-aortic balloon support in ventricular septal defect complicating acute myocardial infarction. Am J Cardiol 2003;92:450–454. Akut Miyokard İnfarktüsü Pompa Yetersizliği ve Kardiyojenik Şok 14. Scheidt S, Wilner G, Mueller H, Summers D, Lesch M, Wolff G, Krakauer J, Rubenfire M, Fleming P, Noon G, Oldham N, Killip T, Kantrowitz A. Intra-aortic balloon counterpulsation in cardiogenic shock. Report of a co-operative clinical trial. N Engl J Med 1973;288:979–984. 15. DeWood MA, Notske RN, Hensley GR, Shields JP, O’Grady WP, Spores J, Goldman M, Ganji JH. Intraaortic balloon counterpulsation with and without reperfusion for myocardial infarction shock. Circulation 1980; 61:1105–1112. 16. Santa-Cruz RA, Cohen MG, Ohman EM. Aortic counterpulsation: a review of the hemodynamic effects and indica- 729 tions for use. Cath Cardiovasc Inter 2006;67:68–77. 17. Bates ER, Stomel RJ, Hochman JS, Ohman EM. The use of intraaortic balloon counterpulsation as an adjunct to reperfusion therapy in cardiogenic shock. Int J Cardiol 1998; 65(Suppl. 1):S37–S42. 18. Enar R. Akut Miyokard İnfarktüsü Komplikasyonlar. Argos İletişim. 1999, sayfa 125-227. 19. Bates RE, Gurm HS. Cardiogenic shock complicating Myocardial İnfarction. Crit Care Clin 2007;23:759-777. 20. Enar R. Kanıta Dayalı Akut Miyokard İnfarktüsü. Nobel Tıp Kitabevleri, 2005, sayfa 970-972. BÖLÜM 3.5 Gebelik Kardiyomiyopatisi Peripartum kardiyomiyopati (PKMP) daha önce kardiyolojik olarak sağlıklı olan kadınlarda gebeliğin son ayı ile doğumdan sonraki 5 ay içerisinde ortaya çıkan bir dilate kardiyomiyopati şeklidir. Gebelik ile kardiyomiyopati arasındaki ilişki 19. yüzyılın erken dönemlerinde ortaya konulmuştur. İlerleyen yıllarda birçok PKMP’li hasta serileri yayınlanmış ancak hastalığın tanı kriterleri ilk defa 1971 yılında Demakis ve arkadaşları tarafından tanımlanmıştır. PKMP’de idiopatik dilate kardiyomiyopatinin ekokardiyografik bulgularına ek olarak üç kriter bulunur. • Bunlar: hamileliğin son ayı ile taburculuktan sonraki beş ay içerisinde ortaya çıkması; daha önceden var olan ve hamilelikte alevlenen kalp hastalığın olmaması ve kardiyomiyopatinin diğer tanımlanabilir nedenlerin olmamasıdır (1–5). Ekokardiyografik kriterler idiopatik dilate kardiyomiyopati için kullanılan kriterlerle aynıdır. • Bunlar: sol ventrikül ejeksiyon fraksyonunun (LVEF) %45’in altında olması veya fraksiyonel kısalmanın %30’un altında olması ve sol ventrikülün diyastol sonu çapının 2,7 cm/m²’den fazla olmasıdır (4, 5). Peripartum kardiyomiyopati tanısının konulabilmesi için başka bir nedenle açıklanamayan sol ventrikül sistolik fonksiyon bozukluğunun olması gerekir. Gebelikten önceki başka bir nedene bağlı dilate kardiyomiyopatinin gebelikte ortaya çıkması veya alevlenmesi PKMP ile karıştırılmamalıdır. Önceden dilate kardiyomiyopatisi olan bir gebede PKMP’den farklı olarak semptomlar genelde gebeliğin erken dönemlerinde alevlenir. • Risk faktörleri arasında çok doğum yapmış olmak, anne yaşının ileri olması, siyah ırk, çoğul gebelikler, obezite, hipertansiyon, toksemi ve tokolitik kullanımı sayılabilir. PKMP’nin en sık görüldüğü dönem postpartum ilk birkaç aydır. Hastalığın başarılı bir şekilde yönetilebilmesi için erken tanı ve tedavi önemlidir. Tedavi standart kalp yetmezliği tedavisine benzerdir. Prognoz tam iyileşmeden, kalp transplantasyonunu gerektirecek şekilde kalp yetmezliğinde kötüleşmeye veya ölüme kadar ilerleyebilen bir spektruma sahiptir. Takip eden gebeliklerin riski hastalığın erken döneminden sonraki ekokardiyografik bulgularla yakından ilşkilidir. Özellikle Yrd. Doç. Dr. Ali Doğan – Prof. Dr. Ali Ergin kardiyak fonksiyonları bozuk olan hastalara yüksek mortalite oranı ve rekürrens riskinden dolayı tekrarlayan gebelikler tavsiye edilmemektedir. İNSİDANS Peripartum kardiyomiyopati’nin gerçek sıklığı tam olarak bilinmemektedir. Tüm gebeler PKMP riski altında olmalarına karşın hastalığın insidansı ülkeler ve coğrafi bölgeler arasında büyük değişkenlik göstermektedir (6–13). Afrika ülkeleri haricindeki insidansın 1:3000 ile 1:15000 canlı doğum arasında değiştiği bildirilmiştir (14). ABD’de ise insidans ortalama 1:3000-4000’dir. Özellikle Nijerya, Zaire ve Haitide 1:100-1:300 gibi yüksek oranlar bildirilmiştir (7–10,15–17). Coğrafi bölgeler arasındaki değişikliğin nedeni tam olarak bilinmemekle beraber Nijerya ve Haiti gibi ülkelerde sıklığının daha fazla gözlenmesinin nedeni genetik havuzdaki farklılıklara ve çevresel faktörlerin çeşitliliğine bağlanmaktadır (18,19). Gelişmekte olan ülkelerdeki yüksek insidans pueperyum uygulamalarına, ekololojik faktörlere, çevresel etkenlere, tanı kriterleri ve bildirim paternlerindeki değişikenliklere bağlanabilir (20–24). Sadece hastanın klinik özellikleri temel alınarak konulan tanılar insidansın olduğundan fazla çıkmasına neden olmaktadır. Yapılan bazı çalışmalarda PKMP tanısı alan hastaların %50-75’inde tanının yanlış olduğu ortaya konulmuştur (6, 25). Dünyanın çeşitli bölgelerinden gelen güncel bildiriler insidansın ortalama 4000 canlı doğumda bir olduğunu ve gittikçe artma eğiliminde olduğunu göstermiştir (1,26, 27). RİSK FAKTÖRLERİ Peripartum kardiyomiyopati’nin nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte oluşumunda birçok risk faktörü öne sürülmüştür (Tablo 1). • PKMP’nin başlangıcı doğum ile ilişkilidir ve büyük oranda (%90) doğumdan sonraki 2 ay içerisinde meydana gelmektedir (28). İdiopatik dilate kardiyomiyopati yaş, erkek cinsiyet ve siyah ırk ile ilişkili iken, PKMP doğurganlık çağın731 732 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 1. Peripartum Kardiyomiyopatide Potansiyel Risk Faktörleri ve Hipotezler Risk Faktörleri Hipotezler İleri maternal yaş Hormonal bozukluklar Multiparite Koroner arter spazmı Çoğul gebelik Dilate kardiyomiyopatinin kötüleşmesi Sezeryan Viral-otoimmün-idiopatik miyokardit Tokolitik kullanımı İnflamatuar sitokinlerin aktivasyonu Hipertansiyon/Toksemi Apopitoz Afrika kökenlilik/Siyah ırk Mikrokimerizm Anemi Genetik faktörler Kokain kullanımı Selenyum ve çinko eksikliği daki kadınlarda görülmektedir (5). Otuz yaşın üzerinde olmak PKMP için bir risk faktörü olmasına rağmen bu sendrom geniş bir yaş aralığında görülebilir (29). İkiz gebelik, obezite, anemi, mültiparite, sezeryan ile doğum, kronik hipertansiyon ve gebelik toksemisi PKMP için risk faktörleri arasında kabul edilmektedir (26,29– 31). Annenin fazla tuz alımı, kokain kullanımı, enterovirüs enfeksiyonu, selenyum ve çinko eksikliği, sosyoekonomik düzeyin düşük oluşu ve aile hikayesi de risk faktörleri arasında gösterilmiştir. (22,32–34). PKMP primigravidlerde de gözlenmekle birlikte multiparitede daha sık görülmektedir (2,15,20). ABD’de en sık Afrikalı Amerikalılar etkilenmektedir (2,15,20,30). İleri yaş, parite, multipl gestasyon ve siyah ırka mensup olmanın PKMP ile ilişkisi tam olarak anlaşılmış değildir (26). Günümüzde PKMP klasik risk faktörlerinden farklı olarak gençlerde, primigravidlerde ve beyaz annelerde de artarak görülmektedir (22,35,36). Tropikal ve subtropikal bölgelerdeki görülme sıklığının fazla olmasından sorumlu faktörler sıcaklık ve nemdeki artış, sıvı ve tuz alımındaki artışa bağlı hipertansiyon, bölgesel puerperal uygulamalar ve modern tanısal araçların yokluğuna bağlı tanısal yanlışlıklar olabilir (20–22,36). Hastalığın Afrika’da daha sık görülmesinin nedeni olarak siyah ırkın bu hastalığa yatkın olması ile birlikte bu bölgelerde hamilelik boyunca aşırı tuz alımı ve diyetteki selenyum ve çinko eksikliği gösterilmektedir. (Bu durumla bağlantılı olarak selenyum eksikliği Çinde endemik bir kardiyomiyopati olan Keshan hastalığına neden olmaktadır). Preeklampsi ve hipertansiyonlu hastalarda PKMP anlamlı olarak daha sık birliktelik gösterir (20,26,30). Maternal kokain, alkol ve tütün bağımlılığı gibi nadir görülen risk faktörleri de bildirilmiştir (6,12). Bu risk faktörlerinin çoğu küçük sa- yıdaki hasta gurupları temel alınarak öne sürüldükleri için geniş hasta serileri ve kapsamlı araştırmalarla desteklenmeye ihtiyaç duyarlar. ETİYOLOJİ Peripartum kardiyomiyopatinin kesin etiyolojisi bilinmemektedir. İnsidansının az olması, sporadik olarak ortaya çıkması, belirli coğrafik bölgelerde daha sık görülmesi ve endomiyokardiyal biyopsinin sık yapılmaması ile bu bölgelerden gelen verilerin yetersiz olması, etiyoloji ve patogenezin aydınlanmasındaki en önemli engellerdir. Etiyolojide miyokarditler, viral enfeksiyonlar, otoimmün faktörler, inflamatuar sitokinler, gebelikteki fizyolojik değişikliklere karşı verilen anormal yanıt, tokolizin uzaması ve selenyum eksikliği gibi birçok hipotez öne sürülmüştür (20,26,30,36–39). Hormonal bozukluğa bağlı olabileceği söylenmiş ancak net olarak gösterilememiştir (40). Hamilelikte meydana gelen sürekli veya aralıklı bir koroner arter spazmının PKMP nedeni olabileceği düşünülmüş ancak bu da ispatlanamamıştır (40). Önceden var olan ve latent olarak semptom vermeyen, gebelikteki hemodinamik değişikliklerle tetiklenen bir dilate kardiyomiyopati hipotezi de kabul görmemiştir. Bu hipotezin benimsenmemesinin nedeni PKMP’nin en fazla yüklenmenin beklendiği 7–8. ayda değil de bu aylardan sonra özellikle de postpartum ilk 2 ayda ortaya çıkmasıdır (29). PKMP gelişen hastalarda gebelik sırasındaki hipertansiyon sıklığının normal gebeliklere göre yaklaşık altı kat fazla olmasından yola çıkılarak etiyolojide gebelik sırasında ortaya çıkan hipertansiyon suçlanmış ancak preeklampsi gelişen gebe kadınlarda kalp yetersizliği ile preeklempsi arasında ilişki saptanmaması nedeni ile bu hipotez de güç kazanamamıştır (41). PKMP’nin etiyolojisini açıklamak için üzerinde en çok araştırma yapılmış hipotezler aşağıda sıralanmıştır. Miyokarditler Miyokarditler fibrozisle birlikte veya fibrozis olmadan meydana gelen miyosit nekrozu varlığında lenfositlerin ve makrofajların yoğun perivasküler ve interstisyel inflamatuar infiltrasyonu olarak tanımlanır (42,43). Miyokardit viral, otoimmün ya da idiyopatik olabilir. PKMP’li olgularda miyokarditi ilk kez tanımlayan Melvin ve arkadaşlarıdır. Hastalara uyguladıkları prednizolon ve azathioprine tedavisi ile klinik iyileşme ve tekrarladıkları biyopsilerde inflamasyon bulgularında gerileme göstermişlerdir (44). Daha sonra Midei ve arkadaşları miyokardit ile gebelik KMP’si arasındaki ilişkiyi tekrar göstermişlerdir. PKMP tanısı konmuş 18 hastanın 14’ünde endomiyokardiyal biyopsilerde miyokardit lehine bulgular saptamışlardır. Aynı zamanda tekrarladıkları biyopsilerde miyokarditin iyileşmesi ile sol ventrikül fonksiyonlarının da belirgin olarak dü- Gebelik Kardiyomiyopatisi zeldiğini bulmuşlardır (43). Değişik çalışmalarda bildirilen miyokardit insidansı %29 ile 100 arasında değişmektedir (25,35,43–46). Bazı çalışmalarda ise miyokardit gösterilememiştir (47). Bu zıtlık endomiyokardiyal biyopsinin performansı, zamanlaması, yorumlanması ve histolojik kriterlerin farklılığına bağlı olabilir. Biyopsinin gecikmesi biyopsinin tanısal değerini azaltabilir. Hastalığın erken evrelerinde MRI kılavuzluğunda kontrast yayılımı gösteren bölgelerden alınan biyopsi materyali daha çok pozitif sonuç verebilir (48). Birçok PKMP’li hastada miyokardı infiltre eden eosinofillerin kollojenolitik ve kardiyotoksik özelliği olduğu bulunmuştur ve hastalığın gelişmesinde eozinofillerin rolü olduğu ileri sürülmüştür (12,49). Tüm bu destekleyici bulgulara rağmen, miyokardittin PKMP’nin gerçek etkeni olduğu halen şüphelidir ve yol açtığı hastalığın PKMP mi yoksa gebelik süresinde gelişen başka bir antite mi olduğu kesin olarak ortaya konulamamıştır. İnflamatuar Sitokinler Peripartum kardiyomiyopati anormal immünolojik yanıtla ilişkilidir. Silwa ve arkadaşları yaptıkları çalışmada, TNF-α, CRP, IL-6 ve Fas/APO-1 (apopitoz belirteci) gibi inflamatuar sitokinlerin PKMP’de arttığını buldular. Aynı çalışmada CRP seviyesi arttıkça sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunun da anlamlı olarak azaldığını gösterdiler (50). TNF-α konsantrasyonun yükselmesi spesifik kardiyak reseptör aracılı ventrikül disfonksiyonu ile sonuçlanan ventriküler remodelinge yol açar (51). Proinflamatuvar sitokinlerin PKMP’de arttığını gösteren çalışmalar göz önüne alındığında, PKMP’nin inflamatuar yanıtta artış sonucunda oluşan bir kalp yetersizliği formu olduğu düşünülebilir. Ancak sitokinlerin PKMP’deki rolunü ortaya çıkarmak için daha büyük çalışmalara ihtiyaç vardır. Otoimmün Faktörler 1970’lerde gebelikte ve sonrasında fetal hücrelerin anne kanında bulunmasının (fetal kimerizm) PKMP’nin otoimmün kaynaklı bir durum olduğu görüşünü artırmıştır (1,20,39,52). Gebelikte uterusun dejenere olmasının tropokollajenin parçalanmasına bu şekilde aktin ve miyozinin açığa çıkmasına neden olduğu, aktin ve miyozine karşı oluşan antikorların miyokart ile çapraz reaksiyona girerek kardiyomiyopatiye neden olduğu öne sürülmüştür (26). PKMP tanısı almış hastaların kanlarında gebelik sırasında ve sonrasında dolaşan fetal hücrelerin araştırıldığı bir çalışmada annenin plazmasında erkek kromozomal DNA miktarı, PKMP’li hastalarda kontrol grubuna göre daha yüksek oranda bulunmuştur. Anne plazmasındaki yabancı proteinlerin (fetal hücrelerin) otoimmün miyokardit ve birçok otoimmün hastalığı tetiklediği düşünülmektedir (39). Mc Mullan ve arkadaşları bu otoantikorlarların uterus plasenta veya fetusa karşı oluşmuş olabileceğini öne sürmüşlerdir 733 (53). Çoklu gebelikte PKMP’nin sık görülmesi otoimmün teoriyi destekler (54). Çünkü çoklu gebelikte fetal hürelerin maternal dolaşıma geçme riski daha fazladır. PKMP çoğunlukla otoimnün alevlenmelerin görüldüğü erken postpartum dönemde ortaya çıkar. Gebelikte maternal immün sistem fetal tolerans oluşturacak şekilde adaptif değişimlere uğramıştır (55). Bazı otoimmün hastalıkların immün sistemin bu adaptif değişimi nedeniyle gebelik döneminde baskılandığı, gebelik sona erince de alevlendiği bilinmektedir (55). Bu şekilde PKMP’nin postpartum dönemde aniden ortaya çıkması otoimnün patogenezi desteklemektedir. Yine de otoimmünitenin gerçek rolünü ortaya çıkarmak için daha geniş çaplı çalışmalara ihtiyaç vardır. Viral Enfeksiyonlar Viral kardiyomiyopati’nin PKMP etiyolojisindeki rolü tartışma konusudur. PKMP oluşumunda viral etiyoloji birçok çalışmada araştırılmıştır (22,56,57). Gebelikte immünitenin azalması, viral enfeksiyon oluşmasına zemin oluşturur (1,26,45). Gebe farelerde yapılan çalışmalarda viral miyokardite yatkınlık olduğu gösterilmiştir (20,26,36). Bultmann ve arkadaşları PKMP’li hastaların kardiyak biyopsi örneklerinde viral genomik materyeller bulmuşlardır ancak, benzer pozitiflik kontrol gruplarında da bulunmuştur (57). PKMP’li hastaların endomiyokardiyal doku örneklerinde enterovirüs (coksakivirüs), parvovirüs B19, adeno-virüs ve herpesvirüslere ait viral genomik materyallerin varlığı gösterilmiştir (22,56) ancak birçok çalışmada çalışmaya alınan PKMP’li hastaların hiçbirisinde viral enfeksiyon saptanamamıştır (2,35,43,44). Virüslerin rolü PKMP oluşumunda kanıtlanırsa, tanıda endomiyokardiyal biyopsinin tedavide ise antiviral ajanların kullanımı daha çok kabul gören yöntemler olacaktır. Ancak bunu doğrulayabilmek için veriler şu an için yeterli gözükmemektedir. Genetik Geçiş Dilate kardiyomiyopatinin sıklıkla ailesel olduğu ve birinci dereceden akrabalarda sıklığının yüksek olduğu bilinmektedir. Bu nedenle PKMP patogenezinde son yıllarda tartışılan başka bir hipotez de genetik geçiştir (22,58). Relaksin, distrofin ve troponin gibi proteinlerde oluşan bozuklukların dilate kardiyomiyopatiye neden olduğu gibi PKMP’ye de neden olabileceği düşünülmektedir. Ailesel özellik gösteren PKMP örnekleri vardır (58). Bu nedenle PKMP hikayesi olan hastaların birinci derece akrabalarının gebeliklerinde daha dikkatli takip edilmeleri faydalı olabilir. Gebelikteki Fizyolojik Değişikliklere Anormal Hemodinamik Yanıt Gebelikte kan hacmi ve kardiyak debi artarken sistemik vasküler direnç azalır ve geçici bir vazodilatasyon 734 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI meydana gelir (12,20,36). Gebeliğin ileri dönemlerinde ve puerperyumda tipik olarak sol ventrikül fonksiyonlarında azalma gözlenir (3). PKMP’nin bu normal durumun abartılı hali olabileceği ileri sürülmektedir (1). Uzamış Tokolitik Tedavi na bağlı abdominal rahatsızlık hissi ve çarpıntı olabilir. Juguler venöz dolgunluk, raller veya plevral efüzyon, karaciğer büyümesi, asit ve periferal ödem gibi artmış kalp dolum basıncının bulguları farkedilebilir. Düşük kardiyak debi ve azalmış perfüzyon bulgularından; soğuk ekstremiteler, hipotansiyon, azalmış nabız basıncı, böbrek ve karaciğer yetmezliği ve mental durum değişiklikleri görülebilir. Postural hipotansiyon hastalığın ileri evrelerinde düşük kan basıncı ve azalmış kardiyak debiden dolayı belirgin olabilir. Birçok PKMP’li hasta NHYA sınıf 3 veya 4 kliniğindedir ancak NHYA sınıflaması PKMP’li hastalarda gebelikten dolayı oluşmuş hemodinamik yük nedeniyle hastalığın gerçek ciddiyetini göstermez (12). Kan basıncı genellikle artmıştır ve S3 sıklıkla duyulmaktadır. Kapak yetmezliklerine bağlı yeni sesler ve pulmoner raller sıklıkla bulunur. Gebelikteki hiperkoagülabil durumdan dolayı PKMP’de sistemik ve pulmoner emboli diğer kardiyomyopati tiplerine göre daha sık görülür (31). Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (LVEF) <%35 olanlarda sol ventrikülde trombüs daha sık görülür ve buna sıklıkla periferik embolizasyon eşlik eder (50). Aritmiler ise daha az sıklıkla görülürler. Bu faktörün etiyolojik bir neden olmaktan çok kalp hastalığının ortaya çıkmasını kolaylaştıran bir faktör olduğu düşünülmektedir (24,62). TANI Selenyum Eksikliği Keshan hastalığı, selenyum eksikliği ile ilgili olarak gelişen bir dilate kardiyomiyopati formudur (38,59,60). Cenac ve arkadaşları PKMP’li hastalarda selenyum seviyelerinin anlamlı şekilde düşük olduğunu bulmuşlardır (38). Levander ve arkadaşları selenyum eksikliğinin viral enfeksiyonları kolaylaştırarak viral kardiyomiyopati sıklığını artırabileceğini belirtmişlerdir (60). Kronik olarak selenyum alımı az olan kardiyomiyopatili hastalara selenyum verilmesinin kardiyak fonksiyonlarda iyileşme sağladığı gösterilmiştir ancak selenyum alımı az olan PKMP’li hastalara selenyum verilmesinin kardiyak fonksiyonları iyileştirdiğine dair kesin veriler yoktur (59,61). PKMP patogenezinde ileri sürülen ancak kapsamlı araştırmalarla desteklenmemiş hipotezler şunlardır: Hormonlar Bir ovariyan hormon olan relaksinin aşırı kardiyak dilatasyona yol açarak kardiyomiyopatiye neden olabileceği öne sürülmüştür (24,63). Apoptozis Sliwa ve arkadaşlarının PKMP’li hastalarda apoptozis göstergesi olan Fas/Apo-1 seviyelerinin daha yüksek oranda olduğunu gösteren çalışmaları vardır (64). Sonuç olarak PKMP’de etiyolojinin multifaktöriyel olduğu görüşü hakimdir ve eldeki kanıtlar miyokardit, inflamatuar sitokinler ve otoimmünitenin PKMP gelişmesinde en önemli mekanizmalar olduğunu göstermektedir. Hastalığın insidansının az olması, sporadik olarak ortaya çıkması, belirli coğrafi bölgelerde daha sık görülmesi ve bu bölgelerden gelen verilerin yetersiz olması hastalığın kesin nedenini bulmayı daha da zorlaştırmaktadır. KLİNİK Peripartum kardiyomiyopatili hastalarda semptomlar sistolik kalp yetmezliği bulgu ve belirtileri şeklinde otaya çıkar. Kalp yetmezliğinin erken dönem belirtileri hamileliğin son ayında meydana gelen fizyolojik değişimlerden ayırt edilemeyebilir. Başvuru belirtileri egzersiz dispnesi, ortopne, paroksismal nokturnal dispne, olağan dışı kilo alımı, devamlı öksürük, pasif hepatik konjesyo- Tanı peripartum dönemde ortaya çıkan konjestif kalp yetmezliği kliniği ve sol ventrikül disfonksiyonunun ekokardiyografik olarak kanıtlanması ile konulur. Pek çok kadın normal gebeliğinin ileri dönemlerinde ödem, halsizlik ve dispne gibi belirtileri gösterdiği için erken tanı zor olabilir. Peripartum dönemdeki diğer dilate kardiyomiyopati formları sıklıkla PKMP ile karıştırılır. Bu nedenle kalp yetmezliği nedeni olabilecek diğer dilate kardiyomiyopati formları sistematik olarak dışlanmalıdır. Önceden dilate kardiyomiyopatisi olanlarda görülen kalp yetmezliği belirtilerinin aksine PKMP’li hastalar belirtilerini gebeliğin son döneminde veya doğum sonrası gösterirler. Bu yüzden klinisyenler doğum öncesi ve doğum sonrası dönemde PKMP açısından daha şüpheci olmalıdırlar. İlerlemiş gebelik komplikasyonlarının (anemi, toksemi ve amniyotik sıvı embolimi gibi) PKMP ile benzer klinik tabloda ortaya çıkabileceği unutulmamalıdır (12,36). • Ayırıcı tanıda en sık düşünülmesi gereken durumlar akselere hipertansiyon, preeklempsi, idiopatik dilate kardiyomiyopati alevlenmesi, pulmoner embolizm, derin anemi ve tirotoksikozdur. Tanı için tüm hastalardan EKG, akciğer grafisi ve ekokardiyografi istenmelidir. Ayırıcı Tanıda Kullanılan Yöntemler EKG EKG bulguları genel olarak spesifik değildir ve zayıf R progresyonu, intraventriküler ileti gecikmesi ve non Gebelik Kardiyomiyopatisi spesifik ST ve T dalga değişikliklerini içermektedir. Genelikle sinus taşikardisi başta olmak üzere, atriyal fibrilasyon, sol atriyal ve ventriküler hipertrofi, sol aks sapması, aritmiler, anteroseptal Q dalgası ve PR uzaması, QRS intervalinde genişlemeler ve dal blokları gibi ileti bozuklukları görülebilir (20,26,30). SVT, VT, prematür atımlar olabileceği gibi bazı olgularda EKG tamamen normal olabilir. Radyolojik İncelemeler Göğüs radyografisinde kardiyomegali ve pulmoner konjesyon bulguları ile plevral efüzyon görülebilir ancak bu bulgular PKMP tanısı için zorunlu değildir. Eğer pulmoner emboliden şüphelenilirse spiral CT veya ventilasyon-perfüzyon sintigrafisi yapılmalıdır. Ekokardiyografi Ekokardiyografi PKMP’si olan kadınlarda değerlendirme ve izlemde önemli araç olarak yerini korumaktadır ve PKMP’den şüphelenilen tüm hastalarda yapılmalıdır. • Ekokardiyografi hastalığın ciddiyetini göstermede ve prognozu tahmin etmede en önemli tanı aracıdır. Ekokardiyografik değerlerdeki bozukluğun derecesi ile PKMP’nin prognozunu arasında sıkı bir ilişki vardır (45,47,65). Sık görülen ekokardiyografi bulguları sol ventrikülun end diyastolik çapının artması, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunun ve fraksiyonel kısalmasının azalmasını içerir. Değişken sistolik duvar kalınlığı, tüm kalp boşluklarının büyümesi, mitral, trikuspit, pulmoner ve aortik regurjitasyon, global hipokinezi ve küçük perikardiyal effüzyonlar olabilir. Regurjitan üfürümler muhtemelen kardiyak anuler dilatasyon sonucunda fonksiyonel olarak gelişir (54). Miyokarditle birliktelik gösteren hastaların sol ventrikül fonksiyonları, miyokarditi olmayan hastalara göre daha fazla bozulmaya yatkındır (35). Hastaların çoğunda pulmoner arter basıncı artmış ve pulmoner hipertansiyon gelişmiştir (66–68). Hastaların birçoğunda farklı kalp odacıklarında trombüs saptanmaktadır (36,37,66). MRI bu tarz trombüslerin gösterilmesinde ekokardiyografiden daha üstündür. Kontraktil rezervi ölçmek için Dobutamin Stres Ekokardiyografi yöntemi kullanılabilir. PKMP’nin ekokardiyografik bulguları primer non-iskemik dilate kardiyomyopatinin bulguları ile aynıdır ve ayırt edilemez. İlk değerlendirmede kalp yetmezliğinin potansiyel diğer nedenleri dışlanmalıdır. En sık altenatif tanı olan gizli valvüler kalp hastalıkları transtorasik ekokardiyografi ile rahatça dışlanabilir. • Sistolik fonksiyonların normal bulunması postpartum kardiyomyopati tanısını dışlatmalı ve anemi, tirotoksikoz gibi yüksek debili kalp yetmezliği gibi tanılara yönlendirmelidir. 735 Endomiyokardiyal Biyopsi Dilate kardiyomiyopati nedenleri klinik olarak dışlansada bazen tanı için endomiyokardiyal biyopsiye ihtiyaç duyulmaktadır. Endomiyokardiyal biyopsi enfeksiyöz ve infiltratif nedenleri dışlamak için de yapılabilir. İki haftalık maksimal tedaviye rağmen bir iyileşme sağlanamaz ise biyopsi önerilmektedir (29). Tanıda her zaman endomiyokardiyal biyopsinin güvenilir olmadığı, yanlış negatif sonuçların alınabileceği bilinmelidir. Endomiyokardiyal biyopsinin tanısal duyarlılığı ve özgüllüğü sırasıyla %50 ve %99 civarındadır (20). Yalancı negatiflik sıklığının yüksek olması biyopsi alınma zamanı ile ilişkili olabilir. Kontrast MRI klıvuzluğunda alınan biyopsilerin pozitif sonuç verebilme ihtimali daha fazladır. İnflamasyonu araştırmak için PCR ve immünohistolojik tesler daha fazla yardımcı olabilir (48). Geleneksel tedavi ile 2 haftada düzelme olmuyorsa veya tanıda güçlü bir şekilde enfeksiyöz ya da infiltratif nedenli bir miyokardit düşünülüyorsa bununla birlikte immünosupresif tedavi ya da kardiyak transplantasyon uygulanması planlanıyorsa endomiyokardiyal biyopsi yapılmalıdır (29). Endomiyokardiyal biyopsi kalp transplantasyonu programına alınan hastaların tanı ve izleminde de önemli yere sahiptir (25, 69). Kardiyak Kateterizasyon Kardiyak kateterizasyon ventrikül fonksiyonlarının değerlendirilmesinde, biyopsi alınmasında ve koroner anjiyografi yapılmasında kullanılır. Kardiyak kateterizasyon ile dolum basınçları, kardiyak debi ve pulmoner arter basıncı ölçülebilir. Persistan kalp yetmezliği, hemodinamik instabilitesi veya organ disfonksiyonu olanlarda dolum basınçlarını ve kardiak debiyi değerlendirmek amacı ile sağ kalp kateterizasyonu düşünülmelidir. Koroner anjiografi ve sol kalp kateterizasyonu, koroner arter hastalığı için önemli risk faktörleri varsa veya kardiyomiyopati nedeni olarak iskeminin dışlanması için yapılır (70). Laboratuar Peripartum kardiyomiyopati için spesifik bir kan testi yoktur. Rutin hematolojik, biyokimyasal ve serolojik testler diğer kardiyak hastalıkları dışlamak için kullanılır. Hipertiroidi, anemi, madde bağımlılığı, sifiliz, HIV virüsü, viral ve riketsial virüsler, kollajen vasküler hastalık ve sarkoidoz gibi sistemik hastalıklar dışlanmalıdır. CRP ve sitokinlerin artması inflamatuar kaynaklı kardiyomiyopatiyi düşündürür. PKMP’de genel olarak CK ve kardiak troponinlerin çok az ya da hiç yükselmediği görülür. Hemodinamik olarak stabil olmayan akut kalp yetmezlikli hastalarda karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri bu organların perfüzyonunun değerlendirilmesinde önemlidir. 736 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 2. Peripartum kardiyomiyopati ile gebelikteki idiyopatik dilate kardiyomiyopatinin ayırımı Peripartum Kardiyomiyopati İdiopatik Dilate Kardiyomiyopati Daha erken yaşta ortaya çıkar Daha geç yaşta ortaya çıkar Daha iyi prognozludur Daha kötü prognozludur Postpartum dönemde ortaya çıkmaya meyillidir İkinci trimasterde belirti verir Rekürrensler peripartum dönemdedir Dekompanzasyon her zaman olabilir Miyokardit insidansı daha fazla Miyokardit daha az Doğum sonrası birçok hastada kalp hacmi normale döner Kalp hacmi doğum sonrası normale dönmez Klinik bozulma daha akuttur Klinik bozulma daha yavaş oluşur Diğer Tanı Yöntemleri TEDAVİ Polimeraz zincir reaksiyonu geleneksel tedavi ile düzelmeyen hastalarda viral patolojiyi araştırmak için; kompleman fiksasyon testi mikroorganizma nedenli kardiyomiyopatileri araştırmak için; kan kültürü enfeksiyon etkenini üretmek için; immünofloresan ve immünohistokimyasal işaretleme miyokardiyuma karşı gelişmiş antikorları işaretlemek için kullanılır. • Peripartum kardiyomiyopatinin ayırıcı tanısında en önemli yeri gebelikte alevlenen idiopatik dilate kardiyomiyopati oluşturur. Peripartum kardiyomiyopati ile idiopatik dilate kardiyomiyopatinin ayırıcı tanısında dikkat edilmesi gereken durumların bazıları Tablo 2’de özetlenmiştir. • Peripartum kardiyomiyopati’nin tedavisi sistolik kalp yetmezliğinin diğer formlarının tedavisine benzer. Ön yük ve ard yükü azaltmaya ve kontraktiliteyi artırmaya yönelik tedaviye öncelik verilir. PKMP tanısı hamilelik esnasında konuldu ise, medikasyonlar ve dozajları fetal riski azalmak için minimalize edilebilir. Bazı ilaçlar doğum öncesi dönemde kontrendikedir. Hamilelik öncesi dönemde herhangi bir ilaç tedavisinde başlama kararı fetusun durumunu göz önüne almayı gerektirir. Hemodinamik veriler hamilelikteki fizyolojik değişiklikler hesaba katılarak değerlendirilmelidir. Doğum sonrası tedavide ilaçların veya metabolitlerinin anne sütünden atılıp atılmadığına dikkat etmek gerekmektedir. PKMP’de erken ve etkili tedavi mortaliteyi azaltır ve sol ventrikül fonksiyonlarında tam iyileşme olasılığını arttırır. Mevcut ilaçlarla yapılan kapsamlı tedavi yöntemleri ile prognozda önemli iyileşmeler sağlanabilir. KOMPLİKASYONLAR Tromboembolik komplikasyonlar daha çok LVEF <%35 olan hastalarda görülür ve tromboembolizme bağlı mortalite oranları %30–50 arasında değişir (12,15,36). Sistemik emboli sonucunda; transiyen iskemik atak, hemipleji, pulmoner emboli, akut miyokart infarktüsü, mezenterik arter embolisi, pyelonefrite yol açan renal infarkt ve splenik infarkt oluşabilir. Periferal tromboembolizm bacak iskemisine ve gangrene yol açabilir. Aritmilerden sinüs taşikardisi, atriyal fibrilasyon, ventriküler taşikardi, atriyal ve ventriküler extra sistoller görülebilir. Ventriküler taşikardi kardiyak arreste yol açabilir (71). ICD ölümcül aritmilerin önlenmesi için kullanılabilir. Altı ay boyunca optimal farmakolojik tedaviye rağmen persistan, NYHA sınıf 3-4 kalp yetmezliği semptomları olan ve ejeksiyon fraksiyonu <%30 olan semptomatik ventriküler aritmili hastalara ICD tedavisi uygulanmalıdır (72). PKMP’deki konjestif kalp yetmezliği tablosu infantın mortalitesini artırıran bir faktördür. Abortus, prematur doğum, düşük doğum ağırlığı, erken doğum, intrauterin gelişme geriliği ve fetal ölümler perinatal dönemde görülebilecek komplikasyonlardır. Farmokolojik Olmayan Önlemler Önceki dönemlerde 6–12 ay gibi uzun dönemli yatak istirahati kardiyomegaliyi engellediği düşünülerek tavsiye edilmekte idi. Yatak istirahati derin ven trombozu ve pulmoner emboli riskini artırabileceği için artık uzun süreli yatak istirahatleri önerilmemektedir. Önce medikal tedavi ile semptomlar azaltıldıktan sonra orta dereceli eksersiz tavsiye edilmektedir (1,15,23). Tuz alımının 2-4 mg/gün, su alımının ise 2L/gün ile kıstlanması özellikle semptomatik iyileşme için önemlidir (20,26). Farmokolojik Tedavi Digoksin Digoksin kalbin kasılma gücünü artırarak, kalp hızını düşürerek semptomatik iyileşme sağlar Mortaliteye katkısı yoktur. Gebelikte düşük dozlarda güvenlidir ancak yüksek dozlarda inflamatuar sitokinleri artırabilir. Emzirme döneminde ve gebelikte serum digoksin düzeyi yakından takip edilmelidir. Gebelikte özellikle diüre- Gebelik Kardiyomiyopatisi tiklerle birlikte kullanımı toksite riskini artırmaktadır (15,20). Digoksine 6–12 ay devam edilmesi PKMP’nin rekürrens riskini azalttığı gösterilmiştir (36). Diüretikler Diüretikler gebelik ve laktasyonda güvenli ilaçlardır (22–24). Ancak dehidratasyon ve uterin kan akımını azaltcı etkileri de dikkate alınarak kullanılmalıdırlar. Tuz kısıtlamasının yetersiz kalması halinde preload’u düşürmek, pulmoner konjesyonu azaltmak ve semptomatik iyileşme sağlamak için kullanırlar (62). Loop diüretikleri genelde hastane ortamında kullanılır. Diüretiğin indüklediği dehidratasyona bağlı olarak metabolik alkoloz oluşabilir. Bu durumda tedaviye asetozolamid eklenmesi alkolozu azaltabilir (73). Spironolakton’nun ciddi kalp yetmezliğinde rutin medikal tedaviye eklenmesi semptomları, hastaneye yatışları ve mortaliteyi azalttığı gösterilmiştir (74). Spironolakton gebelik döneminde güvenli değildir. Doğum sonrası dönemdeki tedavi protokollerinde kullanılabilir. Vazodilatatörler Kalp yetmezliği tedavisinde preload’ı ve afterload’ı azaltmaları nedeniyle hayati öneme sahiptirler. Kardiyak debiyi artırmakta ve kalp yetmezliğinin prognozunu iyileştirmektedirler. ACE inhibitörleri mortaliteyi azaltmaları nedeniyle tedavinin temelini oluştururlar. Teratojineteleri nedeniyle gebelik döneminde kullanılmaları kontrendikedir ancak doğum sonrası başlanması önemlidir. ACE inhibitörleri anne sütüne geçtiği için kullanıldığı süre boyunca emzirme bırakılmalıdır. Nitratla birlikte veya tek başına hidralazin vazodilatatör olarak seçilebilir. Ciddi durumlarda nitrogliserin veya sodyum nitropirussid infüzyonu gerekebilir. Antepartum dönemde siyanid toksititesi nedeniyle nitropurissid gerekmedikçe kullanılmamalıdır (26,24). Kalsiyum Kanal Blokerleri Uterusta hipoperfüzyon riski ve negatif inotropik özellikleri nedeniyle gebelik döneminde dikkatli kullanılmaları gerekmektedir. Amlodipinin iskemik kökenli olmayan kardiyomiyopati hastalarında yaşam beklentisini artırdığı gösterilmiştir (75). Ayrıca PRAISE çalışmasında amlodipin’nin bir inflamatuar sitokin olan IL–6 seviyelerini azalttığı gösterilmiştir (76). Levosimendan miyokardı kalsiyuma duyarlılaştırarak kalp yetmezliğinde iyileşme sağlayan bir ilaçtır (24,77). Levosimendan PCWP’yi güçlü bir şekilde düşürmesi ve kardiyak debiyi artırması nedeniyle PKMP’li hastalarda etkin bir şekilde kullanılabilir (77). Levosimendanın güvenliği ile ilgili yeterli bilgi olmaması nedeniyle bu ilacı kullanan hastalarda emzirme önerilmez. Beta Blokerler Beta blokerler gebelikte kontrendike değildir fakat do- 737 ğum ağırlığını azaltabilirler (24,30,74). Beta blokaj etkiye ek olarak alfa blokaj etkisi de olan karvedilol gibi ilaçlar afterload’u da azaltırlar (1). Kronik kalp yetmezliğinde karvedilolün mortaliteyi ve hastaneye yatışları azalttığı gösterilmiştir. Karvedilol gebelikte ve PKMP’de güvenle kullanılabilir. Beta blokerlerin immünsupresif etkileri vardır (22). Ayrıca remodelingin olumsuz etkilerini engelleyerek ventrikül çaplarını azalttıkları gösterilmiştir (65). Bu ilaçların ne zaman kesileceği konusunda belli bir fikir birliği yoktur. Ventrikül difonksiyonu, diabet veya hipertansiyon varlığında tedaviye ömür boyu devam edilmelidir. Antiaritmikler Hiçbir antiaritmik ilaç gebelikte tam olarak güvenli değildir. Aritmileri sonlandırmada karotis masajı, valsalva manevraları gibi farmokolojik olmayan yöntemler güvenli oldukları için öncelikli tercih olmalıdır. Hemodinamiyi bozmayan taşiaritmilerde betablokerler ve kalsiyum kanal blokerleri tercih edilebilir. Refrakter bradikardilerde pacemaker desteği sağlanabilir. ICD’nin PKMP’de ani ölüm sıklığını azatlığı gösterilmiştir. Hayatı tehdit eden aritmilerde takılması düşünülmelidir (1,41,78). Antikoagülan Tedavi Gebelikteki hieperkoagülabil durum ve ventrikül disfonksiyonuna bağlı oluşan kan akımının durağanlaşması PKMP’li hastalarda trombüs oluşumunu ve buna bağlı komplikasyonları artırır (79). Tromboemboli insidansı özellikle LVEF ciddi olarak kötü (<%35) olan hastalarda yaklaşık %50 civarındadır. Bu durum postpartum 6 hafta devam edebileceğinden antenatal dönemde heparin kullanılması ve postpartum dönemde heparin veya warfarin kullanılması gereklidir. Heparin üçüncü trimestırda kullanılır, doğum sonrası dönemde warfarin’e geçilebilir. Warfarin ilk trimestırda teratojenik özelliklerinden dolayı üçüncü trimestırda ise uzun yarı ömründen dolayı doğum sırasında hemorajik komplikasyonlara neden olabileceğinden gebelik boyunca kullanımı kontrendikedir. Her iki ilaç kullanılırken de bebeğin sütle beslenmesinde sakınca yoktur. Antikoagülasyonun hem terapotik hem de profilaktik dozları kullanılabilir. İmmünsupresif ve İmmünmodulatuar Tedavi Miyokarditli PKMP hastalarında, azatiyopirin ve prednizolondan oluşan immünsupresif tedavi denenebilir. PKMP’li hastalarda rutin immünsupresif tedavi uygulanması ile ilgili geniş çaplı araştırmalar yoktur. İmmünsupresif tedavinin gebelikle ilgili olmayan miyokarditte kullanımının hayatta kalım süresine veya ejeksiyon fraksiyonuna etkisinin olmadığı gösterilmiştir (80). Midei ve arkadaşları ise %78’inde miyokardit bulunan 18 PKMP hastasını aldıkları bir seride prednizolon ve azatiyoprin ile 10 hastadan 9 unda rezolüsyon sağlandığı- 738 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI nı göstermişlerdir (43). Hastalığın standart tedavisinde rutin immünsupresif kullanımı önerilmemektedir fakat iki haftalık standart medikal tedavi ile iyileşme sağlanamayan biyopsi ile kanıtlanmış PKMP hastalarında immünsupresif tedavi uygulanması savunulmaktadır. Bu tedavi immün sistemi baskılar ve sıklıkla PKMP’li olgularda lenfositik miyokardite neden olur. İmmünglobulin tedavisinin idiopatik dilate kardiyomiyopatide etkinliği gösterilememiştir (81). PKMP’de otoimmünite hipotezi güçlendikçe, geleneksel tedaviye yanıt vermeyen PKMP’li hastalarda immünglobulin kullanımına ilgi artmaktadır (59). Biyopsi ile viral miyokardit olduğu kanıtlanmış hastalarda interferonun ekokardiyografik parametrelerde iyileşme sağlarken, semptomatik iyileşmeye katkısının olmadığı gösterilmiştir (82). TNF- α, CRP ve Fas/APO-1 üretimini azaltarak immünmodulatuar etki gösteren pentoksifilin ile yapılan bir çalışmada 30 PKMP’li hastaya standart tedaviye ek olarak pentoksifilin (400 mg 6 ay boyunca günde 3 defa) verilmiş, pentoksifilin alan grupta anlamlı olarak daha az mortalite oranları, fonksiyonel kapasitede düzelme, LVEF de artış ve plazma TNF-α düzeylerinde düşme izlenmiştir (50). Ancak pentoksifilinin standart tedavide kullanılabilmesi için daha fazla kanıta ihtiyaç vardır. Kalp Transplantasyonu Tüm medikal tedavilere yanıtsız ciddi olgularda kalp transplantasyonu bir seçenek olarak düşünülmelidir. Kalp transplantasyonu idiopatik dilate kardiyomiyopatili hastalardaki ile benzer başarı ve sağ kalım oranlarına sahiptir ancak PKMP’de dolaşımdaki yükselmiş antikor seviyeleri nedeni ile rejeksiyon oranları daha fazladır (1,23,37). Genç yaşta, organ hasarı minimal olan ve yeni gelişen PKMP’li olgularda transplantasyon sonuçları daha iyidir (12,83,84). İntraaortik balon pompası ve diğer ventrikül destek cihazları kardiyak fonksiyonlar düzelene veya kalp transplantasyonu yapılana kadar köprü görevi görürler (26,65). OBSTETRİK YÖNETİM Peripartum kardiyomiyopatili hastalar doğum sırasında kalp yetmezliğinde kötüleşmeyi gösteren işaretler ve pulmoner ödem göstergeleri açısından yakından izlenmelidir. Erken kardiyak monitorizasyon konjesyon bulgularının yakın takibi ile yapılmalıdır. Buna doğum sonrası dönemde de devam edilmelidir. Hafif olgular evde takip edilebilir ancak orta ve ağır vakalar yoğun bakım şartlarına sahip birimlerde takip edilmelidirler (Tablo 3). Santral hemodinamik monitorizasyon hemodinamisi bozuk olan hastalarda yapılmalıdır. Hipotansif hastalarda dopamin, dobutamin ve noradrenalin gibi pozitif inotroplarla hemodinamik destek sağlanabilir. TABLO 3. Peripartum Kardiyomiyopatide hastaneye yatış endikasyonları • LVEF<%35 • NYHA sınıf 3-4 semptomlar • Pulmoner ödem • Tromboembolik komplikasyonlar • Hemodinamiyi bozan malign aritmiler • Evdeki tedavinin vital organ disfonksiyonunu engellemediği durumlar Antikogülasyon doğum sırasında kesilmeli ve postpartum dönemde tekrar başlanmalıdır. Epidural anestezi uygulaması dahil yeterli ağrı kontrolü yapılmalıdır. Kardiyak fonksiyon bozukluğu ciddi olduğu zaman oturur pozisyonda doğum dispneyi azaltabilir. Forsepslerin veya vakum ekstraksiyonunun dikkatli kullanımı doğumun ikinci evresini kısaltabilir. Bununla birlikte, kardiyak durumun operasyon öncesi en iyi duruma getirilmesi ve elektif doğum arzulanan sonuçlara ulaşmada en önemli faktörlerdir. PKMP gebeliğin son ayında teşhis edildiği zaman gebeliğin doğuma kadar devam etmesine izin verilmelidir. PKMP’de vajinal doğum tercih edilir ve dikkatli bölgesel anestezi pek çok kadın için güvenlidir. Bununla birlikte ciddi hasta olan ve inotropik desteğe ihtiyaç duyan hastalara sezeryan uygulanmalıdır. Erken doğum, düşük doğum ağırlığı ve sezeryan insidansı PKMP’li hastalarda yüksektir (37,85–87). PKMP’de hamileliğin sonlandırılmasının standart tedavide yeri yoktur. Tedaviye dirençli preeklempsi varsa ve kardiyak debi azalması fetusun hayatını tehdit ediyorsa veya anneye verilen tedavi fetusu riske atıyorsa erken doğum tercih edilmelidir. TAKİP Uzun dönem takip kardiyomyopatinin diğer formlarına benzer. Klinik olarak düzelen hastalarda sol ventrikül fonksiyon bozukluğunun devam edebileceği bilinmeli ve ekokardiyografik takipleri yapılmalıdır. PKMP tanısı alan hastaların doğum sonrası ilk birkaç hafta içinde ve 3. ve 6. aylarda ekokardiyografik değerlendirilmeleri yapılmalıdır. Altıncı aydan sonra ise yılda bir ekokardiyografik değerlendirilme yeterlidir. Tam düzelme sağlanan ve en az bir yıl bu düzelme devam eden hastaların ilaçları ekokardiyografik takiplerle azaltılarak kesilebilir. Beta-blokerlerin ve ACE inhibitörlerinin kesilmesi gereken uygun zaman bilinmemekle beraber, pek çok çalışmada en azından bir yıl devam edilmesi önerilir. Ventrikül fonksiyonlarında tam iyileşmenin olmadığı hastalarda kronik kalp yetmezliği için yaşam boyu farmakolojik tedavi gereklidir. Gebelik Kardiyomiyopatisi Hastalar fonksiyonel durumlarının elverdiği kadar hafif hareketler yapabilirler. Sol ventrikül fonksiyon kazanımının değerlendirildiği postpartum ilk 6 ayda ağır aerobik aktivitelerden ve ağırlık kaldırmalarından uzak durulması önerilir. İleri derecede semptomatik olan hastalarda laktasyonun metabolik yükünden dolayı emzirme yasaklanır. Daha fonksiyonel olan hastalarda da verilen ilaçların süte geçme ihtimalinden dolayı emzirmemek daha uygun bir yaklaşım olacaktır. PROGNOZ Peripartum kardiyomiyopatinin doğal gidişatı ve prognozu diğer dilate kardiyomiyopati türlerinden farklılık gösterir. Hastaların %50’sinde kardiyomegalide azalma ve fonksiyonel kapasitede düzelme tespit edilir. PKMP’nin sonuçları idiopatik dilate KMP’nin sonuçlarından daha iyidir. PKMP’nin mortalite oranları %15 ile %50 arasında olup bu ölümlerin yaklaşık %50’si doğumdan sonraki ilk 3 ayda görülmektedir (12,26,29). Ölüm nedenleri, kalp yetmezliğinin kötüleşmesi, aritmiler veya tromboembolik olaylardır. Emboliye bağlı olarak gelişen ölüm %30 gibi yüksek oranlarda bildirilmiştir (29). • Ventriküler fonksiyonlar düzelebilir ancak ilk aylarda ventriküler fonksiyonlarda düzelmenin olmaması, ventriküler fonksiyonların büyük ihtimalle normale dönmeyeceğinin bir göstergesidir (35,88,89). PKMP’de prognoz direkt olarak sol ventrikül fonksiyonlarının düzelmesi ile ilişkilidir. Ventrikül disfonksiyounun düzelmesi; LVEF >%50 olması veya EF’nin %20’den fazla iyileşmesi ve LVFS >%30 olması ile tanımlanır. Ventriküler fonksiyonlarda düzelme olursa bu genelde ilk bir yıl içerisinde meydana gelir. LVEF’nin tanı sırasında >%30 olması veya sol ventrikül diyastol sonu çapının 5.6 cm altında olması sol ventrikülün sistolik fonksiyonlarının normale dönme olasılığını artırmaktadır. Dobutamin stres ekokardiyografi ile kontraktil rezervin gösterilmesi de prognozun iyi olacağını ve sol ventrikül fonksiyonunun normale döneceğini gösteren bir parametre olarak bildirilmiştir (90,91). Sol ventrikül fonksiyonları normale dönmeyen hastaların 5 yıllık mortalitesi yaklaşık %85’dir. • Yaşın 30’un üzerinde olması, multiparite, siyah ırk, hastalığın postpartum 2 haftadan sonra başlaması, intrakardiyak trombüs varlığı, kardiyak ileti defektleri, postpartum 6 aydan sonra devam eden sol ventrikül disfonksiyonu, ek hastaların varlığı ve tedaviye geç başlanması kötü prognoz kriterleridir (65,66,92). Ekokardiyografik parametrelerden prognozu en çok etkileyen sol ventrikül diyastol sonu çapıdır. Sol ventrikül diyastol sonu çapının artması ve ventrikül içi trombüs birlikteliği en kötü prognoz ile ilişkilidir (65). 739 Literatürde mortalite kabaca %50 civarındadır (20,26,30). Birçok çalışma PKMP’nin takip eden gebeliklerde nüks edebileceğini göstermektedir (20,30,36). Bunun daha önceki klinik durumun alevlenmesi mi yoksa aynı hastalığın reaktivasyonu mu olduğu halen açık değildir (36). Nüks için en yüksek risk kardiyak fonksiyonları düzelmeyen hastalarda olup, en düşük risk sistolik fonksiyonları düzelen hastalarda mevcuttur (20,22–24). Elkayam ve arkadaşları daha önce normal kardiyak fonksiyonlara sahip hastaların tekrarlayan gebeliklerinde ortalama %20 LVEF düşüşü saptamışlardır (89). Başka bir çalışmada kalp yetmezliği belirtilerinin sol ventrikül fonksiyonları normale dönen hastaların %21’inde, sol ventrikül fonksiyonları bozuk olanların ise %44’ünde tekrarladığını gösterilmiştir (93). Şu anda gelecekteki gebelikler için tavsiyeler konusunda bir görüş birliği yoktur. • Sol ventrikül fonksiyonu ve çapı normale dönmeyen hastalara tekrar gebe kalmaları önerilmez (2). Sol ventrikül çapı ve fonksiyonu tamamen normale dönse bile hastalara nüks olabileceği konusunda bilgi verilmelidir. Hasta tekrar gebe kalırsa yüksek riskli gebeliklerle ilgilenen doğum uzmanları ve kardiyologlar tarafından iş birliği içinde takip edilmelidirler. PKMP öyküsü olan tüm gebe hastalar ekokardiyografik takibe alınmalıdırlar. Ventrikül fonksiyonları hastanın hayatını tehlikeye atıyorsa gebeliğin sonlandırılması gündeme getirilmelidir. SONUÇ Peripartum kardiyomiyopati geç gebelikte ve erken pueperyumda görülen, ölümcül olabilen nadir bir kardiyomiyopati formudur. Tanıda sol ventrikül fonksiyon bozukluğunun ekokardiyografik olarak gösterilmesi çok önemlidir. Standart medikal tedavide digoksin, diüretikler, vazodilatatörler, beta blokerler ve antikoagülan tedavi yer alır. Dirençli olgularda immünglobulinler ve immünmodulatörler düşünülebilir. Ciddi olgularda mekanik dolaşım destekleri ve kalp transplantasyonunu içeren yoğun tedavi yöntemleri gerekebilir. Prognoz ventrikül fonksiyonlarının geri dönüşümlü olması ile ilgilidir. Dirençli kalp yetmezliği bulunan hastalarda sonraki gebelikten kaçınılmalıdır. Mümkünse kardiyak fonksiyonları iyileşmiş hastalarda sonraki gebelikler multidisipliner bir yaklaşımla yönetilmelidir. KAYNAKLAR 1. Pearson GD, Veille JC, Rahimtoola S, Hsia J, Oakley CM, Hosenpud JD, et al. Peripartumcardiomyopathy: National Heart, Lung, and Blood Institute and Office of Rare Diseases (National Institutes of Health) workshop recommendations and review. JAMA 2000;283(9):1183– 8. 2. Demakis JG, Rahimtoola SH, Sutton GC, Meadows WR, 740 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Szanto PB, Tobin JR. Natural course of peripartum cardiomyopathy. Circulation 1971;44:1053–61. Task Force on the Management of Cardiovascular Diseases During Pregnancy of the European Society of Cardiology. Expert consensus document on management of cardiovascular diseases during pregnancy. Eur Heart J 2003;24(8): 761– 81. Hibbard JU, Lindheimer M, Lang RM. A modified definition for peripartum cardiomyopathy and prognosis based on echocardiography. Obstet Gynecol 1999;94(2):311– 6. Manolio TA, Baughman KL, Rodeheffer R, Pearson TA, Bristow JD, Michels VV, et al. Prevalence and etiology of idiopathic dilated cardiomyopathy (summary of a National Heart, Lung, and Blood Institute workshop). Am J Cardiol 1992;69(17):1458–66. Cunningham FG, Pritchard JA, Hankins GD, Anderson PL, Lucas MJ,Armstrong KF. Peripartum heart failure: Idiopathic cardiomyopathy or compounding cardiovascular events? Obstet Gynecol.1986 ;67:157–168. Seftel H, Susser M. Maternity and myocardial failure in African women.Br Heart J. 1961;23:43–52. Davidson NM, Parry EH. The etiology of peripartum cardiac failure. Am Heart J. 1979;97:535–536. Woolford RM. Postpartum myocardiosis. Ohio Med. 1952; 48:924–930. Pierce J, Price BO, Joyce JW. Familial occurrence of postpartal heartfailure. Arch Intern Med. 1963;111:651–655. Sliwa K, Damasceno A, Mayosi BM. Epidemiology and etiology of cardiomyopathy in Africa. Circulation. 2005;112: 3577–3583. Lampert MB, Lang RM. Peripartum cardiomyopathy. Am Heart J.1995;130:860–870. Fett JD, Christie LG, Carraway RD, Murphy JG. Fiveyear prospective study of the incidence and prognosis of peripartum cardiomyopathy at a single institution. Mayo Clin Proc 2005;80:1602-6. Desai D, Moodley J, Naidoo D. Peripartum cardioPeripartum Cardiomyopathy experiences at King Edward VIII Hospital, Durban, South Africa and a review of the literature.Trop Doct 1995;25:118-23. Demakis JG, Rahimtoola SH, Peripartum cardiomyopathy. Circulation 1971;44:964-68. CunnighamFG Pritchard JA, Hankins GD, Anderson PL Lucas MJ, Armstrong KF. Peripartum heart failure: idiopathic cardiomyopathy ör compounding cardiovascular events? Obstet Gynecol 1986:67:157-68. Hsieh CC, Chiang CVV, Hsieh TT, Soong YK. Peripartum cardiomyopathy. Jpn Heart J 1992:33:343-9. Cenac A, Simonoff M, Djibo A. Nutritional status and plasma trace elements in peripartum cardiomyopathy: a comparative study in Niger. J Cardiovasc Risk 1996:3:483-7. Fett JD, Ansari AA, Sundstrom JB, CombsGF. Peripartum cardiomyopathy: a selenium disconnection and an autoimmune connection. Int Cardiol 2002;86:311-6. Veille JC. Peripartum cardiomyopathies: a review. Am J Obstet Gynecol 1984;148:805-18. Sanderson JE, Adesanya CO, Anjorin FI, Parry EH. Postpartum cardiac failure-heart failure due to volumeoverload? Am Heart J 1979;97:613-21. Sliwa K, Fett J, Elkayam U. Peripartum cardiomyopathy. Lancet 2006;368:687-93. 23. Heider AL, Kuller JA, Strauss RA, Wells SR. Peripartum cardiomyopathy: a review of the literature. Obstet Gynecol Surv 1999;54:526-31. 24. Ro A, Frishman WH. Peripartum cardiomyopathy. Cardiol Rev 2006;14:35-42. 25. Felker GM, Thompson RE, Hare JM, Hruban RH,Clemetson DE, Howard DL, et al. Underlying causesand long-term survival in patients with initially unexplained cardiomyopathy. N Engl J Med 2000;342:1077-84. 26. Brown CS, Bertolet BD. Peripartum cardiomyopathy: acomprehensive review. Am J Obstet Gynecol 1998;178:409-14. 27. Whitehead SJ, Berg CJ, Chang J. Pregnancy-related mortality due to cardiomyopathy: United States, 1991-1997. Obstet Gynecol 2003;102:1326-31. 28. Lee W. Clinical management of gravid women with peripartum cardiomyopathy. Obstet Gynecol Clin North Am 1991;18(2):257– 71. 29. Tidswell M. Peripartum cardiomyopathy. Crit Çare Clin 2004;20:777-88. 30. Hull E, Hafkesbring E. “Toxic” post partal heart disease. N Orleans Med Surg J 1937;89:550-7. 31. Murali S, Baldisseri MR. Peripartum cardiomyopathy. Crit Çare Med 2005;33:S340-S346. 32. Mendelson MA, Chandler J. Postpartum cardiomyopathy associated with maternal cocaine abuse. Am J Cardiol 1992; 70: 1092-4. 33. CenacA, GaultierY, Devillechabrolle A, Moulias R. Enterovirus infection in peripartum cardiomyopathy [Letter]. Lancet 1988;2:968-9, 34. Cenac A, Simonoff M, Moretto P, Djibo A. A low plasma selenium is a risk factor for peripartum cardiomyopathy: a comparative study in Sahelian Africa. Int J Cardiol 992;36:57-9. 35. van Hoeven KH, Kitsis RN, Katz SD, Factor SM. Peripartum versus idiopathic dilated cardiomyopathy in young women-a comparison of clinical, pathologic and prognostic features. Int J Cardiol 1993;40:57-65. 36. Homans DC. Peripartum cardiomyopathy. N Engl J Med 1985;312:1432-7. 37. Witlin AG, Mabie WC, Sibai BM. Peripartum cardiomyopathy: an ominous diagnosis. Am J Obstet Gynecol 1997; 176:182-8. 38. Cenac A, Gaultier Y, Devillechabrolle A, Moulias R. Enterovirus infection in peripartum cardiomyopathy. Lancet 1988;2:968-9. 39. Ansari AA, Fett JD, Carraway RE, Mayne AE, Onlamoon N, Sundstrom JB. Autoimmune mechanisms as the basis for human peripartum cardiomyopathy. Clin Rev Allergy Immunol 2002;23:301-24. 40. Lamparter S, Pankuweit S, Maisch B. Clinical and immunologic characteristics in peripartum cardiomyopathy. Int J Cardiol. 2006 Aug 9 (e-pub). 41. Elkayam U, Akhter MW, Singh HS, et al. Pregnancy associated cardiomyopathy: clinical characteristics and a comparison between early and late presentation. Circulation 2005;111:2050-55. 42. Burch GE, McDonald CD, Walsh JJ. The effect of prolonged bed rest on postpartal cardiomyopathy. Am Heart J 1971;81:186-201. 43. Midei MG, DeMent SH, Feldman AM, Hutchins GM, Baughaman KL. Peripartum myocarditis and cardiomyopathy. Circulation 1990;81:922-8. Gebelik Kardiyomiyopatisi 44. Melvin KR, Richardson PJ, Olsen EG, Daly K, Jackson G. Peripartum cardiomyopathy due to myocarditis. N Engl J Med 1982;307:731-4. 45. O’Connell JB, Costanzo-Nordin MR, Subramanian R, Robinson JA, Wallis DE, Scanlon PJ, et al. Peripartum cardiomyopathy: clinical, hemodynamic, histologic and prognostic characteristics. J Am Coll Cardiol 1986;8:52-6. 46. Felker GM, Jaeger CJ, Klodas E, Thiemann DR, Hare JM, Hruban RH, et al. Myocarditis and long-term survival in peripartum cardiomyopathy. Am Heart J 2000;140:785-91. 47. Ravikishore AG, Kaul UA, Sethi KK, Khalilullah M. Peripartum cardiomyopathy: prognostic variables at initial evaluation. Int J Cardiol 1991;32:377-80. 48. Mahrholdt H, Goedecke C, Wagner A, Meinhardt G, Athanasiadis A, Vogelsberg H, et al. Cardiovascular magnetic resonance assessment of human myocarditis: a comparison to histology molecular pathology. Circulation 2004;109: 1250-8. 49. Borczuk AC, van Hoeven KH, Factor SM. Review and hypothesis: the eosinophil and peripartum heart disease (myocarditis and coronary artery dissection) coincidence or pathogenetic significance? Cardiovasc Res 1997;33:527-32. 50. Sliwa K, Skudicky D, Bergemann A, Candy G, Puren A, Sarelil P. Peripartum cardiomyopathy: analysis of clinical outcome, left ventricular function, plasma levels of cytokines and Fas/Apo-1. J Am Coll Cardiol 2000;35:701-5. 51. Bradham WS, Bozkurt B, Gunasinghe H, Mann D, Spinale FG. Tumor necrosis factor-alpha and myocardial remodeling in progression of heart failure: a current perspective. Cardiovasc Res 2002;53:822-30. 52. Nelson JL. Pregnancy, persistent microchimerism and autoimmune disease. J Am Med Womens Assoc 1998;53:31-2,47. 53. McMullan MR, Moore CK, O’Connell JB. Diagnosis and management of peripartum cardiomyopathy. Hosp Pract (Off Ed) 1993;28:89-92,96-8,103-4. 54. Velickovic IA, Leicht CH. Peripartum cardiomyopathy and cesarean section: report of two cases and literature review. Arch Gynecol Obstet 2004;270:307-10. 55. Damek DM, Shuster EA. Pregnancy and multiple sclerosis. Mayo Clin Proc 1997;72:977-989. 56. Kuhl U, Pauschinger M, Seeberg B, et al. Viral persistence in the myocardium is associated with progressive cardiac dysfunction. Circulation 2005:112:1965-70. 57. Bultmann BD, Klingel K. Nabauer M, Wallwiener D, Kandolf R. High prevalence of viral genomes and inflammation in peripartum cardiomyopathy. Am J Obstet Gyn 2005:193: 363-65. 58. Pearl W. Familial occurence of peripartum cardiomyopathy. Am Heart J 1995;129:493-5. 59. Phillips SD, Warnes CA. Peripartum cardiomyopathy: current therapeutic perspectives. Curr Treat Options Cardiovasc Med 2004;6:481-8. 60. Levander OA, Beck MA. Selenium and viral virulence. Br Med Bull 1999;55:528-33. 61. Saito Y, Hashimoto T, Sasaki M, Hanaoka S, Sugai K. Effect of selenium deficiency on cardiac function of individuals with severe disabilities under longterm tube feeding. Dev Med Child Neurol 1998;40:743-8. 62. Ray P, Murphy GJ, Shutt LE. Recognition and management of maternal cardiac disease in pregnancy. Br J Anaesth 2004;93:428-39. 741 63. Coulson CC, Thorp JM, Mayer DC, Cefalo RC. Central hemodynamic effects of recombinant human relaxin in the isolated, perfused rat heart model. Obstet Gynecol 1996; 87:610-2. 64. Sliwa K, Forster O, Libhaber E, et al. Peripartum cardiomyopathy: inflammatory markers as predictors of outcome in 100 prospectively studied patients. Eur Heart J 2006: 27:441-46. 65. Amos AM, Jaber WA, Russell SD. Improved outcomes in peripartum cardiomyopathy with contemporary. Am Heart J 2006;152:509-13. 66. Ford RF, Barton JR, O’brien JM, Hollingsworth PW. Demographics, management, and outcome of peripartum cardiomyopathy in a community hospital. Am J Obstet Gynecol 2000;182:1036-8. 67. Kaufman I, Bondy R, Benjamin A. Peripartum cardiomyopathy and thromboembolism; anesthetic management and clinical course of an obese, diabetic patient. Can J Anaesth 2003;50:161-5. 68. Shnaider R, Ezri T, Szmuk P, Larson S, Warters RD, Katz H. Combined spinal-epidural anesthesia for cesarean section in a patient with peripartum dilated cardiomyopathy. Can J Anaesth 2001;48:681-3. 69. Aziz TM, Burgess MI, Acladious NN, Campbell CS, Rahman AN, Yonan N, et al. Heart transplantation for peripartum cardiomyopathy: a report of three cases and a literature review. Cardiovasc Surg 1999;7:565-7. 70. Baughman KL. Peripartum cardiomyopathy. Curr Treat Options Cardiovascular Med. 2001;3:469–480. 71. Yahagi N, Kumon K, Nakatani T, Ishikawa T, Tanigami H, Eishi K, et al. Peripartum cardiomyopathy and tachycardia followed by multiple organ failure. Anesth Analg 1994;79:581-2. 72. Jessup M, Brozena S. Heart failure. N Eng J Med. 2003;348: 2007–2018. 73. Ardehali H, Kasper EK, Baughman KL. Peripartum cardiomyopathy. Minerva Cardioangiol 2003;51:41-8. 74. Pitt B, Zannad F, Remme WJ, Cody R, Castaigne A, Perez A, et al. The effect of spironolactone on morbidity and mortality in patients with severe heart failure. Randomized Aldactone Evaluation Study Investigators. N Engl J Med 1999;341:709-17. 75. Packer M, O’Connor CM, Ghali JK, Pressler ML, Carson PE, Belkin RN, et al. Effect of amlodipine on morbidity and mortality in severe chronic heart failure. Prospective Randomized Amlodepine Survival Evaluation Study Group. N Engl J Med 1996;335:1107-14. 76. Mohler ER, Sorensen LC, Ghali JK, Schocken DD, Willis PW, Bowers JA, et al. Role of cytokines in the mechanism of action of amlodipine: the PRAISE Heart Failure Trial. Prospective Randomized Amlodipine Survival Evaluation. J Am Coll Cardiol 1997;30:35-41. 77. Benlolo S, Lefoll C, Katchatouryan V, Payen D, Mebazaa A. Successful use of levosimendan in a patient with peripartum cardiomyopathy. Anesth Analg 2004; 98:822-4. 78. Page RL. Treatment of arrhythmias during pregnancy. Am Heart J 1995;130:871-6. 79. Avila WS, de Carvalho MEC, Tschaen CK, Rossi EG, Grinberg M, Mady C, et al. Pregnancy and peripartum cardiomyopathy. A comparative and prospective study. Arq Bras Cardiol 2002;79:484-93. 742 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI 80. Mason JW, O’Connell JB, Herskowitz A, Rose NR, McManus BM, Billingham ME, et al. A clinical trial of immunosuppressive therapy for myocarditis: The Myocarditis Treatment Trial Investigators [see comment]. N Engl J Med 1995;333(5):269– 75. 81. McNamara DM, Holubkov R, Starling RC, Dec GW, Loh E, Torre-Amione G, et al. Controlled trial of intravenous immune globulin in recent-onset dilated cardiomyopathy. Circulation 2001;103:2254-9. 82. Zimmermann O, Kochs M, Zwaka TP, Kaya Z, Lepper PM, Bienek-Ziolkowski M, et al. Myocardial biopsy based classification and treatment in patients with dilated cardiomyopathy. Int J Cardiol 2005;104:92-100. 83. Veille JC, Zaccaro D. Peripartum cardiomyopathy: summary of an international survey on peripartum cardiomyopathy. Am J Obstet Gynecol 1999;181:315-9. 84. Aravot DJ, Banner NR, Dhalla N, Fitzgerald M, Khaghani A, Radley-Smith R, et al. Heart transplantation for peripartum cardiomyopathy. Lancet 1987;2:1024. 85. Hogel KL, Hutton EK, McBrien KA, Barrett JF, Hannah ME. Cesarean delivery for twins; a systematic review and meta-analysis. Am J Obstet Gynecol. 2003;188:220–227. 86. Gofton EN, Capewell V, Natale R, Gratton RJ. Obstetrical intervention rates and maternal and neonatal outcomes of women with gestational hypertension. Am J Obstet Gynecol. 2001;185:798–803. 87. Zhang J, Meikle S, Grainger DA, Tumble A. Multifetal pregnancy in older women and perinatal outcomes. Fertil Steril. 2002;78:562–568. 88. Witlin AG, Mabie WC, Sibai BM. Peripartum cardiomyopathy: a longitudinal echocardiographic study. Am J Obstet Gynecol 1997;177(5):1129–32. 89. Elkayam U, Tummala PP, Rao K, Akhter MW, Karaalp IS, Wani OR, et al. Maternal and fetal outcomes of subsequent pregnancies in women with peripartum cardiomyopathy. N Engl J Med 2001;344(21):1567– 71. 90. Lampert MB, Weinert BS, Hibbard J, Korcarz C, Lindheimer M, Lang RM. Contractile reserve in patients vvith peripartum cardiomyopathy and recovered left ventricular function. Am J Obstet Gynecol 1997;176:189-95. 91. Dorbala S, Brozena S, Zeb S et.al. Risk stratification of women with peripartum cardiomyopathy at initial presentation: a dobutamine stres echocardiography study. J Am Soc Echocardiogr 2005;18:45-8. 92. Fett JD, Carraway RD, Dowell DL, King ME, Pierre R. Peripartum cardiomyopathy in the Hospital Albert Schweitzer District of Haiti. Am J Obstet Gynecol 2002;186:1005-10. 93. Elkayam U, Padmini P, Jummala P, et al. Maternal and fetal outcomes of subsequent pregnancies in women with peripartum cardiomyopathy.N Eng J Med. 2001;344:1567–1571. BÖLÜM 3.6 Miyokardit: Teşhis ve Tedavi Giriş1,2: Miyokarditin klinik ve patolik tanımı; ”miyokardın inflamasyonu” olarak yapılmaktadır. Oldukça net olan bu tanımlamaya rağmen sınıflanması, teşhis ve tedavisi halen tartışılmaya devam etmektedir. Endomiyokardiyal biyopsinin daha rutin kullanımı insandaki miyokarditin doğal hikayesinin daha iyi tarif edilmesine ve klinkopatolojik korelasyonun açıklanmasına yardımcı olmuştur. Hastalık inflamatuar kardiyomiyopati olarak da bilinmektedir (kardiyak disfonksiyon ile birlikte miyokardit). Hastalığın klinik prezentasyonu; nonspesifik sistemik semptomlardan (ateş, miyalji, palpitasyon veya egserisiz dispnesi) şiddetli hemodinamik kollaps ve ani ölüme kadar çeşitlilik göstermektedir. Klinik manifestasyonlarının oldukça farklılık göstermesi miyokarditin gerçek insidensinin belirlenmesini güçleştirmektedir. Yakın geçmişte bildirilen prospektif postmortem verilere göre; genç erişkinlerde ani ölümün %8.6-12’sinden miyokarditin sorumlu olduğu bulunmuştur (Med J Aus 2004;180:118-2). Bunun ötesinde dilate kardiyomiyopatilerin de %9’da sebep miyokardit saptanmıştır. Geliştirilen yeni moleküler teknikler, miyokardı etkileyerek sonunda akut veya kronik kardiyomiyopatiye sebep olan inflamatuvar otoimmun sürecin iyi anlaşılmasını sağlamıştır. Günümüzde, morbidite ve mortalitesinin yüksek olmasının bilinmesine rağmen miyokarditin tetkik ve tedavisi için standart bit kılavuz oluşturulamamıştır. Bunun başlıca sebebi miyokarditi meydana getiren etyolojilerin eğişik, klinik prezentasyonların ise heterojen olmasındandır. • Dallas patoloji kriterleri 1986 yayınlanmıştır ve burada miyokarditin histopatolojik sınıflanması ile standart bir teşhis kılavuzu oluşturulmaya çalışılmıştır (Am J Cardiovasc Pathol 1987;1:2-14). Aktif miyokardit, inflamatuvar hücre infiltratları ve miyosit nekrozunun bulguları ile karakterizedir. Ancak “sınırda” miyokarditde, inflamatuvar hücre infiltratları ile birlikte miyosit nekrozunun bulguları bulunmaz. Prof. Dr. Rasim Enar • • İnflamatuvar infiltratların ileri tasnifi; lenfositik, eozinofilik veya granülomatözdür. İnflamasyonun miktarı; hafif, orta veya ağır olabilir. Dağılımı ise lokal, karışık veya diffüz olabilir. WHO (Marburg kriteri, 1996); her mm2’yi infiltre eden minimum 14 lenfosit, tercihen T lenfositler ve 4’e kadar makrofajları içerir. Retrospektif bir çalışmada, biyopsi ile doğrulanan miyokardite Patolojik dağılım; lenfositik %55, sınırda %22, granülomatöz %10, dev hücreli %6 ve eozinofilik %11 bulunmuştur. Endomiyokardiyal biyopside (EMB) endomiyokardiyal örnek alma hataları (örneğin yeri, miktarı gibi) EMB’nin doğruluğunu sınırlandırmaktadır, buna göre tanısal işlem sırasında rutin olarak 4-6 biyopsi örneği alınmalıdır. Dikkatli postmortem analizlerde, miyokardit olgusunun kanıtlanması için olguların >%80’de >17 örneğe ihtiyaç olmuştur (Mayo Clin Proc. 1989;64:1235-45). Klinik pratikte ise bu kadar çok biyopsi alınması mümkün değildir (EMB’nin sensivite eksikliğinin sebebi). Histopatolojik teşhiste araştırmacılar-arası değişkenlikler de bir diğer anlamlı kısıtlayıcıdır. Bu sorunlardan kaynaklanan yeni sınıflama arayışlarından birisinde, hastalığın klinik özelliklerine göre daha geniş klinikopatolojik bir sınıflama yapılmıştır: Fulminan, subakut, kronik aktif, ve kronik persistan subtiplere ayrılmıştır (Lieberman EB, Hutchins GM. JACC 1991;18:1617-26). Bu kategorilere göre miyokardit tarifi, Dallas kriterlerinin daraltılmış sınırının ötesine taşmıştır. Bu sınıflama günümüzde seyrek olarak kullanılmaktadır. 1. Fulminan miyokardit (miyokarditlerin %17’si); genellikle açık ve belirgin olarak başlamaktadır. Hem tam olarak spontan rezolusyon, hem de hızlı progressif kötüleşme, ve kalbin ağır derecede bozulmasına bağlı ölümle sonlanabilmektedir. Histolojide tam rezolusyon ile inflamatuar infiltratın çoklu aktif odakları vardır (heterojen). 743 744 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Akut Miyokardit Subakut Miyokardit Kronik Miyokardit Viral infeksiyon Monosit nekrozu Mononükleer hücre infiltrasyonu Makrofaj aktivasyonu Sitokin dışavurumu • IL-1 • IL-2 • TNF • İnterferon-γ 0 Sitotoksik Doğal katil hücreler T lenfositler B lenfoositler Perforin Nitrik oksid Nötrotlizan antikorlar 4 gün Viremi Fibrozis Kardiyak dilatasyon Kalp yetersizliği 14 gün Viral temizlenme 90 gün Virüs yok ŞEKİL 1. Akut viral miyokarditin progressif moleküler ve histolojik fizyopatolojisi ve evreleri. Akut inflamasyondan, dilate kardiyomiyopatiye, klinik KY’ye progresyonunun, zamansal seyri. IL: İnterlökin, TNF: Tümör nekroz faktörü. (NEJM 200;343:1388-98) 2. Akut miyokardit (miyokardit olgularının %6.5’i); klinik tablosu açık belirgin başlar, kardiyovasküler bozulma ile birliktedir ve inkomplet iyileşme gösterir, sıklıkla kardiyak disfonksiyon veya daha sonra ölümle sonuçlanır (Şekil 1). Histolojik olarak, zamanla tam çözülen sınırda inflamatuar infiltratlar vardır. 3. Kronik aktif miyokardit (miyokarditlerin %11’i); klinik tablosu akut miyokardite benzer, fakat kronik tip sıklıkla hafif –orta kardiyak disfonksiyona ilerler, nadiren restriktif fizyoloji gösterebilir. Histolojik muayenede, kronik inflamatuar değişiklikleri ima eden süreğen fibrozis vardır. 4. Kronik persistan miyokardit (miyokarditlerin %7’si); açık ve belirgin başlangıçlıdır. Histolojisinde çözülen aktif veya sınırda inflamatuar infiltratlar ile birliktedir kardiyovasküler bozulma göstermez. Moleküler tekniklerdeki gelişmelerde, çoğunlukla açıklanamayan dilate kardiyomiyopatili hastalarda; miyokarditin Dallas kriteri ile örtüşen, ancak bundan bağımsız miyokardiyumda viral genomun varlığı gösterilebilmiştir (Eur Heart J 1998;19:1564-72). Miyokarditin Standart hematoksilin- eozin kriterine göre teşhis edilmesi durumunda gerçeki nsidensinin eksik hesaplanacağı bilinmektedir. Daha gerçekci olmak için İnsan lokosit antijenlerinin (HLAs) immun peroksidaz ile boyanması düşünülmelidir; bu teknik tanına- mamış miyokarditte inflamatuvar kardiyomiyopatinin daha doğru olarak tanınmasını sağlamaktadır (Eur Heart J 1998;19:1564-72). Etyoloji3,4,5 İnsidensi net değildir, asemptomatik hastaların çokluğundan dolayı eksik teşhis edilmektedir. Genellikle gençleri etkiler, lenfositik miyokardit hastalarının mediyan yaşı 42 yaştır. Miyokardite sebep olan etyolojiler oldukça geniş bir spektumdadır (Tablo 1). Hastalık çalışmalarında ve bunların tetkik edilmesinde Viral miyokardit prototiptir, geleneksel olarak idrak edilen öncelikli viral sebepler; Enteroviruslar, spesifik olarak Coxsackie grup S altgrupları. Eski çalışmalarda, semptomatik prezentasyon ve Coxsackie B viral titrasyonlarının artışı arasında nedensel bir ilişki gösterilmiştir (JACC 1994;23:593-8). Daha sonraları aile-içi temaslar ve miyokardit olgularında, benzer düzeylerde serotip-spesifik Coxsackievirus B IgM antikorları bulunduğu bildirmiştir. Moleküler teknikler (PZR; Polimeraz zincir reaksiyonu) miyokardiyal dokunun viral etyoloji potansiyellerinin yaygın olarak test edilmesini kolaylaştırmıştır. Erişkin ve pediyatrik miyokardiyumunun kümelenmiş PZR analizlerinde idiyopatik SV disfonksiyonu olan bazı hastalarda, enteroviruslara kıyasla daha fazla adenoviral genom bulunmuştur (Circulation 1999;99:134854)./ JACC 2003;42:466-72). Miyokardit:Teşhis ve Tedavi TABLO 1. Miyokarditin major etyolojileri A. İnfeksiyon ve İnfestasyonlar: 1. Viral: Coxsackievirus; HCV; HIV; 2. Bakteriyel: Mikobakteriyel; streptokokal örnekler; mycoplasma pneumonia; treponema pallidum. 3. Fungal: Aspergillius; candida; coccidiodes; cryptococcus; histoplasma. 4. Protozoal: Trypanasoma cruzi. 5. Parazitik: Schistosomiasis; larva imigrans. B. Toksinler (Kardiyotoksik, Hipersensitif reaksiyon; eozinofilik miyokardit): Antrasiklinler, florourasil, streptomisin, siklofosfamid, interceptin, interlökin-2, Amfetaminler, kokain. C. Hipersensitive: Sulfonamidler; sefalosporinler; diüretikler; digoksin; trisiklik antidepresanlar; dobutamin. D. İmmunolojik sendromlar: Chur- strauss; inflamatuvar barsak hastalığı (ülseratif kolit); dev-hücreli miyokardit; diyabetes mellitus; sarkoyidoz; sistemik lupus eritematozus; tirotoksikoz; takayasu arteriti; wegener granülomatozis. Skleroderma, dermatomiyozit, polimiyozit. (Introduction to clinical myocarditis. In Cooper LT, ed. Myocarditis: From Bench to Bedside. Totowa, NJ: Humana Pres; 2003:257-81) Japon hastalarda Hepatit-C daha sık bildirilmiştir. Alman olgularda ise kümelenmiş PZR teknikleri ile Parvirus B19 genomu daha sık tanımlanmıştır (Circulation 2004;109:e179). Genomun şiddetlendirilebildiği olguların %25’de ≥2 farklı genom tanınımlandığıda bildirilmiştir (Circulation 2005;111:887-893). Bu bulgular, akut ve kronik miyokardite sebep olan viral etyolojide yaşla ilişkilendirilme ve bölgesel farklılıkların, geçmişteki görüşlere göre daha fazla önemli olabileceğini göstermektedir. Hepatit C virus (HCV), biyopsi ile miyokarditin teşhis edildiği hastaların serum ve kalp dokusunda HCV antikorları ve RNA’nın tanınması sonucunda HCV ve miyokardit lilşkilendirilmiştir. HCV infeksiyonu ve dilate olmuş kardiyomiyopati arasında nedensel ilişki halen belirsizdir; artmış TNF (Tümör nekroz faktörü) ve sitokin dışavurumu (ekspresyonu) bildirilmiştir. Çok-merkezli bir çalışma sonuçlarına göre (JACC 2003;42:466-72); biyopsi ile %66’sının miyokardit olduğu kanıtlanmış hastalarda (%33 hasta sınırda miyokardit), EMB ile %38’inde viral genom kanıtları bulunmuştur (sıklığı gittikçe azalarak; adenovirus, enterovirus ve sitomegalovirus). HIV (Human Immunodeficiency Virus), miyokardit ve SV disfonksiyonuna sebep olan kardiyotropik viral 745 infeksiyon ile de ilişkilendirilmiştir. HIV infeksiyonuna yakalanmış hastaların postmortem çalışmasında; histopatolojik kriterlerle %67’sinde miyokardit saptanmıştır (Br Heart J 1993;70:376- 81). Ayrıca, HIV infeksiyonu ve global ventriküler diskinezisi olan hastaların EMB’de %52’sinde miyokardit tesbit edilmiştir (JACC 1994;24:1025-1032). HIV’a bağlı miyokarditin prognozu, lenfositik miyokardite göre anlamlı olarak daha kötüdür. Bir çalışmada büyük kardiyomiyopati grubunda (Am Heart J 2004;147: 746-50) HIV-miyokarditi ölümün en güçlü öngöreni bulunmuştur (çok değişkenli analizde). Semptomatik HIV infeksiyonlu hastaların yıllık dilate olmuş kardiyomiyopatiye progresyonu (ortalama yıllık insidensi) 1000’de 15.9 olgu bulunmuştur. CD4+sayımı <400 hücre/mm3 hastalarda insidensi daha yüksektir. Bu yüksek-risk grubunda miyokarditin histolojik bulguları %83 saptanmıştır. Ancak miyokarditi virusun kendisinin mi oluşturduğu sıklıkla açık değildir; HIV tedavisinde kullanılan ilaçlar veya birlikteki diğer miyokardiyal infeksiyonlar (ko-infeksiyon) SV sistolik disfonksiyonundan sorumlu olabilir. Bununla birlikte, HIV-miyokarditinde yoğun antiretroviral tedavilerin uzun-dönem etkileri ve bunun klinik sekelleri araştırılmaktadır. Çiçek hastalığı aşılamasının , miyoperikardit yaptığı son zamanlarda tarif edilmiştir. Hastalarda klinik manifestasyonlardan kardiyak biyomarkerlerin yükselmesine çok yakın, 4-30 gün öncesinde çiçek- aşısı yapıldığı tesbit edilmiştir (insidensi; aşı verilen 100.000’de 7.8 hasta), (Am Heart J 2004;44:201-5). • İlaçlara karşı hipersensivite miyokarditi, gösteren ilaçlar: Antideprasanlar (trisiklik), antibiyotikler (pensilinler, sefalosporinler, solfonamidler), antipsikotikler (clozapine). Bu durumda, hipersensivite saptanabilir, bunlar: Daha önce iyi tolere edilmiş ilacın alınmasından günler ve haftalar sonra ateş, periferik eozinofili,sinüs taşikardisi ve ilaç döküntüleri görülebilir. Miyokardiyal tutulum değişik olup fulminan kalp yetersizliği veya hemodinamik kollaps gelişebilir, semptomlar kortikosteroyid verilip verilmemesinden bağımsız ilacın kesilmesi gerilemektedir. EMB sonuçlarında tipik olarak görülen; değişken derecelerde histiyositik, eozinofilik, lenfositik, veya nadiren granülomatöz infiltrasyon. Şaşırtıcı olarak, inflamasyonun derecesi veya nekroz ile; aritmi olasılığı veya hemodinamik kollaps arasında zayıf korelasyon tesbit edilmiştir (Arch Pathol Lab Med 1991;115:764-769). Hipersensivite miyokarditinin en uç formu olarak eozinofilik nekrozitan- miyokardit bulunmuştur, bunun sonucunda hasta hızla kötüleşir ve dolaşım kollapsına gidebilir (Tex Heart J 2003;30:76-9). 746 • KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Aktif miyokardit ile ilişkili olan immun hastalıklar: Çöliyak hastalığı, romatoyid hastalıklar (sistemik lupus eritematozus, miksed-konnektif doku hastalığı ve sistemik skleroz) ve hematolojik anormallikler (trombositopenik purpura gibi). Patogenez Günümüzde miyokarditin patogenezinin anlaşılması büyük ölçüde hayvan modellerinden sağlanmıştır. Üç temel mekanizma ile izah edilmiştir (Circulation 2001; 104: 1076-82). (1) Kardiyotropik virusun veya diğer infeksiyöz ajanların direk miyokardiyal lnvazyonu, (2) hızla immunolojik aktivasyonun ikinci- fazına ilerlerler, (3) Son-fazda, CD4+ aktivasyonu B hücrelerinin klonal genişlemesini teşvik eder, bundan sonraki sonuçları: Miyositolizis, ilave lokal inflamasyon ve dolaşan anti-kalp antikorlarının meydana gelmesidir. 3 mekanizma ayni konakta birbirini etkileyebilir; üstün olan mekanizma, konağın savunmasına ve spesifik infeksiyöz ajanlara bağlı olarak değişebilir. Aktif viremi periyodu sırasında, kardiyotropik RNA viruslar (Coxsackie B veya ensefalomiyokardit virusu gibi) reseptörün-yönettiği endositoz ile miyositin içerisine alınır ve direk olarak viral protein oluşturabilmek için virus intrasellüler değişime uğrar. Viral genomik, çift- iplikli RNA topluluğu ile devamlılık gösterir, bunlar miyosit disfonksiyonuna dayardımcı olur (distropin veya ökaryotik başlatan faktör-4‘ü bağlayarak). Sonraki fazın karakteristikleri; inflamatuvar hücre infiltrasyonu ile (doğal katil-hücreler, makrofajlar), sonraki proinflamatuvar sitıkinlerin ekspresyonudur (özellikle interlökin-1, interlökin-2, TNF ve interferongamma). TNF endotel hücrelerini aktive eder, ilave iflamatuvar hücre göçüne sebep olur ve direk inotropik etkilere sahiptir. Sitokinler ayrıca kardiyak miyositlerde uyarılabilen NOS’u (Nitrik Oksid sentaz) da aktive etmektedir (Şekil 1). Miyokarditin gelişme ve progresyonunda NO’nun rolü komplekstir. NO viral replikasyonu inhibe edebilir (spesifik viral proteazları hedefleyerek, peroksinitrat oluşumunun güçlü antiviral ertkileri de vardır). NOS eksikliği olan farelerde; daha fazla viral titrasyon, daha yüksek mRNA yükü ve daha yaygın miyosit nekrozu bulunmuştur (Proc Natl Acad Sci USA. 2004;101: 1731-6). Deneysel olarak, miyosinin sebep olduğu otoimmun miyokarditte, miyositler ve makrofajlarda NOS ekspresyonu daha yoğun inflamasyon ile birlikte bulunmuştur, ayrıca NOS inhibitörlerinin miyokarditin şiddetini azalttığı gösterilmiştir. Hücresel immunitede viral temizlenme de önemli rol oynamaktadır. Son olarak, kontraktil, yapısal, ve mitokondriyal proteinlere karşı yönelmiş dolaşan oto-antikorlar insan ve deneysel hayvan miyokarditlerinde tarif edilmiştir. Biyopsi ile hastalığı kanıtlanmış hastaların %25-73’ünde bir veya daha fazla otoantikor saptanmıştır. Bunların; enerji metabolizmasına, kalsiyum homeostazisi ve uyarı transdüksiyonuna direk sitopatik etkileri olabilir, ayrıca kompleman aktivasyonuna ve antikor-bağlanmış hücrelerin lizisine de sebep olurlar. İmmuno-adsorbsiyon ile dolaşan antikorların uzaklaştırılmasının kalp fonksiyonlarını düzelttiği ve kalpteki inflamasyonu azalttığı gösterilmiştir. Yeni hipoteze göre; normal immun cevap, viral- temizlenmeyi kolaylaştırmakta ve iyileşmenin olmasını sağlamaktadır. Anormal immunolojik aktivite, bu hassas dengeyi değiştirebilir (ineffektif viral klirensi yükseltmekte veya devamlı T-hücre/veya antikorun-yönettiği miyosit hasarına yardım etmekte). Klinik Prezentasyon Klinik manifestasyonları, asemptomatik EKG anormalliklerinden kardiyojenik şoka kadar değişmektedir. Geçici EKG anormallikleri, toplumsal viral endemilerde sıklıkla miyokardiyal tutulumu göstermektedir, bu hastaların çoğunluğu asemptomatiktir. Miyokardit ayrıca fulminan kalp yetersizliğine sebep olabilir; bu hastalarda yeni oluşan kardiyomiyopati bulunur. Hastalarda; ateş, miyalji, solunum semptomları, veya gastroenterit ile viral prodrom bulunabilir, bunları takiben aniden hemodinamik kollaps başlamaktadır. Bildirilmiş infeksiyöz viral prodrom insidensi oldukça değişkendir (gösterilmiş miyokardit hastalarında %10-80). • Akut lenfositik miyokarditin en dramatik ve klinik olarak karakteristik prezentasyonu akut dilate olmuş kardiyomiyopatidir. Akut dilate olmuş kardiyomiyopati ile klinik miyokardit arasındaki bağlantı kanıtları EMB bulgularından sağlanmıştır. İki en büyük biyopsi serisinde; yeni-başlamış dilate kardiyomiyopati olgularında isbatlanmış miyokardit %9-16 sıklıkta bildirilmiştir. “Dev-hücreli miyokardit çalışma grubunda”; devhücreli miyokardit hastalarının %75’inde kalp yetersizliği semptomları primer prezentasyon saptanmıştır. • Histopatolojik özellikler ile (lenfositik infiltrat ve fibrozun yaygınlığı gibi) ne semptomlar ne de miyokarditin klinik seyri korelasyon göstermiştir. Lieberman ve ark. sınıflamasında; aktif miyokarditten fulminanı ayırmışlardır. Fulminan miyokarditin yüksek doz vazopressor veya mekanik-dolaşım desteğine daha fazla ihtiyacı olmuştur. Bu sınıflama sisteminin kullanıldığı en büyük prospektif çalışmada fulminan miyokardit sıklığı %10.2 görülmüştür. Fulminan miyokarditin ilave karakteristikleri; belirgin viral prodrom, ve ileri kalp yetersizliği semptomlarının aniden başlamasıdır (genellikle <3 günde). Miyokardit:Teşhis ve Tedavi • Bu hastaların tipik bulgusu; ağır global disfonksiyonu ve minimal artmış SV diyastol-sonu çaplarıdır. Sınırda veya aktif lenfositik miyokarditin herikiside bu dramatik prezentasyonu meydana getirebilir. • Miyokarditin akut koroner sendromu taklit ettiği bildirilmiştir. Yükselmiş troponin düzeyi kreatin kinaza göre miyokardiyal hasarın daha güvenilir markeridir (Circulation 1997;95:163-8). • Akut miyokardiyal iskemiyi gösteren EKG değişiklikleri tipik olarak: ≥2 komşu derivasyonda ST elevasyonu (%54), T-dalgası inversiyonu (%27), yaygın ST-segment depresyonları (%18) ve patolojik Q-dalgaları (%18-27). Anjiyografik olarak koroner arterlerinin anatomisi normal olan hastalarda ekokardiyografide segmenter veya global duvar hareket bozukluğu görülmesi sık ve değerli bir kanıttır. Bir çalışmada (JACC 2001;37:786-92), Miyokardiyal İndiyum111 ile işaretlenmiş miyosin antikorları ve dinlenim talyum görüntülemesinde, akut göğüs ağrısı ile iskemik EKG anormallikleri ve yükselmiş kardiyak biyomarkerleri olan hastaların %78’de myokardit bulunmuştur. Bir başka çalışmada ise, koroner arterleri normal bilinen akut koroner sendroma benzeyen EKG ve semptomları olan hastalarda EMB’de %32’sinde miyokardit gösterilmiştir. ®-Pratik nokta; akut koroner sendrom semptom ve bulguları bulunan genç hastalarda, koroner risk faktörleri yok ise, ve EKG anormallikleri tek koroner arter bölgesinin ötesine yayılıyor, veya ekokardiyografide segmenterden çok global disfonksiyon bulguları bulunuyorsa akut miyokardit düşünülmelidir. Miyokardit kalp ileti sisteminde değişik etkiler meydana getirebilir. Ventrikül taşikardisi (VT), miyokarditin başlangıç manifestasyonu olarak seyrek görülmektedir. Fakat, uzun-dönem takipte sık gelişir. “Dev-hücreli miyokardit çalışma grubu” VT’nin başlangıçtaki insidensini <%5 bildirmiştir. Lenfositik veya granülomatöz miyokarditin herikisinde de VT sıklıkla ani kardiyak ölüme sebep olmaktadır. Tanısal Tetkikler a. Biyopsi: Dallas kriterleri, miyokarditin histopatolojik tanımı için standardize etmiştir (Tablo 2). Olguların %10-20’sinde tanısal bilgi verir (veya tanısal kabul edilmiştir). EMB bulguları teşhiste altın- standart kabul edilmektedir. En büyük serilerde, açıklanamayan kardiyomiyopati hastalarında EMB bulguları kullanılarak %9 hastada miyokardit tesbit edilebilmiştir. 747 TABLO 2. Miyokarditin Histolojik değerlendirmesi (Dallas kriteri) Aktif miyokardit: Artmış infiltratlara yakın komşu bölgelerde miyositoliz. Sınırda miyokardit: Artmış infiltratlar, fakat komşu bölgelerde miyositoliz bulunmamaktadır. Endomiyokardiyal biyopsi (EMB); semptomların başlamasından sonra haftalar içerisinde yapılması, semptomları uzun zamandır devam edenlerde EMB alınmasına göre daha fazla kabul görmüştür (Tablo 3). • • • 2005-AHA/ACC- Kalp yetersizliği kılavuzuna göre; EMB Sınıf-IIb indikasyon olarak tavsiye edilmiştir (Tablo 4). Biyopsi genellikle; standart tedaviye rağmen hızlı progresyon gösteren kardiyomiyopatide veya progressif ileti sistemi hastalığı veya fatal ventriküler aritmiler ile birlikte olan açıklanamayan- kardiyomiyopatide son tercih olarak yapılabilir. Kalp yetersizliğinin bilinen sebebi olan sistemik hastalıkta kardiyovasküler semptom ve bulguları gelişen hastalarda düşünülmelidir. Miyokarditin kanıtlanması içim rutin EMB yapılması gereksizdir. 2006-HFSA, standart tedaviye cevap vermeyen ve etyolojisi bilinmeyen hızlı kardiyak fonksiyon kötüleşmesinde EMB düşünülmesini tavsiye etmiştir. TABLO 3. Genel endomiyokardiyal biyopsi indikasyonları 1. Dilate kardiyomiyopatinin potansiyel sık etyolojilerini dışlamak (familyal; iskemik; alkol; postpartum; kardiyotoksik). 2. Standart tedaviye refrakter subakut veya akut kalp yetersizliği semptomları. 3. Optimal farmakolojik tedaviye rağmen EF’nin kötüleşmesi. 4. Hemodinamik olarak anlamlı aritmilerin gelişmesi (özellikle progressif kalp bloğu ve VT). 5. Kalp yetersizliği ile birlikte; döküntü, ateş veya periferik eozinofili. 6. Kollajen vasküler hastalık hikayesi (sistemik lupus eritematozus, skleroderma veya poliarteritis nodozum). 7. Bilinen amiloyidoz, sarkoyidoz, veya hemakromatozisde yeni başlayan kardiyomiyopati bulunması. 8. Dev-hücreli miyokardit şüphesi (genç yaş, yeni subakut kalp yetersizliği veya etyolojisi net olmayan progressif aritmiler). (Wu LA, Lapeyre AC III, Cooper LT. Current role of endomyocardial biopsy in the management of dilated cardiomyopathy and myocarditis. Mayo Clin Proc 2001;76:1030-8). 748 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 4. AHA/ACC EMB tavsiyeleri Sınıf I tavsiye: 1. Normal büyüklükte ve dilate SV ve hemodinamik bozukluk ile <2 haftada yeni başlayan kalp yetersizliği. 2. 2 hafta ile 3 ay süre içerisinde yeni başlayan KY ile birlikte yeni ventriküler aritmiler, 2. veya 3. derece kalp bloğu bulunması ve KY’nin 1-2 haftalık olağan tedavi ve bakıma cevapsız olması. Sınıf IIa tavsiyeler: 1. Dilate SV ve yeni ventriküler aritmiler, 2. ve 3. derece kalp bloğu ile birlikte olan, 1-2 haftalık olağan bakıma cevap vermeyen >3 aylık KY. 2. Alerjik reaksiyon ve/veya eozinofiliden şüphelenilen, süresi ne olursa olsun dilate kardiyomiyopati ile birlikte KY. (Griffin BP. Topol EJ. Cardiovascular medicine. Lipincott Williams & Wilkins 2009 p.158) b. Kardiyak Biyomarkerler: Miyokarditten şüphelenildiği zaman kardiyak biyomarkerler (kreatin kinaz, troponin I ve T) rutin olarak bakılmalıdır. CK ve onun izoformu CK-MB düşük öngörürlüğünden dolayı, noninvaziv tetkik olarak genellikle faydalı değildir. Biyopsi ile kanıtlanmış miyokarditte CK MB hastaların %7.5’de, kardiyak troponin I veya T en az %50’sinde yükselmiş bulunmuştur. Bir çalışmada miyokarditten şüphelenilen hastaların %35’de troponin düzeyleri yükselmiştir (troponin >0.1 ng/ml); troponinler miyokarditin araştırılmasında sensivitesi %53, spesifitesi %94, pozitif öngörürlüğü %93 ve negatif öngörürlüğü %56 bildirilmiştir (JACC 1997; 30:1354-9). “Çok-Merkezli Miyokardit Tedavi Çalışması”; altgrubunda troponin I değeri tetkik edilmiştir; tüm grupta yükselmiş troponin I sensivitesi düşük (%34), spesifitesi ise yüksek (%89) bulunmuştur. Kısa semptom süresi (<4 hafta), anlamlı olarak daha yüksek sensivite ile ilişkili bulunmuştur (biyopsi ile kanıtlanmış hastalarda), pozitif öngörürlüğü ise %82 bulunmuştur (Circulation 1997;95:163-168). • Bir görüşe göre: Klinik olarak miyokardit düşünüldüğünde, rutin olarak Troponin I ve T bakılmalıdır (Arch Intern Med 2003;163:165-8). Eritrosit sedimentasyon hızı eski çalışmalarda, “reaktif” miyokard hastalığı topluluğunu karakterize etmek için kullanılmıştır. Ancak sentivite ve spesifitesi ileri derecede düşük bulunmuştur. Sedimentasyon ve C Reaktif Protein klinik progresyon veya tedaviye cevabın iyi monitörüdür, fakat miyokarditte duyarlılığı düşüktür. Lokositoz sıktır (genellikle lenfositik), bununla birlikte eozinofili hipersensivite (eozinofilik) miyokarditini ima edebilir. Tümör nekroz faktör-alfa, interlökinler interferon-gama, serum çözünen FAS-ligand düzeyleri gibi yeni çıkmış inflamasyon markerleri araştırılmaktadır. Bunların yükselmesi kötü prognozun habercisi olabilir. Diğer serum immunolojik markerleri de tanı parametrelerine dahil edilmiştir; kompleman, sitokinler ve anti-kalp antikorları. Bu yaklaşımların kesin olarak hiçbirisi, biyopsi ile kanıtlanmış miyokartditi prospektif olarak onaylayamamıştır. İmmunolojik yaklaşımlar; immunolojik gelişmeler EMB’nin tanısal kapasitesini genişletmiştir. İmmunohistolojik boyama miyokardiyumu infiltre eden lokosit alttiplerinin daha kesin karakterize edilmesine imkan sağlamıştır. c. Miyokardiyal görüntüleme: Miyokarditin araştırmasında kullanılan görüntüleme teknikleri; ekokardiyografi, galyum67 veya indiyum111 ile işaretlenmiş antimiyozin antikorlarının nükleer görüntülenmesi, ve MRI. • Günümüzde ekokardiyografi, miyokarditten şüphelenilen hastaların ilk tanısal tetkiki sırasında, tümüne yapılması önerilmiştir. Antimiyozin sintigrafi (indiyumIII monoklonal antimiyozin antikorları), Gadolinium-yükseltilmiş MRI’ın sağlanabilirliği kısıtlı olduğundan seyrek uygulanan tetkiklerdir. Miyokarditte ekokardiyografik bulgular: Dilate olmuş kardiyomiyopati ile uyumlu olarak SV disfonksiyonunda sıklıkla SV genişlemiş (minimal veya yok), sadece %23’de ise sağ ventrikül disfonksiyonuda bulunur. Kalp yetersizliği yerine göğüs ağrısı veya kalp bloğu olanlarda SV fonksiyonları ve büyüklüğü korunmuş, segmenter duvar hareket bozukluğu hastaların %64’degözlenmiştir (hipokinetik, akinetik veya diskinetik bölgeler). Reversibil SV hipertrofisi hastaların %15’de bulunmuş ve birkaç ayda kaybolmuştur. Sonuç olarak; ekokardiyografik bulgular değişken olabilir ve rölatif nonspesifiktir. Seri çalışmalarda, miyokarditin çeşitli şekillerinde tedavi cevabının değerlendirilmesinde ekokardiyografinin faydalı olduğu gösterilmiştir; eozinofilik miyokarditte kortikosteroid tedavisinden sonra belirgin konsantrik SV hipertrofisinin klaybolduğu (düzeldiği) bildirilmiştir. • Ekokardiyografinin sağladığı anatomik özellikler (boşluk çapları, EF, duvar hareket bozuklukları),ka rdiyomiyopatinin diğer şekillerinden miyokarditi ayırt etmede yetersiz kalmaktadır. 1. Nadiren, fokal duvar hareket bozukluğu ve perikardiyal sıvı bulunması, ileri tetkik ve girişim gerektirebilir. 2. Fulminan miyükardit sıklıkla normale yakın diastol Miyokardit:Teşhis ve Tedavi çapları ve artmış duvar kalınlığı ile karakterizedir, oysa ki miyokarditte diastolik çaplar artmış, septal duvar kalınlığı ise normaldir. Ultrasonik doku özelliklerinin incelenmesi miyokardit teşhisinde daha faydalıdır; ultrason enerjisinin geçişi ve yansıması, doku yoğunluğu, elastikliği ve akustik direncine bağlıdır. Bu faktörlerden bir veya daha fazlasının değişmesi farklı ultrasonik görüntülere sebep olmakta ve görüntünün yapısını değiştirmektedir. Doku özelliklerinin tayin edilmesi, miyokarditin sağlıklı normal miyokardtan ayırtedilmesinde oldukça etkili bulunmuştur (sensivite ve spesifite değerleri sırası ile %100, %90). • Ancak ultrasonik doku karakterleri ile idiyopatik dilate kardiyomiyopati ve aktif miyokardit birbirinden ayırt edilememektedir. Doku dopler görüntülemesi ve miyokardiyal hız ölçümleri; bu değerlendirmeler akut miyokarditte doku değişiklikleri ve bunların zamansal seyrini daha iyi karakterize etmektedir. Elektrokardiyografi: EKG’de sıklıkla sinüs taşikardisi bulunur, bununla birlikte miyokardiyal iskemiye uyan fokal ve difüz ST-segment deviyasyonu bulunabilir. Bazı olgularda fasiküler blok veya atriyoventriküler ileti bozuklukları ve ventriküler taşikardi hemodinamik olarak anlamlı olabilir. 749 İndiyum111 ile, işaretlenmiş monoklonal antikor parçaları (miyozinin ağır zincirine karşı yönlendirilmiş), bütünlüğünü kaybetmiş miyositlere bağlanır (sarkolemmal membranlarına ve ektrasellüler sıvı boşluğuna çıkmış intrasellüler miyozine). Ancak Galyum67, miyokardiyal inflamasyonun yaygınlığını araştırmaktadır; kalpte aktinomiyozinin galyum alımı, miyosit nekrozunun yaygınlığını yansıtır. EMB ile kanıtlanmış nekrozu göstermede sensivitesi %83, spesifitesi %53, negatif taramanın ise öngörme değeri %92 bulunmuştur. Yeni bir çalışmada pozitif aktinmiyozin taraması ve dilate olmamış SV kavitesinin (≤62 mm) herikisinin EMB’de miyokarditi öngörmesi yüksek bulunmuştur. Myokardiyal inflamasyon ve miyosit hasarını teşhis etmede MRI (kontrast’lı) en fazla ümit veren yöntemdir. MRI anatomik ve morfolojik bilgilerin yanında kesin doku tanımlaması da sağlamaktadır. Aktif miyokardit tipik olarak miyosit hasarı (ödem, hücresel şişme) ile birliktedir; relaksasyon zamanlarının değerlendirmesi hasarın araştırılmasında duyarlı bulgu sağlamaktadır (Şekil 2). Miyokardit teşhisinde tavsiye edilen pratik yaklaşım (Tablo 5): TABLO 5. Teşhiste tavsiye edilen pratik yaklaşım (Jared W, Magnani W, Dec GW. Myocarditis: Current Trends in Diagnosis and Treatment Circulation 2006; 113:876890) A. Teşhis için yaklaşımın ilk adımı: Şüphelenilen hastalarda; Ekokardiyografi, serum troponin ölçümü ve noninvaziv MRI miyokardit teşhisinin ilk değerlendirme ve tetkiki için temin edilmelidir. B. Seçilmiş hastalar: ST elevasyonu, yükselmiş kardiyak markerler ve iskemik semptomları bulunan hastalar; hızla koroner anjiyografiye gitmelidir. Koroner ateroskleroz bulguları veya diğer patofizyolojik etyolojilerin (stresin sebep olduğu kardiyomiyopati; “takotsubo sendromu” gibi) olmaması durumunda hastada miyokardit düşünülmelidir. ŞEKİL 2. T1-ağırlıklı MRI kesitlerinde, mid ventriküler düzeydeki görüntüler (Akut miyokarditte). Sol: Semptomların 2. gününde sağlanan yükseltilmemiş görüntü. Posteriyor miyokardiyum ve bazal septumda artmış sinyal şiddeti, gadopantetat dimeglumine verildikten sonra daha belirgin (sağda, oklar) (Magnani, J.W. et al. Circulation 2006;113: 876-890) C. EMB, oldukça selektif olarak düşünülmelidir (<%5): (a) özellikle, kardiyak MRI’da artmış miyokardiyal tutulumda; (b) şüphelenilen dev-hücreli miyokardit veya sarkoidoz, şüpheli alerjik miyokardite bağlı hızlıilerleyen kardiyomiyopatide; (c) açıklanamayan SV disfonksiyonunda, miyokardı etkileyen bilinen bir otoimmün hastalığın bulunması durumunda. • Daha tam ve net biyopsi lokalizasyonu için, MRI hedefleri kullanılmalıdır (biyopsi yerinin belirlenmesi için). Alınan biyopsi materyalinde doku örneği daha detaylı incelenmelidir (HLA ekspresyonu analizi ve viral genomik materyal aranmalıdır). 750 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Miyokarditin Doğal Hikayesi Miyokarditin doğal hikayesi klinik prezentasyonları kadar değişiktir. Miyokardit miyokard infarktüsünü taklit edebilir (AMİ şüphesinde, önceden sağlıklı olan erişkinlerde, kardiyovasküler durumun tam iyileşmesinin evrensel sebebi; miyokardittir), örneğin; çiçek aşısı- miyokarditinin klinik, laboratuar ve ekokardiyografik anormallikleri hızla kaybolmuştur, kalp yetersizliği bulunan hastaların hafif bozulmuş SV fonksiyonu olabilir (EF %40-50), aylar ve haftalar içerisinde tipik olarak düzelir, çok az sayıdaki hastada ise kalp yetersizliği ilerlemiştir (EF <%35, SV diyastol-sonu çapı >60 mm); bu grubun %50’sinde kronik SV disfonksiyonu gelişmiştir. İlginç olarak fulminan miyokardit (akut evrede sağ kalanlarda) en iyi uzun-dönem prognoza sahiptir (>%90 yaşam beklentisi). “Miyokardit tedavi çalışmasında” biyopsi ile doğrulanan miyokarditte 1 ve 4.3 yılda mortalite %20 ve %56 bulunmuştur. “Mayo kliniğinin gözlemsel verilerine” göre; 5 yıllık yaşam beklentisi yaklaşık %50’dir. Devhücreli miyokarditte ise 5 yılda yaşam beklentisi <%20 bildirilmiştir (Şekil 3). • Hastaların klinik değişkenleri yaşam beklentisini öngörmemektedir. Suda çözünür FAS ve çözünür FAS-ligand serum düzeyi; fatal miyokarditlerde anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur, anlamı; sitokin aktivasyonunun şiddetini göstermektedir, önemli prognostik bilgiler verebilir. Bir çalışmada biyopsi ile kanıtlanmış lenfositik miyokarditte, çok-değişkenli öngörücü modelde tanımlanmış prezentasyonlardan; senkop, dal-bloğu veya EF <%40, yükselmiş ölüm ve transplantasyon riskini anlamlı öngörmüştür. İlerlemiş kalp yetersizliği semptom- ları (NYHA sınıf- III veya IV) ve SV dolum basınçlarının da, daha kötü prognozu öngördüğü bildirilmiştir. Kalp yetersizliği topluluğunda pulmoner hipertansiyon da artmış mortaliteyi öngörmektedir, bu ilişki miyokarditli hastalarda da geçerli bulunmuştur. Sınırda miyokardit teşhisi konan hastaların, aktif miyokarditlilere göre yaşam beklentisi daha avantajlı gösterilmiştir. • Genel olarak miyokarditte histopatolojik bulgular ve prognoz arasında kesin bir ilişki saptanamamıştır. Önemli not; aktif miyokarditte tekrarlanan EMB’lerde histolojik iyileşme olumlu klinik prognozu öngörmüştür (Br Heart J 1988;60:332-7). Biyopsi örneklerinin genomik analizinden çelişkili prognostik bilgiler sağlanmıştır. Bunlardan birisinde: 4 yıllık yaşam beklentisi (transplantsız) entereovirus pozitif olanlarda (Coxsackie B3 viral genomer) enterovirus negatif hastalara göre daha iyi bildirilmiştir (%95’e karşı %55). Daha da ötesi SVEF’si virus-pozitif olanlarda anlamlı olarak yükselmiştir (%35±13’den %43±9’a), virusnegatif grupta ise değişmemiştir (JACC 1995;25:1170-5). Lenfositik miyokarditin immunosupressif tedaviye yetersiz cevap verdiği görülmüştür, bu “cevapsızlık” sonucunda, spesifik immunosupressif stratejiye olası tedavi cevabını öngörmede hastaların genomik analizi yardımcı olabilir. Kardiyak sarkoidoz, lenfositik miyokardit ve idiyopatik kardiyomiyopatiye benzemektedir. Kardiyak sarkoidozun prognozunu, gelişen kardiyak lezyonların yaygınlığı belirleyebilir. En kötü prognoz Dev- hücreli miyokarditte gösterilmiştir, mediyan yaşam beklentisi; kalp yetersizliği veya aritmilerin başlamasından sonra ortalama sadece 5.5 aydır (N Engl J Med 1997;336:1860-6). • ŞEKİL 3. Miyokardit tedavi çalışması. Biyopsi ile kanıtlanmış miyokarditli (dev hücreli) 38 hasta ve lenfositik miyokarditli 111 hastanın Kaplan-Meir yaşam beklenti eğrisi. (Magnani, J.W. et al. Circulation 2006; 113:876-890) Sonuç; miyokardit, miyokardiyal infeksiyon ve otoimmunitenin herikisinin ortak nihai sonucudur. Otoimunite, miyositlerin aktif inflamatuvar yıkımı ile meydana gelmekte ve sonuçlanmaktadır. Kesin tanımlaması ve doğal hikayesi; klinik prezentasyon, laboratuar bulgularının olağanüstü değişkenlik göstermesi, farklı ve çeşitli etyolojilere sahip olmalarından dolayı kısıtlıdır. Ekokardiyografi, serum troponin ölçümü ve noninvaziv MRI teşhisin ilk değerlendirme ve tekikleri için temin edilmelidir. • ST elevasyonu, yükselmiş kardiyak markerler, ve iskemik semptomları bulunan hasta hızla anjiyografiye gitmelidir. Koroner ateroskleroz bulguları veya diğer patofizyolojik etyolojilerin (stresin sebep olduğu- kardiyomiyopati; “takotsubo sendromu” gibi) olmaması durumunda miyokardit düşünülmelidir. EMB oldukça selektif olarak düşünülmelidir (<%5): (a) özellikle, kardiyak MRI’da artmış miyokardiyal tutu- Miyokardit:Teşhis ve Tedavi lumu, (b) şüphelenilen dev-hücreli miyokardit veya sarkoidoz, şüpheli alerjik miyokardite bağlı hızlı-ilerleyen kardiyomiyopati, (c) açıklanamayan SV disfonksiyonu, miyokardı etkileyen bilinen otoimmun hastalığının bulunması durumunda. Daha tam biyopsi lokalizasyonu için, MRI kullanılmalı (biyopsi yerinin belirlenmesi için). Alınan biyopsi materyalinde doku örneği daha detaylı incelenmelidir (HLA ekspresyonu analizi ve viral genomik materyal aranmalıdır). Prognoz Erişkinlerde çok az semptomla veya kardiyojenik şok ve belirgin KY’nin toksik tablosdunda bulunabilir (fulminan miyokardit). Ancak indeks miyokarditten yıllar sonra KY ile de bulunabilir (idiyopatik kardiyomiyopatilerin %12.8’i). Doğal hikaye ve sekeli: Akut fazdan sağ kalanlarda, ptrognoz daha iyidir (kronik aktif miyokardit hariç). 1. Birçok hasta spontan olarak klinik iyileşir, hatta mekanik destekten haftalar sonra bile. 2. “Miyokardit tedavi çalışmasında”, 1 yıllık mortalite %20,4 yılda mortralite oranı %56 bulunmuştur. 3. 11 yıllık sağ kalım fulminan tipte %93, non-fulminan tipte 45 bulunmuştur. 4. Dilate kardiyomiyopatinin değerlendirilmesinde: a. Miyokarditlerin yarısında sonradan kardiyomiyopati gelişmiştir (3 ay-123 yılda). b. İdiyopatik dilate kardiyomiyopati hastalarının EMB’de %4-10’da miyokardit kanıtları görülmüştür. 5. Kalıcı kalp pili gerektiren kalp bloğu hastaların %1’de olur. membran oksijenizasyonu, devam eden, refrakter- kardiyojenik şoktaki hastalarda gerekebilir (bakınız Bölüm 1.8). Bu cihazlar, olumlu olarak SV greometrisini değiştirmekte, duvar stresini düşürmekte ve sitokin aktivasyonunu azaltmakta; miyositlerin kontraktil fonksiyonu düzelmektedir. Ventriküler-yardımcı cihaz veya ekstrakorporealmembran oksijenizasyonu implantasyonunun yaşam beklentisine etkilerini gösteren bulguların büyük bölümü gözlemseldir. Agressif kısa-dönem hemodinamik destek tartışmasının kökeni; ventrikül fonksiyonlarının spontan yüksek iyileşme olasılığıdır, “iyileşmeye köprü” LVAD kullanımı (bakınız Bölüm 3.7). Başlangıçta sağlanan hemodinamik stabilizasyondan sonra tedavi aşağıdaki gibi takip ettirilmelidir: (2005-AHA/ACC-Kalp yetersizliği Kılavuzu: Circulation 2005; 112:1825-52.) (a) Bütün hastalara ACEİ ve beta-bloker, (b) NYHA sınıf III veya IV semptomları devam eden hastalarda aldesteron antagonisti kullanımı. (c) İCD implantasyonu; ilerlemekte olan SV disfonksiyonunda birkaç ay erteleyerek muhtemelen ventrikül fonksiyonunun iyileşmesine ve toparlanmasına yeterli zamanı kazandırmaktadır (malin aritmi ve ölümlerinin önlenmesi ile). • Viral miyokarditin uzun dönem sekeli anormal hücresel ve humoral üminite ile ilişkilidir, bundan dolayı; immunosupresyon miyokardit tedavisinde faydalı olmalıdır. • >20 kontrolsuz gözlemsel çalışmanın sonucuna göre, birkaç uyarı: (1) Miyokardiya inflamasyonun histolojik iyileşmesi ventrikül fonksiyonlarının düzelmesi ile yakın korelasyon göstermemektedir. (2) Kontraktil fonksiyonun yüksek insidensli spontan düzelmesi; tedavinin gerçek başarısını tayin etmek için her çalışmada kontrol grubuna ihtiyaç vardır. (3) Spesifik viral ilaçlar (adenovirus, enterovirus, parovirus) ve konağın immunulojik durumu immunsupresyona verilen farklı cevabın sebepleridir. • Çeşitli çalışmalarda kullanılan immunosupressif ve/ veya immunomodulatör tedaviler: prednison; prednison ve + siklosporin veya azatiyopirin; immunglobulin; interferon- alfa; interferon- beta. Mortalite Öngörenleri 1. İlerlemiş yaş, EKG anormallikleri (QRS aslternansı, atriyal fibrilasyon, düşük voltaj), senkop ve spesifik teşhisler (peripartum kardiyomiyopati gibi). 2. Sağ kalım için olumlu faktörler; normal ventrikül fonksiyonu, kısa klinik hikaye ve fulminan tablo ile başlangıç. Tedavi4,6 Destekleyici bakım tedavinin ilk sırasındadır. Fulminan veya akut miyokardit bulunan çok az sayıdaki hasta, ağır SV disfonksiyonuna bağlı ilerlemiş kalp yetersizliği hastaları gibi yoğun düzeyde hemodinamik ve agressif farmakolojik girişime (vazopressor, pozitif inotropikler) ihtiyaç gösterir. • Yükselmiş SV dolum basınçları intravenöz diüretik (intravenöz furosemid) ve vazodilatörler ile (intravenöz nitrogliserin veya nitroprussid) tedavi edilmelidir (kontrindikasyonları bulunmuyorsa). Ventriküler yardımcı cihaz veya ekstrakorporeal- 751 752 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI • Sonuç olarak; 2006’da miyokarditin tedavisi büyük ölçüde destekleyicidir. (1) İmmunosupresyon, akut lenfositik miyokarditte etkili gösterilememiştir. (2) Antiviral tedavilerle (interferonlar) yapılan ilk çalışmaların sonuçları immunosupresyonun potansiyel tedavi edici rolunu ima etmiştir, fakat daha ileri araştırmalara ihtiyaç vardır. (3) Günümüzde, akut kardiyomiyopatide standart bakım; farmakolojik ilaçlar ve ventriküler-yardımcı cihazlar ile (gerektiğinde transplantasyon dahil) kardiyovasküler destektir. (4) Farmakolojik tedavinin içeriği; hastanın semptomları ve hemodinağini düzelttiği gösterilen standart kalp yetersizliği tedavisidir. (5) Akut miyokardit ve kardiyomiyopatinin yüksek spontan iyileşme oranı sürece azda olsa iyimserlik kazandırmıştır. Kronik dilate kardiyomiyopatiye ilerlemiş hastalarda 5 yıllık yaşam beklentisi <%50’dir (bunlarda immunomodulatör yaklaşım araştırılmaktadır). TEDAVİ 2006-HSA Tavsiyeleri (Journal of Cardiac Failure 2006;12:11-35) (1) Miyokardit hastalarında rutin immunosupressif tedavi kullanımı tavsiye edilmemektedir. (2) Etyolojisi bilinmeyen ve medikal tedaviye cevap vermeyen kardiyak fonksiyonda kötüleşmede endomiyokardiyal biyopsi düşünülmelidir. A. Kalp yetersizliği tedavisi: 1. KY tedavisi diüretikler, ACE inhibitörleri, Betablokerler ve Aldosteron-antagonistlerini ihtiva etmeli. 2. Hayvan modellerinde saptanan proaritmik özelliklerinden dolayı digoksin yasaklanmalıdır. 3. Tromboembolik olayları önlemek için antikoagülasyon, apikal anevrizma ile trombus olan hastalara genellikle önerilmektedir (Chagas hastalığı, atriyal fibrilasyon, geçmişte embolik epizodlar gibi). 4. İnotropik tedavi indikasyonu, ağır hemodinamik bozulmaya, özellikle fulminan miyokardite saklanmalıdır. 5. Aggressif destek ile mekanik ve cerrahi girişim sıklıkla indikedir. a. Afterloadun düşürülmesi ve hemodinamik destek için İABP. b. Mekanik yardımcı cihazlar (LVAD). c. Ekstrakorporel membran oksijenasyonu (ECMO). 6. Transplantasyona verilmesi düşünülmelidir; özellikle progressif ve tekrarlayan biyopsilerde kanıt- lanan dev hücreli miyokardit veya peripartum kardiyomiyopatide. B. Egzersiz kısıtlaması: 1. Teorik olarak miyokardiyal inflamasyon ve nekroz, remodeling ve ölüm riskini artırır. 2. Hastaya ağır egzersizden birkaç ay sakınması tavsiye edilmeli. C. Aritmi tedavisi: 1. B-blokerler, sotalol ve amidaron standart tedavide kullanılan birinci-sıradaki ilaçlardır. 2. ICD’ler, sürekli düşük EF ve tıbbi tedaviye dirençli refrakter aritmileri kronik fazda stabilize etmek için indikedir. 3. Kalp bloğu veya bradiaritmilerde kalıcı kalp pili kullanılır. D. Takip: 1. Kronik inatcı inflamasyon dilate kardiyomiyopatiye neden olduğundan klinik olarak yakından takip edilmelidir: ilaç kullanımı ve fiziksel aktivite titrasyonu ile başlangıçta, 1-3 ay aralar ile izlenmelidir. 2. Ventriküler yapı ve fonksiyonun seri olarak ekokardiyografi ile sıklıkla değerlendirilmelidir, miyokarditten sonra ekokardiyografik değerlendirmenin sıklığı ile ilgili fikir birliği yoktur. E. İmmunosupressif tedavi: 1. Bu seçenek, biyopsi ile kanıtlanan dev hücreli miyokardite veya refrakter hastalık için tutulmalıdır. 2. Nonsteroidal inflamatuar ajanlar veya antiviral tedavilerin faydası saptanamamıştır. Yukarıdaki HFSA kılavuzunda özetlendiği gibi immunosupressif tedavinin miyokarditte rutin kullanılması tavsiye edilmemiştir. F. Endomiyokardiyal biyopsi: 1. Miyokatrditte rutin miyokardiyal biyopsi ile miyokardit teşhisinin kesinleştirilmesi gereksizdir. 2. HFSA endomiyokardiyal biyopsi önerisi yukarda sunulmuştur. 3. Açıklanamayan KY’de, biyopsi ile kanıtlanmış yakında başlayan miyokardit insidensi %810’dur, sebebi duyarlılığı düşük Dallas kriterleridir, buna ilave edilebilen destekleyici patolojik kriter; insan lokokit antijeni, virusun bulunması ve antikardiyak antikorlar. 4. Yanlış-negatif biyopsi sıklığı yüksektir (%50). 5. Bununla birlikte endomiyokardiyal biyopsi, teşhis ve tedaviye bilgi sağlamak için aşağıdaki durumlarda düşünülmelidir: a. Standart tedaviye rağmen progressif KY semptomları veya yeni başlayan sık VT veya ileti bozuklukları. Miyokardit:Teşhis ve Tedavi b. Miyokarditin spesifik sebepleri; dev hücreli miyokardit, eozinofilik miyokardit, kardiyak sarkoidoz, aşılara bağlı miyokardit. 6. Miyokardit evrelendirmesi için biyopsi: a. Hücre tipi; lenfositik, eozinofilik, nötrofilik, dev hücreli, granülomatöz, karışık. b. Hücre miktarı; hiç (evre -0), hafif (evre -1), orta (evre -2) ve ciddi (evre -3). c. Dağılım; fokal (damar lumeni dışında), belirsiz, diffüz ve tamir edici (fibrotik bölgeler). Özetle; Miyokarditin Değerlendirme ve Tedavisine Güncel Yaklaşım: (N Engl J Med 2009;369: 1526-38) Miyo0kardit olduça değişik semptomlar ile bulunabilir; semptomların çeşitliliği spesifik tedavilerle geçmeyen dispne ve göğüs ağrısından kardiyojenik şok ve ölüme kadar değişir. Kronik KY’li dilate kardiyomiyopati miyokardit sekelidir. Miyokardit en sık viral infeksiyonların sonucudur. Daha az rastlananlar, spesifik miyokardit şekilleri diğer patojenler sonucundadır; toksik veya hipersensivite ilaç reaksiyonları, dev-hücreli miyokardit. Tanımı Standart miyokarditin tanımı için gerekli Dallas patolojik kriteri; boyanmış kalp-dokusu kesitlerinde nekroz olsun olmasın, inflamatuar hücre infiltratların bulunmasıdır. Noninvazif MRI ise biyopsi gibi riski olmayan alternatif bir tanı metodudur. Örneğin; miyokardit bölgelerinin kardiyak MRİ’nin anormal sinyali ile yakın korelasyon gösterdiği bildirilmiştir. Klinikopatolojik kriter esasına göre; fulminan lenfositik miyokarditin henüz hemodinamik durumu kötüleşmeden ve semptomları başlamadan, önceki 2 hafta içinde farklı ve belirgin başlayan viral prodromu vardır. Buna rağmen prognozu genellikle iyidir. Akut lenfositik miyokarditten ayırt edilebilir ki bunun başlangıcı belirgin değildir ve hemodinamik bozukluğu sıklıkla ölümle sonuçlanır veya kalp transplantasyonu gerektirir. Bu klinikopatolojik kriterin kullanımında iki uyarıya dikkat edilmelidir. Birincisi, fulminan lenfositik miyokardit hastası sıklıkla iyileşmesine rağmen bunlar tam hastadır ve intravenöz inotropik ajanlar veya mekanik destek tedavileri ile tedaviye ihtiyaç duyarlar (Tablo 6). Klinik Manifestasyonları Akut miyokardit, birkaç hafta ve aydır bulunan semptomlar ile ilk kez iskemik dilate kardiyomiyopati olarak teşhis edilebilir. Ancak manifestasyonları subklinik hastalıktan ani ölüm, yeni-başlayan atriyal veya ventriküler aritmiler, tam kalp bloğu veya AMİ’ye-benzer sendro- 753 ma kadar uzanır. Kardiyak semptomlar değişkendir; bitkinlik, egzersiz toleransının azalması, palpitasyonlar, prekordiyal göğüs ağrısı ve senkop. Miyokarditin göğüs ağrısı perikardit ile ilişkili olabilir veya seyrek olarak da koroner arter spazmı sonucudur. Miyokardit ile ateş, miyalji ve solunum veya gastrointestinal semptomlar gibi viral prodrom semptomları klasik olarak ilişkili bulunmuştur. Bildirilen semptomlar oldukca değişkendir. “İnflamatuar hastalıkların tedavi ve epidemiyoloji çalışmasında”, dispne %72, göğüs ağrısı %32 ve aritmiler %18 sıklıkta bulunmuştur. Akut miyokardit bildirilerinin çoğunda erkek cinsiyet biraz ağırlıkta bulunmuştur, cinsiyet farkı kadınlardaki immun cevaplara doğal hormon değişkenliklerinin koruyucu etkisine bağlı olabilir. Çocuklarda miyokardit tablosu erişkinlere göre daha fulminandır. Akut dilate kardiyomiyopatili kişilerde çoğunda birkaç sekel ile kısa-dönemde ortadan kalkan rölatif hafif hastalık bulunur. Belirli klinik kanıtlar bu risk için zor olsa da anlamlıdır. Döküntü, ateş, periferik eozinofili, veya yakın zamanda başlanan ilaçlar veya çoklu ilaç kullanımı hipersensivite miyokarditi işaret eder. Dev hücreli miyokardit, akut dilate kardiyomiyopatide timpma, otoimmun bozukluk, ventriküler tasşikardi veya yüksek- dereceli AV blokta düşünülebilir. Sarkoidoz miyokarditin nadir sebidir; kronik KY ve yeni ventriküler aritmiler veya standart tedaviye cevap vermeyen ikinci veya üçüncü-derece kalp bloğunda düşünülmelidir. Teşhis Akut miyokarditte hastaların küçük bir bölümünde miyokardiyal hasarın biyomarkerleri yükselmiştir, buna rağmen teşhisin doğrulanmasına yardımcı olabilir. Miyokardit teşhisinde troponin I’nın kısıtlı sensivite (%34) ve yüksek spesifitesi (%89) vardır. Akut miyokarditte kardiyak troponin I düzeyinin yüksekliği CK-MB’den daha sıktır. Fas ligand ve interlökün-10 serum düzeyleri ölümüm yükselmiş riskini öngörebilir. Elektrokardiyogram sinüs taşikardisi ve non-spesifik ST-segment ve T-dalgası anormallikleri gösterebilir. Nadiren EKG değişiklikleri AMİ’yi düşündürebilir ve ST- segment elevasyonu, ST- segment depresyonu, ve patolojik Q-dalgası bulunabilir. Miyokardit ile birlikte perikardit klinkte seyrek değildir ve EKG’de perikardite-benzer değişiklikler sıklıkla ortaya çıkar. Miyokardit için EKG’nin sensivitesi (%47) düşüktür. Q dalgaları veya sol dal bloğu bulunması yüksek ölüm riski ve kalp transplantasyon oranları ile ilişkilendirilmiştir. Ekokardiyografi miyokarditin spesifik özellikleri olmadığından KY’nin diğer sebeplerinin dışlanmasında primer olarak faydalıdır. Miyokarditin segmenter veya global duvar-hareket anormallikleri miyokard infarktüsüne benzeyebilir. “Miyokardit tedavi çalışmasında”, akut aktif miyokarditte SV volumu ve sferikliğinde artma meydana gelmiştir. Fulminan miyokardit küçük SV kavitesi büyüklüğü ve artmış duvar stresi ile akut miyo- TABLO 6. Miyokardit teşhisinde senaryolar Klinik Senaryo Hastalığın Süresi Patolojik İlişkisi Prognoz Tedavi AMİ-benzer sendrom, koroner arterler normal Birkaç saat veya gün Aktif lenfositik mydit, nadiren nekrotizan eozinofilik mydit veya dev-hücreli niydit Şayet biyopside lenfositik mydit bulunuyorsa iyi Destekleyici Anormal büyüklükte veya dilate SV ile KY <2 hafta Aktif lenfositik mydit, daha seyrek nekrotizan eozinofilik mydit veya dev-hücreli mydit Fulminan lenfositik myditte iyi, sıklıkla inotropik veya mekanik dolaşım desteği gerekir Destekleyici; olası KS veya çocuklarda IVIG kullanımı Yüksek derece AV blok veya yeni VA bulunmayan dilate SV ile KY Birkaç hafta, ay Nonspesifik değişiklikler fazla olası, hastaların %35-35’de viral genom bulunması ve %10’da lenfositik mydit (Dallas kriterleri) İlk birkaç yılda iyi, KY ve KMP ile geç hastalık progresyonu riski Destekleyici; genomik öngörenlerin riski araştırılarak KY ile eozinofili Herhangi bir süre Eozinofilik veya hipersensivite mydit, eozinofilik endomiydit Kötü Destekleyici, altta yatan sebebin tanınması ve tedavisi; hipersensivite myditte olası KS Dilate SV ve yeni VA veya >birkaç ay yüksek-derece AV-blok ile veya 2 haftada standart tedaviye cevap vermyen KY Kardiyak sarkoidoz (idiyopatik granülomatöz mydit) veya spesifik infeksiyonlar (tripananozoma kruzi, Borelia burgdorferi), nonspesifik değişiklikler büyük olası Kalp-pili veya İCD ihtiyacı riski riski yüksek (sarkoidoz biyopsi ile onaylanmışsa) Destekleyici; biyopsi ile kanıtlanmış sarkoidozda KS VA veya yüksek-derece AV-blok bulunmayan dilate SV ile KY Nonspesifik değişiklikler çok sık;artmış inflamatuar hücreler, duyarlı immun boyama ile hastaların %40da gösterilir ve %30-35’de viral genomlar bulunur Fonksiyonel sınıfa, EF’ye ve biyopside inflamasyon ve viral genomların bulunup bulunmamasına bağlıdır Destekleyici; antiviral tedavi ve immun supresyon araştırılmaktadır >birkaç ay Kısalt: Mydit: miyokardit, KS: Kortikosteroid, IVIG:İntravenöz immunglogin (N Engl J Med 2009;360;1526-38) karditten ayırt edilebilir. Sağ ventrikül fonksiyonunun kaybı ölüm veya kardiyak transplantasyon ihtiyacının en önemli öngörenidir. Kardiyak MRI (Şekil 4), akut miyokardit şüphesinde tanı testi olarak gittikçe artan sıklıkta kullanılmaktadır, ayrıca endomiyokardiyal biyopsinin yerini lokalize etmek içinde de kullanılabilir. T1- ağırlıklı ve T2-ağırlıklı görüntülerin kombinasyonu sensivite ve spesifitesi en iyidir. Tedavi Akut miyokardit tedavisinin mihenktaşı SV disfonksiyonunun desteklenmesidir. Hastaların çoğu standart KY tedavisi ile düzelmektedir (ACEİ/ARB, Bb ve gerekiyorsa diüretikler). Optimal medikal tedaviye rağmen durumu kötüleşenlerde mekanik dolaşım desteği gerekebilir (transplantasyon veya iyileşmeye köprü olarak SV- yardımcı cihazlar, ekstrakorporel membran oksijenasyonu) Miyokardit:Teşhis ve Tedavi 755 ŞEKİL 4. 24 yaşındaki erkekte akut miyokarditte MRI: Akut miyokardit şüphesi ve EMB yerinin lokalize edilmesinde gecikmiş gadolinium tutulumu (Panel A oklar), dört-boşluk görüntüsünde (Panel B oklar),T2- ağırlıklı üç-boşluk görüntüsünde (Panel C ve D oklar) (NEJM;2009: 360:1526-38). Miyokarditten iyileşen hastalar, hastalık klinik olarak olarak başladıktan aylar sonraya kadar aerobik aktiviteden çekinmelidir. Nonsteroidal antiinflamatuar ilaçlar yüksek mortalite ile birliktedir. 4. KAYNAKLAR 1. McCarthy RE,Boejmer JP, Hruban RH, Hutchins GM, Gasper EK, Hare JM, Baughman KL.Long-term outcome of fulminant myocarditis as compared with acute (non-fulminant) myocarditis. N Engl J Med. 2000;342:690-5. 2. Parillo JE. İnflamatory cardiomyopathy (myocarditis): which patients treated with anti-inflamatory? Circulation 2001;104: 4- 6. 3. Bowles NE, Ni J, Kearney DL, Pauschinger M, Schulthe- 5. 6. 7. iss HP, et al. Detection of viruses in myocardial tisueses by polymerase chain reaction: evidence of adenovirus common in children and adults. J am Coll Cardiol 2003;42:46672. Kuhl U, Pauschinger M, Noutsias M, et al. High prevelance of viral genomes and multiple viral infection in the myocardium of adults with ”idiopathic” left ventricular dysfonction. Circulation 2005; 111:887-93. Pulerwitz TC,Cappola TP, Fekler GM, Hare JM, Baughman KLKasper EK. Mortality in primary and secondary myocarditis. Am Heart J. 2004;147:746-50. Jared W. Magnani, MD;G. William Dec MD. Myocarditis; current trends in diagnosis and treatment. Circulation 2006; 113:876-90. Griffin BP, Topol EJ. Manusl of Cardiovascular Medicine. Kluwer Lippincott. Williams&Wilkins. 2009. p.151-161. BÖLÜM 3.7 İlerlemiş Kalp Yetersizliği ve Tedavi Stratejileri Prof. Dr. Rasim Enar Hafif ve orta evrelerdeki KY’de ACEİ ve Bb (beta bloker) tedaviler prognozu düzeltmiştir. Buna rağmen KY her zaman dekompansasyona giden progressif bir hastalıktır. Bu tedavilerin sistemik kullanımı sonucunda beklenmeyen ani ölüm insidensi düşmüş, ICD’ler ile daha da azalmıştır. Buna bağlı olarak, günümüzde KY semptomları ile fonksiyonel kapasitesi ciddi derecede kısıtlanmış daha fazla hasta sağ kalabilmektedir. Faydası bilinen tedavi ajanları ile rutin tedaviye rağmen, günlük yaşamı kısıtlayan inatcı semptomları bulunan hastalar İlerlemiş KY (İKKY) tanımlanmıştır. Bunlar NYHA sınıf -III/-IV semptomlar olup, daha yeni kliniko-patolojik sınıflamada (AHA) bu hastalar “Evre D” KY’ye uymaktadır. Hastaların büyük bölümünde geçmişte en az bir defa hastaneye yatış vardır. Bununla birlikte bu düzeydeki semptomlar düşük ve korunmuş EF’li hastalarda da olabilmektedir. İKKY ile bidirilen deneyimlerin büyük bölümü düşük EF iledir (genellikle <%25). İKKY hastalarında yakın geçmişte hastaneye yatış ile mortalite %30-50 arasında, bir yılda ise daha yüksektir (medikal tedavilerin etkinliğini gösteren çalışmalardaki tedavi mortalitesinin iki katının üzerinde). Bu tedaviler ile “ağır” KY’de mortalite bir yılda %15-20 olsa dahi. En yüksek mortalite, bir uçta spironolaktonun faydasının gösterildiği çalışmada (N Engl J Med 1999;341: 709-17), diğer uç ise LVAD’ler (sol ventriküle yardımcı cihazlar; left ventrıcular assist device) ile yapılan çalışmada tıbbi tedavi grubunda olmuş; burada bir yılda mortalite %75 gösterilmiştir (N Engl J Med 2001;345: 1435- 43). İlerlemiş KY tedavisinin büyük bölümünü bildiriler ve kişisel deneyimler yönlendirmektedir. Bunlar çağdaş gözlem ve sentez eleştiri niteliğindedir. Sıvı Dengesinin Önemi Kalp yetersizliği semptomları hiç görülmeden önce hastalığın progresyonu sürmektedir, güçlükle fark edilebilen duvar stresi ve dolum basınçlarındaki hafif artışlarının katkısı sonucunda primer kalp hastalığının hemodinamik ve histopatolojik değişiklikleri klinik tablodan daha önceden başlamaktadır; AKY’nin (Akut KY) başlaması 2 patofizyolojik yolun kombinasyonu sonucundadır: (i) Kardiyak yol; düşük kontraktil rezerv ile başlamakta, sistemik organ hipoperfüzyonuna ve nörohormonal mekanizmaların aktivasyonuna götürür, (ii) Vasküler yol; hafif veya orta derece azalmış kontraktiklite ile artmış periferik vasküler direnç akut afterload uyumsuzluğuna (dismatch) neden olarak kalbin kanı öne-doğru pompalayabilme fonksiyonu kötüleşir, bundan dolayı sıvının pulmoner dolaşım ve akciğerlerde yeniden dağılımı meydana gelir (Şekil 1). Semptomlar daha sonra tabloya hakim olur; bu semptomlar öncelikle primer olarak konjesyonun semptomlarıdır, artmış dolaşım volumu ile ilişkilidir. İlerlemiş kalp yetersizliğinin başlangıçtaki ve devam eden tetkik ve incelemelerinin (teşhis ve tedavisinin) anahtarı; hastaların volum durumunun tedavisi ve değerlendirilmesine dikkat edilmesidir. Refrakter KY düşünülen birçok hastanın optimal sıvı dengesi yeniden sağlanıp idame ettirildiğinde, klinik bulgu ve semptomlar olarak hastada daha makul rahatlama sağlanabilir, günlük aktivite fonksiyonları kısmen de olsa geri dönebilir. Yükselmiş sol kalp dolum basınçlarının en aşikar semptomu dispnedir. Sadece egzersiz sonrası oluşan bir tek dispne bile, yetersiz kalp debisi rezervine bağlı anaerobik metabolizmayı yansıtabilir, hafif egzersizde (giyinme veya banyoya yürüme gibi günlük aktivitelerde) acil dispne, genellikle dinlenimde yükselmiş dolum basınçları ilgilidir. Nefes darlığı komplekstir, altta yatan akciğer hastalığı bulunduğunda daha erken meydana gelebilir. Ortopne, aksi kanıtlanana kadar yükselmiş dolum basınçları anlamına gelir. Bazı hastalarda acil dispne veya ortopneye eşdeğer öksürük vardır. Diğer genel semptom kompleksi; sağ kalbin yükselmiş sistemik venöz basınçları ile ilgili gastrointestinal semptomlardır. 757 758 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Kardiyak Yol Düşük Kardiyak Kontraktilite + Vasküler yol Kontraktilite Rezervinde Akut Düşüş Kardiyak kontraktil rezervin hafif-orta bozulması + Troponin Sızıntısı İleriye doğru yetersizlik (etkili kan volumu↓) İnflamatuar nörohormonal aktivasyon Sıvı toplanması Düşük sistemik perfüzyon Arteriyel direnç/sertlik ↑ Aşırı diürez Renal bozulma Pulmoner konjesyon Santral sıvının yeniden dağılımı Diastolik Disfonk. Uç basınç↑ ŞEKİL 1. Akut kalp yetersizliğinin başlangıç fazı (Am Heart J 2008; 155:9-18). • İlerlemiş kalp yetersizliği hastalarının, konjesyon ve yeterli sistemik perfüzyonun bulunup bulunmamasına göre 4 temel hemodinamik profile sınıflandırılması faydalıdır (Şekil 2). Semptomlar yukarıda tarif edildiği gibi konjesyonun güçlü kanıtlarıdır. Fizik muayenede rallerin saptanması önemlidir, bunlar kronik KY’de nadiren meydana gelirler çünkü kronik KY’de akciğerlerde lenfatiklerin kompensatuar hipertrofisi, hava boşluklarını temiz tutar, bu mekanizma buna karşılık interstisyumda sıvı toplanmasını önleyemez, böylece hasta soluma işini artırır ve dispne duyusunun meydana gelmesine sebep olur (fakat akciğerlerde krepitan rallerin duyulması seyrektir). Yükselmiş sol kalp basınçlarının en yararlı fizik bulgusu juguler venöz dolgunluktur. Boyun venlerinin dikkatli ve sürekli muayene edilmesi gerekir, günümüzde fizik muayenenin yerine geçen başka bir non-invazif uygulama yoktur. Sağ ve sol kalp dolum basınçlarının değerlendirilmesi kalp yetersizliğinde sıvı durumunun etkili tedavisi için önemlidir. İlerlemiş KY’de, PKUB (pulmoner kapiller uç basınç) genellikle sağ atriyal basıncın iki katıdır, bu hastalarda tedavi herikisini (pulmoner ve sistemik konjesyonun hemodinamik parametreleri) düşürürmek için biçimlendirilmelidir. Sağ atriyal basınçlar 5-8 mmHg aralığındaysa, SV dolum basınçlarının optimal aralığı 14-18 mmHg varsayılmaktadır. Hastanın sağ kalım süresi uzadığında, sekonder sağ ventrikül genişlemesi ve yetersizliği daha belirgin duruma gelir. Sağ ve sol kalp basınçları arasındaki eşitliğin büyüyen prevalansı ile, bu hastalarda sağ kalp basınç- larının tedavi ile normalleştirilmesi mümkün olmayabilir. Bundan dolayı, ilerlemiş KY’de sağ kalp yetersizliğinin refrakter bulgu ve semptomları ağırlıkta olabilir. Ancak, klinik tablonun altındaki primer anormallik SV hasarı veya disfonksiyonudur. Tedavinin bir yerde yetersiz kaldığı düşünülen hastalarda başarı ile kullanılan, “özel KY programları” yapılan optimal volum durumunun sağlanabilmeasi için sıklıkla uygulanan girişimdir (hastanede; iv inotropizm, iv yüksek-doz diüretik infüzyonu, ultrafiltrasyon gibi). Tedavi sürecinin hedefleri; başlangıçtaki semptomatik rahatlamanın ötesinde konjesyonun yukarıda tanımlanan tüm kanıtlarının en aza indirilmesi veya yok edilmesidir. Kronik volum yükü olan hastalar sıklıkla bazal-çizgiye (aktif yaşam koşullarına) tekrar geri geleceklerini yüksek beklentilerinden veya gizli kalan depresyondan dolayı yanlış algılayabilirler, gerçekten daha fazla klinik düzelme (tek başına günlük yaşamı idame ettirecek daha iyi egzersiz toleransı dahil) dolum basınçlarını normalleştiren kompleks tedavilerle (genellikle hastanede) sağlanabilir. • • Şekil 2’ye göre, “nemli ve sıcak” hastalarda (profil B), optimal dolum basınçları ve klinik düzelme, yüksek dozda diüretiklerin kullanımı ile genellikle sağlanabilir (günde iki veya üç defa), bu uygulama devamlı infüzyona göre daha etkili olabilir. Kulp-diretiklerine tiyazidler veya metolazonun eklenmesi distal tubulusta absorbsiyonu inhibe ederek diürezi artırır. “Nemli ve soğuk” hastaları (profil C); “kurutmaya başlamadan önce yeniden ısıtmak” gerekir gibi birçok görüş vardır (Şekil 3). Nitroprussid, nitrogliserin, (yakında kullanıma girebileceği umulan Nesiri- İlerlemiş Kalp Yetersizliği ve Tedavi Stratejileri HEMODİNAMİK PROFİLİN 2 DAKİKADA DEĞERLENDİRİLMESİ 759 Hemodinamik Profilerin Tedavisi Dinlenimde Konjesyon ? Konjesyonun kanıtları • Ortopne* HAYIR EVET Sıcak-kuru Sıcak-nemli • Yükselmiş JVB* • Ödem (%25) • Pulsatil hepatomegali • Asit • Raller (KKY’de seyrek) Soğuk-kuru Soğuk-nemli • Kuvvetli S3 • Sola yayılan P2 • Valsalva manevrası + Abdomino-juguler refleks Düşük porfüzyonun kanıtları • Valsalva manevrası + • Dar nabız basıncı • Soğuk ekstremiteler • Uykulu, sersemleşmiş olabilir • ACEİ lipotansiyonu şüphesi ve düşük serum sodyumu • Böbrek fonksiyonunu kötüleştiren 1 sebep A B L C ŞEKİL 2. İlerlemiş KKY’de “2 dakikalık” klinik değerlendirmede belirlenen hemodinamik profiller. Temel sorular: ”Dinlenimde konjesyon var mı?” ve “dinlenimde düşük perfüzyonun fiziksel kanıtları var mı?” *:En faydalı (European Journal of Heart Failure 2005;7:323-31). NEMLİ KURU SICAK A B L C SOĞUK Vazodilatörler • Natriüretik peptidler • Nitroprussid • Nitrogliserin İnotropikler • Dobutamin • Milrinon • Levosimendan ŞEKİL 3. İKKY hastalarında başlangıç tedavisinin kavranmasında hemodinamik profiller nasıl kullanılmalı. “Sıcak ve nemli” hastalar (Profil B) genellikle kompleks girişimsiz “kurutulur” “Soğuk ve nemli” hastalar (Profil C) kurutulmadan, “ısıtan” diğer tedavilerin ilave edilmesine ihtiyaç duyar (European Journal of Heart Failure 2005;7: 323-31). tid) gibi vazodilatörlerin tedaviye eklenmesi yararlı olabilir. 1-3 micg Dopamin gibi düşük dozlarda İV inotropik ajanlar da diüreze yardımcı olabilir, fakat bunların kullanımının, vazodilatrörlere kıyasla aritmi, iskemi oluşumu ve troponin sızıntısı riski daha yüksektir. İlerlemiş KY’de hemodinamik monitorizasyon ne zaman yapılmalıdır (?). Tekrarlayan hastane yatışları olan hastalarda hemodinamik bilgiler tedaviyi yönlendirmede yardımcı olabilir, şayet tedavi dolum basınçlarını düşürerek semptomları azaltacaksa hemodinamik monitorizasyon bu hastalarda düşünülmelidir. Bazal hemodinamik profilin değerlendirilmesi (i) komplike non-kardiyak durumları olanlar (pulmoner veya intrensek böbrek hastalığı), veya (ii) intermitan iskemi ve primer kapak hastalığı gibi primer kardiyak tabloya ilave kardiyak durumlarda, hemodinamik profilin invazif belirlenmesi, tedavi hedefinin daha detaylı açıklanmasında faydalı olabilir. Hasta umut edildiği gibi tedaviye cevap vermiyorsa ve diürez sırasında ciddi hipotansiyon veya renal disfonksiyon gelişmişse tekrar değerlendirilmelidir; sağ ve sol dolum basınç oranını beklenenden yüksek olabilir, veya mevcut intrensek vazodilatasyona dışardan eklenen vazodilatörler ile aşırı vazodilatasyon gelişebileceğinden hipotansif hasta yeniden değerlendirilmelidir. “Islak ve soğuk” hastanın hipervolemiye bağlı volum depolarını belirleyebilen klinik işaretler ile birlikte (sistemik ve pulmoner konjesyonun bulguları), başlangıçtaki diürezden sonra sürekli hemodinamik izlemesi (juguler dolgunluk, sistolik kan basıncı, kalp hızı ve 24 saatlik idrar miktarı ve sıvı dengesi ile) faydalı olabilir; oral tedavi planlanmışsa hastanın volum durumu ve periferik direncin eşzamanlı ayarlanmasını sağlar. Hasta oral tedavi üstünde iken (gerekiyorsa hemodinamik izleme kılavuzluğunda), oral tedavide azaltmaya teşebbüs edilinceye kadar “intravenöz inotropik infüzyonlara bağımlı” olduğu düşünülmemelidir. Optimal sıvı durumu bir defa sağlanınca, bu dengenin korunulmasına gayret edilmelidir. Hasta diüretikler ile rutin veya geçici artırılan diürez ile günlük olarak ağırlığı tartırılarak takip edilmelidir. Sıklıkla tavsiye edilen; iki misli kulp- diüretik dozu, metolazon veya başka bir tiyazid’in kulp-diüretiğine eklenmesidir. Furosemid dozu günde 200 mg’ı aşmışsa, diğer bir kulp- diüretiği Torsemid değiştirilmesi faydalı olabilir. Torsemidin gastrointestinal absorpsiyon ve biyoyararlığı daha iyidir, özellikle bazı sağ kalp yetersizliği hastalarında diüreze katkı sağlayabilir. Tuz kısıtlaması genellikle günde 2 gram ile sınırlı olup, daha düşük düzeyler, nadiren uygulanabilse dahi, iyi motive olmuş hastalarda mantıklı ve faydalı olabilir. Yüksek diüretik dozunun sürdürülmesine rağmen hastada tekrarlayan sıvı retansiyonu epizodları oluyorsa; sıvı alımının kısıtlanması tedaviye yardımcı olabilir. Sıvı alımının genellikle günde 2 litre olarak olarak sınırlandırılması makul ve yeterlidir. Sıklıkla ilk 4-6 haftada 760 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI hastada sıvı kısıtlanmasının uygulanması çok güç olabilir, bundan dolayı sıvı dengesinin daha düşük düzeylerde yeniden dengelenmesi değerlendirilmelidir; sıvı alımının günde 2 litre olarak kısıtlanması başarılabilir bulunmuştur. Ömürboyu günde bir galonun üzerinde (yaklaşık 4 litre) aşırı sıvı alan bazı hastaların, sıvı tüketimin yeniden ayarlanmasına hastane de yatırılırak yardımcı olunmalıdır. Kardiyorenal Sendrom Kardiyorenal sendromun gelişmesi, İlerlemiş KY populasyonunda refrakter konjestif semptomların en sık sebebidir. Şayet hasta ağır semptomlar gelişmeden önce uzun yaşamışsa, kronik azalmış böbrek perfüzyonundan dolayı böbrek fonksiyonu giderek bozulmuştur. • Kardiyo-renal sendrom; “sürekli yükselmiş dolaşım volumu ve konjesyon semptomlarına rağmen diürez sırasında renal fonksiyonun kötüleşmesi” olarak tarif edilebilir. Bu patoloji, altta yatan böbrek disfonksiyonu olan yaşlı hastalarda ve sıvı retansiyonunun uzun süre devam etmesi durumunda daha kolay meydana gelir. Kreatinin’in mutlak veya orantısal yükselişi ile tanımlandığında; kardiyo-renal sendrom hastaneye yatırılan hastaların %25’den fazlasında saptanmıştır (Bölüm 1.2, 2.1, 3.1). Bir zamanlar, böbrek fonksiyonunun kötüleşmesi aşırı diürez sonucunda kalp debisinin düşmesine bağlanmıştı, halbuki bu hastalarda dolum basınçları belirgin olarak yüksek olup, kalp debisi ise diürez öncesine göre belirgin düşmemiştir. Kardiyo-renal etkileşim komplekstir; patofizyolojik mekanizmalar vazodilatör ve vazokonstriktör hormonlar arasındaki dengenin değişmesi ve kronik şişmiş kalp boşluklarından kalkan direk nöral girişi kapsar. Kreatinin ve BUN düzeylerinde küçük yükselişler dahi, hastanın yaşamını, konjesyon ve yüksek ölüm riskinden uzak kalarak sürdürmesini düşük olasılıkla öngörür. • Daha ileri evrelerdeki, hastalarda, böbrek fonksiyonunun progressif kötüleşmesini önleyen ve buna eşlik eden tekrarlayan KY semptomlarını hafifleten “terapetik diürez düzeyi” bilinmemektedir. Diüretiklerin kesilmesi veya azaltılması karşılığında konjestif semptomlar kötüleşirken böbrek fonksiyonu genellikle düzelir. Renin-anjiyotensin-aldosteron sistemi inhibitörlerininde kesilmesi gerekebilir (en son seçenek olarak düşünülmelidir, Bölüm 1.2 ve 2.1). İnatçı hipotansiyon sistolik kan basıncının optimal düzeyde sürdürülmesi için KY’de kullanılan diğer ilaçların kesilmesine de neden olabilir. • Kardiyorenal sendromda, Natriüretik peptidin akut veya intermitan verilmesi araştırılmaktadır. İv İnot- ropikler düşünülebilir (özellikle renal-dozda dopamin ve inotropik-dozda dobutamin). Kan basıncı yeterli diüzeyde olan hastalarda kronik dializ düşünülebilir. Kardiyo Renal Sendromda Stratejilerimizin veya Taktiklerimizin Değişmesi Gerekiyor mu?: JACC 2009;53:597-99 JACC 2009;53: 589-9 Kardiyak performans ve böbrek fonksiyonu arasında diskordan geleneksel KY görüşüne karşıdır, böbrek yetersizliği genellikle kötü öne-akımı veya aşırı diürezin sebep olduğu böbreğin hipoperfüzyonunu gösterir. Bunun yerine gittikçe çoğalan kanıtlara göre hipervoleminin kendisinin mortalite ile ilişkili olduğunu gösterilmiştir. Bilindiği gibi kan volumu pulmoner klapiller uç basıncı (PKUB) ile yakından ilişkilidir; 1 yıldaki ölüm riski veya acil transplantasyonu bağımsız olarak öngörmektedir. Herikisi de hipervolemik hastalarda daha yüksektir. • Akut dekompanse KY’de gözlemsel veriler, hastaneden çıkış öncesi PKUB’de <16 mmHg’ye düşüş ve tersine Kİ’de yükselme 2 yıldaki yaşam beklentisini düzeltmiştir (artırmış). • İlginç olarak, hastaneye girişte yükselmiş CVP (santral venöz basınç) ve hastanede yetersiz CVP düşüşü böbrek fonksiyonunun kötüleşmesinin (KBF; kötüleşmiş böbrek fonksiyonu) en güçlü belirleyicisi bulunmuştur. Aksine girişte bozulmuş Kİ ve yoğun tedavi ile Kİ’de düzelmenin KBF’ye küçük olsa dahi etkisi olmuştur. Bu ilgi çekici gözlemler, güncel ADKY tedavileri ile ilgili sorulara neden olmuştur, örneğin; Kİ yükselene veya idame ettirilinceye kadar kalp dolum basınçlarının düşürülmesi gibi. • Renal fonksiyonu kötüleşmesine sebep olan venöz konjesyonun mekanizması nedir, tek başına güçlü diürez sıklıkla neden etkisizdir?: Normal olarak total plazma volumunun %85’i venöz dolaşımda ikamet eder, sadece %15’i arteriyel dolaşımı sürdürür. Böylece, renal sodyum ve su atılımının regülasyonu ve böylece sıvı homeostazı, daha küçük arteriyel dolaşım tarafından ayarlanır; vucut sıvılarındaki küçük değişikliklere cevap vererek, vucudun vital organlarının perfüzyonundan sorumludur. Kalp yetersizliği sonucunda Kİ düşmüş ve intra-arteriyel kan volumu artmış olduğundan; arteriyel hipovolemi aort kemerinde ve koroner sinüsteki yüksek basınç reseptörlerini aktive ederek, santral sinir sistemine giden afferent parasempatik sinyallerin tonik inhibisyonunu azaltır ve sempatik afferent tonusu ile sonradan İlerlemiş Kalp Yetersizliği ve Tedavi Stratejileri Venöz (Efferent) Glomerül kapilleri PBC PGC TTGC Arteriyel (Afferent) ↑RA Basıncı Normal Bowman kapsülü Kuvvetler 1. Filtrasyon lehine: Glomerüler kapiller hidrostatid basınç. POC Glomerüler Glomerüler Glomerüler Glomerüler kapillerin kapillerin kapillerin kapillerin afferent ucu efferent ucu afferent ucu efferent ucu (mmHg) (mmHg) (mmHg) (mmHg) 60 58 55 63 15 15 15 33 21 33 24 10 14 mmHg 19 15 4 mmHg 2. Filtrasyonun tersine: 15 a. Bowman kapsülünde hidrostatik basınç. PBC b. Glomerül kapillerlerinde onkotik basınç. IIOC 21 Net filtrasyon basınç (Filtrasyon basıncı) 761 ŞEKİL 4. Glomerüler net filtrasyon basıncına konjesyonun etkisi. Normal hemodinamikler ve yükselmiş sağ atriyum basıncı (RA) ve konjesyonlu hastalarda glomerül kapillerlerde eferent ve afferent basınçlar. PBC: Bowman kapsülü hidrostatik basıncı. TTGC: Glomerül hidrostatik basıncı. (JACC 2009;53: e597-99). RAAS aktivasyonunu ve non-ozmotik AVP (arginin vazopressin) salımını artırır (Bölüm 1.4). Böbrekte yükselmiş anjiyotensin-II (A -II) renal efferent arteriolar vazokonstriksiyona sebep olur, sonucunda böbrek kan akımı düşürülür ve filtrasyon fraksiyonu yükselir. Renal sinir uyarılması ile birlikte, artmış peritübüler kapiller onkotik basınç ve düşmüş peritübüler kapiller ozmotik basınç proksimal tübülüste sodyum reabsorbsiyonunu artırır. A –II, bir de sodyum- karbonat taşıyıcılarını aktive ederek ve apikal sodyum-hidrojen değiştiricileri aktive ederek, direk olarak proksimal sodyum reabsorbsiyonunu uyarır. Son olarak A –II, distal nefronlarda sodyum reabsorbsiyonunu yükselten aldosteron sekresyonunu artırır. Önemli olarak, artmış proksimal sodyum reabsorbsiyonu, distal tübülüslere sodyum ve su dağıtımını azaltır; makula densa hücrelerini uyararak renin sentezini artırır, böylece nörohormonal aktivasyonu daha da şiddetlendirir. Artmış renal sodyum ve su reabsorbsiyonu ağırlıklı olarak kapasitan venöz dolaşımı doldurur, CVP ve atriyal basınçlar yükselir. • Normalde atriyal basınçların yükselmesi; AVP (arginin vazopressin) salımını baskılar ve diürezi artırır, renal sempatik tonusu düşürür ve natriüretik peptid sekresyonunu şiddetlendirir. KY hastasında, bu atriyal-renal refleksler nörohormonal aktivasyona yenik düşmüştür, kanıtları; yükselmiş atriyal basınçlara rağmen inatcı sodyum ve su retansiyonudur. Venöz konjesyonun renal venlere iletilmesi ile GFR daha da düşer (Şekil 4). • Yükselmiş renal venöz basıncının, azalmış böbrek kan akımının, idrar akımı ve idrarda sodyum klorid atlımı ile ilişkili olduğu gösterilmiştir; bu anormal- likler renal venöz basıncın düşürülmesi ile geriye döndürülebilir. ADKY (Akut dekompase KY) hastalarında asit ve viseral ödeme bağlı yükselmiş intra-abdominal basınç renal disfonksiyonunun ciddiyeti ile korele bulunmuştur ve intra-abdominal basıncın düşürülmesi renal fonksiyonu düzeltmiştir. ESCAPE çalışması’da, bazal renal fonksiyon ile hemodinamik değişkenlerden sadece sadece sağ atriyum basıncı korelasyon göstermiştir; mortalite ve hastaneye yatışın bağımsız öngörenidir. • Bu hastalarda dolum basınçlarının düşürülmesi uygun tedavidir, bu hedefi sağlayan diüretik taktiklerinden en çok güvenileni, renal fonksiyon ve sonuçlarını kritik olarak etkileyebilendir (kulp-diüretiği). Makula densa yakınındaki kalın çıkan Henle-kulpu bacağına etki eden kulp-diüretikleri, makula densada sodyum klorid alımını bloke eder, bu etki sodyum ve su dengesi üzerindeki etkilerinden herhangi birisinden bağımsızdır, bu suretle RAAS’ı uyarır (bakınız Bölüm 1.2). Bu npatofizyoloji, ADKY’de kullanılan diüretiklerin prognoz üzerindeki ters etkilerini gösterir. • Diğer yaklaşımlardan ultrafiltrasyon gibi alternatif tedavilerle sıvı uzaklaştırılması sırasında; interstisyel sıvı mobilizasyon hızı 14-15 ml/dk’yı aşmamalı, RAAS’ın daha fazla aktivasyonu önlenmelidir; böylece izotonik-ultrafiltrasyon ile diüretiklerin neden olduğu hipotonik-diüreze göre ayni miktarda sıvı volumu ile daha fazla sodyum boşaltılabilir (bakınız Bölüm 2.1). ADKY olarak tanımlanan hastalarda tekrar hastaneye yatış ve ölüm riski artmıştır. Tek ADKY epizodundan sonra dahi prognoz kötüdür, ADKY’nin altta yatan kalp hastalığının progresyonunu hızlandırdığı gösterilmiştir. 762 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 1. Kardiorenal sendrom sınıflaması Tip I: Akut kardiyorenal sendrom: Kalp fonksiyonunun akut olarak kötüleşmesi (kardiyojenik şok veya akut dekompanse KY) akut böbrek hasarına neden olur. Tip II: Kronik kardiyorenal sendrom. Kalp fonksiyonunun kronik anormallikleri (kronik KY gibi) kronik ve muhtemelen kalıcı böbrek hastalığına sebep olur. Tip III: Akut Renokardiyak sendrom. Renal fonksiyonunun birdenbire kötüleşmesi (akut böbrek iskemisi veya glomerülonefrit) kardiyak bozulmaya sebep olur (KY, aritmi, iskemi gibi). Tip IV: Kronik Renokardiyak sendrom. Kronik böbrek hastalığı (glomerüler veya interstisyel hastalık) Azalmış kardiyak fonksiyon, kardiyak hipertrofi gelişimi ve/ veya kötü kardiyovasküler olaylar riskinin artışına katkı sağlar. Tip V: Sekonder Kardiyorenal sendrom. Sistemik durumlar (diabetes mellitus, sepsis) kardiyak ve böbrek disfonksiyonunun herikisine de neden olur. (JACC 2009; 53: 597-9) Hipervolemi miyokardiyal ödem ile ilişkili olabilir, herikisi de birlikte; RAAS aktivasyonu, inflamatuar sitokinler, nitrik oksit regülasyonu, oksidatif ve mekanik stresler, ve inotropların neden olduğu artmış miyokardiyal oksijen tüketimini artırarak veya tetikleyerek ; miyokardiyal hasar ve miyosit ölümüne götüren “mükemmel fırtına”yı yaratır. ADKY ile komplike olmuş (iç içe bulunan) patolojik olaylar; renal perfüzyon, oksijen sunumu, GFR ve natriüretik peptid cevabında daha fazla azalmaya neden olarak akut renal hasara yol açabilir. • Gerçekten, renal disfonksiyon KY’li hastada sistolik fonksiyon düşsün düşmesin veya korunmuş olsun olmasın en güçlü kötü prognoz öngörenidir. Sistemik hastalığın sonucunda böbrek ve kalp disfonksiyonun eşzamanlı oluşup oluşmadığına göre Tablo 1’de belirtildiği gibi, kardiyorenal sendrom heriki organın primer veya sekonder olarak bozulmasına göre sınıflandırılır. İKKY’de Ayaktan Hasta Rejimi Her hastada en kısıtlayıcı semptomun belirlenmesi önemlidir. Bu hedeflerin hierarşisi klinik semptomatik rahatlık, aktivite artışı ve sağ kalım ile ilgilidir. Bu hedeflerere göre tedavi hastaya göre bireyselleştirilmelidir: (1) Sıvı dengesinin sağlanması. (2) ACEİ ve Beta-bloker tedaviler KY ilerlemiş olsa dahi tedavinin köşetaşıdır, fakat özel hastalarda rolle- ri gerekirse yeniden değerlendirilmelidir. Bu ilaçların, hastalığın progresyonu ve yaşam beklentisini etkilediği açıkca gösterilmiştir. Fakat ilaçların güncel semptomlara faydasını göstermek güçtür. • Hafif-orta KY’de tedavinin amacı, hastaneye yatış ile ölçülen hastalığın progresyonunu azaltmaktır. • Hastalık daha ilerleyince hedef olarak semptomların azaltılması ağırlıkta gelir. Semptomları azaltan veya fonksiyonel kapasiteyi düzelten tedavi, şayet semptom ve fonksiyonel bozulma çok ağır ise, sağkalımı da uzatmaz. Sempatik sinir sisteminin inhibisyonu, hemodinamik kötüleşme ile de ilgili KY progresyonunun yavaşlamasına yardım eder. Daha ilerlemiş KY hastalarında belirgin artmış sempatik sistemin aktivasyonu, büyük olasılıkla klinik dekompansasyondan sorumludur. Bu hastalar görünüşte oldukça stabil olup, hafifçe yükselmiş dolum basınçları ve düşmüş kalp debisini kolaylıkla tolere edebilirler. • Dinlenimde konjesyonun kanıtları olan hastalara Bb ajanlar başlanmamalı veya dozları yükseltilmemelidir, bununla birlikte stabil Bb dozunu önceden tolere edebilen hastalarda şayet diürez etkili ise tedavi sürdürülmelidir. Dinlenimde bozulmuş perfüzyonun kanıtları olanlarda perfüzyon yeniden sağlana kadar Bb’ler durdurulmalı veya azaltılmalıdır. Bununla birlikte, bazı hastalarda Bb tedavi başlandığında ACEİ’lerin dozunun düşürülmesi ve/veya diüretiklerin hafifce artırılması gerekebilir. Bb’yi tolere edenlerde, bu ilaçların dozu hafif hastalığı olanlara göre daha küçük miktarlarda ve daha az sıklıkta artırılmalıdır. İlk önce yorgunluk, uyku hali ve insiyatifin eksikliği, Bb tedavinin başlanma ve dozunun artırılması sırasında sık olup, her doz değişikliğinden sonra ilk 6 hafta içerisinde genellikle bu şikayetler çözülür. İlaçları tolere edebilen hastalarda, tedavinin sonraki faydası; yaşam beklentisinin uzaması, remodelingin geriye döndürülmesi ve hemodinamik parametrelerin düzelmesi ile kanıtlanır. Bazı hastalar kan basıncı, kalp hızı, ve böbrek fonksiyonu yönünden ilaçları tolere edebilirler, bununla birlikte inatcı yorgunluk ve uyuşukluk, bitkinlik yaşam kalitesini bozabilir. Kardiyak rezervi bozulan hastalarda da Bb’ler ile kendini iyi hisseden hastalardaki gibi benzer fayda elde edilebilir. İlerlemiş KY hastalarında Bb’lerin yan etkileri açıkca görüldüğünde, tedavinin hedefleri yeniden gözden geçirilmelidir. Bu durumda ilacın dozu çalışma kriterine göre “tolere edilebilen” dozun altına düşürülmesi uygundur, nadir de olsa Bb tamamen kesilmesi gerekebilir. Bb’lerin agresif ve yakından izlendiği Klinik KY pratiğinde, hastaların yaklaşık %30’da Bb tedaviye intolerans gösterilmiştir. 763 İlerlemiş Kalp Yetersizliği ve Tedavi Stratejileri Artan Kalp Yetersizliği Tedavisi Asemptomatik Semptomatik Ağır Son-evre Kardiyak transplantasyon, LVAD Bi-V QRS >150 Tdvi, sıvıyı yeniden ayarlama ± Nitrat, Hidrasyonu dengele KY tedavisi - HUZUR EVİ PROGRAMI K tutulumu normalse Spiro Sıvı retansiyonu için Diüretik Digoxin Beta Blokerler ACEI veya ARB Tuz kısıtlaması 2 gm Na+ 200 cc ile sıvı kısıtlaması düşünülmeli Tuz ilave edilmemeli Aerobik aktivite Tolere ediliyorsa Egzersiz programı ŞEKİL 5. Kalp yetersizliği; semptomatik durumunun progresyonu. Sağdan öbür tarafa yayılan çubuklar, bu kabul edilen tedavilerin ilerlemiş hastalığı olan bazı hastalarda da tolere edilebildiğini gösterir. Bi-V: CRT; kardiyak resenkronizasyon tedavisi, iki-ventriküler pacamaker. (European Journal of Heart Failure 2005;7:323-31). Benzer düşünceler ACEİ‘ler için de uygulanmıştır, bununla birlikte ACEİ’ler genellikle hastalığın sonraki seyrine kadar tolere edilebilir (Şekil 5). Progressif böbrek disfonksiyonu ve semptomatik hipotansiyon gelişmesi önceden bu tedavileri iyi tolere edenlerde ilaçların kesilmesine neden olabilir. Bu hastalarda ARB’lerin kullanımı da muhtemelen kısıtlıdır. Günümüzde hipotansiyon ve böbrek disfonksiyonunda ACEİ’lerin ne zaman azaltılması ve kesilmesi gerektiğini gösteren veri yoktur. Ancak, ACEİ’lerin kötü sistemik dolaşım-renal fonksiyon markerleri (hipotansiyon, yükselmiş kreatinin düzeyi) gelişen hastalarda kullanımı ile prognoz zaten çok kötüdür, mortalite 1 yılda %50’nin üzerindedir. Spironolakton ağır KY’de hastaneye yatış ve mortaliteyi %35 düşürmüştür (bu hastalarda plasebo ile yıllık mortalite >%20’dir). Standart tedaviye eklenmesi normal potasyum tutulumu olanlarda kuvvetle düşünülmelidir. Serum kreatinin >2.0 mg/dl olanlarda veya potasyum replasmanı gerekmeyen yüksek doz diüretikler spironolakton tedavisi sırasında daha yüksek hiperkalemi riski taşımazlar. Tedavi başlandığında, klinik stabilizasyondan sonra hastanın böbrek fonksiyonu ve potasyum düzeyi ya- kından izlenmelidir; özellikle renal fonksiyon ve volum durumunun değişmesi durumunda (örneğin, gastroenterit epizodu sırasında) sonradan hiperkalemi gelişebilir. Klinik pratikte, hayati-tehlikesi olan hiperkaleminin gelişme olasılığı %20’nin üzerinde bildirilmiştir. BBloker ACEI Doz ↑ Diüretik KCI ⇓ Ekle metolazone Mediyanlar: SVEF %15, SKB 92 mmHg Hastanede 5 kg kilo kaybı/8 günde N = 32 hasta 191 girişim / 3 ay ŞEKİL 6. İlerlemiş kalp yetersizliği programında tedavi ile ilgili yapılan girişimler. 32 hastada kalp yetersizliği ile yatıştan sonra 3 ayda 191 müdahale: İlerlemiş hastalık, mediyan SVEF ve sistolik kan basıncı ile işaret edilmiştir. Girişimlerin çoğu diüretik dozu ile ilgilidir: Potasyum (KCI), ACEİ, ARB dozlarında az düzenleme yapılmıştır (European Journal of Heart Failure 2005;7:323-31). 764 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Egzersiz dispnesinin inatcı semptomları olan hastalarda nitrat tedavisinin diğer tedavilere eklenmesi veya ACEİ tolere edemeyenlere verilmesi faydalı olabilir. Nitratlar çok etkili (vazodilatör) tekli ajanlardır; bunlar egzersiz kapasitesini düzeltmiş, remodelinge ise faydalı etkileri bulunmuştur. Nitrat tedavisinin semptomları diğer vazodilatörlerin herhangi birisinden daha fazla düzeltebildiğine dair genel şüphe vardır. İnatcı hipertansiyon veya vazokonstriksiyon bulunan hastalarda nitratlar gibi Hidralazin de ACEİ’lere eklernebilir, genellikle tek tedavi (monoterapi) olarak verilmez, buna rağmen ACEİ ve nitratları tolere edemeyenlerde hidralazin kullanılabilir. Düzenli egzersizin de KY sonuçlarına faydalı olduğu görülmüştür. Düzenli egzersiz hastaneye yatış ve ölümün heriklisini de azaltmıştır. Bu etkinin anlamı; egzersiz eğitimi bazal sempatik stimülasyonu azaltır. Bununla birlikte Nörohormonal inhibisyonun medikal rejimine (ACEİ/ARB, Bb, spironolakton tedavileri) göre egzersiz tedavisine az değer verilmektedir (devamlı hasta eğitimi önemlidir). Kalp yetersizliği tedavisinin faydası, her bireysel medikal tedavi ile hastaneye yatışın azalması ve yaşam kalitesinin düzelmesidir. İlerlemiş KY’de hasta ile temasın sıklığı, hem rutin hem de düzenli hasta-kabul edilme sıklığı (ve hastaneye yatış), çok yüksek olduğundan bu sorun özelleştirilmiş hemşireler (“KY hemşiresi”) ile üstesinden gelinebilir. Yoğun medikal tedavi indikasyonu olan hastalar gibi, ilk hastaneye yatışından çıkarıldıktan sonra, refrakter semptomlar ile KY programına gönderilen de hastaneden çıkıştan sonraki 3 ayda hastabaşına ortalama 7 arama ve 2 klinik vizit yapılmıştır, bunların çoğunda hasta tedavileri yeniden düzenlenmiştir, (European journal of Heart Failure 2005;7: 323-331). Bu dönemde ACEİ ve Bb tedavilerde bazı ayarlamalar yapılmıştır; diüretik tedavisinde %80 değişme olmuştur; hasta başına ortalama 3 doz değişikliği. Tedavi değişiklikleri sık görülenler, hastalığın halen aktif olduğu populasyondur (uzamış anstabil süreç) (Şekil 6). Resenkronizasyon için Uyarı-Verme (Pacing) KY ilerledikçe ventriküller daha fazla a büyümekte ve ileti daha çok bozulmaktadır. Septum ve posterolateral SV duvarı arasındaki aktivasyon gecikmesi kontraksiyon etkinliğini azaltır ve fonksiyonel mitral regürjitasyonunu şiddetlendirir (Bölüm 1.7). İlerlemiş KY hastalarının %2540’da QRS süresi 120 ms üzerinde bulunabilir. İskemik ve noniskemik kardiyomiyopatide en sık ileti anormalliği sol dal bloğudur, birçok ileti anormallği de atipiktir. Geniş QRS kompleksli hastalarda teknoloji heriki ventriküle de transvenöz yolla uyarı-verme (pacing) kateterinin yerleştirilmesine imkan sağlamıştır (bakınız Bölüm 1.7). Bu tedavi, transplantasyona giden hastaların yarısından fazlasında klinik düzelme sağlayarak kanıtlanmıştır. KY’de faydası net olarak gösterilmiştir; semptomlar, yaşam kalitesi ve egzersiz kapasitesinde beklendiği gibi iyileşme gösterilmiştir. • Bireysel olarak hastalarda büyük düzelme bildirilmiştir. İyileşme: KY’nin semptomatik düzeyinin NYHA sınıfı -III ve -IV’den sınıf -II ve -III’e doğru gerilemesidir. Bu tip elektriki-tedavi ile kan basıncının sıklıkla 10- 15 mmHg yükseldiği saptanmıştır, böylece nörohormonal antagonistlerin daha yüksek dozlarda kullanımını sağlanabilir. Non-invazif görüntüleme (EKG, Eko) ile ölçülen ve belirgin inter-ventriküler dissenkronisi olanda fayda enfazladır, fakat bunun nasıl ölçülmesine dair henüz net bir fikir birliği yoktur (bakınız Bölüm 1.9). Geniş QRS her zaman belirgin dissenkroni anlamına gelmez, ve nadiren bazı hastalarda QRS ciddi derecede uzamadan ağır dissenkroni bulunabilir. • Bununla birlikte, günümüzde uzamış QRS, biventriküler uyarı-verme (pacing) düşünülen hastalarda en elverişli tanımlayıcıdır. Uzamış QRS için spesifik interval >120 veya 130 ms’dir, fakat semptomatik düzelme genellikle median QRS süresi 150-170 aralığında gösterilmiştir. Egzersiz ile erken semptomları olan (NYHA sınıfı ileri evrede) ayaktan takip edilen hastalarda çok tipik olarak faydası gösterilmiştir. Biventriküler pacing ile birçok hasta transplantasyon listesinden çıkabilmiştir. • Genel görüş, dinlenimde ciddi semptomları bulunan hastaların CRT’den fayda bulması olanaksızdır, özellikle bunlar düşük debi durumunda veya devamlı inotropik infüzyona gerek duyuyorsa. Resenkronizasyon “kurtarıcı tedavi” değildir. Transplantasyon Tedavilerinin Minör Rolü Günümüzde transplantasyon, 10 yılda sağkalımı (yaşam beklentisi) ve iyi yaşam kalitesini alıcılarda %50 artırmaktadır (bakınız Bölüm 1.8). Fakat, transplantasyona verilen ilerlemiş KY hastaları için verici sayısı kısıtlıdır, %2’den azdır. Birçok mekanik yardımcı cihazlar, transplantasyon beklerken kötüleşen hastalarda standart tedavi olarak kabul edilmiştir (bakınız Bölüm 1.8). Günümüzde SV yardımcı cihaz (LVAD) ile bir yılda sağkalım %50 bildirilmiştir. Bu tedavi modeline uygun aday hastalar; medikal tedavi ile umulan bir yıllık mortalitesi %50’yi aşanlardır. LVAD kalıcı veya transplantasyon bekleyen seçilmiş hastalarda “destinasyon” tedavisi olarak ABD’’de onaylanmıştır (hedefe ulaşma tedavisi, transplantasyon beklerken gibi). Hastalık ciddiyetini gösteren ilk kriterler aşağıda gösterilmiştir. İlerlemiş Kalp Yetersizliği ve Tedavi Stratejileri • • • • • “Destinasyon” tedavisini belirleme kriterleri (1 Ekim 2003): (European Heart Journal 2005;7: 323-31). En az 90 gündür sınıf IV KY semptomları. Medikal tedaviye cevabı yetersiz olanlar SVEF <%25. Zirve egzersiz VO2 <12 ml/kg/dk. veya, Semptomatik hipotansiyon veya konjesyonun kötüleşmesine bağlı devamlı iv inotropik gerekenler. Hastalık ciddiyetinin ilk kriteri yukarıda gösterilmiştir. KY cetvellerinde yaşam kalitesi sınıf II ve III arasında tanımlanmıştır, diğer kısıtlamalar; cihazın sesinin algılanması, abdominal rahatsızlık ve cihazın yetersizliğinden korkmak. Teknolojik gelişmeler hem sağ kalımı hem de konforu düzeltmiştir. Ancak bu cihazların egemen tedavi modeli durumuna geceği olasılığı düşüktür. İV Devamlı İnotropik İnfüzyonlar- …. “son tedaviye kadar”…: Dopamin dobutamin veya daha az milrinonla ile iv. inotropik tedaviler, spesifik sonlanma noktasına ulaşana kadar sıklıkla geçici destek maksadı ile başlanmaktakdır. Bu populasyonda gereklilik kalp debisini düzelterek ve renal perfüzyonu artırarak diürezi uyarmak için başlanmaktadır. Bu stratejiler ile konjestif durum bir defa çözüldükten sonra, inotropik tedavinin devam edilmesine gerek duyulmadan klinik ve hemodinamik stabilitenin yeniden kazanılacağı umut edilmektedir. PostMİ stunning, VT veya bazı nonkardiyak (pnömoni, gastroenterit veya yakında geçirilmiş cerrahi gibi) durumlar düzelene kadar destek verilebilir. Uzun süreli kullanılan major iv inotropik tedavi transplantasyona kadardır. Nadiren evde ölüme kadar semptomları hafifletici olarak da kullanılabilir. İntravenöz inotropik infüzuyonların kullanım prevalansı artmıştır, semptomatik hipotansiyon ve tekrarlayan konjesyonu önleyebilmesi veya böbrek disfonksiyonuna neden olmamasından dolayı bu tedavilerden vaz geçilemeyebilir. İV İntravenöz inotropik tedavinin kronik santral kateter ile verilmesi için fikirbirliği yoktur; son-evre semptomlarının hafifletilmesinde, diğer tedaviler tedarik edilemiyorsa bu görüş mantıklı olabilir. iv inotropizm uygulanan hastaların 6 aylık mortalitesi nadiren %50 civarındadır. • Bu tedavi “yaşamı-uzatan” olarak düşünülmemelidir, aksine yaşamı kısaltabilir de (oral inotropik tedavi ile iv. tedaviye göre daha az bozulmuş KY hastalarındaki gibi; yüksek aritmojenik potansiyeli). KY’de Yaşam-Sonu Bakımı 20 sene önce KY hastaları hastalık ilerleyince aniden ölmekteydi, bundan dolayı NYHA sınıf -IV semptomlar- 765 dan muzdarip az sayıda yaşayan hasta vardı. Şimdilerde aniden ölen KY hastalarının sayısı azalmıştır, dolayısı ile eskiye göre daha fazla hasta son-evre hemodinamik dekompansasyondan ölmektedir, son ile karşı karşıya gelen bu hastalara ve ailelerine, hastaların konforlarına yardım etmek için gittikçe artan gayret gösterilmektedir. Hastalar ve yakınları kansere kıyasla, KY ile ölümün yakın olduğu olasılığını kabul etmekte zorlanmaktadır; bunun nedeni, terminal KY’de bile oldukça geniş bir spektrumda “…iyi ve kötü günlerin…” olmaya devam etmesidir. Bu hastalar her iyi güne “…olması yakın yazgılarının tersini söylüyor (iyileşme umudu)…” gibi bakarlar. KY’nin yaygın prevalansı ve acımasız prognozu ile ilgili, kansere göre daha az toplum eğitimi ve tanıtımı yapılmaktadır. Hastalığın prognozu ile ilgili tartışmalar öncelikle hastalığın progresyonuna yoğunlaştırılmalıdır. Daha spesifik takip planları geliştirilmelidir; agresif rahatlatıcı tedaviler ve olası ölüm tiplerinin belirlenmesi ve yeniden hastaneye yatış ile ilgili, progressif böbrek disfonksiyonu için daha yoğun diüretik tedavi kullanımı (iv infüzyon veya çok yüksek dozlar) veya tedavinin kesilmesi veya tekrarlayan İCD şokları ile ilgili polarak ICD’nim inaktivasyonu (veya yüksek doz amidatron ilavesi gibi), huzur evine yatış gibi agressif ve konservatif stratejiler uygulanabilir. Terminal evredeki hastalarda narkotiklerin faydası, ve uykusuzluk, kabızlık ve huzursuzluk da genel konulardır. Amaç ömnceden bilgilendirilen kendisinin ve yakınlarının rızası alındıktan sonra hastanın son günlerini rahat ve huzurlu geçirebilmesidir. ESC-2007 KY Kılavuzunda: İLERLEMİŞ KRONİK KALP YETERSİZLİĞİ TEDAVİSİ (European Journal of Heart Failure 2007;9: 684-694) Kalp Yetersizliğinin Değişen Klinik Karakteristikleri KY kötüleşen semptomlar, akut dekompansasyona bağlı planlanmamış hastane yatışları, gelişen komplikasyonlar (atriyal aritmiler, renal disfonksiyon gibi) ve kısa yaşam süresi ile karakterize olup genellikle progressif bir hastalıktır. Nörohormonal antagonistler bu progresyonu yavaşlatır (nadiren de önler), ölümü geciktirir ve hastane yatışını önler veya erteleyebilir. Bu ilaçlan hasta semptomlarına etkileri iyi tanımlanmış olsa dahi fonksiyonel kapasiteye etkileri daha az inandırıcı bulunmuştur. • İCD hafif KY’de ağır KY’ye kıyasla, ölümün büyük bölümünden sorumlu ani ölüm riskini azaltır. 766 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 2. İKKY’nin Tanımlaması 1. KY’nin ağır semptomları ile; dinlenim ve/veya minimal eforda (NYHA III veya IV) dispne ve/veya yorgunluk. 2. Sıvı retansiyonu epizodları (pulmoner ve/veya sistemik konjesyon) ve/veya dinlenimde azalmış kalp debisi (periferik hipoperfüzyon). 3. Aşağıdakilerden en az biri ile gösterilen ağır kardiyak disfonksiyonun objektif kanıtları: a. Düşük SVEF (<%30), b. Kardiyak fonksiyonun ciddi anormalliği; doppler ekokardiyografi ile psödo-normal veya restriktif tipte mitral anulus giriş paterni. c. Yüksek dolum basınçları (pulmoner arter kateterizasyonunda; ortalama PKUB >16 mmHg ve/veya ortalama sağ atriyum basıncı >12 mmHg). d. Non-kardiyak sebeplerin yokluğunda yüksek BNP veya NT-ProBNP plazma düzeyleri. 4. Aşağıdakiler ile gösterilen fonksiyonel kapasitede ciddi bozulma: a. Egzersiz yapamama, b. 6-dakika yürüme mesafesi <700 m (≥75 yaşındakiler veya kadınlarda daha az). c. Tepe VO2 < 12- 14 ml/kg/dk. 5. Geçmiş 6 ayda ≥1 defa KY ile hastaneye yatış hikayesi. 6. “…kötü tolere edilene ve kontrindike olana kadar…”, optimize edilmeye çalışılan diüretik, RAAS inhibitörleri, ve beta bloker tedaviye ve indikeyse CRT takılmasına rağmen; önceki tüm özelliklerin bulunması veya devam etmesi. (European Journal of Heart Failure 2007;9: 684-694) • Daha ağır semptomları olanlarda, yakın geçmişte ise CRT’nin semptomlar, mortalite ve morbiditede daha fazla düzelme sağladığı gösterilmiştir. Nörohormonal antagonistlerin, ICD ve CRT’nin faydalı etkilerine rağmen, birçok hasta sonuçta ilerlemiş evreye ilerlemektedir, bu hastaların karakteristikleri; yaşamı iddi derecede kısıtlayan semptomlar, belirgin hemodinamik bozulma, sık hastane yatışları ve yüksek mortalitedir. Yaşamın uzatılması nörohumoral antagonistlerin direk etkileri ile sağlanabilmiştir, ancak bu ajanların faydalarının yanında bazı komplikasyonlara rehberlik ettiği görülmüştür (anemi ve renal disfonksiyon gibi), KY’de bu yan etkilerin sıklığına rağmen sağkalım uzatılabilmiş (başarılmış) bu ilaçların yan etkileri hastalarda (daha uzun yaşayanlarda) giderek artmaktadır. İlerlemiş kronik KY (İKKY) gelişen hastalar, ilave tedaviler gerektiren yeni bir KY populasyonudur. Büyüyen önemine rağmen, İKKY’nin optimal tedavisi ve karakteristikleri için bilinenler yeterli değildir. İKKY’nin Tanımı Tanımlaması: İKKY, etyolojisi ne olursa olsun, kronik, durum olarak tanımlanır fakat geriye-dönüşsüz olması gerekmez. • Genellikle aşağıdaki Tablo 2’de gösterilen tüm özellikler ile karakteristiktir. KY’nin karşılaştırılan diğer sınıflamaları Şekil 7’de gösterilmiştir. Önceki tanımlamalar ile karşılaştırılması: İKKY’nin ilk tanımlamasına göre, hastanın istirahatte SVEF’: <%30, NYHA sınıfı: III-IV veya zirve oksijen alımı (VO2): <14 ml/kg/dk olması gerekir (1998, Adams ve Zannad). Bu tanımlamanın ilavelerle (BNP düzeyleri gibi) güncelleştirilmesi gerektiğine inanılmaktadır. KY’nin diğer klinik tabloları ile karşılaştırılması: 1. Akut kalp yetersizliği: akut kalp yetersizliği (AKY), İKKY’den oldukça daha geniş spektrumlu bir klinik durumdur. İKKY kronik sendromun bir evresi olarak sunulmaktadır. Oysa ki AKY, hastanın Kalp yetersizliği ile ilk prezentasyonu olabilir (şayet sebebi geri- dönüşlü ise bir tek AKY epizodu bile) veya kronik sendromun kötüleşmesine gönderme yapar. 2. Refrakter KY: Maksimal tedaviye rağmen dinlenimde semptomların bulunması olarak tanımlanmıştır (JACC 2005;46: 1116- 43). “Evre -D KKY” olarak da kabul edilmektedir (Şekil 7). Heriki kalp yetersizliği durumu da, yeni tedavilerin değerlendirildiği (mekanik yardımcı cihazlar, ultrafiltrasyon gibi) KY’nin ilerlemiş evresi olarak belirtilmektedir. 3. Son-evre KY: Oldukça ilerlemiş durumdur. Standart KY tedavileri ile düzelme mümkün değildir. Rahatlatıcı “ventriküle yardımcı sistemler” veya kalp transplantasyonu bunlarda indike olabilir. Bu durum belirli derecede geri-dönüşümü olabilen İKKY’den ayrılmalıdır. İKKY’nin Klinik Karakteristikleri ve Teşhisi Semptom ve bulgular Birçok KY hastası ilkkez, belirgin volum yüklenmesi veya hatta akut pulmoner ödem gibi ağır semptom ve bulgular ile bulunabilir. Çok düşük SVEF’si de saptanabilir. Bu hastalarda genellikle geçmişte İKKY yoktur. Diüretikler ile tedavi, nörohormonal antagonistler (ACE İnhibitörleri, Beta-blokerler, aldosteron antagonistrleri ve ARB’ler) ve bazı olgularda cihazlar çoğunlukla hastaların durumunu düzeltebilir, SVEF de yükselebilir. Oysa, İKKY tanımında önemli nokta; “optimal tedaviye rağmen, ağır semptomlar, fonksiyonel kısıtlanma ve kardiyak disfonksiyonun sürekliliğidir”. Optimal ilaç ve cihaz tedavisime rağmen sadece dinlenim ve minimal egzersizde semptomlu kalan hastalarda İKKKY düşünülmelidir. İlerlemiş Kalp Yetersizliği ve Tedavi Stratejileri 767 İlerlemiş KY* Asemptomatik kardiyak disfonksiyon Hafif Orta Ağır Refrakter Semptomatik KY** NYHA Sınıf ACC/AHA Evre*** ŞEKİL 7. İlerlemiş KY ve KY’nin diğer sınıflarının mukayesesi. *Tablo 2’de de görüldüğü gibi burada ilerlemiş ağır kardiyak disfonksiyonun kanıtları, sıvı retansiyonu/hipoperfüzyon ciddi derecede azalmış fonksiyonel kapasite ve KY’nin optimal farmakolojik tedaviler ve cihaz tedavisi ile 6 ay içinde hastaneye yatış tanımlanmıştır. **Bu belge kronik KY ile ilgilidir. ***KY riski yüksek, fakat KY semptomu yok. Hastalar KY’nin doğal hikayesine göre genellikle zaman içerisinde bir yönde progressif kötüleşme ile hareket eder. (European Jounal of Heart Failure 2007;9: 684-94). Zamanla hastanın durumunun ilerlemesi ile “optimal tedavinin ranımı” değişebilir. Örneğin; başlangıçta NYHA sınıf –II’deki hastalarda spirinolakton indike değildir. Fakat hasta NYHA sınıf –III’e ilerlediğinde şayet tolere edilebiliyorsa spironolakton kullanılmalıdır. Renal disfonksiyon ve hipotansiyon gelişmesi yeni nörohormonal antagonistlerin tedaviye eklenmesini engellemekte, alınmakta olanların ise kesilmesini gerktirmektedir. Volum yüklenmesi ve klaybının önlenmesi için diüretik dozları değiştirilebilir ve sıklıkla ihtiyaca göre diüretiklerin yeniden dikkatle titre edilmesi gerekebilir. Oral ve intravenöz diüretiklerin düzenli kontroller sırasında kombine edilmesi gerekebilir. Tedavinin dikkatle düzenlenmesi semptomlarda azalma ve konjesyonda ise rölatif olarak daha uzun sürede rahatlamayı sağlamaktadır. Bununla birlikte İKKKY hastası akut dekompansasyon ile sıklıkla hastaneye yatırılmaktadır. Hastanın durumu ilerledikçle anemi, kardiyak kaşeksi (genel adale erimesi) ve böbrek yetersizliği gibi komorbid durumlar da gelişebilir. ve miyokardiyal disfonksiyonunun geriye dönüşümlü sebeplerinin (iskemi, kapak hastalıkları gibi) dışlanması önemlidir. Teşhis her zaman yüksek SV dolum basınçları ile bunun biyomarkerleri yükselmiş plazma BNP veya NT-ProBNP düzeylerine veya Doppler-ekokardiyografik kriterlerine (diastolik fonksiyon ve/veya SV uzuneksen fonksiyonuna; bakınız Tablo 1) dayandırılmalıdır (Bölüm 1.9). Ekokardiyografik Değerlendirme 1. Sistolik disfonksiyon: Global SV hemodinamik pompası fonksiyonunun en basit indeksi SVEF’dir. Ancak, tekbaşına kullanıldığında, global sistolik disfonksiyonun yetersiz özetidir. • Sistoliğe Karşı Diyastolik SV Disfonksiyonu İKKKY teşhisi için ağır SV disfonksiyonunun önceden olması gerekir. Bununla birlikte akut KY ile hastaneye yatırılan hastaların %30-50’sinde SVEF’si korunmuş olabilir. Korunmuş SVEF’si olan hastaların SVEF’si düşük olanlara kıyasla tekrar hastaneye yatış oranı yüksek ve benzer, mortalitesi ise az daha düşüktür. Kötü sonuçların sebepleri komorbidlerinin yüksek prevelansı, ve normal SVEF’li bazı hastaların da İKKY’e ilerleyebilmesidir. Bundan dolayı, semptomların non-kardiyak • • Şayet SVEF’si normal ve SV volumları küçükse; hastada anlamlı SV relaksasyon anormallikleri, uzunlamasına fibril disfonksiyonu ve de ciddi heterojen anormallikler bulunabilir. İdeal olarak, ventriküler volum, tercihen sistol-sonu volumu ve vucut yüzeyi alanına indekslenmiş ekokardiyografik uzun-eksen değerleri birlikte bildirilmelidir (bakınız, Bölüm 1.9). Bazı hastalarda, SV uzun-aksının sistolik kısalmasının azalmasına rağmen global SV hemodinamik pompa fonksiyonu korunmuş (tanımı: SVEF ≥%45-50) olabilir; azalmış SV uzun-eksen sistolik kısalmasına raüğmen sferikliği ve radyal (ışınsal) sistolik fonksiyonunda artış birliktedir. Dolayısı ile SV sistolik fonksiyonun tam ekokardiyografik karakterizasyonu ideal olarak SV uzunaks fonksiyon ölçümlerini de ihtiva etmelidir. 768 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI 2. Diyastolik fonksiyon: SV dolumunun en basit değerlendirmesi, mitral kapaktan erken diyastol ve atriyal dolum sırasında geçen akım hızı oranlarından sağlanır (E/A oranı). Bu oran KY’de sol atriyal basıncın yükselmesi ile artar. Oran >1 olduğunda, sol atriyal basınç yükselmiştir, mitral giriş akımı “psödonormal” gibi tanımlanır. SV preloadunun düşürülmesi sonucunda E/A oranının ters dönüşü ile (<1) bu bulgu gerçek normal paternden ayırt edilebilir. • Diyastolik disfonksiyonun diğer kriterleri; erken diyastolik mitral giriş akımının yavaşlama zamanıdır (deceleratıon time: DT). Diyastolik disfonksiyonun en ağır şekli restriktif dolumdur ve çok yüksek EA oranı (>2) ve kısa DT (<140 ms) ile karakterizedir. Bu akım şekli, özellikle preload düşürüldükten sonra devam ediyorsa kötü prognozun güvenilir öngörenidir. • Diyastolik disfonksiyonun yeni kriterleri daha az volum bağımlı olduğundan, klinik pratikte teşhise yardımcıdırlar. Pulsed Doppler-ekokardiyografide erken diyastolde kaydedilen mitral E hızının mitral anuler hareketin hızına oranı (E/e’ veya E/Ve) muhtemelen en faydalı yeni kriterdir. Bu indeks yaygın olarak geçerli olup SV dolum basıncı ile korelasyon gösterir. Pulmoner venöz akım ve sol atriyum çapı da kronik yükselmiş basıncı yansıtır. Natriüretik Peptidler ve Diğer Biyomarkerler BNP ağırlıklı olarak SV miyokardın salınmaktadır ve KY’nin ciddiyeti ile koreledir. BNP, NT-ProBNP, prognoz ve tedavinin değerlendirilmesi ve biçimlendirilmesinde başarı ile kullanılmaktadır. İnflamasyon ve nörohormonal aktyivasyon ile ilgili diğer markerler de İKKY hastalarında prognozu değerlendirmek için kullanılabilir. Kardiyak troponinler KY hastalarının anlamlı bir yüzdesinde iskemik veya noniskemik olsun olmasın salınmaktadır, prognoz için anlamlı olabilir (bakınız, Bölüm 1.3). Egzersiz Testi İKKY hastaları NYHA sınıf-III veya -IV olarak tanımlanmaktadır. Fonksiyonel kısıtlama resmi egzersiz testi ile daha da iyi tanımlanabilir. Kardiyopulmoner (CPX) Egzersiz Testi Tepe VO2 sıklıkla yaş, cinsiyet ve vucut ağırlığı, ve egzersize ventilatuar cevaba göre ayarlanır. Genellikle karbondioksit üretimine karşı anlık ventilasyon (VE) ile ilişkili regresyon çizgisi eğiminin progresyonu ile ölçülür (VE- VCO2 eğimi), CPX ile elde edilen parametreler pratikte en sık kullanılanlardır. CPX, KY ‘de ölüm riskinin tabakalandırılmasında ve hastane yatışının belirlenmesinde sıkla kullanılmaktadır. Düşük VO2 tepe düzeyi, diğer risk faktörlerinden bağımsız olarak kötü progno- zu işaret eder. Buna rağmen riskin tabakalandırması için optimal sınır düzeyi halen tartışılmaktadır. • Genellikle kabul edilen: VO2 >18 ml/kg/dk düşük risk hastalarını tanımlar; oysa ≤ 10 ml/kg/dk ağır fonksiyonel bozulma kötü prognoz ve olası transplantasyon indikasyonunu gösterir. • 14 ml/kg/dk sınır değeri, hastalarda olası hastane yatış indikasyonunu tanımlamak için de kullanılır. 12 ml/kg/dk düşük değerler beta-bloker alan hastalarda transplantasyonu işaret eder. 6-Dakika Yürüme Testi (6DYT) 6DYT mesafesi fonksiyonel kapasitenin bir başka ölçüsüdür yaşam kalitesi ile koreledir. • 6DYT mesafesi <300 m ciddi, bozulmayı işaret eder ve kötü prognoz ile ilişkilidir. Oysa ki >500 m belirgin korunmuş egzersiz kapasitesi ve düşük olay riskini gösterir. Bununla birlikte yaş, cinsiyet, vucut kitle indeksi gibi demografik parametreler 6DYT performansını önemli derecede etkiler. İKKY’de anlamlı sayıda hasta 6DYT’yi yapamayabilir veya bu hastaların egzersiz testi kontrindikasyonları olabilir. Bu grubun kötü prognozu vardır. Hastaneye Yatış Hastaneye yatış oranı, hastaneye girişin sayısı ve süresini ihtiva eder, çok basit ve önemli bir prognostik indekstir. Özellikle KY’nin kötüleşmesi; hastanın hastaneye yatışını, anstabil klinik seyirini ve ölüm dahil kısa dönemde artmış major olay olasılığını gösterir. Prognozun Değerlendirilmesi Ağır KY’de prognoz son yıllarda düşürülse dahi halen kötüdür. Bu hastaların belirlenmesinde faydalı prognostik indikatörler Tablo 3’de gösterilmiştir. Doppler-ekokardiyografi veya kardiyak kateterizasyon ile değerlendirilebilen, yükselmiş SV dolum basınçları ve/veya sağ ventrikül disfonksiyonu bulguları gibi kanıtlar tedaviyi optimize etmek için toplandığında, güçlü öngörücü konumuna gelirler. Komorbidlerden, kan basıncı ve böbrek fonksiyonu da önemli bağımsız prognostik değişkenler arasındadır. İKKY Tedavisi Tıpsal tedavi: İKKY tanımının anahtar komponentlerinden birisi de hastalara verilen kılavuzlarda önerilen ve bireyselleştirilmiş optimize tıpsal tedavidir. Daha ağır KY hastalarında nörohormon antagonistlerinin daha düşük dozlar ve oranlarda kullanıldığı kanıtlanmıştır, bu prognozu kötü etkileyebilir. Dolayısı ile, indike olan tüm ilaçlar, etkili oldukları gösterilen miktarlarda başlanmalı ve dozlarının bu düzeye yükseltilmesi hedeflenip gayret edilmelidir. İlerlemiş Kalp Yetersizliği ve Tedavi Stratejileri TABLO 3. İKKY hastalarında prognostik belirleyiciler Demografik özellikler: İleri yaş Erkek cinsiyet Klinik: Tekrar hastaneye yatış sıklığı İlerlemiş NYHA sınıfı Nörohormonal antagonistlere intolerans Sürekli ve nükseden pulmoner veya periferik konjesyon Hipotansiyon Ko-morbidler (diyabet, böbrek yetersizliği, karaciğer yetersizliği, anemi, KOAH gibi). Elektrokardiyografi: Dinlenimde taşikardi Geniş QRS kompleksi Laboratuar: Hiponatremi Böbrek yetersizliği (BUN/serum kreatinin) Anemi Karaciğer yetersizliği Nörohormonlar (norepinefrin, endotelin) Natriüretik peptidler. Kardiyak miyosit markerleri (troponinler) İnflamatuar markerler (CRP) Doppler-ekokardiyografi ve sağ kalp kateterizasyonu: Düşük SVEF/ yükselmiş SV ESVI Azalmış SV uzun eksen sistolik kısalması Mitral regürjitasyonu/ artmış sol atriyal volum Yükselmiş SV basıncı bulguları Düşük sağ ventrikül EF Yükselmiş pulmoner vasküler direnç Fonksiyonel kapasite: Egzersiz testini yapamama Düşük VO2 zirvesi (ml/kg/dl, öngörülen yaş, cinsiyet, vucut yüzeyi ile ayarlanmış %’de) Egzersize yükselmiş cevap (VE/VCO2 eğimi) 6DYT mesafesi ESVI: Sistol sonu volum indeksi. SV: Sol ventrikül; diğer kısaltmalar için metine bakınız. (European Journal of Heart Failure 2007;9: 684-94) ACE İnhibitörleri: İKKY hastaların hipotansiyon ve/veya böbrek yetersizliği gelişme olasılığı daha yüksektir, ACEİ’lere karşı bu şekilde gelişen intolerans prognostik vahim bir bulgudur. Bu ajanların faydaları çok önemli olup bunların doğru kullanılmaları için her efor gösterilmelidir. Serum kreatininde hafif yükselme (bazal değerlere göre ≤ %50, 3 mg/dl) ve hipotansiyon tedavinin devam ettirilmesi için mutlak kontrindikasyon değildir. Beta blokerler (Bb’ler): Bb’lerin İKKY’deki faydaları en az hastalığı çok ilerlememiş (hafif- orta KKY) olanlar- 769 daki kadardır. Akut olarak dekompanse KY’de Bb başlamak kontrindikedir. Bb tedavisinde iken Akut dekompanse olmuş KY hastalarında, bu ajanların dozu azaltılabilir, veya geçici olarak bırakılabilir, ancak klinik durum stabilize olduktan sonra tedavi hemen yeniden başlanmalıdır. • KY ile hastanede yatışı sırasında Bb başlanması (veya yeniden başlanması) ve daha kısa titrasyon fazı daha iyi kompliyans ile ilişkilendirilmiştir. Hastalarda intolerans gelişiminin, baskılanmış SV sistolik fonksiyonuna bağlı olduğu düşünülebilir. • Bazı otoriteler Bb başlanması sırasında, inotropik kullanımın teşvik edilmesini tavsiye etmiştir (kanıtlanmamış yaklaşım). Bu durumda seçilecek inotropikler, Fosfodiesteraz inhibitörleri ve Levosimendan gibi etki mekanizması beta reseptörlerden bağımsız ve dobutamine benzemeyen ilaçlardır. Anjiyotensin reseptör blokerleri (ARB’ler): ARB’ler, semptomatik hastalarda iyi tolere edilemiyen ACEİ’lerin alternatifidir. • Ayrıca, ARB’lerin semptomatik kalan hastalarda Bb’ler ve ACEİ’lere ilave edilmesi de indikedir. Bununla birlikte, potasyum düzeyi ve böbrek fonksiyonunun dikkatle izlenmesi zorunludur. Aldosteron antagonistleri: SV sistolik disfonksiyonunun sebep olduğu NYHA sınıf -III ve -IV hastalarda indikedir. Ağır böbrek yetersizliği (kreatinin >2.5 mg/ dl) ve/veya hiperpotasemi (>5 mmol/l, mEq/l) bulunanlarda kullanımı engellenmelidir. Kullanımı sırasında serum potasyum düzeyi ve böbrek fonksiyonun dikkatle izlenmesi zorunludur. Aldosteron antagonistlerinin kan basıncına etkisi ARB’lerden daha azdır. Nörohormonal antagonistlerin üçlü ve dörtlü kombinasyonları: KKY hastalarının tümünde nörohormonal antagonistlerin üçünün kombine edilmesine gayret edilmelidir. • Tüm hastalara intolerans oluncaya kadar ACEİ ve Bb verilmelidir ya da ARB veya aldosteron antagonisti sonra ilave edilmelidir. Hangisinin tercih edilmesi ile ilgili kanıt yoktur. ACEİ’lere ilave edilen spironolakton ve kandesartanın herikisininde mortaliteye faydası gösterilmiştir. Nörohormonal antagonistlerin dördünün kullanımı (ACEİ, Bb, ARB ve spironolakton gibi) kanıta dayanmamaktadır, bu ajanların birlikte kullanımın etkinlik ve güvenliği belirsizdir. Kan basıncı, böbrek fonksiyonu ve serum potasyumunun bu kombinasyonlarda daha dikkatle izlenmesi zorunludur. Diüretikler: İKKY hastalarında kulp-diüretiklerinin yüksek dozda kullanılması sıklıkla gerekmektedir. 770 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Kulp-diüretikleri İntravenöz kullanıldıklarında; bolus tedavisine göre sürekli infüzyonları daha etkilidir. Kulp-diüretiklerinin tiyazid veya spironolakton ile kombinasyonu, diüretik rezistansının üstesinden gelebilir. Tiyazidlere alternatif olarak Metolazon kullanılması teşvik edilir, düşük glomerüler filtrasyon hızında da etkili kalır. Yüksek doz diüretikler kötü yan etkiler ile birlikte olduğundan (dehidratasyon, böbrek disfonksiyonu, hipokalemi ve gut gibi), konjesyonun bulguları gerilediğinde yüksek doz tedavi süratle gözden geçirilmelidir, tedavi yeniden düzenlenmelidir. • Uzun dönemde diüretik tedavinin hedefi: Hastayı klinik olarak stabil ve konjesyonsuz tutabilen (“kuru ağırlığında”) en düşük doza devam edilmesidir. Her hastada potasyum ve böbrek fonksiyonunun dikkatle izlenmesi zorunludur (özellikle yüksek dozlar ve diüretik kombinasyonlarında). • Ultrafiltrasyon, dekompanse KY ve diüretik rezistansında konjesyonu azaltan güvenli ve etkili bir tedavidir. Nitratlar: İKKY’de, birlikteki anginayı azatlatmak için kullanılabilir. Sadece, hidralazin ile kombine edildiğinde sağkalım ve hastaneye yatışa uzun dönemde faydası olmuştur. Digoksin: Atriyal fibrilasyonlu KY hastalarında indikedir. Digoksin KY ile hastaneye yeniden yatışı azaltmıştır fakat diüretik ve ACEİ ile tedavisindeki sinüs ritmindeki KY hastalarında mortaliteyi etkilememiştir (DIG). • İKKY’nin karakteristiklerinden birisi sık hastane yatışlarından dolayı digoksin İKKY hastalarının çoğunda indikedir. Daha sonraki analizler digoksinin mortaliteye farklı etkilerini de göstermiştir; plaseboya karşı düşük serum digoksin düzeyleri ile mortalitede azalma bildirilmiştir, yüksek serum digoksin düzeyinin mortaliteye etkisi olmamıştır (Bölüm 1.2). • İKKY’de böbrek bozukluğu sık olduğundan günlük dozaj ayarlanmalıdır. Diğer inotropik ajanlar: Sempatomimetik ajanlar ve fosfodiesteraz inhibitörleri veya Levosimendan ile geçici intravenöz inotropik destek düşünülebilir; ciddi sistemik hipoperfüzyon ile birlikte pulmoner konjesyon olan/olmayan hastalarda. Kısa dönem hemodinamik düzelmeye rağmen, bu ilaçlar mortaliteyi kötü etkileyebilir ve supraventriküler ve ventriküler taşiaritmilere sebep olabilirler. • Böylece, sadece indike olduklarında (periferik hipoperfüzyon bulguları) kullanılmalıdırlar; etkili en düşük dozda ve mümkün olan en kısa süre. hastalarında AF daha sıktır. Kontrindikasyonlar bulunmuyorsa, tromboembolik riski düşürmek için warfarin verilmelidir. Diğer hastalarda warfarin kullanmak kanıta dayanmamaktadır. Bununla birlikte klinisyenlerin çoğunluğu görüntüleme testlerinde SV trombusu gösterilenlerde de warfarin kullanmaktadır. • Koroner kalp hastalığı ve AF’li hastalar ve antikoagulan kontrindikasyonunda aspirin düşünülmelidir. KY’de (eşlik eden iskemik koroner arter hastalığı dışında) uzun dönem aspirin kullanımını destekleyen güçlü kanıt yoktur, hatta zararlı etkileri olabilir (ACEİ’ler ve prostaglandinlerin etkilerini antagonize eder). Aspirin KY’nin kötüleşmesi ile hastaneye yatış riskini artırabilir. Kardiyak resenkronizasyon (CRT): İCD ve CRT takılma indikasyonları ilgili kılavuzlarda tartışılmıştır. Düşük SVEF ve geniş QRS süresi olan NYHA sınıf -III ve -IV KY hastalarında; ICD ile kombine edilsin/edilmesin CRT, mortalite ve hastaneye yatışı azaltmış, semptomlar ve yaşam kalitesini de iyileştirmiştir. Bu hasta karakteristikleri olan İKKY’de CRT düşünülmelidir. Mekanik dissenkroninin önemi, QRS süresinden bağımsız görünmektedir (Bölüm 1.7). İCD (implante edilebilen defibrilatör): KY pompa yetersizliğinden rölatif olarak ani, aritmik zannedilen ölüm riskine ilerlediğinde ölümler artar. İlerlemiş KY’de İCD faydasının daha az olduğunun kanıtları vardır. • • Yeni ajanlar: Bu yeni tedavi ajanlarının tedavideki rolleri ve fayda/risk oranları henüz daha yi saptanamamıştır. • Vazodilatör nesiritide, rekombinan B-tipi natriüretik peptidtir. Akut KY’de semptomlar ve hemodinamiği düzeltmiştir, uzun dönem etkileri henüz yeterli değerlendirilmemiştir. Amerika Birleşik Devletlerinde (avrupada değil), akut dekompanse KY’nin tedavisinde kullanımı onaylanmıştır. Diğer natriüretik peptidler, urodilatin gibi, araştırılma durumundadır. • Anti-trombosit ve anti-trombotik: Daha ağır KY İKKY’de İCD indikasyonun en önemli belirleyicisi, hastanın yaşam beklentisidir. ICD’nin mortaliteye faydalı etkileri, implantasyondan sonra ilk aylarda eksiktir ve daha sonra fayda giderek yükselir ve 3 yıl sonra zirveye ulaşır. İCD, yaşam beklentisi kısa öngörülen İKKY’de indike olmayabilir (kanıta dayanmamakta, ve kılavuzlarda gözden geçirilmemiştir) (Bakınız, Bölüm 1.7). Terminal KY’ye ilerleyen hastalarda, hasta ve aile/ bakıcılar cihazın inaktive edilmesine karar verebilir. Tolvaptan, V2 reseptörlerinin selektif agonistidir. Böbrekte toplayıcı tüplerde su geçirgenliğini artırır, İlerlemiş Kalp Yetersizliği ve Tedavi Stratejileri • • • böylece birikmiş suyun atılımını artırır ve konjesyona bağlı artmış ağırlık kaybolur, hipoozmolar hiponatremi normalleşir. Semptomlar ve klinik süreçte etkinliği günümüzde araştırılmaktadır. Adenozin A1 reseptör antagonistleri, İKKY’de diürezi artırabilir ve böbrek fonksiyonunu düzeltebilir. Lipid oksidasyonunu bloke eden ilaçlar tercihli olarak intrasellüler glikoz kullanımını değiştirir, glikoz enerjetik olarak daha etkili duruma gelir. Bu ilaçlardan bazıları perhexilene ve trimetazidinin, ağır KY hastalarında olumlu etkileri olmuştur. Statinlerin İKKY hastalarında birçok faydalı etkileri vardır. beplerde, revaskülarizasyon henüz kesin indike değildir (2007). Sekonder mitral regürjitasyonunun daha-küçük mitral anuloplasti (“undersize anuloplasti”) ile tedavi edilmesi test edilmekte olan diğer girişimdir. SV’nin cerrahi restorasyonu, SV volumlarını azaltır ve eliptik şeklini onarır, revaskülarizasyon ile birlikte olabilir. “Miyokardı tutan” cihazlar da (restrain device) günümüzde test edilmektedir (bakınız Bölüm-1.8). Yaşamın Sonu • İKKY Hastalarında Kesilmesi Gereken Tedaviler Nitratlar ve kalsiyum antagonistleri ve alfa adrenoreseptör antagonistleri gibi hipotansif gereksiz ilaçlar kesilmelidir; böylece nörohormonal antagonistlerin kullanımı ve/veya dozunun yükseltilmesi kolaylaşabilir. Birçok ilacın KY’de çeşitli mekanizmalar ile ters etkileri gösterilmiştir, bunlar; sıvı retansiyonu, kontraktilitenin azalması, olası proaritmik etkiler, direk kardio-toksisite ve ilaçlar arasında-etkileşimlerdir. • • Cerrahi Stratejiler Kalp transplantasyonu: CRT dahil diğer tıpsal ve cerrahi tedavilerin mümkün olmadığı ve yaşam beklentisi bir yıldan az olan, ağır semptomlu KY hastalarında indikedir (bakınız Bölüm 1.8). Mekanik Destek Bu cihazlar, Transplantasyon bekleyen hastalarda dolaşımı sürdürmek için geliştirilmiştir (transplantasyona köprü) (bakınız Bölüm 1.8). İmplante edilebilen LVAD’ler, transplantasyon zamanına kadar hastaların canlı kalmasını sağlar ve pre-operatif hemodinamikler ve beslenme durumunda meydana gelen düzelme ile post-operatif sağkalım iyileşir. Nadiren, LVAD’ler miyokardiyal fonksiyonu oldukça etkili olarak düzeltir, böylece cihazın transplantasyona kadar daha uzun süre durması gerekmediğinden çıkartılabilir (iyileşmeye köprü). İdiyopatik dilate kardiyomiyopatiye bağlı seçilmiş olgularda, son-evre KY hastalarında, LVAD desteğinin kesilmesi iyi uzun dönem sonuçlar için klinik bir seçenektir. İmplante edilebilen LVAD’lerin en son hedefi; kalp transplantasyonuna bir alternatif temin etmektedir (hedef tedavi). Cerrahi Tedavi Revaskülarizasyon, sadece semptomatik miyokard iskemisinde indikedir ve SVEF ≤ %30 hastalarda düşük hastane mortalitesini düşürerek başarı ile uygulanmıştır. ”hiberne miyokardiyum” gibi diğer varsayılan se- 771 Yaşam-sonu bakımın hedefi; kuvvetten düşüren semptomların kontrol altına alınması ve acı ile endişenin tedavisidir. Genellikle ölüm öncesindeki aydaki semptomlar; ağrı, dispne, çökmüş ruhsal durum (karamsarlık, huysuzluk), uyku hali ve anksiyetedir (J Am Geriatr Soc 200;48: S101-9). Semptomlara faydalı olabilen ilaçlar; opiyatlar, inotropikler, diüretiklerdir. Hastalığın tahmin edilen gidişi (prognoz dahil), tedavi seçenekleri (ressüsitasyon ve ICD inaktivasyonu dahil); tedavi ve bakımın planlaması (huzurevi dahil), hasta kendi kararını veremeyecek kadar çok kötü duruma gelmeden önce kendisi ve ailesi ile tartışılmalıdır. 2009-ACCF/AHA KY Kılavuzunda: Refrakter son evre KY hastalarında (Evre -D) tedavi, tavsiyeleri. (JACC Vol. 53, No. 15, 2009;53:1343–82) • 1. 2. 3. 4. 5. • Sınıf I tavsiyeler (Tedavinin faydası >>>riskidir. Tedavi uygulanmalıdır): Sıvı retyansiyonunun kontrolu ve tanımlanması refrakter son-evre KY’de tavsiye edilmektedir. Potansiyel uygun hastaların kardiyak transplantasyona havale edilmesi tavsiye edilmiştir. Refrakter KY tedavisinde deneyimli uzmanlarla yürütülen KY programına havale edilmesi faydalıdır. Tavsiye edilen tüm tedavilere rağmen hastasının ağır semptomları sürüyorsa yaşam-sonu bakımı hasta ve ailesi ile tartışılmalıdır. İCD’li hastalara defibrilatörün inaktive edilme seçeneği ile ilgili bilgiler verilmelidir. Sınıf IIa tavsiyeler (Tedavi faydası >>riskidir. Tedavinin uygulanması mantıklıdır): Medikal tedavi ile 1 yıllık mortalitesi %50’nin üzerinde olan refrakter son-evre KY hastalarından seçilmiş olanlara kalıcı veya “destinasyon” tedavisi olarak LVAD düşünmek mantıklıdır. 772 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI • Sınıf IIb tavsiyeler (Tedavinin faydası ≥ riskidir. Tedavi düşünülebilir): 1. İnatcı semptomları olan hastalarda tedaviyi yönlendirmek için pulmoner arter kateteri takılması mantıklı olabilir. 2. Bu hastalarda sekonder ciddi mitral regürjitasyonununda mitral kapak tamiri veya değiştirilmesinin etkinliği iyi tesbit edilmemiştir. 3. Pozitif inotropik ajanların devamlı iv infüzyonu semptomların hafifletilmesi için düşünülebilir. • Sınıf III tavsiyeler (Tedavinin riski ≥ faydasıdır. Tedavi faydalı olmadığından zararlı olabilir, uygulanmamalıdır): 1. İskemik kardiyomiyopati ve refrakter son-evre KY’de parsiyel sol ventrikülektomi tavsiye edilmemektedir. 2. Vazoaktif ve pozitif inotropik ajanların rutin intermitan infüzyonu tavsiye edilmemektedir. KAYNAKLAR 1. Svenson WL. Design of therapy for advanced heart failure. The european journal of heart failure 2005; February 7: 232331. 2. Jessup M., Costanzo MR. Cardıorenal syndrome Do we need a change or strategy or change of tactics?. JACC 2009; 53:497-99. 3. A positıon stement from the Study group on Advanced Heart Failure of the Heart Failure Associatıon of the European Society of Cardiology.European of Heart Failure 2007;9: 684-694. 4. Anju Nohria; Eldrin Lewis; Lynne Warner Stevenson. Medical Management of Advanced Heart Failure. JAMA, February 6, 2002; 287:628-40 5. 2009 Focused Update: ACCF/AHA Guidelines for the Diagnosis and Management of Heart Failure in Adults. JACC 2009; 53: e3-e88 BÖLÜM 3.8 Kronik Kalp Yetersizliğinde Aritmiler Prof. Dr. Serdar Payzin Son yıllarda kalp damar hastalıklardaki tanı ve tedavi olanaklarındaki gelişmeler yaşam kalitesi ve beklentisindeki artışı da beraberinde getirmiştir. Yıllar içinde kalp yetersizliği insidansı çok değişmese de yaşam süresindeki artış daha fazla sayıda son dönem kalp hastalığı ve kalp yetersizliği anlamına gelmektedir. Güncel tedavinin kalp yetersizliği mortalitesini ne derecede etkilediği de tartışmalıdır. Kalp yetersizliğinin güncel tedavisinde ritim ve iletim bozuklukları ile mücadele önemli bir yer tutmaktadır. Kalp yetersizliğinde ortaya çıkan aritmiler hastalık seyrini fazlasıyla olumsuz etkileyen durumlardan biridir. Ayrıca ventriküler aritmiler özellikle kalp yetersizlikli hastalarda çok sayıda ilaç kullanımı gerektirmesi ve ani ölüm sebepleri içerisinde en başta gelmesi nedeniyle mortalite ve morbiditenin en önemli kaynağını oluşturmaktadır. KALP YETERSİZLİĞİNDE ATRİYAL FİBRİLASYON Atriyal fibrilasyon genel populasyonda ve kalp yetersizliğinde en sık rastlanan ritim bozukluklarından biridir. Atriyal fibrilasyon sıklığı yaşla arttığı gibi, kalp yetersizliğinde de hastalığın ağırlaşmasıyla birlikte görülme sıklığı artar. Ülkemizdeki durumu gösteren TEKHARF çalışması verileri de bunu desteklemektedir. Bu çalışmaya göre ülkemizde atriyal fibrilasyonun için predispozan faktörlerin başında hipertansiyon gelmekte, bunu ileri yaş, koroner arter hastalığı ve kalp yetersizliği izlemektedir (1) (Şekil 1). Kalp yetersizliği hastalarında atriyal fibrilasyonun varlığının kötü prognozun bağımsız bir göstergesi olup olmadığı tartışmalıdır. Ancak atriyal fibrilasyon ile birlikte semptomların ağırlaşması, morbidite ve mortalite artışı da kaçınılmaz olmaktadır (2). Bu durumun belirgin örneklerinden birisi de SOLVD çalışmasının daha sonra yapılan retrospektif analizinde (3) gösterilmiştir. Bu çalışmada atriyal fibrilasyonun varlığı mor- taliteyi anlamlı ölçüde artırmaktadır (%34 e karşı %23, p<0.0001). Atriyal fibrilasyonun varlığı kalp yetersizliğinin kötüleşmesine katkıda bulunabileceği gibi, bazı durumlarda ortaya çıkan ventriküler yanıtın çok hızlı olması nedeniyle kalp yetersizliğinin yegane sebebi de olabilir (Şekil 2). Taşiaritmiler özellikle iskemik olmayan kardiyomiyopatilerde kalp yetersizliği sebebi olarak önemli bir oranda karşımıza çıkabilir (4). Bu durum kalp yetersizliğinin tedavi edilebilir bir sebebidir ve çoğu kez oldukca geç farkedilir. Toplum düzeyinde yapılan çalışmalar atriyal fibrilasyonlu kişilerin artmış kalp yetersizliği riski taşıdığını göstermektedir (5). Ayrıca ilk kez atriyal fibrilasyon tanısı alan hastaların %15’inde 4 yıl içerisinde kalp yetersizliği gelişmektedir. İlk olarak atriyal fibrilasyon veya kalp yetersizliği tanısının ortaya çıkması bu iki durumun birlikteliğindeki kötü prognozu değiştirmemektedir (6). Kalp yetersizlikli kişilerde atriyal fibrilasyonun hemodinamik olumsuz etkileri arasında atriyal katkının ortadan kalkışıyla diyastol sonu basıncında ortaya çıkan azalma, atriyumda diyastolik basınçta artış, kalp ŞEKİL 1. TEKHARF çalışmasında Türkiye’de atriyal fibrilasyon insidansı.1 773 774 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI ŞEKİL 2. Atriyal fibrilasyon ve kalp yetersizliğinin kötü ilişkisi. atım sayısının artışı dolayısıyla diyastolik doluş zamanının azalması, atriyal senkronizasyonun bozulması ve nörohumoral aktivasyonda artış gibi etkiler sayılabilir. Atriyal Fibrilasyonda Tedavi Kalp yetersizlikli bir hastada atriyal fibrilasyonun tedavisi kalp yetersizliği olmayanlardan çok farklı olmasa da birçok durumda daha aktif olmayı ve çabuk hareket etmeyi gerektirebilir. Genel anlamda tedavi üç ana başlığı kapsamalıdır: 1. Kalp hızı kontrolu 2. Ritm kontrolu (sinüs ritminin sağlanması ve devamı) 3. Antikoagulan/Antitrombotik tedavi Kalp hızının akut olarak kontrol edilmesi özellikle sınırda rezervi olan ağır kalp yetersizliklerinde çok önemlidir ve bazen hayat kurtarıcı olabilir. Bu gibi durumlarda ritm kontrolu hız kontrolunun gerisinde kalsa da antikoagulasyon 24 saati geçen bir atriyal fibrilasyonda mutlaka uygulanmalıdır. Hız Kontrolu Atriyal Fibrilasyonda kalp hızının yavaşlatılması diyastolik doluş zamanını artırarak kalp yetersizlikli olgularda olumlu etki yapar. Kalp hızının yavaşlatılması atriyoventriküler iletimin yavaşlatılması ve dolayısıyla ventriküler yanıtın azaltılmasıyla sağlanabilir. Kalp hızının yavaşlatılmasında farmakolojik tedavi veya elektriksel tedavi (kardiyoversiyon veya ablasyon) kullanılabilir. Farmakolojik tedavide beta blokerler, digital glikozidleri, kalsiyum kanal blokerleri ve amiodaron kullanılabilir. Kontrendikasyon olmadıkça kalp yetersizliği ve atriyal fibrilasyonlu olgularda hız yavaşlatılması için beta blokerler tedavinin ilk sırasında yer almalıdır. Beta Blokerler Beta bloker ilaçlar günümüzde kalp yetersizliğinde kullanılan en temel ilaçlardır. Uzun süreli kullanımda mortalite ve morbiditeye yaptıkları olumlu etki nedeniyle kalp yetersizliği tedavisinde kılavuzlarda ilk sıralarda yer almaktadırlar. Nörohormonal blokajdaki etkileri yanısıra antiaritmik özellikleri de olumlu etkilerine katkıda bulunmaktadır. Atriyoventriküler düğüm üzerine olan yavaşlatıcı etkileri nedeniyle atriyal fibrilasyonda kalp hızını azaltırlar. Kalp yetersizliğinin kronik tedavisinde beta bloker ilaçlardan karvedilol, metoprolol, bisoprolol ve nebivolol endikedir. Atriyal fibrilasyonda eğer acil durum sözkonusuysa kalp hızı azaltılmasında en uygun olan beta bloker ilaç atriyoventriküler düğüm üzerine daha kuvvetli etkiye sahip olması nedeniyle, metoprolol gibi gözükmektedir. Acil durumlarda IV uygulama ile başlanarak (başlangıçta 2-5 mg doz IV ve alınacak yanıta göre 5-10 dakika aralarla tekrar doz) oral yoldan devam edilecek şekilde (25-100 mg/gün) uygulanabilir. Aynı şekilde esmolol de akut kalp hızı azaltılması endikasyonu ile IV kullanılan bir beta bloker ajan olarak sayılabilir, ancak yurdumuzda bulunmamaktadır. Acil olmayan durumlarda kalp hızının yavaşlatılması istendiğinde eğer hasta beta bloker kullanmakta olan bir kişiyse en doğrusu kullanılan beta bloker dozunun artırılmaya çalışılmasıdır. Hasta toleransına göre beta bloker dozu kullanımı engelleyecek yan etkiler (hipotansiyon, ileri bradikardi gibi) oluşuncaya kadar yükseltilmelidir. Beta bloker almayan hastalarda ise metoprolol hemen tedaviye eklenmelidir. Digital glikozidleri Digital glikozidleri atriyoventriküler düğüm üzerine beta blokerlerden daha az oranda blokaj oluştururlar. Özellikle beta bloker ile yeterli hız azalmasının sağlanamadığı durumlarda ikinci ilaç olarak tedaviye eklenebilirler. Dijital glikozidleri yalnız başına kronik hız kontrolunda, özellikle de eforda yeterli başarı sağlayamazlar. Böbrek yetersizliği, birlikte amiodaron kullanımı gibi durumlarda dijital dozunun ayarlanmasında daha özenli olunmalıdır. Ayrıca kronik kalp yetersizliğinde dijital glikozidlerinin uzun süreli kullanımda çok kolaylıkla entoksikasyon oluşabileceği de hatırlanmalıdır. Kalsiyum kanal blokerleri Kalsiyum kanal blokerlerinden nondihidropridin grubundakiler (Diltiazem, verapamil) AV düğüm üzerine olan etkilerinden dolayı atriyal fibrilasyonda hız azaltıcı ajanlar olarak kullanılmaktadırlar. Ancak bu etkileri yanında varolan güçlü negatif inotropik etkileri bu ilaçların kalp yetersizlikli hastalarda kullanımını önemli derecede kısıtlamaktadır. Bu nedenle mecbur kalınmadıkça kalp yetersizliğinde kullanılmamaları daha uygundur. Diğer ilaçların hiçbir şekilde kullanılamadığı olgularda akut hız azaltılması gereken durumlarda diltiazem çok dikkatle IV 5-20 mg bolus şekilde denenebilir. Kan basıncı ve kalp yetersizliğinin durumu alınacak yanıtla birlikte çok yakından izlenmelidir. Hız Kronik Kalp Yetersizliğinde Aritmiler 775 ŞEKİL 3. Atriyal fibrilasyonda ablasyon. A. Sol atriyum içerisinde pulmoner venler etrafında yapılan RF ablasyon bölgeleri görülmekte, B. AV düğüm ablasyonu. azaltma amacıyla verapamilin kalp yetersizlikli hastalarda kullanılması önerilmemektedir. Amiodaron Atriyal fibrilasyonda ritm kontrolunda en etkili ilaçlardan biri olan amiodaron özellikle yükleme dozu yapılacaksa hız kontrolunda da ılımlı yarar sağlayabilen bir ilaçtır. Öncelikle daha önce sayılan tedavilerle akut hız kontrolu yeterli düzeyde sağlanamadıysa amiodaron eklenmesiyle olumlu sonuç alınabilir. Aşağıda ritim kontrolu bölümünde amiodaron ile ilgili daha geniş bilgi bulunmaktadır. Elektriksel tedavi Kalp hızı kontrolunda farmakolojik tedavi ile yeterli yanıt alınamaması ya da farmakolojik tedavi için hastada bulunan mutlak kontrendikasyonlar nedeniyle ilaç kullanılamaması AV düğümün veya doğrudan atriyal fibrilasyon için atriyumların elektriksel ablasyonunu gündeme getirebilir (Şekil 3). Hemodinamik durumun acil hız kontrolu gerektirdiği durumlardaysa hemen kardiyoversiyon uygulanmalıdır. Kardiyoversiyonla ilgili olarak ileride ritim kontrolu bölümünde daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır. AV nodal ablasyon, atriyal fibrilasyonu sonlandırmadan atriyum ve ventriküllerin elektriksel ilişkisini ortadan kaldırmayı amaçlar ve oluşan iatrojenik tam AV blok nedeniyle ventriküler kalıcı pacemaker takılmasını gerektirir. Kalıcı pacemaker gerekliliği ise beraberinde başka sorunları da taşımaktadır. Kalp yetersizliği bulunan kişilerde sadece sağ ventriküler stimulasyon ile kalp ritminin düzenlenmesinin olumsuz hemodinamik etkileri mevcuttur (7-8). Sağ ventriküler pacing sol dal bloğundakine benzer bir ventrikül uyarılması oluşturmaktadır. Olumsuz hemodinamik etkiler ventriküler dissenkronizasyonda artış ve mitral kaçağı nedeniyle ortaya çıkmaktadır ve AV senkorizasyonun sağlandığı iki odacıklı pacing modlarında da ortaya çıkabilmek- tedir. Bu gibi durumlarda kalp yetersizlikli hastalarda ablasyon öncesinde özellikle ventriküler dissenkroni ve geniş QRS de mevcut ise biventriküler pacemaker uygulanması gündemde bulundurulmalıdır (Bölüm 1.7). Atriyal fibrilasyonda ritm kontrolu için sol atriyal ablasyon uygulamasında son yıllardaki haritalama yöntem ve cihazlarındaki gelişmelere paralel olarak önemli başarılar elde edilmektedir. Sol atriyumda pulmoner venler çevresinde fokal veya dairesel şekilde uygulanan radyofrekans ablasyonlar ile yüksek oranlarda sinüs ritmi elde edilebilmektedir. Fokal ablasyonlarda işlem başarısı yüksek olsa da olguların yarıya yakınında nüksler görülebilmektedir. Ayrıca pulmoner ven çevresine uygulanan dairesel ablasyonlardan sonra uzun dönemde %8’e varan oranda pulmoner ven stenozu da kayda değer bir yan etki olarak dikkati çekmektedir (9). Randomize çalışmalar dairesel pulmoner ven ablasyonunun antiaritmik tedaviye daha üstün olduğunu göstermektedir (10, 11). Ritim Kontrolu Kalp yetersizliği ve atriyal fibrilasyon birlikteliğinde ritmin sinüs ritmine çevrilmesindeki zorluklar yanında sinüs ritmi elde edildikten sonra bunun korunması da önemli yer tutmaktadır. Sinüs ritmine farmakolojik veya elektriksel kardiyoversiyon ile ulaşılabilir. Her iki durumda da sol atriyal trombüs varlığı istenmeyen sonuçlara sebep olabilir. Bu nedenle hastanın transözofageal eko ile incelenmesi özellikle devam süresi kesin olarak saptanamayan atriyal fibrilasyonlarda önem kazanmaktadır. Günümüzde elimizde bulunan hiçbir ilaç atriyal fibrilasyonda sinüs ritmini sağlama ve sürdürmede yeterince etkili olmasa da, farmakolojik kardiyoversiyonda en sık kullanılan seçkin iki ilaç amiodaron ve dofetilid dir. Dofetilid yurdumuzda bulunmamaktadır. Sinüs ritmi ne şekilde sağlanırsa sağlansın birçok durumda atriyal fibrilasyonun tekrarı sıktır ve çoğu kez birden fazla antiaritmik ilaç kullanımı da gerekebilmektedir. Günümüzde atriyal fibrilasyon tedavisinde uzun 776 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI ŞEKİL 4. Atriyal fibrilasyon hastalarının tedavisi için ACC/AHA/ESC 2006 kılavuzuna göre sinüs ritminin sağlanmasındaki tedavi seçenekleri.12 yıllar kullanılan Sınıf I antiaritmiklerin (Kinidin, disopyramid, flecainid, propafenon) kalp yetersizliği populasyonunda proaritmi ve diğer yan etkileri nedeniyle uygun olmadığı artık bilinmektedir. Bu grup içerisinde yapısal kalp hastalığı bulunmayan AF olgularında Sınıf Ic antiaritmikler kullanılabilmektedir. ACC/AHA/ESC kılavuzunda (12) kalp yetersizlikli olgularda AF tedavisi için ilk seçilecek antiaritmikler olarak Sınıf III antiaritmik ilaçlar bildirilmektedir (Şekil 4). Amiodaron Atriyal fibrilasyonda sinüs ritminin sağlanmasındaki en etkili ilaçlardan birisidir. Kalp yetersizlikli hastalarda özellikle negatif inotrop etkisinin olmaması, diğer antiaritmiklere kıyasla daha düşük orandaki proaritmik etkileri ve kuvvetli antiaritmik özellikleri nedeniyle tercih edilmektedir. Kullanımı sırasında QT uzaması oluştursa da kalp yetersizlikli ve miyokard infarktüslü hasta grubunda kronik kullanımıyla torsade de pointes olasılığının çok düşük olduğu gösterilmiştir (13). Ancak kronik kullanımında amiodaron un kuvvetli organ toksisiteleri yaratabileceği ve diğer ilaçlarla etkileşimleri olduğu akılda tutulmalıdır. Tiroid, göz ve akciğer, santral sinir sistemi, cilt ve gastrointestinal sistem toksisiteleri uzun kullanımlarda mutlaka aranmalı ve iyice sorgulanmalıdır. Digoksin, varfarin, statinler, kalsiyum antagonistleri en bilinen etkileşimleri olan ilaç gruplarıdır (Tablo 1). Akut durumlarda yükleme dozu oral veya parenteral uygulanabilir. Parenteral uygulamada 150-300 mg’lık (veya 3-5 mg/kg) doz yarım saat içerisinde ve bunu takiben 50-100 mg/saatte (veya 0.5-1 mg/dk) olacak şekilde infüzyon yapılabilir. Beş-on gm’lık yükleme dozu oral olarak 1-2 hafta içerisinde bölünmüş dozlar halide günlük 600 veya 900 mg olarak uygulanabilmektedir. Sinüs ritminin elde edildiği olgularda idame dozu oral günlük 100 veya 200 mg dır. TABLO 1. Amiodaron ile önemli etkileşim gösteren ilaçlardan bazıları ve dikkat edilmesi gereken özellikler İlaç Etkileşim Önlem Digoksin Digoksin düzeyine 2-5 gün içerisinde ortaya çıkabilen ciddi artışlar Toksisite belirtileri yakından izlenmeli Digoksin dozu yarıya indirilmeli Varfarin INR düzeyinde ciddi yükselme 1-2 hafta içerisinde ortaya çıkar INR sık aralıklarla kontrol edilmeli Varfarin dozu %30-50 azaltılmalı Statinler Özellikle simvastatin, lovastatin ve atorvastatin ile birlikte kullanımda artmış miyopati riski Kas ağrıları yakından sorgulanmalı Statin dozları çok yüksek tutulmamalı Kalsiyum antagonistleri Sinüs düğümü disfonksiyonu olan kişilerde ciddi sinüzal bradikardiler Birlikte kullanım zorunluluğu olduğunda bradikardi yönünden izlem daha sıkı uygulanmalı Kronik Kalp Yetersizliğinde Aritmiler Dofetilid Yurdumuzda bulunmayan bir Sınıf III antiaritmik olan dofetilid amiodarona benzer etkileri vardır. Kalp yetersizliğine olumsuz etkisi gösterilmemiştir. DIAMOND-CHF ve DIAMOND-MI (14-15) çalışmalarında infarktüs sonrasında ve kalp yetersizlikli hastalarda kullanımı ile ilgili olumlu sonuçlar bildirilmiştir. Atriyal fibrilasyondaki olumlu etkisi ventriküler aritmiler ve ani kardiyak ölümde gösterilememiştir. Toplam mortalite ve ani kardiyak ölüm üzerine etkisi nötraldir. Kalp yetersizlikli atriyal fibrilasyondaki olumlu etkileri yanında özellikle kullanımındaki ilk 3 gün içerisinde ortaya çıkabilen torsades des pointes nedeniyle mutlaka hastane ortamında başlanılması gereken bir ilaçtır. Bu nedenle yurt dışında da kullanımında bazı kısıtlamalar vardır. Parenteral ve oral kullanıma uygun bir ilaçtır. Elektriksel kardiyoversiyon Farmakolojik kardiyoversiyona bir diğer alternatif de elektriksel kardiyoversiyondur. Elektriksel kardiyoversiyon özellikle acil hız ve ritm kontrolu gerekli olan hastalarda ve ilaç kullanımı için kesin kontrendikasyonu olanlarda uygun bir seçenektir. Kardiyoversiyon öncesinde, özellikle fibrilasyonun süresi 24-36 saati aşmış veya süre net olarak bilinmiyorsa, mutlaka sol atriyumda trombus olmadığının gösterilmesi gereklidir. Bazı kılavuzlarda 48 saatten daha kısa başlangıcı olan olgularda güvenle kardiyoversiyon yapılabileceği de belirtilmektedir (16). Gecikmiş olgularda mutlaka transözofageal eko incelemesi yapılması ve eko da trombus varlığı gösterilenlerde üç haftalık antikoagulasyon uygulandıktan sonra tetkikin yinelenmesi gerekmektedir. Antikoagulan tedaviye kardiyoversiyon sonrası gözlenen atriyal stunning (17) nedeniyle en az dört hafta daha 777 devam edilmesi uygun olmaktadır (12). Ancak kalp yetersizlikli olgularda antikoagulasyona süresiz devam edilmesi de uygun bir seçenek olabilir. Atriyal stunning, ritim sinüse döndükten sonra atriyal kasılmaların tam anlamıyla normale dönmeyişini tarif etmek için kullanılan bir deyimdir. Stunning atriyal fibrilasyonun devam süresiyle ilgili olarak 24 saatten birkaç haftaya kadar devam edebilmektedir. Elektriksel kardiyoversiyon işlemi hafif bir genel anestezi altında ve anesteziyolog gözetiminde yapılmalıdır. Şokların 340 jül ve üzerinde olması başarı şansını artırmaktadır (18). Antikoagülasyon Atriyal fibrilasyonun en korkulan komplikasyonlarından birisi de sistemik embolizasyondur. Kronik veya paroksismal atriyal fibrilasyonlu hastalarda birlikte kalp yetersizliği olsun ya da olmasın, tromboembolik olay olasılığı önemli ölçüde sıktır. Birlikte bulunan hastalıklara bağlı olarak değişmekle birlikte tüm atriyal fibrilasyonlu olgularda yıllık ortalama embolizasyon riski %3-%6 kadardır (19). Kalp yetersizliğinde sol atriyal genişleme, sol ventrikül disfonksiyonu nedeniyle kan akımının özellikle atriyal düzeyde çok yavaşlaması, ve atriyal fibrilasyondaki var olduğu gösterilen hiperkoagulasyon (20-22) durumu atriyal trombusler için yeterli zemini hazırlar. Periferik, serebral veya pulmoner emboli riski hemen her atriyal fibrilasyonda mevcuttur (23). Hiperkoagulasyon sebebi olarak yavaşlamış pulmoner kan akımı nedeniyle bu alanda ortaya çıkan endotel disfonksiyonu, inflamasyon (CRP ve IL-6 artışı), doku faktörü düzeylerinde artış gibi başlıklar sayılabilir. ACC/AHA/ESC kılavuzu (12) atriyal fibrilasyonda trombotik olayları engellemek için antitrombotik tedavi TABLO 2. Atriyal fibrilasyon hastalarında antitrombotik tedavi (Atriyal Fibrilasyon Hastalarının Tedavisi için ACC/AHA/ESC 2006 kılavuzundan)12 Risk Kategorisi Önerilen Tedavi Risk faktörü yok Aspirin, günde 81 ile 325 mg Orta derecede bir risk faktörü Aspirin, günde 81 ile 325 mg ya da Varfarin (INR 2.0 ile 3.0. Hedef 2.5) Herhangi bir yüksek risk faktörü ya da birden çok orta derece risk faktörü Varfarin (INR 2.0 ile 3.0. Hedef 2.5)a Daha az doğrulanmış ya da Daha zayıf risk faktörleri Orta derecede risk faktörleri Yüksek derecede risk faktörleri Kadın cinsiyet Yaş 65 ile 74 Koroner arter hastalığı Tirotoksikoz 75 ve üzeri yaş Hipertansiyon Kalp yetersizliği Sol ventrikül EF %35 ya da daha düşük Diyabetes mellitus Önceden geçirilmiş inme, GİA ya da emboli Mitral darlığı Kalp kapak protezi Mekanik kapak varsa, INR hedefi 2.5 dan büyük olmalıdır INR, International Normalisation Ratio, Uluslararası normalleştirilmiş oran, EF Ejeksiyon Fraksiyonu, GİA Geçici İskemik Atak a 778 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI uygulanmasında risk kategorileri oluşturmuştur (Tablo 2). Bu tablo incelendiğinde kalp yetersizliği ve EF nin %35 den düşük olması orta derecede riske işaret etmektedir. Bir orta derece risk faktörü bulunduğunda hekimin seçimine bağlı olarak Aspirin veya Vafarin kullanımı önerilmektedir. Ancak birden çok orta derece risk veya bir yüksek dereceli risk faktörü varlığında Varfarin ile antikoagülasyon uygun tedavi olarak bildirilmektedir. Kalp yetersizlikli hasta populasyonları incelendiğinde diğer orta ve yüksek dereceli risk faktörlerinin (Diyabet, hipertansiyon, ileri yaş, inme, geçici iskemik atak vb.) de zaten birçok hastada var olduğu kolaylıkla görülebilir. Bu nedenle kalp yetersizliği ile atriyal fibrilasyonun birlikteliği hemen her zaman Varfarin ile antikoagulasyonu gerekli kılmaktadır. Atriyal fibrilasyonda inme riskinin engellenmesinde de Varfarin diğer ilaçlardan üstündür. Onaltı randomize çalışmanın değerlendirildiği bir meta-analizde (24) (toplam 9874 hasta ortalam 1.7 yıllık izlem) Varfarinin inme riskini %67 oranında azalttığı saptanmıştır. Bu metaanalizde Aspirin kullanılan 6 çalışmadaki (3119 hasta) inme riski azalmasıysa ancak %22 olarak bulunmuştur. Atriyal fibrilasyonla birlikte kalp yetersizliği ritim kontrolu mu?, hız kontrolu mu? Atriyal fibrilasyonda uzun yıllardır süregelen önemli tartışmalardan birisi de hastalarda ritim kontrolunun mu hız kontrolunun mu daha yararlı olacağı tartışmasıdır. Kuşkusuz bir yanda sinüs ritminin devamının sağlanabilmesi için değişik sayı ve dozda antiaritmik ilaç kullanma zorunluğu ve yüksek oranda nüks gerçeği, diğer yandaysa sinüs ritminin sağladığı önemli hemodinamik avantajlar ve tromboemboli riskindeki azalma bu tartışmaları daha da alevlendirmektedir. Bu konudaki çalışmalar ise iki ana yaklaşım stratejisini de haklı çıkarabilecek sonuçlar vermiştir. İki yüz elli iki hastanın katıldığı PIAF çalışmasında randomize şekilde ritim kontrolu için Amiodaron ve hız kontrolu için Diltiazem kulanılmış, semptomatik düzelme ve hayat kalitesi açısından gruplar arasında bir fark bulunmamıştır. Ancak ritm kontrolu grubunda daha fazla hastaneye yatış (%69 a karşı %24) ve yan etki nedeniyle daha fazla oranda ilaç değişikliği (%25 e karşı %14) gerekmiştir (25). Bu konudaki bir diğer önemli çalışma da AFFIRM çalışmasıdır. Paroksismal veya konik atriyal fibrilasyonlu, ortalama yaşı 70 olan, 4060 hastada ventriküler hız kontrolu + varfarin veya kardiyoversiyonu takiben antiaritmik ilaç + varfarin kullanımı karşılaştırılmıştır. İki grupta da hayat kalitesi bakmında bir fark bulunmamıştır. Ancak tüm nedenlere bağlı ölüm ritm kontrolu grubunda anlamlı olarak daha az bulunmuştur (%24 e karşı %21, P = 0.08). Öte yandan sol ventrikül ejeksiyon farksiyonunun düşük olduğu gruplarda ritm kontrolu mortalite, NYHA sınıfı ve hastaneye yatışlar üzerine olumlu bir etki yapmamıştır (26). Buna benzer bir sonuç da daha yeni bir çalışmadan gelmiştir. Kalp yetersizlikli (LVEF < 35, NYHA sınıf III veya IV) hasta grubunda gerçekleştirilen bu çalışmada atriyal fibrilasyonun tedavisinde hız veya ritm kontrolunun kardiyovasküler nedenden ölümlere üzerinde birbirlerine bir üstünlüğü olmadığı gösterilmiştir (27). Aynı şekilde tüm nedenlere bağlı ölüm, inme, kalp yetersizliğini kötüleşmesi gibi sekonder sonlanım noktalarında da hiçbir fark gözlenmemiştir. Sonuç olarak kalp yetersizlikli kişilerde özellikle kronik ve ritmin acilen yavaşlatılması gerekmeyen hastalarda en azından bir kez sinüs ritminin sağlanması ve korunmasına çalışmak uygun bir yaklaşım gibi görünmektedir. Sinüs ritmi sağlanması girişimi mutlaka antikoagulasyon altında yapılmalıdır. Sinüs ritminin korunmasındaki en etkili ilaç bugün için Amiodaron gibi görünmektedir. Eğer sinüs ritmi uzun dönemde korunamıyor veya yoğun ilaç tedavisi ile ancak korunabiliyorsa bu tedavinin getireceği riskler göz önünde bulundurularak daha az ilaç ile birlikte antikoagulasyon ve hız kontrolu yaklaşımı tercih edilmelidir. Hız kontrolundaki son nokta ise sol atriyal ablasyon veya AV nodal ablasyondur. VENTRİKÜLER ARİTMİLER VE ANİ ÖLÜM Kalp yetersizliğinin hemen her evresinde ventriküler aritmilere sık raslanır. Bu aritmiler sessiz semptomsuz ventriküler erken vurulardan ventriküler taşikardi, ventriküler fibrilasyon ile ani ölüme kadar değişik ve giderek ağırlaşan şekillerde kaşımıza çıkabilir. Kalp yetersizliğinde ortaya çıkan ventriküler taşikardi ve ventriküler fibrilasyon ani kardiyak ölüm sebebi olarak en sık karşılaşılan aritmilerdir. Kalp yetersizliğinde ölümlerin yaklaşık yarısı ani kardiyak ölüm şeklinde olmaktadır. MERIT-HF çalışmasında da gösterildiği gibi NYHA kalp yetersizliği sınıfı yükseldikçe toplam mortalitedeki TABLO 3. MERİT HF çalışmasında NYHA sınıfına göre ölüm sebepleri Pompa Yetersizliği (%) Ölüm Sebebi Ani Kardiyak Ölüm (%) Diğer (%) Sınıf II 12 64 24 Sınıf III 26 59 15 Sınıf IV 56 33 11 NYHA Sınıfı Kronik Kalp Yetersizliğinde Aritmiler 779 artışı birlikte bu ölümler içerisinde pompa yetersizliği nedeniyle ölüm oranı artmaktadır. İlginç olan ise NYHA sınıf II ve III de ilk sıradaki ölüm sebebinin ani ölüm olmasıdır (Tablo 3). Başka bir değişle kalp yetersizliği nin daha hafif olduğu hastalarda toplam mortalite düşük olsa da bu gruplarda ani kardiyak ölüm oransal olarak daha fazladır (28). Buna benzer veriler başka çalışmalarda da bildirilmiştir (29-31). Ani ölüm nedeni olarak hernekadar daha çok taşiaritmiler ve ventrikül fibrilasyonu sorumlu tutulsa da özellikle NYHA sınıf III ve IV kalp yetersizlikli hastalarda ileri pompa yetersizliği sonucunda ortaya çıkan elektromekanik dissosiasyon ve bradikardilerinde ani ölümden sorumlu olabileceği unutulmamalıdır. Yine birçok olguda ölüm sebebi uygulanan tedavi girişimleri nedeniyle şekil değiştirebilmekte ve gerçek ölüm sebebi ilk başvuru sebebinden farklı hale gelebilmektedir (32). kalp yetersizliği bu ana grup içerisindeki alt grupları oluşturmaktadır. İkinci büyük oran ise (%15) kardiyomiyopatileri işaret etmektedir. Dilate kardiyomiyopati, hipertrofik kardiyomiyopati, aritmojenik sağ ventrikül displazisi, postpartum kardiyomiyopati ani ölüme sebep olabilen hastalıklar arasında öne çıkmaktadırlar. Bu ana iki büyük grup dışındaki sebepler içerisinde daha çok yapısal kalp hastalıkları dışında kalan elektriksel bozukluklar göze çarpmaktadır. Bunlar arasında uzun ve kısa QT sendromları, Brugada sendromu, katekolaminerjik polimorfik ventriküler taşikardi Lenegre hastalığı gibi hastalıklar sayılabilir. Ani Kardiyak Ölüm 1. Miyokardiyal aksiyon potansiyelinde ortaya çıkan bozukluklar Yetersiz kalplerden elde edilen miyokardiyal hücrelerde veya dokularda aksiyon potansiyelinde uzama olduğu bilinmektedir (35) ve bu durum kalp yetersizliği etyolojisinden bağımsız olarak ortaya çıkmaktadır. Ani kardiyak ölüm genellikle “kardiyak semptomların başlangıcından sonraki bir saat içerisinde gerçekleşen ölüm” olarak tarif edilmektedir (Bölüm 1.3). Ani kardiyak ölümlerin birçoğu aritmik ölümlerdir ve bu aritmilerin başta gelenleri de ventriküler taşikardi ve ventriküler fibrilasyondur. Ortalama %20-30 olgudaysa ani kardiyak ölüm bradiaritmi veya asistoli şeklinde ortaya çıkmaktadır. Ancak olguların büyük bölümünde bu durumun öncesinde bir ventriküler taşikardi veya ventriküler fibrilasyon olup olmadığı, yani ölümün en son elektromekanik dissosiasyon şeklinde gelişip gelişmediği çoğu kez tam anlamıyla aydınlatılamamaktadır. Ani kardiyak ölüm için en sık rastlanan sebebler Tablo 4’de gösterilmektedir. Ani kardiyak ölüm etyolojisine bakıldığında en büyük oranı %80 ile iskemik kalp hastalıklarının oluşturduğu görülmektedir (33) (Şekil 5). Akut miyokard infarktüsü, kararlı veya kararsız angina, iskemik kökenli Kalp yetersizliğinde ani ölüme sebep olan ortam nasıl oluşur? Kalp yetersizliğinde ortaya çıkan ve ani ölüm için ortamı hazırlayan değişikliklerden bazıları söyle sıralanabilir (34): 2. Hücre içi kalsiyum homeostazındaki bozukluklar Kalp yetersizliğinde hücre içi kalsiyum kullanımında ortaya çıkan bozukluklar hem eksitasyon/kontraksiyon düzenini bozmakta dolayısıyla yeterli itici güç oluşturulamamakta, hem de kardiyak elektrofizyolojide oluşturduğu değişiklikler ile aritmi oluşumunda önemli katkı yapmaktadır. 3. İletimde ortaya çıkan bozukluklar Kalp yetersizliğinde, özellikle de koroner arter hastalığı ve geçirilmiş miyokard infarktüs skarlarının bulunduğu durumlarda, kalp adalesinin farklı bölgelerin- TABLO 4. Ani kardiyak ölüm sebepleri Yapısal Kalp Hastalıkları (%90-95) Elektriksel Bozukluklar (%5-10) Koroner arter hastalığı Uzun QT sendromu Kardiyomiyopatiler Kısa QT sendromu Dilate kardiyomyopati Brugada sendromu Hipertrofik kardiyomiyopati Katekolaminerjik polimorfik VT Restriktif kardiyomiyopati Lenegre hastalığı Aritmojenik kardiyomiyopati Peripartum kardiyomiyopati Sol ventriküler noncompaction Valvuler kalp hastalıkları Aort kapak hastalıkları Mitral kapak hastalıkları Opere fallot tetralojisi 780 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI ŞEKİL 5. Ani kardiyak ölümden sorumlu ana hastalık grupları. de iletim yavaşlamalarının varlığı uzun zamandır bilinmektedir. İletimdeki bu yavaşlamaları oluşturan bölgeler reenteran ventriküler aritmiler ortaya çıkışındaki en temel elektrofizyolojik oluşumlardır (Şekil 7). cı etkileri, diğer yandan hücre içi iyon kanallarına olan etkisi ve miyokardiyal fibrozis ve düz kas hücre proliferasyonuna olan olumsuz etkileriyle yüksek düzeyde aritmojenik ortam oluşturabilmektedir. 4. Bozulmuş nörohumoral durum Kalp yetersizliği aslen artmış nörohumoral durumla karakterize bir sendrom olarak tarif edilmektedir. Aktive olmuş nörohumoral mekanizmaların başında adrenerik sistem ve renin anjiotensin aldosteron sistemi gelmektedir. Bu iki sistemin aktive olmasıyla özellikle andrenerjik sistemin aktivasyonuyla ölümcül ventriküler aritmilerin tetiklenişi tipik bir bulgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Renin anjiotensin aldosteron sistemi ise bir yandan angiotensin II ile adrenerjik sisteme olan uyarı- 5. Genetik yatkınlık Günümüzde genetik bilimindeki ilerlemeler ölümcül aritmilere sebep olabilecek birçok genetik değişikliği ortaya koyabilmiştir. SCN5A (uzun QT sendromları), PAI 1, beta adrenerjik reseptör, anjiotensin konverting enzim, hücre içi kalsiyum kontrolu ile ilgili genlerde ortaya çıkan mutasyonlar ile ventriküler malign aritmilerin birlikteliği genetik yatkınlığa örnek olarak gösterilebilecek en iyi bilinen genetik bozukluklardan bazılarıdır. ŞEKİL 6. Ani kardiyak ölüm ile sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ilişkisi.36 Kronik Kalp Yetersizliğinde Aritmiler Ani Kardiyak Ölüm Tedavisi Ani kardiyak ölüm tedavisinde risk altındaki kişilerin bilinmesi ve saptanması uygun tedavilerin yapılabilmesi açısından önem taşımaktadır. Bu konudaki riski en iyi gösteren parametre sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonudur (Şekil 6). Yapısal kalp hastalığıyla birlikte düşük EF kalp yetersizliği etyolojisi her ne olursa olsun ani kardiyak ölüm için en önemli belirleyici olma özelliğini korumaktadır. Yine yapısal kalp hastalığı ile bereber bulunan ventriküler erken vuruların da ani kardiyak ölüm için risk oluşturduğu bilinmektedir. EKG de QT dispersiyonu, T dalga alternansı bulunması, Barorefleks sensitivitesindeki bozukluklar, kalp hızı değişkenliği, sinyal ortalamalı EKG de geç potansiyellerin varlığı da ani kardiyak ölüm için risk gruplarını tanımamızda bize yardımcı olabilecek göstergelerdir (37-39). Bunlar dışında brain natriüretik peptid in de ani kardiyak ölüm riskini tahmin etmede rolü olabileceğini bildiren çalışmalar vardır (40,41). 781 beta blokerlerle birlikte vazgeçilmez iki temel ilaç grubundan birisidir. Kalp yetersizliği mortalitesini %40 lara varan oranlarda azaltırlar. Kalp yetersizliğinin tüm evrelerinde endike olan bu ilaç grubunun ventriküler aritmiler ve ani ölüm üzerinde önemli bir etkisi gösterilememiştir. Sadece ramipril’in infarktüs sonrası sol ventrikül disfonksiyonu olan hastalardaki kullanımında ani kardiyak ölümde %30 kadar azalma bildirilmiştir (53). Beta Blokerler Kalp yetersizliği hastalarının en temel ve vazgeçilmez ilaç grubu olan beta bloker ilaçların bu grup hastada aritmi, ani kardiyak ölüm ve toplam ölüm oranlarında önemli azalmalar sağladığı bilinmektedir. Kalp yetersizliğinde farklı beta blokerlerle (Bisoprolol, Carvedilol, Metoprolol, Nebivolol) toplam ve ani kardiyak ölüm oranlarında azalma birçok farklı çalışmada bildirilmiştir. Bu çalışmalardan bazıları Tablo 5’de görülmektedir. Tabloda verilen bu çalışmaların bir kısmında ani ölüm önceden saptanmış bir sonlanım noktası olmasa da beta bloker ilaçların kullanımıyla hemen hepsinde az veya çok ani ölüm azalması gözlenmiştir. Diğer Antiaritmik İlaçlar Amiodaron Karmaşık antiaritmik etkileri bulunan bu molekül ventriküler ve supraventriküler aritmilerin tedavisinde kullanılan en etkili ilaçlardan birisidir. Kalp yetersizliğinde kullanımı güvenli olan bu ilacın temelde en güçlü etkisi sınıf III antiaritmik etki olsa da sınıf I, II ve IV antiaritmik özellikleri de bulunmaktadır. Ani kardiyak ölümden primer korunmada amiodaron kullanımı iki ilginç çalışmada araştırılmıştır. Bunlardan GESICA (54) çalışmasında mortalite üzerine olumlu etki saptansa da kalp yetesizliği hastalarının çoklu etyolojileri nedeniyle eleştiriler almış bir çalışma olmuştur. Bu konudaki diğer önemli çalışma ise CHF-STAT çalışmasıdır (55). Bu çalışmada Amiodaron ile mortalite üzerine nötral bir etki saptanmıştır. Ancak bu çalışmada noniskemik kalp yetersizliği hastalarında bir miktar olumlu etki eğilimi gözlenmektedir. İnfarktüs sonrası hastalarda gerçekleştirilen EMIAT (56) ve CAMIAT (57) çalışmaları ise aritmik ölümlerde amiodaron kullanımı ile azalma olduğunu ortaya koymaktadır. Onüç çalışmanın bir metaanalizinde ise amiodaron kullanımı ile toplam mortalitede %15’lik bir azalma gösterilebilirken bu azalmanın büyük oranda %29’luk ani kardiyak ölüm azalmasından kaynaklandığı bildirilmiştir. Bu meta-analizde yer alan çalışmalardaki hastaların %90a yakınını iskemik kalp yetersizlikli hastalar oluşturmaktadır (58). ACE inhibitörleri ACE inhibitörleri kalp yetersizliği ilaç tedavisinin Dofetilid Yeni bir sınıf III antiaritmik olan dofetilid özellikle Farmakolojik Tedavi TABLO 5. Beta blokerler ve kalp yetersizliğinde mortalite Çalışma Olgu sayısı Beta bloker Devam süresi Mortalite (risk azalması %, ve p değeri) Toplam ölüm Ani kardiyak ölüm CIBIS(42) 641 Bisoprolol 22.8 ay 20, p = 0.22 Fark yok CIBIS-II 2647 Bisoprolol 15.6 ay 34, p< 0.0001 44, p =.0011 ANZ(44) 415 Carvedilol 19 ay 25, p = 0.1 10, p bakılmadı (43) COPERNICUS 2289 Carvedilol 10.4 ay 35, p = 0.0014 36 p =.0016 US Carvedilol(46) 1094 Carvedilol 6.5 ay 65, p< 0.001 55, p NA CAPRICORN(47) 1959 Carvedilol 15 ay 23, p = 0.031 26, p = 0.098 (45) COMET 3029 Carvedilol 58 ay 17, p = 0.0017 19, p = 0.02 MDC(50) 383 Metoprolol tart. 12 ay Fark Yok p = 0.69 Fark yok, p = 0.36 MERIT- HF(51) 3991 Metoprolol sük. 12 ay 34, p = 0.0062 41, p = 0.0002 SENIORS 2128 Nebivolol 21 ay 12, p = 0.21 NA (48,49) (52) 782 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 6. Önemli ICD çalışmalarından bazıları Çalışma Hasta grubu ve sayı İkincil korunma çalışmaları AVID(59) Girişim İzlem süresi Sonuç LVEF<40 VT/VF senkop, Amiodaron vs 18.2 ay İlaca göre ICD ile 1016 hasta Sotalol vs ICD Toplam mortalitede %31 azalma CASH(60) EF den bağımsız Antiaritmik (metoprolol- 57 ay İlaca göre ICD ile Primer VT/VF sağkalanları, amiodaron-propafenon) Toplam mortalitede 349 hasta vs ICD %37, Ani kardiyak ölümde %85 azalma CIDS(61) VF + Ani kardiyak ölüm, Amiodaron vs ICD 3 yıl İlaca göre toplam VT+ Senkop + LVEF<35 mortalitede İndüklenmiş VT %20 azalma 659 hasta Birincil korunma çalışmaları MUSTT(62) KAH + NSVT LVEF<40 Antiaritmik vs ICD 704 hasta EFÇ eşliğinde veya 39 ay mortalite %60 ICD grubunda toplam yalnız başına Ani kardiyak ölüm %76 daha az MADIT-I(63) MI+LVEF<35+NSVT Konvansiyonel tedavi +indüklenmiş vs ICD 27 ay Hayatta kalım profilaktik ICD grubunda anlamlı ventriküler aritmi artış (P=0.009) 196 hasta MADIT-II(64) MI+LVEF<30 ICD vs plasebo 20 ay 1232 hasta ICD grubunda Toplam mortalitede %31, aritmik mortalitede %61 azalma DEFINITE(65) SCD-HeFT(66) Noniskemik KMP + EF<36 + ICD vs plasebo 29 ay ICD grubunda ani kardiyak sık VEV veya NSVT ölüm de anlamlı azalma 458 hasta (P=0.006) Kalp yetersizliği (NYHA II-III) ICD vs plasebo vs LVEF<35 Amiodaron 45.5 ay ICD grubunda toplam mortalitede %23 azalma 2521 hasta Amiodaron sağkalımı etkilemiyor DINAMIT(67) Yeni MI (6-40 gün), LVEF<35 ICD vs Bozuk HRV konvansiyonel tedavi 647 hasta 39 ay Aritmik mortalitede azalma var ancak total mortalite değişikliği anlamsız (P=0.66) Kronik Kalp Yetersizliğinde Aritmiler 783 ŞEKİL 7. Koroner arter hastalığına bağlı miyokardiyal skarda reentran taşikardi halkası. kalp yetersizliği ve atriyal fibrilasyonlu olgularda olumlu etkileri olan bir ilaçtır. Ancak çalışmalarda ventriküler aritmiler ve ani kardiyak ölüm üzerine olan etkiler nötral olarak saptanmıştır. Dofetilid kullanımı ile hastaneye yatışlar ve kalp yetersizliğinin kötüleşmesindeki ortaya çıkan az orandaki olumlu sonucun ise atriyal fibrilasyon gelişimine yaptığı olumlu etkiden kaynaklandığı düşünülmektedir (14). Dofetilit kullanımının ilk günlerinde etkili bir QT uzaması ve torsades des pointes oluşturabilen bir molekül olması nedeniyle kullanımına hastane ortamında başlanmalıdır. Henüz ülkemizde bulunmamaktadır. Cihaz Tedavisi İmplante edilebilir kardiyoverter-defibrilatör (ICD) lerin 1970 yılından sonra kullanıma girmesiyle ani ölüm tedavisinde hatırı sayılır ilerlemelerin de önü açılmış oldu (Bölüm 1.7). Günümüzde ICD ler ani kardiyak ölümü engellemede birincil ve ikincil korunmada önemli kullanım alanlarına sahiptirler. Giderek küçülen boyutları, iki odacıklı pacemaker işlevleri ve resenkonizasyon tedavisi de uygulayabilen CRT-ICD tiplerinin kullanıma girmesiyle halen ilgi kaynağı olmaya devam etmektedirler. Tablo 6 da önemli ICD çalışmalarında bazıları özetlenmiştir (Bölüm 1.7). ICD kullanıma girdiği ilk yıllarda ani kardiyak ölüm sonucu resusite edilen ve kurtarılan hasta gruplarında, yani sekonder korunmada kullanılmaya başlanmıştır. Bu hasta gruplarında gerçekleştirilen AVID (59) CASH(60) ve CIDS (61) çalışmalarının hepsinde hem tüm nedenli ölümlerde, hem de ani kardiyak ölümde anlamlı azalmalar gösterilmiştir. Bu çalışmalardan AVID ve CIDS çalışmaları sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu düşük olan hastaları çalışmaya dahil ederken CASH da ise EF bir kriter olarak alınmamıştı. Primer ve sekonder korunma çalışmalarının birlikte incelendiği bir metaanalizde ise bu üç çalışma birlikte değerlendirildiğinde tüm nedenlere bağlı ölümde çok anlamlı bir azalma göze çarpmak- tadır (P=0.0002). Meta-analiz sekonder korunmada tüm nedenlere bağlı ölümlerde %25, aritmik ölümlerde ise %50 oranında azalmaya işaret etmektedir (68). Aritmik ölümlerden sekonder korunmada alınan bu olumlu sonuçlar primer korunma ile ilgili çalışmaları getirmiştir. 2000 li yıllarda gerçekleştirilen MUSTT (62), MADIT-I (63) ve MADIT-II (64), DEFINITE (65) ve SCD-HeFT (66) çalışmaları da ICD açısından olumlu sonuçlanan çalışmalar olmuştur. Bu çalışmalarda koroner arter hastalığı, miyokard infarktüsü sonrası sol ventrikül disfonksiyonu olan ventriküler aritmili hastalar ve kardiyomiyopati ile birlikte düşük sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonlu hastalar çalışmalara dahil edilmiştir (Tablo 6). Çalışmalar toplu olarak değerlendirildiğinde antiaritmik ilaçla kıyaslandığında, ICD kullanımıyla aritmik ölümlerde %57, toplam ölümde ise %30 azalma ortaya çıkmaktadır (68). Ablasyon Ventriküler aritmilerin kateter yardımıyla radyofrekans (RF) ablasyonu bazı durumlarda farmakolojik tedaviye alternatif olabilir. Ablasyon öncesi gerekli haritalama işlemi yapılarak neresinin ablate edileceğine karar verilmelidir. Ventriküler taşikardilerin RF ablasyonunda farklı mapping teknikleri kullanılabilir ancak birçok olguda polimorfik ventriküler taşikardi ve taşikardinin fibrilasyona dönüşmesi zorluklar yaratabilir. Haritalama sırasında aktivasyon mapping (en erken ventriküler depolarizasyon bölgesinin bulunması), pace mapping (Ventriküler pacing ile spontan taşikardi ile birebir aynı EKG yi yaratan bölgenin bulunması) veya entrainmet mapping (reenteran aritminin spontan hızından daha yüksek bir hızda pacing uygulanarak devamlı bir şekilde resetlenmesi) teknikleri kullanılabilir. Ancak bu tür haritalamalar daha çok hemodinamik olarak kararlı kalabilen monomorfik VT lerde gerçekleştirilebilir. Birçok olguda özellikle entrainmet pacing yapıldığında taşikardinin sonlanması veya fibrilasyona dejenerasyonu haritalamayı imkansız hale getirebilir. Haritalama ile 784 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI özellikle reentran halkanın iletim yavaşlaması olan bölgesi (isthmus) veya çıkış bölgesi saptanmaya çalışılarak ablasyon bu bölgelere uygulanır (Şekil 7). Haritalamadaki bu zorluklar son yıllarda elektrofizyolojik verilerden ziyade skarın haritalanması yönünde şekil değiştirmektedir. Bu metoda göre skar dokusu ile normal miyokardın değişik elektrogram karakteristiklerine sahip oluşlarında yola çıkarak tam olarak skarın sınırları saptanmaya çalışılır. Daha sonra bu skar-normal miyokard sınır bölgelerine RF ablasyon uygulanarak taşikardinin reenteran halkası kırılabilir (69,70). Koroner arter hastalığına bağlı skarlardan kaynaklanan reenteran ventriküler taşikardilerde endokardiyal haritalama kullanılabilirken, kardiyomiyopatilerde reenteran halkaların endokarddan ulaşılamayacak biçimde miyokard içinde veya epikarda yakın bölgelerde yeraldıkları bilinmektedir. Böyle olgularda epikardiyal haritalama gündeme gelmektedir ancak epikardiyal haritalama endokardiyal kadar kolay bir işlem değildir. Böyle bir haritalama kateter yardımıyla ancak koroner sinüs içerisinden venöz dolaşımın izin vediği bölgelerde gerçekleştirilebilir. Sub ksifoid veya cerrahi ulaşım ise yararlarıyla birlikte kendine has sorunları da beraberinde getirmektedir (71-73). 9. 10. 11. 12. 13. 14. KAYNAKLAR 1. Uyarel H, Onat A, Yüksel H, Can G, et al. Türk halkında kronik atriyal fibrilasyon insidansı, prevalansı ve mortalitesine ilişkin tahminler. Türk Kardiyol Dern Arş - Arch Turk Soc Cardiol 2008;36(4):214-222 2. Hynes BJ, Luck JC, Wolbrette DL, Bhatta D et al. Atrial fibrillation in patients with heart failure. Curr Opin Cardiol. 2003; 18:32-38. 3. Dries DL, Exner DV, Gersh BJ, Domanski MJ, Waclawiw MA, Stevenson LW. Atrial fibrillation is associated with an increased risk for mortality and heart failure progression in patients with asymptomatic and symptomatic left ventricular systolic dysfunction: a retrospective analysis of the SOLVD trials. Studies of Left Ventricular Dysfunction. J Am Coll Cardiol 1998;32:695-703. 4. Redfield MM, Kay GN, Jenkins LS, et al. Tachycardia-related cardiomyopathy: a common cause of ventricular dysfunction in patients with atrial fibrillation referred for atrioventricular ablation. Mayo Clin Proc 2000; 75:790. 5. Stewart S, Hart CL, Hole DJ, McMurray JJ. A populationbased study of the long-term risks associated with atrial fibrillation: 20-year follow-up of the Renfrew/Paisley study. Am J Med 2002; 113:359. 6. Wang TJ, Larson MG, Levy D et al Temporal Relations of Atrial Fibrillation and Congestive Heart Failure and Their Joint Influence on Mortality: The Framingham Heart Study. Circulation. 2003;107:2920-2925. 7. Wilkoff BL, Cook JR, Epstein AE, et al. Dual-chamber pacing or ventricular backup pacing in patients with an implantable defibrillator: the Dual Chamber and VVI Implantable Defibrillator (DAVID) Trial. JAMA 2002; 288:3115. 8. Sweeney MO, Hellkamp AS, Ellenbogen KA, et al. Adverse 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. effect of ventricular pacing on heart failure and atrial fibrillation among patients with normal baseline QRS duration in a clinical trial of pacemaker therapy for sinus node dysfunction. Circulation 2003; 107:2932. Haissaguerre M, Jais P, Shah DC, et al. Electrophysiological end point for catheter ablation of atrial fibrillation initiated from multiple pulmonary venous foci. Circulation. 2000;101:1409 –1417. Pappone C, Augello G, Sala S, et al. A randomized trial of circumferential pulmonary vein ablation versus antiarrhythmic drug therapy in paroxysmal atrial fibrillation. The APAF Study. J Am Coll Cardiol. 2006;48:2340 –2347. Wazni OM, Marrouche NF, Martin DO, et al. Radiofrequency ablation vs antiarrhythmic drugs as first-line treatment of symptomatic atrial fibrillation. A randomized trial. JAMA 2005;293:2634 –2640. Fuster V, Ryden LE, Cannom DS, et al. ACC/AHA/ESC guidelines for the management of patients with atrial fibrillation. A report of the American College of Cardiology/ American Heart Association Task Force on Practice Guidelines and the European Society of Cardiology Committee for Practice Guidelines (Writing committee to revise the 2001 guidelines for the management of patients with atrial fibrillation). J Am Coll Cardiol 2006; 48:e149. Vorperian VR, Havighurst TC, Miller S, et al. Adverse effects of low dose amiodarone: A meta-analysis. J Am CollCardiol 1997; 30:791. Torp-Pedersen C, Moller M, Bloch-Thomsen PE, et al. Dofetilide in patients with congestive heart failure and left ventricular dysfunction. Danish Investigations of Arrhythmia and Mortality on Dofetilide Study Group. N Engl J Med 1999; 341:857. Kober L, Bloch Thomsen PE, Moller M, et al. Effect of dofetilide in patients with recent myocardial infarction and leftventricular dysfunction: a randomised trial. Lancet 2000; 356:2052. Singer DE, Albers GW, Dalen JE, Go SA, Halperin JL, and Manning WJ. Antithrombotic Therapy in Atrial Fibrillation: The Seventh ACCP Conference on Antithrombotic and Thrombolytic Therapy. Chest 126: 429S-456S. Fatkin D, Kuchar DL, Thorburn CW,et al. Transesophageal echocardiography before and during direct current cardioversion of atrial fibrillation:evidence for “atrial stunning” as a mechanism of thromboembolic complications. J Am Coll Cardiol 1994;23:307–16. Gallagher MA, Guo XH, Poloniecki JD, Yap YG, Ward D, Camm AJ. Initial Energy Setting, Outcome and Efficiency in Direct Current Cardioversion of Atrial Fibrillation and Flutter. J Am Coll Cardiol 2001;38:1498 –504. Petersen P. Thromboembolic complications in atrial fibrillation. Stroke. 1990;21:4-13. Lip, GYH. Does atrial fibrillation confer a hypercoagulable state? Lancet 1995; 346:1313. Chung NA, Belgore F, Li-Saw-Hee FL, Conway DS, Blann AD, Lip GY. Is the hypercoagulable state in atrial fibrillation mediated by vascular endothelial growth factor? Stroke. 2002 Sep;33(9):2187-91. Qi H, Mei L, Rongkun L. Study on hypercoagulation and hypofibrinolysis state in patients with atrial fibrillation and essential hypertension. Am J Hypertens (2005) 18, 171A– 171A. Kronik Kalp Yetersizliğinde Aritmiler 23. Ögren M, Bergqvist D, Eriksson H, Lindblad B, Sternby NH.Prevalence and risk of pulmonary embolism in patients with intracardiac thrombosis: a population-based study of 23 796 consecutive autopsies. Eur Heart J (2005) 26, 1108–1114. 24. Hart RG, Benavente O, McBride R, Pearce LA. Antithrombotic therapy to prevent stroke in patients with atrial fibrillation: a meta-analysis. Ann Intern Med 1999;131:492-501. 25. Hohnloser SH, Cuck K-H, Lilienthal J, for the PIAF Investigators. Rhythm or rate control in atrial fibrillation—pharmacological intervention in atrial fibrillation (PIAF): a randomised trial. Lancet. 2000;356:1789–1794. 26. The Atrial Fibrillation Follow-Up Investigation of Rhythm Management (AFFIRM) Investigators. A comparison of rate control and rhythm control in patients with atrial fibrillation. N Engl J Med. 2002;347:1825–1833. 27. Roy D, Talajic M, Nattel S, et al; for the Atrial Fibrillation andCongestive Heart Failure Investigators. Rhythm control versus rate control for atrial fibrillation and heart failure. N Engl J Med. 2008;358:2667–2677. 28. MERIT-HF Study group. Effects of Metoprolol CR/XL in chronic heart failure. Metoprolol CR/XL Randomized Intervention Trial in Congestive Heart Failure (MERIT-HF). Lancet 1999:353:2001-2007. 29. Kjekshus J: Arrhythmia and mortality in congestive heart failure. Am J Cardiol 1990, 65:42I–48I. 30. Groupo de Estudio de la Sobrevida en la Insufficiencia Cardiaca en Argentina (GESICA): Randomized trial of lowdoes amiodarone in severe congestive heart failure. Lancet 1994, 344:493–498. 31. Uretsky BF, Sheahan RG: Primary prevention of sudden cardiac death in heart failure: will the solution be shocking? J Am Coll Cardiol 1997, 30:1589–1597. Hsia HH, Jessup ML, MarchlinskiFE. Debate: Do all patients with heart failure require implantable defibrillators to prevent sudden death? Curr Control Trials Cardiovasc Med 2000, 1:98–101. 32. Narang R, Cleland JG, Erhardt L, et al. Mode of death in chronic heart failure. A request and proposition for more accurate classification. Eur Heart J 1996; 17:1390. 33. Huikuri HV, Castellanos A, MyerburgRJ. Sudden Death Due to Cardiac Arrhythmias. NEJM 2001;345:1473-1482. 34. Tomaselli GF, Zipes DP. What Causes Sudden Death in Heart Failure? Circ. Res. 2004;95;754-763. 35. Tomaselli GF, Marban E. Electrophysiological remodeling in hypertrophy and heart failure. Cardiovasc Res. 1999;42:270–283. 36. Gorgels PMA, Gijsbers C, de Vreede-Swagemakers J, Lousberg A, Wellens HJJ. Out-of-hospital cardiac arrest-the relevance of heart failure. The Maastricht Circulatory Arrest Registry. Eur Heart J 2003;24:1204-1209. 37. Kayıkçıoğlu M, Payzin S. Kalp hızı değişkenliği. Türk Kardiyol Dern Arş 2001;29:238-245. 38. Lo R, Hsia HH. Ventriular Arrhytmias in Heart Failure Patients. Cardiol Clin. 2008;26;381-403 39. Ding L, Hua W, Niu H, Chen K, Zhang S. Primary prevention of sudden cardiac death using implantable cardioverter defibrillators. Europace 2008;10:1034–41. 40. Berger R, Huelsman M, Strecker K, Bojic A, Moser P, Stanek B et al. B-type natriuretic peptide predicts sudden 41. 42. 43. 44. 45. 46. 47. 48. 49. 50. 51. 52. 53. 54. 785 death in patients with chronic heart failure. Circulation 2002;105:2392–7. Tapanainen JM, Lindgren KS, Makikallio TH, Vuolteenaho O, Leppaluoto J, Huikuri HV. Natriuretic peptides as predictors of non-sudden and sudden cardiac death after acute myocardial infarction in the beta-blocking era. J Am Coll Cardiol 2004;43:757–63. CIBIS Investigators and Committees. A randomized trial of betablockade in heart failure. The Cardiac Insufficiency Bisoprolol Study (CIBIS). Circulation 1994;90:1765 -73. CIBIS-II Investigators. The Cardiac Insufficiency Bisoprolol Study II (CIBIS-II): a randomised trial. Lancet 1999;353:9 -13. Australia/New Zealand Heart Failure Research Collaborative Group. Randomised, placebo-controlled trial of carvedilol in patients with congestive heart failure due to ischaemic heart disease. Australia/New Zealand Heart Failure Research Collaborative Group. Lancet 1997;349:375-80. Packer M, Fowler MB, Roecker EB, et al. Effect of carvedilol on the morbidity of patients with severe chronic heart failure: results of the Carvedilol Prospective Randomized Cumulative Survival (COPERNICUS) Study. Circulation 2002;106:2194-9. Packer M, Bristow MR, Cohn JN, et al. The effect of carvedilol on morbidity and mortality in patients with chronic heart failure. U.S. Carvedilol Heart Failure Study Group. N Engl J Med 1996;334:1349-55. CAPRICORN Investigators. Effect of carvedilol on outcome after myocardial infarction in patients with left-ventricular dysfunction:the CAPRICORN randomised trial. Lancet 2001;357:1385-90. Poole-Wilson PA, Swedberg K, Cleland JG, et al. Comparison of carvedilol and metoprolol on clinical outcomes in patients with chronic heart failure in the Carvedilol or Metoprolol European Trial (COMET): randomised controlled trial. Lancet 2003;362:7-13. Torp-Pedersen C. Effects of metoprolol and carvedilol on cause-specific mortality in chronic heart failure patients. The Carvedilol or Metoprolol European Trial. Am Heart J 2005;149:370-6. Waagstein F, Bristow MR, Swedberg K, et al. Beneficial effects of metoprolol in idiopathic dilated cardiomyopathy. Metoprolol in Dilated Cardiomyopathy (MDC) Trial Study Group. Lancet 1993;342:1441-6. MERIT-HF Investigators. Effect of metoprolol CR/XL in chronic heart failure: Metoprolol CR/XL Randomised Intervention Trial in Congestive Heart Failure (MERIT-HF). Lancet 1999;353:2001-7. Flather M, Shibata M, Coats A, et al. Randomized trial to determine the effect of nebivolol on mortality and cardiovascular hospital admission in elderly patients with heart failure (SENIORS). Eur Heart J 2005;26:215–225 Cleland JG, Erhardt L, Murray G, et al. Effect of ramipril on morbidity and mode of death among survivors of acute myocardial infarction with clinical evidence of heart failure. A report from the AIRE Study Investigators. Eur Heart J 1997;18(1):41–51. Doval HC, Nul DR, Grancelli HO, et al. Randomised trial of low-dose amiodarone in severe congestive heart failure. Grupo de Estudio de la Sobrevida en la Insuficiencia Cardi- 786 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI aca en Argentina (GESICA). Lancet 1994;344(8921):493–8. 55. Singh SN, Fletcher RD, Fisher SG, et al. Amiodarone in patients with congestive heart failure and asymptomatic ventricular arrhythmia. Survival Trial of Antiarrhythmic Therapy in Congestive Heart Failure. N Engl J Med 1995;333(2):77–82. 56. Julian DG, Camm AJ, Frangin G, et al. Randomised trial of effect of amiodarone on mortality in patients with leftventricular dysfunction after recent myocardial infarction: EMIAT. European Myocardial Infarct Amiodarone Trial Investigators. Lancet 1997;349(9053):667–74. 57. Cairns JA, Connolly SJ, Roberts R, et al. Randomised trial of outcome after myocardial infarction in patients with frequent or repetitive ventricular premature depolarisations: CAMIAT. Canadian Amiodarone Myocardial Infarction Arrhythmia Trial Investigators. Lancet 1997;349(9053):675– 82. 58. Connoly S, Cairns J, Gent M et al. Effect of prophylactic amiodaron on mortality after acute myocardial infarction and in congestive heart failure: Meta-analysis of individual data from 6500 patients in randomised trials. Lancet 1997;350:1417-24. 59. The Antiarrhythmics Versus Implantable Defibrillators (AVID) investigators. A comparison of antiarrhythmicdrug therapy with implantable defibrillators in patients resuscitated from near-fatal ventricular arrhythmias. The Antiarrhythmics Versus Implantable Defibrillators (AVID) investigators. N Engl J Med 1997;337(22):1576–83. 60. Kuck KH, Cappato R, Siebels J, et al. Randomized comparison of antiarrhythmic drug therapy with implantable defibrillators in patients resuscitated from cardiac arrest: the Cardiac Arrest Study Hamburg (CASH). Circulation 2000;102(7):748–54. 61. Connolly SJ, Gent M, Roberts RS, et al. Canadian Implantable Defibrillator Study (CIDS): a randomized trial of the implantable cardioverter defibrillator against amiodarone. Circulation 2000;101(11):1297–302. 62. Buxton AE, Lee KL, Fisher JD, et al. A randomized study of the prevention of sudden death in patients with coronary artery disease. Multicenter UnSustained Tachycardia Trial investigators. N Engl J Med 1999;341(25):1882–90. 63. Moss AJ, Hall WJ, Cannom DS, et al. Improved survival 64. 65. 66. 67. 68. 69. 70. 71. 72. 73. with an implanted defibrillator in patients with coronary disease at high risk for ventricular arrhythmia. Multicenter Automatic Defibrillator Implantation Trial Investigators. N Engl J Med 1996;335(26):1933–40. Moss AJ, Zareba W, Hall WJ, et al. Prophylactic implantation of a defibrillator in patients with myocardial infarction and reduced ejection fraction. N Engl J Med 2002;346(12):877–83. Kadish A, Dyer A, Daubert JP, et al. Prophylactic defibrillator implantation in patients with nonischemic dilated cardiomyopathy. N Engl J Med 2004;350(21):2151–8. Bardy GH, Lee KL, Mark DB, et al. Amiodarone or an implantable cardioverter-defibrillator for congestive heart failure. N Engl J Med 2005;352(3):225–37. Hohnloser SH, Kuck KH, Dorian P, Roberts RS, Hampton JR, Hatala R, et al. Prophylactic use of an implantable cardioverter-defibrillator after acute myocardial infarction. N Engl J Med 2004;351:2481–8. Lee DS, Green LD, Liu PP, et al. Effectiveness of implantable defibrillators for preventing arrhythmic events and death: a meta-analysis. J Am Coll Cardiol 2003;41(9):1573–82. Verma A, Marrouche NF, Schweikert RA, et al. Relationship between successful ablation sites and the scar border zone defined by substrate mapping for ventricular tachycardia post-myocardial infarction. J Cardiovasc Electrophysiol 2005;16(5):465–71. Hsia HH, Lin D, Sauer WH, et al. Anatomic characterization of endocardial substrate for hemodynamically stable reentrant ventricular tachycardia: identification of endocardial conducting channels. Heart Rhythm 2006;3(5):503–12. Sosa E, Scanavacca M, d’Avila A, et al. Nonsurgica transthoracic epicardial catheter ablation to treat recurrent ventricular tachycardia occurring late after myocardial infarction. J Am Coll Cardiol 2000;35(6):1442–9. Sosa E, Scanavacca M. Epicardial mapping and ablation techniques to control ventricular tachycardia. J Cardiovasc Electrophysiol 2005;16(4):449–52. Swarup V, Morton JB, Arruda M, Wilber DJ. Ablation of Epicardial Macroreentrant Ventricular Tachycardia Associated with Idiopathic Nonischemic Dilated Cardiomyopathy by a Percutaneous Transthoracic Approach. J Cardiovasc Electrophysiol 2002;12:1164-1168. BÖLÜM 3.9 Giriş Kronik kalp yetersizliği insidensi sabit olarak birçok avrupa ülkesi ve ABD’de artmaktadır. Günümüzde hesaplanmış insidensi yılda %0.1-0.5’dir, bu sayı her dekadta ikiye katlanıp 75 yaşında %3’e ulaşmaktadır. KY prevalansı ise %0.3-2.4 bulunmuştur (ABD’de) 5 milyon insanın etkilendiği gösterilmiştir (AHA 2005). Bu ülkede her yıl 970,000 hastanın KY ile hastaneye yattığı, 12-15 milyon hastanın ise ayaktan muayenehane vizitine gittiği bildirilmiştir. Kaşeksi bir kere teşhis edildiğinde durum oldukça kötüleşmiştir (Bölüm 1.3). KKY mortalitesi kaşektiklerde %50’ye kadar yükselir, non-kaşektiklerde mortalite %17’dir. Kaşeksi KKY’nin bir özelliği değildir, ayrıca diğer kronik hastalıkların terminal evresinde de görülür (kanser, sepsis, romatoid artrit ve AİDS gibi). Kaşeksi birçok kronik hastalığın (AİDS, kanser, tirotoksikoz, ve romatoid artrit dahil) ciddi bir komplikasyonudur. Geçmişte kronik KY’nin de önemli bir özelliği Kardiak Kaşeksi Dr. Gonca Gül Bozkurt – Prof. Dr. Rasim Enar olarak anlamlı zayıflama ve adale erimesi olarak tanımlanmıştır. 2300 yıl once klasik Yunan ve Cos adasındaki Hipokratın (MÖ yaklaşık 460- 370) Tıp okulunda: “…Etler yanıp yok olmuştur ve yerine su gelmiştir…. Omuzlar, klavikulalar, göğüs ve kalçalar kaybolmuştur (Şekil 1). Bu bir fatal hastalıktır….” 1875’de Withering şişmiş hastayı yazmıştır: ”Hastanın görünüşü, soluk, nabız hızlı ve zayıf, vucut çok zayıflamış ve bir deri bir kemik kalmış, yalnız karnı çok büyümüştür” (Şekil 2). Kaşeksi (cachexia) kelimesi Yunan kökenli olup kaos (kötü), hexis (durum) anlamındadır. Kaşeksi kaslarda zayıflama ve kilo kaybı ile oluşan, kronik farklı bir hastalık olarak da görülebilen, ancak çogunlukla kötü prognoz ile ilişkili, yaşlanmanın da bir parçası olan patolojik bir durumdur.1 Kardiak kaşeksi kronik kalp yetersizliğinin ciddi bir komplikasyonu olup çok az araştırılmıştır.2 Göze çar- X ŞEKİL 1. Proksimal adaleler; omuzlar, interkostal adaleler, pektoral ve kalça, butların adalelerinin erimesi. Sağda kronik konjestif KY’de asit (X) ve ödemli hastada üst ekstremitelerin, gövde adalelerinin erimesi (→). 787 788 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 1. Erişkin hastalarda kaşeksi: teşhis kriteri • Altta yatan hastalık ve ağırlık (vücut ağırlığı) + 5 kriterden ≥3 kriter. 12 ay veya daha kısa sürede ≥%5 kayıp (zayıflama) (vucut kitle indeksi <20) ŞEKİL 2. İlerlemiş KY’li hasta: Gode bırakan ödem, asit ve kaşeksi. Proksimal gövde alaleleri erimiş (omuzlar) (Sosin MD. Heart Failure. Manson Publ. 206, P. 25). pan, kronik KY hastalarındaki genel kilo kaybıdır ve patogenezinde immünolojik ve nörohormonal anormalliklerin önemi vurgulanmıştır; bu durum potansiyel tedavi stratejilerinin gözden geçirilmesine neden olmuştur. Kaşeksinin günümüzde hala kabul edilmiş bir tanımı yoktur. Bunların en çok popüler olanları ve kullanılanları aşağıda tartışılmıştır. Tanımı: Araştırmacılar kaşeksi tanımında tam bir fikirbirliği oluşturamamalarına rağmen tanım için bazı ölçümler kullanmışlardır. Bunların başlıcaları: Vücut yağ dokusu ve yağsız doku miktarlarının tahminler ile antropometik ölçümleri (deri kalınlığı, kol kası çevresi); yaş, cins, boya göre ideal persantil eğrileri (Metropolitan Life Insurance tablosu)3; serum albümin konsantrasyonu, hücre aracılı immünite, kg / boy indeksi, vucut -kitle -indeksi (kg/boy2); kilo kaybı anamnezi gibi parametreler.4 • Kalp yetetersizliği çalışmaları; hastaları vücut yağ içeriği: “kadınlarda < %22 ve erkeklerde < %15”; veya ideal kg persantali <%90 olanları ise ’malnourished' (kötü beslenmiş) olarak sınıflandırmıştır. • Diğer bir grup ise; kalp yetersizliği hastalarında ’kaşeksi’yi: “vücut yağ içeriği “kadınlarda <%29, erkeklerde <%275 veya ideal kg persantili: < %856 hatta < 80” 7olarak tanımlamıştır. Ek olarak farklı bir çok metod ile yağsız doku miktarı belirlenebilir. Bunlar idrar kreatinin ekspresyon oranı, işaretlenmiş amino asit ile iskelet kas değişimi, biyoelektriksel empedans, iskelet kası kitlesinin magnetik rezonans ve bilgisayarlı tomografi ile belirlenmesidir.2 • Yağsız dokunun en az %10 kaybının gösterilmesinin kardiyak kaşeksi tanımının kriteri olduğu da bildirilmiştir.18 Bütün bu tanımlamalara rağmen klinisyenler için Kriterler: 1. Azalmış adele gücü 2. Yorgunluk 3. Anoreksi 4. Düşük yağsız-kitle indeksi 5. Anormal biyokimya: - İnflamasyon - Anemi - Düşük serum albumini (Evans et al 2008’den adapte edildi; Pharmacology & Thrapeutics 2009;121:229). kolay kullanılabilir bir ölçüm metodu oluşturulamamıştır. Görünen şu ki; kalp yetersizliğinde kaşeksi dinamik bir süreç olup “non- ödematöz durumda gösterilmiş kilo kaybı” önemlidir. Klinik kardiyak kaşeksi için yaygın olarak kullanılan tanım: Kronik kalp yetersizliği bulunan hastada, en az 6 ay içinde gözlenen ve diğer kaşeksi oluşturacak nedenlerin dışında (kanser tiroit hastalıkları, karaciğer hastalıkları) bulunmadığı, normal ağırlığın %7.5 dan fazlasının kaybedilmesi (bakınız Tablo 1). Etyoloji: Kardiak kaşeksi gelişmesinde üç önemli mekanizma rol oynamaktadır: a) malabsorbsiyon ve metabolik disfonksiyon b) beslenme yetersizliği c) üriner ve gastrointestinal yol ile kayıp. Pitmann ve Cohen 1964 yılında bir sendrom olan kardiyak kaşeksiyi ilk olarak geniş çaplı olarak analiz etmişlerdir. Hücresel hipoksinin birincil patojenik faktör olduğunu ara metabolizmanın yetersizliğine yol açtığını, bu sebeple katabolizmanın arttığı ve anabolizmanın ise azaldığı ileri sürülmüştür.9 Ayrıca “anoreksi” ve artmış bazal metabolizma hızının “kapalı ilişki” (circus viciousus) içinde olduğu ve sonucunda oksijen yokluğu da belirlenmiştir. Anoreksianın kalp yetersizliği ile ilişkisi; (i) gastrointestinal ödemin yol açtığı bulantı ve iştahsızlık veya “protein kaybettiren enteropati”, (ii) dispne ve halsizlik gibi semptomlarladır. (iii) Ayrıca sodyum kısıtlı diet ve (iv) ilaçların (digoksin ve ACE İ) yan etkisi ile de olabilmektedir. Kaşektik hastalarda (NYHA IV, mitral kapak has- Kardiak Kaşeksi talığında), ne malabsorbsiyonun (d-xyloz absorbsiyon testi)ne de hücresel hipoksinin (laktat ve pirüvat konsantrasyonu ile değerlendirilen) bu hastalarda önemi gösterilebilmiştir.10 Buna karşılık yaşlı kardiyak kaşeksi hastalarında (ortalama 76 yaşında) yağ malabsorbsiyonunun varlığı kanıtlanmıştır.11 Braunwald, kardiyak kaşeksinin biventriküler kalp yetersizliği olgularında daha baskın olarak sağ kalp yetersizliği daha ağırlıkta olanlarda daha sık gözlendiğini öne sürmüştür.12 Ağır kalp yetersizlikli hastalarda artmış sağ atrial basıncı malnutrisyonun bağımsız anlamlı öngöreni bulunmuştur. İnflamatuar Sitokin Aktivasyonu: Günümüzde nörohormonal ve immün mekanizmaların kardiyak kaşeksinin patogenezinde merkezi rol oynayabileceğini destekleyen önemli kanıtlar mevcuttur, buna bağlı olarak, bu durumun yönetiminin kontrol edilmesinin gelecekte önemli etkiler sağlaması olasıdır.2,14-16 İmmün sistem infeksiyon ve diğer streslere karşı vücudun doğal savunma mekanizmasıdır. Bu sistemde birbirleriyle kompleks şekilde etkileşen ve kardiyak kaşeksinin gelişiminde önemli rol oynayan pek çok farklı bileşen mevcuttur. Örneğin, tümör nekroz faktör -alfa’nın (TNF) kardiyak kaşeksili hastalarda arttığı gösterilmiştir.6,15,17 Bazı araştırmacılar, kardiyak kaşeksi tanımlamasında TNF plazma düzeyinin kaşektik KKY hastalarında primer olarak yüksek olduğunu ve bunun oluşan kilo kaybı derecesinin güçlü bir öngörücüsü olduğunu bildirmiştir. TNF, interlökin 1 (IL-1), IL-6, interferon-γ ve “transforming growth faktör-β” ile birlikte “toksik” katabolizma gelişiminde rol oynayan anahtar sitokinlerden bir tanesidir. KKY’de gözlenen immün aktivasyonun ana uyaranı bilinmemektedir ve bununla ilgili günümüzde üç ana teori mevcuttur: (1) Birinci hipotez; kalbin kendisinin sitokinlerin esas kaynağı olduğudur, çünkü yetersiz miyokardın TNF üretebilme yeteneği olduğu gösterilmiştir. Daha da ötesi, in vivo çalışmalarda hemodinamik basınç yüklenmesinin TNF mRNA sentezini arttırabildiği bildiriilmiştir.18,19 Bu çalışmada miyokard gerilmesi miyozitlerde TNF mRNA üretimini arttırmıştır. (2) İkinci hipotez; KKY’de oluşan barsak duvarı ödeminin bakteriyel translokasyona yol açarak endotoksin salınımı ve immün aktivasyonundan sorumlu olduğudur.20 Akut ödematöz bulguları kötüleşen hastalarda artmış endotoksin konsantrasyonunun diüretik tedavisi ile geriletilebilmesi bu hipotezi desteklemektedir.21 Kardiyojenik şoku olan hastalarda, pozitif bakteri kültürü yokluğunda yüksek ateş ve artmış prokalsitonin düzeyi (bakteriyel endotoksineminin göstergesi) olduğu gösterilmiştir.22 Akut venöz konjesyonu ile bakteri ve endotoksinin barsak geçirgenliğinin değişmesi sonucunda, bunların dolaşıma karıştığı ve inflamatuar sitokin aktivasyonu- 789 nu uyardığı öne sürülmüştür. Endotoksinin in vivo TNF mRNA sentezini uyarabildiği bilinmektedir.23 Ödemi olmayan bazı KKY hastalarında LPS (lipopolisakkarid) duyarlı periferal monositlerin artmış olduğu bulunmuştur.24 Eğer bu hipotez doğru ise bu durum barsakta bakteriyi, endotoksinin kendisini veya endotoksinin immün sistemdeki hücrelere bağlanmasını hedef alan yeni tedavi stratejileri olasılığının kapısını açabilir. Bu bağlamda, lipidlerin KKY hastalarında endotoksine bağlanma ve etkilerini detoksifiye etmede önemli rol oynayacağı iddia edilebilir.25 (3) Alternatif olarak öne sürülen üçüncü hipotez; hipoksinin KKY hastalarında artmış TNF-α üretimi için bir uyaran olabileceğidir.26 İnflamatuar sitokinlerin, multipl etkileri olduğu ve bunların çoğunun KKY’de doğrudan veya dolaylı olarak vücut zayıflamasına katkıda bulunduğu bilinmektedir. Hayvan deneylerinde, iskelet kasına TNF üreten tümör hücreleri yerleştirilmesi ile kaşeksi oluştuğu, beyine de TNF üreten hücrelerin implante edilmesinin anoreksiye yol açtığı gösterilmiştir. Bu bulgular; öncelikle TNF’nin üretim yerinin sitokinin (TNF) davranışını ve etkilerini belirlediğini ve ikinci olarak artmış düzeylerinin kaşeksi gelişiminde gerçekten önemli rol oynadığını göstermektedir. TNF ayrıca egzersiz intoleransı ve nörohormonal aktivasyon ile de bağlantılıdır ve kaşektik durum gelişiminde önemli rolü olan apoptozu uyarabilir.27 TNF ayrıca endotel hücreleri üzerine sitoskeleton yapının yeniden onarılmasını sağlayarak; albumin ve suya geçirgenlik artışını, aktive antijenlerin artmış dışavurumu (ekspresyonunu), yüzey prokoagulan aktivite uyarımı ve IL-1 salınımı gibi normal endotel fonksiyonları gibi etkilerde göstermektedir.28 TNF’nin vaksüler endotel hücrelerinde esasen NO sentaz mRNA’yı azalttığı bilinmektedir. Bu etkilerin tümü endotel fonksiyonunu bozabilir.29 Uzun süreli artmış TNF düzeylerinin yıkıcı etkilerine bağlı olarak meydana gelen endotel disfonksiyonu, KKY hastalarında TNF düzeyleri ile maksimal periferal kan akımı arasındaki güçlü “ters- ilişki” görüşünün varlığını desteklemektedir.30 TNF, doz bağımlı olarak Leptin hormonunun plazma konsantrasyonunun artışına yol açabilir.31 Bir “ob geni” ürünü olan leptin yiyecek alımını azaltma ve istirahatte artmış enerji tüketiminde rol oynar. Her ne kadar leptinin kardiyak kaşeksinin fizyopatolojisindeki rolü net olmasa da, plazma düzeylerinin KKY hastalarında yükselmiş olduğu gösterilmiştir.32-34 KKY hastalarında yükselen bir diğer pro-inflamatuar sitokin olan interlökin-6 da KKY’deki zayıflamanın etyolojisinde rolü olabileceği düşünülmektedir.35 İn vivo deneylerde IL-6’nın proteoliz, kas atrofisini ve kilo kay- 790 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI ANOREKSİJENİK Azalmış enerji girişi OREKSİJENİK Artmış enerji girişi DM) edullin (A (α-MSH) Adrenom hormon ) g n ti la u m ti (s cı osit uyarı - ve amfetamin) α-melan t (CART Kokain transcrip ) d te la u ici (reg B) düzenley tid B (NP europep N -36) 3 Y ) Y P R (P tein (Ag YY3-36 ro d p ti p d OMC) e te P (P la nocortin Agouti-re la n e rfi m o io d p n β-e Proo tatin Somatos Ghrelin r tö k in fa rt o g c in Uro leas ormon-re (MCH) Growth h tre edici hormon Oxytocin konsan PY) Melanin ptid Y (N Neurope B e v Orexin A ŞEKİL 3. Enerji homeostazisinin kontrolunda seçilmiş nöropeptidlerin etkileri (Pharmacology & Therapeutics 2009;121: 227-52) bını indükleyebildiği ve bunların tümünün IL-6 antikorları tedavisi ile önlenebildiği gösterilmiştir. Daha da ötesi, KKY hastalarında serum IL-6 düzeyleri ile kemik mineral dansitesi arasında belirgin bir korelasyon bulunmamış olsa dahi; IL-6’nın osteoporoz gelişimine yol açabileceğini destekleyen kanıtlar mevcuttur. parametreler arasında en yüksek duyarlılık ve özgüllükle mortaliteyi öngörmede en uygun marker olduğu görünmektedir. Böylece sTNF-R1 düzeylerinin saptanmasının KKY hastalarının prognoza göre sınıflamasında yararlı olabilir, böylece yüksek riskli hastalar daha etkili ve öncellikli olarak hedef alınabilir. Son zamanlarda, sitokinlerin ve suda çözünür sitokin reseptörlerinin artmış plazma düzeylerinin kötü sağkalımı öngörebildiği ortaya konulmuştur. Özellikle solubl TNF reseptör 1 (sTNF-R1) düzeyleri; tüm immün KKY sadece immün aktivasyon ile değil, prognozu olumsuz etkileyen yükselmiş diğer inflamatuar belirteçler ile de ilişkilendirilmiştir.36 Örneğin; KKY hastalarında artmış ksantin oksidaz aktivitesinin bir göstergesi İkinci Emir ve Aşağı-İstikamette Nöronlar ↑Yemek girişi Yemek girişi↓ POMC / CART AgRP / NPY Arcuate nucleus inhibisyon uyarılma Ghrelin Insulin Mide Pankreas Leptin Yağ dokusu ŞEKİL 4. İştah düzenlemesinin mekanizmaları. Kısalt: AgRP: Aguoti-related protein, CART: Cocain and amphetamine related trancript, NPY: Neuropeptide Y, POMC: Propiometanocortin (Pharmacology & Therapeutics 2009;121: 227- 52). Kardiak Kaşeksi olan serum ürik asit düzeyleri ile dolaşan inflamasyon belirteçleri arasında güçlü bir ilişki mevcuttur. Daha da ötesi, sitokin düzeylerine göre daha ucuz ve kolay ölçülebilen serum ürik asit düzeyi, KKY hastalarında uygun ve bağımsız prognoz göstergeci olarak görünebilir. Beslenmenin Düzenlenmesi İştahın pozitif ve negatif anahtar modulatörleri, Şekil 3’de doygunluk-iştah homeostatik modelinde, anahtar komponentleri gösterilmiştir. Bununla birlikte bu basit fakat günlük vital olan bu süreç bugün henüz anlaşılamamış birçok patofizyolojik yol ve/veya mekanizmalardan etkilenmektedir (Tablo 2). Beslenmede santral ve periferik düzenleyici mekanizmalar: Hiptalamus iştahın düzenlenmesinde merkez bölgedir (Şekil 4). Hipotalamusun lateral bölgelerinin uyarılması yemeye sebep olur. Mediyal blögenin uyarılması ile yeme kesilir. Hipotalamustaki merkezlerin kontrolunda birçok mediyatör yer alır. Beslenmede aşırı oynamalar (artma, azalma), vucudun ağırlığı ve muhtevasında değişikliklere sebep olur. Kronik hastalıklarda kaşeksi, birçok beslenme özelliklerini paylaşır. Özellikle kardiyak kaşeksi hastalarında iştah problemleri ve yiyecek alımında değişiklikler, metabolik bozukluklar dikkat çekmiştir anabolik/katabolik dengesizlik. İştahın eksik olmasına bağlı kötü beslenme birçok değişik kronik hastalıklarda da olabilir ve hastaların nedeyse yarısı etkilenebilir. İştahın hormonal düzenlenmesi tam olarak anlaşılamamıştır, olası tetikleyicilerden biri “sahte doygunluk”tur (yeterli yiyecek almadan doyma gibi). Enerji tüketiminde bozukluklar anoreksinin-yönettiği vucut erimesi ve sonucunda kaşeksiyi kolaylaştırabilir. Dolayısı ile, kronik hastalığın tedavi edilmesi anahtar elementtir; bu hastalar; kurallara göre hastalığın daha fazla gelişmesini önlemek için yeterli düzeyde beslenmelidir, tedavinin olası yan etkileri engellenmeli ve durumun kötüleşmesi geri döndürülmelidir. Nöroendokrin Anormallikler: Kronik kalp yetersizliğinde bozulmuş kardiyak fonksiyonlara bağlı sekonder değişiklikler olmaktadır. Bunlar sempatik sistem aktivasyonu, renin anjiotensin aldosteron aksı ve natriüretik peptidi içeren nörohormonal değişikliklerdir. Başlangıçda bu sistemler faydalı iken daha sonraları vaskuler rezistans ve afterloaddaki artış ve ventriküler genişleme ve remodellinge yol açarak zararlı olmaktadır.37 Bilinen nörohormonal hipoteze göre : Kalp yetersizliğinin prognozu, aktive olmuş nörohormonal sistemin kalp ve dolaşım üzerindeki zararlı etkilerine bağlıdır (Bölüm 1.4). Birçok çalışmada nörohormonal aktivas38 791 TABLO 2. İştah ve beslenmenin düzenleyicileri mediyatörleri Nöropeptid Y: Hipotalamustan sentezlenir. Enerji dengesi, bellek ve öğrenmeyi düzenler. iştaha etkisi pozitiftir. Leptin: Adipositlerde sentez edilir, iştah ve metabolizma düzenleyicisidir. İştaha etkisi negatiftir. Alfa-melanokortin (?): Hipofizin orta lobunda sentez edilir, fonksiyonları; deri pigmentasyonu, immunomodulatör ve enerji dengesi. İştaha etkisi negatif. Büyüme hormonu: Hipofizde sentezlenir, fonksiyonları; büyüme uyarılması ve hücre çoğalması. İştaha etkisi pozitiftir. İnsülin: Pankreasın Langerhans adacıklarında sentezlenir, glukoz homeostazında rol oynar. İştaha etkisi pozitiftir. Buna göre, hipotalamus iştahın santral düzenleyici bölgesidir (Şekil 4). İki bölge ayırt edilebilmiştir: Lateral ”beslenme bölgesi” ve mediyal “doygunluk bölgesi”. Birincisinin uyarılması yeme davranışına sebep olur, sonrakinin uyarılması yemeyi durdurur. Hipotalamustaki bu merkezlerin kısmen kontrolunda birçok mediyatörler yer alır. Nöropeptid Y (NPY): Sempato-adreno-meddular sinir sistemininde ve yüksek konsantrasyonda hipotalamusta bulunur. Birlikte bulunduğu AgRP (”agouti” ilişkili protein) ile yiyecek alımını pozitif olarak düzenler. Leptin (yunanca leptos: zayıf): adipositlerin yaptığı hormondur, orantısal olarak yağ kitlesinden salınır ve NPY etkisinin ve yiyecek alımının direk inhibitörüdür. Leptin daha sonra melanokortikotropin-4 reseptörünü (MC4R) aktive eden POMC (pro-opimelanokortin)’yi aktive eder, sadece yiyecek alımını azaltmaz enerji tüketimini de artırır. Melanokortinler: POMC’den ayrılırlar, 5 reseptöre bağlanabilirler, bunlardan MC4R iştah düzenlenmesinde önemlidir, fonksiyonun kaybolması obezite ile sonuçlanır. “Açlık hormonu”, Gherlin: Az bilinmekte, midenin fundus bölümünde üretilir ve gherlin pozitif nöronlar hipotalamusta yerleşmiştir ve PY ve POMC için pozitif nöronlara yansır. Gherlinin yiyecek alımımdaki major rolü, sadece yiyecek alımına neden olmaz, ayrıca büyüme hormonu sekretagog reseptörler ile büyüme hormonu (GH; growth Hormone) salınmasını da sağlar, böylece iştah ve anabolik faktörlerin birleştiricisi gibi hareket eder. Growth factor (GH): Pleiotropik faktör olup etkilerini direk veya indirek olarak IGF-1 (insulin like growth factor-1) ve somatomedinler ile yönetir. Direk lipolitik etkileri ile adaledeki anabolik etkilerini birleştirirler (özellikle IGF-1 ile yönetilen). KKY ve kardiyak kaşekside GH’ye sekonder direnç tanımlanmıştır. İnsülin direnci de KY’ye sekonder olabilir ve heriki hormon direnci hastalığın ciddiyeti ile koreledir. İnsülinin kendisi adalenin güçlü anabolik faktörüdür, bundan dolayı insülin duyarlaştıran tedavi kaşekside umut verici tedavi görünmektedir. yon ile artmış mortalite arasında ilişki gösterilmiştir.39,40 Kalp yetersizliğinde katekolaminlerin artışı gözlemlenene kadar41 kardiyak kaşeksili hastalarda katekolamin seviseyi hakkında bir çalışma bulunmamaktaydı. İlk kez Anker SD ve Chua TP53, kardiyak kaşeksili 792 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI hastayla yaptıkları çalışmada norepinefrin ve epinefrin seviyesinin kaşektik olmayan kalp yetersizliği hastalarına oranla belirgin yüksek olduğunu saptamışlardır. Bununla beraber; Plazma aldosteron seviyesi ve renin aktivitesi kardiyak kaşeksili hastalarda yüksek bulunmuştur. Bu çalışmalar kalp yetersizliği olan hastalarda kaşeksi ve sempatik aktivite arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmıştır. Renin ise anjiotensin-II ve norepinefrin gibi stress hormonlarının güçlü uyarıcısıdır42. Anjiotensinin hayvan modellerinde sirkülasyondaki “insülin growth faktör I” (IGF-I) seviyesini azaltarak anoreksi ve kilo kaybına neden olduğu, ayrıca da kardiyak myositlerde apoptoza yol açtığı gösterilmiştir.43 Nörohormonal aktivasyon kardiyorespiratuar refleks kontrolünde de bozulmaya yol açmaktadır.44 Kardiak kaşeksili hastalarda anormal kalp hızı değişiklikleri, deprese baroreseptör sensitivitesi (ki zayıf prognoz ve ilerlemiş nörohormonal aktivasyona katkısı bulunmaktadır) gibi şiddetli otonomik refleks kontrol bozuklukları görülmüştür. Katekolaminlerin kaşeksiye yol açma mekanizmalarından bir diğeri sağlıklı kişilere kıyasla bazal metabolizma hızındaki ve istirahatte enerji harcamasında artışlardır.45,46,47 Katabolizmada artışa neden olan stres hormonlarından bir diğeri ise kortizoldür. Tedavi edilmemiş kalp yetersizliği hastalarında muhtemelen artmış adrenokortotrophormon salınımının neden olduğu kortizol seviyesinin iki kat daha yüksek olduğu görülmüştür.48,49 Ek olarak anabolik steroid dehidroepiandesteron seviyesi de kardiyak kaşeksili hastalarda düşük bulunmuştur. Vücut Yapısı Değişiklikleri: Mevcut çalışmalarda hastaların %68’inden fazlasında kas atrofisi bulunmaktadır.50,51 Kas zayıflığı ve halsizlik iki önemli semptom olup çogunlukla NYHA III-IV ve kaşektik olgularda gözlenmektedir.52,53 Yağsız dokunun kaybı kanser ve AIDS vakalarında da prognozun önemli belirleyicisidir.54 Ancak kalp yetersizliği olgularında henüz böyle bir ilişki belirlenememiştir. Osteoporozis kardiyak transplantasyon bekleyen hastalarda bildirilmiştir.55 Kaşektik kalp yetersizliği hastalarında sadece yağsız dokuda belirgin azalma değil, aynı zamanda yağ dokusunda (enerji rezervi) ve kemik mineral dansitesinde de azalma gözlenmiştir. “Dual enerji X ray absorptimetre” ile ve de diğer yöntemler ile yapılan ölçümlerde kaşektik hastalarda total vücut yağ dokusu, yağsız doku, ve kemik mineralinde, non-kaşektik sağlıklı gruba göre anlamlı azalma görülmüştür. Kardiak kaşeksideki vücut yapısı değişikliğinin sebebi net anlaşılmasa da inflamatuar sitokinlerin ve katabolik hormon seviyesi ile ilişkili olduğu düşünülmüştür. Kaşeksi patogenezinde growth hormon IGF -1 aksı önemli görülmektedir. Kardiak kaşeksili hastalarda yükselmiş “growth hormon” seviyesi ile birlikte normal ya da azalmış IGF-1 düzeyi, growth- hormon rezistansı geliştiğini düşündürmektedir. IGF-1 apoptoz yolunda efektör enzim olan intrasellüler “kaspaz” sayısını azaltmaktadır.57 Kalp yetersizliği hastalarında iskelet kasındaki apoptoz egzersiz kapasitesindeki bozulma ile belirgin ilişkilidir.58 Farklı Vucut Bölümlerinin Erimesinin (Zayıflama) Mekanizmaları: Kardiyakl kaşekside sadece yağsız dokular (iskelet adalesi gibi) tutulmaz, yağ dokusu ve kemikler de etkilenir. İskelet kası protein sentezi ve proteoliz arasındaki dengesizliğe bağlı kitlesel olarak kaybolur. Tipik olarak proinflamatuar sitokinler, eşzamanlı anabolik IGF-1 sinyalinin azadığı süreçte proteolitik sistemlerin oluşmasına neden olur. Yağsız vucut kitlesinin tükenmesi kaşeksinin major karakteristiklerinden birisidir. Dolayısı ile KKY hastalarının %68’e kadarında adale atrofisinin kanıtları bulunur. Ayrıca, myostatin, adale kitlesinin negatif düzenleyicisi olup, anahtar oyuncu olabileceği düşünülmektedir (artırarak-düzenleme; “upregulatıon” bildirilmiştir). Hastalığın sonraki döneminde kemik ve yağ dokusunda zayıflayarak erime olur. Yağ zayıflamasına (eriyip tükenmesine) birçok ajan ve hız kısıtlayıcı adım; beta-adrenerjik ve natriüretik peptid gibi birçok reseptör ile aktive olmuş hormon duyarlı lipaz enzimi aktivitesi neden olabilir. Kemik yoğunluğu kardiyak kaşeksi hastalarında düşüktür, düşük kalsiyum ve vitamin D düzeyleri bildirilmiştir. TEDAVİ Kardiyak kaşeksideki gibi zayıflamayı tedavi edecek henüz kanıtlanmış ve onaylanmış bir tedavi yoktur. Stratejisi, doku kaybının önlenmesi veya tedavi edilmesi olmalıdır. • ACE inhibitörleri ve Beta blokerler ile kardiyak kaşeksinin geciktiği ve muhtemelen önlendiği bildirilmiştir. Bununla birlikte tekbaşına beslenme ile, anoreksi geri döndürülse bile, kaşeksi geriye döndürememiştir. Hastalarda sıklıkla özellikle diüretik alanlarda, mikro-besincikler (selenyum, çinko, bakır) ve vitaminlerin eksikliği bulunur ve yan-zincirli aminoasitlerin (ösin, isolösin ve valin) ile desteklemenin faydaları olduğu gösterilmiştir. • Günümüzde günlük protein alımı referansı: vucut ağırlığının her kilosuna (kg) 0.8 gr olup bu kardiyak kaşeksili KKY hastası için çok az olup, günlük alım bunun üstünde tutulmalıdır. Uzamış istirahatin adale ağırlığından protein kaybına sebep olduğu gösterilmiştir, yan-zincirli aminoasitler yatan hastalarda etkili olmuştur (esansiyel olmayan aminoasitlerin karışımı; glisin, serin ve alanin 30 mmol/her gün). Kardiak Kaşeksi • Anoreksi ile savaşmak için yiyecek alımı baştan sona indüklenmelidir. Bu hastalarda destekleme düşünülmelidir (B1, C ve E vitaminleri gibi antioksidanlar ile). Megasterol asetat, hormona cevaplı kanserlerde zayıflamayı durdurmuştur. Buna yakın bileşik medhidroksiprogesteron asetatın da benzer etkileri vardır (periferik ödem eğilimi var). Cannaboidler, yiyecek alımına neden olan ajanlardır (tutarsız klinik sonuçları görülmüştür). AİDS ve kanser hastalarında iştaha pozitif etkisi olmakla birlikte kilo artışı olmamıştır. • KKY’de, anabolik steroidler kardiyak fonksiyonu düzeltmiş, vucut ağırlığına etkisi olmamıştır. Beta adrenerjikler, özellikle beta-2 adrenerjik agonistlerin bilinen anabolik etkilerinin bazı faydaları gösterilmiştir; dejeneratif adale hastalıklarında bazı faydalar olabilir, kısa süreli kardiyak pozitif etkileri bildirilmiştir. Hastaların fonksiyonel kapasitelerinde düzelme olmamıştır. Kardiyak kaşeksi kronik inflamatuar hastalık olduğundan, inflamatuar duruma yönelik birçok antiinflamatuar strateji geliştirilmiştir; (a) nötralizan antikorlar (eternacept, infliximab), (b) statin, (c) talidomid (TNFalfa’yı düşürür), pentoxifilin ise adalede proteolitik aktiviteyi azaltmıştır. Kardiak kaşeksi vücutda anabolik ve katabolik sistemdeki multifaktoriyel bozukluktan kaynaklanmaktadır. Bu yüzden bir çok farklı yollarla tedavi edilmesi planlanmalıdır. 793 Egzersiz: Adalenin metabolik bozukluğu periferal kan dolaşımı bozukluğu ve nörohormonal anormallikler ile beraber olup özel rehabilitasyon programları ile egzersiz kapasitesi desteklenmelidir.60 İlaç Tedavisi: Kalp yetersizliğinde kullanılan ilaçlar özellikle hemodinamik parametrelerde düzelmeye yöneliktir. Bununla beraber hastanın semptomları ve sağkalımı hemodimaik parametreler ile zayıf korelasyon göstermektedir.61 Hemodinamik parametreler ve immün sistem kalp yetersizliği ve kardiyak kaşeksi patofizyolojisinde önemli role sahip olup ilaçlar bu sistemlerde değişikliklere yol açarak yararlı olabilir. • Balık yağı (n3 poliansature yağ asiti) desteği, köpeklerde IL-1 konsantrasyonunda azalma sağlayarak kalp yetersizliği olanlarda kaşeksiyi düzelttiği gösterilmiştir. Bu bulgular indirek olarak kaşektik hastalarda antisitokin tedavinin yararlı olabileceğini düşündürmüştür. Özel antisitokin tedavilerin kalp yetersizliği hastalarında kullanımı tartışmalıdır. In vivo çalışmalarda TNF-α sol ventrikül fonksiyonunu baskıladığı ve sol ventrikül dilatasyonuna neden olduğu gösterilmiş. (HFSA-2006) Kardiyak Kaşekside Diyet ve Beslenme Önerileri Beslenme Desteği: • İlerlemiş KKY ve kaşektik tüm hastalarda tuz alımı günde 2 gram ile kısıtlanmalıdır. Kesin olan şu ki beslenme durumunun düzeltilmesi ile enerji rezervlerinin arttırmak, iskelet kas dokusundaki yeniden yapılanmayı destekler ve egzersiz kapasitesinde belirgin artışı sağlar.59 Ancak bu konuda nasıl bir desteğin sağlanacağı hakkında geniş kontrollü çalışmalar yoktur. Yine de, yoğun beslenme desteği, vücudun oksidatif ihtiyacını yükseltip, yağsız dokuda artışa yol açarak, kalp yetersizliği hastalarında adale dokusunun korunmasında güvenli rolu olabileceği düşünülmektedir. Bu strateji özellikle pre ve postoperatif dönemlerde önemlidir. Bir çalışmada kaşektik kalp yetersizliği hastalarında, 5-8 hafta uygulanan intravenöz 1200 kcal /gün beslenme desteğinin mortalite üzerinde olumlu olduğu gösterilmiştir.7 • Kalp yetersizliğinde enerji desteği (40-50 kcal/m2 vücut yüzeyine yüzdesi, örneğin 1.4 m2=5600 kcal), 1.5-2 g/kg protein ve sodyum 2 g/gün) ve sıvı kısıtlaması (1000 - 1500 ml/gün) ile yüksek yoğunluklu beslenme modeli önerilmektedir. Kaşeksili kalp yetersizliği hastalarında özel diet programı en uygunu görülmektedir (Bölüm 2.3). Kardiyak kaşeksi yoğum sitokin, tümör nekroz-alfa aktivasyonu veya kronik düşük kalp debisi durumları ile ilişkili iyi bilinen bir fenomendir. Benzer özellikler, terminal kanser, AIDS ve kronik inflamatuar hastalıklarda da saptanmıştır. Bu hastalar oldukça yüksek morbidite riski altındadır; infeksiyon, hastaneye yatış ve bozulmuş yara iyileşmesi gibi. Düşük SVEF’li hastalarda, tümör nekroz-alfa düzeyi ilerlemiş hastalıkta daha yüksektir ve mortalitenin en yüksek riski ile korelasyon gösterir. Minimal beslenme ihtiyacını belirlemek için biçimsel metabolik değerlendirme adale-erimesi sendromu görülen bu hastalarda küvetle düşünülmelidir. Bu hastalara spesifik tavsiyeler yapılmalıdır; yemeklerin büyüklük ve sıklığının değiştirilmesi, yüksek enerjili dietin temin edilmesi önemlidir. • İlerlemiş KY hastalarında beslenme tedavi ve yaklaşımına ve tasarlanmamış ağırlık kaybı veya adale erimesine (kardiyak kaşeksi) özel dikkat gösterilmelidir. Nitrojen dengesi, kalori alımı ve prealbumin uygun beslenme desteğinin belirlenmesinde yardımcı olabilir. Kalorik destekleme tavsiye edilmektedir. 794 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI Anabolik steroidler tavsiye edilmemektedir. Kardiyak kaşeksi ve adale erimesinde anabolik steroidlerin kullanımını destekleyen veri yoktur. Disfonksiyonel miyokarda düşük doz testesteronunun faydalı etkisi ima edilerek, başlamngıçta bu yaklaşım için heveslenilmiştir. Bu bileşiklerin uzun süre kullanmasının iskemiyi artırdığı ve kötü ventrikül remodelingi riskini ilerlettiği bildirilmiştir. Bu tedavinin kullanımı sırasında sıvı retansiyonu ve elektrolit anormallikleri sıktır. Eklenen diğer ciddi riskler; artmış trombojenite ve eritrositoz, benin prostatik hipertrofi ve prostat kanseridir. •KY’li hastalar, özellikle diüretik tedavisi ve tuz kısıtlayıcı diette olanlarda günlük ihtiyacın alındığından (esansiyel besinlerin günlük değeri) emin olmak için, günlük multi-vitamin desteği düşünülmelidir. Spesifik vitamin veya beslenme eksikliği için değerlendirme nadiren gerekebilir. KAYNAKLAR 1. Yeh.S, Schuster M. Geriatric cachexia : the role of cytokines. Am J Clin Nutr 1999; 70 : 183-97 2. Anker SD, Cats AJS.Cardiac cachexia: a syndrome with impaired survival and immune and neuroendocrine activation. Chest 1999; 115 :836-47. 3. Metropolitan height and weight tables. Stat Bull Metrop Life Found 1983;64:3-9. 4. Anker SD, Ponikowski O, Varney S et al. Wasting as indepentend risk factor for mortality in chronic heart failure. Lancet 1997;349:1050 -3 5. McMurray J, Abdullah I, Dargie HJ, Shapiro D.Increased concentration of tumpr necrosis factor in ‘cachectic’ patients with severe chronic heart failure. Br Heart J 1991; 66: 356-8 6. Levine B, Kalman J, Mayer L Fillit H, Packer M. Elevated circulating levels of tumor necrosis factor in severe chronic hert failure. N Engl J Med 1990;323:236-41 7. Otaki M. Surgical treatment of patients with cardiac cachexia. An analysis of factors affcting operative mortality. Chest 1994;105 :1347 -51 8. Freeman LM, Rouberoff R.The nutrition implications of cardiac cachexia. Nutr Rev 1994;52:340-7 9. Pittman JG, Cohen P.The pathogenesis of cardiac cachexia. N Engl J Med 1964; 271:403-9 10. Buchanan N, Keen RD,Kingsley R, Eyberg CD. Gastrointestinal absorption studies in cardiac cahexia. Intens Care Med 1977; 3:89-91 11. King D, Smith ML,Chapman TJ, Stockdale HR, Lye M. Fat malabsoption in elderly patients with cardiac cachexia. Age Ageing 1996; 25:144-9 12. Braunwald E.Clinical manifestation of heart failure. In:Heart disease.A textbook of cardiovasculer medicine, vol 1, Philadelphia :Saunders, 1984, p.499. 13. MacGowan G, Mann D, KornosR,Feldman A, Murali S. Circulating interleukin -6 in severe heart failure. Am J Cardiol 1997;79 :1128 -31 14. Sharma R, Coats AJ, Anker SD. The role of inflammatory 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. mediators in chronic heart failure: cytokines, nitric oxide, and endothelin -1. Int J Cardiol 2000;72 :175-86. Shan K, Kurrelmeyer K, Seta Y et al.The role of cytokines in disease progression in heart failure. Curr Opin Cardiol 1997; 12:218-23 Berry C, Clark AL.Catabolism in chronic heart failure.Eur Heart J 2000;21 :521 -32 Dutka DP, Elborn JS,Delamere F, Shale DJ, Morris GK. Tumour necrosis factor alpha in severe congestive cardiac failure. Br Heart J 1993; 70 :141 -3 Torre –Amione G, Kapadia S, Lee J et al. Tumor necrosis factor receptors in the failing human heart. Circulation 1996; 93: 704-11 Kapadia SR, Oral H, Lee J, Nakano M, Taffet GE, Mann L. Hemodynamic regulation of tumor necrosis factor –alpha gene and protein expression in adult feline myocardium. Circ Res 1997;81 : 187 -95 Anker SD, Egerer KR, Volk HD, Kox WJ, Poole –Wilson PA, Coats AJ. Elevated soluble CD14 receptors and altered cytokines in chronic heart failure. Am J Cardiol 1997;79:142630. Neibaoer J, Volk HD, Kemp M et al. Endotoxine and immune activation in chronic heart failure: a prospective cohort study. Lancet 1999; 353 :1838 -42 Brunkhorst F, Clark A, Foryeki Z, Anker S.Pyrexia, procalcitonin, immune activation and survival in cardiogenic shock: the potential importance of bacterial translocation. Int J Cardiol 1999;72:3-10 Kapadia S, Lee J, Torre-Amione G, Birdsall HH, Ma TS, Mann DL. Tumor necrosis factor alpha gene and protein expression in adult feline myocardium after endotoxine administration. J Clin Invest 1995;96 :1042 -52 Vonhof S, Brost B, Stille Siegener M, Grumbach I, Kreuzer H, Figulia H. Monocytc activation in congestive heart failure due to coronary artery disease and idiopathic dilated cardiomyopathy. Int J Cardiol 1998;63:237-44. Rauchhaus M. Coats AJ, Anker SD. The endotoxin -lipoprotein hypothesis. Lancet 2000;356:930-3. Hasper D, Hummel M, KIeber FX, Reindl I, Volk HD. Systemic inflammation in patients with heart failure, Eur Heart J 1998;19:761-5. Cicoira M, Boiger AP, Doehner \V et al. High tumour necrosis factor-alpha levels are associated with exercise intolerance and neurohormonal activation in chronic heart failure patients. Cytokine 2001:15:80-6. Bolger AP, Anker SD. Tumour necrosis factor in chronic heart failure: a peripheral view on pathogenesis, clinical, manifestations and therapeutic implications. Drugs 2000;60: 1245-57 Yoshizumi M, Perrella MA, Burnett JC, Lee ME. Tumor necrosis factor downregulates an endothelial nitric oxide synthase rnRNA by shortening its half-life. Circ Res 1993; 73:205-9. Anker SD, Volterrani M, Egerar KS. et al. Tumour necrosis factor alpha as a predictor of impaired peak leg blood flow in patients with chronic heart failure. Q J Med 1998:91:199203 Zumbach MS, Boehme MW, Wahl P. Stremmel W, Ziegier R, Nawroth PP. Tumor necrosis factor increases serum leptin levels in humans. J Clin Endocrinol Metab 1997;82:4080~2. Murdoch DR, Rooney E, Dargie HJ, Shapiro D, Morton Jj, Kardiak Kaşeksi 33. 34. 35. 36. 37. 38. 39. 40. 41. 42. 43. 44. 45. 46. 47. 48. McMurray JJ. Inappropriately low plasma leptin concentration in the cachexia associated with chronic heart failure. Heart !999;82:352- 6. Fihppatos OS, Tsilias K, Venetsanou K et al. Leptin serum levels in cachectic heart failure patients. Relationship with tumor necrosis factor-alpha system. Int J Cardio! 2000;76: i 17-22. Doehner W, Pfiauin CD. Rauchhaus M et al. I.eptin, insulin sensitivity and growth hormone binding protein in chronic heart failure with and without cardiac cachexia. Eur J Endocrinol 200l;145:727-35 Torre-Amionc G, Kapadia S, Benedict C, Oral H, Young JB, Mann DL Proinfiammatory cytokine levels in patients with depressed left ventricular ejection fraction: a report from the Studies of Left Ventricular Dysfunction (SOLVD). 3 Am Coll Cardiol 1996.27:1201 6. Sharma R, Rauehhaus M, Ponikowski PP et al. The relationship of and survival in patients with chrome heart failure treated with angiotensin-converting enzyme inhibitors. J Am Coll Cardiol 2000:36:523-8. Francis GS. Neurohormonal mechanisms involved in congestiveheart failure. Am J Cardiol 1985;55(Suppl A):I5A2IA Packer M. The neurohormonal hypothesis: a theory to explain the mechanism of disease progression in heart failure. J Am Coll Cardiol l992;20:24g-54 Conn JN, Levine B, Olivari MT et al. Plasma norepinephrine as a guide to prognosis in patients with chronic congestive heart failure. N Engl J Med 1984;311:819-23 Swcdberg K, Eneroth P, Kjekshus J, Wilhclmsen L. Hormones regulating cardiovascular function in patients with severe congestive heart failure and their relation to mortality. CONSENSUS Trial Study Group. Circulation 1990;82:1730-6 Chidsey CA, Harrison DC, Braunwald E. The augmentation of plasma norepinephrine response to exercise in patients with congestive heart failure. N Engl J Med)962;267:650-4. Staroukine M, Devriendt J. Decoodt P, Vemiory A. Relationship between plasma epinephrine, norepinephrine, dopamine and angiotensin II concentrations, renin activity, hemodynamic state and prognosis in acute heart failure. Acta Cardiol I984;39:I31-8. Brink M, Weileri J, Delafontaine P. Angiotensin II causes weight loss and decreases circulating insuiin-like growth factor in rats through a pressor-independent mechanism. J Clin Invest 1996:97:2509-16. Ponikowski P, Pcepoli M, Chua TP et al. The impact of cachcxia on cardiorespiratory reflex control in chronic heart failure. Eur Heatt j I999;20:l667-75 Christin L, O’Connell M, Bogardus C, Danforth E, Ravussin E. Norepinephrine turnover and energy expenditure in Pima Indian and white men. Metabolism 1993:42:723-9. Lommi J, Kupari M, Yki-Jarvincn H. Free fatty acid kinetics and oxidation in congestive heart failure. Am j Cardiol I998;81:45-50 Obisesan TO, Toth MJ, Donaldson K et al. Energy expenditure and symptom severity in men with heart failure. Am J Cardiol I996;77:1250-2. Anand IS, Ferrari R, Kalra GS, Wahl PL, Poole-Wilson PA, Hams PC. Edema of cardiac origin. Studies of body water 795 and sodium, renal function, hemodynamic indexes, and plasma hormones in untreated congestive cardiac failure. Circulation I989;80:299-305 49. NichoIIs MG, Espiner EA, Donald RA, Hughes H. Aldosterone and its regulation during diuresis in patients with gross congestive heart failure. Clin Sci Mol Med ]974;47:30115 50. Lipkin DP, Jones DA, Round JM, Poole-Wilson PA, Abnormalities of skeletal muscle in patients with chronic heart failure, Int J Cardiol 1988;! 8:187-95 51. Drexler H, Riede D, Munzel T, Konig H, Funke E, Just H.Alterations of skeletal muscle in chronic heart failure. Circulation 1992:85.1751-9. 52. Harrington D, Anker SD, Chua TP et al. Skeletal muscle function and its relation to exercise tolerance in chronic heart failure. J Am Coll Cardiol 1997;30:1758-64. 53. Anker SD, Swan JW, Volterrani M et al. The influence of muscle mass, strength, fatigability and blood flow on exercise capacity in cachectic and non-cachectic patients with chronic heart failure. Eur Heart J 1997;18:259-69 54. Kotler DP, Tierney AR, Wang J, Pierson RN. Magnitude of body- cell-mass depletion and the timing of death from wasting in AIDS. Am J Clin Nutr 1989;50-.444-7. 55. Lcc AH. Mull RL, Keenan OF et al. Osteoporosis and bone morbidity in cardiac transplant recipients. Am J Med I994; 96:35-41. 56. Anker SD, Harriugton D, Lees B el al. Body composition and quality of muscle in chronic heart failure. Am Coil Cardiol 1997;29:527A, Abstract 57. Adams V, Gielen S, Hambrecht R, Schuler G. Apoptosis in skeletal muscle. Front Biosci 2001;6:D1-DI I, 58. Adams V,.iiang H, Jiangtao Y et al. Apoptosis in skeletal myocytes of patients with chronic heart failure is associated with exercise intolerance, j Am Coll Cardiol l999;33:9S9-65. 59. Heymsfield SB, Caspei K Congestive heart failure: clinical management by use of continuous nasoemenc feeding. Am J Clin Nutr 1989:50:539 44 60. Coats AJ, Adamopoulos S, Meyer TE, Conway J, Sleight P. Effects of physical training in chronic heart failure. Lancet 1990;335:63-6. 61. Clark AL, Pooie-Wiison PA, Coats AJ. Exercise limitation in chronic heart failure: central role of the periphery. J Am Coll Cardiol I9%;28:1092-102. 62. Poole-Wilson PA. Coluccı WS. Massıe BM. Chaterjee K. Coats AJS: Heart Faılure. Churchıll Lıvıngstone. 1997. sayfa 261-69. 63. von Haehling S. Lainscak M. Springer J. Anker SD. Cardiac cachexia: A systematic overview. Pharmacology & Therapeutics 121 (2009) 227–252. 64. NA. stephens. Fearon CH. Anorexia, cachexia and nutrition. Anorexia, cachexia and nutrition. Medicine 2007;36/2: 78-81. 65. Shing-Shing Yeh, Kimathi Blackwood, and Michael W. Schuster. Cytokine Basis of Cachexia and its Treatment: Are They Ready for Prime Time?. DOI: 10.1016/j.jamda. 2008.01. 003 66. Stefan D. Anker, Rakesh Sharma. The syndrome of cardiac cachexia. International Journal of Cardiology 85 (2002) 5166. BÖLÜM 3.10 Kalp Yetersizliğinde Psikolojik Faktörler Prof. Dr. Kemal Arıkan – Dr. Sinem Zeynep Başer GİRİŞ Kalp yetersizliği birçok kalp hastalığının son safhasıdır.1 Yaşlı popülasyonu ve miyokard enfarktüsü sonrası yaşam oranları arttığı için hastaneye yatışların %5’inin sebebi kalp yetersizliğidir. Her yıl hastaların %40’ı ölür; yaşayanların ise hayat kalitesi belirgin olarak bozulmuştur.2 Hayat kalitesinin düşüklüğü, sosyal izolasyon ya da desteğin olmaması ve depresyon kalp yetersizliği olan hastaların büyük bir kısmında tekrar hastaneye yatma ve mortalitenin artması ile ilişkili bulunmuştur.3 Kronik kalp yetersizliği olan hastaların %49’unun hastaneye yatışının evvelinde şiddetli tartışma, aile üyelerinden ayrılma gibi duygusal olaylar yaşanmıştır. Anksiyete ise işlevselliği belirlemekle birlikte hastaneye yatışı ve mortaliteyi belirlemez.4,5 Metaanalizler ruhsal iyilik halinin hem sağlıklı hem de hasta popülasyonda mortaliteyi düşürdüğünü göstermiştir. Sağlıklı toplulukta; ruhsal olarak iyi hissetmek, neşe, mutluluk, dinçlik, enerji; hayattan tatmin olmak, umut duymak, optimizm, esprililiğin genel mortaliteyi de kardiyovasküler mortaliteyi de azalttığı saptanmıştır.6 Klinisyenler kalp yetersizliğinde psikososyal meselelerin önemine yeni yeni dikkat etmeye başlamışlardır. Bu durumun olası sebepleri beyin-kalp etkileşiminin yeterince değerlendirilmemiş olması, klinik pratikte nasıl değerlendirileceğinin bilinmemesi, tedavide yetersiz kalınması ve hatta klinisyenlerin bu konuya ilgi, merak duymamalarıdır.7 Tanı Major depresyon tanısı için iki hafta boyunca aşağıdakilerden 5 ya da daha fazlasının olması gerekir: 1. Çökkün duygudurum 2. Etkinliklere ilginin ve zevk almanın azalması 3. Belirgin kilo kaybı ya da alımı, iştahta azalma veya artma 4. Uykusuzluk ya da aşırı uyuma 5. Yorgunluk ya da enerji kaybı 6. Değersizlik, uygunsuz ya da aşırı suçluluk hissi 7. Dikkati toplama, karar verme ve düşünme yetisinde azalma 8. Tekrarlayan ölüm, intihar düşünceleri ya da intihar girişimi Semptomlardan biri çökkün duygudurum ya da ilgi, zevk kaybı olmalıdır. Kişinin sosyal, mesleki ve diğer yaşamsal alanlardaki işlevselliği bozulmuş olmalıdır.8 Anksiyete, tehdit algılayan bireyde negatif bir afektif durum oluşmasıdır. Kişinin belli durumlarda istediği sonuçlara ulaşamayacağını, sonuçları kontrol edemeyeceğini ya da öngöremeyeceğini hissetmesiyle karakterizedir.9 Kalp yetersizliğinde olan halsizlik, apati ve anerjinin depresyonda da görülmesi tanı konulmasını zorlaştırabilir. Rutin değerlendirmede mutlaka depresyonu ayırt ettirecek sorular olmalıdır. Anksiyetenin bilişsel, nörobiyolojik ve davranışsal komponentleri vardır.10 Aslında, diğer duygularımız gibi ortamdaki değişikliklere davranışlarımızla cevap vermemizi, uyumumuzu sağlar. Artarsa ya da süreğenleşirse işlevselliği bozabilir. Normalden patolojik anksiyeteye kadar geniş bir yelpazede yer alabilir. Kardiyak hastalarda durumsal anksiyete ve panik bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu, post travmatik stres bozukluğu gibi anksiyete bozuklukları sık görülmektedir. Epidemiyoloji Kalp yetersizliği olanlarda depresyon görülme sıklığı %15-36 arasında değişmekle birlikte; %77.5 gibi yüksek oranlar da bildirilmiştir.11,12,13 Öte yandan, yaşlılarda depresyon ya da depresif semptomların sıklığı taramalarda %14-60 iken; klinik görüşme ile %14-39 bulun797 798 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI muştur. Bu sebeple tedaviye başlanmadan evvel mutlaka klinik görüşme ile tanı doğrulanmalıdır.14 Depresyon miyokard enfarktüsü geçirmiş hastalarda yaygın olduğu için, en çok bu grupta araştırılmıştır. Miyokard enfarktüsü geçirip yaşayanlarda depresyon sıklığı sağlıklı popülasyona göre daha sık bulunmuştur. Depresif semptomları olan hastaların ise miyokard enfarktüsü geçirme olasılıkları 1.5-3.5 kat artmıştır. Ağır depresif nöbet geçiren hastalarınki 4.5 kat daha fazladır.15,16 Kalp yetersizliği olan hastalarda anksiyetenin sıklığı %63’e kadar çıkabilir.17 Kanser ve akciğer hastalarıyla karşılaştırıldığında kalp yetersizliği olan hastaların anksiyete düzeyleri daha yüksektir.17,18 Etyoloji Kalp yetersizliği olan kişilerdeki depresyonun etyolojik faktörleri çok çeşitli olabilir. Bunlar genetik predispozisyon, sosyal ortam, kişinin mortaliteyle yüzleşmesi, hayat tarzı değişiklikleri gibi psikososyal stresörler ve kardiyak hastalığa bağlı biyolojik-humoral faktörlerdir.19 Tedavi Kalp yetersizliği olanlarda depresyon görülme sıklığı yüksek olmasına karşın, psikiyatri konsültasyonu ve uygun tedavinin sağlanması yetersizdir. Antidepresan kullanımı depresyon görülme sıklığıyla orantılı değildir. Antidepresanların yetersiz kullanımı, tanı konulmaması ve semptomatolojinin tanınmamasına bağlı olabilir. Benzodiazepinler ve benadrilin sık kullanılması, hastaların anksiyete, uykusuzluk ve irritabilitelerinin tedavi edilmeye çalışıldığını gösterir. Oysaki kalp yetersizliğinde depresyon ve anksiyetenin tedavi edilmesinin hayati önemi vardır.20 Antidepresan kullanımını gerektiren durumlar kalp yetersizliğinin medikal maliyetini de etkiler.21 Günümüzde seçici serotonin geri alım inhibitörleri tedavide ilk sırada yer almaktadır. Yeni antidepresanlar olan seçici serotonin geri alım inhibitörlerinin kardiyak yan etkisi yok denecek kadar azdır.22 Bu ilaçlardan sitalopram ve sertralin en iyi seçenekler olarak görülmektedir. Paroksetin ve fluoksetin ise ilaç etkileşimi açısından tercih edilmemelidir. Yine de kardiyak açıdan trisiklik antidepresanlara göre kardiyak açıdan daha güvenli oldukları bilinmektedir. Mevcut çalışmalar, depresyonu olan kardiyak hastalarda seçici serotonin geri alım inhibitörlerinin kardiyak prognozu iyileştirdiğini göstermiştir.23 Kognitif davranışçı terapinin kardiyovasküler hastalığı olanlarda tedavide etkin olduğu bilinmektedir.24 Depresyon kronik ya da psikotik özellikli değilse, psikososyal koşullar uygunsa tercih edilebilir.25 Bazı hastalarda ise tedavi protokolüne uymaları zor olacağı için uygun olmayabilir. Psikoterapinin farmakoterapiye destek olarak kullanıldığı olgularda iyileşme oranı daha yüksektir.26,27 Farmakolojik olmayan müdahaleler de çok önemlidir. Aile ve bakımverenlere destek, bilgilendirme, egzersiz, stresle başa çıkma yöntemleri tedavinin önemli parçalarıdır. Psikoedükasyonel programların metaanalizinde, bu programların mortaliteyi %34, miyokard enfarktüsünün tekrarlama riskini %29 azalttığı ve egzersiz ve diyet alışkanlıklarına uyumu arttırdığı gösterilmiştir.28 Hasta ve bakımvereniyle etkin iletişim çok önemlidir. Hastalıkla ilgili gerçek bilgiyi ne kadar öğrenmek istedikleri kişiden kişiye değişse de yaşamların sonlarında bile sağlık çalışanlarının kendilerini bırakmasını istemezler. Kültürel ve sosyal altyapılarına uygun, hastanın ihtiyaç ve isteklerini karşılayacak bilgi vermek esastır. Her şeyden önemlisi, palyatif de olsa bir tedavi planı sunmaktır.29 Anksiyete ve Depresyonun Kalp Yetersizliği Prognozuna Etkileri Kişilerin kötü, stresli olaylarla başa çıkma yollarının fiziksel ve psikolojik sağlıklarını etkilediği bilinmektedir.30,31 Başa çıkma yollarının yetersiz kaldığı durumlar depresyon ve anksiyete ile sonuçlanabilir. Başa çıkma şekli hastalığın seyri ve prognozu açısından fikir verebilir. Bazı yazarlar, bu faktörlere dikkat etmenin morbidite, mortalite ve hastaneye yatış sayısını azaltacağını düşünmektedirler.32 Depresyonun hastaneye yatışın sıklığını arttırdığı, tedaviye uyumsuzlukla ilişkili olduğu gösterilmiştir.33,34,35,36,37 Bu durum depresyon tedavisinin hastaneye yatışları azaltıp azaltmayacağı sorusunu gündeme getirir.38 Bir başka görüş de ayaktan tedavi gören hastaların daha genç ve sağlık durumları daha iyi olduğu için depresyon görülme ihtimalinin düşük olmasıdır..13 Bazı görüşlere göre kardiyak mortalitede depresyon; yaş, enfarktın ciddiyeti ya da cinsiyetten bağımsız bir risk faktörüdür.39 Hastalarda mortaliteyi 2 kat arttırdığı gösterilmiştir.40 Depresyonun derecesi kalp yetersizliği semptomlarının ciddiyeti ile de artar. Temel yaşam aktivitelerindeki kısıtlılık ve dinlenirken dispne olması depresyonla kuvvetli olarak ilişkilidir.41 Depresyonun neden kardiyak morbidite ve mortaliteyi etkilediği tam olarak açıklığa kavuşmamıştır. Depresyon ve anksiyetenin patofizyolojisinde yer alan artmış sempatik aktivite, otonomik değişiklikler, tedaviye uyumsuzluk, sağlıksız hayat şekli; ateroskleroz, ritm bozukluklarından, plak rüptürü, tromboz ve sonucunda da kalp yetersizliğinin kötüleşmesi, koroner arter hastalıklarıyla sonuçlanabilir. Depresyonda dolaşımdaki bazal katekolaminlerin artması sonucunda miyokardiyal oksijen gereksiniminin, kalp hızının ve kan basıncının artması bir açıklama olabilir. Ayrıca katekolaminlerin artması, enfarktın başlangıcı, yayılması ve ventriküler fibrilasyon gelişmesini tetikler.42 Bir diğer açıklama otonom sinir sistemi tonusunun artmasıyla birlikte kalp hızı değişkenliği ve barorefleks Kalp Yetersizliğinde Psikolojik Faktörler duyarlılığının azalmasıdır. Miyokard enfaktüsü sonrası depresyonu olanlarda kalp hızı değişkenliği azalmıştır.43,44 Üçüncü bir mekanizma ise depresyonda trombosit agregasyonunun artmasıyla miyokardiyal iskemiye duyarlılığın artmasıdır.45 Depresyonda kardiyak prognozun kötüleşmesinin başka bir sebebi de hastaların tedaviye uyumlarının bozuk olması, kardiyak rehabilitasyon programlarına katılmamalarıdır.46 Bu hasta grubunda mental stresin de prognoz açısından depresyon ve kalp yetersizliği arasındaki ilişkide belirleyici olabileceği düşünülmektedir.47 Tedaviye davranış olarak uyum göstermemenin kalp yetersizliğinin ciddiyeti, fonksiyonel durum (New York Heart Association), cinsiyet ve yaş kriterleri dışlanınca mortalite riskinde belirleyici olduğu görülmüştür.48,49 Tedaviden kopma, uyum göstermeme durumu, hastalık seyrinde fiziksel kapasitelerin yetersiz olması, sosyal rollerin kaybı, gelecek hakkında korku ve belirsizliğin sonucudur. Bu kişilerin tedaviye uyum göstermelerine destek olacak danışmanlık yöntemleri bulunmalıdır. Anksiyete depresyonla birlikte sık görülür.50 Hastalar fiziksel durumlarıyla ilgili endişe duydukça, anksiyeteleri artar. Fiziksel yetilerle ilgili endişeler, fiziksel aktivitede bulunmada çekincelerin olması rehabilitasyonu güçleştirir.51 Kısıtlı sayıdaki çalışmada anksiyete kalp yetersizliği mortalitesi açısından anlamlı bulunmamıştır.52 Duygusal destek kardiyovasküler olaylarda fatalite açısından kadınlar için önemli bulunmuştur.53 KAYNAKLAR 1. Davis RC, Hobbs FDR, Lip GYH. ABC of heart failure: history and epidemiology. BMJ. 2000;320: 39-42. 2. Adams KF, Zannad F. Clinical definition and etiology of advanced heart failure. Am Heart J. 1998; 135:S204-S215. 3. Pelle AJ et al. Psychological predictors of prognosis in chronic heart failure. J. Card. Fail.2008 ; 14 (4): 341-50. 4. Clarke SP et al. Psychosocial factors as predictors of functional status at 1 year in patients with left ventricular dysfunction. Res Nurs Health 2000;23:290–300. 5. KonstamV, Salem D, Pouleur H, Kostis J, Gorkin L, Shumaker S, et al. Baseline quality of life as a predictor of mortality and hospitalizationin 5,025 patients with congestive heart failure. Am J Cardiol 1996;78 890–5. 6. Chida Y, Steptoe A. Positive psychological well-being and mortality: a quantitavie review of prospective observational studies. Psychosom Med. 2008; 70 (7): 741-56 7. Moser DK. Psychosocial factors and their association with clinical outcomes in patients with heart failure: why clinicians do not seem to care. European Journ of Cardiovasc Nurs 1 (2002) 183–188. 8. Seligman L. Selecting effective treatments: a comprehensive systematicguide to treating mental disorders. San Francisco: Jossey-Bass;1998. 799 9. Barlow DH. Anxiety and its disorders. New York: Guilford Press;1988. 10. Kubzansky et al. Anxiety and coronary heart disease: a synthesis of epidemiological, psychological, and experimental evidence. Ann Behav Med 1998;20:47–58. 11. Murberg et al. Depressed mood and subjective health symptoms as predictors of mortality in patients with congestive heart failure: a two-years follow-up study.Int J Psychiatry Med 1999;29:311–26. 12. Tsay SL, Chao YF. Effects of perceived self-efficacy and functional status on depression in patients with chronic heart failure. J Nurs Res 2002;10:271–8. 13. Murberg et al. Functional status and depression among men and women with congestive heart failure. Int J Psychiatry Med 1998;28:273–91. 14. Delville CL, McDougall G. A systematic review of depression in adults with heart failure: instruments and incidence. Issues Ment Health Nurs. 2008; 29 (9): 1002-17 15. Barefoot JC, Schroll M. Symptoms of depression, acute myocardial infarction and total mortality in a community sample. Circulation. 1996;93:1976-1980 16. Aromaa A et al. Depression and cardiovascular diseases, Acta Psychiatr Scand Suppl. 1998; 377:77-82 17. De Jong MJ et al. Anxiety is not manifested by elevated heart rate and blood pressure in acutely ill cardiac patients. Eur J Cardiovasc Nurs 2004;3:247–53. 18. Riedinger MS et al. Quality of life in women with heart failure, normative groups, and patients with other chronic conditions. Am J Crit Care 2002;11:211–9. 19. Faller H, Angermann CE. Depression in heart failure: complication, risk factor or autonomous disease. İnternist (Berl). 2008; 49 (4): 394, 396-8, 400, 402-4 20. Jacob S et al. Depression and congestive heart failure: are antidepressants underutilized? Eur J Heart Fail 2003;5: 399–400. 21. Sullivan M, Simon G, Spertus J, Russo J. Depression-related costs in heart failure care. Arch Intern Med 2002;162:1860– 22. Norra C et al. High impact of depression in heart failure: Early diagnosis and treatment options Intern Journ of Card.2008;125:220–231 23. Shapiro PA. Treatment of depression in patients with congestive heart failure.Heart Fail Rev. 2009; 14:7–12 24. Dekker RL.Cognitive Behavioral Therapy for Depression in Patients with Heart Failure: A Critical Review. Nurs Clin N Am. 2008; 43:155–170 25. Guck TP et al. Depression and congestive heart failure. Congest Heart Fail 2003;9:163–9. 26. DM Wilson AC. Nonpharmacologic therapy improves functional and emotional status in congestive heart failure. Chest. 1994;106:996-1001. 60. 27. Rich MW et al. A multi-disciplinary intervention to prevent the readmission of elderlypatients with congestive heart failure.NEngl J Med.1995;333:1190-1195. 28. Dusseldorp et al. A meta-analysis of psychoeducational programs for coronary heart disease patients. Health Psychol. 1999;18:506-519. 29. Davidson PM. Difficult conversations and chronic heart failure: dowe talk the talk or walk the walk? Curr Opin Support Palliat Care. 2007; 1 (4):274-278 30. Endler NS, Parker JDA. Coping with frustration to self-realization: stress, anxiety, crises, and adjustment. In: Krau 800 31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. 38. 39. 40. 41. 42. KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI E, ed. Self-realization, Success and Adjustment. New York, NY: Praeger;1989. Miller SM, Brody DS, Summerton J. Styles of coping with threat: implications for health. J Pers Soc Psychol. 1988;54: 142-148. Cleland JGF, Wang M. Depression and heart failure—not yet a target for therapy? Eur Heart J. 1999;20:1529-1531 Vinson JM et al. Early readmission of elderly patients with congestive heart failure. JAmGeriatrSoc. 1990;38:1290-1295. Rich MW et al. A multi-disciplinary intervention to prevent the readmission of elderly patients with congestive heart failure.NEngl J Med. 1995;333:1190-1195. Carney RM et al. Major depressive disorder predicts cardiac events in patients with coronary artery disease. Psychosom Med. 1988;50:627-633. Erdhart LR, Cline CMJ. Organisation of the careof patients with heart failure. Lancet. 1998;352 (suppl I):SI15-SI18. Hawthorne MH, Hixon ME. Functional status, mood disturbance and quality of life in patients with heart failure. Prog Cardiovasc Nurs. 1994;9:22-32. Koenig HG. Depression in hospitalized older patients with congestive heart failure. Gen Hosp Psychiatry. 1998;20:2943. Ferketich AK, Schwartzbaum JA, Frid DJ, Moeschberger ML. Depression as an antecedent to heart disease among men and women in the NHANES I study. Arch Intern Med. 2000;160:1261-1268. Rutledge T et al. Depression in heart failure: a meta-analytic review of prevalence, intervention effects, and associations with clinical outcomes. J Am Coll Cardiol 2006;48 (8): 1527–37. Vaccarino V et al. Depressive symptoms and risk of functional decline and death in patients with heart failure. J Am Coll Cardiol 2001;38:199–205. Jewitt DE et al. Free noradrenaline and adrenaline excreti- 43. 44. 45. 46. 47. 48. 49. 50. 51. 52. 53. on in relation to the development of cardiac arrhythmias and heart-failure in patients with acute myocardial infarction. Lancet. 1969;1 (7596):635–641. Gorman JM, Sloan RP. Heart rate variability in depressive and anxiety disorders. Am Heart J 2000;140: 77–83. Carney RM et al. Depression is associated with reduced heart rate variability in patients with coronary heart disease. Circulation. 2001;104:2024-28 Levine SP et al. Platelet activation and secretion associated with emotional stress. Circulation. 1995; 71:1129-1134. Carney RMet al. Depression as a risk factor for cardiac events in established coronary heart disease: a review of possible mechanisms, Ann Behav Med. 1995; 17:142-149. York KM et al. Psychobiology of depression/distress in congestive heart failure. Heart Fail Rev. 2009 ;14:35–50 Murberg TA, Bru E. Social relationships and mortality in patients with congestive heart failure. J Psychosom Res 2001;51:521–7. Konstam V et al. Baseline quality of life as a predictor of mortality and hospitalization in 5,025 patients with congestive heart failure. SOLVD Investigations.Studies of Left Ventricular Dysfunction Investigators. Am J Cardiol 1996;78:890–5 Frasure-Smith N et al. Depression and 18-month prognosis after myocardial infarction. Circulation. 1995;19:999-1005. Borsody J et al. Using self-efficacy to increase physical activity in patients with heart failure. Home Healthcare Nurse.1999;17:113-118. Majani G et al. Relationship between psychological profile and cardiological variables in chronic heart failure. Eur Heart J. 1999;20:1579-1586. Krumholz HM et al. Prognostic importance of emotional support for elderly patients hospitalised with heart failure. Circulation. 1998;97:958-964. BÖLÜM 3.11 Kanser Hastalarında Kardiyovasküler Hastalığın Teşhis ve Tedavisi Prof. Dr. Rasim Enar Kardiyovasküler hastalık (KVH) ve kanser dünyada ölümün önde gelen iki sebebidir. Herikisi birlikte tüm ölümlerin yarısından sorumludur.1 Korunma ve tedavideki ilerlemelere rağmen heriki hastalık hastalara ve sağlık sistemine büyük sıkıntı ve ağır sorumluluk yüklemektedir. Ancak, KVH ve kanserin herikisini de taşıyan hastaların tedavisi ile ilgili az sayıda veri vardır. KVH ve kanser sıklıkla ayni hastada birlikte bulunmaktadır; heriki hastalığın yüksek prevalansı ve kanser veya tedavilerinin bazı KVH formlarına sebep olabildiği bu birlikteliğin önde gelen nedenleridir. Kalp hastalığı ve kanserin birlikteliği bu hastalardaki tedaviyi sıklıkla güçleştirir, çünkü bir hastalığın tedavisi diğer hastalığın sonucunu negatif olarak etkileyebilir. Ayrıca KVH tedavi kılavuzlarının temel alındığı çalışmalarda kanserli hastalar çalışma dışı bırakıldığından bu tedavilerin sonuçları ve etkileşimleri için ciddi bilgi yetersizliği bulunmaktadır. Dolayısı ile KVH’nın teşhis ve tedavisinde genellikle kabul edilen stratejiler her zaman kanser hastalarına uygulanamayabilir. Sol Ventrikül Disfonksiyonu: Kanser hastalarında SV disfonksiyonu değişik şekillerde bulunur (hafiften subkliniğe ve belirgin KY’ye kadar). Kalp yetersizliği ve kanserin bilikteliğinin sıklığının yüksek olmasının sebebi; herikisinin de yüksek prevelansı ve belirli tipteki kanser tedavilerinin kardiyotoksik etkileridir. Ancak, belirli tipteki kanser tedavileri ve bunların kalp üzerindeki zararlı etkileri arasındaki nedensel ilişki her zaman iyi saptanamayabilir. Önceden varolan kalp hastalığı ve birlikte kullanılan çoklu antikanser tedavi modelleri, hastada belirli kanser tedavisi ve onun olası kardiyotoksisitesinin ötesinde komplikasyonlar ile de ilişkili olabilir. Kemoterapi ile ilişkili kardiyomiyopatinin (KMP) iki şekli öne sürülmüştür (Tablo 1). • Tip–I kemoterapi-ilişkili KMP; sıklıkla geri dönüşümlü değildir, serbest radikal oluşumu ile yönetilir ve ultra-yapısal değişiklikler ile ilişkilidir. Bu tipe örnek Doxorubicin’in toksik etkisidir. • Tip–II kemoterapi-ilişkili KMP, aksine sıklıkla geriye dönüşümlüdür, doza bağımlı değildir, bloke olmuş ErB2, sinyalleri ile yönetilir ve genellikle ultra-yapısal değişiklikler ile ilişkilendirilmemiştir.3 Bundan başka tirozin kinaz inhibitörleri imatinib (Glevec), ultrayapısal değişikliklerin bir başka tipine neden olur (mitokondriyal anormallikler ve membran helezonlarının, vakuollar ve sarko-(endo)-plazmik retikulum da birikmesi dahil).4 Kanser Hastalarında Kalp Yetersizliğinin Teşhisi: Kanser hastalarında KY teşhis edilmesi sıklıktır. KY ve kanser birçok semptom ve bulguyu paylaşır (yorgunluk, dispne, artmış juguler venöz dolgunluk, veya akciğer muayenesinde raller gibi). Dolayısı ile kanser hastalarında konjestif KY teşhisini koymak için rutin teşhis yöntemlerine daha spesifik testlerin eklenmesine gerek duyulmaktadır. Endomiyokardiyal biyopsi (EMB), antrasilinin neden olduğu KMP’nin teşhisinde oldukça duyarlı ve spesifik bir testtir. EMB (endomiyokardiyal biyopsi) muayenesi SV disfonksiyonu (ekokardiyografi veya radyonüklid incelemeler ile) saptanmadan önce kardiyotoksisiteyi erken tesbit edebilir.5 Ancak ilacın neden olduğu her tip KMP’de, kardiyak hasar saçılmış olduğundan EMB ile güvenilir olarak kesin tanı saptanamayabilir. Ayrıca trastuzumab-ilişkili kardiyak disfonksiyon antrasiline benzer ultra-yapısal değişikliklere neden olmaz.6 Dolayısı ile kanser hastalarında SV disfonksiyonunu teşhis etmek için sıklıkla alternatif ve daha pratik (tercihen noninvazif) metodlara ihtiyaç duyulmaktadır. 801 802 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 1. Kemoterapi ile ilişkili kardiyomiyopatinin iki şekli İLAÇLAR TİP-1 TİP-2 İlaç sınıfı Antrasilin Trastuzumab Doz etkisi Toplanmış Dozla ilişkili değil Yeni başlamada etkisi Tekrarlama olasılığı yüksek Tekrarlama olasılığı düşük Morfolojik değişiklikler Vakuoller, miyofibriler dağılma, nekroz Belirgin ultra-yapısal anormallikler yok Mekanizması serbest radikal oluşumu, oksidatif stress/hasar B2 sinyalinin bloke edilmesi Prognoz Hasar genellikle geri-dönüşümsüz Sıklıkla geri-dönüşümlü (Curr Probl Cardiol 2008;33: 165) Radyonüklid ventrikülografi ve ekokardiyografi kemoterapinin neden olduğu KMP’yi saptayabilmek için sık kullanılır. Genelde görsel ekokardiyografik SVEF’si ile kantitatif radyonüklid SVEF’si arasında iyi bir korelasyon vardır, fakat kardiyak fonksiyonun izlenmesinde radyonüklid anjiyografi pratik olmamakla sık kullanılmaktadır, çünkü SVEF’si ölçümü daha iyi üretilebilmektedir (ekokardiyografiye avantajları: -hastaya özel göğüs duvarı deformitesi ve hasta pozisyonu gibi tekniğe bağlı: -radyonüklid yöntemle daha iyi ölçüm alınası- bu olumsuz faktörlerden en az etkilenir).7 Bununla birlikte heriki metodla belirlenen SVEF’leri arasında yakın korelasyon gözükmektedir. Olguya özel önemli bireysel farklılıklar da gösterebilirler. • Dolayısı ile, kemoterapi alan hastanın kalp fonksiyonları izlenecekse, tekrarlayan ölçümlerde ayni görüntüleme modeli kullanılmalıdır. • SVEF’sinde düşme klinik ile ilgili düşünülmelidir, bilindiği gibi erken kalp hasarının tayin edilmesinde SVEF’si duyarsız olabilir.5 Kemoterapiden sonra, ekokardiyografide normal SVEF’li asemptomatik hastaların %50’sinde diastolik disfonksiyon vardır.8 Kardiyotoksisitenin bulgu ve semptomlarının yokluğunda, kemoterapiden sonra olguların %25’de anlamlı ekokardiyografik bulgular bildirilmiştir.9 • Yapısal (hücresel) hasar, fonksiyonel bozulma ve SVEF’sinde düşme olmadan önce gelebilir, bundan dolayı kardiyotoksisite ve KMP’nin erken saptanmasında kardiyak biyomarkerler yardımcı olabilir. a. BNP ölçümü: Dispne ve kalp yetersizliği olan hastalarda faydalıdır. BNP düzeyi dispnenin pulmoner ve kardiyak sebeplerinin ayırt edilmesinde yardım eder.10 Bu test kardiyotoksik kemoterapinin etkilerinin izlenmesinde başarı ile kullanılmaktadır.11,12 BNP, artmış hücresel hasarın sonucu kitlesel miyokardiyal disfonksiyonunun markeridir, SV’de yükselmiş dolum basıncı ve volumunu işaret eder; dolayısı ile hemodinamik olarak bozulmuş diyastolik ve sistolik fonksiyonları indirek yansıtır. Kemoterapi hastalarında BNP’nin yükselmesi, SV diyastolik fonksiyon bozulması ile sistolik fonksiyon bozulmasına göre daha yakın ilişkilidir.13 b. Kardiyak troponin düzeyinin ölçümü: Kemoterapi sonrasında erken ve geç miyokardiyal hasarın (mikroskopik) belirlenmesinde troponin düzeyinin seri ölçümü yardımcıdır.14,15 Tedavi takibinde troponin düzeylerinin erken ve geç yükselişi artmış kardiyak olay insidensi ile birliktedir.15 Özellikle inatçı (süreğen) troponin yüksekliği olan hastalarda kardiyak olaylar anlamlı olarak daha sıktır.15 Kemoterapinin takipinde troponin yükselmesi olmayan hastalarda kardiyak komplikasyonların insidensi düşüktür.15 Kemoterapi sonrası troponin yükselmesi, daha sonra SVEF’sinde düşme gelişecek hastaların belirlenmesinde deyardımcıdır.15,16 Dolayısı ile bu basit yatakbaşı bakılabilen testler kalp yetersizliği ve kanserin sebep olduğu semptomların ayırt edilmesinde yardımcıdır, kalp yetersizliğini ima eden semptomları olan kanser hastalarında bu testlerin yapılması erkenden düşünülmelidir. • Yükselmiş BNP düzeyi KKY teşhisi için faydalıdır, fakat kanserli hastalarda SV volum yüklenmesi bulguları olmadan da yükselmiş BNP düzeyi göze çarpabilir (orta derece yükselmiş; >NÜS, <NÜSX2), alttaki sepsise bağlı olabilir.17 Sonuçta: Kemoterapi sırasında kardiyak disfonksiyonun teşhisi güçtür, teşhis öncelikle klinik olarak kardiyak fonksiyon bozukluğundan şüphelenilmesini gerektirir. Testlerin çoğu spesifik ve duyarlı değildir. • ® Kemoterapinin neden olduğu KMP’ye götüren süreç öncelikle kardiyomiyosit hasarı (troponin yüksekliği; NÜSX2 gibi) ile başlamakta ve giderek artan kitlesel fonksiyonel miyokardiyum kaybı (BNP yükselmesi) ile SV fonksiyon bozukluğuna (ekokardiyografi ile) götürür. • Dolayısı ile, teşhis parametrelerinden önce troponin düzeyi yükselir (- mikro hasarda küçük artış, makro hasarda Mİ’deki gibi daha büyük miktarlarda; “yükseliş “delta” paterni göstermez, Kanser Hastalarında Kardiyovasküler Hastalığın Teşhis ve Tedavisi 803 Akut koroner sendrom - Tanısal ikilemi NÜS’nin 99’cu pers Zaman ŞEKİL 1. Troponin: AMİ sırasında ve non-iskemik durumlarda (kanser tedavisi sırasında, kardiyotoksisite markeri) kardiyak troponinlerin seyri: Kemoterapi sırasında kardiyak troponin (cTn), normalin/veya bazal değerin üstüne (nadiren 2 katına) çıkabilir ve mikroskopik hasarın işaretedir; gün içerisinde (saatlerde) seri ölçümlerde ve günlerce önemli değişiklikler göstermez. AMİ’de ise infarktın ilk 24 saatinde izlenen tipik “delta” seyri gösterir (-Mİ başlangıcının (ağrı) 6’cı saatinde, +4 saat sonra giderek yükselmesi ve reperfüzyon tedavisi yapılmayan veya infarkt arteri açılmayanlarda 24 saatte düşmeye başlaması). AMİ’deki gibi makroskobik hücre hasarı ile sonuçlanan enzimatik (troponin, CK) kardiyotoksisite durumunda NÜS’nin (Normalin üst sınırı) X10-50 kat üstüne yükselmesi durumunda SVEF’de belirgin ciddi düşüş ile birliktedir. ?: Noniskemik troponin yükselişi ve seyri (niteliksiz: NÜS’nin hafif üzerinde ve 6 saat aralarla veya günlük ölçümlerde <%30 değişim veya değişimden seyretmesi). Şekil 1’deki gibi süreğendir; zamanla devam eden miyosit kaybına bağlı SV volum ve basınç yükselmesinin markeri BNP’de yükselecektir. SVEF’sinin ise bundan sonraki evrede düşmesi beklenmektedir (fazla kardiyomiyosit kaybı sonucu sistolik disfonksiyon). • Diastolik disfonksiyonun daha erken görülmesi beklenmektedir; muhtemelen kemoterapiye bağlı miyokardiyumda inflamasyon reaksiyonunu sonucunda ödem oluşması ve SV duvarının kompliyansının bozulmasındandır (Mİ ve miyokarditteki gibi). SV Disfonksiyonu ile İlişkilendirilmiş Kanser Tedavileri: Birçok kanser tedavisi KY gelişimi ile ilişkili bulunmuştur. Toplanmış doz, verilme çizelgesi, dozlar arasındaki intervaller, birlikte kullanılan kombine diğer kardiyotoksik tedaviler, belirli kemoterapilerin KMP’ye sebep olma olasılığını belirler. Bazı kemoterapi ajanlarının Tablo 2 seçilmiş yan etkilerinin insidensini göstermektedir. Antrasilinler: Antrasilinin neden olduğu KMP ilaçların neden olduğu KMP’lerden en çok araştırılandır. Antrasilinlerin (doxorubisin, daunorubisin ve epirubisin) kardiyotoksisitesi genellikle doza bağımlı ve toplanmıştır (birikmiş doz).19 <400 mg/m2 /VKİ (vücut kitle indeksi) total dozlarda, konjestif KY insidensi %0.14’dür. Bu insidens 550 mg/m2 dozlarda %7’ye, 700 mg/m2’de %18’e yükselir. • Antrasilinin neden olduğu KMP; akut, erkenbaşlayan ve geç-başlayan kronik progressif tip olarak ayrılır. Akut- formu perikardit ve/veya miyokardit gibi bulunabilir ve infüzyonun ilk 24 saati içerisinde meydana gelir. Tedavinin kesilmesi ile başlangıçta genellikle kardiyak fonksiyonda düzelme olur, tedavi devam ederse tekrar kötüleşebilir. Erken-başlayan progressif tip tedavinin birinci yılı içerisinde meydana gelir ve kardiyomiyosit hasarı ve ölümüne sebep olduğuna inanılmaktadır. Meme kanserli hastalarda, trastuzumab ile antrasinler kombine edildiğinde KMP’nin bu şeklinin riskinin arttığı gözlenmiştir. Geç-oluşan progressif tip antrasilinlerden en az 1 yıl sonra meydana gelir. • Bu tipin gelişmesinin risk faktörleri: İlaç alımının yüksek oranları, mediyastinal radyasyon, ilerlemiş yaş, kadın cinsiyet, önceden bulunan kalp hastalığı ve hipertansiyon. EMB örnekleri miyofibril kaybı ve vakuolar dejenerasyon gösterir. Antrasilinin neden olduğu KMP’de birçok mekanizma ileri sürülmüştür. Bunlar; Serbest radikallerin yönettiği miyokardiyal hasar, kalsiyum yüklenmesine bağlı miyosit harabiyeti, miyokardiyal adrenerjik fonksiyonda bozulma, vazoaktif aminlerin salımı ve doksdorubisinin metabolitlerinin toksisitesi. Antrasilinlerin neoplastik etkilerini kısıtlamadan kardiyotoksik etkilerini önlemek için birçok strateji kullanılmıştır. Bu stratejiler: İlaç veriliminde değişiklikler (daha kısa infüzyon zamanları), lipozomal preparatların (antrasilin analogları) kullanılması ve birlikte kardiyoprotektanların (demir-bağlayıcı ajan dexrazoxane gibi kalpkoruyucular) kullanılması. 804 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI TABLO 2. Seçilmiş kemoterapi ajanlarının yan etkilerinin insidensi SV fonksiyonu olan ve Antrasilin ile tedavi edilen hastalarda Karvedilolun SVEF düşüşünü önleyerek kardiyoprotektif olduğu bildirilmiştir (JACC 2006;48: 2258-62). Sol ventrikül yetersizliği: Antrasilinler: +++ Siklofosfamid (cytoxan yüksek doz): ++ Ifosfamid (Mitoxana, yüksek dozda): ++++ Cisplatin (Platinol): ++ Imatinib mesylate (Gleevec): ++++ Alemtuzumab (Campath): + Trastuzumab (Herceptin): ++ İnterferon alfa: + Miyokardiyal iskemi: 5-Florourasil(adrucil): ++ Capecitabine (Xeloda): + İnterferon alfa: + Hipotansiyon: Etoposide (Vepesid): ++ Al-trans-retinoic acid (Tretinoin): ++ Sitokinler (interlökin-2 ve interferon alfa gibi): +++/++++ Monoklonal antikorlar: +/+++ Hipertansiyon: Bevacizumab (Avasatin): ++ İnterferon alfa: ++ Tromboemboliz: Thadilomide: +++ Bevacimuab (Avastin): +++ Irınotecan: ++++ • Doxorubisinin neden olduğu KMP’nin ü prognozu kötü olduğundan, kardiyotoksisiteyi azaltmak için dexazoxone (demir bağlayıcı ajan) ve karvedilole ek olarak diğer ilaçlar da (lipid- düşürücü probukol ve kalsiyum kanal blokeri amlodipin) kullanılmıştır (Prog Cardiovasc Dis 2007;49: 350-52). Tirozin Kinaz İnhibitörleri: Birçok tirozin kinaz inhibitörü Kardiyak disfonksiyon gelişme riski ile birliktedir. Renal ve gastrointestinal karsinomada kullanılan Sunitinib ile hastaların %11’de SV disfonksiyonu geliştiği bildirilmiştir. İmatinib de benzer şekilde KY gelişimi ile ilişkilendirilmiş. Dasatinib’in isekardiyotoksisitesi henüz iyi tanımlanamamıştır, bu ilaç da SV disfonksiyonu gelişimi ile ilişkilidir. Trastuzumab monoklonal antikor olup, meme kanserinde kullanılmaktadır. Tastuzumabın neden olduğu kardiyak disfonksiyon, birlikte veya öncesinde kullanılan doxorubisinden bağımsızdır. Trastuzumab’ın neden olduğu kardiyak disfonksiyonun insidensi geçmişte minimal antrasilin alanlarda %1. Aksine, geçmişte yaygın olarak doxorubisin kullananlarda kardiyak disfonksiyon insidensi tekbaşına trastuzumab tedavisi ile %7’ye ve trastuzumab (+) paclitaxel kombinasyonu ile %12’ye çıkmıştır. Trastuzumab ve doxorububisinin birlikte kullanılması ile risk daha fazla artmıştır, %29. Cisplatin: ++++ Bradiaritmiler: Paclitaxel (Taxol): + Thalidomide (thalomid): ++ Cisplatin: ++++ 5-Florourasil (Adrucil): ++++ QT uzaması veya Torsades de pointes: Arsenik trioxide (trisenox): ++++ • Trastuzumab ile tedavi edilen hastalarda, şayet SVEF >%40 ise; kardiyak fonksiyon değişiklikleri her 3 ayda bir izlenmelidir. • Şayet SVEF’si <%40 ise; Trastuzumabın durdurulması ve SVEF’nin her ay izlenmesi önerilmektedir (St. Galen Primary Therapy of Early Breast Cancer. 10th Internatıonal Conference, St.Gallen, Switzerland, 14-17 March 2007). (The diagnosis and management of Cardiocascular disease in Cancer patients. Curr Probl Cardiol 2008;33/4:163-196) Alkile Edici Ajanlar: Antrasilinin neden olduğu KMP’nin tedavisinin başlıca dayanağı KY’nin geleneksel tedavisi ile kısıtlı kalmıştır, bu tip KMP’nin prognozu kötüdür. Dolayısı ile Antrasilinin neden olduğu KMP’nin önlenmesi (korunma) antrasilinler ile tedavi edilen hastalarda kardiyovasküler sonuuçları düzeltmek için gereklidir. Normal Birçok alkile edici (siklofosfamid, ifosfamid, cisplatin, mitomisin) KMP gelişimi ile ilişkili bulunmuştur. Antrasilinlerin aksine, siklofosfamidin kardiyotoksisitesi toplanmış dozdan ziyade bireysel zaman noktasında verilen total doz ile ilişkili bulunmuştur. Çok-merkezli meme kanseri çalışmasında 500 mg/m2 siklofosfamide ek olarak 100 mg/m2 epirubisin ile tedavi edilen kadınların %4’ünde kalp yetersizliği teşhis edilmiştir. Kanser Hastalarında Kardiyovasküler Hastalığın Teşhis ve Tedavisi • Siklofosfamid ile KY gelişimini artıran diğer risk faktörleri: İlerelemiş yaş, siklofosfamidin cisplatin, antrasilinler veya mediyastinal radyasyon ile kombine edilmesidir. Ifosfamid ile daha az kardiyotoksisite bildirilmiştir. Ifosfamide nadiren KY gibi hayati tehlikesi olan komplikasyonlar ile ilişkilendirilmiştir. Cisplatin AMİ ve diastolik disfonksiyon ile de ilişkilendirilmiştir (Treat Rev 2004;30: 181-91). Cisplatin ile metastatik kanser tedavisi görenlerde koroner arter hastalığı ve diastolik KY insidensi ayni yaştaki hastalara göre artmıştır (J Clin Oncol 2000;18: 1725-32). Olası mekanizmalardan birisi artmış trombosit agregasyonudur. Mitomisin’nin özellikle doxorubisin ile kombinasyonunun kardiyotoksik etkileri ima edilmiştir. Mitomisin C’nin etkileri 30 mg/kg m2 biriken dozda KY gelişimini anlamlı artırmaktadır. Mitomisin C’nin neden olduğu kardiyotoksisite superoksidlerin teşekkülü ile ilişkili olabilir. Antimetabolitler: Yüksek doz 5-Florourasil (>800 mg/m2/gün) ile kardiyak etkilerin insidensi %10’a kadardır. 5-FU’nun kardiyotoksik yan etkileri arasında Mİ dahil miyokardiyal iskemi de vardır, izole SV disfonksiyonu nadiren bildirilmiştir. Önceden varolan iskemik kalp hastalığı 5-FU ile kardiyotoksisite gelişmesi için risk faktörüdür. Antimikrotubul Ajanlar: Taxanlar (Paclitaxel gibi), kardiyak toksisiteye sekonder antrasilinleri tolere edemeyenlerde sıklıkla kullanılırlar. Antrasilinler (doxorubisin) ve Paclitaxelin kombinasyon tedavisi sıklıkla yüksek oranda kardiyotoksisite ile komplikedir, buna iki ilacın farmakinetiklerinin birlikte sebep olduğuna inanılmaktadır. Aksine, tekli ajan olarak Paclitaxelin, hasta önce doksorubisin ile tedavi edilse bile kardiyak disfonksiyona neden olduğu görülmemiştir. Paklitaxel tedavisi sırasında geleneksel risk faktörleri olan hastalarda bile kardiyak fonksiyon bozulmamıştır.Oysa ki, paklitaxel diğer kardiyotoksik kemoterapiler ile birlikte kullanıldığında kardiyak disfonksiyon şiddetlendirebilir. • Paklitaxel veya Vinkristin ile deneysel çalışmalarda, bu ajanların kalp-koruyucu etkiler de sergilediği gösterilmiştir. Monoklonal Antikorlar: Hematolojik maliniteler, meme kanseri, kolorektal kanser tedavisinde sıklıkla kullanılmaktadırlar. Bu ajanların birkaçının anlamlı kardiyotoksik etkileri vardır ve KY gelişmesi ile birliktedir. 805 Alemtuzumab, CD52’ye monoklonal antikordur Thücre lösemisinin tedavisinde kullanılmaktadır. İnfüzyonundan sonra kalp fonksiyonunda bozulma bildirilmiştir. Ayrıca Alemtuzumab sıklıkla kardiyak iskemi ile de ilişkilendirilmiştir. Bevacizumab, humanize monoklonal antikorlardır, ve doxorubisin ile kombine edildiğinde kardiyomiyopati oranı yükselmiştir. • Antrasilinle ilişkilendirilmiş kardiyomiyopati riskini artıran iki risk faktörü ise radyoterapi ve yüksek doz alkile edici ajanların verilmesidir. Bevacizumabın kardiyotoksik mekanizmalarının birisi; daha sonra kardiyak disfonksiyona götüren miyokardiyal hasara neden olan anti-anjiogenik özellikleridir. İnterferonlar: Glikopreteinler ailesindendir; alfa, beta ve gamma alt-grupları vardır. İnterferon-alfa kardiyomiyopati ile ilişkilendirilmiştir, sitokin kesildilkten sonra genellikle geriye- dönüşlüdür. İnterferon-alfa tedavisi kardiyomiyopatinin geriye-dönüşüsüz şekli ile de ilişkilendirilmiştir. Mekanizması bilinmemektedir. Kanser Hastalarında Kalp Yetersizliği Tedavisi: Kemoterapinin neden olduğu kalp yetersizliğinin spesifik tedavisi yaygın olarak çalışılmamıştır. Epirubisin ile tedavi gören meme kanseri hastalarında ACEİ’ler SVEF’yi artırmıştır, bu sonucun işaret ettiği; ACEİ’ler kanser hastalarında SV disfonksiyonu tedavisinin bir parçası olmalıdır (Ann Oncol 2002;13:699- 709). Doksorubisin tedavisinden sonra gelişen SV disfonksiyonunda, ACEİ’lere Beta blokerlerin eklenmesi, tekbaşına kullanılan ACEİ alanlara göre SVEF’sini daha anlamlı düzeltiği gösterilmiştir (J Heart Lung Transplant 2005;24: 2196-201). Kemoterapinin neden olduğu kardiyomiyopatide SVEF’si ACEİ ve Bb tedavi ile anlamlı derecede düzelmiştir. • Kemoterapinin neden olduğu SV disfonksiyonunda Bb ve ACEİ ilaçların herikiside birlikte başlanmalıdır. • SV disfonksiyonlu kanser hastaları sonsuza kadar ACEİ ve Bb tedavisinde tutulmalıdır, bunların kesilmesi anlamlı klinik kötüleşmeye yol açabilir. (Circulatıon 2003; suppl4:665) İmitanib’e (Gleevac) bağlı kardiyomiyopatisi olan hastalar da ACEİ ve Bb tedavisi ile düzelmiştir, bu hastaların bazıları Imitanip tedavisini güvenle sürdürebilmiştir. ACEİ ve Bb tedavi devam ettikce fonksiyonel sınıfı ve SVEF’sinde herhangi bir düşme olmamıştır (J Card Fail;11suppl:54). 806 KANITA DAYALI KALP YETERSİZLİĞİ KİTABI ACEİ’lere intoleransı olan hastalarda Valsartan tedavisine geçilmelidir, daha iyi tolere edilmiş ve SVEF’yi düzelttiği gösterilmiştir. Akut dekompanse KY’de Milrinon ile klinik düzelme sağlanmıştır. Bu hastalara daha sonra güvenle ACEİ ve Bb başlanabilir. Takip ve İzleme: Klinik olarak ve periyodik SVEF’si ile takip edilmelidir. Ekokardiyogram veya radyonüklid görüntülemenin ne sıklıkta yapılmasına kılavuzluk edecek resmi fikirbirliği yoktur. SVEF’de en erken düşme kemoterapiden 3 ay sonra bildirilmiştir (JACC 200;36: 517-22). Antrasilinnin bir dozundan sonra diastolik fonksiyon değişikliği saptanmış, SVEF’sinde düşme en erken ikinci dozdan sonra bulunmuştur (Am J Cardıol 2007; 99: 974-7). Bu nedenle bu hastalar güncel bilgiler temel alınarak çok yakından izlenmelidir. • Sistolik fonksiyonun değerlendirilmesi ideal olarak her kemoterapi siklusundan sonra veya kemoterapi başladıktan en az 3 ay sonra yapılmalıdır. • Bu hastalar sonsuza kadar da takip edilmelidirler. Miyokardiyal İskemi: Göğüs ağrısı kanser hastalarının en sık semptomudur, miyokardiyal iskeminin değerlendirilmesi sıklıkla gerekmektedir. KAH ve/veya akut koroner sendrom (AKS) riskini artıran birçok kanser tedavisi şekli vardır. Kanser tedavisinin neden olduğu KAH ve AKS’nin mekanizmalarının anlaşılması, kanserli hastalarda miyokardiyal iskeminin önlenme, öngörülme ve tedavisine yardımcı olabilir. • AKS ile ilişkilendirilmiş Kemoterapiler: AKS’ye sebep olan veya ilişkili kemoterapi ajanları. Bunların bazıları: 5-FU ve bunun ön-ilacı capectine, paclitaxel ve interferon. • Bunların tümü AKS, koroner anjiyogramda nonobstrüktif KAH ile ilişkili bulunmuştur, bu tip AKS’ye koroner spazmın sebep olabileceği işaret edilmiştir. Cisplatin, vinblastin ve bleomisin’nin de akut vasküler toksiseteye sebep olduğu bilinmektedir. Cisplatin ile hastaların %38’de tedavi sırasında angina pektoris geliştiği bildirilmiştir. • Vasküler toksisite ile ilişkilendirilmiş kemoterapi ajanları alan hastalar kardiyak iskemi için izlenmelidir ve AKS bulunanlarda bu ajanlar en azından geçici olarak kesilmelidir. • Bir başka kanser tedavi yöntemi radyoterapi de (Radyasyon tedavisi), sadece koroner arter hastalığına neden olmaz, perikardiyal hastalık (konstrüktif hastalık), valvular kalp hastalığı, ileti sistemi hastalığı (kalp bloğu) ve miyokard hastalığına da (restriktif kardiyomiyopati) sebep olabilir. Antrosidin Neden Olduğu Kardiyomiyopati (AC-KMP): AC-KMP’nin doğal hikayesi ve modern KY tedavisine cevabı iyi tanımlanmamıştır. SVEF ≤%45 ardışık 201 hastada Enalapril ve Karvedilola SVEF’si kötüleştikten sonra hızla başlanmıştır (Hastaların %42’si tedaviye cevap vermiş, %13’ü ise kısmen cevap vermiştir. Hastaların %45’i ise cevap vermemiştir. Kemoterapi sonundan KY tedavisi başlangıcına kadar geçen süre uzadıkça cevap verenlerin oranı progressif olarak azalmıştır: KY tedavisine başlamak için geçen süre ≥6 ay olanlarda SVEF’de tam iyileşme olmamıştır. Cevap verenlerde KY tedavisine kısmi cevap verenlere göre toplanmış kardiyak olaylar daha düşük oranda gelişmiştir. Sonuç: AC-KMP gelişen kanser hastalarında kardiyak disfonksiyon erken saptanıp tedaviye zaman kaybedilmeden başlandığında (<6 ay) SVEF’de düzelme ve kardiyak olaylarda anlamlı azalma sağlanmıştır (JACC 2010;55:213-20). KAYNAKLAR 1. Hoyert DL, Heron MP, Murphy SL, et al. Deaths: final data for 2003. Natl Vital Stat Rep 2006;54:1-120. 2. Mathers CD, Loncar D. Projections of global mortality and burden of disease from 2002 to 2030. PLoS Med 2006;3:e442. 3. Ewer MS, Lippman SM. Type II chemotherapy-related cardiac dysfunction: time to recognize a new entity. J Clin Oncol 2005;23:2900-2. 4. Kerkela R, Grazette L, Yacobi R, et al. Cardiotoxicity of the cancer therapeutic agent imatinib mesylate. Nat Med 2006; 12:908-16. 5. Ewer MS, Ali MK, Mackay B, et al. A comparison of cardiac biopsy grades and ejection fraction estimations in patients receiving Adriamycin. J Clin Oncol 1984;2:112-7. 6. Ewer MS, Vooletich MT, Durand JB, et al. Reversibility of trastuzumab-related cardiotoxicity: new insights based on clinical course and response to medical treatment. J Clin Oncol 2005;23:7820-6. 7. van Royen N, Jaffe CC, Krumholz HM, et al. Comparison and reproducibility of visual echocardiographic and quantitative radionuclide left ventricular ejection fractions. Am J Cardiol 1996;77:843-50. 8. Tjeerdsma G, Meinardi MT, van Der Graaf WT, et al. Early detection of anthracycline induced cardiotoxicity in asymptomatic patients with normal left ventricular systolic function: autonomic versus echocardiographic variables. Heart 1999;81:419-23. 9. Morandi P, Ruffini PA, Benvenuto GM, et al. Serum cardiac troponin I levels and ECG/Echo monitoring in breast cancer patients undergoing high-dose (7 g/m(2)) cyclophosphamide. Bone Marrow Transplant 2001;28:277-82. Kanser Hastalarında Kardiyovasküler Hastalığın Teşhis ve Tedavisi 10. Morrison LK, Harrison A, Krishnaswamy P, et al. Utility of a rapid B-natriuretic peptide assay in differentiating congestive heart failure from lung disease in patients presenting with dyspnea. J Am Coll Cardiol 2002;39:202-9. 11. Suzuki T, Hayashi D, Yamazaki T, et al. Elevated B-type natriuretic peptide levels after anthracycline administration. Am Heart J 1998;136:362-3. 12. Okumura H, Iuchi K, Yoshida T, et al. Brain natriuretic peptide is a predictor of anthracycline-induced cardiotoxicity. Acta Haematol 2000;104:158-63. 13. Nousiainen T, Vanninen E, Jantunen E, et al. Natriuretic peptides during the development of doxorubicin-induced left ventricular diastolic dysfunction. J Intern Med 2002; 251:228-34. 14. Urbanova D, Urban L, Carter A, et al. Cardiac troponinsbiochemical markers of cardiac toxicity after cytostatic therapy. Neoplasma 2006;53:183-90. 15. Cardinale D, Sandri MT, Colombo A, et al. Prognostic 16. 17. 18. 19. 20. 807 value of troponin I in cardiac risk stratification of cancer patients undergoing high-dose chemotherapy. Circulation 2004;109:2749-54. Cardinale D, Sandri MT, Martinoni A, et al. Left ventricular dysfunction predicted by early troponin I release after high-dose chemotherapy. J Am Coll Cardiol 2000;36:517-22. Burjonroppa SCTA, Xiao LC, Johnson MM, et al. Cancer patients with markedly elevated B-type Natriuretic peptide may not have volume overload. Am J Clini Oncol 2007; 30:287-93. Yeh ET. Cardiotoxicity induced by chemotherapy and antibody therapy. Annu Rev Med 2006;57:485-98. Yeh ET, Tong AT, Lenihan DJ, et al. Cardiovascular complications of cancer therapy: diagnosis, pathogenesis, and management. Circulation 2004;109:3122-31. Yusuf SW, RazeghiP, Yeh ETH. The diagnosis and management of Cardiovascular disease in Cancer patients. CurrProbl Cardiol 2008;33: 163-96 İndeks A Ablasyon 783 Aborted shock 706 ACC/AHA Kliniko-Patolojik Evrelendirmesi 417, 419 ACE İnhibitörleri 74, 97, 330, 430 ACEİ tedavi 409 ADHERE çalışması 43, 44, 105, 147, 150, 151, 354, 364, 365, 368, 369, 391, 408 Adrenalin 517 Adrenerjik reseptör blokerleri (bkz, beta blokerler97 Adrenomedüllin 148 Afterload 11 AHA/ACC Evreleri 556 AHI 687, 690, 693 Akciğer kompliyansı 472 Aksiyon potansiyeli 8 Aktif miyokardit 744 Akut kalp yetersizliği 101, 305 Akut koroner sendrom 536 Akut miyokard infarktüsü 388, 695 Akut miyokardit 744 Akut pulmoner (akciğer) ödemi 382 Akut semptomatik hiponatremi (bkz, hiponatremi) 359 Akut vazodilatör test 679 Albumin 522 Aldosteron 167 Aldosteron antagonistleri 84, 96, 98, 433 Alfieri tekniği 249 Alkile edici ajanlar 804 ALKK çalışması 712, 723 Alveolar ödem 404 Alveolar ölü-boşluk 485 Amiodaron 527, 775, 776 Anemi 567, 589 Ani kardiyak ölüm 779 Ani ölüm 778 Anjiyotensin-aldosteron sistemi 73 Anjiyotensin-II reseptörleri 73 Anjiyotensin-II reseptör blokerleri 95, 97, 432 Anksiyete 798 ANP 36 Antiaritmik ilaçlar 100, 440 Antihiperglisemik tedavi 583, 584 Antikoagulanlar 99 Antikoagülasyon 777 Antimetabolitler 805 Antimikrotubuler ajanlar 805 Antitrombositler 99 Antrasilinler 802, 803 Apnea 693 Apoptozis 734 ARB’ler (bkz, anjiyotensin II reseptör blokerleri) 75 ARDS 488 Aritmiler 439, 565 Arjinin vazopressin 160 Artrit 568 AT1 ve AT2 reseptörleri 73 Atım hacmi 270 ATLAS çalışması 82 Atriyal fibrilasyon 566, 773 Atriyoventriküler dissenkroni 282 B Basınç desteği (mekanik ventilasyon) 472, 474 Batista girişimi 247 Batista operasyonu 243, 246 Batıda üç bölge 484 Bat-wing (bkz butterfl görünümü) 402 Benadrilin 798 Benzodiazepinler 475 Beta adrenerjik reseptör blokerleri 435 Beta-Bloker ilaçlar 85, 335 Beta reseptörler 85 809 810 İndeks BHAT çalışması 93 Bifazik pozitif havayolu basıncı 477, 481 Bikarbonat 519 Biomedicus Biopump 255 BiPAP 463, 477, 691 Bisoprolol 92 Biventriküler resenkronizasyon pacing 100 Biyopsi 747 BNP (bkz natriüretik peptidler) 36, 104, 114, 347, 383, 388, 412 Böbrek yetersizliği 602 Bosentan 674 B-tip natriüretik peptid (bkz BNP) 113 Butirofenonlar 475 Butterfly 402 Butterfly görünümü 654 C CAPRICORN çalışması 96, 209, 512, 563 CAPTIM çalışması 706 CardioWest TAH 255 CARMEN çalışması209 CASS çalışması 513 CHARM çalışması 83, 95 CHARM-Alternative çalışması 83 CHARM-Preserved çalışması 193, 578 Cheyne- Stokes solunumu 372 CHOİR çalışması 593 CHRISTMAAS çalışması 563 CIBIS -II çalışması 93 Cisplatin 804 CK-MB 389 Cockcroft-Gault eşitliği 619 Cockroft formülü 571 COMET çalışması 93, 96, 589 Connexin 7 CONSENSUS çalışması 81, 94, 619 COPERNİCUS çalışması 91 CorCap 243 CPAP 327, 344, 463, 464, 471, 690 CREATE çalışması 593 CRT 251, 410, 445 C-SMART çalışması 244 CURE çalışması 512 Cystatin C 612 Çinko İçerikleri 503 D 6-Dakika yürüme testi 768 Dallas patoloji kriterleri (bkz miyokardit) 743 Darbepoetin-alfa 592 DASH diyeti 513 D-dimer 388 Dekonjesyon 540 Demir 593 Deoksiribonükleik asit mikro-array 612 Depresyon 798 Deselerasyon zamanı 277 DIG çalışması 193 Dıgıbınd 56 Digital glikozidleri 774 Digoksin 50, 99, 326, 621, 719, 736 Digoksin immun fab 56 Dijital 438 Dijital toksisitesi 52 Dilate kardiyomiyopati 32 Diltiazem 529 Dinamik kardiyomiyoplasti 244 Dislipidemi 512 Dispne 371 Diüretikler 58, 331, 530 Diüretik refrakterliği 99, 542 Diüretik rezistansı 68, 333 Diüretik rotasyonu 352 Diüretik tedavi 98, 428 Diüretik toleransı 333 Diyabetes mellitus 500, 512, 563, 579 Diyastolik fonksiyon 768 Diyastolik disfonksiyon 185 Dobutamin 118, 325, 336, 524, 718 Dofetilid 777 Doku doppler ekokardiyografi 271, 291 Doku doppler ekokardiyografi 279 Dopamin 123, 336, 524, 718 Dopaminerjik- diürez 544 Dor girişimi 244 Doxorubisin 804 Düşük tuz sendromu 493 E ECLS çalışması 724 ECMO çalışması 254 EFICA çalışması 115 Egzersiz 443 Egzersiz eğitimi 443 Ekspiratuar pozitif havayolu basıncı 477 Eksternal kontrpulsasyon 446 Ekstrakorporal yaşam desteği 724 Elektriksel kardiyoversiyon 777 Elektriksel tedavi 775 Elektrolitler 548 ELITE çalışması 83, 606, 620 ELİTE-I çalışması 575 ELİTE-II çalışması 575, 606 Emzirme 631 İndeks Endomiyokardiyal biyopsi 747 Endotelin 163 Endotelin reseptör antagonistleri 674, 683 Endotrakeal intubasyon 473 EPAP 477 EPHESUS çalışması 84, 96 Epinefrin 126, 338, 719 Eplerenon 64 Epoetin-beta 592 Epoprostenol 674 Epoprotenol 675 Ergorefleks etkileri 39 ESA 593 Esansiyel yağ asitleri 502 ESCAPE çalışması 115, 612, 761 Etkin dolaşım volumu 543 EUROPA çalışması 512 EVRE A-D 419, 420, 422, 423, 426 F Faktör 15 148 Fantom tümörü 651 Fantom Tümörü 406 FERRIC-HF çalışması 594 Fizyolojik PEEP 474 Flolan 675 5-Florourasil 805 Fluoksetin 798 Fonksiyonel mitral regürjitasyonu 206 Forrester hemodinamik evrelendirmesi 704 Forrester sınıflaması 308, 556 Fosfodiesteraz-5 inhibitörü 674 Fosfodiesteraz İnhibitörleri 337 Framingham çalışması 139, 513 Frank-Starling prensibi 5 Fulminan miyokardit (bkz miyokardit) 743 Furosemid 63, 344, 530 Furosemid infüzyon 334 G Galektin-3 148 Gap- junctionlar 7 Gault formülü 571 Gebelik 624 Gebelik kardiyomiyopatisi 731 Genetik risk prediktörleri 511 Göğüs radyografisi 396 Gore-Tex yama 715 GUSTO çalışması 722, 725 Gut 568 H HCT çalışması 593 HeartMate çalışması 255 HeartMate-II çalışması 256 Hemokonsantrasyon 361 Hemoptizi 48, 381 Hemopump 726 Henry-Gauer atriyal refleksi 160 Hibernasyon 241 Hiberne miyokardiyum 771 Hill’in kas modeli 11 Hiper-diürez 538 Hiperkapni 472 Hiperpotasemi 519, 551 Hipertansiyon 513, 561 Hipertonik sodyum klorür 521 Hipertrofik kardiyomiyopati 30 Hipomagnezemi 554 Hiponatremi 355, 549, 359 Hipopnea 693 Hipopotasemi 553 Hipoventilasyon 457 Hız kontrolu 774 HMG CoA redüktaz inhibitörleri 567 HOPE çalışması 82, 512, 563 HPS çalışması 512 I IE ratio 475 IGF -1 792 IGF-I 792 Impella 254 Impella CardıoSystems 727 Impella recover 727 IMV 474 IPAP 477 İABP 449, 720 İCD 100 İfosfamid 804 İlerlemiş kalp yetersizliği 757 İlerlemiş kronik kalp yetersizliği tedavisi 765 İlloprost 675 İmitanib 805 İmpedans (impedance) kardiyografi 49 İmprovement-HF çalışması 152 İndapamid 429 İnflamatuar kardiyomiyopati 743 İnodilatör 541 İnotroplar 368 İnspirasyon/ekspirasyon oranı 475 İnspiratuar basınç zirvesi 472 İnspiratuar pozitif havayolu basıncı 477 insülin growth faktör I 792 811 812 İndeks İntercaleted-diskler 7 İnterferonlar 805 İntermitan zorunlu (mandatory) ventilasyon 474 İntertisiyel ödem 404 İntertisyel pulmoner ödem 403 İnterventriküler dissenkroni 282 İntra-aortik balon karşı-pulsasyon 721 İntra-aortik salon pompası (bkz İABP) 449 İntravenöz ilaç tedavi protokolleri 303 İntraventriküler dissenkroni 282 İntrinsek PEEP 471 İskemik mitral regürjitasyonu 197 İskemik paralizi 704 İzovolumik miyokardiyal akselerasyon 272 İzovolumik relaksasyon zamanı 277 J Jarvik 2000 256 Jatene Dor prosedürü 243 K Kalp debisi 270 Kalp siklusu 13 Kalp transplantasyonu 771 Kalp yetersizliğinin tanımı 415 Kalsiyum 496 Kalsiyum içeriği 496 Kalsiyum kanal blokerleri 673, 683, 774 Kandesartan 95 Kapanma volumu 482 Karbonhidratlar 503 Karbon monoksit diffüzyon kapasitesi 644 Kardiyak glikozidler 339, 438 Kardiyak resenkronizasyon 282 Kardiyojenik şok 452, 695 Kardiyopulmoner bypass 725, 726 Kardiyopulmoner egzersiz testi 768 Kardiyorenal sendrom 352, 610, 760 Karvedilol 92 Kardiyak kaşeksi , 560 Kavşak-yarığı 7 KDQI 600 Kelebek görüntüsü 402 Kerley A ve C çizgileri 650 Kerley B çizgileri 405, 650 Kerley septal çizgileri (bkz Kerley A, B, C) 402 Killip sınıflaması 556, 695, 702 Kimbal 702 Kısıtlayıcı dolum paterni 277 Klorotiyazid 429 KOAH 566 Kolloidler 548 Kompliyans 482 Korunma 507 Korunmuş sistolik işlevli kalp yetersizliği (bkz diyastolik disfonksiyon) 276 Kristaloidler 548 Kromogranin A 148 Kronik böbrek hastalığı 513 Kronik böbrek yetersizliği 599 Kronik dializ 608 Kronik persistan miyokardit (bkz miyokardit) 744 Kronik tromboembolik hastalık 667 Kulp diüretikleri 60, 324, 342 Kulp-diürezi 544 Kusmaul solunumu 373 L Laktatlı ringer solüsyonu 520 Laplace kanunu 6 Levosimendan 120, 337, 525 LİDO çalışması 121 Lidokain 528 LİFE çalışması 95 Liponektin 148 Losartan 95 M Magnezyum 497, 522 Mannitol 521 MAPPET-3 çalışması 669 Matriks 20 Matriks remodelingi 145 McCarthy Coapsys cihazı 207 McConell belirtisi 661 MDC çalışması 93, 95 Mekanik dissenkroni 282 Membran stabilize eden aktivite 89 Meme sütü 631 MERİT- HF çalışması 91, 92, 576 Metformin 585 Metoprolol 92, 528 MİAMİ çalışması 335 Milrinone 120, 325 Mitral regürjitasyonu 176, 697 Miyokardit 732, 743 Miyokardiyal gevşeme bozukluğu 277 Miyokardiyal stunning 698 MONİCA survey 139 Morfin 328, 531 Müller manevrası 689 Myosplint cihazı 243 N Natriüretik peptidler (bkz BNP) 37, 113, 146, 147, 325 Natriüretik peptidler (bkz Neritide) 369 İndeks Natriüretik sistemler 36 Nebivelol 96 Nefes darlığı 371, 372 Nesiritide 118, 355 NGAL 612 Nitrik oksid 163 Nitrodilatörler 368 Nitrogliserin 344, 527, 720 Nitroprussid 117, 344, 518 NIV (noninvazif ventilasyon) 476 Noktasal takip 273 Non-invazif mekanik ventilasyon 463, 476 Non-invazif pozif basınç ventilasyon 464 Noradrenalin 531 Norepinefrin 126, 339, 531, 719 Nörohormonlar 145 Novacor destek cihazı 255 NT-proBNP 412 NYHA sınıflaması 42, 416, 426, 556 O-Ö Obezite 499, 513 Obstrüktif uyku apnesi 687 Oksijenasyon 471 Olmstead çalışması 573 Opiatlar 475 OPTİMAL çalışması 95 Optimal diürez 538 OPTİME- CHF çalışması 120 OPTIME- HF çalışması 106 OPTIMIZE-HF çalışması 594 Orantılı nabız basıncı 407 Ortopne 645 Osteoprotegerin 148 OtoPEEP 471 Ozmotik-diürez 544 Ödem 46, 375 Öksürük 47 Övolemik hiponatremi (bkz hiponatremi) 358 P Pacemakerler 445 Paclitaxel 805 Palato-faringoplasti 691 Pancuronium 475 Paroksismal noktürnal dispne 372 PEEP 471 Pendelluft 483 Penn formülü 269 PEP-CHF 193, 578 Periarteriyel manşetlenme 405 Periferik siyanoz 374 813 Peripartum kardiyomiyopati (bkz gebelik) 731 Perkütan anuloplasti 249 Perlinganit 527 Permisif hiperkapne 474 PIOPED çalışması 662 PIOPED-II çalışması 662 PIP 472 Plato basıncı 472 Plazma ozmolaritesi 548 Pompa yetersizliği , 559, 695 Post-infarktüs remodelling 177 Postoperatif pulmoner hipertansiyon 684 Potasyum 493, 496 Potasyum klorür 519 Pozitif ekspirasyon-sonu basıncı 471, 474 PPP 407 Preload 11 PRIDE çalışması 147 PRIME-II çalışması 619 PROactive çalışması 586 pro-BNP (bkz NH-proBNP) 104 Propafenon 530 Propofol 475 Prostanoidler 683 Prostasiklin analogları 674 Protein İçeriği 504 PRR 362 Psödonormalizasyon 185 Psödo-normalleşmiş dolum paterni 277 Pulmoner akselerasyon zamanı 289 Pulmoner arteriyel hipertansiyon 655, 670, 676 Pulmoner arter kateteri 115 Pulmoner embolizm 387, 667 Pulmoner ödem 403 Pulmoner tromboembolik hastalık 661 Pulmoner venöz hipertansiyon 403, 653, 657 PW doku doppler ekokardiyografi 271 R RALES çalışması 84, 96, 145, 621 Redistürbisyon 402 Refrakter son-evre kalp yetersizliği 426, 771 Remodulin 675 REM uyku 693 RENAISSANCE çalışması 592 Renin-anjiyotensin-aldosteron sistemi 36, 73, 158, 165, 350 Reperfüzyon 712 Resenkronizasyon 764 Resenkronizasyon tedavisi 445 RESOLVD çalışması 95 Restrain device 771 Restriktif kardiyomiyopati 31 Rezerv Frank-Starling 699, 700, 703 RIFLE çalışması 613 814 İndeks Risk faktörleri 509 RUSSLAN çalışması 121 S Santral siyanoz 374 Santral uyku dispnesi (SUA) 691 SAVE çalışması 82, 563 Sefalizasyon 402 Selenyum eksikliği 734 Sempatik sinir sistemi aktivitesi 350 SENIOR çalışması 96, 194, 577 Senkop 45 Sepatomimetikler 122 Serbest duvar rüptürü 697 SHOCK-2 çalışması 724 SHOCK çalışması 206, 708, 723, 724, 725 Sigara 513 Sighing 372 Siklofosfamid 804 Sildenafil 674 Silüet bulgusu 399 Sistolik fonksiyonları korunmuş kalp yetersizliği (bkz diyastolik disfonksiyon) 183 Sitaxsentan 674 Sitoskeleton 20 Siyanoz 45, 374 Sodium nitroprussid 518 Sodyum 492 %3 Sodyum klorür 520, 521 Sodyum kontrollü diyetler 494 Soluma işi 483 solunumsal asidoz 457 SOLVD çalışması 94, 365, 563, 564, 574, 601, 604, 615, 773 SOLVD-korunma çalışması 82, 574 SOLVD-korunma bacağı 94 SOLVD-tedavi çalışması 81 Sol ventrikül kitlesi 268 Sol ventrikül remodellingi 172 Speckle Tracking 273 Spironolakton 64, 429 ST2 148 Starling kuvvetleri 642 STARS-BNP çalışması 147 Statinler 567 Stiff heart 704 Strain görüntüleme 281, 292 Stres ekokardiyografi 294 Stunning 241, 698 SURVİVE çalışması 121 Sol ventrikül kitle indeksi 269 T TACTICS çalışması 721 Tahtaravalli hareketi 472 Tandem Heart destek cihazı 254, 714 Tei indeksi 270, 272, 291 TEKHARF çalışması 773 Ters oranlı ventilasyon 486 Tethering etkisi 199, 698 the West three zone 484 Thoratec 255 Tiamin 497 Tidney injury molecule 1 612 Tirozin kinaz inhibitörleri 804 Tiyazidler 63 Tiyazolidindionlar 586 Tokolitik tedavi 734 Torrent-Guasp modeli 17 TRACE çalışması 615 Trastuzumab 802 TREND çalışması 563 Treptostinil 675 TRIUMPH çalışması 724 Tromboembolik pulmoner hipertansiyon 683 Troponin 5, 389 TÜRKAY çalışması 152 Tuz 493, 495 U UKPDS 512, 563, 584 Ultrafiltrasyon 128, 260, 324, 344, 367 Undersize anuloplasti 771 UNLOAD çalışması 368 US Carvedilol heart failure study 92 Uyku apnea sendromu 39, 513 Uyku-apnesi 566, 687 V Val-HeFT çalışması 83, 95, 564, 606 ValHeFT çalışması 145, 589 VALIANT çalışması 615 VALİANT çalışması 84 Valsartan 95 Vazodilatörler 324, 329 Vazopressin 127 Vazopressin reseptör antagonistleri 127 Vazopressör destek 541 Vazoreaktivite testi 666 Vecuronium 475 Velocity Vector Imaging 274 Venice sınıflaması 655 Ventilasyon 471 Ventilasyon/perfüzyon 484 İndeks Ventriküler aritmiler 778 Ventriküler septal rüptür 697 V-HeFT-I çalışması 606 V-HeFT-II çalışması 94, 606 Vitamin D 496 VMAC çalışması 106 Volum-kontrollu mekanik ventilasyon 480 Volu-travma 488 V/Q 484 V/Q uyumsuzluğu 456 W Wheezing 372, 645 X Xenotransplantasyon 251 Y Yağ asidi dağılımı 502 Yaşam biçimi 513 Yaşlı kalp 569 Yeniden doldurma (bkz PRR) 361 Yorgunluk 48 Z Zorlama diürez 543 815