_____________________________________________________________________________________ Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date 14.10.2016 Yayınlanma Tarihi / The Publication Date 20.10.2016 Dr. Mehmet Emin BARS MEB m_e_bars_21@hotmail.com YUNUS EMRE’NİN DEYİŞLERİNDE İSLAM’IN ŞARTLARI Öz Yunus Emre’nin hayatı ile ilgili kesin bilgiler bulunmamaktadır. Tarihî kaynakların verdiği bilgiler eksik ve yetersizdir. Hayatı menkıbeler yoluyla destanlaştırılmıştır. Bu durum yaşadığı dönemden günümüze gelinceye kadar geçen uzun zaman sürecinde onunla ilgili pek çok bilginin değişikliğe uğramasına sebep olmuştur. Yunus Emre’nin hayatı hakkında en geniş bilgi menkıbelerde bulunmaktadır. Ancak bu bilgiler halk rivayetlerine dayandığından gerçek hayat hikâyesini vermekten uzaktır. Yunus, kültür dünyamızda sadece sufi kimliği ile tesir eden bir şahsiyet değildir. O yalnızca Tasavvuf/Tekke edebiyatını değil bütün Türk edebiyatını derinden etkilemiş şahsiyetlerden biridir. Yunus Emre’nin doğduğu çağda üst üste gelen Moğol akınları Anadolu’yu harap etmiş; halk bezgin, umutsuz ve bitkin bir hale düşmüştür. Vergilerin ağırlaşması hayatı çekilmez bir hale koymuş, kıtlık ve kuraklık yaşamı hayli zorlaştırmıştır. Haçlı seferleri ve Moğol istilasından muzdarip insanlar, ruhlarını sükûnete erdirmede tekke ve şeyhlere başvurmuşlardır. Mevlâna ve Yunus gibi kişiler müslümanların bu umutsuz günlerinde ortaya çıkmıştır. Bu çalışmamızda Yunus Emre’nin dizelerinden yola çıkılarak İslam’ın beş şartı incelenmiştir. Anahtar kelimeler: Yunus Emre, İslam, ibadet, ihlas. Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları PILLARS OF ISLAM IN THE WORDS OF YUNUS EMRE Abstract There is no exact information about the life of Yunus Emre. The information provided by the historical sources is incomplete and insufficient. His life has been made saga through tales. This case, from his era until the present day during the last long time has caused a lot of changes related to the information about his life. The most information about Yunus Emre is found in the tales. However, because it based on public narration such information is far from the true life story about Yunus Emre. Yunus is not just a person acting with Sufi identity in our cultural world. He is one of the people that has deeply influenced not only the Sufi/ Dervish literature but also the all Turkish literature. In the era that Yunus was born, overlapping Mongol invasions ruined Anatolia and because of this people were weary, exhausted and desperate. Exacerbation of taxesmade life unbearable and beside this, famine and drought made life much more difficult. People, who suffer from the Crusades and the Mongol invasions, consulted dervish and sheikhs to relieve their souls. People like Mevlana and Yunus Emre appeared these desperate days of Muslims. In this study, the five pillars of Islam have been examined byutilizing the verse of Yunus Emre. Keywords: Yunus Emre, Islam, worship, sincerity. Giriş Dünya üzerinde Türk kültürü oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Türk kültürü coğrafî genişliğinin yanında o kadar da tarihî derinliğe sahiptir. Bu coğrafî genişlik ve tarihî derinliğe rağmen Türk kültürü, küçük farklarla bir bütün olarak günümüze kadar gelmiştir. “Türkler tarihleri boyunca farklı muhitlere yayılmışlar. Ancak beraberlerinde din, dil ve edebiyatlarını da götürmüşler, bunları yeni coğrafyalara, yeni kültürlere tatbik etmişlerdir. Bu sebepledir ki, Adriyatik’ten Çin Denizi’ne kadar geniş bir coğrafyada bir Nasreddin Hoca fıkrasına, bir Dede Korkut Boyu’na rastlamak mümkündür” (Güzel, 1998: 66). Farklı mekân ve zamanlarda yetişen edebî şahsiyetler arasında müşterek duygulara, ortak motiflere, benzer ifadelere rastlamak mümkündür. “Yunus Emre’nin yaşadığı XIII. asırda hüküm süren Anadolu Selçuklu Devleti, 1243 yılında meydana gelen Kösedağ savaşıyla birlikte büyük oranda siyasi gücünü kaybetmiştir. Moğollar önce Sivas’a, daha sonra Kayseri’ye yürümüşler, pek çok insanı kılıçtan geçirmişlerdir. Devletin başında bulunan II. Giyaseddin Keyhüsrev Antalya’ya kaçmış ve Anadolu’yu Moğollara bırakmıştır. Onun 1246 yılındaki ölümünden sonra ülkede yer yer isyanlar çıkmış, Türkmen beylikleri arasında ayaklanmalar başlamış ve bir otorite mücadelesi baş göstermiştir. Beylikler arasında en güçlü konumda bulunan Osmanoğulları 1289 yılında Yunus’un yaşadığı çevre Eskişehir ve bölgesini almışlar, 1292 yılında Sakarya’nın güneyine kadar inmişlerdi. 1326 yılında ise Osmanlılar tarafından Bursa ele geçirilmiş ve bundan böyle Bursa beyliğin merkezi olmuştur” (Yılmaz, 2013: 153). Bu dönem Anadolu Selçuklu devletinin siyasi, ekonomik ve sosyal bakımlardan oldukça sıkıntılı dönemidir. Siyasi otorite zayıflamış, taht kavgaları ve iç isyanlar başlamıştır. Halk büyük bir huzursuzluk içindedir. The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 287 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları Yunus Emre’nin doğduğu bu çağda üst üste gelen Moğol akınları Anadolu’yu harap etmiş; halk bezgin, umutsuz ve bitkin bir hale düşmüştür. Vergilerin ağırlaşması hayatı çekilmez bir hale koymuş, kıtlık ve kuraklık yaşamı hayli zorlaştırmıştır. Halk bir tarafta Moğol saldırılarıyla uğraşırken diğer tarafta iç karışıklıklarla da mücadele etmiştir. Haçlı seferleri, Moğol baskınları ve iç karışıklıklarla yaşam çekilmez hal almış, insanlar teselli ve sükûneti tasavvufta aramaya başlamıştır. Haçlı seferleri ve Moğol istilasından muzdarip insanlar ruhlarını sükûnete erdirmede tekke ve şeyhlere başvurmuşlardır. Mevlâna ve Yunus gibi kişiler müslümanların bu umutsuz ve mutsuz günlerinde ortaya çıkmıştır. Bu dönem aynı zamanda Selçukluların Anadolu’yu medrese, çeşme, cami, kervansaraylarla zenginleştirdiği, tarikatların vücut bulup çoğalmaya başladığı bir dönemdir. Mâverâü’n-nehir, Irak, İran, Suriye, Mısır gibi yerlerden çok sayıda ilim adamı ve tarikat önderi Anadolu’ya gelmiştir. Kapadokya bölgesinde Hacı Bektaş-ı Veli, Konya’da Mevlâna ve Sadreddin Konevî, Tokat’ta Fahreddin Irâkî, Kayseri ve Sivas’ta Necmüddin Dâye bu dönemde yetişmiş ünlü mutasavvıflardır. Gezginci dervişler, Kalenderiler, Babâiler, Abdalân-ı Rum, Fütüvvet ehli, Ahî teşkilatları ve Gâziyan-ı Rum denilen tasavvuf ağırlıklı ekoller yine bu dönemin en önemli oluşumlarındandır. Yunus Emre böyle bir ortamda XIII. yüzyılın ilk yarısı ile XIV. yüzyılın başlarında yaşamış bir mutasavvıftır. “Ne var ki Yunus Emre hakkındaki bilgilerimiz kitabi olmakla birlikte daha çok söylencelere dayanmaktadır. Yunus’un kırsal bir arazide doğduğu, çobanlık, odunculuk veya çiftçilik gibi mesleklerle uğraştığı ve fakir bir Türkmen köylüsü olarak yaşam sürdüğü kesindir. Yunus’un ailesi ve evliliği hakkındaki bilgimiz ise oldukça yetersizdir. Şeyhi Tapduk Emre’nin kızı Güllü ile evlendiğine dair bazı ipuçları vardır” (Yılmaz, 2013: 154). Yunus Emre’nin hayatı ile ilgili kesin bilgiler bulunmamaktadır. Tarihî kaynakların verdiği bilgiler eksik ve yetersizdir. Hayatı menkıbeler yoluyla destanlaştırılmıştır. Bu durum yaşadığı dönemden günümüze gelinceye kadar geçen uzun zaman sürecinde onunla ilgili pek çok bilginin değişikliğe uğramasına sebep olmuştur. Yunus Emre’nin hayatı hakkında en geniş bilgi menkıbelerde bulunmaktadır. Ancak bu bilgiler halk rivayetlerine dayandığından gerçek hayat hikâyesini vermekten uzaktır. Yunus, kültür dünyamızda sadece sufi kimliği ile tesir eden bir şahsiyet değildir. O yalnızca Tasavvuf/Tekke Edebiyatını değil Türk Edebiyatını derinden etkilemiş ender şahıslardan biridir. “Şiirleri varyantlaşan ve hayatı efsaneleşen Yunus Emre de sözlü şiir geleneğinin diğer temsilcileri gibi yaşadığı dönemden ziyade, Batı Avrupa’da ortaya çıkan ve yaklaşık iki yüzyıl sonra Türkiye’ye ulaşan ‘folklor’ hareketleriyle birlikte aydının ve yazılı alanın gözünde önem kazanmış ve değerli bulunmuştur” (Oğuz, 2011, 7). Sözlü kültür içindeki varyantlı şiirleri, farklı ve zengin menkıbeleriyle günümüze ulaşan Yunus Emre’yi Türkiye’de değerli bulan aydınlarla II. Meşrutiyet’ten sonra karşılaşılmıştır. Menkıbelerin çoğunda Yunus Emre’nin ümmi olduğundan söz edilir. Menkıbelere göre o Allah’a ilim yolu ile değil aşk yoluyla bağlanmıştır. “Yunus Emre, sanıldığı gibi okumayazması olmayan cahil bir kişi değildir. Eldeki belgelerin incelenmesi sonucunda, şeyh soyundan olduğu, kendisinin de bu bilgili, mal mülk sahibi aile içinde yetiştiği gibi, Karamanoğulları sarayında hatırı sayılır bir kişi olduğu, Toroslarda yaşayan Türkmenlerin, Onu ‘şeyh’ olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Karaman Tarihi’ni yazan Şikari de, Ondan şeyh olarak söz etmektedir” (Akdemir-Kavruk, 2012: 117). Yunus’un cümle yapısı kısa ve basittir. Bu özellik hayatını basit, süsten ve gösterişten uzak yaşayan Türk milletinin hayat tarzını yansıtmaktadır. Cümlelerinin kuruluşu Türkçe cümle yapısını korur. Yunus Emre Türk şiirinin sevilmesinde ve benimsetilmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. O, Türkçenin sevimli ve güler yüzüdür. The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 288 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları “Dinî-tasavvufî halk şiirinin en önemli temsilcisi olan Yunus Emre’nin; ülkemizin değişik bölgelerinde mezarının sahiplenilişi, yaşamı etrafında ortaya çıkan menkıbeler ve Anadolu’da Yunus edasıyla şiir söyleyen Âşık Yunusların varlığı, onun ne denli sevilen ve benimsenen biri olduğunu gösteren birkaç örnektir. Yunus’un üslubundaki sadelik ve akıcılık, şiirindeki samimiyet, insan ruhunun evrensel özelliklerini yansıtmadaki derin duyuşu ve bütün bunları İslamiyet ölçüsünde gerçekleştirmedeki dikkati kendinden sonraki tekke şairlerinin ondan büyük ölçüde etkilenmesinin yolunu açmıştır” (Daşdemir, 2013: 737-738). Yunus Emre’nin en önemli eseri Divanı’dır. Divan aruz ölçüsüyle ve gazel şeklinde yazılmıştır. Yunus’un en güzel şiirlerinin hece ölçüsüyle ve dörtlükler halinde söylenmiş ilâhileri olduğunu söylemek mümkündür. Yunus Emre’nin mezarı, makamı veya türbesi diye adlandırılan yerlerin sayısı 15’in üzerindedir. Yunus Emre’nin birden çok yerde mezarının bulunması onun ne denli sevildiğini ve anlatıldığını göstermektedir. Genç yaşında Yunus’un Taptuk Emre ile buluşması, kırk yıl boyunca dergâhında hizmet görmesi, sonunda şiir söylemeye başlaması dervişlik hikâyesinin önemli dönüm noktalarını oluşturur. Yunus ile ilgili makale düzeyinde yapılan incelemelerde Yunus’un gönül dünyası, insan anlayışı, makamları, halk kültüründe yeri gibi konular incelenmiştir. Bazı şiirlerinin çeşitli yöntemlere göre tahlili de üzerinde en fazla durulan yönlerinden biri olmuştur. Kitap düzeyindeki çalışmalarda ise çoğunlukla divanını meydana getirilmeye çalışılmıştır. Bugün Yunus ile ilgili itikadî ve ibadet konuları araştırmalara ihtiyaç duymaktadır. Bu yönde yapılacak çalışmalar Yunus’un özellikle Türk edebiyatındaki değerini daha doğru biçimde gözler önüne serecektir. Bu çalışmamızda Yunus Emre’nin dizelerinden yola çıkılarak İslam’ın temel ibadetlerinden beş şartı incelenecektir. 1. Yunus Emre’de İslam ve İbadet İslam kelimesi “barış, barışıklık, sulh” (Devellioğlu, 1997: 953) anlamlarına gelen silm (selm) kökünden türemiştir. Kelimede daha çok “sulh ve selamet gayesiyle boyun eğmek, tabi ve teslim olmak” manaları öne çıkarılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de Allah katındaki hak dinin karşılığı olarak kullanılmış, ondan başka hiçbir dinin Allah tarafından kabul edilmeyeceği ifade edilmiştir. Hz. İbrahim için “müslim” kelimesinin kullanılması İslam’ın geçmişten beri tüm ilahî dinlerde bulunan tevhid inancının ve hak dinin devamı olduğunu göstermektedir. İslam’ın dinî tarifinde Allah’ın birliği ilkesi, ona bütün kuşkulardan arındırılmış bir teslimiyetle bağlanma ön plana çıkarılmıştır. Bu durum “kişinin bilerek ve samimiyetle kendisini Allah’a teslim etmesi” anlamına gelen İslam terimiyle belirtilmiştir. “Böyle olduğu için de İslâm, Hz. Muhammed’in temel öğreti ve esaslarını vahiy yoluyla Allah’tan aldığı ve ilk uygulamalarını bizzat kendisinin gerçekleştirdiği, zamanla müslüman toplumlar tarafından insanlığın diğer zihnî ve amelî birikimlerinden de istifade ile geliştirilen din ve dünya görüşünün; insan, toplum, devlet gibi insanî konularda kendine has ilkeleri ve felsefesi bulunan tarihî tecrübenin, kültür ve uygarlığın genel adı olmuştur” (Sinanoğlu, 2001: 2). İbadet kelimesi ise “Allah’ın emirlerini yerini getirme, tapma, tapınma” (Devellioğlu, 1997: 401) anlamlarına gelmektedir. İbadet dinî bir terim olarak “İnsanın Allah’a saygı, sevgi ve itaatini göstermek, O’nun hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle ortaya koyduğu belirli tutum ve gerçekleştirdiği davranışlar için kullanıldığı gibi daha genel olarak aynı mahiyetteki düşünüş, duyuş ve sözleri de ifade eder; ancak kelimenin dinî içerikli belli ve düzenli davranış biçimleri için kullanımı daha yaygındır” (Sinanoğlu, 1999: 233). İbadet çeşitli dinlerde ve dillerde farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Uygulamaları da farklı olmuştur. Dinlerin ibadeti ifade etmek için The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 289 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları seçtiği kelimelere ait anlamların ortak noktasında acziyet, sığınma, yüceltme, sevgi ve korku gibi duygularla bir tanrıya veya tabiatüstü varlıklara yönelip, bunlara karşı saygı göstermek üzere belli davranışları yerine getirmek vardır. İlk insandan itibaren bütün insanlar, Allah tarafından gönderilen tevhid dininin esaslarını kavrayacak ve hayatlarını bu esaslara göre düzenleyecek seviyede yaratılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, yaratılıştan itibaren Allah’ın insanlara bildirdiği dinin tevhid (Hanif) dini olduğu ve buna uygun bir fıtratta yaratıldığı belirtilmiştir (Rûm/30). “İnsanlar yüceltme, sevgi, sığınma, korku, acziyet, dünyevî menfaat elde etme, zarar ve sıkıntılardan kaçınma ve kurtuluşa erme gibi duygu ve etkenlerle başlangıçtan beri bir yüce varlığa veya çeşitli varlıklara inanmış ve inandıklarına uygun bazı söz ve davranışlarla kulluklarının gereğini yerine getirmiş yani ibadet edegelmiştir” (Sinanoğlu, 1999: 234). İnsanlarda bulunan en yaygın ibadet şekli bir yüce varlığa veya çeşitli varlıklara çeşitli gayelerle dua edip yalvarmaktır. İlkel kabilelerden İslam’a kadar dinlerin çoğunda farklı ibadet şekilleri bulunmuştur. Afrikalı ilkel kabilelerin çoğu diğer ilahî varlıkların ve ruhların üstünde bir yüce tanrıya inanmışlar, bu yüce tanrı kabile insanı tarafından soyut bir güç olarak algılanmış, çeşitli sıfatlarla nitelendirilmiş ve bunlara muhtelif şekillerde ibadet edilmiştir. İlkel kabile dinlerinde ibadetler ferdî veya cemaat halinde bir yüce varlığa dua etme, ona bazı hayvanları kurban olarak sunma, yiyecek ve başka şeyler takdim etme şeklinde cereyan etmiştir. Hinduizm’de ibadet, ferdin ve toplumun mutluluğu üzerinde etkili olduğu kabul edilen ve dinin tarihî seyrinde farklı fonksiyon ve isimlere sahip bulunan tanrılar için yapılmış. Hinduizm’de tanrılara birkaç çiçek takdim edilmesinden ibaret olan günlük uygulamalardan büyük bir katılımla kutlanan dinî bayramlara kadar farklı özelliklere sahip ayinleri içermiştir. Budizm’de mabedlerde Buda’nın heykeline tazimde bulunulmuş, ona çiçek ve tütsü sunulmuş, ateş veya mumlar yakılmıştır. Budistler Buda heykelinin önünde diz çöküp secdeye kapanmışlardır. Japon Şintoizm dininde ibadetler daha çok hastalık, kuraklık, deprem gibi sıkıntı ve afetlerden kurtulmak ve iyilikleri elde etmek amacına yönelik yapılmıştır. Eski Türklerde mağaralar, mukaddes dağlar ve yer-sular, hakanın otağı ve obalar, abidevî mezarlar, ev veya Türk çadırı önemli dinî merasimlerin yapıldığı mekânlar olmuştur. Yahudilik’te ibadet amacıyla dua, oruç, hac ve İslam’dan farklı olarak bir tür zekât yapılmıştır. Hristiyanlık başlangıçta Yahudiliğin bir mezhebi gibi sayılmış, ilk Hristiyanlar Yahudi mabed ve ibadetlerine devam etmişler; fakat bu yeni cemaate katılmak sadece İsa Mesih adına vaftiz olmakla mümkün görülmüştür (Küçük, 1999: 235-240). İslam dininde ise ibadetin genel ve özel olmak üzere iki anlamı vardır. Genel anlamda ibadet, mükellefin Allah’a karşı duyduğu saygı/sevgi/korkunun sonucu olarak onun rızasına uygun davranışları ifade eder. Dinî olan görevlerden başka insanların Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yaptığı her fiil de ibadet olarak nitelendirilir. “Özel anlamda ibadet ise mükellefin yaratanına karşı saygı ve boyun eğmesini simgeleyen, Allah ve Resulü tarafından yapılması istenen belirli davranış biçimleridir” (Koca, 1999: 240). Fıkıhta ibadetin yaygın kullanımı da bu ikinci anlamdadır. İslam’da namaz, oruç, zekât, hac, kurban, dua, Kur’an okuma, hayır ve infakta bulunma gibi davranışlar ibadetin en çok bilinen örneklerini oluşturur. “İbadetler, dinin özünü teşkil eden iman esaslarından sonra dinde ikinci önemli halkayı oluşturur. Diğer bir ifadeyle din, en yalın biçimiyle Allah’a inanma ve O’na ibadet etme olduğundan inanç ve ibadet sistemleri dinin aslî unsurlarını meydana getirir” (Koca, 1999: 241). İbadetler şekil olarak basit görünmelerine rağmen yüce yaratanın buyrukları olduğu için maddî alanın ötesine uzanır, yaratanla bağlantının farklı biçimlerini gerçekleştirir. İbadetler, dinlerin biçimsellik ve sembolizm içeren yönünü temsil eder. İbadetleri sadece Allah’ın emrettiği ve Hz. Peygamber’in The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 290 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları gösterdiği şekilde yapmak esastır. Kur’an’da emredilen ibadetler Hz. Peygamber tarafından ayrıntılı şekilde açıklanmış, uygulanmış ve onun öğrettiği tarzda yapılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de namaz, zekât, hac, oruç gibi temel ibadetler sıkça hatırlatılıp emredilmiştir. Bu emirler ibadetlerin yapılış şeklinden çok o ibadetin mahiyetini, amacını konu edinmiştir. İslam’da ibadet öncelikle Kur’an-ı Kerim’in buyruğudur: “İşte sizin Rabbiniz Allah. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin. O, her şeye vekil (her şeyi yöneten, görüp gözeten)dir” (En’âm/102), “Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır” (Bakara/107), “(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz” (Fâtiha/5), “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zâriyât/56) gibi birçok ayette Allah’ın varlığı, birliği, yerin ve göğün sahibi ve her şeyin yaratıcısı olduğu, yalnızca ona ibadet edilmesi gerektiği, tüm varlıkların yalnızca kendisine ibadet etmeleri için yaratıldığı vurgulanır. İslam dinine göre ibadet bütün peygamberlerin tebliğinde ortak ilkedir: “Andolsun biz, her ümmete, ‘Allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının’ diye peygamber gönderdik” (Nahl/36). Hz. Peygamber de çeşitli hadislerinde İslam’ın esaslarına değinmiştir. Bir hadisinde (Müslim, İman: 21) İslam dininin beş esas üzerine kurulduğunu belirterek bu esasları şöyle sıralar: Allah’tan başka ilah olmadığına Muhammed’in de Allah’ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmak ve hacca gitmek (Uşşak, 2013: 319). Başka bir hadisinde (Tirmizî, İman: 4) yukarıda sıralanan beş esası İslam kelimesinin tanımı olarak verir (Uşşak, 2013: 320-321). “Esasen kişinin takvâ duygusuyla Allah’ın rızâsını gözeterek yaptığı, gerek kendisinin gerekse başkalarının dünya ve âhireti için hayırlı davranışlar, söylediği sözler, bedenî ve malî fedakârlıklar, hatta iyi niyet, samimi duygu ve düşünceler de genel anlamda ibadet kapsamına girmektedir” (Çağrıcı, 2001: 11). İbadetler ferdin Allah katındaki derecesini yükseltir, manevî hayatının zenginleşmesini sağlar. Kendi iç dünyasına ve davranışlarına çeşitli derecelerde toplumsal hayata olumlu katkılar sağlar. İbadetlerde asıl olan imanla birlikte niyet, ihlas, huşu, takva gibi kavramlarla ifade edilen öz ve içeriktir. Tüm dinlerde olduğu gibi İslam’da da ibadetlerin Allah’a saygıyı/sevgiyi simgeleyen şekli özellikleri önemlidir. Yunus Emre dizelerinde ibadet ve amel konusunu sıkça işler. Yunus’ta ilahî aşk tüm ibadetlerin üstündedir. Yunus ilim, amel, zühd ve takvaya sahip olup bunlara güvenmeyi öldürücü zehir olarak görür. Kişi amel ve ibadetlerine güvenmemelidir. Allah aşkı bu zehrin, panzehiridir. İlim, ibadet ve taati değerli kılacak olan sadece aşktır: Miskîn Yûnus zehr-i kâtil ‘ışk elinden tiryâk olur ‘İlm ü ‘amel zühd ü ta’at pest ‘ışksuz helâl olmaya (5/7)1. Kişi ne ilmine ne de ibadetlerine bakıp kurtulacağını ummamalıdır. Kişi, kendisini Hakk’a ulaştıracak bir mürşid bulmalıdır. Yoksa boş yere çabalamış olur: Bu çalışmada yer verilen beyitler, Mustafa Tatçı’nın “Yûnus Emre Dîvânı II (Tenkitli Metin)” adlı çalışmasından alınmıştır. Parantez içinde verilen numaralardan ilki beytin şiir numarasını, ikincisi beyit numarasını göstermektedir. 1 The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 291 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları Okıdum bildüm dime çok tâ’at kıldum dime Eri Hak bilmezisen ‘abes yire yilmekdür (91/3). Kişiye öyle bir amel lazımdır ki dünyada karşılığı ne olursa olsun karşısına ahirette çıksın. Asıl kıymetli amel ahirette kişiyi kurtaracak olandır: Yûnus sözin anlarsan söz ma’nîsin dinlersen Sana bir ‘amel gerek bunda kimsene kalmaz (103/6). Dinin emirlerine riayet etmek her müslümanın temel görevidir. Farzlar ve sünnetler kişiyi Allah’a yaklaştırır. Ancak bu ameller sevgi ile değerlenir, içinde sevgi olmadan yapılan ibadetlerin kıymetleri düşüktür: Eydürisem eyâ gönül kanı farîza yâ sünnet Eydür ki yok teşvîş yime bu sevüye ‘amel irmez (104/6). Allah’a yapılan ibadetlerde samimiyet, ihlas çok önemlidir. Bunlar ibadetlerin özüdür. İkiyüzlülük yapılan tüm ibadetleri boşa çıkarır. Yunus kendisini örnek vererek nice insanların olduğunu, görenlerin onların ibadetlerine aldanarak başları üzerine koyduklarını belirtir. Bu tip insanlar dışarıdan çok iyi görünmelerine karşın aslında hilekâr, ikiyüzlü ve desisecidir. O halde ibadetlerde ihlas yoksa yapılanlar boş bir gayretten ibarettir: Görenler elüm öper tâc u hırkaya bakar Şöyle sanurlar beni zerrece günâh itmez Taşumda ‘ibâdetüm sohbetüm hoş tâ’atüm İç bâzâra gelicek bin yıllık ‘ayyâr itmez (117/6-7). İnsanın ilim öğrenmekte maksadı iyiyi/kötüyü, doğruyu/yanlışı, sevabı/günahı bilmesi ve iyi, doğru, sevap olan amelleri işlemesidir. Bilgi davranışlara dökülmediği müddetçe bir değer ifade etmez. Bu konuda kullanılan “kitap yüklü eşek” ifadesi bu tür davranışları kastetmektedir. Kişi ilmiyle olayların sadece dış yüzünü değil, içi yüzünü de anlamaya çalışmalı; maddeden manaya kaymalıdır. Nitekim aşık (kul) ile maşuk (Allah) arasında mana ön plana geçmiştir: Okımagıl ‘ilmün yüzin ilme ‘amel eyle güzin Aç gönülden bâtın gözin ‘âşık-ma’şûk hâline bak (130/2). Kişi kendisini Allah’a yaklaştıracak, cehennem ateşinden koruyacak ameller işlemelidir. Dünyada iyi amel işleyenlerin mezarları cennet bahçelerinden bahçe olacak, genişleyecek; iyi ameli olmayanlar ise cehennem ateşinde yanacaktır: Eger varısa ‘amelün gin olısar sinün senün Eger yogısa ‘amelün oddan şarâb içdi gönül (152/15). Gece gündüz Allah’a ibadet edenlere Allah cennetini vadetmiştir. Herkes biliyor ki cennet Allah’a taat edenlerin yeridir: Kim durur kim ire ana dün-gün tâ’at kılan ana Virülür uçmak anlara zirâ bilişdür yâd degül (154/5). The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 292 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları 2. Yunus Emre’de İslamiyetin Şartları 2.1. Kelime-i Tevhid Şehadet kelimesi “şahitlik etme, bir şeyin doğruluğuna inanma, delalet” (Devellioğlu, 1997: 975) anlamına gelir. Bu kelime Allah’a nisbet edildiğinde “her şeyi gözetlemiş gibi bilen, hiçbir şey ilminden gizli kalmayan” manasındadır. Şehid “müşahede yoluyla meydana gelmiş ilme sahip olan varlık” demektir. Allah gizli ve aşikâr olanı bilir. Sözlükte “hazır bulunmak, haber vermek, bilmek, gözlemek, görmek” anlamlarındaki şehadet kökünden türeyen şahid, fıkıh terimi olarak bir olaya veya duruma tanık olan veya tanıklık eden kişiyi anlatır (Apaydın, 2010: 278; Topaloğlu, 2010: 428). Tevhit kelimesi “Allah’ın birliğine inanma, bir etme, birleştirme” anlamındadır. İman esaslarının özünü ifade eder. Tevhid “cümle” anlamına gelen kelime ile birleşerek kelime-i tevhid tabirini meydana getirir ve Allah’tan başka tanrının bulunmadığını ifade eder. “Tevhid inancı hak dinin temelini teşkil eder. İslâm dinine girmek isteyen kimsenin yapması gereken ilk şey kelime-i tevhidi içtenlikle benimsemesidir. Kelime-i tevhid hayatın birçok safhasında insana telkin edilir. Yeni doğan çocuğa isim konulurken kulağına kelime-i tevhid fısıldanır, son demlerinde olan kimseye de kelime-i tevhidi söylemesi telkin edilir” (Kelpetin Arpaguş, 2002: 214). Kelime-i tevhidin aslı “La ilahe illallah Muhammedün resûlullah” cümlesidir. Cümle “Allah’tan başka tanrı yoktur. Muhammed Allah’ın elçisidir” anlamındadır. Kelime-i tevhid, inanç esaslarının iki temeli üzerine kurulmuştur. Bunların ilki Allah’ın yüceliğini/birliğini, ikincisi de nübüvveti vurgular. “Resûlullah’ın iman için ‘inanmak’, İslâm için ‘şehâdet etmek’ kavramlarını kullanmasından imanın, dolayısıyla kelime-i tevhidin zihnî ve kalbî bir amel, kelime-i şehâdetin ise dil ve ikrar yoluyla icra edilen bir fiil olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür” (Kelpetin Arpaguş, 2002: 214). “Tevhid inancının ilâhî ve beşerî olmak üzere iki yönünün bulunduğunu söylemek mümkündür. İlâhî yönü Allah’ın otoritesinin hiçbir şekilde paylaştırılmamasıdır. Beşerî yönü ise kulun en üst düzeyde sevilmeye ve sayılmaya lâyık tek varlık olarak Allah’ı kabul etmesi, başka hiçbir varlığa beşer üstü bir sevgi ve itaat hissi duymamasıdır. Kur’an, önceki peygamberlerin tebliğ ve irşad faaliyetlerinin odak noktasını da tevhid ilkesinin oluşturduğunu bildirir” (Topaloğlu, 2001: 7). Peygamber Kur’an-ı Kerim’de resul (mürsel) ve nebi kelimeleriyle ifade edilir. Peygamber, Allah ile kul arasında bir haberci, bir elçi olup imanın hayata geçirilmesini sağlar; dinin fert ve toplum yaşantısındaki sınırlarını belirtir. Elçiler kavimlerinden Allah’tan korkmalarını ve kendilerine itaat etmelerini ister, içtimaî ve ahlakî düşüklükleri sıralayarak bunlardan kurtulmaları için kendilerine uymalarını telkin eder. Peygamberlerin görevleri ve konumları son nebinin şahsında şöyle belirtilmiştir: “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik” (Ahzâb/45-46). İman kelimesi ise “güven duygusu içinde tasdik etmek, inanmak” anlamına gelir. İman, dini kabul etmenin ve mümin olmanın esasını oluşturur. İnsan vahiy etrafında oluşan dine inanma temayülü taşır. Kur’an-ı Kerim dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak için insanlara gönderilmiştir. Birçok hadiste iman ile amel yan yana zikredilmiştir. Kur’an-ı Kerim, her insanın kâinatı yaratan ve yöneten bir yüce varlığın mevcudiyetini kabul edeceğini öngörür. İnsanın Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutunmasını (Rûm/30) belirtir. “İslâm dininin itikadî bakımdan en belirgin özelliği tevhid ilkesine verdiği önemdir. Tevhid, Allah’tan The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 293 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları başka yaratıcı ve mâbud kabul etmeme esasına dayanır. Gerek şirk ve tevhidle gerekse Allah’ın insana yönelik esmâ-i hüsnâsıyla ilgili âyetler, ayrıca Hz. Peygamber’in dua ve niyazlarında kullandığı ifadelerden anlaşılacağı üzere yaratanla yaratılan arasındaki temel bağ sevgiden ibarettir” (Topaloğlu, 2001: 7). Bütün dinler inanma esasına dayanır. Câhiliye dönemi putperest Arapları en büyük mâbud ve yaratıcı olarak Allah’a inanmakla birlikte güneş, ay ve çeşitli yıldızları simgeleyen putların gerçek yaratıcının yardımını sağlamada şefaatçı olacağına inanmışlar. Başlıca ibadet şekilleri ise puthânelerde dua ve secde etmek, Kâbe’yi tavaf etmek, adak adamak, kurban kesmek, sadaka vermekten ibarettir. Çoğunlukla âhirete inanmadıklarından bu ibadetlerden beklentileri de tamamen dünyevîdir (Çağrıcı, 2001: 11). Bu dönemde Hz. Peygamber, Allah’tan başka bir tanrı kabul etmez, giderek sıklaşan aralıklarla Hira mağarasında uzlete çekilip tefekkür ve murakabe şeklinde bir tür ibadet hayatı yaşar. İslam dini tevhit akidesini esas kabul ederek Allah’tan başka tanrı veya tanrılar edinmeyi reddeder. Bu yüzden Mekke döneminde inen ayetlerde öncelikle tevhit inancının yerleştirilmesi hedeflenir. Bunun için temel sayılan bir manevî ve ahlakî yapı oluşturulur. Yunus Emre şiirlerinde tevhit inancını geniş ölçüde işler. Yunus ezelden beri gönlünde tevhit inancının bulunduğunu ifade eder. Burada bezm-i elest2 kastedilir. O daha bedenlere ruhlar üflenmeden Allah’ın birliğini, Hz. Peygamber’in nübüvvetini tasdik etmiştir: Ezelîden dilümde uş Tanrı birdür Hak’dur Resûl Bunı böyle bilmeziken bir ‘aceb makâmdayıdum (168/2). Dünya aldatıcıdır. Dünya malı, mülkü tatlıdır. Ancak kişi bu süslü dünyaya aldanmamalıdır. Gaflete dalanlar Hakk’ın yolunu bulamazlar: Bir nice kişilerün gaflet gözün baglamış Hak yolına dirisen bir yufkaya kıyamaz (105/2). Yunus dertlidir. Ayrılık acısıyla çok şeyler söylemiştir; ancak kendi yaptıklarını Hakk’a layık görmemektedir. Aslında tüm müslümanlarda yaptıklarına güvenmeme duygusu bulunmalıdır. Çünkü kul ibadetlerinin çokluğuyla değil, ancak Hakk’ın rahmetiyle kurtuluşa erecektir: Hücre vü bucakda Hakk’a lâyık olmadum Kiminde derd ü firâk kiminde eserlü söz (106/3). Yunus’ta derin bir peygamber sevgisi bulunmaktadır. Hz. Peygamber nur yüzlü, temiz kalplidir. O, Allah’a verdiği sözü tutmuş; onu görüyormuşçasına ona ibadet etmiştir: Yaradıldı Mustafâ yüzi nûr gönlü safâ Ol kıldı Hakk’a vefâ andandur ihsân bana (12/7). Bezm-i Elest: Allah’la yaratılışları sırasında insanlar arasında yapıldığı kabul edilen sözleşme için kullanılan bir tabirdir. Farsça’da “sohbet meclisi” anlamına gelen bezm kelimesiyle Arapça’da “ben değil miyim?” manasında olan elestüden oluşan bezm-i elest terkibi, “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” hitabının yapıldığı ve ruhların da “evet” 2 diye cevap verdikleri meclis anlamını ifade eder. Bu tabirdeki “elest” kelimesi A’raf süresinin 172. ayetinden alınmıştır. Bu ayette, geçmişte Allah’ın Adem oğullarından yani onların sırtlarından zürriyetlerini çıkardığı, kendilerini nefislerine şahit tuttuğu ve onlara. “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye hitap ettiği, onların da “evet” dedikleri belirtilmiştir (Yavuz, 1992: 106). The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 294 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları Mahşerde herkes hesaba çekildiğinde Allah kadı olacak, kullarıyla ilgili hükümleri bizzat kendisi verecektir. O dehşetli günde Allah’ın kendisinden razı olduğu kullar sevinecektir. Yunus o günde Hz. Peygamber’den şefaat beklemektedir. Hz. Peygamber’in şefaat edeceği kişilerden Allah razı olacaktır: Allah olıcak kâzî bizden ola mı râzî Görüp habîbi bizi şefî’ ola mı yâ Rab (15/3). Hz. Peygamber, tüm müslümanların kalbinde taht kurmuştur. Hz. Muhammed (sav) ümmetinden günahkârlar, cehennemde belli bir süre kalacaklardır. Günahlarının cezasını çektikten sonra cehennemden çıkarılacaklardır. Onlar cehennemde ebedî kalmayacaklardır: Gönüllerde yir eylemek Muhammed’e gelmiş durur Mustafâ’ya ümmet olan tamuda karâr eylemez (112/6). Yunus iman ile peygamber sevgisi arasında bağ kurar. Hesap gününde ondan yardım bekler. O, ümmetine şefaat edeceğini bildirmiştir. Sözüne sadık olan Hz. Peygamber vefası gereği şefaat edecek, iman sahiplerini Allah’ın izniyle cehennem azabından kurtaracaktır: Sevdük yâridür Mustafâ andan ola meyl ü vefâ Sıdkı bütün gönlü safâ hem bize ol îmânımış (121/2). 2.2. Namaz Namaz kelimesi Farsça’da “tâzim için eğilmek, kulluk, ibadet” anlamına gelir. “Dua etmek, ibadet etmek, bağışlanma dilemek, yalvarmak” anlamlarına gelen Arapça salat kelimesinin Türkçe karşılığıdır. “Terim olarak salât tekbirle başlayıp selâmla son bulan, belirli hareket ve sözlerden oluşan bedenî ibadeti ifade eder” (Yaşaroğlu, 2006: 350). Kur’ân-ı Kerîm’de namazı ifade etmek üzere zikr ve tesbih kelimelerinin türevleri de kullanılmıştır. İslamiyet’ten önce gelen ilâhî dinlerde de namaz ibadeti mevcuttu. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Âdem, Nûh ve İbrâhim’den sonra namazı terkeden nesillerin geldiği (Meryem/59), Hz. Zekeriyyâ’nın mabette namaz kıldığı (Âl-i İmrân/39), Hz. İbrâhim, Lût, İshak ve Ya‘kub’a namaz emrinin vahyedildiği (el-Enbiyâ/73), Hz. İsmâil’in ailesine namazı emrettiği (Meryem/55), Hz. Lokmân’ın oğluna namazı hakkıyla kılmasını öğütlediği (Lokmân/17), Hz. Muhammed’in namazı yalnız Allah rızâsı için kıldığını söylediği (el-En‘âm/162), kendisini ve neslini namazı dosdoğru kılan kullarından eylemesi için dua ettiği (İbrâhîm/40), Hz. Mûsâ’ya Allah’ı anmak üzere namaz kılmasının emredildiği (Tâhâ/14) ifade edilir. Hz. Peygamber de çeşitli hadislerinde namazın üzerinde önemle durmuştur. Hz. Peygamber bir hadisinde (Müsned, 5: 179) bir kulun Allah rızasını gözeterek namazını layıkıyla kıldığında yaprakların ağaçlardan dökülmesi gibi günahlarının döküleceğini buyurmuştur (Uşşak, 2013: 358). Diğer bir hadisinde (Müslim, İman:139) Allah’ın en çok sevdiği amelin vaktinde kılınan namaz olduğunu ifade eder (Uşşak; 2013: 349). “Hadis ve tarih eserlerinden, İslâm öncesi Hicaz-Arap toplumunda Hz. İbrâhim’in tebliğ ettiği tevhid dininin etkilerinin ve bazı ibadet türlerinin şekil ve mahiyet değiştirerek de olsa devam ettiği, Ebû Zer el-Gıfârî ve Zeyd b. Amr b. Nüfeyl gibi bu dine tâbi olup Hanîf diye isimlendirilen kimselerin Kâbe’ye yönelerek namaz kıldıkları anlaşılmakta … buna karşılık Câhiliye Arapları arasında muayyen bir namaz şeklinin bulunduğu bilinmemektedir” (Yaşaroğlu, 2006: 350-351). Kaynaklarda, İslâm’ın ilk dönemlerinden itibaren namaz ibadetinin mevcut olduğu ve beş vakit namaz farz kılınmadan The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 295 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları önce sabah ve akşam olmak üzere günde iki vakit namaz kılındığı belirtilmektedir. “Vahyin başlangıç döneminde -bazı kaynaklara göre Müddessir sûresinin 1-3. âyetleri nâzil oluncaCebrâil, Hz. Peygamber’i Mekke’nin yakınlarındaki bir vadiye götürmüş, orada fışkıran su ile önce kendisi, sonra Resûl-i Ekrem abdest almış, ardından Resûlullah’a namaz kıldırmıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber sevinçli bir şekilde eve gelmiş, Hz. Hatice’nin elinden tutarak oraya götürmüş ve aynı şekilde onunla birlikte abdest alıp iki rek‘at namaz kılmışlardır… Üç yıl kadar süren gizli davet ve daha sonraki açık davet döneminde Resûl-i Ekrem evinde, ıssız dağ eteklerinde, öğle tenhalığı sırasında Harem’de namaz kılmıştır” (Yaşaroğlu, 2006: 351). İslâmiyet’te bugün bilinen şekliyle beş vakit namaz hicretten bir buçuk yıl kadar önce Mirâc gecesinde farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de mutlak biçimde namaz emrine defalarca yer verildiği gibi bazı ayetlerde çeşitli üslûplarla namazın önemine işaret edilmiş, namaz kılanlar övülmüş, namazı kılmayanlar yerilmiştir. Namazın kılınış şekline dair Kur’an’da ayrıntılı bilgi yoktur. “Ashap döneminden itibaren namaz ibadeti, bütün çeşitleriyle Hz. Peygamber’in uygulama ve açıklamalarına uygun şekilde nesilden nesile dinî hayatın canlı bir parçası olarak intikal ettirilmiş, bütün müslümanlar ve İslâm âlimleri namazın farz olduğu hususunda görüş birliği içinde olmuştur” (Yaşaroğlu, 2006: 352). Fıkıh eserlerinde namazın farziyeti kitap, sünnet ve icma delillerine dayandırılır ve bu ibadetin en kuvvetli dinî vecibelerden biri olduğu belirtilir. Günlük beş vakit farz namazla birlikte hüküm bakımından değişik namazlar bulunmaktadır. Namaz, imandan sonra en faziletli amel, kelime-i şehâdetten sonra İslâm’ın en önemli rüknüdür. Namaz kişinin bütün varlığıyla Allah’a yönelmesi halidir. Bu özelliğinden dolayı diğer bütün ibadetlerin özü sayılmıştır. Namaz dinin direğidir. Bütün ibadetlerin esasıdır. Allah’ı anmanın en güzel şeklidir. “Günün belirli vakitlerinde yerine getirilmesi gereken namaz, günlük hayatın yoğun meşguliyetleri içinde kişinin Allah’ı hatırlamasını ve Allah’ın yaptıklarından haberdar olduğunu farketmesini sağladığı gibi ona Allah’ı unutturacak durumlara karşı koruyucu bir siper vazifesi görür. Diğer taraftan namaz Allah’ın ihsan ettiği nimetlere karşı kulun şükrünün bir ifadesidir” (Yaşaroğlu, 2006: 356). Namaz, Yunus Emre için önemli ibadetlerden biridir. Yunus’ta tüm amellerin başı aşktır. Aşkın imam olduğu bir namazın cemaati de gönüldür. Gönülden yapılan ibadetlerin Allah katında değeri büyüktür. Yüzünü Hakk’a dönen Yunus daima secde halinde, Allah’a münacat etmektedir. Beş vakit namaza göre hayatını şekillendirmektedir: ‘Işk îmâmdur bize gönül cemâ’at Kıblemüz dost yüzi dâ’imdür salât Cân dost mihrâbına secdeye vardı Yüz yire uruban ider münâcât Biş vakt tertîbümüz bir vakte geldi Biş bölük oluban kim kıla tâ’at (20/1-3). Namazı ibadetlerin başı olarak gören Yunus, elbise örneğini verir. Kire, pasa bulaşan bir elbise yıkanmayana kadar temiz olmaz. Gönül pasının temizleyicisi de namazdır. Namaz kılarak kişi, gönlünü her türlü kötülük ve çirkeften korur, temizler: Bir tona bulaşıcak yumayınca mismil olmaz Gönül pâsı yunmayınca namâz edâ olmayısar (24/3). The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 296 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları İnkârcılarla inananları ayıran en büyük ibadet namazdır. Bundan dolayı namaz dinin direği olarak görülmüştür. Allah namaz kılanların ibadetlerini boşa çıkarmaz. Ahirette mükâfatını mutlaka verecektir: Namâz kıluram diyüben münkir gelmen dervîşlere Eger bin yıl kılurısam kendü du’ân yarlıgamaz Namâz kılan âdemîler tehî kalası degül (dür) Ol pâdişâh dergâhından kimseyi mahrûm eylemez (109/3-4). Müslüman olduğunu iddia eden kişi İslam’ın şartlarını bilmek zorundadır. Bu kişi Allah’ın emirlerine riayet edip, beş vakit namazını ihmal etmemelidir. İnsan sabah namazına kalktığında bu durum şeytana çok zor gelmektedir. Nefsin ıslahını sağlamaktadır. Beş vakit namazını kılan kişinin ahirette Allah’tan bağışlanma dilemeye yüzü olacaktır. Kılınan namazlar kişiyi her dileğine kavuşturacak, onu cehennem ateşinden kurtaracaktır. Namaz dağ gibi günahların bağışlanmasını sağlar. Namaz, karanlık mezarda kişinin kandili olacaktır. Namaz kılmayanların yeri ise cehennem ateşidir: Müsülmânam diyen kişi şartı nedür bilse gerek Tanrı’nun buyrugın tutub biş vakt namâz kılsa gerek Tanla turup başun kaldur ellerüni suya daldur Hem şeytânun boynını ur hem nefs dahı ölse gerek Kılurısan tan namâzın Hak’la ola hem niyâzın Âhiretde îzz ü nâzun varup anda bulsa gerek Öyle namâzın kılasın her ne dilersen bulasın Tamudan âzâd olasın kullar âzâd olsa gerek Ol ikindiyi kılanlar arı dirlik dirilenler Olardur Hakk’a irenler her-dem anlar irse gerek Akşam durur üç farîza tagca günâhun arıda Eyü ‘amellerün sinde şem ü çerâg olsa gerek Yatsu namâzına ol hâzır hâzırları sever Kâdir Îmânun eksügin bitür îmân pîş-rev olsa gerek Her kim bu sözden almadı biş vakt namâzı kılmadı Bilün müsülmân olmadı ol tamuya girse gerek (136/1-8). 2.3. Oruç Oruç kelimesi “bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak” anlamına gelen Arapça savm, Farsça rûze kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir. “Terim olarak oruç, tan yerinin ağarmasından güneşin batmasına kadar şer’an belirlenmiş ibadeti yerine getirmek niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmayı ifade eder” (Yitik, 2007: 414). The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 297 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları Vakti gelince orucu sonlandırmaya iftar adı verilir. Belirli bir süre yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durma, perhiz yapma, belirli yiyecekleri yememe, ağzı ve kulağı yalandan ve kötü sözden koruma gibi şekillerde oruç ibadetine hemen bütün dinlerde rastlanır. Oruç tövbe, kefaret, matem ve bir ritüele hazırlık gibi amaçların dışında sihir ve zühd gerekçesiyle de tutulmuştur. Yahudilik’te öncelikle nefsi alçaltma vasıtası kabul edilen oruç ibadeti, yaratıcının emrinin bir gereği, Tanrı’ya dua öncesi yapılması gereken bir hazırlık ritüeli olarak algılanmıştır. Yahudi kutsal metinlerinde orucun, insanların bilinçli/bilinçsizce yaptıkları kötü fiillere kefaret ve böyle bir durumdan ötürü duyulan pişmanlığın dışa vurulması için tutulduğu belirtilir. Yahudi oruç geleneğine uygun olarak Yeni Ahid’de Hz. İsa ve havarilerin oruç tuttuklarından söz edilir. Hristiyanlar ilk dönemlerde bilhassa her çarşamba ve cuma günü oruç tutmuş, yılın belirli dönemlerinde genelde et ve süt ürünlerine karşı perhiz uygulamışlardır. Hinduizm’de din adamları yıl boyunca sık sık, çok defa da uzun süreli değişik oruçlar tutmuşlardır. Jainizm’de oruç uygulaması sadece din adamlarını ilgilendiren bir ibadettir. Jainist din adamları kuşlukla zeval vakti arasında olmak üzere günde sadece bir öğün yemek yemişlerdir. Budist din adamları normal günlük hayatlarında bile gün boyunca sadece zeval vaktinden önce yemek yemişlerdir. Zeval vaktinden ertesi gün güneş doğuncaya kadar ağızlarına hiçbir katı yiyecek koymamışlardır (Yitik, 2007: 414-416). İslamiyet’te başka oruç çeşitleri de bulunmakla birlikte ramazan orucu, hicretin 2. yılı Şaban ayında farz kılınmıştır. Ramazan orucunun farz ibadetlerden olduğu kitap, sünnet ve icma ile sabittir. “Hz. Peygamber de birçok hadisinde orucun faziletlerini açıklarken hem soyut anlatımlarla hem somut örneklerle bu ibadetin ahlâki güzelleştirmedeki eğitici rolüne vurgu yapmış, samimi bir inançla Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak üzere ramazan ayını oruçlu geçirenin günahlarının bağışlanacağını ve oruçluların cennette yüksek derecelere nâil olacaklarını haber vermiş… ayrıca orucun sağlık için yararlı olduğunu ifade etmiştir” (Dönmez, 2007: 417). Bir hadiste (İbn Mâce, Sıyam: 2) inanarak ve sevabını ancak Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş günahlarının affedileceği belirtilir (Uşşak, 2013: 384). Müslim (Sıyam: 45)’den alınan bir başka hadiste ise cennette Reyyan adlı verilen kapıdan Kıyamet Gününde sadece oruçlular gireceği buyurulur (Uşşak, 2013: 385). Başka bir hadiste (Müslim, Savm: 162) oruç savaştaki kalkana benzetilir. Bu kalkan kişiyi cehennem ateşinden koruyacaktır (Uşşak, 2013: 400). Oruç konusu Türk edebiyatında çeşitli edebî metinlerde de işlenmiştir. Örneğin klasik edebiyatta oruçla ilgili mesneviler (Eliaçık: 2015) yazılmıştır. Yunus, İslam’ın şartlarında biri olan oruca da dizelerinde değinir. O, müminler için orucun önemli bir ibadet olduğunun bilincindedir. Kendisinden öğüt isteyenlere Allah’ın emri olan orucu tutmalarını, namazı kılmalarını nasihat eder: Benden ögüt isterisen eydivirem bildigümden Budur Çalab’un buyrugı tutun oruç kılun namâz (109/2). Kişi ne kadar çok ibadet ederse etsin buna güvenmemelidir. Çok oruç tutmak, çok namaz kılmak Allah’ın hoşnut olduğu, insanlardan yapmalarını istediği ibadetlerdir. Ancak kul ibadetlerine değil, Allah’ın merhametine dayanmalıdır. Allah’ın merhameti ise onun hoşnut olacağı işleri yapmaktan geçer: Orucuna güvenme namâzuna tayanma Cümle tâ’at tak olur nâz ü niyâz içinde (302/13). The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 298 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları Kişi dünyada ebedî kalmak için gelmemiştir. Bu bakımdan dünyaya fazla dalmamalı, burada zevk ve eğlence peşinde koşmamalıdır. Dünyanın tüm lezzetleri geçicidir. Ebedî mutluluk yurdu ahirettedir. Dünyaya dalan kişi Allah’ı unutur. İslamiyet’te az yemek, az içmek ve az uyumak esastır. Bu üç fiil birbirine bağlıdır. Yunus da kişinin dünyaya gönül vermemesini ister. Dünyanın yemişleri peşinde koşmamalı, azıyla nefsini köreltmelidir. Öyle ki gündüzleri oruçla geçirmelidir. Hatta üç günde bir iftar etmek gerekir: Dünyâdan gönlini çeke eli ile arpa eke Unına yarı kül kata güneşde kurutmak gerek ‘Aceb anı niçe yiye nefsi dilerse yiyleye Kaçan kim iftâr eyleye üç günde bir itmek gerek (140/4-5). 2.4. Hac Hac kelimesi “bayram” anlamına gelir. Kelimenin asıl anlamının “bir şeyin etrafında dönme, dolaşma ve halka oyunu” olduğu, daha sonra bayram manasını kazandığı belirtilmektedir. “Arapça’da ‘gitmek, yönelmek: ziyaret etmek’ anlamlarına gelen hac kelimesi, fıkıh terimi olarak imkânı olan her müslümanın belirlenmiş zaman içinde Kâbe’yi, Arafat, Müzdelife ve Mina’yı ziyaret etmek ve belli bazı dinî görevleri yerine getirmek suretiyle yaptığı ibadeti ifade eder” (Harman, 1996: 382). Bu ibadeti yerine getirenlere hacı denir. “Haccın temelinde ulûhiyyetin herhangi bir yerde tecellisi inancı yatmaktadır. Dinlerde kutsal kabul edilen yerlerin aslında mekân olma açısından diğer yerlerden farkı yoktur. Ancak burada ulûhiyyetin tecellisi, inançla ilgili bir olayın vukuu veya buranın dinî bir şahsiyetle bağlantısı mekânı diğer yerlerden farklı kılmakta, kutsallaştırmaktadır. Böyle bir mekânın esrarengiz oluşu ve korkutucu vasfı da bir kutsallık unsurudur. Kutsal mekân insan tarafından seçilmiş değil keşfedilmiştir” (Harman, 1996: 382). Kutsal mekân ve bu yerlerin ziyareti tarih boyunca bütün inançlarda mevcut olmuştur. Kişinin kendi ülkesinde veya başka yerde bulunan kutsal bir mekâna/mabede yaptığı seyahatte sarfedilen gayrete karşılık bedenî bir rahatsızlığın giderilmesinden ebedî hayatın kazanılmasına kadar birçok fayda ümit edilir. Kabileci, millî ve evrensel dinlerin hepsinde kutsal kabul edilen mekânların ziyareti söz konusudur. Yakındoğu’da, milattan önce II. binyıldan itibaren hac yerleri özellikle vahalarda ve şehir kültürünün bulunduğu yerlerde oluşmuştur. Sümerler döneminden itibaren hac için kutsal sayılan güzergâhlar vardı. Hititlerde kral, başrahip sıfatıyla her yıl kış mevsiminde krallığın büyük ibadet merkezlerini ziyaret ederdi. Eski Çin’de bilinen ilk hac merkezleri Tai-shan, Hua-shan, Heng-shan, Non-yushan ve Sung-shan adlarını taşıyan dağlardı. Hem Taoistler hem de Budistler bu dağların üzerinde tapınaklar inşa etmiş, buralar zamanla oldukça önemli hac merkezleri olmuştu. Hinduizm’de de hac ibadeti vardı. Hint yarımadasının Aryalarca istilası ve Hindu tapınaklarının inşası ile birlikte ziyaret edilecek yerlerin sayısı da artmıştır. Budizm’de hac ziyareti, Buda’ya ait mekânlarla ondan kalanların bulunduğu yerlere yapılırdı. Japon inançlarına göre dağlar tanrıların yurdudur ve bundan dolayı dağ tepeleri yüzyıllardır hac yeri olmuştur. Helenist-Roma dönemine kadar Mısır dininin her devresinde hac ibadeti mevcuttu. Tevrat, bütün Yahudi erkeklerini yılda üç defa Kudüs’te Yahve’nin huzurunda bulunmaya mecbur ediyordu. Musa şeriatı öncesinde yaşamış önemli kişilerin başlarından geçen olaylarla ilgili olarak Eski Ahid’de zikredilen yerler daha sonra İsrail dini için özel mekânlar olmuştur. İlk Hristiyanlar Yahudilik’te olduğu gibi Kudüs’teki mabedi ziyaret ediyorlardı Hac bir Hristiyan’ın kurtuluşa ermesi, ilahî varlıkla temas kurması ve The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 299 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları dolayısıyla hac beldesinde tabiatüstü güçten inayet elde etmesi anlamını taşır (Harman, 1996: 382-384). İslamî kaynaklara göre haccın Hz. Âdem dönemine kadar uzanan bir geçmişi vardır. “Bir kısmı İsrâiliyat’a dayanan bazı rivayetlere göre Kâbe’yi önce melekler tavaf etmiş, daha sonra da Hz. Âdem Allah’ın emriyle Mekke’ye giderek Arafat’ta Hz. Havvâ ile buluşup kendisine Beytullah’ın etrafındaki hacla ilgili mukaddes yerleri gösteren meleklerin rehberliğinde haccetmiştir... Hz. Şît’in peygamberliği sırasında onardığı Kâbe, Nûh tûfanının arkasından uzunca bir süre kumlar altında kalmış ve nihayet Hz. İbrâhim ile oğlu İsmâil tarafindan eski temelleri bulunarak yeniden inşa edilmiştir” (Özaydın, 1996: 386). İslam’ın doğuşu esnasında Kâbe’yi tavaf, umre, Arafat ve Müzdelife’de vakfe, kurban kesme gibi adetler devam ettirilmiş; hac putperest gelenekleriyle birlikte sürdürülmüştür. Haccın, muhtemelen Hz. İbrahim’den beri yerine getirilen bir ibadet olması dolayısıyla müslümanlara ne zaman farz kılındığı konusunda görüş birliği yoktur. “Haccın kökeninin Hz. İbrâhim’e dayanması ve uzun tarihî geçmişi sırasında içine ancak İslâm’ın gelişiyle temizlenebilen çeşitli şirk unsurlarının karışması, bazı şarkiyatçıların ileri sürdüğü gibi bu ibadetin İslâm dışı tapınma âdetlerinin bir devamı olduğunu göstermez. Çünkü hac da namaz kılmak, zekât vermek, oruç tutmak gibi son aşamasını İslâmiyet’in teşkil ettiği tevhid dininin bir farizasıdır” (Özaydın, 1996: 389). Kur’an-ı Kerim’de namaz, oruç ve zekât gibi İslam’ın temel ibadetlerinden genel hatlarıyla bahsedilirken hac daha ayrıntılı şekilde anlatılır. Aynı şekilde tefsir kitaplarında da ayetlerin açıklanması münasebetiyle haccın tarihçesi, ifa şekli ve bu ibadetin yapıldığı mekân ve bölgeler hakkında ayrıntılı bilgi verilir. Hac konusuna çeşitli hadislerde de değinilmiştir. Bir hadisinde (Neseî, Hac: 124) Hz. Peygamber kendi mescidinde kılınan bir rekât namazın Kâbe’nin dışındaki diğer mescitlerde kılınan bin rekât namazdan daha üstün olduğunu belirtir (Uşak, 2013: 457). Tirmizî (Hac, 41)’den alınan bir hadiste elli defa Beytullah’ın tavaf edilmesinin kişiyi günahlarından kurtararak tertemiz kılacağı vurgulanır (Uşak, 2013: 462). Diğer bir hadisinde (Kadı İyaz, eş-Şifa: c.2, s. 195) Hz. Peygamber sevabını Allah’tan bekleyerek Medine’de kendisini ziyaret eden kimselerin cennette yanında olacağını ve onlara şefaat edeceği müjdesini verir (Uşaklı, 2013: 463). “Hz. Peygamber’in hicretin 10. (632) yılında ashabıyla birlikte yapmış olduğu hac… başka açılardan olduğu kadar ümmetin bu ibadeti öğrenmesi ve ifa etmesi yönüyle de model teşkil ettiği için ayrı bir önem taşımış ve Resûl- i Ekrem’in bu haccını konu alan müstakil eserler yazılmıştır” (Yaran, 1996: 410). Hac ibadeti müslüman milletlerin edebiyatına çeşitli yönleriyle aksetmiştir. Türk edebiyatında divan şiirinde, dinî ve tasavvufî edebiyatta bir mazmun olarak yer almış, müstakil eserler kaleme alınmıştır. Hac ibadeti mensur eserlere de konu olmuş, “menâzil-i hac” ve “menâsik-i hac” adı altında türlerin doğmasına vesile olmuştur. Mensur ve manzum eserlerde Hz. Peygamber’in Veda haccını anlatan bölümlere ve bu arada menasik-i hacca dair bilgilere yer verilir. Yunus, hac konusuna dizelerinde yer verir. Hacca gitmenin Müslümanlar için ne kadar önemli bir ibadet olduğunu bildiğinden ötürü gönül yapmakla hacca gitmeyi karşılaştırır. Ona göre hacca gitmek İslam’ın temel ibadetlerinden biridir. Ancak bir insanı sevindirmek, onun gönlünü hoş etmek bin hacca bedeldir. Nitekim bir kimsenin gönlünü incitmek Allah’ın evi olan Kâbe’yi yıkmakla eş tutulmuştur: Yûnus Emre dir hoca gerekse var bin hacca The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 300 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları Hepisinden eyüce bir gönüle girmekdür (91/5). Yunus aşağıdaki dizede de gönül yıkmanın fenalığından söz eder. Başkalarının kalbini kıran, gönlünü inciten kişilerin hacca gitmelerine gerek yoktur. Bu tip insanların emekleri boşunadır. Bir kişinin gönlünü hoş eylemek hacdan daha önemlidir: Ak sakallu pîr koca bilmez ki hâli nice Emek yimesin hacca bir gönül yıkarısa (299/3). Gönül yıkanların yaptıkları ibadetlerin faydası yoktur. Ârif olan kişi gönül yapmakla Allah’ın evine gitmiş kadar sevap alır: ‘İlm ü ‘amel ne assı bir gönül yıkdunısa ‘Ârif gönül yapdugı berâber hicâz ile (335/12). İslam dini Allah uğrunda savaşmayı büyük bir fazilet sayar. Bu uğurda ölen şehitlere de büyük mükâfatlar vadedilir. Yunus bin kere hacca giden, bin kere gaza eden kişilerin gönül yıkmakla tüm emeklerinin boşa gideceğini ifade eder. O halde kişi emeklerinin boşa gitmesini istemiyorsa gönül kırmamalıdır: Bin kez hacca vardunısa bin kez gazâ kıldunısa Bir kez gönül sıdunısa gerekse var yüz bin okı (366/5). Hac görevini yerine getiren kişiye hacı denir. Yunus hacı kelimesini müftü ile yan yana kullanır. Bu hacca gitmenin faziletini göstermesi bakımından önemlidir. Müminin miracı kendi benliğinden geçmesidir. Fenafillah’a ulaşan kişinin durumu Hz. Peygamber’in miracına benzetilir. Bu kişi müftüden de hacıdan da daha büyüktür: Yakındur işümün ucı azapdur müftî vü hâcı Göreyin diyen mi’râcı miskînligin dutsun dimiş (122/2). Yunus âşıklar için orucu, namazı, haccı bir perde gibi görür. Allah aşkıyla kendinden geçenler gönüllerini tüm kirlerden temizlemişlerdir. İbadetler de kişinin gönlünü dünya kirlerinden temizleyerek Allah’a yaklaştırmak için yapılmalıdır. Âşık bunu başardığı için ibadetlerin şekli uygulamalarını aşmış, manasına ulaşmıştır. Burada ibadetlerin gereksiz olduğu değil, aşka ulaşmak için birer vasıta olmaları gerektiği kastedilmektedir: Oruç-namâz gusl u hac hicâbdur ‘âşıklara ‘Âşık andan münezzeh hâssu’l-havâs içinde (302/14). 2.5. Zekât Bütün dinlerde yoksul ve ihtiyaç sahiplerine yardım edilmesi teşvik edilmiştir. “Bazı dinlerde, ilâhî takdirin gereği ekonomik açıdan zayıf olan kişilere yardım etmek ilâhî adaletin tecellisi için bir araç kabul edilirken diğer bazı dinî geleneklerde bu dünyaya bağlılığı reddeden, mânevî yükselişi hedefleyen bireylere yardım etmek kişilere fazilet kazandıran bir yol olarak görülmüştür” (Salihoğlu, 2013: 207). Zekât, bugünkü şekliyle tamamen İslâm’a ait bir kavram ve uygulamadır. Diğer dinlerde sadaka ile benzerlik gösteren kavramlar bulunmaktadır. Yahudilik’te sadaka Tanrı tarafından emredilen önemli bir görev olarak kabul edilmiştir. Hristiyanlık’ın kutsal kitabında sadaka ve ihtiyaç sahiplerine yardım teşvik edilmektedir. Hint dinlerinde (Hinduizm ve Budizm) bir sonraki hayatı belirleyen ve kurtuluşa yaklaştıran bir The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 301 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları unsur olarak görülmüştür. Budizm’de dünyadaki acı ve sıkıntıları sona erdirmenin arzu ve isteklerden vazgeçmeye bağlı olduğu ve kurtuluşun ancak dünyaya bağlılığın azaltılmasıyla mümkün olabileceği belirtilir. Sadaka vermek bir iyilik yapmaktan ziyade kabul edenin verene fazilet kazandırması olarak düşünülmektedir (Salihoğlu, 2013: 207-209). Zekât, İslâm’ın beş şartından biridir. “Artma, arıtma; övgü ve bereket” mânalarına gelmektedir. Terim olarak Kur’an’da belirtilen sınıflara sarfedilmek üzere dinen zengin sayılan müslümanların malından alınan belli payı ifade eder. Kur’an’da zekât kelimesi çoğunlukla namazla birlikte zikredilir. Sadaka terimi de bazı sûrelerde zekât anlamında kullanılmıştır. Zekâtın, yılı tartışmalı olsa da Medine döneminde farz kılındığında görüş birliği vardır. “Kur’an ve Sünnet’te namazla zekâtın genelde birlikte zikredilmesi, iki temel ibadet arasında yakın bağ kadar namazın şahsî-bedenî, zekâtın da içtimaî-malî ibadetleri temsil etmesi ve dindarlığın kemalinin bu iki kanaldaki sorumlulukların ifasıyla gerçekleşeceği anlamını taşır. Nitekim Kur’an’ın ifadesine göre zekât verme mümin, takvâ ve ihsan sahibi iyi kimselerin özelliğindendir” (Erkal, 2013: 197). Hz. Peygamber bir hadisinde (Mansûr Ali Nâsıf, Tâc, 2: 24) imanın tadına varan, lezzetini alan zümreden biri olarak malının zekâtını tam bir samimiyetle her sene vaktinde verenleri sayar (Uşşak, 2013: 411). Başka bir hadisinde (Keşfü’lHafâ, 1: 1416) ise zekâtı İslam’ın köprüsü olarak nitelendirir (Uşşak, 2013: 435). Zekâtın ferdî ve toplumsal hayatta birçok faydası vardır. Zekât sırf Allah’ın emri olduğu için ifa edilmelidir. Ancak bireyde ve toplumda dinî ve ahlâkî değerleri yüceltmesi, sosyal yapıyı güçlendirmesi, ekonomik hayata canlılık getirmesi gibi birçok yararı vardır. Zekât, fakirin hakkıdır, onu vermek “tathîr” ve “tezkiye”yi (Tevbe/103) sağlar. Zengini cimrilik hastalığından, aşırı mal hırsından kurtarır. Ona cömertlik ve kendi alın terinden bir pay verebilme, verilen nimete yine kendi cinsinden şükretme hasleti kazandırır. Toplumda sosyal dayanışmayı güçlendirir, kardeşlik duygularını besler, fakiri himayesine alır, sermayenin yatırıma yönelmesini sağlar (Erkal, 2013: 197). Yunus, bir beytinde zekâttan bahseder. Bu beyitte zekât İslam’ın diğer şartları olan oruç, namaz ve hacla birlikte anılır. Kişi eğer nefsinden vazgeçmezse, nefsini ıslah etmezse namazı da orucu da zekâtı da haccı da onun için birer kusur, kabahat, günah olur. Tüm ibadetler nefsin arzularına dizgin vurmak için yapılır. İbadetler kendi benliğinden geçme, nefsini yok etme, Allah’la birlikte olmayı sağlamıyorsa içi boş birer davranıştan öteye geçmezler. Bu bakımdan kişi bu ibadetleri nefsini ıslah etmek, onu ibadetlerden zevk alacak hale getirmek için yapmalıdır: Oruç-namâz zekât hac cürm ü cinâyet durur Fakîr bundan âzâddur hâss-ı havâs içinde (303/4). 3. Sonuç İbadet insanların kutsal saydıklara varlıklara saygı, sevgi ve itaatini göstermek, onların hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle ortaya koyduğu belirli tutum ve gerçekleştirdiği davranışları ifade eder. İnsan acziyet, sığınma, yüceltme, sevgi, korku gibi duygularla bir tanrıya veya tabiatüstü varlığa yönelerek bunlara karşı saygı göstermek üzere belli davranışları yerine getirir. İlk insandan itibaren bütün insanlar, Allah tarafından gönderilen tevhid dininin esaslarını kavrayacak ve hayatlarını bu esaslara göre düzenleyecek seviyede yaratılmıştır. İlkel kabilelerden İslam’a kadar dinlerin çoğunda farklı ibadet şekilleri bulunmuştur. İslam dininde ibadet, mükellefin Allah’a karşı duyduğu saygı/sevgi/korkunun sonucu olarak onun rızasına uygun davranışlarını belirtir. Dinî olan görevlerden başka insanların Allah’ın The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 302 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları hoşnutluğunu kazanmak için yaptığı her fiil de ibadet olarak nitelendirilir. İslam’da kelime-i tevhid, namaz, oruç, hac ve zekât en önemli ibadet şekilleri olarak kabul edilir. İslam’ın bu temel ibadet biçimleri edebiyatın farklı türlerinde birçok şair/yazar tarafından işlenmiş, tasavvuf, divan, halk ve modern Türk edebiyatında işlenen mevzuların başında gelmiştir. Zaman zaman dönemin şartlarına göre değişiklikler gösterse de genel anlamda belli bir dinleyici/okuyucu kitlesi bulmuştur. Yunus Emre de İslam dininin bu temel ibadetlerine dizelerinde bolca değinmiştir. Yunus’un dizelerinde ibadet ve amel en çok üzerinde durulan konulardandır. Yunus’ta ilahî aşk tüm ibadetlerin üstündedir. Yunus ilim, amel, zühd ve takvaya sahip olup bunlara güvenmeyi öldürücü bir zehir olarak görür. Allah aşkı da onun için bir panzehirdir. Ona göre ilim, ibadet ve taati değerli kılacak olan aşktır. Dinin emirlerine riayet etmek her müslümanın temel görevidir. Farzlar ve sünnetler kişiyi Allah’a yaklaştırır. Ancak bu ameller sevgi ile değerlenir, içinde sevgi olmadan yapılan ibadetlerin hiçbir kıymeti yoktur. Allah’a yapılan ibadetlerde samimiyet, ihlas çok önemlidir. Bunlar ibadetlerin özüdür. Kişi kendisini Allah’a yaklaştıracak, cehennem ateşinden koruyacak ameller işlemelidir. Müslüman olduğunu iddia eden kişi İslam’ın şartlarını bilmek zorundadır. Yunus Emre şiirlerinde tevhit inancını geniş ölçüde işler. Yunus ezelden beri gönlünde tevhit inancını barındırır. Yunus’ta derin bir peygamber sevgisi de bulunmaktadır. Yunus iman ile peygamber sevgisi arasında bağ kurar. Hesap gününde Hz. Peygamber’den şefaat bekler. Yunus’a göre namaz ibadetlerin başıdır. Namaz, gönül pasının temizleyicisidir. Kişi namazla gönlünü her türlü kötülükten korur, temizler. Yunus kişinin dünyaya gönül vermemesini ister. Dünyanın yemişleri peşinde koşmamalıdır. Kişi gündüzleri oruçla geçirmelidir. Yunus, hacca gitmenin müslüman için çok önemli bir ibadet olduğunu bildiğinden gönül yapmakla hacca gitmeyi karşılaştırır. Ârif olan kişi gönül yapmakla Allah’ın evine gitmiş kadar sevap alır. Dizelerinde zekât vermenin önemine değinen Yunus, kişiyi cimrilik hastalığından kurtarıp cömertlik hasleti kazandıran zekâtı her müslümanın görevi sayar. Sonuç olarak Yunus Emre dizelerinde İslam’ın beş şartına geniş yer vermiş, bunları müslümanların kurtuluşu için birer vesile olarak görmüştür. KAYNAKLAR Akdemir, Yaşar; Kavruk, Hasan. (2012). Yunus Emre’de Türkçe. Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 7/3, 115-125. Apaydın, H. Yunus. (2010). Şahit. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 38. 278-283. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Çağrıcı, Mustafa. (2001). İslâm-İbadet Ahlâk ve Tasavvuf. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 23. 11-15. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Daşdemir, Özkan. (2013). Yunus Emre ve Hâce Muhammed Lutfî’nin İki Şiiri Üzerinde Karşılaştırmalı Bir İnceleme. Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 8/13, 729-738. Dönmez, İbrahim Kâfi. (2007). Oruç-İslam’da Oruç. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 33. 416-425. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 303 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları Eliaçık, Muhittin. (2015). Sultan Veled’in Oruç Kasidesine Bir Şerh: Ahmed Remzi Dede’nin Tuhfetü’s-Sâ’imîn’i. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 4/1, 430-442. Erkal, Mehmet. (2013). Zekât. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 44. 197-207. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Güzel, Abdurrahman. (1998). Yunus Emre ve Mahtumkulu’da Ortak Motifler. Folkloristik (Prof. Dr. Dursun Yıldırım Armağanı), 66-81. Harman, Ömer Faruk. (1996). İslâm’dan Önceki Dinlerde Hac. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 14. 382-386. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Kelpetin Arpaguş, Hatice. (2002). Kelime-i Tevhid. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 25. 214-215. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Koca, Ferhat. (1999). İslâm’da İbadet. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 19. 240247. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Kur’an-ı Kerim Meâli (Hazırlayanlar: Halil Altuntaş; Muzaffer Şahin). (2011). Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Küçük, Abdurrahman. (1999). İslâm Öncesi Dinlerde İbadet. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 19. 235-240. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Oğuz, Öcal. (2011). Çok Mekânlı ve/veya Çok Mezarlı Anlatı Kahramanları: Yunus Emre, Millî Folklor, 91, 5-11. Özaydın, Abdülkerim. (1996). İslâm’da Hac. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 14. 386-389. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Salihoğlu, Mahmut. (2013). Zekât-Diğer Dinlerde. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 44. 207-209. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Sinanoğlu, Mustafa. (1999). İbadet. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 19. 233-235. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Sinanoğlu, Mustafa. (2001). İslâm. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 23. 1-2. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Tatçı, Mustafa. (1997). Yûnus Emre Dîvânı I (İnceleme). İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. Tatçı, Mustafa. (1997). Yûnus Emre Dîvânı II (Tenkitli Metin). İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. Topaloğlu, Bekir. (2001). İslâm-İnanç Esasları. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 23. 5-10. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Topaloğlu, Bekir. (2010). Şehîd. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 38. 428. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Uşşak, Cemal. (2013). Kütüb-i Sitte’den Seçme Hadisler. İstanbul: Nesil Matbaacılık. Yaran, Rahmi. (1996). Hac-Literatür. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 14. 410413. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305 304 Yunus Emre’nin Deyişlerinde İslam’ın Şartları Yaşaroğlu, M. Kâmil. (2006). Namaz. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 32. 350357. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Yavuz, Yusuf Şevki. (1992). Bezm-i Elest. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 6. 106108. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Yılmaz, Ömer. (2013). Zaman ve Mekânı Aşan Söylemleriyle Yunus Emre’de İnsan Anlayışı. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 14, 153-168. Yitik, Ali İhsan. (2007). Oruç. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 33. 414-416. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. 305 The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 33, Kasım 2016, s. 286-305