Sayi 1/Yil 1

advertisement
‫سطأل َ َط َي ْطِْ ح َ ْا ِم اِأ َ ْم‬
َ ‫ َ ا َي َ َاا ح نْ َِ لَ ا َا َأط ْح َي ِ ََط ْح ع َ َط َي ِ ََط ْح حْ نم‬.‫ل حْ نم ِِ ِم‬
ِ ‫ِ حْ نم ِْا‬
Sayi 1/Yil 1
SAYI 2 /YIL 1
REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012
FIYATI/ PREIS 2,00 €
Aylık
Islami,
Siyasi ve
Ilmi Dergimiz..
‫ب ِ ْس ِم‬
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r .
Fihrist
Konu
Yazar
Sayfa
Fihrist
—
2
Editör
3
Tefsir Dersleri
Ebu Abdurrahman
4
Hadis/Sünnet
Riyazus– Salihıyn
5
Fetva Köşesi
Ebu Suud Efendi
6
Cemaleddin Hocaoğlu
7
Siyer /Davet
Ramazan El Butiy
8
Sohbetler/Düşünceler
Muhtelif Yazarlar
9
Akaid/Iman
Ömer Nasuhi Bilmen
10
Ibadet/Islam
Said Havva
11
Hanımlar Köşesi
Aişe Tuğba
12
Muhtelif Yazarlar
13
Ansiklopediler
14
—
15
Gündem/Yorum
Beyyineler
Gençlerle Başbaşa
Faydalı Bilgiler/Şifalı Bitkiler
Basından Seçmeler
Muhacirun Dergisi
www.muhacirun.net
info@muhacirun.net
Sayfa 2
Doğrular Islamın doğrulardır, hatalar/
yanlışlar bizim yanlışlarımızdır.
Okuyucularımızdan(Islama göre varsa)
Hatalarımızın düzeltilmesini istirham
ediyoruz.
MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1
REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r .
Gündem/Yorum
Editör
örnekler vardır. Bunlardan bir tanesini aktaralım.
Hudeybiye de antlaşma yapılmasına karar verilince
Mekke ileri gelenleri bir diplomatik uzman olan Süheyl
ibn Amr’ı Efendimize gönderdiler. Süheyl Efendimizi
çok yakînen bilen birisi idi. Antlaşmanın hemen başında
Süheyl “Bismillahirrahmanirrahim’e” itiraz etmiş, biz
Rahman nedir bilmeyiz demişti. Bizim bildiğimiz
RESULULLAH´I TANIYOR MUYUZ ?
yazılacak diye diretmişti. Antlaşmayı “Bismike
Allahümme” diye başlatmıştı. Süheyl’in ikinci itirazı
Tanımak ve bilmek dilimizde çokta farklarını
“Resulullah” ifadesine olmuştu. “Biz eğer senin
gözetmeden kullandığımız kelimelerdendir. Daha ilk
Resullüğünü kabul etseydik seninle savaşmazdık”
karşılaştığımız birisiyle adından başlayıp memleketi,
demişti. Efendimiz antlaşmayı yazan Hz. Ali’ye sil onu
mesleği, yaşı, çocuk sahibi olup olmadığının ötesine
ve “Abdullah oğlu Muhammed ile Amr oğlu Süheyl”
geçmeyen üç-beş dakikalık selamlaşma faslını o insan ile
diye yaz dedi. Süheyl o gün çok aksi ve çok alaylayıcı bir
tanıştığımız iddiası ile tamamlarız.
üslub ile Efendimizle (s.a.v) konuşuyordu. Sahabe başta
Hz. Ömer olmak üzere müthiş bir kızgınlık geçiriyorlardı
Ama tanışmak ve tabi ki tanımak aslında çok farklı bir
içlerinde, ama o günün şartları içerisinde hiçbir şey
durumdur. Bunun için Hz. Ömer tanışmayı üç şeye
diyemiyorlardı. Antlaşma görünürde müslümanların
bağlamıştı : Yolculuk, ticaret, aynı mekanı paylaşmak..
aleyhine olan birçok madde ile imzalandı. Efendimiz’i
Bu üç şey insanı insana tanıtan en önemli üç alandır.
Türkçe de pek de önemsenmeden bu iki kelimeyi birbiri bilen Süheyl büyük bir başarı elde etmişcesine
gururlanarak Mekke’ye döndü. Aradan üç yıl geçmeden
yerine kullansakta arap dilinde iki kelimenin ifade
Mekke fethedildi. Resulullah tek ve son haccı olan veda
edilişleri birbirlerinden farklıdır.
haccı için Mekke’de idi. İhramını çıkarmak için traş
Tanımak arap dilinde “arefe” tanıdı, tanıyan arif tanınan olmaktaydı. O traş olurken birisi gizlenerek gelip O’nun
dökülen mübarek saç ve sakal tellerini topluyor, bir
ise marifet olarak ifade edilir.
köşeye çekilip, o saç ve sakalları yüzüne, gözüne sürerek
Bilmek ise alime bildi, bilen alim, bilinen ise malumat
ağlıyordu. Enes b. Malik rivayet ediyor ve diyor ki;
biçiminde dile getirilir.
“Merak ettim bu şahsın kimliğini, soruşturdum. Ve
onun Hudeybiye’de Efendimiz’e karşı küstahça
Demek ki bilmek ve tanımak çok farklı iki durumdur.
konuşan Süheyl ibn Amr olduğunu öğrendim. Daha
“Her tanıyan bilir, ama her bilen tanıyamayabilir.”
dün Resulullah ifadesine karşı çıkan Süheyl, şimdi
Aynı şeyi Efendimiz (s.a.v) karşısındaki durumumuz ve O’nun saçının tellerini yüzüne gözüne sürdüğünü
görünce hayrete düştüm.”
tutumumuz içinde söyleyebiliriz. Bugün 1,5 milyarlık
Islam ailesinin kaç ferdi Peygamber Efendimizi tanıyor ?
Bunun hesabını yapmamız zor ama şunu iyi biliyoruz ki;
bu koca ailenin her ferdi O’nu (s.a.v) bilmektedir. O’nu
İşte Süheyl bilme yolculuğunu tanıma saadeti ile
bilenler çoğunlukta ama tanıyanların oçoğunlukta
noktalamıştı. Bunun için bilen sadece haberdar olur,
olduğunu ne yazık ki söyleyemiyoruz. O’nu bilenler
tanıyan bildiği kisinin/şeyin yolunda olur. Bilen sadece
O’nun ne zaman doğduğunu, ne zaman vefat ettiğini,
bilgi/malumat sahibi olur, tanıyan ise o malumatları
savaşlarını, çocuklarının isimlerini, hanımlarını, hicretini, marifete yani aşka taşımış olur. Bilen sadece bilgisi ile
miracını ve daha onlarca şeyi biliyorlar. Çok gariptir, bu yetinir, tanıyan o bildiği değerler yoluna kurban olur.
bilinenlerin çoğunu belki daha fazlasını Mekke’de O’na
karşı çıkanlarda biliyorlardı. Herhalde Hz. Muhammed’in
(s.a.v) öz amcası Ebu Leheb bizden daha çok
Şimdi şu soruyu herkes kendisine sorsun, O’nu (s.a.v)
Peygamberin bu özel bilgilerine sahip idi. Ama onlar o
tanıyormuyuz?Yoksa sadece biliyormuyuz veya
yüce Insani tanıyamadılar, tanıyamadıkları içinde tabi
bildigimizi mi zannediyoruz? Eğer tanımıyorsak hemen
olamadılar ve O’na karşı oldular. İşte bilmek yalnız
onu tanımanın yollarını araştırmamız,bulmamız ve tabi
başına yeterli değil, o bilginin marifete, yani aşka
olmamız lazımdır diyorum.
dönüşüp sahibini tanıdığı o değerler uğruna fedakarlık
yapmaya zorlamalıdır.
Yoksa Müslümanım diyenlerin Şeriati Muhammediyeye
Bilmek sürecinin tanımaya nasıl dönüştüğünü ve bu iki
fiilin sahibini nasıl değiştirdiğine dair siyerde bir çok
Sayfa 3
olan düşmanlıkları nedendir dersiniz?
MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1
REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r .
TEFSIR DERSLERI
Ebu Abdurrahman
et-Tîn Sûresi'nde, insandan, onun en
güzel biçimde yaratılışından ve onu,
yükümlülüklerini yerine getirmekten
alıkoyan engellerden sözedildiyor. elAlâk Sûresi'nin de bu konuları
ْ
َ
َ
ْ
َ
ِ ‫ل اخ‬
َ َ )1( َ َ ‫لق‬
َ ِ ‫ْم ِ َِّا‬
ْ ِ ‫ اِقرَا ا‬tamamlamakta olduğunu görüyoruz:
"Sakın okumamazlık etme. Çünkü
َ ْ ‫ن‬
‫ل‬
ِ َ‫ْسْن‬
ِْ
َ َ‫) ا ِ ْقرَ ْا رََِّا‬2( َ ‫ق‬
َ ‫اْلن‬
insan kendisini müstağni gördüğü
ْ
َ ‫لق‬
)4( ِ َ ‫ق َ َ اِْ ْخ َم‬
ِ َ‫) اَخ‬3( ‫م‬
ُ َ‫اْل َ ْكر‬
için azgınlık eder." İşte böylece bu
َ
)5( ْ َ ْ َ ‫نْخَ ْ م‬
ِْ َ َ ‫ق‬
َ َ‫ْسْن‬
َ ‫اْلن‬
grubun sûreleri birbirini
96- ALÂK SÛRESİ (1)
tamamlamaktadır. Şimdi sûreyi
1. Yaratan Rabbinin adıyla oku.
sunmaya başlayalım.
2. O insanı yapışkan bir şeyden
Yaratan Rabbinin Adıyla Oku (Âyet
yarattı. 3. Oku Rabbin sonsuz kerem 1)"Yaratan Rabbinin adıyla oku."
sahibidir. 4. Ki O kalemle öğretti.
Her şeyi yaratan Rabbinin adıyla
5. O insana bilmediği şeyleri öğretti. oku.
Sonra yaratıklar arasından özellikle
Mushaftaki Sıralamaya Göre 96.
insanı zikredip şöyle buyurdu:O,
Sûredir.Mufassal Sûreler Kısmının
İnsanı Yapışkan Bir Meniden
On Üçüncü Grubundaki İkinci
Yaratmıştır (Âyet 2) "O insanı
Sûredir.19 âyettir.Mekke'de nazil
yapışkan bir şeyden yarattı." Bir
olmuştur.
spermden yarattı. Yahut bundan
et-Tîn Sûresi'nin Allah Teâlâ'nın:
maksat, spermin yumurtacıkla
"Öyle ise bundan sonra dini sana ne buluşmasından sonra cenine ait ilk
yalanlatabilir?" buyruğu ile sona
erdiğini gördük. Ve yine gördük ki bu
âyetin tefsîrinde iki görüş vardır.
Bunlardan biri buradaki hitabın
Rasûlullah (s.a.v)'e yönelik olmasıdır.
Buna göre mânâ şöyle takdir edilir:
"Ey Muhammed! Bu açıklamalardan
sonra âhiret günü, ceza ve hesap
konusunda seni kim yalanlayabilir?"
Âyet hakkındaki diğer görüş de
şudur: "Ey İnsan! Seni hesabı
yalanlamaya sevkeden şey nedir?"
el-Alâk sûresi bunlardan sonra
aşamadır.
Rasûlullah (s.a.v)'e hitab etmek üzere Soru: Ne okuyacak? Çünkü kendisine
gelir: "Yaratan Rabbının adıyla oku!" ilk defa bu hitap yöneltilen
Burada emredilen okuma din
Rasûlullah (s.a.v) okuyamaz.
gününün geleceğine delildir. O halde Bana göre anlatım düzeninden şöyle
bu sûrenin önceki sûre ile ilişkisi
bir anlam çıkarmak mümkündür:
açıktır.
Buradaki okumaktan maksat,
Bilindiği gibi el-Alâk sûresi ve
düşünme ve kafa yorma ile
özellikle onun baş tarafları Kur'ân'ın yaratıkların okunmasıdır. O halde
ilk nazil olan âyetleridir. Böyle iken mânâ -en iyisini Allah bilir amasûrenin şimdiki yerinde Kur'ân'ın
şöyle olur: "Bu kâinatı ve bu insanı
tertip ve düzenine tam bir uyum
Allah Teâlâ'nın yaratıcı olduğunu göz
sağlaması, Kur'an'daki sıralanmanın önünde bulundurarak O'nun adıyla
tevfikî (Allah tarafından) olduğuna,
oku." Bu mâna, bazılarının
Kur'ân'da beşer işi bir şeyin payı
benimseyip pratik bir içerik verdiği
bulunmayıp onun Allah katından
ve Allah'a doğru gidişte temel ve
geldiğine bir delildir.
hareket noktası kabul ettiği bir
Sayfa 4
MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1
mânadır.
Oku! Rabbin Sonsuz Kerem
Sahibidir (Âyet 3)"Oku! Rabbin
sonsuz kerem sahibidir." Cömertliği
her cömerti geçmede kemal sahibi
olan Rabbinin adıyla oku. Ben derim
ki: Bu, Aziz ve Celîl olan Allah
Teâlâ'dan, kâinatı ve yaratıkları
kendi adıyla okuyanlara büyük
ikramda bulunacağına dair verilmiş
bir sözdür. Çünkü Allah Teâlâ
başkalarına açmadığı ilimleri ona
açar. Kâinatı Allah'ın adıyla okuyan
hiçbir insan yoktur ki Allah ona
ilimleri küçüğü ve büyüğüyle
vermesin.
Kalemle Yazı Yazmayı Öğretendir
(Âyet 4)"Ki O kalemle öğretti." Yazı
yazmayı kalemle öğretti. Yahut kalem
vasıtası ile birbirinden meydana
gelen pek çok ilimleri öğretti.
İnsana Bilmediklerini Öğreten
O'dur (Âyet 5)"O insana bilmediği
şeyleri öğretti." İbn Kesîr der ki:
"İnsana bilmediği şeyleri öğretip onu
ilimle şereflendirmesi veya saygın
kılması, Allah'ın kereminden
dolayıdır. Bu şeref, beşeriyettin atası
Âdem (a.s)'ın meleklere üstün geldiği
bir şereftir."
Ben derim ki: Belki de bu âyetin
manâsı şöyledir: "Şayet Aziz ve Celîl
olan Allah Teâlâ'nın tevfiki olmasaydı
insanın öğrenemeyeceği birçok
ilimleri, insana öğreten Allah
Teâlâ'dır. Buna göre yukarıda geçen
üç âyetin genel anlamı da şöyle olur:
"Kâinatı ve insanı Allah'ın adıyla
oku. Eğer sen okuyacak olursan
insana kalemle öğreten ve yine
insana bilmediklerini öğreten Allah
Teâlâ, pek çok büyük ilimleri sana da
lütfedecek." İşte böylece bu sön
âyetler ilk iki âyette geçen okuma
emrini pekiştirmiş ve okuyucuya
ikram vadetmiş olmaktadır. Bu mâna,
bazılarının kavrayıp hakkını verdiği,
Allah'ın onların salih olanlarına
birtakım özel ikramlarda bulunduğu
bir manadır. Ayrıca bu beş âyet
Kur'ân-ı Kerim'in ilk nazil olan
ayetleridir. Onun için bunlar
üzerinde biraz duralım.
REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r .
Hadis /Sünnet
‫هللا ع َ ل ل هللاس هللام‬
‫قال ُ ل‬
‫وَلهللا ل هللا‬
‫هللاا‬
َ ‫إنما َ هللاعسمالل ِّاَّ تاماو َّ إن هللاما َّ ل َت‬
ََّ‫و‬
‫هللان هللاَى َّ ما ا هللانر ُ هللا َل ل إ هللاََّ ل هللاُ ل‬
‫وََّ َّ ا اهللانر ُ هللا َل‬
‫ه َل إََّ ل ُ ل‬
‫هللا‬
ََّ‫َّدلنمهللاا صلبمهلها َّ هللار َ هللا رح صهللاا لرها ه هللا َل ل إ‬
‫ا ُهللاا هللار إَّم‬
‫و‬
‫هللا‬
Riyazus-Salihıyn
çıkmaktadır:
Aslında ibadet olmayan bazı işler, iyi
niyetle yapıldığı takdirde ibadete
dönüşebilir. Meselâ yemek yiyen kimse,
bu gıdalardan elde edeceği kuvvetle ibadet
edeceğini düşünürse, yemek yerken bile
sevap kazanmış olur. Normal ticaretini
yapan kimse, işini en iyi şekilde yaparak
insanlara hizmet etmeyi, onları
aldatmamayı düşünürse, hem para hem de
sevap kazanabilir.
Hadîs-i şerîfimizde “Kimin niyeti Allah’a
ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret
etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a
ve Resûlü’ne hicret sevabıdır”
buyuruluyor. Hicret, bir şeyi terketmek
demektir. Allah Teâlâ’nın yasak ettiği
şeyleri terkedip yapmamak da genel
mânâda hicret sayılmaktadır. Bu sebeple
Peygamber Efendimiz:
“Muhâcir, Allah’ın yasakladığı şeyleri
bırakan kimsedir” buyurur.
Hadiste sözü edilen hicretten maksat,
kâfirlerin elinde bulunan vatanı bırakıp
İslâm yurduna göçmek demektir. Hz.
Peygamber ile ashâbı, Mekke’den
Medine’ye bu maksatla göçmüşlerdir.
Resûl-i Ekrem (SAV)’in söylemek
istediği şudur:
Bir adam hicret ederken dünyevî bir çıkar
düşünmemiş, sadece Allah’ın rızasını
kazanmayı ve Resûlullah’ı hoşnut etmeyi
hedef almışsa, hicreti makbûl olmuştur;
samimiyetimiz, yani o işleri sadece Allah Allah ve Resûlü’ne hicret etme sevabını
elde etmiştir. Kim de hicret ediyor
rızası için yapmış olmamızdır.
görünse bile, aslında bir dünyalık elde
Meselâ insanlar beni görsün ve takdir
etme veya bir kadınla evlenme arzusuyla
etsin diye namaz kılmak, zekât vermek
şirk derecesinde büyük bir günahtır. Fakat yola çıkmışsa, onun hicreti makbul
sayılmaz ve hiçbir sevap kazanamaz.
gösterişi aklından geçirmeyen bir
mü’minin, başkalarını o ibadeti yapmaya Bu hadîs-i şerîfin söylenmesine şöyle bir
olayın sebep olduğu anlatılır:
teşvik etmek niyetiyle herkesin göreceği
Sahâbîlerden biri, Ümmü Kays adlı bir
bir yerde namaz kılıp zekât vermesi
faziletli bir davranıştır. Böyle bir mü’min hanımla evlenmek ister. Fakat o günlerde
Ümmü Kays Medine’ye hicret etmeyi
hem görevini yapmış hem de iyi
düşünmektedir. Kendisiyle evlenmek
niyetinden dolayı ayrıca sevap kazanmış
isteyen sahâbîye, niyeti ciddî ise
olur.
Medine’ye hicret etmeyi ve orada
İyi niyete dayanmayan, sadece gösteriş
evlenmeyi teklif eder. Mekke’deki kurulu
için yapılan ibadetlerin ve güzel
düzenini terketmeyi henüz düşünmeyen o
davranışların Allah katında hiçbir değeri
sahâbî Ümmü Kays’la evlenmek
bulunmadığını Peygamber Efendimiz
arzusuyla Medine’ye hicret etmek
ortaya koymuştur.
zorunda kalır. Bu durumu bilen sahâbîler,
Hadîs-i şerîfin devamında zengin bir
Ümmü Kays’ın muhâciri anlamında
kimsenin huzura getirileceği, onun da
“Muhâciru Ümmü Kays” diye takıldıkları
malını Allah rızası için harcadığını
söyleyeceği, ona, “cömert adam” desinler o zâtın, hicret sevabı kazanıp
kazanmadığını tartışmaya başlarlar. İşte o
diye malını sarfettiği söyleneceği ve
diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı zaman Peygamber Efendimiz, bu hadîs-i
şerîfle meseleye açıklık getirerek herkesin
belirtilmektedir (Müslim, İmâre 152).
niyetine göre sevap kazanacağını belirtir.
Bu niyet hadisinden şöyle bir sonuç da
Dil bir şeye niyet ederken kalb bu
düşünceye katılmazsa, niyet makbul
olmaz. 7. hadîs-i şerîfte görüleceği üzere
Allah Teâlâ bizim şeklimize, kalıbımıza
değil, kalblerimize bakar, niyetlerimize
değer verir.
Herkesin yaptığı işin karşılığını niyetine
göre alması şu gerçeği vurguluyor:
1. Mü’minlerin Emîri Ömer ibni Hattâb
Yapılan bir ibadet ve herkesin takdirini
(r.a.), Resûlullah (SAV) ’i şöyle
buyururken dinledim, dedi:“Yapılan işler kazanan bir hizmet görünüş bakımından
kusursuz olabilir; ancak o ibadet ve güzel
niyetlere göre değerlenir. Herkes
yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. hizmetin samimi bir niyetle ve sadece
Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla
Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne
yapılması şarttır. İnsanların takdir ve
varmak, onlara hicret etmekse, eline
geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne teveccühünü kazanmak veya hem Allah
rızasını hem de insanların takdirini
hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği
kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve
bir dünyalığa veya evleneceği bir
hizmetlerin Allah katında hiçbir kıymeti
kadına kavuşmak için yola çıkmışsa,
yoktur. Yapılan işleri Allah katında
onun hicreti de hicret ettiği şeye göre
değerli kılan bizim ihlâs ve
değerlenir.”
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir”
hadisi, insanın kazanacağı sevap ve
günahlar ile yakından ilgili ve son derece
önemlidir. Ahmed İbni Hanbel, Ebû
Dâvûd, Tirmizî, Dârekutnî gibi büyük
âlimler, bu hadisle, İslâmiyet’in üçte
birini anlamanın mümkün olduğunu
söylemişlerdir. İmâm Şâfiî, bu hadisin
yetmiş ayrı konuyla ilgisi bulunduğunu,
bu sebeple de onu din ilminin yarısı
saymak gerektiğini belirtmiştir. İmâm
Buhârî ise, kitap yazanlara bir nasihatte
bulunarak, eserlerine bu hadisle
başlamalarını tavsiye etmiştir.
Şimdi niyetin ne olduğunu görelim:Niyet,
bir işi Allah rızâsı için yapmayı kalbden
geçirmektir.
İş ya kalble, ya dille veya diğer
organlarla yapılır. Kalbimizle yaptığımız
işler, niyet ve düşüncelerimizdir. Dilimizle yaptıklarımız konuşmalarımızdır.
Organlarımızla yaptığımız işler de fiil ve
davranışlarımızdır. Sözler ve davranışlar
çoğu zaman niyete bağlı olduğu için, iyi
niyet bazan başlı başına bir ibadet olur.
Ameller yâni yapılan işler niyete göre
değer kazanır sözü, çoğu zaman
organlarımızla yaptığımız işleri kapsar.
Yoldaki bir taşı, insanlara zarar vermesin
düşüncesiyle ve sevap kazanmak ümidiyle
kaldırıp atmak bir ibadet sayılır. Birinin
malını meşrû olmayan yollardan elde
etmeye karar vermişken, Allah korkusuyla
bu düşünceden vazgeçmek de aynı şekilde
sevap kazanmaya vesile olur.
Kalbden geçen düşünceler, iyi niyete
dayandığı zaman Allah katında değer
kazanır. Bu esnada kalbin uyanık ve
şuurlu olması gerekir.
Sayfa 5
MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1
REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r .
Fetva Köşesi
Ebu Suud Efendi
Imânı Mes’eleler
Elcevap: Eğer bir karîbinin(yakınının)
veyahud bir istinad ve i'timat ettiği
875. Mes’ele: Dîn-i Islâm ve Millet
kimsenin fevti(ölümü) esnasında, Hakk
nedir ? beyan buyurula.
subhânehû ve te'âlâ hazreti ile iktifa
Elcevap: Hak teâlânın Vahdaniyyetine edip, sâir mevcudattan istiğna göstermek tarikiyle söylediyse bir şey olmaz.
ve Resûllullah (SAV) in Nübüvvetine
ve Şerîat-i şerîfenin hakikatine i'tikad
Ba'zı mütevekkilinden beyti kütüb-i
etmek avama(Halka) kifayet eder. Mef- muteberde(Muteber kitaplardaki beyithumlarına ve tefâsîl-i ahkâmına vukûf-i lerde) min gayri tekebbür makûldür.
tafsîlî (Tafsili hükümlerini tafsili olarak
bilmek) lâzım değildir.
Eğer istihza(alay) ve istihfaf tarîki ile,
yahud Hakk subhânehû ve te'âlâ hazreti
876. Mes’ele: Hak Celle ve ala hazret- dahi fevt ve fenaya kabil olmağı iham
leri, mekândan münezzeh olucak,
etmek vechi(yani Allah teala yok olagöklerdedir diye i'tikâd etmek mi gecak diye ima etmek için söylemişse) ile
rektir, ve nice/nasıl i'tikâd etmek gerek- lâtife söyledi ise, küfürdür. Tecdîd-i
tir?
îman, tecdîd-i berat lâzım olur.
Elcevap: Allah teala Cemî emkineden
(bütün mekanlardan) münezzeh olup,
gökler yerler Onun hükmündedir ve
ilmindedir ve kudretindedir" diye i'tikâd etmek lâzımdır.
880. Mes’ele: İftira gibi gıybet gibi
hukûk-i ibâd(Kul hakkı) kabilinden
mazına ve guslüne ve şâir levazımına
mübaşeret ederiz(uyarız)" deyip, Amr
tafsil-i mezbûru(söylediklerini) âdet-i
küfürden dedi ise Amra küfür lâzımdır.
Eğer Zeydin muradı "Bayram gecesi
yeriz içeriz sohbet ve temaşa ve işret
ederiz" demek olup, Amr ol fi'li kefere
ef'âline teşbih etti ise isabet etmiş olur.
526. Mes’ele: Hızrilyas(Hidrellez) günü seyre çıkan müslümanlara nesne
lâzım olur mu?
Elcevap: Ol güne ta'zîm için değil ise,
sâir günlerde ettiği seyir gibidir.
527. Mes’ele: Pâdişâh-i âlempenah
hazretleri bir diyarı feth ettikte, ba'zı
müslümanlar ol diyarda mütemekkin
olup, ol diyarın dilince tekellüm
(konuşma) eyleseler şer'an nesne lâzım
olur mu?
Elcevap: Gayet muztar olup, ehl-i İslama dîni tefhime kadir olmayıp, mühim
olan maslahatı i'lâm edince söyleyene
ruhsat vardır.
Duâda eli yukarı kaldırmak, cihet-i
fevk duâya kıble kılındığı içindir.
877. Mes’ele: "Mü"mine olan hayır ile
şerr Allahtandır" diye i'tikâd etmek mi
gerektir, yoksa "hayr Allahtan şerr abdin/kulun nefsindendir" diye i'tikâd
etmek mi gerektir?
528. Mes’ele: Zeyd-i müslim kâfir dilince zarûretsiz tekellüm eylese, şer'an
nikâhına zarar olur mu?
Elcevap: Zarar-ı mahzdır(çok zararlıdır). Küfrüne hükm olunup avreti
tefrik olunmaz, ta'zîr-i şedîd (şiddetli
kınama) ile men' ü zecr olunur(zorla
olan nesneler, istiğfar ile tevbe ile mağ- men olunur).
fur olmak(affedilmek) mercû olur mu?
529. Mes’ele: Zeyde sıla vâcib oldukta,
yerlerine karîb yerde bir dâr-ül-harb
878. Mes’ele: Zeydin malı ve ameli,
Elcevap: Hukûk-i ibâd istihlâlsiz
kesbü sa'y eylediğimidir, yoksa ziyâde (helalleşmeden) olmaz.
olup kefere libâsın giymeyicek geçilsa'y etmek ile indallah mukadder olanmese, giydiği takdirde zevcesi boş olur
525. Mes’ele: Bir hırfet(işçi, sanatkar) mu?
dan ziyâde olur mu?
ehlinden Zeyd, "Cum'a günü Bayram
Elcevap: Kesb ü sa'y etmek ile mukad- günüdür iş işlemeyiz" dedikte, Amr
Elcevap: Kefereye mahsus libâs ise
der olandan ziyâde olmak muhaldir.
(Talakı) bâin olur.
ona"kâfirsiniz, güne taparsınız, cum'a
Amma kesb ü sa'y etmediği takdirde
gün ekmek niçin yemezsiniz, niçin işle530. Mes’ele: Zeyd, bi-gayri zaruretin,
hâsıl olacağı miktardan ziyâde olur.
mezsiniz" dese, Amr'a ne lâzım olur?
başına yahudi şapkasın giyse, şer'an
879. Mes’ele: Kadı (Hakim) olan Zeydin Elcevap: Eğer Zeyd, Müminlerin bay- Zeyde ne lâzım olur?
Elcevap: Hayr dahi şerr dahi, Hakk
teâlânin yaratması ve icadı ile olur.
Amma, hayr Hakk te'âlânin lütfü ile
olur, ona rızası vardır şerr 'abdin sû-i
hâlinden olur, ona rızası yoktur.
meclisinde, "Allahu Teâlâ sağ olsun" dese, ne lâzım olur?
Sayfa 6
ramıdır deyu iş işlemeyip, "cum'a na-
MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1
Elcevap: Küfür lâzımdır.
REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r .
Beyyineler
İ’tikadât:
Dinin bu bölümü imandan
bahseder. Insanoğlu nelere
inanacak, nelere inanmayacaktır şeklindeki sorulara cevap verir; insanın fikir sistemini ve inanç yapısını düzene
kor, nizama bağlar ve gönül
âlemini anarşiden korur.
İmanın altı şartı bu bölümün
başında gelir. Akaid ve Kelâm
kitapları bunlardan bahseder.
İbadât:
Dinin bu bölümü, bizatihi
ibadet olan mevzulardan
bahseder. Doğrudan doğruya
Allah ile olan münasebetlerıni
nizama kor, esasa bağlar. 0
hususlarda tereddüt ve
karışıklıklara meydan vermez. İslam’ın beş şartı bu
bölümün başında gelir ve
ilmihal kitapları bunları bahis
mevzuu yapar.,,Bizzat ibadet”
tabirini kullandık. Çünkü,
şuurlu müslümanın her işi
ibadettir. Ama bir kısmı bizzat ibadettir, bir kısmı da bilvasıta ibadettir.
Muamelât:
Muamelât, kelime olarak
Sayfa 7
Cemaleddin Hocaoğlu
müfâale babından gelir ve karşılıklı münasebetleri ifade
eder. Evet yukarıda da
kaydedildiği gibi, insan çok
cepheli ve girift bir varlıktır ve
her şeyle münasebeti vardır.
Madde ile neleri alabilir, neleri
satabilirler, neleri yiyebilir,
neleri yiyemezler, nelerde tasarruf edebilirler, nelerde tasarruf edemezler; Aile ve akraba ile münasebettardır;
bunlara karşı hakkı nedir,
görevi nedir, kimlerle evlenebilir, kimlerle evlenemez, evlenme ne demektir, nasıl başlar ve nasıl devam eder?
Komşularıyla münasebetı
vardır; komuşunun komşuya
hak ve hukuku nedir, sorumluluğu neden ibarettir? Cemiyet ve cemaatiyle münasebeti
vardır; ictimaî hak ve görevleri nelerdir?
Devletiyle münasebeti vardır;
devletine karşı hakkı nedir,
mesuliyeti neden ibarettir?
Devlet nasıl kurulur, devleti
kimler yürütür ve hangi
ölçülere göre yürütülür?
Devletin diğer devletlerle
münasebeti vardır; İslam devleti diğer devletlere karşı nasıl
davranacak ve münasebetlerini ne ölçülerde yürütecektir?.
Bütün bu soruları en ince teferruatına kadar
cevaplandıran dinin bir
bölümü vardır ki, işte bu
bölüme ,,Muamelât” ismi verilir. Fıkıh ilminde geniş bir yer
işgal eden bu bölüme aynı
MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1
zamanda ,,İslam Hukuku”
denir.
Ukubât:
İslam dininin bu bölümü cezalardan bahseder. Hayatta öyle
insanlar olabilir ki, hakkına
razı olmaz, hukuka tecavüz
eder ve insanların huzurunu
bozar, üzerine düşeni yapmaz... İşte böylelerini cezalandırmak başkalarına da ibret
dersi olmak üzere, İslam dini
bir takım müeyyideler getirmiştir, cezalar koymuştur. İşte,
cezalardan bahseden dinin bu
bölümüne ,,Ukubât” denir.
,,Ceza Hukuku” da denen bu
bölüm, fıkıh ilminde yine en
ince teferruatına kadar yerini
almıştır.
Muamelat bölümünde)
Görüldüğü üzere, Devlet
İslam’ın dışında değil, içindedir; İslam dininin bir bölümüdür, İslam hukukunun bir
parçasıdır. Ve o derece ki, iman
meseleleri, namaz ve oruç gibi
ibadet meseleleri nasıl İslam’ın
birer emri, yerine getirilmesi
gereken birer vecibe ve birer
fariza ise, devlet meselesi de
İslam’ın bir emri olup yerine
getirilmesi gereken bir vecibe
ve bir farizadir ve nihayet müslümanlar İslam hukukunun
usul ve kaidelerine göre, İslamî
bir devlete sahip olma sorumluluğu altında bulunmaktadırlar.
REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r .
Siyer/Davet
Ramazan El Butiy
2- Siyret-i Nebeviyye'nin Kaynakları
iki sebeb vardır:
Siyret-i Nebeviyye'nin kaynaklarını şöyle
sıralayabiliriz:
Birinci sebeb: Bu kitablardaki hadîslerin
çoğu bildiğimiz fıkhi bâblara veya İslâm
şeriatıyla ilgili konulara göre düzenlenmiştir.
Bunun için, Hz. Peygamber'in hayatıyla ilgili
ve onun hayatının bir yönünü açıklayan
hadîsler, çeşitli bâblar arasında, dağınık ve
serpilmiş olarak bulunmaktadır.
Birincisi: Allah'ın kitabı Kur'ân-ı Kerim.
Resûlullah'ın hayatına âit genel belirtileri
anlamakta, mukaddes hayatın kısa
dönemlerini kavramakta ilk dayanak
Kur'an'dır. Bu yüce kitab, Resûlullah'ın
hayatını iki yolla anlatır:
Birinci yol: Hayatının bazı sahnelerini
anlatmak... Bedir, Uhud, Hendek ve Huneyn
savaşları hakkında inen âyetlerle,
Resûlullah'ın hanımı Zeyneb b. Cahş'la
evlenmesini anlatan âyetler gibi...
İkinci yol: Hâdiselere ve olaylara açıklama
getirmesidir. Bu da, bazan durumunda
karışıklık bulunan konulara cevab vermek için
veya bir kısmı gizli ve örtülü şeyleri açığa
çıkarmak için, ya da müslümanların bakışını
ibret ve öğüt yönüne çevirmek içindir. Bun­
ların tümü, yalnızca, Resûlullah'ın herhangi
bir uygulamasıyla veya onun siyretinin bir
yönüyle ilgili olabilir. Bu haliyle de onun
hayatının muhtelif dönemlerinde, birçok iş ve İkinci sebeb : Hadîs İmamları, özellikle
uygulamalarını bize açıklar.
kütüb-i sitte sahihleri, Resûlullah'ın
hadislerini ve sahih sünnetlerini toplarken,
Ancak, Kur'ân-ı Kerîm'in, bütün bunlardan
yalnızca onun siyretini nakletmeyi
bahsetmesi, teferruatına dalmadan, kısa temas
düşünmediler ki, hadîslerle delâletleri arasında
şeklinde olur. Resûlullahın siyretinden
bir bağlantı kursunlar. Onlar, sadece
herhangi bir yönünü açıklamada Kur'ân-ı
hadîslerden genel şer'î delâletleri yönünden
Kerîmin üslûbu, her ne kadar Kur'an'ın, Siyret
yararlanabilmeyi düşündüler.
-i Nebeviyyenin bazı yönlerini açıklamadaki
üslûbu çeşitlilik arzederse etsin, hâdise ve
Bu ikinci kaynağın şu özelliği vardır:
olayları kısa bir şekilde anlatmaktan ve genel Resülullah'tan vârid olan bu haberlerin büyük
çizgilerini belirtmekten öteye geçmez. Kur'ân- bir kısmı, ya Resûlullah'a veya haberin ilk
ı Kerim'in, eski milletlerin ve geçmiş
kaynağı olan sahabîye kadar ulaşan sağlam
peygamberlerin kıssalarını anlattığı her
senetlerle nakledilmiştir. Buna rağmen yine de
konuda durum böyledir.
onların arasında ihticac derecesine
ulaşamamış zayıf haberlere de rastlamak
mümkündür.
İkincisi: Hz. Peygamber'in Sahih hadîsleri.
Bu ikinci kaynak, sıdkleri ile tanınmış, hadis
imamlarının derledikleri, Kütüb-i Sitte ile
Imam Mâlik'in Muvatta'sı ve ImamAhmed'in
Müsned'i gibi hadis kitablarımn ihtiva ettiği
hadîslerdir.. Bu ikinci kaynak, şümul ve
tafsilât bakımından birinci kaynak
(Kur'an)'dan daha geniştir. Ne var ki,
zihnimizde, Hz. Peygamber'in doğumundan
vefatına kadarki hayatını, tam bir şekilde, bu
hadîslerle canlandıramayız. Buna engel olan
Sayfa 8
Sonra Resûlullah'ın siyretini, tam bir dikkatle
tabiiler, rivayet etmeyi üstlendiler. Çünkü
onların çoğu, kendilerinde bulunan siyret
haberlerini tedvin etmeye ve bunları sahifeler
ve varaklar halinde toplamaya başladılar.
Bunlardan Urve bin ez-Zübeyr , Eban bin
Osman, Vehb bin Münebbih, Şürahbil bin
Sa'd ve Ibn-i Şihab ez-Zührî 'yi sayabiliriz.
Ancak bu kişilerin yazdığı eserlerin tümü ,yok
olup gitmiştir. Geri kalanlar ise dağınık bir
şekildedir. Ki onların bir kısmını Taberî
rivayet etmiştir. Diğer kısımların da
Almanya'nın Heidelberg şehrinde mahfuz
olduğu söylenmektedir.
Daha sonra, siyret konusunda kitab yazan
müellifler ortaya çıktı. Onlardan Muhammed
bin Ishâk önde gelmektedir. Bunlardan sonra,
başlarında Vâkıdî ve Tabakatü'1-Kübra adlı
kitabın yazarı Muhammed bin Sa'd'ın bulundu
­ğu diğer bir nesil ortaya çıktı.
Araştırmacılar, Muhammed bin Ishâk'ın
yazdığı kitabın, o döneme kadar siyret
konusunda yazılanların en güvenilirlerinden
sayıldığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Ne var
ki; İbn-i Ishâk'm «el-Meğâzi»'si o dönemde
yazılmış, sonradan kaybolmuş kıymetli kitablar listesinde yer almaktadır.
Ibn Ishâk'tan sonra, Ibn Hişâm geldi. Ibn
Ishâk'ın te'lifinin üzerinden yarım asra yakın
bir zaman geçtikten sonra, Ibn Hişâm, onun
«Siyret»'ini yeniden gözden geçirip, bazı
düzenlemeler yaparak rivayet etti.
Bu durumda, Ibn Hişâm'a nisbet edilen ve
bugün ellerde bulunan «Siyret» kısaltılmış ve
yeniden düzenlenmiş olarak, Ibn Ishâk'ın
«Meğâzi»'sinden ibarettir.
Bu konuda îbn Hallikân şöyle diyor:«Ibn-i
Ishâk'ın «Siyer ve Meğâzi» 'sinden
Resûlullah'in hayatını derleyip, özetleyen ve
yeniden gözden geçiren kişi Ibn Hişâm'dır.
Elde bulunan ve Ibn Hişâm'ın Siyreti diye
bilinen Siyret de işte bu kitaptır.
Üçüncü Kaynak: Siyret Kitabları.
Bu yazarlardan sonra da, Siyret-i Nebeviyye
konusunda kitab yazanlar birbirini izledi.
Siyret konuları sahabe devrinde rivayet
Onlardan bir kısmı Siyret-i Nebeviyye'nin
tarikıyla naklediliyordu. Yâni sahâbe-i kiram tümünü sunmaya, diğer bir kısmı ise
(r.a.) siyret konularını kendilerinden son­ra
Isbahâni'nin «Delâilü'n-Nübüvve»'sinde,
gelenlere, sözlü olarak naklediyorlardı. Her ne Tirmizi'nin eş-Şemâil»'inde, Ibn Kayyım elkadar onların arasında Resûlullah'ın siyretine Cevziyye'-nin «Zâdü'I-Meâd»'ında yaptığı
ve siyretin incelikleriyle, tafsilâtına özel bir
gibi Siyret-i Nebeviyye'nin belirli yönlerini
dikkatle ilgi gösterenler var idiyse de; hiçbiri sunmaya gayret göstermişlerdir.
siyretle ilgili riva­yetleri bir kitapta toplamayı
veya onları biraraya getirmeyi düşünmemişti.
MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1
REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r .
Sohbetler/Düşünceler
DOĞU OLAYLARI VE ALTINDA
YATAN GERÇEKLER
Bismihi Teala...
Ilmen sabit olan bir gerçektir; doktor,
önce hastalığı teşhis eder; yani
hastalığın cins ve seyrine, safha ve şiddetine bakar, tesbitini yapar, sonra
tedavisine geçer; ilaçla mı tedavi edilecek, yoksa ameliyatla mı? Işte önce onu
yapar!.. Demek oluyor ki, önce teşhis
ve tesbit, sonra tedavi!..
1- Bütün müslümanları bir merkez
etrafında toplayan Hilâfet müessesesi
kaldırıldı. Dolayısı ile bölünmeler,
parçalanmalar birbirini takib etti. Islam âlemi, yutulur hale geldi. Işte M.
Kemal, tahribatına buradan başladı,
ihanet ve hıyanetine böyle siftah etti!..
2- Şeriat-ı Garra kaldırıldı, Kur’an
susturuldu, küfrün ve kâfirin kanunları
getirildi!..
bu suretle Kemal putu milletin başına
geçip, küfür dünyası adına icra-i faaliyette bulunacak!.. Haçlı zihniyeti, ordularıylayapamadığını bu adamın eliyle
yapmış olacaktı.
Işte yapacağını yaptı! Hem öylesine
yaptı ki; Erzurum, Maraş ve Konya gibi
birkaç vilayetin şapkaya karşı ayaklanmalarının ve Şeyh Said kıyamının
dışında kayde değer bir mukavemetle,
bir reaksiyonla karşılaşmadı. Yukarıda
bir kısmı kaydedilen inkilablar, bir bir
yapıldı ve bu suretle devletin ve devlet
müesseselerinin çarhı tamamen Islam
aleyhine döndürüldü!..
3- Kur’an harfleri kaldırıldı; yerine
tarihimizle, örf ve adetimizle alakası
Netice ise, iki şarta bağlı: Teşhisin
olmayan latin harfleri getirildi. Bu sudoğru konması, tedavinin ehil ellerce
retle insanımızın mana ve mazisiyle
yürütülmesi!.. Bu iki şart tahakkuk et- bağlantısı kesildi ve neticede kökünden
mediği taktirde netice alınmaz ve alına- koparılmış bir nesil meydana getirildi... Neden sonra, insanımızdaki Islam ruhu,
maz; hasta ameliyat masasında kalır!
az da olsa, yer yer kendini gösteriyor4- Medreseler kapatıldı, dinî ilimler ve du. Teşhiş edilen hastalığın tedavisi
Atalar boşuna söylememiş:
dinî neşriyat yasaklandı!..
yoluna gidiliyordu ve günden güne in„Yarım molla dinden, yarım hekim
sanımız hak ve hakikatı arıyor, dost ve
5- Devlet ve devlet müesseseleri, ünicandan eder!..“
düşmanını tanımaya çalışıyordu. Bu
versite ve mektepler, basın ve yayın,
husus inkâr edilemezdi. 60 askerî darDoğuda bir hastalık var! Bu bir
idare ve mahkemeler aslından kobesi, 72 askerî muhtırası ve 12 Eylül
gerçek!.. Sadece doğuda mı? Hayır! O parılıp, batı modeline göre, küfür ve
hareketi insanımızın uyanışına karşı
da belli; her tarafta! Aslında bu
kâfir sistemine göre tanzim edildi. Hathastalık, ne ilkidir ne de sonuncusudur; ta aileler, aile yapısı bile Kur’an yolun- birer tepki idi, bir durdurma ameliyesi
idi. Küfür adına bir gericilik ve birer
istisnaların dışında tüm insanımıza
dan çıkarılıp batı kanunlarına göre
irtica hareketi idi.
bulaşmıştır; onun ruh yapısını tehdit
düzenlendi. Allah’ın haram kıldığı,
etmektedir. Sarı bir hastalıktır; bulaşıcı Kur’an’ın yasakladığı faiz müesseseleri
Bu, iki yönlü bir uyanış; birbirine ters
bir hastalıktır. Yeni değildir; Genelde kuruldu; meyhaneler, kerhaneler açıldı.
düşen iki türlü teşhis ve iki zıt tedavi!..
cumhuriyetin gelişiyle gelmiştir. Musta- Devlet ve devlet adamları meyhaneci ve
Biri sol, diğeri sağ! Aslında ne sağ ne
fa Kemal’dır bu hastalığı milletimize
kerhaneci oldu; ordudan ve asker
de sol; bir taraftan Islam davası,
bulaştıran; inkilab ismi altında buocağından Islam ünvanı çıkarıldı, IsKur’an’ın hayata hâkim olması, diğer
laşmıs bu hastalık. Tarihi oldukça
lam’ı tahrik eden „Türk Ordusu“ ismi taraftan, ismi ne olursa olsun küfür
eskiye dayanır. Hastalığın amilleri ise verildi ve neticede ordu, Islam’a düşdavası!.. Ortada bir hastalık var! Buninkilab dedikleri mikroplardır. Hem de man, Şeriat’a düşman, Kur’an’ın devlet
da herkes müttefik. Bu hastalığın mükorkunç!.. Insanımızın manevî varlığını olmasını isteyen müslümana düşman
sebbibinin M. Kemal olduğunda da
kemire kemire bütün bir vücudu
kızıl ordudan farksız bir hale getirildi!.. şüphe yok!.. „Bizi bu hale getiren bu
sarmıştır. Işte, doğudaki hastalık, keadamdır!..“ gerçeği ortada! Ama, teşmalist mikrobunun açtığı yaraların
Oyuna getirildi:
his yanlış, tedavi farklı!.. Islam’ın
sadece bir bölümüdür.
Bütün bunlar yapılırken insanımız oyu- safında yer alanlarca tedavi manevî,
Şeriat’ın kılıcıyle ameliyat gerekiyor...
Inkilab adı altında insanımıza seneler na getirildi; işin nereye varacağının
senesi mikroplar bulaştı; içtiği sudan
farkına varmadı, varamadı. Zaman ve Karşı safta ise hastalık maddîdir, dünytutun da yediği ekmeğe, oturduğu evden zemin de buna müsaitti. „Denize düşen alıktır, boğaz kavgasıdır... Tedavisi de
tutun da okuduğu kitaba, teneffüs ettiği yılana sarılır“ derler. Arkada korkunç ameliyatı da küfrün ilacıyla, kılıcıyla
havadan tutun da giyindiği elbiseye
ve korkunç olduğu kadar sinsi bir plan! olmalıdır. Bu kılıç; komünizm ve frakkadar hep mikrop saçan kaynak haline Bir dünya savaşı meydana getirilecek, siyonları olabilir, kavmiyetçilik olabigeldi ve gelmeye devam etmektedir.
Osmanlı bu savaşa zorlanacak, mütte- lir, nifak karışımı Islam olabilir... Zaman zaman fikrî yapıda kalabilir, zaÜstelik, muafiyet kazandıracak muka- fikleriyle birlikte mağlup olacak. Ve
vemet unsurları da bir bir yok edildi.
arkasından „Kurtuluş“ ismi altında bir man zaman da silahlı eyleme dönüşebilir!..
Yeni neslin ne manevi gıdası kaldı ne
savaş başlatılacak ve bu savaşta
de bağışıklık kazandıran aşısı! Herşey mikrop adam, sahneye çıkarılıp kahramanlaştırılacak. „Danışıklı döğüş“
yerle bir edildi.
kabilinden düşman denize dökülecek ve devamı gelecek Sayıda
Işte bakın!..
⇒
Sayfa 9
MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1
REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r .
Akaid/Iman
İMAN NEDİR?
Ömer Nasuhi Bilmen
edip araştırarak bunu yapmaktadır.
A) İMANIN TANIMI
C) İMANIN ŞARTLARI
a) İmanın sözlük anlamı; bir şeye ke- İmanın şartları altıdır:
1- Allah’ın varlığına ve birliğine,
sin olarak inanmaktır.
2- Meleklerine,
3- Kitaplarına,
b) İmanın dînî terim olarak tanımı;
4- Peygamberlerine,
Allah’ın varlığına, birliğine ondan
5- Ahiret gününe,
başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammet (sav) in Onun kulu ve elçisi 6- Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan
olduğuna yürekten inanmak (tasdik) olduğuna inanmaktır.
ve dil ile söylemektir (ikrar)
D) İMAN BAKIMINDAN İNSANB) İNANILMASI GEREKEN ŞEY- LAR
LER BAKIMINDAN İMANIN KI- Iman bakımından insanlar üçe ayrılırlar:
SIMLARI
1. Mümin: İslâm dininin iman ve
itikad esaslarını gerçekten kalben tas1- İcmalî iman : Bu, imanın özü ve
dik edip dili ile söyleyen(ikrar eden)
en kısasıdır. Bu da "Kelime-i şahakimsedir. Bunların yaptığı bu işe
det" ile özetlenmiştir:"Ben şahitlik
iman denir.
ederim ki, Allah’tan başka ilah
yoktur; yine şahitlik ederim ki,
Hazret-i Muhammed Onun kulu ve
peygamberidir".
Bu, imanin ilk derecesi, Islâm’ın ilk
basamağı ve temel direğidir. Allah’ın
varlığını ve birliğini, Hz. Muhammet
(sav)'in Allah’ın peygamberi olduğunu yürekten tasdik etmek demek,
onun haber verdiği şeylerin hepsinin
doğru olduğuna inanmak demektir.
Ancak, Hz. Muhammet (sav)’in haber 2. Kâfir: İslâm dininin iman esaslarıverdiği ve tebliğ ettiği şeylerin hepsi- na inanmayan Hz. Muhammet (sav)
ne birden iman ettiğinden, inanılacak in peygamberliğini kabul etmeyen
şeyleri ayrı ayrı söylemediğinden do- kimsedir. Bunların yaptığı bu işe külayı buna "icmali veya toptan iman" für denir.
denmektedir.
Bir kimseye mümin diyebilmek için o 3. Münafık: Müslümanların arasında
kimsenin icmalî imanı "Kelime-i şa- inandığını söylediği halde kalbi ile
hadeti" kalbi ile tasdik dili ile söyle- İslâm dininin iman esaslarına inan­
mesi gerekir. Bir insan için birinci
mayan kimsedir. Bunların yaptığı bu
farz budur.
işe nifak denir. Dışı mümin, içi kâfir
diğer yaratıklardan ayıran başlıca
özellik, işte budur. İnsan, beden ve
ruh yapısıyla bir bütündür.
İnsan ruh yapısının en belirgin özel­
liği inanmaktır. Yeryüzünde, günümüze kadar inanma ihtiyacı duymamış bir topluluk yoktur. Bunu, insanlığın kültür, sanat ve geleneklerinde görmekteyiz.
İnanç, maddi hayatımızla da ilişkili
bir güçtür. İnsanın zorluklara ve güçlüklere karşı dayanıklı olmasını sağlar. İnsana çalışma, yaşama ve başarma gücü verir. İnsan, hayata inançla
başlar ve onunla değer kazanır. Çünkü inancı olan kişi, bu inancının gereği olarak kendisine ve birlikte
yaşadığı insanlara faydalı olur. İnanç,
insanı yeni bilgiler kazanmağa götürür. Kişi,inancını kuvvetlendirmek
için pek çok şeyleri öğrenmek, öğrendiklerini düşünüp değerlendirmek ve
böylece hayatını düzene sokmak durumundadır. İyiyi, kötüyü, güzeli ve
çirkini böylece ayırt edebilenler,
ahlâk ve davranış yönünden de kişilik
kazanırlar.
Demek ki inanç, insanın yaratılışı
gereği olan tabiî bir olaydır. Bütün
insanların buna ihtiyacı vardır.
Çevremizde gördüğümüz ve göremediğimiz yüz binlerce varlık
vardır.Yeryüzünde çeşit çeşit insanlar, irili ufaklı pek çok hayvanlar,
renk renk çiçek ve bitkiler görürüz.
Gökyüzünde de ay, güneş ve sayısız
yıldızlar yer alır. Bunların hepsini
gözümüzün önüne getirip düşünürsek
kendiliğinden var olmadığını, bütün
bunları yoktan var eden bir yaratıcının bulunduğunu anlarız. Evrenolanlardır.Konuştuklarında yalan söyde hiç bir şey kendiliğinden, kendi
2- Tafsîlî iman: İcmâlî imandan son- lerler, söz verdiklerinde tutmazlar,
kendine var olmuş değildir. İşte her
ra dinin diğer hükümlerini ve iman
emanete hainlik ederler.
şeyi yaratan bu yaratıcı, Allah’tır.
edilmesi gerekli olan şeylerin her biGözlerimizle Onu görmesek bile evrini ayrı ayrı öğrenip onlara da iman E) İNANMA İHTİYACI VE ALrenin bu eşsiz düzeni bize Onun
etmek farz olur.
LAH’A İMAN
varlığını göstermektedir. İslâm dininTafsîlî iman, imanın en geniş şeklidir. İnsan, beden ve ruhtan oluşan bir
İman esaslarının hepsini içine
varlıktır. Yeme, içme, nefes alıp ver- de, bütün evreni ve her şeyi yaratan
bu varlığa "Allah" denir. Biz Allah’ın
alır.Buna ayrıca "tahkiki iman" da
me gibi olaylar bedenimizle; inanvarlığına ve birliğine gönülden
denir. Çünkü tafsili iman eden kişi
mak, sevinmek, mutlu olmak gibi
aslında iman edilecek konuları tahkik olaylar da ruhumuzla ilgilidir. İnsanı inanırız.
Sayfa 10
MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1
REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r .
Islam/Ibadet
ISLAM-(2)
4-Islam, terim olarak şu iki anlamda
kullanılır:
a)Allah'ın dinini açıklamak üzere vahiy
yolu ile bildirmiş olduğu Nasslar anlamında,
b)Insanın bu Nass'lara inanıp boyun
eğmesi sonucu ortaya çıkan davranış
ve uygulamaları anlamında.
Hiç bir zaman unutmamalıyız ki, birinci
anlamı ile Islam, ilkeler ve ana prensipler planda aynı kalmakla birlikte
farklılık gösterir. Buna göre Hz. Musa
(a.s.)'ya indirilen lslam, Hz. Nuh(a.s.)'a
indirilen Islamdan daha geniş
kapsamlıdır. Çünkü Cenab-ı Allah
(c.c.) Tevrat'tan söz ederken şöyle
buyuruyor: Biz Bu levhalarda, Musaya
her konuya ilişkin öğüt, her konuda
ayrıntılı açıklama yazdık. (Araf, 145)
Öte yandan Hz. Muhammed(SAV)'e,
indirilen şekli ile Islamiyet, daha
önceki peygamberlerin tümüne
indirilen Islamiyetten daha geniş
kapsamlıdır. Çünkü daha önceki
peygamberlerin her biri sırf kendi
kavmine gönderildiği halde Hz.
Muhammed tüm insanhlara peygamber
olarak gönderilmiştir. Bu durum O'na
indirilen şekli ile Islamiyet'in daha
önceki her hangi bir peygambere gelen
Islamiyetten daha geniş kapsamlı
olmasını gerektirmiştir. Nitekim Cenabı Allah -C.C.- Kur'an-ı vasıflandırırken
şöyle buyuruyor: Sana bu kitabı her
şeyi açıklayan bir bilge, bir doğru yol
rehberi, bir rahmet kaynağı ve
müslümanlara yönelik bir müjde olarak
indirdik. (Nahl,89)
5-Peygamberimizin gelişi ile
peygamberlik(Nübüvvet ve Risalet)
binası tamamlandı, son biçimini aldı.
Böylece Allah bizleri daha önceki Nebi
ve Resullerin tümünün ortak kültür
birikimine varis kılmış oldu. Nitekim
Sayfa 11
Said Havva
yüce AIlah (c.c.) şöyle buyuruyor:
Allah size, helâl ile haramı açıkça
bildirmek, sizden öncekilerin yararlı
geleneklerini tanıtmak ve günahlarınızı
bağışlamak ister. (Nisa,26)
Peygamberimizin görevlendirilişi ile
yüce Allah (c.c.) insanlığa dönük
mesajını gerektiği biçimde
tamamlamıştır. Nitekim şöyle
buyuruyor:Bu gün sizin için dininizi
kermale erdirdim, üzerinizdeki
nimetlerimi tamamladım ve sizin için
din olarak Islam seçtim. (Maide,3)
Bu konu ile ilgili olarak Peygamber
Efendimiz (SAV) şöyle buyuruyor:Daha
önceki peygamberler yanında benim
fonksiyonum şuna benzer. Biradam
düşünün ki, yeni bir ev inşa etmiş. Ev
gayet güzel ve alımlı olduğu halde
köşelerinden birinde bir kerpiçlik
boşluk kalmış. Evi gezen ziyaretçiler
onu çok beğenmekle birlikte, Keşke şu
köşenin kerpici de yerine konmuş
olsaydı derler. Işte ben O köşe
kerpiciyim. Ben peygamberlerin
sonuncusuyum. (Buhari, Muslim)
Islamiyetin kazandığı bu yetkinlik ve
eksiksizlik gerekçesi ile bütün
insanların onu benimsemesi istenmiş ve
onun gelişi ile daha önceki şeriatlerin
tümü yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca
bundan başka bir Şeriat da gelecek
değildir. Çünkü, Hz. Muhammed
(SAV)'in gelişi ile peygamberlik
misyonu sona ermiştir. Nitekim yüce
Allah -c.c.- şöyle buyuruyor:
Muhammed içinizden hiç kimsenin
babası değil. O, Allah'ın elçisi
peygamberlerin sonuncusudur.
(Ahzab,40)
De ki; Ey insanlar, ben Allah'ın
hepinize gönderilmiş elçisiyim.
(Araf,158)
Ey Muhammed, biz seni bütün
insanlara müjde verici ve uyarıcı
olarak gönderdik. (Sebe,28)
Biz seni tüm alemlere rahmet olarak
gönderdik. (Enbiya,107)
Kim İslâm ilan başka bir din ararsa, o
din ondan kabul edilme; ve ahirette
hüsrana uğrayanlardan olur. (AliImran, 85)
Allah katında geçerli olan din
İslâm'dır. (Ali-Imran, 19)
O halde kim Hz.Muhammed(SAV)'in
peşinden gitmez, onun önderliğini
MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1
benimsemezse helak olmaya mahkum
bir sapıktır.
Nitekim Efendimiz bu konuda şöyle
buyuruyor: Nefsimi kudret elinde tutan
Allah adına yemin ederek söylüyorum
ister Yahudi, ister Hristiyan olsun, bu
ümmetten biri beni işitir ve sonra
Allah'tan bana gelen mesaja inanmazsa
kesinlikle cehennemliklerden olur.
(Muslim)
Çünkü,Cenab-ı Allah -C.C.- bu konuda
şöyle buyuruyor:Kim bu yolu iyice
tanıdıktan sonra, peygambere zıt düşer
de müminlerin yolundan başka bir yola
koyulursa, kendisini koyulduğu yolla
baş başa bırakır, sonra da cehenneme
atarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir.
(Nisa,115)
Allah'ı ve peygamberlerini inkar
edenler, Allah ile peygamberleri
arasında ayırım yaparak; Buna inanır,
fakat şuna inanmayız diyenler böylece,
Iman ile küfür arası bir yol tutturmak
isteyenler var ya,onlar gerçek anlamı
ile kafirdirler. (Nisa,150)
Aslında daha önceki peygamberlere
gelen Islam ya unutulmuş, tahrif
edilmiş ya gerçekleri belirsiz hale
gelecek şekilde değişikliğe uğratılmış
ve bunun sonucu olarak bağlılarına
inanclarına ibadet tarzlarına ve diğer
davranışlarına batıl egemen
olmuştur.Günümüz dünyasında
Kur'andan ve peygamberimizden
kesintisiz isnadı sahih hadislerinden
başka aslına uygun hiç bir ilahi kitab
kalmadığını kesinlikle tespit ettikten
sonra, eğer insan Allah'a teslim olmak
istiyorsa, önünde Hz. Muhammed
(SAV)'e bağlanmaktan başka bir yol
olmadığını kavramakta geçikmez.
Insanlık bu konuda serbest tercih
yapmak durumunda da değildir. Çünkü,
Allah benimseyebileceğimiz başka bir
yolu kabul etmeyeceğini açıkca
belirtmiştir. Nitekim şöyle buyuruyor:
Ey Kitap Ehli, Bize bir müjdeci, bir
uyarıcı gelmedi demeyesiniz diye
peygambersiz geçen bir ara dönemin
arkasından size gerçekleri açıklayan
peygamberimiz geldi. İşte size
müjdeleyici, uyarıcı geldi. Allah'ın
gücü her şeye yeter.(Maide,19)
devamı gelecek Sayıda ⇒
REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r .
Hanımlar Köşesi
Aişe Tuğba
pa'nın teknolojisi önünde aklını uçurarak
sosyal olaylara bakış açısı daralan insan,
Tesettür, İslâm'a inanışın ve müslümanca ideal olarak yaşanmış da olsa mazideki
düşünüşün simgesidir. Müslüman kadının bir vakıaya bakmaktansa hazır önündeki
göz kamaştıricı kâğıt kalelere bakmayı
ilk başlıkta anlaşılabilen tek ayırıcı
vasfıdır. Ehemmiyetine binaen bu konuda daha gerçekçi buluyordu. Avrupalıları
doğrulamanın hakikate daha yakın olmüslümanların hassasiyeti, kafirlerin
duğunu zannediyordu.
telaşesi oldukça büyüktür.
TESETTÜR
Onlar, vargüçleriyle örtüyü ve hicabı
müslüman kadının elinden çekip almanın
yollarım araştırırlar. Çünkü, müslüman
kadınını örtüsünden uzaklaştırmak, Onu
dininden uzaklaştırmanın ilk ve en mühim adımıdır. Bu noktada başarılı olunduğunda, yani her ne sebeple olursa olsun
bir kadın tesettürü ihmal edecek kadar
bilinçsizleştirildiğinde artık onun islami
bir kişiliğinden söz etmek mümkün değildir. Artık onun iplerini ellerine geçirmiş
sayılabilirler. Hürriyet, ilericilik, moda ve
benzeri isimler altında dilenilen yöne
sürülebilir, dilenilen şekilde sömürülebilir.
Bu sefer İslâmı yorumlamak suretiyle
onun hükümlerini zevale uğratmak, müslümanların onun sınırlarına olan hürmetlerini ortadan kaldırmak istediler, önce
sahte din adamlarını sonra da devlet
mekanizmasında yetki ve otorite sahibi
olanları konuşturarak islâmın yasakladığı
şeyleri serbest ilan etmeye, teşvik ettiği
şeyleri ise horlamaya başladılar. Bu ser20. yüzyıla geçerken göz kamaştırıcı me- best bırakma ve horlama olayını da hiç
deniyetleri sayesinde Avrupalıların İslâm bir kural gözetmeksizin arzularına göre
tevil ettikleri İslâmi naslara dayandırmayı
alemi üzerindeki fikri, siyasi ve ekonoihmal etmediler.
mik hakimiyetleri tamamlanmış oldu.
Batılılar islâm topraklari üzerinde bu
derece söz sahibi olunca artık maskelerini Fakat unuttukları mühim bir şey vardı,
gizlemeye gerek kalmadığını gördüler.
Islâm, esasları kutsal konsüllerde kararÇünkü bu topraklarda idareyi ele alan
laştırılan, beşeri karaktere göre şekillenen
kuklaları aldıkları emirlerin toplum
bir din değildi. Onun hükümlerini koyma
yapısıyla uyuşup uyuşmadığını kontrole yetkisi yalnızca Allah(cc)a aitti. Müslühiç gerek duymadan tam bir teslimiyetle manlar emirlerini her an hevalarına uytatbik ediyorlardı. Böylece halkının büy- maları mümkün olan insanlardan değil,
ük çoğunluğunun müslüman olmasına
tebliğ edildiği günden beri tek kelimesi
rağmen bu topraklarda İslâm'ın yaşandeğiştirilemeyen ve Allah kelamı oluşunda katiyyetle şüphe bulunmayan Kur'ân'ması resmen yasaklanmış oluyordu.
dan alıyorlardı.
19. yüzyıldan itibaren yeryüzündeki maddi hakimiyet, mekanik buluşları ve ortaçağ saplantılarından sıyrılıp kısmi de
olsa uyanışa geçmeleri sebebiyle Avrupalıların eline geçmişti. 20. asra girerken
Avrupalılar, müslümanları değerlerinden
uzaklaştırırken bu avantajlarından bol bol
yararlandılar. Kendi teknolojik üstünlükleri karşısında müslümanların geri
kalmışlığını fikri tahakkümleri esnasında
bol bol sömürdüler. Bir müslüman kalkıp
da kalbindeki imanla ve kafasındaki
mantığıyla Islâmi esaslari müdâfaaya
kalkıştığında hemen onu gericilik ve yobazlıkla itham ettiler, islâm'ı Islâm toplumunun şu anki geri kalmışlığının tek sebebi olarak gösterdiler. Gerilemenin asıl
sebebinin islâm'ın icraat sahasından
uzaklaştırılması ve müslümanların
İslâmi esasları yaşamaması olduğunu
tüm güçleriyle gözlerden uzak tuttular.
Şimdi meseleyi konumuz sınırlarına indirgeyerek soralım;
Acaba teknolojik geriliğimizin suçlusu kadınımızın İlahi emir gereğince
tesettüre uyması, vücudunu örtmesi
midir?
Mevcut devlet sisteminde kanunlara
göre tesettürün yasaklanması mümkün müdür?
Batılılar islâm topraklarına girerlerken
hürriyet, eşitlik, cumhuriyet ve laiklik
gibi parlak sloganlarla gelmişlerdi. Fakat
son polisiye tedbirleri bu sloganların ruhuna kökten tezat teşkil ediyordu. Hakkı
alınan hak sahibleri bu sefer müslümanlar
olduğu için bu sloganlar kolaylıkla
saptırıldı. Adalet tereddütsüz hasır altı
edildi. Laikliğin var olduğu bir devlette
dini inanç ve yaşayışların anayasa garanTabi bu taarruzdan tesettür de nasibini
tisinde olması gerekirken dini inanışlarını
aldı. Batılıların telkinleriyle, başörtüsü
gericiliğin alameti olarak görülmeye daha devam ettirmek isteyen müslümanlar
doğrusu itham edilmeye başlandı. Başör- doğrudan kanunların takibatına maruz
tülü bacılarımız, zekaları, çalışma kapasi- kaldılar.
teleri ve ahlâkları ne olursa olsun eğitim
müesseselerinden uzaklaştırıldılar. OnFakat bu oyun da hayatiyetini fazla deları, çağdışılıkla ve çöl kanunlarına uyvam ettirmedi. İslâmi uyanış kâfirlerin
makla itham ettiler. Bu yol anlaşıldığı
tahmin edemiyeceğinden çok daha büyük
üzere, örtünün kötülenmesi için hiç de
adımlarla yol alıyordu.
mantıkla bir yol degildi. Fakat, Avru-
Sayfa 12
MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1
Tesettürü kendilerine hedef alan bu
fertlerin laiklik, cumhuriyet, fikir hürriyeti ve adalet temelleri üzerine kurulan kanun nazarında durumları nedir?
İslâm kaynaklarında tesettür, örtünme
ne şekilde zikredilmiştir? Kati bir
emir olarak mı, yoksa uygulanıp uygulanmaması gönüllere bırakılmış
basit bir tavsiye olarak mı?
Islâm'ın ruhuna aykırı olduğu halde
onun kanunlarını düzenlemeye yeltenen Tağutların hükmü nedir?
REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r .
Gençlerle Başbaşa
MÜSLÜMANIN AHİDNAMESİ
Aziz Müslümanlar!
Müslüman her gün, akşam yatağa girmeden evvel Mevlasına olan ahidnamesini yeniler.
Ahd, Arapça bir kelime olup, söz vermek dermektir. Riayet edilmesi lazım gelen anlaşmaya da ahidname denir.
Ahda riayet bir vecibedir. Ahde vefa etmemek bir zulümdür. İnsanlar ahdlerinde, sözlerinde durmalıdırlar.
Verilen bir sözde meşru bir sebep olmaksızın durmamak
insanın kıymetini ayaklar altına alacak derecede bir noksanlıktır. Bir hadis-i Şerifte, "Ahdin güzelliği (yani ahde
layiki ile riayet edilmesi) imandandır," buyrulmuştur.
Vitir namazında, vacip olarak okunan
Kunut duaları, ahidnamenin en bariz
misalidir.
Birinci duanın son cümlesinde "Sana karşı geleni
başımızdan atar, hem terkederiz," diyor, altına imza etmiş
oluyoruz. 0 halde sözünde durması ve sözünü yerine getirmesi, üzerine bir vecibe oluyor müslümanın. Bu ahdini
hakkıyla yerine getiren mü'min sozünde sadık bir müslüman olmuş olur. Yok eğer, bu yalnız lafta kalırsa, yani
bunu her akşam tekrarladığı halde Allah'a karşı çıkıp Şeriatını kaldıranları, kanun yapmaya kalkanları, Allah'ın
hakkına tecavüz edip, hakimiyeti insanlara verenleri, hala
başlarında tutuyorlarsa, hala da onların kanunlarını kabul
ediyorlarsa, yaptıkları anayasalarına oy veriyorlarsa, sözleri ile, kalemleriyle, mallarıyla ve gönülleriyle onları
destekleyip seviyorlarsa, onları terk etmiyorlarsa, kendi
kendilerini yalanlamış, her gece Allah'a vermiş oldukları
ahdi bozmuş olmazlar mı? Elbette bozmuş
olurlar, değil mi?
Ayrıca akşamleyin söz verip, sabahleyin
sözlerinde durmamak, münafikane bir
hareket değil midir? Bu şekilde kılınan
namaz müslümana nasıI fayda verebilir ve
yapılan ahidname nasıl geçerli olabilir?
Aziz Müslümanlar!
Kunut duaları bir ahidnamedir, bağlılık
mektuplandır. Günlük namazların son
rekatında kul, bu ahidnameyi okuyor ve
bu suretle Mevlasına olan bağlarını yenilemiş oluyor ve Rabb'isine şöylece tekrar tekrar söz
veriyor:
‫هللا نهللاعيهللاهدصَهللا * هللا نلم ال ِّ هللاَ هللا‬
‫* هللا نلناَ هللاس هللامَهللا ََّ هللا م هللا ل ل‬
* ‫س هللا ا صهللاَ ل ل سهللا‬
‫هللا ل هللا نهللاي ل ل‬
‫َهللاَّ له إنا نهللاعيهللاُمالَهللا هللا نهللاعيهللا َ ل سهللا‬
‫لَب ََّهللامَهللا * هللا نهللاي هللاهللاَ لَ هللاس هللامَهللا‬
‫نهللاي ل‬
‫نهللاش ل ل سهللا هللا َهللا نهللا َل ل سهللا * هللا نهللا‬
Müslümanlar!
Ortada iki şık var: Müslüman ikisinden birisini tercih
edecektir; Ya her akşam vermiş olduğu sözü yerine getirerek, Islami olmayan bütün laiklik ve taguti rejimlere
karşı çıkacak, kıyam edecek, en azından sesini çıkaracak,
kalben buğz edecektir. Ve bu suretle kefere kanunlarını
da, bunları getirenleri de terk edip, Islamı devlet, Kur'an'ı
anayasa yapmaya çalışacaktır.
"Allahımm, senden yardım talep eder, mağfiret diler, hidayet
Ya da kendisinin yalancı, dönek ve münafık olduğunu
isteriz; sana inanır, sana yönelir ve sana dayanırız, Seni hayırla
över, şükrünle meşgul olur, nimetlerini inkar etmeyiz; sana karşı ispatlayacaktır. O halde ey müslüman! Aklını başına aI,
geleni başımızdan atar, hem terk ederiz." (Birinci Kunut duası)
her akşam yaratanına verdiğin sözü unutma! Kefere ka-
‫َهللاَّ له َصاسهللا نهللاُهل لد هللا َّهللاَهللا نل هللا‬
‫ب تَ هللا نهللاع ل لد * هللا ََّهللامَهللا نهللاعُ هللاَ هللا‬
‫نهللارَ لد * نهللا لرَ هللاُم هللاميهللاَهللا هللا نهللا شهللاَ هللاس هللا َِّهللاَهللا * َن هللاس هللا َِّهللاَهللا ََّ د‬
‫ِّاَّ ل َاُ ل ر‬
"Allah'ım! Ancak sana ibadet eder (yalnız sana kul oluruz). Ancak senin için namaz kılar, sana secde ederiz;
ancak sana koşar senin için hizmet ederiz. Rahmetini
umar, azabından korkarız. Şüphesiz ki, senin azabın kafirlere yetişecektir." (Ikinci Kunut duası)
nunlarına değil, Kur'an'dan, Kur'an kanunlarından yana
ol! Devletin Islam, Anayasanın Kur' an olmasına çalış!
Çalış ki, ahdinde vefakar, sözünde sadık olmuş olasın ve
nihayet Allah'a bağlılığını ispat etmiş olasın.
Sözümüzü bir Ayet-i kerime'nin meali ile bitirelim:
"Onlar ki, Allah'a verdikleri ahdi bozarlar, bağlı kalmasını emrettiği bağları koparırlar ve yeryüzünde fesat
çıkarırlar. Işte lanet bunlaradır, yurdun kötüsü /cehennem
de onlaradır." (Rad, 25)
Muhterem Kardeşlerim!
Sayfa 13
MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1
REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r .
Faydalı Bilgiler — Şifalı Bitkiler
DÜNYA’NIN HAREKETLERİ
Dünya’nın coğrafi olaylar ve canlılar
üzerinde etkili olan başlıca iki hareketi vardır.
Kendi ekseni etrafındaki hareketi bir
gündür..
Güneş etrafındaki hareketi bir yıldır
DÜNYA’NIN EKSENİ ETRAFINDA DÖNÜŞÜ
Dünya, Kuzey ve Güney Kutup noktalarından geçen yer ekseni etrafında
24 saatte bir dönüş yapar. Dünya’nın
ekseni, yörünge düzlemine dik değildir.
Dünya’nın Ekseni Etrafındaki Dönüşüne Bağlı Olarak İki Tür Hız
Oluşur:
Dünya’nın geoid şekli nedeniyle yüzeyindeki çizgisel hız, Ekvator’dan
kutuplara doğru azalır. Ekvator üzerindeki bir nokta saatte yaklaşık 1670
km’lik bir çizgisel hız yaparken kutup
noktalarında bu hız sıfıra eşittir.
Dünya’nın ekseni etrafında dönüş
açısı ile ilgili hıza da açısal hız denir.
Dünya üzerindeki tüm noktalar 24
saatte 360˚ döndüğünden açısal
hızları eşittir. Dünya, 1 saatte 15˚’lik
dönüş yapar.
Geoid Nedir?
Yer’in şeklinin oluşmasında yerçekimi ve merkezkaç kuvvetinin yanında,
Sayfa 14
yer yapısını oluşturan çeşitli özelliklere sahip maddelerin de etkisi
vardır. Yer’in deniz yüzeyinden yüksekte olan kısımlarının atılması ve
denizden alçak olan çukurların dikkate alınmaması ile meydana gelen bu
şekle Geoid (yerimsi) denir. Geoid
şeklinin temel özelliği; Ekvator’da
şişkin kutuplardan basık, ancak genel AHUDUDU
Diğer İsimleri : Ağaççileği, Dağçianlamda yuvarlak olmasıdır.
leği, Framboise, Rubus İdaeus,
DÜNYA’NIN EKSENİ ETRAFINRaspberry bush
Botanik Bilgi: Gülgillerden; böğürtDAKİ DÖNÜŞÜNÜN VE EKSEN
len gibi çalı halinde, dikenli bir bitkiEĞİKLİĞİNİN ORTAYA ÇIKARdir. Kümeler halindedir. KendiliğinDIĞI SONUÇLAR
den yetişir. Meyvesi; duta benzer.
1. Gece ve gündüz olayı ardalanır
Sarımtırak kırmızı portakal renginde,
birbirini izler. Gece ve gündüz sürele- sulu ve güzel kokuludur. Meyveleri
ri Ekvator üzerinde sürekli 12’şer
toplanıp, kurutulur. Reçel, şurup ve
saattir. Kutuplara yaklaştıkça, mevlikör yapılır. Meyve olarak da yenir.
sim durumuna göre gece ve gündüzün Bilinen Bileşimi : Protein, karbonuzaması ya da kısalması gözlenir. Bu hidrat, selüloz, provitamin A, vitamin
durum eksen eğikliğinin sonucudur. C, elma ve limon asidi, sepi maddeler, eterik yağ, vitamin P, kalsiyum,
2. Gece soğuma, gündüz ısınma
mağnezyum, fosfor, demir, mangan
gerçekleşir. Bu nedenle günlük
ve bakır bileşimi asidler, pürinli madsıcaklık ve basınç farkları oluşur. Bu deler, reletin.
durum, mekanik çözülmeden meltem Özellikleri : Kabız yapıcı, diüretik /
rüzgarlarının oluşmasına kadar birçok idrar söktürücü, digestif / hazmettirici, aperatif / iştah açıcı, antiseptik /
coğrafi olayın temelini teşkil eder.
3. Gün içinde güneş ışınlarının geliş mikrop öldürücü
açısı ve cisimlerin gölge boyu değişir. Yaprakları sudofirik / terletici, antifebril / ateş düşürücü, sedatif / sakin4. Doğudaki yerler Güneş’i batıdaki
leştirici
yerlerden önce görür. Bu nedenle yerel saat farkları oluşur.
Faydaları
5. Doğuda güneş erken doğar ve erTansiyonu düşürür.
ken batar, batıda ise geç doğar ve geç Kanı temizler, vücutta biriken zehirli
maddelerin atılmasını sağlar.
batar.
6. Eksen etrafındaki dönüşten ortaya Yapraklarının usaresi (özü) terletir ve
idrar söktürür.
çıkan saptırıcı kuvvet sonucunda süBağırsakların çalışmasını düzene sorekli rüzgar yönlerinde sapmalar olur. kar.Kabızlığı giderir.
7. 30˚ ve 60˚ Kuzey ve Güney enlem- Ateşi düşürür. Vücuda dinçlik verir.
leri boyunca dinamik kökenli basınç Suyu: Böbrek ve safra kesesi taşlarına, nikriz hastalığına çok faydalıdır.
kuşakları oluşur.
8. Güneşin doğuşuna ve batışına göre Boğaz, Bademcik ve Göz iltihablarında kullanılır.
yönler oluşur.
Göz iltihaplanmalarında suyuyla pansuman yapıldığında şifa verir.
9. Fotosentez meydana gelir .
Uyarı : Mide Ülseri olanların kullanmamaları gerekir.
MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1
REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r .
Basından Seçmeler
Bu da dinî isim tahammülsüzlüğü
ÇYDD sanığı Hamdi Gökhan Ecevit, Arapça isimlerin
artmasının irtica tehdidi olduğunu ve kendi ismine de
karşı olduğunu söyledi.
22/01/2012
biz diyoruz ki bizim dinimize bakın bu istediklerinizin
hepsini bulacaksınız. Aramızda yabancı askerlere yer
yok. Güvenliğimiz ve vatanımızın korunması bizim görevimizdir ve üzerimize farz-ı ayndır.” dedi.
“İSLAM HAYAT METODUDUR; ŞERİAT OYLAMAYA SUNULMAMALI!”
Ergenekon kapsamındaki ÇYDD davasında savunma yapan sanık, Arapça kökenli isimlerin artmasını irticai
yayılmanın göstergesi olduğunu düşündüğünü söyledi.
Sanık bu sebeble kendi isminden de rahatsız olduğunu
belirtti.
Konuşmacılardan Muhammed İbrahim de “Biz Müslümanız ve bundan utanmıyoruz. Bunu söylerken tereddüt
etmiyoruz. Siyasi projemizi oluştururken İslam’dan ilham
almamız bizim hakkımızdır. İslam sadece ceza hukukundan oluşmuyor, İslam bir medeniyet, bir ibadet yoludur,
bir inşa metodudur. Seçilmemiş bir hükümetimiz var. Bu
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 6 sanık
gidişi düzeltmek istiyoruz. Devrimimiz tehlikededir. Şerikatıldı. Duruşma sanıkların savunmalarıyla devam ediyatın oylamaya sunulmaması gerekir. İslam devletin dini
or.
ve yasamanın tek referansı olmalıdır. Bunu bu şekilde
Sanık Hamdi Gökhan Ecevit, savunmasında ilginç ifade- söylememizin nedeni şudur: Bu madde Arap ülkelerinin
ler kullandı. Kendisine gelen bir mailde Deniz lisesindeki tamamının anayasasında var ancak hiç bir kıymeti yok.
öğrencilerin isimlerine dikkat çekildiğini anlatan Ecevit, Çünkü hükümetlerin bu kanuna rağmen şeriatı uygulama
bu maili ÇYDD de dahil birçok yere gönderdiğini anlattı. zorunluluğu yok. Dolayısıyla bizim bunu değiştirmemiz
gerekiyor. Devletin dini İslam olmalıdır ve devlet yasaEcevit, “Yükselmekte olduğunu düşündüğüm irticai
mada, hükümlerde ve sistemde İslam’ın hükümlerine uyyayılmanın genç çocuklarımıza Arapça isimler olarak
malıdır. Ya yasaları İslam’a uygun olarak çıkaracaksınız
yansıması şeklinde algıladığım için üzerinde ekleme veya ya da İslam’a uygun olmayan bir şeye dayandıracaksınız.
çıkarma yapmadan pek çok adrese göndermiştim.
Biz İbrahim’in milletiyiz. İnsanlara söylememiz gerekir ki
ÇYDD’ye de gönderdim. Tamamen tespitimin paylaşıl- İslam bir hayat metodudur.” dedi.
ması” dedi. Özellikle Hüzeyfe, Taha, Yasin, Enes, Üsame
gibi isimlere son zamanlarda sıkça rastlandığını savunan “NASIL LAİKLİK ve LİBERALİZM İSTERSİNİZ?”
Ecevit, bunun bir modadan öte Arapça isimler katma
Gösteride konuşan Libya Âlimler Kurulu Başkanı Gays
özentisi olarak algılanabileceğini öne sürdü. Kendi ismini
Fahri de Allah’ın şeriatının kanunların mercii olması
de hatırlatan Ecevit, “Gerçi benim ilk ismim de Hamdi.
ve bölünmeye götürecek yasalardan uzak durulmasını
Keşke böyle bir ismim olmasaydı” diye konuştu.
istediklerini söyledi. Gays Fahri “Geçici Milli Meclisin
bütün kurul ve komisyonlarına geçiş süreci boyunca
destek vermemiz gerekir. Laiklik ve liberalizm isteyen
——————————————kardeşlerimize de diyoruz ki siz nasıl bu noktaya geldiniz,
sizi Allah’ın şeriatından böyle uzaklaştıran musibet neLibya’da İslam şeriatı için eylem yapan Bingazili- dir? Allah’ın hükmünde zulüm ve fesat mı gördünüz?
ler, yabancı kuvvetleri ve laik-liberal yasaları
Libyalılarla birlikte olmanız gerekir. Allahın şeriatına
istemediklerini duyurdular.
tam teslimiyetinizi istiyoruz. Dünyaya da söylüyoruz. Bizden korkmayın, biz emin bir ümmetiz. Biz barış ümmetiy21/01/2012
iz. Güven, emniyet, iman, hayır ve inşa ümmetiyiz. Biz
Libya'nın ikinci büyük kenti Bingazi'de Cuma günü kadın hayırlı işlerde yanınızdayız. Sizi de hayra çağırıyoruz.”
dedi.
-erkek binlerce kişi Ömer Muhtar'ın türbesinden yola
çıkarak Özgürlük Meydanı'na doğru yürüyüşe geçti. Li“Devletin Dini İslam’dır”, “Güvenlik ve Asayiş Rahbya Âlimler Kurulu ve bazı derneklerin çağrısıyla Tahrir
manın Şeriatının Uygulanmasındadır”, “İslam Şeriatı YaMeydanı'nda yapılan gösteride şeriatın uygulanması ve
samanın Tek Referansıdır!” pankartlarının dikkat çektiği
İslam'ın yasamanın tek referansı olarak kabul edilmesi
gösteri akşam namazından kısa bir süre önce bitti. Göstetalebi dile getirildi.
riciler meydanda kılınan akşam namazından sonra olaysız
bir şekilde dağıldı
Gösteride bir konuşmacı “Dünyaya söylüyoruz. Bizim
dinimiz orta dindir, hoşgörü dinidir. Hürriyet, adalet ve
hukuk dinidir. Demokrasinizde bütün bunları arıyorsanız
Sayfa 15
MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1
REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012
Download