الصالة ّ احلمد هلل احلمد هلل احلمد هلل حنمده ونستعينه ونستغفره ونتوب اليه و حممد وعلى اله وصحبه امجعني ونعوذ ابهلل من شرور ّ السالم على رسولنا ّ و مضل له ومن يضلل فال هادى له ّ انفسنا ومن سيّئات اعمالنا من يهد هللا فال نشهد ان ال اله اال هللا وحده ال شريك له ونشهد ان سيّدان حممدا عبده ورسوله اللهم صلى على سيدان حممد وعلى ال سيدان حممد ّاما بعد فياعباد هللا اوصيكم بتقوي هللا وطاعته ا ّن هللا مع الذين اتقوا والّذين هم حمسنون اعوذ ِ الشيطان الرجيم بسم هللا الرمحن الرحيم ُخ ِذ الْع ْفو وأْمر ِِبلْعر ف ّ ابهلل من ُْ ُْ َ َ َ ّ ّ ّ ِِ ي صدق هللا العظيم وقال رسول هللا (صلى هللا عليه ْ َوأَ ْع ِر َ ض َع ِن ا ْْلَاهل َوال تُ ْؤِمنُوا َح ََّّت ََتَابُّوا صدق رسول، وسلم) ال تَ ْد ُخلُوا ا ْْلَنَّةَ َح ََّّت تُ ْؤِمنُوا .هللا فيما قال او كما قال SEVGİ Muhterem Müslümanlar! İslam dini, insanlara karşı sevgiyle muamele etmeyi emretmiştir. Huzur ve barış içinde yaşayabilmek, karşılıklı sevgi ve sevgiye bağlıdır. Tüm insanlığın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak amacıyla gönderilen yüce dinimiz İslam, insanlanların ayıplarını yüzlerine vurmamayı, gizli hallerini ve kusurlarını araştırmamayı, onlara karşı kin ve düşmanlık gütmemeyi, kötülükleri iyilikle gidermeyi, asla intikam hırsıyla hareket etmemeyi emretmiştir. Tüm insanlığa örnek ve rehber olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.v.) de, kin, nefret ve düşmanlıkla toplumsal barışın sağlanamayacağını belirterek, kendisini öz vatanından çıkarıp canına kıymak isteyenleri, Taif’te kendisini taşlayanları, amcası Hz. Hamza’yı ve en yakın dostlarını şehit ederek, kin ve nefretle hareket edenleri bile, büyük bir anlayış ile bağışlayarak sevgi ve rahmet peygamberi olduğunu göstermiştir. Çünkü onun insanlığa getirip tebliğ ettiği o yüce Kur’an, gerçek müminleri tanıtırken; “Onlar, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.” buyurmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de “Kim bir Müslümanın ayıbını örter, suçunu bağışlarsa Allah da kıyamette onun suçunu ve kusurunu bağışlar.” buyurmuştur. Muhterem Müminler! Sevgi ve barış dini olan İslam’ı insanlığa tebliğ eden kutlu nebi, “İman etmedikçe cennete giremessiniz, birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman etmiş olamazsınız.” buyurarak sevgi ve imanı, toplumun temel taşı yapmıştır. Yüce dinimiz İslam; dil, din, ırk ve bölge ayırımı yapmadan, farklı düşünceleri bir zenginlik kabul ederek, asla şahsi menfaatler için basit hesaplar yüzünden bölünüp parçalanmamayı, Kur’an ve sünnete sımsıkı sarılarak dünya ve ahiretimizi güzelleştirmeyi, toplumsal barışı zedeleyecek her türlü söz ve davranıştan sakınmayı, hayatımızın her alanında sevgiyi esas almayı emretmiştir. Zira sevginin olmadığı yerde taassup vardır, ihtiras vardır, düşmanlık vardır, kin ve nefret vardır ve bunların da asla hiç kimseye bir faydası yoktur. Öyleyse, fert olarak, toplum olarak birbirimize karşı anlayışlı olmaya muhtacız. Zira sevgi olmadan birlik ve beraberlik, birlik ve beraberlik olmadan da toplumda huzur ve barış olmaz. Muhtem Müslümanlar! Sevmek, Allah’ın cemal sıfatının bir tezahürü olarak O’nun ilahi nefha ve esintisinin tüm yaratılmışlara dokunuşudur. Sevgi, türlü hengâmelerle boğuşan insanın, Rabbinin vahdaniyet ve birliğiyle yeniden hayat buluşudur. Bu manada Allah’ın sevgiyi var etmesi, O’nun varlığının ve kudretinin delillerindendir.” Sevme duygusu, bir taraftan merhamet ve şefkat, diğer taraftan hürmet ve itidal ile yakından ilgilidir. Ne var ki sevgi, sadece kalbî bir duygudan ibaret olamaz. O, kalplerin asıl sahibi olan Allah’ın emri gereği, iyiliklerle başka insanlara erişmektir... Sevmek “Onlar, yiyeceği seve seve yoksula, yetime ve esire yedirirler” mealindeki ayetin bir sonucu olarak bazen bir ihtiyaç sahibine el uzatmak, bazen gözü yaşlı bir yetimin başını okşamak, derdine ortak olmaktır. Bir hastayı ziyaret etmek, ona dua edip şifa dilemektir sevmek. Bazen ise sevmek, nesnenin meta olmaktan çıkması, insanlığın emrine amade kılınmasıdır. Bu itibarla dünya metaını, malı ve parayı sevmek Süleyman Peygamberin Kur’an’daki ifadesiyle “Gerçekten ben malı, Rabbimi anmamı sağladığından dolayı çok severim.” şeklindeki tavrın parçası olmalıdır. Aksi takdirde dünya nimetlerine duyulan sevginin sonu hüsrandır. Muhterem Müminler! Mümin, Allah’ın sevdiğini sever, Allah’ın rızasını ister. Bilir ki Allah âdil davrananları sever. Sakınanları, sabredenleri, güzel davrananları, iyilik edenleri, tevekkül edenleri Allah yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri çok tövbe edenleri ve çok temizlenenleri sever O halde Müslümanlar da bu vasıftakileri sever ve böyle olmayı ister. Mümin, Allah’ın sevmediğini sevmez. Kur’an’da ifade edildiğine göre, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri, böbürlenip şımaranları, hainleri, günahkârları, inkâr edenleri, çirkin sözün açıklanmasını, haddi aşanları, israf edenleri sevmez. O halde Müslümanlar da bu vasıftakileri sevmez ve böyle olmayı istemez. Bu çerçevede sevgi ahlâki bir temele, kendi içinde bir bütün oluşturan manevi bir değerler sistemine dayanmalıdır. Herhangi bir şeye beslenen sevgide dünya ve ahiret dengesi gözetilmelidir. Aşırı arzuların etkisiyle kör ve aklî muhakemeden uzak bir tavırla bir şeye bağlanmak ve Rabbin rızasını göz ardı etmek, sonuç bakımından insanı, “Hayır! Siz dünyayı seviyorsunuz ve ahireti bırakıyorsunuz.” diye ifade edilen bir hayata sürükleyebilir.