ÖNSÖZ Öncelikle bu tezin bir yolculu÷un hikayesi oldu÷unu belirtmem gerekir. Öyle bir yolculuk ki tutkuyla ö÷rendi÷im, farklı kadınlık durumlarıyla, kadın dostluklarıyla beslendi÷im bir yolculu÷un hikayesi. Bu yolculu÷a eme÷i geçenleri hatırlamak demek, yalnızca tez sürecinde deste÷ini, yardımını hesapsızca sunan, kadın çalıúmaları disiplinin ruhuyla örtüúen dostluklara de÷il, bu yolu açanlara da teúekkür etmek demek. Kadına dair çalıúmalarla tanıútı÷ım, Ege Üniversitesi Kadın sorunları Araútırma ve Uygulama Merkezi’nde çalıúmaya baúlamasaydım böylesine keyifli bir süreci yaúayamayabilirdim. Özü itibariyle günlük yaúamın kabulleriyle çatıúan, bir düúün ve çalıúma ortamıyla, beni ilk tanıútıran, çalıúmanın keyifli kısımlarından çok, sancılarına ortak olan, her zaman yanımda oldu÷unu tereddütsüz hissettiren sevgili eúim Hakan Kaylı’ya öncelikle teúekkür ederim. Umarım piúman de÷ildir. Merkeze geçmemi gönülden destekleyen Hale Okçay’a, Kadın Çalıúmaları Anabilim Dalın’da, yüksek lisans yapmam için teúvik eden, Seval Sekin’e, yüksek lisans programını kazandı÷ım ders döneminde, iú koúullarımı ders programıma göre kolaylaútıran Nurselen Toygar’a, ayrıca yolculu÷umun tez aúamasında, çalıúmalarıma gösterdi÷i anlayıú ve destek için Feride Aksu Tanık’a teúekkür ederim. Bu çalıúmanın filizlenmesine ortam sa÷layan Kadın Çalıúmaları Programındaki hocalarıma, farklı bir konuda danıúmanlı÷ımı kabul eden ama ilerleyen süreçte, kadının taúıdı÷ı beden üzerindeki eril kontrol sistemleriyle, özgür bir bilinç ve özgürleúme yolculu÷u arasındaki iliúkiyi, çalıúma kararımı, yürekten destekleyerek Ayúe Durakbaúa’ya yönlendiren, bu süreçte resmi prosedürleri aúmamda gösterdi÷i yol açıcı destek ve yardım için Günseli Sönmez øúçi’ye gönülden teúekkür ederim. Merkezde çalıúmaya baúladı÷ım gün tanıútı÷ım, tutkusuyla, enerjisiyle her zaman deste÷ini, dostlu÷unu yanımda ve yüre÷imde hissetti÷im ùerife Yalçınkaya’ya teúekkür etmek isterim. Yolculu÷umun çok önemli kazanımlarından biri olan, sancılı, sıkıntılı dönemlerimi, sakinli÷iyle yumuúacık yüre÷inde eritti÷im, keyifli zamanlarımı ço÷altan dostum, Hale Kolay’a iyi ki varsın demek istiyorum. Kazandırdı÷ı yöntemle, zengin bakıú açısıyla, tezin noktasından, virgülüne verdi÷i emekle danıúmanıma hangi kelimelerle duygularımı ifade edece÷imi bilemedi÷imi söylemem do÷ru olur. øfade etmeyi denemem gerekirse; bedenle ilgili buldu÷um her úeyi okudu÷um zamanlarda, heyecanımı sistemli bir okumaya dönüútüren, fiziksel uzaklı÷ı bilimsel deste÷iyle yakın kılan, tüm yo÷unlu÷una karúın, çalıúmamıza özel zamanlar ayıran, iúin içinden çıkamadı÷ım zamanlarda beni bıkıp usanmadan dinleyen ve nasıl oldu÷unu anlamadı÷ım bir úekilde, beni çalıúmaya coúkuyla sevk eden danıúmanım, Ayse Durakbaúa’ya teúekkür, benim için bir borçtur. Tüm bunların yanında, verdi÷i kadınlık mücadelesiyle, hayatımın her alanına akıttı÷ı emekle, yaúamın zorluklarını benimle birlikte, ço÷u zaman benim yerime sırtlanan, annem olmasaydı bu çalıúmayı bitirebilmem mümkün olmayabilirdi. Anneli÷in tadını ve tarifsizli÷ini deneyimledi÷im biricik o÷lum Çınar’a, sıcaklı÷ıyla, anlayıúıyla, deste÷iyle yanımda olan babama ve kardeúlerime sevgilerimi sunarım. Derya Kaylı øzmir ùubat 2009 2 øÇøNDEKøLER ÖNSÖZ.....................................................................................................................1 øÇøNDEKøLER........................................................................................................3 GøRøù: 1. Feminist Yaklaúımlar Ve Kadın Bedenine Bakıú ....................................................5 2. Bedenin Toplumsallı÷ı: Feminist Kuramlarda Toplumsal Cinsiyet Kavramı ........ 14 1. BÖLÜM: MODERNøTE VE KADININ ÖZGÜRLEùMESø........................... 19 1.1. Modernist Söylemde Kadın - Erkek Karúıtlı÷ı ......................................... 21 1.2. Toplumsalın Eril Tasarımı: Özel Alan/ Kamusal Alan Ayrımı ve Kadınsı Alt Dünya................................................................................................. 25 1.3. Modern Bedenin ønúası ve Kadın Bedeni .................................................. 27 1.4. Kadının Bedeninin Akıúkanlı÷ı, Düzensizli÷i ve Denetimi ....................... 31 2. BÖLÜM: SøMONE DE BEAUVOøR: KADININ BEDENøYLE HESAPLAùMASI VE KADININ UYGARLIKTAN DIùLANMASI 2.1. Simone de Beauvoir’ın Bireysel Yaúamında Özgürleúme Problemleri ......36 2.2. A÷ırlaútırılmıú Bir Engel, Bir Hapishane ve Edilgen Bir Yük Olarak Kadın Bedeni ..........................................................................................42 2.3. Aúkınlı÷ın Önündeki Engel: Canında Can Taúımak ..................................48 2.4. Meúru Bir Hizmet Alanı: Evlilik øçi Cinsellik...........................................54 2.5. Özel ve Kamusal Alanda Sessizlik ...........................................................56 2.6. Kadın økinci Cins Olmayı Nasıl Aúabilir?.................................................57 2.7. “Kadın Do÷ulmaz Olunur” .......................................................................59 3 3. BÖLÜM: OLUMLANAN KADIN BEDENø: KÜLTÜREL FEMøNøZM VE FEMøNøST ÜTOPYALAR .............................62 3.1. Kültürel Feminist Metinlerde Kadın Bedeni .............................................62 3.2. Anneli÷ini ve Ev içi Rollerini Reddeden Bir Marjinal: Cahorlette Perkins Gilman .....................................................................................................66 3.2.1. Feminist Ütopyalar: Gilman’nın Ütopik Cenneti, Kadınlar Ülkesi ..69 3.2.2. Gilman’ın Mevcut “Yuva ødeolojisi”ne Eleútirisi ............................78 3.3. Özgürleúmeye ve Mücadeleye Adanmıú Bir Yaúam: Emma Goldman ......80 3.3.1. Özgür Aúk, Özgür Annelik ............................................................84 3.3.2. Feminist Devrim Tahayyülü: Parlak Bir Gelece÷in Enerjik Adımları ve Kadınların Kurtuluúu...................................................88 4. BÖLÜM: HETEROSEKSÜEL CøNSELLøöøN ELEùTøRøSø: RADøKAL FEMøNøZM.....................................................................................96 4.1. Cinsel Boyunduru÷a Baúkaldırı ................................................................97 4.2. Özgürleúme Olana÷ı Olarak Üreme Teknolojileri. Shulamith Firestone ....99 4.3. Cinsel Kimlik ve Cinsiyetçilik Eleútirisi: Kate Millett ............................ 109 4.4. Kadının Özgürleúmesinde Heteroseksüelli÷in Açmazları........................ 115 5. BÖLÜM: KADININ KENDø DøLøNø KEùFø VE FREUDÇU PSøKANALøSTøK KURAMIN ELEùTøRøSø.............................................. 120 5.1. Freud’a Yönelik Feminist Eleútiriler....................................................... 121 5.2. Lacancı Kuramların Kadın Bedenine Yaklaúımı ..................................... 126 5.3. Irigaray, Cixous ve Kristeva’da Kadın Bedenini Yazmak ve Özgürleúme ...................................................................................... 134 5.4. Toplumsal Cinsiyetin Söylemsel Kuruluúu, Gösterisel ve Edimsel Olarak Cinsiyetlendirilmiú Bedenler: Judith Butler ............................................ 148 SONUÇ ........................................................................................................ 152 KAYNAKÇA............................................................................................... 162 ÖZET........................................................................................................... 166 ABSTRACT ................................................................................................ 167 4 GøRøù 1. Feminist Yaklaúımlar Ve Kadın Bedenine Bakıú Feminist düúünce tarihinde kadın bedeni, kadının özgürleúmesi açısından hep sorun oluúturmuútur. Düúünce tarihinde, Antik Yunandan günümüze kadar kadın, erkekle aynı dünyayı paylaúmasına ra÷men, ne yazık ki aynı toplumsal koúulları paylaúamamıútır. Fiziksel güçle de÷il rasyonel akıl ilkeleriyle kurumsallaúan modern toplumsal yaúamda, kadınlar erkeklerle eúit statü elde ede edebilmek için ço÷u zaman bedenlerini geri plana itmiú ya da erkek egemen de÷erlere göre biçimlendirmiúlerdir. Kadının taúıdı÷ı bedenin erke÷e göre daha az fiziksel güce sahip oldu÷u kurgusu, onun korunması, kollanması da fikrini beraberinde getirmektedir. Bu kurgu, kadının özne olarak yaúamı inúa etmesinin/ özgürleúmesinin önünde büyük bir engel olarak durmaktadır. Kadın, erkekle aynı akla sahipken, aynı özgürlü÷ü yaúayamamaktadır. Öncelikle annedir, bir erke÷in eúidir. Yaúamı kendisinden ziyade, kendinden baúka herkesindir. Yaúamındaki bu çoklu sahiplenme ve bu yöndeki toplumsal beklentiler, kadının kendisi üzerine düúünmesini ve kendi tasavvurlarını hayata geçirmesini engellemektedir. Bedensizleúen erkek aklı karúısında kadın, bedeni dolayısıyla akıldan uzakta tutulmaktadır. Bu sorunsaldan hareketle kadın bedeni, bu tezin ana oda÷ını oluúturmaktadır. Kadın, düúünce tarihinde, toplumsal yaúamda, erke÷in olumlanan özelliklerinin karúında olumsuz özelliklerle tanımlandı÷ı ve bu kavramlarla erkin, gücün dıúında tutuldu÷u için, bu günü ve gelece÷i inúa eden süreçlerin denetiminden mahrum kalmıútır. Bu nedenle, erkek gözüyle, erkek düúüncesiyle öngörülmüú bir yaúamda kendisi için de÷il, erkek için yaúaması beklenmiú ve bu beklentilerle, ön yargılarla, kabullerle daha do÷ar do÷maz biçimlendirilmeye baúlanmıútır. Bu úekillendirme sürecinde, bir yük ve bir arzu nesnesi olarak, bedeninin kendisi için bir tehlike olmasının dıúında, bedenini olumlayabilmesi ve özgür bir yaúamın kapılarını aralaması, içine do÷du÷u yapıları dönüútürebilmesiyle mümkün görünmektedir. Kadının özgürleúmesinin önünde, kökleri tarih ötesine kadar uzanan bu kabulleri dönüútürmek uzun, yorucu bir o kadar da sistemli ve bilinçli mücadele sürecini gerektirmektedir. Bu noktalardan hareketle bu tezin ana sorunsalının durum tespiti için, öncelikle düúünce tarihinin feminist bir bakıú açısıyla 5 de÷erlendirilmesine yer verdik. Daha sonra feminist mücadelenin bu problem karúısında kullandı÷ı argümanları ve çözüm önerilerini de÷erlendirdik. Söylemde herhangi bir cinsiyete vurgu yapmamasına karúın, modernitenin merkezindeki birey ve kutsanan rasyonel akılın toplumsal yaúamdaki yansımaları, bize erke÷in merkezde oldu÷unu göstermektedir. Egemen kabul, kadınların kendilerini ifade etmeleri için söze ihtiyaçları olmadı÷ıdır, çünkü onların çıkarlarını gözetecek ve onların yerine konuúacak yurttaú kocalar ve babalar vardır. Evli bir kadın mülk sahibi olamaz, sözleúmeler yapamaz, kendi adına mahkemeye gidemez, çocuklarının vesayeti konusunda hak sahibi olamaz ve kocasına karúı hak iddia edemez1. 19.yüzyıl düúüncesinin temsilcilerinden Bonald’a göre kadınlar, “siyasal toplumun de÷il, ailenin malıdırlar, do÷a onları kamu hizmetleri için de÷il, ev iúi için yaratmıútır.”2 Auguste Comte da kadın ve erkek arasındaki ayrımdan yanadır ve bu ayrımı úöyle ifade eder; “Diúilik, kadını insan soyunun yetkin örne÷inden ırak düúüren bir çeúit sürekli çocukluk gibidir”3 Biyolojik olarak yetiúkin olamama durumu tabi ki aklın da olgunlaúmamıúlı÷ını göstermektedir. Erke÷e göre eksik aklın temsilcisi kadının görevi, bir erke÷in karısı olmak, soyun devamını sa÷lamak ve evin hizmetini görmektir. Erkekle eúit bir úekilde kamusal alanı paylaúarak yönetim mekanizmalarında görev almak istese de bunlar özellikleri gere÷i beceremeyece÷i úeylerdir. De Beavuoir’e göre 19. yüzyılın kentsoylu sınıfının özgürlükçü düúüncesinin temsilcilerinden Balzac’ın kadın hakkındaki düúüncelerinin özgürlük temasını taúıdı÷ı söylenemez. “Kadın sözleúme yoluyla elde edilen bir mülktür; taúınabilir mallardandır, çünkü kim alırsa onun olur ve son olarak kadın, aslında erke÷in eklentisidir.”4 Bu düúünürler, hakim erkek egemen düúüncesinin kadına yönelik tutumlarından sadece birkaç örne÷ini bize gösterir. Kadının erkek iktidarı tarafından di÷eri olarak aúa÷ılanıúının tarihsel, kültürel örüntüleri, buzda÷ının görünmeyen büyük kısmını oluúturmaktadır. 1 Bakınız, Anne Philips, Demokrasinin Cinsiyeti, çev. Alev Türker, Metis Yayınları, østanbul, 1995 Simone De Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel yayınları, Dördüncü Baskı østanbul, 1970. s.127 3 Akt: a. g.e. , s.127 4 Akt: a. g.e. , s.128 2 6 Tarihsel süreç içinde kadın, cinsel haz sahibi de÷il, erkek hazzının nesnesi konumunda, soyun yeniden üretiminin bir aracı olarak kurgulanmıútır. Akıldan uzak salt bedene indirgenen kadın, taúıdı÷ı beden üzerinde denetim sahibi de÷ildir. Çocukluktan itibaren hayatının her aúamasında inisiyatif kullanabilme yetkisi kendisine de÷il bir erke÷e aittir. Eú, anne ve hizmet odaklı yetiútirilirken, ne zaman evlenece÷i, kiminle evlenece÷i, kaç çocuk do÷uraca÷ı, nasıl konuúaca÷ı, nasıl davranaca÷ı, nasıl giyinece÷i kadının istemlerinden çok eril tasavvurlarla úekillenen süreçlerle belirlenir. Kürtaj hakkı yoktur, do÷um kontrolü yöntemlerinden bahsetmek mümkün de÷ildir, çünkü do÷urganlık kadının do÷asında olan úeydir ve bu do÷ayı engellemek her úeyden önce dine aykırı bir edimdir. Bedeninin izin verdi÷i/do÷urabildi÷i kadar çocuk do÷urur; zor hamileliklerde, do÷umlarda, geleneksel yöntemlerle hamileli÷ini sonlandırma süreçlerinde yaúama veda eder. Bireysel özgürlü÷ün bedeninde hap soldu÷u kadının, var ile yok arasındaki durumu, tezin birinci bölümünde, modernitede ve modernist söylem içinde kadın bedeninin nasıl inúa edildi÷i, ayrıntılarıyla tartıúılmıútır. Modern aklın dıúında tutulan ve ev içi/özel alana hapsedilerek, yaúamı gibi bedenleri de erkek kontrolüne verilmiú kadınların, haklı eúitlik taleplerini, insanlı÷ın eúitli÷ini evrensel de÷erler arasına koyan feminizm, moderniteyle birlikte tarih sahnesine çıkmıútır.5 Feministler, do÷uútan özgür do÷an insanlık idealine karúın, nasıl oluyor da kadınlar erkek iktidarının bir parçası haline geliyor? sorularını geniúleterek kadın özgürleúiminin yollarını açmıúlardır. Mithcell’e göre, eski düzene meydan okuyan devrimci burjuva nasıl ki tüm ezilenler adına yola çıkmıúsa, ilk feministler de bütün kadınlar adına evrensel bir dille özgürlük ve insanlık kavramları için mücadele etmektedirler. 17.yüzyılda bilinçli bir siyasal ideoloji olarak baúlayan ‘feminist sorgulama’, eúit yurttaúlık hakkı için tarihteki yerini almıútır. Milett’e göre, “kadınların eúit yurttaúlık yolundaki mücadelesi ve sonucundaki kazanımları “bugün ve yarın bu alanda çalıúacak olanların üzerine kurabilecekleri bir temel meydana getirmiútir… ataerkil ö÷reti ve toplumsallaúmanın altyapısına yeterince iúleyememekle beraber politik ekonomik ve yasal üst yapının en öndeki kurumlarına saldırmıú ve vatandaúlık hakları, kadın hakları e÷itim ve çalıúma 5 Bakınız, Juliet Mitchell, Ann Oakley, Kadın ve Eúitlik, çev. Fatmagül Berktay, Pencere Yayınları, 2. Baskı, østanbul, 1992 7 alanlarında büyük reformlar sa÷lamıútır. Tarihin bütün devirlerinde en ufak özgürlükten yoksun olan kadınlar için bu reformların baúarılması bir tek yüzyıl içinde ulaúılabilecek büyük bir baúarı noktasıdır.6 Kadının özgürleúebilmesi kuúkusuz bedeni üzerindeki denetim hakkının sahipli÷iyle mümkündür. Fakat bedensizleúen erke÷e karúın bedeni içine hapsedilen kadın için öncelikli problem özgürlü÷ün tüm perspektiflerinin inúa edilebilece÷i bir alt yapının gereklili÷idir. Feminist sorgulamanın aydınlanmacı liberal kanadının mücadele verdi÷i alan, tam da kadının özgürleúme mücadelesinde ilerleyebilece÷i bir zemin oluúturmaya yöneliktir ve kadınların sadece bedenden ibaret de÷il, erkekler gibi akıl sahibi bireyler oldu÷u düúüncesiyle özgürleúmenin eúit yurttaúlıktan geçti÷ini iddia etmiúlerdir. Bu teori içinde önemli bir isim olan Wolstonecraft, kadınların ezilmesiyle kadın bendeni ve cinsellik arasındaki iliúkiyi sezmesine karúın bu alanı kendinden sonraki feminist mücadeleye bırakmak zorunda kalmıútır. Wolstonecraft’ın feminist teorinin klasi÷i olarak kabul edilen, Vindication (1792) eserinde “kadınların politik olarak ezilmesiyle cinsellik arasındaki iliúkiyi teorize etme yolunda bir çaba”7 olup ‘cinsel olan’ı de÷il de ‘eviçi’ni politize etmeye yönelmiútir. Eúit yurttaúlık taleplerinin arkasındaki argümanı gösterdi÷i ve feminist hareketin bu taleplerin kazanıldıktan sonraki özgürleúme taleplerinin, sinyallerini göstermesi bakımından Vindication, önemli bir eser olarak karúımızda durmaktadır. Vindication, Durakbaúa’ya göre, “kadın cinsi hakkındaki genel geçer kabullere; kadınları, amacı erkekleri cezp etmek, memnun etmek ve avutmak olan narin, güzel varlıklar olarak betimleyen ‘uydurma diúil karakter’e karúı feminist bir manifestodur.”8 Wollstonecraft’ın kadın cinsinin, erkek belirleyicili÷i çerçevesinde oluúturulmuú niteliklerle úekillendirildi÷ini vurgulaması ve iki cins arasındaki iktidar iliúkisini sorgulaması önemlidir. Tarihte erkek her zaman akıl ile kadın arasındaki uzaklı÷ı beslemiútir; çünkü, kadının kendini ve dünyayı gördü÷ü yer, sürekli erkek hakimiyetinde oldu÷undan ‘puslu kalmaya’ mahkum olmuútur tespitini yapan Wollstonecraft úöyle der: 6 Kate. Millett, Cinsel Politika, çev. Seçkin Sevil, Payel Yayınevi, 2. Basım, , østanbul, 1987, s.110 Ayúe Durakbaúa, Halide Edip: Türk Modernleúmesi ve Feminizm, øletiúim Yayınları, økinci Baskı, østanbul, 2002, s.57 8 A.g.e. , s. 57 7 8 “ kadının zihnini geniúleterek güçlendirmek , kör sadakate bir son verecektir. Kör sadakat kadınları karanlıkta tutmaya gayret eden iktidar, tiranlar ve úehvet düúkünlerince daima aranmaktadır, çünkü birinciler (iktidar ve tiranlar) sadece köleler isterler, ikinciler (úehvet düúkünleri) ise bir oyuncak.”9 Kadınlar ancak ve ancak rahat bir düúünme olana÷ına sahip olup kendini erkekten kurtarınca ba÷ımsızlı÷ını elde eder, kadınlar ev içi özel alana sıkıútırılmadan ekonomik hayatın içine girmeli, ekonomik ba÷ımsızlıklarını kazanmak için erkek alanı olarak kabul edilen tıp, akademi ve iú dünyasına girmeli ve erkeklerin kullandı÷ı fırsatlar kadınlara da sunulmalıdır. Kadınlar da “yurttaú baba” gibi “yurttaú anne” olmalıdır. Eúit hakların sözcülü÷ünü yapan aydınlanmacı liberal feminizmin temsilcisi, Wolstonecraft’ın hem ailede hem de kamusal yaúamda kadının erkekle eúit olmayan durumunu ‘cinsel zorbalar kimli÷iyle’ erke÷e yüklemesi oldukça anlamlıdır. Çünkü, kadının taúıdı÷ı beden ve bu bedenin erkek düúüncesindeki cinsellik kurgusu, kadın ezilmiúli÷inin temelinde yatan en önemli göstergedir. “…kadınları insan saymayıp ‘diúi’ olarak görerek, sevecen eúler ve rasyonel annelerden çok çekici metreslere dönüútürme gayreti içindeler…kadınların yerine getirmesi gereken farklı görevleri olabilece÷ini kabul ederim, ama bunlar insani görevlerdir, bu görevleri yerine getirirken uyulması gereken ilklerin de, ısrarla iddia ediyorum ki insanı ilkeler olması gerekir.”10 Tezin ikinci bölümü, paradigmatik bir metin olması nedeniyle kadın bedenini sorunsallaútıran ve bu paralelde özgürleúme yollarını tartıúan, feminist teorinin önemli bir yapıtaúı olan Simone de Beauvoir’ın økinci Cins (Kadın) adlı kitabına ayrılmıútır. Simone de Beauvoir, daha sonra popüler bir slogan olarak, feministlerin hem ideolojik hem pratik olarak yollarını çizen “kadın do÷ulmaz, kadın olunur” tespitiyle diúi cins olarak do÷muú bir insanın, yıllar içinde nasıl e÷itilip ‘kadın’ oldu÷una iliúkin verileri, cinsiyet rollerinin do÷al de÷il, ö÷retilmiú oldu÷unu kanıtlayan bilgi ve deneyimleri, yaklaúık bin sayfalık kitap içinde sistematik bir úekilde ele almıútır. De Beauvoir, feminist teoriye önemli çıkıúlar sa÷layan bir kavramın ortaya çıkmasına da ön ayak olmuútur. Ayrıntılı üzerinde 9 Aktaran, Donovan, Josephine. Feminist Teori. Cev: Aksu Bora, Meltem A÷duk Gevrek, Fevziye Sayılan, østanbul: øletiúim Yayınları, 1997. s.30. 10 Aktaran, Ayúe Durakbaúa, Halide Edip: Türk Modernleúmesi ve Feminizm, øletiúim Yayınları, økinci Baskı, østanbul, 2002, s.63 9 durulacak olan do÷al olan ve do÷umla beraber belirlenen cinsiyet (sex) ve do÷duktan sonra aile ve toplumun etkisiyle úekillenen toplumsal cinsiyet (gender) kavramını feminist sorgulamaya açmıútır. De Beauvoir’ın amacı, kadınların nasıl ‘öteki’ ya da ‘ikinci cins’ haline geldi÷ini, bu kadar uzun bir tarihsel süreçte erkek egemenli÷ine karúı neden ve nasıl boyun e÷diklerini sorgulamaktır. ùimdiye kadar yapılmıú biyolojik, psikoanalitik ve Marksist kuramları tek tek sorgular. Fakat bu kuramlar, kadınların ezilmiúli÷ine dair cevabı tam olarak içlerinde barındırmazlar. Ezilenlerin ortak kaderlerine tarihsel bir yolculuk yapar de Beauvoir. Burada, içkinli÷e hapseden, erke÷e ba÷ımlılı÷ını yeniden üreten ve di÷eri oluúunu pekiútiren bir özellik bulur. Bu her ay yenilenen aylık rahatsızlıklarıyla, erke÷in aktifli÷i karúısında pasif edilgenli÷iyle, aúkınlı÷ın önündeki en büyük engel olması nedeniyle, kadın bedenidir. Beden, kadın için edilgin bir yüktür; gebelik kadının tek baúına oynadı÷ı bir dram olarak kadının kendisine yabancılaúmasıdır. Ayrıca kadın, erke÷in kurdu÷u, yalnızca erke÷e özne olma koúulları tanındı÷ı bir dünyada hiçbir zaman özne/belirleyen olamamıútır. Evlilik, annelik, çocuk büyütmek, hizmet gibi alanlar, kadınlar için yegane varoluúsal alanlar olarak tasarlandı÷ı için kadınlar aúkınlıktan alıkonulmuútur. Ataerkil kurumların di÷er tüm dinamikleri, erkekleri aúkınlı÷a yöneltti÷i için kadınlara verili alanlarda (ilerde açıklanaca÷ı üzere) tekrara dayalı tekdüze bir yaúam sunulmuútur. “Cinsel olanı daha radikal bir biçimde sorgulamak için feminist düúüncenin nitelik de÷iútirmesi gerekiyordu.”11 Bu nedenle eleútirel düúünmenin yanında, toplumsal yaúamın kültürel dönüúümünün yolu açılmalıydı. Bu yol sadece, kadınla erke÷in benzer özelliklerini de÷il, kadının farklılıklarını ortaya koyarak açılabilirdi. Farklılık kültürünü ön plana çıkaran kültürel feministler, kadının cinsiyetinden dolayı toplumsal yaúamdaki iktidar ve güç alanının dıúına itilerek, iktidarın kendini dayattı÷ı birincil alanlar olan aile, cinsellik, din gibi kurumları deúifre ederek alternatif yapılar yaratmayı düúündüler. Geri planda, anaerki toplumu yücelten kültürel feminizm, özgüven, kendi gerçekliklerini keúfetme, yeteneklerini geliútirme, kadın dayanıúması, ‘kadınlık kuvveti’, kadınlık sezgisi, gibi kavramları kadınlar lehine dönüútürerek toplumsal yaúamı yeniden úekillendirmeyi 11 Aktaran, Ayúe Durakbaúa, Halide Edip: Türk Modernleúmesi ve Feminizm, øletiúim Yayınları, økinci Baskı, østanbul, 2002, s.61 10 hedeflemiútir. Rasyonel ilkelerle yönetilen kamusal yaúamın kapılarını, akıldan yoksun varsaydı÷ı kadına kapatan, dolayısıyla gelece÷i eril de÷er yargılarıyla (savaú, rekabet, tüketim, güç, iktidar vb) inúa etme görevini erke÷e veren ve kadını bedeninden dolayı özel alana hapseden kurumlar, kültürel feministlerce tek tek ele alınır. Erkek tasarımı dünyada, anneli÷i, do÷urganlı÷ı, besleyici, iyileútirici, üretici özellikleri nedeniyle kadınlar, kültürün dıúında bırakılmaktadırlar. Kadını farklı kılan özelliklerin daha adil, daha huzurlu ve daha eúit bir biçimde toplumsal yaúamı dönüútürebilmesi için, bu özelliklerin ortaya çıkarılması gereklidir. Kültürel feministlerce, kadın bedeni olumlanarak ele alınmıú ve kadının özgürlü÷ü ile toplumsal iyileúme arasında ba÷ kurulmuútur. Zamana en direngen kalıplar, kadınlık ve erkekli÷i belirleyen roller olmuútur. Ve kadınlık ve erkeklik birbirini dıúlayarak kurulmuútur. Tarihsel süreç içinde kadınlar yönetilmeye çalıúılmıú fakat yönetmeye ehil görülmemiúlerdir. Bu noktadan hareket eden kültürel feministler, “annelerinin uzak bir geçmiúte bir zamanlar yönetici güç olduklarını bilmelerinin erdem duygularını ve öz saygılarını yeniden kurmalarına yardımcı olaca÷ı fikrindedirler.”12 Bu fikir, kendi yeteneklerinin, farklılıktan do÷an gücün, ellerinde tutan kadınlara ilham olacak ve savaúların hastalıkların, huzursuzlu÷un, eúitsizli÷in yaúandı÷ı ataerkil dünyaya karúı, barıúın, bollu÷un, iyili÷in hayat verici ilkelerin hakim oldu÷u bir kadın dünyası tasarlanabilecektir. Kadın dayanıúmasının çok önemli oldu÷u kültürel feminizmde, kadın ve bedeni tarihinde ilk defa olumlu nitelikleriyle ele alınmıútır. Annelik, do÷urganlık kadın için, güçsüzlükten ziyade bir güçtür. Kadın bedenini farklı kılan bu nitelikler, kadında farklı özelliklerinin oluúmasına, geliúmesine neden olmuútur. Eril düúüncenin birbirinin karúıtı olarak tasarladı÷ı özel alan ve kamusal alan ikili÷i bu özelliklerle yeniden dönüútürülebilecektir. Kamusal alanın yegane özellikleri olan, rekabet, sonuçları düúünülmeden yapılan tüketim, sömürü, savaú aslında erkek tasavvurlarıdır. Eril düúüncenin kurguladı÷ı dünyada aslında acı çeken, aúa÷ılanan, ezilen sadece kadın de÷ildir. Yaúamın tüm özelliklerini, sistematik ve bütünlüklü bir úekilde, çıkarlar u÷runa birinin di÷erine ra÷men, yaúamasıyla de÷il, ortak insanlık çıkarlarıyla (ortak fayda) 12 Ayúe Durakbaúa, Halide Edip: Türk Modernleúmesi ve Feminizm, øletiúim Yayınları, 2. Baskı, østanbul, 2002, s.83 11 koúulların dönüútürülebilece÷i, kadınların tasarladı÷ı dünyalar düúünürler. Kadın ütopyalarının ilk örneklerinden biri olan Gilman’ın Kadınlar Cenneti ve özgürleúmeyi, yaúamıyla, savunularıyla kendi hayatına geçiren döneminin aykırı, Kızıl Emma’sının (Emma Goldman) Hayatımı Yaúarken adlı iki ciltlik eseri üzerinden kültürel feminizmin kadının bedeniyle barıúma serüveni, üçüncü bölümde ayrıntılı tartıúılacaktır. Ataerkil sistemle úekillendirilmiú toplumsal yaúamın tüm dinamiklerinde, kadınlık özelliklerine karúı takınılan olumsuz tutum nedeniyle kadınlar bir yandan bedensel özellikleri sebebiyle toplumun dıúına itilirken, di÷er yandan yeniden üretim kapasiteleri (do÷urganlık) özellikleri sebebiyle yüceltilmiútir. Kadının annelik özelli÷inin kutsandı÷ı söylem, içinde önemli çeliúkiler barındırmaktadır. Kadın, bir çok úeyde oldu÷u gibi kendi do÷urganlı÷ı üzerinde söz sahibi de÷ildir. Çok özel olan, bu alanın denetlenmesi ve kontrolü erke÷in elindedir. Radikal feministler, eril düúüncenin, kadın bedenini bu úekilde kullanamayaca÷ını, kadınların bedenleri üzerindeki her türlü kontrolün, kadınlara ait oldu÷unu vurgulayarak, cinselli÷i, heteroseksüelli÷i ve kadın bedenini oda÷a alarak ‘Bedenimiz bizimdir’ sloganıyla kadınlık kalıplarına karúı çıkmıúlardır. Radikal feministler, cinselli÷in, kadın bedenine yönelik kontrolün ve hakimiyetin, ataerkil cinsiyet sisteminde gömülü oldu÷unu ısrar ettiler. Kadınlara yönelik baskının, evrensel olarak erkeklerin kadınların cinsel ve do÷urgan kapasitelerini kontrol altına almalarında kendini gösterdi÷ini düúündüler. Kadın bedeninin/biyolojisinin kadınların kendilerini algılamalarında, kamusal yaúamdaki statülerini belirlemede nasıl bir iúleve sahip oldu÷unu masaya yatırdılar. Kadınları baskı altında tutan, ataerkil ideoloji ve bu ideolojinin dinamiklerinden olan aúk, evlilik, kadınları aúa÷ılayan úiddet ideolojilerinden tecavüz, pornografi, fahiúelik gibi kadın bedenini erkek kontrolüne adayan ataerkil zihniyetin en küçük ayrıntıları analiz edildi. Kadın bedeninin denetimi ve kontrolü üzerinden iúleyen toplumsal baskının kayna÷ı ve kadınların ikincilleútirilmelerinde önemli bir alan olarak cinsellik incelendi. “Cinsellik gibi bir konuda hakim erkek ve pasif kadın norm haline gelince, aynı normlar hayatın di÷er alanlarına da yansımaktadır…. Kadınların cinsellikleri 12 erkeklerin cinselli÷i aracılı÷ıyla yorumlandı÷ı sürece, kadınlar erkeklerle siyasi, ekonomik, sosyal açıdan eúit olamayacaklardır.”13 Radikal feministlere göre, kendi bedeni üzerindeki denetime sahip olmayan ve onu kontrol edemeyen hiçbir kadın özgür de÷ildir. Hooks’un ifadesiyle “biz kadınlar bedenlerimizle ilgili seçme hakkına sahip olmazsak, yaúamımızın di÷er alanlarında da haklarımızdan vazgeçme riskiyle karúılaúırız”14 Özellikle 1960’lı yılların ortalarında kadınların bedenleri üzerindeki bu seçme hakkı, do÷um kontrolü ve kürtaj hakkı taleplerine dönüúmüútür. Bedene merkeze alan kavramlarıyla kadın özgürleúimine yönelik radikal feminizmin önerileri, tezin temel sorusunu içinde barındırdı÷ı için dördüncü bölümde tartıúmaya açılmıútır. Kültürel feministler, Marksizm ve sosyalizm temelinde kadın bedenini tartıútı÷ı ve bu tartıúma tezde yer aldı÷ı için, sosyalist feministlere ayrı bir bölüm açılmamıútır. Fakat sosyalist feministlerin Marksist kurama yönelik eleútirileri ve yabancılaúma kavramını, kadın bedenine yönelik kullanmaları önemlidir. Sosyalist feministler, Marksist düúüncenin cinsiyet körü oldu÷unu, kadınlara, kadınlıkları nedeniyle yapılan baskının tek nedeninin ekonomik temelli olmadı÷ını düúünürler. Bir kadının aile içindeki koúulları ekonomiyle biraz iyileútirilebilir fakat, kadının birincisi; biyolojisi nedeniyle toplumla iliúkisi, ikincisi; bu iliúkinin kadına ve erke÷e farklı dayatılan bir de ideolojik yönü vardır. Ataerkinin kapitalizmle beslenen bu iki yönü de÷iútirilmeden baskının kayna÷ı kurutulmaz. Sosyalist feminist Alison Jaggar kadınların, cinsellik, annelik, iú yaúamı, ev yaúamı gibi parçalanmıúlı÷ını açıklamak için yabancılaúma kavramını kullanmaktadır. “Bir ücretli iúçi nasıl ki çalıútı÷ı iúte yaptı÷ı üretimden ayrı kalmıú ya da yabancılaúmıúsa, kadın da yaptı÷ı iúteki üretiminden yani vücudundan yabancılaúmıútır.”15 Bir kadının giyimiyle, makyajıyla, yaptırdı÷ı estetikle, belirli bölgelerinde biriken ya÷dan kurtulmak amacıyla yaptı÷ı diyet ve eksersizlerle kendi vücuduna verdi÷i biçim, kendisi için de÷il erkek 13 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s.173. 14 Bell Hooks. Feminizm Herkes øçindir, çev. Ece Aydın, Berna Kurt, ùirin Özgün, Aysel Yıldırım, Çitlembik Yayınları, østanbul, 2002, s. 29. 15 A.g.e. , s.291 13 içindir. Çünkü vücudunun nerde nasıl kullanılaca÷ı konusunda kesin bir fikre sahip olamaz. Her an bir tecavüz, taciz, seyretme gibi farklı eylemlerle vücudu kendisinin olmaktan çıkar. Annelik de kadın için yabancılaútırıcı bir süreçtir. Eril tıp bilimiyle anneler üzerindeki baskı o kadar fazladır ki kadınlar ideal do÷um için, ideal çocuk yetiútirme yöntemleri için didinip dururlar. Aynı zamanda kadınlar kendi entelektüel kapasitelerinden de yabancılaúmıúlardır. “Kadına o kadar güvensizlik hissettirilmiútir ki, kendi düúüncelerinin de÷ersiz oldu÷undan korkarak, düúüncelerini kamu önünde söylemeye tereddüt eder… Bilginin gerçek sahibi de÷il taklit edici olaca÷ından korkarak üniversitelerin kutsanmıú koridorlarında bir aúa÷ı bir yukarı gider gelir.”16 Kadın hareketindeki olgulardan olan, do÷um kontrolü, kürtaj hakkı, do÷um kontrolünün yerleúik hale gelmesi kadınların cinsel özgürlük istemlerini kolaylaútırarak kadınlar için ve kadın özgürlü÷ü için bir engel oluúturan kadın bedeni bir haz alanı olarak tanınmaya baúlamıútır. Ancak tüketim kapitalizmi, pornografi, reklamcılık ve medyanın çeúitli alanları tarafından kadın bedeni, eskisi gibi bir hapishane olarak hissedilmemesine karúın nesneleútirilmiú ve bu da yeni bir problem alanı haline gelmiútir. Mücadeleler sonucu kadınların kazandı÷ı cinsel özgürlü÷ün, kadın bedeni üzerindeki sömürüleri ortadan kaldıramadı÷ı görülmüútür. Son yıllarda bu sorunlar ile ilgili Fransız post yapısalcı Kristeva, Irigaray, Cixous gibi kadın düúünürler, son bölümde ayrıntılı olarak ele alınaca÷ı gibi anlam beden iliúkisini baúka bir deyiúle “konuúan beden” fikrini sosyal bilimlerin konularından biri haline getirme çabasına girmiúler ve öteki olarak kurgulanan kadının konumunu, bedenden hareket ederek dönüútürmeye çalıúmıúlardır. 2. Bedenin Toplumsallı÷ı: Feminist Kuramlarda Toplumsal Cinsiyet Kavramı Kadınların ezilmiúli÷inin kayna÷ını biyolojiye dayandırarak meúrulaútıran ve kadın bedenini eril iktidarının keyfiyetine sunan düúüncelerin karúısına feministler, ‘toplumsal cinsiyet’ kavramını yerleútirmiúlerdir. Tezde çokça kullanılacak olan bu kavramın hangi argümanlara gönderme yaptı÷ını ve kadın özgürleúimine hangi yolları açarak feminist 16 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 294 14 kuramı nasıl geniúletti÷ini kısaca tartıútıktan sonra, kadının özgürleúme sürecinde önemli bir problem alanı olarak, kadın bedenine feminist eleútirel bir bakıú açısı yöneltilecektir. Cinsiyet, egemen toplumsal düzenin cinsiyet iliúkileriyle, söylemleriyle, pratikleriyle inúa edilmiútir ve cinsiyet farklılı÷ının, üremeye dayanan ikili÷ini içinde barındırmaktadır. Erkek ve kadın arasındaki biyolojik farklılıklar, toplumsal cinsiyetle kategorik farklılara dönüúmektedir. Scott’a göre; “Feministler toplumsal cinsiyet (gender) kelimesini, cinsler arasındaki iliúkinin toplumsal olarak örgütlenmesini kastetmek için daha ciddi bir úekilde ve daha do÷ru bir anlamda kullanmaya baúladılar…Bu kelime cinsiyet ya da tinsel farklılık gibi terimlerin kullanımında örtük bir úekilde mevcut olan biyolojik determinizmin reddedilmesi anlamına gelmiútir.”17 “Toplumsal cinsiyet” kavramının bu kullanımı, erkeklerin fiziksel olarak daha güçlü olmaları nedeniyle, kadınların bedensel kapasitelerinden dolayı (do÷urganlık, annelik gibi) baskı altında tutulma nedenlerini açıkladı÷ını düúünen biyolojik açıklamaları kabul etmez. Aksine toplumsal cinsiyet, kadınlar ve erkeklere iliúkin uygun rollerin tamamen toplumsal olarak üretildi÷ini ifade eden kültürel inúalara iúaret etmenin bir yoludur. Toplumsal cinsiyet erkeklerin ve kadınların öznel kimliklerinin, sadece toplumsal kökenlerini belirgin kılmanın bir yoludur. Bu tanımlama da toplumsal cinsiyet, cinsiyetli bir bedene zorla kabul ettirilmiú bir toplumsal kategoridir. “Toplumsal cinsiyet rejimi” tarihsel süreç içinde toplumun tüm kurumlarına nüfuz etmiú bir düzendir. Dolayısıyla bir egemenlik düzeni olan bu düzende ezilen, ezen, sömürülen ve sömüren de mevcuttur. Her iki cinsin de kimlikleri bu hiyerarúik düzenin pratiklerince inúa edilir. “Toplumsal cinsiyet”, özü itibariyle bölünme ilkesini göstererek “baskıcı, cinsler arası eúitli÷i barındırmayan toplumsal bir düzeni ve toplumsal iliúkileri iúaret eder.”18 Toplumsal cinsiyet, tekrarlarla ve öznelerin aktif katılımıyla her an yeniden ve yeniden oluúturulan, pratikler toplamıdır. Biyolojik cinsiyet de toplumsal cinsiyetin bir sonucudur. Bu durumda, toplumsal cinsiyet, bir yapma, oluúturma, üretme ve dille 17 Joan W Scott, Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi, çev: Aykut Tunç Kılıç, Agora Kitaplı÷ı, østanbul, 2007, s.3 18 Gülnur Acar Savran, Beden Emek Tarih: Diyalektik Bir Feminizm øçin, Kanat Yayıncılık, østanbul, 2004, s. 235 15 kurulmuú bir süreçtir. Üremeyle sınırlandırılmıú anatomik farklılıklar, erke÷i ve kadını karúıt iki kutba yerleútirmiú, iki cinsin birbirini dıúladı÷ı ortaklıklarının bastırıldı÷ı bir ikili÷e yöneltmiútir. Bu ikilik sorunsalına Delphy, úöyle yaklaúır: “Cinsiyetin do÷al olanı imledi÷i öylesine derinlere kök salmıú bir yargıdır ki, bundan bir çırpıda kurtulmak olanaksızdır. Bunun için, toplumsal cinsiyetin iúaret etti÷i kavramsal alana sahip çıkıp, bu “stratejik” konumdan, cinsiyetin kuruluú sürecini açıklayarak geleneksel anlamını sarsmayı denemek gerekmektedir.”19 Delphy’e göre, toplumsal cinsiyet, cinsiyetten önce gelir. “Cinsiyet kimin egemen kimin tabi oldu÷unun toplumsal olarak tanınmasına ve belirlenmesine hizmet eder, cinsiyet bir göstergedir, ama oldukça önemli olan ve eúit olmayan úeyleri birbirinden ayırt etti÷i için tarihsel olarak bir simge de÷eri taúımaya baúlamıútır.”20 Delphy’e göre, egemen zihniyet, üreme iúlevini temel alıp cinsiyeti bunun üzerine kurdu÷u için, cinsiyet, do÷urgan olan ve olmayan olarak iki ayrımla do÷allaútırılmıútır. Cinsiyet, tarihsel ve toplumsal olarak de÷iúken olmasına ra÷men hala do÷allıkla iliúkili algılanmaktadır. Böyle bir kabul, çocuk bakımında kadının, ilk ve tek sorumlu görülmesinin altında yatan do÷allık kabulüdür. Delphy, “kadınların üremedeki rollerinin ezilmeleri için de÷il ezilmeleri nedeniyle önemli oldu÷unu düúünür.”21 Toplumsal cinsiyeti yaratan da bu ezme ezilme durumudur. Savran’a göre “Delphy’in do÷allaútırma konusundaki eleútirelli÷i, cinsiyet/ toplumsal cinsiyet ve cinsellik arasındaki ”22 çözümlemeyi mümkün kılmıútır. Böylece biyolojik cinsiyet ile cinsellik, cinsiyetle do÷urganlık arasındaki iliúkinin, heteroseksüel düzen içinde mekanizmaları do÷allaútırılmayla kuruldu÷u açıklanmıú Bir olur. noktasına anlamda, dikkat Delphy’nin çekilerek, teorisi, bunun cinselli÷in heteroseksüellik biçiminde do÷allaútırılmasının bir eleútirisidir. 19 Aktaran, Gülnur Acar Savran, Beden Emek Tarih: Diyalektik Bir Feminizm øçin, Kanat Yayıncılık, østanbul, 2004, s.239 20 A.g.e. , s. 279 21 A.g.e. , s. 280 22 A.g.e. , s. 283 16 “Toplumsal cinsiyet, cinsler arasındaki kavranabilen farklılıklara dayalı toplumsal iliúkilerin kurucu ö÷esidir ve toplumsal cinsiyet iktidar iliúkilerini belirgin kılmanın asli yoludur”23 diyen Scott, toplumsal cinsiyet için, birbiriyle etkileúim içinde olan ve biri olmadan di÷eri mümkün olmayan dört ana unsur belirler. Toplumsal cinsiyeti oluúturan özelliklerden ilki; mitlerdeki temsillerdir, ki bunlar, kadınlık ve karanlık, arınma ve kirlilik, masumiyet ve yozlaúma karúıtlıklarıyla kadın kimli÷inin oluúturucularıdır. økincisi; simgesel kalıplardır ve bu kalıplar, normatif kurumlarla, e÷itim ve bilimle birlikte yasal ve siyasal düzende ifade edilerek, ikili karúıtlık biçiminde kadın ve erke÷e dayatılır. Üçüncüsü; bazı antropologlar ve akademisyenler, toplumsal örgütlenmenin temelinde aileyi görerek toplumsal cinsiyetin oluúumunu ve kullanımını bununla sınırlı tutmaktadır. Scott’a göre; toplumsal cinsiyetin aile iliúkileriyle oluúturuldu÷u do÷rudur fakat tek etken bu de÷ildir. Dördüncüsü; toplumsal cinsiyeti oluúturan ö÷elerden bir di÷eri kimli÷in oluúturulma süreci, Freud’un kuramında ayrıntılı dillenmiútir. Psikanalizimi, toplumsal cinsiyetin yeniden üretimine iliúkin önemli bir kuram olarak kabul etmesine ra÷men Scott, psikanalizin evrensel iddiası, konusunda úüpheler taúır. Scott’a göre, Freud, toplumsal cinsiyetin yeniden üretiminde, bireysel kimli÷i, sadece i÷diú edilme korkusuyla iliúkilendirdi÷i için, tarihsel ve toplumsal zemini yadsımıútır. Savran’a göre, tüm bunların yanında Scott, ‘toplumsal cinsiyet’ kavramına, “insan etkileúiminin çeúitli biçimleri arasındaki karmaúık ba÷lantıları anlamak için bir yöntem”24 olma özelli÷ini kazandırır. “Toplumsal cinsiyet kadın ve erkek arasındaki karúıtlı÷a iúaret ederken bu karúıtlı÷ın anlamını oluúturur. Bu úekilde hem kadın ve erkek arasındaki ikili karúıtlık hem de toplumsal cinsiyet iliúkilerine iliúkin toplumsal süreç iktidarın manasının bir parçası haline gelir bu fikri herhangi bir úekilde sorgulamak ya da de÷iútirmek bütün bir sistemi tehdit etmek anlamına gelir.”25 Cinsiyetin anatomik farklılıklarıyla, toplumsal cinsiyet farklılıkları iç içe geçmiútir. Cinsiyet, kadının erkek karúısındaki eúitsiz durumunu biyolojik farklılıklarla birleútiren 23 Joan W Scott, Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi, çev: Aykut Tunç Kılıç, Agora Kitaplı÷ı, østanbul, 2007, s.38 24 A.g.e. , s. 45 25 A.g.e. , s. 53 17 toplumsal cinsiyete dayanarak üretmeye devam etti÷inde, kadınlık do÷al olanın içine hapsedilmektedir. Pozitif bilimlerin geliúimiyle biyolojinin, bedene ait yeni bilgileri, bu do÷allaútırma ideolojisinin hizmetine sunulmaktadır. Cinsellik bir bilimle desteklenerek, toplumun do÷al kabul etti÷i cinsel kimlikler, yine do÷al kabul edilen cinsellik biçimlerini getirmiútir. Bu durum, toplumsal cinsiyetin, cinselli÷i denetleme aracı oldu÷unun iyi bir göstereni olmaktadır. Cinsellik üreme üzerinden temellendirildi÷i ve bu çerçevede toplumsal kabul gördü÷ü için toplumda, erkek ve kadın cinselli÷i ve erkek ve kadın bedenleri arasındaki fark do÷allaútırılmayla yeniden yeniden üretilmektedir. Tarihsel süreç içinde eril söylem üzerinden kurulan mitler, masallar, ninniler, gelenekler, görenekler, ahlak sistemleri, din, ve devlet aygıtları tarafından erke÷in karúısında, ondan aúa÷ı, rasyonel akıldan uzak tasarlanan ve bu tasarıyı taúıdı÷ı bedenden dolayı kadına dayatan ve uygun sınırlamalarla, özel alana hapsedilen kadın için özgürleúme, temel problem olarak feminist hareketin sürekli gündeminde olmuútur. Feminist yaklaúımlar özgürleúme sorunsalını farklı çerçevelerden ele alarak ataerkil düzeni kadın lehine dönüútürme savaúı vermiúler ve vermeye de devam etmektedirler. Kadının özgürleúme yolculu÷unda sahip oldu÷u bedeni üzerinde denetim hakkına sahip olmadan, tam bir özgürleúme mümkün olamayaca÷ından, bu tezde, kadın bedeninin feminist düúünce içinde neden ve nasıl oda÷a alınmıú oldu÷u tartıúılacaktır. 18 1. BÖLÜM: MODERNøTE VE KADININ ÖZGÜRLEùMESø “Söz konusu olan, modernli÷i reddetmekten çok tartıúmak, her úeyiyle gelene÷e karúı olan, bir modernli÷e iliúkin, bütünsel imgenin yerine, kültürel amaçlarının olumlu, ama aynı zamanda, olumsuz veçhelerinin ve modernli÷in, kültürel temasına özgün bir toplumsal içerik kazandıran, egemenlik ya da ba÷ımlılık, bütünleúme ya da dıúlanma iliúkilerinin, çözümlenmesini koymaktır.”26 Bilinçli bir siyasal ideoloji olarak feminizm, kadınların tarih ötesi ayrımcılı÷a karúı bir protestosu de÷ildir. Mitchell’e göre, aksine çok özel tarihsel koúullarda ortaya çıkan bir olgudur. “Feminizm 17. yüzyıl øngiltere’sinin tarihsel koúullarında, bir orta sınıf kadın düúüncesi olarak, bu sınıfa özgü konuúan ve onlara hitap eden bir düúünce olarak ortaya çıkmıútır.27 Eúitlik tarihi de denilebilecek olan modernitenin tarihi yolculu÷u, feminizmin tarihine oldukça benzerdir. “Bilinçli yani kendi kendisinin bilincinde olan bir protesto hareketi olarak feminizm, insanlı÷ın eúitli÷ini en yüksek ülkü sayan devrimci burjuva gelene÷inin bir parçası olarak do÷du.”28 Mitchell gibi Durakbaúa’da moderniteyle birlikte tarih sahnesine çıkan feminizmi, “Kadınların modern hayatın bütün alanlarına erkeklerle eúit olarak katılabilmelerini savundu÷u ve modern dünyanın özgür bireyleri olmalarını engelleyen sosyal kısıtlamalara, gelene÷in zincirlerine karúı mücadele etti÷i için modernist bir hareket olarak”29 de÷erlendirir. Bu bölümde öncelikle, Batılı düúünce tarihinde ve özellikle modernist söylemde, kadın erkek karúıtlı÷ının nasıl kurulmuú oldu÷u incelenecek ve kadın bedeninin erkek aklı ve rasyonel olarak kurulan kamusal sosyal erkek dünyasına karúı, Do÷a’ya ait irrasyonel özelliklerle kurgulanması ve özel alanın bir ‘kadınsı alt dünya’ olarak tasarımı sorunsallaútırılacaktır. 26 Alain Touraine, Modernli÷in Eleútirisi, çev: Hülya Tufan, Yapı Kredi Yayınları, Dördüncü Baskı, østanbul, 2002, s.24 27 Bakınız, Juliet Mitchell, Ann Oakley, “Kadın ve Eúitlik”, Kadın ve Eúitlik, cev. Fatmagül Berktay, Pencere Yayınları, 2. Baskı, østanbul, 1992 28 A.g.e. , s.32 29 Ayúe Durakbaúa, Halide Edip: Türk Modernleúmesi ve Feminizm, øletiúim Yayınları, 2. Baskı, østanbul, 2002, s.53 19 17. yüzyıl feministleri, her ne kadar bugün yalnızca kendi sınıflarının kurtuluúunu savunuyor olarak eleútirilse de bulundukları ça÷ın, kadınlar üzerindeki baskılarını dile getirdi÷i için, (eski düzene meydan okuyan devrimci burjuva nasıl ki tüm ezilenler adına yola çıkmıúsa) bu kadınlar da bütün kadınlar adına evrensel bir dille özgürlük ve insanlık kavramları için mücadele etmiúlerdir. Feministler, kadınların öncelikle modern hayatın kamusal alanına katılımını hedeflemiúlerdir. Giriú bölümünde bahsedildi÷i gibi liberal feminist yaklaúım, merkezine oy hakkını koyarak kadının yurttaúlık haklarını savunmuútur. Aydınlanmacı feministler, kadınların da erkeklerle eúit akla sahip olduklarını ve rasyonel bireyler olarak kendi hayatlarının sahibi ve kendi hayatlarını istekleri do÷rultusunda, rasyonel olarak örgütleme hakları oldu÷unu dile getirmiúlerdir. Yorucu, yıpratıcı yaklaúık yüz yıllık bir mücadele sonucunda eúit yurttaúlık hakları kazanılmıú olmasına ra÷men kadın, toplumsal yaúamda istenen eúitli÷e kavuúamamıútır. Yine özel alan içinde, annelik, eúlik ve ev içi hizmet birinci sorumluluk alanı olarak durmaktadır. Bu nedenle liberal feministler, kadının özgürleúmesinde merkeze eúit yurttaúlık haklarını koydu÷u, özel alana (aile, evlilik, cinsellik gibi) dokunmadı÷ı için eleútirilmiútir. Modernist söylemin evrensel eúitlik ülkülerine ra÷men, modernitenin açmazlarından biri olarak, kadın bedeni, anatomik kaderiyle do÷allaútırılmaya devam etmiútir. Modernlik projesi kendi içinde ve kadın tasarısında bir çok açmazları içinde barındırmasına karúın, yola çıktı÷ı evrensel de÷erleri, kadın hareketinin de mücadelesiyle, kadınlarla paylaúmak durumunda kalmıútır. Bu paylaúım, kadınların tarih ötesi ezilmiúli÷ini tam olmasa da yasalar önünde erkekle eúitleyebilmesinin önünü açmıútır. Eúit yurttaúlık hakkı, e÷itim ve meslek edinme hakkı, kürtaj ve do÷um kontrolünün yaygınlaúması, cinsel özgürlük gibi kazanımlarla, modernitenin kadına özgürleúme olanakları yarattı÷ı söylenebilir. Ancak eril iktidar ve söylemlerle kurulan modern devlet aygıtlarının cinsiyetçi duruúları, özel alanda ve kamusal alanda, özü geçmiúten pek de farklı olmayan yeni kavramlarla, kadını tahakküm altında tutmaya devam etmektedir. Kadın bedeni, modern kurumsal düzenlemeler ve söylemlerle disipline edilebilecek bir olgu gibi ele alınmaktadır. Erotik bir úekilde sunulmakta, hem bir fetih aracı hem de potansiyel bir tehlike, bir meta olarak tasarlanmaktadır. Erke÷in meta olmaksızın ne kadar özgürleúti÷i sorulmadan, modern söylem tarafından önerilen özgürleúme, daima kadın 20 özgürleúmesi olarak sunulmaktadır. Kadınlara yapılan ça÷rı, ötekini baútan çıkarmak için, kendi bedenlerini ön plana çıkarmaları ve mükemmelleútirmeye çalıúmaları yönündedir. “Sonuçta kadının özgürlü÷ü onun bir baúkasını baútan çıkarabilme kapasitesiyle ifade edilir.”30 Kadın bedeninin, belirlenmiú gençlik ve güzellik idealine kavuúması için bir dizi reçete, medya organları ve bilimsel kurumlar tarafından stratejik bir program olarak bilimsel bir dille kadına dayatılır. Bireyin (kadının) özgürleúmesi temel sorun gibi gösterilirken normların a÷ırlı÷ının kadın bedenine yüklenerek estetik kaygılarla kadınları baú baúa bırakan modern söylem içinde, bin bir bir çeliúkiyi barındırmaktadır. Modernitenin bedene iliúkin tutumunu, Boudrillard tam da söylemeye çalıútı÷ımız argümanı özetler úekilde úöyle dillendirmiútir. “Tüketilen úeyler arasında di÷er nesnelerden daha kıymetli, daha eúsiz bir nesne vardır: Bu nesne bedendir …. Özellikle de kadın bedeninin mutlak varlı÷ı, bedenin etrafını kuúatan sa÷lık, perhiz, tedavi kültü, gençlik, zariflik, erlik/diúilik saplantısı bedenle ilgili bakımlar, rejimler, fedakarca uygulamalar, bedeni kuúatan arzu efsanesi bunların hepsi bedenin günümüzde bir kurtuluú nesnesine dönüútü÷ünün tanı÷ıdır. Beden bu ahlaki ve ideolojik iúlevde tam anlamıyla ruhun yerini almıútır.”31 Modernitenin kadın bedenine iliúkin tutumlarını açıklayabilmek için, modernitenin feminist eleútirisinin yapılması gerekmektedir. Aúa÷ıda modernitenin kadınlar için yaratmıú oldu÷u problemler ayrıntılı olarak irdelenecektir. 1.1. Modernist Söylemde Kadın Erkek Karúıtlı÷ı “Aklın kadınlar tarafından iúlenmesinin önündeki engeller, büyük ölçüde akıl ideallerimizin tarihsel olarak kadınlı÷ı dıúlamıú olmasından ve kadınlı÷ın kendisinin de böylesi bir dıúlama iúlemi yoluyla oluúmuú olmasından do÷maktadır.”32 . Geçmiúten günümüze, erkek kadın ayrımının kendisi, tanımlayıcı bir ayırım de÷il; bir de÷er ifadesi olmuútur. Erkeklik üstünlükle bir tutulmuú, de÷erli sayılan her úey 30 Sylvette Giet, Özgürleúin Bu Bir Emirdir: kadın ve erkek Dergilerinde Beden, çev: ødil Engindeniz, østanbul: Dharma Yayınları, 2006, s.75. 31 Aktaran, A.g.e, s.57. 32 Genevieve Lloyd, Erkek Akıl: Batı Felsefesinde ‘Erkek’ ve ‘Kadın’, çev. Muttalip Özcan, Ayrıntı Yayınları, østanbul, 1996, s. 20. 21 erkeklikle özdeú sayılmıútır. Bu çerçevede kadınsı özelliklerin, akıl dıúı, erkekten aúa÷ı düúünülmesi bir tesadüf de÷ildir. Kadınlı÷ın aúılması olarak kavramsallaúan rasyonalitenin ve rasyonel akıl sahibi erke÷in üstünlük tarihi, Pisagorculara kadar götürülebilir ve Llyod’a göre, aklın erilli÷i, uydurma, dilbilimsel bir önyargı de÷ildir. Rasyonel bilgi, kendini do÷aya karúı tanımlayan Batı kültüründe, do÷anın aúılması, dönüútürülmesi ve kontrol altına alınması olarak anlaúılmıútır. Adeta akıl kutsanarak, inancın, akıl dıúılı÷ın, úüphenin, duyguların, bilinmez olanın yerine konmuútur. “Buna karúılık kadınlık, rasyonel bilginin aútı÷ı, tahakküm altına aldı÷ı veya sadece geride bıraktı÷ı úey ile eú tutulmuútur.”33 Aklın dıúında olan úeyler, hep kadına ait görülmüútür; erkek, düúüncenin açık ve kesin yönüne, kadın ise mu÷lak ve belirsiz yönüne karúılık görülmüútür. Düúünce tarihinde kadınlık ve erkeklik durumları karúıtlıklarla ifade edilir olmuútur. Aklın eril tasarımı, “17. yüzyıl sonrası modern toplumun kültürü içinde, kadına ve bedenine iliúkin kurumsal görünümlerin bel kemi÷ini oluúturacak ve bize aklın erkek oldu÷u düúüncesini kanıtlayacaktır.”34 Llyod’a göre, Yunan felsefesinin daha geç dönemlerinde ortaya çıkan form madde ayrımının geliúim sürecinde de bu düúünce varlı÷ını korur. Erkeklik etkin belirlenmiú formla, kadınlık edilgen belirlenmemiú maddeyle aynı safta yer alır. Yunanlıların insanın üremesine iliúkin geleneksel anlayıúına göre, baba biçimlendirici ilkeyi sa÷layandır, üremenin gerçek nedensel gücüdür; buna karúılık anne, sadece formu, belirlenmiú olanı kabul eden, maddeyi sa÷layan ve babanın ürünü olan úeyi, besleyendir. Erken dönem Yunan düúüncesinde bilgi nesnesiyle, akıl, arasında keskin bir ayrım yoktur. Platon’a göre dünya, sadece form bakımından rasyoneldir. Platon zihin madde düalizminde, kadınlık ça÷rıúımlarıyla yüklü olan maddeyi, rasyonel bilgi arayıúı içinde aúılması gereken bir úey olarak görür. Yunanlıların bilgi anlayıúlarını ifade ederken baúvurdukları egemenlik metaforu erke÷in kadınla olan iliúkisinden çok, efendinin köleyle olan iliúkisidir. Lloyd’a göre, yine de bu Platoncu tema, Batı düúünce tarihinin daha sonraki aúamalarında da 33 Genevieve Lloyd, Erkek Akıl: Batı Felsefesinde ‘Erkek’ ve ‘Kadın’, çev. Muttalip Özcan, Ayrıntı Yayınları, østanbul, 1996, s. 22. 34 Aylin Nazlı, “Modernitenin Ötekisi: Kadın ve Bedeni”, Kadın Çalıúmaları Dergisi, Sayı 1, østanbul 2006, s.11. 22 erkeklik ve form, kadınlık ve madde arasında kurulan bu uzun ömürlü ça÷rıúımları, hem kullanan hem de pekiútiren biçimlerde yinelenmiútir . Aristoteles, form-madde ayrımını, farklı bir yaklaúımla dönüútürerek, zihin beden iliúkisini de÷iúime u÷ratır. Platon’un idealar evrenindeki formu, yeryüzüne indirerek, duyusal ve de÷iúken olan úeyleri, akılla kavranabilir hale dönüútürür. Rasyonel ruh, bedenin formu olur. O, bedenin tutsa÷ı de÷il anlaúılabilirlik ilkesidir. Böylece rasyonel bilginin de ruhun bedenden kurtuluúu olarak düúünülmesi, sona ermiú olur. Yunan düúüncesinde kadınsılık, simgesel olarak gayri rasyonel, düzensiz ve bilinmez olanla, bilgiyi geliútirme sürecinde uzak durulması gereken úeylerle eú tutulmaktadır. Bacon’nın Yunan düúüncesinden farklı olarak, madde ve formu birleútirmesiyle, do÷a artık bilinebilir özelli÷iyle kadınsı bir nitelik kazanmıú olur. Bilinebilir do÷a kadınsı bir úey gibi sunulur ve bilimin görevi bu kadın üzerinde do÷ru türden bir tahakküm kurmaktır. Bacon úöyle der; “zihin ile do÷ayı iffetli yasal bir yolla evlendirelim”35 Llyod’a göre, egemenlik iliúkisi artık zihin-beden arasında, veya zihin içersindeki zihinsel iúleyiúin farklı yönleri arasında de÷il; zihin ile bilgi nesnesi olan do÷a arsında kurulur. Bilginin kendisi, do÷anın tahakküm aracı haline gelmiútir. Madde, bundan böyle bilgi elde etmek amacıyla tahakküm altına alınması gereken bir úey olarak de÷il; yönlendirme ve dönüútürme gücü olarak yorumlanan bilginin gerçek nesnesi gibi yorumlanır. Erken dönem Yunanlılarının kurdu÷u kadınlık-madde benzetmesi, felsefi düúüncenin geliúim aúamalarında etkili olmuútur. Nihayetinde Bacon’nın metaforlarında kadınsı olanın kontrol altına alınması, bilginin do÷ası ile açık bir biçimde ba÷lantılı hale gelmiútir. Lloyd’a göre, 17. yüzyılda akıl, sadece insan do÷asının ayırt edici bir özelli÷i olarak de÷il; ö÷renilebilen, yöntemli bir düúünme olarak görülmeye baúlanmıútır. En etkili yöntem ise Descartes’in yöntemidir. Bu noktada Descartes’in açık niyeti bu olmasa da, kadınlık ve erkeklik kalıplarının de÷iúiminde müthiú rol oynamıútır. Eski Yunanlıların ilk kullanımında yöntem, izlenecek yol veya çı÷ır anlamına gelmektedir. Descartes, Platon’nun, insanların, olguları açıklamak için do÷ru yöntemin ve belli bir sıranın insanları 35 Genevieve Lloyd, Erkek Akıl: Batı Felsefesinde ‘Erkek’ ve ‘Kadın’, çev. Muttalip Özcan, Ayrıntı Yayınları, østanbul, 1996, s. 33. 23 körlemesine gitmekten kurtaraca÷ına iliúkin metaforunu kullanmıútır. Böylece düúünsel gelenekte merkezi bir yere sahip olan akıl yöntem iliúkisi bütünüyle de÷iúmiútir. Descartes, Ortaça÷daki öncellerinden farklı olarak zihin beden ikili÷ini ortaya atar. Rasyonel olmayan artık zihnin bir bölümü de÷il, bedendir. Descartes’in yönteminde, erkek ve kadın zihinleri arasında herhangi bir farklılık izine rastlanmaz. Descartes, kendi yönteminin bilgi alanında, yeni bir eúitli÷e kapı açtı÷ını söyler. Sistemli formel e÷itim alanların yalnızca erkeklerin oldu÷u Rönesans’ın ilk dönemlerinde, kadının yöntemden dıúlanıúı, do÷rudan do÷ruya yöntemin arandı÷ı yer olan okuldan da dıúlanmasının sonucudur. Descartes’in eúitli÷inin göstergesi, Metot Üzerine Konuúma’yı, ö÷renim dili olan Latince’yle de÷il yerel dilde yazmasında kendini gösterir. Erkeklere açık, bilimin okullarına girme úansı olmayan kadın için bu, bir anlamda bilimin kapılarını açmıútır denebilir. Fakat Bacon için oldu÷u gibi, onun için de bilim, kolektif bir çalıúmanın ürünüdür ve Descartes’in hakikat arayıúını günlük hayatın pratik iúlerinden keskin bir úekilde ayırmıútır. Günlük iúlerin tekrarına ve tek düzeli÷ine mahkum olan, bu kolektif çabaya katılamayan kadın, hakikat arayıúında nasıl yer alabilecektir? Aydınlanma düúüncesini reddeden Rousseau için, akıl ile do÷a arasında uygun bir iliúki kurulması, bilgiye yaklaúımda, önemli bir yer tutar. Rousseau’nun akıl ideali, do÷aya hükmeden dıúarıdan dayatılan bir kontrol mekanizması olarak de÷il, do÷adan gelen dinamik bir geliúmedir. Aklın kayna÷ı do÷adır ve gerçekli÷ini de do÷aya olan yakınlı÷ından alır. ønsanlı÷ın ilk oluúumu olan aklın ortaya çıkıúı, ve aklın ilerleyiúi, bir hastalı÷ın ilerleyiúidir. Rousseau’ya göre, do÷ayla özlenen yakınlı÷ı simgeleyen ve bu yakınlı÷ı hiç yitirmeyen kadınlar, akıl tarafından ehlileútirilmelidir diyerek, kadınlardan úöyle úikâyet eder; “Hiçbir halk hiçbir zaman aúırı úaraptan mahvolup gitmemiútir; mahvolanlar hep kadınların kural tanımazlı÷ından mahvolup gitmiúlerdir.”36 Rousseau, tüm bunları söylerken do÷aya olan yakınlıkları nedeniyle kadınlara, ahlaki bir örnek oluúturma iúlevi kazandırır. Kadın aklın hem aútı÷ı, hem de arzuladı÷ı úeydir. Fakat Lloyd’a göre, bozulmuú akıldan do÷aya yolculu÷u yapacak olan erkeklerdir. 36 Genevieve Lloyd, Erkek Akıl: Batı Felsefesinde ‘Erkek’ ve ‘Kadın’, çev. Muttalip Özcan, Ayrıntı Yayınları, østanbul, 1996, s.89. 24 Rousseau’nun kadınları hiçbir zaman gerçek anlamda bu yolculu÷a çıkamazlar; çünkü do÷aya yakınlık aklın baúarısı de÷il do÷al bir durumdur. Modernitenin bir di÷er önemli kuramcısı Kant’a göre, aydınlanmanın genel kabulü, ‘Sapere aude’ bireyin kendi aklını kullanma cesaretidir. Akıl ancak kamusal alanda kullanılarak özgürleúebilir. Aydınlanmanın ön koúulu olan aklın olgunlu÷u, insanların, kendi akıllarını kullanma ve kendi adlarına konuúma konusunda, sınırsız bir özgürlü÷ün tadını çıkaracakları bir kamusal alana ulaúabilmekle do÷rudan do÷ruya ba÷lantılıdır. Bu alanda özgürlü÷ü sınırlamak, insanın özgürleúmesini sekteye u÷ratacak ve onu verimsizleútirecektir. Kant felsefesinde, olgunlaúmamıú aklı temsil eden kadının yerinin, özgür aklın kullanıldı÷ı kamusal alan olmadı÷ı açıktır. 1.2. Toplumsalın Eril Tasarımı: Özel Alan/ Kamusal Alan Ayrımı ve Kadınsı Alt Dünya Fatmagül Berktay’a göre, modernleúme, ulusu bir ‘erkek kardeúlik’ olarak kurgulamıútır. Kendini egemen olarak kuran birey, anneyi de÷il, özünde babayı ve onun iktidarını bastırmayı hedeflemektedir. Babanın iktidarının bastırılması, bir yandan o÷lu özgürleútirirken di÷er yandan böyle bir koruyucudan onu mahrum bıraktı÷ı için güvensizleúmesine neden olmaktadır. “Bilincinde meydana gelen çatlamayla baú etmeye çalıúan erke÷in, yeni bir kimlik özelli÷i olarak, dıúarıdaki ötekiyle (dıú düúman/lar) karúı oldu÷u kadar, içerdeki ötekiye (kadın) karúıda paranoya geliútirmesi úaúırtıcı de÷ildir.”37 Bu paranoyayla da ötekileútirdi÷i ve bedeninden ayırdı÷ı kadını, elinden geldi÷ince kamusalın dıúında tutmaya çalıúmıútır. Bu mücadelesini modern rasyonel aklı teorize ederek meúrulaútırma yoluna gitmiútir. Yukarıda bahsetti÷imiz teorisyenlerden biri olan, kadını di÷eri olarak erkekten ayrı görüp ona özel alanın dıúında bir yaúam öngörmeyen Rousseau, kamusal yaúamın iyi biçimlerinin korunması ve geliútirilmesinde kadınlara, belirli roller verir. Özel alan, toplumsal yaúamın çürümüúlü÷ünden ve sahteli÷inden uzak, kadının denetiminde, özel bir erdem alanıdır. Bu alan, yalnızca erkeklerin ça÷daú toplumun çürümüúlü÷ünden kaçıp sı÷ınacakları bir alan de÷il, aynı zamanda kamusal 37 Fatmagül Berktay, Tarihin Cinsiyeti, Metis Yayınları, østanbul, 2003, s.154. 25 yaúamı dönüútürecek olan iyi yurttaúların yetiútirildi÷i de bir yerdir. Bu nedenle özel alan, Rousseau’nun toplumsal iliúkiler idealinin bütünleyici bir parçasını oluúturur. Bu parçanın içinde kadına düúen görev, aile kurmak, soyun devamını sa÷lamak, Davidoff’un kavramı olan “bedensizleútirilmiú’ erke÷in karúısında, cinsellik ve arzuyu ça÷rıútırarak bedenin içinde toplumu de÷il günlük yaúamın ihtiyaçlarını, tekrar tekrar karúılamaktadır. Hegel, kamusal özel ayrımının özel alanına açıkça kadınsı olanı yerleútirir. Hegel’e göre, kadınlar yurttaú olmadıklarına göre, kamusal alan de÷il, özel alan, kadınların alanıdır. Kocalar, eúlerinin aksine, evrensel olan için çalıútıkları ek bir alana daha sahiptirler. Bu nedenle bir erkek, etik yaúamına zarar vermeksizin aile içi iliúkilere, tekil bir úey olarak yaklaúabilir. Oysa kadın, koca ve çocuklarına yaklaúabilmesi ölçüsünde etik yaúama sahip olabilir. Dolayısıyla kadına, taúıdı÷ı bedenin zorunlulukları gere÷i, evrensel olan dıú dünyanın kapıları kapatılmıútır. Bu nedenle özel alan, kadının baskı altında tutuldu÷u, kadınlı÷ın karúıtlıklarla, erke÷e göre eksikliklerle yeniden inúa edildi÷i ve yaratılan durumdan da kadınların mutlu olmasının beklendi÷i kadınsı bir alt dünyadır. “Kamu alanındaki tutumlarda görülen bazı de÷iúimlere ra÷men, günümüzde aile üyelerine, hizmet etmekten, onları tozun, atıkların, kirletmesinden ve düzensizlikten korumaktan, çi÷ olanı piúmiú hale getirmekten ve küçük vahúileri uygar eriúkinlere dönüútürmekten esas sorumlu hala kadınlardır”38 Modern toplumların, gerçekli÷inin somut göstereni olarak özel /kamusal ikili÷ini, Savran, “Kamusal ya da toplumsal dünya dan ayrı kendine özgü bir alanın oluúması, bazı kadınların gerçekten etkin bir biçimde denetlenmesinin bir yolu” oldu÷unu düúünürken, Davidoff’a göre, kamusal- özel ayrımının kendi içinde belli bir gerilimi içermesine ra÷men aynı zamanda kadınlar için bir güç ve güçlenme alanı sa÷lar: “Evin içinde yalnızca kadına ait bir alan tarzında özel alanın inúası, bazı 19. yüzyıl kadınlarına bir güç kayna÷ı sa÷ladı. Kadınlar buradan hareketle, sivil topluma karúı taleplerini yükseltebiliyor, bir kadın kültürü oluúumuna olanak sa÷layacak ortamı yaratıyorlardı”39 düúüncesini paylaúır. 20. yüzyıla gelindi÷inde Davidoff, özel/ kamusal ayrımının hala bir tartıúma zemini olarak 38 Leonore Davidoff, Feminist Tarih Yazımında Sınıf ve Cinsiyet, çev: Zerrin Ateúer- Selda Somuncuo÷lu, øletiúim yayınları, østanbul, 2002, s. 186 39 A.g.e. , s. 216. 26 varlı÷ını sürdürdü÷ünü, “istikrarsız ve de÷iúebilir olmalarına ra÷men, tüm toplumsal ve ruhsal dünyamızın düzenleniú úeklinin vazgeçilmez bir bölümü haline geldi÷ini söyler.40 Savran’a göre, kamusal/özel ayrımının toplumsal gerçeklikle arasındaki iliúki ve bu iliúkinin toplumsal bütün içine yerleútirilmesi, feminist eleútiriye, üzerinde çalıútı÷ı alan üzerinde daha sa÷lam açılımlar sa÷layacaktır. Kadın erkek karúıtlı÷ıyla kurulan Antik Yunan’dan, Platon’a, Descartes’ten Bacon’a ve Rousseau’dan Kant’a ve özel alanı, kadınsı alt dünya olarak kuran Hegel’e kadar düúün tarihinin yolculu÷una kısaca, feminist bir bakıú açısıyla baktık. Gördü÷ümüz tablonun Pisagor’un øÖ. 6. yy. düzenledi÷i karúıtlıklar tablosundaki kadınlı÷ın, açık bir biçimde sınırlanmıúın karúıtı olan, sınırlanmamıú olan iliúkilendirilmesinin dıúına çıktı÷ını söylemek zordur. (mu÷lak 41 ve belirsiz olan) la Özenle muhafaza etmeye çalıútı÷ı kadınlık kurgusunda, modernitenin kadın bedenini hangi de÷iúkenlerle tanımladı÷ı ve inúa etti÷i aúa÷ıdaki baúlık altında tartıúılacaktır. 1.3. Modern Bedenin ønúası ve Kadın Bedeni “Modernlik fikri, sıkı sıkıya akılcılaútırma fikriyle ba÷ıntılıdır…. Modernlik, aklın gösterdi÷i ilerlemelerdir ki bunlar aynı zamanda, özgürlü÷ün, mutlulu÷un, inançların, aidiyetlerin geleneksel kültürlerin yıkılmasında kaydedilen ilerlemelerdir. ” 42 On yedinci Yüzyılda Avrupa’da baúlayan ve bütün dünyayı etkisi altına alan modernlik, “bizi, geleneksel toplumsal düzen türlerinin tamamından eúi görülmedik bir biçimde söküp çıkarmıútır.”43 Modernlik, üzerine yükseldi÷i, rasyonel akılla, yaúamın neredeyse bütün alanlarına nüfuz eden, teknik bilgiyle toplumsal yaúamı yeniden 40 A.g.e. , s. 190 Bakınız, Genevieve Lloyd, Erkek Akıl: Batı Felsefesinde ‘Erkek’ ve ‘Kadın’, çev. Muttalip Özcan, Ayrıntı Yayınları, østanbul, 1996, Tablodaki 10 karúıtlık; Sınırlı X Sınırsız, Tek X Çift, Bir X Çok, Sa÷ X Sol, Eril X Diúil, Dura÷an X hareketli, Düz X E÷ri, Aydınlık X Karanlık, øyi X Kötü, Kare X Dikdörtgen 42 Alain Touraine, Modernli÷in Eleútirisi, çev: Hülya Tufan, Yapı Kredi Yayınları, Dördüncü Baskı, østanbul, 2002, s. 24 43 Anthony Giddens, Modernli÷in Sonuçları, çev. Esin Kuúdil, Ayrıntı Yayınları, 2. Basım, østanbul, 1998, s.14 41 27 biçimlendirerek “modern insanı da yaratmıú/ úekillendirmiú olur.”44 Modernlik, düúünceden, günlük yaúama, özel alandan kamusal alana kadar uzanan, toplumsal yaúamın her alanında, kendini bir denetim sistemi olarak sunar. Egemenlik ve denetim sistemi olarak kendini kurgulayan modernlik içinde, kadın ve erkek, farklı kalıplarda kendi varoluúunu gerçekleútirmek zorundadır. Cins ayrımı olmaksızın bireyin ortak özelli÷i olan aklı, erilleútirerek toplumsal yapının her nüvesine dayatan modernite, erkek düúüncesini merkeze almıú, kutsamıú; kadını da olabildi÷ince bu merkezden uzakta tutmuútur. Tüketim odaklı, sahip olan ve olmayan ayrımıyla varlı÷ı / beni, kendi içinde tutarken, öteki cinsiyet, yani kadını kendi dıúında kurgulamaktadır. Dolayısıyla modernite, aklın dıúında tuttu÷u her olguyu aúma, kontrol altına alıp egemenlik kurma idealiyle, kadını ve bedenini, ötekileútirerek, aúılacak, kontrol altına alınacak bir varlık olarak inúa etmiútir. Akılla duyguları birbirinin karúıtı ilan eden modernite, duyguları, düzenlemez, úekillenlendirilemez olanla eúleútirip, duygu dünyasını da kadınsal bir özellik olarak tanımlamıútır. Modernitenin üstünde yükseldi÷i rasyonel akıl ve bunu kullanma biçimi, erke÷e ait unsurları destekler görünmektedir. “Kökeni yine Antik Yunan’a kadar uzanan kadın-erkek düalizminin kullanılıú içeri÷ine bakıldı÷ında ise ayrımın do÷rudan do÷ruya betimleyici bir sınıflandırma ilkesi olarak de÷il de, bir de÷er ifadesi olarak kullanıldı÷ı gözlenir. De÷erli sayılan her úey erkek ile özdeúleútirilirken, tersi durumlar ve nitelikler kadın ile ba÷daúlaútırılır.”45 Yunan düúüncesinde, akıl dıúı, düzensiz, bilinemez, bilgiyi engelleyen / kirleten kadınsılık, Bacon’la birlikte, do÷ayla eú tutularak dönüútürülmesi ve kontrol altına alınması geren bir nesne olarak anlaúılmıútır. Böylece kadınsı olanın kontrol altına alınması, bilginin do÷ası ile açık bir biçimde ba÷lantılı hale gelmiútir. “Bedeni denetlemek isteyen iktidarlar, aynı úekilde duyguları da kontrol altına almaya yönelmiúler”46 dir. Eserlerini Latince’yle de÷il de yerli dille yazmakla, kadın erkek, aklına güvenen herkese hitap etti÷ini, dolayısıyla eúit bir duruúun yolunu açtı÷ını düúünen Descartes, buna karúın, akıl ve bedeni kesin çizgilerle birbirinden ayırmıú ve aklı duyguya tabi kılmıútır. 44 Aylin Nazlı, “Modernitenin Ötekisi: Kadın ve Bedeni”, Kadın Çalıúmaları Dergisi, Sayı 1, østanbul 2006, s. 11. 45 A.g. e. , s. 12. 46 Yaúar Çabuklu, Toplumsalın Sınırında Beden, Kanat Yayınları, østanbul, 2004, s.86 28 “Kadınlıkla iliúkilendirilen duygular, do÷al, kaotik, fiziksel, subjektif olana göndermede bulunurken, erkek akıl, kültürü, düzeni, evrensel ve zihinsel olanı”47 temsil eder hale gelmiútir. Moderniteyi reddeden, aykırı bir ses olarak yükselen, kadınlar için bir umut ıúı÷ı taúıyabilecek Rousseau ise, geçmiúin kadınlara uygun gördü÷ü örtüyü kaldırmaya niyetlenmemiútir. Kadınları, bozulmamıú do÷aya yakın görerek övgü ya÷muruna tutmuútur. Erke÷i bozulmuú olanın, aklın göstergesi ilan ederek, kadını do÷al durumunda bırakmıú ve bozulmadı÷ı için kendisini úanslı hissetmesini ö÷ütlemiútir. Yine kadın, erke÷in onu görmek istedi÷i yerde, dilsiz, etkisiz, sınırlamalar içinde ve erke÷in gerisinde, varolan konumunda devam etmiútir. Düúünce tarihi de÷iúmeyen bir çizgi içinde kadının, cinsiyetine iliúkin özeliklerini úekillendirmiútir. Cinsel farklılı÷ı göz önünde bulundurmayan, Kant ise, duyguların evrensele ulaúma yolunda engel oluúturdu÷unu, bu nedenle aúılmaları gerekti÷ini, duygularla özdeúleútirdi÷i kadının henüz olgunlaúmamıú oldu÷unu ve kamusal yaúamın dıúında tutulmasını söylemektedir. Kadını, etik bir varlık olması nedeniyle erke÷e ba÷layan Hegel de onu siyasi yaúamdan uzaklaútırarak erkin kadının eline geçmesini tehlike olarak adlandırmıútır. “Akıl ile bedenin kesin çizgilerle ayrımı, aslında modern toplumun da habercisidir. Uyuyan bir dev gibi uyanan akıl, her yerde kaos ve düzensizlik ile karúılaúınca bilgi ve söylemlerin sistematik inúası yoluyla toplumsalı sınıflandırmaya ve kurallara ba÷lamaya giriúmiútir.” 48 Kendini karúıtlıklarla var eden modernite, her düzensizli÷i, belirsizli÷i, duygusal olanı, aklın karúısına koyup, bu nitelikleri de kadınla örtüútürdü÷ü için, toplumsal olanı, erkek olanla örtüúmüútür. “Duygu bedenin kırılganlı÷ını, çözülüúünü, ça÷rıútırdı÷ı için modernlik buna katlanamıyor; sert, sıkı, bükülmez, eril kimlik karúısında akıúkan, ele avuca sı÷maz bir nitelik taúıdı÷ı düúünülen kadın duygusallı÷ı bir tehlike olup çıkıyor.”49 Kadını ikincilleútiren ve evrensel olanın dıúında tutan modernlik, Çabuklu’ya göre onu tamamen dıúlamaktan ziyade ona tamamlayıcı bir rol vermiútir. “Kadın akıldan yoksun de÷ildir ama onun aklı eksik akıldır. Bu akıl denetlenemeyen bir duygusallık malulüdür ve 47 Çabuklu, Toplumsalın Sınırında Beden, Kanat Yayınları, østanbul, 2004, s. 88 Aktaran, Aylin Nazlı, Hastalık ve Hasta Bedenin Sosyal ønúası: Meme Kanseri örne÷i, Güven Kitabevi, øzmir, 2008, s. 4 49 Yaúar Çabuklu, Toplumsalın Sınırında Beden, Kanat Yayınları, østanbul, 2004, s. 88 48 29 bu nedenle kamusal alana de÷il ev/ aile alanına uygun düúmektedir.”50 Erkek aklının rasyonelli÷ini taúımadı÷ı düúünülen kadın, duygularıyla, sezgileriyle, adanmıúlı÷ıyla ailenin ihtiyaçlarını karúılamaya daha uygun görülerek özel alan içinde meúrulaútırılma yoluna gidilmiútir. Tarihsel süreç içinde yukarıda tartıútı÷ımız gibi kadınlık ve erkekli÷in úekillendirilmesinde erkeklerin, kadınlar üzerindeki egemenli÷i/iktidarı belirleyici olmuútur. Connell, ‘hegemonik erkeklik’ ve ‘ön plana çıkarılmıú kadınlık’51 olarak adlandırdı÷ı kadınlık ve erkeklik tasarımlarının, erkek iktidarını meúrulaútırdı÷ını ve erkeklerin iktidarını pekiútirmek üzere oluúturuldu÷unun altını çizer. “hegemonik erkekli÷in”, kültürel ve ideolojik ö÷elerle üstünlükle, úekillendirildi÷ini ve kadınları baskı altında tuttu÷unu vurgular. “ön plana çıkarılmıú kadınlık” ise kadınların erkek tahakkümüne sessiz kalıp bu yöndeki iktidarı içselleútirme sürecidir. Connell söyle ifade eder; “Erkeklerin iktidarına uyum sa÷lama olarak örgütlenen ve boyun e÷me, çocuk terbiyesi ve empatiyi kadınca erdemler olarak ön plana çıkaran bir kadınlık, pek de öteki kadınlık biçimleri üzerinde hegemonya kuracak bir konumda de÷ildir.”52 Erkle, güçle dolayısıyla erkek olmakla iliúkilendirilen iktidarın gönderme yaptı÷ı úeyin fallus sahipli÷i oldu÷u görülmektedir. Foucault’ya göre de iktidar bir belirleyendir, “øktidar bir töz de÷ildir. øktidar, kökeni uzun uzadıya araútırılması gereken esrarengiz bir úey de de÷ildir. øktidar yalnızca bireyler arasındaki bir tür iliúkidir. Bu tür iliúkiler spesifik iliúkilerdir; yani mübadeleyle, üretimle, iletiúimle hiçbir ilgileri yoktur; ama onlarla birleútirilebilirler. øktidarın karakteristik özelli÷i, bazı insanların baúka insanların davranıúlarını az çok bütünüyle (ama asla tamamen ya da zorlamayla de÷il) belirleyebilmeleridir.”53 Foucault’ya göre, önemli belirleyenlerden biri olan iktidar, artık karúımıza “biyo- iktidar” olarak çıkmaktadır. Yeni bir iktidar ça÷ı baúlamıútır ve bu iktidar bedenler üzerinden iúlemektedir. Uzun ve sa÷lıklı yaúamanın, do÷urganlı÷ın/ nüfusun denetimi üzerinde, 50 Çabuklu, Toplumsalın Sınırında Beden, Kanat Yayınları, østanbul, 2004, s. 89 R.W Connell, Toplumsal Cinsiyet ve øktidar, çev. Cem Soydemir, Ayrıntı Yayınları, østanbul, 1998, s. 245. 52 A.g.e. , s. 252. R.W Connell, Toplumsal Cinsiyet ve øktidar, çev. Cem Soydemir, Ayrıntı Yayınları, østanbul, 1998, s. 252. 53 Michel Foucault, Özne ve øktidar, çev. Iúık Ergüden, Osman Akınhay, øletiúim Yayınları, østanbul, 2004, s.55. 51 30 teknik ve bilimsel bilginin söz sahibi oldu÷u bir dönem baúlamıútır. Çünkü “kapitalizm, bedenlerin denetimli bir biçimde üretim aygıtına sokulması ve nüfus olaylarının ekonomik süreçlere göre ayarlanmasıyla güvence altına alınmıútır.”54 Burada Foucault’a sorulacak soru bedenlerin denetiminde iktidarı kimin ve kime karúı kullandı÷ı ya da kullanaca÷ı sorusudur. Cevap ise açıkça karúımızda durmaktadır. Siyasi iktidar, tüm kurumlarıyla, ideolojisiyle ve aygıtlarıyla denetimini, kadın bedeni üzerinden iúletmektedir. Yukarıda ayrıntılı olarak tartıútı÷ımız gibi iktidar Antik Yunandan günümüze kadar erkek kullanımında ve denetiminde olmuútur. ‘Biyo- iktidarın’ kadın bedeni üzerinden nasıl iúedi÷i, ve kadın bedeninin akıúkanlarına kadar kontrol altına alınma süreci, aúa÷ıda tartıúmaya açılacaktır. 1.4. Kadının Bedeninin Akıúkanlı÷ı, Düzensizli÷i ve Denetimi “Modernlik kadın bedenini, kirli sıvılar salgılayan, dıúarıya sızıntı yapan, bulaúıcı bir beden olarak kurmuútu.”55 Örne÷in kadın bedeninin akıúkanlarından olan adet kanı, kadın için üretkenli÷i, úifayı, gücü simgelerken, Çabuklu’ya göre, patriarkal yapıların güçlenmesiyle birlikte kutsallı÷ından koparılmıú ve olumsuz sıfatlarla nitelenir olmuútur. Modernite, ideal, akıúkanlı÷ın kirletmedi÷i, temiz erkek bedenini, tanımlayan olarak kabul edip, kadın bedenini kirli/ temiz karúıtlı÷ına, tabi tutarak, kadının ikincilli÷ini günlük yaúamın ritüellerine yerleútirir. Uygarlık tarihinin inúasını erkek kendine mal etti÷i için, kadına iliúkin kültürü biçimlendiren ideolojiyi de, kendi kafasından geçen düúüncelerle tasarlamıútır. Dolayısıyla kadınlara biçilen kadınlık kavramı da, erke÷in yarattı÷ı ve onun gereksinimlerine karúılık verebilecek biçimdeki kadını, oluúturmaya yöneliktir. Erkek, kendi bedenini, evrensele ulaúma ve gelece÷i inúa etme yolunda, gücün, otoritenin, kontrolün, hakimiyetin göstergeleri olarak simgeleútirip bu bedenden uzaklaúmayı görevi sayarken, kadın bedenini, kirli, cinsel iúlevlerini pis, erke÷i kirleten simgelerle özdeúleútirmiútir. “Akıl 54 Michel Faucault, Cinselli÷in Tarihi, çev .Hülya U÷ur Tanrıöver, Ayrıntı Yayınları, østanbul, 2003, s. 103. 55 Yaúar Çabuklu, Bedenin Farklı Halleri, Kanat Kitap, østanbul, 2006, s. 50. 31 sahibi olmayı, bilgiyi, rasyonelli÷i ve düzeni kamusal alanda temsil eden erkek, bedeniyle de bu görünüme eúlik eder.” 56 Bedensizleúen erkek, akıúkanlı÷ı olmayan (kanamayan), düzgün iúleyen, normal bir bedeni simgelerken kadın, bu kurgunun karúısında ötekileúerek adeta anormalli÷i temsil etmektedir. øçinde yaúanılan kültürün bir parçası olan ritüelleri inceleyen Douglas, bunları “belli bir kültürün ve deneyimin kontrol edilmesini sa÷layan bir dizi varsayım oluúturma ve muhafaza etme çabası olarak”57 kabul etmek gerekti÷ini düúünür. Douglas, kirlili÷e iliúkin fikirlerin, aynı zamanda sembolik sistemlerin bir parçası oldu÷unu ve dünyanın her yerinde ortak bir kirlenme davranıúı olmadı÷ını söyler. “Dünyanın farklı yerlerinde düzenlenen ritüellerde bedenin farklı veçhelerinin ele alınıú tarzındaki ipucu” 58 bedensel deneyimin toplumsal deneyimle iç içe oldu÷unu gösterir. Douglas’a göre, bedendeki delikler, bedenin özellikle savunmasız noktalarını simgelemektedir ki “bu noktalardan çıkan maddelerin marjinal oldu÷u gün gibi ortadadır. Tükürük, kan, süt, idrar, dıúkı ve gözyaúı dıúarı çıkarak bedenin sınırlarına karúı gelir.”59 Buna karúın, bedenin sınırsızlı÷ını simgeleyen adet kanı, süt, bekaretin bozulmasıyla ortaya çıkan ilk kan, kadın bedeninin birincil sınırlayanı olmuútur ve kadın saflı÷ı ve temizli÷iyle, cinsel temizlik birbirini tamamlar olmuútur. “Kadının bedeninin saflı÷ı ve temizli÷i, ahlak ve namus kavramlarıyla örtüúerek, ailenin saflı÷ı ve temizli÷iyle örtüúmüútür.”60 Kadın bedenin baúta gelen kiri, olan, adet kanı, bir çok kültürde, büyük ölçüde gizli tutulan bir durumdur. De Beauvoir, Mısır’da adet gören genç kızların eve kapatılıp kimseyle görüútürülmedi÷ini ve kimseyle temas kurdurulmadı÷ını, özellikle, Yahudilerin kutsal kitabında da “Etinden kan boúalan kadın tam yedi gün pis” 61 kaldı÷ını bizimle paylaúır. Douglas’nın Yeni Gine Engo kabilesi üzerine yaptı÷ı bir araútırmada erkekler, 56 Aylin Nazlı, “Modernitenin Ötekisi: Kadın ve Bedeni”, Kadın Çalıúmaları Dergisi, Sayı 1, østanbul, 2006, s. 14. 57 Mary Douglas, Saflık ve Tehlike: Kirlilik ve Tabu Kavramlarının Bir Çözümlenmesi, çev. Emine Aslan, Metis Yayınları, østanbul, 2007, s. 160. 58 A.g.e. , s. 153. 59 A.g.e. , s. 153. 60 A.g.e. , s. 179. 61 Simone De Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 4. Baskı, østanbul, 1970 s.183. 32 adet kanının, kendilerini hasta edece÷ine, vücutlarındaki sıvı dengesini bozarak, tenlerinin kararıp, ciltlerinin kırıúıp, akıllarının karıúaca÷ına neden oldu÷unu düúünürler. “Adet gören bir kadın, ormana girerse bütün topluluk için tehlike arz eder…. Böyle bir kadının ormana girmesinin ardından, avlar uzunca bir süre verimsiz geçecek, ormandaki bitkilerle yapılan ritüeller etkisini kaybedecektir.”62 Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık, adet gören kadının kirli oldu÷unu bu nedenle, dinsel ritüellerden dıúarıda tutulması gerekti÷ini düúünür. Adet kanaması ba÷lamında kadın bedeni, öteki olarak, anormal olarak, temiz olmayan bir beden olarak kuruldu÷u için sa÷lıklı temiz beden olarak erke÷in bedeni esas alınmıútır. Douglas’a göre kir, kültürün kontrol mekanizmalarından biri olarak bir düzen verme iúlemidir. Ortak kabullerle, kirli olan úey, sakıncalı, tehlikeli oldu÷u kabulüyle, kültürün dıúına atılır. “kir, düzen yaratma çabasının yan ürünü olarak, zihnin ayrımlaútırma etkinli÷iyle ortaya çıkar”63 Erkek zihni, yarattı÷ı düzende, kendi bedensel varlı÷ına karúı çıkıp, cinsel deneyimleri kendisine serbest kılıp, kadın bedenini, saflı÷ın, namusun, taúıyıcısı olarak, bir tek erke÷e adamak istemektedir. Egemenlik altına alamadı÷ı kadınların, büyücü sayılma olasılı÷ı çok daha fazladır, çünkü kadının yazgısı baúka bir varlı÷a adanmak oldu÷undan, erke÷in boyunduru÷undan kurtulmuúsa, mutlaka úeytanla iúbirli÷ine girmiú demektir. Ortaça÷, yazgısına hayır diyen ve bu nedenle cadı olarak adlandırılan kadınların katliyle doludur. “Saflık, de÷iúimin, mu÷laklı÷ın ve uzlaúmanın düúmanıdır”64 der Douglas. Cinsel saflı÷ın ve temizli÷in kadınlara ait görülmesi, kadını her türlü, de÷iúimin dıúında tutma beklentisinden kaynaklanmaktadır. Kültürel sembolleútirmenin temel úeması olan bedeni reddetmek mümkün de÷ildir. “Hayat bedendedir; bu yüzden beden büsbütün reddedilemez ve hayatı olumlamak gerekti÷inden William James’in de dedi÷i gibi en bütünlüklü felsefeler, reddedilmiú olanı, olumlamanın nihai yolunu bulmak durumundadır.”65 Douglas, kültürün öncelikle bir otorite sahibi oldu÷unu, kamusal karakteri belirleyerek sa÷lamlaútırdı÷ını ve de÷iútirilmesinin 62 Mary Douglas, Saflık ve Tehlike: Kirlilik ve Tabu Kavramlarının Bir Çözümlenmesi, çev. Emine Aslan, Metis Yayınları, østanbul, 2007, s. 186. 63 A.g.e. , s. 200. 64 A.g.e. , s. 200. 65 Mary Douglas, Saflık ve Tehlike: Kirlilik ve Tabu Kavramlarının Bir Çözümlenmesi, çev. Emine Aslan, Metis Yayınları, østanbul, 2007, s. 200. 33 mücadeleye ba÷lı oldu÷unu düúünür. Bunların yanında, belli bir kültür, kendi kabullerine ters gelen olaylarla da hesaplaúmak durumundadır. Modernite, karúısına koyarak, aklın aúıp kontrol altına alması gereken bir varlı÷a indirgedi÷i kadın ve bedeni için, “kendi özgürlük alanlarını geniúletebilmeleri için mücadele edebilecekleri bir alan yaratır ve mücadeleyle adım adım kadına iliúkin toplumsal algılama de÷iúmeye baúlar.”66 Modern kamusal dünya içinde, geleneksel ritüellerin sorgulanarak, kadın bedeni için sınırların aúılmasın da, anatomiyi yazgı olarak, do÷al bir durum olmaktan çıkarıp, cinsiyetin toplumsal boyutunu göz önüne getiren toplumsal cinsiyet (gender) tanımı önemli bir çıkıú sa÷lamıútır. Toplumsal cinsiyet, erkek ve kadın bedenlerini modernitenin inúa etti÷i kültürel yapıyla ba÷lantılı, bir úekillendirme sürecine tabi tutmakta ve onların “eylem sınırlarını” belirlemektedir. Nazlı, toplumsal cinsiyetleri farklılaútıran úeyin sadece kadın ve erkek rolleri olmadı÷ını, “toplumsalın alıp úekillendirdi÷i nesne (biyolojik olan), kadın ve erkek bedenleri” oldu÷unu, bu durumun“toplumsal cinsiyetler arasındaki ayrımı, belirginleútirdi÷ini” vurgulamaktadır. “Zira modernite içindeki hakim kültür, kamusal ile özel alanın niteliklerini belirlerken, bu alanlarda öncelli÷i araçsal akıl ile, karúıtı duygusal bedene vermiútir.”67 Modernite, erke÷i bedensizleútirirken, kadın bedeninin ötekili÷ini, iktidar ve otorite alanlarından biri olan tıbbi bilgiyle, kurumsallaútırdı. 19. yüzyılda, tıp, kadın bedenini, do÷al döngüsünden kopararak, “steril bir sayılar dizgesince oluúturulan, standart bir düzenlili÷in içine yerleútiriyordu…. Kadın biyolojik olarak kırılgan, zayıf, hasta kabul ediliyor ve bu durumun baú sorumlusu rahim görülüyordu”68 Böylece kadın bedeninin kadınsal göstergelerinin, (adet kanaması, menopoz, do÷um, emzirme, kürtaj) kadının sinirsel bütünlü÷ünü bozarak onu, belirsizli÷e, düzensizli÷e ve duygusal çöküúe götürdü÷ü varsayımıyla histeri bir kadın hastalı÷ı olarak tanımlandı. “Nitekim, tıbbi bakıúın, kadında zihinsel aktivitenin, yüksek ö÷renimin, meslek edinme çabasının, histeriye neden olabilece÷ini öne sürüp, çare olarak da geleneksel rolleri edinmeyi önermesi bunun bir 66 Fatmagül Berktay, Tarihin Cinsiyet, Metis Yayınları, østanbul, 2003, s. 155. Aylin Nazlı, “Modernitenin Ötekisi: Kadın ve Bedeni”, Kadın Çalıúmaları Dergisi, Sayı 1, østanbul, 2006, s.12-13. 68 Yaúar Çabuklu, Bedenin Farklı Halleri, Kanat Kitap, østanbul, 2006, s. 48-9. 67 34 kanıtıdır.”69 Histeri, özel alanın sınırlayıcılı÷ından kendini kurtarmıú, kamusal yaúamda var olmak isteyen kadına biçilen alan sınırlaması ya da , erke÷in egemenli÷ini yitirmeye baúladı÷ı alanlardaki kaygısının Latince adı gibidir. “Kadın ile erkek birbirleri karúısında gerçekte insandırlar ve e÷er cinslerden biri cins olarak lekelenirse, o zaman kaybeden insanlı÷ın kendisi olur.70 Kadın bedeninin, biyolojik özelliklerinin modern düúüncenin çok önemli taúıcılarından olan tıbbi bilgiyle nasıl denetlenip tahakküm altına alındı÷ını yukarıda ayrıntılarıyla tartıútık. økinci bölümde, Simone de Beauvoir’in økinci Cins (Kadın) kitabına yer verilecektir. Kadının özgürlü÷ü ile taúıdı÷ı beden arasında paralellikler kuran ve kadının, ezilmiúli÷inin, ba÷ımlılı÷ına sessiz kalıúının tarihini, kuramsal açıdan inceleyen ve kadın bedenine do÷rudan odaklanan bu eser, feminist teorinin önemli ve bütünlüklü bir paradigmatik metni oldu÷u için, tezde savunulan argümanlar için temel kaynak olarak kullanılmıútır. 69 Aylin Nazlı, “Modernitenin Ötekisi: Kadın ve Bedeni”, Kadın Çalıúmaları Dergisi, Sayı 1, østanbul, 2006, s. 14-15 70 Juliet Mitchell, Ann Oakley, “Kadın ve Eúitlik”, Kadın ve Eúitlik, cev:.Fatmagül Berktay, Pencere Yayınları, 2. Baskı, østanbul, 1992, s. 23 35 2. BÖLÜM: SøMONE DE BEAUVOøR: KADININ BEDENøYLE HESAPLAùMASI VE KADININ UYGARLIKTAN DIùLANMASI “Woolstonecraft, Martineau ve de Beauvoir bizim feminist geçmiúimizdir; ve onların yaúamlarını ve eserlerini tam olarak bizim kılmak ve kavramak zorundayız.”71 Bir klasik haline gelmiú de Beavuoir’in økinci Cins kitabı için Tong úöyle der: “Hiçbir feminist düúünceye giriú, bir çok feministe, öteki olmayanın önemini, açıklamaya tam olarak yardım etmiú olan bu çalıúmayı tartıúmadan tamamlamıú sayılmaz.”72 Margaret Walters’in deyimiyle yazarın en ilginç eleútirmeni Albert Memmi, dört büyük cilt olan biyografileri de dahil, de Beauvoir’ı “tek bir yolculu÷un öyküsü, bir kadının gerçek kurtuluúa do÷ru yolculu÷unun öyküsü oldu÷unu ve bu güne de÷in giriúilmiú en önemli feminist proje”73 oldu÷unu söylemektedir. Ayrıca Donovan, de Beauvoir’ın feminist kurama katkısını, kadının ezilmiúli÷inin sosyo-kültürel ve politik yönlerini açıklarken varoluúçu yöntemi kullanması olarak de÷erlendirir. Tüm bunların yanında økinci Cins, anatominin kader olarak toplumsalı úekillendirmesinin karúısında, cinsiyetin toplumsal yapılar tarafından kurgulandı÷ını savunan kendinden önceki düúün tarihini ayrıntılı olarak analiz edip, kuramsal düzlemde tartıúan bütünlüklü bir eserdir. Simone de Beauvoir’ın bu eseri, beyaz burjuva ev kadına odaklandı÷ı, kullanılan dilin anlaúılmaz oluúu ve kullandı÷ı aúkınlık ve içkinlik kavramlarının varoluúçu felsefede anlaúılabilir ancak, günlük yaúamdaki kadının durumunu açıklamada yetersiz kaldı÷ı yönünde feministler tarafından eleútirilmesine karúın, bir çok feminist için feminizmin hala öncü yapıtlarındandır. 2.1. Simone de Beauvoir’ın Bireysel Yaúamında Özgürleúme Problemleri 1908 yılında Paris’te do÷an, Sorbon Üniversitesi’nde felsefe ö÷rencisiyken J.P Sartre ile tanıúan ve hayatının geri kalan bölümünde ünlü filozoftan ayrılmayan, roman, deneme, inceleme kitapları yazan ve kendisi de ünlü bir yazar olan de Beauvoir, 1949 yayınlanan 71 Juliet Mitchell, Ann Oakley, Kadın ve Eúitlik, cev. Fatmagül Berktay, Pencere Yayınları, 2. Baskı, østanbul, 1992, s. 265 72 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev. Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s.307 73 A.g.e. , s. 227 36 iki yıl içinde doksan yedi kez basılan, dünyanın belli baúlı bütün dillerinde basılan økinci Cins (Kadın) adlı kitabını yazma sebebini úöyle açıklar; “kadın olmak yüzünden acı çekmek bir yana, tam tersine yirmi yaúımdan sonra her iki cinsin ayrıcalıklarını biriktirdim, (Konuk Kız) sonra çevremdekiler beni hem erkekler dünyasında hem de kendileriyle eúit bir yazar, hem de bir kadın olarak kabul ettiler. Bu durum özelilikle Amerika’da belirgindi: Gitti÷im partilerde hanımlar toplanıp kendi aralarında sohbet ederken ben erkeklerle konuúurdum, ama erkekler de bana karúı, kendi cinslerinden olanlara gösterdiklerinden daha fazla nezaket gösterirlerdi. Beni økinci Cins’i yazmaya teúvik eden, tam da bu ayrıcalıklı durumun olmuútur. Bu durumum kendimi serinkanlı bir biçimde ifade etmeme olanak verdi.”74 økinci Cins (Kadın) ciddi bir birikim ve araútırmanın ürünü bin sayfalık bir yapıttır. Farklı kadınlık durumlarını analiz etmiútir yazar. Erkekler dünyasında yadsınamayacak bir mücadeleyle kendine önemli bir yer edinen de Beauvoir için, kadınlı÷ın, tarihsel arka planıyla ve toplumsal kabullerle apayrı, kendine özgü bir durum oldu÷unu kabul etmesi hemen olmamıútır. Bu durumu úöyle anlatır de Beauvoir; “Kadın olsun erkek olsun, herkesin paçasını kurtarabilece÷ini sanıyordum; kadınlı÷ın ayrı bir durum oldu÷unu kavrayamıyordum. Kadınlı÷ıma hiç aldırmadan, üç roman, bir sürü deneme yazdım. Günün birinde, kendimi açıklama gereksinmesini duydum. Düúünmeye baúladım, ve büyük bir úaúkınlıkla, söyleyebilece÷im ilk úeyin; Ben bir kadınım oldu÷unu gördüm. Bütün duygusal, zihinsel oluúumum erkeklerinkinden ayrıydı. Bunun üstünde durdum, kendi kendime; Genel olarak da, özel olarak da, kadının neyi canlandırdı÷ına bakmak gerek, dedim. Kadının oluúumunda söylencelerin payını saptamaya, özellikle de toplumun kadınları nasıl oluúturdu÷unu betimlemeye çalıútım.”75 De Beauvoir, kadın tarihinde çok önemli kaynaklardan biri olan Kadın’nın, bu kadar kökleri derinlerde ve toplumun dinamiklerine nüfuz etmiú bir ezilmeyi ve görünmezli÷i hemen sonlandırmayaca÷ının bilincindedir. Düúüncesi, kadınların kadınlık durumlarını anlamalarına yardım etmek ve yalnız olmadıklarını anlatmaktır. Bunları söylerken oldukça hırçın bir üslup kullanır ünlü yazar. Chapsal’ın; “økinci Cins’teki söyleúisinde, kadınların 74 Aktaran, Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 226. 75 Simone de Beauvoir, “Simone de Beauvoir ile Söyleúi”, Kadın: Ba÷ımsızlı÷a Do÷ru, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 7. Baskı, østanbul, 1970, s. 202. 37 ço÷unun bilinçsiz ya da kötü niyetli olduklarını söylememiú miydiniz” sorusuna “Hayır, Kadın’ı yazdı÷ım zaman kadınlar hakkında o kadar kötü bir kanım yoktu. Ben onların köúeye sıkıútırıldıklarını, fare haline getirildiklerini söyledim: köúeye kıstırılınca da ister istemez kötü niyetli oluyorlar……ama durumlarını açık seçik görme ve bundan kurtulma konusunda bir çaba da var,”76 diye cevap verir. Yaúamını kendi özgür seçimleriyle kurdu÷unu ve bundan her zaman memnunluk duydu÷unu vurgulayan de Beauvoir, Margaret Walters’e göre, kadınlı÷ından hoúnut bir kadın olarak, kadınların sorunlarını irdeleyen økinci Cins’te özür diler gibidir. 1949’tan sonra erkek arkadaúlarının ço÷unu da karúısına alan yazar kadın olarak, yazmanın kolay olmadı÷ını úöyle itiraf eder; “Genç bir kadınsanız e÷lenen bir göz kırpıúıyla size hoúgörü gösterirler. Yaúlıysanız önünüzde saygıyla e÷ilirler. Ama gençli÷in o ilk parlaklı÷ını yitirin ve üzerinize yaúlılı÷ın o saygın cilası vurulmadan konuúmaya cesaret edin de bir bakın: Bütün sürü peúinizdedir!”77 Kolay olamayan bu alanda önemli mücadeleler veren de Beauvoir, kadın olarak hiçbir bedelle karúı karúıya kalmadı÷ını savunur. Walters, feminist tarihte, öncü bir feminist olan, ve o zamana kadar yazılmamıú kuramsal bir kitaba imza atan de Beauvoir’ın, tutarlı olmak adına olabildi÷ince kontrollü davrandı÷ını ve çocukluk da dahil yaúamındaki ‘büyük deneyim alanlarını’ reddetmek zorunda kaldı÷ını düúünür. Fakat böylesi reddediúlerin yapıtın de÷erini ve de Beauvoir’ın feminist öncü kimli÷ini zedelemedi÷i düúüncesiyle, feminist teorinin ünlü bir kuramcısının, kendi bireysel yaúamında nasıl özgürleúti÷inin de önemli oldu÷u kanısındayız. Bu düúünceden hareketle Margaret Walters’in ünlü yazar hakkındaki analizine yer verilecektir. Walters, de Beauvoir’ın bin sayfalık, iki ciltlik biyografisinin; “belirgin çizgilerinin ardında bir gölgenin, yadsınmıú ya da güçlükle bastırılmıú duyguların varlı÷ından” ve bunların “bir tür kendinden kaçıú”78 olabilece÷ini düúünür. Walters’e göre; “Simone de Beavuoir, 76 Simone de Beauvoir, “Simone de Beauvoir ile Söyleúi”, Kadın: Ba÷ımsızlı÷a Do÷ru, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 7. Baskı, østanbul, 1970, s. 198-99. 77 Juliet Mitchell, Ann Oakley, Kadın ve Eúitlik, cev. Fatmagül Berktay, Pencere Yayınları, 2. Baskı, østanbul, 1992, s. 229. 78 A.g.e. , s. 231. 38 izlenecek bir model ya da Memmi’nin öne sürdü÷ü gibi kadınlık ikilemine bir çözüm önermemektedir. Buna karúılık kendi yaúamını bir örnek; bir kızın nesnenin, ötekinin kadınca yanını yadsıyarak ve kendi özgürlü÷ünü yaratmayı ve kanıtlamayı seçerek, bu ikilemden nasıl kurtuldu÷unu ortaya koyan, baúarılı bir örnek olarak sunmaktadır.”79 Walters, de Beauvoir biyografisinde, ba÷ımsız bir kadın olma yolunda kendi varoluúunun koúullarını çok tutarlı bir biçimde oldukça da dürüst anlattı÷ını, ancak aktarılan barıúık ve baúarılı bir yaúamın ardında acıklı bir öykü yattı÷ını düúünmektedir. “Çekti÷i zorlukları küçümsemez ve örne÷in ergenlik döneminde ana-babasıyla olan çatıúmalarını titiz bir dürüstlükle aktarır. Ne ki, aile durumundaki gerginlikten kaçıú olarak okulda baúarı kazanmaya ve bunu gelecek için bir anahtar olarak kullanmaya yönelir. Çok erken yaúlardan itibaren, de Beauvoir, bu günü telafi etmek üzere gelece÷e sı÷ınmayı alıúkanlık haline getirmiútir.”80 Aristokrat gibi yaúamak isteyen fakat buna imkanı elvermeyen, buna karúın avukat olarak mesle÷ini önemsemeyen, tutumluluk ve çalıúma gibi burjuva erdemlerinden uzak duran bir babayla ve önceleri yaúam dolu fakat sonraları kocasının sadakatsizlikleri ve yoksullukla gitgide içine kapanan ve dindar bir yaúamı seçen bir anneyle, geçmiútir de Beauvoir’in çocuklu÷u. “De Beauvoir, bize güvenli ve mutlu bir çocukluk yaúadı÷ını anlatır, gene de úiddetli ve nedensiz öfke nöbetlerine tutuldu÷u olurdu.”81 Okuldaki baúarısını her zaman destekleyen ve kızının bir erkek beynine sahip oldu÷unu gururla açıklayan babası zamanla “kızının güzel ve kadınsı olmamasından sıkıntı”82 duymaya baúlar. Simone de Beauvoir için oldukça güç olan bu durum, onun kısa zamanda evini terk etmesine neden olur. Üniversite ö÷renimi için Sorbon’a gider. “Erkek gibi okuyordum üniversitede. Kendimi biraz sıra dıúı sayıyordum. Bitirme sınavlarına girece÷imiz yıl Sartre’a …. rastladım.”83 Bu rastlantı hayat boyu devam edecek bir birlikteli÷in baúlangıcıdır. De Beauvoir için, hem mutluluk kayna÷ı hem ö÷retmen hem de varoluúsal yolculu÷un güvencesidir Sartre. Walters’e göre, de Beauvoir, kendisi için bu kadar önemli 79 Juliet Mitchell, Ann Oakley, Kadın ve Eúitlik, cev. Fatmagül Berktay, Pencere Yayınları, 2. Baskı, østanbul, 1992, s.228. 80 A.g.e. , s. 240. 81 A.g.e. ,s. 240. 82 A.g.e. , s. 241. 83 Simone de Beauvoir, “Simone de Beauvoir ile Söyleúi”, Kadın: Ba÷ımsızlı÷a Do÷ru, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 7. Baskı, østanbul, 1970, s. 201. 39 olan Sartre’ın hayatında, aynı öneme sahip olmadı÷ını bilmektedir. Bu kabulleniú di÷er bir yandan bir çok çeliúkiyi de içinde barındırmaktadır. Walters, “De Beauvoir’ın kendisi sürekli olarak bizim yaptıklarımız ve düúündüklerimiz diyerek bu iliúkiyi yaúamının merkezine koymaktadır, gene de bir bakıma bu iliúki hakkında pek az úey söylemektedir. Ne ba÷ımlılı÷ını ne de çok gerçek ba÷ımsızlı÷ını, gerçekten görebildi÷inden”84 kuúkuludur. De beauvoir içinse bu durum, bir çok kiúinin gördü÷ünün aksine bir ba÷ımlılık durumu de÷ildir. “Sartre, ideolojik bakımdan yaratıcıdır, ben ise de÷ilim… özgürlü÷üme gerçek ihanet, onun bu özel üstünlü÷ünü reddetmek olurdu; o zaman hem cinsler arası savaúın kaçınılmaz sonucu, hem de entelektüel dürüstlü÷ün tam karúıtı olan kasıtlı meydan okuma tutumunun ve kötü niyetlili÷in tutsa÷ı olurdum. Ba÷ımsızlı÷ım hiçbir zaman tehlikeye düúmedi, çünkü kendi sorumluluklarımı onun üzerine yıktı÷ım hiç olmadı.”85 Margaret Walters, kimi çalıúmalarında Sartre’dan daha yaratıcı ve özgün olan de Beauvoir’ın kendi gerçekli÷ini kabul etmekten korktu÷unu düúünür. Sartre’la iliúkileri zaman zaman kesintiye u÷rayan ve daha çok Sartre’ın iste÷iyle Satre’dan uzaklaúan, de Beauvoir için bu uzaklıklar sıkıntılı olmuútur. De Beauvoir genç bir ö÷renci olan Olga’yla, Sartre’ın iliúkisi hakkındaki düúüncelerini otobiyografisinde úöyle anlatır: “Sartre, duygusal istikrarının iyice bozulması pahasına, kendini bırakmıú ve benimle hiç tatmamıú oldu÷u dehúet, çılgınlık ve coúku duygularını yaúamaya koyulmuútu. Bunun bana verdi÷i ıstırap salt kıskançlı÷ın çok ötesindeydi: Bazen, bütün mutlulu÷umun kocaman bir yalana dayanıp dayanmadı÷ını kendi kendime soruyorum.”86 De Beauvoir’ın, Sartre ile iliúkisinde ıstırap ve kıskançlık peúini bırakamamıútır. Sartre’ın adından M. olarak söz etti÷i bir kızla aúkından duydu÷u periúanlı÷ı úöyle dillendirir: 84 Simone de Beauvoir, “Simone de Beauvoir ile Söyleúi”, Kadın: Ba÷ımsızlı÷a Do÷ru, çev. Bertan Onaran, Payel yayınları, 7. Baskı, østanbul, 1970, s.243. 85 Mitchel , Juliet, Oakley, Ann. Kadın ve Eúitlik. çev. Fatmagül Berktay. Pencere Yayınları. økinci baskı østanbul: 1992, s. 244. 86 Aktaran, a.g.e. , s. 247. 40 “økisi arasında, Sartre ile benim hiçbir zaman buluúmadı÷ımız bir derinlikte – yaúamın yüre÷inin aktı÷ı kaynakta – bir uyumun oldu÷unu ve bekli de bu uyumun Sartre için aramızdaki anlayıútan daha önemli oldu÷unu düúünüyorum.”87 Margaret Walters’e göre içinde bulundu÷u durumun hem farkındadır ünlü yazar hem yadsımaktadır. Aklındaki karıúıklı÷a yüre÷indeki üzüntüye ra÷men, Sartre ile çift olmaya devam etmiútir ama nasıl bir çift oldukları konusunda açık bir úey söylememiútir de Beauvoir. Ama, Sartre M. ile birlikteyken tek baúına kaldı÷ı bir zamanda gördü÷ü düúler iç burkucudur. “Kabuslar görüyordum. Baúımın arkasında, uzun bir örgü úiúiyle oyulan sarı bir gözümün oldu÷unu hatırlıyorum. Endiúe nöbetlerim de geri gelmiúti. Bu krizlerden kurtulabilmek için úöyle söyleniyordum: Kuúlar bana saldırıyor, onları defetmeliyim; onları gece, gündüz uzakta tutmak için çırpınmak ne tüketici bir çaba….”88 Walters ve Memmi, de Beauvoir’in neden Sartre ile evlenip çocuk sahibi olmadı÷ı kararının kendi fikrinden çok Sartre’ın fikri oldu÷u düúüncesini paylaúır. “Sartre’ın yoklu÷u ile kendi özgürlü÷ümü eúitlemeyi son derece yapay bir úey olarak görürdüm, içtenlikle kabul etmeli ki yalnızca kendi kafamda ve yüre÷imde varolan bir düúünce. Ama Sartre için nihayet ve ebediyen büyümüú bir taúralı akademik olmak üzere seyahatlerine, özgürlü÷üne, gençli÷ine elveda demenin nasıl bir bedeli oldu÷unu görüyorum. Evli erkekler safına katılması ise, daha büyük bir feragat olurdu. Benden herhangi bir úey esirgemesinin mümkün olmadı÷ını biliyordum. Ama, aynı zamanda, kendi vicdanımın sesine karúı ne kadar duyarlı oldu÷umu da biliyorum.”89 øddia etti÷inin aksine (“Hiçbir zaman kavga vermek zorunda kalmadım. …benim için her úey çok kolay oldu.”90) çatıúmalarla geçen yaúamından sonra bu yaúamın önemli bir ürünü olan Beavuoir’ın Kadın’ adlı üç ciltlik kitabında, kadın bedenine nasıl yer verdi÷ini ve özgürlü÷ün önünde kadın bedeninin nasıl bir engel oldu÷u aúa÷ıdaki bölümde ele alınacaktır. De Beauvoir’ın kavramlarıyla tartıúabilmek ve kitabın zenginli÷ini 87 Aktaran, Mitchel , Juliet, Oakley, Ann. Kadın ve Eúitlik. çev. Fatmagül Berktay. Pencere Yayınları. økinci baskı østanbul: 1992, s. 247. 88 A.g.e. , s. 250. 89 Aktaran, a.g.e, s. 250-51. 90 Simone de Beauvoir, “Simone de Beauvoir ile Söyleúi”, Kadın: Ba÷ımsızlı÷a Do÷ru, çev. Bertan Onaran, Payel yayınları, 7. Baskı, østanbul, 1970, s. 208. 41 paylaúabilmek amacıyla sorunsalımız (Kadın) økinci Cins’ ten yapılacak alıntılar zemininde incelenecektir. 2..2. A÷ırlaútırılmıú Bir Engel, Bir Hapishane ve Edilgen Bir Yük Olarak Kadın Bedeni “hiçbir erkek, kendini belli bir cinsin üyesi olarak kabul etmekle baúlamaz, erkek oluúu kendili÷indendir. Erkek hem artı, hem de cinssiz kutbu canlandırır. Kadinsa; eksi kutup olarak ortaya çıkmakta, onunla ilgili her tanımlama bir karúılıksız, bir sınırlandırma biçimini almaktadır, çünkü erkek olmak bir gariplik, baúkalık de÷ildir.”91 De Beavuoir, økinci Cins kitabının birinci bölümü olan Genç Kızlık Ça÷ı’nda “kadın nedir?” sorusunun cevabını vermeye çalıúır. Amacı, kadınların nasıl di÷eri oldu÷u açıklamaya kavuúturmaktır. Kadın erke÷in haklılı÷ına karúın haksız olandır, erke÷in tersine yumurtalıkları ve döl yata÷ının öznelli÷ine kapatılmıútır. Yaúadı÷ı dünyayla bedeni arasında kendini dolaysız gerçekleútiren erkek, kadın bedenini “kendine özgü nitelikleriyle a÷ırlaútırılmıú bir engel, bir hapishane saymaktadır”92 Durum tespitinden sonra de Beavuoir, kadınların erkek egemenli÷ine neden baúkaldırmadı÷ını, niçin boyun e÷diklerini, ayrı bir topluluk kurmadıklarını, bir sınıf olarak ortaya çıkamayıúlarını sorgular. Bu sorgulayıú kuramsal bir sorgulayıútır. Biyolojik verilerden, psikanalisttik görüúe, oradan da tarihsel maddecili÷e uzanır. Fakat bu kuramlar, tam olarak kadınların, nasıl di÷eri olageldi÷inin cevabını tam olarak vermez. Cevabı, kadınlı÷ı oluúturan ortak ezilmiúli÷in tarihinde arar. Kadınlı÷ı oluúturan ilk payda, bedendir ve bundan dolayı tarihin hemen hemen her kesitinde erke÷e ba÷ımlı kalmıútır kadın. Böylesine uzun ve de÷iúmeden devam eden bu durum da ne acı ki mutlakmıú gibi görünmektedir. “erkekler kadınlar derler, kadınlar da bu lafı alır kendileri için kullanırlar; ama kendilerini sahici birer özne olarak ortaya koymazlar. Çünkü karúı çıkarak kendini olumlayacak bir birlik haline gelebilmek için gerekli somut araçlardan yoksundurlar. Kendilerine özgü bir geçmiúleri, bir tarihleri, bir dinleri yoktur; isçilerinki gibi bir çıkar ve dayanıúması da bulunmaz.”93 91 Simone De Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, Dördüncü Baskı, østanbul, 1970, s. 16. 92 A.g.e. , s. 17. 93 A.g.e. , s. 21-22. 42 De Beavuoir, için kadınların ba÷ımlılıklarını ve boyun e÷miúli÷ini devam ettiren süreç kendi içinde hiçbir ezen ezilen iliúkisinde bulunmayan dinamikleri içinde barındırmaktadır. “Onu kendisini ezenlere ba÷layan ba÷, öbür ba÷lara benzemez. Gerçekten de, cins ayrımı insanlık tarihinin belli bir ani de÷il biyolojik bir veridir. Zıtlıkları, kökü insano÷lunun baúlangıcına uzanan bir mitsein (birlikte varoluú) içerisinde ortaya çıkmıú ve kadın bunu kıramamıútır. ……o (kadın), iki parçası da birbirine gerekli bir bütünlü÷ün içinde öteki varlıktır.”94 Biyolojik olarak erke÷in, öteki varlık olan kadına ba÷ımlılı÷ı sadece gereksinim düzeyindedir ve erkek neslin devamı ve cinsel isteklerini karúılamak amacıyla kadına yaklaúmıútır ve bu da kadını özgürleútirmesini olabildi÷ince geciktirmiútir. øki cins, úimdiye kadar ne özgürlü÷ü, ne de dünyayı eúit olarak paylaúabilmiútir. De Beavuoir’; kitabındaki yolculu÷unu úöyle anlatır; “olgulara dayanarak, kadınlık gerçe÷inin nasıl oluútu÷unu, kadının neden öteki varlık, öteki cins diye tanımlandı÷ını, erkeklerin görüú açılarının ne gibi sonuçlar do÷urdu÷unu,…. Daha sonra da kadınlar, açısından kendilerine sunulan dünyayı anlataca÷ız ve iúte o zaman, bu güne dek kendilerine ayrılan küreden kaçmaya, insani mitsein’e (birlikte varoluú) katılmaya çabalayan kadınların hangi güçlüklerle karsılaútı÷ını anlayaca÷ız.”95 Toplumsal hafızanın úekillenmesinde önemli bir yere sahip olan biyolojik veriler kadını, erke÷e göre nasıl ötekileútirmiútir? Kadının di÷eri olma durumunu sadece kadın biyolojisine indirgeyebilir miyiz? Salt biyolojik durum bu gerçekli÷i açıklamaya yeter mi? Kadın bedeni tarihsel olarak kadınların ezilmiúli÷inin, ba÷ımlılı÷ının, erkekten aúa÷ı olmalarının kayna÷ımıdır? Bu sorular de Beauvoir’in analizinin ilk aya÷ıdır ve kadının taúıdı÷ı bedeni úöyle dillendirir; 94 Simone De Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, Dördüncü Baskı, østanbul, 1970, s. 22. 95 A.g.e. , s. 35. 43 “(Kadının) bedeni, her ayın basında, karnında bir beúik kurup sonra bozan, kendine yabancı ve inatçı bir yaúamın tutsa÷ıdır; her ay bir çocuk dogmaya hazırlanmakta, ve kırmızı danteleların çözüntüsü içinde düúüp gitmektedir; kadın bir erkek gibi vücuttur; ama vücudu kendisinden baúka bir úeydir.”96 Kadın bedenine, de Beauvoir kadının üretim kapasitesi üzerinden yaklaúır. Gebelik ve do÷um bir kadın için sıkıntılı bir süreçtir. Emek yo÷un bir süreç olmasına karúın kadına yararı yoktur. Hormonların farklılaúmasıyla kadın oldu÷undan daha da kırılganlaúır. “emzirme de tüketici bir köleliktir, sütün geliúi acılıdır, kimi zaman ateú yapar ve lo÷usa çocu÷unu kendini harcayarak emzirir……Hemen herkes kadınların hastalı÷ı karınlarında taúıdıklarını söyler; gerçekten de kendilerine düúman bir ö÷e vardır içlerinde; insan soyu onları içten içe kemirmektedir.”97 Erkek içinse durum hiç de böyle de÷ildir. Soyun devamı onun kiúili÷inde yaúamında çok da çatıúmaya yol açmadan, de÷iúiklik yaratmadan kadınların sırtında bir yük olarak devam edip gider. Onlar kendi varoluúsal süreçlerini kesintisiz yaúarken kadın ço÷u zaman kendi bedenine, kimli÷ine sahip çıkamadan ömrünü tüketir. Halbuki beden, kadın ve erkek içinde aynı ölçüde yaúamı etkileme enstrümanıdır ve kadının, kadınlık durumunu açıklamada önemli ipuçları sunabilir. Ancak de Beauvoir için cinsler arasındaki ayrımcılı÷ın kayna÷ı de÷ildir, ve “kadının neden öteki varlık, ikinci cins oldu÷unu açıklayamaz; onlar (bu veriler) kadını sonsuza dek erke÷in boyunduru÷unda kalmaya zorlayamaz”98 Kadının ikinci cins bir varlık olmasının nedenlerini açıklamada biyoloji yeterli olmamıútır. ba÷ımlılı÷ın nedenlerinin kökenine inebilecek daha baúka verilere ihtiyaç vardır ve bu ihtiyaçla de Beauvoir, psikonalizme bakar. Freud, kadının toplumsal durumuyla ve kadınlık yazgısıyla pek de ilgilenir gözükmemektedir. Kadın sakatlanmıú bir erkektir, yaúamı bu eksikli÷in verdi÷i aúa÷ılık duygusuyla geçer, erkek çocu÷u önündeki çıkıntıyla yüceltilmiú, kız çocu÷una da bunun kıskançlı÷ı düúmüútür. De Beauvoir’a göre penisinden dolayı babanın gücü ve meúrulu÷u, toplumsal bir olgudur ve Freud bu 96 Simone De Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 4. Baskı, østanbul, 1970, s. 46. 97 A.g.e. , s. 47. 98 A.g.e. , s. 50. 44 gerçekli÷i görememiútir, ve “bireyden topluma geciú yoktur; Freud bunları yeniden bir araya getirmek için garip öyküler uydurmak zorunda”99 kalmıútır. Freud’un kuramında, kadının dramı úekil de÷iútirerek devam eder. Önce babasıyla özdeúleúir, ardından kendindeki eksilikten dolayı aúa÷ılık duygusuna kapılır. Önünde sözde kurtuluúu için iki yol vardır. ølki, özerkli÷ini devam ettirmek için erkek gibi davranmayı seçecektir ki, bu seçim, toplumsal yaúama aykırı oldu÷u için, içinde gerilim ve sinir hastalıklarını barındıran bir süreçtir. økincisi ise, kendisini baúka bir erkekle bütünlemektir ve bu da bir anlamda, anne olarak eksiklikten kurtulmak amacıyla, babadan baúka bir erke÷e boyun e÷mektir. Psikoanalitik kuram de Beauvoir’a göre, kadının ötekili÷ini açıklamaya yeter görünmez. “Cinselli÷i daha küçük parçalara bölünmez bir veri saymamak gerekir; varolan bireyde çok daha kökensel bir varlık araması vardır; cinsellik bunun dıú görünüúlerinden bir tanesidir……. Ruh çözümcüler, insano÷lunun ilk do÷rusunun kendi vücudu ve toplum içindeki benzerlerinin vücuduyla kendisi arasındaki ilinti oldu÷unu kabul ederler…insan olabildi÷ince de÷iúik biçimlerde algılayıp kavrayabildi÷i dünyanın tümü, aracılı÷ıyla somut olarak varoluúa katılmak ister. ønsan gözünü yalnızca cinsel simgelere dikti÷i zaman yanılır.”100 Kadınlar, Freud’un kuramındaki gibi, erkek penisine yönelik, somut bir organ kıskançlı÷ı içinde de÷il, erkeklerin toplumda edindikleri maddi ve psikolojik ayrıcalıkların göstergesi olan gücü, istemektedirler. Kadınların bu istemleri yanlıú yorumlanmıú ya da öyle görülmek istenmiútir. Dolayısıyla kadınları toplumda ikinci bir cins haline getiren ve ötekileútiren, bu güçten yoksun olmalarıdır. “erkeklik organı, daha baúka alanlarda gerçeklesen bir üstünlü÷ü simgeledi÷i için böylesine önemlidir. Kadın, kendini bir kiúi, diye olumlamayı baúarabilirse, erkeklik organına denk de÷erler türetecektir… Bedensel ayrıcalık, ancak bütünsel olarak kavranan bir durumda gerçekten insani bir ayrıcalık haline gelmektedir.”101 De Beauvoir’a göre, ne biyolojik veriler ne de psikonalitik veriler, kadının ba÷ımlılı÷ının kökenini, toplumda erke÷e göre di÷eri olarak içselleútirilmesini 99 Simone De Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 4. Baskı, østanbul, 1970, s. 58. 100 A.g.e. , s. 59. 101 A.g.e. , s. 62. 45 açıklamaya yetmemektedir. Böylece de Beauvoir psikonalizmin, tarihsel bir zeminde okunmasıyla gerçekli÷e ıúık tutaca÷ına inanır. Toplumsal yaúamda kadın, ne yazık ki erkek kadar etkili olamamıútır. Dünya üzerindeki bu sınırlılı÷ının nedenlerinden biri, kadın bedeninin soyun devamına kapatılması olmuútur. Kadını di÷eri olarak konumlayan bu kabuller/olgular, toplumun ekonomik yapısında farklı durumlara neden olmuútur. Marx’ın tarihsel maddecilik kuramı de Beauvoir için kuúkusuz çok önemli toplumsal gerçekliklerin altını çizmiú ve farklı kavramsal gerçeklikleri ortaya çıkarmıútır. Fakat kadınların içinde bulundukları durumu tam olarak açıklayamamaktadır. Marksist açıklamaya göre, üretim araçlarının denetimini elinde bulunduran sınıf (burjuva sınıfı), yaúamak için çalıúmak zorunda olan (iúçi sınıfı) sınıfın eme÷ini sömürerek o sınıfı baskı altında tutar. Böylesi bir kapitalist örgütlenme sona erdi÷inde herkes, üretim araçlarına sahip oldu÷unda ancak toplumdaki baskı ve sömürü ortadan kalkacaktır. De Beavuoir içinse kadın erkek arasındaki iliúkilerin boyutu, sınıfların ortadan kalkmasıyla ilintili de÷ildir. “Bireylerin de÷il, sınıfların ortadan kaldırılaca÷ı demokratik toplumluluk için, bireysel yazgı sorunu önemini sürdürecektir. Cins ayrımı yine aynı derecede önemli olacaktır. Kadını erke÷e ba÷layan cinsel ba÷ı onu kendisine ba÷layana benzemez.”102 “Psikanalist feminist Doroty Dinnerstein ve radikal feminist Susan Griffin’i hatırlatan sözlerle, de Beauvoir, erkeklerin do÷ayı kadınlarla nasıl iliúkilendirdiklerini tasvir”103 eder. De Beauvoir’e göre kadın, do÷a gibi ba÷rında ölümü ve do÷umu taúmaktadır. Erke÷in kendinden geçip kadını arzulaması için bu gerçekli÷i unutması ya da kadının bu gerçekli÷i yansıtmaması gereklidir. Bu nedenle kadında erke÷in öncelikle aradı÷ı úey sa÷lık ve gençliktir. Erke÷in kadına sundu÷u ya da kadın için tasarladı÷ı kabuller, moda, kadını, bedeninden dolayısıyla bedeni de aúkınlı÷ından ayırmaktadır. Dar etekler, yüksek topuklar, rahat olmayan kıyafetler, ideal vücut ölçüleri olarak dayatılan zayıflık , erke÷in muaf tutulup kadının içinde kaldı÷ı görgü kuralları kadın bedenini 102 Simone De Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 4. Baskı, østanbul, 1970, s. 71. 103 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 322. 46 ‘kötürümleútirmektedir’ Böylece kadın, erke÷in, güzellik ve uygunluk olarak yansıttı÷ı, güçten, hareketten mahrum kalarak çizilmiú bir güzelli÷in parçası olarak görülür ki bu durum da kadını, erke÷e sunulan bir nesne boyutuna indirger. Erkek, yaúamda geçen zamanla birlikte yaúlanmayı, çürümeyi, ölümü hatırlamak istemez. Kadının düúünsel üretkenli÷inde bunları aúması, pek de arzu edilir bir úey olmadı÷ı için erkek daha çok bedenle iliúki içinde olmak ister. Süslenme, erke÷in istedi÷i hakimiyeti, yapaylı÷ı, bedenin taúlaúarak zamanın etkilerini kadından uzak tutmaya yarayan bir edimdir. “kadın mücevherler, uçuúan tüller, pullar, çiçekler, tüyler, takma saçlar altında taú bebe÷e döner, etme gözler önündedir; çiçekler nasıl karúılıksız açarsa kadında öylece omuzlarını, sırtını, gö÷sünü açar, içkili e÷lenceler bir yana, erkek kadını arzuladı÷ını belli edemez, ancak uzaktan bakar ya da dansa kaldırıp sarılır, ama böylesine tatlı zenginliklerle dolu bir dünyanın efendisi oldu÷u için keyiflenebilir.”104 De Beauvoir’e göre erkek, kadın için güzellik ölçütü belirlerken kendisini bir kere daha merkeze koyup, gönlünce, kadında istedi÷i haz ve úehvet ö÷elerini belirlemekte böylece hem e÷lenirken hem de tanrısal bir tutumla belirledi÷i kadın bedenine, do÷al olmayanın köleli÷ini sunmaktadır. Erkek do÷ayı, ölümü, kadından dolayısıyla kendisinden de uzak tutmaya ne kadar çalıúırsa çalıúsın, sakladı÷ı ya da saklandı÷ı úey hep yanı baúındadır. “en çekici kılıklara bürünse de, içinde yaslılık ve ölüm tohumlarını gizleyen yaúamının ilk yalanıdır bu, erke÷in kullanma biçimi kadının en de÷erli erdemlerini yok eder: art arda gelen do÷umlarla a÷ırlaúıp cinsel çekicili÷ini yitirir, kısır olsa bile güzelli÷inin uçup gitmesi için yılların akıúı yeter. Kötürümleúen, yaúlanan, çirkinleúen kadın tiksinti verir……. Erkek, kendisine ayrılmıú olan kadın vücudu üzerinde hisseder etin çöküúünü.”105 Kadın, erke÷in çizdi÷i ideal imajlara burun bükecek gücü kendinde hiç bulamamıútır. Çünkü denetim her zaman erke÷in elinde olmuútur. De Beauvoir’e göre en kötüsü de kadınlar, erkeklerin gözleriyle görmeye, düúünmeye o kadar alıúmıúlardır ki, bir çok kadın, 104 Simone De Beauvoir, Kadın: Evlilik Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 7.Baskı østanbul, 1970, s.171. 105 A.g.e. , s. 204. 47 bunu kadın olmanın “ do÷ru yansıması olarak içselleútirmeye”106 baúlamıútır. Erkek, tattı÷ı zevklerle kadını kendine mal ederken, aynı zamanda ondaki karanlık do÷urgan güçleri de harekete geçirir; kendisinin girdi÷i organla, çocuk do÷uran aynıdır. øste bu yüzden bütün toplumlarda erkek, türlü tabularla kadınlık organının getirece÷i tehlikelerden korunmaktadır. Yaúadı÷ı dünyayla bedeni arasında kendini dolaysız gerçekleútiren erke÷in tersine, yumurtalıkları ve döl yata÷ının öznelli÷ine kapatılan, kadın bedeni, kadınlı÷ı oluúturan ilk payda olmuútur ve bu payda, tarihsel süreçte kadının ba÷ımlılı÷ının temel nedeni olmuútur. De Beauvoir’e göre, erkek ve kadın için aynı ölçüde yaúamı etkileme enstrümanı olması gereken beden, iki cins arasındaki ayrımcılı÷ın yegane kayna÷ı de÷ildir. Ancak kadın bedeninin özelliklerinden olan hamilelik, do÷um, lo÷usalık, süt verme ve annelik süreçleri kadını aúkınlıktan alıkoyan ve içkinli÷e hapseden süreçlerdir. Bundan sonraki bölümde, enerjisini, baúka bir canlıya can vermek için de÷il bu günün sınırlarını aúıp gelece÷i inúa etmeye kullanan erke÷e karúın kendini, canında taúıdı÷ı canlara adayan kadın, de Beauvoir cephesinden tartıúmaya açılacaktır. 2.3. Aúkınlı÷ın Önündeki Engel: Canında Can Taúımak De Beauvoir’a göre, kadının ezilmesini, ötekileútirilmesini, biyolojik, ruhçözümcü ve ekonomik kuramlar, tam olarak açıklayamamaktadırlar.Ve de Beauvoir, kadının varoluúsal sürecine iliúkin ontolojik bir açıklama arayıúına girer. Böylece erke÷i özne, kadını ise di÷eri yapan tarihsel süreci analiz eder. Erkek ‘çalıúan insan’, tarihin tüm süreçlerinde üretici olmuútur. “o, içinde yasadı÷ı toplulu÷u isçi arılar gibi basit bir yaúam süreciyle de÷il, hayvanlı÷ını aúan edimlerle beslenmektedir.”107 Böylece erkek eline aldı÷ı en ilkel aracı bile yaúadı÷ı ortamdaki etkisini artırmak için kullanmaya baúlar. Balık tutmak ona yetmez, kayıklar yapar, denizleri keúfe çıkar, dünyayı fetheder, yaúaması için yaratması gerekti÷i gerçe÷ini, hayatının merkezine koyar. Böylece bugünün sınırlarını aúıp gelece÷i inúa etmeye koyulur. “Kadının en büyük talihsizli÷i, bu tehlikeli iúlerden uzak 106 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s.323. 107 A.g.e. , s. 78. 48 kalıúıdır; erkek baúka bir varlı÷a can vererek de÷il, canını tehlikeye atarak hayvanlıktan kurtulmaktadır; iste bu yüzden insan topluluklarında, do÷uran cinse de÷il, öldüren cinse üstünlük tanınmıútır.”108 De Beauvoir’e göre, erkek içinde bulundu÷u koúulları varoluúla aúarak, de÷erler yaratarak yinelenmeyi yaúamından çıkarmıútır. Bu nedenle toplumdaki ekonomik ve siyasal güç hep erke÷in tekelinde olmuútur. Buna karúın kadınlar, kendi varoluúunun koúullarını kendileri belirleyemedi÷i için, erkeklerin karúısına özerk bir grup olarak çıkamadıkları için sürekli kendi varlıklarını aúma tasarısı içinde kalmıúlardır.“kadındaki verimli niteliklere ra÷men, erkek tıpkı verimli toprak gibi onun da efendisi olmaya devam etmektedir; kadın büyülü verimlili÷ini canlandırdı÷ı do÷a gibi boyun e÷erek sahip olunacak, iúlenecektir.”109 “kadın aletin do÷urdu÷u olanakları kendine mal edememiútir…Kadına en çok zarar veren úey, erkek isçiye arkadaúlık edemedi÷i için, insani mitsein (birlikte varoluútan) çıkarılıp atılmıú olmasıdır…kendi çalıúma ve düúünme biçimine katılmadı÷ı yasama giz dolu güçlerinin etkisinde kalmaya devam etti÷i için erkek kadını insan saymamıútır…”110 Kadını, gelece÷in inúasından mahrum bırakan, yaúamındaki yinelenmelerle yaúamını gelece÷e kapatan, temel neden, de Beauvoir için kadının ‘çocuk do÷urma iúinin kölesi’ olmasıdır. Kadın yaúamını de÷iútirmek için, üretimde yer almak ile soyun devamını sa÷lama yönündeki yaúadı÷ı çatıúmadan kendini kurtarmalıdır. Kadınların ezilmiúli÷i ve ba÷ımlılı÷ı kaderlerinin hep erkeklerin elinde olmasından ve kadınlık durumları içine kapatılmıú olmalarından kaynaklanmaktadır. Böyle bir durumda kadının kendini bütünlemesi imkansızdır. Bir varlık ancak kendisi için varsa karúısındaki için de de÷eri vardır. Bireyin kendi içindeki aúkınlı÷ını ortaya çıkarmasına izin veren úey, karúısındaki di÷er varlıktır. Bu iki varlık birbirini kabul ederken aynı zamanda çatıúırlar da. “Her bilinç karsısındakini köleleútirerek kendinin bütünlemeye çalıúır. Her bireyin kendi varlı÷ını karúısındaki varlıkta özgürlük içinde tanımasıyla, karúılıklı bir hareketle, kendini ve öteki 108 Simone De Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 4. Baskı, østanbul, 1970, s. 79. 109 A.g. e. , s. 88. 110 A.g.e., s. 95. 49 varlı÷ı, hem nesne hem özne olarak ortaya koymasıyla dram aúılabilir.”111 Böylece kadın, kendini özgür bir varlık olarak, kendini tanımlamaya giriúti÷i an, karúısında kendini tanımlamıú olan erkek özneyi, buluyor ve o anda, di÷eri oldu÷u gerçe÷iyle karúılaúıyor. Kadın hem bir bilinç olarak, hem de bedeniyle erke÷in sahip olabilece÷i bir nesne olarak belirleyemedi÷i toplumsal gerçekli÷in, efendi- köle iliúkisini olumluyor. Ve o günden bu güne di÷eriyle iliúkiler dramatik bir úekilde, tehdit ve tehlike haline geliyor. De Beauvoir’e göre, kadınların özgürleúme yolundaki önemli bir engeli de anneliktir. Kadına, annelik bedensel bir yazgı olarak dayatılmıú ve ancak bu yolla kendini bütünleyebilece÷i inandırılmıútır. Daha çocuklu÷unda mucize bir oyun olarak annelik ö÷retilmiútir ona. De Beauvoir’ do÷umu, kadını içkinli÷e hapseden bir sürecin bir parçası olarak ele aldı÷ı için, olumlu bir úey bulmak pek mümkün de÷ildir. Sıkıntılı, acılı ve piúmanlık duygusunun göstergesidir, tiksinti verici kaygılı bir süreçtir, do÷umdur. “..gebelik, kadın için, tek baúına oynanan bir dramdır; kadın onu hem bir zenginleúme hem de bir sakatlanma gibi hisseder, karnındaki yavru vücudunun bir parçası ama, aynı zamanda kendisini sömüren bir asalaktır; kendisi, ona sahip oldu÷u gibi o da, ona sahiptir, yavru bütün gelece÷i özetlemekte ve kadın, onu karnında taúırken, kendini evren kadar geniú hissetmektedir; ama bu zenginlik aynı zamanda onu hiçleútirmekte, kadın bir hiç oldu÷unu sanmaktadır, yeni bir varlık ortaya çıkacak ve kendi varlı÷ını do÷rulayacaktır, kadın bundan ötürü gururludur; ancak beri yandan bir takım karanlık güçlerin oyunca÷ıdır, itilip kakılmakta, hırpalanmaktadır.”112 Hamilelikte kadının vücudu de Beauvoir’e göre kendisinden baúka bir úey olur. Do÷anın tuza÷ına düúmüú ve soyun devamı u÷runa bir ‘kuluçka makinesi’ haline gelmiútir. “ùimdi artık bir öznenin boyunduru÷una verilmiú bir nesne de÷ildir, kendi özgürlü÷ünden bunalan bir özne de÷ildir. Yaúam dedi÷imiz o iki yönlü gerçekliktir. Vücudu en sonunda kendi malı olmuútur, çünkü bedeni yavrusunun, yavrusuysa kendinindir. Toplum kendisine bu hakkı tanımakta, hatta analı÷a kutsal bir anlam vermektedir. Eskiden cinsel bir nesne olan memesini açıkça ortaya çıkarabilir; çünkü bir 111 Simone De Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 4. Baskı, østanbul, 1970, s.174. 112 Simone De Beauvoir, Kadın: Evlilik Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 7. Baskı, østanbul, 1970, s. 127. 50 yasam kayna÷ıdır artık o.”113 Fakat bunlar toplumun kadına, iki yüzlü bir úekilde sundu÷u saygınlık maskesidir, maskenin ardında kendine yabancılaúmıú, kendini bir varlık zanneden bir beden gizlenmektedir. Do÷um, kadının bedensel özelli÷inin sadece bir parçasıdır ve kadının varoluúunu do÷rulamaz, onu aúkınlı÷a taúımaz. “kadın kendi varoluúunun benzerli÷ini yakalayacak aúkınlı÷ı, bir yolculuk haline getirmedi÷i için ya da getiremedi÷i için çocuk do÷urmak aúkınlık yolculu÷una ket vuracak bir olgu, hem de kadının bedensel a÷rılara ve yabancılaúmaya iten bir süreçtir.”114 De Beauvoir’e göre do÷umun yıpratıcılı÷ının yanında emzirme de, kadını yoran tüketici bir süreçtir. Toplumun genel kabullerinin tersine annelik bir içgüdü de÷ildir. Sadece çocu÷un yükünü kadına dayatmanın kılıfıdır. Kadın çocuk do÷urarak edilginli÷ini pekiútirmiútir. Kendini erke÷e sunusunun karúılı÷ı olmuútur çocuk. Kadının bedensel bütünlü÷ünün göstergesi olarak dayatılmasına karúın, yanılsamadan ibarettir. Çünkü çocuk sahibi olmak, kadını aúkınlı÷a taúımamıú, kadın özgürleúmemiú daha da kötüsü, özgürlü÷ünden vazgeçmiú, kendini ve bedenini bindir acılara, sancılara kurban etmiútir. De Beauvoir için çocuk sahibi olmak bilinçli ve yetkinli÷ini kanıtlamıú bir annenin iúi gibidir. Aksi durumda zorla ya da istenilmeden, geleneklerin mahkum etti÷i kadınların tek iúlev olan analıkla bir tutuldu÷u anlayıúlarda, sorgulanmadan, üzerine düúünülmeden, do÷an çocuklar ve anneleri için yasam tam bir iúkence haline gelmektedir. “çocuk ancak, tam bir çıkar gözetmeyiúiyle baúkasının mutlulu÷unu isteyebilen, karsısındaki varlık arcılı÷ıyla yine kendine dönmeyip kendini aúabilen kadın sevinç getirebilir. Çocuk insanın kendini adayabilece÷i de÷erli bir giriúimdir elbet; ama bütün giriúimler gibi, tek basına insanı do÷rulayamaz; üstelik yalnız kendisi için istenmelidir, yoksa bir takım varsayımsal çıkarlar için de÷il.”115 De Beauvoir’e göre, kadınları ikinci bir cins olarak konumlandırıp, aúa÷ılanmalarına karúın annelik olgusu, kutsanmaktadır. Bu toplumun anneli÷e karúı iki yüzlü bir tutumun göstergesidir. Kamusal yaúamdan uzaklaútırıp, ya da onun bu dünya da varolmasını engelleyerek, e÷itimden, kültürden gelece÷in sorumlulu÷undan muaf tutulmuú kadınlara 113 Simone De Beauvoir, Kadın: Evlilik Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 7. Baskı, østanbul, 1970, s. 127. 114 A.g.e. , s. 129. 115 A.g.e. , s. 160. 51 annelik yüceltilerek sunulmaktadır. Bu tam bir çeliúkidir, aslında kendi ezilmiúliklerini, erke÷e göre aúa÷ılanmıúlıklarını unutturmak için oyuncak bebek yerine konan bir úeydir annelik. Toplumun gelece÷i içinse tam bir cinayettir. “ kadını analı÷a kapatmak, içinde bulundu÷u durumu sonu gelmemecesine sürdürmek olur. Kadın bugün, insanlı÷ın giriúti÷i hiç durmadan kendini aúarak varlı÷ını do÷rulama, hareketine katılmak istemektedir; baúka bir varlı÷a can vermeye ancak, yaúam kendisi için bir anlam taúıdı÷ı zaman razı olabilir; ekonomik, siyasal, toplumsal yasamda rol almayı deneyemedi÷i sürece, ana olamaz. Hiç bir iúe yaramayan et yı÷ınları köleler, kurbanlar ya da özgür insanlar do÷urmak aynı úey de÷ildir.”116 De Beauvoir için çocu÷un yükü yalnızca anneye bırakılmamalı ve toplum tarafından üstlenmelidir. Böyle annelik ve kadının kamusal yaúamda kendini var etmesi ba÷daúabilir. Kiúisel yaúamı zengin, kendini olumlayabilmiú, içkinli÷e hap solmadan aúkınlı÷ına ulaúmıú kadının çocu÷a verecekleri artar, “en iyi e÷itici gerçek insani de÷erlerle u÷raúıp didinerek, ter dökerek ö÷renen kadınlardan çıkar.”117 De Beauvoir’e göre, kadının özelli÷i olarak inúa edilen edilgenlik biyolojik bir veriden ziyade toplum tarafından zorla kabul ettirilir. “O÷lan çocu÷unun en büyük talihi, baúkalarının gözündeki varlı÷ının onu kendisini ortaya koymaya itelemesidir. O, varoluúunun çıraklık dönemini dünyaya yönelmiú özgür bir hareket biçiminde yaúar, öbür o÷lanlarla sertlik ve ba÷ımsızlık konusunda yarıúır………. Kadındaysa, iúin basında özerk varoluúuyla baúka- varlı÷ı arasında bir çatıúma vardır; hoúa gidebilmek için, hoúa gitmeye çalıúmak, kendini nesne haline getirmek gerekti÷i ö÷retilir ona”118 Kız çocu÷una özgürlük tanınmaz, böylece kendini keúfetmenin yolları anne, babası ve toplum tarafından kapatılmıú olur; baúarısızlı÷ı erke÷e göre daha kolay ba÷ıúlanır. Çünkü varlı÷ını bütünlemesi için salt baúarı arzu edilmemekte, aynı zamanda kadınlı÷ını da beraberinde taúıması beklenmektedir. Kız çocu÷una kendinden vazgeçmeyi ona ö÷retmek amacıyla minicikken bebekler verilir eline. Dinledi÷i masallar, ninniler hep erkekleri yüceltir, erkekler ulusları kurmuú, teknik ilerlemeyi gerçekleútirmiú, kitapları 116 Simone De Beauvoir, Kadın: Evlilik Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 7. Baskı, østanbul, 1970, s. 163. 117 A.g.e. , s. 163. 118 Simone De Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 4. Baskı, østanbul, 1970, s. 280. 52 yazmıú müzikler bestelemiútir. Kız çocu÷unun dünyayı tanıması hep erkek gözünden olmuútur, ezici ve güçsüzleútirici bir üstünlük içinde kendini bulur. Erkek tarafından hem yazılan dünyada biçilen rol gere÷i oynamak zorunda olan kız çocu÷unun karúısına ergenlik dikiliverir. Vücudu de÷iúir, “o güne kadre alıúmadı÷ı rahat hareket etmesini engelleyen memeler bir yüktür, langır langır sallanır, acırlar. Bundan böyle, kadının kas gücü, direnci ve kıvraklı÷ı erke÷inkinden düúük olacaktır…Aylık rahatsızlıklar sancılıdır: baú a÷rıları, bel tutulmaları, karın sancıları ola÷an etkinlikleri güçleútirir, hatta olanaksız kılar.”119 De Beauvoir’e göre kadın bedenin do÷al iúleyiúi olan bu döngüler, kadının kavrayıúından kadına ayak ba÷ı olmaktadır. Yoksa günlük yaúamın önünde bir engel teúkil etmez. Kadının kiúili÷inde belirgin bir özellik olarak duran ürkeklik, kadının gelece÷inin sorumlulu÷unu üstlenmeyiúinden gelmektedir. Ona adanmıú bir yaúam sunulmaktadır ve o bu sunulanı alarak erkekten aúa÷ı oldu÷unu yaúamında somutlar. “Gerçekten de, erkeklerin gözünde insani de÷eri arttıkça de÷er kazanmayacaktır: tam tersine, onların düúlerine göre biçimlendi÷i oranda el üstünde tutulacaktır…En köleleúmiúinden, en burnu havaya daya dek, hepsi hoúa gitmek için insani haklarından vazgeçmeleri gerekti÷ini ö÷renir.”120 De Beauvoir’e göre genç kızlık ça÷ı, kadın için güç bir dönemdir. Kendi içinde, kendini temel bir varlık olarak konumlandırırken, di÷eri olmaya ça÷rılmaktadır. Özne olmamaya razı olmak ve kendini bütünleyememek kadın ikin trajik bir bunalımdır. “Umut ve özenç ça÷ında, yaúama ve yer yüzünde bir yer elde etme iste÷inin doru÷a çıktı÷ı ça÷da edilgin bir varlık oldu÷unu görmek dayanılmaz bir úeydir; kadın iúte bu fetih ca÷ında hiç bir fethe giriúmeye izni olmadı÷ını, kendi varlı÷ını reddetmesi gerekti÷ini, gelece÷inin erkeklerin paúa gönlüne ba÷lı bulundu÷unu ö÷renir. Gerek toplumsal, gerek cinsel alanda, içinde uyanan özlemler, daha o anda doyumsuz kalmaya mahkumdur.”121 Erkek yaúamını içinde bulundu÷u koúulları varoluúsal olarak aúma ilkesiyle biçimlendirdi÷i, ilerlemelerle, keúiflerle, fetihlerle, yaúamından tekrarı çıkardı÷ı için, 119 Simone De Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 4. Baskı, østanbul, 1970, s. 346. 120 A.g.e. , s. 354. 121 A.g.e. , s. 389. 53 toplumdaki ekonomik ve siyasal güç sürekli bir biçimde onların tekelinde olmuútur. Ve kadınlar, gelece÷i inúa etme güçünden yoksun olarak erkek gözünden úekillendiren ve gereklilikleri onların ihtiyaçlarınca oluúturulan günlük yaúamın tekrarına ve tekdüzeli÷ine mahkum edilmiúleridir. Bu nedenle kadınların ezilmiúlik ve ba÷ımlık kaderleri erkeklerin elinde olagelmiútir. Gelece÷i ‘paúa gönlünce’ belirleyen erke÷in enerjisini yeniledi÷i, bir sonraki güne hazırlandı÷ı, dinlendi÷i, karnını doyurdu÷u, yedi÷i içti÷i, cinsel ihtiyaçlarını karúıladı÷ı, soyun devamını garanti altına aldı÷ı, çocuklarının yetiútirilip bakıldı÷ı bir alan olarak evlilik, erkek için önemli bir iktidar ve güç alanıdır. Aúa÷ıdaki bölümde, erke÷e sınırsız denetleme, kontrol ve tahakküm alanı açan evlilik içinde kadının durumuna bakılacaktır. 2.4.Meúru Bir Hizmet Alanı: Evlilik øçi Cinsellik “erkeklerin cinsel aúk sözlükleri askeri sözlükten esinlenir, aúık, savaúçı er gibi atılgandır. Cinsel organı yay gibi gerilir, spermaların fıúkırması fiúek atma’dir…….. erkek hücuma geçmekten, baskıdan, yengiden söz eder…Döllenme iúi bir varlı÷ın baúka bir varlık tarafından ele geçirilmesidir..Bir varlı÷ın baúka bir varlık tarafından döllenmesine yol açan bu edim, dölleyene belli bir kendini be÷enmiúlik, dölleneneyse bu iúi kendi rızasıyla yapsa bile azıcık aúa÷ılık duygusu getirir.”122 De Beauvoir için kadın ve erke÷in tarihsel süreç içinde bedensel yazgıları tamamen farklı olmuútur. Erkek için cinsel arzu, doyurulması gereken birincil bir iç güdü olarak kendini gösterirken, kadına böyle bir izin kesinlikle çıkmamıútır. O erke÷in arzularını tatmin etmek için bedenini sunmakla görevlidir. øki yol vardır de Beauvoir’e göre, kadın için ya tek bir erke÷e meúru yoldan tarihsel görevi olan ilk hizmeti (cinselli÷ini) evlilik içinde sunacak ya da bir çok erke÷e para karúılı÷ında aynı hizmeti verecektir. Erkek aldı÷ı hizmetin bedelini arma÷anlarla, kürklerle pırlantalarla ödemektedir. Toplumsal dinamikler kadını, kadınlaútırma ve bedenini tanıma sürecini kadına de÷il erke÷e bırakmıútır. Böylece kadının ba÷ımlılı÷ının boyutu daha da derinleúmektedir. Kadının özgürlü÷ünü sakatlayarak varoluúsal aúkınlı÷ının önündeki engellerden en büyü÷ü evlilik içindeki durumudur. Erkek, bir yurttaú olarak, evrensele açılan kapının anahtarını elinde tutmaktadır. Bu nedenle evlilik onun için sınırlayıcı ve engelleyici bir süreç olarak 122 Simone De Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 4. Baskı, østanbul, 1970, s. 408. 54 karúısında durmaz, ama kadından yalnızca bir diúi olması beklendi÷i için tam da sınırlılı÷ın ve içkinli÷in içine gömülür. Kadından beklenen babası belli çocuklar do÷urması, kocası akúam eve geldi÷inde yeme÷in uykunun, düzenin güvencesini vermesi, ‘eylemin yıpratıp aúındırdı÷ı her úeyi’ onarması, yeme÷in hazırlanması, beklenmektedir. “Erkek evrene bütünüyle girdi÷i ve tasarılarıyla olumlayabilece÷i için, úöyle üstünkörü ilgilenir evinin iç düzeniyle. Kadınsa aile toplulu÷una hapsedilmiútir: bu mahpushaneyi kral sarayı haline getirmesi gerekmektedir. Yuvasına karúı tutumu, genel olarak kadınlı÷ını belirleyen diyalekti÷in buyru÷undadır.”123 Kadının etkinli÷i dıú dünyaya kapatılmıútır. Gelece÷i inúa etmek sorumlulu÷unda olmadı÷ı için düúmanı tozlar, düzensizlik, a÷layan çocuklar, kirlenen çamaúırlardır. Otomatik bir úekilde bozulanı düzeltmeye, biteni yeniden ço÷altmaya adandı÷ı için kaygılıdır ve yaúam enerjisi tüketmektedir kadın, de Beauvoir’ e göre. Günlük yaúamda dur durak bilmeksizin bu koúuúturmalar, kadını, toplumun nazarında bir üst seviyeye taúımaz, aksine erke÷e ve evine ba÷ımlılı÷ını pekiútirerek, ba÷ımlılı÷ın yeniden üretilmesine yarar. Do÷rulandı÷ı ve sözüm ona bütünlendi÷i tek yer evidir ve evdeki etkinli÷idir. “Önünde baúka bir gelecek yoktur artık. yuvanın kapıları sımsıkı üstüne kapanmıútır: yeryüzünden payına düúen budur.”124 Ev içi/ özel alanda, iktidarın gücünü, babalı÷ında, kocalı÷ında somutlayarak, bir yurttaú olarak evrensele açılan, kamusal alanın hakim dilini içselleútiren ve bu dili özel alanda kadına tahakküm olarak sunan erke÷e karúı, kadın hem özel alanda, hem de kamusal alanda sessizdir. Aúa÷ıda, varoldu÷u halde görünmeyen, konuútu÷u halde duyulmayan kadının durumu ele alınacaktır. 123 Simone De Beauvoir, Kadın: Evlilik Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 7. Baskı, østanbul, 1970, s. 48 124 A.g.e. , s. 66 55 2.5. Özel ve Kamusal Alanda Kadınların Sessizli÷i “(kadın) vücuduna öznelli÷inin dıúa vurması diye de÷il, içkinli÷i içersine gömülmüú bir nesne gözüyle bakılır; bu vücudun insani dünyanın geri kalan yanına do÷ru itmesi, kendinden baúka vaat taúımaması gerekir, arzu onda baúlayıp onda bitmelidir.”125 Kadınlar, dünya kuruldu kurulalı erkek dünyasında yaúamaktadırlar. Bu kuúatılmıúlı÷ını, kadın kabul etmeyle, boyun e÷meyle aynı zamanda tüm bunları yadsımayla karúılamaktadır. Ba÷ımlıdır, erke÷e göre di÷eridir, hiçbir zaman özne olmanın koúullarını yakalayamamıútır, bedenine ve evine kapatılmıútır. Vardır ama aslında yok gibidir, her úey ondan ba÷ımsız iúler gibidir. Sabretmesi, söz dinlenmesi ö÷retilmiútir. Ona ait mutfak da bu sabrı, ona tekrar tekrar ö÷retir. Kadın erke÷in keyfiyetinin yanında, hamurun mayalanma süresini reçelin olmasını kekin piúmesini de beklemeyi ö÷renir. Edilgendir, oluúun bekçisi gibidir, gelece÷i, tekrarın tekrarıdır. Erkek üstünlü÷ünde damıtılan, erkek aklının iúe yaramadı÷ı bir gerçekli÷i vardır. Çocu÷un susturulması, yeme÷in hazırlanmasında mantık çok da iúe yaramamaktadır. Tarih de zaman da kendi içkinli÷i içinde bir oluúa iúaret etmez. Çünkü aúkınlı÷ını yaúayan erkektir ve ona sadece seyirci kalması dikte edilmiútir. Günlük koúturmacası, kendine yabancılaúmasını sürekli kılar. “Kadını götürüp mutfa÷a ya da süslenme odasına kapatıyor sonra da ufkunun darlı÷ına úaúırıyoruz; kanatlarını kesiyor sonra da uçamıyor diye yakınıyoruz. Gelece÷i önüne serdi÷imiz an, úimdiki zaman çöreklenip kalma zorunlulu÷u duymayacaktır elbet.”126 De Beauvoir’e göre, kadınlar bu sebeplerden dolayı erkeklere karúı varlıklarını olumlayamaz ve baúka bir dünya kurmayı baúaramazlar. Erkekleri suçlamalarına karúın onlara karúı da net bir tutum belirleyemezler. “(Kadın) varoluúunun sorumlulu÷unu yüklenecek yerde, gözlerini gö÷e çevirip alınyazısı denen soyut fikri seyretmekte, eylemde bulunacak yerde, düúsel alanda kendi heykelini dikmektedir. Sözün kısası kadın düúünecek 125 Simone De Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 4. Baskı, østanbul, 1970, s. 201. 126 Simone de Beauvoir, Kadın: Ba÷ımsızlı÷a Do÷ru, çev. Bertan Onaran, Payel yayınları, 7. Baskı, østanbul, 1970, s.17. 56 yerde düú kurmaktadır. Varlı÷ını böylesine bedene ba÷ladı÷ı halde bunca yapay oluúu, aya÷ı böylesine yere bastı÷ı halde bunca hafif oluúu iúte bu yüzdendir.”127 De Beauvoir’a göre, kadınların ezilmiúli÷inin, ba÷ımlılı÷ının, günlük yaúamın tekrarına ve tekdüzeli÷ine mahkum edilmiúli÷inin önemli bir nedeni de ezici ve güçsüzleútirici bir üstünlük içinde dünyayı erkek gözünden tanımalarıdır. Kadınlar, tarihte, kültürde, bilimde, sanatta, var ile yok arasında sessizli÷e gömülmüúlerdir. Çocukluktan itibaren erkek keyfiyetinin ihtiyaçları için, aúkınlıktan yoksun bırakılmıúlardır. Erkekleri yücelten masallarla, ninnilerle büyümüútür, ulusları kuran, teknik ilerlemeyi gerçekleútiren, kitapları yazan müzikler besteleyen hep erkeklerdir. Kız çocu÷unun dünyayı tanıması hep erkek gözünden olmuútur, Kadınların kadınlık durumlarına yönelik ayrıntılı bir durum tespiti yapan de Beauvoir’a göre bu kadar güç koúullara ra÷men kadınların özgürleúme olana÷ı, kadınlı÷ı oluúturan dinamiklerde gizlidir. Tarihin üstündeki bu gizin kaldırılmasıyla kadınlar ba÷ımlılık ve ezilme süreçlerinin farkına varacak bunu dönüútürmek için mücadele edeceklerdir. Bir sonraki bölümde di÷eri olarak kurgulanan kadının, nasıl özgürleúebilece÷i tartıúılacaktır. 2.6. Kadın økinci Cins Olmayı Nasıl Aúabilir? “úimdiki zaman geçmiúi kucaklar, geçmiúteyse tarihin tümünü erkekler yazmıútır. Kadınlar onun iúlenmesine katıldıkları anda bu dünya hala erkeklerin malıdır; erkeklerin bundan hiç kuskusu yoktur, kadınlarınsa pek az vardır.”128 De Beauvoir’e göre, kadınlar kendi oluúlarını inúa edebilirler, çünkü evrensel bir kadınlık reçetesi yoktur. Kadınların özgürleúmelerinin önündeki yegane engel toplumdur. Artık kadınlar kendi içinde bir varlık de÷il, kendisi için bir varlıktır. ùüphesiz kendini gerçekleútirmesi için önünde bir çok engel vardır. Bunları görmezlikten gelmez yazar. Kadınlara da kendilerini ikinci bir cins olmaktan, di÷eri olmaktan kurtulmaları için aynı erkekler gibi kendi yolları ve kendi dilleri olması gereklili÷ini savunur. Üç strateji önerir 127 Simone de Beauvoir, Kadın: Ba÷ımsızlı÷a Do÷ru, çev. Bertan Onaran, Payel yayınları, 7. Baskı, østanbul, 1970, s. 35. 128 Simone De Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 4. Baskı, østanbul, 1970, s. 24. 57 de Beauvoir. Öncelikle kadınlar çalıúmalıdır. Kapitalist dünyanın çalıúma yaúamı kadından hem ev hem iú sorumlulu÷unu aynı anda beklemektedir, bunu kabul eder, ama yine kadının çalıúması gereklidir. “Kadın üretici etkin oldu÷u anda, yeniden aúkınlı÷a kavuúmaktadır; kurdu÷u tasarılarda, kendini somut bir özne haline getirip olumlamaktadır; güttü÷ü erekte, kazandı÷ı para ve haklarda kendi sorumlulu÷una duymaktadır.”129 økincisi, entelektüel, aktif düúünebilen, yazan, üreten, kadınlık durumlarını analiz eden kadınlar, kadınların yaúamlarının de÷iútirilmesinde ve dönüútürülmesinde öncü rolü üstlenebilirler. Böylece kadınların yaúamları kadınların süzgecinden geçip, kadınlar tarafından yeniden inúa edilebilecektir. Bu da kadınlara farklı modeller ve farklı çıkıúlar sunabilecektir. Üçüncü olarak, de Beauvoir’e göre, kadınlar, toplumun iktisadi dönüúümü için çalıúabilirler. Kadın ve erkek arasındaki özne/nesne, ben/di÷eri ayırımı sonlanmayacak bir ayrım de÷ildir. Ekonomi özgürleúme yolundaki en büyük engeldir. De Beauvoir, kadınların kendini biçimleyebilecek güçte oldu÷unu ama bu varoluú çabasının yaúanılan toplumla da sınırlı oldu÷unu bilmektedir. Toplumsal alanın temizlenmesi ya da yeniden inúa edilmesi kadınların varoluúsal sınırlılıklarını, ortadan kaldıracaktır. “Tıpkı, heykeltıraúın heykeli, elindeki mermer blok ile sınırlı oldu÷u gibi, bizim de özgürlü÷ümüz toplumla sınırlıdır.”130 De Beauvoir’e göre, kadın kendini gerçekleútirme yolunda kadın kimli÷ini reddederek varlı÷ını sakatlamamalıdır. “ønsan kadınsal nitelikleri yadsımakla erkek niteliklerine kavuúamaz.”131 Kadının özgürlü÷üne karúılık sırtındaki yükler altın bir tepside sunulmaktadır. Kadının özne olarak úekillenmesini engellemek için kendini bir prenses gibi hissetmesi sa÷lanmaktadır. Önünde mutfak önlü÷ü, karnında çocu÷u, yemek piúiren, evinde mutlu, hizmet etmeyi büyük bir ödül gibi karúılayan bir prenses olması beklenmektedir. Kadın, de Beauvoir’e göre, yeni bir özgürlük çemberi yaratabilir. 129 Simone de Beauvoir, Kadın: Ba÷ımsızlı÷a Do÷ru, çev. Bertan Onaran, Payel yayınları, 7. Baskı, østanbul, 1970, s. 127. 130 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 329. 131 Simone de Beauvoir, Kadın: Ba÷ımsızlı÷a Do÷ru, çev. Bertan Onaran, Payel yayınları, 7. Baskı, østanbul, 1970, s. 130. 58 “Kadını kurtarmak, özgür kılmak, onu erkekle arasındaki ilintilerin daracık dünyasına kapatmamak demektir. Yoksa bu ilintileri yadsımak de÷il kadın kendisi için var olmaya baúladı÷ı an erkek için de var olmaya devam edecektir. øki cins de hem birbirlerini özne olarak kabul edecek, hem de karúılarındaki varlık için baúkası olarak kalacaktır.”132 De Beauvoir’e göre kadın ve erke÷in ezme ezilme olmadan karúılıklı iliúkisi her iki cinsi besleyerek zenginleútirecektir. Toplum ikiyüzlülükten kurtulacak, ayrımın yol açtı÷ı, mutsuzluk, kötürümlük ve kendi içinde özne olma durumu ortadan kakacaktır. Ben ve di÷eri olmadan, kadın da erkek de kendisi için özne olabilecek ve insanlık hakketti÷i ere÷i yakalamıú olacaktır. “ønsanlı÷ın yarısının köleli÷i ve bunun getirdi÷i iki yüzlülük yok edildi÷i zaman, iúte o zaman ortaya çıkacaktır; insanlık denen varlık kesiminin gerçek anlamı ve yine ancak o zaman kadın ve erkek arkadaúlı÷ı gerçek yüzüne kavuúacaktır.”133 økinci bölüm tartıúıldı÷ı üzere, de Beauvoir’ın kadın bedeni üzerinden, kadını öteki/ di÷eri ya da ikinci olarak kurgulayıp, kadını evrensel olanın dıúına iterek onu içkinli÷e kapatan erkek ideolojisine yer vermeye çalıúıldı. økinci bölümün son kısmında, ünlü yazarın artık bir slogan haline gelmiú “Kadın Do÷ulmaz Olunur” söylemi üzerinden kadınlı÷ın anatomiyle de÷il toplumsal olanla oluúturuldu÷u tartıúmaya açılıp bu söylemle ünlü yazarın düúünceleri beden odaklı özetlenecektir. 2.7. “Kadın Do÷ulmaz Olunur” “Gerek kız gerek o÷lan çocuklarında vücut, ilkin öznelli÷in dıúa vurmasıdır, dünyanın anlaúılmasını sa÷layan araçtır: onlar evreni cinsel organlarıyla de÷il, elleriyle, gözleriyle kavrarlar.”134 De Beauvoir’e göre, “ønsan kadın do÷maz: sonradan olur.”135 Kadının toplum içindeki durumunu biyolojik, ruhsal ve ekonomik ölçütlerle görünür kılan bir yazgı yoktur. Erkek ve kadın arasındaki ayrımcılı÷ı yaratan uygarlı÷ın oluúturucularıdır. Erkek ve kız çocuk aynı biyolojik geliúim süreçlerinden geçerek bedenlerini keúfederler. Fakat toplumsal yaúama bu aynılık, aynı úekilde yansımaz. Kız çocu÷unun yaúamına, daha do÷ar do÷maz eril söylemin erkek üstünlü÷ü ‘zorbaca’ fısıldanmaya baúlanır. Kıyafetleri, ilgileri, 132 Simone de Beauvoir, Kadın: Ba÷ımsızlı÷a Do÷ru, çev. Bertan Onaran, Payel yayınları, 7. Baskı, østanbul, s. 195. 133 A.g.e. , s. 195. 134 Simone de Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 4. Baskı, østanbul, 1970, s. 263. 135 A.g.e. , s. 263. 59 oyunları, ayrı biçimlendirilir. Kız çocu÷una ‘öpücük’ gibi yumuúacık, sevimli cici bici giysiler giydirilir, a÷lamaları ve sızlanmaları hoú görüyle karúılanır. Erkek çocu÷unun kıyafetleri babanın kıyafetlerinin minyatür halidir, saçları kısacık kesilerek, a÷lamasına daha az tolerans gösterilir. Erkek çocu÷unun cinsel organına, kız çocu÷unun aksine saygı ve sevecenlikle yaklaúılır. De Beauvoir, 13. yüzyılda dadıların erkek çocu÷unun penise yönelik tutumlarını úöyle dile getirir, “çocu÷un pipisine dostça bir ad takar ondan çocu÷a hem kendisi, hem de baúkasıymıú gibi söz ederler; … genellikle bireyin kendisinden daha kurnaz, daha zeki ve becerikli bir ben haline getiririler.”136 Burada açık olan úudur ki penis, yetiúkinlerin verdi÷i de÷erle o÷lan çocu÷u için bir ödün gibi görünmektedir. Ev içindeki iúleri oyun edinmesi erkek çocu÷a yasaklanır, sık sık a÷laması ba÷ıúlanabilir bir úey de÷ildir, erkek gibi sert ve özgür olmayı deneyimlemek zorundadır. Erkek çocu÷u böyle yetiútirilirken, kız çocu÷u, toplumun onu en rahat kabullenebilece÷i de÷erlerle yetiútirilir ve daha küçücükken kadınlı÷a hazırlanır. Eline bebekler verilir, çay fincanları çaydanlıklar tencereler, ütüler, oyuncaklarıdır. Kavga etmemesi, erkek kardeúi gibi sert hareketlerle kendini ifade etmemesi gereklidir. Erke÷in baúarısızlı÷ına hoúgörüyle bakılmazken kız çocu÷unun baúarısızlı÷ı affedilebilir bir úeydir. Çünkü baúarı erke÷e ait bir olgudur. Kız çocu÷u büyüdükçe geniúleyen evreni içinde iktidar ve güç sahibi olanın erkek oldu÷unu fark ederek içselleútirir. De Beauvoir’e göre eksik erkek olarak kurgulanan kadının eksikli÷ini çekti÷i penis de÷ildir. Toplumun tüm alanlarındaki hakim ve belirleyici olan erkek yetkesidir. De Beauvoir’e göre genç kızlık ça÷ı, oldukça zor bir dönemdir. Kendi içinde, kendini temel bir varlık olarak algılarken, kendi dıúındaki tüm dinamikler tarafından di÷eri olmaya ça÷rılmaktadır. Genç kız, yaúamını belirleyenler nedeniyle özne olmamaya razı olmak ve kendini bütünleyememek durumunda bırakılmıútır. Bu trajik bunalımla, kadın kendi yaúamının ve gelece÷inin erkek kontrolünde oldu÷unu ‘zorbaca’ ö÷renir. Gelece÷in, tarihin, edebiyatın, sanatın, kültürün, bilimsel olanın inúası erke÷in görev alanlarıdır. Bu devasa alan dıúında küçücük kalan, görünmeyen, sesi duyulmayan özel/ ev içi alan kadına aittir. Kadın, hem bir bilinç olarak, hem de sahip oldu÷u beden dolayısıyla erke÷in sahip 136 Simone de Beauvoir, Genç Kızlık Ça÷ı, çev. Bertan Onaran, Payel Yayınları, 4. Baskı, østanbul, 1970, s. 268. 60 olabilece÷i bir nesne olarak, belirleyici olamadı÷ı toplumsal gerçekli÷in, efendi- köle iliúkisini olumlamak zorunda kalır. Aúkınlı÷a yaklaúamadan kendi içkinli÷inin dinamiklerinde, çocuk do÷urma iúinin kölesi’ olarak, günlük yaúamın ihtiyaçlarının tekrarını yetiútirme, bozulanı düzeltme görevleriyle bedensel bütünlü÷ünü yakalayamaz. De Beauvoir’e göre böylesi ayrımcılıkla yüklü kodlarla belirlenen yapılar ve söylemler içinde kadın olarak do÷ulmaz, ancak ve ancak kadın olmak ö÷retilerek, olunur. Kendinden sonraki feminist hareketin sloganı olacak bu tespitle ünlü yazar cinsiyetin do÷al bir olgu olmadı÷ını, toplumsal olarak inúa edildi÷ini söyler. Bu söylemle, kadınlı÷ı kuran ve mutlakmıú gibi görünen durumların meúrulu÷u ortadan kalkar. De÷iúmez olanın de÷iúebilirli÷i gündeme gelmiútir artık. Mücadeleyle kendini kurumlarıyla, inúa eden ve eril söylemleriyle toplumsalı úekillendiren ve bütün yapılarıyla, egemen düúünceye meúruluk kazandıran sistem, kadın hareketinin mücadelesiyle, kadın lehine dönüútürülebilir. Üçüncü bölümde, kültürel feministlerin, kadınların da özgür bir úekilde var olabilece÷i, bütün insanlık yararına kullanılabilecek yeni bir dünyanın teorisini oluúturmaya çalıúarak, eril kodlarla biçimlenen toplumsal yaúamı dönüútürme mücadelesiyle, kadının bedeniyle barıúma yolculu÷u ele alınacaktır. 61 3. BÖLÜM: OLUMLANAN KADIN BEDENø: KÜLTÜREL FEMøNøZM VE FEMøNøST ÜTOPYALAR Bu bölümde, siyasal eúitli÷e odaklanmadan kültür üzerine feminist eleútireler yönelten, hayatın rasyonel olmayan, sezgisel yönüne dikkat çekerek, benzerlikler yerine kadınlı÷a ait özelliklerin öneminden, kadın bedeninin farklılı÷ından ve üretkenli÷inden ve bu özelliklerin kamusal yaúamı nasıl dönüútürebilece÷i üzerinde duran, feminist teori içinde kültürel feminizm olarak adlandırılan, kuramsal yaklaúım tartıúmaya açılacaktır. Ayrıca bölümün önemli bir argümanı olan Gilman’nın feminist ütopya örne÷i olan Kadınlar Cenneti adlı kitabı incelenece÷i için feminist teoride, feminist ütopyaların durdu÷u yer incelenerek Gilman ve Goldman’nın eserleri üzerinden kadın bedenin olumlanma sürecine mercek tutularak, bu paralelde kadının özgürleúme yolculu÷una bakılacaktır. 3.1. Kültürel Feminist Metinlerde Kadın Bedeni Anaerkil düúüncede temellenen kültürel feminizm, erke÷in rekabetle, savaúla taçlandırdı÷ı fiziksel gücünün üstünlü÷üyle, korunan, himaye edilen, yönetilen, daima yönlendirilmesi gerekli eksik akıllı kadın inanıúı ve inandırılıúı üzerindeki perdeyi kaldırmıútır. Kültürel feministlere göre, kadın, kendi bedenini ve bu bedenin sahip oldu÷u yaratıcılı÷ın bütünsel kavrayıúıyla, sevgiyi, barıúı, iyileútirmeyi huzuru, adaleti, bollu÷u keúfedip, yıllardır baskılanan otonomisini kullanmayı ö÷renerek, gizli kalmıú yeteneklerinin farkına varıp kolektif bir úekilde yeni bir dünya kurabilecek güçtedir. Ve bu kadınlar, toplumsal faydanın sınırlarını geniúleterek sadece kadınlar lehine de÷il, bütün insanlı÷ın yararını hedefleyen yeni bir dünyanın olabilirli÷ini savunmuúlardır. Donovan düúüncesinde, Margaret Fuller, kültürel feminist gelene÷in baúlatıcısı olmuútur. Aydınlanmanda göz ardı edilen bilginin duyusal, sezgisel yönü kültürel feministlerin ele aldı÷ı konular arasındadır. Bireyin geliúmesine, yeteneklerinin ortaya çıkmasına engel olan kültürel ve toplumsal baskıların olumsuz yönüne dikkat çekerek organik dünya görüúünü savunan Fuller, bu görüúü söyle dillendirir: “Kadınların, bir kadın 62 gibi davranmaya ya da yönetmeye de÷il, fakat do÷a gibi büyümeye, akıl gibi algılamaya, iktidarlarını yaymak için engelle karúılaúmadan yaúayan bir ruh olmaya ihtiyaçları vardır.”137 Kadınlar uzun tarihsel süreçte, kamusal yaúamın ve rasyonel aklın dıúında tutuldukları için kendilerine ve bedenlerine yönelik bilgileri, eril aklın kontrolünde onun çizdi÷i sınırlar içinde erkek gözüyle ö÷renebilmiútir. Erkek dünyanın erkek öncülü÷ünde ve keyfiyetinde, kadına kaderiymiú gibi, kurumlarla, adetlerle, geleneklerle, dinle, dayatılan ve aktarılan bu bilgiler, kadının bireysel özgürleúiminin çok uza÷ında durmuútur. Ve kadının, aklıyla bedeni arasında uçurumlar yaratarak kadın bedenini, dezavantajlı bir hale getirip, onu nesneleútirmiú ve eril dünyanın çizdi÷i sınırlılıklar içine mahkum etmiútir. Fuller’göre, kadın maruz kaldı÷ı zorunlu baskılanma karúısında bu baskılanmanın nedenlerini ve amacını kavradıktan sonra, bunlarla mücadele etmek için kendi içsel kurallarını geliútirebilir. Bireysel olarak kendi mücadele taktiklerini kendisinin belirledi÷i bu özgürlük alanı, dünya ile karúılaúmasında, ona kiúisel bir güç sa÷lar. Dolayısıyla kadına yakıútırılan, “çıtkırımlılık”, “acizlik” gibi kadınlık durumları bu güçle, kiúisel geliúimin yolunu açar ve Fuller’in deyimiyle “güçten çıkan bir sevgi olur.” Kadınlar iúbirli÷i ve dayanıúma içinde, sadece kendi bedenlerine yönelik úimdiye kadar göz ardı edilmiú bilgileri de÷il, kadınlı÷a ait gerçekli÷in üzerindeki eril baskıyı kaldırmalıdırlar. Fuller’e göre; kadınlar, “kadınlık kuvvetini ve güzelli÷ini gerçekleútirmek için özgür ve akıllı olduklarını keúfettikleri zaman artık erkek ya da erkek gibi olmak istemeyeceklerdir.”138 Kadın, günlük yaúamını düzenleyen eril isteklerden kendisini kurtarıp, kendi istedi÷i dıúındaki bu beklentilerle mücadele gücünü kazanmak ve kadınlık kuvvetini kendi içinde hissedebilmek için kendi dünyasına yolculuk yapmalıdır. Bu yolculukta kendiyle, bedeniyle barıúan kadın, içindeki gücü fark ederek toplumu de÷iútirme ve dönüútürme yoluna gider. 137 Josephine Donovan, Feminist Teori, çev. Aksu Bora, Meltem A÷duk Gevrek, Fevziye Sayılan, øletiúim Yayınları, østanbul, 1997, s. 72. 138 A.g.e. , s. 74. 63 Donovan’a göre kültürel feminist tavrın en radikal çıkıúını Stanton yapmıútır. Hıristiyanlık üzerine yaptı÷ı eleútirilerde; “Biz kadını vazgeçilmez olan tüm do÷al haklarından alıkoyan herhangi bir kodu ve ya da inancı kabul edemeyiz”139 diyerek kadınları de÷ersizleútiren On Emri reddetmiútir. “Yüzyıllarca önce yaúamıú bu cahil insanların görüúleri ve gelenekleri, niçin hala bu kuúa÷ın dini düúüncelerini etkilemektedir sorusu herhangi bir rasyonel aklın soraca÷ı sorudur”140 1800’lü yılların tarihsel koúulları düúünüldü÷ünde çok cesur kabul edilebilecek söylemlere sahip Stanton, øncil’in kadınların acizli÷i ve aúa÷ılık oldu÷una dair yerleúmiú ö÷retisini ve bu ö÷retiye inananları eleútiri ya÷muruna tutmuútur. Stanton, kadının toplumsal statüsünün, siyasal hakların eúitli÷iyle de÷iúmeyece÷ini, toplumsal yaúamın kültürel ve dini kabullerine yönelik bir devrimin gerekli÷ine vurgu yaparak úöyle der: “inançlar, kodlar, kutsal kitaplar ve heykellerin hepsi kadının erkekten sonra, erkekten ve erkek için, aúa÷ılık ve erke÷e ba÷ımlı olarak yaratıldı÷ını söyleyen ataerkil düúünce üzerine temellenmiútir.”141 Stanton, toplumun di÷er yarısını oluúturan kadınların taúıdıkları bedenden dolayı aúa÷ılanmadı÷ı, aksine bu bedenin farklı ve özgürleútirici özelliklerinin dile getirildi÷i alternatif bir dünya hedeflemektedir. Kültürel feminizm içindeki tanrıtanımaz düúünürlere iyi bir örnek olan Stanton’a göre; Tanrı çift cinsiyetlidir ve gizli kalan kadınlık anlayıúı tekrar kurulmalıdır. Ve tarihte uzun yıllar boyunca anaerkil bir dönemin yaúandı÷ını daha sonra ataerkilli÷in ortaya çıktı÷ını ve kısa bir süre sonra da erkek kadın iki cinsin de eúit bir úekilde egemen olaca÷ı bir düzenin gelece÷ini varsayar. 19. yüzyıl kültürel feminizmi için temel dayanak olan anaerkil düúünce, ataerkil düúüncenin tersine, kadın bedenini sınırlı, araçsal aklın gerisinde ve rasyonel düúüncenin tehdidi olarak de÷il, kendi belirleyicili÷ini kendi içinde taúıyan, hayat veren, besleyen, bakan, iyileútiren, barıú sanatı, kandaúlık gibi de÷erlerle toplumu bir araya getiren, kadına özgü önemli yeteneklerin geliúebildi÷i bir tarihsel kesittir. Bu kesitte suçun, savaúın, yoksullu÷un olmadı÷ı iddia edilir. 139 Josephine Donovan, Feminist Teori, çev. Aksu Bora, Meltem A÷duk Gevrek, Fevziye Sayılan, øletiúim Yayınları, østanbul, 1997, s. 79. 140 A.g.e. , s. 80. 141 A.g.e. , s. 80. 64 Din eleútirisini Stanton’dan da ileri götüren Matilda Joslyn Gage, øncil ö÷retisinin kurumsallaútıran kiliseye savaú açarak, erke÷i bedenin aúkınlı÷ına taúıyıp adeta bedensizleútiren, kadını cinsiyetine hapsederek onu toplumsal yaúamdan dıúlayan Hıristiyan gelene÷e karúı úunları söyler; “Hıristiyanlık döneminde, kilise, kadına karúı iúkence uygulayıp onu küçük görmekle kalmadı, temel insanlık haklarına, dine yaraúmayan bir küstahlıkla saygısızlık etti. Erke÷i tanrının yerine koyarak kadının sorumluluklarını çaldı. Ona kilisenin tüm kurumlarını yasakladı. Onu erke÷in kullanması için ikincil statüde bir varlık olarak ilan ederek, ba÷ımsız düúünmesini engelledi. Sadece varlı÷ından dolayı utanç duyması gerekti÷ini ö÷reterek cinsiyetini lanetledi”142 Gage’a göre; Hıristiyanlık kadını, utanç duyulası, tehlikeli bir o kadar tiksinç buna ra÷men erke÷in úehvet aracı ve soyun devamını sa÷layan, aklın düúmanı, úeytani güçlerini her zaman kullanmaya müsait bir bedene sahip gördü÷ü için kadını, aklın ve toplumsal yaúamın dıúına itmiútir. “Hıristiyanlık, erkekleri, kadını erkeklerin hazları için bir oyuncak olarak yaratıldı÷ı inancıyla e÷iten bir dini kuramdır”143 Tüm bunlara karúın, kadınlar, kendi bedenlerine duydukları özsaygıyla ve bundan gelen kuvvetle düúünsel yeteneklerini ve pratik olaylar karúısındaki sezgisel yönlerini geliútirerek geçmiúteki kadınlardan devraldıkları kadınlık mirasını keúfedebilirler. Kültürel feministler, aile, evlilik, kilise ö÷retisi gibi kurumlarla savaúırken bilinen fakat görünür kılınmayan kadınlık özelliklerini gün ıúına çıkarmıúlardır. Kadınlar erkek eliyle yapılandırılan bir dünyanın gerçeklikleri olarak dayatılan, savaú, rekabet, bireysel çıkarlar do÷rultusunda inúa edilmiú dünyanın, yalnız kadını de÷il, erke÷i de mutsuz etti÷ine iúaret etmiúlerdir. En önemlisi de bu feministler, özgürleúme mücadelesini hem kuramsal düzlemde hem de kendi hayatlarında gerçekleútirmiúlerdir. Birincil kaynaklardan gitme gereksiniminden hareketle, ça÷larının kadın muhafazakarlı÷ına inat bir dik baúlılıkla, ideallerini yaúamlarına geçiren kültürel feminizmin iki marjinali Charlotte Perkins Gilman ve Emma Goldman’ın eserlerinde, beden konusu ve özgürleúme sorunsalı tartıúılacaktır. Tarihsel bir sıralamayla öncelik 142 Josephine Donovan, Feminist Teori, çev. Aksu Bora, Meltem A÷duk Gevrek, Fevziye Sayılan, øletiúim Yayınları, østanbul, 1997, s. 87. 143 A.g.e. , s. 87. 65 Gilman’a verilmiú ve aúa÷ıda onun kültürel feminizm içindeki marjinal kimli÷i konu edinmiútir. 3.2. Anneli÷ini ve Ev içi Rollerini Reddeden Bir Marjinal: Charlotte Perkins Gilman Birinci dalga feminizmin önemli kuramcılarından ve kültürel feminist hareketin devam ettiricilerinden olan Cahorlette Perkins Gilman, Stetson soyadıyla, 3 Temmuz 1860 yılında Connecticut’a ba÷lı Hartford’da do÷du. Do÷umundan hemen sonra, babasının evi terk etmesiyle, annesi ve erkek kardeúiyle birlikte yoksulluk sınırında, daha iyi yaúam koúulları için, on sekiz yıl içinde, on dokuz defa, on dört de÷iúik úehre taúındılar.144 Stetson, evde yaptı÷ı kartları satarak, sanat ö÷retmenli÷i ve mürebbiyelik yaparak, geçimini sa÷larken, uzun bir karar evresinden sonra 24 yaúında evlenir. Evlili÷inin birinci yılında kızının do÷umuyla yo÷un bir depresyona girer. Okuma ve yazmasının engellenmesine kadar uzanan nörologların dinlenme reçetelerinin, durumunu iyice a÷ırlaútırdı÷ını düúünen Stetson, doktorların tavsiyelerini elinin tersiye iterek çocu÷unu ve kocasını bırakıp Kaliforniya’ya gider. Daha sonra kızını da yanına alır ve kocasından boúanır. Bir süre pansiyon iúleterek, kızına ve annesine bakarken yazdı÷ı (1892 de çıkan) Sarı Duvar Ka÷ıdı’nı yayınlar. Kitabında, psikiyatrinin yöntemleriyle delirme noktasına gelen bir kadının öyküsünü anlatarak, geçmiúindeki doktorlardan kara bir mizahla bir ölçüde öcünü almıú olur. Bu dönemde sosyalizmle tanıúır. Eski eúinin en yakın arkadaúıyla evlenmesi ve kızlarının, bu evde daha rahat edece÷i kararıyla, kızını babasına bırakan Stetson, yeni tanınıyor olmasına karúın, basın tarafından, çocu÷unu terk edip annelik yapmadı÷ı gerekçesiyle suçlanır. 1895’ten 1900’ e kadar durmadan yazar ve sürekli farklı yerlere giderek, dostane bir boúanmayla, çocu÷unu terk etmiú, toplumun kendine çizdi÷i annelik ve ev gerçe÷ini reddetmiú marjinal kadın imajına hakketti÷i de÷eri vererek, kendini sürgün eder. Gönüllü marjinalli÷in ürünü olan 1898 de yazdı÷ı Kadınlar ve Ekonomi yedi dile çevrilerek Stetson’u uluslararası bir üne kavuúturur. Ardından di÷er kitapları (1900’de Çocuklara Dair, 1903’te Ev: øúleyiúi ve Etkileri, 1904’te ønsan øúi, 144 Bakınız, Charlotte Perkins Gilman, Kadınlar Ülkesi, çev. Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, østanbul, 2007. 66 1911’de Erkek Merkezli Kültürümüz, 1923’te Erke÷in Dini ile Kadının Dini: Babalarımızın ømanına ve Analarımızın øúlerine Dair Bir ønceleme, bu ününü besler. Ayrıca 1909 yılından 1916 yılına kadar “zihinsel sermaye dıúındaki bütün sermayelere hayır” ile baúlayan ve her ay 32 sayfalık dergiyi satır satır yazan Gilman’nın The Forerunner dergisinde, tefrikalar halinde üç romanı basılır. 1922’de George Hougton Gilman ile evlenir. 1934’te eúinin aniden ölmesiyle kendini mutlu saydı÷ı evlilikleri noktalanır. øki yıl sonra, tedavi boyutundan çıkan kanser hastalı÷ını ö÷renen Gilman, kızının yanına taúınır, kendisine eski eúinin karısı, yakın arkadaúı da eúlik eder. 1935’te otobiyografisini(Chorlotte Perkins Gilman’nın Hayatı) bitirdikten, kitap kapa÷ını úeçtikten ve maddi de÷eri olmayan mirasını da kızına bıraktıktan sonra ailesiyle vedalaúıp kloroformla yaúamına son verir. Ardında bıraktı÷ı not, biyografisinin son sayfasında úunları söyler bize; “E÷er hala hizmet edecek gücümüz varsa, hiçbir acı, keder ya da kırık kalp yaúamımıza son verme hakkını tanımaz bize. Ama artık iúe yaramaz oldu÷umuzda, ölümün kaçınılmaz oldu÷unu anlayıp solu÷unu ensemizde duydu÷umuzda, yavaú ve korkunç bir ölüm yerine, çabuk ve kolay olanı seçmek bizim en do÷al hakkımızdır. … Ben kloroformu kansere tercih ettim.”145 Böylesine radikal bir yaúamın mimarı Gilman, çalıúmalarını Sosyal Darwinizmin eleútirisi üzerine temellendirmiútir. Caharles Darwin’in kuramı, 1859 da tartıúılmaya baúlamıú ve Donovan’a göre, Newtoncu kuram gibi hızlı bir úekilde dönemin hakim paradigması haline gelmiútir. Darwinci anlayıú, Donovan’a göre, tutucudur ve ırkın rekabetçi, saldırgan ve savaúçı erkekler tarafından sürdürüldü÷ünü ima eder. Bir sosyalist olan Gilman, medeniyetin, savaúların kayna÷ı oldu÷unu iddia eden sosyal Darwinizmin savunucularının dikkat etmedi÷i, ırkın geliúmesinin rekabetten çok iúbirli÷i ve dayanıúma içinde oldu÷u bir evrimleúme sürecine, dikkatleri çeker. Gilman’a göre; iki insandan birinin ekonomik olarak di÷erine ba÷lı olması, do÷al olmayan ayrıca do÷a tarafından dayatılmayan yapay bir durumdur. Bir sosyalist olmasına karúın Marx’ın kuramı, Gilman’a göre kadınların ezilmiúli÷ini açıklamaya yetmemektedir. Çünkü bu kuram, 145 Charlotte Perkins Gilman, Kadınlar Ülkesi, çev. Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, østanbul, 2007, s.11. 67 iúçilere yönelik baskı üzerinde durdu÷u kadar, kadınlara yönelik baskı üzerinde durmamıútır. Gilman da bir çok sosyalist feminist gibi, “bir sınıf toplumunda yaúamanın, kadınlara kadınlıklarından dolayı, yapılan baskının tek hatta ilk nedeni olmadı÷ına”146 inanır. Ayrıca Marksist kuramın neden erkekleri kamusal yaúama yönlendirilirken, kadınları ev içi alana yönlendirdi÷i de açık de÷ildir. Bu nedenle geleneksel Marksist duruúu reddeder. Gilman’a göre; “insan ırkındaki kadının erke÷e ba÷ımlı durumu, aúırı cinsiyet geliúimini kontrol eden do÷al seçilimi önler.”147 Kadının yaúamını devam ettirmesi için ona, bir erke÷i etkilemekten baúka bir yol sunulmaz. Dolayısıyla bu davranıúın yerleúmesi desteklendi÷i için kadının di÷er yeteneklerinin geliúmesine fırsat verilmez. Ve úöyle devam eder Gilman; “aile iliúkilerine iliúkin her kanun ve gelenek, eril bakıú açısından düzenlenir, aynı bakıú açısından …. kadınların erkeklere hizmet etmesi gerekti÷i úartı ortaya çıkar, onu bir mal gibi sahiplenen ve vahúice kıskanan egemen erkek, onu bin tür kuralla kuúatır. Erke÷in toplumsal iliúkileri, hizmetleri ve gerçek bir hayatı varken, kadın o kadar sakınılmıútır ki bu onun insanca geliúmesini engellemiútir.”148 Toplumsal de÷iúim hareketinde kadınlara karúı bir silah olarak kullanılan Darwinist düúünceyi farklı yorumlayan Gilman’a göre, insan do÷ası istenildi÷i gibi yo÷rulabilir ve kadınlar hapsedildikleri konumları, kalıpları keúfedip cesurca bunları de÷iútirmek için mücadele edebilirler. Kadınların kolektifli÷i sayesinde ve nitelikli bir e÷itim süreciyle, toplum yeniden inúa edilebilir. ønúanın nasıl ve hangi zeminlerde olaca÷ını feminist ütopyanın klasiklerinden Kadınlar Ülkesi adlı kitabında göstermiútir. Aúa÷ıdaki bölümde kısaca feminist ütopyaların, feminist teorideki yeri anlatıldıktan sonra Kadınlar Ülkesi’ üzerinden kadın bedeninin úimdiye kadar sınırlanan ve ba÷ımlı kılınan düúünceye karúın, nasıl özünde iyileútirici, zenginleútirici, besleyici ve sistemli bilgiyi bütünleyici özellikleri 146 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 274. 147 Josephine Donovan, Feminist Teori, çev. Aksu Bora, Meltem A÷duk Gevrek, Fevziye Sayılan, øletiúim Yayınları, østanbul, 1997, s. 94. 148 A.g.e. , s. 98. 68 barındırmaktadır ve bu özellikler varolanı nasıl dönüútürmektedir sorunsalı irdelenecektir.. 3.2.1. Feminist Ütopyalar: Gilman’nın Ütopik Cenneti, Kadınlar Ülkesi ølk kez Thomas More tarafından kullanılmıú olan ütopiya sözcü÷ünün kökeni, Yunancadır. “U-topos; yer anlamına gelen topos sözcü÷ünün önüne yok anlamını içeren ou olumsuz takısının ve aynı zamanda iyi anlamına gelen eu takısının getirilmesiyle oluúturulmuú, olmayan yer anlamıyla birlikte mutlu yer anlamını da taúıyan bir sözcüktür.”149 Anlamını içinde barındırarak yazılan ütopyalar, toplumsal yaúamın açmazlarına karúı politik, felsefi ve ekonomik sorunlara yeni çözümler önermek ve geliútirmek amacıyla yeni yaúamların yeni dünyaların tasarlandı÷ı ütopik gerçeklilikler yaratmıúlardır. Kadın bedeni temelli oluúturulan feminist ütopyalar ise, toplumsal yapının eril kurumlarınca edinilen ve kadına dayatılan alıúkanlıkları de÷iútirmek, kadınların taúıdıkları bedeni bir yük ve toplumsal yaúama katılımın önünde bir engel olarak de÷il de toplumsal yaúamı besleyen, zenginleútiren daha adil, daha eúit, daha barıúçıl ve daha huzurlu bir dünyanın inúa edilebilece÷ini göstermek amacıyla, varolan eúitsizliklere karúı eleútirel bir üslupla yazılmıútır.“Mary Griffin’in ekonomik temelli ütopyası, Üç yüzyıl Ötede (1896) Loiuisa May Alcott’un kadınların özerk oldukları bir dünyayı anlattı÷ı, Emek (1870) Marie Howland’ın, e÷itimli, kiúisel ve toplumsal olarak sorumluluk sahibi kadınların varoldu÷u, eúitlikçi toplum ütopyası, Babasının Kızı (1874)”150 gibi feminist ütopyalar kadınların yazdı÷ı ilk dönem feminist ütopyalardır. Kadınların erkeklerden farklı bir kültüre ve deneyime sahip oldukları görüúü; kadınların rollerinin do÷adan de÷il, yüzyıllardır sürmekte olan ve içselleútirilmiú toplumsal önyargılar ve geleneklerden kaynaklandı÷ı düúüncesiyle birleúti. Bu dönemden sonra, kuram çalıúmalarının yanında bilimkurgu, ütopya ve karúı ütopyalar ataerkil düzenle mücadele araçlarından biri olarak üretilmeye baúlandı. Yazılan ütopyalarda, toplumsal cinsiyet rolleri, insanlı÷ın do÷asına iliúkin çeliúkili kavramlar, yeni zaman ve mekanlarda sorgulanarak, alternatif dünyalar 149 Mehmet Ali A÷ao÷ulları, Levent Köker, Tanrı Devletinden Kral Devlete, ømge Kitapevi, 2.Basım, Ankara, 1997, s. 191. 150 Bakınız, Yasemin Yıldırma Temizarabacı, Ütopyanın Kadınları Kadınların Ütopyası, Sel Yayıncılık, østanbul, 2005, Charlotte Perkins Gilman, Kadınlar Ülkesi, çev. Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, østanbul, 2007. 69 kurgulanmaya baúlandı. ølk dönem kadın hareketinin önemli mücadelecisi olan ve kendinden sonraki ütopya anlayıúını da de÷iútiren Charlotte Perkins Gilman’ın Kadınlar Ülkesi, kadınların, bedenleriyle barıúık, taúıdıkları bedenin bir tüketim malzemesi haline gelmeden, toplumsal yaúamın eúit, úiddetten uzak, cinsiyete tabi olmayan bir akılla úekillendirildi÷i, bir dünyadır. Bu dünya, eril kurumlara, Hıristiyanlık ö÷retisine, aileye, evlili÷e bedenle sınırlanmıú akıldan uzak kadınlı÷a karúı, keskin eleútirileri içinde barındırmaktadır. Sosyalizm ile feminizmi birleútirerek bir düúünce sistemi kurmaya çalıúan Gilman, kadınların yaúamın kayna÷ını bedenlerinde barındırdı÷ı güç ve enerjiyle, üretken, barıúçıl ve akılcı bir dünya tasarımı ve toplumsal düzen oluúturmaya çalıúmıútır. Kadınların erkek tahakkümünde yaúamları sadece kadın için de÷il insanlık için bir tehlikedir. Çünkü “organizmanın büyümesinde, bireyin ya da toplumsal varlı÷ın fiziksel entelektüel, manevi ve toplumsal alanların hepsinde kadının gücüne ihtiyacı vardır.”151 Bir erkek özelli÷i olarak kabul edilen cesaret, güçlülük, yaratıcılık cömertlik ve dürüstlük tüm insanlara özgü niteliklerdir, fakat kadınlar, bu gerçekten hep uzak tutularak namus ve bekaret gibi kadın bedenine dayatılan erkek tahakkümünün öngördü÷ü sınırlanmıú, dar bir alanda yaúamak zorunda bırakılmıútır. Gilman için, hayati olan kadın - erkek farklılı÷ı de÷il, her iki cins için de geçerli olan bir ortaklık zeminidir. Bu ortaklı÷ı da insanlık belirlemektedir. Kadınlar kendi yeteneklerini keúfedip geliúebilecekleri bir ortamdan mahrum bırakılmıúlardır. Ellerinden alınmıú otonomileriyle yalnız kadınlar de÷il, iktidar ve egemenli÷i kullanma alıúkanlı÷ı edinmiú erkekler de, yaúadı÷ı çarpık iliúkiler nedeniyle de bu düzen tarafından sıkıútırılmıúlardır. Dolayısıyla hem erkek için hem kadın için sa÷lıklı bir dünya, kadınların kaybettikleri otonomilerini yeniden kazanmalarıyla mümkündür. “Bu otonomi ise yalnızca kadınların kolektif siyasi hareketi sayesinde kazanılabilir.”152 Kadınlar sadece kadın oldukları için toplumsal düzenin inúasından dıúlanmıú, bedenleri dezavantaj görülerek bunun sınırlayıcılı÷ında kıstırılmıú sessizli÷e, baskıya ve 151 Charlotte Perkins Gilman, Kadınlar Ülkesi, çev. Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, østanbul, 2007 s. 14. 152 A.g.e. s.14. 70 inisiyatifsizli÷e inandırılmıútır. Gilman’a göre kendine verili böylesi bir yaúamı fark eden kadın, hümanist-sosyalist bir dünya kurmak için kendi kendini inandırabilir. Toplumsal de÷iúim toplum tarafından marjinalleútirilen kadınlar tarafından gerçekleútirilecektir. Gilman’a göre kadınlar çocukları, gençleri büyüten yetiútiren, bakan, besleyen, sevgi ve iúbirli÷i gibi kültürel de÷erleri yaratırken iktidardan uzaklaútırılmıúlardır. Bu nedenle daha dengeli ve daha sa÷lıklı bir toplumu yaratmak dıúarıda bırakılmıú kadınlar tarafından olabilecektir. Gilman’a göre görülemeyen hiçbir úey ne düúünülebilir ne kurgulanabilir. Bu nedenle Kadınlar Ülkesi’nde teknolojisiyle, yaúamıyla bilindik bir dünya tasarlar, bu dünyanın sadece insanları farklıdır. Erkeklerin dilinden bakıú açısından anlatılan erkeksiz bir ütopya yaratmıútır, Gilman. Kadınlar Ülkesi’nde Gilman’nın ilk alaúa÷ı etti÷i úey, var olan erillik ve diúilik kabulleridir. Hangi iúler kadın, hangi iúler erkek iúidir? Kültürle ve biyolojiyle neler tayin edilir? Kitabın sonuna kadar e÷lenceli ve keyifli bir dille, ataerkinin bayraklaútırdı÷ı biyolojik üstünlü÷ün dayatılanın tersine akılla ne kadar uzak oldu÷unu adım adım deúifre eder. Ütopik cennette, Gilman çocu÷unu seven fakat onu en iyi úekilde yetiútirme donanımından yoksun kadınlarla, baba tahakkümüyle ve úiddetiyle, kadın ve çocuk için bir iúkence hane haline gelmiú hücrelerden oluúan bir toplum yerine, daha insancıl duygularla zengin ve tatmin edici iliúkilerin geliúebildi÷i bir dünya tasarlar. Ev kavramını tepetaklak ederek, bunun yerine bireylerin gerçek mahremiyetinden, özgürlü÷ünden ve sınırlanmamıúlı÷ından güç alan içten ve samimi duygularla birbirine ba÷lı bir toplum yaratır. Gilman, bir evin içinde dünyadan soyutlanmıú olarak yaúayan anne ile çocu÷un özel hayatını, toplumsallaúmıú bir dünyada yaúayan anneler ve çocuklar toplulu÷una dönüútürür. Burası eúitsizli÷in, ayrımcılı÷ın, toplumsal hastalıkların, úiddetin, olmadı÷ı, kadınlar tarafından tasarlanmıú yeni bir dünyadır. Ataerkil toplumsal düzende kadın hastalı÷ı olarak dillenen histeri, burada yoktur. Çünkü histeri, kadın bedenin bir çı÷lı÷ıdır. Kadın bedeninden korkar durumdadır, beden onun için bir yüktür. Erke÷in memnuniyetine adanmıú bir úehvet aracıdır. Bu bedenin dıúına çıkıp aklını zekasını, yeteneklerini keúfedemez; zaten böyle bir keúif imkanı da sunulmaz ona. Beden içinde bastırılan, böylesine büyük bir enerji, yaúamda kullanılmadı÷ı için, bedene yönelik bir tehdit durumuna gelmektedir. Histerinin kadın hastalı÷ı olması bu görüúü pekiútirmektedir. 71 Aynı sınıftan üç arkadaú olan, mekanik ve elektrik konusunda iyi ve oldukça zengin olan Terry, úair botanikçi ve doktorluk yapan Jeff ile sosyolog olan Van’nın Kadınlar Ülkesi’ne giriúiyle bu dünyanın kapılarını aralar, Gilman. Gilman’nın üç kahramanı eril dünyanın rasyonel aklını temsil eden ve bu dünyada geçerli kabulleri içselleútirmiú önemli niteliklere sahip erkeklerdir. Gilman eril dünyanın kadın ve kadın bedeni üzerindeki önyargılarını kahramanları aracılı÷ıyla birer birer ortaya döker ve bunları tersine çevirir. Kendinden emin, kadınları bir insan olarak de÷il, onları cinsellikleriyle elde ederek hoú vakit geçirmeyi ve bir çok kadına sahip olmayı hayal eden erkekler, úu düúüncelerle Kadınlar Ülkesine ulaúmaya çalıúırlar: “kendi aralarında da kavga ediyorlardır, diye üsteledi Terry. Kadınlar bunu hep yapar düzen ya da nizam benzeri bir úey bulmayı beklememeliyiz…. Kadınlı÷ın oldu÷u yerde kardeúli÷i pek bulamazsın. Kadınlar peúlerinden koúulmasından hoúlanır….. Gözü pek davranmayan güzel kızları, asla elde edemez.”153 Üç erke÷in Kadınlar Ülkesi’ne girdikten sonra, erkek dünyasının tasarladı÷ı tüm yapılanmanın kadınlar tarafından gerçekleútirilmesi ve hiçbir noktanın atlanmamıú olması erkekleri úaúırtır. “Burası oldukça becerikli, üretken insanların ülkelerine bir çiçekçi en pahalı orkidelerine nasıl özen gösteriyorsa öylesine özenle baktıkları bir yerdi…. Her úey çok güzel, düzenli ve son derece temizdi. Her tarafta sıcak bir yuva havası vardı.”154 Üç erkek úimdiye kadar bu denli temiz, gürültüsüz, iyi bir mimarisi olan böyle bir úehir görmediklerini ifade ederler. Kafalarına iúledikleri kadın imajından farklı gördükleri kadınlar içinse úunları söylerler; “Genç de÷illerdi. Yaúlı da de÷illerdi. Genç kız anlamında güzel de de÷illerdi. Hiç de saldırgan görünmüyorlardı. Buna ra÷men sakin a÷ırbaúlı, zeki, tamamen korkusuz, son derece kendinden emin, kararlı…”155 Kadınların kendilerinden ziyade bedenlerini bir erke÷e be÷endirmek ve onları memnun etmek için giriúti÷i kadınsılık halini ortadan kaldırmıútır, Gilman. Kadınlar, kısa saçlı, rahat kıyafetler içinde, kendini bir erke÷e be÷endirmekten uzak, hatta bu de÷erlerle 153 Charlotte Perkins Gilman, Kadınlar Ülkesi, çev. Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, østanbul, 2007, s. 55. 154 A.g.e. , s. 56. 155 A.g.e. , s. 58. 72 hiç karúılaúmamıú kadınlardır. Bedensel geliúmiúlikleri mükemmel, sporla, dansla sürekli iç içe sa÷lıklı bireylerdir. Hiç de cahil de÷illerdi, aksine son derece akıllıydılar,…..olayları akıl süzgeçlerinden geçirmede, geniú düúünebilme becerisinde bir numaraydılar…..Oldukça sakin mizaçlı, sabırlı ve iyi kalpliydiler ve …hepsinde bulunan en etkili özelliklerden biri de hiç sinirli olmamalarıydı.”156 Kadınsı özelliklerin hayalini kuran Terry onları bulamadı÷ı gibi bir de bu kadınlar tarafından yönetilmeye isyan eder. “ E÷itilmekten bıktım artık….. Bu yaúta bir kız okuluna gitti÷imizi düúünsenize! Dıúarı çıkmak istiyorum.”157 Kadınlar Ülkesi’nde kullanılan dil eril dünyanın cinsiyetlendirilmiú dili de÷il, “konuúulması kolay, yumuúak, kula÷a hoú gelen”158 bir dildir. Bir dizi e÷itime tabi tutulan kahramanlar, kadınlar ülkesindeki düzenin mükemmel iúleyiúini gördükçe kendi dünyalarına iliúkin sorulara kaçamaklı cevaplar verirler. Sadece insana de÷il, her türün yaúamına saygı vardır bu dünyada. “Küçük ülkeleri oldukça güvenliydi. Bütün çiftlikleri, bahçeleri verimliydi. Sahip oldukları çalıúkanlık özenli bir düzen içindeydi. Geçmiúleriyle ilgili bütün kayıtlar korunmuútu ve yıllar boyunca aralarındaki en yaúlı kadınlar, bu küçük kız kardeúler ve anneler grubuna, sahip oldukları tüm bilgi ve becerileri bırakabileceklerini düúünerek, zamanlarını onlara ellerinden gelen en iyi e÷itimi vererek geçirmiúlerdi…Bu kızlar için özlenen annelik kiúisel bir keyiften öte bir neslin umuduydu…Koruyup gözeten erkek gelene÷i artık yok olmuútu Bu gözü pek kadınları korkutacak erkekler olmadı÷ından korunmaya da ihtiyaçları yoktu.”159 Çalıúkanlık, akıl, sistematik bilgiyi kullanarak tarihi kaydetme, cesaret, iúbirli÷i özelliklerinin özgürce, hiçbir korku ortamına girmeden kadınların elinde nasıl dönüútürücü ve yaúam verici niteliklere dönüútü÷ünü gösterir yazar. Kadınlar Ülkesi’nin kadınları için, sevmek, birbirine yardım etmek ve varolan toplumsal yaúamın koúullarını zenginleútirmek için, iki türün olması harikulade bir úeydir ayrıca bu dünyayı çok merak etmektedirler. Fakat kahramanlar yaúadıkları dünyanın kadını ve bedenini nesneleútiren onu yaúamın 156 Charlotte Perkins Gilman, Kadınlar Ülkesi, çev. Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, østanbul, 2007, s. 96. 157 A.g.e. , s. 76. 158 A.g.e. , s. 74. 159 A.g.e. , s. 109-110. 73 dıúında bırakarak (sevilen,saygı duyulan ve çocuklara bakmak için evde tutulan) eve ve anneli÷e hapseden, erkek dünyasının hizmetçileri ya da süsleri haline getirilen kadınlar üzerindeki baskı ve sömürüyü, bir yı÷ın gelenek ve de÷erlerle meúrulaútırmıú bir dünya görüúünü anlatmaktan utanırlar. Kadınlar Ülkesi’nin insanları, okullarda verilen bir e÷itimden ziyade toplumsal de÷erlerin bütünüyle bir toplumsal yapıya nüfuz etti÷i bir e÷itimle, öncelikle tüm ülke insanına, yaúadıkları topraklara iliúkin bütünlüklü bir bilgi, kolaylıkla gündelik yaúam içinde edindirilir. Ülkenin çocukları tüm insanların düúüncelerinde merkezi bir öneme sahiptir. “ølerlememizde atılan her adım, daima çocuklar üzerindeki – soy üzerindekietkisiyle birlikte dikkate alınır.”160 Öncelikle Ülkenin kadınları birer annedirler. “Anne sevgisi onlarda mantıksız bir tutku, sadece bir içgüdü de÷il tamamen kiúisel bir duygu bir inançtı.”161 Gilman’nın ülkesinde kadınlar anne sevgisinin çok yönlülü÷ünü keúfederler. Bir kadın için illaki do÷urmak úart de÷ildir, bu sevgiyi yaúamak için, tüm ulusun tüm çocukları onun çocuklarıdır. Anneli÷i seçmek ya da seçmemek kadınların iste÷ine kalmıú bir úeydir. Ülke yaúayanları bollu÷un refahın devamı için nüfusu etkin bir úekilde sınırlamayı baúarırlar. Toplumsal yaúam, rekabete, savaúa, úiddete, baskıya sömürüye, tahakküme, itaate, aúa÷ılamaya, susturulmaya, kiúisel çıkarlara dayanmadı÷ı, açlık ve yoksulluk olmadı÷ı kolektif barıúçıl düúüncelerle, toplumsal refah ve huzur sürekli iúlendi÷i için, ülkede bu insanların akıl ve ruh sa÷lı÷ını tehdit eden koúullar ortadan kalkmıútır. Bu nedenle hastalık denen sa÷lıksız toplumun belirtisi Kadınlar Ülkesi’nde yoktur. “Fizyoloji, temizlik, halk sa÷lı÷ı, kültür-fizik bu tür iúlerin hepsi uzun zaman içinde mükemmel hale getirilmiúti. Hastalık neredeyse hiç bilmedikleri bir úeydi; öyle ki tıp bilimi dedi÷imiz úeydeki büyük 160 Charlotte Perkins Gilman, Kadınlar Ülkesi, çev. Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, østanbul, 2007, s.123. 161 A.g.e. , s. 126. 74 geliúme, uygulamada kayıp bir sanat haline dönüúmüútü. Daima en iyi bakımla, en mükemmel yaúam úartlarında iyi yetiútiriúmiú enerjik insanlardı.”162 Anne olmayı seçen ya da seçmeyen kadınların ülkenin çocuklarına sevgiyle ba÷lı olmaları, bu çocukların do÷al durum haline gelmiú ve sürekli niteli÷i artan bir e÷itim sisteminde, donanımlı ve bir o kadar da bütünlüklü bir e÷itimin içinde yaúamaları, toplumun gelece÷inin ne denli ortak bir payda olarak kabul edildi÷inin göstergesidir bu ülkede. Üstünlük ve ezme egosuyla kurgulanmıú erkeksili÷in, sadece kadınların yo÷un kadınsılık duygularında yaúabildi÷ini Gilman’nın kahramanları bu ülkede anlamıú olurlar. Gilman düúünme biçiminin ve bilinçlik halinin de÷iúimiyle nasıl bir dünyaya yol alınaca÷ını göstermektedir. Kiúisel gururun ve sahipli÷in bir göstergesi olan ailelerin soyadının çocuklara verilmesi yoktur. Çocukların soy dizgisi titizlikle kayıtlanır. Çocuklar tek bir isimle herkes birbirine eúit, ataerkil sistemin ailelerin toplumdaki statülerinden gelen üstünlüklerinin çocuklara miras kalması gibi bir eúitsizlik ortadan kalkmıútır. Eúit olarak özgürce yararlandı÷ı e÷itim sanatıyla yetenekler uzmanlaúmaya do÷ru kolaylıkla gitmektedir. Sürekli geliúmekte olan e÷itim kalitesi de ortak yaúamın kalitesini artırmaktadır. “Onlar için memleket bir bütündü, onlara aitti. Kendileri de bir bütün, bilinçli bir gruptu; her úeyi ortaklık temelinde düúünüyorlardı. …zaman algıları da bireysel bir yaúamın umut ve istekleriyle sınırlı de÷ildi. Bu yüzden sürekli bekli yüzyılları alacak geliúme planları tasarlayıp yürütüyorlardı.”163 Kadınlar Ülkesi’nde, hiçbir úey unutulmamıútır topraktan gelen tüm atıklar iúlemden geçirip tekrar topra÷a dönmektedir. Böylece topra÷ın besleme ve doyurma özelli÷i gün be gün artarak devam etmektedir. Tıpkı kadınların toplumsal bilinçlilik ve yaratılıcılık kayna÷ı oldu÷u gibi. Kahramanlar gördükleri ülkenin akılla, zekayla, özgürlükle dokunmuú refah içindeki halini gördükçe kendi ataerkil düzenleri hakkında sorulan sorulardan kaçmaya çalıúırlar. Çünkü bekledikleri uysallık yerine cesur bir yaratıcılıkla, ileri bir teknik geliúmeyle karúılaúmıúlardır. Çocukla bir tuttukları kadın bilinçlili÷i yerine, geliúmiú bir toplumsal bilinçlilik halini, kıskançlık beklerken dayanıúma ve iúbirli÷ini, 162 Charlotte Perkins Gilman, Kadınlar Ülkesi, çev. Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, østanbul, 2007, s. 130. 163 A.g.e. , s. 141. 75 histeri beklerken muazzam bir sa÷lıkla karúı karúıya gelmiúlerdir. Gilman, ataerkil düzende kadına dayatılan úartlarla ortaya çıkan, kadının eksikli÷iymiú gibi ona dayatılan bütün olumsuz tanımlamaların, toplumsal úartların de÷iútirilmesiyle nasıl ortadan kalkaca÷ını kahramanlarıyla yaptı÷ı sohbetlerde bu tanımlamaların altını bir bir boúaltarak hangi aklın ürünü oldu÷unu gözler önüne sermiútir. Bilgiyi bireysel çıkar ve güç olarak görmedikleri için Kadınlar Ülkesi’nde “...kalabalık yoktu. Meydanlarda, açık alanlarda, her yerde, aydınlık, cıvıl cıvıl bir özgürlük vardı.”164 Kadınlar Ülkesi’nde çocuk do÷urmakla çocu÷un bakımı ayrı úeylerdir. Bebek bakımı, e÷itimin bir parçasıdır ve bunu yerine getiremeyecek insanlara bırakılamaz. “ …çocuk yetiútirme iúi bizde, öylesine derinlemesine incelenip zeka ve ustalıkla uygulanan bir kültür olmuútur ki, çocuklarımıza olan sevgimiz arttıkça bu iúlemi kendimizinkiler bile olsa usta olmayan ellere bırakmaya o denli isteksiz oluruz.”165 Çocu÷unu do÷uran anne bebe÷in tek bakıcısı de÷ildir, bu konuda deneyimli olan di÷er kadınlarla çocu÷unun bakımını üstlenir. Böylece çocuk sahibi kadın, sosyal yaúamdan zorunlu olarak kopup çocuk büyüyene kadar eve mahkum olmanın tersine, anne olmanın verdi÷i keyifle ve sınırlanmamıúlıkla hamilelik öncesi sosyal yaúamına geri döner. Gilman, ütopyasında kadının anne olmayı seçme ya da seçmeme özgürlü÷üyle kendi bedeni üzerindeki kontrolü, kadına teslim etmiútir. Kadın, beden ve akıl karúıtlı÷ını yaúamak zorunda kalmaz Böylece kadın, taúıdı÷ı bedende tutsaklıktan ziyade özgürleúebilmektedir. Çünkü barıúçıl, úiddetten uzak, bilinçli bir toplumsal yaratıcılıkla, besleme, bakma, iyileútirme yetene÷i kadın bedeninin kadına sundu÷u avantajlardır. Yüzyıllarca kadın, bedeninin getirdi÷i bu avantajların farkına varamamıú ve eril dünyanın ona biçti÷i sınırlılık, eksiklik ve akıldan uzaklık elbisesini giymek zorunda kalmıútır. Bu durum sadece kadının dıúlanmasına, acı çekmesine, baskılanmasına, toplumsal yaúamın dıúında tutulmasına neden olmuú, yaúamın kadınların yeteneklerinden, yapabilirliklerinden mahrum kalmasına ve toplumsal faydanın kısırlaúmasına yol açmıútır. 164 Charlotte Perkins Gilman, Kadınlar Ülkesi, çev. Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, østanbul, 2007, s. 145. 165 A.g.e. , s. 146. 76 Kadınlar erkeklere karúı ürkek de÷ildirler, mantıklı, sorgulayan beyinlere sahiptirler bu özellikleri ise erkek egosunun doruklarındaki Terry tarafından o÷lan çocu÷u özelli÷i olarak algılanır. Görünürde daha az eril kodlanmıúlı÷ı yansıtan Van, “kadınların en çok bize benzedi÷in için seni daha çok seviyoruz” itirafını kadınlara benzemenin ne kadar tiksindirici bir úey oldu÷unu kendi kendine söylemekten kaçınmaz. Gilman, erkek hafızasındaki ayrımcılı÷ı, titizlikle ele almıútır, kadın bedeninin her ne kadar erkek fantezilerindeki yeri vazgeçilmez görünse de, o, bedenin düúünen, eleútiren konuúan ve kendini bir erke÷i memnun etmek için ona sunma seremonileri göstermeyen halinin, erkek dünyasındaki yerini e÷lenceli bir úekilde ortaya koymuútur. Erkeklerin kadınlara gösterdi÷i nezaket, koruma ve hizmet etme davranıúlarının kendini bu úekilde algılamayan kadın karúısında ne kadar komik hale geldi÷ini de gösterir, Gilman. øki bin yıldır kullanılmayan cinsellik nedeniyle cinsellik gelene÷i oluúamadı÷ı için kadına ve erke÷e özgü davranıúlar yoktur. Gilman’nın üç kahramanı, aúık olarak ikili iliúkilere girerler. Gilman böylece kadın-erkek iliúkilerindeki erkek bakıúını mercek altına alır. Aúkın, kadını erke÷in yörüngesine oturtmak için nasıl bir tuzak oldu÷unu ve kuralları erkek dünyasınca saptanarak, sevme ve sahip olmakla eúleútirildi÷ini gözler önüne serer. Gilman bu durumu hem kadınların hem de sevgililerinin tartıúmalarında, küskünlüklerinde ve dostça geliútirdi÷i arkadaúlıklarda bir bir göstererek sevmeyi, anlamakla, dostlukla, paylaúımla zenginleútirmiútir. Kadınlar Ülkesi’nde kadınlar, ataerkil ailenin mekansal sınırlılılı÷ını aúıp tüm ülkeyi, çocuklar için bir atölye, çocuk yuvası, oyun alanı olarak, güvenli bir ortam olarak düúünmektedirler. “Bizde kadınlar, nasıl pek çok úeyden feragat edip kendilerini ailelerine adıyorlarsa, bu kadınlar da aynı úeyi ülkeleriyle soylarına uyguluyorlardı.”166 Sadece bir anneye ya da aileye ait olarak görülmeden tüm ülkenin çocu÷u olarak benimsenmiú çocuklar için e÷itim sorunu çözümlenmiútir. 166 Charlotte Perkins Gilman, Kadınlar Ülkesi, çev. Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, østanbul, 2007, s. 165. 77 “….çocukları, bütün duygularını kullanarak; sürekli olarak, ama farkında olmadan asla e÷itim gördüklerini bilmeden yaú a÷açlar kadar do÷al bir úekilde yetiútirmiúlerdi.”167 Gilman, ütopyasında, e÷itime verdi÷i özel önemle ve bu konuya getirdi÷i çözümle eril dünyanın, kadına yeteneklerini geliútirmesine fırsat vermeyen, onu erkekten sonra ve erkek için, ev ve çocukların ihtiyaçları için, iyi bir anne ve eú rolüne indirgeyerek verilen sınırlı e÷itimi olabildi÷ine yerer. Çünkü, ataerkil düzenin e÷itim anlayıúı, erke÷in geliúimini hedef almıú, kadının yeterliliklerini, kadın bedeninin do÷urganlı÷ı içine hapsetmiútir. Bu nedenle do÷al akıúında süre giden bir e÷itim zinciri de÷ildir. Gilman’nın e÷itim modeli ise, bebek do÷duktan sonra anneyle birlikte profesyonel ellerde, yaúadı÷ı ülkede, hiçbir úeyden hiçbir úekilde zarar görebilece÷ini düúünmeden, ülkenin tüm mekanlarını kendi yuva, oyun alanı gibi kullanarak tüm yaúamı boyunca ve yaúamın akıúını içine almıú bir biçimde ö÷renerek, uygulayarak aralıksız devam eden bir süreçtir. 3.2.2. Gilman’ın Mevcut “Yuva ødeolojisi”ne Eleútirisi Kadınlar Ülkesi’nde aúık olan ve evlenmeyi düúündü÷ü kızlara evin ve evlili÷in ne oldu÷unu anlatma mücadelesine giren kahramanların dilinden Gilman, evlilik ve yuvayı masaya yatıracaktır artık. Kadınlar Ülkesi’nin kadınları, kendi ülkelerindeki tek cinsin yarattı÷ı sınırlılı÷ın, iki cinsin ortak yaúadı÷ı bir ülkede nasıl daha da zenginleúebilece÷ini hayal ederler. Gilman yine e÷lenceli üslubuyla ataerkil düzeni alaya almaktadır. Bu düzende evin mekansal sınırlılı÷ı sadece kadını ba÷lamaktadır. Kadın eú olmayı, çocuk do÷urmayı, evin tüm ihtiyaçlarını sorgulamadan kabul etmeyi görevi olarak kabul eder. Zaten eleútirmesine gerek yoktur bu do÷al olarak geliúmiútir ve yılların kabulüdür. Çünkü, kadın annedir, böyle bir bedensel yaratıcılı÷a sahip oldu÷u için de çocuklarına bakmak, onları beslemek büyütmek ve evin efendisi olan kocası için rahat ve huzurlu bir ortam sunmak anneli÷inin do÷allı÷ı kadar do÷aldır. Ama Gilman için bu hikaye artık eskimiútir. Kadınlar, itaatin, boyun e÷menin, sabrın, sadece kadınlar için uydurulmuú eril tuzaklar oldu÷unu fark etmiúlerdir. Korkuyla, úiddetle, baskıyla, kadına taúıdı÷ı bedenin acizli÷i, 167 Charlotte Perkins Gilman, Kadınlar Ülkesi, çev. Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, østanbul, 2007s. 165. 78 korunmaya muhtaç oldu÷u, eksik oldu÷u, tek baúına, erkeksiz çok da bir anlamı ve önemi olmadı÷ı, kadın için hayatın anlamının bir erke÷e sorgusuz sualsiz kendini teslim etmek oldu÷u, kadının, kültüre katkısının (mümkünse erkek çocuklar do÷urarak) soyun devamı ve ev içi hizmetle olabilece÷i söylenmiú ve bu kabuller, kadının alın yazısıymıú gibi kadına kabul ettirilmiútir. Kadınlar úifreleri çözmeye baúlamıúlardır. Üstelerine örtülen sessizlik örtüsünü yırtmıú ve kendi yeteneklerini, bedenlerinden fıúkıran enerjiyi, ve güzelli÷i keúfedip, böyle bir bedeni taúımanın verdi÷i kıvancı yeni bir toplum inúa etmeye yöneltmiúlerdir. Kadının korunmaya ihtiyacı yoktur, çünkü; var olan dünya, fethetme, ele geçirme, savaú gibi, insanların acı çekti÷i, kaynakların tüm uluslar ve tüm haklar için eúitçe paylaúılabilecekken, güçlü olanın tekeline geçti÷i, sömürü, katliam düzenidir. ùimdiye kadar erkek fiziksel olarak güçlü oldu÷u için, kadının da taúıdı÷ı beden nedeniyle böyle bir güçten yoksun oldu÷u kabulüyle, kadın etrafında, güvenlik adına bir erkek korunması gerekli görülmüútür. Böyle bir düzene kadınlar artık inanmamaktadırlar, özgürce nefes alıp korunmaya ihtiyaç duyulmayan koúullarda, yeteneklerini keúfederek daha iyi, daha adil bir toplumu resmedebileceklerdir. Gilman’a göre, yuva bireylerin kendi yapabilirliklerinin ve yeteneklerinin ortaya çıkması için özgür bir ortam olmaktan ziyade, kadını evle, çocuk bakımıyla hizmetle sınırlayan, kadını toplumsal yaúamın dıúında tutarak onu kendi kendine yabancılaútıran ve toplumun geliúmesinden uzak tuttu÷u için toplumsal evrimi yavaúlatan bir kurumdur. Gilman, kadının, evin efendisine hizmetle, çocukların ve evin angaryasında, günün tamamına yakınını çalıúarak tüketti÷ini, geliúmesine olanak bulamadı÷ı duygusal zihinsel enerjisinin bastırılmasından bitap düúmüú “bir aptal tarafından yönetilen kaotik bir sera”168 olarak tanımlar. Böylece Gilman, kadına toplumda bir seçenek ya da kurtuluú gibi sunulan yuvayı deúifre eder. Yuvada kadınlar ve çocuklar için mahremiyet olmadı÷ı gibi eúitlik ve özgürlük de yoktur. Tanrının gücünü arkasına almıú bir babanın sahipli÷inde yaúayan itaatkar kadın, mutsuz ve otoriteyi iliklerine kadar hisseden ürkek, güvensiz çocuklar 168 Josephine Donovan, Feminist Teori, çev. Aksu Bora, Meltem A÷duk Gevrek, Fevziye Sayılan, øletiúim Yayınları, østanbul, 1997, s. 101. 79 vardır. “Yuva çok defa korkaklı÷ı (daimi barınak, koruma….korkaklı÷ı besler) ve aldatıcı güdülemeyi teúvik eder.”169 Gilman’nın ça÷daúı olarak, yuva gerçekli÷inin kapsamını erkekleri de içine katarak geniúleten, feminist mücadelede önemli bir hatip, eylemci ve devrimci olarak, yaúamını davasına adayan Emma Goldman, Gilman’la yakın idealleri paylaúmıútır. Aúa÷ıdaki bölümde kaleminin gücünü de kendini adadı÷ı özgürleúmeye ve mücadeleye eklemiú, idealleri u÷runa oldukça zor yaúam koúullarını göze almıú kültürel feministlerden tartıúmaya açtı÷ımız ikinci feminist Emma Goldman’dır. Kızıl Emma olarak tarihe geçen Goldman’ın özgürleúim yolculu÷u ve bu yolculukta kadın bedenine verdi÷i yer, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim De÷ildir ve Hayatımı Yaúarken adlı iki ciltlik otobiyografisi üzerinden tartıúılacaktır. 3.3. Özgürleúmeye ve Mücadeleye Adanmıú Bir Yaúam: Emma Goldman “Ben her zaman bir akıú ve sürekli geliúme halinde çaba göstermeye dikkat ettim, bir gün bile kendimden tatmin olmanın hücresinde taúlaúmadım E÷er hayatımı bir kere daha yaúamak zorunda kalsaydım, tıpkı herkes gibi, minnacık ayrıntıları de÷iútirmeyi dilerdim tabii. Fakat benim önemli eylemlerim ve davranıúlarımın hepsi açısından gönül rahatlı÷ıyla söylerim ki, ben hayatımı yaúadı÷ım gibi tekrar yaúardım. Kesinlikle yine anarúizm adına, onun nihai zaferi u÷runa aynı úevk ve ba÷lıkla mücadele ederdim.”170 1869 yılında Litvanya’da Yahudi bir iúçi ailesinin beú çocu÷undan üçüncüsü olan Goldman’a ve onun feminist hareket içindeki yerine bakarken yaúadı÷ı dönemin sosyoekonomik koúullarını, bu koúullarda içinde yer aldı÷ı anarúist hareketi göz önünde bulundurmak gereklidir. 1889 da Newyork’a gelen ve anarúizme yaúamını adayan Goldman hayatının büyük bir bölümünü sürdürdü÷ü Amerika’da hüküm süren vahúi kapitalizm, sayıları milyonları bulsa da güçsüz, açlık, sefalet içinde, a÷ır ve uzun çalıúma saatleriyle bir lokma ekme÷inden baúka bir úeyi olmayan iúçilerin yaúamlarına kayıtsızdır. Önemli olan tek ölçüt kar ve paradır. Kapitalistler amacına ulaúmak için ne iúçilerin taleplerine aldırıú eder, ne de çalıúma koúullarının iyileútirilmesine. øúçi ve çalıúan için 169 Charlotte Perkins Gilman, Kadınlar Ülkesi, çev. Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, østanbul, 2007, s. 101. 170 Emma Goldman, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim De÷ildir, çev. Nemci Bayram, Agora Kitaplı÷ı, østanbul, 2006, s. 138. 80 yaúanması ve katlanılması zor koúullarda Goldman, öncelikle konferanslarıyla, yazılarıyla, eylemleriyle büyük yı÷ınları örgütlemeye ve bilinçlendirmeye adar kendini. 1906 Mart’ından 1916’ya kesintisiz 10 yıl ve her ay Mother Earth dergisi (Toprak Ana) Golman’ın editörlü÷ünde çıkar. Dergi ba÷ımsız, hiçbir baskı altında kalmadan Goldman ve davasının yayın organı olarak tam on yıl kesintisiz okurlarıyla buluúur. Amerika’nın Birinci Dünya savaúına girmesiyle çıkan casusluk yasası her türlü karúı tepki ve yayını susturmuútur. Mother Earth de bunlar arasındadır. Goldman üzüntüsünü úöyle dile getirir; “Hiçbir anne çocu÷unu benim onu emzirdi÷im gibi emzirmemiútir. Onu yaúatmak için on yılı aúkın süredir canımı diúime takarak verdi÷im mücadeleler, yorucu turlar, yı÷ınla endiúe ve üzüntü, bütün bu emekler bir darbede yok olup gitmiúti.”171 Goldman’nın yaúamı, insanın ve eme÷in özgürleúmesine, her türlü baskının ve sömürü düzeninin ortadan kalkmasına, adı ne olursa olsun diktatörlü÷ün her çeúidine, devlete, dine, kiliseye, kadının kurtuluúuna, do÷um kontrolüne ve özgür aúkın yaúanmasına dair mücadeleyle geçmiútir. Savundu÷u idealleri yaúamına geçiren ve kurtuluú reçetesini kendi hayatında somutlaútıran, halkın sözünü esirgemeyen Kızıl Emma’sından kendini adadı÷ı anarúizm de payına düúeni alır. Toplumsal devrime baú koymuú dava arkadaúlarının, ne kadar özgürleúmiú olurlarsa olsunlar sıradan bir erkek beklentisiyle kadına bakıúları, Goldman’ın mücadele etti÷i ve eleútirdi÷i önemli noktalardandır. Hayatımı Yaúarken adlı otobiyografisinde Goldman, anarúist hareketin önemli liderlerinden ve hatipli÷inin mimarı olan Joan Most’un kendisinden beklentilerini úöyle ifade eder; “Bir yuva, çocuklar, hayatında sevdi÷i adamdan ve onun çocuklarından baúka derdi olmayan sıradan bir kadının verebilece÷i sevgi ve ilgi, ihtiyaç duydu÷u buydu.”172 Daha sonra hayatına giren Edward Bardy de farklı bir úey düúünmemiútir. 171 Emma Goldman, Hayatımı Yaúarken, 2.cilt, çev. Emine Özkaya, Metis- Kaos Yayınları, østanbul 1997, s. 652. 172 Emma Goldman, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim De÷ildir, çev. Nemci Bayram, Agora Kitaplı÷ı, østanbul, 2006, s .85. 81 “belki oda, sadece içimdeki kadını seviyor, beni karısı çocuklarının anası olarak görmekten baúka bir úey istemiyordu. Bunu benden beklemiú olan ilk erkek Ed de÷ildi; ama bilmeliydi ki ben asla böyle bir úey yapmayacaktım.”173 Mücadelesinde Goldman, yaúamına giren erkeklerin (Joan Most, Edward Brady, Ben Reitman) bekledi÷i kadınlık rolleriyle, inandı÷ı dava arasında sürekli çeliúkiler yaúar. Yaúadı÷ı bu çeliúkilere duydu÷u öfke ve bu düúünce kalıplarına karúı verdi÷i mücadele, anarúizme ve kadın hareketine farklı açılımlar kazandırmıútır. Kültürel feminizmin önemli sorunsallarından biri olan kadının beden ve düúünce birli÷i ve bu birlikteli÷in uyumlu ve dengeli bütünlü÷ünü kendi bedeninde hissetmez Goldman; “Birbirine zıt ton ve nitelikteki çeúitli yumaklardan dokundu÷umu fark etmiútim ne zamandır. Ömrümün sonuna kadar kiúisel bir yaúama duydu÷um özlemle, kendimi idealime adamak arasında parçalanıp duracaktım.”174 Sadece Goldman’ın derdi de÷il, tüm kadınların derdidir bu. Bedeni içine hapsedilmiú kadınlık beklentilerini tersine çevirmeye çalıúan, aklı ve özgür düúüncesiyle yaúamını ve toplumu yeniden dönüútürmek isteyen kadına karúı önyargı, toplumsal yaúamın eril hafızasına kazınmıú kabullerdir. Eúitli÷in, aklın, mantı÷ın uza÷ındaki bu anlayıú, kendini keúfetmiú özgürleúim yolunda mücadele eden her kadının yaúayaca÷ı bir kıskaç olarak karúısına çıkar. 1900’lü yıllarda yaúam, toplumun eme÷iyle geçinmek zorunda olan kesiminde erkek ve kadın için oldukça a÷ır ve yıpratıcıdır. Ama kadınların durumu içler acısıdır. “Kadınlar dertten, a÷ır iúlerden sık çocuk do÷urmaktan baúlarını alamıyorlardı.”175 Amerika’da øngiltere’de, Fransa’da, øsviçre’de konferanslar veren anarúistlerin kraliçesi Goldman’a göre kadın nerde olursa olsun aynı kaderi paylaúmaktadır. Ve taúıdıkları bedenin sürekli artan a÷ırlı÷ı altında namus, do÷urganlık, ev, annelik çemberinde tutulurlar. Kadının yoksullu÷unu artıran ve ona hareket alanı sunmayan kurumların en önemlisi Goldman için 173 Emma Goldman, Hayatımı Yaúarken, 1.cilt, çev. Emine Özkaya, Metis- Kaos Yayınları, østanbul 1997, s. 157. 174 A.g.e. , s. 159. 175 A.g.e. , s. 244. 82 kilisedir. “..kapitalizm acımasızdı, devlet her bireysel sosyal hakkı eziyordu ve kilise yine onlarla birlikteydi…..duyarsız kalabalıkların acılarını seslendirmeye cesaret edenlere verilen karúılık zulüm ve hapisti.”176 Bir kadının kendi bedeniyle ilgili tasarrufu kendi elinde olmalıdır. østedi÷i zaman anne olabilmeli, istemedi÷i çocu÷unu do÷urmama hakkını elinde bulundurabilmelidir. O dönemin Amerikası için bu istemler gerek kadın için, gerek erkek için üzerinde düúünülmesi bile günah ve yasak konular arasındaydı. Özellikle yoksul kadınlar, var olan çocuklarının karınlarını doyuramazken önüne geçemedikleri bir sürü gebelikle karúı karúıya kalmaktaydılar. Yeterli beslenememe, do÷um sırasında ölümler, gebeli÷i ortadan kaldırmak için kadının bedenine karúı, canına mal olan geleneksel uygulamalar, onu yaúam karúısında iyice güçsüz düúürmekteydi. “Özellikle do÷um kontrolü konferansımda çok sayıda kadının bulunması büyük önem taúıyordu.önceleri kadınlar böyle konuları de÷il toplum önünde, kendi aralarında bile konuúmaya cesaret edemezlerdi. ùimdi ise toplantılarda kalkıp ev içi köleli÷i, hizmetçi ve çocuk bakıcısı rollerini açıkça sorgularken nefretlerini haykırıyorlardı. Bana en büyük cesareti veren, kadınların bu ola÷anüstü uyanıúıydı.”177 Bir kadın ve hemúire olarak kadınların bu açmazına tanık olan Goldman için özgürleúmenin bir parçası olan. “Do÷urganlı÷ın sınırlanması, … toplumsal mücadelenin yalnızca bir yanını oluúturuyordu.”178 Buna karúın Goldman, alanlarda bu konuyu duyurmak için tutuklanma riskini hiçe sayarak konferanslar vermiú yazılar yazmıútır. Goldman’a göre kadın kurtuluúunun en kahramanca savunucuları do÷um kontrolü, gönüllü annelik, istenmeyen çocu÷u do÷urmama hakkı için verdikleri mücadelelerde büyük bedeller ödemiúler, saldırılara u÷ramıúlar hapis yatmıúlar ve hayatlarından olmuúlardır. Amerika’da o yıllarda do÷um kontrolü üzerine bilgi veren tek kadın Margaret Sanger’dir. 176 Emma Goldman, Hayatımı Yaúarken, 2.cilt, çev. Emine Özkaya, Metis- Kaos Yayınları, østanbul 1997, s. 532. 177 Emma Goldman, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim De÷ildir, çev. Nemci Bayram, Agora Kitaplı÷ı, østanbul, 2006, s. 85. 177 Emma Goldman, Hayatımı Yaúarken, 2.cilt, çev. Emine Özkaya, Metis- Kaos Yayınları, østanbul 1997, s. 548. 178 A.g.e. , s. 562. 83 Sanger’in tutuklanmasıyla bu hayatı görevi Goldman üstlenir. Tutuklanmasına kesin gözüyle bakılırken, do÷um kontrolünün toplumsal ve tarihsel önemi, gebeli÷i önleme yöntemleri, çeúitleri ve uygulanması ve etkileri üzerine konuúur. 1915’te do÷um kontrolü üzerine verdi÷i “proletaryanın yaúamında özgürleútirici bir unsur olarak do÷um kontrolünün sosyal ve insanı de÷erine”179 iliúkin bir konferans nedeniyle tutuklanır. Goldman’ın tutuklanması, kadının bedeni üzerindeki denetleme mekanizmasının, hükmünü devam ettirmek için canla baúla çalıútı÷ının göstergesidir. 3.3.1. Özgür Aúk, Özgür Annelik “…kadınlar kendi kurtuluúlarının altına imzalarını attıklarında, kadının ilk ba÷ımsızlık bildirgesinin, cebinde ne kadar para oldu÷una bakarak de÷il, kalbi ve zihnine duydu÷u hayranlıkla bir erke÷i sevmek oldu÷una inanıyorum. Kadının ikinci ba÷ımsızlık bildirgesi de, dıú dünyayı araya sokmadan kendi aúkının peúine takılma hakkına sahip çıkması olacaktır. Üçüncü ve en önemli bildirgeyse, mutlak bir hak olan özgürce annelik hakkının tanınmasıdır.”180 Goldman’a göre aúk, özgürleútirici bir olgudur. Bedenlerinde ve düúüncelerinde kendini keúfetmiú, kilise, devlet, aile gibi kurumların tutsaklı÷ından kendini kurtarmıú, tahakkümün ve kontrolün her çeúidine karúı kadınların güvenece÷i tek gerçekliktir aúk. Böylesine gerçek, kadının, ötelenmeden aúa÷ılanmadan, düúüncelerine ve bedeni üzerindeki kadının kontrol hakkına, saygıyla dokunmuú bir yaúamda çocuklar, özgürce, yaúam hakkına sahip olabileceklerdir. Aúk, evlilik gibi kadının akıl ve ruh sa÷lılı÷ını bozan, kadının bedeninin, yaúamının, kontrolünü kocasına devreden bir süreç de÷ildir. Tek sesli erkek hegemonyasına dayanmadı÷ı için kadın-erkek ve çocuklar için özgürleútirici oldu÷u gibi yaúamın tam da kendisini içinde barındıran bir yolculuktur. 179 Emma Goldman, Hayatımı Yaúarken, 2.cilt, çev. Emine Özkaya, Metis- Kaos Yayınları, østanbul 1997, s. 578. 180 Emma Goldman, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim De÷ildir, çev. Nemci Bayram, Agora Kitaplı÷ı, østanbul, 2006, s. 17. 84 “soy soy diye ba÷ırıyorlar kral, baúkan, kapitalist papaz. Diyorlar ki, kadınlar birer makineye indirgenerek soy sürdürülmeli ve evlilik kurumu da kadınların zararlı cinsel uyanıúına karúı yegane emniyet supabımızdır”181. Aúkın sorumlulu÷u yalnızca iki kiúiye aittir. Ne devlet, ne kilise ne aile, onu tekeline alabilir. Böylece bu kurumların kadın üzerinde kökleúmiú baskılama ve susturma politikalarını, içinde barındırmaz. Kadın yaúamı, seçimleri tercihleri konusunda özgür, taúıdı÷ı bedenle barıú içinde ve bu bedene dair her türlü denetimi kendi elinde bulundurur. Aúkla kurulmuú birlikteliklerdeki bireylerin birbirine saygısı, sevgisi anlayıúı, hiyerarúinin ortadan kalkması, bireylerin toplumsal geliúiminin önünü açar. Bu huzurlu ve sıcacık birlikteliklerin ürünü olacak çocuklar güvenli, úiddetten ve otoritenin ba÷nazlı÷ından uzakta daha sa÷lıklı bireyler olabilirler. “Her aúk iliúkisi do÷ası gere÷i mutlak anlamda úahsi bir iliúki olmak durumundadır. O aúka ne devlet ne kilise, ne ahlak, ne de baúka insanlar karıúabilir. Ne yazık ki gerçek hayatta iúler böyle yürümüyor. ønsanın en mahrem iliúkisi, yasaklarla, düzenlemelerle ve baskılarla denetim altına alınmaya çalıúılıyor. Oysa bu dıúsal faktörlerin hepsi de aúka mutlak anlamda yabancı olgulardır.”182 Goldman’a göre, özgür ruhların arenası olan aúk, evlilikle birlikte var olamaz. Evlilik kadın için kölelik düzeninin devamıdır. Evlilik, aúk gibi masum de÷ildir. Evlilik ataerkinin efendilerinin rahatı ve sistemin devamı için tasarlanmıú, içinde kilisenin, devletin kontrolünü ve tahakkümünü barındıran, kadının bedenen bastırılmasına, sömürülmesine izin veren, temelini eúitsizlikten alan bir kurumdur. Gücünü erke÷in fetih kültüründen aldı÷ı için kadına özgürleúme yolunu kapatır. Eril anlayıúla taçlanan evlili÷in kadına bakıúı, korunmaya muhtaç, erkek olmadan bir hiç, sadece erke÷in maddi ve fiziksel gücüyle kendini ifade edebilecek, soyun devamını sa÷layan, düúüncesini, aklını, her türlü birey olma gerçekli÷ini erke÷e devretmiú ve yalnızca beden olarak erke÷in úehvetini cezbeden bir metaya indirgemiútir. 181 Emma Goldman, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim De÷ildir, çev. Nemci Bayram, Agora Kitaplı÷ı, østanbul, 2006, s. 31. 182 A.g.e. , s. 36. 85 “Toplum, erke÷in cinsel deneyimini onun geliúiminin do÷al gere÷i sayarken, kadının benzer deneyimine korkunç bir musibet, namusunu ve bir insan da bulunan bütün iyi, güzel faziletleri kaybetmesi gözüyle bakar….Masumiyet kisvesiyle genç insanları cinsel konularda tam bir cehalet halinde bırakır.”183 Goldman için, kadının tek pazarlık edebilece÷i alan erke÷in be÷enisine hazırladı÷ı ve sundu÷u fiziksel çekicili÷i olmuútur. Bu alan toplum ve kurumları tarafından beslendi÷i ve yüceltildi÷i için kız çocukları bir sunum nesnesine dönüútürülür. Gelece÷in kadınlarının kulaklarına, masum, olmaları, itaatkar olmaları, sabırlı olmaları, erke÷in be÷enisini her daim kazanabilmek için bedensel çekiciliklerine dikkat etmeleri, iyi bir anne olmaları ve öncelikle kocalarının daha sonra çocuklarının hizmetini eksiksiz yerine getirmeleri fısıldanmıútır. Kadınlar için ne bunların dıúında bir yaúam ne düúünülmüú ne tasarlanmıútır. Goldman’a göre böyle bir yaúam modeli kadının cehaletini pekiútirdi÷i için kadını toplumsal yaúamda korunaksız ve güçsüz kılarak bir erkek için av haline getirmektedir. “Kadının bir cinsel meta olarak yetiútirildi÷i, böylelikle cinsiyetin anlam ve öneminden yok sayıldı÷ı kabul görmüú bir gerçektir….. bir kız asla kendisini nasıl koruyaca÷ını, hayatının en önemli parçasının ne anlama geldi÷ini bilememektedir. Bu durumda, fuhuú karúısında kolay bir av olmasında ya da cinsel haz u÷runa baúka türde aúa÷ılayıcı iliúkiye kapılmasına úaúırmamak gerekir.”184 Erkeklere ise dünya iúlerinin yolu açılmıú akıl ve düúünce tekellerine devredilmiú, gelece÷in koruyucuları, teknolojinin yaratıcıları, ülkelerin askerleri, olarak rekabet ve fetih sembolü olarak görülmüútür. Bu kadar de÷erli görevlerle ve yeteneklerle! donanmıú bedenden özgürleúmiú erkek için cinsiyetinin sınırlılıklarında dönüp duran kadın da, bir fetih nesnesinden öteye gidememiútir. “Cinsel konularda erkek serüvenleriyle ve kadınlara karúı baúarılarıyla sonsuz bir biçimde övünen bir palavracı…. Çocuklu÷undan itibaren kula÷ına mütemadiyen, kadınların fethedilmeyi istedikleri, ayartılmayı sevdikleri yolunda sözler fısıldandı÷ı için fatih rolünü oynamakta ısrar eder.”185 183 Emma Goldman, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim De÷ildir, çev. Nemci Bayram, Agora Kitaplı÷ı, østanbul, 2006, s. 62. 184 A.g.e. , s. 61. 185 A.g.e. , s. 39. 86 Erkeklerin ölçütlerini saptadı÷ı erkeksi niteliklerle iúleyen bir yaúama, dezavantajla baúlayan kadının kamusal yaúamda yaptı÷ı iúler de onun cinsiyetine kurban gitmektedir. Erkekle aynı iúi yapsa da, ondan daha fazla performans görse de kadın oldu÷u için daha düúük ücrete talim etmek zorunda kalmaktadır. “Evlilik…, salt ekonomik bir düzenlemedir; kadına süresi ömür boyu olan bir sigorta poliçesi sa÷lar, erke÷e de kendi türünü devam ettirmesini sa÷layacak tatlı bir oyuncak. Yani evlilik, ve bu yolla sa÷lanan e÷itim düzene÷i, kadını asalakça, ba÷ımlı olarak ve çaresiz bir hizmetkarmıú gibi sürdürece÷i bir hayata hazırlarken, erke÷e bir insanın hayatını tapulu mülkmüú gibi sahiplenme hakkını tanır.”186 Goldman’a göre, evlilik, özgür aúkın, özgür anneli÷in yolunu tıkayan, kapitalist eril sistemin devamı için kadını ve erke÷i hapsetti÷i bir kölelik düzenidir. Bu düzenin devamında kilise baú rol oyuncularından biridir. “Yüzyılı aúkın bir süredir, øncil’deki “ölüm bizi ayırana kadar” sözündeki eski evlilik ba÷ı, erke÷in kadın üzerindeki hakimiyetine, kadının, erke÷in emir ve arzularına tam teslimiyetine, erke÷in adı ve kazancına mutlak ba÷ımlılı÷ına dayanan bir kurum olarak görülmüútür.”187 Kilise kadına karúı en büyük iki yüzlülü÷ü ve ahlak polisli÷i göreviyle onu erke÷in hizmetçisi, ve neslin devamı olarak, düúünce, akıl ve kendi bedeni üzerindeki her türlü tasarruf hakkından muaf tutarak ona özgürleúme yolunu kapatmıútır. Kendi bedenini keúfetmiú ve bedeninin denetimini eline almıú özgürleúen her kadın, Goldman’a kilisenin ve devletin elindeki bu muhafazakar kuruma, hayır demelidir. Bu zor ve bedeli a÷ır bir süreçtir bu nedenle, “Yine de bir çok özgürleúmiú kadın, do÷asına zarar veren dayanılmaz ahlaki ve toplumsal önyargı zincirleriyle prangalanmıú oldu÷u bir úekilde evlenmemiú olarak yaúamak yerine, bütün noksanlıklarına ra÷men evlili÷i tercih”188 etmektedir. 186 Emma Goldman, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim De÷ildir, çev. Nemci Bayram, Agora Kitaplı÷ı, østanbul, 2006,s. 16. 187 A.g.e. , s. 84. 188 A.g.e. , s. 84. 87 3.3.2.Feminist Devrim Tahayyülü: Parlak Bir Gelece÷in Enerjik Adımları ve Kadınların Kurtuluúu “Kadın ancak, erkek gibi kendini merkez almayı ö÷rendi÷i, hayata atılma ve bunun bedelini ödeme cesaretini gösterdi÷i zaman özgürlü÷üne kavuúabilirdi. Ve erke÷in tamamen özgürleúmesi de buna ba÷lıydı.”189 Bir anarúist olan Goldman için, toplumsal özgürleúme kadın ve erkek için ayrı úeyler de÷ildir. Ancak bir kadın olarak, inandı÷ı düúüncenin kadına yönelik tuzakları oldu÷unu fark etti÷i için kadının özgürleúimine ayrı bir önem verir. Goldman’a göre kadın için özgürleúme, öncelikle kadının bu yolculu÷u gö÷üsleyebilme cesaretine ba÷lıdır. Çünkü varolan kurumlarıyla toplum, kendini tehdit eden alternatif düúüncelerin tasarlandı÷ı yeni bir toplum inúasına izin vermez. Dolayısıyla özgürlük, zorlu oldu÷u gibi bir o kadar da gözüpeklik ve cesaretle savunulması gereken bir olgudur. Kadının öncelikle yapması gereken úey, içinde yaúadı÷ı ailenin, dinin, devletin, geleneklerin, kendi bedeni üzerinde yaúatmaya çalıútı÷ı ideolojiyi deúifre etmek, bu farkındalıktan sonra bunlardan sıyrılmaktır. “Kadın bunlara,, kendi ayakları üzerinde durarak, kendi sınırlanamaz özgürlü÷ünde direterek, kendi öz do÷asına, -hayatının en büyük nimeti olan bir erke÷e aúık olma dürtüsü yada en müthiú ayrıcalı÷ı olan çocuk do÷urma hakkı onu ça÷ırdı÷ında- kulak vererek karúı koymayı ö÷reninceye dek kendisine özgürleúmiú diyemez.”190 Goldman’a göre kadının kurtuluúunu, binlerce yıldır kadını sadece bir bedene indirgeyerek akıl ve düúünceyi ondan olabildi÷ine uzak tutan eski gelenek ve inanıúlar, reçete olamaz. Olsa olsa bunlar yalnızca onun prangası olabilir. “Kurtuluú, daha parlak ve berrak bir gelece÷e do÷ru enerjik adımlar atmaktır.”191 Bu adımı attı÷ında kadının yaúama gücü, enerjisini, sessizli÷inden, itaatinden, bedenine yabancılaúmasından de÷il, aksine bedenini özgürce denetleme kontrolünü elinde bulundurmasından, istedi÷i zaman, istedi÷i 189 Emma Goldman, Hayatımı Yaúarken, 2.cilt, çev. Emine Özkaya, Metis- Kaos Yayınları, østanbul 1997, s. 566 190 Emma Goldman, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim De÷ildir, çev. Nemci Bayram, Agora Kitaplı÷ı, østanbul, 2006, s. 85 191 .A.g.e. , s. 86 88 kiúiye aúık olmasından, istedi÷i zaman ve istedi÷i kiúiden çocuk sahibi olmasından ve özgürlü÷ün iliklerine iúlemiú tadından ve gücünden beslenecektir. Kadınların erkeklerle eúit yurttaúlık hakları için mücadeleden kaçınmayan Goldman’a göre özgürleúme için bu istemler yeterli de÷ildir. Güzel taleplerdir, kuúkusuz kadına hareket alanı kazandırır ancak özgürleúmenin ve kurtuluúun daha farklı bir zemini vardır. Öncelikle bu zemin, insanı insanlıktan çıkaran her türlü baskıyı, úiddeti, yoksullu÷u ve yoksunlu÷u ortadan kaldırmak için kadının ruhunda baúlattı÷ı kavgada taçlanır. “Özgürleúme, kadının ruhunda baúlar. Tarih bize, her ezilen sınıfın özgürlüklerini efendilerinden kendi güçleriyle söküp aldıklarını gösteriyor. Kadının bundan ders çıkartması çok önemlidir ki özgürlü÷e ulaúma gücü ne kadar artarsa özgürlü÷ü de o kadar artacaktır.”192 Gilman’nın da üstünde durdu÷u eril düúüncenin dünya tasarımlarından biri olan ve kültürel feministlerin reddetti÷i erkeksi fetih duygusu, Goldman’da da al aúa÷ı edilmiútir. Erke÷in toplumsal dünyanın olmazı olarak meúrulaútırdı÷ı, savaú, rekabet, fetih yapabilme üstünlü÷ü, ve bunları gerçekleútirebilecek yeteneklerin yegane temsilcisi oldu÷u inancı Goldman’a göre dar bir o kadar da küçük bir alandır. Dünya, buyurgan ve buyurgan oldu÷u kadar da öfkeli ve ayırıcı bir erkek üstünlü÷üyle úekillenemeyecek kadar zengin ve büyüktür. “Küçüklük böler, geniúlik birleútirir.…Cinsler arasındaki iliúkide fethetme ve fethedilme kavramlarına yer yoktur; bir tek yüce úey vardır: insanın kendisini daha zengin, daha derin ve daha iyi bulması için sınırsız olarak vermesi vardır. Bu arzu tek baúına boúlu÷u doldurabilir ve kadının özgürleúmesindeki trajediyi neúeye ve sınırsız e÷lenceye dönüútürebilir.”193 Goldman’a göre kadın erkek arasındaki ayrım, gücünü ekonomik eúitsizlikten alan kapitalist sistem tarafından beslenir. Bu sistem, ne kadın için ne erkek için içinde, özgürleúme alanı barındırmadı÷ından, kadın-erkek arasındaki çift kutupluluk, ona karúı mücadeleyi zayıflatmakta, cinsler arasındaki uyum ve barıúın oluúma koúullarını zorlaútırmaktadır. “insan soyu arasındaki bir sürü temel farklılı÷a, sınıf ve ırk ayrımına, 192 Emma Goldman, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim De÷ildir, çev. Nemci Bayram, Agora Kitaplı÷ı, østanbul, 2006, s. 87. 193 A.g.e. , s. 87. 89 kadın ve erkek hakları arasına çizilmiú yapay sınırlara bakmaksızın, …..bu farklılıklar mükemmel bir bütünde birleúebilir. ….Bütün hayatımıza hükmeden karúıt ve çatıúan çıkarların do÷urdu÷u genel toplumsal uzlaúmazlık, ekonomik eúitlik ve adalet ilkelerine dayanan toplumsal hayatımızın yeniden örgütlenmesi somutlaútı÷ında da÷ılıp parçalara ayrılacaktır.”194 Üzerinde yaúadı÷ımız dünya hem kadını hem erke÷i içine alacak geniúlikte ve zenginliktedir. Bu nedenle kadınlar ve erkekler için, ne eúitlenmeyi, ne ayrılmayı gerektirir. Goldman’a göre her iki cins de kendi içinde ayrı birer dünyadır. Hangi görüúten hangi cinsten hangi ırktan olursa olsun tüm insanlık için temel zemin; “…..bir insanın hem baúka insanlarla birlikte oldu÷unu derinden hissedip, hem de bireyin bütün karakter özelliklerini benli÷inde barındırması, hem kendisi olup hem de baúkalarıyla birlik olabilmesidir.”195 Goldman’a göre özgürleúme öncelikle kadının kendi ruhunda baúlar. Kendi ruhunda estirdi÷i bu rüzgarla kadın, bir kadın olarak, önce kendi bedeni üzerindeki tüm hakların kontrolünü eline geçirir. Bedenin tüm hücresine nüfuz etmiú bu tutsaklı÷a karúı bu zorlu baúkaldırıúla birlikte kadın, özgür bir toplum inúa etmek için, özgür bir birey olarak iúe baúlamıú olur. Kadının, kendi isteminin dıúında seyreden ve onun yüre÷ini tutuúturmayan bir özgürleúme hareketi onun kurtuluúuna katkı koyamayacaktır. “Özgürleúmeyle, kadının içinde úiddetle arzuladı÷ı iddia ve eylem ifadesini bulacaktır; bütün yapay sınırlar yıkılacak, özgürlü÷e giden yol asırların köleli÷i ve teslimiyetinden arınacaktır. Bu, kadının özgürlük hareketinin esas hedefi olmuútur.”196 Yaúamını adadı÷ı davasında, kadınların özgürleúme ideallerini de savunan ve özgür bir kadın olarak bu idealleri yaúamına uygulayan Goldman için, kendini kadınların özgürleúmesine adamıú, cehalete, kadınların bedenleri üzerindeki denetime karúı tahakküme, yozlaúmaya savaú açmıú cesur kadınların büyük kitleleri örgütledi÷i kadın hareketi baúarıya ulaúamamıútır. Birkaç eyalette kazanılan oy hakkı, ne toplumu ne de siyaseti yeniden yapılandırmaya yetmemektedir. Goldman, kuúkusuz kadınların 194 Emma Goldman, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim De÷ildir, çev. Nemci Bayram, Agora Kitaplı÷ı, østanbul, 2006, s. 77. 195 A.g.e. , s. 78. 196 A.g.e. , s. 78. 90 özgürleúme mücadelesine karúı de÷ildir. Bu mücadelede eleútirdi÷i noktalar vardır. Kadın hareketi önemli kazanımlar getirmiútir bunu yadsımaz ama, özgürleúme idealinin mantı÷ı Goldman’a göre sı÷dır. Kadınlar için, kapitalist sisteme alternatif yaúam alanları kazandıramamıútır ølk özgürleúme sloganları her türlü cehaletin, geleneklerin kısıtlayıcılı÷ının, baskının, sömürünün ve denetimin karúısındadır. Buna ra÷men özgürleúmiú modern kadın, kendi iúini seçebilse de, (doktor, mimar, mühendis, ö÷retmen, avukat) erkek meslektaúlarıyla aynı ücreti ve aynı kabullenmeyi yaúayamazlar. øú dünyasında kadın, erkekle eúit de÷eri görebilmek u÷runa tüm zamanını ve enerjisini vermek zorunda kalır. Bu da kadının akıl beden dengesini zorladı÷ı için sinirlerini yıpratır. Goldman’a göre, ayartıcı eúitli÷e ulaúanlar vardır fakat, “bunun bedelini fiziksel ve psikolojik sa÷lıklarından ödün vererek ödemektedirler.”197 “Çalıúan kızların ve kadınların büyük ço÷unlu÷una bakarsak, evin darlı÷ı ve özgürlükten yoksunlu÷u, fabrikanın, dükkanın, konfeksiyonun ya da büronun darlı÷ı ve özgürlükten yoksunlu÷uyla de÷iútirmekle ne kadar ba÷ımsızlık sa÷lanmıútır. Buna ek olarak, ço÷u kadının sırtına, bütün bir günün zorlu çalıúmasının ardından hiç de evim evim güzel evim dedikleri türden sıcak, derli toplu ve davetkar olmayan bir eve bakmanın yükü eklenmiútir. Ne muhteúem ba÷ımsızlık.”198 Goldman’a göre, kadının özgürleúme hareketi özgürleúti÷ini savunan modern kadınlar yaratarak kadını kendi bedeninden uzaklaútırmıútır ve yabancılaútırmıútır. Eril anlayıúa göre inúa edilen, iú dünyası ya da kamusal sistem var olan dinamikleriyle iúlemektedir. Bu mevcut düzene ba÷ımsızlı÷ını kazandı÷ını iddia eden kadın entegre olmuútur. Koúullar de÷iúmedi÷i ya da yeniden oluúturulmadı÷ı için ve kadın iúleyiúini kendisinin oluúturmadı÷ı bir düzende, erkek meslektaúlarıyla eúitlik yarıúına girmiútir. Bu adaletsiz yarıú Goldman’a göre; “bir erke÷e aúık olma korkusu; aúkın özgürlü÷ü ve ba÷ımsızlı÷ı ellerinden çalınaca÷ı endiúesi, aúk ya da annelik hazzının mesle÷inde tecrübe kazanmasına engel olaca÷ından duydu÷u dehúet; bunların hepsi özgürleúmiú modern 197 Emma Goldman, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim De÷ildir, çev. Nemci Bayram, Agora Kitaplı÷ı, østanbul, 2006, s. 80. 198 A.g.e. , s. 80. 91 kadını kendi ruhunun duygularının farkına varamayan, acıyı ve neúeyi doya doya yaúamayan saplantılı bir rahibe yapıyor.”199 ùimdiye kadar kadının maruz kaldı÷ı tüm yok sayılma politikalarına karúı bedensel bütünlü÷ü ve bu bütünlü÷ün, avantajının önce kadın tarafından fark edilerek ardından bu olumlamanın topluma yansıtılmasını savunan kültürel feminizm içinde yer alan Goldman’a göre; “Methiyeler düzdü÷ümüz ba÷ımsızlık, hepsinden öte kadının do÷asını, onun sevme ve annelik içgüdülerini a÷ır a÷ır köreltip bo÷an bir süreç”200 niteli÷i kazanmıútır. Gerçek özgürleúmenin içi boúalmıú ve ço÷unlu÷un anladı÷ı özgürlük, hakiki bir aúktan, anne olmanın güzelli÷inden, kadının bedeniyle duydu÷u uyum ve barıútan, özgürlü÷ün hiçbir sınırı ve ölçütü kabul etmeyen tutkusundan tamamen farklı bir özgürlük arayıúına dönüúmüútür. Ço÷unlu÷un kabul etti÷i özgürleúme hareketinin ba÷ımsız modern kadınları, Goldman’a göre, çürüdü÷ü halde etkisini kaybetmeyen ataerkil kalıntılara tutunmayı (evlilik, aile gibi) ve oradan güç almayı özgürlük için bir engel olarak görmemektedirler. Kadın özgürleúme sürecindeki ataerkil tuzaklara dolanmıú ve bu tuzaklar onu tökezletmiútir. Muhafazakar gazeteler, tehdit olarak gördükleri ba÷ımsız kadını aile de÷erlerine karúı saygısız, varolan ahlak sitemine kayıtsız ve bu yüzden ihtirasın ve úehvetin kölesi olmuú kadınlar olarak resmetmiúlerdir. Goldman’a göre, kadın hakları savunucuları mizahtan yoksun oldukları için bu resme karúı ver yansın ettiler ve böyle kadınlar olmadıklarını ispata giriútiler. “Pek tabii erke÷in kölesi olarak kaldı÷ı sürece kadının iyi ve saf olması mümkün de÷ildi, fakat ba÷ımsız ve özgür oldu÷unda ne kadar iyi olabilece÷ini ve toplum kurumları içersinde nasıl da arındırıcı etkilerde bulunabilece÷ini fiilen kanıtlayacaktı.”201 199 Emma Goldman, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim De÷ildir, çev. Nemci Bayram, Agora Kitaplı÷ı, østanbul, 2006, s. 81. 200 A.g.e., s. 80. 201 A.g.e., s. 82. 92 Goldman’ın ideallerini yaúama aktarmayı bir sanat olarak gördü÷ü özgürleúme mücadelesi, gücünü yola çıktı÷ı ve de÷iútirmek istedi÷i hedeflerden almalıdır. Kadın hareketine yönelik eleútirileri, bu hareketi yok saymak ya da kazanımlarını yadsımak olarak de÷il, kurtuluúun, ataerkil tuzaklara yakalanmadan bu tuzaklara meydan okuyarak, toplumun yeniden dönüútürüldü÷ü bir özgürleúme yolculu÷u oldu÷unu kadın hakları savunucularına hatırlatmaktır. “Kadın hakları hareketinin pek çok zinciri kırmıú oldu÷u do÷rudur, ancak yeni zincirler ekleyerek hakiki özgürleúmenin büyük hareketi, özgürlü÷ün gözünün içine bakabilmiú kadınlara henüz kavuúamadı.”202 Goldman için toplumun özgürleúmesi, sadece kadının özgürleúmesiyle yakalanacak bir süreç de÷ildir. Can çekiúen ve çürümeye yüz tutmuú geleneklerin ve ahlak sisteminin alternatifi olan, özgür aúk ve özgür annelik, kadının tek baúına özgürleúmesiyle yakalanamaz. Dolayısıyla toplumun özgürleúmesi için kadın ve erke÷in birlikte özgürleúmeleri gerekmektedir. Böylesi bir özgürlük birbiri içinde eriyen ortak bir amacı hedeflemiú bir özgürlük tutkusudur. Bu tutkunun meyvesi olan çocuk için annenin ve babanın bedenlerinden fıúkıran özgürlük ve yaúam enerjisi, eúit derece önemlidir. Bu nokta kadınlar için kaçırılmaması gereken bir noktadır . Gilman ve Goldman’ın kültürel feminizm içinde anılmasına neden olan ortak paydalar, savaú karúıtlı÷ı ve erkeklerin fetih merakının, toplumsal barıúı engelledi÷idir. Kadının bedeninin kontrolüne iliúkin yetkiyi kadına verirler. Kadın kendi bedeni üzerindeki tasarrufuyla kendini, bedenini keúfedebilir. Kadın için bu keúif yolculu÷u zordur fakat özgürleúmenin de birincil koúuludur. Kendi bedenindeki enerjiyi ve gücü fark eden kadın bedenin araçsallı÷ından kendini kurtararak, kadın olmanın getirdi÷i, bütünlüklü düúünmeyi, beslemeyi, büyütmeyi, toplumsal yaúama katabilir. Böylece yaúam iki cinsin yetenekleri ve özgürce geliútirebildi÷i yetenekleriyle zenginleúebilir. Bu iki feministe göre, kadınlık durumlarını yaratan biyoloji de÷il kültürdür. Gilman ütopyasında bunu tersine çevirmiútir. Özgür bir ortamda yeteneklerinin keúfeden kadın toplumsal inúa sürecine katılacak ve bedeninden gelen enerjiyi toplumsal fayda lehine kullanabilecektir. 202 Emma Goldman, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim De÷ildir, çev. Nemci Bayram, Agora Kitaplı÷ı, østanbul, 2006s. 82. 93 Tasarladı÷ı toplumsal yapı erke÷in gururla kendine mal etti÷i yaúanılan dünyadan daha sorunsuz ve insanların birbirine güvenerek barıú ve refah içinde yaúadı÷ı, ihtiyaçların hiç birinin atlanmadı÷ı bireylerin yaúamlarına nüfuz etmiú yaúayan bir yapıdır. Goldman’a göre, özgür bir úekilde her türlü baskıya ve ikincilleútirmeye ve kurumlara baúkaldıran kadın kendisi gibi özgür erkeklerle özgür aúklar yaúayabilecek ve özgürce anne olabilecektir. Kadının özgürleúmesi erke÷in özgürleúmesiyle iç içedir. Kadın kendi açısından bedensel özgürlü÷ünü keúfetti÷inde, üstünde dönen tuzakları fark edecek, bedensel cinsel hazzı için kendisini erke÷in emrine sunulan bir mal olmaktan öteye taúıyarak, düúünmenin, ve anneli÷in hazzını kendisi için yaúayabilecektir. øki düúünür ve eylemci için, kadın bedeninin nesneleútirilmesinde ataerkinin kullandı÷ı önemli kıskaçlardan biri olan annelik olgusu, artık kadına teslimiyeti, itaati, sı÷ınmayı dolayısıyla sessizli÷i ve boyun e÷meyi devam ettirecek bir yük olma durumundan çıkmıútır. Annelik kadın bedenin kadına sundu÷u çok özel bir hediyedir. Kadın bedeniyle kendi arasındaki savaúı toplumsal özgürlü÷üne aktarmıútır. Böylece bedeni üzerinde söz sahibi olmuú ve onun üreten, iyileútiren, bakan, büyüten, hazırlayan, hisseden, özelliklerini erke÷in açıkta bıraktı÷ı ve kendi de dahil hiç kimseye huzur ve refah getirmemiú toplumsal düzenin dönüútürülmesine aktarır. Goldman, Gilman kadar ısrarla üzerinde durmasa da yeteneklerin özgürce geliúebildi÷i, kadın ve erkek ayrımının dayatılmadı÷ı, kiúinin öz saygısını zedelemeyen, ona ailesinin bıraktı÷ı miras ya da statüyle de÷il sadece toplumun bir bireyi olarak de÷er veren nitelikli bir e÷itimle kültürün dönüúebilece÷ini iddia eder. E÷itim, bilinçlenmenin, farkında olmanın ilk dura÷ıdır onlara göre. Bu savunularını hayata geçirerek Gilman (1909-1916 arasında aralıksız Gilman’ın gayretleriyle çıkan dergi; The Forerunner) ve Goldman (1906 Mart’ından 1916’ya kesintisiz 10 yıl ve her ay çıkan Mother Earth dergisi) o dönem için çok zor olan úartları zorlayarak, bireysel gayretleriyle düúüncelerini kitlelere ulaútıran aylık dergiler çıkarmıúlardır. Oldukça uzun yayın dönemi boyunca dergiler önemli e÷itim malzemesi olarak bu iki feminist eylemci kadın tarafından kullanılmıútır. 94 Gilman gibi Goldman da sa÷lıklı, zengin ve donanımlı bir dünya için, farklılıkların çatıúarak, ayrımcılı÷ın körüklenmesiyle de÷il, her iki cinsin bedensel farklılıklarını da koruyarak özgürce geliútirdi÷i yeteneklere ihtiyaç vardır. Çünkü bu dünyada kadın kadar erkek de kıstırılmıútır ve durumlarından hoúnut de÷illerdir. Tüm savunularıyla bu iki eylemci feminist 1920’lerin feminist hareketi içinde çok önemli iki isim olmuútur. Eleútirdikleri ve de÷iútirmek istedikleri düúüncelerin, yapıların, kurumların aradan 100 yıl aúkın süre geçmesine ra÷men, biz kadınların özgürlü÷ünü hala tehdit ediyor olması onların kanayan yaraları ne kadar do÷ru tespit etti÷inin de göstergesidir. Kültürel feminizmin, anneli÷iyle, bedenlerindeki toplumsalı zenginleútiren özelliklerin farkındalı÷ıyla kadınları, bedenleriyle barıútırma süreci ve bu sürece iliúkin yeni dünyalar ve devrim önerileri kuúkusuz çok önemlidir. Feminist teori eúitli÷in arkasındaki farklılıkları gündeme getirmeye baúlamıú ve eúitli÷in gündelik yaúamda nüfuz edebilmesi için kültürel yapıların de÷iútirilmesi gereklili÷ini dile getirmiútir. Kadınların tarihsel süreçte, eril söylem tarafından kuúatıldı÷ı kavramlar özgürleúme yolunda dönüútürülmüútür. Fakat cinselli÷in merkeze alınarak, cinsiyetçili÷in, cinsel kimlikle ilgili cinsiyetçi kalıpların eleútirisine daha zaman vardır. Bunun için, kadınların cinsel özgürleúmesinin önünü açan eleútirilmelerine karúın, son derece radikal sorgulamalar getirerek hetoreseksüel cinselli÷i sorgulayan radikal feministleri beklemek gereklidir. Dördüncü bölümde cinsel boyunduru÷a baúkaldıran radikal feminizm ve bu teoride kadın bedenine yönelik özgürleúme olanakları tartıúılacaktır. 95 4. BÖLÜM: HETEROSEKSÜEL CøNSELLøöøN ELEùTøRøSø: RADøKAL FEMøNøZM “ne kapitalizmin ne de bir baúka ekonomik sistemin kadınlar üzerindeki baskının nedeni oldu÷una inanmıyoruz; ne de kadınlar üzerindeki baskının saf bir ekonomik devrim sonucu ortadan kalkabilece÷ine inanıyoruz.”203 Kate Milett, Ego Politikası. Radikal Feminizm, 1960 ve 1970 yılları arasında, radikal erkek örgütlerinde kadın oldukları için, aynı düúünceye tutkuyla hizmet etseler bile ayrımcılı÷a u÷rayan eylemci kadınlar tarafından geliútirildi. Radikal feministler, sol düúünce içinde atlanan ya da az vurgulanan kadınların öznellik sorunsalı üzerinde durdular. Egemenlik altına alınan ilk grup olan kadınlar üzerindeki, toplumsal sınıfların ortadan kalkmasıyla sona ermeyecek baskının ortadan kaldırılması için feminist bir devrimin ön koúul oldu÷u konusunda birleútiler. “Kiúisel olan politiktir”204 sloganıyla, Radikal feministler, erkek egemen de÷er yargılarıyla, kurumlarıyla baskı altına alınan kadınların, örgütlülük içinde ezilmenin kayna÷ına karúı güçlerini birleútirerek eyleme geçmelerini savundular. “Bir kiúi, kendi vücudu üzerindeki güçten yoksunsa o zaman kendi insanlı÷ından da yoksundur” 205 Bu cümle Radikal feministlerin sloganı olmuútur. Ayrıca erkek kontrolünde ve erkek istemlerinde kadın cinselli÷inin nasıl úekillendi÷ini ve kadınlara tekrar kendi tercihleriymiú gibi inandırılmaları üzerine yo÷unlaúmıúlardır. Kadın bedeninin erkek kontrolünden ba÷ımsızlaúarak kendi zenginli÷ini ve çeúitlili÷ini fark edebilmesinin yollarını tartıúmıúlardır. Bu bölümde; radikal feminizm içindeki tüm eylemciler ve kuramcılar arasından daha çok erkeklerin kadınların vücudunu denetim altına alma yolları üzerinde odaklanan iki feminist, Shulamith Firestone ve Kate Millet üzerinde durulacaktır. “Radikal feminist kuram en iyi ifadesini 1970’de yayınlanan iki temel yazıda bulur; Kate Millett’in yazdı÷ı 203 Aktaran, Josephine Donovan, Feminist Teori, çev. Aksu Bora, Meltem A÷duk Gevrek, Fevziye Sayılan, øletiúim Yayınları, østanbul, 1997, s. 273. 204 A.g.e. , s. 268. 205 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s.116. 96 Cinsel Politika ve Shulamith Firestone’nin yazdı÷ı Cinselli÷in Diyalekti÷i.”206 Gerek birincil kaynaklardan gitme ihtiyacı, gerek konuyla ilgili daha derin araútırma yapma iste÷i, böylesi zor bir seçimi gerektirmiútir. 4.1. Cinsel Boyunduru÷a Baúkaldırı Radikal feministler, kadınların, kadınlık rollerinden kurtulup özgürleúebilmeleri yolunda bir çok öneri getirmiúlerdir. Cinsiyet ayrımının ortadan kalktı÷ı cinsiyetsiz bir toplum bu öneriler arasındadır. Kadınları, erkeklerin cinsel denetiminden kurtarmak en önemli sorunsallarıdır. Bu nedenle erkek hakimiyetini meúrulaútırıcı bir özelli÷e sahip gördükleri heteroseksüelli÷e çok úüpheyle yaklaúmıúlardır. Tong’a göre radikal feministlerin, cinsiyete ve kadın bedeninin özgürleúimine yönelik söyledikleri, di÷er feministler tarafından söylenmiú olsa da radikal feministleri, radikal yapan úeyin, kadınların baskı altında tutulup cinsiyetlerinden ötürü sömürülme koúullarını, toplum ya da úartlardan daha çok erkekler tarafından yaratıldı÷ını söylemeleri olmuútur. “Radikal feministler, ataerkil ikilikleri- örne÷in, erkek/kadın, hakimiyet/birlikte yaúama, kültür/do÷a, akıl/duygu gibi ikilikleri gürültülü bir úekilde savunarak devrimsel bir aktivite içine girmeye, ataerkilli÷i inkar ederek de hakim ya da egemen kültüre gerçek bir alternatif oluúturmaya çalıúmıúlardır.”207 Joan Cocks’a göre radikal feministlerin oluúturdu÷u karúı kültür erkek egemenlinin kontrolünü engellemektedir ancak kendini var ederken, kendisini tanımlarken erkek kültürüne karúı, ona muhalefet ederek bunu yapmaktadır. Bu úekilde yapılan bir tanım ataerkinin yaptı÷ını tekrarlamak gibi bir úeydir. Bir çok eleútirmen radikal feministlerin “kendilerini erkeklere ait alanlara kadınların girmesine izin verilmeyecek bir özel bahçeye do÷ru itelemekte olduklarından kaygı duymaktadır.”208 Cocks için, aklı erilli÷in bir parçası olarak gören radikal feministler ataerki karúısında önemli bir mevziden mahrum kalmıú görünmektedir. “Cocks, kadınların 206 Josephine Donovan, Feminist Teori, çev. Aksu Bora, Meltem A÷duk Gevrek, Fevziye Sayılan, øletiúim Yayınları, østanbul, 1997, s. 274. 207 A.g.e. , s. 202. 208 A.g.e. , s.205. 97 kendilerini artık tarih ve toplumun dıúında büyülü bir a÷ içinde yaúayan insanlar olarak de÷il, tam tarih içinde kendileri ile bile çatıúma içinde olan kimseler olarak görmeleri gerekti÷ine inanmaktadır.”209 Jean Elshtain’e göre radikal feminizm, erke÷i ve kadını birbirinden ayrı birbirine karúı düúünerek hem bireyselli÷i hem de kadın ve erkek tarihini inkar etmektedir. Ayrıca de÷iúimi içinde barındırmamaktadır. Kadın ve erkek do÷asını de÷iútirmenin mümkün olmadı÷ına inanmak olan özcülük (essentialism) çıkmazına düúmek demek “siyasi tehlike içerdi÷i kadar analitik bir çıkmazı da dile getirmektedir…. Özcü düúünceler tarihi baskı görenlere, bunun kendi hayatlarındaki bir talihsizlik oldu÷unu, çünkü. Bunun böyle olması gerekti÷ini söyleyen baskıcı bir unsurdur.Özcü düúünceler köleli÷i haklı çıkarmak için kullanılmıúlardır.”210 Kadınları biyolojileri gere÷i beslenme ve yaúamlarını feda etmeye hazır, erkeklerin ise baskıcı, saldırgan kabul etmek Elshtain’e göre, bir çok radikal feministi kabul etmedi÷i ataerkil tuza÷a düúürmektedir. Çünkü kadınsı nitelikleri iyi, erkeksi nitelikleri kötü olarak ayrıútırmak ataerkinin yaptı÷ı bir úeydi, Radikal feministler kavramları tersinden söylemekle aynı hataya düúmekten kurtulamamıútır. “ Feministlerin, radikal feministlere borçlu oldukları úey, cinsellikleri oldu÷u ve bu cinsellik geçmiúte kadınlar için tehlikenin kayna÷ı olsa bile, gelecekte her bir kadın için gücün, mutlulu÷un merkezi olabilecektir.211 Radikal feminizm, kendi içinde bir takım tuzaklara takılsa da feminizme çok önemli katkılar sa÷lamıútır. Kadının kadın oldu÷u için cinselli÷inden ötürü ezilmesi, baskılanması, yasal eúitli÷in sa÷landı÷ı demokratik devletlerde, sınıf sisteminin ortadan kalktı÷ı Marksist devlette de olabilece÷ini göstermek önemli bir kanıttır. “Her hareket radikallere ihtiyaç duyar ve kadın hareketi de istisna de÷ildir. Radikal feministler olmasaydı, pornografi, fahiúelik, cinsel taciz, tecavüz ve kadınlara kötü muameleyi, do÷um kontrol, 209 Josephine Donovan, Feminist Teori, çev. Aksu Bora, Meltem A÷duk Gevrek, Fevziye Sayılan, øletiúim Yayınları, østanbul, 1997, s.206. 210 A.g.e. , s. 209. 211 A.g.e. , s. 212. 98 sterilizasyon kürtaj, yapay döllenme, tüp bebek, anlaúmalı annelik gibi konuları anlamamız daha yavaú olacaktı.”212 Radikal feministler, kadın bedeninin kullanımını, beden üzerindeki denetimi, tüketimi, taciz, tecavüz, pornografiyle gösterirken, kadının kadınlarla, bedeniyle bütünlüklü ve barıú halinde yaúanılabilece÷ini de göstermiúlerdir. 4..2. Özgürleúme Olana÷ı Olarak Üreme Teknolojileri. Firestone “Kadın özgürlükçüleri, tümüyle Batı kültürünün de÷il, kültürün düzenleniúini, daha da ileri giderek do÷anın düzenleniúini de÷iútirmek zorundalar.”213 Firestone, Cinselli÷in Diyalekti÷i adlı kitabında, kadınların toplumsal olarak ikincil durumlarının tarihsel süreçte nasıl do÷du÷unu, geliúti÷ini ve hangi kurumlar kanalıyla iúlerlik kazandı÷ını ayrıntılı bir úekilde analiz eder. Bu úekilde yola çıkmasının nedeni, Engels’in; “Çatıúmayı do÷uran olayların tarihsel sıralanıúını incelememiz gerekir ki böylece ortaya çıkan koúullar içinde, o çatıúmayı ortadan kaldıracak yolları bulabilelim”214 düúüncesidir. Firestone’a göre tarihi, durgun bir foto÷raf de÷il, oluúum içinde, etki-tepkizıtlıklarla iç içe geçmiú bir úekilde diyalektik açıdan ilk gören, Marx ve Engels’tir. Ondan önceki düúünürler sadece öneri getirmiútir. Aynı yanılgıyı ilk feministler yaúamıú ve erkek denetiminin olmadı÷ı bir toplum önermiúlerdir. Fakat, bu ilk düúünürler; toplumsal eúitsizli÷in nedenine, nasıllı÷ına ve hangi úartlarda ortadan kaldırılaca÷ına iliúkin ayrıntılı bilgiye sahip olmadıklarından düúünceleri yaúama geçememiútir. Firestone’nin kadın hareketine yöneltti÷i özeleútiri, özgürlük adına yola çıkan kadınların nasıl engellerle yollarından saptırıldı÷ını gözler önüne sermek ve cinsel boyunduru÷un temellerini görmek açısından önemlidir. Firestone’nin amacı; tarihi eskilere dayanan feminist hareketi yadsımak de÷il, ataerkil ideoloji tarafından nasıl amaçlarından alıkonuldu÷unu göstermektir. Eril tuzakları masaya yatıran Firestone, aynı tuzaklara düúmemek için, kadınların cins olarak sömürülmesini ortadan kaldıracak, iki karúıt kutup 212 Josephine Donovan, Feminist Teori, çev. Aksu Bora, Meltem A÷duk Gevrek, Fevziye Sayılan, øletiúim Yayınları, østanbul, 1997, s. 212. 213 Shulamith Firestone, Cinselli÷in Diyalekti÷i, çev. Yurdanur Salman, Payel Yayınları, 2. Basım, østanbul, 1993, s.14. 214 A.g.e. , s. 14. 99 olarak aynı mekanları paylaúan erkek ve kadınların, eúit bir dünyada yaúamasının yollarını aramaktadır. Yol alaca÷ı zemini iyi analiz eden Firestone’nin kuramına geçmeden, onun gözünden kadın hareketinin, özgürlük mücadelesine, kazanımlarına ve ataerkil gücün kendi devamının tehdidi gördü÷ü bu mücadeleyi nasıl tuzaklara düúürdü÷ünü görmek, Firestone’nin kuramını nasıl temellendirdi÷ini daha iyi anlatacaktır. Tarihsel süreç içinde do÷umu denetleme gücünü ellerine geçirinceye kadar kadınlar, bedenlerinin tutsa÷ıydılar. Adetleri, hastalıkları, aralıksız do÷umları, bebek ve çocukların bakımı vb. durumlar kadınları erkeklere ba÷ımlı kılıyordu. Do÷umu denetlemek ellerinde olmadı÷ı için, kadınların baúkaldırıları bireysel çabalardan öteye gidememiútir. 19.yüzyılın ortalarında sanayileúme hızlanınca kadınlar bedenleri üzerinde denetime sahip olmaya baúlayınca tam bir kadın hareketi baúlamıútır. Firestone için, kadın kurtuluú hareketi, her bir kurumunda her bir hücresinde kökleúmiú kadın cinselli÷inin yalnızca en çok görünen eúitsizli÷ini gündeme taúıyabilmiútir. ølk feminist hareketi, feminist kadınlar, bireysel olarak yaúamları pahasına, aileye, kiliseye, devlete, o dönemin Viktoryen de÷erlerine karúı, baúlatmıúlardır. Bunca yıldır sorgusuz sualsiz devam eden eúitsizlikler masaya yatırılmıú ve kadınlar düzeni tehdit eder hale gelmiútir. Amerika’da iç savaúın çıkmasıyla bunun da çaresi bulunmuú ve kadın hakları için mücadele eden kadınlar, toplumun birli÷i için daha önemli úeylere yönlendirilmiútir. Böylece bir süre daha kadın hareketi engellenmiú olmuútur. Firestone’ye göre kadınlar, “kendi davalarından vazgeçmeye kandırılmasalardı feminist devrimin ilk evreleri bu kadar karanlık olmazdı”215 1890’la 1920 arasındaki dönem kadın hareketinin en yo÷un oldu÷u devre olarak anlatılmasına karúın, örgütlenen kadınların gerçek kadın özgürlü÷üyle alakası yoktur ve yalnızca oy hakkına odaklanmıúlardır. Uzun, yıpratıcı mücadeleler sonucunda bu hakkın kazanılmasıyla kadın hakları hareketi adeta uykuya dalmıútır. Bu süreçten sonra reformcu kadın hakları savunucuları sistemle uzlaúarak sessizli÷i seçmiúler, kazanımdan hoúnut olmayan, memnuniyetsiz! feministler, talepleri anlaúılamadı÷ı için horlanmıú ve aúa÷ılanmıúlardır. Böylesi bir yapı içinde özgürleúme, toplumsal bir kazanım olmaktan ziyade kadının kendi sorunu haline gelmiútir. 1930’lı yıllarda, ekonomik bunalımdan 215 Shulamith Firestone, Cinselli÷in Diyalekti÷i, çev. Yurdanur Salman, Payel Yayınları, 2. Basım, østanbul, 1993, s. 28. 100 sonra, kadınlar için özgürlük miti devam etmesine karúın, cinsel anlamda eskisine göre daha özgür ve istedikleri sevgiliyi eú kılabilmelerine karúın kadınlar mutlu de÷ildirler. Bir kısmı komünist harekete katılarak ezilen sınıfın yanında oldu ama Firestone’ye göre kendi ezilmiúlikleriyle iúçi sınıfı arasında ba÷lantı kuramadılar. 1940’lı yıllardaki 2. Dünya Savaúı bireysel sorunları tekrar rafa kaldırmıú, erkekler evlerinden uzakta oldu÷u için kadınlar, ilk defa kadın oldukları için de÷il yeteneklerine göre toplumsal hizmete katkı koymuúlardır. “…kadınca bir yer yerine, geçici olarak insanca bir yer verildi kendilerine. Aslında kadın hakları savunucuları savaúları ellerine geçen tek olanak olarak de÷erlendirdiler.”216 Ellili yıllar Firestone’a göre, kadın açısından en karanlık yıllardır. Cepheden dönen erkek için kadınlar çalıúma yaúamından uzaklaútırılmıúlardır. Erkek döndü÷üne göre kadın, toplumsal düzenin devamı için evine dönmeli, iyi bir ev kadını, iyi bir anne ve eú olmalıdır. Düúünülerek hazırlanmıú kadını iúten uzaklaútırma politikası, sistem tarafından baúarıyla uygulanmıú ve kadın için en iyi yer ve durum kararı bir kere daha erkek tarafından kadın adına verilmiútir. Bundan önce devam eden özgürleúme hareketi kadına karmaúıklıktan baúka bir úey getirmemiútir. Kadın do÷asından kopartılmak istenmiútir. Karıúıklı÷a gerek yoktur, kadının deneyimledi÷i ve mutlu oldu÷u yuvası onu beklemektedir. Firestone’a göre 60’lı yılların delikanlıları yaratılan bu kadın tipini sevmemiútir. Erkekler, yaúamlarına ayak uyduracak havalı ve erke÷in istedi÷i úeyi anında yapacak kadınlar istemektedirler. Erkeklerin iste÷i úey sadece seksle sınırlı olunca, kadınlara yine bedenlerinin tutsaklı÷ı içinde yaúamak düúmüútür. Fakat e÷itimli ve yapacak daha farklı yetenekleri oldu÷unu düúünen kadınları bu beklenti mutlu etmemeye baúlamıú, çeliúkilerin ve çatıúmaların dozu artmıútır. Kadınların erkekten ba÷ımsızlaúması gerekmektedir ve kadınların bunu anlaması epeyce uzun zaman almıútır. “ insan olarak görmüyordu kimse onları. Toplumda kaçıp sı÷ınabilecekleri bir azınlık köúesi yoktu. Cinsel sınıflama sistemi her yeri sarmıútı.”217 Kadın haklarına karúı do÷an tepkiyle yetiúen annelerin kızları, yirmilerden altmıúlara kadar devam eden bir sessizlik döneminde úekillendikleri için, örgütlenme korkutucu bir 216 Shulamith Firestone, Cinselli÷in Diyalekti÷i, çev. Yurdanur Salman, Payel Yayınları, 2. Basım, østanbul, 1993, s. 37. 217 A.g.e. , s. 40. 101 úey olarak görünmektedir. Böylece özgürleúme için tek yol kalmıútır, bireysel çözüm. 1970’li yıllarda Firestone’a göre, kadınlar, yasalar önünde erkeklerle aynı hakka sahiptiler ancak, karar mekanizmalarında yer alamamaktaydılar. E÷itim eúitli÷ine sahip olmalarına ra÷men, e÷itim aldıkları alanlarda çalıúmaları zor olmaktaydı. Cinsel özgürlü÷e sahip oldukları halde, hala cinsel sömürüye maruz kalabiliyorlardı. Kitle iletiúim araçlarının, nasıl kadınlar olacaklarına dair bedenin sunumuyla ilgili bombardımanı, kadınların yaúam alanını gittikçe daraltmaktaydı. “ …kadın hareketlerinin aslında, kendine özgü çevrimsel bir devinimi vardır. Kadın özgürlü÷ü hareketi, kadınların teknolojinin geliúmesine verecekleri kaçınılmaz yanıttır. Kadınları cinsel-do÷urganlık rollerinin boyunduru÷undan ancak geliúen teknoloji kurtarabilirdi; bu boyunduruk hem kadınların temel biyolojik yapısı, hem de bu biyolojik yapıya dayanılarak kurulan, durumu kötüleútiren cinsel sınıflama düzeniydi.”218 Firestone’a göre, kadınların cins olarak ezilmesini ve düúünsel olarak baskılanıúını, kapsamı dar, sınıf temelli bir analiz olan Tarihsel Maddecilik’e dayanarak açıklamak do÷ru de÷ildir. Sınıf temelli bu açıklama, güzel olmasına ra÷men kapsamı oldukça dardır, çünkü; Engels cinselli÷i, ekonomiye ba÷lı bir olgu gibi de÷erlendirmiútir. “Firestone için orijinal sınıf ayrımı, erkek ile kadın arasında olandır ve bu Ortodoks Marksizm’inin yeteri kadar dikkat etmedi÷i bir ayrımdır”219 Firestone, kadınların toplumsal olarak baskı altına alınmalarını, ekonomik nedenlerden ziyade, biyolojik bir gereklilikten do÷du÷una inanmaktadır. “Firestone bizlere, cinsler arasındaki eúitsizli÷i, onlar arasındaki gözlenebilir, biyolojik farklılıklara de÷il ‘biyolojik özellikler üzerine kurulu kast ayrımı paradigmasıyla süslenmiú ve sınıfın kayna÷ındaki ilk iú bölümü’ nün neden oldu÷u kadın ve erkekleri farklılaútıran yeniden üretimsel rollere yüklememiz gerekti÷ini bize hatırlatmaktadır.”220 218 Shulamith Firestone, Cinselli÷in Diyalekti÷i, çev. Yurdanur Salman, Payel Yayınları 2. Basım, østanbul, 1993, s. 42. 219 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev. Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 118. 220 A.g.e. , s. 118. 102 “Cinsel sınıflaúma, temel biyolojik koúullardan do÷muú olsa da ezilmenin biyolojik nedenleri ortadan kalktı÷ında kadınların ve çocukların özgürlüklerine kavuúacakları demek de÷ildir bu.”221 Nasıl ki sınıfsız bir toplum için alt sınıfların üretim araçlarının kontrolünü ele geçirmek zorundaysa, aynı úekilde cinsel sınıfların ortadan kaldırılması içinde alt sınıf durumundaki kadınların yeniden üretim araçlarının denetimini tekellerine almaları gerekir. Kadınlar, sadece kendi vücutlarının denetimini de÷il, bu alandaki kendi bedenlerine yönelik kurumsal bilginin (jinekoloji) denetimiyle birlikte, do÷um ve çocukların yetiútirilmesiyle ilgili bütün kurumların denetimini ele geçirmek zorundadır. “….Kadın devrimini amacı da ilk kadın hakları hareketinin tersine, yalnızca erkek egemenli÷ini yok etmek de÷il, cinsel ayrımı ortadan kaldırmak olmalıdır. O zaman insanlar arasındaki cinsel ayrılıkların kültür açısından hiçbir önemi kalmayacaktır.”222 Firestone, feminist devrimin, cinsel ayrımları ortadan kaldıraca÷ına inanır. Böylece cinsiyetsiz bir toplumda, erkek ve kadın organları arasında fark da kalmayaca÷ı için kadın bedeni metalaúma, sömürülme, denetleme tehlikeleriyle de karúı karúıya kalmayacaktır. Toplumun yarısını oluúturan kadınların, toplumun bütünü için do÷um ve çocuk yetiútirme görevini yüklenmesiyle sakatlandı÷ını ve bedensel olarak sömürüye açık hale geldi÷ini söyler. Toplumun gelece÷i için bu a÷ır yükü neden sadece kadınlar sırtlamıútır. Müthiú bir hızla geliúen teknoloji ve siber dünya, kadının omuzlarındaki bu yükü alabilir. Yapay üreme ile birlikte çocuklar hem anneye hem babaya eúit uzaklıkta olabileceklerdir. Çocu÷un beslenmesi ve büyütülmesinde babayla anne eúit role sahip olacaktır. Çocuk yalnızca anneye ba÷ımlı kalmayacaktır. Böylece cinsel temelli roller ortadan kaldırılabilecektir. Siber dünyada iú olamayaca÷ı için iú bölümü de olmayacak böylece cinsiyet ayrımcılı÷ını besleyen baskıcı aile de ortadan kalkacaktır. Ailenin tarihe karıúmasıyla birlikte kadınların üzerindeki “egemenlik psikolojisi” beslenemedi÷i için kadınlar bedenlerini özgürleútirebileceklerdir. Engels’in katı sosyalist devrim için 221 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev. Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 21-22. 222 A.g.e. , s. 22. 103 söyledi÷i gibi “ùu ya da bu yönetici sınıf de÷il yönetici sınıfın kendisi tarihe ait bir úey olacaktır o zaman.”223 Marksizm’i iyi özümsemiú olan, Firestone, cinsiyet temelli iú bölümünün kapitalizmin ekme÷ine ya÷ sürdü÷ünün farkındadır. Kadın üremedeki göreviyle, kolaylıkla kamusal dünyadan dıúlanıp eve yönlendirilebiliyordu. Böylece, do÷um izni, süt izni çocukların bakımı gibi engelleri iúe taúımayan erkekler, kapitalist yapının daha çok iúine geliyordu. Ayrıca ekonomik bir birim haline gelen biyolojik ailede, kadının ev için harcadı÷ı eme÷in karúılı÷ı verilmedi÷i gibi, sadece ekonomiyi canlandıran tüketim rolü üzerinde duruluyordu. Bu durum artık de÷iúebilirdi. Kadın üretim görevini üstünden attı÷ı zaman, evde olmasına gerek kalmayacak ve engelsiz çalıúma yaúamına katılabilecekti. Böylece tüketim odaklı ailenin ekonomik bir kurum olma özelli÷i de ortadan kalkacaktı. Teknolojinin geliúmesiyle yeniden üretim görevini bırakan kadınlar, iú dünyasına girdiklerinde Firestone’a göre yine ayrımcılı÷a u÷rayabileceklerdir. Ama bu geçiçi bir durum olacaktır. Üremeyle beslenen cinsiyet ayrımcılı÷ı, kadını ve erke÷i karúı kutuplara koyan (geçindiren/ geçinen) rol farklılı÷ı ortadan kalkaca÷ı için binlerce yıldır devam eden iki cins arasındaki çatıúma da sonlanacaktır. Böylece yapılan iúler arasındaki farklılık da bir süre sonra ortadan kalkacaktır. Firestone, “(erkek ve kadınları) ..onları bir bütün içersinde birleútirebilecek cinsiyetsiz bir kültürü düúünmektedir.”224 “Gebelik barbarca bir úeydir…..Gebelik bireyin bedeninin, türü sürdürmek amacıyla geçici bir biçim bozuklu÷una u÷ramasıdır….Çocuk do÷urmak olsa olsa zorunlu ve dayanılması gereken bir úeydir. Çocuk do÷urmanın zevkli bir yanı yoktur.”225 Kadınlar biyolojik olarak erkeklerden farklıdırlar öyle ki bu farklılık kültürel açıdan da farklı olmayı getirmiútir. ønsanlı÷ın yarısını oluúturan kadınlar, neslin devamının 223 Shulamith Firestone, Cinselli÷in Diyalekti÷i, çev. Yurdanur Salman, Payel Yayınları 2. Basım, østanbul, 1993, s.23. 224 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev. Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 120. 225 Shulamith Firestone, Cinselli÷in Diyalekti÷i, çev. Yurdanur Salman, Payel Yayınları 2. Basım, østanbul, 1993, s. 210-211. 104 güvencesi olarak görülmüú ve gelecek neslin üretilmesi, yetiútirilmesi ve bakımı kadınların görevi olmuútur. Bireysel kimliklerinin oluúmasında baúat olan bu görev, kadınlara, sadece, duygusal, psikolojik, kültürel yönden de÷il bedensel açıdan da çok pahalıya mal olmuútur. Kadınlar, türün devamı ve erkeklerin dıú dünyada rahatça macera, serüven ve keúiflerini gerçekleútirip kültürü yaratmaları u÷runa kendi kendini tutsak etmiú bir cinsel sınıftır. Erkeklerin dünyasından yeniden üretim görevlerini gerçekleútirmek için evin içinde geçen bir yaúam kadınların, duygusallıklarını ve edilgenliklerini artırarak onları sakatlamıútır. Kadınların tersine erkeklerin, akılcılı÷ı, saldırganlıkları da erkekleri duygusal yönden sakatlayarak iki cins arasında yıkıcı bir kutuplaúma yaratmıútır. Bu kutuplaúma cinsellikte de kendini göstermiú ve tüm bedene yayılan bir cinsellikten çok cinsel organlarla sınırlanmıú bir cinselli÷i koúul koymuútur. Geliúen teknolojiyle, yeniden üretimin yapılabilme ihtimali bile, Firestone’a göre, topluma, anneli÷e ait gördü÷ü yükün niteli÷ini, daha dürüst ve net bir úekilde gösterecektir. Erkek ve kadınlar arasındaki kutupluluk hali ortadan kalkacak ve iki cins birbirini daha iyi tanıma fırsatı bulacaktır. Do÷urganlı÷ın denetlenmesinin ve sibernetik dünyanın yarataca÷ı derin etkilerle baúa çıkmak için, çok kısa bir sürede insan iliúkilerini, baútan düzenleyecek yepyeni bir kültür yaratmak gerekecektir.“Üretim ve üremeyle iliúkilerimizi böylesine kökten bir biçimde yeniden tanımlamak demek, aynı anda hem sınıf sistemini hem aileyi ortadan kaldırmak demektir.”226 Sosyalizmin sınıfsız bir toplum yaratamamasının nedeni Firestone’a göre, Marksçı çözümlemenin, sınıfları cinsellik temelinde incelememesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü aile, egemenlik ve hiyerarúinin korundu÷u ve geliútirildi÷i bir birim olarak varlı÷ını korumuútur. Sadece toplumsal sınıfların de÷il, cinsel sınıfın da ortadan kalkması için sosyalist devrimi de kapsayan daha büyük çaplı cinsel devrime gereksinim vardır. Firestone’a göre feministlerin yapması gereken úey, klasik Marksist kuramın açıkta bıraktı÷ı alanları, iyi analiz ederek bu alanlara farklı açılımlar getirmektir. Firestone böylece Engels’in tarihsel maddecilik görüúünü úu úekilde de÷iútirir; 226 Shulamith Firestone, Cinselli÷in Diyalekti÷i, çev. Yurdanur Salman, Payel Yayınları 2. Basım, østanbul, 1993, s. 213. 105 “Tarihsel maddecilik, tarihin akıúına, tüm tarihsel olayların en son nedenini, cinselli÷in diyalekti÷ine ba÷layarak bakmaktır.Toplumun üreme amacıyla iki ayrı biyolojik sınıfa bölünmesi, bu sınıfların birbiriyle kavgası, bu kavgaların sonucunda, evlilik biçimlerinde, üreme ve çocuk bakımında meydana gelen de÷iúiklikle, buna ba÷lı olarak fiziksel bakımdan farklılaúmıú sınıfların meydana gelmesi(kastlar); cinslere dayanan ve sonra geliúerek sınıf sistemine dönüúen ilk (ekonomik-kültürel) iúbölümü.”227 Kadın ve erke÷in geliúiminde önemli olan psikolojik süreçlerin farkına varılmasında önemli olan Freud’un görüúleriyle Engels ve Marx’ın tarihsel maddecili÷ini birleútirerek yeni bir çözüme gitmek ister Firestone. øki kuramı birleútirirken kadın hareketinin ne yapıp neyi baúaramadı÷ını ortaya koymak ister. Farklı amaçlar üzerinde yo÷unlaúan kadın hareketinin tersine öncü feministler, binlerce yıldır yerleúmiú, kadın ve erkek rollerini meúrulaútıran cinsiyetçi toplum düzenine karúı çıkarak ve bedensel olarak sömürülmeye hayır diyerek ilk saldırıyı yapmıúlardır. Ancak kurtuluúun sa÷lanması için úartlar henüz sa÷lanamamıútır. “Firestone erkeksili÷i ve kadınsılı÷ı keúfetmek istemiúti, ancak, insanlar ataerkil yeniden üretim ve kapitalist üretimi terk etmedikleri sürece, bu keúfin, ortaya çıkmayaca÷ına inanmıútır.”228 Firestone için, kadın hakları hareketinin kazanımları, kadınlara gerçek anlamda bir özgürleúme getirmemiútir. øú yaúamında kadınlar, yasalar önünde erkeklerle aynı hakka sahiptiler ancak, karar mekanizmalarında yer alamamaktadır. E÷itim eúitli÷ine sahip olmalarına ra÷men, e÷itim aldıkları alanlarda çalıúmaları zor olmaktadır. Cinsel özgürlü÷e sahip oldukları halde, hala cinsel sömürüye maruz kalmaktadırlar. Eril dünyanın dayattı÷ı cinsel ayrımcılı÷ı besleyen ve ondan beslenen biyolojik ailede, kadınlar mutlu de÷ildir. Böyle bir mutsuzluk hali çocukları da erkekleri de kendine dahil etmektedir. Görüldü÷ü gibi kapitalist sistemin ekonomik birimi olan aile ve yeniden üretim devam etti÷i sürece varolan toplumda sevgiden söz edilemez hale gelinecektir. 227 Shulamith Firestone, Cinselli÷in Diyalekti÷i, çev. Yurdanur Salman, Payel Yayınları 2. Basım, østanbul, 1993, s. 23. 228 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev. Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 121. 106 “Kadınların sürüp giden ekonomik ba÷ımlılı÷ı, eúit iki insan arasında sa÷lıklı bir sevgi iliúkisini olanaksız kılar.”229 Kadınların çocuk do÷urma yükünden kurtulması, kadınlara oldu÷u kadar çocuklara da özgürlük getirecektir. Çocuklar biyolojik anne babalarının mülkiyetinde de÷il, sadece onların sınırlı dünya görüúleriyle de÷il, toplumun en kıymetli hazinesi olarak yetiútirileceklerdir. Kadınlar ve çocuklar/ yetiúkinler ayrımı olmadan toplumla içi içe geçen bir yaúam kültürel ayrılmaları da ortadan kaldıracak ve kültürün erilli÷inden söz edilemez hale gelecektir. Böylece erkek-kadın-çocuk ayrımı yapılmadı÷ı, cinsel baskının anlamını yitirdi÷i eúit bir toplum yaratılmıú olacaktır. Firestone, yapay döllenmeye karúı eleútirilerin (yuva özlemiyle ya da anne baba sıcaklı÷ında büyümeyen makinelerin besledi÷i çocuklar, erkek kadın farkının ortadan kalkması, evginin ve duygusallı÷ın ortadan kalkması, teknolojini eril gücünün denetiminin böyle bir úeye izin verip vermeyece÷i gibi) hepsinin farkındadır. Ama aile ve kadının do÷urganlıkla bütünleúmesi, cinsiyetçi toplumun devam edece÷inin göstergesidir. Firestone da kadının üzerinden yük olarak gördü÷ü do÷urganlı÷ı alarak, bunu teknolojiye vermiú ve bakımının üstlenilmesini de sadece kadına de÷il, erke÷e ve topluma yüklemiútir. Feministlerden Mary O’Brein yeniden üretimi (reproduction)230 erkeklerin gözünden inceleyerek, bu yeni üretimin çocu÷un dünyaya gelmesinde anlık katkısı olan babanın, suni döllenmeyle tohumuna bile yabancılaúaca÷ını ve anne ile çocuk arasındaki ba÷ı ortadan kaldıraca÷ını iddia etmiútir. Aynı zamanda erkekler, soyun devamında üretim gücünü kendilerinde gördüklerinden, do÷umunla garantilenen nesil onların sürdürece÷inden, kadının bedeni, do÷urganlı÷ı ve gelecek çocukları için soyunu denetimi ellerinden bırakmak istememektedirler. Ve erkekler bunun için bedel ödemektedirler. Teknolojik yeniden üretimle bu bedel ortadan kalkmıú olacak ve kolaylıkla hiçbir bedel olmaksızın çocuk sahibi olabileceklerdir. Teknolojinin kullanımı ve denetimi de onların 229 Firestone, Shulamith. Cinselli÷in Diyalekti÷i. çev: Yurdanur Salman, østanbul:Payel Yayınları 2. Basım, 1993, s.149. 230 Reproduction: Türk Dil Kurumu’nun øngilizce Türkçe Sözlü÷ünde; üreme, ço÷alma, yayılma olarak verilmiútir. Bu bölümde, do÷um ve yeniden üretim olarak reproduction kelimesi kullanıldı. 107 elinde oldu÷u için, kolaylıkla kazanılmıú bu imkan kadınları daha zor duruma düúürecektir. Adriene Rich’e göre, erkekler, kadınların hayat verme gücünü hem kıskanmakta hem de bu güçten korkmaktadırlar. “duydukları kıskançlık ve korkudan dolayı, erkekler çabukça anlamıúlardır ki, ataerkillik büyümeyip varlı÷ını sürdürmüú olsa bile annenin gücünü sınırlamaktadır. Bu yüzden uygun araçları keúfeder keúfetmez, do÷urtma iúini kadının elinden aldılar.” 231 “Etten yumruk” kadın bedenine daha yakın olan ebeler, “demirden yumruk” jinekologlara görevi teslim etmek zorunda kalmıútır. Erkek jinekologların otorite gücü ok adar baskın hale geldi ki kadınların, nasıl hamile kalaca÷ını, nasıl rahat do÷uracaklarını, neler yiyip nelere dikkat edeceklerini, nasıl duygu durumuna bürüneceklerini söylemeye baúladılar. Fakat Rich, “bu kuralların genellikle, kadınların yaúadı÷ı tecrübelerle çatıúmakta oldu÷unu ve bu çatıúmanın, özellikle bir kadının doktorun otoritesine mi kendi vücudunun söylediklerine mi güvenmesi gerekti÷i zamanlarda ortaya çıktı÷ını belirtmektedir.”232 Rich’e göre kadınlar, kendi vücutlarından do÷an gücün denetimini erkeklere bırakmayarak, anneli÷i, pasif olarak bekleme durumundan çıkarıp etkin bir úekilde denetimi ve kontrolü ellerine alarak anneli÷in tadını çıkarabilirler. Rich’in düúünceleri, Andre Dworkin, Margaret Atwood, Gena Corea ve Robyn Rowland gibi radikal feministler tarafından geliútirilmiútir. Bu feministler yeniden üreme teknolojilerine úüpheyle yaklaúırken, erkek kontrolü altındaki teknolojini kadınlar lehine kullanılaca÷ına úüpheyle bakmaktadırlar. Rowland, úöyle bir soru sorar; Kadınlar üreme kapasiteleriyle günümüze dek de÷erli bulunmuúken ve bu kapasite onlara bir pazarlık imkanı sunarken, bu güçten mahrum kalır ve bu güç, erkekler tarafından denetlenir hale gelirse kadınlar için nasıl bir düúünülmektedir? “Kadın biyolojisini (yani, klitoristen, memelerden, rahimden ve vajinadan yayılan karıúık ve yo÷un bir hissiyat; aylık olarak adet görme, kadın vücudunda yer bulan hayatı do÷urma ve meyve verme) de÷erlendirmeye baúladı÷ımızın çok daha ötesinde, radikal sorunlar içermektedir. Ataerkil düúünce kadın 231 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev. Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 127. 232 A.g.e. , s. 128. 108 biyolojisini kendi dar özellikleri içinde sınırlamıútır. Feminist görüú, kadın biyolojisinden bu nedenlerden ötürü uzak durmaktadır; fizi÷imizin bir kaderden çok bir kaynak gibi görülmeye baúlanaca÷ına inanıyorum. ønsana yakıúan tam bir hayat yaúayabilmek için sadece kendi bedenimizi kontrol etmemiz gerekmiyor, kendi fizi÷imizin yansımaları ve birli÷i do÷al düzenle olan ba÷larımıza, zekamızın maddi zeminine de÷inmemiz gerekir.”233 Rich’e göre Firestone, kadın bedeninin sınırlayıcı oldu÷una inanmaktadır ve bu durumdan kadın, teknolojinin yardımıyla kurtulabilece÷ini savunurken yanılmaktadır. 4.3. Cinsel Kimlik ve Cinsiyetçilik Eleútirisi: Kate Millet “..politikayı, ırklar, kastlar, sınıflar ve cinsler gibi kesin çizgileri olan gruplar arasındaki ba÷ıntı ve karúılıklı iliúki çerçevesi içinde tanımlamak istiyorum. Çünkü belirli grupların durumlarının böylesine de÷iúmez ve ezilmelerinin böylesine sürekli oluúunun tek nedeni, bu grupların, toplumca politik yapılarda temsil edilmeyiúleridir.”234 Cinsel egemenli÷in, kadınlara yönelik baskının, ataerkil düzende ki kurumların içine fark edilemeyecek bir biçimde nüfuz etti÷ini ve kurumsallaúmıú bu de÷er yargılarının erkeklerin, kadınlar üzerindeki egemenli÷ini meúrulaútırarak, kadınlara karúı içsel bir sömürü düzeninin soluksuz iúledi÷ini ısrarla vurgulayan ilk radikal feminist Tong’a göre, Kate Millett’tir. Bu bölümde Kate Millett’in, Cinsel Politika adlı kitabından hareket edilerek cinsel kimlik ve cinsiyetçilik eleútiri yapılacaktır. Millett’e göre, politikanın özü, gücü elinde bulundurmaktadır. Ataerkil topluma bakıldı÷ında gücün kimin elinde oldu÷u kolayca görülebilir. Toplumun bir yarısı di÷er yarısı tarafından sadece cinsiyetinden ötürü denetlenmekte, baskı altına alınmakta ve sömürülmektedir. Ataerkil düzenin kadın üzerindeki erkek tahakkümü, cinsellikte de kendini göstermektedir. Bu durum, kültürle meúrulaúıp iúlerlik kazandı÷ı için bir politika haline gelmiútir. Bir grup insan tarafından, bir grup insan, haz ve úehvet adına yönetilmektedir. Millett, cinsiyete yönelik yapılan ayrımcılı÷ın toplumsal yapıya nüfuz 233 . Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev. Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 139-40. 234 Kate Millett, Cinsel Politika, çev. Seçkin Sevil, Payel Yayınevi, 2. Basım, østanbul, 1987, s. 46. 109 etti÷i bu durumu, cinsel politika kavramıyla açıklar. “Cinsel politika, ruhsal yapı, toplumsal yer ve durum açısından her iki cinsin temel ataerkil tutuma göre toplumsallaútırılmaları yoluyla destek kazanır.”235 Toplumsal düzende, kadınların, erkeklerden sonra, erke÷e göre ve erke÷in birincil ihtiyaçları için uzun yıllardır baskılanması böylesi bir eúitsizli÷in, de÷iúmeden devam ederek do÷al bir olgu gibi içselleútirilmesi biyolojik farklılı÷ın resmi de÷ildir. Cinsel roller arasındaki ayrımlar kültürel de÷erlerle pekiútirilerek kadın ve erkek için farklı yaúam deneyimleri ortaya çıkarmaktadır. Çocukluktan itibaren cinsel kimli÷in oluúturulması sürecinde, devletin, kilisenin, ailenin, e÷itimcilerin uygun gördü÷ü davranıú kalıpları her iki cinse, zorunluluklar yükler. Cinsel kimli÷in rol kalıpları, erkeklerde saldırganlı÷ı dıúarı yöneltirken kız çocuklarda içe döndürülmesini dayatır. Bu biçimlenme, erkeklerle, saldırganlı÷ı, cesareti, zekayı, gücü kadınlarla, güçsüzlü÷ü, edilgenli÷i, içe dönüklü÷ü örtüútürür. Ataerkil düzende, kültürü biçimlendiren erkek, kadını anlatan kavramları ve sistemleri de tasarlamıútır.“Bize ö÷retilen kadın kavramı erkeklerin yarattı÷ı ve erkeklerin gereksinimlerine karúılık verebilecek biçimdeki kadındır.”236 Erkek gözüyle, erkek aklıyla düúünmeye, görmeye alıútırılmıú kadınlar, cinsel düzende nasıl nesneleútirildikleriyle yüzleúmek durumundadırlar. Ça÷daú ataerkil düzenlerde, belirli gruplara tanınan zor kullanma ayrıcalı÷ı nedeniyle kaba kuvvet, bir silah gibi ele altında tutulmaktadır. Fizik gücüyle orantılı kullanılan ve teknik donanımla sürekli beslenen bu güç, erkeklere aittir. Fiziksel güçlerinin yüceltilmesiyle büyütülen erkeklere karúın kadınlar, yetiútirilmeleriyle de ba÷ıntılı olarak daha savunmasızdırlar. Ataerkilli÷in arkasına aldı÷ı ve meúrulaútırdı÷ı kaba kuvveti görmek için tecavüz olaylarına bakmak gerekti÷ini düúünür Millett ve úöyle der; “Ataerkil kaba kuvvet kendini tecavüz olaylarında sıkça gösterir. Geleneksel olarak ırza geçmek bir erke÷in baúka bir erke÷e karúı iúledi÷i suç olarak onun kadının ırzına geçmek olarak yorumlanmıútır. 235 236 Kate Millett, Cinsel Politika, çev. Seçkin Sevil, Payel Yayınevi, 2. Basım, østanbul, 1987, s .48-9 A.g.e. , s. 83. 110 Erkeklerin ırzına geçilmesi halinde bu erkekler sadece zorbalık ve kaba kuvvetle saldırıya u÷radıkları için de÷il aynı zamanda kadın durumuna düútükleri için iki misli yıpratılmaktadırlar.”237 Ataerkil toplumlarda, politik ve ekonomik güce hakim erkekler, bu gücü kadın bedeni üzerinde de kullanırlar. Millett bunun örneklerini hiç zorlanmadan verir. Hindistan’da kadınların ölen kocalarıyla gömülmesi, Çin’de kadında makbul olan ufak ayak u÷runa kızların küçücük yaúta, ayak yapılarının bozulması, dinle yönetilen ülkelerde peçe ardına saklanması, zorla evlendirilmeleri, namus adına öldürülmeleri, örneklerden bir kaçıdır. “Cinsler arasındaki çatıúma diye adlandırılan erkek buyurganlı÷ının zorla kabul ettiriliúi savaúan ulusların sı÷ındı÷ı formüllere benzer.Bir ülkeye savaú açan di÷er ülke, bu tutumunu düúmanın aúa÷ı ırktan oldu÷u yada insan yerine konulmayacak bir yapıda oldu÷u gerekçesiyle haklı göstermeye çalıúır.”238 Zora ve kaba kuvvete dayanan erkek iktidarı, kadınların baúkaldırmasını önlemek için birleúmiútir. Millett, bu durumu John Stuart Mill’den úöyle alıntılar; “Kadınlar öteki ba÷ımlı sınıflardan öylesine farklı durumdadırlar ki, efendileri onlardan salt hizmet etmeninde ötesinde bir úey bekler. Erkekler kadınların sadece kendilerine boyun e÷melerini de÷il kendilerini sevmelerini de isterler. En kaba en gaddar olanları dıúında bütün erkekler kendilerine en yakın iliúkideki kadının sadece bir köle olmasını de÷il gönüllü bir köle olmasını seve seve kölelik etmesini isterler…...Bu yüzden kadınların, aklının köleleútirmek için ellerinden gelen her úeyi yapmıúlardır.”239 Millett’e göre; klasik bir masal olan Pandora’nın Kutusu ve øncil’deki cennetten kovuluú hikayesi kadından beklenen kötülükleri, kanıtlayan mitlerdendir. Hesiod’un Pandora’sı erkelerin yeryüzündeki, her türlü hastalıktan, çalıúmadan, kötülükten uzak yaúamlarının ıúıltılı mutlulu÷unu, cinselli÷i getirerek sona erdirmiútir. “Pandora miti kadını, cinselli÷i ile suçlayan ve kadın ırkının hala sonuçlarına katlandı÷ı ilk günahı iúledi÷i için haklı olarak cezalandırıldı÷ını belirten batı mitolojisinin en önemli iki yapıtından birisidir. Keyfi bir baba figürü olan Zeus Epimetheus’a kadının cinsel organları biçimindeki kötülü÷ü göndermekle onu Heteroseksüel bilgi ve etkinli÷i yüzünden 237 Kate Millett, Cinsel Politika, çev. Seçkin Sevil, Payel Yayınevi, 2. Basım, østanbul, 1987, s. 79. A.g.e. , s. 83. 239 Aktaran, a.g.e. , s.163. 238 111 cezalandırmıú olmaktadır. Erkek kadının getirdi÷i nesneyi (vulva ya da kızlık zarı, pandoranın kutusu) açmakla merakını gidermiú olur.”240 Kadınların mitolojide bu úekilde adlandırılmaları, kadınları, edebiyatla, kültürle, sözle tekrar tekrar aynı kavramlarla inúa etti÷i için toplumun cinselli÷e iliúkin davranıúının temelini de oluúturmaktadır. Bir di÷er mit olan cennette kovulma miti de kadının cinselli÷inin ne kadar kötü ve tehlikeli oldu÷unun kanıtıdır. Adem yasak meyveyi yemiútir. “Roheim, øbranice’de yemek yeme sözcü÷ünün aynı zamanda cinsel iliúki anlamına”241 gelmesi tesadüf de÷ildir. Bütün iyiliklerin daim oldu÷u cennetten kovulmanın yükü kadına yüklenmiútir. “Bu nedenle ilk önce baútan çıkan ve yılan kimli÷ine bürünmüú kamıúın büyüsüne kapılan cinsin kadın oldu÷u gösterilir. Böylelikle Adem cinsel suçun yükünü üzerinden atmıú olur. Kadın olanca güçsüzlü÷ü ile bir sürüngenin sözlerine kanacak akılsızlı÷ı ile elmayı koparıp yer. Ondan sonra erkek ve bütün insanlık, kötülü÷ün pençesine düúer. Efsane, erke÷i bir ırkın simgesi, kadını ise gelene÷e göre vazgeçilebilen ya da yerine baúkası konulabilen bir cinsel simge olarak almıútır.”242 Cennetin kapılarının kapanmasının cezasını Adem çalıúarak ödeyecektir. Böylece uygarlık tarihinin mimarı olarak, görevlendirilmiú olur. Kadın ne kadar çok bedel ödese kovulmayı telafi demez. Çalıúma yalnızca Adem tanındı÷ı için Havva cinselli÷iyle yaúamın dıúına itilmiútir. “Havva’ya verilen ceza ise yapısı gere÷i çok daha politik ve onun aúa÷ı durumunu açıklayıcı niteliktedir. Acı içinde dünyaya çocuk getireceksin ve duyaca÷ın istek kocana duyaca÷ın istek olacaktır ve o sana egemen olacaktır.”243 ølk Günahı iúleyen kadın, insanlı÷ın baúına türlü belalar açtı÷ı için erkekten daha aúa÷ı ve ona ba÷ımlı durumda bırakılmıútır. Günahının bedelini kadın, bedeniyle, cinselli÷iyle ve bunlardan duydu÷u utançla ödeyecektir. Aileyle, kiliseyle dille, kurumlarla, tarihle, mitolojiyle, edebiyatla kadınlara, kadın olmanın kötülükleri, aúa÷ı durumları sürekli yinelendi÷i için kadınlar kendi gerçeklikleri ile inandırılmak zorunda bırakıldıkları arasında çatıúma yaúamaktadırlar. Millett’e göre, yaúanılan bu çatıúma ve çeliúki kadınlarda güvensizlik yaratmaktadır. Ataerkil toplum 240 Kate Millett, Cinsel Politika, çev. Seçkin Sevil, Payel Yayınevi, 2. Basım, østanbul, 1987, s. 93. A.g.e. , s. 95. 242 A.g.e. , s. 95. 243 A.g.e. , s. 96. 241 112 yapısının, kadın cinselli÷i üzerinde kurdu÷u baskılar, kadın bedenine ve bu bedene verdi÷i úekille, cinselli÷in gerçek niteli÷ini kadınlara unutturmuútur. Eril bakıú açısı, kadını, sadece kendi hazzı ve istemleri do÷rultusunda kullanılabilir bir bedene indirgerken Millett’e göre aynı zamanda kadının haz almasını da beklemiútir. Bu ataerkil tutum, günümüze kadar kadının “erke÷in cinsel boúalımını sa÷lamak çocuk do÷urmak ve büyütmek gibi hayvansal bir iúlev”244 yüklenmesine neden olmuú, böylece kadın, bedeninden uzaklaúarak, cinsellik kadın için acı ve utanç ifade eder olmuútur. “ùurası kesinlikle kabul edilmelidir ki cinsel devrimin savaú alanı insan kurumlarından çok insan bilincinde yer almaktadır. Ataerkillik öylesine kök salmıú bir düzendir ki her cinste yarattı÷ı kiúilik yapısı bir politik sistem olmaktan öte bir düúünce ve yaúam tarzı durumundadır.”245 Millett’e göre, aile, ataerkinin iúleyiú sigortasıdır. “Ataerkil bir birim içinde ikinci bir ataerkil birimdir.”246 Düzen ve birey arasında, ataerki lehine çalıúan muazzam bir denetim mekanizmasıdır. Aile, erkek ve kız çocukların cinsel ve toplumsal rollerini ataerkil ideolojinin istedi÷i úekilde yeniden üretme misyonunu gerçekleútirir. Eril düzenin boyun e÷enleri ve buyurganlarının úekillendirilip yetiútirildi÷i bir mabet gibidir aile. “Famulus evdeki köle anlamına gelir. Familia sözcü÷ü de bir kiúiye ait çeúitli köleleri belirlemek için kullanılırdı. Familia terimi Romalılar tarafından babanın yetkisi altında Roma hukukuna göre ölüm dirim haklarının babaya tanındı÷ı zevce çocuklar ve kölelerden kurulu yeni bir toplumsal örgütlenmeyi tanımlamak için bulunmuútu.”247 Kadın do÷urganlı÷ın getirdi÷i korunma ihtiyacıyla, eril bedenden fıúkıran kendini her daim koruyacak kollayacak fiziksel güç temsilcisi erke÷e ba÷ımlı kalmak zorundadır. Kadınların ba÷ımlılı÷ını pekiútiren evlilik kurumu, sadece kadın için tek eúli bir sistemdir. Erkek metres, bizim gibi toplumlarda imam nikahı gibi düzenlemelerle çok eúlili÷i do÷al bir úekilde sürdürür. Millett için evlilik kadının bedenini tek kiúinin kullanımına açan, öbür taraftan aynı sunum ve kullanım anlayıúıyla cinsel anlamda, çok kiúiyle birlikte olan 244 Kate Millett, Cinsel Politika, çev. Seçkin Sevil, Payel Yayınevi, 2. Basım, østanbul, 1987, s. 196 A.g.e. , s. 109. 246 A.g.e. , s. 60. 247 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 203. 245 113 kadınları ahlaklı ve ahlaksız olarak damgalayan da bir kurumdur.Tarihsel açıdan bakıldı÷ında evlili÷in temeli sevgi de÷il hemen hemen tümüyle baskıdır ve bu durum hala devam etmektedir. Millet Engels’ten úöyle bir alıntı yapar: “Modern tek eúli aile kadının belirgin ya da gizli köleli÷i üzerine kurulmuútur. Modern toplum tek eúli aileler biçimindeki moleküllerden meydana gelir. Ço÷unlukla erkek yaúamını kazanmak ve ailesini sevindirmek durumundadır. Bu en azından egemen sınıflar için gerçektir. Erkek bu durumu yüzünden herhangi bir hukuksal ayrıcalı÷ı gerektirmeyen üstünlük kazanır. Erkek, ailede burjuva kadın; ise proletaryadır.”248 Millett’e göre, kadının özgürleúebilmesi, öncelikle ba÷ımlılı÷ı yaratan düzeni fark etmekle baúlayacaktır. Ardından kadının, toplumsal inúanın oluúturdu÷u ötekilik ve eksiklik kodlamalarını tersine çevirmesiyle devam edecektir. Bu da herkesçe benimsenen ve do÷ru olarak meúrulaúmıú de÷erlere úüpheyle bakmakla ve bu de÷er yargılarının zincirlerinden kurtulmakla mümkündür. “Temel taúları oynatmadan bu yoz ve kokuúmuú düzeni de÷iútirmeyi amaçlayan devrim ister istemez baúarısızlı÷a düúer.”249 Ataerkil düzende bilginin hakimiyeti erke÷in elindedir. Bu hakimiyet, her alanda erke÷in gücünü pekiútirirken kadını güçsüz bırakmıútır. Kadınlar, özgürleúmek için bilginin hakimiyet alanlarına el atmalıdır ve güce ortak olmalıdır. Bilginin niteli÷i de÷iúece÷i için, erkekler do÷uútan üstün oldukları saplantısıyla kendilerinin kabul ettikleri alanlarda artık tek ses olamayacaklardır. Böylece eril baskı sistemleri bir bir deúifre edilecek bu sistemlerin yükseldi÷i mantık ve duygu egemenli÷iyle kazandı÷ı temel sarsılacak ve etkisini yitirecektir. Eril düzenin erkekleri, toplumun di÷er yarısının yaúamını kendileri için düúünmemektedir. Kadınların yaúamları onlarınkinden çok farklı olmak zorundadır ki ataerki kan kaybetmeden devam edebilsin. Bu anlayıú toplumun tüm kurumlarına nüfuz etti÷i için kadınlar politik bir dıúlamayla yaúamak zorunda bırakılmıúlardır. Bu nedenle Millett’e göre “cinsel politikanın üstünlük ve zorbalık düúkünlü÷ünün can damarına el 248 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 205-6. 249 Kate Millett, Cinsel Politika, çev. Seçkin Sevil, Payel Yayınevi, 2. Basım, østanbul, 1987, s. 42. 114 atmadıkça kurtuluú yolundaki tüm çabalar bizi döndürüp dolaútırıp aynı noktaya getirir.”250 4.4. Kadının Özgürleúmesinde Heteroseksüelli÷in Açmazları “hakim olmak için duyulan ihtiyaç ve saldırganlık, normal erkek cinselli÷i diye kabul edilen ve alıúkın oldu÷umuz olgunun bir kısmını oluúturmaktadır.”251 Eril ideolojiyle toplumsal olarak inúa edilen cinsel roller, kadınların bedensel bütünlü÷ünü sınırlamaktadır. Böylesi bir kurulum kadının kendi ihtiyaçlarını tanımlamasını ve kendisini gerçekleútirmesini zorlaútırmaktadır. Radikal feminizmin üzerinde durdu÷u cinsellik feminizm için çok önemli bir konudur. Erkek do÷asıyla özdeúleútirilen ve toplumsal olarak erkekte normalleútirilen saldırganlık, cinsellikte erke÷e aktiflik kazandırırken, kadından da edilgen ve pasif tutumu beklemektedir. Kadında ve erkekte kabul edilen aktiflik, edilgenlik durumu cinsellikte norm haline gelmiútir. Radikal feministlere göre, kadınlar erkeklerle Heteroseksüel iliúkide eúitlenmedi÷i sürece, hayatın di÷er alanlarında da eúitlenemeyecektir. Çünkü erkek cinselli÷i merkezinde kadın cinselli÷i tanımlanmakta ve yeniden üretilmektedir. Radikal bir feminist olan Catharine Mackinon cinselli÷i, erkeklerin fiziksel güçlerini gösterdi÷i bir alan olarak görmektedir. “Erkek hakimiyetinin ve kadının sindirilmesinin toplumsal alan kaynaklanmaktadır.” olarak 252 oluúturan cinsiyet, Heteroseksüellik kurumundan Mackinon’a göre kadını tanımlayan kavramlar da cinsellik yüklüdür. Örne÷in kadınsı bir özellik olarak tanımlanan yumuúaklık, sert bir úeyle hücum edilebilirli÷i simgelemektedir. Kadının oldu÷u kadar erke÷in kiúisel kimli÷inin oluúturulmasında önemli bir aúama olan cinsellik, kadını bedenine yabancılaútırmaktadır. Cinsellik, erke÷in hakimiyet alanlarından biri durumundadır. Carolyn M. Schafer ve 250 Kate Millett, Cinsel Politika, çev. Seçkin Sevil, Payel Yayınevi, 2. Basım, østanbul, 1987, s. 43. Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 173. 252 A.g.e. , s. 174. 251 115 Marilyn Frye tecavüzü inceleyerek bu hakimiyet alanını deúifre ederken alan kavramına baúvururlar. “alanın ortasında, o kiúinin kiúisel özellikleri,(örne÷in akıl yürütme yetene÷i, kendini ifade etme kapasitesi, ince düúünebilme ve seçim yapabilme yetene÷i) ve kendi fiziksel durumu yani bedeni yer almaktadır. Bu merkezin civarında kiúinin düúünce ve eylem yaparken kullandı÷ı alanlar ve nesneler gelmektedir. Kiúinin bu alan merkezini tahrip etmek ona, en yüksek düzeyde acı vermek demektir. Tecavüz, kenar kısımlardan çok merkezi bozmayı içerdi÷inden”253 Tecavüz, kadını kendi vücudu üzerindeki denetiminden yoksun bırakarak, bütünlü÷ünü bozar. Kadının cinselli÷i bir erkek tarafından zorla, güç kullanılarak iúgal edilmiú ve ona hiçbir seçenek bırakmadan bedeni, erke÷in hazzı için araçsallaútırılmıútır. Kadın cinselli÷inin erke÷e göre tasarlandı÷ını göstermek için radikal feministler úu soruları sorarlar; “Kimin için fahiúelik mevcut? Kimin için pornografi var? Kim kime tecavüz ediyor?”254 Bu feministler için kadının ikincilli÷ini sona erdirmek, cinselli÷in yeniden düúünülüp, yeniden tasarlanmasıyla mümkündür. “Pornografi kadın karúıtı propagandanın sulandırılmıú özüdür. Pornografide kadınların bedenleri soyulur, teúhir edilir ve çarpıtılır; heyecanını ve kuvvet duygusunu kadınları orta malı, nefes alan oyuncaklar, büyükler için oyuncaklar, insanlıktan uzak kullanılacak, suiistimal edilecek, kırılacak ve ıskartaya çıkarılacak nesneler olarak görmekten alan eril itibarı teúvik etmek üzere aúa÷ılamak amacıyla bu,….aynı zamanda tecavüzün de felsefesidir.”255 Kadın bedeninin aúa÷ılanması, teúhir edilmesi, erkek kullanımına sunulması ve daha da kötüsü kadın bedenine yönelik böylesi bir tüketimin kitlelerce paylaúımı, kadın cinselli÷ini sakatlamaktadır. “Pornografi, kadınlara karúı kullanılan gücü konu aldı÷ı kadar seksi, konu almamaktadır.”256 Pornografik yayınlarla beslenen bir erke÷in gözüne, düúüncelerine, günlük yaúamdaki kadın, erkek istekleri için kullanıma hazır, dahası 253 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 174-5. 254 A.g.e. , s. 175. 255 Josephine Donovan, Feminist Teori, çev. Aksu Bora, Meltem A÷duk Gevrek, Fevziye Sayılan, øletiúim Yayınları, østanbul, 1997, s. 278. 256 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 177. 116 böylesi bir kullanımdan hoúlanabilecek yalnızca bedene indirgenmiú úeyler olarak görünebilecektir. Erkekli÷in kurulmasında temel araçlardan biri olan pornografi, erke÷in hazzı ve bu hazzın kutsanması için sunulan, sadece bir beden olan kadını saldırıya açık hale getirmektedir. Brownmiller ve Millett, cinsel úiddettin onaylanan kültürel yanına dikkat çekerken, “kadın bedenini aúa÷ılayan ve kullanan bir ideolojiyi teúvik ettikleri için pornografinin ve fahiúeli÷in tecavüz olayına nasıl katkıda bulundu÷una iúaret eder.”257 Heteroseksüelli÷in önemli açmazlarından biri olan pornografi tanımını radikal feminist Andrea Dworkin ve Catharine MacKinnon úöyle yapar; “pornografi resim ve söz aracılı÷ı ile kadınları cinsel obje, úey, mal olarak göstererek insanlık dıúına iten cinsel olarak ikinci plana itmekte, onların, acıdan, aúa÷ılanmadan ve tecavüz edilmekten, ba÷lanmaktan, kesilip biçilmekten, sakat bırakılmaktan, fiziksel olarak inceltilmekten, cinsel gurursuzluk, teúhir ve aúa÷ılanma resimlerinde yer almaktan, sadece bir bedene indirgenmekten, …..iúkence edilmekten, pis ve aúa÷ılık gösterilmekten, cinsellik gibi sunulan acıtma incitme sakatlanma gibi sahneler de olmaktan hoúlanır gibi göstermektedir.”258 Bu iki feministe göre, pornografi toplumsal yaúamdaki hakların ihlal edilmesidir ve kontrol edilmesi gereklidir. Kadın, çocuk, erkek, transseksüel pornografik bir kullanım içinde aúa÷ılanmıú, iúkence görmüú ve saldırıya u÷ramıúsa yasal olarak karúı durma ve kendini koruma hakkı olmalıdır. Ayrıca bir kadın pornografi iúiyle u÷raúan karanlık kimselere karúı tüm kadınlar adına dava açabilmelidir. Kadının bedensel tüketimini meúrulaútırarak yayan pornografi, cinsel taciz, tecavüz, dayak sistemli bir biçimde erkek tarafından kadına uygulanan, kadının akıl beden bütünlü÷ünü bozan, otonomisini yok sayan, baskıyla, acı vererek, insanlıktan uzaklaútırmaya çalıúan eril eylemlerdir. Eúitsizli÷e, erkek hakimiyetine kültürel geçiúlilikler sunar, çünkü, dıúarıdaki dünyanın kadının bedensel bütünlü÷ünü tehdit eden úiddet, tecavüz, taciz, yüklü durumundan duyulan korkuyla, korunma ihtiyacıyla, kadının güçsüzlü÷ü, edilgenli÷i ve ba÷ımlılı÷ı daim kılınmak istenmektedir. 257 Josephine Donovan, Feminist Teori, çev. Aksu Bora, Meltem A÷duk Gevrek, Fevziye Sayılan, øletiúim Yayınları, østanbul, 1997, s. 278. 258 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s.182. 117 “Geleneksel olarak radikal feministler, sadece, cins/cinsellik sisteminin çok ayrıntılı ve iyice sabitleúmiú do÷asını dile getirmekte öncülük etmekle kalmadılar, bu çizgiden ayrılacak rotaları da çizdiler.”259 Radikal feministler, kadın bedenini, yeniden üretimi, cinselli÷i, siyasi yaúama taúımıú, Batının siyasi tarihinde ihmal edilen bu konulara farklı açılımlar kazandırmıúlardır. Sosyalist feministlerden Alison Jaggar’a göre Bu feministler kültüre yeterince önem vermeden kadın biyolojisine odaklanmıúlardır. Tarih içinde de÷iúen zamanlarda ve mekanlarda kadın biyolojisi de de÷iúime u÷rayacaktır. Ve kadın biyolojisi kadın kimli÷inin oluúturan ö÷elerden sadece biridir. “ kadın biyolojisi kendi içinde ve kendi için, kadının cinsellik ve cinsiyetine yönelik bir reçete sunmaz.”260 Jaggar’a göre radikal feminist psikoloji, erkekleri saldırgan, fiziksel güce baúvuran, akılcı, kadınları ise bu güce itaat eden, duygusal ve besleyici olarak tanımladı÷ı ve bu tanımlamanın eksik bir tanımlama oldu÷unu ileri sürer. Kadınların tümü kurban rolünde de÷il, erkeklerin tümü de kurban arar durumda de÷ildir. Ataerki çok güçlü ve hiçbir alternatife geçit vermez halde olsaydı Jaggar’ a göre radikal feminizm geliúme imkanı bulmazdı. “Dahası tarihe úöyle bir baktı÷ımızda görürüz ki bütün erkekler kadınlara aynı úekilde baskı yapmıyorlar. Böyle yaptıklarını söylemek tarihteki sınıf ve ırk gerçeklerini inkar etmek demektir.”261 Dünyanın çok biçimlili÷i ve karmaúası tek bir modelle açıklanamaz Jaggar’a göre. Bundan sonraki bölümde, radikal feministlerin eleútiri ya÷muruna tuttu÷u, kadını, erkek merkezli bir kurguyla ‘yoksunlukla’ tanımlayan ve heteroseksüel cinsellik içinde kadını ötekileútirerek meúrulaútırdı÷ı iddia edilen Freud kuramının feminist eleútirisine yer verilecektir. Freud’un feminist eleútirisi, öncelikle cinsiyet ve kadın bedenine odaklanan ve mevcut cinsiyet sisteminin egemen politikasını deúifre eden radikal feministler cephesinden yapılacaktır. Ardından Freud’un Oidipal gerçeklikle kurguladı÷ı babayı, dile 259 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005 s. 153. 260 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 198. 261 A.g.e. , s. 199. 118 iúleyerek babanın adını, yasaya dönüútüren ve Freud’u simgesel düzeyde yeniden tartıúan Lacan’nın feminist eleútirisine geçilecektir. Fransız post yapısalcı Kristeva, ørigaray, Cixous gibi kadın düúünürlerden hareketle, anlam beden iliúkisi baúka bir deyiúle “konuúan beden” fikrini sosyal bilimlerin konularından biri haline getirme çabasına ve öteki olarak kurgulanan kadının konumunu, bedenden hareket ederek dönüútürme mücadelesi incelenecektir. Son olarak Judith Butler’in cinsiyetin söylemsel kuruluúuna yer verilerek, toplumsal bedenin üzerini katman katman gerçeklikle kaplayan dilin kısıtlayıcı ve dayatmacı niteli÷inden bahsedilecektir. 119 5. BÖLÜM: KADININ KENDø DøLøNø KEùFø VE FREUDÇU PSøKANALøSTLøK KURAMIN ELEùTøRøSø Freud’daki bilinç dıúı, kastrasyon ve oidipus kompleksleri kadın ve erkek arasındaki farkı belirleme açısından çok temel kavramlardır. Öznenin ruhsal açıdan normal ya da olmadı÷ının ya da sa÷lıklı erkeklere ve kadınlara dönüúüp dönüúemeyece÷inin Freud’daki cevabı psiko seksüel geliúim ile bilinçdıúının iliúkisinde gizlidir. Oidipus kompleksi, oral ve anal evreleri takip eden fallik evrede ortaya çıkar. Bu evrede penisi olmadı÷ını fark eden kız çocu÷u, kendisini eksik do÷urdu÷u için annesinden nefret etmeye baúlar ve babasına yönelir. Bu yönelmenin amacı, penis eksikli÷ini, penise sahip babanın telafi edece÷i düúüncesidir. Kız çocu÷unun yaúadı÷ı penise duyulan arzu aslında oidipus kompleksinin nedenidir. Erkek çocukta bu arzu yerini, kastrasyon korkusuna bırakır ve bu korku, kız çocuktaki eksikli÷in fark edilmesiyle ortaya çıkar. Bu fark edilme, bir anlamda erkek çocu÷a, penisin gerekli olmadı÷ını da söyler. Annesine duydu÷u aúırı sevgiyi, babası tarafından cezalandırılaca÷ı korkusuyla bastırır. Enseste karúı evrensel yasanın da içselleútirilmesiyle, annesine olan sevgisini baúka bir kadına yöneltir. Freud’a göre, erkek çocuk, do÷ru cinsel objeyi seçerek normal bir erkek olur. Kız çocu÷un bu eksiklik hissinden kurtulması zordur. ølerde çocuk sahibi olarak bu tatminsizli÷ini gidermeye çalıúsa da Freud’a göre kadını kadın yapan úey bu penis arzusudur. Esas olan penisi olandır, yani erkektir ve kadın penis arzusu yoluyla varolur. Bu esasında bir varolma sorunudur, zira kadın hiçbir zaman tam manada varolamaz. Çocuk sahibi olmak bile bu durumu de÷iútirmez, kadın eksiktir ve bu eksikli÷ini ömür boyu taúır.262 Freud’un teorisinde penise duyulan hayranlık ve kadının eksik erkek olarak kurgulanması Shulamith Firestone, Kate Millett gibi bir çok feministin tepkisine neden olmuútur. Freud’un kuramının cinselli÷i, kadın ve erkek için nasıl sekilendirildi÷i ve kadın bedeninin bu cinsellikte nasıl inúa edildi÷i feminist eleútirel düzlemde, tartıúmaya açılacaktır. 262 Bakınız, Sigmund Freud, Psikanaliz Üzerine, çev: Avni Öneú, Say yayınları, 6. Basım, østanbul, 1991. 120 5.1. Freud’a Yönelik Feminist Eleútiriler “Freud’u benimsemeyenler, ben- merkezli kiúilerdir, bunlar kendilerinde hadım edilme kompleksi bulundu÷unu do÷al olarak kabul ederler,: anneleriyle yatma istedi÷ini bastırdıklarına inanırlar; eskiden de bu gün de kardeú kıskançlı÷ı içinde olduklarını sanır, kadınların onların penislerini kıskandı÷ına inanırlar; her muzu ya da sosisi fallus simgesi olarak görme e÷ilimindedirler.”263 Firestone’a göre, Oedipus Kompleksi anlamını, egemenlik düzeninde bulur, ataerkil düzenin ça÷daú çekirdek ailesinin normal bireylerinde, bu kompleks görülmektedir. Ataerkil düzenin aile yapısı ise, eúitsizli÷in meúrulaútırılarak sürdürüldü÷ü bir düzendir. Bu düzende erkek, evin geçimini sa÷lar, evin di÷er üyeleri, babaya ekonomik olarak ba÷ımlıdırlar. Kadın, ev için kazanılan paranın karúılı÷ını, evin hizmetleri, çocuk do÷urma ve cinsel iliúki olarak öder. Çocuklar ise babanın kütü÷ünde onun himayesindedir. Görevleri babanın mülkünü ve adını yaúatmaktır. Toplumsal olarak çocu÷un úekillenmesinden baba sorumludur. Babanın etkisi çocuklar büyüyünceye kadar devam eder. Babanın cenderesinden kurtulan çocuk için ise iúlem tamamlanmıútır artık. Yaúamında bu çocu÷un yapaca÷ı úey, babayı tekrarlamaktır. Freud böylece ataerkil ailedeki babanın konumu pekiútirerek süreklileútirmiú olur. Çocuk hiyerarúinin en alt basama÷ında oldu÷undan, anne ve babasına, bedensel, ekonomik ve duygusal olarak ba÷ımlıdır. Bu ba÷ımlılık karúısında çocuk, denetim mekanizması olan babayı de÷il, kendi durumuyla benzer bir ezilmeyi ve ba÷ımlı÷a mahkum anneyi tercih eder. Çünkü, anneye çocuklarını koúulsuz sevmesi ö÷retilirken baba çocu÷un yaptıklarıyla çocu÷u sever. Böylece anne, çocuk için, úefkatin, koúulsuz sevginin merkezi haline gelirken, baba, çekinilen, korkulan, her zaman davranıúlar üzerinde denetim gücü olan ve anneye göre daha dıúarıda bir güç olarak algılanır. Erick Fromm bunu úöyle dile getirir Sevme Sanatı’nda; “anne sevgisi yapısı gere÷i koúulsuzdur. Anne yeni do÷an çocu÷u, yavrusu oldu÷u için sever, çocuk özel bir koúulu yerine getirdi÷i ya da onun belli bir umudunu gerçekleútirdi÷i için de÷il… Babaya olan 263 Firestone, Shulamith. Cinselli÷in Diyalekti÷i. çev: Yurdanur Salman, østanbul:Payel Yayınları 2. Basım, 1993, s. 52. 121 ba÷lılıksa çok baúkadır. Anne içinde çıktı÷ımız yuvadır, do÷adır, topraktır, okyanustur, baba böylesi do÷al bir yuvayı göstermez. Yaúamın ilk yıllarında babanın çocukla çok az iliúkisi vardır, Bu ilk dönemde babanın çocu÷un yaúamındaki yeri annesininkiyle karúılaútırılamaz. Çocu÷a her úeyi ö÷reten, ona dünyaya açılan yolu gösteren babadır…. Baba sevgisi koúula ba÷lı sevgidir Bu sevginin ilkesi, “seni umutlarımı gerçekleútirdi÷in, görevini yaptı÷ın, bena benzedi÷in için seviyorum” dur. …..Ruh sa÷lı÷ının temeli ve sonunda olgunlu÷a eriúebilmenin nedeni bu anne merkezli ba÷lılıktan baba merkezli ba÷lılı÷a geçiúte ve sonunda bunların birleútirilmesinde yatar…”264 Ev içinde sınırlı güçsüz bir kadınlık durumundan, hakim, güçlü, maceracı, dıú dünyayı tasarlayan, babanın konumuna çıkması erkek çocuk için, istenen ve beklenen bir durumdur. Çocuklar ise ev içinde kalmaktansa böylesine cazip görünen bir dünyaya girmek isterler. Fakat bu iste÷in bedeli a÷ırdır. Babasına karúı hep yanında kendisini birlik içinde hissetti÷i annesine duydu÷u ba÷lılı÷ı ve sevgiyi de÷il, aynı zamanda babasına besledi÷i nefreti de bastırarak erkeklik mertebesine yükselir. “Baba do÷al dünyayı göstermez. Ama onun yerine insan varoluúunun öteki kutbunu temsil eder; düúüncelerin dünyasını, insanın yaptı÷ı úeylerin, yasaların, düzenin, disiplinin, gezip dolaúmanın, serüvenlerin dünyasını yansıtır. Çocu÷a her úeyi ö÷reten, ona dünyaya açılan yolu gösteren babadır”265 Firestone’a göre kadını erkek olamayan olarak de÷erlendiren Freud için, Elektra kompleksi Oedipus kompleksinin tersidir. Kız çocuk da ilk altı yaúına kadar baba yerine anneyle iç içedir. Her türlü açlık, anne tarafından kendine sunulmaktadır. Aynı erkek çocuk gibi o da babanın dıúardanlı÷ını, annesi ve kendisi üzerindeki gücünü hisseder. Evdeki sıradanlı÷a karúı evin dıúında daha farklı bir yaúamı ça÷rıútıran baba, aynı erkek çocuktaki gibi ona da cazip gelir ve anneyi yadsıyarak babaya yönelir. Fakat erkek kardeúlerine verilen babanın dünyasına sınırsız geçiú izni, kız çocuk için verilmez. Kendi cinselli÷ini yadsıyamayacak hale gelene kadar erkek kardeúi ya da babası gibi davranmayı dener, cinsel olarak di÷er erkekleri cezp etmeye baúladı÷ında ise çaresiz annesi gibi davranmak zorunda kalır. Sıkıcı bir dünyanın temsilcisi olan anneye benzememek Firestone’a göre, kız çocu÷unu baúlangıçta mutlu da edebilir. Ama yönlendirilmelerle 264 Firestone, Shulamith. Cinselli÷in Diyalekti÷i. çev: Yurdanur Salman, østanbul:Payel Yayınları 2. Basım, 1993, s. 60. 265 Aktaran, a.g.e. , s. 62. 122 annelik rolü kız çocu÷una benimsetilir. “Bu role zorunluluk altında de÷il de erkenden inandırılarak, yapay olarak girenlerden biri olması beklenir. Taúbebe÷in yarattı÷ı soyut çekicili÷in o heyecan dolu gezme ve serüven dünyasının yerini doldurması beklenir.”266 Anne babaların bu korkusunu gidermek amacıyla bebek sanayi kurulmuútur. Millett de Firestone gibi, Freud’un penis özleminin sadece kadınlara mahsus bir durum olarak altını çizdi÷ini belirtir. Kadın hayatın merkezine konmuú bu özlemi ancak bebek sahibi olarak giderebilir. Kadının çocuk sahibi olması bir eksikli÷i giderdi÷i ve giderilen bu eksiklik erkek üstünlü÷ünü pekiútiren bir durum olarak kurgulandı÷ı için bütün yollar erkekli÷e açılmıútır. Ve kuramda sadece kadına üreme görevi verilmiútir. Böylece kadınların bir kısmı annelik ve do÷urganlıkla yaúamda doyuma ulaúmaya çalıúır. Erkek üstünlü÷üne dayanan ve erkek olamayan olarak yoksunluklara mahkum edilen di÷erlerine, Freud’un kuramında hiç özgürleúme úansı verilmemiútir. Millett’e göre bu durum, Freud’un kuramının niçin muhafazakar çevreler tarafından tanındı÷ını anlaúılır kılar. Freud, penis yerine geçecek bir çocukla kadınları kompleksten kurtarır. Yaúamın merkezine koydu÷u, dıú dünyaya ye÷ledi÷i o÷lu, normalleúmek adına annesini yadsıma yoluna gidecektir. Firestone’ye göre, kadın, bu terk edilmeye nasıl izin verir? Kadın yaúamda her úeyi karúılayan! penis yerine koydu÷u o÷lu, kendinden uzaklaúınca, tekrar penis yoksunlu÷una mı düúecektir? Erkek olamayan olarak kurgulanan kadın, çocuklu÷undan itibaren eksiklikle yaúadı÷ı için kendi cinselli÷ini fark edemez. Firestone’a göre, “zedelenmiú cinsellikle” edilgen bir úekilde toplumsallaúır. Firestone’ye göre, Freud baúlangıçta kiúilik içinde ayrıútırılamaz durumdaki cinselli÷i, aile içi zinanın önüne geçmek için ayrıútırmıú ve bu yasa÷ı aileyi korumak için meúrulaútırmıútır. Ailenin korunması için her iki cinsten beklenen bastırma bireylerde hastalık ve nevrozlara yol açmaktadır. Oedipus kompleksiyle anneden uzaklaúan çocuk, anneye karúı duygularını cinsellikten ayrıútırdı÷ı için bu tutum di÷er kadınlara da yansımaktadır. Erke÷in kiúili÷indeki bu cinsel olan–olmayan ayrımı, iyi-kötü ayrımını da beraberinde getirmektedir. Cinsellik ba÷lantısını kurmadı÷ı kadınlar iyi di÷erleri kötü ikilemi erkekle beraber gitmektedir. Böylece duygusal ba÷lanma anneyle özdeú oldu÷u için iyidir, 266 Firestone, Shulamith. Cinselli÷in Diyalekti÷i. çev: Yurdanur Salman, østanbul:Payel Yayınları 2. Basım, 1993, s. 65. 123 duygusal olarak ba÷lanılmayan ve yalnızca cinselli÷in yaúandı÷ı kadınlar kötüdür. Firestone’a göre; “Bu cinsel úizofreni, bireyde hiçbir zaman tam olarak giderilmez. Bütün kültür içindeyse tarihin geliúmesi, sanat ve edebiyat tarihi, do÷rudan do÷ruya bu úizofreniyle biçimlenmiútir.”267 Millett’e göre, Freud’un çalıúmaları ve onu izleyenlerin görüúleri cinsler arasındaki eúit olmayan iliúkiyi rasyonalize etmekten, geleneksel rolleri güçlendirmekten baúka bir úey de÷ildir. Bilinçaltı ve çocuk cinselli÷i kuramlarıyla insanın anlaúılmasına büyük katkıda bulunan bir öncünün buluúları Millett’e göre, zamanla tutucu bir görüú açısına yol açmıútır. “Freud’un ruh çözümlemesi sadece kadının iúlevini üretmekte, sınırlayarak sadece cinsel devrimi yıpratmak geriletmekle ve kalmamıú ve bu yüzden çalıúma alanı bulmuú ve para sa÷lamıútır.”268 Freud’un di÷er bir trajedisi ise, kadın karakterler üzerindeki yorumunu toplumla uyumsuz kadınlar üzerine kurmasıdır. Çünkü ruh çözümlemesi yapılan kadınlar yaúadıkları döneme aykırı kalan ve ayak uyduramayan kadınlardır. “Freud hastalarındaki belirtileri toplumun bu kiúilere zorladı÷ı kısıtlayıcı koúulların getirdi÷i doyumsuzlu÷un kanıtı olarak de÷il toplumsal koúullardan ayrı evrensel bir kadın e÷iliminin belirtisi olarak yorumlamıútır. Freud bu e÷ilimi penis özentisi olarak adlandırmıú kökenini çocukluk deneylerine indirmiú ve kadın ruhbilimini bunun üzerine oturtmuútur. Ve kadın ruhbilimini meydana getiren üç ö÷e diye tanımladı÷ı pasiflik, mazoúizm ve narsizmi penis özentisine ba÷lı ya da iliúkin olarak nitelemiútir.”269 Kadını olumsuzlukla tanımlayan Freud’a göre, kadın erkek olmadı÷ı ve penisten yoksun oldu÷u için kadın olmuútur. Freud’un bu varsayımları, Millett’e göre kadının kendisini keúfetmesinde “Kadınlardaki hayatı boyunca kadını, mutsuzlu÷a mahkum etmiútir. doyumsuzlu÷un nedenlerini kültürel ortama ba÷lamak yerine çocukluk deneylerine ba÷lamıú ve yine çocukluktaki toplumsal ortamın getirdi÷i koúulları hesaba katmadan çocu÷un cinsler arasındaki anatomik farkı anlamasından do÷an bir kadınsal 267 Firestone, Shulamith. Cinselli÷in Diyalekti÷i. çev: Yurdanur Salman, østanbul:Payel Yayınları 2. Basım, 1993, s. 70. 268 Kate Millett, Cinsel Politika, çev. Seçkin Sevil, Payel Yayınevi, 2. Basım, østanbul, 1987, s. 326 269 A.g.e. , s. 290. 124 hadım olma komplesine”270 indirgedi÷ini düúünmüútür. Freud kuramında erkek üstünlü÷ünü meúrulaútıran ‘bir organ kıskançlı÷ı formülüyle’ kadınlı÷ı negatif ve eksiklik yüklü kavramlar etrafında kurmuútur. “Kadın narsizmindeki yarayı fark ettikten sonra tıpkı bir yara izi gibi aúa÷ılık duygusunu oluúturur. Penisten yoksun oluúunu salt kendine özgü bir kiúisel cezalandırma biçiminde açıklama dönemini aútıktan sonra ve cinsel özelli÷in evrensel oldu÷unu anladıktan sonra böylesi önemli bir konuda ikinci plandaki karúı cinse karúı erkeklerin duydu÷u küçümsemeyi paylaúır. Kadın önce kendisini bu denli yetersiz ve kusurlu olarak dünyaya getiren ve hemen her zaman penisi olmayıúından sorumlu bulunan annesini suçlar. (artık tıp biliminin verileri cinsiyetin belirlenmesinde rolü erke÷e vermiútir. Kız çocu÷unun annesine yöneltti÷i öfke eksik yönü úaúırmıú bir öfke olmalıdır. Asıl öfke duyulacak baba olmalıdır.)”271 “Freud’un bu ö÷retiyi öne sürmesinden sonra bütün sorumluluk hatta güç, kendisine tanınan yerde kalmak istemeyen kadının omzuna yüklenmeye baúlamıútır.”272 Toplumun kadına çizdi÷i kadınlık rollerini kabul etmeyen bir kadın, yazgısına karúı gelmektedir ve Freud’a göre histeriye kapılmıútır. “Kadının toplum içindeki durumunun do÷al yapısının bir sonucu oldu÷una inanan Freud, erkeklerin egemen oldu÷u bir dünyanın kadına tanıdı÷ı hakların ve kadını getirdi÷i yerin aslında do÷anın kadına tanıdı÷ı haklar oldu÷una bizi inandırmaya çalıúır.”273 Millett’e göre Freud’un niyeti sadece kadının yaúamını cinsel üretkenlikle sınırlamak de÷il aynı zamanda bizleri kadının yeteneksizli÷i yüzünden düúük kültürel düzeyde kaldı÷ına inandırmaktır. Nancy Chodorow’a göre Freud’un kuramı, toplumsal cinsiyetçi iúbölümünü besleyerek, kadınların boyun e÷mesini meúrulaútırmakta ve toplumsal ayrımcılı÷ı beslemektedir. Aúa÷ıdaki bölümde, Freud’u sadece birkaç biyolojik varsayımı göz önünde bulundurdu÷u için eleútiren, Freud’un temel kavramlarıyla oynayarak kendi düúüncesinde kullanan, Freud’un Oidipal babası gerçek bir babayken, babanın adını dile iúleyerek yasaya dönüútüren, böylelikle penisi, fallus olarak ifade ederek cinsiyet açısından fallusa 270 Kate Millett, Cinsel Politika, çev. Seçkin Sevil, Payel Yayınevi, 2. Basım, østanbul, 1987, s. 292. A.g.e. , s. 297. 272 A.g.e. , s. 305 273 A.g.e. , s. 306 271 125 sahip olmaya yönelik var olan eúitsizli÷i ortadan kaldıran Lacan’a ve feminist eleútirisine yer verilecektir. 5.2. Lacancı Kuramların Kadın Bedenine Yaklaúımı “Nitekim Lacan’ının kuramı da bir yanda birey ve toplum sorununa öbür yandan da benli÷in toplumsal ve dilsel inúasına iliúkin bir düúünme yolu önermekteydi.”274 Lacan’a göre benlik ile toplum aynı úeydir, aralarında fark yoktur. ønsanlar do÷dukları toplumun dilini içselleútirdikçe toplumsal bir varlık olma özelli÷i kazanırlar. Dolayısıyla asıl özne toplum de÷il “dil”dir. Toplum tüm bireysellikleri kendinde taúımaktadır. Ço÷u zaman Lacan’ın kendini anlamaya çabalayanlar tarafından anlaúılmak istendi÷i söylenir. Sarup’a göre Lacan kullandı÷ı sözcük oyunlarıyla, gündelik dili kullanmadan, simgeler ve imgeler yoluyla psikanaliz yazınının olabilece÷inden fazla yalınlaútırılmasına direnmek istemektedir. Aslında yapmak istedi÷i gündelik dilin insana dayattı÷ı normalleútirmeyi alaúa÷ı etmektir. Sarup düúüncesinde, Lacan’ı, özgün kılan Freud’un fizyolojik indirgemecili÷ini ret ederken kullandı÷ı dildir. Lacan’nın yapıtlarının ço÷unda biyoloji karúıtlı÷ı dikkati çeker. Lacan için kiúilik, sadece zihin ile ilgili bir süreç de÷il, varlı÷ın tümleyenidir. Dolayısıyla ruhsal durum ile kiúisel tarih farklı úeyler de÷ildir. Lacan’a göre, Freud sadece birkaç biyolojik varsayımı göz önünde bulundurmuútur. Oysa biyoloji insan tarafından irdelenerek, kullanılan dille anlatılır. Dolayısıyla dili önceleyen bir úey yoktur. Bu úekilde tartıúmalarla Lacan, kavramları ve onların içeriklerini, “biyolojik anatomik bir düzeyden simgesel bir düzeye kaydırarak, kültürün anatomik parçalara nasıl olup da çeúitli anlamlar dayatabildi÷ini göstermiútir.”275 Lacan, Freud’un temel kavramlarıyla oynayarak kendi düúüncesinde kullanırken, matematiksel mantık ve úiirle olan iliúkisini çalıúmalarına yansıtır. Metinlerin kesin ve de÷iúmez bir anlamı yoktur. “Ona göre, psikanalistler do÷rudan do÷ruya bilinçdıúında olanla iliúkiye geçmeli, yani bilinçdıúının diliyle aktarma 274 Madan Sarup, Post Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. Abdülbaki Güçlü, Bilim Sanat Yayınevi, Ankara, 2004, s. 16. 275 A.g.e. , s. 18. 126 yapmalıdırlar úiirin, uyakların, içsel mırıldanmaların diliyle. Çünkü sözcük oyunlarında nesnel ba÷lantılar eriyip çözüúür, ça÷rıúımlar alabildi÷ine bollaúır.”276 Lacan’a göre, Freud sadece bireylerin doyumları ve dürtülerinden hareket etti÷i için toplumsal boyut silik kalmıútır. Freud’da bilinçdıúı korkutucudur; aksine Lacan’da bilinçdıúı, do÷ruluk ve gerçeklik göstergesiyken bilmenin gerçekleúebilece÷i bir yer de÷ildir. Ego, her zaman kendini yansıtma dıúa do÷ru bir hareket içinde oldu÷u için hiçbir zaman kendinin farkına varamaz. Dolayısıyla kendini bilme/ tanıma gibi benli÷in bilgisine ulaúması ve kendi üzerinde düúünmesi mümkün de÷ildir. Freud’a göre, do÷a ve kültür arasındaki iliúkide egemen, kültürdür. Lacan’a göre ise insan do÷ası do÷uútan var olamaz. Ona göre gerçeklik dıúarıda durandadır ve dilin içinde anlamını bulur. Freud’un Oidipal babası gerçek bir babayken Lacan babanın adını dile iúleyerek babanın adı, yasaya dönüúür. Freud, simgesellikten de÷il fiziksellikten hareket eder. Lacan Freud’u simgesel düzeyde yeniden tartıúır. Böylelikle penisi, fallus olarak ifade ederek cinsiyet açısından fallusa sahip olmaya yönelik var olan eúitsizlik ortadan kalkar. Penis erke÷in sahip oldu÷u kadının sahip olamadı÷ı bir úeyken Lacan, fallusu bir iktidar simgesi olarak ne erke÷in ne de kadının sahip oldu÷u bir úey olarak kullanır. Fallus di÷eri ile bütünleúmeye duyulan temeldeki arzunun bir gösterenidir. Fallus dolulu÷un yoklu÷u çekilen bütünlü÷ün simgesidir. Di÷er yandan fallus, ataerkil bir toplum içinde, kültürel ayrıcalıklar ile donanmıú erkek öznelli÷inin ifadesinde kullanılan olumlu niteliklerin bir gösterenidir. Lacan kuramında, dil, kiúinin kendini, özneleútirmesinin ilk dura÷ıdır. Özneli÷i kurmak ise, karúılıklı farklılıklar ve karúıtlıklar arasındaki ben-sen diyalekti÷iyle mümkün olmaktadır. øçine do÷ulan toplum tarafından maruz kalınan dil, o toplumun yasaklarına, kültürüne ait en küçük yapıtaúının taúındı÷ı önemli bir araç ve belirleyendir. “Lacan antropolog Lévi- Strauss’un her toplumun birbirine geçmiú bir takım iúaret, rol ve ritüellerle düzenlenmiú/ yönetilmiú oldu÷u fikri üzerine kendi fikirlerini inúa ederek, bu takıma ‘Sembolik Düzen’ adını”277 vermiútir. Bir çocuk dil yoluyla sembolik düzeni içselleútirmektedir. Çocuk dili kullandıkça dil de ona nüfuz etmekte ve onu 276 Madan Sarup, Post Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. Abdülbaki Güçlü, Bilim Sanat Yayınevi, Ankara, 2004, s. 18. 277 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 343. 127 úekillendirmektedir. Sembolik düzen aslında bireylerin düzenlenmesiyle toplumu düzenler. Lacan, Freud’cu psikanalitik kuramı ve prati÷i yeniden yorumlamıútır. “Lacan’nın psikanalitik yaklaúımının iki kayna÷ı vardır bunlardan ilki yapısalcı-dilbilim, di÷eri de en temel de yatan Freud’cu görüútür.”278 Cinsel geliúim Freud için biyolojik ve do÷al geliúimin bir sonucudur. Lacan’da ise davranıúların ve öznelli÷in nedenleri, dilin yapısından kaynaklanır. Psikoseksüel geliúim de öznenin dille olan iliúkisidir. Lacan’a göre insanın psikolojik geliúimi üç temel evreye denk düúen üç temel varolma halinden oluúur. Bu evreler, Lacan’nın feminist eleútirisini daha açık yapabilmek amacıyla aúa÷ıda kısaca açıklanmıútır. Pre-oidipal (Le réél) evre: Algı duygu ve ihtiyaçların karmaúık bir úekilde varoldu÷u 0-6 ay arasındaki dönemin varoldu÷u evredir. Lacan’a göre bu evredeki insan, varlı÷ın en saf maddesel haline en yakın durumdadır. Bebek, annesinin bedenin sınırları ile kendi bedeninin sınırlarını ayırt edebilecek durumda de÷ildir. Dolayısıyla kendi bedeninin nerde bitip, annesinin nerde baúladı÷ını bilemez ve kendini tanımlayabilecek yetide de÷ildir. “Bu aúamada ne fark ne eksiklik vardır.”279 Le réél üç hal içinde en ifade edilmez olanıdır. Dile geçiúten önce oldu÷u için onu tekrar yaúamak mümkün de÷ildir. Dilsel düzene girmeden önce, hatta özne nesne ayrımından habersiz oldu÷umuz dönemde yaúamıú oldu÷umuz ve hala varlı÷ını hissetti÷imiz ama anlamamızın ve bilmemizin imkansız oldu÷u haldir.” Hayal etme-(imaginary) dönemi diye adlandırılır ve Sembolik Düzenin antitezidir.”280 Bir sonraki evre; yaúamın 6-18. ayları arasındaki ayna evresi olarak tanımlanmıú evredir. Lacan’a göre, ayna evresi egonun oluúmasının ilk adımıdır ve cinsel kimli÷in kazanılaca÷ı ve dile geçiúle birlikte sembolik düzene ilk adımın atıldı÷ı aúamadır. Yabancılaúma-öznellik arasındaki diyalekti÷i canlandırması açısından önemli olan bu aúamada, kendini aynada gören bebek, bir yandan bu görüntüyle özdeúleúmeyi arzularken di÷er yandan bu yansıyanın kendinden üstün oldu÷unu fark edip ondan nefret eder. Bu dönemde, sürekli bir eksiklik ve tatminsizlik durumu söz konusudur. Bu sürekli kaygı 278 Emre Iúık, Beden ve Toplum Kuramı,Ba÷lam Yayınları, østanbul, 1998, s. 72. A.g.e. , s. 73. 280 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 343. 279 128 durumunda bebek, bedeninin annesiyle ayrı bir bedene sahip oldu÷unu ve kendi dıúındaki dünyanın kendisine yabancı oldu÷unu fark ederek endiúe ve rahatsızlık duymaktadır. Lacan’a göre bu his, insanın hiçbir zaman tatmin edemeyece÷i bir arzunun da oluúma nedenidir. ønsan hep o saf ve katıúıksız, ilk evreyi arzu eder, ama ben ve di÷eri ayrımı artık oluúmuútur ve artık geri dönüú yoktur. Lacan için ayna evresi bebe÷in kendi benli÷inin gerçekli÷ini kavrayabilmesi açısından önemlidir.“Ben kendisini her zaman di÷erindeki yansımalar aracılı÷ıyla kavrar.”281 Üçüncü oidipal evre; 18 ay- 4 yaú arası, çocu÷un konuúmaya baúladı÷ı ve dil ile simgesel düzene girdi÷i dönemdir. Kendisini annesiyle tek bedende görmeyen çocuk için annesi arzularını yerine getiren birisi haline gelmiútir. Bu dönemde zayıflayan anne çocuk iliúkisi babanın da devreye girmesiyle kopar. Bu noktada çocuk ilk defa “Baba Yasası”yla karúılaúır. Üçüncü evre babayla özleúme evresidir. Burada simgesel de olsa bir i÷diú etme durumu vardır, baba çocu÷u annesinden ayırarak bir anlamda i÷diú eder. Kiúinin tam anlamıyla kendisi oldu÷unda ödenebilecek bir bedeldir bu. “Çocuk annesinden (hiçbir zaman sahip olamayaca÷ı memnuniyet kayna÷ından) bazı iliúkileri devam edebilece÷i dile, bir aracıya karúılık olarak kopar.”282 Oidipal dönemde erkek çocuk, anne ile özdeúleúmeyi reddederek sembolik düzenin temsilcisi ve kendiyle aynı biyolojiyi paylaúan babayla özdeúleúir. Bu özdeúleúme, hakim eril düzenin içselleútirilmesiyle öznelli÷e ve bireyselli÷e açılan kapı demektir. “Lacan için Oidipus kompleksi, genetik psikolojideki herhangi bir evreye benzemez; daha çok çocu÷un kendisinin, dünyanın ve baúkalarının farkına varmasıyla kendini insanlaútırdı÷ı bir andır bu.”283 Bu durum çocu÷u, baba yasasının hakim oldu÷u ve bu yasanın inúa etti÷i kültür, dil ve uygarlık dünyasında kendini gerçekleútirmeye özendirir. Lacan bir anlamda, Oidipus kompleksini, özne olmanın temeline koyarak do÷al yaúamdan toplumsal yaúama geçiú olarak görür. Kız çocuk ise erkek çocuk gibi babayla 281 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005,.s. 344. 282 A.g.e. , s. 344 283 Madan Sarup, Post Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. Abdülbaki Güçlü, Bilim Sanat yayınevi, Ankara, s. 18. 129 özdeúlemez, dolayısıyla sembolik düzeni içselleútiremezler. Sembolik düzeni kuran ve bu düzen tarafından tekrar yapılanan dil, kadını dıúında/dıúarıda tutmaktadır. Lacan’a göre de kadınlar, hep dıúarıda kalanlar olacaktır. Tong’a göre; “Kadınlık tesirsiz hale getirilmiú, susturulmuú, deli gömle÷i giydirilmiútir, çünkü kadınlara sunulan sözler erkeklerin sözleridir.”284 Lacan için imkansız da olsa kadınları tanımak için onların cinsel zevk düzeyini araútırmak gerekmektedir ama bu da imkansızdır çünkü, babaların eril dillerinde bu zevkler dile gelememektedir. Oidipus kompleksi tek kabul oldu÷u sürece yani bireylerin otoriteye boyun e÷meleri devam etti÷i sürece, kadınların cinsel zevkleri sembolik düzenin tam ortasında baskılanmıú bir úekilde olarak bir potansiyeli ifade eder. Kadınların tanınması için hakim dilin göstereni sembolik düzen parçalanmalıdır. Sarup’a göre, Fallus temelli bilgiyi çökertmek için pek çok feminist, Lacan’nın çalıúmalarını üç temel noktada kullanmaktadır . • Öznellik, cinsellik ve dil tartıúmasına kazandırdı÷ı yeni bir bakıú açısı • Ego ile us özdeúleútirirken, bilinçli öznenin merkezi yerini sarsması • Rasyonel öznenin akılcı erekselli÷ine iliúkin yaygın kanıların de÷iútirerek do÷al cinsellik düúüncesini problem etmesi 285 Luce ørigaray’a göre Lacan’nın kuramı, erillik üstüne yükselir. Tutuculuk, Lacancı simgesel düzen tasarımda gizli de olsa her zaman kendini, hissettirir. Fallus merkezli bir düzen oldu÷u için babanın yasası tek yasadır ve diúilik bastırılarak bu yasanın egemen de÷erleri içinde eksiklikle tanımlanır. Lacan’nın tasarımındaki aynanın neden bir düz ayna oldu÷unu sorar ørigaray “çünkü düz ayna kadının cinsel organlarının büyük bir bölümünü yalnızca bir delik olarak yansıtır.”286 Düz ayna, kadına özgü cinsel durumu yansıtmaz. “Kadının cinsel özgünlü÷ünü yansıtmak için baúka bir aynaya gerek vardır, örne÷in kadın 284 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 344. 285 Bakınız, Madan Sarup, Post Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. Abdülbaki Güçlü, Bilim Sanat Yayınevi, Ankara, 2004. 286 Aktaran, A.g.e. , s. 88. 130 bedenin iç taraflarını muayene edebilmek amacıyla bir deli÷i geniúletmek ya da açık tutmak amacıyla jinekologların kullandı÷ı özel ayna speküloma’ya.”287 Lacan, hem ataerkil iktidar iliúkilerine, hem de bu iliúkilerin toplumsallıkla nasıl yeniden üretildi÷ine iliúkin genel kabulleri sarsmıútır. Dolayısıyla kadına dayatılan baskıların kayna÷ı yalnızca erkeklere de÷il, toplumsal, ekonomik ve dilsel yapılara kaymıútır. “Kendisi her ne kadar ataerkil baskıcı yapıyı tanımasa bile, Lacan kadının maruz kaldı÷ı baskının ruhsal içeri÷inin tanımlanarak açıklanmasına önemli katkılarda bulunmuútur.”288 “Lacancı çözümleme sayesinde kültürün iúleyiúi konusunda yaúam biçimimizin sadece yüzeyini úöyle bir gözden geçirmektense, derinliklerine dalmamızı sa÷layan bir yaklaúım geliútirebiliriz. Görüú alanımızı ve politik imgelemimizi úiddetle kısıtlayan bilinçdıúı fanteziler tarafından biçim verilmiú gerçekli÷imizle mücadele ederken, Lacan bize yol gösterir”289 Cornell bir çok feministin Lacan’ dan uzak durmasının sebebini feminizme hiç alan bırakmamasında görür. Lacan’nın kuramında toplumsal cinsiyet farklılı÷ı içinde kadınlı÷a ait de÷erlerin ve çeúitlili÷in de÷il, kadının anlamdan yoksun ve sembolik düzende olmayan olarak gösterdi÷i için feminizmin neye karúı ve nasıl savaúaca÷ını gösterir. Lacancı çözümleme, hiçbir zaman gerçek kadınlıkla örtüúmeyen kadınlı÷ın sembolik kurulumuyla iúe baúlamaktadır. Cornell, Lacan’nın kadını anlamdan yoksun kurgulamasını ve bir anlama sabitlenemeyiúini kadınlar için de÷iúimin ve dönüúümün olana÷ı olarak okur. “Benim okumama göre simgesel düzende kadının oturmuú bir gösterileni bulunmadı÷ından, bu yeniden simgeleme sürecini ortadan kaldırmak amacıyla kadının anlamını sabitleútirmek olanaksızdır.”290 Lacan’nın kuramında kültüre giriú anne bedeninden kopuúla olmaktadır. Göbek deli÷inin izi do÷um sonrası bir iz de÷il anne çocuk çiftinin ayrılıúını da gösteren simgesel 287 Madan Sarup, Post Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. Abdülbaki Güçlü, Bilim Sanat Yayınevi, Ankara, 2004, s. 48 288 A.g.e. , s. 49 289 Seyla Benhabib, Judith Butler, Duricila Cornell, Nancy Fraser, “Etik Feminizm Nedir?”, Çatıúan Feminizmler: Felsefi Fikir Alıúveriúi, çev, Feride Evren Sezer, Metis Yayınları, østanbul , 2008, s. 103. 290 A.g.e. , s.107. 131 bir izdir, Cornell için. Simgesel düzene giriú babanın de÷il annenin temsil ettiklerinin inkarıyla olmaktadır. Simgesel düzende geçerli olan imgesel baba yasasıdır ve iktidarın göstereni fallustur. “Her iki cinsiyet babanın adı ve bunun ataerkil kültürde temsil etti÷i her úey tarafından dayatılan yasa ile engellenir.”291 Cornell’a göre, erkek çocuk babaya benzerli÷iyle eril kültürde kendini tanımlayabilmesine ra÷men bilinçdıúında, kendisini özleútirdi÷i imgesel babanın iktidarının kendi iktidarını tehdit edece÷i kaygısını sürekli yaúar. Erkeklik çok ince bir çizgide, baba yasasına dayanan simgesel düzende, babanın gücüne karúılık üstünlü÷ün tekrar tekrar kurulma ihtiyacıyla gerçekleúen bir süreçtir. “øki cinsiyet farklı anlamlandırma alanlarına bölünmüútür. Erkeklere, kadınlarınınkinde farklı gösterilenlerle anlam verilmiútir. Eril öznenin öznelli÷i, fallik göndermenin hükmetti÷i alanda sabit bir konum olarak garanti edilmiútir. Ancak bu sabit konum için ödenen bedel, yine simgesel bir hadım biçimidir.”292 Sonuçta, erkeklerin toplumsal cinsiyet yapıları karúısındaki mücadelesi hiçbir zaman bir kadının mücadelesine benzemez. Kadın, anneyi inkar ederek simgesel düzene girmek zorunda oldu÷u için ve kültürde anneye ya da kadınlı÷a ait bir gösteren bulunmadı÷ı için simgesel düzende kendini ifade edemez. Fallusa tanınan ayrıcalık erke÷in öznelli÷ini pekiútirirken kadının kendini tanımlayaca÷ı bir konum yaratmaz. “Lacan’a göre geriye kalan sözün ötesindedir. Kadın imgeseline biçim verilmez, çünkü bu imgesel kadınlı÷a ait cinsel farklılı÷ın çeúitlenmesini kaydedecek simgesel malzemeyi bulmaz.”293 Cornell’e göre, bu Lacancı açıklama, neden kadınların olumlu bir imge geliútirmekte sorun yaúadı÷ını açıklamaktadır. Lacan, kadınların, kim oldu÷unu söyleyecek sözcüklerin bulundu÷u bir anlamlama alanına kadınların giremeyece÷ini iddia etmektedir. Böylece kadınlar, tam yoksunluk olarak tanımlandı÷ı için, kimliksiz olarak vardırlar. Hadım edilmiú öteki ve erkek olamayan olarak kadınlar, ancak orada olmayanı simgeleyebilmektedirler. Cornell, kadınların sadece arzu nesneleri olarak kültürle iliúkilendirildi÷ini savunur. Gerçek yaúamla kadın arasındaki boúluk erkek tarafından doldurulmakta ve kadınlara sadece diúi ve ötekinin temsili biçiminde bir var olma seçene÷i 291 Seyla Benhabib, Judith Butler, Duricila Cornell, Nancy Fraser, “Etik Feminizm Nedir?”, Çatıúan Feminizmler: Felsefi Fikir Alıúveriúi, çev, Feride Evren Sezer, Metis Yayınları, østanbul , 2008, s. 107. 292 A.g.e. , s. 108. 293 A.g.e. , s. 109. 132 dayatılmaktadır. Cornell’e göre dayatılan bu temsiller kadına çok sınırlı bir konuúma zemini sunmakta ve kiúinin kim oldu÷unu ifade etme olana÷ını da sınırlandırmaktadır. Lacan’nın kuramında kadınlı÷ın anlamlandırılmaması kadın temsilini imkansızlaútırdı÷ı gibi kadınlı÷ın inkarını da dayatmaktadır. Kadına ataerkil kültür içinde iki seçenek bırakılmaktadır. Eril de÷erlerle kodlanmıú cinselli÷i yaúamak veya cinsellikten uzak kız kuruları olarak yaúamak. Cornell, Lacancı çözümleme sayesinde feminizmin karúı karúıya kaldı÷ı engeli keúfedebilece÷ini, böylece savaú alanı hakkında farklı düúünceler geliútirebilece÷ini iddia eder. Aynı zamanda bu çözümleme yolu kadını her hürlü kaçıú yolundan da mahrum bırakabilme riskini de içinde taúır. Butler’e göre, Lacancı kuram bir tür ‘kötü ahlak’ olarak anlaúılmalıdır. Lacan’nın kuramında “Fallus olmak her zaman eril özne için olmaktır. Eril öznede, o baúkası için olan varlı÷ı tanıyarak kimli÷ini yeniden olumlayıp kuvvetlendirmeye çalıúır. Fallus olmak ile Fallus’a sahip olmak arasındaki bölünme ve de÷iú tokuú babaerkil yasa tarafından tesis edilir.”294 Dolayısıyla sembolik düzende, erke÷in iktidarını pekiútirmek için kadınlara Fallus oldukları söylenmektedir ki bu Fallus olma durumu tatmin edici olmaktan uzaktır. Çünkü yasayı tümüyle yansıtamazlar. Kadınların zorunda bırakıldı÷ı fallus muú gibi görünme edimi Butler’e göre, kadını, mıú gibi görünmeye indirgiyor gibidir ki bu durum diúil arzunun reddi olarak okunabilir. ørigaray, “ ‘maskelen’ me kadınların yaptı÷ı úeydir… böylece erke÷in arzusuna katılabilirler ama ancak kendi arzularından vazgeçmek pahasına.”295 diye yazar. Butler’e göre, Lacan’da maske ile ret arasında bir ba÷lantı vardır. Reddetmek muhafaza etmektir. Maske kaybı örterken, aynı zamanda bu kaybı muhafaza da eder. “Bedenin reddedilen ötekinin kalıbına sokularak imlenmesidir. Kendine mal etme yoluyla üzerinde hüküm kurulan her ret baúarısızlı÷a u÷rar ve reddeden reddedilenin kimli÷inin bir parçası, onun ruhsal çöplü÷ü haline gelir.”296 Davranıúların ve öznelli÷in nedenlerinin, dilin yapısına ba÷layarak, psikoseksüel geliúimi de öznenin dille olan iliúkisi olarak adlandıran Lacancı kuramı eleútirerek kadının 294 Judith Butler, Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimli÷in Altüst Edilmesi, Metis Yayınları, østanbul, 2008, s. 105. 295 A.g.e. , s. 107. 296 A.g.e. , s. 111. 133 farkındalık kazanıp mevcut toplumsal yapıları dönüútürmesi ve kendine özgürleúme alanları açabilmesi yolunda dil üzerine odaklanan önemli üç feminist yazarla devam ediyoruz. 5.3. ørigaray, Cixous ve Kristeva’da Kadın Bedenini Yazmak ve Özgürleúme “Tuhaf bir mutlu olma tarzı, öylesine kavranamaz, öyle uçucu, öyle yüzsüz ki: sanki uçabilmek için çok az bir úey yapmamız gerekecek”297 Cixous ile ørigaray’ın tersine Kristeva’nın bütünüyle feminist bir kuramcı olarak kabul edilmemesine ve kendini de feminist olarak tanımlamaktan kaçınmasına karúın feminist teoride çok önemli bir yere sahiptir. Kristeva; “beden, düúüncesinin toplum bilimlere girmesi gereklili÷i üzerinde durmuú; öznelli÷in oluúumunda anneli÷e iliúkin olan Pre-oidipal olanın anlam ve önemini vurgulamıú, dıúlama kavramını, baskı ve ayrımcılı÷ı açıklamak için kullanmıútır.”298 Kristevada ørigaray gibi Freud ve Lacancı kuramı kullanarak simgesel düzendeki dilin, cinsel kimli÷i oluúturma sürecindeki birincil rolünü analiz etmiútir. øki düúünür de Freud ve Lacan’nın gölgede kalmıú anne-kız iliúkisi üzerinde durmuúlardır. Lacan, Kristeva’nın çalıúmalarında yöntem ve kavramsal açıdan bir zemin olmuútur. Direk’e göre, Kristeva, Lacan’nın kaçırdı÷ı anlam ile öznellik arasındaki tarihsel ve toplumsal iliúkinin farkındadır. Lacan’nın görsellikle iúledi÷ini varsaydı÷ı simgesel düzenin Kristeva, sadece görsel de÷il iúitme, dokunma, tat alma ve koklama duyularınca oluúturulmuú bir düzen oldu÷unu düúünür. Ayrıca Lacan’ın savladı÷ı gibi imgesel ile simgesel arasında bir kopuú de÷il süreklilik mevcuttur. Kristeva’nın ça÷daú düúünceye en önemli katkılarından biri, anlam beden iliúkisini baúka bir deyiúle “konuúan beden” fikrini sosyal bilimlerin konularından biri haline getirme çabasıdır. Dil ve öznellik iliúkisi üzerinde yo÷unlaúan Kristeva, düúüncenin merkezine kendini yerleútirmiú batılı, beyaz erkek yönetici dünyanın, fallus ve logos merkezci düúüncesine karúı çıkar. Bu düúüncenin öteki olarak yarattı÷ı kadının konumunu, bedenden hareket ederek dönüútürmeye çalıúır. Kristeva’ya göre, modern dilbilimin 297 Julia Kristeva, “Yabancı øçin Tokata ve Füg”, Defter Dergisi, sayı.28, çev: øskender Savaúır, 1996, s.9. Zeynep Direk , “Unes Femmes: Kristeva, Psikanaliz ve Kadın”, Cinsiyetli Olmak. Sosyal Bilimlere Feminist Bakıúlar, Yapı Kredi Yayınları, østanbul: 2007, s. 51. 298 134 ideolojik ve felsefi temeli, özünde otoriter ve baskıcıdır. Amacı, dilbilimin nesnesi olarak görülen konuúan özneyi tekrar kurmaktır. Dil, onun için, toplumsal iliúkilerin basit bir yansıtanı de÷il aksine oldukça üretkendir. Kristeva, konuúan bedenin önemini iki nedenden hareketle açıklar. ølki, Lacan’ın ayna teorisinin aksine, dilin mantı÷ı, sembolik düzene geçiúten çok önce bedensel iúleyiúlerde yani semiyotik düzende mevcuttur. økincisi, bedensel dürtülerin dildeki etkileri göz ardı edilemez. Anlam semiyotik ve sembolik arasındaki diyalektikten ortaya çıkar. Batı düúüncesinde 19.yüzyıla kadar birbirinden ayrı tutulan beden ve akıl, kültür ve do÷a ayrımını da beraberinde getirmiútir. Kültür, insan aklının do÷ayı kontrol altına almasıyla oluúmuútur. Do÷a ise dünyanın kültürden önceki durumudur ve bu haliyle insanlı÷ın hayvansal (bedensel) hallerini ça÷rıútırmaktadır. Akıl/kültür, beden/do÷a birbirine karúıt kavramlar olarak tasarlandı÷ından, etken/edilgen, mantık/duygu, eril/diúil gibi bir çok karúıtlıklara da yol açmıútır. “Kristeva’nın düúünce tarihine en büyük katkılarından biri bu zıtlıkların nedenini sorgulayıp, anlamlandırma konusunda beden ve aklın beraber çalıútıklarını göstermek olmuútur.”299 Kristeva, bebekle annenin ayrılma zamanı konusunda Freud ve Lacan’dan ayrılır. Kristeva’ya göre bebek, annesinden Oidipus kompleksinden ve ayna evresinden çok daha öncelere dayanan bir zamanda ayrılır. Dolayısıyla bebe÷in egosunun oluúması, ben ve di÷eri farklılaúması bu evrelerden çok önce oluúmuútur. Anlam, dilde karúılı÷ını kelimeyle ifade etmeden çok önce, bebe÷in isteklerini ve istemediklerini dıúlamasında kendini gösterir. Kristeva’ya göre bedensel enerjilerin açı÷a vuruldu÷u Göstergesel dönem, anlamın olmadı÷ı bir yer de÷il ilk anlamların yer aldı÷ı yerdir. Bu kavram, dili kullanmaya baúlamadan ve özne olmadan önceki çok kiúisel bir psiúik alana karúılık gelmektedir. Karmaúık duygularla kaplı bu psiúik alanda düzeni sa÷layan bebe÷in annesinin bedeniyle olan iliúkisidir. Bebek annesiyle tensel temas sayesinde huzur bulur ve bu dürtülerin karmaúasından arınır. Lacan’ın ilk evresine de benzeyebilecek bu durum, bebe÷in ben ve di÷eri ayrımının farkında olmadı÷ı kontrolsüz enerjilerin ve dürtülerin ortaya çıktı÷ı yerdir. 299 Zeynep Direk , “Unes Femmes: Kristeva, Psikanaliz ve Kadın”, Cinsiyetli Olmak. Sosyal Bilimlere Feminist Bakıúlar, Yapı Kredi Yayınları, østanbul: 2007, s. 62. 135 Göstergesel dönem, Kristeva’nın kullandı÷ı anlamıyla, Oidupus dönemi öncesi dürtülerle, çeúitli aúamalardan geçen cinsel bölgeler, delikler ve organlarla iliúkilendirilebilir. Kristeva göstergeseli, annenin bedeninin kapladı÷ı uzamca tahakküm altına alınan diúil bir evre olarak tanımlar. Göstergesel, hem simgesel iúleyiúin hem de onun denetlenemeyen aúırılı÷ının bir önkoúuludur. Göstergesel, anneli÷e ve onun birincil süreçlerine dayalı Oidupus dönemi öncesine ait bir kavramsa, bu kavramın aksine simgesel, baba yasasına ve onun ikincil süreçleri tarafından düzene konulan Odipal bir dizgeye karúılık gelir. Göstergesel, söylemler tarafından kullanılmasına karúın onlar tarafından asla belli bir düzene sokulamaz. Simgesel, yaptırımlar ve yasalar olarak göstergeselin üstünde yükselen bir düzlemdir. Göstergesel süreçlerin simgesel düzendeki denetimi tarihsel, dilsel ve ruhsal bakımdan oldukça ince oldu÷u için kırılabilir ya da kopabilir. Göstergeselin bu denetimi düz, ve anlaúılması kolay metinlerin taúıdı÷ı normların çözülmesinde kullanılır. Lacan’dan farklı olarak Oidipus öncesi dönem olan göstergesel, çocu÷un sembolik düzene girmesiyle sonlanmaz. Ataerkil kültürün imgesel baba yasasına dayanan simgesel düzeninde etkisini dilde devam ettirir. Çünkü simgesel düzen, her ne kadar annenin inkarıyla kendi devamını sa÷lasa da çocu÷un anne ile paylaúımı ve bu paylaúımdan do÷an özel iliúki, simgesel düzende anlam taúımasa bile Kristeva’ya göre kullanılan dilde etkisini her zaman sürdürür. Kristeva’ya göre çocuk, sembolik ve sosyal düzenin iúleyiúini yalnızca babadan de÷il anneden de ö÷renir. Freud ve Lacan’da ise çocu÷un sosyal düzene giriúi babanın aracılı÷ıyla olmaktadır. Çocuk kastrasyon düúüncesinin yarattı÷ı korku ya da penis arzusunun yarattı÷ı eksiklik sonucu sosyal düzenin kurallarını kabul etmeye ilk adımları atar. Bu iki hal, anlamın yarattı÷ı korkunun neticesindedir. “Kristeva bu noktada úunu sorar; e÷er sosyal düzene girmemizdeki tek motivasyon korku ise neden bir ço÷umuz ruh hastası de÷iliz."300 ølk anlamların kayna÷ı olan annenin yasalarının geçerli oldu÷u göstergesel’de dille, tanıúılmaktadır. ùimdiye kadar annelik söylemleri anneyi ya do÷aya indirgemiútir ya da kutsallık mertebesine terfi ettirmiútir. Kristeva için annelik, iúlevi 300 Zeynep Direk , “Unes Femmes: Kristeva, Psikanaliz ve Kadın”, Cinsiyetli Olmak. Sosyal Bilimlere Feminist Bakıúlar, Yapı Kredi Yayınları, østanbul 2007, s .64. 136 gere÷i, anneye, diúiye ya da kadına indirgenebilecek bir kavram de÷ildir. Öncelikle bir anne bir kadın olarak sosyal iliúkiler içinde yaúayan ve konuúan bedendir. Ne kadınlık anneli÷e ne de annelik kadınlı÷a indirgenebilecek bir úey de÷ildir.”Annelik bir iúlevdir. ønsanın geliúiminde çok önemli bir yer tutan bir iúlev ama sadece bir iúlev.”301 Bu iúlev pekala bir erkek tarafından da gerçekleútirilebilir. Freud ve Lacan da anne, erkek ve kız çocu÷un ilk sevgi göstereni olarak nesneye indirgenmiútir. Bir kadın olan annenin penisi olmadı÷ı için erkekten eksiktir. Erkek gibi ba÷ımsız bir tanıma sahip olmamanın nedeni ise kastrasyon ve oidipus kompleksleridir. Kız çocu÷unun normal ve sa÷lıklı olması için penis arzusunu tatminini sa÷layan bir noktaya yaklaúması gerekir ki bu da anne olmaktır. Kadın ve anne olmak Freud ve Lacan’a göre ayrıútırılabilir bir úey de÷ildir, anne her zaman için fallusçu bir gözle ele alınmıútır. Annelik kadının yaúadı÷ı bir diúilik deneyimi olmaktan çok diúili÷e iliúkin eril tasavvurun bir ürünüdür. Kristeva anneli÷i bir iúleve dönüútürülüp kadın ve biyolojik anne kategorilerini bir birinden ayırdı÷ı için erkek egemen görüúün dayandı÷ı önemli temelleri çökertmiútir. Tıpkı Cixous gibi Kristeva da rasyonel akılla temellenen simgesel düzenin denetim altına alamadı÷ı, ve bu düzenin tahakkümünü tehdit etti÷i gerekçesiyle söylemin sınırlarına sürülen bir diúil anlamlama biçimi oldu÷unu ileri sürer. Kristeva, kadına karúı iúleyen baskı ve ayrımcılı÷ın iúleyiúini açıklarken abjection (dıúlama) kavramını kullanılır. Abjection, bir grubun ya da bir öznenin varoluú sınırlarını tehdit eden her úeyi dıúlama nedeni olabilecek psikolojik bir tepkidir. Öznenin bütünlü÷ünü tehdit eden ve dıúlanan úey veya úeyler, hiçbir zaman tam anlamıyla ortadan kalkmaz. Abjection Freud’un bastırma fikrinden farklıdır. Freud’da bastırılıp bilinçdıúına atılarak unutulan úeyler bilinçten silinirken Kristeva da dıúlama nesnesi sürekli varolur ve hiçbir zaman kaybolmaz. “Özne için kendi varlı÷ına yönelik en büyük tehdit annenin bedenine olan ba÷ımlı÷ıdır. Bu yüzden annenin iúlevi ve abjection birbirinden ayrılmazlar.”302 301 Zeynep Direk , “Unes Femmes: Kristeva, Psikanaliz ve Kadın”, Cinsiyetli Olmak. Sosyal Bilimlere Feminist Bakıúlar, Yapı Kredi Yayınları, østanbul, 2007, s. 65. 302 A.g.e. , s. 65. 137 Kristeva, göstergeselin Oidupus dönemi öncesiyle iliúkili olması nedeniyle ve simgesel düzenin babanın yasasına göre iúledi÷ini ve kız çocu÷unun simgesel düzene girmeden önce bir seçimle karúı karúıya kalaca÷ını söyler. Kız çocuk için iki úey mümkündür, ya annesiyle özdeúleúmek ya da babayla özdeúleúmek: E÷er baba yasasını kabul eder ve bu yönde bir kimlik geliútirirse bu durum göstergeseli arka plana atacak ve annesinin bedeniyle kurdu÷u ba÷ımlılı÷ı alıp götürecektir. Simgeselin bastırdı÷ı ve göstergeselin dolaylı olarak iúaret etti÷i birincil dürtüleri anaç dürtüler olarak kavrayan Kristeva’ya göre, bunlar yalnızca anneye ait dürtüler de÷il, aynı zamanda (kız ya da erkek) bebe÷in bedeninin anneye ba÷ımlılı÷ını nitelendiren dürtülerdir. Baúka bir deyiúle anne bir arzu öznesi ya da nesnesini de÷il bir süreklilik iliúkisini belirtir. Simgesel, annenin reddedilmesine dayanır; göstergesel ise úiirsel konuúmada annenin bedenini ritim, ses benzerli÷i, tonlama, ses oyunları ve tekrar yoluyla temsil eder, yeniden sunar ve geri getirir. Anne – bebek arasında oluúan dil iliúkinin süreklili÷inin göstergesidir. Kristeva’da annelik göstergeselin sekteye u÷ratıcı potansiyeli olarak sunulur. Böylece babaerkil yasa ve onun tek anlamlı belirleyicili÷i, anne bedeniyle yerinden edilir. Annelik içgüdüsü babaerkil yasadan önce de var olan bir ontolojik bir statüdür. Simgeselde dil, anneye ba÷ımlılık iliúkisinin kopmasına dayanır. Göstergesel kipinde dil, annenin bedenini, tek bir anlama direnen maddeselli÷ini úiirsel olarak geri kazanma u÷raúı içindedir. ùiirsel dil, tutarlı belirleyici öznenin çözülüp da÷ılarak birincil süreklili÷i olan annenin bedenine dönmesini ifade eder. Kristeva’ya göre kadın yazarlar da simgesel düzende erkeklerle aynı úekilde yer alamazlar. Kadınlar iki tarzdan biri içinde yazmaya e÷ilimlidirler. “Ya büyük oranda aile yapısını taklit etmeye çalıúan ailenin yerini dolduracak yaúamöyküsü romanları, aúk romanları, aile tarihleri kaleme alırlar böylece, gerçek bir aile yerine koydukları öyküler, imgeler ve hatta düúlemler üretirler, ya da bedene ve onun ritmine ba÷lı histerik özneler olarak yazarlar.”303 Kristeva’ya göre; metinler ve kültürel ürünler karúılıklı olarak birbirini de÷iútiren diyalektik sürecin sonucudur. Simgesel düzenin temelini irdelemek ve onu 303 Madan Sarup, Post Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev.Abdülbaki Güçlü, Bilim Sanat yayınevi, Ankara, 2004, s.183. 138 bölümlere ayırmak göstergesel bir harekettir. Dolayısıyla simgesel ve göstergesel düzlem birbiriyle sürekli bir mücadele ve etkileúim içindedir. Göstergesel düzlemin, düzensiz ve da÷ınık dizgesi simgesel düzenin sınırlarını sürekli zorlar. Böylece göstergeselin mücadelesiyle sonlanmayacak yeni yeni dizgeler yapılanır ve simgesel düzende kodlanır. Göstergesel silinmiú kabul edilenin ya da bastırılmıúın geri dönüúü gibi, simgeseli tekrar tekrar yeniden kodlar. Dolayısıyla göstergesel kodların kullanıldı÷ı çalıúmalar aracılı÷ıyla simgeselin sınırlarına meydan okunur. Hakkında konuúulmayanın açıkça dile getirilmesini olanaklı kılabilecek baúkaldırılar ve kopmalar yaratır. Butler’e göre, Kristeva, kültürel anlamın mümkün olabilmesi için anne bedeniyle olan birincil iliúkinin bastırılması gerekti÷ini varsayan Lacan’a meydan okur. Kristeva’ya göre göstergesel dil, birincil anne bedeninin vesile oldu÷u bir boyutudur. Bu boyut simgesel içinde daimi bir alt üst etme iúlevi görür. “Kristeva’ya göre göstergesel çoklu anlamın hakim oldu÷u úiirsel dil içinde ifade edilir. Aslında úiirsel dil anne bedeninin dilin koúulları dahilinde geri getirilmesidir, babaerkil yasayı kesintiye u÷ratma, alt üst etme ve yerinden etme potansiyeli taúır.”304 Birincil dürtülerin dille bastırılamayaca÷ını savunan Kristeva, dürtülerin úiirsel dil aracılı÷ıyla çoklu ses ve anlamların bastırılamaz heterojenli÷ini ortaya çıkardıklarını iddia eder. Bu úiirsel iúlev bölücü bir dilsel iúlevdir; anlamları kırar ve ço÷altır. Çeúitli edebiyat tarzları deneyen, romancı, eleútirmen ve yorumcu olan Helene Cixous’a göre, erkek yazını, kadın yazınına göre daha görünürdür. Bu görünürlük, bir çok sosyokültürel ve ekonomik koúullardan beslenmektedir. Erkek yazını ve ona hakim eril düúünce, birbirine karúıt dikotomileriyle gerçekli÷i parçalamaktadır. Bu nokta, Cixous’un eleútirdi÷i noktadır. Güneú/ay, gündüz/gece, kültür/do÷a, yazma/konuúma gibi dikotomiler, “temel bir ikilemden kadın/erkek ikileminden esinlenmektedir; bu ikilemde erkekler aktif, aydınlık ya da pozitif olan tüm etkenlerle, kadınlar ise, pasif, do÷al, 304 Judith Butler, Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimli÷in Altüst Edilmesi, Metis Yayınları, østanbul, 2008, s. 152. 139 karanlık, alçak ya da negatif olan özelliklerin tümüyle iliúkilendirilmiúlerdir.”305 Dolayısıyla temel olan, esas olan erkektir, kadın ise di÷eridir. Bu egemen kabul nedeniyle, kadınlar erkeklerin koydu÷u kurallara göre belirlenmiú bir gerçekli÷i yaúarlar. Cixous’a göre, karúıtlıklar üzerine kurulan ataerkil düzendeki diyalektik yapılar, cinsel ayrımda oldu÷u gibi, öznelli÷in biçimleniúi üstünde de baskı kurarlar. Erkek/kadın karúıtlı÷ı üzerinde temellenen ataerkil toplumdaki kadın kimli÷i, sürekli bir göz da÷ıyla erkek olmayan, öteki olarak temsil edilir. Böylece kadın kimli÷i, cinsel ayrımın ya da baúkalı÷ın ancak bastırıldı÷ında hoú görüldü÷ü bir iktidar yapısına kapatılır. Ünlü uyuyan güzel masalı bunun iyi bir örne÷ini sunar. Pasif, olumsuz, bir öznellikle simgelenen uyuyan kadın bir erkek tarafından öpülünceye kadar bu durumda kalmaya mahkumdur. Öpücükle yaúama döndürülen kadın, prensin arzusuyla ikincil bir konuma düúürülür. Cixous, Lacan ve Freud’un cinsel ayrım kavramlarını, kadını fallusun üstünlü÷üne hapsettikleri düúüncesiyle reddeder. Bunların yerine, yalnızca cinsel ayrımın yadsınmasıyla de÷il aynı zamanda çok seslili÷in, erilli÷in ve diúilli÷in öznede aynı anda bulunabilece÷i çift cinsiyet olana÷ından söz eder. Cixous’a göre kadın, her türlü kontrolün erke÷in elinde oldu÷u, onlar tarafından yazılan ve onlar tarafından dillendirilen dünyanın dıúına çıkma mücadelesi vermelidir. Cixous, kadın yazını, yeni bir tür olarak de÷il “aynı zamanda de÷iúme olana÷ını altüst edici düúünceler için bir baúlangıç noktası gibi, hizmet edecek bir alan, toplumsal ve kültürel standartları dönüútürmenin ilk hareket ettiricisi olabilecektir.”306 Kadın yazını ataerkil düzenle mücadelede kullanılabilecek önemli bir alandır. Cixous için yazı, bir çift cinsiyet araútırması için ayrıcalıklı bir alan olarak, kadının çıkarlarına iúlerlik kazandırabilir. Cixous’a göre kadınların bedeniyle kurdu÷u iliúki toplumsal kültürle belirlenmiútir. Kültür, kadın ve erkek için ayrı ayrı düzenlemeler sundu÷una göre, kadın için sunulanı yeniden biçimlendirmek ancak yazıyla mümkün olabilecektir. Cixous ardından arma÷an kavramıyla ba÷lantılı alternatif bir diúilik ekonomisini kuramlaútırma iúine soyunur. 305 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev: Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 348. 306 A. g. e. , s. 349. 140 “Herhangi bir kimse baúkasının harcaması hakkında konuúabilir mi ? Gerçekten de beleú arma÷an diye bir úey yoktur. Asla bir úey karúılı÷ında hiçbir úey beklemeden vermezsiniz. Ama arma÷anın nasıl ve neden verildi÷ine iliúkin ayrımlar, asıl döngüyü baúlatan vermeyi olumlayan jestlerin de÷erlerinde yatar. Bu tür bir yarar tipinde verici, verdi÷i arma÷andan medet ve yarar umar”307 Vermeye iliúkin bu farklı iliúki, Cixous’un aradı÷ı alternatifin, diúil yazı prati÷inin ayırt edici özelli÷idir. Böylesi bir yazı, de÷iúmezlik ve dura÷anlıkla kodlanmıú kabulleri reddetmek, çok sesli ve farklı özneler yaratmaya cesaret etmektir. Cixous’a göre konuúma/söz, kadının elinde kuralları bozan, sınırları zorlayan bir güç iken, yazma ise dönüútürme ve farklılaútırma için ayrıcalıklı bir alandır. Hem bir kadın hem bir Yahudi olarak yitirmeyi de dıúlanmayı sonuna kadar yaúayan Cixous için siyasal bir strateji olarak yazıya yo÷unlaúmak çok önemlidir. Eril dünyanın egemen kabulleriyle oluúmuú olan dilin, dıúında tutulan kadın, için bu durum dezavantaj de÷il, aslında bir avantajdır Cixous için. Çünkü, bu dıúarıdalık bir anlamda onun, dilin sınırlayıcı alanından uzak kalması demektir. øúte bu uzak olma durumu, kadına özgürleúme yolunu açacaktır. Kadın, hakim yazma ve düúünme úekillerinin dıúındaki yeriyle mevcut egemen yapıyı dönüútürme fırsatı yakalayacak, dolayısıyla kendine açtı÷ı bu özgürlük alanından, dünyadaki yerini de÷iútirebilecektir. Cixous’a göre, erkek yazını ve cinselli÷i ile kadın yazını ve cinselli÷i birbiriyle bir çok noktada birleúmektedir. Tarihsel ve kültürel koúullardan beslenen cinsel eúitsizlik, kadın aleyhine iúlemiútir, eúitsizli÷in üstün olan tarafı, yazıyı tekeline geçirmiútir. Cixous’a göre, “kamıú (big dick) üzerine merkezlenen erkek cinselli÷i amaçsızlı÷ı ve tekçili÷i yüzünden sıkıcı olmaya baúlamıútır.”308 Dolayısıyla cinselli÷iyle paralel giden erkek merkezci (phallosenrik), erkek yazını da can sıkıcıdır. Sürekli aynı úeyleri yazıp durmaktadırlar. Sembolik düzenin kurallarını içselleútirmiú olan erkekler için merkezin dıúındaki her úey düzensizlik ve kaosdur. Kuralları bilinemeyen bu kaygan zemin, erkekler için korku kayna÷ıdır ve bu nedenle bildikleri, kabul ettikleri ve kabul gördükleri sınırları belirli düúünceleri dikkatli bir úekilde tekrar tekrar yazarlar. Cixous’a göre, tüm bunların 307 Madan Sarup, Post Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. Abdülbaki Güçlü, Bilim Sanat yayınevi, Ankara, 2004, s.159. 308 A.g.e. , s. 349. 141 karúısında duran kadın cinselli÷inin, sıkıcı olmakla hiçbir ba÷ı yoktur. Dolayısıyla kadın yazını da açık ve çeúitli, de÷iúken ve ritmik olanaklarla dolu bir yazındır. “kadın yazdı÷ı zaman beyaz mürekkeple yazıyor, sözcükler nereye gitmek istiyorlarsa oraya özgürce akmasına müsaade ediyor.”309 Kadın, kendini sosyal baúarıya adayan erkekten daha fazla bedendir. “Cixous’a göre bundan dolayı kadın, erkekten daha fazla yazıdır.”310 Cixous için, tarihsel ve kültürel süreçler boyunca kadın bedeni, aile ve eú çemberinde sürekli acı çekmiútir ama artık beden cevap vermektedir. Cixous, son yazılarının bir ço÷unu, izleyiciciyi ‘bedensel bir zaman deneyimi içine hapseden’ tiyatro üzerine yazmıútır. “Tiyatro, öznellik çözümlemelerini geliútirebilece÷i bir uzam sa÷lamıútır kendisine”311 Tiyatro, bir nevi ça÷daú yaúama egemen olan, öznellik ve temsil etme durumlarına karúı bir eleútiri alanıdır Cixous için. Bu ba÷lamda Cixous’a göre kadın, kendi öznelli÷ini keúfederek, baskı altına alınıúına karúın direnme odakları belirlemelidir. Bu amaçla kadın ilk yolculu÷unu bedenin keúfine yapmalı ve kendi evrenini, kendi deneyim alanlarında oluúturdu÷u kadınlı÷ına ait kültürel kodları yazmalıdır. Kadının yazma deneyimiyle tarihin de÷iúmez kabul etti÷i gerçeklikler dönüúüme u÷rayarak, kadına yeni yeni direnme alanları yaratacaktır. Böylece baskı altına alınmaya karúı savunmasız durum tersine çevrilecek, farklı olan, baúka olan da dilde kendini ifade eder duruma gelecektir. “Bütün tarih de÷iúecek ve gelecek, hesaplanamaz olacaktır. tarihsel baúlayacaktır.” güçler el de÷iútirecek, bütün öyküler farklı dile gelmeye 312 Feminist bir felsefeci olarak, felsefede ve felsefenin varsayımlarında psikanalizi kullanan di÷er Fransız düúünür Luce ørigaray’dır. Sarup’a göre, çalıúmalarında Alman felsefesine yaptı÷ı göndermelerle ve tekrar tekrar tanımladı÷ı kavramlarının ço÷unun Lacan ve Derida kaynaklı olması dolayısıyla okunması zor bir kuramcıdır. ørigaray öncelikle ataerkilli÷in özellikle felsefede nasıl temellendi÷ini araútırarak buradan diúil kimli÷in tanımlanmasına gitmek ister. Bu süreçte farklı sorunlarla karúılaúır “ataerkil 309 Madan Sarup, Post Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. Abdülbaki Güçlü, Bilim Sanat yayınevi, Ankara, 2004, s. 349. 310 Emre Iúık, Beden ve Toplum Kuramı, Ba÷lam Yayınları, østanbul, 1998, s. 77. 311 Madan Sarup, Post Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. Abdülbaki Güçlü, Bilim Sanat yayınevi, Ankara, 2004, s. 166. 312 Emre Iúık, Beden ve Toplum Kuramı, Ba÷lam Yayınları, østanbul, 1998, s.78. 142 çerçeveden kaçınmaya çalıúan bir kimse, bir kez daha bu çerçevenin içersine hapsolmaksızın diúil özgüllü÷ü nasıl tanımlayabilir?”313 ørigaray, erkek ile kadın arasındaki iktidar dengesizli÷i üzerinde çalıúarak bu eúitsizli÷i ters çevirmeye çalıúır. Yapmak istedi÷i úey, kadına özgü toplumsal düzeni oluúturmak ve bu düúünceyi cesaretlendirmektir. ørigaray’a göre, kadınlar arasındaki örgütlülü÷ün diúil kimli÷in ve diúil öznelli÷inin yaratılmasında önemli bir yeri vardır. ørigaray’a göre, kadın kimli÷ini kurarken ataerkil düzenin hakim dinamiklerini kabul etmesi onun için büyük bir tehlikedir. Eúitli÷in anlamı erkek gibi olmak olmamalıdır. Eúit iúe eúit ücret, eúit haklar için mücadele etmek ørigaray’a göre toplumsal ve kültürel yapının temellerinin çökertilmesinin yanında daha az önemlidir. ørigaray için Batı feminizmi, Aydınlanmanın ve çeliúkilerinin mirasçısıdır. Bu nedenle bu de÷erlerin kadınlara giydirilemeyece÷i aúikardır. ørigaray’a göre, aydınlanmanın aklı erkek bir akıldır. Dolayısıyla batı kültürü erkek cinsi üstüne temellenmiútir. Kadının toplumdaki yeri erke÷e göre belirlendi÷i için kadın adeta eksiklikler toplamıdır. ørigaray’a göre böylesi bir kültürde yanlı olmayan hiçbir úey yoktur. Felsefe, bilim yanlıdır çünkü erkek söylemi üstüne kurulmuútur. Eril de÷erlerle yapılanmıú Batı kültürü kendisini özdeúlik ilkesiyle karakterize etmiútir. Meúrulu÷unu inúa etmek için çeliúmezlik ilkesiyle belirsizlikleri en aza indirgemiútir. ørigaray, Marxın ekonomik temelli toplum çözümlemesini eksik bulur. Ekonomik iliúkilere verilen önemin simgesel iliúkiler alanını gölgeledi÷ini düúünür. Kadının içinde oldu÷u durumun yalnızca ekonomik kavramlarla de÷il simgesel terimlerle de yorumlanması gerekti÷ini ileri sürer. “kadının de÷ergesini temelden de÷iútirmenin yolu ancak güçlü bir diúil simgesellik yaratmakla olanaklıdır.”314 ørigaray, simgesel düzende sıkça karúımıza çıkan anne-o÷ul iliúkine karúın bu düzende yer bulamayan anne-kız iliúkisine ayrı bir önem verir. Temsil edilmeyen, atlanan 313 Madan Sarup, Post Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. Abdülbaki Güçlü, Bilim Sanat yayınevi, Ankara, 2004, s. 168. 314 A.g.e. , s. 170. 143 bu iliúkinin ilk örneklerini bulmak için Antik Yunan’a kadar inmek gereklidir. ørigaray’a göre, kadının annelik iúlevinden ayrı bir kimlik taúımayaca÷ı kabulüyle simgesel düzende, simgeselleútirilmeyen anne kız iliúkisi, kadınların annelik iúlevinden ayrı bir kimlik oluúturmasını oldukça zorlaútırmaktadır. ørigaray kadınların annelerinden ayrılmalarında yaúadı÷ı güçlük üzerinde duran psikonalitik görüúü onaylar. Bu görüúe göre kadınlar kendisi ve di÷eri arasındaki ayrımın net olmadı÷ı, kimli÷inin yitimine neden olacak iliúkilere kolaylıkla kayabilirler. Bu durum ise kadının simgesel düzendeki yerinin bir sonucudur. Kadına özgürleúme yolunu kapatan ve eksik erkek olarak kurgulayan toplumsal düzende kadından içinde yaúadı÷ı toplumun kurallarını kabul etmesi beklenmektedir. Babanın toplumsal otoritesini kabul edip onunla özdeúleúemeyece÷ini anlayan kız çocu÷u, baúlangıçta reddetti÷i annesini taklit etmek zorunda kalacak ve baúka bir erke÷in sevgisini kazanma yoluna gidecektir. Aksi takdirde toplumun belirleyici egemen kalıplarının dıúına çıktı÷ı için, kendini, terkedilmiúlik ve yalnızlık içinde bulacaktır. ørigaray’a göre kadının felsefeden ve dıúlanması ile Batı kültüründen dıúlanması arasında sıkı bir iliúki vardır. Cixous gibi o da eril dille inúa edilen ataerkil düzende annelik ve babalık arasında sürekli bir mücadeleden bahseder. “ørigaray Speculum kitabının son bölümünü Platonun Devlet’indeki ma÷ara söylenenin çarpıcı bir okuması oluúturur.”315 ørigaray yeniden okumasında imgesel baba rolünü idea’ya simgesel anne rolünü de dölyata÷ına benzetir. Ma÷aradaki mahkum ıúı÷a ilerledikçe gölgelerden uzaklaúır, bu uzaklaúma bir anlamda anneden uzaklaúmadır. Arkada ya da ma÷arada kalan annedir. Paltonun ideal devleti göründü÷ü gibi siyasal toplumsal eúitli÷e dayanmamaktadır. Kadının rolü bu devlette üremeyle sınırlandırılmıútır. Bu devlet tek cinsiyet üzerine tasarlanmıútır, kadınlar ise ancak erkeklere benzedikleri ve onların de÷erlili÷ini kabul ettikleri sürece yurttaúlık görevlerinde iúbaúına gelebilirler. 315 Madan Sarup, Post Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev. Abdülbaki Güçlü, Bilim Sanat yayınevi, Ankara, 2004, s. 174. 144 ørigaray için, kadınlar kendilerine özgü bir dil oluúturmak zorundadırlar. Erkekler her süreçte kendileri için, evler kurmuúlardır. Bu evlerin içini, dille ataerkil söylemle, kavramlarla kuramlarla donatmıúlardır. ørigaray’a göre kadınların gereksinim duydukları úey, üstlerinde tahakküm kurmadan, esir etmeden, her daim göz hapsine olanak vermeyen, oturmaya elveriúli bir evdir” ørigaray için kadın gibi konuúmak ile kadın olarak konuúmak iki farklı edimdir. Erkek gibi yazmanın ve konuúmanın, yetenekle ilgili oldu÷u kadar, do÷ru, nesnel bilginin iddiasıyla birlikte, anlamın denetiminin de kontrol altına alınmasıyla ilgili bir süreç oldu÷u inancı hakimdir. Kadın gibi yazmak ise anlamın bulanıklaúmasına, yetene÷in olumsuzlamasına, do÷ruluk ve bilginin denetimde tutulamaması olarak görülür. øddialarda bulunup dogmatik olma durumu, eril duruúun bir göstergesidir. ørigaray için kadının özne olması önemli bir konudur. Özne olarak var olmak ise yalnızca dile girmekle de÷il toplumsal pratiklerin için de bir özne olarak yer almasıyla mümkündür. Bu durum ise kadının kültürel, siyasal gerçekli÷in yapımında yer almasıyla olabilecek süreçtir. ørigaray, Batı kültürünün eril yapısının dile geliúini Freud ve Lacan’nın kuramlarında inceler. ørigaray için Freud’un kurguladı÷ı cinsellik eril bir cinselliktir. Bu cinsellik kurgusunda kadınlar eksik erkeklerdir. Kadının karúılaútı÷ı karmaúık problemler kadının do÷asından de÷il simgesel düzen içinde yer bulamamasından gelmektedir. Nefret, kıskançlık, rekabet duygularından kadınlar bir türlü kurtulamaz; çünkü bunların aúılabilece÷i bir simgesellik kendisine sunulamaz. Luce ørigaray, Helen Cixious’ın kadın cinselli÷inin ve kadın bedeninin, kadın yazının önemli sacayakları oldu÷u fikrine katılmasına ra÷men, bir çok noktada ondan ayrılmaktadır. Lacan’da ayna evresi, dile girmeden önce bebe÷in, kendi beninin ve kendine di÷er benlerin farkına varıldı÷ı evre idi. ørigaray da Lacan gibi hayal dünyası ve sembolik düzen arasındaki çeliúki farklı boyutlarda ortaya koymuútur. Lacan için hayal dünyasında ben’in hayali imajlarla iç içedir. Erkeklerde gerçekli÷e/sembolik düzene/dile geçiú Oidipal dönemin tamamlanmasıyla olmaktadır. Dolayısıyla hiçbir zaman Oidipal dönemi tamamlayamayan kız çocukları ise sembolik düzene giremedi÷i gibi hayal aúamasının 145 gerilerinde kalmaktadır. ørigaray için, kız çocuklarının bu aradalık durumu yani sıkıúmıúlı÷ı aúılamayacak bir durum de÷ildir. ùimdiye kadar kadına ait her durum tespiti ve bu durumların içeri÷i erkek dünyası tarafından dillendirilmiútir. ørigaray’a göre pekala kadınlar, eril dil sisteminin dıúında da bir dil ve bir benlik geliútirebilirler. Kadını, hayal döneminin dıúına çıkmasındaki engel, antik Yunan’dan bu yana egemen olan erkek mantı÷ındaki “aynılık” fikridir. ørigaray’a göre Platon, Descartes, Hegel, Nietzsche, Freud ve Lacan gibi düúünürlerin çalıúmalarında da hakim olan bu fikirdir. Kız bebekler hep bir eksiklik üzerinden kurgulanır. Bilindi÷i gibi Freud’a göre, kız çocuklar eksik erkeklerdir, bu eksikli÷i annede somutlayan kız çocuk anneyi reddeder, “bu reddediú bir anlamda kendi de dahil olmak üzere tüm kadınların reddedilmesidir”316. Böyle bir tahlil ørigaray’a göre babanın hakim söylemiyle kadının sessizleútirilmesidir. Yine aynı mantıkla kadın cinselli÷i de hep erkek ölçütleriyle de÷erlendirilmiútir. Erke÷in görünen seksüel organı, kadını, bakılan, pasif bir güzellik nesnesi durumuna indirger. Dolayısıyla kadın, ørigaray’a göre kadın, eksiklik arzu ve sunuúun sistemati÷i içindedir, seksüel organı görülecek bir úeyin olmamasının dehúetini temsil eder.”317 Erkekler tarafından yapılan öznenin teorisi içinde geçerli olan hakim dil, özne olma durumunu koruyarak kadının kimlik iddiasını söylemin nesnesi haline getirmektedir. Oidipus kompleksi aúılmadı÷ı ve kadınlık bu kompleksin baskısından kurtulmadı÷ı sürece de hiçbir zaman kadın mevcut olmayacaktır. “ørigaray, hakim ideolojinin gevúek kurulmuú marjinleri içersinde, aúırılıklar ve boúa harcamaların dıúında kadınların kendilerini bir úey hissetmeleri için üç strateji önermektedir.”318 • Kadınlar dilin do÷asına dikkat etmek zorundadırlar. øçinde yaúadı÷ımız dünyada hakim dil erkekçil bir dil olsa bile cinsiyetten arındırılmıú bir yaratma çabasına karúıdır ørigaray. Cinsiyetsiz bir dil yaratmak aynı zamanda özneyi nesnesinden ayırmak, konuúanın kimli÷ini dinleyiciden saklayan pasif sesi kullanmak için bir bahanedir. Ve kadınlar soyut bir kiúilikte özgürleúmeyi yakalayamayacaktır. Bilim dilinde ne sen ne ben 316 Emre Iúık, Beden ve Toplum Kuramı, Ba÷lam Yayınları, østanbul, 1998, s. 79. A.g.e. , s. 80. 318 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev. Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 352. 317 146 nede biz görülmektedir. Bilim öznelli÷i yasaklamaktadır çünkü kendi aktörlerinin kimliklerini maskelemek istemektedir. Bilimin kendi sözleri ve davranıúlarına iliúkin sorumluluk almaya duydu÷u bu isteksizlik bundan dolayı da geleneksel felsefe psikonalizminin isteksizli÷i ørigaray’ı rahatsız etmektedir. ørigaray kadının da içinde özne olarak yer aldı÷ı sembolik ve sosyal düzenin oluúturulması için kadının toplumsal sözleúme yapması, bunun için de yeni bir dil oluúturması gereklili÷i üzerinde durur. ørigaray’a göre “erkek logosunun kurdu÷u erkek özneli düúüncenin dıúına çıkmak için, kadın kendi tarzını ve yazısını yaratmak durumundadır.”319 Tüm bunların yanında kadınlar bir araya gelmelidir. • ørigaray’ın özgürlü÷e yönelik ikinci stratejisi, kadın cinselli÷ine iliúkindir. Cixous gibi o da kadın cinsel organının, erkek cinsel organın tersine içinde çeúitli÷i barındırdı÷ını düúünür. “ørigaray’a göre kadın çifttir daha fazlası o ço÷uldur.”320 “ørigaray, kadınların çokcul, dairesel ve amaçsız vajinal/ klitoral cinsel tutumlarını erkeklerin, tekçil, do÷rusal ve amaca yönelik cinsel tutumlarını karúılaútırır.”321 Ataerkillik, erkek cinselli÷inin açı÷a vurumudur. Ve bugünün düzeni, baskı altında tutulan kadınlı÷ın serbest kalaca÷ı zamana kadar devam edecektir. Kadın arzularını savunmayı ö÷renmeli ve hayatında erke÷e ihtiyaç duymadan varolmalıdır. Sessizleútirilmiú bedenlerden çıkmalıdır kadın fakat tarihsel olarak bekçisi oldu÷u bedenin kendinde kalmasını sa÷lamalıdır. Kadın, babanın ve kocanın arasında, özel alanda bir proleter gibi varolmaktan kurtulmalıdır. Kadın hareketinin düzeni tersine çevirmeye çalıúması tarihin tekrarına neden olacak aynılı÷a dönülecektir. ørigaray’a göre kadının hedefi erke÷in yerini almak de÷ildir. Sembolik düzen yıkılmalı ve karúıtlıklar ortadan kalkmalıdır. ørigaray’a göre penisin sadece bir zevk aracına dönüúmesi nedeniyle fallus gücünü yitirecektir. • Ataerkilli÷e karúı verilen mücadelede üçüncü strateji; erkeklerin kadınlar üzerinde uyguladıkları mimikleri aynen iade etmektir. E÷er kadınlar erkeklerin gözlerinde imajlar olarak var iseler o zaman kadınlar bu imajları alıp daha da büyüterek erkeklere yeniden 319 Emre Iúık, Beden ve Toplum Kuramı, Ba÷lam Yayınları, østanbul, 1998, s. 81. A.g.e. , s. 81. 321 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev. Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 354. 320 147 yansıtmalıdırlar. “Kadınlar üzerinde yapılan mimikleri tekrar üreterek,ince düúünülmüú ayna hareketiyle, erkek merkezcil söylemin etkilerini daha da büyüterek, onu çözmeyi hedeflemektedir.”322 “Bir kadın kendi içinde sınırsız bir úekilde di÷eridir. ùüphesiz ki bu, kadının neden? acayip fikirli, kavranılamaz, kızılabilir ve kaprisli oldu÷unu açıklıyor. Kadınların dili çeliúkilidir, akıl açısından bakıldı÷ında bir ölçüde delicedir, hazır yapım bir süzgeçle, elde hazır duran geliúmiú kodlarla onu dinlemek isteyen her kimse onun dilinden bir úey anlamaz.”323 ørigaray, sadece hakim erkek merkezcili÷ine karúı çıkmakla kalmamıú, aynı zamanda çokcul anlamı, bütün farkları aynılık içine sıkıútıran erkek merkezcil kavramlarla kemikleútirilmemiú ya da tamamen dondurulmamıú bir hayata iliúkin de bir úeyler söylemektedir. 5.4 Toplumsal Cinsiyetin Söylemsel Kuruluúu, Gösterisel ve Edimsel Olarak Cinsiyetlendirilmiú Bedenler: Judith,Butler Butler düúüncesinde, Toplumsal Cinsiyet, kurallarını dayatan düzenlenmiú bir tekrarlar sürecidir. Butler, bu süreci ‘gösterisellik’ olarak adlandırır. Bedenin, toplumsal cinsiyetli varoluúu bu gösterisellik sürecinin ürünüdür. Bu sürecin her iki öznesi benlikleriyle, giyimleriyle davranıúlarıyla toplumsal cinsiyeti oynar ve böylelikle toplumsal cinsiyet, tekrar tekrar üretilir. “Cinsellik iktidarın, söylemin, bedenlerin ve duygulanımsallı÷ın tarihsel olarak özgül bir örgütlenmesidir”324 Butler’e göre, bedenin ve cinsiyetin maddeselli÷i ile toplumsal olarak kurulmuú olması arasında bir çeliúki de÷il aksine bir tamamlayıcılık vardır. Çünkü, bedenin maddeselli÷i toplumsal olarak tasarlanmıú bir maddeselliktir. Bu maddeselli÷in sınırlarını çizen ve cinsiyetli bir maddesel birlik olmasını sa÷layan, belirli normların tekrarlanması ve, bunların sürekli oynanmasıdır. Bu normlar ise, toplumsal cinsiyeti oluúturan kodlar sistemidir. “Bunlar zaman içinde istikrar kazanarak bedeni belli biçimde maddeleútirir, onun üzerinde 322 Rosemarie Putnam Tong, Feminist Düúünce, çev. Zafer Çilingiro÷lu, Gündo÷an Yayınları, østanbul, 2005, s. 354. 323 A.g.e. , s. 355. 324 Judith Butler, Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimli÷in Altüst Edilmesi, Metis Yayınları, østanbul, 2008, s. 114. 148 sınırlılık, sabitlik ve madde dedi÷imiz yüzey etkisini oluútururlar.”325 Cinsiyetli beden, iktidar tarafından kodlanmıú tekrarlanan gösterilerle istikrar kazanmıú bir maddeselli÷e sahiptir. Cinsiyet ve cinselli÷i düzenleyen normlar, bedenin cinsiyetini ve cinselli÷ini, egemen Heteroseksüel kabullerle maddeselleútirir. Butler’ e göre, “Cinsiyet ve cinsellik zaman içinde zor yoluyla maddeleúen bir ideal kurgudur.”326 Dolayısıyla maddesel cinsiyet, hep belirli bir cinsiyet ve cinsellik biçimine atıfta bulunur. Bedenin cinselli÷i, maddeselli÷i söylem-öncesi, anlam öncesi bir maddesellik de÷ildir. Butler’a göre, “dilin özellikle cinsiyetli konumların sabitleútirilmesinde, dengeleme iúlevini yerine getirmek için nerede ve nasıl ortaya çıktı÷ını sormak yaúamsal önemdeymiú gibi görünmektedir.”327 Maddeselli÷in toplumsal tasarımında söylem-kültür- iktidar üçlüsünü iç içe geçirmek için Foucault’ya ve Aristoteles’e gider Butler. Aristoteles’in biçim ve maddenin diyalekti÷ine dayalı maddesellik anlayıúındaki devinim ilkesini ön plana çıkarmak için Foucault’dan yararlanır. Aristotales’ten biçim, görünüú, giysi, ve ‘dilbilgisel biçim’ demek olan schema kavramını alır. “ùayet madde hiçbir zaman bir schema’sı olmaksızın görünmüyor, ancak bir dilbilgisel biçim altında görünüyorsa, maddesellik ile anlaúılırlık arasında açık bir görüngü farklılı÷ı yok demektir.”328 Butler, maddesellik ve toplumsal inúanın birlikte yürüyen iliúkisini açıklamak için Freud’un “ben” ve beden arasında tasarladı÷ı iliúkiyi araútırır. Amacı, bedenin sınırları belirlenmiú pasif bir madde de÷il, bedenin kendi içinde, ilke ve amaçlılı÷a sahip oldu÷unu ortaya koymaktır. Tüm bunlardan yola çıkan Butler’e göre, söylem ile maddesellik hiçbir úekilde ayrılamaz. Butler úu soruyu sorar; “Fallusun kendisi, penisin ya fallus olarak idealleútirilmesi ya da hadım edilmesinin sahnesi olarak, yasının tutulması ve olanaksız bir telafi tarzında arzulanması gibi imgesel yatırımların düzenlenmesini ve indirgenmesini varsayar, e÷er, bu yatırımların düzeni bozulur, üstelik bir de azaltılırsa, fallus olmak/ 325 Gülnur Acar Savran, Beden Emek Tarih: Diyalektik Bir Feminizm øçin, Kanat Yayıncılık, østanbul, 2004, s.266. 326 A.g.e. , s. 267. 327 Judith Butler, “Toplumsal Cinsiyet Yanıyor: Sahiplenme ve Yıkma Sorunları”, Defter, sayı 34, Yıl. 11. 328 Aktaran, Gülnur Acar Savran, Beden Emek Tarih: Diyalektik Bir Feminizm øçin, Kanat Yayıncılık, østanbul, 2004, s. 268. 149 sahibi olmak cinsiyet farklılaúmasını sa÷layıcı olarak daha ne dereceye kadar iúlev görür.”329 Butler’da, gösteriler, yasak ve kısıtlamalarla örülmüú süreçlerdir ve kimlik bu süreçlerle kurulmuútur. Kimli÷in bu zora dayalı, kısıtlayıcı ve dayatmacı niteli÷ini açıklarken Butler, ‘dıúlama’ ve ‘dıúlanmıú’ olan kavramlarını kullanır. Butler’e göre,“ben”in “özne”nin inúa süreci bir dıúlama sürecidir ve bu süreçte nelerin dıúlandı÷ı sorusu politikanın esas can alıcı sorusudur.”330 Bedenler, hep onları inúa eden cinsiyetlendirici normlar, kural tarafından kısıtlanmıúlardır. Bu kısıtlamalar, sınırları içindeki bedeni inúa ederek sınır ötesi olanları, düúünülemez ve yaúanılamaz olarak belirler. “ønsan bedenlerinin erkek ve diúi olarak ikiye ayrılmasının tek sebebi bu ayrımın Heteroseksüelli÷in ekonomik ihtiyaçlarını karúılaması ve Heteroseksüellik kurumuna do÷al görünüm vermesidir”331 Özneleúme, dıúlama ve bastırmayla kendini oluúturmuú ve anneyle kurulan ilk ba÷ımlılı÷ı baskılayan erkek öznenin, oluúum süreci olmuútur. Cinsiyetin söylemsel kuruluúunda, kategori olarak cinsiyet, bedenin toplumsal biçimlenimi olarak cinsiyeti zorunlu kılmaktadır. Dilin de egemen ideolojinin eril kalıpları tarafından oluúturuldu÷u dikkate alındı÷ında, Dil toplumsal bedenin üzerini katman katman gerçeklikle kaplar ama gerçeklik katmanlarını kaldırıp atmak kolay de÷ildir. “Dilin bedenler üzerindeki iúleme gücü zihinsel ezilmenin hem ardındaki neden, hem de ötesine giden yoldur. Dil karúısında gerçe÷in belli bir plastikli÷i ve yo÷urabilirli÷i vardır. Dilin gerçek üzerindeki eylemi plastik bir eylemdir.” 332 Dil evrensel adına, evrensel olarak konuúan özneyi erkekle özdeúleútirip diúi konuúmacıyı tikel ve yanlı olarak tanımlamaktadır. Kadın ve erkek arasındaki eúitsiz durum onların do÷alarından gelmemektedir. De Beauvoir’in gösterdi÷i gibi böyle bir do÷a yoktur. Erkekler, evrensellik yetisiyle donanarak dünyaya gelmezler. Erkekler evrenseli kendilerine mal etmektedirler ve bu durumu halen sürdürerek devam ettirmektedirler. 329 Judith Butler, “Toplumsal Cinsiyet Yanıyor: Sahiplenme ve Yıkma Sorunları”, Defter, sayı 34, Yıl. 11. 330 Aktaran, Gülnur Acar Savran, Beden Emek Tarih: Diyalektik Bir Feminizm øçin, Kanat Yayıncılık, østanbul, 2004, s.270 . 331 Judith Butler, Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimli÷in Altüst Edilmesi, Metis Yayınları, østanbul, 2008, s.192. 332 A.g.e. , s. 197. 150 “Ben, deme ayrıcalı÷ı egemen bir kendilik, mutlak bir tamlık ve güç merkezi oluúturur, konuúmak öznellik edimini oluúturur. Öznel(l)leúmek, cinsiyeti ve dolayısıyla diúili fiilen devirmektir. Hiçbir kadın kendi nezdinde tam bir özne olmaksızın, yani toplumsal cinsiyetsiz, evrensel ve bütün olmaksızın ‘ben’ diyemez.”333 Butler için beden, egemen söylem tarafından inúa edilmiútir. Bu eril ideoloji, bedeni kendi ihtiyaçlarına göre inúa ederek, kadını, do÷urganlık, annelik, ve haz nesnesi konumuna indirgemek istemektedir. Kadına cinsellik olarak dayatılan bu metalaúma durumu kökleri gördü÷ümüz gibi, düúün tarihinin baúlangıcına kadar uzanmaktadır. Ezilmenin ve tahakkümün, birbiriyle iç içe geçmiú toplumsal dinamikleriyle tekrar tekrar üretildi÷i bir dünyada yaúayan kadın için özgürleúme yolcu÷u oldukça çetrefillidir. Feminist teori ve feminist hareket kadına bir belirleyen olarak, gelece÷i inúa etme yolunu açmaya çalıúmaktadır. Butler’e göre; konuúma ve konuúurken kendi sesiyle konuúma, bireyi özneleútiren bir sürecin baúında durur. Böylece birey konuúarak gerçekli÷ini kendisi üretir hale gelir. Douglas’da ise, úöyle demektedir: “Kelimeler çerçevelendi÷inde, düúünceler seçilen kelimeler do÷rultusunda, de÷iúikli÷e u÷rar ve sınırlanır. Dolayısıyla bir úey, yani aynı olmayabilecek bir düúünce, yaratmıú olur.”334 Douglas’a göre, kadınlar tam da bu nedenle, deneyimlerini ifade etmeleri, düúüncelerini de÷iúikli÷e u÷ratacak ve sürüp giden aynılık içinde farklılık için bir umut olabilecektir. Fransız feministlerinin savundu÷u gibi, kadınlar ataerkil simgesel düzenin kıskaçlarından ancak bedenlerini yazarak, eril dilin hakimiyetini kırarak kurtulabilirler. 333 Judith Butler, Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimli÷in Altüst Edilmesi, Metis Yayınları, østanbul, 2008, s.198. 334 Douglas, Mary. Saflık ve Tehlike: Kirlilik ve Tabu Kavramlarının Bir Çözümlenmesi. Çev. Emine aslan, Metis Yayınları, østanbul:2007, s.88. 151 SONUÇ Kadın olmak, Judith Butler’ın da yazdı÷ı üzere bir ‘bela’ olagelmiútir. Tarihsel süreçte iktidar mekanizmaları, cinsiyet ve kadını mahrem üzerinden tanımlayarak bedeni disipline altına almak için tüm varoluú meselesini bu temel üzerine kurmuútur. Tüm yüzyıllar boyunca eril iktidar, kadın bilincini disipline edebilmek amacıyla, cinsiyet ve beden politikalarını belirlemeye çalıúmıútır. øktidarın kendini gösterdi÷i en kaotik alanlardan birisi olan beden ve cinsiyet iliúkileri, erkek bedeninden çok kadın bedenini biçimlendirilmeye çalıúmıútır. Çünkü bedeninin denetimi bilincin de denetimi anlamına gelmektedir. Bu denetim uygarlık tarihinde pek de÷iúmeyen bir kurguyla, erkek düúüncesini merkeze alarak kutsamıú, kadını da olabildi÷ince bu merkezden uzakta tutmuútur. Erkeklik üstünlükle bir tutulmuú, de÷erli sayılan her úey erkeklikle özdeú sayılmıútır. Bu çerçevede kadınsı özelliklerin, akıl dıúı, erkekten aúa÷ı düúünülmesi bir tesadüf de÷ildir ve aklın erilli÷i, uydurma, dilbilimsel bir önyargı olmaktan uzaktır. Felsefi düúünceden, günlük yaúama, özel alandan kamusal alana kadar uzanan, toplumsal yaúamın her alanında, kendini bir denetim sistemi olarak sunan modernite, aklın dıúında tuttu÷u her olguyu aúma, kontrol altına alıp egemenlik kurma idealiyle kadını ve bedenini, ötekileútirerek, aúılacak, kontrol altına alınacak bir varlık olarak inúa etmiútir. Bu inúa içinde beden, kadın için bütünlü÷ünü sa÷lama yolunda, tehlike ve yük olarak, kadının önemli bir sınırlayanı olmuútur. Modernitede, erkek, kendi bedenini, evrensele ulaúma ve gelece÷i inúa etme yolunda, gücün, otoritenin, kontrolün, hakimiyetin göstergeleri olarak simgeleútirip bu bedenden uzaklaúmayı görevi sayarken, kadın bedenini, kirli, cinsel iúlevlerini pis, erke÷i kirleten simgelerle özdeúleútirmiútir. Kadın saflı÷ı ve temizli÷iyle, cinsel temizlik birbirini tamamlar olmuú ve kadın bedeninin saflı÷ı ve temizli÷i, ahlak ve namus kavramlarıyla örtüúmüútür. Adet kanaması ba÷lamında kadın bedeni, öteki olarak, anormal olarak, temiz olmayan bir beden olarak kuruldu÷u için sa÷lıklı temiz beden olarak, erke÷in bedeni esas alınmıútır. Modernite, kadın bedeninin ötekili÷ini, iktidar ve otorite alanlarından biri olan 152 tıbbi bilgiyle, kurumsallaútırmıútır. 19. yüzyılda, tıp, kadın bedenini, do÷al döngüsünden kopararak, standart bir düzenlili÷in içine yerleútirmiú ve kadının, biyolojik olarak kırılgan, zayıf, hasta kabul edilmesinin baú sorumlusu rahim, görülmüútür. Böylece kadın bedeninin kadınsal göstergelerinin, (adet kanaması, menopoz, do÷um, emzirme, kürtaj) kadının sinirsel bütünlü÷ünü bozarak onu, belirsizli÷e, düzensizli÷e ve duygusal çöküúe götürdü÷ü varsayımıyla histeri bir kadın hastalı÷ı olarak tanımlanmıútır. Modernite, tüm bunlara karúın, kadına ve bedenine kendi özgürlük alanlarını geniúletebilmeleri için mücadele edebilecekleri bir alanı da açmıútır. Bu alanda kendini gösteren ‘Kendi kendisinin bilincinde olan bir protesto hareketi olarak feminizm’, insanlı÷ın eúitli÷ini en yüksek ülkü sayan devrimci burjuva gelene÷inin bir parçası olarak do÷muútur. Modern hayatın tüm alanlarında erkeklerle eúit bir biçimde var olmak için geleneksel ataerkil zihniyetle mücadele eden modernist bir hareket olarak tarih sahnesine çıkmıútır. Modernlik projesi kendi içinde ve kadın tasarısında bir çok açmazları içinde barındırmasına karúın, yola çıktı÷ı evrensel de÷erleri, kadın hareketinin de mücadelesiyle, kadınlarla da paylaúmak durumunda kalmıútır. Bu paylaúım, kadınların tarih ötesi ezilmiúli÷ini tam olmasa da yasalar önünde erkekle eúitleyebilmesinin önünü açmıútır. Eúit yurttaúlık hakkı, e÷itim ve meslek edinme hakkı, kürtaj ve do÷um kontrolünün yaygınlaúması, cinsel özgürlük gibi kazanımlarla, modernitenin kadına özgürleúme olanakları yarattı÷ı söylenebilir. Ancak eril iktidar ve söylemlerle kurulan modern devlet aygıtlarının cinsiyetçi duruúları, özel alanda ve kamusal alanda, özü geçmiúten pek de farklı olmayan yeni kavramlarla, kadını tahakküm altında tutmaya devam etmektedir. Kadın bedeni, modern kurumsal düzenlemeler ve söylemlerle disipline edilebilecek bir olgu gibi ele alınmaktadır. Erotik bir úekilde sunulmakta, hem bir fetih aracı hem de potansiyel bir tehlike, bir meta olarak tasarlanmaktadır. Erke÷in meta olmaksızın ne kadar özgürleúti÷i sorulmadan, modern söylem tarafından önerilen özgürleúme, daima kadın özgürleúmesi olarak sunulmaktadır. Kadın bedeninin, belirlenmiú gençlik ve güzellik idealine kavuúması için bir dizi reçete, medya organları ve bilimsel kurumlar tarafından stratejik bir program olarak bilimsel bir dille kadına dayatılmakta güzellik idealleri, iktidarın bir tabiyet aracına dönüútürülerek, normların a÷ırlı÷ı kadın bedenine yüklenmektedir. 153 18.yüzyılda bilinçli bir siyasal ideoloji olarak baúlayan ‘feminist sorgulama’ eúit yurttaúlık hakkı için tarihteki yerini almıútır. Kadının özgürleúebilmesi, kuúkusuz bedeni üzerindeki denetim hakkının sahipli÷iyle mümkündür. Fakat bedensizleúen erke÷e karúın bedeni içine hapsedilen kadın için öncelikli problem özgürlü÷ün tüm perspektiflerinin inúa edilebilece÷i bir alt yapının gereklili÷idir. Feminist sorgulamanın aydınlanmacı liberal kanadının mücadele verdi÷i alan, tam da kadının özgürleúme mücadelesinde ilerleyebilece÷i bir zemin oluúturmaya yöneliktir ve kadınların sadece bedenden ibaret de÷il, erkekler gibi akıl sahibi bireyler oldu÷u düúüncesiyle özgürleúmenin eúit yurttaúlıktan geçti÷ini iddia etmiúlerdir. Simone de Beauvoir, paradigmatik bir metin ve feminist teorinin önemli bir yapıtaúı olan økinci Cins (Kadın) kitabında, kadın bedenini sorunsallaútırarak özgürleúme yollarını tartıúmıú ve kadının ezilmiúli÷inin sosyo-kültürel ve politik yönlerini açıklarken Varoluúçu yöntemi kullanmıútır. Tüm bunların yanında økinci Cins, anatominin kader olarak toplumsalı úekillendirmesinin karúısına, cinsiyetin toplumsal yapılar tarafından kurgulandı÷ını kendinden önceki düúün tarihini ayrıntılı olarak analiz edip, kuramsal düzlemde tartıúan bütünlüklü bir eserdir. De Beauvoir, kadın tarihinde çok önemli kaynaklardan biri olan Kadın’nın, bu kadar kökleri derinlerde ve toplumun dinamiklerine nüfuz etmiú bir ezilmeyi ve görünmezli÷i hemen sonlandırmayaca÷ının bilincindedir. Düúüncesi, kadınların kadınlık durumlarını anlamalarına yardım etmek ve yalnız olmadıklarını anlatmaktır. Amacı, kadınların nasıl di÷eri oldu÷u açıklamaya kavuúturmaktır. De Beavuoir kadınların erkek egemenli÷ine neden baúkaldırmadı÷ını, niçin boyun e÷diklerini, ayrı bir topluluk kurmadıklarını, bir sınıf olarak ortaya çıkamayıúlarının, nasıl “ikinci cins konumuna itilmiú oldu÷unun cevabını kadınlı÷ı oluúturan ortak ezilmiúli÷in ilk paydası olan bedende bulur. De Beauvoir’e göre, yaúadı÷ı dünyayla bedeni arasında kendini dolaysız gerçekleútiren erkek, kadın bedenini ‘kendine özgü nitelikleriyle a÷ırlaútırılmıú bir engel, bir hapishane’ saymaktadır. øki cins, úimdiye kadar ne özgürlü÷ü, ne de dünyayı eúit olarak paylaúabilmiútir. Toplumsal yaúamda kadın, ne yazık ki erkek kadar etkili olamamıútır. 154 Dünya üzerindeki bu sınırlılı÷ının nedenlerinden biri, kadın bedeninin soyun devamına kapatılması olmuútur. De Beauvoir’e göre en kötüsü de kadınlar, erkeklerin gözleriyle görmeye, düúünmeye o kadar alıúmıúlardır ki, bir çok kadın, bunu kadın olmanın ‘do÷ru yansıması olarak içselleútirmeye’ baúlamıútır. Erkek ve kadın için aynı ölçüde yaúamı etkileme enstrümanı olması gereken beden, iki cins arasındaki ayrımcılı÷ın yegane kayna÷ı de÷ildir. Kadın yaúamını de÷iútirmek için, üretimde yer almak ile soyun devamını sa÷lama yönündeki yaúadı÷ı çatıúmadan kendini kurtarmalıdır. De Beauvoir’e göre, kadınları ikinci bir cins olarak konumlandırıp, aúa÷ılanmalarına karúın annelik olgusu, kutsanmaktadır. Bu toplumun anneli÷e karúı iki yüzlü bir tutumun göstergesidir. Kadın, vardır ama aslında yok gibidir, her úey ondan ba÷ımsız iúler gibidir. Edilgendir, oluúun bekçisi gibidir, gelece÷i, tekrarın tekrarıdır. De Beauvoir’e göre böylesi ayrımcılıkla yüklü kodlarla belirlenen yapılar ve söylemler içinde kadın olarak do÷ulmaz ancak ve ancak kadın olmak ö÷retilerek, olunur. Kendinden sonraki feminist hareketin sloganı olacak bu tespitle ünlü yazar, cinsiyetin do÷al bir olgu olmadı÷ını, toplumsal olarak inúa edildi÷ini söyler. Bu söylemle, kadınlı÷ı kuran ve mutlakmıú gibi görünen durumların meúrulu÷u ortadan kalkar. De÷iúmez olanın de÷iúebilirli÷i gündeme gelmiútir artık. Modern kamusal dünya içinde, geleneksel ritüellerin sorgulanarak, kadın bedeni için sınırların aúılmasında, anatomiyi yazgı olarak, do÷al bir durum olmaktan çıkarıp, cinsiyetin toplumsal boyutunu göz önüne getiren toplumsal cinsiyet (gender) tanımı önemli bir çıkıú sa÷lamıútır. De Beauvoir’in yaptı÷ı kadınlık durumlarının günümüzde hala geçerlili÷ini koruması analizinin ne kadar do÷ru temeller üzerinde durdu÷unun kanıtıdır. Ancak kurgusundaki üslubunun hırçınlı÷ı üzerinde tartıúılabilir bir olgudur. Anneli÷i ve do÷urganlı÷ı kadının özgürleúme yolunda önemli bir engel olarak kabul eden, de Beavuoir’e karúın, kültür üzerine feminist eleútiriler yönelten, hayatın rasyonel olmayan, sezgisel yönüne dikkat çekerek, benzerlikler yerine kadınlı÷a ait özelliklerin öneminden, kadın bedeninin farklılı÷ından ve üretkenli÷inden ve bu özelliklerin kamusal yaúamı nasıl dönüútürebilece÷inden bahsetme vakti gelmiútir. Anaerkil düúüncede temellenen kültürel feminizm, erke÷in rekabetle, savaúla taçlandırdı÷ı fiziksel gücünün üstünlü÷üyle, korunan, himaye edilen, yönetilen, daima yönlendirilmesi gerekli eksik akıllı kadın inanıúı ve inandırılıúı üzerindeki perdeyi, kaldırmıútır. Kadın ve bedeni ilk defa 155 olumlanarak ele alınmıútır. Kültürel femininistler, bilinen fakat görünür kılınmayan kadınlık özelliklerini gün ıúına çıkarmıúlardır. Ataerkil düúüncenin tersine, kadın bedeni, sınırlı, araçsal aklın gerisinde ve rasyonel düúüncenin tehdidi olarak de÷il, kendi belirleyicili÷ini kendi içinde taúıyan, hayat veren, besleyen, bakan, iyileútiren, barıú sanatı, kandaúlık gibi de÷erlerle toplumu bir araya getiren, kadına özgü önemli yeteneklerin geliúebildi÷i bir alan olarak ele alınmıútır. Erkek eliyle yapılandırılan bir dünyanın gerçeklikleri olarak dayatılan, savaúın, rekabetin, bireysel çıkarların do÷rultusunda inúa edilmiú dünyanın, yalnız kadını de÷il erke÷i de mutsuz etti÷ine iúaret etmiúlerdir. Görülemeyen hiçbir úey ne düúünülebilir ne kurgulanabilir düúüncesinden hareketle, erkeklerin dilinden bakıú açısından anlatılan erkeksiz bir ütopya yaratmıútır Gilman. Kadınlar Ülkesi’nde Gilman’nın ilk alaúa÷ı etti÷i úey, var olan erillik ve diúilik kabulleridir. Bir kadının kendi bedeniyle ilgili tasarrufu kendi elinde olmalıdır. østedi÷i zaman anne olabilmeli, istemedi÷i çocu÷unu do÷urmama hakkını elinde bulundurabilmelidir. Aúk özgürleútirici bir olgu olarak ele alınmıútır. Aúk, tek sesli erkek hegemonyasına dayanmadı÷ı için kadın-erkek ve çocuklar için özgürleútirici oldu÷u gibi yaúamın tam da kendisini içinde barındıran bir yolculuktur. Kadın bu yolculu÷a adımı attı÷ında, kadının yaúama gücü, enerjisini, sessizli÷inden, itaatinden, bedenine yabancılaúmasından de÷il, aksine bedenini özgürce denetleme kontrolünü elinde bulundurmasından, istedi÷i zaman, istedi÷i kiúiye aúık olmasından, istedi÷i zaman ve istedi÷i kiúiden çocuk sahibi olmasından ve özgürlü÷ün iliklerine iúlemiú tadından ve gücünden beslenecektir. Kültürel feministlerde üzerine odaklandı÷ımız, Gilman ve Goldman’nın eleútirdikleri ve de÷iútirmek istedikleri düúüncelerin, yapıların, kurumların aradan 100 yıl aúkın süre geçmesine ra÷men, biz kadınların özgürlü÷ünü hala tehdit ediyor olması onların kanayan yaraları ne kadar do÷ru tespit etti÷inin de göstergesidir. Kadınların tarihsel süreçte, eril söylem tarafından kuúatıldı÷ı kavramlar, özgürleúme yolunda dönüútürülmüútür. Fakat cinselli÷in merkeze alınarak, cinsiyetçili÷in, cinsel kimlikle ilgili cinsiyetçi kalıpların eleútirisine daha zaman vardır. Bunun için, kadınların cinsel özgürleúmesinin önünü açan eleútirilmelerine karúın, son derece radikal sorgulamalar getirerek hetoreseksüel cinselli÷i sorgulayan radikal feministleri beklemek gereklidir. 156 ‘Kiúisel olan politiktir’ sloganıyla, radikal feministler, kadın bedeninin erkek kontrolünden ba÷ımsızlaúarak kendi zenginli÷ini ve çeúitlili÷ini fark edebilmesinin yollarını tartıúmıúlardır. Toplumun bir yarısı di÷er yarısı tarafından sadece cinsiyetinden ötürü denetlenmekte, baskı altına alınmakta ve sömürülmektedir. Ataerkil düzenin kadın üzerindeki erkek tahakkümü, cinsellikte de kendini göstermektedir. Bu durum, kültürle meúrulaúıp iúlerlik kazandı÷ı için bir politika haline gelmiútir. Radikal feministler, kadınların, kadınlık rollerinden kurtulup özgürleúebilmeleri yolunda bir çok öneri getirmiúlerdir. Cinsiyet ayrımının ortadan kalktı÷ı cinsiyetsiz bir toplum, yapay üreme bu öneriler arasındadır. Kadınları, erkeklerin cinsel denetiminden kurtarmak en önemli sorunsallarıdır. Cinsellik, Heteroseksüel iliúkide erke÷in hakimiyet eúitlenmedi÷i sürece, alanlarından hayatın biri di÷er durumundadır. alanlarında da eúitlenemeyecektir. Çünkü erkek cinselli÷i merkezinde kadın cinselli÷i tanımlanmakta ve yeniden üretilmektedir Radikal feministler, kadın bedenini, yeniden üretimi cinselli÷i, siyasi yaúama taúımıú, Batının siyasi tarihinde ihmal edilen bu konulara farklı açılımlar kazandırmıúlardır. Erkek hakimiyetini meúrulaútırıcı bir özelli÷e sahip gördükleri Heteroseksüelli÷e úüpheyle yaklaúmıúlardır. Radikal feministlerin oluúturdu÷u karúı kültür, erkek egemenlinin kontrolünü engellemektedir, ancak kendini var ederken, kendisini tanımlarken erkek kültürüne karúı, ona muhalefet ederek bunu yapmaktadır. Bu úekilde yapılan bir tanım ataerkinin yaptı÷ını tekrarlamak gibi bir úeydir. Radikal feminizm kendi içinde bir takım tuzaklara takılsa da feminizme çok önemli katkılar sa÷lamıútır. Feministler tarafından eleútirilen, kadını, erkek merkezli bir kurguyla ‘yoksunlukla’ tanımlayan ve heteroseksüel cinselli÷i kadını ötekileútirerek meúrulaútırdı÷ı iddia edilen Freud kuramı, Nancy Chodorow’a göre, toplumsal cinsiyetçi iúbölümünü besleyerek, kadınların boyun e÷mesini meúrulaútırmakta ve toplumsal ayrımcılı÷ı beslemektedir. Bilinçaltı ve çocuk cinselli÷i kuramlarıyla insanın anlaúılmasına büyük katkıda bulunan bir öncünün buluúları Millett’e göre, zamanla tutucu bir görüú açısına yol açmıútır. Freud, kadını, olumsuzlukla tanımlamıútır. Kadın erkek olmadı÷ı ve penisten yoksun oldu÷u için kadın olmuútur. Freud’un bu varsayımları, Millett’e göre, kadının kendisini keúfetmesinde hayatı boyunca kadını, mutsuzlu÷a mahkum etmiútir. Ve kuramda kadına sadece üreme 157 görevi verilmiútir. Böylece kadınların bir kısmı do÷urganlık, annelik yaúamda doyuma ulaúmaya çalıúır. Erkek üstünlü÷üne dayanan ve erkek olamayan olarak yoksunluklara mahkum edilen di÷erlerine, Freud’un kuramında hiç özgürleúme úansı verilmemiútir. Millet’e göre Freud’un niyeti sadece kadının yaúamını cinsel üretkenlikle sınırlamak de÷il aynı zamanda bizleri kadının yeteneksizli÷i yüzünden düúük kültürel düzeyde kaldı÷ına inandırmaktır. Freud’u sadece birkaç biyolojik varsayımı göz önünde bulundurdu÷u için eleútiren, Freud’un temel kavramlarıyla oynayarak kendi düúüncesinde kullanan, Freud’un Oidipal babası gerçek bir babayken, babanın adını dile iúleyerek yasaya dönüútüren, böylelikle penisi, fallus olarak ifade ederek cinsiyet açısından fallusa sahip olmaya yönelik var olan eúitsizli÷i ortadan kaldıran Lacan’a ve feminist teoride önemli bir yer verilmiútir. Lacan bir anlamda, Oidipus kompleksini, özne olmanın temeline koyarak do÷al yaúamdan toplumsal yaúama geçiú olarak görür. Sembolik düzeni kuran ve bu düzen tarafından tekrar yapılanan dil, kadını, dıúında/dıúarıda tutmaktadır. Luce ørigaray’a göre Lacan’nın kuramı, erillik üstüne yükselir. Tutuculuk, Lacancı simgesel düzen tasarımda gizli de olsa her zaman kendini, hissettirir. Fallus merkezli bir düzen oldu÷u için babanın yasası tek yasadır ve diúilik bastırılarak bu yasanın egemen de÷erleri içinde eksiklikle tanımlanır. Cornell’e göre Lacan, kadınların, kim oldu÷unu söyleyecek sözcüklerin bulundu÷u bir anlamlama alanına kadınların giremeyece÷ini iddia etmektedir. Böylece kadınlar, tam yoksunluk olarak tanımlandı÷ı için, kimliksiz olarak vardırlar. Gerçek yaúamla kadın arasındaki boúluk erkek tarafından doldurulmakta ve kadınlara sadece diúi ve ötekinin temsili biçiminde bir var olma seçene÷i dayatılmaktadır. Cornell’e göre dayatılan bu temsiller kadına çok sınırlı bir konuúma zemini sunmakta ve kiúinin kim oldu÷unu ifade etme olana÷ını da sınırlandırmaktadır. Anlam beden iliúkisini baúka bir deyiúle “konuúan beden” fikrini sosyal bilimlerin konularından biri haline getiren, dil ve öznellik iliúkisi üzerinde yo÷unlaúan Kristeva, düúüncenin merkezine kendini yerleútirmiú batılı, beyaz erkek yönetici dünyanın, fallus ve logos merkezci düúüncenin öteki olarak yarattı÷ı kadının konumunu, bedenden hareket ederek dönüútürmeye çalıúır. Amacı, dilbilimin nesnesi olarak görülen konuúan özneyi 158 tekrar kurmaktır. Dil, onun için, toplumsal iliúkilerin basit bir yansıtanı de÷ildir; aksine yeni anlamlar ve iliúkiler üretme potansiyeli oldu÷undan üretkendir. Kristeva’ya göre; metinler ve kültürel ürünler, karúılıklı olarak birbirini de÷iútiren diyalektik sürecin sonucudur. Simgesel düzenin temelini irdelemek ve onu bölümlere ayırmak göstergesel bir harekettir. Dolayısıyla simgesel ve göstergesel düzlem birbiriyle sürekli bir mücadele ve etkileúim içindedir. Göstergesel silinmiú kabul edilenin ya da “bastırılmıúın geri dönüúü” gibi, simgeseli tekrar tekrar yeniden kodlar. Dolayısıyla göstergesel kodların kullanıldı÷ı çalıúmalar aracılı÷ıyla simgeselin sınırlarına meydan okunur. Hakkında konuúulmayanın açıkça dile getirilmesini olanaklı kılabilecek baúkaldırılar ve kopmalar yaratır. Çeúitli edebiyat tarzları deneyen, romancı, eleútirmen ve yorumcu olan Helene Cixous’a göre, erkek yazını, kadın yazınına göre daha görünürdür. Bu görünürlük, bir çok sosyokültürel ve ekonomik koúullardan beslenmektedir. Cixous’a göre, karúıtlıklar üzerine kurulan ataerkil düzendeki diyalektik yapılar, cinsel ayrımda oldu÷u gibi, öznelli÷in biçimleniúi üstünde de baskı kurarlar. Erkek/kadın karúıtlı÷ı üzerinde temellenen ataerkil toplumdaki kadın kimli÷i, sürekli bir gözda÷ıyla erkek olmayan, öteki olarak temsil edilir. Böylece kadın kimli÷i, cinsel ayrımın ya da baúkalı÷ın ancak bastırıldı÷ında hoú görüldü÷ü bir iktidar yapısına kapatılır. Cixous, kadın yazını, yeni bir tür olarak de÷il, ataerkil düzenle mücadele de kullanılabilecek önemli bir alandır. Cixous’a göre kadınların bedeniyle kurdu÷u iliúki toplumsal kültürle belirlenmiútir. Kültür, kadın ve erkek için ayrı ayrı düzenlemeler sundu÷una göre, kadın için sunulanı yeniden biçimlendirmek ancak yazıyla mümkün olabilecektir. Cixous’a göre konuúma/ söz, kadının elinde kuralları bozan, sınırları zorlayan bir güç iken, yazma ise dönüútürme ve farklılaútırma için ayrıcalıklı bir alandır. Eril dünyanın egemen kabulleriyle oluúmuú olan dilin, dıúında tutulan kadın, için bu durum dezavantaj de÷il, aslında bir avantajdır; çünkü, bu dıúarıdalık bir anlamda onun, dilin sınırlayıcı alanından uzak kalması demektir. øúte bu uzak olma durumu, kadına özgürleúme yolunu açacaktır. Kadın, hakim yazma ve düúünme úekillerinin dıúındaki yeriyle mevcut egemen yapıyı dönüútürme fırsatı yakalayacak; dolayısıyla kendine açtı÷ı bu özgürlük alanından, dünyadaki yerini de÷iútirebilecektir. Kadın yazını da açık ve 159 çeúitli, de÷iúken ve ritmik olanaklarla dolu bir yazındır. Cixous’a göre kadın, kendi öznelli÷ini keúfederek, baskı altına alınıúına karúın direnme odakları belirlemelidir. Bu amaçla kadın ilk yolculu÷unu bedenin keúfine yapmalı ve kendi evrenini, kendi deneyim alanlarında oluúturdu÷u kadınlı÷ına ait kültürel kodları yazmalıdır. Kadının yazma deneyimiyle tarihin de÷iúmez kabul etti÷i gerçeklikler dönüúüme u÷rayarak, kadına yeni yeni direnme alanları yaratacaktır. Böylece baskı altına alınmaya karúı savunmasız durum tersine çevrilecek, farklı olan, baúka olan da dilde kendini ifade eder duruma gelecektir. Feminist bir felsefeci olarak, felsefede ve felsefenin varsayımlarında psikanalizi kullanan di÷er bir Fransız düúünür ørigaray da öncelikle ataerkilli÷in özellikle felsefede nasıl temellendi÷ini araútırarak buradan diúil kimli÷in tanımlanmasına gitmek ister. ørigaray için kadınlar kendilerine özgü bir dil oluúturmak zorundadırlar. Erkekler her süreçte kendileri için, evler kurmuúlardır. Bu evlerin içini, dille ataerkil söylemle, kavramlarla kuramlarla donatmıúlardır. ørigaray’a göre, kadınların gereksinim duydukları úey, üstlerinde tahakküm kurmadan, esir etmeden, her daim göz hapsine olanak vermeyen, oturmaya elveriúli bir evdir. ørigaray için kadının özne olması önemli bir konudur. Özne olarak var olmak ise, yalnızca dile girmekle de÷il toplumsal pratiklerin içinde bir özne olarak yer almasıyla mümkündür. Bu durum ise kadının kültürel, siyasal gerçekli÷in yapımında, yer almasıyla olabilecek süreçtir. ørigaray’a göre pekala kadınlar, eril dil sisteminin dıúında da bir dil ve bir benlik geliútirebilirler. Butler düúüncesinde, cinsiyet ve cinselli÷i düzenleyen normlar, bedenin cinsiyetini ve cinselli÷ini, egemen heteroseksüel kabullerle maddeselleútirir. Butler’da, bedenler, hep onları inúa eden cinsiyetlendirici normlar, kural tarafından kısıtlanmıúlardır. Bu kısıtlamalar, sınırları içindeki bedeni inúa ederek sınır ötesi olanları, düúünülemez ve yaúanılamaz olarak belirler. Cinsiyetin söylemsel kuruluúunda, kategori olarak cinsiyet, bedenin toplumsal biçimlenimi olarak cinsiyeti zorunlu kılmaktadır. Dilin de egemen ideolojinin eril kalıpları tarafından oluúturuldu÷u dikkate alındı÷ında, dil toplumsal bedenin üzerini katman katman gerçeklikle kaplar ama gerçeklik katmanlarını kaldırıp atmak kolay de÷ildir. Butler için, beden, egemen söylem tarafından inúa edilmiútir. Bu eril ideoloji, bedeni kendi ihtiyaçlarına göre inúa ederek, kadını, do÷urganlık, annelik, ve haz 160 nesnesi konumuna indirgemek istemektedir. Ezilmenin ve tahakkümün, birbiriyle iç içe geçmiú toplumsal dinamikleriyle tekrar tekrar üretildi÷i bir dünyada yaúayan kadın için özgürleúme yolcu÷u oldukça çetrefillidir. Feminist teori ve feminist hareket kadına bir belirleyen olarak, gelece÷i inúa etme yolunu açmaya çalıúmaktadır. Buttler’e göre; konuúma ve konuúurken kendi sesiyle konuúma, bireyi özneleútiren bir sürecin baúında durur. Böylece birey konuúarak gerçekli÷ini kendisi üretir hale gelir. Kadınların bedenlerini özgürleútirmeleri, kendi seslerini keúfetmeleri ve konuúmaya baúlamaları ile mümkündür. Bu temelde, ‘Toplumsal cinsiyet’ (gender), kadınların ezilmiúli÷inin kayna÷ını biyolojiye dayandırarak meúrulaútıran ve kadın bedenini eril iktidarının keyfiyetine sunan düúüncelerin karúısına feministler tarafından geliútirilmiú bir kavramdır. Amaç; cinsiyetin, egemen toplumsal düzenin cinsiyet iliúkileriyle, söylemleriyle, pratikleriyle inúa ediliú sürecine dikkat çekmektir. Çünkü; erkek ve kadın arasındaki biyolojik farklılıklar, toplumsal cinsiyetle kategorik farklılara dönüúmektedir. Aksine toplumsal cinsiyet, kadınlar ve erkeklere iliúkin uygun rollerin tamamen toplumsal olarak üretildi÷ini ifade eden kültürel inúalara iúaret etmenin bir yoludur. Toplumsal cinsiyet erkeklerin ve kadınların öznel kimliklerinin, sadece toplumsal kökenlerini belirgin kılmanın bir yoludur. Toplumsal cinsiyet, tekrarlarla ve öznelerin aktif katılımıyla her an yeniden ve yeniden oluúturulan, pratikler toplamıdır. Biyolojik cinsiyet de toplumsal cinsiyetin bir sonucudur. Bu durumda, toplumsal cinsiyet, bir yapma, oluúturma, üretme ve dille kurulmuú bir süreçtir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet, cinsiyetli bir bedene zorla kabul ettirilmiú bir toplumsal kategoridir. Toplumsal bir kategori olarak kadına ve erke÷e dayatılan toplumsal cinsiyet kalıpları, kadın ve erkek bedenini bu kalıplar do÷rultusunda biçimlendirmektedir. Erkek bedeni toplumsal olarak, normal, sa÷lıklı, temiz bir bedene gönderme yaparken, kadın bedeni temiz olmayan, normalin karúısında, bir fetih nesnesi gibi sunulmaktadır. Toplumun erkek ve kadından beklentisi tarihsel olarak pek de÷iúmeyen bu kurgunun tekrarı gibi durmaktadır. Geleneklerle, kültürle, bilimsel bilgiyle, tekrarlarla meúrulu÷unu pekiútirme yolunda olan toplumsal cinsiyet kalıpları dıúında davranan her birey, toplumun ötekisi ilan edilmektedir. Dolayısıyla eril düúüncenin úekillendirdi÷i iki kutuplu dünyanın toplumsal cinsiyet rol modelleri, kendisine alternatif modellere úiddetle karúı çıkmaktadır. 161 Sadece kadın bedeni de÷il erkek bedeni de bu karúı çıkıútan payını almaktadır. Bu paralelde, kadının özgürleúmesinin karúısında engel olarak tasarlanmıú kadın bedeni üzerindeki örtü, feminist teorinin katkılarıyla kaldırılmaya baúlanmıútır. Ancak, kadının özgürlü÷ü önündeki engeller oldukça çetrefillidir. Ataerkil düúüncenin tahakküm altına almaya çalıútı÷ı kadın bilinci üzerindeki baskılar beden üzerinde kendini somutlaútırmaktadır. Bu nedenle beden üzerindeki denetimin ortadan kalkması kadının özgürleúme problemiyle do÷rudan ilgili görünmektedir. Bu çalıúmada kadının özgürleúme arayıúı “kadın bedeni”ne dair sınırlamaları sorunsallaútıran bazı feminist yaklaúımlardan ve düúünürlerden yararlanarak anlatılmıútır. Ataerkil düzen, toplumsal ve simgesel düzenlemelerle kadın bedenini biçimlendirmekte, türlü kıskaçlar içine almaktadır.Kadının bedeni dolayımıyla içine düútü÷ü tuzakları önce tanıması sonra da yine bedeninin kodlarını çözerek özgürlük yolunu açması gerekmektedir. 162 .$<1$.d$ Agacinski, S. (1998) Cinsiyetler Siyaseti. çev. øsmail Yerguz. Ankara: Dost Kitabevi. A÷ao÷ulları, M. A & Köker, L. (1997) Tanrı Devletinden Kral Devlete. Ankara: ømge Kitapevi. %DPIRUWK,Kütüphanedeki Beden. çev. Begüm Kovulmaz. østanbul: Agora Kitaplı÷ı. Beauvoir, S.D.(1993) Kadın “økinci Cins” Genç Kızlık Ça÷ı. çev. Bertan Onaran. østanbul: Payel Yayınları. Beauvoir, S.D. (1993) Kadın “økinci Cins” Evlilik Ça÷ı. çev. Bertan Onaran. østanbul: Payel Yayınları. Beauvoir, S.D. (1993) Kadın “økinci Cins” Ba÷ımsızlı÷a Do÷ru. çev. Bertan Onaran. østanbul: Payel Yayınları. Benhabib, S. , & Butler, J., & Cornell, D. , & Fraser, N. (2008) Çatıúan Feminizmler: Felsefi Fikir Alıúveriúi. çev. Feride Evren Sezer. østanbul: Metis Yayınları. Berger, J. (2004) Görme Biçimleri. çev. Yurdanur Salman. østanbul: Metis Yayınları Berktay, Fatmagül.(2006) Tarihin Cinsiyeti. østanbul: Metis Yayınları. Butler, J. (2006) Taklit ve Toplumsal Cinsiyete Karúı Durma. çev. Osman Akınhay. østanbul: Agora Kitaplı÷ı . Butler, J. (2008) Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimli÷in Altüst Edilmesi. çev. Baúak Ertür. østanbul: Metis Yayınları. Butler, J. (2005) øktidarın Psiúik Yaúamı. çev. Fatma Tütüncü. østanbul: Ayrıntı Yayınları. Çabuklu, Y. (2004) Toplumsalın Sınırında Beden. østanbul: Kanat Kitap. Comte, A. (2001) Pozitif Felsefe Kursları. çev. Erkan Ataçay.østanbul: Sosyal Yayınları. Connell, R.W . (1998) Toplumsal Cinsiyet ve øktidar, çev. Cem Soydemir. østanbul: Ayrıntı Yayınları. Çabuklu, Y. (2006) Bedenin Farklı Halleri . østanbul: Kanat Kitap. Davidoff, L. (2002) Feminist Tarih Yazımında Sınıf ve Cinsiyet. østanbul: Ayrıntı Yayınları. 163 Donovan, J. (2005) Feminist Teori. çev. A. Bora, M.A. Gevrek, F. Sayılan. østanbul: øletiúim Yayınları. Durakbaúa, A. (2002) Halide Edip: Türk Modernleúmesi ve Feminizm. østanbul: øletiúim Yayınları. Douglas, M. (2005) Saflık ve Tehlike: Kirlilik ve Tabu Kavramlarının Bir Çözümlemesi. çev. Emine Ayhan. østanbul: Metis Yayınları. Firestone, S.( 1993) Cinselli÷in Diyalekti÷i: Kadın Özgürlü÷ü Davası. østanbul: Payel Yayınevi. Foucault, M. (2003), Cinselli÷in Tarihi. çev. Hülya U÷ur Tanrıöver, østanbul: Ayrıntı Yayınları. Foucault, M.(2003) øktidarın Gözü. çev. Iúık Ergüden, østanbul: Ayrıntı Yayınları. Freud, S. (1991) Psikanaliz Üzerine. çev. A. Avni Öneú. østanbul: Say Yayınları. Giddens, A. (1998) Modernli÷in Sonuçları. çev. Ersin Kuúdil. østanbul: Ayrıntı Yayınları. Giet, S. ( 2006)Özgürleúin! Bu bir Emirdir: Kadın ve Erkek Dergilerinde Beden. çev. ødil Engindeniz. østanbul: Dharma Yayınları. Gilman, C.P. (2007) Kadınlar Ülkes. çev. Seher Özbay. østanbul: Otonom Yayıncılık. Goldman, E. ( 1996) Hayatımı Yaúarken. 1. Cilt. çev. Beril Eyübo÷lu. østanbul: MetisKaos Yayınları. Goldman, E. ( 1997) Hayatımı Yaúarken. 2. Cilt. çev. Emine Özkaya. østanbul: MetisKaos Yayınları. Goldman, E. ( 2006) Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim De÷ildir .çev. Necmi Bayram. østanbul: Agora Kitaplı÷ı Haravay, D. (2006) Siborg Manifestosu. çev. Osman Akınhay, østanbul: Agora Kitaplı÷ı Iúık, E. (1998)Beden ve Toplum Kuramı. østanbul: Ba÷lam Yayınları. Irigaray, L. (2006) Ben Sen Biz: Farklılık Kültürüne Do÷ru. çev. S. Büyükdüvenci, N. Tutal. østanbul: ømge Yayınevi. Kristeva, J. (2007) Ruhun Yeni Hastalıkları. çev. Nilgün Tutal. østanbul: Ayrıntı Yayınları. Lloyd, G.(1996) Erkek Akıl, çev. Muttalip Özcan. østanbul: Ayrıntı Yayınları 164 Markos, S. (2006) Bedenler, Dinler ve Toplumsal Cinsiyet. çev. Sibel Özbudun, Balkı ùafak, ølker Çayla, Ankara: Ütopya Yayınevi. Michel, A.(1995) Feminizm. çev. ùirin Tekeli. østanbul: øletiúim Yayınları. Millett, K.(1987) Cinsel Politika. çev. Seçkin Selvi. østanbul: Payel Yayınları. Mitchell, J. ( 2006) Kadınlar: En Uzun Devrim. çev. G. ønal, G. Savran, ù. Tekeli, F. Tınç, ù. Tarun, Y. Zihnio÷lu. østanbul: Agora Kitaplı÷ı. Mitchell, J., & Oakley, A. (1992) Kadın ve Eúitlik. çev. Fatmagül Berktay. østanbul: Pencere Yayınları. Nazlı, A. (2008) Hastalık ve Hasta Bedenin Sosyal ønúası: Meme Kanseri Örne÷i. øzmir: Güven Kitabevi. Nazlı, A.(2006) “Modernitenin Ötekisi: Kadın ve Bedeni”, Kadın Çalıúmaları Dergisi, Sayı 1, østanbul. Sarup, Madan. ( 2004) Post-Yapısalcılık ve Postmodernizm. çev. Abdülbaki Güçlü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Scott, J.W. (2007) Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi, çev: Aykut Tunç Kılıç. østanbul: Agora Kitaplı÷ı. Sautet, M. (1998), Kadınların Özgürleúmesi Üzerine. çev. Selcan Serdaro÷lu, østanbul: Telos Yayıncılık. Savran, Gülnur Acar.(2004) Beden Emek Tarih: Diyalektik Bir Feminizm øçin. østanbul: Kanat Yayıncılık. Sennet, R.(2006) Ten ve Taú. çev. Tuncay Bikan. østanbul: Metis Yayıncılık. Phillips, A.(1191) Demokrasinin Cinsiyeti. çev. Alev Türker. østanbul: Metis Yayıncılık. Reich ,W. (1974), Cinsel Devrim., çev. Bertan Onaran, østanbul: Payel Yayınevi. Reich, W. (1994), Cinsel Olgunlaúma. çev. Aylin øncesu, Düúünem østanbul: Adam Yayınları. Rowbotham, S. (1987), Kadın Bilinci Erkek Dünyas.ı çev. ùükrü Alpagut, østanbul: Payel Yayınları. Rousseau, J.J. (1931) Emile. çev. Ali Rıza. øzmir: Cumhuriyet Matbaası. Tong, R.P.(2004) Feminist Düúünce. çev. Zafer Cirhinlio÷lu. østanbul: Gündo÷an Yayınları 165 Touraine, A. ( 2002) Modernli÷in Eleútirisi. çev. Hülya Tufan. østanbul: Yapı Kredi Yayınları. Yıldırmaz, Y. T. (2005) Ütopyanın Kadınları Kadınların Ütopyası: Klasik ve Modern Ütopyalarda Toplumsal Cinsiyet. østanbul: Sel Yayıncılık. Kristeva, Julia. (1996) “Yabancı øçin Tokata ve Füg”, Defter Dergisi, sayı.28, çev: øskender Savaúır. Kristeva, Julia. (1194) “Kadınların Zamanı” Defter Dergisi, sayı.21, çev: øskender Savaúır. Schaef,, A. W. (1997), Beyaz Erkek Sistemi. çev. Ali Çakıro÷lu, østanbul: Kuraldıúı Yayınları. Sennet, R.(2006), Ten ve Taú. çev. Tuncay Bikan, østanbul: Metis Yayıncılık. Paglıa, C. (2004), Cinsel Kimlikler. çev. Didem Atay, Anahid Hazaryan , Ankara: Epos Yayınları. Reich ,W. (1974), Cinsel Devrim., çev. Bertan Onaran, østanbul: Payel Yayınevi. Reich, W. (1994), Cinsel Olgunlaúma. çev. Aylin øncesu, Düúünem østanbul: Adam Yayınları. Rowbotham, S. (1987), Kadın Bilinci Erkek Dünyas.ı çev. ùükrü Alpagut, østanbul: Payel Yayınları. Tong, R.P.(2004), Feminist Düúünce. çev. Zafer Cirhinlio÷lu. østanbul: Gündo÷an yayınları. 166 ÖZGEÇMøù 12.01.1973 do÷umluyum. 1991-1993 döneminde Ege Üniversitesi Sa÷lık Meslek Yüksekokulu Tıbbi Laboratuar Bölümünü bitirdim. 1995 yılında Manisa’da Celal Bayar Üniversitesi Araútırma Uygulama Hastanesinde laboratuar teknikeri olarak çalıúırken 1998-2003 yılları arasında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünü bitirdim. 2004 yılında Ege Üniversitesi Kadın Sorunları Araútırma ve Uygulama Merkezi (EKAM)’da sosyolog olarak çalıúmaya devam ederken, 2005 Güz döneminde Kadın Çalıúmaları Anabilim Dalında Yüksek Lisansa baúladım ve 16. ùubat 2009 tarihinde Yüksek lisans tezimi tamamladım. Evli ve bir çocuk annesiyim. 167 ÖZET Bu tez, kadın bedeni üzerinden, kadının özgürleúme sorunsalını tartıúmaktadır. Batılı düúünce tarihinde ve özellikle modernist söylemde, kadın erkek karúıtlı÷ının nasıl kurulmuú oldu÷u eleútirel olarak gözden geçirilmiútir. Kadın bedeninin, erkek aklı ve rasyonel olarak kurulan kamusal, sosyal erkek dünyasına karúı, Do÷a’ya ait irrasyonel özelliklerle kurgulanması ve özel alanın bir ‘kadınsı alt dünya’ olarak tasarımı sorunsallaútırılmıútır. Bu temelde, aklın üstünlü÷ünü, eúitli÷i, özgürlü÷ü evrensel de÷erler olarak kabul eden modernite içinde, ötekileútirilerek di÷eri konumuna indirgenen kadınların, kendi kendisinin bilincinde olan bir protesto hareketi olarak, tarihe kazandırdı÷ı feminizm de modernist bir hareket olarak ele alınmıútır. Kadının özgürleúme yolculu÷u, kadınların özgürlü÷ünü, eúit yurttaúlık haklarında arayan aydınlanmacı liberal feministlerden baúlayarak gözden geçirilmiútir. Feminist teori içinde paradigmatik bir metin olarak ele alınan Simone de Beauvoir’ın økinci Cins yapıtı, bu tezin temel sorunsalı açısından da ufuk açıcı bir metin oldu÷undan etraflıca tartıúılmıútır. Heteroseksüel cinsellik ve cinsiyetçili÷e eleútirel bir yaklaúımla, cinselli÷i feminist politika düzleminde tartıúan radikal feministlerin kadınlar için önerdi÷i özgürleúme yolları ele alınarak bu teorinin açmazları tartıúılmıútır. Eril söylemler içinde “eksiklik” ya da “yoksunluk” olarak olumsuz nitelemelerle kurulan kadın bedenine karúın, kadının do÷urganlı÷ını ve anneli÷ini olumlayan kültürel feministlere ayrı bir bölüm açılmıútır. Kadın cinselli÷ini penisten yoksunluk üzerine kuran ve bu nedenle feministlerin eleútirilerini çeken Freud ve Freud’u simgesel düzeyde yeniden tartıúan, penisi, fallus olarak ifade ederek ‘baba yasasını’ dilde tartıúan Lacan ve Lacan’ın feminist eleútirisine son bölümde yer verilmiútir. Anlam-beden iliúkisini baúka bir deyiúle “konuúan beden” fikrini sosyal bilimlerin konularından biri haline getirme çabasına giren ve öteki olarak kurgulanan kadının konumunu, bedenden hareket ederek dönüútürmeye çalıúan, ørigaray, Cixous ve Kristeva’nın düúünceleri incelenmiútir. Son olarak ‘toplumsal cinsiyeti’, kurallarını dayatan düzenlenmiú bir tekrarlar süreci olarak adlandıran Butler düúüncesinde ‘toplumsal cinsiyetin’ söylemsel kuruluúu irdelenmiútir. Anahtar kelimeler: Modernite, Feminizm, Kadın bedeni, Öteki, Kadının Özgürleúmesi. 168 ABSTRACT The thesis is based on a discussion of the problem of women’s liberation via women’s bodies. The construction of the dichotomy of male/female in the history of thought in the West, and especially in the modernist discourse is critically reviewed. The construction of the female body with irrational qualities pertaining to Nature and the private sphere as “the feminine sub-world as opposed to the male rationality and the accordingly established public and social sphere are problematized. Feminism itself is taken as a modernist movement, a self conscious protest movement, restored to history by women who have been discriminated and reduced to the Other of modernity, which is characterized by the adoption of the universal values of primacy of reason, equality and freedom. Women’s voyage for freedom is reviewed starting from enlightened liberal feminists, who have searched for women’s emancipation in equal rights of citizenship. Simone de Beauvoir’s work, The Second Sex, which is regarded as a paradigmatic text in feminist theory, is discussed in detail, for it is an inspiring text from the point of the main problem of this thesis. The views of radical feminists, who discuss sexuality in terms of feminist politics, critically evaluating heterosexual sexuality and sexism, their options for liberation as well as the shortcomings of their theory are discussed. As opposed to the construction of the women’s body as a “lack” or “deprivation” with certain negative qualities, in the malestream discourses, the cultural feminists, who have positively favoured women’s fertility and motherhood, are discussed in a specific chapter. Freud, who has drawn criticisms of the feminists because of his theory of women’s sexuality on the basis of “penis lack”, and criticism of Freud by Lacan, who modified Freud’s theory at the symbolic level reinterpreting “penis” as “phallus” or as “the law of the father” in the language are discussed in the last chapter. The ideas of ørigaray, Cixous ve Kristeva are summarized because of their emphasis on the “speaking body” as a topic in the social sciences and because they have tried to alter the status of “women as 169 the other” theorizing about the female body. Finaly, the formulation of gender as a discourse, and defined as a process of regulated and repeated performative acts in Butler’s theorization is discussed briefly. Key words: Modernity, Feminism, Female body, The Other, Women’s Liberation. 170