*Ekonomik İş Birliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) Eğitim Politikaları Analizi Yönetici Özeti Kitabın 1. Bölümü, ilk olarak tam 30 yıl önce de Ekonomik İş Birliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) tarafından incelenen “ulusal yükseköğretim sistemleri içinde geleneksel üniversitelerin yerini alabilecek alternatif yaklaşımlar” konusunu içermektedir. 2. Bölümünde ise bilgi iletişim teknolojileri (BİT)nin eğitimde kullanılması konusundaki OECD çalışmaları gözden geçirilerek, uyarıcı dersler çıkarılmakta ve BİT için eğitimde yapılan dikkate değer ulusal yatırımlardan daha iyi faydalanılması ihtiyacı duyulan durumlarla ilgili bir dizi önerilerde bulunulmaktadır. 3. Bölüm, OECD eğitim çalışmalarında şimdiye kadar sistematik olarak çalışılmamış bir konuyu tartışmaktadır: okulların ulusal yaşam boyu öğrenme politikası çerçevesinde oynamaları gereken önemli rol. Son olarak 4. Bölümde, yaşam boyu öğrenimi geliştirmek için vergi politikalarının bir araç olarak kullanımının dikkate alınmasını gerektiren yeni bir bakış açısı getirmektedir. I- Üniversitelerin Alternatifleri Üniversiteler yükseköğretimde artık bir tekel değildir. Birçok ülkede bu düzeydeki öğrenci kayıtlarının üçte birinden fazlası, bazı ülkelerde yarıdan fazlası diğer tür yükseköğretim kurumlarındadır. Üniversite dışında yükseköğretim veren bağımsız kurumlar (non-university institutions providing tertiary education), nitelik bakımından lise eğitimi ile kısa dönem üniversite kurslarını birleştiren bir eğitim veren mesleki kolejlerden dört yıllık öğretim sağlayan politeknik kurumlara kadar çok farklı yapılardadır. OECD ülkelerinde bu tür kurumların gelişimini iki genel amaç etkilemektedir. Birincisi yüksek öğretime erişimi artırmak için ek kapasite yaratmak, ikinci amaç ise kurs sayılarının artırılması ve alanlarının/türlerinin çeşitlendirilmesi, kursların erişilebilirlikleri ile işverenlerin ve toplumun genel ihtiyaçlarıyla yakın bağlarının kurulmasıdır. Yüksek öğretim veren ve üniversitelerden bağımsız olan bu kurumların amaçlarında dikkate değer farklılıklar görülmektedir. Alman Fachhochschulen gibi bazıları dar anlamıyla mesleki eğitim yeterliği derecesine odaklanmış kurumlardır. Kuzey Amerika’daki halk 1 (community college) kolejleri gibi olanlar ise daha geniş amaç ve düzeyde eğitim vermektedirler. Bu amaçların üç ana boyutu şunlardır: • Mesleki oryantasyonun kapsamı: Birçok ülkede üniversitelerden bağımsız yüksek öğretim kurumları, mesleki veya teknik eğitim kurumlarından oluşmuş ve yaygın olarak genel eğitim programlarıyla ilgili: örneğin beşeri bilimlerde üniversitelerden daha az sayıda programlar sunmaktadır. Bu tür kurumlardan bazılarının misyonu üniversitelere geçişi yaygınlaştırmaya yardımcı olmaktır. Bu programlarda mesleki eğitimin ağırlığı azalmaktadır. Bu kurumlar sadece Kuzey Amerika ve Avustralya’daki çok amaçlı kurumlarla sınırlı kalmayıp aynı zamanda iki yıllık standartlaşmış beceriler kazandıran Fransız Instituts universitaires de technologie (IUTs) gibi kurumları da içermektedir. • Eğitim düzeyleri:İngilizce konuşulan ülkelerde bir kısım kurumlar liseden lisans seviyesindeki derecelere kadar kursları kapsamaktadırlar. Diğer yandan İskandinav dili ve Almanca konuşulan ülkelerde üniversitelerden bağımsız yüksek öğretim kurumları normal olarak lisans derecesine eşit ileri seviyede eğitim vermekte olup yetişkinlere daha alt seviyede eğitim farklı kurumlarda gerçekleştirilmektedir. • Yerel toplumla uyum: Şimdilerde birçok ülkede, üniversitelerden daha fazla sayıda üniversitelerden bağımsız yüksek öğretim kurumu vardır ve bunlar coğrafi olarak daha yaygındır. Bu durum hem yerel ağları geliştirmekte hem de çeşitli şekillerde toplumları geliştirmektedir. Örnek olarak bu kurumlarda yerel veya bölgesel ekonomik gelişme katkıda bulunabilecek bilimsel araştırmalar yürütülmesi verilebilir. Üniversitelerden bağımsız yüksek öğretim sağlayan kurumlar, bu hizmeti değişik şekillerde vermektedir. Bazen farklı statülerdeki kurumlarla bağı ikili yada üçlü sistemlerde açıkça ayırt edilir, fakat farklı kategorilerdeki kurumlarda ders ve nitelik çeşitlerinin birbirleriyle çakıştığı yerlerde tablo daha karmaşık olabilir. Bazı ülkelerde özellikle Almanya ve Finlandiya’da üniversitelerden bağımsız kurumlar yüksek öğretim arzının artmasında anahtar rol oynamaktadırlar. Ancak erişimi artırmada her zaman yalnız değildirler ve birçok ülkede üniversitelerle bağlantıları - kurumlar arası transfer koşullarını da kapsar- dikkat çekicidir. Genişleyen bir sistem içerisinde üniversitelerden bağımsız yüksek öğretim kurumlarının anahtar rollerinden birisi de birçok ülkede her öğrenci maliyetinin nispeten daha düşük olmasıdır. Bu durum bazı ülkelerde üniversitelerde harcanan miktarın yarısından biraz daha fazladır. Bu durum tamamen olmasa bile kısmen program farklılıkları ile açıklanmaktadır ve eşit koşullarla ilgili soruları gündeme getirmektedir. Her ülkede olmasa 2 bile bazı ülkelerde bu durum üniversitelerden bağımsız yüksek öğretim öğrencilerinin kısmen daha düşük miktarda harç ödemesiyle telafi edilmektedir. Heterojen ve karma bir yüksek öğretim sisteminde ödeme eşitliğinin nasıl geliştirileceği konusu daha dikkatli düşünmek gerekir. Aynı zamanda bu durum prensip itibariyle araştırma dışındaki kurumların yoğunlaşmaları gereken bir konu olması gerekirken uygulamada yeteri kadar ilgiyle karşılanmayan öğretim kalitesini de içeren konuları gündeme getirmektedir. Üniversitelerden bağımsız yüksek öğretim kurumları yapılan harcamalar dikkate alındığında rasyonel hizmet vermekte midir? Bunu eldeki verilerle hesaplamak zordur, fakat eldeki kanıtlar, kurumlar ve programlar arasında maliyet-fayda bağlamında büyük farklılıklar ve değişkenlikler olduğunu göstermektedir. Üniversitelere alternatif görülen bu yaklaşımlar gelecekte yüksek öğretimde büyük bir rol oynayacaktır. Üniversitelerden bağımsız yüksek öğretim kurumlarının sistem içerisindeki rolleri hâlâ belirginlik kazanmamıştır. Zaman içerisinde bir bakıma üniversitelere benzeyecekler ya da üniversitelerden oldukça farklı bir yapıya kavuşabileceklerdir. Eğitim otoritelerinin de bu kurumların yüksek öğretim sistemi içerisinde hangi rolü oynamalarını istedikleri konusunda dikkatli bir şekilde düşünmeleri gerekecektir. 3 Ekonomik İş Birliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) Eğitim Politikaları Analizi II-Eğitim Alanında Bilgi ve İletişim Teknolojileri (BİT)ne Yapılan Yatırımların Karşılığının Alınması 1990’lı yılların ortalarından beri bilgi ve iletişim teknolojileri (BİT) birçok kişi tarafından eğitim ve öğretimi geliştirme stratejilerinin entegre bir parçası olarak görülmektedir. Günümüzdeki durum, bilgisayarların yardımcı öğretim aracı ya da öğretim maliyetlerini azaltma gibi daha önceki kullanım amaçlarından çok daha iddialı bir yaklaşımdır. BIT kullanılarak eğitimde yeni bir dönüşümü gerçekleştirmek için öngörülen politikalar nelerdir? Etkin ve stratejik BİT uygulamaları için ne gibi yatırımlar yapılmış, bunun karşılığından ne gibi faydalar sağlanmış ve ne gibi engellerle karşılaşılmıştır? Bütün OECD ülkelerinin BİT’i okullarda kullanmak için ciddi yatırımlarda bulunmalarına karşın, ülkelerdeki söz konusu araç-gereçler birbirinden önemli farklılık göstermektedir. 2003 yılında farklı ülkelerde bilgisayar başına düşen 15 yaş grubu öğrenci sayısı 3 ile 25 arasında değişmekteydi. Bu farklılıklar sadece ülkelerin refah düzeyleri veya eğitime yapılan toplam harcamalarla açıklanamaz. Yine de şu anda birçok okulun internet erişimine sahip bulunması ve her geçen gün teknolojinin fiziki olarak daha da yaygınlaşmakta olması, daha iyi öğrenim sonuçları alınabilmesi amacıyla dikkatlerin bundan sonra, BİT’in öğretim ve öğrenime nasıl entegre edilebileceği konusuna çevrilmesini gerektirmektedir. BİT yatırımlarından sağlanan faydalar değerlendirirken, BİT’in okullarda bilgi yönetimini geliştirmek ve öğrencilerin BİT becerilerini artırmak ve aynı zamanda öğretim ve öğrenime yeni bir şekil verebilmek için de kullanılabileceği akılda tutulmalıdır. Bu hedeflerden hangisinin önemli görüldüğüne bağlı olarak BİT’e yapılan yatırımlar da farklı olacaktır. Bu nedenle BİT’ten sağlanan faydaların tüm sonuçlarının ölçülmesi zordur. Bu konudaki bir gösterge de öğrencilerin ne derecede bilgisayar kullandıklarıdır. Birkaç ülkede bilgisayar kullanımı rutinleşmesine karşın bazı ülkelerde 15 yaş grubunun en azından üçte biri ayda bir kereden daha az olmak üzere okullarda bilgisayar kullanmaktadırlar. Danimarka, Macaristan ve İngiltere’deki üç öğrenciden ikisi haftada veya günde birkaç kez bilgisayar kullanmaktadır. Özellikle bilgisayar başına düşen öğrenci sayısının çok olduğu ülkelerde bilgisayar kullanımın ortalamanın altında olması sürpriz olmamakla beraber donatım araç-gereçlerine yapılan yatırım miktarı, bunların kullanım sıklığı için iyi bir gösterge olmamaktadır. Genelde öğrenciler bilgisayarları e-postalarına bakmak ya da İnternette gezinmek için– her ikisinin de eğitim açısından faydaları olabilir – 4 kullanmaktadırlar. Eğitime yönelik hazırlanan belirli programları kullanan öğrenci sayısının azalmakta olduğu görülmektedir. BİT öğrenme çıktılarını geliştirir mi? Bu konuyla ilgili deliller kesin olmamakla birlikte bazı araştırmalar daha çok teknoloji kullanımının performansı artırdığını göstermektedir. Büyük çoğunluğunu başarısı düşük öğrencilerin oluşturduğu okulların en azından başarıları orta düzeyde olan okullar kadar donanımlı olması ve bazılarının daha fazla donanıma sahip olması cesaret vericidir. Bu, ziyadesiyle daha avantajlı öğrencilerin lehinde olan evlerdeki bilgisayar dağılımı ile ters bir durum oluşturmaktadır. Bu şekilde okullar dijital eşitsizliğin etkilerini dengeleyebilir. Yine de, bilgisayar sayısının az olduğu okullarda başarısı düşük öğrencilerin bilgisayar erişimi ortalamanın altındadır. Başarısı düşük öğrenciler bilgisayar kullanmaya tıpkı diğer öğrenciler gibi ilgi duymaktadır. Fakat ortalama olarak kendilerine güven duyguları daha azdır. Bununla beraber yapılan örnek çalışmalar; BİT’nin öğrencilerin ilgilerini ve öğrenimde kendilerine olan güvenlerini artırmak için etkili bir şekilde kullanılabileceğini göstermektedir. Okullarda BİT’ten istenilen sonuçların elde edilmesinin önündeki engeller içerisinde, yeterli fiziksel kaynak ve düzenli teknik destek, onarım eksikliği de sayılabilir. Ancak bu alandaki en önemli engeller arasında sınıflardaki öğretimin, okulların ve eğitim sistemlerinin (BİT ile eğitime uygun olmayan) organize ediliş şekilleri bulunmaktadır. Okul Müdürleri tarafından BİT gelişim hedeflerine ulaşılmasının önünde engel olarak görülen dört hususun altı çizilmektedir. Bu engellerden her birinin OECD ülkelerindeki lise öğrencilerinin en az % 60’ını olumsuz yönde etkilediği belirtilmektedir: • Bilgisayarların sınıf ortamındaki öğretime entegre edilmesindeki güçlükler • Haftalık okul/ders programlarına yeterli bilgisayar saati konulmasında karşılaşılan problemler • Öğretmenlerin bir öğretim aracı olarak bilgisayar kullanma becerilerinin yetersiz olması • Öğretmenlerin bilgisayar destekli öğretim için ders hazırlığı yapabilmelerine yeterli zamanlarının olmaması. Bu tür engelleri aşmak için öğretmenlerin etkili bilgisayar kullanımı konusunda iyi eğitilmeleri ve hazırlanmaları gerekmektedir. Ancak öğretim metotlarının ve okulların organizasyonunun değişmemesi durumunda bunlar yeterli olmayacaktır. Yapılan örnek alan çalışmaları; BİT değişim için ister bir tetikleyici olsun ya da değişimi gerçekleştirmek için bir araç olarak kullanılsın bilgisayarlar ile diğer okul gelişim etkenleri arasında yakın bir etkileşim olmasının gerektiğini göstermektedir. Bu nedenle tıpkı iş dünyasında olduğu gibi BİT’in potansiyeli, ancak diğer tür yeniliklerle birlikte etkili bir şekilde kullanıldığı takdirde fark edilecektir. 5 Ekonomik İş Birliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) Eğitim Politikaları Analizi III- Okullar Yaşam Boyu Öğrenmeye Ne Kadar Katkıda Bulunmaktadır? Yaşam boyu öğrenme esasında ilköğretimden sonra devam eden eğitimi ifade eden bir kavramdır. Şimdi bu kavram okul dönemini de kapsayan yaşam boyu öğrenme yaklaşımını ifade etmektedir. OECD dört öğeden oluşan yaşam boyu öğrenme için bir çerçeve tanım geliştirmiştir. Bunların her birinin okul eğitimi için çıkarımları vardır: • Örgütlenmiş öğrenme sistematik ve birbirine bağlı olmalıdır. Bu nedenle okul eğitiminin yaşamın diğer basamaklarındaki eğitimle bağlantısının olması gerekir. • Öğrenme öğrenci merkezli olmalıdır. Bu durum zorunlu eğitimde bir gereksinimdir. • Öğrenme motivasyonu vurgulanmalıdır – bu talep ilköğretim düzeyi için birçok kişi tarafından yeni bir talep olarak görülmektedir. • Sadece enstrumentalist veya ekonomik amaçlara yoğunlaşmaktan ziyade eğitimin çok amaçlılığı kabul edilmelidir. Okul sistemleri yaşam boyu öğrenme ideallerinin ölçülmesi üç düzeyde analiz edilmektedir: öğrenci, örgüt olarak okul ve okul sistemi. Öğrenci düzeyinde okul sistemlerinin sadece öğrencilerin okullaşmalarını tamamlamakla kalmayıp onları, bir yetişkinin yaşamında ihtiyaç duyacağı yeterliliklerle donatmaları beklenir. Ortaöğretimin elden geldiğince tamamlanması yaşam boyu öğrenme için bir temel oluşturmaktadır. Bu konudaki gelişmeler cesaret vericidir. Günümüzde birçok OECD ülkesinde genç insanların büyük bir kısmı lise eğitimini tamamlamadan okulu bırakmaktadırlar. Fakat bu insanlar okulu bıraktıklarında ne tür beceri ve kişilik yeterlikleri kazanmışlardır? OECD’nin Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) araştırması gençlerin yetişkin yaşamlarında ihtiyaç duyacakları bazı anahtar bilgi ve becerilere ne dereceye kadar sahip olduklarını araştırmaktadır. Örneğin birçok ülkede öğrencilerin en azından üçte biri yaşam boyu öğrenmenin izlenmesinde önemli olan orta güçlükteki okuma becerisini gösterememektedirler. Yine de bu durumda eğitimin bilişsel becerilerinin yanında eğitimin daha geniş yelpazedeki sonuçlarına bakmak gerekir. OECD’nin Yeterlikleri Tanımlama ve Belirleme (DeSeCo) projesi, yetişkin yaşamında ihtiyaç duyulan üç tür yeterliği tanımlamıştır: teknoloji ve dili de kapsayan bilgiye dayalı kullanmak; diğer insanlarla etkili bir şekilde etkileşim 6 kurmak ve bireysel özerkliği hayata geçirmek. Bu yeterlikler her zaman doğru ölçülemediğinden PISA okul öğrencilerinin yaşam boyu öğrenmeye farklı alanlarda iyi şekilde hazırlanıp hazırlanmadıkları konusunda bazı göstergeler sağlamaktadır. Özerkliğin ölçülebilir bir yönü de öğrencilerin kendi öğrenimlerini ne dereceye kadar kontrol ettikleridir. Motivasyon tarafından bakıldığında ise önemli sayıdaki azınlığa rağmen 15 yaşındaki öğrencilerin çoğunun kendilerini okula “ait” hissettiklerini gösteren sonuçlar cesaret vericidir. Bu araştırmanın dikkat çeken yönü ise öğrencilerin büyük başarı gösterdikleri bazı ülkelerde öğrencilerin önemli bir kısmının okuldan memnun olmamasıdır. Bu durum onların öğrenmeyi yaşamlarının daha sonraki aşamalarında gerçekleştirme olasılığına işaret etmektedir. Yaşam boyu öğrenim ilkelerinin uygulandığı ikinci düzey veri ise okulların öğrenci merkezli öğrenim veren kurumlar olmaları gereğidir. Bu durum öğretmenlerin değişmek ve öğrenmek için istekli olmalarının yanında öğrenme kültürünü değiştiren okul yeniliğini de kapsar. Bu, eğitimin başka yerlerde de yeniliğin başarılı olmasına imkân sağlayan koşulları rekabete açmasını gerektirir. Bunlardan biri araştırma bilgisi başvurusudur. İkincisi öğretmenlerin birlikte çalışmaları için teşvik edilmeleri ve öğretmen ağı oluşturmak amacıyla yeni yollar bulmak için iş birliği yapılmasıdır. Üçüncüsü ise sistemin diğer parçalarıyla yerel yenilikçi yaklaşımları birleştiren ve yerel farklılıklara her zaman izin veren “modüler” yenilik sistemidir. Yeniliğin son parçası ise iletişim teknolojilerinin ve bilginin etkili kullanımıdır. Bütün bu hususlarda, değişim için bir potansiyel olmasına rağmen engeller de mevcuttur. Son olarak, sistem düzeyinde yaşam boyu öğrenme, okul ile eğitim-öğretimin diğer yönleri üzerinde bir bağ kurulmasını gerektirir. Burada önemli olan okul öncesi eğitimin / ilköğretimin / temel eğitimin sürekli olarak yaygınlaşmasının gerçekten istenip istenilmediğidir. Bu durum yaşam boyu öğrenme için iyi bir temel sağlarken potansiyel olarak başlangıç aşamasında geçmişte olduğundan daha fazla eğitim yüklemesi gerektirir. Bu içinden çıkılmaz durumun tek bir çözümü yoktur. Ancak ülkeler fırsatlar uygun olduğunda zamanlama konusunda dikkatli bir şekilde düşünmelidirler. Lise eğitiminin ötesinde de bireyin farklı yaşlarda öğrenim görme olanaklarının desteklenmesi gerekir. 7 Ekonomik İş Birliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) Eğitim Politikaları Analizi IV- Vergi ve Yaşam Boyu Öğrenme İnsanların yaşamları boyunca eğitimlerini devam ettirmelerine olanak sağlayan düzenlemeler zayıf kalmaktadır. Özellikle, eğitime yatırımı ekonomik yönden değerli kılan ve ekonomik araçları temin eden eldeki faktörler genellikle ilköğretimin devamında zayıftırlar. Potansiyel olarak vergi politikası, yaşam boyu öğrenimin ekonomik ve finansal inisiyatiflerle teşviki için bir güçlendirme yöntemidir. Oysa vergi diğer yatırım şekillerini etkilemek için kullanılırken yaşam boyu öğrenmeyi etkilemek için bilinçli bir şekilde az kullanılmaktadır. Bu verginin hiçbir etkisinin olmadığı anlamına gelmemektedir. Fakat bu etki genelde planlı olmaktan ziyade tesadüfler sonucu gerçekleşmektedir. Diğer mali araçlarla birlikte eğitim yatırımlarını artırmak / etkilemek üzere vergilendirme aracının kullanılmasından elde edilen yararlar; toplumun geneli, işverenler ve bireyler arasında paylaşılmaktadır. Bu şekilde öğrenim maliyetlerinin özel olarak desteklenmesi yatırım miktarının artmasını sağlayacaktır. İlköğretimin aksine yetişkin eğitimi devlet tarafından dengeli şekilde desteklenmemektedir. Maliyet daha sistematik olarak nasıl paylaştırılabilir? Varolan mali düzenlemeler üzerindeki son OECD incelemeleri, eğitime programlı vergi katkı politikasının olmadığını göstermektedir. Bu konu hakkındaki son OECD konferansında maliye bakanlıklarının aktif iş birliğiyle hükümet düzeyinde daha sistematik yaklaşımlar oluşturulması konusu görüşülmüştür. Vergi sistemleri çok amaçlıdır. Bunlardan biri ekonomiyi bozmadan kamu harcamaları için finansal kaynağı artırmaktır; toplumsal yarar için yapılan faaliyetleri teşvik etmek de ayrıca önemlidir. Vergi politikalarının yaşam boyu eğitimi destekleyebileceği iki önemli yöntem vardır: • Bunlardan ilki eğitim hizmetlerinin satışından elde edilecek vergi geliridir. Eğer eğitim bir yatırım olarak kabul edilirse tarafsızlığı korumak için, bu gelirlerin diğer yatırımlarla aynı yolda vergilendirilmesini sağlamak olmalıdır. Bu durum işverenlerin eşit şekilde vergilendirilmesini gerektirmektedir. Bu ilkenin ihlal edilmesinin en yaygın yollarından biri de kamu ya da kar gütmeyen örgütlerin değil kar güden örgütlerin sağladığı eğitim hizmetlerinin vergilendirilmesidir. • İkincisi, eğitim yatırımlarına yapılan harcamaların vergilendirilmesidir. Eğitim alanında yapılan bireysel ve toplu harcamaların vergiden muaf tutulmasının birçok 8 yöntemi vardır. Ancak yönetimde tarafsız destek sağlamak zordur. Ortak model gelecekteki istihdam üzerinde şu anki istihdama yönelik olarak eğitimi kolaylaştırmak; iş yerinde / hizmet-içi eğitim konusunda daha ölçülebilir sınıf faaliyetlerinin tercih edilmesi ve bu amaçla yapılan bireysel harcamaların firmalar tarafından teşvik edilmesi gerekir. Ayrıca yaşam boyu eğitime yatırım yapan ve marjinal vergi oranları yüksek olan bireyler ile firmalara vergi ayrıcalığı tanımaya değmektedir.. Eğitimi teşvik amacıyla kullanılan vergi inisiyatiflerinin nihai etkisi önemli farklılıklar göstermektedir. Birçok ülkedeki vergi otoriteleri konuyu daha sistematik şekilde belirtmek konusunda isteksizdirler. Günümüzde eğitim ve maliye bakanlıklarının eğitim harcamaları ve gelirleri ile ilgili vergi stokunu ve bunun insan sermayesine yatırıma etkisini değerlendirmeye ve vergi politikaların yeniden düzenlenmesine ihtiyaç duyulup duyulmadığı konusunun görüşülmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Yukarıda bahsedilen hususlar üç ülkede varolan vergi politikalarının ve bu ülkelerde bu konuda son zamanlarda sağlanan gelişmelerin incelenmesiyle somutlaştırılabilir. Avusturya’da eğitim hizmeti sunanlar yaygın olarak KDV’den muaftır ve eğitim harcamalarında bireyler ve şirketler birçok ayrıcalıklar tanınmaktadır. Öğrenim gören bireylerin vergi ayrıcalığı talep edebilecekleri durumlar yaygınlaşmaktadır. Finlandiya’da gelir-vergi muafiyeti eğitim sağlayan kişi ve kurumlarla sınırlıdır. Yapılan harcamaların amacının insanların gelecekteki gelir-kazanç kapasitelerine katkıda bulunacak bütün faaliyetleri teşvik etmektir. Ancak bu ilkenin sürekli takibi zor olmaktadır. Eğitim otoriterleri tarafından kurulan bir komisyon eğitim alanında yapılan işveren harcamaları ile ilgili hususları açıklamaktadır. Hollanda’da otoriteler, hükümetin insan sermayesine yatırım üzerindeki güçlü desteğini artırmak için vergi politikası kullanımında özellikle aktiftir. Geçen on yılda eğitimde işveren yatırımlarının teşvikini artırmak, bazı hedef grupların eğitimini teşvik etmek ve bireylerin ilgili eğitim amaçlarını korumalarını sağlamak amacıyla kesintiler ortaya konmuştur. Ancak 2002 yılındaki mali baskılar ötesinde, bu alandaki bazı önlemlerin etkinliği konusundaki şüpheler ve değişen öncelikler hükümetin bu kararlarından bazılarını iptale zorlamıştır. İngilizce olarak basılan kitap http://new.sourceoecd.org/education/9264018654 Internet adresinden talep edilebilir. Çeviren: Aydın ASLAN MEB Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü Uluslararası Kuruluşlar Şubesi 9