I. Çalıştay: “Toplumsal Barış İçin İş Dünyası” 14.10.15 – İstanbul Çalıştay Raporu PODEM, 14 Ekim 2015’te Türkiye’nin Doğu ve Batısından iş dünyası mensuplarının katılımıyla, orta ve uzun vadede Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin kalkınması için somut öneriler geliştirmek üzere bir çalıştay gerçekleştirdi. Bölgenin ekonomik potansiyeli ve sorunları Türkiye’de ekonomik gelişmişlik sıralamasında listenin son yirmisindeki iller, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinden geliyor. Türkiye’nin 30 milyar dolarlık ihracatından bölgenin elde ettiği 120 milyon dolarlık payın büyük bir kısmı, tarımsal ham maddeden geliyor. Bölgedeki ekilebilir toprak alanının Türkiye ortalamasının iki katı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, güvenlik ve istikrar sorunları yüzünden bastırılan potansiyelin büyüklüğü ortaya çıkıyor. Benzer durum istihdam için de geçerli. Genç nüfusun toplam nüfusun %26’sını oluşturduğu bölgede, işsizlik %24 civarında seyrediyor. Diyarbakır Organize Sanayi Bölgesi’nde, Batı’da ortalama bir fabrikadaki işçi sayısı kadar istihdam sağlanıyor. Bölgedeki iş insanları, bölgenin yatırıma açlığını tek başlarına bastıramıyorlar. Doğu’daki katılımcılar, Batıdaki iş insanlarının bölgedeki pazarlamacıları görevini üstlendiklerini, ilişkilerinin bir borçlu – alacaklı ilişkisinden öteye gitmediğini belirttiler. Çözüm süreci yıllarındaki umut iklimi sayesinde bölge ekonomisinde olumlu gelişmeler kaydedilmiş olsa da, sürecin dondurulmasıyla bölge ekonomisi büyük bir darbe almış durumda. Geçtiğimiz dokuz ay içinde daha önce artışta olan ihracat %21 azalmış. Çözüm sürecinin rafa kaldırıldığı geçtiğimiz üç ay içinde, yeni şirket açılmalarında %25 oranında yavaşlama kaydedilmiş. Daha mikro düzeyde, sokağa çıkma yasakları da ekonomiye etki ediyor. Örneğin Diyarbakır Suriçi’ndeki dört günlük sokağa çıkma yasağıyla işletmeler bir süre yarı kapasiteyle çalışmışlar. Doğu ve Güneydoğulu iş insanlarının, ve çatışmanın kırsaldan şehre uğramasıyla şimdi de esnafların, barışın en büyük paydaşlarından olduğu söylenebilir. Bölge iş insanları, barış gelmeden bölge ekonomisinin çok daha zayıflayacağının farkındalar. Batı iş insanlarının güvenlik zafiyetinden dolayı bölgeye yatırım konusundaki çekimserliklerini anlıyorlar. Kendileri de Batı pazarına açılmakta çekiniyorlar: Batı plakalı tırların Doğu’da yakılması gibi, Doğu plakalı tırlar da Batı’da saldırıya uğrayabiliyor. Bu da iki bölge iş dünyası arasındaki ticari ilişkilerin gelişmesini engelliyor. Çıkmazdan kurtulabilmek için, karşılıklı çekinceleri en aza indirgeyen çıkış yolları bulmak ve her iki tarafın da faydalanacağı somut projeler geliştirmek gerekiyor. Kalkınma için somut öneriler Çalıştayın ilk oturumunda bölgenin ekonomik ve sosyal kalkınması için somut öneriler sunuldu. Teşvik paketlerinin istenen sıçramaya yol açmamasından hareketle, var olan sistemle çalışmak yerine yeni bir sistemi öngören projeler değerlendirildi. Bu bağlamda, altyapı eksikliklerine rağmen kısa zamanda sıçrama yapıp dünyanın en büyük sanayi merkezi haline gelen Singapur’un takip ettiği ekonomik modelin, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin İran ve Irak ile sınırlarına oluşturulacak “özel nitelikli ticari bölgelere” 2 uygulanabileceği öne sürüldü. Vizyona göre, bu ‘ekonomik adalar’ Singapur mevzuatının uygulanmasıyla bürokrasinin etki alanı dışında olup yatırım güvenliğini koruyacak zemini tesis edecekler. Özellikle bölgeyle ilgilenen şirketler, cazip buldukları fakat güvenlik ve istikrar kaygılarından dolayı temkinli yaklaştıkları bu yatırım alanına daha emin bir şekilde giriş yapabilecekler. Yurtdışından gelecek şirketlerin yerel ortak arayışlarında ilk başvuracakları, Doğu ve Güneydoğulu iş insanları olabilir. Büyük şirketler, bölge iş dünyasıyla uyum içinde, bölgenin kış uykusundaki potansiyelini canlandırabilecek yatırım alanını bulacaklar. Zaman içinde çevre iller, özel nitelikle ticari bölgelere gelen büyük hacimli yatırım akışından nemalanıp hızla kalkınacaklar. Başka bir coğrafyada denenmiş ve altyapı eksikliklerine rağmen mucizevi sonuçlara yol açmış bu alışılagelmedik kalkınma modeli fikri, Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki iş insanları tarafından olumlu karşılandı. Böyle bir projenin hayata geçirilmesiyle, Türkiye’nin Avrupa pazarına kıyasla üzerinde asıl rekabet üstünlüğü ortaya koyabileceği Doğu ve Transkafkasya bölgelerinden tam anlamıyla faydalanmaya başlayacağı belirtildi. Bu proje fikrinin uygulanabilirliği tartışıldığında, geçmişte gündeme gelmiş Nitelikli Sanayi Bölgeleri projesinin “ülke güvenliğini tehdit eder” argümanıyla geri çevrilmesini hatırlatıldı. Pek çok katılımcıya göre, bu defa dış politikadaki gelişmeleri ve potansiyelleri de gözeterek yeni yatırım vizyonu konusunda ısrarcı olunması gerekiyor. Sonuç olarak, hem ekonomik yeniliğe açıklık, hem de çoklu hukukun uygulanabilirliği konularında siyasi irade belirleyici görünüyor. Kalkınmanın önünde bürokratik engeller Bu kalkınma vizyonunu bölge iş insanları için cazip kılan en önemli unsur, özellikle Doğu bölgelerinin kalkınmasını örseleyen bürokratik engellerin sıfıra indirgemesi. Yatırımcının temkinli yaklaştığı bölgede, Türkiye ortalamasından daha keskin bir şekilde etkisini gösteren bürokratik engeller kuvvetli bir caydırıcı oluyor. Çatışmanın yoğun hissedildiği bölgelere bile “gerilimi dindirebilir” düşüncesiyle yatırım yapmak isteyen Batılı iş insanları, bölge için hazır projelerinin hayata geçirilmeleri için bürokratik kanallara başvurmak zorunda kaldıklarında prosedürlerin caydırıcı etki yaptığını söylediler. Doğu ve Güneydoğulu iş insanları, bu sorundan yıllardır muzdarip olduklarını, hatta bürokrasiyle çabalarında kendilerini artık bir “dilenci” gibi hissettiklerini söylediler. Örneğin, Batman Organize Sanayi Bölgesi’nin dolması üzerine yaklaşık 160 yatırımcı, ikincisinin açılması için talepte bulunmuş. Resmi iznin çıkması için yoğun bir uğraş verilen iki senenin sonunda, bölge iş insanları pes etmişler. Sırada bekleyen yatırımcıların geri çevrilmesi, artık bir bölge gerçekliği haline gelmiş. Bölgeden iş insanları, bu gibi durumların rahatlatılması için, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini önerdiklerini, fakat haksız yere bölücüklükle yaftalandıklarından bu yöndeki taleplerini dile getirememekten yakındılar. 3 Görüldüğü üzere, kalkınmanın önündeki temel problem Türkiye’deki bürokrasinin etkileşime, yeniliğe kapalılığı. Doğu bölgelerinde daha ideolojik bir renk alan bu durum, bölge iş dünyasını bir kıskaç altına alarak bölgenin potansiyelini bastırıyor. Siyasi karar alma mekanizması gibi davranabilen bürokrasinin, özellikle kalkınma konusunda, etkileşime açık, yeniliği destekleyici bir şekilde yeniden tanzim edilmesi gerekiyor. Dış aktörlerin ilgisizliği ve güven eksikliği Doğu ve Güneydoğulu iş insanlarının yakındığı konuların bir diğeri, Türkiye’yi de derinden etkileyen bölge sıkıntılarına işbirliği yapmak istedikleri aktörlerin ilgisizliği. Bölgeden bazı katılımcılar, çözüm süreci yıllarında yaptıkları işbirliği çağrılarına Batı’dan hiçbir şekilde karşılık bulamadıklarını, samimiyetlerine inanmadığını belirtti. İstanbul’da düzenlenen Van Fuarı’na Cumhurbaşkanı’nın ziyareti iptal olunca fuara kimsenin uğramadığına, bütün gün salonun boş kaldığına dikkat çekildi. Bu ve benzeri birçok örnek, Doğu iş dünyasının Batı iş dünyasına dair algısını destekliyor. Bölge iş insanlarından edindiğimiz genel intiba, siyasilere de güvenlerini yitirdikleri yönünde. Merkezi hükümete iletilen ve sürekli olarak yinelenen taleplerin ciddiye alınmaması, bölge iş insanlarının siyasi iradeye güvenini derinden sarsmış. Örneğin bölge altyapısı için elzem sulama kanallarının GAP’tan elde edilen gelire rağmen otuz beş senede bitirilememiş olması, doğrudan siyasilere atfediliyor. Özellikle son çatışma dönemindeki gerginlik nedeniyle merkez ile ilişkilerin iyice kopma noktasına geldiği aşikar. Halihazırdaki konjonktürde siyasiler, bölgenin kalkınmasına ve bunu da kapsadığı düşünülen Kürt meselesinde, ‘çözüm’ değil ‘sorun’ olarak görülüyorlar. İş dünyasına düşen rol Türkiye’deki iş dünyasının bir zihniyet dönüşümü geçirerek, ülkenin geleceğinde rol oynayabilecek bir hale gelmesi gerekiyor. Doğu’daki iş insanları, ilk adım olarak Batı’daki meslektaşlarından bölgenin sorunlarına daha duyarlı olmalarını ve bilinçli yaklaşmalarını bekliyorlar. Kendilerine dönük baktıklarında, birer ekonomik aktör olarak var olmak ve dinamizm oluşturabilmek için özellikle bu karşılıklı güvensizlik ortamında çok fazla çaba harcamaları gerektiğinin bilincindeler. Bununla birlikte, halihazırdaki çatışma ortamında bunun pek mümkün olmadığına dair aralarında güçlü bir kanı var. Kalkınma meselelerinin hiç gündeme gelmediği bu sancılı dönemde, ekonomik aktör olarak boy gösterip mesafe almaları mümkün görünmüyor. Bölge iş dünyası, ekonomik aktör olabilmek şöyle dursun, sıklıkla sadece siyaset yapmak durumunda da kalıyor. Örneğin, Diyarbakır iş dünyası temsilcileri Sur’da ticari hayatı durduran sokağa çıkma yasağının kaldırılması için iki gün boyunca yaptıkları yoğun çalışmaları aktardılar. Buna karşın, Batılı iş insanları tarafından, bölge iş dünyasının “barış gelsin öyle harekete geçelim” deme lüksünün olmadığını, zaman kaybetmeden bölgede ekonomik kalkınmayı destekleyici yolların açılması için çaba gösterilmesi gerektiği belirtildi. Çatışma şu an için devam etse de, şimdiden çatışmanın bitimini düşünüp Ankara’ya somut projeler ile 4 gitmek ve bu projelerin uygulanmasında bürokratik engellerin en aza indirgenmesi için baskı yapmak gerekiyor. Doğu bölgelerinden katılımcılar, çözümün tamamen kendi omuzlarına yüklenmemesi gerektiğini, çünkü Batı iş dünyasının da olası bir çözümsüzlükten kötü yönde etkileneceğini tartıştılar. Batı iş dünyasının merak edip gelmesi, bölgeye “dokunması” gerekiyor. Bunun olabilmesi için, yine de ilk sinyalin devletten gelmesi gerektiği belirtildi. Devletin bölge için altyapıyı geliştirmeyi gözeten stratejik bir yatırımının olmaması, devletin bölgeye yönelik güvensizliği olarak okunuyor. Devletin bölgeye dair kaygı taşımadığını ima eden bir adım atmasıyla, Batı iş dünyasının sinyali alıp bölgeye yakınlaşacağı düşünülüyor. Çözüm sürecinde ekonomik boyut ihtiyacı Doğu bölgelerinden katılımcılar, Kürt meselesinin özünde bir adaletsizlik, eşitsizlik sorunu olduğuna değinerek, bunun sadece vatandaşlık konusunda değil, ekonomik alanda da geçerli olduğunu vurguladılar. Bu durum, bölgeler arasındaki gelişmişlik farkında kendini gösteriyor. Türkiye’de Batı ve Doğu bölgelerinin gelişmişlik seviyesi arasındaki makas %75’i buluyor (gelişmiş ülkelerde bu ortalama %25). Dolayısıyla, bölgenin ekonomik sorunlarını görmezden gelmek, çözümün bir ayağını dışarda bırakmak anlamına geliyor. Bölge iş insanları bundan hareketle, çözüm süreci kapsamında bölge ekonomisini dikkate alan herhangi bir adım atılmamış olmasını, çözümün yapısını etkileyen büyük bir eksiklik olarak değerlendiriyorlar. Kalıcı çözüm için sadece “siyasi cömertliğin” yeterli olmadığını, Türkiye’nin sorunlarının sadece siyasi perspektifle çözülemeyeceğini, bölgeler arası gelişmişlik farkının yarattığı handikapların da dikkate alınması gerektiğini savunuyorlar. Bölge iş insanlarına göre çözüm sürecinde siyasi alandaki olumlu gelişmeler, yoğun bir kalkınma gündemiyle desteklenmeliydi. Geriye baktıklarında, Ankara’nın bu alandaki bakış açısını oldukça sınırlı buluyorlar. Sadece teşvik paketleri değil; teşviği de içeren, daha kapsamlı, bütünlüğü olan, ince düşünülmüş uygulamalar gerekiyor. Çözüm süreci yeniden gündeme girecekse, karar alıcıların ekonomik bütünleşme gerçekleşmeden siyasi bütünleşmenin gerçekleşmeyeceğinin bilinciyle harekete geçmeleri öneriliyor. Çözüm sürecinin başı, sonu, ve geleceği Doğu’dan katılımcılar, 2013 Newroz’unun kendilerinin çok heyecanlandırdığını, özellikle bölge halkının de süreci çok sahiplendiğini, bu sahiplenmenin çatışma sonrası siyasi ve ekonomik hayatın iyileşmesini kolaylaştırdığını söylediler. Sürecin başlamasıyla halk nezdinde sorunun çözüleceğine dair muazzam bir kanaat oluşmuş ve bu siyasi hayata, ekonomik hayata da hızlı bir şekilde yansımış. Çözümün rafa kalkmasını hazırlayan süreçte, PKK’den çok hükümet sorumlu bulunuyor. Katılımcılara göre hükümetin halkın beklediği olumlu adımları atarak, PKK’nın önünü alması gerekiyordu. Eşit vatandaşlık haklarının çözüm sürecinin pazarlık unsuru haline gelmesi, bölge halkının “kandırıldığı” hissiyatına sebep olmuş. Çözüm ihtimallerinin rafa 5 kaldırılmasının nedenleri arasında, ilk olarak sürecin kötü mimarisi ve Suriye’deki gelişmeler sayılıyor. Özellikle son dönemde devletin olagelmiş Kürt/Kürdistan korkusunun Kobani olayları ile birlikte yeniden nüksettiği düşünülüyor. Katılımcılara göre devlet, komşularının artık Irak ve Suriye değil, Kürtler olduğu gerçeğini kabul etmeli. Çözüm sürecinin mimarisi tartışılırken bir katılımcı, devletin başından beri yanlış muhatap seçtiğini belirtti. Bu görüşe göre çözüm süreci, PKK yerine olabildiğince çeşitli aktörlerle yürütülmeliydi. Diğer bir taraftan, PKK’nin asıl muhatap olması gerektiği görüşü ağır bastı. PKK’nin bölge üzerindeki egemenliğinin azımsanmasının hata olduğu belirtilerek, devletin bölge üzerinde aktif olabilmesi için uzlaşma yoluna gitmesi gerektiği sıklıkla dile getirildi. Devletin, PKK’nin bir kitlesi olduğu ve bu yüzden PKK’yi gereksiz kılacak siyasi ortamı yaratmadan marjinalleştirmesinin ağır bir bedeli olacağını kabul etmesi gerekiyor. Bir taraftan da, PKK’nin asıl muhatap olmasıyla birlikte etkileşime geçilecek tek aktör olmaması gerektiğinin altı çizildi. Çözümün çok katmanlı, çok özneli bir süreç gerektirdiği anlayışı yaygınlaşmalı. Tüm hatalarına ve eksikliklerine rağmen, Kürt tarafının çözüm süreciyle “kandırıldığı” kanısı, bölge halkının geneli tarafından paylaşılmıyor. Uzun dönemli bakıldığında, çözüm sürecinin ekonomiyi iyileştirdiği, siyasi hayatı çoğulculaştırdığı, sosyal yapıyı renklendirdiği ve psikolojiyi düzelttiği yönünde bir farkındalık var. Bunların güncel bir yansıması, halkın PKK’nin demokratik halk savaşı çağrısına cevap vermemesinde yatıyor. Halk tabanında sorunun siyasi yollardan çözülebileceği bilinci çözüm sürecine atfediliyor. Tam da “barış fikri toplumun en değerli fikri” haline gelmişken, çözüm sürecinin bir anda rafa kaldırılmış olmasından ciddi endişe duyuluyor. Özellikle iş insanları, çatışmasızlığa dönülmesi için neredeyse her gün ortaklaşa çaba gösteriyorlar. PKK’nin ateşkes ilan edip buna sadık kalmasını, devletin, sorunun çatışarak değil konuşarak çözülmesine karar verdiği günlere keskin bir dönüş yapmasını diliyorlar. Katılımcılara göre, olası bir “yeni süreç,” devleti ve PKK’yi karşılıklı güven ekseninde bir araya getiren bir çerçeveyle korunmalı. Sorunun güvenlik – haklar boyutunu aşarak güvenlik – siyasal sistem boyutuna evrildiği tespitinden hareketle, Kürtler ile siyasal sistem ilişkisini yeniden tanımlamalı. Süreç, toplumsal barışın sürekli hale gelebilmesi yeni anayasa ile tamamlanmalı. Sonrası için adımlar Sürecin rayına geri oturması için, “barış hepimize kazandırır” fikrini hem siyasiler hem de toplum üzerine işleyecek bir mekanizma geliştirmek gerekiyor. Bu konuda farklı hedef gruplarına etki yapabilecek farklı yöntemler geliştirmek gerekiyor. Hükümet hedef alındığında, bölge iş dünyasına düşen ortak bir güç olarak hareket edip hükümete baskıları artırmak. Hükümete yakın ve karar alıcıları etkileyebilen önemli gazeteciler ile toplantılar düzenlenip, bu kanallar üzerinden çatışmasızlığın tesis edilmesine ön ayak olunabilir. Buna ek olarak, hem bölgeden hem de Batıdan iş insanlarının her partiye teker teker baskı yapması da destekleyici olabilir. 6 Bu sırada kalkınma planlarını arka plana atmamak gerekiyor. İş insanlarının bölgede kalkınma için işbirliklerini geliştirecek yuvarlak masa toplantıları düzenleyerek, çatışmasızlığın başlamasıyla gerçekleştirilecek ortak projelerini olgunlaştırmaları gerekiyor. Toplum odağa alındığında, ilk göze çarpan Doğu ve Batı arasındaki algı farkı oluyor. İki topluluk arasındaki iletişimsizlik, beraberinde giderek şiddetlenen bir güven bunalımına yol açıyor. Toplantıda, Batının Doğudaki güven bunalımının seviyesini tam olarak fark edemediği yönünde bir izlenim belirtildi. Hem algı farkının doğduğu noktaların, hem de güven bunalımının tehlikelerinin anlaşılması için Doğu ve Batı arasında güçlü bir diyaloğa ihtiyaç var. Bu bağlamda toplumsal barış için, Batı kamuoyunun Kürtlerle, Kürtlerin de Batıyla empati kurmasının şart olduğu mesajını veren çalışmalar önerildi. Hazırlayan: Beril Bahadır, PODEM 7