çanakkale onsekiz mart üniversitesi

advertisement
ÇANAKKALE ONSEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ
ATATÜRK VE ÇANAKKALE SAVAŞLARINI ARAŞTIRMA MERKEZİ
The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies
Yıl / Year 14
Sayı / Number 20
ISSN: 2148-0877
Bahar / Spring 2016
ÇANAKKALE ONSEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ
ATATÜRK VE ÇANAKKALE SAVAŞLARINI ARAŞTIRMA MERKEZİ
Yayın İsmi: Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı
Publication Name: The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies
Yayın Türü: Süreli Hakemli Yayın
Publication Type: Periodical Peer-Reviewed Publication
Yayın Şekli: Yılda iki kez, Türkçe ve İngilizce
Publication Form: Twice a Year, in Turkish and English
ISSN: 2148-0877
Sahibi: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi adına Rektör Prof. Dr. Yücel ACER
Owner: On behalf of the Çanakkale Onsekiz Mart University, Prof. Yücel ACER
Dergi Hakkında: Dergi Hakkında: Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, yılda iki kez yayınlanan hakemli bir dergidir.
Gönderilen yazılar yayın kurulunda incelendikten sonra konunun uzmanı iki hakemin, gerekli görüldüğü takdirde üçüncü
bir hakemin değerlendirmesi ve yayın kurulunun onayıyla yayınlanır. Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı’nda yayınlanan
yazılarda savunulan fikirler yazarlarına aittir. Derginin tüm hakları saklıdır. Akademik ve haber amaçlı kısa alıntılar
dışında önceden yazılı izin alınmaksızın hiçbir iletişim, kopyalama sistemi kullanılarak yeniden basılamaz.
About The Journal: The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies is a peer-reviewed journal published
twice a year. After the evaluation of the editorial board, the submitted papers are delivered to two, or three
if need be, referees specialized in the related issue. Upon the approval of the editorial board, the paper is
published. Ideas defended in the papers published in The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies belong to
the authors. All Rights Reserved. No part of this publication may be reproduced, stored or introduced into
a retrieval system, or transmitted in any form, or by any means, electronic, mechanical, photocopying,
recording, or otherwise, without prior written permission of the editors.
Tarayan İndeksler/Indexing:
Modern Language Association (MLA)
International Institute of Organized Research (I2OR)
Eurasian Scientific Journal Index (ESJI)
Scientific Indexing Services (SIS)
Index Islamicus
Tübitak-Ulakbim Tr Dizin (Sosyal Bilimler Veri Tabanı)
Türk Eğitim İndeksi
Sosyal Bilimler Atıf Dizini (SOBIAD)
Akademik Türk Dergileri İndeksi
Akademik Araştırmalar İndeksi
Arastirmax Bilimsel Yayın İndeksi
İletişim/Contact:
Adres: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Terzioğlu Yerleşkesi
Fen Edebiyat Fakültesi 17100 Merkez/ÇANAKKALE
Tel: (+90) (286) 2180018 - 1726 | Faks: (+90) (286) 2180533
Erişim: www. canakkalearastirmalari.comu.edu.tr | E-posta: canakkalearastirmalari@comu.edu.tr
Teknik Hazırlık/Technical Preparation: Pozitif Matbaa
Çamlıca Mahallesi Anadolu Bulvarı 145. Sokak 10/19 Yenimahalle/ANKARA
Tel: 0312 397 00 31 | Faks: 0312 397 86 12 | E-Posta: pozitif@pozitifmatbaa.com
Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı
The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies
Editörler/Editors
Yrd. Doç. Dr. Özkan KESKİN
Doç. Dr. Murat KARATAŞ
Yayım Kurulu/Editorial Board
Doç. Dr. Ali SÖNMEZ
Doç. Dr. Aşkın KOYUNCU
Doç. Dr. Burhan SAYILIR
Doç. Dr. Mehmet Fatih YAVUZ
Doç. Dr. Muhammet ERAT
Doç. Dr. Reyhan KÖRPE
Doç. Dr. Şerif KORKMAZ
Yrd. Doç. Dr. Cahide Sınmaz SÖNMEZ
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KAYHAN
Yrd. Doç. Dr. Mithat ATABAY
Öğr. Gör. Dr. Cengiz PARLAK
Arş. Gör. Dr. Hayrettin İhsan ERKOÇ
Okt. Aytun YAZGI
Okt. Barış BORLAT
Danışma Kurulu/Advisory Board
Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU (Ankara Üniversitesi)
Prof. Dr. Ali ARSLAN (İstanbul Üniversitesi)
Prof. Dr. Ali Fuat ÖRENÇ (İstanbul Üniversitesi)
Prof. Dr. Ali Osman UYSAL (Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi)
Prof. Dr. Arif BİLGİN (Sakarya Üniversitesi)
Prof. Dr. Behçet Kemal YEŞİLBURSA (Uludağ
Üniversitesi)
Prof. Dr. Bekir KOÇ (Ankara Üniversitesi)
Prof. Dr. C. Brian ROSE (Pennsylvania Üniversitesi)
Prof. Dr. Cezmi ERASLAN (İstanbul Üniversitesi)
Prof. Dr. Fatmagül DEMİREL (Yıldız Teknik
Üniversitesi)
Prof. Dr. Gülden SARIYILDIZ (İstanbul Üniversitesi)
Prof. Dr. Haluk SELVİ (Sakarya Üniversitesi)
Prof. Dr. Heinz RICHTER (Mannheim Üniversitesi)
Prof. Dr. Işıl ÇAKAN HACIİBRAHİMOĞLU (İstanbul
Üniversitesi)
Prof. Dr. İbrahim Ethem ATNUR (Atatürk
Üniversitesi)
Prof. Dr. İbrahim SEZGİN (Trakya Üniversitesi)
Prof. Dr. İhsan GÜNEŞ (Anadolu Üniversitesi)
Prof. Dr. İzzet ÖZTOPRAK (Ankara Üniversitesi)
Prof. Dr. Keir REEVERS (Monash Üniversitesi)
Prof. Dr. Kemal ARI (Dokuz Eylül Üniversitesi)
Prof. Dr. Machiel KIEL (Hollanda Araştırma
Enstitüsü)
Prof. Dr. Mahir AYDIN (İstanbul Üniversitesi)
Prof. Dr. Mehmet ALİ BEYHAN (İstanbul Üniversitesi)
Prof. Dr. Mete TUNÇOKU (Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi)
Prof. Dr. Metin AYIŞIĞI (Yüzüncü Yıl Üniversitesi)
Prof. Dr. Mihai MAXIM (Bükreş Üniversitesi)
Prof. Dr. Mithat AYDIN (Pamukkale Üniversitesi)
Prof. Dr. Mustafa YILMAZ (Hacettepe Üniversitesi)
Prof. Dr. Neşe ÖZDEN (Ankara Üniversitesi)
Prof. Dr. Nurettin ARSLAN (Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi)
Prof. Dr. Peter B. GOLDEN (Rutgers Üniversitesi)
Prof. Dr. Raelene FRANCES (Monash Üniversitesi)
Prof. Dr. Rüstem ASLAN (Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi)
Prof. Dr. Salim CÖHCE (İnönü Üniversitesi)
Prof. Dr. Temuçin Faik ERTAN (Ankara Üniversitesi)
Prof. Dr. Yılmaz KURT (Ankara Üniversitesi)
Doç. Dr. Cihan PİYADEOĞLU (İstanbul Medeniyet
Üniversitesi)
Doç. Dr. Cumhur ARSLAN (Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi)
Doç. Dr. Erdoğan KELEŞ (Muğla Sıtkı Koçman
Üniversitesi)
Doç. Dr. Erkan KONYAR (İstanbul Üniversitesi)
Doç. Dr. Fatih SANCAKTAR (İstanbul Üniversitesi)
Doç. Dr. Funda SELÇUK ŞİRİN (Kocaeli Üniversitesi)
Doç. Dr. Hatice ORUÇ (Ankara Üniversitesi)
Doç. Dr. Hayri ÇAPRAZ (Süleyman Demirel
Üniversitesi)
Doç. Dr. Isa BLUMI (Stockholm Üniversitesi)
Doç. Dr. İbrahim ERDAL (Bozok Üniversitesi)
Doç. Dr. İbrahim ŞİRİN (Kocaeli Üniversitesi)
Doç. Dr. İlhami YURDAKUL (Bilecik Şeyh Edebali
Üniversitesi)
Doç. Dr. İsmail MANGALTEPE (İstanbul Üniversitesi)
Doç. Dr. Murat KEÇİŞ (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi)
III
Doç. Dr. Orlin SABEV (Bulgaristan Bilimler
Akademisi)
Doç. Dr. Recep KARACAKAYA (İstanbul Medeniyet
Üniversitesi)
Doç. Dr. Serdar SARISIR (Ankara Üniversitesi)
Doç. Dr. Vedat ÇALIŞKAN (Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi)
Doç. Dr. Yüksel ÇELİK (Marmara Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Ali AHMETBEYOĞLU (İstanbul
Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Ayşegül KILIÇ (Trakya Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Fatih GENCER (Bitlis Eren Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Ferudun Hakan ÖZKAN (Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Güneş ŞAHİN (Yüzüncü Yıl Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Metin ÜNVER (İstanbul Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Muhammet YAZICI (Muğla Sıtkı
Koçman Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Neriman HACISALİHOĞLU (İstanbul
Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Semiha ALTIER (Çanakkale Onsekiz
Mart Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Süheyla YENİDÜNYA (Trakya
Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Şahin KILIÇ (Trakya Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Yusuf Alperen AYDIN (İstanbul
Üniversitesi)
Dr. Ian MCGIBBON (Yeni Zelanda Kültür ve Miras
Bakanlığı)
Dr. Cağfer GÜLER (Ankara Üniversitesi)
Dr. Can AVCI (İstanbul Üniversitesi)
Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı
20. Sayı’nın Hakemleri
Prof. Dr. Abdullah Gündoğdu
Prof. Dr. Bekir Koç
Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran
Prof. Dr. Evgeni Radushev
Prof. Dr. Fatmagül Demirel
Prof. Dr. Haldun Eroğlu
Prof. Dr. Halit Ev
Prof. Dr. Mithat Aydın
Prof. Dr. Yasemin Doğaner
Doç. Dr. Ahmet Altıntaş
Doç. Dr. Ahmet Köç
Doç. Dr. Ali Sönmez
Doç. Dr. Aşkın Koyuncu
Doç. Dr. Burhan Sayılır
Doç. Dr. Cihan Piyadeoğlu
Doç. Dr. Cihat Aydoğmuşoğlu
Doç. Dr. Hayri Çapraz
Doç. Dr. Muhammet Erat
Doç. Dr. Muharrem Çeken
Doç. Dr. Murat Karataş
Doç. Dr. Murat Yıldız
Doç. Dr. Mustafa Alkan
Doç. Dr. Şerif Korkmaz
Doç. Dr. Ümit Ekin
Doç. Dr. Volkan Ertürk
Doç. Dr. Yüksel Topaloğlu
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Esenkaya
Yrd. Doç. Dr. Canan Sevinç
Yrd. Doç. Dr. Erdem Çanak
Yrd. Doç. Dr. Ferhat Berber
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Kayhan
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yıldırım
Yrd. Doç. Dr. Mesut Dündar
Yrd. Doç. Dr. Mithat Atabay
Yrd. Doç. Dr. Murat Aksu
Yrd. Doç. Dr. Taner Gök
Okt. Barış Borlat
IV
Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı
The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies
Yıl / Year 14
Sayı / Number 20
Bahar / Spring 2016
İÇİNDEKİLER/CONTENTS
Kezban Acar
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
Gallipoli and the White Russians According to Russian Sources.........................................1-33
Feyza Kurnaz Şahin
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu
Hakkındaki İzlenimleri: Dirk Johannes Van Bommel ve Dr. Emile Ernest Menten Raporları
The Impressions of Two Dutch Representatives Regarding the Afyonkarahisar Captive
Garrison During the First World War Years: The Reports of Dirk Johannes Van Bommel
and Dr. Emile Ernest Menten............................................................................................35-63
Özkan Keskin
Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi
An Attempt of Technical Education in the Steppe: Ankara Industry School.......................65-79
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
The Educational Institutions in Ottoman Countryside During the Modernization Era
(The Sample of Gümüşhane)......................................................................................... 81-114
Ertan Gökmen
Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu
Temin Etmeye Yönelik Bir İmtiyaz Teşebbüsü
A Privilege Enterprise to Water the Menemen Plain and to Supply
Drinking Water to Its Villages by Benefiting the Hermos River..................................... 115-140
V
Gülçin Oktay
Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları
“Gender” and “Class” Structures in Selma Rıza’s Novel Uhuvvet.................................... 141-156
Şefaattin Deniz
Kerim Han Zend’in Şiraz’ı İmar ve İhyası
The Improvement of Shiraz by Karim Khan Zand......................................................... 157-171
Cahide Sınmaz Sönmez
Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre
Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Faaliyetleri
The Healthcare Organizations in the Gallipoli Campaign and the Activities of Ottoman
Red Crescent Society According to Turkish Red Crescent Archive Documents.............. 173-192
Bilge Karbi
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir
Örnek: Osmanlı Birliklerinin Galiçya Cephesi’ne Gönderilmesi Kararı Etrafındaki Tartışmalar
An Example of the Military Aids Between the Ottoman Empire and Austria-Hungary
During the First World War: Debates on the Decision of the Sending of Ottoman
Troops to the Galician Front........................................................................................ 193-206
Alptekin Yavaş
Bayramiç Hadimoğlu Konağı
The Hadimoglu Mansion in Bayramic.......................................................................... 207-227
Emrah Naki
XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi
Rolüne Dair Bazı Düşünceler
Some Thoughts on the Economic Role of Latin American Silver in the
Ottoman-Spanish Rivalry in the 16th Century............................................................... 229-247
Uğur Altuğ
Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler
Fortresses at the Sanjak of Gallipoli During the Reign of Mehmet II........................... 249-263
Yusuf Sağır
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
The Inherited Estates of Valide Turhan Sultan............................................................. 265-328
Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yayın İlkeleri.............................................329
Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yazım Kuralları..........................................330
VI
ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI
Yıl 14
Bahar 2016
Sayı 20
ss. 1-33
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
Kezban ACAR*
Özet
Çarlık Rusya’sında Kızıllara (Bolşeviklere) karşı verdikleri mücadeleyi
kaybederek, 1919 sonu ve özellikle 1920 Kasımından itibaren Osmanlı
İmparatorluğu’na gelen Beyaz Rus Ordusu asker ve subayları, diğer
ismiyle Vrangel Ordusu, Fransızlar tarafından Gelibolu Yarımadası’na
yerleştirilmiştir. Bu çalışma, ağırlıklı olarak Rusça kaynaklara dayanarak,
o dönemin Gelibolu’sunun bir resmini çizmeyi ve daha da önemlisi,
bazı üyeleri Aralık 1923’e kadar orada yaşayan Beyaz Rus Ordusu’nun
Gelibolu’daki yaşamı hakkında bilgiler sunmayı amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Rus İç Savaşı, Beyaz Ordu, Rus Mülteciler,
Gelibolu, 1920’ler.
Gallipoli and the White Russians According to Russian Sources
Abstract
Having been defeated by the Reds (Bolsheviks), the White Russian
Army soldiers and officers, namely the Wrangel Army, migrated to the
Ottoman Empire from the end of 1919 on, especially in November 1920,
and were settled in the Gallipoli Peninsula. This paper, based mainly on
Russian primary sources, aims to draw a picture of Gallipoli in the early
1920s and more importantly give information on the life of the White
Russian Army that lived there until December 1923.
Keywords: Russian Civil War, White Army, Russian Refugees,
Gallipoli, 1920s.
*
Prof. Dr. Kezban Acar, Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü 45040 Manisa,
kacar45@yahoo.com/ keziban.acar@cbu.edu.tr
1
Kezban Acar
Giriş
Beyaz Ruslar veya Beyaz Ordu olarak bilinen ve 1919 yılından başlayarak İstanbul başta olmak üzere Osmanlı Devleti’nin belli başlı bölgelerine yerleştirilen Rus
mültecilerle ilgili olarak ülkemizde yayınlanmış çok sayıda çalışma bulunmaktadır.
Bunların büyük çoğunluğu İstanbul’daki Rus mültecilerle ilgili olup, bunlar arasında
Gelibolu’daki Rus kampı hakkında da bilgi veren çalışma sayısı çok azdır. Bunlardan
biri olan, Bülent Bakar tarafından kaleme alınmış Esir Şehrin Misafirleri Beyaz Ruslar isimli eserde, yayınlanmış bazı çalışmaların yanı sıra, Osmanlıca gazetelerden,
Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü (TİTE) Arşivinden ve Başbakanlık
Osmanlı Arşivi’nden bazı belgelerden istifade edilmek suretiyle, Beyaz Ordu’nun Gelibolu kampı hakkında ve Rus birliklerinin burada karşılaştığı yakacak sıkıntısı gibi
bazı sorunları konusunda önemli bilgiler sunulmaktadır.1
Bu çalışma dışında, spesifik olarak Gelibolu’daki Rus mülteciler ve Beyaz Rus
Ordusu hakkında ülkemizde yayımlanmış bazı çalışmalar vardır. Bunlardan en kapsamlısı, Oya Dağlar Macar ve Elçin Macar’ın birlikte kaleme aldıkları, Beyaz Rus
Ordusu Türkiye’de başlıklı kitaptır.2 Bu çalışmada, ağırlıklı olarak İngilizce kaynaklar
ve bazı Türkçe ve Fransızca yayınlar ve birkaç Rusça kaynak kullanılmıştır.
Doğrudan Beyaz Ordu hakkında yapılmış bir diğer çalışma, Kerime Şahiner’e
ait, 2001 tarihli Yüksek Lisans tezidir. Askeri Tarih Arşivi (ATESE)’den birçok belgenin yanı sıra, Osmanlıca bazı gazeteler ve Türkçe basılmış eserlerden istifade edilerek
hazırlanmış çalışma, Vrangel Ordusu’nun İstanbul’a gelişine dair çok önemli bilgiler
sunmakla birlikte, Beyaz Ordu’nun Gelibolu’ya yerleştirilmesi ve oradaki yaşamı konusunda çok kısıtlı bilgi verir.3 Son olarak, Aydın İbrahimov ve Nesrin Bayraktar’ın
Rusçadan Türkçeye çevirdikleri, Nikolay Rayevski’nin Gelibolu Günlüğü. Rus Gözüyle Gelibolu isimli çalışma bulunmaktadır. Birincil elden ve gözden Gelibolu’yu
anlatan bu eser, bu makalede de sıkça referansta bulunulan, Beyaz Ordu ve Gelibolu
konusuna katkı yapan çok önemli bir çalışmadır.
Ayrıca Beyaz Ruslarla ilgili olarak yayınlanmış bir takım makaleler bulunmaktadır. Bunlardan ilki olan, Aydın Süer’in 1997’de Belleten’de yayımlanmış makalesi,
Russkie v Gallipoli isimli eserden kısım kısım yapılan çevirilerden müteşekkildir.4
Bunun yanı sıra, Saime Yüceer ve Umut C. Doğan’ın da konuyla ilgili yayımlanmış
makaleleri bulunmaktadır.5 Genel olarak bahsi geçen bütün bu çalışmalarda bazı İn-
1
2
3
4
5
Bülent Bakar, Esir Şehrin Misafirleri Beyaz Ruslar, İstanbul: Tarihçi Kitabevi, 2012, 64-71.
Oya Dağlar Macar ve Elçin Macar, Beyaz Rus Ordusu Türkiye’de, İstanbul: Libra, 2010.
Kerime Şahiner, Wrangel Ordusunun İstanbul’a Gelişi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001, s. 48-49.
Aydın Süer, “Gelibolu’da Ruslar,” Belleten, cilt LI, Nisan 1987, s. 315-355.
Saime Yüceer, “Vrangel Ordusu’nun İstanbul’daki Faaliyetleri,” Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 1998 Cilt: 06 Sayı: 21, s. 107-117; Kerime Şahiner, “Bolşevik
İhtilalinden Sonra Türkiye’ye gelen Wrangel Ordusu ve Faaliyetleri,” Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, Şubat 2003, sayı 1, s. 135-159; Umut C. Karadoğan, “İşgal Döneminde İstanbul ve Gelibolu’da
Bolşevik Aleyhtarı Wrangel Ordusu,” Bilig, Bahar 2011, sayı 57, s. 135-157.
2
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
gilizce, Fransızca ve ağırlıklı olarak Türkçe kaynakların kullanıldığı görülmektedir
ve kuşkusuz hemen hepsi, bu alandaki araştırmalara katkı yapan çok önemli bilgiler
içermektedirler. Ancak Nikolay Rayevski’nin çeviri günlüğü dışında hemen hiç Rusça kaynaklara yer vermedikleri için, bu çalışmalar konuyu sadece “dışarıdakilerin”
gözüyle sunmaktadırlar. Bu makale ise Gelibolu’daki Ruslar meselesini özel olarak
Beyaz Rusların gözünden; genel olarak ise Rusça kaynaklardan istifade ederek sunmayı amaçlamaktadır.
Rus İç Savaşı ve Beyaz Ordu
Bolşeviklerin iktidara gelmesi, Rusya’da Bolşeviklerle eski rejim yanlısı veya
Bolşevik karşıtı kesimler arasında bir iç savaşın başlamasına neden oldu. Bu çalışmanın ana aktörlerini oluşturan ve 1920’nin güzünde Osmanlı topraklarına göç eden
Beyaz Ordu, İç Savaş’ta Kızıllara karşı savaşmak için 1917 sonunda vücut bulan Gönüllü Ordusunu temel alan, Güney Rusya’daki ordu idi. Bu orduya mensup gönüllü
asker ve subaylar ile diğer bölgelerdeki Bolşevik karşıtları zamanla Beyazlar olarak
anılmaya başlandı. Bu adın nereden geldiği bilinmemekle birlikte, Kızıllarla olan
karşıtlığı ifade etmek için kullandığı tahmin edilmektedir. Gönüllü Ordusu, başlarda
4.000 kişilik bir orduydu. Aralık 1917’de Novoçerkassk’tan gelen yeni katılımcılarla
ve Ocak’ta orduya dâhil olan Don Kossaklarıyla birlikte Gönüllü Ordusunun sayısı
1918 güzünde on kat birden arttı ve 1919’da 100.000’e ulaştı.6
Beyaz Ordu Birliklerinin yarısı Kossaklardan, diğer yarısı ise subaylardan oluşmaktaydı. İçlerinde bir grup özel asker; piyade bölüklerinde çalışmış kıdemli subaylar
ve ayrıca mektep çocuklarıyla, subay olmayan birçok insan vardı. Bu çeşitliliğe ve
sivillerden yardım almış olmasına rağmen Beyaz Hareketi, temelinde bir subaylar
hareketiydi ve amaçları ve idealleri de bu subayların amaç ve ideallerini yansıtmaktaydı. Bu subaylar ve generallerin çoğu, düşünüldüğünün aksine, zengin ailelerden
gelmiyorlardı; bu nedenle Bolşevik karşıtlıklarının nedeni, onların sanayi başta olmak
üzere ülke ekonomisini ve kaynaklarını devletleştirmeleri ve toprakları dağıtmaları
değil, yönetimi bir darbeyle, zorla ele geçirmiş olmaları ve orduyu dağıtmalarıydı.
Çarlık Ordusu subayları ve generallerine göre ordunun dağılması, rejimin dağılması
demekti.7 Bununla birlikte, Beyaz Ordu subayları ve generallerinin ve onlara eşlik
eden sivillerin hepsinin çarlık rejimi yanlısı veya monarşist olduğunu söylemek de
zordur; aralarında ideolojik olarak bir birlik yoktu. İçlerinde eski ordu ve hükümet
mensuplarının yanı sıra, birçok küçük burjuva, zanaatkâr, esnaf, işçi ve işveren hatta
bazı köylüler de vardı.8 Bu dönemde Rusya’da tek bir Beyaz Ordu yoktu; değişik bölgelerde birden fazla Beyaz Ordu bulunmaktaydı. Bunlardan en önemlileri, 1918’de
Sibirya’da Amiral Aleksander Kolçak, kuzeyde Teğmen General Evgeni Miller,
6
7
8
Paul Robinson, The White Russian Army in Exile 1920-1941, Oxford: Clarendon Press, 2002, s. 3.
Robinson, The White Russian Army in Exile, s. 4-5.
Marc Raeff, Russian Abroad, A Cultural History of the Russian Emigration, 1919-1939, New York:
Oxford University Press, 1990, 8.
3
Kezban Acar
Estonya’da ise Piyade Generali Nikolay Yudeniç’in kurduğu ordulardı.9 Daha sonra
Beyaz Ordu Birlikleri çok daha fazla sayıda ve cephede varlık göstermeye başladılar.
1920’deki Beyaz Ordu Birlikleri ve Beyaz Ordular, Kızıl Ordu askeri arşivindeki bilgilere göre Estonya, Letonya ve Finlandiya’daki 7. Ordu; Batı cephesindeki Litovski,
Jelihovski Ordusu, Polonya Ordusu ve Balakhoviç Ordusu, Güney cephesi, Kafkas
cephesi ve Türkistan’daki Beyaz Ordu Birlikleriyle, Güneybatı-cephesindeki Vrangel
ordusundan müteşekkildi. Bunlardan biri olup, bu çalışmanın ana konusu olan Vrangel Ordusu ise 1. 2. ve 3. Alaylardan müteşekkil 1. Piyade Bölüğü; 1 Kafkas Alayı ve
1 topçu bölüğünden oluşmaktaydı.10
Resim 1: Güney Rusya Liderlerinin 1920’de Sivastopol’deki Toplantıları
(Kaynak: Alexis Wrangel, General Wrangel. Russia’s White Crusader, London: Lee Cooper, 1987.
Lenin ve diğer Bolşevik liderler ve destekçileri, nam-ı diğer Kızıllar, 1918-1922
yılları arasında, otoritelerine başkaldıran ve yukarıda bahsi geçen gruplardan müteşekkil Beyaz Ordu’yu ve Beyazları mağlup ettiler. Araştırmacılara göre, bu galibiyette
etkili olan en önemli etkenler, Lenin’in her şeyi “Sovyet”ler/Meclisler adına yaptığını
iddia etmesi, devrim öncesinde vaat ettiği gibi, köylülere toprak vermesi; dağıtmasıydı. Üçüncüsü yine devrim öncesi söz verdiği gibi Rusya’nın savaştığı ülkelerle barış
yaparak, Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmesiydi. Ayrıca Lenin’in “acımasız kararlılığı” ve “politik zekâsının,” Troçki’nin teşkilatlanma veya organizasyon konusundaki
9 Robinson, The White Russian Army in Exile, 3-4.
10 RGVİA (Rossiyskiy Gosudarstvennıy Voenno-İstoriçeskiy Arhiv /Rus Devlet Askeri Tarih Arşivi), f. 6,
op. 4, d. 596, list 178.
4
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
yeteneklerinin ve diğer devrimci liderlerinin davalarına olan inançları ve duydukları
heyecanın da önemli bir payı vardı.11
Bunların yanı sıra, Kızılların Rusya’nın sanayi merkezlerini ve demiryolu/ulaşım ağını ve çok geniş bir alanı kontrol etmelerinin de büyük bir payı vardı. Bunlara
ilaveten, desteklerini sağladıkları, yeni rejim yanlısı eski çarlık Rus ordusu subaylarının komuta ettiği ve yine çarlık ordusu malzemeleri ile donatılmış, üyelerinin çoğu
köylüler tarafından oluşturulan çok büyük bir orduya sahip olmaları da başarılarında
önemli bir etkendi.12
Güney Rusya’daki, General Alekseyev’in komutasındaki Beyaz Ordu, 1918’de
General Kornilov’un Ekaterinador için yapılan bir muharebe sırasında, General
Alekseyev’in ise Ekim 1918’de kanserden yaşamını yitirmesi üzerine 1918 güzünden
itibaren Anton Denikin’in komutasına geçti. Onun döneminde, “Rusya, tek ve bölünmez” sloganı altında birleşen Beyaz Ordu, Kossaklardan ve dört Gönüllü Ordusu
birliğinden müteşekkildi. Bu dört ordu birliği, daha sonra Osmanlı topraklarına sevk
edilecek Kornilovski, Alekseyevski, Drojdovski ve Markovski Piyade Birlikleriydi.13
Bu birlikler, 1919 yılında bazı önemli başarılar elde ettiler. Ekim 1919’da da Moskova yakınlarına kadar geldiler. Ancak bu gelebildikleri en son nokta oldu. Çok geniş
bir alana yayıldıklarından, Kasım’da başlayan Bolşevik karşı taarruzu üzerine geri
çekildiler.
Mart 1920’de Denikin’in ordusu bütün Ukrayna ve Kuzey Kafkasya bölgesinden geri çekilmek zorunda kaldı. Aynı dönemde, Antant Devletleri Yüksek Meclisi,
Avrupa’daki durumu analiz etmek suretiyle Rusya’daki iç savaşın son derece büyük
bir tehlike ve asayişsizlik öğesi olduğuna karar verdiler. Onlar için yapılması gereken
en doğru şey, savaşı durdurmaktı. Bunun üzerine, 1920 Nisan’ı başında Denikin Güney Rusya’daki Beyaz Ordu Birlikleri komutanlığından istifa ederek, Rusya’yı terk
etti. Bir İngiliz torpidosuyla Novorossiisk’ten İstanbul’a geldi ama burada uzun süre
kalmadı. Buradan Londra’ya, sonra da başka Avrupa başkentlerine gitti.14 İstanbul’da
bulunduğu sırada, İngiliz hükümeti İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri aracılığıyla, Denikin’e gizli bir telgraf göndererek yeni bir teklif yaptı. Telgrafta “Rusya’daki
iç savaşın devamının, Avrupa’daki koşullar göz önüne alındığında büyük bir tehlike
arz ettiğini” belirtti ve Denikin’e Kırım’da genel bir af ilan edilmesini de dikkate
alarak ya ordu ile ya da tek başına Sovyet hükümetine geri dönmesini önerdi. Bunun
karşılığında ona askeri olmasa da diplomatik destek sözü verdi. Ancak Denikin Bolşeviklerle barış önerisini ve Sovyet Rusya’ya geri dönme tavsiyesini reddetti. Denikin
ordusundan kalanlar Bolşeviklerle savaşı devam ettirmek için Kırım’da toplandı.15
11 John M. Thompson, A Vision Unfulfilled: Russia and the Soviet Union in the Twentieth Century, Lexington, Massachusetts, Toronto: D. C. Heath and Company, 1996, s. 150-151.
12 Evan Mawdsley, The Russian Civil War, Edinburg: Birlin, 2000, s. 273-275.
13Robinson, The White Russian Army, s. 9-10.
14 N. I. Komandorova, Russkii Stambul, Moskva: Veçe, 2009, s. 290.
15 Miroslav Yovanoviç, Russkaya Emigratsiya na Balkanah 1920-1940, Moskva: Russkii Put’, 2005, s. 24.
5
Kezban Acar
Bu sırada İstanbul’da bulunan General Vrangel, buradan Kırım’a geçerek, üst
düzeydeki komutanların isteği üzerine Beyaz Ordu Birlikleri komutanlığını üstlendi.
Bu sırada 42 yaşında olan Vrangel, askeri eğitimi, yeteneği, disiplin ve onura verdiği
önemle meslektaşlarının sevgi ve saygısını kazanmış bir komutandı. Vrangel Beyaz
Ordu komutanlığının yanı sıra Beyaz Ordu işgali altında bulunan Rus topraklarının
da tek hükümet başkanı oldu. Ancak Vrangel’in kişilik özellikleri ve askeri eğitim ve
tecrübesi Beyazların başarılı olmasına yetmedi.16
Beyazlar, diplomatik anlamda yeni bağlantılar kuramadılar; eski müttefiklerinden, önceden olduğu gibi destek alamadılar. İngilizler, 1919 güzünden itibaren Beyazlara yaptığı desteği azaltıp; 1919 kışında, Kuban ve Sibirya’da alınan yenilgilerle
birlikte tamamen keserken; Bolşevikler hem Beyazlardan ümidini kesen İngilizlerle
hem de Kırım taarruzu öncesinde Kasım 1920’de Polonya ile bir takım anlaşmalar
imzaladılar.17 Kırım’daki son muharebelerde yenilen Beyaz Ordu Birlikleri ve Bolşeviklerden kaçan ve Beyazlar olarak anıla gelen birçok sivil aynı ay ve yıl içerisinde
ülkeyi terk etmeye başladılar. Bu makale, kaçan Beyaz Rus Ordusu mensuplarının
veya Rus mültecilerin Gelibolu’ya dair izlenimlerini; onların gözüyle Gelibolu’yu
sunmayı ve analiz etmeyi amaçlar.
Beyaz Ordu Gelibolu’da
Kasım 1920’de Kırım’dan tahliye edilen, General Vrangel komutasındaki Beyaz
Orduya mensup olup, Gelibolu’ya yerleştirilen 1. Ordu Birlikleri şöyleydi: Kornilovski, Morkovski ve Drozdov Bölükleri, rezerv bölümlerinden müteşekkil 5.500 kişilik
1. Alay; 13. ve 34. Piyade Birliği, Mürettep Muhafız Piyade Birliği ve Alman Birliğinden oluşan 2.000 kişilik 2. Alay; 1. ve 2. Kafkas Bölüğü ve Terek-Astragan Kafkas
Birliği, Simferopolski Atlı Birliği, 2 Subay Atlı Birliği, 2 Muhafız Birliğiyle oluşmuş
3.500 kişilik 3. Alay. Ayrıca bir de birliklere dâhil edilmeyen, çoğu askeri eğitim kurumu olan gruplar vardı. Bunlar, Feodosiiski Askeri Okulu, Konstantinovski Askeri
Okulu, Topçu Askeri Okulu, Sergiyevski Askeri Okulu, Kornilovski Subay Okulu,
Feodosiyski Subay Okulu, Feodosiyski Er Okulu, Sivastopol Kara Taburu, Sivastopol
Garnizon Birliği, 7. Piyade Levazım Alayı, yedek donanma, Feodasya Makineli Tüfek Kursu, Karakol ve Kara Levazım Birlikleri idi. Bu kurumlardaki toplam kişi sayısı
10.000’di. 1. 2. 3. Ordu ve bunlara dâhil edilmeyen askeri personelin genel toplamı ise
21.000 idi.18 Mayıs 1921’de Berlin’den İstanbul’a gelen Kızıl Ordu istihbarat ajanının
(resmi kuryenin) verdiği bilgiye göre, Gelibolu’da 8.000’i sivil, 25.000’i ordu birliği
olmak üzere toplam 33.000 kişi vardı.19 Bunlardan 10.000’i Vakit’in haberine göre
Kasım’ın son haftasında Gelibolu’ya nakledilmişti.20 Rakamlardaki farklılıklar, muh-
16
17
18
19
20
Yovanoviç, Russkaya Emigratsiya na Balkanah, s. 11-12.
Mawdsley, The Russian Civil War, s. 267.
RGVİA f. 6, op. 4, d. 596, list 187.
RGVİA f. 7, op. 2, d. 734, list 9.
“Rus Mültecileri, Vakit, 1 Aralık 1920.
6
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
temelen kamplar arası nakil ve geçişlerden ve kamplardan dışarıya yapılan göçlerden
kaynaklanmaktaydı. Örneğin, 1. Ordu Komutanı General Kutepov, 1921 yılı Şubat
ortasında Gelibolu’dan İstanbul’a geldiğinde Zarnitsı muhabiriyle yaptığı mülakatta
Gelibolu’daki göçmen sayısının Ocak ayı içerisinde 3000 kişi daha arttığını ve toplam göçmen sayısının 30.000’e ulaştığını belirtir.21 The Orient News’e göre ise Ekim
1921’de Gelibolu’dakilerin sayısı 10.400’ü asker, 400’ü sivil erkek, 960’ı kadın ve
300’ü çocuk olmak üzere toplam 12.400 kişiydi. Rus komutanlığının 16 Kasım 1921
tarihli raporuna göre Gelibolu’daki kamplarda 16.759’u erkek, 372’si kadın, 36’sı çocuk olmak üzere 17.167 kişi, 1. Ordu’da ise 8.126’sı erkek, 982’si kadın ve 210’u
çocuk olmak üzere 9.138 kişi vardı. Gelibolu’daki Rus göçmenlerin genel toplamı ise
26.485 idi. Bu rakam, Fransız komutanlığına göre 28.183 idi. Beyaz Ordu Birliklerinin Fransızlar tarafından Gelibolu’ya yerleştirilmeleri, sadece burasının İstanbul’dan
görece uzakta olmasından değildi; bu kararda, Gelibolu’nun Fransız işgalinde olmasının da büyük etkisi vardı.
Yeni gelenler ve eskiden kalanlarla birlikte, Ocak 1921’de Gelibolu’da bir de
hatırı sayılır yabancı bir grup vardı. Sayıları 1200’i bulan “bu insanlar, Rusya’da doğmuş, büyümüş, onun ordusunda görev almış; hizmet etmiş fakat başka milletlerden
insanlardı. Aralarında Kafkasyalılar, Baltık bölgesinden insanlar da vardı. Çoğunluğu
Gürcüler, Letonyalılar, Litvanyalılar, Polonyalılar, Romenler, Ukraynalılardan müteşekkildi. Bazıları Gelibolu’dan İstanbul’a gönderildi fakat Fransızlar belgelerinin eksik olduğunu ileri sürerek onları geri gönderdiler. Bu bölükte durumu kontrol altında
tutmak için askeri birliklerde olduğu gibi, başlarında muvazzaf komutanların bulunduğu kıtalar oluşturuldu. Fakat ordudan ayrılmak isteyen göçmenlerin askeri düzene
ayak uydurmaları zor oldu. Bir kısmı, Brezilya, Sovyet Rusya ve Balkan ülkelerine
göçmenlerin gönderildiği söylentilerine kapılarak, bu ülkelere akın ettiler. Bölüğü
kendi imkânlarıyla terk ettiler ve bilinmeyen bir yöne doğru kayboldular.22
Beyaz Rusların Şehir Hakkındaki İlk İzlenimleri
Gelibolu’nun ilk misafirlerini taşıyan Hersov ve Saratov gemileri 22 Kasım
1920’de Gelibolu limanına demir attılar. Gemi hâlâ sarı karantina bayrağı taşıdığından Kolordu Komutanı Kutepov, sahile çıkan ilk kişi oldu. Ardından konakçı subaylar—kvartir’er—ve levazım dairesi kolordusunun üyeleri /bürokratları indiler. Gemiler limana yanaşamadığı için tahliye küçük botlarla yapıldı. Fransız kumandanlığı
ordunun şehrin sadece 3’te 2’sini alabileceğini; geri kalan kısmının şehrin 7-8 km
uzağındaki tepelere yerleşeceğini söyledi. Fransızların belirttiği yer, yapış yapış çamur içinde, engebeli, kelimenin tam anlamıyla goloe pole (çıplak bir alan) idi. Bu,
Gelibolu’daki Rusların şehre verdikleri ilk isim oldu.23
21 Zarnitsı, no 5, 3-10 Nisan 1921, 12.
22 S. N. Ryasnyanski, Gallipoli, Moskva, 1971, s. 63.
23 Russkie v Gallipoli. Sbornik Statey, Posvyaşçennıi Prebıvaniyu 1.go Armeyskago Korpusa Russkoy
Armii v Gallipoli, Berlin, 1923, s. 38-39.
7
Kezban Acar
Gelibolu’da konuşlanan 4. Süvari Alayı komutanı General S. Ryasnyanski’nin
belirttiği üzere, Rus mülteciler bu vadiye ayrıca dolina roz’ i smerti (gül ve ölüm
vadisi) adını verdiler çünkü vadide akan küçük bir nehir boyunca birçok gül çalısı
vardı: Bunlara iki tür yılan eşlik etmekteydi; birisi zehirli; diğeri ise bir tür küçük Boa
yılanıydı.”24
Bu ilk izlenimler dışında Rusça kaynaklarda, özellikle 1923’te Berlin’de basılan
Russkie v Gallipoli (Gelibolu’da Ruslar) isimli eserde şehirle ve buradaki askeri ve
sivil kamplarla ilgili ayrıntılı bilgiler sunulmuştur. Bu kaynakta aktarıldığına göre,
Beyaz Ruslar Gelibolu’ya geldiklerinde Gelibolu’nun nüfusu, 3941’i Rum, 2537’si
Türk, 908’i Yahudi ve 608’i Ermeni olmak üzere yaklaşık 8000 kişiydi. Kaynağa
göre, 1920’e kadar şehrin nüfusu bundan iki kat daha fazlaydı.25 Rus mültecilerle
birlikte Gelibolu nüfusu 30-35000 civarına yükselmiştir.
Russkie v Gallipoli isimli eserde aktarıldığı üzere, iklim şartları ve toprağın veriminden dolayı Gelibolu tarım için çok uygun koşullara sahipti ancak yerli halk, bu verimli toprakların kıymetini bilmekten uzaktı. Tarımla çok az ilgileniyorlar ve toprağın
sadece %20-25’ini işliyorlardı. Çiftçiler genelde vadide ve yamaçlarda tarım yapıyorlardı. Toprağı işleme işi ise tamamen ilkel araçlarla yapılıyordu. Yerel halkın hiçbir
tarım aletinden haberi yoktu. Bilmek de istemiyorlardı. En yaygın tarım aletleri, ahşaptan bir pulluk ve iki ağızlı bir çapaydı (Tirpidin). Ayrıca köylüler tarım arazilerini
temizlemekten ve ayıklamaktan da uzaktılar Her yerde bol bol yabani otlar türemiş ve
boy atmıştı. Tırmıklama işi de en ilkel yollarla yapılıyordu. Mahsulün hasadı ise elle
yapılıyordu. Kaynağa göre, Gelibolu’da yapılan ekmek de en aşağı kalitedeydi. Yulaf
hiç yoktu. En çok göze çarpan ürünler, karpuz, kavun ve kabaktı. Bunların yanı sıra
fasulye, bezelye ve nohut da yetiştiriliyordu.
Sebzecilik çok zayıftı. Sadece şehre yakın yerlerde bostanlar vardı. Bostanlarda
biber, domates, salatalık, marul sarımsak ve soğan yetiştiriliyordu. Meyvelerden ise
en yaygın olanı, savaş sırasında birçok ağaç zarar görmesine karşın incirdi. Üzüm
bağları da vardı ama onlar da yeterince iyi değillerdi. Şarap üretimi ise neredeyse yoktu. Kitaba göre, bu kadar verimli topraklara rağmen çok az üretim olmasının nedeni,
halkın ilgisizliğiydi. Ayrıca Gelibolu’nun İstanbul’a yakınlığı ve Avrupa kültürünün
olmayışı da üretimin az olmasında etkili olması muhtemel diğer etkenlerdi.
Ekonomik anlamda dikkat çekici bir diğer nokta, çok çeşitli otların varlığına
rağmen, hayvancılığın da yeterince gelişmemiş olmasıydı. Gelibolu’da büyükbaş
hayvancılık neredeyse hiç yoktu. Ama az da olsa koyun ve keçi yetiştiriciliği vardı.26
Bu genel ve oldukça olumsuz şartlara sahip Gelibolu, Rusça kaynaklarda aktarıldığı
ve müteakip bölümde görüleceği üzere, Rusların da katkısıyla önemli bir gelişme
göstermiş; ayrıca şehrin dışında kurulan kamplarda adeta yeni bir şehir yaratılmıştır.
24 Ryasnyanski, Gallipoli, s. 3.
25 Russkie v Gallipoli, s. 30.
26 Russkie v Gallipoli, s. 28-30.
8
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
Gelibolu Kampı
Aralık 1920’de bütün göçmen kamplarını ziyaret eden Vrangel’e göre, kampların içinde en kötü şartlara sahip olan, Gelibolu kampıydı. Rus birlikleri gelmeden
önce burada müttefik orduları birlikleri vardı ama hemen hepsi Ruslar gelmeden önce
ayrılmışlardı. Öncelikle kamplarda barınacak doğru dürüst yer yoktu. Türklerden kalan eski binaların çoğu çatısızdı veya duvarları eksikti. Bu eksikliği gidermek için
Amerikan Kızıl Haç’ı başlangıç için 100 çadır verdi.27 Ancak gerek barınma, gerekse
alt yapıyla ilgili diğer sorunları aşmak için yapılması gereken daha çok şey vardı.
Sorunların bir kısmı, yardım derneklerinin verdiği destek, bir kısmı da özellikle de
Gelibolu’ya gelen Rusların kendi çabalarıyla ve yaptıklarıyla çözüme kavuştu.
Resim 3: Gelibolu Kampının Genel Görünüşü
Kaynak: GARF (Gosudarstvennıy Arhiv Rossiyskoy Federatsii), f. 5881, op. 1, d. 272.
Ulaşım, askeri birliklerin ve malzemelerin Gelibolu limanından askeri kamplara nasıl taşınacağı meselesi yüzünden ilk karşılaşılan sorundu. Gelibolu hakkında
en ayrıntılı bilgileri sunanlardan biri olan araştırmacı N. Karpov’un aktardığı üzere,
Kırım’dan kolordu birlikleriyle birlikte 20 otomobil gelmişti; bunlardan 6’sı hafif;
14’ü nakliye aracıydı. İçlerinden biri piyade bölüğüne; 3 tanesi birinci piyade bölüğüne; geri kalanı ise teknik alaya ve onun ulaştırma bölüğüne verildi. Bu araçlar, kolordu
yönetimine, esas olarak da tıbbi kurumlara hizmet etti. Bununla birlikte, yedek parça,
yağlama malzemeleri eksikliğinden ve kötü durumda olan yollar yüzünden kısa sürede bu araçların çoğu kullanılamaz hale geldi. Bu yüzden Gelibolular için en büyük
27 John A. Hutchins, The Wrangel Refugees: A Study of General Baron Peter N. Wrangel’s Defeated
White Russian Forces, Both military and Civilian, in Exile, University of Louisville, M. A. Thesis,
1972, s. 47.
9
Kezban Acar
gelişme, 1920 yılı sonunda inşa edilen dekovil demiryolu hattı oldu. Ancak bu hattın
inşası hiç de kolay olmadı; sorun, kötü hava koşulları, açlık, hastalık veya malzeme
eksikliği değil; Fransız Kumandanlığının inadı ve olumsuz tavrıydı.28
Fransızlar, yüklerin kamplara; önce filikalarla körfeze; oradan da dekovil demiryolu hattı ile kamplara olacak biçimde taşınmasını önerdiler. Bunun mümkün olmadığını savunan kolordu mühendisleri ise bu plana karşı çıktılar. Çünkü onlara göre,
filikalar, denizin dalgalı olması durumunda işe yaramayacaklardı; ikincisi; körfezden
kamplara dekovil hattı inşa etmek için iki kat daha fazla inşaat malzemesi kullanılacaktı. Fakat Fransızlar, önerilerinde kararlıydılar ve 28 Kasım 1920’de işe başladılar.
Şehirde eski bir iskele vardı ve bu iskelenin bir kısmı yeni bir yere taşındı. Yeni iskele
inşası ise iki hafta içinde tamamlanma aşamasına geldi. Bu noktada, Fransızlar, iskelenin yerinin tekrar değiştirilmesine ve Kısmet Körfezi’nde yeni bir iskelenin inşa
edilmesine karar verdiler. Aynı zamanda, 17 Aralık’ta bu körfezden kampa uzanan bir
demiryolu inşasına başladılar. Ancak rota boyunca ortaya çıkan eğim hesaba katılmadığından, zemin çalışmalarının sonuna gelindiği bir dönemde, bir aylık süre zarfında
6037 işçinin çalıştığı bu hattın inşasından da vazgeçtiler. Netice itibariyle, Fransızlar,
Rus kolordusu mühendislerinin en başta önerdiği plana geri dönmek ve dekovil hattını
bu plan uyarınca inşa etmek zorunda kaldılar. Bu hadise, Fransız komutanlığı ile Rus
kolordusu arasındaki anlaşmazlık ve uyuşmazlığı göstermesi açısından önemlidir.29
Resim 4: Gelibolu Kampındaki Dekovil Hattı
Kaynak: http://www.gallipoli.fr/
28 N. Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, Moskva: Russkii put’, 2002, s. 41.
29 Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 42.
10
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
Fransızlar bütün demiryolu malzemelerini Çanakkale ve Selanik cephelerinde
Almanların bıraktığı yerlerden topladılar. Doğal olarak, bütün bu malzemeler tam teşekküllü olmaktan uzak olup, tekrar tekrar kullanıma uygun değillerdi. Virajlardaki
rayların eğilmesi, bükülmesi çok uzun zaman aldı. Ayrıca bir de baskı makinesi icat
etmek gerekti. Vagonların şekillerini de kendi imkânlarıyla değiştirdiler. Ancak bu
vagonlar insan ya da çok fazla yük taşımaya uygun değildi; ara sıra raydan çıktıkları
da oluyordu. Yine de bütün bunlara rağmen, Mart’ın başında yol çalışmaya başladı ve
yolla birlikte, şehir ve kamp arasında yoğun bir hareketlilik ortaya çıktı. İlk başlarda
çok yavaş olan trenin hızı zaman içinde arttı ama bu, beraberinde kazaları da getirdi.
Bunun önünü almak için hız yüzünden kaza yapan vatmana 30 gün tutuklama cezası
verildi.30 Ayrıca dekovil üzerinde, açık alanda, “drozdy,” “kornilovsty” gibi duraklar
ve bu duraklarda özel komutanlar bulunmaktaydı.31
Ulaşım dışında, barınma ve beslenme gibi çok daha önemli sorunlar vardı. Kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla, bir kısım birlikler ve siviller önce Gelibolu’da, mümkün olan her yere yerleştirildiler. İki duvarın bir arada olduğu yıkıntılar bile ev gibi
kullanıldı. Kişilere özgü çok küçük evler inşa edildi. Herkes küçük bir oda için 5 veya
10 lira ödeyecek güçte değildi. Ayrıca Rusları son derece sıcak karşılamalarına rağmen, kendi ataerkil yaşam biçimlerinden dolayı, Türkler, bekâr erkeklere ev vermek
konusunda pek istekli değildiler. Üstelik dekovil hattının inşasıyla birlikte ev fiyatları
giderek arttı; her hangi bir mobilyadan ve diğer gerekli şeylerden yoksun, basit bir
depo için bile aylık kira miktarı 15 lira ve üzerine çıktı. Rum ve Türkler Ruslara yardım etmek istediler ancak onların durumu da oldukça kötüydü.32
Askeri birliklerden Kornilov Askeri Okulu, yarısı yıkılmış bir camiye; Sergiyevski Topçu Okulu şehrin dışında, Senegallilerin yaşadığı kışladaki barakalara yerleştiler. Geri kalan okullar: Nikolayevski Piyade Okulu, Nikolayevski-Alekseyevski
Mühendislik Okulu ve diğerleri, ikinci derecede yerlerde, hangarlarda ve şehrin yıkılmış evlerinde yer bulabildiler. Teknik Alayı, Kervansaray Pazar Meydanına yerleşti.
Hastaneler ve revirler ise daha iyi korunmuş binalara ve iyi durumda olan çadırlara
yerleştirildiler. Ayrıca Gelibolu’da yaşayan Türk, Rum, Ermeniler de kolordu komutanının ricası üzerine evlerini Ruslara açtılar. Türkler, birkaç tane camiyi, okullarını
ve kervansaraylarını Rus ordusuna verdiler. Bunlardan Tekke Camisine Kornilovski
Askeri Okulu yerleşti. Böylece Ruslarla Türkler arasında dostane ilişkiler kuruldu.
Ruslar, camiye ve Türklerin dini duygularına hiçbir saygısızlık etmeyeceklerini ifade
ederken; Türklerin temsilcileri de, kutlamalar için Rus birliklerinin komutanlarının
yaptığı davetlere her zaman olumlu karşılık verdiler ve “Beyaz askerlerin” merasimlerini büyük bir coşkuyla takip ettiler. Yahudiler ise Ruslara karşı mesafeli davrandılar
ama aralarında Ruslara evlerini açanlar da vardı.33
30
31
32
33
Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 43.
İvan Lukaş, “Gallipoli,” Vestnik Pokhodnika. Okt.noyabr, 1964, no 37-38.
Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 34.
Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 47.
11
Kezban Acar
Askeri birlikler, kamptaki birlik veya alay esaslı yerleşimin aksine, birbirleriyle
hiç ilgileri olmadığı halde, şehirde aynı evleri paylaştılar ve evlere belli bir düzen
içinde yerleştiler. En erken gelenler en iyi köşeleri kaparken; en son gelenler, koridorlara, merdiven boşluklarına, hatta basamaklara yerleşmek zorunda kaldılar. Örneğin,
Kutepov’un muhafızları, radyo-telgraf bölümü, topçu birliklerinin karargâhı ve teknik
alayın komuta grubu, hep birlikte iki katlı küçük bir eve yerleştiler. Aileler içinse ortak yerleşimler inşa edilmesine karar verildi. Buralarda kalanların sayısı, 325’i kadın;
80’i çocuk olmak üzere 600’den fazlaydı. Bu bağlamda süvari alayının yurt olarak
kullandığı, bekâr eviyle hiç alakası olmayan büyük bir ev, diğerlerinden bazı “lüksleri” nedeniyle hem farklı, hem de bazı yokluklar sebebiyle onlarla benzerdi. Bahçede
mermer teras kalıntılarına rastlanmaktaydı; güzel yüksek tavanları, büyük pencereleri ve eski tuvaletler vardı—ki bunlar, bekâr evinde görülmeyen şeylerdi. Evin yeni
sakinleri bütün deliklere kerpiç yerleştirdiler ve onları da su yosunuyla kapladılar;
kapılara elbiselerini astılar.34
Resim 5: Gelibolu’daki Subayların “Aile” Apartmanları
Kaynak: http://www.gallipoli.fr/
Sobaların yokluğundan aileler kendi odalarında, hem ısınma aracı hem ocak
işlevi gören ilkel bir mangal inşa ettiler. Bu yurtlarda dumandan nefes almak mümkün değildi; bu yüzden hava müsait olduğu zamanlar yemekler dışarıda ateşte pişirilmekteydi. Bir odada 2-4 aile ve yaklaşık 6-10 kişi birlikte kalıyordu; bu yüzden
giysilerle ve çarşaflarla her aile için kabinler inşa edildi. İlke olarak, yan yana uyumak yasaktı. Tamamen uygunsuz koşullara rağmen, şartları asıl ağırlaştıran şey,
34 Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 36.
12
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
tamamen yabancı insanlarla, alışkanlıkları ve bakışları farklı insanlarla yan yana
yaşama zorunluluğuydu.35
Daha sonra, birlikler esas itibariyle şehrin 7-8 km dışındaki kamplara yerleştirildiler. Burada ilk iş olarak, kendilerine Amerikan Kızıl Haç’ı tarafından verilmiş,
hiç açılmamış çadırları kurdular. Ailelere ait çadırlar ise ayrı olarak inşa edildiler. Bu
çadırlardan her biri, içeriden brandalarla, bir aile kalacak şekilde hücrelere bölündüler. Hem ailelerin bu şekilde yaşaması uzun süre için mümkün olmadığından, hem
de ilk başlarda Türk kışlalarından daha iyi gibi görünen çadırlar soğuk ve rüzgârla
birlikte yetersiz kalmaya başladığından, Rus göçmenler kendileri için toprak damlar
veya barakalar inşa etmeye başladılar. Bu evler için yere genellikle dört kişilik bir çukur açtılar ve duvarların çökmemesi için onları bağ çubuklarıyla kapladılar. Bunların
zeminini ise kuru yapraklarla ve otlarla döşediler, hava almak ve uyumak için kendilerine taştan, başlangıçta içi toprak dolu ve yukarısı dallarla ve yapraklarla örtülü
bir yer yaptılar. Bu yapılar göçmenler arasında şaka yollu “kupe” olarak adlandırıldı.
Çadırların ortasında boylu boyunca bir hendek kazdılar, dibini küçük taşlarla doldurdular ve sıkıştırdılar. Bunun içi yağmurlu günlerde çamurdan, sıcakta ise hararetten
korunmak için idealdi. “Çadırların ısıtması için, Albay S. Ryasnyanski’nin yazdığına
göre, ilkel ocaklar inşa ettiler ve yakacak olarak çalılıkları kullandılar. Aydınlanma
hemen hemen hiç yoktu çünkü Fransızlar gaz vermiyorlardı. Çadırları biraz olsun
aydınlatmak için konserve kutularından ilkel “kagantsı”lar yaptılar ve bunların içine
Hindistan cevizi yağı koydular; bu ise günlük tayından temin edilmekteydi.36
Ayrıca zaman içinde çadırlarda başka iyileşmeler de görülmeye başlandı. Bağ
çubuğundan hasırlar ve sıcağı koruduğuna inandıkları yapraklardan şilteler yaptılar.
Hatta minderleri ve şilteleri deniz yosunuyla doldurdular. Bazıları ise kendilerine bağ
çubuklarından yatak ördüler ve bıçak yerine ağaç köklerini ve geniş taşlar kullandılar.
Bazıları ise sepetler yaptılar ve onları masa gibi kullandılar. Bu gelişmelere rağmen,
kır kamplarındaki ve çadırlardaki en büyük sorun, her yerde kendini hissettiren nem
ve rutubetti. Yağmurlu havalarda çadırlar akıyor ve her yer yaş oluyordu. Yukarıdan
su damlıyor; aşağıda ise çukur evler suyla doluyordu. “Ayrıca ilkel biçimde yapılmış
sobalar çok fazla duman tüttürmekte ve bu yüzden nadiren kullanılmaktaydı. Daha
sonra çok daha iyi durumda olan, kiremit çatısı, cam pencereleri ve modern kapıları
olan toprak damlar yaptılar. Ancak bunların inşası çok daha fazla para gerektirmekteydi ve askerlerin ve subayların çoğu bu paradan yoksundular.37
Bununla birlikte, ilke olarak, subayların kaldığı çadırlar, Drozdovski Alayı’nda
olduğu gibi, çok daha büyük olup, büfe, okuma veya sahne için aydınlatılmışlardı. Bu
tür büfelerde bir parça ekmek veya çay satın almak ve konservelerden yapılmış pirzola yemek mümkündü. Ancak subayların çoğunun bunları karşılayacak parası yoktu.
35 Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 36.
36Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 14, 21, 23,
37 Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 32.
13
Kezban Acar
Onlar da, birliklerin geri kalanı gibi, esas itibariyle Fransızların verdikleri kumanya
ile geçiniyorlardı. Çadırların donanımı öyle ya da böyle bu şekilde bitirildikten sonra genel kullanım için yerler hazırlanmaya başlandı; küçük taşlarla döşenmiş yollar
açıldı; Bu yolların etrafına fidan ve çalı çırpı dikildi. Sonuçta birkaç ay sonra, askeri
kampın tamamı donatıldı. Çadırlardan oluşan kampta her askeri alayın ve bölüğün
önünde, onları diğerlerinden ayırt edecek şekilde farklı renkte taşlardan yapılmış Rus
armaları, ulusal amblemler ve alay amblemleri vardı. Ayrıca her kampın önünde, sap,
saman ve kamıştan yapılmış çardaklarda kalan, bayraklı nöbetçiler bulunmaktaydı.38
Gelibolulu Rus göçmenlerin kendi imkânlarıyla yaptıkları bu evler ve barınaklar
ve kurdukları çadırlar dışında, bir de yardım derneklerinin açtığı veya kurduğu barınma evleri ve yurtlar vardı. Zarnitsı’nın 20 Şubat 1921 tarihli sayısına göre Gelibolu’da
200 çocuk için açılan sığınma evi bunlardan biriydi.39 Bununla birlikte, çocukların
önemli bir kısmı, aileleriyle birlikte kamplarda ya da çadırlarda ikamet etmekteydiler
ya da yer barakalarında, yıkılmış saraylarda, mahzenlerde veya yetişkinler gibi “yam”
adı verilen topraktan çukurlardaydılar. Buradaki yaşam şartları onlar için özellikle
ağırdı. Yeterince hava ve güneş yoktu ve ölüm oranı oldukça yüksekti.40
Olumsuzluklara veya ölümlere neden olan bir diğer faktör, birçok yerde olduğu
gibi, kötü beslenme koşullarıydı. Aralık 1920’de Vrangel ile Fransız komutanlığı arasında yapılan anlaşmaya göre Gelibolu’daki Rus göçmenlerin iaşesi, diğer kamplarda
olduğu gibi, Fransızlar tarafından karşılanacaktı. Fransızların başlangıçta verdikleri
kumanya, 500 gram ekmek, 20 gram konserve et, 80 gram pirinç, fasulye veya bezelye, 20 gram Hindistan cevizi yağı; aynı miktarda şeker ve biraz çay veya kahve,
tuz ve defne yaprağından müteşekkildi. Ancak bu miktarlar, 2-3 ay içinde azaltıldı.
Geriye sadece ekmek, şeker, Hindistan cevizi yağı ve konserve kaldı. Bazen göçmenlere 2-3 ayda bir 50 gram kadar tütün veriliyordu. Başka hiçbir ürün yoktu. Taze et,
patates ve yeşillik ise hiç verilmedi. Genel olarak, gıdalar yeterli olmaktan uzaktı.41
Rus göçmenler daha sonra, Fransız komutanlığının tayınları azaltmasıyla çok daha az
miktarda gıdayla yetinmek zorunda kaldılar. Nisan’da, Zarnitsı’nın belirttiği üzere,
Fransız komutanlığı günlük kumanyayı, 400 gram ekmek; 200 gram konserve et; 20
gram yağ, 20 gram şeker; 20 gram tuz ve 5 gram çay ve kahve olacak şekilde yeniden
düzenledi. 42 Aynı dergide ifade edildiği üzere, Fransız komutanlığının kumanyayı
sık sık değiştirdiği, istikrarlı bir politika izlemediği görülmektedir. Örneğin, derginin
20 Mart 1921 tarihli sayısında verilen bilgilere göre, dağıtılan yiyecekler günde 2
kez yemek pişirilmesine imkân verecek nitelikte değildi çünkü un ve patates dağıtımı
yasaklanmış; onların yerine pirinç ve makarna verilmeye başlanmıştı. Ekmek ise 100
38
39
40
41
42
Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı,s. 34.
Zarnitsı, no 2, 20 Şubat 1921; GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 38.
GARF, f. 5809, op. 1, d. 56, list 1.
L. Vladimirov, Vozvratite ih na rodinu! Jizn’ Vrangelevtsev v Gallipoli i Bolgarii, Prag, 1925, s. 15-16.
Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921.
14
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
gram oranında dağıtılıyor ve tütün hiç verilmiyordu. Dergiye göre General Kutepov
eski uygulamaya geri dönülmesini istemiş ama bu kabul edilmemişti.43
Arşiv belgelerinden bu durumun Zemskiy Soyuz (İller Birliği) gibi bazı Rus
dernekleri ve örgütlerinin dikkatini çektiğini ve bu konuda önlemler alınmaya çalışıldığını görüyoruz. Örneğin, 22 Nisan 1921 tarihli toplantısında Zemskiy Soyuz
Merkez Kurulu, Gelibolu’daki temsilcilerinden gelen raporlara istinaden, Fransız komutanlığı tarafından dağıtılan tayının azaltıldığını ve bunun da iş gücünü zayıflattığını
belirtir. Rapora göre, beslenme ile ilgili sorunlar, iş gücü kaybına neden olmaktaydı
ki, bu da kamptaki toplam kişi sayısının %10’una tekabül etmekteydi. Bu nedenle
örgüt, askeri kamplarda hasta ve zafiyet içinde olanlara acilen dağıtım yapılması için
gerekli yerlere başvurulmasına veya bu konuda destek olunmasına karar verdi.44 Fransızlara yapılan başvurulara rağmen, Zarnitsı’nın Eylül 1921 tarihli sayısında verilen
bilgilerden, Fransızların yaz boyunca tayını yine değiştirdiklerini öğreniyoruz. Üç
hafta boyunca fasulye yerine konserve yeşillik ve sonra da iki hafta boyunca 50 gram
konserve et yerine yine 50 gram reçel verdiler. Taze et vermeye çalıştılar; kampta,
önerildiği gibi hafta iki kez konserve yerine taze et verilmesini emrettiler. Birliklerde
kasaplar seçildi fakat kısa bir süre sonra bu uygulamaya da son verildi. Eskiden olduğu gibi İstanbul’dan konserveler gelmeye devam etti. Sadece çocuklu veya çocuk
bekleyen kadınların ve 17 yaşa kadar olanların beslenmesi iyileşti; bu grupların iaşesi
işini uluslararası Kızıl Haç Örgütü devraldı.45 Ekim 1921 kararıyla ise Fransız komutanlığı, yapılan tayın yardımını tamamen durdurdu.
The Orient News’in 20 Ekim 1921 tarihli sayısına göre, Ekim 1921 itibariyle,
Gelibolu’da bakıma muhtaç insan sayısı, 10740’ı asker, 400’ü sivil erkek, 960’ı kadın
ve 300’ü çocuk olmak üzere toplam 12400’dü. Bir de kayıtlı olmayıp, sokak satıcılığı gibi sıradan işler yapıp, geçici olarak ekmek parası kazananlar ve gece sokakta
uyuyanlar vardı. Bunların sayısı da 3000-4000 kadardı. Bu göçmenler genel itibariyle
İngiliz ve Fransız yetkililer, Amerikan Kızıl Haç’ı, Uluslararası Kızıl Haç Örgütü, Rus
Kızıl Haç’ı ve İller Birliğince desteklenmişlerdi. Ancak İngilizler sadece 400 kadar
göçmene, Ağustos’a kadar yardım etmişler, Amerikalılar ve Fransızlar ise 13 Ekim
1921’de yardımlarını durdurmuşlardı. Bu nedenle İstanbul ve çevresindeki kamplarda
olduğu gibi, Gelibolu’daki Rus göçmenlerin durumu da çok zordu.46
Gerek Fransızlar henüz kumanya dağıtımını durdurmadan, gerekse durdurduktan sonra, komutadakiler de dâhil, askeri birliklerdeki herkes, ekstra şeyler için para
ödemek zorunda kaldılar. Yerel halk geçimlerini kısmen bu alışverişlerden sağladılar.
7-8 ay içinde Amerikalılar ve Zemgor’un finansmanı sayesinde şehirde birçok gıda istasyonu açıldı. Ancak buralarda özellikle kadın ve çocuklara yiyecek sağlandı. Askeri
43
44
45
46
Zarnitsı, no 3, 20 Mart 1921
GARF, f. 5809, op. 1, d. 44, list 7.
Zarnitsı, no 23; 25 Eylül 1921.
The Orient News, 20 Ekim 1921.
15
Kezban Acar
birlikler daha çok kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kaldılar. Onlar da, sivil
bazı göçmenler gibi, dönem dönem kendi imkânlarıyla menülerini çeşitlendirmeye
çalıştılar. Örneğin baharda topladıkları kuzukulaklarından veya kırda ve yolda buldukları kaplumbağalardan çorba yaptılar.47
Bazıları ise açlıktan ölmemek için tavşan ve keklik avına çıktılar, balık tutmaya
çalıştılar ama her zaman aradıklarını bulamadılar. Bunların yanı sıra, göçmenlerin
karnını doyurmak için, bölük ve bataryalarda kooperatifler kuruldu ve buralarda yiyecekleri teslim alacak, mutfak için odun hazırlayacak, yemekleri pişirecek ve servis
edecek kişiler tayin edildi. Ancak bu yerlerin işlemesi için sürekli finansman gerekliydi. Bunu sağlamak için genel kasalar oluşturuldu ve herkesin elinde dürbün, giysi
ve değerli eşya ne varsa satıldı; elde edilen para kasalara konuldu. Bütün gelir, genel
kantinler için yağ, un, pirinç vb. gıda ürünleri almak için harcandı. Ayrıca siviller ve
çocuklar için Gelibolu’da Vserossiyskoy Zemskiy Soyuz (Genel Rusya İller Birliği)
hesabına beslenme noktaları açıldı. Amerikan ve Yunan Kızıl Haçları tarafından bazen kadınlara süt tozu, şeker, makarna ve çikolata dağıtıldı. Ancak alınan bu önlemlere rağmen, açlık bazen o kadar ciddi boyutlardaydı ki, bazı göçmenler güherçile bile
yediler.48
Bu kötü beslenme koşullarına ilaveten bir de şehirde ve kampta yaşamı daha da
ağırlaştıran su sorunu vardı. Her şeyden önce su kullanımı çok sınırlıydı. Bunun da
en önemli nedeni, su sıkıntısından ziyade, şehirdeki su tesisatındaki bazı sorunlardı.
Rus göçmenler, bu konuda da bazı iyileştirmeler yaptılar ve hem kendilerinin hem de
Geliboluların su sıkıntısını aşmasına katkıda bulundular:
Kolordunun gelişiyle birlikte 30 yıldır tamir edilmeyen borular bakımdan geçirildi. Seramik üzerine demir ve çelik getirildi ve bunlar zamanla paslandı. Büyük sızıntılardan dolayı tazyik çok zayıf olup, şehrin yüksek kesimleri
susuz kaldı. 15 km deki bütün su ana borusuna sadece bir Türk tesviyeci bakmaktaydı. Sonuçta şehirdeki 45 su borusundan sadece 12’si çalışmaktaydı. Rus
ordu mühendislerinin yardımıyla şehre yönlendirilen kolonlar, borular ve su
rezervleri temizlendi ve yenilendi; Sistemdeki su sızıntısı tamir edildi. Ayrıca
yardımcı su dağıtım sistemi oluşturuldu ve buradan şehirdeki su oranı %30
oranında arttı. Şimdi bir kişiye ortalama bir kova su düşmekteydi.49
Ayrıca Ruslar, kamptaki nehrin kurumasını engellemek için yatağını temizlediler ve güçlendirdiler. Bunun yanı sıra, çevrede 12 küçük kaynak daha buldular ve
bunları özel olarak donatılmış rezervler için kullandılar. 50’den fazla kolon kazdılar.
Böylece, en kurak zamanda bile kampta her bir göçmen için yaklaşık 3 kova suyun
hazır bulunmasını sağladılar.50
47Vladimirov, Vozratite ih na Rodiny, s. 15-16; Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 44.
48 Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 31.
49 Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 31.
50 Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı s. 32.
16
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
Ancak bu iyileştirmelere rağmen, genel olarak kötü barınma ve özellikle beslenme koşulları nedeniyle, kamplarda birçok hastalık baş gösterdi ve bunlardan dolayı
birçok göçmen yaşamını yitirdi. Bunda başlangıçta son derece kısıtlı sağlık ve tedavi imkânlarının da önemli bir rolü vardı. Gelibolu’ya askeri birliklerle sadece Kızıl
Haç’ın 4 nolu hastanesi ve bir de öncü sağlık müfrezesi gelmişti. Birliklerin şehre
tahliyesinden hemen sonra, 13 Kasım’da kıyıya taşınan bu hastane, kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla çok küçüktü. Bu yüzden başlangıçta bulaşıcı hastalığı olanlar veya
olmayanlar hep birlikte, üstelik yatak veya şilte olmadığı için, çıplak zemine yatırıldılar ve buralarda, bir hastalığı olan hastalar; yeni bir hastalık daha kaptılar. Ancak daha
sonra 120 yataklı bir yer, Kızıl Haç’ın 7. koluyla sadece bulaşıcı hastalığı olan bir yere
dönüştürüldü. Buraya kısa sürede 180 hasta geldi ve bunlar da yine yatakları olmadan, giysileriyle birlikte yere yatırıldılar. Aralık’ta, kolordu komutanlığının çabaları
sayesinde, Beyaz Haç hastanesi ve piyade bölüğü reviri açıldı; buraya özellikle tifo ve
tifüs hastalığı olanlar getirildi. Bu hastalıklar o kadar yaygındı ki, bazen bir günde bir
kaç insan birden yaşamını yitiriyordu. I. Lukaş’ın bahsettiği üzere, tifo ve tifüs gibi
hastalıkların nedeni, kamptaki kirli ve killi ırmaktı.51
İller Birliği’nin raporuna göre, Aralık 1920’de Gelibolu kampında, hastanede
yatanların sayısı 317 olup; bunların 150’si tifo, 91’i lekeli humma, 9’u çiçek hastalığından mustaripti. Ayrıca 1000 kadar kişi gribe yakalanmıştı. Bunlardan tifonun ve
Çatalca kamplarında görülen koleranın önlenmesi için aşılar yapıldığı bilinmektedir.52
Bununla birlikte, tifonun Gelibolu’da ve kamplarda Ocak’ta, Mart’ta, Temmuz’da olmak üzere sık sık nüksettiği görülmektedir.53
Ayrıca bir de Gelibolu hastalığı olarak anılmaya başlayan sivrisineklerden mütevellit bir sıtma hastalığı vardı. “Sıtma sivrisineği, Gelibolu gazabı, insanları hemen
yatağa düşürüyordu. İnsanların dudakları kuruyor, gözlerinde ateş yanıyordu. İnsanlar genelde tifodan kurtulamıyorlardı. Salgın hastalığa yakalananların gücü hemen
tükeniyordu.”54 Özel olarak Fransızların göçmenlere verdikleri tayınları sürekli değiştirmesi ve azaltmasından, genel olarak da kıt beslenme şartlarından kaynaklanan
sıtma hastalığı, kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla özellikle 1921 yazında yaygındı.
Bunda Gelibolu’daki insanları halsiz bırakan sıcağın da önemli bir payı vardı.55
Bir de kamplarda kol gezen tüberküloz hastalığı vardı. Arşiv belgelerinde tifo ve
kolera kadar bahsi geçmemesine rağmen, tüberküloz özellikle günlüklerde öne çıkan
bir hastalıktır. Gelibolu’da Kutepov’un komutasındaki I. Kolordu’da yüzbaşı olarak
görev yapan Nikolay Rayevski, Temmuz 1921’de Gelibolu’daki sanatoryuma yaptığı
51
52
53
54
55
Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 38; GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 33.
GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 36-37;
Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 38, Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 39, 87.
Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 36; Zarnitsı, no 2, 20 Şubat 1921, 23.
Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921; Gelibolu Günlüğü, 121.
17
Kezban Acar
ziyarette, bir oda dolusu genç verem hastası gördüğünü yazar. 56 Benzer şekilde Haziran 1921 tarihli sayısında Zarnitsı dergisi, Gelibolu’dakilerin önemli bir yüzdesinin
tüberküloza yakalandığını; bunda diğer hastalıklarda olduğu gibi, açlık sınırındaki
tayınların önemli bir payı olduğunu belirtir. Göçmenler hasta olduktan sonra yatırıldıkları kliniklerde de yetersiz beslenme ile karşı karşıyaydılar. Bu nedenle bazı hastalar, ihtiyaç duydukları yumurta gibi temel gıda maddelerini kendi eşyalarını satarak
alıyorlardı.57 Rus göçmenlerin yanı sıra, Gelibolu’da yaşayan ve Fransız ordusunda,
genellikle göçmen kamplarının korunmasında hizmet eden Senegallilerden bazılarının da vereme yakalandığı görülür.58
Bu olumsuz şartlarda, en azından başlangıçtaki yetersiz sağlık koşullarının da
önemli bir payı vardı. Kırım’dan tahliye edilen kolorduyla birlikte Gelibolu’ya 68
doktor, 250 hemşire ve sağlık memuru gelmişti. Ayrıca kolordudaki birliklerin hepsinin kendi doktoru vardı. Bir de birliklerin tahliyesi sırasında ihtiyaç duyulacak sağlık
kurum ve hizmetlerinin organize edilmesi bağlamında Gelibolu’da oluşturulmuş 1500
yataklı bir sanatoryum vardı. Ancak genel itibariyle, kampta ne giysi, ne elbise, ne
yatak, ne de tıbbi malzemeler ve doktor malzemeleri vardı.59 İşte bu noktada Amerikan Kızıl Haç’ı, Rus Kızıl Haç’ı, Beyaz Haç ve İller Birliği gibi örgüt ve dernekler
devreye girdiler. Aralık’ta Amerikan Kızıl Haç’ı yardıma geldi ve 1920 yılı sonuna
doğru kolorduya birçok malzeme gönderdi. Bunların sonucunda, kolorduda 500 yataklı bölge, 180 yataklı tahliye noktası, 150 yataklı ve 50 yataklı iki bölük kliniği ve
370 yataklı bir hastane oluşturuldu. Ayrıca Nisan başında Rus kolordusuna Amerikan
Kızıl Haç’ından tüberküloz hastaları ve akciğer hastaları için “bir sağlık merkezi”
hediye edildi. Kolordu hastanesini temin etmek dışında, Amerikan Kızıl Haç’ı subayların ve askerlerin eşleri ve çocukları için birçok şey temin etti. Rus Kızıl Haç’ı ise
Gelibolu’da bir hastane, Beyaz Haç ise bir kliniği donattı. Ayrıca her biri 200 yataklı
iki bölük kliniği ve her biri 100 yataklı 2 pansuman odası açtı. Gelibolu’da bu bölük
kliniklerinin açılışına kadar 600 yataklı Yalta ve 200 yataklı “Rumyanistsev” Hastanesi vardı.60 Bunların yanı sıra, Yunan Kızıl Haç’ının gönderdiği “Rumlar” isimli
gemi hastanesi gibi, dışarıdan gelen yardımlar da vardı. Bu hastanenin gelişiyle birlikte hastaların hastalıklarına göre dağılımı yapıldı. Salgın hastalıkları önleyecek bu
tür önlemler, olumlu sonuçlar vermeye başladı.
Bunlar dışında, hijyenle ilgili şartlar iyileştirildi. Şehirde hemen iki banyo yapıldı; bunlardan birinde dezenfeksiyon odası inşa edildi ve buralarda, parazitlerle
mücadele etmek bağlamında her gün 700 kadar insanın sıcak suyla banyo yapması
56 Nikolay Rayevski, Gelibolu Günlüğü: Rus Gözüyle Gelibolu. Zorunlu Bir Gurbetin Öyküsü, çevirmen
Aydın İbrahimov, Nesrin Bayraktar Erten, İstanbul: Ağaç Kitabevi Yayınları, 2009, s. 82.
57 Zarnitsı, no 12, Haziran 1921.
58 Zarnitsı, no 10, 23 Mayıs 1921.
59 Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921; GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 31.
60 Zarnitsı, no 2, 20 Şubat 1921, s. 12; Ryasnyanskii, Gallipoli, s. 8.
18
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
sağlandı. Bazı kamplarda ise alayların kendi çabalarıyla banyo inşasına başlanıldı.61
Yurtlar, askeri hapishaneler, sağlık kontrolü altına konuldu; şehirdeki tuvaletlerin temizlenmesi ve molozun toplanması işi organize edildi.62 Ayrıca Gelibolu da dâhil,
birliklerin bulunduğu kamplarda sağlık bölümleri kuruldu; koğuşlar dezenfekte edildi. Bunun yanı sıra 2 koğuşta bir kükürtlenmiş oda ve bir buharlı oda oluşturuldu.63
Barınma, beslenme ve sağlık konusunda yaşanan bütün bu zorluklara rağmen,
Gelibolu kampları genel itibariyle, en azından dışarıdan bakıldığında, diğer kamplara
göre çok daha organize ve düzenliydi. Özellikle askeri okullarda bu düzen ve intizam çok daha belirgindi. Haziran 1921’de Tekke Camii’nde kalan Kornilov Okulunu
ziyaret eden Nikolay Rayevski, anılarında, öğrencilerin aşırı ciddi, düzenli ve temiz
yüzlerini eleştirmekle birlikte, okuldaki ve okul öğrencilerin süslediği kilisedeki ve
tiyatrodaki düzenden çok etkilendiğini yazar.64 Bunda Kolordu komutanı Kutepov’un
yarattığı, Vrangel’in teşvik ettiği, düzenli ordu psikolojisinin önemli bir payı vardı.
Beyaz Ordu hakkında yazdığı kitapta, Paul Robinson, bu ruhu, Gelibolu’da yaşamış
veya hizmet etmiş Rus gazilerin anlattıklarından yola çıkarak “Gelibolu mucizesi”
olarak tanımlar. Bu mucize psikolojisinin temelinde, zorluklar karşısında, birlik beraberlik ruhu içerisinde ve Rus kültürü ve kimliğini de koruyarak bir şeyler başarmış
olmanın verdiği gurur vardı. Birçoğuna göre, “Gelibolu, Rus ruhunun yeniden doğduğu bir beşikti.” Bu ruhun korunmasında, yaratılmasında, Kutepov’un ve onun 1921
Kasım’ında Gelibolu’dan ayrılmadan önce kurduğu Gelibolular Derneğinin önemli
bir payı vardı.65
General Kutepov, kararlı, disiplinli ama aynı zamanda askerlerine ve subaylarına
güven veren ve onlarda saygı uyandıran bir komutandı.66 Fransa ve diğer müttefikler
Beyaz Ordu’yu resmi olarak kabul etmeseler de, Kutepov, Vrangel ile birlikte, Beyaz
Ordu birliklerine düzenli birlikler muamelesi yapmaya devam etti. Onun korunması
ve muhafazası için disiplin ve askeri eğitimden taviz vermedi. Fransızlar bu ruhu ve
düzenli ordunun yapısını, zaman zaman değiştirdiği, azalttığı ve sonra kestiği tayınlarla dağıtmaya ve zayıflatmaya çalışsa da, çok başarılı olamadılar. Hatta kaynaklarda
görüldüğü üzere, Fransa’nın bu politikası bazı ordu mensuplarında ters etki yarattı ve
ordunun korunması gerektiği yönündeki tavrı ve kararı çok daha güçlendirdi.67
Ordunun birlik ruhunun korunmasında ve güçlenmesinde, Vrangel’in, müttefiklerce resmen tanınmasa da Beyaz Ordu Genel Kurmay Başkanı olarak Aralık 1920’de
ve Şubat 1921’de, Gelibolu kampına yaptığı ziyaretlerin de önemli bir katkısı oldu-
61 Zarnitsı, no 3, 20 Mart 1921, s. 21.
62 Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 39.
63 GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 38.
64Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 79.
65Robinson, The White Russian Army, s. 47.
66 “General Aleksandr’ Pavloviç’ Kutepov’,” Vestnik Obşçestva Gallipolitsev, no 7, 15 ocak 1934, s. 3-4.
67Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 48.
19
Kezban Acar
ğunu belirtmek gerekir. Bu ziyaretlerinde Vrangel, Beyaz Ordu’nun Fransa tarafından
resmen tanınmadığını ama kendisinin ve komutanların, ordunun devamından ve mevcut yapısı ve konumunu korunmasından yana olduklarını belirtti. Ordu’nun geçmişte
çok şey başardığını, gelecekte de başarılı olacağına dair inancının altını çizdi.
Kutepov ve birçok subay ve komutan, ordularını sadece Rus ordusunun bir devamı olarak görmediler, aynı zamanda onu “eski” Rusya’nın bir temsilcisi, vücut bulmuş hali olarak kabul ettiler. Bu yüzden onun devamlılığını sağlamak için birçok yola
başvurdular. Öncelikle yerel halkla ve şehir yetkilileri ile normal ilişkiler kurdular.
Zaten yerli halkın Türk kısmı hem Ruslarla hem de Rumlarla iyi ilişkiler kurmak
zorunda idi. Birincisi; Rumların kontrol bölgesinde yaşamaktaydılar ve bu dönemde ülkeleri Yunanistan’la savaş halindeydi. İkincisi; Türkiye aralarında Rusya’nın da
bulunduğu Antant ülkeleriyle yaptığı savaşı kaybetmişti ve Mustafa Kemal’in de Bolşeviklere sempati duyduğu biliniyordu; bu yüzden Gelibolu Türk halkı Beyazların
gözünde suçluydular. Bu nedenlerden Türk kesimi, kolordunun yerleşimi için evlerin
paylaşımı ricasına olumlu yanıt verdiler ve daha önce bahsedildiği üzere, bazı camileri ve kervansarayları, Rus ordusuna bıraktılar. Rusların davet ettiği kutlamalara ve
merasimlere, temsilcileri aracılığıyla katıldılar.
Nüfusun Ermeni kesimiyle olan ilişkiler ise hem temkinli hem de güven doluydu. Ermeniler çoğu kez Rusları düğünlerine ve değişik aile kutlamalarına çağırdılar. Aynı inançtan olmaları hasebiyle Rus kolordusu komutanını kendi kiliselerindeki
ayinler ve merasimlere davet ettiler. Gelibolu’da yaşayan küçük Yahudi topluluğuyla
olan ilişkiler ise daha önce bahsedildiği üzere tarafsız idi. Bazı Yahudi evlerinde Ruslar yaşıyordu fakat bunlar arasındaki ilişkiler ne düşmanca, ne de dostça idi. Yahudiler, sakin, kendi hallerinde, kendi grupları içinde yaşayan insanlardı. Yerli halkla, bu
genel ve olumlu ilişkilerin kurulmasından sonra, Kutepov ve ekibi, ordunun devamlılığını sağlamak ve birlik ruhunu canlı tutmak için disipline büyük önem verdiler.
Disiplin sağlanmazsa ne olacağını, Rusların hırsızlık, taciz ve fahişeliğe bulaştığı İstanbul’dan iyi bildiklerinden, ilk günden itibaren Gelibolu’daki kamplara garnizonlar yerleştirdiler. Ayrıca karakollar, kontrol noktaları ve askeri okul öğrencilerinden müteşekkil devriyeler oluşturdular. Göçmenlerin şehirde, devriyelerin denetiminde, en azından başlangıçta sadece sabah 7.00’den akşam 19.00’a kadar dolaşmasına
izin verdiler. Kamplardan şehre girmek için izin belgesi alınmasını zorunlu tuttular.
Karakollar ve kontrol noktaları, sadece ordu mensupları arasında değil, yerel otoritelerin izniyle, sivil halkın arasındaki düzeni ve asayişi de sağladılar. Bunların yetmediği durumlar için üç askeri hapishane açtılar. Bunlardan biri, disiplin cezaları için;
ikincisi, komutanlık tarafından kontrol edilen geçişler için, üçüncüsü ise mahkeme
kararıyla cezalandırılanlar içindi.68
Genel olarak kolorduda adalet, kolordu mahkemesi tarafından temin edildi ve
özellikle önemli suçlar seyyar askeri mahkemelerce görüldü. Hiçbir suç, mahkeme
68 Karpov, Krım, Gallipoli,Balkanı, s. 43.
20
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
kararı olmaksızın cezalandırılmadı. Bu mahkemelerde hukuk eğitimi almış ve bu
mahkemelerde doğa yasalarına uygun görüşmeleri garanti eden üyeler görev yaptı.
Bir subay tarafından diğer bir subaya yönelik onur kırıcı suçlar, alay, bölük ve kolordu
şeref mahkemelerine yönlendirildi.69
Subayların disiplinine özel bir ilgi gösterildi. Bunun bir takım kendine has nedenleri vardı. İç Savaş sırasında bir subayın emri altında epey bir asker varken; şimdi
asker sayısı subay sayısından fazlaydı. Bu yüzden öncelikle emri altında astları olmayan ve erlerin arasında yer alan subayların durumunu düzenlemek gerekiyordu. Bunlar arasında yaşları epey ilerlemiş olanların sayısı oldukça fazlaydı. Ayrıca aralarında
“ceza almaya meraklı” komutanlar da vardı. Bunların önüne geçmek için, örnek teşkil
edecek; hiçbir tüzükle bağdaşmayan, tutuklama, tayın vermeme, şehirde yer seçimini
kararlaştırma vs. gibi bir takım cezalar da uygulandı. Bu yüzden sık sık çatışmalar
yaşandı. Bununla ilgili genel olarak birliklerde karşılıklı ilişkileri düzenleyen birkaç
emir yayınlandı. Vrangel, ilişkilerdeki sorunları birkaç kez gündeme getiren Kolordu
komutanı E. V. Ekkom’un gözlemlerine istinaden, 27 Nisan 1921’de bir bildiri yayınladı. Vrangel, bildirisinde, bu aşırılıklara “bir defalığına ve son kez olmak üzere”
nokta konulmasını istedi. Bildiriye göre, müfrezelerin ve bölüklerin komutanları ve
başçavuşlar, sadece sözlü olarak yapılan konuşmaları ve gözlemleri açıklama hakkına
sahiptiler. Ev hapsi cezası verme hakkı ise sadece bölüklerin yaşlı subayları ve bölük
komutanlarına; tutuklama ve sert tutuklama hakkı ise sadece üst düzey komutanlara
aitti.70
Kaynaklardan yola çıkarak, disiplin ve cezalandırma işinin ileriki dönemlerde,
özellikle Fransa’nın başlattığı terhis ve göç kampanyasından etkilenenlerin MayısHaziran 1921 gibi ordudan ayrılmak istemesiyle birlikte arttığını belirtmek gerekir.
Rayevski, Gelibolu Günlüğü’nde, hapishane sayısının üç değil, dört olduğunu ve cezaların önemli bir kısmının şehirde geç saatlerde dolaşanlara verildiğini belirtir. Hatta
bunun da “komik” bir biçimde kategorize edildiğini; saat 23.00’den sonra yanında
bir kadın olmadan, amaçsız biçimde dolaşanlara üç gün; yanında bir kadınla dolaşanlara beş gün hapis cezası verildiğini; sıra dışı durumlarda ise 15 güne kadar hapis
uygulamasının olduğunu yazar. Bazı uç durumlarda, örneğin orduya ve komutanlara
küfretmek gibi suçlarda ise idam cezası bile verildiğini belirtir. Rayevski’ye göre,
eskiden mevcut olan “soylu özgürlüklerin” bir kısmı kaldırılmıştı; subaylar eskiden
kamplarda, Temmuz’un sıcağında, pijamalarla dolaşabiliyorken, bu artık yasaktı.71
Bu tür disiplin ve ceza içeren uygulamalar dışında, birlik ve beraberlik ruhunu aşılamak için Kutepov ve ekibi, aynı zamanda hem ordu kimliğinin hem “askeri
onurun” bir parçası olan askeri üniforma işine önem verdiler. Özellikle havaların ısınmasıyla birlikte üniformalarda değişiklikler yaptılar. Kampta yaşayan birlikler, Ame-
69 Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921.
70 Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 44.
71 Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 77, 79 ve 81.
21
Kezban Acar
rikan Kızıl Haç’ının sağladığı malzemeleri, kendi el hünerleriyle birleştirip kolorduya askeri bir görünüm kazandırdılar. Amerikan Kızıl Haç’ının hediyesi olan hasta
gömleklerinden ve pijamalarından, beyaz gömlekler diktiler. Elbiselerin bir kısmını
şalvarlara dönüştürdüler. Kısa süre sonra renkli şapkalar, beyaz kemerler ve düzgün
giysili hanımlar görülmeye başlandı. Belçika kralının Rus göçmenler için verdiği
hediyeleri sunmak amacıyla Gelibolu’ya gelen ve burada haftalarca kalan Belçika
Ruslara Yardım Komitesi temsilcisi, aynı zamanda Belçika kralının yaveri Binbaşı
Ruver,’ bunu notlarında şöyle ifade eder: “Gelibolu’da hüküm süren disiplin, düzen
ve organizasyondan çok etkilendim. Gelibolu’da kampta her yer çok temiz. Giysi ve
elbiselerdeki yetersizliğe rağmen insanlar derli toplu görünmeye; kadınlar hiç yoktan kendilerine elbise dikmeye ve kendilerini beğendirmeye çalışıyorlar.” Ağustos’ta
kolorduya ilave araç-gereç gönderildi ancak hâlâ palto, iş ceketi, şalvar ve şapka gibi
şeylere ihtiyaç vardı. Genel olarak gönderilen yardım çok azdı fakat bu bile kolordunun 1920 ve 1921 kışından çok daha iyi giyinmesini sağlamaya yetti.72
Ayrıca kolordu ileri gelenleri, askeri birliklerin düzenini ve espirit de corps için
eğitim meselesine önem verdiler. Gelibolu’da 6 askeri okul ve Sergiyevski, Konstantinovski, Kornilovski, Alekseyevski ve daha küçük komutanlara ithafen açılan 14
subay okulu vardı.73 Bir de ortaöğretim ve ilköğretim okulları ve okul öncesi eğitim
veren okullar bulunmaktaydı. Gelibolu kampında kalmış subaylardan biri olan İvan
Lukaş’a göre, bu okullardakilerle birlikte Gelibolu’daki toplam öğrenci sayısı 6000
kadardı.74 Bunlardan Aleksandrovski ve Kornilovski Piyade Askeri Okulundaki 303
askeri öğrenci 1 Temmuz’da okullarından mezun oldular.75 Bu olumlu gelişmelere
karşın, okullarda bazı sorunlar vardı. Genel olarak askeri okullardaki en büyük sorun,
ders kitaplarının olmamasıydı.76 Ayrıca açılacak kurslar için ne bina ne de para vardı. Buna rağmen, okullarda öğrencilere askeri-teknik bilgilerin yanı sıra, matematik,
fizik gibi dersler verilmekteydi. Soğuk ve açlık yüzünden bazı öğrenciler bu dersleri takip edemeseler de, genel olarak bu okullar ve buralarda verilen eğitim ordunun
varlığını ve ruhunu koruması açısından önemliydi.77 Bunların yanı sıra, kamplarda
yabancı dil eğitimi veriliyordu. Gelibolu Günlüğünde Rayevski, yabancılara cüzi bir
ücret karşılığında, kamptakilere ise ücretsiz olarak Fransızca dersleri verdiğinden ve
aynı zamanda kendisinin de Genel Rusya İller Birliği tarafından açılan İngilizce dil
kursuna gittiğinden ve bu sayede İngilizcesini geliştirdiğinden bahseder.78 Dil kursları
dışında, 1921 yazında açılan, kolordudaki subayları sivil ve askeri hayatta idarecilik
görevine hazırlayacak “idari” kurslar da vardı.79
72 Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921, s. 15.
73 Ryasnyanskii, Gallipoli, s. 13.
74 “Gallipoli,” s. 21.
75 GARF, f. 5809, op. 1, d. 87, list 2-3; Zarnitsı, no 3, 20 Mart 1921, s. 21; Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921.
76 Zarnitsı, no 12, Haziran 1921, s. 14.
77Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 28.
78 Zarnitsı, no 3, 20 Mart 1921; Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 23, 27; 83.
79 Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921.
22
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
Bunlar dışında, belli kişilerin görevlendirildiği, üyeleri olan “sözlü gazeteler”
aracılığıyla, daha çok orduyu ilgilendirecek konularda sunumlar yapılmakta, bilgiler
verilmekte; ücretsiz okumalar yapılmaktaydı. Ayrıca Gelibolu’da bir de kütüphane
vardı. Buraya İller Birliği Başkanı B. K. Krayeviç tarafından önemli bir kitap koleksiyonu sağlandı80 ancak buradaki kitapların sayısı çok fazla değildi. Bu konudaki
eksikliği gidermek için yardım kuruluşları veya bazı dernek ve kurumlar devreye girdiler. Örneğin, İller Birliği’nin Aralık 1920 tarihli raporuna göre, Gelibolu’ya Tiyatro kütüphanesinden 52 Türk Lirası değerinde bazı kitaplar gönderildi.81 Nisan 1921
itibariyle İller Birliği kütüphanesindeki kitap sayısı 50 idi.82 Bunlar arasında, Charles
Darwin’in Türlerin Kökenleri, Eric Ludendorff’un Savaş Hatıralarım isimli eserleri
bulunmaktaydı; ayrıca şehir kütüphanesinde yabancı dillere ait birçok sözlük vardı.83
Resim 6: Gelibolu’daki Rus Lisesi (1921)
Kaynak: GARF, f. 5881, op. 1, d. 272.
Kitapların dışında kütüphanelerde ve genel olarak kamplarda bazı gazete ve dergiler de bulunmaktaydı. Bunlardan biri “Ogni” (Ateş) isminde, kampın ihtiyaçlarına
80 Zarnitsı, no 3, 20 Mart 1921; Sözlü gazeteler için bkz. Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 46, 99, 111.
81 GARF, f. 5809, op. 1, d. 4, list 20.
82 Zarnitsı, no 5, 3-10 Nisan 1921.
83Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 83, 96, 115.
23
Kezban Acar
hizmet etmek amacıyla bizzat kampta basılan, günlük bir gazeteydi. Derginin finansmanını Gelibolu’daki İller Birliği sağlıyordu. Özellikle birliğin başkanı Krayeviç’in
desteği söz konusuydu. Ancak o ayrıldıktan sonra yerine bakan yardımcısı Pukhal’ski,
gazetenin baskılarını inceledi ve baskılardan birinde Paris’teki Kurucu meclisin konferans üyeleri aleyhinde yazılar yazıldığını ileri sürdü ve editörden bunların değiştirilmesi istedi. Bu isteğine olumlu bir cevap alamayınca, gazeteyi kapattı.84
Kendi gazeteleri dışında, Gelibolu kampında yaşayanların yurt dışından getirilen veya gönderilen birçok gazete ve dergiyi okumaları da mümkündü. Örneğin, İller
Birliği’nin 20 Aralık 1920 tarihli toplantı tutanağına göre, hastanelere ve Gelibolu’daki de dâhil askeri kamplara her gün Giysuar Press’ den 500, Obşçago Dela (Genel
İşler)’dan 250; Bosfor (Boğaziçi)’dan 500, İstanbul’dan 50 adet gönderilmekteydi.
Ayrıca, İller Birliği’nin, editörler aracılığıyla Rul’ (Dümen) ve Posledniya Novosti
(Son Haberler) isimli gazetelerin kamplara gönderilmesi için girişimler de bulunduğu
bilinmektedir.85 Yukarıdaki gazeteler dışında, Gelibolu’daki göçmenler, başka ülkelerde yaşayan Ruslar aracılığıyla Berlin merkezli Rule, Deste Temps veya ABD’de
basılan New York Times gibi gazetelerin kopyalarına da ulaşabiliyorlardı.86 Ayrıca kolordudakiler, dünyanın her yerinden, Amerika, Çin ve Batı Avrupa’dan, Rus gazeteleri
alıyorlardı. Gazeteler dış dünyayla bağlantı sağlayan araçlardan biriydi. Ama kuşkusuz tek araç değildi. Bir de kolordunun genelkurmayında, Sovyet radyosunu çeken
bir radyo istasyonu vardı.87 Bütün bunlar, gerek Sovyet Rusya’da gerekse dünyanın
değişik yerlerinde ortaya çıkan gelişmeler konusunda bilgi edinilmesinde etkiliydi.
Gelibolulular kampta, gazete dışında, luç (ışık), süvari birliğinin çıkardığı Razvey gore v golom’ pole ve Markovski Alayının çıkardığı izgoy gibi bazı dergiler de
okumaktaydılar. Bunlar daktilo ile yazılmakta ve sayfaları birbirlerine sulu boya ile
yapıştırılmaktaydı. Ayrıca kurşun kalem ile yazılmış onlarca dergi vardı. Bu dergilerden, yukarıda bahsi geçen son ikisi daha sonra birleştirilip, Kolordu Sbornik’i (Kolordu Hikâyeleri) oluşturdular. Bu dergi, Leipzig’de basılmaktaydı; ilk sayısında, resimli
sayfalarda, Gelibolulu sanatçıların eserlerini sundu.88 Bir de radyo gazetesi vardı. Burada görev alan subaylar, bir anlamda kamptakilere basın özetlerini sunmaktaydılar.
Esasen, sanat, gerek resim gerekse tiyatro şeklinde Gelibolu’daki kamp hayatının önemli bir parçası idi. Kolordu Sbornik’te resimleri yayınlanan sergi dışında, bizzat Gelibolular için açılan, askeri okul öğrencilerinin yaptığı resimlerden oluşan sergiler de vardı.89 Bunun yanı sıra, 18 Haziran’da, Gelibolu’ya gelen Barones Vrangel’in
ev sahipliği yaptığı bir zanaat ve sanat sergisi de açıldı. “Sergilenen ürünler açısın-
84 Zarnitsı, no 8, 30 Nisan-7 Mayıs 1921, s. 10.
85 GARF, f. 5809, op. 1, d. 4, list 20.
86Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 39, 53, 62.
87 Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos,1921.
88 Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921; Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 83; Sergeyevskii, “Gallipoli,” s. 37-38.
89Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 91.
24
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
dan çok büyük olmayan bu sergideki bazı ürünler, şaheser niteliğindeydi. Sergilenen
ürünlerin neredeyse yarısını Amerikan Kızıl Haç temsilcisi Binbaşı Davidson ve bir
kısmını da Barones Vrangel satın aldı.”90
Edebiyat, basın ve resmin yanı sıra, Gelibolu kampında hem ordu ruhunu korumaya hizmet eden hem de sıkıcı ve monoton kamp hayatından çıkılmasına yardım
eden tiyatrolar vardı. Temmuz 1921 itibariyle kolordudaki tiyatro sayısı 6 idi. Bunlar
kamp tiyatrosu, kent tiyatrosu, Drozdov, Markov, Kornilov ve Aleksiyev tiyatrolarıydı. Bunlardan bazıları, özellikle Markov ve Drozdov tiyatroları genellikle hep doluydu. Drozdov tiyatrosu ise, kamptaki ilk minyatür tiyatro gösterisini sunmasıyla
ünlüydü. Kornilov Okulu’nun ise dekorları ve sahnesi bizzat öğrenciler tarafından
hazırlanan ve boyanan bir tiyatrosu vardı.91 Tiyatro vb. sanatsal faaliyetleri organize
etmek için Gelibolu’da sanatçılar tarafından “sanatçı atölye”si kuruldu. Rus tiyatrolarının oyunlarına bir kez bile gelmeyen Rumlar, kendi tiyatro kulüplerini kurdular ve
bu kulüpte Rus sanatçılar ve kolordu korosu başarılı işlere imza attılar. Ancak 1921
Temmuzunda kent tiyatrosunun ekonomik zorluklar sebebiyle kapandığı bilinmektedir.92
Resim 7: Gelibolu Tiyatrosu
Kaynak: http://www.gallipoli.fr/
90 Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921.
91Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 78, 113.
92 Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921.
25
Kezban Acar
Gelibolu kampının kültürel faaliyetleri arasında ayrıca, tarih ve arkeolojiyle ilgili çalışmalar da vardı. Bunda, kampın bulunduğu yerin tarihi ve arkeolojik açıdan ve
birçok yönden zengin olmasının önemli bir payı vardı. Kaynaklardan burada “Tarihi
Sevenler Derneği” ve “Arkeolojiyi Sevenler Derneği’nin kurulduğunu öğrenmekteyiz. Bunlardan ikincisinin, masrafları İller Birliğince karşılanmak üzere, Lâpseki’ye,
“Elikura”nın anavatanına iki gezi düzenlediği; gezi sırasında yerli halktan bazı eski
paralar satın aldığı, ayrıca şehirdeki tek eski Rum Ortodoks Kilisesini ziyaret ettiği
bilinmektedir.93 Arkeolojiyi Seveler Derneği’nin bazı üyeleri ise “denizin kıyısında
bulunan, küçük bir limanın girişiyle üstü örtülen eski bir kulenin araştırılması işini”
yapmışlar; araştırma sırasında kulenin duvarları üzerindeki yazılardan yola çıkarak
buraya bir zamanlar Zaporojnilerin hapsedildiği bilgisine ulaşmışlardır. Ayrıca arkeologlar, ziyaret ettikleri bir Rum mezarlığında ve Gelibolu’nun çevresinde Slavca, Rumca ve Ermenice yazıların olduğu birçok mezar taşına ulaşmışlardır.94 Bunlar dışında Gelibolu kampında fotoğrafçılıkla ilgilenenler olduğu görülür. Esasen,
Karpov’un verdiği bilgilere göre, fotoğraf makinelerini bizzat Rus göçmenlerin kendileri yapmışlardır. Bunun için İstanbul’daki bir pazardan bir objektif satın almışlar,
onu kutudan yapılmış tahta, konserve kutularından yapılmış sacın içine oturtarak, ilk
fotoğraf makinelerini oluşturmuşlardır. Bu makineyle 20 Şubat 1921’de ilk çekimlerini yapmışlardır. Yazara göre bu “ilkel” fotoğraf makinesi, daha sonra objektifli
Yerneman makinesine dönüşmüştür.95 Bütün bunlar, Gelibolu’daki Rusların eğitim ve
kültür seviyesini göstermesi açısından son derece önemlidir.
Gelibolu’daki Rusların hem kültüründe hem de birlik ruhunda önemli bir yer
tutan bir diğer konu din, bir diğer kurum ise kiliseydi. Bununla birlikte, kampı ziyarete gelen Piskopos Venyamin’e göre, ilk başta, kamplardaki durum, dini açıdan hiç
de olumlu değildi.
Ona göre “ordunun neredeyse hiç dini inancı yoktu” ve “beyaz fikri”
de görüldüğü kadarıyla çelişki doluydu.” Ona göre ordu beyaz değil, griydi.
Bunda Kilisenin de etkisi vardı. Metropolit Venyamin bunu şöyle açıklar: “Piskoposluğun tüm temsilcileri Beyaz harekete katılmadı. Birincisi, Rus Ortodoks
Kilisesi lideri Tihon Beyaz hareketi kutsamadı. Kilisenin hangi tarafı tuttuğunu
göstermesi gerektiğine dair görüşe katılmadı. İkincisi; kilise üyeleri Beyazlara
yardım ettikleri için müthiş bir zorbalıkla karşı karşıya kaldılar. Üçüncüsü; Ortodoksluk ruhuyla muhafazakâr görüşleri arasında; Beyaz Ordu’ya katılanlar
arasında bir birlik yoktu. Beyazlara destek verenlerin çoğu, ilerici görüşlere
sahiptiler.
Şimdi durum değişikti. Yerel Rum Metropoliti Konstantin’in izniyle kendi
din adamlarına sahip askeri birliklerin gelişiyle birlikte Gelibolu kilisesindeki
Rusların hizmeti tamamlandı; bölgedeki her askeri birlik çadırlarından birisini
93 Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921.
94 Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921, s. 15.
95 Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 41.
26
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
kilise yaptı. Eğer çadır yeterli değilse, sadece atlar için örtü yapıldı. Sonra
demiryolu raylarından ve mermi kovanlarından çanlar yapıldı. Sonuç olarak,
bütün bunlar ilkel bir görüntüye sahipti fakat evi hatırlatan bir hali vardı.96
S. Ryasnyanski’nin aktardığı üzere, Gelibolu’daki Rus göçmenler ayinlerini ilk
başta Rum Ortodoks kiliselerinde yaptılar, daha sonra şehirde ve kamptaki alaylarda
toplam 7 kilise inşa ettiler. “Kiliselerin içini inşa etmek çok zordu. İkonastaslar—
ikonların konulduğu yerler—elbiselerden yapıldı ve ikonların üzerine Rus sanatçılar
tarafından yazılar yazıldı. Kutulardan mihrap ve sunaklar yapıldı. Konserve kutularından ve diğer tenekelerden kilise için gereken diğer malzemeler yapıldı. Kiliselerden
birinin büyük bir çanı bile vardı.”97
Kiliselerde kilise korosu dışında, yine göçmenlerin yaptığı ve boyadığı birçok
ikon vardı. Özellikle paskalya törenleri, hem süslemeleri itibariyle, hem de Ruslara
verdiği ruh ve duygu itibariyle son derece önemliydi. Bu törenlerden biri, Zarnitsı’da
aktarıldığı kadarıyla son derece görkemli ve gösterişliydi:
Sabah erkenden şehirdeki, istihkâmın çabalarıyla tören alanının hazırlandığı futbol sahasına gittik. Dua edenler açık havada, mavi gökyüzünün altında ayakta durdular.
Bütün süslemeler, yeşilliklerle yapıldı. Uzun direklerin üzeri dallarla,
budaklarla sarıldı, parlak ışıklı meşaleler neredeyse bütünüyle Rusların doldurduğu alanın tamamını aydınlattı. Hava harikuladeydi. Bir yaprak bile kımıldamıyordu. Dua edenlerin ellerindeki ışıklar parlak bir biçimde yanıyordu.
Çok hoş bir şarkı yankılandı ve bunu duyan yerli halk, duvarlara, pencerelere
ve balkonlara adeta yapıştılar. Hayatımda ilk kez bu kadar heyecan verici bir
ayine tanık oldum. Birçoğunun gözünde yaş vardı. Bu merasim herkese anavatan Rusya’yı hatırlatmıştı. 98
Bu törenlerin, alıntıda da görüldüğü üzere, “Rusluk” duygusuna önemli bir katkısı vardı. Bu ruhun, Kutepov’un önerisi ve girişimiyle, 1854-1855 Kırım Savaşı sırasında Rus savaş esirlerinin ve daha öncesinden Zaraprojni Kossaklarının defnedildiği
Gelibolu’daki Rus askeri mezarlığının, bir anıt mezara dönüştürülmesiyle ölümsüzleştirildiği görülür.
Zarnitsı’nın 7 Ağustos 1921 tarihli sayısında verdiği bilgiye göre, bu anıt için
Rus kolordusunun generallerin, subaylarının ve askerlerinin ve asker-mimarlarının
ve heykeltıraşlarının omuzlarında, kamptan 7-8 km. uzaklıktaki alana 28.000 taş taşındı.99 Anıt mezar, yerli halkın, Fransızların ve Rus birliklerinin ve göçmenlerinin
katılımıyla 16 Temmuz 1921’de açıldı. Yerel araştırmacı Mehmet İrdesel’in verdiği
96 Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 44-45.
97 Ryasnyanskii, Gallipoli, s. 13; kilise için yapılan süslemeler hakkında daha fazla bilgi için bkz. Zarnitsı, no 12, Haziran 1921.
98 Zarnitsı, no 12, Haziran 1921, s. 12.
99 Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos Haziran 1921, s. 14.
27
Kezban Acar
bilgilere göre, bu anıt mezarlığa Gelibolu’dan ayrılışlarına kadar Rus göçmenlerden
255 kişi gömülmüştür. Ruslar kamptan ayrılırken bu anıt mezarı yerli halktan İsak
İsan adında bir Türk bekçiye emanet etmişlerdir. Ancak anıt 1949 depreminde tamamen yıkılmıştır.100 Bugün bu anıtın yerinde, Rus büyükelçiliğinin girişimi ve desteğiyle yapılmış, 17 Mayıs 2008’de açılmış bir anıt-müze bulunmaktadır.
Resim 8: Gelibolu Anıtının 16 Temmuz 1921’de Açılışı
Kaynak: http://www.gallipoli.fr/
Ancak, Rus ordusunun birliğini veya bütünlüğünü korumak bağlamında asıl
belirleyici olan etken, Rus Genelkurmayının Fransa ile olan ilişkileriydi. Daha önce
bahsedildiği üzere, Vrangel, ordunun muhafaza edilmesi konusundaki ısrarı yüzünden Fransa ile ters düşmüş; ancak yapılan anlaşmaya binaen Fransızlar, resmi olarak
tanımasalar da, Gelibolu’daki ve diğer askeri kamplardaki Rus göçmenlere, özellikle
askeri birliklere tayın konusunda destek olmuşlardı. Ancak gerek tayınla ilgili durum,
gerekse Fransız-Vrangel arasındaki ilişkiler 1921 baharından itibaren bozulmaya başladı. Bu tarihte Fransız komutanlığı, masrafların, el konulan Rus askeri malzemeleri
ve gemilerinin değerinden çok daha fazla olduğunu ileri sürerek, kısa bir süre sonra tayın dağıtımını durduracağını bildirdi. Her ne kadar bu konu, tayın miktarında yapılan
değişikliklerle birlikte Ekim 1921’e kadar sürdü ise de, Fransızlar 1921 baharından
itibaren ordunun dağılması için yoğun bir propaganda faaliyeti başlattılar. Bu kampanya çerçevesinde başka ülkelere göçü özendirici broşür ve bildiri dağıttılar. Bunlara
kısa sürede söylentiler eklendi. Örneğin Brezilya’ya gidenlere boğa ve toprak veri-
100Mehmet İrdesel, Fotoğraflarla ve Belgelerle Gelibolu Tarihi (Gelibolu), s. 198.
28
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
leceği; Bulgaristan’ın gidenlere ayda 100 leva vereceği, mültecilerin Bulgaristan’ın
diğer ülkelerle olan silahlı anlaşmazlıklarına katılmayacağı, ancak olağanüstü toplumsal felaketlerde rol alacağı konuşulmaktaydı.101 Bunların bazı göçmenler üzerinde
etkili olduğu muhakkaktır. Ama Rus göçmenleri kampı terk etmeye ve başka ülkelere
iten asıl neden, kamplardaki ekonomik durumun iyi olmamasıydı.
Fransızların aktardığı bilgilere göre Gelibolu’da 26. 000 işsiz Rus göçmen vardı. Her ne kadar Temmuz sonu itibariyle subaylara ayda 2 lira, askerlere ise 1 lira
verilse de, askeri birliklerin ve sivil göçmenlerin ekonomik durumu çok kötüydü. Bununla birlikte, özellikle kolordu bürokratlarının ekonomik alışveriş anlamında yerli
halka büyük bir katkısı olduğu ve bunların ekonomik harcamalar için temin edilen
paranın—ki bu aylık 40.000-60.000 liraya tekabül ediyordu-- önemli bir kısmını Geliboluların cebine bıraktıkları; hatta bu dönemde yapılan alışveriş sonucu, yerli halktan
bazılarının çok zengin oldukları bilinmektedir. Bu nedenle kolordu bürokratları, ordu
mensuplarını bir kazanç kapısı gibi gören ve çok fazla para harcanmasına neden olan
alışverişlerde yerel tüccarların ve dükkân sahiplerinin iştahını sınırlamak için kolordu
genelinde, eski Rusya’daki ekonomik topluluklar örneğinde bir “askeri kooperatif”
kurdular. Askeri personelin buralardan ihtiyaçlarını çok daha makul fiyatlarda temin
etmesini sağlamaya çalıştılar.102
Bu alınan önlemlere, dağıtılan düzenli-düzensiz tayına ve 1921 yazından itibaren verilen 1-2 liralık aylığa rağmen, asker ve subaylar ekonomik anlamda hâlâ zor
durumdaydılar. İşte, bu aşamada, Fransızların yaptığı “sivil statüsüne geçin, kamptan ayrılın” çağrısı ve kampanyası yavaş yavaş etkisini göstermeye başladı. Sayıları
1000’i bulan bir grup göçmen, daha Şubat-Mart aylarında kamptan ayrıldı; ancak
bunlar hayal ettikleri ülkeyi ve işi bulamayınca geri döndüler. Dışarıdaki yaşamın en
olumsuz tarafı, kamptaki kıt kanaat ama belirli yaşama karşın, belirsizliklerle ve soru
işaretleriyle dolu olmasıydı. O yüzden gidenlerden geri gelenler olduğu gibi, sivillerden gelip kampa yazılanlar da oluyordu. Örneğin Şubat’ın sonunda 400 kişilik bir
grup Gelibolu’ya gelerek, askeri birliklere yazıldılar.103 Gelibolu’da kamplarda kalma eğilimi Mayıs 1921’de hâlâ güçlüydü. Zarnitsı, 23 Mayıs 1921 tarihli sayısında,
Fransızların coşkulu bir şekilde sağa sola astıkları, şimdiye kadar Rus göçmenler için
200 milyon Frank para harcadıklarına dair bilgiler içeren afişlere ve kampları terk
edip, başka ülkelere gidin yönündeki çağrısına rağmen, kampta hayatın eskisi gibi
akıp gittiğini yazar. Dergiye göre, Rus komutanlığının otoritesi önceden olduğu gibi
hâlâ çok güçlüydü ve emirleri birlikler tarafından yerine getirilmekteydi. Herkes hâlâ
Genelkurmay Başkanlığının istediği gibi davranmakta ve sadece ona güvenmekteydi.
“Aşağıdakileri” komutaya karşı tahrik denemeleri de bizzat ‘aşağıdakilerden’ tepki
çekmekteydi çünkü Gelibolu’daki birlikler dikkat çekici şekilde disiplinliydiler.”104
101Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 51, 109.
102Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921, s. 15; Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921.
103Zarnitsı, no 3, 20 Mart 1921.
104Zarnitsı, no 10, 23 Mayıs 1921, s. 11.
29
Kezban Acar
Ancak bu disiplinin sadece, derginin idealize ettiği gibi, komutanlara güvenden gelmediğini görmek, daha önce bahsi geçtiği üzere, bunda suç ve ceza uygulamasının da
önemli bir payı olduğunu hatırlatmak gerekir.
Resim 9: Gelibolu Kampı. Sırbistan’a Giden Birlikler
Kaynak: A. Zubarev, Russkaya Armiya i Flot v İzgnanii (1920-1923 gody)
(Sevastopol’: spd Bakulin, 2007), 62.
Resim 10: Gelibolu Kampı: İş İçin Bulgaristan’a Gitmek Üzere Gemilere Biniş
Kaynak: GARF; f. 5881, op. 1, d. 272.
30
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
Kaldı ki, 1921 Yazında artan, çok daha önce başlayan yer yer dağılmalar söz konusuydu. Bunda kamptaki olumsuz yaşam koşullarının ve kısmen Fransızların kampanyalarının önemli bir etkisi vardı. 15 Mayıs 1921’de Berlin’den İstanbul’a gelen
Sovyet Rusya adına görevli resmi kuryenin raporuna göre Gelibolu’da 8000’i sivil,
25.000’i kamplarda hâlâ 33.000; Çatalca kamplarında 22.000; bütün Osmanlı toprakları genelinde ise 99.210 kişi bulunmaktaydı.105 Diğer bir ifadeyle, Mayıs 1921’de
Osmanlı topraklarında hâlâ 55.000 askeri personel; yaklaşık 44.000 kadar da sivil Rus
göçmen bulunmaktaydı.
Rus komutanlığının 16 Kasım 1921 tarihli raporuna göre ise Gelibolu’da
24.885’i erkek, 1.354’ü kadın, 246’sı çocuk toplam 26.485 kişi vardı. Fransız Ordu
komutanlığına göre bu rakam 28.183 idi.106 Eğer bu rakamlara bakılırsa, Mayıs
1921’den Kasım 1921’e kadar Gelibolu’dan göç edenlerin toplam sayısı, Rus komutanlığı verilerine göre, yaklaşık 8.500 kişi, Fransız komutanlığı verilerine göre ise
yaklaşık 7.000 kişiydi. Oysa başka bir kaynakta, Eylül 1921’de Gelibolu’da kalan
göçmen sayısı,12.000’i subay ve asker ve yaklaşık 600’ü kadın ve çocuk olmak üzere
toplam 12600 kişi olarak belirtilir.107 Bu son rakamın doğru olması çok daha muhtemeldir çünkü farklı kaynaklar Gelibolu’daki birliklerin önemli bir kısmının AğustosEylül aylarında Gelibolu’yu terk ettiğini belirtirler.
Bunlardan süvari bölüğü 1921 Ağustosunda Yugoslavya’ya gitti. Brezilya,
Madagaskar ve diğer “egzotik” ülkelere gidenlerin ve aralarında “gaziler ve diğer
saygıdeğer kişilerin de yer aldığı” göçmenlerin sayısı 4.000 idi.108 Ağustos sonunda
ve Eylül başında ise son dalga süvari birlikleri; Drozdovski ve Alekseyevski Piyade
Alayları ve Topçu Birliği ayrıldı. Bunlar “Reşit paşa” gemisiyle Bulgaristan’a gittiler.
Yine Ağustos’un sonunda 4.366 kişilik süvari birliği, iki aşamalı olarak deniz yoluyla
Sırbistan’a gitti. 18 Aralık 1921’de, General Binbaşı Martynov’un komutasındaki 200
kişilik bölük dışında Gelibolu’daki herkes ayrıldı. Onlar da son göçmenleri almaya
gelen “Ak Deniz” isimli gemide yer olmadığı için kaldılar ve yaşadıkları Gelibolu’dan
1923’te ayrılarak Yugoslavya’ya gittiler.109
Sonuç olarak, Gelibolu, Beyaz Rus Ordusu’nun hayatta kalma serüvenine şahitlik etmesi açısından çok önemlidir. Aynı zamanda, 1921’de başlayıp 1923’te biten
Gelibolu tecrübesi, kaynaklardan görüldüğü kadarıyla sadece orada yaşayan Rus mülteciler için değil, Gelibolu için de son derece mühimdir. Hayatta kalmaya çalışan Rus
mülteciler, sadece bunu başarmamış, aynı zamanda kalabalık sayılarıyla ve inşa ettikleri su sistemi, dekovil hattı vs. ile Gelibolu’nun ekonomisine ve çehresine canlılık
getirmişler, şehre hemen her anlamda olumlu katkılarda bulunmuşlardır. Bu yüzden
Gelibolu’da Ruslar konusu sadece Rusya tarihi açısından değil, Gelibolu’nun yerel
tarihi açısından da hiç kuşkusuz büyük öneme sahiptir.
105RGVİA f. 7, op. 2, d. 734, list 9.
106GARF, f. 5809, op. 1, d. 87, list 1
107Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921, 15.
108Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921.
109Ryasnyanskii, Gallipoli, s. 17-18; Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921, s. 15.
31
Kezban Acar
Kaynakça
Arşiv Kaynakları
RGVİA (Rossiyskiy Gosudarstvennıy Voenno-İstoriçeskiy Arhiv/Rus Devlet Askeri Tarih Arşivi), f. 6, op.
4, d. 596, list 178.
RGVİA f. 6, op. 4, d. 596, list 187.
RGVİA f. 7, op. 2, d. 734, list 9.
GARF (Gosudarstvennıy Arhiv Rossiyskoy Federatsii/Rusya Federasyonu Devlet Arşivi), f. 5809, op. 1,
d. 4, list 20.
GARF, f. 5809, op. 1, d. 44, list 7.
GARF, f. 5809, op. 1, d. 56, list 1.
GARF, f. 5809, op. 1, d. 87, list 1-2-3.
GARF; f. 5881, op. 1, d. 272.
GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 31.
GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 33.
GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 36-37.
GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 38.
Gazete ve Dergiler
“Rus Mültecileri,” Vakit, 1 Aralık 1920.
The Orient News, 20 Ekim 1921.
Zarnitsı, no 2, 20 Şubat 1921.
Zarnitsı, no 3, 20 Mart 1921
Zarnitsı, no 5, 3-10 Nisan 1921.
Zarnitsı, no 8, 30 Nisan-7 Mayıs 1921.
Zarnitsı, no 10, 23 Mayıs 1921.
Zarnitsı, no 12; Haziran 1921.
Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921.
Zarnitsı, no 23; 25 Eylül 1921.
Basılmış Eserler
“General Aleksandr’ Pavloviç’ Kutepov’,” Vestnik Obşçestva Gallipolitsev, no 7, 15 Ocak 1934, s. 3-4.
Bakar, Bülent, Esir Şehrin Misafirleri Beyaz Ruslar, İstanbul: Tarihçi Kitabevi, 2012.
Hutchins, John A., The Wrangel Refugees: A Study of General Baron Peter N. Wrangel’s Defeated White
Russian Forces, Both Military and Civilian, in Exile, University of Louisville, M. A. Thesis, 1972.
İrdesel, Mehmet, Fotoğraflarla ve Belgelerle Gelibolu Tarihi, Gelibolu.
Karpov, Nikolay Dmitriyeviç Krım-Gallipoli-Balkanı, Moskva: Russkii put’, 2002.
Komandorova, N. I., Russkii Stambul, Moskva: Veçe, 2009.
Lukaş, Ivan, “Gallipoli,” Vestnik Pokhodnika. Okt.-noyabr, 1964, no 37-38.
Mawdsley, Evan, The Russian Civil War, Edinburg: Birlin, 2000.
32
Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar
Raeff, Marc, Russian Abroad, A Cultural History of the Russian Emigration, 1919-1939, New York: Oxford
University Press, 1990.
Rayevski, Nikolay, Gelibolu Günlüğü: Rus Gözüyle Gelibolu. Zorunlu Bir Gurbetin Öyküsü, çevirmen
Aydın İbrahimov, Nesrin Bayraktar Erten, İstanbul: Ağaç Kitabevi Yayınları, 2009.
Robinson, Paul, The White Russian Army in Exile 1920-1941, Oxford: Clarendon Press, 2002.
Russkie v Gallipoli. Sbornik Statey, Posvyaşçennıi Prebıvaniyu 1.go Armeyskago Korpusa Russkoy Armii
v Gallipoli, Berlin, 1923.
Ryasnyanski, S. N., Gallipoli, Moskva, 1971.
Thompson, John M., A Vision Unfulfilled: Russia and the Soviet Union in the Twentieth Century, Lexington,
Massachusetts, Toronto: D. C. Heath and Company, 1996.
Vladimirov, L., Vozvratite ih na rodinu! Jizn’ Vrangelevtsev v Gallipoli i Bolgarii, Prag, 1925.
Wrangel, Alexis, General Wrangel. Russia’s White Crusader, London: Lee Cooper, 1987.
Yovanoviç, Miroslav, Russkaya Emigratsiya na Balkanah 1920-1940, Moskva: Russkii Put’, 2005.
Zubarev, A., Russkaya Armiya i Flot v İzgnanii (1920-1923 gody), Sevastopol’: spd Bakulin, 2007.
İnternet Kaynakları
http://www.gallipoli.fr/
33
ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI
Yıl 14
Bahar 2016
Sayı 20
ss. 35-63
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk
Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu
Hakkındaki İzlenimleri:
Dirk Johannes Van Bommel ve Dr. Emile Ernest
Menten Raporları
Feyza KURNAZ ŞAHİN*
Özet
I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan esirlerin
toplandığı esir kamplarından birisi Afyonkarahisar Üsera Garnizonu idi.
Ulaşım hatlarının kesiştiği noktada olması hasebiyle garnizon, esirlerin
toplanma alanı olarak hizmet vermekte olup İngiliz, Fransız, Rus ve diğer
milletlerden çok sayıda esirin tutulduğu bir kamp özelliği taşımaktadır.
Bilindiği gibi I. Dünya Savaşı’nda esirlere gösterilecek muamelelerde
uluslararası anlaşmalara uyulması zorunlu idi. Diğer taraftan devletler
bu hususta mütekabiliyet yani karşılıklılık esasını da benimsemişlerdir.
Bu meyanda taraf devletler, karşılıklı olarak, tarafsız devlet temsilcilerini
esir kamplarına göndererek esirlerin yaşam şartlarını, ihtiyaçlarını tespit
etmeye çalışmışlardır. Nitekim Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan İngiliz
esirlerin hukukları tarafsız devlet statüsüne sahip olan ABD tarafından
korunmuştur. Bilahare ABD’nin Nisan 1917’de savaşa girmesinden sonra
ise İngiliz esirlerin her türlü ihtiyacı Hollanda Büyükelçiliği tarafından
karşılanmıştır. Hollanda Büyükelçiliği esirlerin şikayetlerini dikkate
alarak onları kamp ortamında görmek ve içinde bulundukları koşulları
gözlemleyebilmek için kampa çeşitli temsilciler göndermiştir. Bu meyanda
Dirk Johannes Van Bommel ve Dr. Emile Ernest Menten isimli Hollandalı
temsilciler, Afyonkarahisar esir garnizonu ile ilgili raporlar hazırlayarak
bu raporları İngiliz makamlarına iletmişlerdir.
Çalışmanın amacı D. J. Van Bommel ve Dr. E. E. Menten isimli
Felemenk temsilcilerinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu ile ilgili
yazdıkları raporları, raporda yer alan izlenim ve düşünceleri irdelemek
olarak tanımlanır. Zira Osmanlı Devleti’nin savaş mağduru durumunda
olan esirlere karşı yaklaşımının tarafsız devlet temsilcileri gözüyle ortaya
çıkarılması önem arz etmektedir. Keza Afyonkarahisar esir kampının ve
burada bulunan esirlerin durumunun daha objektif bir gözle değerlendirilmiş
olması dikkate değerdir. Çalışmanın konusunu oluşturan D. J. Van Bommel
ve Dr. E. E. Menten isimli Felemenk temsilcilerinin raporları İngiltere’de
*
Dr. Afyon Kocatepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölüm Başkanlığı, Afyonkarahisar/
Türkiye. (fsahin@aku.edu.tr)
35
Feyza Kurnaz Şahin
The National Archives’te bulunmaktadır. Araştırmada ayrıca adı geçen
temsilcilerle ilgili Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan belgelere de
müracaat edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Afyonkarahisar, Esir Kampı, Osmanlı Devleti,
Hollanda, Dirk Johannes Van Bommel, Dr. Emile Ernest Menten.
The Impressions of Two Dutch Representatives Regarding the
Afyonkarahisar Captive Garrison During the First World War Years:
The Reports of Dirk Johannes Van Bommel and Dr. Emile Ernest
Menten
Abstract
One of the captive garrisons in which the captives held by
the Ottoman Empire during the First World War were kept was the
Afyonkarahisar Captive Garrison. Due to being a connection point in
terms of transportation, the garrison served as the assembly point of the
captives and was used as a place in which many captives from England,
France, Russia and many other countries were kept.
As known, it was a must to obey the international agreements regarding
the treatments towards the captives during the First World War. On the
other hand, states also adopted a reciprocity principle in this issue. In this
respect, contracting countries tried to determine the living conditions and
needs of the captives by reciprocally sending representatives from neutral
countries to the captive camps. As a matter of fact, the rights of English
captives held by the Ottoman Empire were saved by the USA that had a
neutral country status. Afterwards, all needs of the English captives were
met by the Dutch Embassy after the USA went to the war in April 1917. The
Dutch Embassy, considering the complaints of the captives, sent several
representatives to the garrisons to see them and observe their conditions.
In this sense, two Dutch representatives, Dirk Johannes Van Bommel and
Dr. Emile Ernest Menten, prepared reports regarding the Afyonkarahisar
captive garrison and sent it to the English authorities.
This study aims to examine the impressions and thoughts stated in the
reports written by the Dutch representatives, Dirk Johannes Van Bommel
and Dr. Emile Ernest Menten, regarding the Afyonkarahisar Captive
Garrison. It is important to reveal the treatment of the Ottoman Empire
towards the war-weary captives in the eyes of the representatives of neutral
countries. Objective evaluation of the Afyonkarahisar captive garrison
and the conditions of the captives is also significant. Reports of the Dutch
representatives, Dirk Johannes Van Bommel and Dr. Emile Ernest Menten,
mentioned in the study are in The National Archives in England. Other
documents in the Prime Ministry Ottoman Archive related with these
representatives are also referred in the study.
Keywords: Afyonkarahisar, Captive Garrison, Ottoman Empire, The
Netherlands, Dirk Johannes Van Bommel, Dr. Emile Ernest Menten.
36
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ...
Giriş
Savaş esirleri sorununun en yoğun şekilde gündeme geldiği dönem I. Dünya
Savaşı yıllarıdır. Esasen I. Dünya Savaşı öncesinde yapılan uluslararası sözleşmelerle esirlerin hukuku korunmaya çalışılmış, ancak savaş sürecinde bu esaslara uymak
çoğu zaman mümkün olmamıştır. Bu durumun bir sonucu olarak savaş esirleri hayatlarını sürdürdükleri kamplardaki olumsuz koşullarla ilgili çeşitli şikayetlerini veya
taleplerini resmi makamlara veya ailelerine gönderdikleri mektuplarda dile getirmişlerdir. Bu durum karşısında savaşan devletler bir karar alarak, tarafsız devlet temsilcileri ile Hilal-i Ahmer veya Uluslararası Kızılhaç Heyeti yetkililerinin esir kamplarını
karşılıklı ziyaret etmelerine olanak sağlamışlardır. Bu süreçte gerek İttifak Devletleri
gerekse İtilaf Devletlerinin esirlerinin tutulduğu esir kampları mütekabiliyet esası çerçevesinde ziyaret edilmiştir1.
Karşılıklı ziyaretler sonucunda kaleme alınan raporlar, esirlerin içinde bulundukları şartların iyileştirilmesine katkı sağlamıştır. Bu raporlar devletlerin savaş esirlerinin hukukunu korumaya yönelik çabalarını ortaya koyması bakımından da önemli
veriler sunmaktadır. Bu bağlamda çalışmada İstanbul’daki Hollanda Sefareti temsilcilerinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu hakkında kaleme aldığı raporlar değerlendirilerek, Osmanlı Devleti’nin esirlere yönelik tutumu irdelenmeye çalışılmıştır2.
I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Devleti’nin elinde önemli miktarda esir bulunmakta idi. Esirler Anadolu’nun iç kesimlerinde bulunan Üsera Garnizonlarında
tutuluyordu. Bu kamplardan en önemlilerinden birisi Afyonkarahisar esir kampı idi.
Afyonkarahisar Üsera Garnizonu, şehrin kara ve demiryollarının kesiştiği noktada
bulunması nedeniyle farklı milletlerden pek çok esirin toplanma merkezi idi3. Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’nun dört komutanı olduğu kaynaklarda ifade edilmektedir.
1
2
3
Mücahit Özçelik, Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’deki Esirler, TTK Yayını, Ankara, 2013, s. 108,
138.
Esasen Afyonkarahisar Üsera Garnizonu ile ilgili İngiliz Arşiv Kaynaklarında çok sayıda belge bulunmaktadır. Ancak konunun sınırlandırılma zorunluluğu nedeniyle bu çalışmada sadece Felemenk
temsilcileri olan Van Bommel ve E. E. Menten’in raporları irdelenmiştir. Afyonkarahisar Üsera Garnizonu ile ilgili çok daha ayrıntılı değerlendirmeleri içeren farklı bir çalışma tarafımızca yapılmıştır.
“İngiliz Arşiv Belgelerine Göre I. Dünya Savaşı Yıllarında Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’ndaki
İngiliz Esirler” başlığını taşıyan çalışma yayım aşamasındadır.
Ahmet Altıntaş, “Osmanlı Esir Kampları ve Çanakkale Savaş Esirleri ile İlgili Bazı Tespitler”, Savaş
Tarihi Araştırmaları Uluslararası Kongresi, 100. Yılında 1. Dünya Savaşı ve Mirası, Bildiriler, C.
1, Edt. Halil Çetin-Lokman Erdemir, Çanakkale Valiliği Yay., Çanakkale 2015, s. 486; Recep Çelik,
“Birinci Dünya Savaşı Döneminde Afyonkarahisar Esir Garnizonu ve Faaliyetleri”, Millî Mücadele ve
Büyük Taarruzda Afyonkarahisar, Editör: Hasan Babacan, AKÜ Yayını, Afyonkarahisar 2010, s. 1748; bu dönemde Afyonkarahisar’a gelen sürgünler hakkında bkz. Feridun Ata, “Birinci Dünya Savaşı
Yıllarında Afyon’a Sürülen Yabancı Uyruklular”, Millî Mücadele ve Büyük Taarruzda Afyonkarahisar,
Editör: Hasan Babacan, AKÜ Yayını, Afyonkarahisar 2010, s. 9-16; Milli Mücadele dönemi için keza
bkz. Ahmet Altıntaş, Belgelerle Milli Mücadele Döneminde Esirler, Anekdot Yay., Ankara 2008, s.
170.
37
Feyza Kurnaz Şahin
Ancak bu komutanlardan ilkinin adı zikredilmemiştir4. Kampın ikinci komutanı ise
Albay Asım Bey’dir5. Asım Bey, 1916 yılının başında bazı esirlerin kamptan kaçma teşebbüsleri üzerine görevinden alınmıştır. Asım Bey’den sonra kampın komutanı
Binbaşı Mazlum Bey olmuştur6. Mazlum Bey’in esirlere karşı sert tutumu ve kural
dışı davranışları Osmanlı makamlarının gözünden kaçmamıştır. Bu nedenle 1918 yılı
başlarında görevine son verilmiştir. Kamp komutanlığına Yarbay Ziya Bey getirilmiştir7. Dirk Johannes Van Bommel ve Dr. Emile Ernest Menten’in raporları Yarbay Ziya
Bey’in komutanlığı döneminde kaleme alınmıştır.
Esasen daha evvel ifade edildiği üzere savaş sürecinde mütekabiliyet esasları
gereği kamplar tarafsız devlet temsilcileri tarafından ziyaret edilmekte idi. Bu meyanda Afyonkarahisar Üsera Garnizonu da ziyaret edilen kamplar arasındadır8. Osmanlı
Devleti mütekabiliyet esasına dayalı olarak kampların yabancı temsilciler tarafından
ziyaret edilmesine izin vermiştir. Örneğin I. Dünya Savaşı’nın başlarında tarafsızlığını koruyan ve Osmanlı ülkesindeki İngiliz esirlerin hukukunu koruyan Amerikan Sefareti Müşaviri Philip Hoffman’ın Afyonkarahisar’daki Esir Garnizonu’nu ziyaretine
müsaade edilmiştir. Osmanlı Hükümeti, bu izne mukabil Salib-i Ahmer Heyeti’nin
Rusya’daki Osmanlı esirlerini ziyaret ederek rapor düzenlemesini talep etmiştir. Hatta
Osmanlı Devleti, Salib-i Ahmer’in Rusya’daki Osmanlı esirleri hakkında vereceği raporlardan sonra Amerikan Sefareti’nin diğer garnizonları ziyaretine izin verilebileceğini de bildirmiştir. Ancak İtilaf Devletleri’nin mütekabiliyet esaslarını uygulamadığı
durumlarda Osmanlı Devleti de kamp ziyaretleri ile ilgili izin taleplerini sürüncemede
bırakmıştır9. Örneğin Amerikan Sefareti Müşaviri Philip Hoffman’ın İstanbul Merkez Kumandanlığında bulunan İngiliz subayları ziyaret için izin talebi olmuş ancak
Osmanlı Devleti buna sıcak bakmamıştır10. 1917 yılı Nisan ayına kadar ABD Sefareti
tarafından yürütülen esir kamplarının ziyaretleri ve esirlerin hukuklarının korunması
hususu, bu tarihte ABD’nin I. Dünya Savaşı’na girmesi sebebiyle son bulmuştur11.
Bu dönemde Felemenk, İsveç ve İspanya Sefaretleri de esirlerin durumları ile ilgili
4
5
John Still, A Prisoner in Turkey, Jhon Lane Publishing, London 1920, s 202.
Mesut Çapa, Kızılay (Hilal-i Ahmer) Cemiyeti, 1914-1925, 2. Baskı, Türk Kızılay Derneği Yayınları,
Ankara 2010, s. 119.
6 Still, A Prisoner in Turkey, s 145.
7 The National Archives UK, Foreign Office (bundan sonra TNA, FO) [İngiliz Devlet Arşivleri Dışişleri
Bakanlığı Belgeleri], nr. 383/529, s. 1, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919,
keza bkz. Still, A Prisoner in Turkey, s 202.
8 Mesela bkz. Alfred Boissier-Adolphe Vischer, Comité International De La Croşx-Rouge, Documents
Publiés à L’occasion De La Guerre Europeenne 1914-1917, Rapport, sur leur inspection des camps de
prisonniers en Turquie, October 1916 a Janvier 1917, Douzième Serié, (Mars 1917), s. 25-29.
9 Özçelik, Türkiye’deki Esirler, s. 139.
10 BOA, HR.SYS., nr. 2213/3; BOA, HR.SYS., nr. 2222/57.
11 Kenneth Scott Latourette, World Service: A History of the Foreign Work and World Service of the Young Men’s Christian Association of the United States and Canada, Association Publishing, New York
1957, s. 342.
38
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ...
bilgi talebinde bulunmuş ve esirlerin yaşantılarındaki aksaklıkları gözlemlemek için
kampları ziyaret etmişlerdir12.
ABD’nin savaşa dahil olmasından sonra Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan İngiliz esirlerin hukuku daha çok Felemenk Büyükelçiliği vasıtasıyla korunmaya çalışılmıştır. Felemenk Sefareti, ABD Sefareti’nin İstanbul’daki binasını kiralamış ve burası
esirler için bir merkez gibi çalışmaya başlamıştır13. Felemenk Sefareti görevlileri, aralarında Afyonkarahisar’ın da bulunduğu çeşitli esir kamplarını ziyaret etmiş ve kamplarla
ilgili gözlem ve değerlendirmelerini rapor olarak sunmuşlardır. Bu meyanda Dirk Johannes Van Bommel ve Dr. Emile Ernest Menten isimli Felemenk temsilcilerinin raporları, Hollanda’nın tarafsız devlet statüsü14 dikkate alındığında önem arz etmektedir. Öte
yandan rapor hazırlayan temsilcilerden birisi olan Van Bommel’in 1912-1926 yılları
arasında İstanbul’da Young Men’s Christian Association (YMCA)’a bağlı olarak misyonerlik faaliyetlerinde bulunması ve I. Dünya Savaşı sırasında Felemenk Sefareti’nde
görevlendirilmesi gibi özellikleri15 raporları daha da anlamlı kılmaktadır.
A) Dirk Johannes Van Bommel’in Afyonkarahisar Üsera Garnizonu İle
İlgili İzlenimleri
Felemenk Sefareti temsilcilerinden olan ve Afyonkarahisar’daki İngiliz esirler hakkında raporlar kaleme alan Dirk Johannes Van Bommel, esasen Young Men’s
Christian Association (YMCA)’a bağlı Hollandalı bir misyonerdir. Van Bommel 1911
yılında ABD’nin Massachusetts Eyaleti’nde bulunan ve günümüzde Springfield Collage olarak bilinen “International YMCA Training School”‘dan mezun olmuş aynı yıl
İstanbul’a görevlendirilmiştir16. 1912 yılından itibaren ise YMCA’nın İstanbul’daki
başkan yardımcısı olmuştur17. Genç erkekleri Protestanlaştırmak için Londra’da 1844
yılında kurulan YMCA, I. Dünya Savaşı yıllarına kadar İstanbul’da misyonerlik fa-
12 Özçelik, Türkiye’deki Esirler, s. 139.
13 Latourette, World Service, s. 342.
14 Maartje M. Abbenhuis, The Art of Staying Neutral The Netherlands in the First World War, 1914-1918,
Amsterdam University Publishing, Amsterdam 2006, s. 17.
15 Latourette, World Service, s. 341.
16 Latourette, World Service, s. 341; Samuel David Lenser, Between the Great Idea and Kemalism the
YMCA at İzmir in the 1920s, Unpublished Thesis Master of Arts in History Boise State University,
2010, s. 39.
17 Bkz. Resul Çatalbaş, “Young Men’s Christian Association’ın Türkiye’deki Faaliyetleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 55, S. 1, (2014), s. 106, 113; Davis ve Bommel, 1913 yılında
Beyoğlu’nda YMCA ilk şubesini açmışlar, uzun süre Türkiye’de kalan Bommel İstanbul Genel Sekreterliğine kadar yükselmiş, Cumhuriyetin ilanından sonra misyonerlikle ilgili alınan tedbir çerçevesinde
hareket alanları daralınca 1926 yılında İtalya’ya Torino’ya gitmiştir. 9 Kasım 1956 yılında ölmüştür.
Bkz. Çatalbaş, “Young Men’s Christian”, s. 106, 113; Latourette, World Service, s. 343.; Kenneth
Steuer, Pursuit of an Unparalleled Opportunity: The American YMCA and Prisoner of War Diplomacy
Among the Central Power Nations During World War I, 1914-1923, Columbia University Publishing,
New York 2008, Chapter 1, para. 37. (http://www.gutenberg-e.org/steuer/steuer. ch01.html#p 37), (Erişim Tarihi: 27.01.2016).
39
Feyza Kurnaz Şahin
aliyetleri yürütmüştür. Ancak savaş yıllarında misyonerlik faaliyetlerinin etkisi azalınca18, YMCA dünyanın farklı yerlerinde bulunan esirlere yönelik çalışmalar yapmıştır19. Bu sırada Van Bommel de Hollanda Elçiliği tarafından müttefik devletlerin
Türkiye’deki esirlerine gönderdiği malzemelerin esirlere ulaştırılması için görevlendirilmiştir20.
Van Bommel, Felemenk Sefareti’nin kendisine verdiği görev doğrultusunda ilk
olarak İstanbul ve çevresindeki hastane ve kampları ziyaret etmeyi planlamıştır. Böylece Fransız ve İngiliz savaş esirlerinin durumlarını tespit edebilecektir. Bu kapsamda
Bommel, Haydarpaşa Hastanesi’nde bulunan esirler ile diğer bölgelerdeki kampları
ziyaret etmek için izin talebinde bulunmuştur. Osmanlı yetkileri Tarsus, Amanos ve
Resulayn’daki esir garnizonları dışındaki esir karargahlarının Felemenk Sefareti memurları tarafından ziyaret edilmesine müsaade etmiştir. Ziyaret edilecek esir karargahlarının listesi ise Bommel’in yanında refakatçi olarak bulunacak Feyzullah Hüseyin
Efendi’ye teslim edilmiştir21. Bu listeye göre Bommel, başta Haydarpaşa Hastanesi
olmak üzere İstanbul’da bulunan ve esirlerin tedavi edildiği hastaneler ile Samatya
Garnizonu’nu ziyaret edebilecektir. Bommel’in ziyareti için gerekli olan iznin çıkması amacıyla ihtiyaç duyulan vesika ve fotoğraflar da kendisinden talep edilmiştir22.
Ancak söz konusu ziyaretin aksadığı anlaşılmaktadır.
Zira Osmanlı Hükümeti esirler ile ilgili meselelerde mütekabiliyet ilkesini uygulamaya özen göstermiştir23. Van Bommel’in sonraki tarihlerde de esir kamplarını
ziyaret etmek için taleplerde bulunduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı Hükümeti ise Felemenk temsilcilerinin ziyaretlerine mukabil Fransa ve İngiltere’nin bulunan Osmanlı
esirlerinin İspanya ve İsviçre memurlarınca ziyaret edilmesini talep etmiştir. Ancak
muhtemelen Osmanlı Devleti’nin bu talebine olumlu karşılık verilmemiş, bunun üzerine Felemenk Sefareti temsilcilerinin ziyaret talepleri sürüncemede bırakılmıştır24.
Bazı durumlarda mütekabiliyet esası gereği izinlerin reddedildiği de görülmektedir. Örneğin daha önceki örneklerde olduğu gibi yine İstanbul’daki Felemenk Sefareti, Osmanlı makamlarıyla irtibata geçerek Felemenk Sefareti temsilcileri Doktor
E. E. Menten ile Van Bommel’in Fransız ve İngiliz savaş esirlerini birlikte ziyaret
edecekleri bilgisine yer verilerek bununla ilgili izin işlemlerinin yapılması talebinde
bulunulmuş, hatta izin işlemlerinin hızlanması için Van Bommel’in fotoğrafları ve
18 Latourette, World Service, s. 342; Çatalbaş, “Young Men’s Christian”, s. 107.
19 YMCA’nın I. Dünya Savaşı’nda farklı ülkelerdeki esirlere yönelik faaliyetleri hakkında geniş bilgi
için bkz. Tomaš Tlusty, “The YMCA Organisation and its Physical Education and Sports Activities in
Europe During the First World War”, Kultura Fizyczna (Prace Naukowe Akademi i im. Jana Długosza
w Częstochowie), Vol. XIV, Nr. 1, (2015), s. 27–44.
20 BOA, HR.SYS., nr. 2224/56; Latourette, World Service, s. 342.
21 BOA, HR.SYS., nr. 2214/3.
22 BOA, HR.SYS., nr. 2214/4.
23 BOA, HR.SYS., nr. 2214/4.
24 BOA, HR.SYS., nr. 2214/8.
40
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ...
evrakları ivedilikle gönderilmiştir. Ancak Osmanlı makamları Van Bommel’in fotoğraflarını iade etmiştir. Felemenk Sefareti Memuru Menten’e verilecek izin hususunda
da mütekabiliyet esasları gereği ihtilaflar yaşanmıştır25.
Kaynaklardan anlaşılacağı üzere yaşanan bu gelişmeler nedeniyle Bommel, Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’nu ziyaret edememiştir. Bommel’in Afyonkarahisar’a
gidememesinin muhtemelen iki nedeni bulunmaktadır. Şöyle ki; Bommel, Felemenk
Sefareti temsilcisi olarak görevlendirilmiş olmasına rağmen maaşını YMCA’dan
almaktadır. YMCA ise Londra merkezli olup American Board misyoner örgütü ile
birlikte hareket etmektedir. ABD, İtilaf Devletleri safında savaşa dahil olduğundan
Osmanlı Devleti ile ilişkilerini 20 Nisan 1917’de kesmiştir26. Savaşa taraf bir devletin teşkilatından para alması Bommel’in esir garnizonlarını gezmesinde dezavantaj oluşturmuştur27. Öte yandan İngilizlere karşı mukabele-i bilmisil uygulamaları da
Bommel’in esir kamplarına gidişini engellemiştir. Ancak bu olumsuzluklara rağmen
Bommel, Afyonkarahisar’da bulunan İngiliz esirlerle ilgili izlenimlerini bir rapor halinde Hollanda Büyükelçiliği aracılığıyla İngiliz makamlarına sunmuştur. Tespit edilebildiği kadarıyla Bommel’in Afyonkarahisar Üsera Garnizonu ile ilgili 1 Haziran
191728, 12 Haziran 191829, 17 Ağustos 191830 tarihli üç raporu bulunmaktadır.
1- Bommel’in 1 Haziran 1917 Tarihli Raporu
Bommel tarafından düzenlenerek Hollanda’nın İstanbul Büyükelçisi olan
J.H.R. Van der Does de Willebois’e31 gönderilen rapor önemli bilgiler içermektedir.
Van Bommel, raporunu 1 Haziran 1917’de İstanbul’da St. Stephan yakınlarındaki
demiryollarında çalışmak üzere Afyonkarahisar’dan gelen 45 İngiliz ile görüşmesi
sonucunda kaleme almıştır. Raporda üzerinde durulan en önemli hususlar esirlerin sayıları, esirler için gönderilen malzemelerin onlara ulaşıp ulaşmadığı, esirlere yapılan
muamele ile ilgilidir.
Raporda yer alan bilgilere göre Bommel’in ilk görüştüğü kişi esirlerin başı olan
ve 2. Dorset Alayına mensup 6593 numaralı Başçavuş R. Dibbs’tir. Dibbs’in verdiği
25 BOA, HR.SYS., nr. 2214/8.
26 Melek Öksüz, “Osmanlı Topraklarında Hukuki Statü Arayışları ve Varlık Mücadelesinde Amerikan
Kurumları”, History Studies, Vol. 2/1, (2010), s. 166; Fatih Gencer, “I. Dünya Savaşı Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Amerikan Vatandaşlarına Yönelik Politikası, AÜDTCF Tarih Araştırmaları
Dergisi, C. 28, S. 46, s. 259-260.
27 Steuer, Pursuit of an Unparalleled Opportunity, Chapter 15, para. 20.
28 TNA, FO, nr. 383/452, s. 3. Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917, s. 3.
29 TNA, FO, nr. 383/454, s. 7, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918.
30 TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918.
31 J.H.R. Van der Does Willebois, 1908-1918 yıllarında Hollanda’nın İstanbul Büyükelçisi olarak görev
yapmıştır. Bkz. Erik Jan Zürcher, “ Welingelichte Kringen? De Politieke Berichtgeving Vah de Nederlandse Ambassade in Istanbul in de Eerste Wereldoorlog”, Sharqiyyat, 1/1, (September 1988), s. 68;
keza BOA, İ.DUİT., nr. 16/30.
41
Feyza Kurnaz Şahin
bilgilere göre; esirler Adana Belemedik’ten Afyonkarahisar kampına ve oradan da Şubat 1917’de İstanbul’a getirilmişlerdir. Demiryollarında çalışan esirler burada gönüllü
olarak çalışmaktadırlar. Zira Türk yetkililer kendilerine günde 20-25 kuruş/piastre32
verileceğini ifade etmişlerdir. Dibbs, kendisinin çalıştığı grupta bulunan esirlerin çoğunluğunun Kut’ül Ammare’den getirildiğini bildirmiştir. Dibbs’in verdiği bilgilere
göre; Kut’ül Ammare’de 2.800 kadar İngiliz ve 12.000 kadar Hintli esir alınmıştır.
2.800 İngiliz esirinden ancak 400-500’ünün hayatta olduğunu belirtmiştir. Ancak
Bommel bu görüşe katılmamakta ve sayının abartılı olduğunu düşünmektedir. Başçavuş Dibbs’in Bommel’e verdiği bilgiye göre, kendisinin de mensubu olduğu esir grubunda 320 kişi bulunmaktadır. Ancak bunlardan sadece 27’si hayatta kalabilmiştir33.
Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’na mensup olup St. Stephan’daki demiryollarında
çalışan esirlerin ifadelerine göre, 1917 Şubat ayında Afyonkarahisar’da, Kilisede 320,
Medresede 80 İngiliz ve 500 Hintli bulunmaktadır34.
Bommel’in araştırdığı önemli hususlardan birisi de Afyonkarahisar’a gönderilen malzemelerin akıbeti idi. Esirlere bu hususla ilgili sorular yöneltmiştir. Nitekim
raporunda ifade ettiğine göre, Dibbs’e, Amerikan ve Hollanda Büyükelçilikleri tarafından resmi kanallarla Afyonkarahisar’a gönderilen önemli miktardaki giysi, battaniye ve diğer malzemelerin akibetini sormuştur. Dibbs, Afyonkarahisar’da esirlerin
tutulduğu iki yer bulunduğunu, bu yerlerden birisinin eski bir kilise ve diğerinin de
demiryollarına yakın medrese adı verilen bir mekan olduğunu bildirmiştir. Dibbs’e
göre; malzemeler Afyonkarahisar’a ulaştığında kıdemli Astsubaylar Lewis ve Leech
tarafından kontrol edilerek teslim alınır, karşılığında teslimat makbuzları imzalanırdı.
Ancak zaman zaman balyalar kaybolur, bu durumda Türk yetkililer kaybolan balyalar
için de Lewis ve Leech’ten imza atmalarını isterlerdi. Fakat görevli subaylar bunu
reddetmiştir. Afyonkarahisar’a ulaşan malzemelerin büyük bir kısmı Türk komutanlar
tarafından kilisede dağıtılmıştır. Dibbs’e göre, esirler yeni malzemeleri almak için
eskilerini vermek zorunda kalmışlardır. Eski malzemeler ise daha sonra Türkler tarafından satılmakta idi. Yeni malzemelerin kiliseye dağıtımının ardından kalanlar medreseye götürülüyordu. Fakat buraya ne kadar ürün geldiğini kimse bilmiyordu. Aynı
prosedür medresedeki dağıtım sırasında da uygulanıyordu. Dibbs, esirlere çok sayıda
yorgan gönderildiğini ancak bunlardan sadece bir kısmının dağıtıldığını belirtmiştir.
Dibbs’in diğer esirlerin anlatımlarından elde ettiği izlenime göre, Garnizona gelen
malzemelerden Türk gardiyanların her zaman haberleri olmaktadır. Esasen depoların
anahtarlarının Lewis ve Leech’de olması gerekirken subaylar anahtarların kendilerinde değil Türk yetkililerde olduğunu ifade etmişlerdir35.
32 Osmanlı Devleti’nde sikkenin temel birimi kuruştur. Altın lira= 100 piastre (kuruş), Gümüş Mecidiye=20 piastre ve 1 kuruş/ piastre = 0,22 frank, 1 piastre/kuruş = 40 para, 1 piastre=1 kuruş. Bkz Kent
F. Schull, Prisons in the Late Ottoman Empire Microcosms of Modernity, Edinburgh University Publishing, Edinburgh 2014, s. 162.
33 TNA, FO, nr. 383/452, s. 1. Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917, s 1.
34 TNA, FO, nr. 383/452, s. 3. Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917, s. 3.
35 TNA, FO, nr. 383/452, s. 2, Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917.
42
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ...
Bommel’in diğer esirlerle yaptığı görüşmelerde de çeşitli iddialar aktarılmıştır. Esirlerin Amerikan Büyükelçiliği tarafından Afyonkarahisar’a gönderilen iki fıçı
şeker pekmezinin sadece çok küçük bir kısmının dağıtıldığını, geri kalan miktarın
ise kaybolduğunu ifade etmişlerdir. Onlara göre gönderilen malzemeler sahiplerine
ulaşmamaktadır. Bommel, büyük harcamalar yapılarak zor koşullarda çalışıldığını ve
zaman kaybedildiğini, yaşanan bu aksaklıkların giderilmesi için çaba göstereceğini,
savaş esirlerinin ihtiyaçlarını karşılamakla görevli komitenin işlerinin yolunda gitmesi için yollar arayacağını ve kendisinin de bu komiteye ulaşmak amacıyla daha sık
bilgi vereceğini dile getirmiştir36.
Bommel raporunda, esirlere yapılan muamele hususunda da kısa bir bilgi aktarmıştır. Buna göre, Afyonkarahisar Garnizonu’nda esirler gereksiz yere kırbaçlanmaktadır. İddiaya göre, kamptaki Hıristiyan esirlere kötü muamele yapılırken Müslüman esirlere daha yakın davranılmaktadır37. Bommel, Katolik Kilisesine bağlı St. Stephane’da
bulunan manastırdaki din görevlilerinin demiryollarında çalışan esirlere son derece samimi bir ortam sunduğunu, burada Sefaret ile bağlantılı olarak ihtiyaç duyan esirlere
giyecek, para yardımı yapıldığını ve hasta olanların bakımının sağlandığını bildirmiştir.
Keza her Cuma esirlerin manastırlardaki görevliyi ziyaret ederek orada çay içmeleri
için izin alındığını da belirtmektedir38. Bommel raporunun son bölümünde Willebois’e
saygılarını sunmuş ve raporu iletmekten onur duyduğunu belirtmiştir39.
2- Bommel’in 12 Nisan 1918 Tarihli Raporu
Van Bommel’in diğer raporu ise 12 Nisan 1918 tarihli olup yine Hollanda Büyükelçiliğine gönderilmiştir. Bu rapor Osmanlı Hilal-i Ahmer temsilcisi Hüseyin Rıfkı
Bey’in, Anadolu’da bulunan esir kamplarına gerçekleştirdiği 3,5 aylık ziyaretinden
elde ettiği izlenimlere dayanmaktadır. Rapor esirler tarafından yayımlanan “Afion
Kara Hissar” gazetesine de yansımıştır. Rapora göre; Osmanlı Hilal-i Ahmer temsilcisi Hüseyin Rıfkı Bey, Anadolu’da bulunan esir kamplarına gerçekleştirdiği 3,5 aylık
ziyaretinden 8 Nisan 1918’de öğleden sonra dönmüştür. Bu ziyaret sırasında Hüseyin
Rıfkı Bey’e Savaş Esirleri Dayanışma Komitesi üyesi J. Sykes de eşlik etmiştir. Ziyaretlerin amacı, esirlerin durumlarını incelemek, İngiliz ve Fransız Savaş Esirleri
Temsilciliği tarafından esirleri için gönderilen her türlü malzemenin (giysi, bot vb.)
dağıtımının yapılıp yapılmadığını tespit etmektir40.
Bommel ilk olarak sıhhi malzemelerin dağıtımı ile ilgili söylentilere açıklık getirmiştir. Bommel’in Hüseyin Rıfkı Bey’in izlenimlerine dayanarak hazırladığı rapora
göre, Afyonkarahisar’daki İngiliz esirler için gönderilen ilaçlar kendilerine değil hastanelerdeki Türk doktorlara verilmiştir. Bunun üzerine Hüseyin Rıfkı Bey tüm tıbbi
36
37
38
39
40
TNA, FO, nr. 383/452, s. 3, Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917.
TNA, FO, nr. 383/452, s. 3, Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917.
TNA, FO, nr. 383/452, Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917.
TNA, FO, nr. 383/452, s. 3, Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917.
TNA, FO, nr. 383/454, s. 7, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918.
43
Feyza Kurnaz Şahin
gereçlerin Yüzbaşı Baines’e verilmesini istemiştir. Ayrıca kampta uygulanan esaslara
göre İngiliz hekimleri kendi milletlerinden olan hastalardan sorumlu değildi. Hüseyin
Rıfkı Bey, bu uygulamayı değiştirerek İngiliz tabip subayların hasta esirlerden sorumlu olmalarını sağlamıştır41.
Bommel’in raporunda üzerinde durduğu diğer bir husus ise esirlerin özgürlükleri ile ilgilidir. Bu konuda Osmanlı yetkililerinin çaba harcadığı Bommel tarafından da
dile getirilmiştir. Rapora göre; Hüseyin Rıfkı Bey, İstanbul’a yazdığı mektupta subayların daha özgür olması gerektiğini bildirmiştir. Ayrıca rahat yaşayabilecekleri daha
fazla eve sahip olmalarını talep etmiştir. Afyonkarahisar’da yaptığı bir ev gezisinde
ise subayların ve esirlerin durumunun iyi olduğunu ve özgür olduklarını gözlemlemiştir. Ancak esirlerin birçoğunun üç yıldan fazla süredir aynı kampta kaldıklarını,
esirlerin başka kampa gitmenin kendilerine iyi geleceğini düşündüğünü ve değişim
istediklerini tespit etmiştir. Hüseyin Rıfkı Bey, İstanbul’a durumu bildirmiş ve esirlerden bazılarının başka kamplara gönderilmesinin uygun olacağını ifade etmiştir42.
Raporda esirlerin maaşlarıyla ilgili yapılması gerekenlere dair bilgiler de yer
almaktadır. Bu konuda da Hüseyin Rıfkı Bey’in gerekli incelemeleri yaparak yetkili
makamlarla irtibata geçtiğinin altı çizilmiştir. Hüseyin Rıfkı Bey’in tespitlerine göre
subaylar daha fazla para almaları gerekirken sefaretten 7 Türk lirası almaktadır43. Subaylara yetebilecek miktar ise 15 Türk lirasıdır. Bu durumda esirlerin aldığı miktar oldukça yetersizdir. Giyecek ihtiyaçlarının kısmen daha az olduğu da tespit edilmiştir44.
Ayrıca Hüseyin Rıfkı Bey, kampa yeni gelen askerler için yatak alınması gerektiğini
belirtmiştir45.
Bommel’in Hüseyin Rıfkı Bey’in raporuna dayandırarak hazırladığı raporda
esirlerin en önemli ihtiyaçlarından birisinin kitap olduğu bildirilmektedir. Sadece
Afyonkarahisar’da değil, Anadolu’nun diğer yerlerinde bulunan garnizonlardaki esirler de sıklıkla kitap talebinde bulunmuşlardır. Ancak İngiltere’den esirlere gönderilen
kitaplar sansür nedeniyle gecikmiştir. Bu durumu dikkate alan Hüseyin Rıfkı Bey,
esirlerin acilen kitaba ihtiyaç duyduğunu İstanbul’a iletmiştir46.
Bommel’in bildirdiğine göre; Afyonkarahisar diğer kamplarla karşılaştırıldığında daha sıkı kurallara sahiptir. Kamp komutanı akıllı olmamakla birlikte kötü niyetli
de değildir. Ancak esirlerin bildirdiğine göre yardımcısı kötü bir adamdır. Hüseyin
Rıfkı Bey’in de aynı kanaate sahip olduğunu bu sebepten onun işten alınmasını istediğini bildirmiştir. Bommel’e göre esir kamplarındaki şartlar Osmanlı yönetimi tarafından iyileştirilmeye çalışılmaktadır. Bunun için Kızılhaç komisyonu ve üç subay
41
42
43
44
45
46
TNA, FO, nr. 383/454, s. 8, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, s. 8, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, s. 8, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, s. 9, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, s. 9, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, s. 9, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918.
44
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ...
kamplara düzenli seyahatler yaparak işlerin yolunda gidip gitmediğini denetlemekte
ve düzensizliğin giderilmesini sağlamaktadırlar. Örneğin Hollanda temsilcisinin ziyaretinde hemen önce, Türk yetkililer tarafından esirlere yeni kıyafetler verilmiştir.
Afyonkarahisar’daki Fransız esirler tarafından Hüseyin Rıfkı Bey’e, “Christmas” yemeği menüsü sunulmuştur. Bommel raporunda Rıfkı Bey’in iyi iş çıkardığını, esirler
için elinden geleni yaptığını ifade etmiştir47.
3- Bommel’in 17 Ağustos 1918 Tarihli Raporu
İstanbul’daki Hollanda Sefareti temsilcisi Bommel, 17 Ağustos 1918 tarihli
raporunu ise İngiliz Savaş Ofisi Esirler Sekreterliği, Savaş Komitesi Esirler Genel
Sekreteri O’Reilly’ye göndermiştir. Bu raporda esirlerin içinde bulunduğu durum,
şartların iyileştirilmesi için yapılan çalışmalar ve esirlerin ihtiyaçları ayrıntılı olarak
dile getirilmiştir. Bommel’in bildirdiğine göre; esirlerin kıyafetleri yeterlidir. İç ve üst
giyim, takım ve kışlık giyecekleri tamamen karşılanmıştır. Ancak esirler jilet bıçağına
ihtiyaç duymaktadırlar. İstanbul’daki Hollanda elçiliği 500–1000 arasında jilet bıçağı
göndermiş ancak bu yeterli olmamıştır. Bu nedenle O’Reilly’den buna yönelik ihtiyacın giderilmesini talep etmiştir48. Öte yandan esirlerin ilaç istekleri de iletmiştir. Savaş
esirleri için belirtilen listedeki ilaçları İstanbul’dan sağlamanın oldukça güç olduğu,
bulunsa bile kalitesinin düşük olduğu, bu ilaçların bir an evvel tedarik edilerek gönderilmesinin aciliyet arz ettiğini belirtilmiştir49.
Keza esirler için gerekli olan diğer ihtiyaçların karşılanması için gönderilecek
kolilerin hazır hale getirildiği, Hilal-i Ahmer’in de bunu onayladığı ancak sevki hususunda Türk yetkililerden hala kesin bir tarih alınamadığı belirtilmiştir. Zira Türklerin
yapacağı herhangi bir işte ivedilikle hareket etmelerini beklememek gerektiğinin de
altı çizilmiştir50.
Bommel; Hollanda Büyükelçiliğinin kampları denetlemek için temsilci gönderilmesi ile ilgili başlattığı girişimin nihayet sonuç verdiğini, kampların denetimine
sonunda başlanacağını haber vermektedir. Kendisinin İstanbul çevresindeki kampları
ve yerel hastaneleri bizzat ziyaret edeceğini dile getirmiştir. Bommel raporunun devamında; “Bay Menten gelecek Pazartesi görüşlerini bildirmek üzere Afyonkarahisar,
Konya, Bor, Kedos (Gediz), Manisa, Ankara ve Yozgat’taki kampları ziyaret etmeyi
planlamıştır. Bu geziyi gerçekleştirmek için birçok zorluğun aşılması gerekli olacaktır. Gezi için gerekli olan izin kağıtlarının sağlanması oldukça zordur ve genelde olduğu gibi, Türk yetkililer bu konuda hiç yardımcı olmamaktadırlar. Bu seyahat için
tüm düzenlemeler Hollanda Sefareti tarafından ve Bay Menten’in kişisel çabalarıyla
yapılmıştır. Esirlerle daha öncekinden çok daha yakın iletişim kurduk ve kampların
denetlenmesiyle daha da yakınlaşacağız51“ ifadelerine yer vermiştir.
47
48
49
50
51
TNA, FO, nr. 383/454, s. 9, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918.
45
Feyza Kurnaz Şahin
Bommel mektubunda önemli bir hususu da dile getirmiştir. Ona göre; esirler
genellikle mutlu olmak için dikkat çekmeye çalışmaktadırlar. Şikayetlerinin temel
sebebi budur. Bommel bu konuda şunları ifade etmiştir;”Korkarım ki bu şikayetlerin
sonucu daha da çoğalıp “daha fazla isteyenler daha fazla alırlara” dönüşecek. Fakat
esaret şartını takiben, şüphesiz daha fazla konuda şikayet edecekler ve bu durumu
daha da kötü etkileyecektir. Subaylar bile, iki ya da üç günde bir, elçilikten ihtiyaç
talep etmektedirler ve elçilik de bu ihtiyaçları sağlamaktadır. Buna rağmen tekrar
ihtiyaç listesi göndermişlerdir. Yazdıklarına bakılırsa acil kıyafet ihtiyaçları vardır.
Bu şekilde her şeyi istemektedirler52“.
Bommel’in raporu İngiliz makamlarınca değerlendirilmiştir. Bu meyanda İngiliz Savaş Ofisi Esirler Sekreterliği, Savaş Komitesi Esirler Genel Sekreteri O’Reilly,
11 Eylül 1918’de Bommel’e yazdığı cevabi mektubunda 17 Ağustos 1918 tarihli mektubu için teşekkür etmiştir. Ardından esirlerin giyecek ihtiyaçları ile ilgili eksikliklere
değinmiş, esirlere ait giyeceklerin yeterli düzeyde olmasından memnuniyet duyduğunu bildirmiştir. Zira esirler için İskenderiye’den gemiyle yola çıkacak paketlerin sevkiyatının kesin olmayan bir tarihe ertelendiği, kış giysilerinin bu sebepten İsviçre üzerinden gönderileceği, erteleme olmaması için ellerinden gelen çabayı gösterdikleri,
esirlerin gelecek kış için kendilerini sıcak tutacak giysilere kavuşacaklarını, giysilerin
kısa süre sonra Hollanda Büyükelçiliğine ulaşacağını umduklarını ifade etmiştir53.
O’Reilly mektubunun devamında İstanbul’daki Hollanda Büyükelçisi Willebois’in
gönderdiği rapordan da bahsederek Willebois’in İstanbul yakınlarındaki kampların denetlemesinin yeni bittiği hususunda kendilerini bilgilendirdiğine değinmiştir. Bu noktada Türkiye’de bulunan esir kamplarının öncesine göre daha iyi şartlarda bulunmasından memnuniyet duyduğunu, Bommel tarafından istenilen ilaçların dışişleri ofisinde
gönderilmeyi beklediğini, Savaş Komitesi Esirler Merkezi’nin ilaçlar ve istenilen tıraş
bıçakları konusunda bilgilendirildiğini ifade etmiştir54. Keza Savaş Esirleri Komitesinin
Türkiye’deki esirlerle görüşmelerini içeren mektuplardan örnekler ve komite tarafından
basılan kitapçığın iki kopyasını da kendisine gönderdiğini, ayrıca Afyonkarahisar, Yozgat, Bursa ve İstanbul gazetelerindeki kupürleri de eklediğini, bunların Türkiye’deki savaş esirlerinin arkadaşları tarafından özel olarak hazırlandığını ifade etmiştir. O’Reilly
mektubunun sonunda Bommel’e teşekkür etmiştir55.
B) Dr. Emile Ernest Menten’in Afyonkarahisar Üsera Garnizonu İle İlgili
İzlenimleri
I. Dünya Savaşı’nın başından itibaren esir mübadelesi ve esirlerin şartlarını iyileştirmek için tarafsız ülkeler aracılığıyla çeşitli adımlar atılmaya çalışılmış ancak
52
53
54
55
TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, O’Reilly’den Van Bommel’e, 11 Eylül 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, O’Reilly’den Van Bommel’e, 11 Eylül 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, O’Reilly’den Van Bommel’e, 11 Eylül 1918.
46
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ...
arzu edilen netice bir türlü alınamamıştır. Hollanda Sefareti de Osmanlı Devleti’nin
elinde bulunan İngiliz esirlerin yaşam şartlarını incelemek üzere birçok kez izin başvurusunda bulunmuş, ancak mukabele-i bilmisil uygulamalarından dolayı bu izinler
zaman zaman askıya alınmış veya reddedilmiştir. Zira Osmanlı Devleti, İngiliz makamlarına, Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan İngiliz esirlerin yabancı ve tarafsız
devletler temsilcileri tarafından denetlenmesinin karşılığında İngiltere’nin elinde bulunan Osmanlı esirlerinin durumlarının tarafsız devletlerce incelenmesini talep etmiştir. Ancak İngiltere’den olumlu cevap alınamayınca Osmanlı Devleti de karşılıklılık
esasına dayalı olarak tarafsız devlet temsilcilerinin Üsera Garnizonlarını incelemesine
müsaade etmemiştir. Bu konu 25 Nisan 1917’de Osmanlı Hariciye Nezareti tarafından tekrar gündeme getirilmiş ancak mevzu bir sonuca ulaşmamıştır56.
Esirlerin yaşam koşulları ile ilgili bilgi eksikliği devletleri harekete geçirmiştir.
İsviçre Hariciye Nezareti’nin arabuluculuğu ile İngiltere ve Osmanlı Devleti arasında
esirler meselesi görüşülmüştür. Taraflar 28 Aralık 1917’de Bern’de Osmanlı ve İngiliz
savaş esirlerinin durumunu düzeltmek ve mübadelelerini sağlamak amacıyla bir araya
gelmişlerdir57.
1917’nin son günlerinde Bern’de başlayan görüşmeler bir antlaşma ile sonuçlanana kadar, prensip kararı alınmış ve Türk Hükümeti, Felemenk Elçiliği’nin
Türkiye’de İngilizlerin bulunduğu esir kamplarını ziyaret etmelerine izin vereceğini
bildirmiştir58. Buna karşılık mütekabiliyet esası gereği İngiltere’nin elinde bulunan
Osmanlı esirlerinin de İsveç Sefareti memurları tarafından ziyaret edilmesi kararlaştırılmıştır. Varılan prensip kararı gereğince Osmanlı Devleti üzerine düşen sorumluluğu
hemen yerine getirmiş, İstanbul’daki İngiliz ve Fransız esirlerin Felemenk Sefareti
memurlarınca ziyaret edilmesine izin verileceğini bildirmiştir. Bu kapsamda Osmanlı
esir karargahlarını ziyaret edecek olan Felemenk memurları 1918’de İstanbul’a gelmiştir59. Bu görev Dr. Emile Ernest Menten’e verilmiştir. Menten 7 Kasım 1882’de
Belçika’da Saint Gilles’te doğmuş bir Katolik olup, 1917’den 1929 yılına kadar çeşitli ülkelerde Hollanda elçilik ataşesi olarak çalışmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında
İngiliz ve Fransız savaş esirlerinin çıkarlarını korumak için İngiliz Hükümeti yararına
Türkiye’ye gönderilmiştir60.
56 Çapa, Kızılay Cemiyeti, s. 112; Özçelik, Türkiye’deki Esirler, s. 161-162.
57 Türk tarafı, Bern Sözleşmesi’ni Nisan 1918’de onaylamış ve Kasım 1918’de mübadeleye başlanmıştır.
Bkz. Çapa, Kızılay Cemiyeti, s. 112; Özçelik, Türkiye’deki Esirler, s. 161-162.
58 Report on the Treatment of British Prisoners of War in Turkey, November 1918, London, 1918, s. 2.
59 BOA, HR.SYS., nr. 2214/7.
60 Menten 1929 yılında Hollanda Dışişlerindeki görevinden ayrılarak Lahey’de Heldring & Pierson adlı
bir şirkette ticaretle uğraşmaya başlamıştır. Bkz H. Brugmans, Persoonlijkheden In Het Koninkrijk
Der Nederlanden In Woord En Beeld Nederlanders En Hun Werk, Van Holkema & Warendorf N.V.
Publicaties, Amsterdam 1938, s. 999; Ministerie Van Onderwijs En Wetenschappen Rijksinstituut Voor
Oorlogsdocumentatie Bronnenpublicaties Documenten, Nr 2, De SS En Nederland Documenten UIT
SS-Archieven 1935-1945, Deel II, S-Gravenhage-Martinus Nijhoff, 1976, s. 924.
47
Feyza Kurnaz Şahin
Emile Ernest Menten, Felemenk Sefareti adına İngiliz askerlerin esir bulunduğu Samatya, Ayastefanos, Büyükçekmece, Bursa, İzmit, Derince, Darıca, Eskişehir61
Afyonkarahisar, Manisa, Kedos (Gediz), Ankara62 ve Konya63 karargahlarını yanında
bir memur eşliğinde ziyaret edecektir64. Menten’in kampları ziyaret edeceği bilgisi 17
Ağustos 1918’de Van Bommel’den O’Reilly’e gönderilen mektupta İngiliz makamlarına da bildirilmiştir65. Menten ziyaret ettiği karargahlarla ilgili raporlar kaleme alarak
ilgili makamlara iletmiştir66.
E. E Menten, gerekli izinleri aldıktan sonra Afyonkarahisar, Manisa, Kedos
(Gediz) ve Ankara’da İngilizlerin esir bulunduğu kampları ziyaret etmiştir67. Gezdiği
yerlerle ilgili hazırladığı ilk raporunu Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine göndermiştir.
Menten gönderdiği ilk raporda henüz Bor, Yozgat ve Ankara’nın yakınlarındaki diğer
kampları ziyaret etmediğini bildirmektedir. Menten, ziyaret ettiği diğer kamplarla ilgili raporlarını da Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine sunmuştur. Menten gönderdiği
raporlarda kamp ziyaretlerine istinaden buralarda bazı düzenlemeler yapmakla ilgili
Türkiye’deki Savaş Esirleri Genel Koordinatörü ile görüşme yapacağını da dile getirmiştir68.
Bu ziyaretler kapsamında Felemenk Sefareti memurlarından Dr. Menten’in ziyaret ettiği kamplardan birisi de Afyonkarahisar Üsera Garnizonu olmuştur. Menten,
kampla ilgili ayrıntılı bir rapor kaleme almış 69, 21 Ağustos 1918’de ilk defa Afyonkarahisar kampını ziyaret ettiğini ve 26 Ağustos 1918 Pazartesi gününe kadar burada
kaldığını bildirmiştir70. Dr. E. E Menten, Afyonkarahisar Garnizonu ile ilgili raporunu 28 Ağustos 1918’de tamamlamış, Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine gönderilmek
üzere İstanbul’daki Hollanda Sefaretine teslim etmiştir. Belgelerden anlaşıldığı üzere
İstanbul’daki Hollanda Sefareti 23 Ekim 1918’de raporu Lahey’deki İngiliz Elçiliğine
göndermiştir. Söz konusu rapor 12 Şubat 1919’da Londra’da Dışişleri Bakanlığı’na
ulaşmıştır71. Rapor ayrıntılı bilgiler içermektedir. Menten kamptaki yaşam koşullarını
anlatırken bilgileri sistemli olarak aktarmak amacıyla küçük başlıklar oluşturmuştur.
Raporunda konaklama, para, yakıt, su, dini hizmetler, yiyecek, iletişim olanakları,
giyecek, dişçi ve doktor durumunu başlıklar halinde dile getirmiştir72. Raporunun
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
BOA, HR.SYS., nr. 2214/7.
TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 23 Ekim 1918.
BOA, HR.SYS., nr. 2232/16.
TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 23 Ekim 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918.
BOA, HR.SYS., nr. 2232/16.
TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 23 Ekim 1918.
TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 23 Ekim 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’reilly’e, 17 Ağustos 1918.
TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 8-223, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
48
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ...
son bölümünde ise kamptaki geçici düzenlemeler73 ve yeni düzenlemelerin uygulanış
esaslarını ortaya koymuştur74.
Menten raporunda öncelikle kampın bulunduğu Afyonkarahisar’ın coğrafi yapısına değinmiş ve ardından kampın yönetimi hakkında bilgiler aktarmıştır. Bu meyanda anılan raporda Afyonkarahisar’ın, Anadolu’da yaklaşık 1000 metre yüksekliğinde
bir şehir olduğu, burada bulunan kampın iki bölümden oluştuğu ve komutanının Yarbay Ziya Bey olduğu bilgisine yer vermiştir. Ardından kamptaki esir sayıları hakkında
bilgiler aktarmıştır. Buna göre; Menten’in kampı ziyaret ettiği sırada esir İngilizlerin
sayısı 125 subay, 14 denizci subayı, 191 er ve 77 emir eridir. Keza esirlerden 7 tanesi
Türk hastanesinde tedavi görmekte iken 11’i ise yeni hastaneye sevk edilmiştir. 90
kişi ise Adana Karaisalı yakınlarında bulunan Kelebek Köyü mevkisindeki köprü ve
tren raylarının yapımında görev almak üzere ayrılmıştı. 200 kişi ise demiryolunda
çalışmaya gitmiş olup dönmeleri beklenmektedir. Bununla birlikte kampta 2 Hintli
subay, 1’i hastanede olmak üzere 120 Hintli er bulunmaktadır. Kampın iki ayrı bölümden oluştuğunu bildiren Menten, üst kampta; Yarbay Corbould Warren ve Yüzbaşı F.H.L. Armstrong75, ile Hint ordusundan 67 Pencaplı olduğunu bildirmiştir. Alt
kampta ise Kıdemli Yüzbaşı C.H. Warren, R.N. ve Yüzbaşı Wallace, De Lara ve Hint
ordusu mensupları bulunmakta idi76.
Kampın bir önceki teftişi Nisan 1918’de gerçekleşmiştir. Bu teftişi Halil Bey,
Savaş Esirleri Umumi Müfettişi Yusuf Ziya Bey ve Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nden
Behçet Bey gerçekleştirmiştir. Bu teftiş esasında eski Garnizon Komutanı Mazlum
Bey hakkındadır. 18 Mayıs 1918’de Genel Müfettiş Albay Yusuf Ziya Bey kamptaki geçici düzenlemelerle ilgili bir raporu Menten’e iletmiştir. Temmuz 1918’de askeri mahkeme emrinde olan Kemal Bey de kampla ilgili sorunları araştırmak üzere
Afyonkarahisar’a gelmiştir77.
1- Kampın Konaklama Koşulları ve Günlük Hayatla İlgili İzlenimleri
Menten’in raporuna göre; subaylar uzun zamandır üst kamp adı verilen ve bazı
sokaklarında eskiden Ermeniler yaşadığı bir yerde kalıyorlardı. Konaklama oldukça
iyiydi, evler mümkün olduğunca tamir ediliyordu. Evdeki tüm mobilyalar subayların kendileri tarafından yapılmıştı. Birçok evde pencerelerin camı eksikti, bu yazları
sorun teşkil etmiyordu, fakat Afyonkarahisar’da kışlar soğuk geçtiği için bu durum
evlerin soğumasına neden olmakta idi. Ev koşulları kamp komutanı tarafından da
görülmüş, komutan Albay Yusuf Ziya Bey, Afyonkarahisar’da kalırken, evlerin tamir
edileceğine ve aynı zamanda yeni subayların yeni evlere sahip olacağına söz ver-
73
74
75
76
77
TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-227, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-249, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-216, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-216, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-216, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
49
Feyza Kurnaz Şahin
miştir. Kampı ziyaret ettiği dönemde bazı subayların ayrılma durumu olduğu için
kampta yoğunluk olacağına dair bir endişe bulunmadığını da bildirmiştir78. Menten,
genel gözlem başlığı altında yaptığı değerlendirmede kampta bulunan tüm subayların
kamp komutanından memnun olduklarını bildirmiştir. Kendisinin de komutanın geniş
görüşlü bir kişi olduğunu düşündüğünü ve eski koşulların kampa geri döneceğinden
endişe duymadığını ifade etmektedir79.
Menten, Afyonkarahisar’da ikinci kamp olan ve aşağı kamp olarak tabir edilen yer hakkında da bilgiler aktarmıştır. Menten’in raporuna göre; alt kamp İstanbul
istasyonunun yakınındadır. Genel bir avlu içerisinde dört evden oluşur. Burada da
aynı şekilde konaklama yeterlidir. Erler, eski Ermeni Kilisesinde ve kilise civarındaki
evlerde kalmaktadır. Yaz mevsiminde bu evlerde kalmak oldukça kolaydır. Ancak kış
için yeterli soba bulunamamakta ve soğuk katlanılmaz hale gelmektedir. Öte yandan
kilise yakınında bulunan ve esirlerin kaldığı bir binanın “Avrupalılar” için uygun bir
mekan olmadığını zira buranın tuvalet koktuğunu belirtmiştir. Keza söz konusu yerde
en fazla 90 kişi kalabilecek iken 200 esirin bulunmasına da karşı çıkmıştır.
Menten, esirlerin kaldığı bu bölgede su kullanımının sıkıntılı olduğunu, su tedarikinin oldukça yetersiz kaldığını dile getirmiştir. Menten su kullanımının daha
sağlıklı olması açısından Osmanlı yöneticilerinin burayla ilgili bir düzenleme yaptığına da değinmiştir. Buna göre kamp komutanı ve mutasarrıf birlikte bir düzenleme
yaparak kilise yakınındaki su kuyusunu sadece esirlerin kullanımına tahsis etmeyi
planlamışlardır. Şimdiye kadar su kuyudan çekilmektedir. Ancak kuyu bazı esirlere
uzak kalmaktadır. Hatta birçok hasta esir suyu kullanmak için çeyrek millik bir yolu
kovalarda su taşıyarak kat etmektedir. Alt kampta bulunan subaylar 2 galon su çekmek için 2,5 kuruş ödemek zorundadır. Ancak kuyunun yakınındaki binalar için su
kullanımının yeterli olduğu görülmüştür. Yusuf Ziya Bey’in kampla ilgili sorunlarla
yakından ilgilendiğini ve kendisine durumla hemen ilgileneceğine dair söz verdiğini
iletmiştir. Menten son tahlilde içme suyunun sıkıntılı olmakla birlikte iyi ve yeterli
olduğunu, önceleri bu suyu Türklerin de kullandığını ancak bilahare komutanın bu
uygulamayı değiştireceğini belirtmiştir80.
Menten, Nisan 1918’de yapılan teftiş sonrasında geçici düzenlemelerin yapılmasıyla esirlerin yaşantılarının daha iyi bir noktaya ulaştığını vurgulamıştır. Bu teftiş
sonrasında kampta “geçici düzenlemeler” yürürlüğe konulmuştur. 18 Mayıs 1918’de
Genel Müfettiş Albay Yusuf Ziya Bey tarafından getirilen “geçici düzenlemelerin”
içeriği Menten’e de iletilmiştir81. Menten düzenlediği raporun ek kısmında söz konusu
geçici düzenlemeleri İngiliz makamlarına iletmiştir. Söz konusu düzenlemeler esirlerin gündelik yaşamla ilgili rutinleri hakkında önemli bilgiler içermektedir82.
78
79
80
81
82
TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-218, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 7-222, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 2-217, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-216, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
50
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ...
Geçici düzenlemelerin ilk maddesi esirlerin dışarı çıkma özgürlükleri ile ilgilidir. Bu maddeye göre, İngiliz ve Rus savaş esirleri, Rus sivil kaptanları ve ticari gemi
tüccarları öncelikli olarak haftada üç kez yürüyüş yapmaya ve nehir kıyısında oyun
oynamaya izinlidirler. Yürüyüşler için yaşadıkları mahallenin sokağından ilerleyerek
nehrin diğer kıyısına geçip, Deper Köyü’ne gidebilmektedirler. Esirler yürüyüş boyunca üç gruba ayrılmakta idiler. Grupların farklı yönlere gitmesine izin veriliyordu.
Yürüyüşten sorumlu gardiyanlar sadece bellerinde silah taşıyorlardı. Geçici düzenlemeleri içeren talimatnamenin 2. maddesinde ise İngiliz, Fransız ve Rus subaylar, sivil
kaptanlar ve tüccarlardan evlerinde bahçesi olmayanlar evlerinin bulunduğu bölgede
belirlenmiş alanlarda yürüyebileceklerdir. Bunun için sabah 09.00 ile akşam 18.00
saatleri arasında izin verilmektedir. İzin verilen sınırın bittiği yerde bir nöbetçi asker bulunmakta ve çizilen sınırların ihlal edilmesi bu şekilde engellenmekte idi83. 3.
maddeye göre subay ve emir erlerinin, Pazar ve Pazartesi günleri sabahtan öğlene
kadar pazara gitmeye hakları vardı. Pazarın içerisinde bulunan tütün rejisinden tütün
satın almalarına izin verilmiştir. Ayrıca esirler sokaktan geçen süt satıcılarından da süt
alabilmektedirler. Nöbetçiler süt satıcılarının mahalleye girmesine izin vermişlerdir84.
Öte yandan talimatnamede subayların emir erleri ile ilgili esaslara da yer verilmiştir. Buna göre bir evde on subaydan daha az kişinin yaşadığı düşünülerek 10
subay için bir emir eri verilmiştir. Subaylar kendi aralarında emir eri seçme ve değiştirme hakkına sahiptirler. Geçici düzenleme talimatnamesinin 5. maddesine göre
esir subaylar kaldıkları evlerin tamiratından sorumlu değildir. Tamir, pencerelerin tamamlanması, cam ve çerçeveler, tuvalet ve banyoların temizlenmesi, çatı onarımı için
yapılan harcamalar garnizon tarafından karşılanıyordu. Ancak evlere zarar verilmesi
durumunda zarar veren kişi masrafları ödemek zorundaydı85.
Geçici düzenlemeleri içeren talimatnamenin 10. maddesi ise çöplerin toplanması ile ilgiliydi. Buna göre evlerdeki çöpler emir gelene kadar tutuluyordu. Çöpler garnizonun ulaşım aracıyla alınıp, emir erlerinin yardımıyla mahallenin 200 – 300 metre
uzağında uygun bir yere dökülüyordu. Bu çöpler bilahare belediyeye ait at arabasıyla
uzaklaştırılıyordu86.
Menten raporunda esirlerin haberleşme olanaklarının artırılmasına yönelik çalışmalara dair bilgiler vermiştir. Örneğin İstanbul’dan gelen tüm gazetelerin kampa
girmesine izin verileceği Menten’e bildirilmiştir. Hatta Albay Yusuf Ziya Bey, geçmişe yönelik üç aylık İngiliz gazetelerinin dahi esirlere ulaşmasının sağlanacağına dair
taahhütte bulunmuştur. Ancak Menten’in ziyareti sürecinde bu mümkün olmamıştır87.
Öte yandan Menten’in, esirlerin dini ihtiyaçları ile ilgili gözlemlerini de kısaca dile
83
84
85
86
87
TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
51
Feyza Kurnaz Şahin
getirdiği görülmektedir. Buna göre; Metodist Kiliseye mensup A.Y.Wright, her Pazar
kilisedeki ayinleri yönetmektedir88.
Menten’in raporunda kampın genel işleyişi ile ilgili geçici maddelere de yer verilmiştir. Bu meyanda 6. maddeye göre genel emirler sözlü olarak verilmekte idi. Bu
emirler resmi tercümanlar aracılığıyla garnizonda duyuruluyordu. Gardiyanlar aracılığıyla emir verilmesi yasaktı. 8. maddede belirtildiğine göre akşam güneş batımında yoklama alınıyordu, yoklama sırasında askerlerin diğer evlerde bulunmasına izin
verilmiyordu. 11. maddede belirtildiği üzere kamp komutanına cezaları ve yetkilerini
kapsayan bir kitap verilmişti. Keza 13. maddeye göre ise garnizon komutanı tüm şikayet ve istekleri dinlemek ve yetkisi el verdiği ölçüde esirlerin isteklerini yerine
getirmek zorunda idi89.
Menten, şartlı tahliye koşullarına da değinmiştir. Buna göre, şartlı tahliyede
Bern Antlaşması esaslarına göre hareket edilmesi gerektiğini hatırlatmıştır. Ancak
şartlı tahliyenin teknik hususunun henüz belirlenmediğini, zira bu usulün Osmanlı
yöneticileri tarafından tam olarak bilinmediğini ifade etmiştir90. Öte yandan kamptan
kaçmanın veya kaçmayı denemenin çok doğal bir şey olduğunu ifade eden Menten,
Bern Antlaşması’nda öngörüldüğü üzere esirleri genel değil, bireysel cezalandıracakları hususunda kamp komutanının kendisine söz verdiğini belirtmektedir91.
Günlük Hayatla İlgili Yeni Düzenlemeler
Menten’in raporunda geçici düzenlemelerden ayrı olarak “yeni düzenlemeler”
başlığı altında bir ek alt başlık yer almaktadır. Bu ek Afyonkarahisar’da bulunduğu sırada Esirlerin Umumi Müfettişi Albay Yusuf Ziya Bey tarafından yapılan ve kendisine
iletilen yenilikleri ele almaktadır. Yeni düzenlemeler esirlerin gündelik yaşamlarını
daha kolaylaştırmaya yönelik esaslar içermektedir. Buna göre;
Esirlerin yürüyüş yapmasına, futbol, tenis, kriket gibi spor oyunlarını haftada
üç kez oynamalarına izin verilmiştir. Bu oyunlar Mevlevihanenin arkasında bulunan
alanda oynanırdı. Ayrıca “Coshou-Mahab”92 ve “Hacılar-Menke” olarak adlandırılan
alanlarda da oyun oynanmasına izin verilmiştir. Esirlerin adı geçen alanlardan birini seçme hakkı vardır. Spor ve yürüyüş öğleden sonra 3’te başlayıp, gün batımında
sona ermektedir. Gün batımında esirler konakladıkları binalarda olmak zorundadır.
“Coshou-Mahab”’ta esirlerin balık tutmasına ve nehrin güvenilir yerlerinde banyo
yapmalarına izin verilmiştir. Bu yerlerde zaman geçirmek için kamp komutanına başvurulur. Yukarıda belirtilen dışarı çıkmalar için tüm esirlerin grup halinde olması zo-
88
89
90
91
92
TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 2-225, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 7-222, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
Coshou-Mahab olarak ifade edilen yer, tam olarak tespit edilememekle birlikte muhtemelen bölgenin
yerel dildeki söylenişinin Menten tarafından algılandığı şekliyle yazılmasından ibarettir. Bu meyanda
anılan bölge o dönemde Akarçay’ın geçtiği alanı nitelendirmiş olmalıdır.
52
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ...
runludur. Gruplara yeterli sayıda gardiyan eşlik eder. Gitmek istemeyenler binalarında
kalır. Esirler her zaman avluda serbest dolaşma hakkına sahiptir93.
Esirler haftada bir kez olmak üzere kaldıkları yerlerde konser verebilirlerdi.
Konser boyunca Osmanlı hükümetine veya savaş müttefiklerine dair herhangi bir söz
söylenmesi yasaktır. Konserlerde bu gibi girişimler olması halinde konsere hemen son
verilir ve bunu yapanlar cezalandırılır. Komutan ve kampın tercümanı konserlerde
hazır bulunurdu. Bu tür etkinlikler sabah 08.00 de başlar, akşam 22.30 da sonlandırılır. Konser veya müzik programı bir gün öncesinde kamp komutanına bildirilmelidir.
Kamp, konutlar arasında kurulduğundan, etraftakileri rahatsız etmemek için grup halinde şarkı söylemek yasaklanmıştır. Diğer esirleri rahatsız etmemek kaydıyla esirler
serbestçe şarkı söyleyebilirler veya enstrüman çalabilirlerdi. Şehrin yöneticisi tarafından verilen izinle esirler haftada bir kez sinemaya gidebilirler ancak burada halktan
ayrı bir yerde oturmak zorundadırlar94.
Yeni düzenlemelerde yer alan esaslara göre esirlerin günlük ihtiyaçlarını karşılamak için alışveriş zamanları da düzenlenmiştir. Buna göre günlük alışveriş öğlene
kadar tamamlanacaktır. Her gün on kişi tarafından yapılacak alışverişe, esirlerin haftada bir kez gitme hakları vardır. Pazara gidecek kişiler Yüzbaşı Lazzolo ve Allen’e
başvurarak isimlerini bir gün önceden yazdırmak zorundadırlar. Pazar günleri ve tüm
bayram günlerinde esirlerin gruplar halinde ve gardiyan eşliğinde şapele gitmelerine
izin verilir. Bern Antlaşması kararına göre esirler ücretsiz ilaç alma hakkına da sahiptir. Esirler her Cumartesi öğleden sonra “Sahtekale”ye banyo yapıp temizlenmek için
gidebilirler. Her esir için bu ücret 25’ten 10 şiline indirilmiştir. Ayda bir kez esirlerin
tüm kıyafetleri, yatakları ve yatak örtüleri tütsülenir. Aşırı kalabalıklaşmayı önlemek
için bir odada 4 kişi kalacaklardır95.
Subayların ve askerlerin esirlere kötü davranması yasaktır. Bu suçu işleyen kişiler kamp komutanı tarafından cezalandırılır ve ceza alanlar bir deftere kaydedilir.
Komutan eğer herhangi bir suçluyla baş edemiyorsa, kişi Umumi Müdüre sevk edilir
ve mahkemeye çıkarılır. Kamp komutanı tarafından verilen tüm emirler İngilizceye
çevrilir bu şekilde askerler ve esirler arasındaki yanlış anlaşılmalar önlenmiş olur.
Askerler kendilerine verilen emirlerin sınırları dışına çıkamaz. Sabah ve akşam içtimaları aynı zamanda askerlerin kalkış ve yatış saatleridir. Akşam içtiması güneşin
batışıyla yatış saatleri arasında olacaktır.
Her ayın sonunda, Yüzbaşı Lazzolo ve Allen kampın durumunu bildiren bir rapor yazarak kamp komutanına teslim etmek zorundadırlar. Bu raporda esirlerin dilek, istek ve şikayetleri yer almaktadır. Bu bildirimler kapalı bir zarfa konulup, kamp
komutanının raporuyla beraber postalanacaktır. Emirlerin zaman içinde değişikliğe
uğrama ihtimali söz konusu olduğundan bu durumda emirler İngilizceye çevrilerek
Yüzbaşı Lazzolo ve Allen’e ulaştırılacaktır96.
93
94
95
96
TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-247, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-247, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 2-248, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-249, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
53
Feyza Kurnaz Şahin
2- Esirlerin Ekonomik Durumu İle İlgili İzlenimleri
Menten raporunda esirlerin ekonomik durumunun sıkıntılı olduğuna değinmiştir. Bu hususta kendilerine ödenmesi gereken maaşların ve ödemelerin sıklıkla geciktiğinden bahsetmiştir. Rapora göre; Hilal-i Ahmer aracılığıyla gelen aylık ödemeler
sürekli gecikmektedir. Sefaret tarafından gönderilen paraların verilmesinin üzerinden
ise 30 gün geçmiştir. Türklerin aylık ödemelerinin de çok geciktiği ifade edilmektedir.
Bu nedenle kampta bulunan Albay Warren, İngiliz, Fransız ve Hintliler için paranın
ayrı ayrı gönderilmesini talep etmiştir97.
Menten’in bildirdiğine göre esirlerin ekonomik olarak sıkıntıya sokan en önemli husus yakacak odun tedariki idi. Bir önceki kış ve önceki komutan odun için söz
verdiği halde odun tedariki yapılamamıştır. Bu nedenle subaylar soğuk hava şartlarından kötü şekilde etkilenmişlerdir. Ayrıca kilisede kalan 200 kişi için iki küçük
soba bulunduğunu, bu şartlarda ısınmanın mümkün olmadığını, ancak buna rağmen
esirlerin ateş yakmayı denediklerini belirtmektedir. Menten, bir önceki kış, karın 1
metre yüksekliğe ulaştığını ve termometrenin -20 dereceyi gösterdiğini bu şartlarda
subayların yataklarından çıkmadıklarını, Hintli askerlerin ise soğuktan kötü şekilde
etkilendiklerini de bildirmiştir. Ancak Menten bu şartlarda bir düzelme olacağının
umulduğunu da dile getirmiştir. Zira kampın yeni komutanı her hafta iki yük odunun
verileceğine söz vermiş, yemek pişirildikten sonra arta kalan odunların da subaylara
kalacağını duyurmuştur98.
Odun fiyatları subayları yakından ilgilendirmekte idi. Menten’in bildirdiğine
göre yazın odun fiyatları 3,5 Türk lirası iken, kışın bu fiyat 12 Türk lirasına yükselmektedir99. Bir önceki kış bir eşek yükü odun 150 piastre iken yazın 80 piastreye
inmektedir. Menten’e göre subayların bu sorunu kamp yetkilileri tarafından halledilmeye çalışılmaktadır. Kilisede ve binalarda kalan esirler ilerleyen süreçte sabah
akşam çorba yapmak için yeterince oduna sahip olacaklardır. Menten, komutanla görüştüğünü özel pişirme ve çay için daha fazla odun verileceğini ifade etmiştir. Ayrıca
diğer istenen odun için, her ay elçilik parası dışında 3 adam başına 6 Türk lirası para
ödeneceğini de bildirmiştir100.
3- Yiyecek ve Giyecek Durumları ile İlgili İzlenimler
Menten’in raporuna göre; esirler yemeklerin kendileri için çok yüksek fiyatlara
mal olduğundan şikayet etmektedirler. Menten bu durumu düzeltmek için kasabanın
mutasarrıfını ziyaret ettiğini, ondan subaylara pahalı yiyecek satanların cezalandırılmasını talep ettiğini bildirmiştir. Ancak mutasarrıf, subayların kendilerinin fiyatları
yükselttiğine değinmiş, nüfusun yüksek olması nedeniyle alınacak malzeme buluna-
97 TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
98 TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-218, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
99 TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-218, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
100TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
54
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ...
madığını dolayısıyla fiyatların yükseldiğini dile getirmiştir. Menten bunun doğruluğunun kanıtlandığını da dile getirmiştir. Raporda ayrıca ekmeğin kalitesinin düşük
olduğu, kumandanın ise komiteden bunun denetiminin kendi eline verilmesini talep
ettiği de ifade edilmiştir101.
Menten raporunda esirlerin giyecek ihtiyaçlarının da mütemadiyen karşılanmaya çalışıldığını bildirmektedir. Rapora göre; esirler için istenilen giysilere ait yeni
listeler gönderilmiştir. Burada bulunan terzi sürekli çalışmaktadır ve ihtiyat ödeneğinden karşılanmak üzere yeni bir “Singer” dikiş makinesi tedarik edilmiştir. Ayakkabılar deriden ve bağcıklı istenmiştir. Kilise için şilte ve battaniyeler konusunda istekte
bulunulmuştur102. Öte yandan geçici talimatname çerçevesinde esirlerin terzi ihtiyaçları karşılanmıştır. Bu meyanda geçici düzenlemelerin 9. maddesinde eğer mümkünse
esirler arasında iki terzi subay mahallelerine gönderilmekte idi. Onlara çalışmaları
için uygun bir oda ve araçlar veriliyordu ve mümkün olan tüm imkanlar sağlanıyordu103.
Yiyecek kolilerinin esirlere düzenli bir şekilde ulaştırılması da çok önemli idi.
Bu amaçla 18 Mayıs 1918’de düzenlenen geçici talimatnamenin 14. maddesi gereğince para, yiyecek ve giyecek kolilerinin dağıtımı ile ilgili esaslar tespit edilmiştir.
Buna göre;
İstasyona ulaşan tüm ürünlerin makbuzları yüksek rütbeli subaylar ve astsubaylar eşliğinde kontrol edilirdi. Koliler dağıtılmadan önce esirlerin istekleri ile karşılaştırılırdı. İstenilen malzemeler dışında kalanlar liste tutularak garnizonun deposuna
konmakta idi. Depoya kaldırılan eşya ve malzemelerin listesi son derece detaylıdır,
bu liste subaylar tarafından imzalanır ve bir kopyası alınırdı. Depodan sorumlu olan
astsubaylar bulunurdu104. Depoya kaldırılan malzemeler ihtiyaç durumunda esirlere
verilirdi. Depoda bulunan malzemeler tükendiğinde ise yeni bir liste oluşturulmakta idi. Talep listeleri ofiste muhafaza edilirdi. Gönderilerde eksiklik olması halinde
bir tutanak hazırlanırdı. Bu tutanak orada bulunanlar tarafından imzalanarak Hilal-i
Ahmer’e gönderilirdi. Kolilerin bozuk veya eksik çıkması halinde de aynı işlem tekrarlanırdı. Elçiliklerden gönderilen paralar da aynı şekilde kontrolden geçerek işlem
görmekte idi. Garnizon personeli para ve istasyona ulaşan listeler için yazılı kanıt
göstermek zorunda idi105.
4- Sıhhi Durumla İle İlgili İzlenimleri
Menten, Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’nda esirlerin sıhhi problemlerine değinirken bu hususta en büyük sıkıntının dişçi ihtiyacı olduğunu bildirmiştir. Dişçi
101TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
102TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
103TNA, FO, nr. 383/529, s. 2-225, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
104TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-226, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
105TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-227, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
55
Feyza Kurnaz Şahin
ihtiyacının kampı kendisinden önce denetlemek için gelen Esirler Umumi Müfettişi
Albay Yusuf Ziya Bey tarafından da görüldüğünü, onun İstanbul’dan dişçi talep ettiğini, ancak Yusuf Ziya Bey’e rağmen, İstanbul’dan 17 Haziran’da ayrılan dişçinin hala
Afyonkarahisar’a ulaşmadığını belirtmiştir. Bu sırada esirlerin dişle ilgili problemleri
esir Yüzbaşı Coxon tarafından çözülmektedir. Esirlerin diş tedavisinin aksamaması
için İstanbul’daki Hollanda Büyükelçiliği, tüm dişçi ekipmanlarını alarak işini yapabilmesi için Yüzbaşı Coxon’a göndermiştir. Menten’e göre, Afyonkarahisar kampındaki dişçi esir subay Yüzbaşı Coxon, İstanbul’dan satın alınması mümkün olan
ya da İskenderiye’den değişim gemisi ile gelen malzemeler ile garnizondaki esirlerin
diş tedavilerini yapmaktan memnuniyet duymaktadır. Ancak tek başına bütün esirlere
hizmet vermekte zorlanmaktadır. Menten buna bir çözüm bulmak istemiştir. Raporda
bildirdiğine göre; kendisi İzmir’de genç bir dişçi olan Richard de Jongh ile bir anlaşma yapmıştır106. Buna göre dişçi, Afyonkarahisar’a tüm ekipmanıyla gelecek ve
günlüğü 10 liradan ve bedelsiz seyahat ederek dişçi Yüzbaşı Coxon ile çalışmaya
başlayacaktır. Menten’e göre bunun birçok avantajı bulunmaktadır. İlk olarak dişçi
De Jongh eşliğinde işler daha çabuk yapılacaktır, öte yandan esirlerin güvenliği İngiliz doktorun elinde olacaktır. Dişçi ücreti dönemin koşullarına göre gayet makuldür,
dolayısıyla ödemelerde sorun çıkmayacaktır. Menten’e göre birinci sınıf bir dişçi ile
anlaşma yapmak imkansızdır. Çünkü dişçiler oldukça pahalıya çalışmaktadır. Öyle
ki, dişçiler kişi başı 2 altın sterlin almaktadırlar. Hatta özel durumlar ayrı bir ücrete
tabidir. Ödemeler konusunda bitmek bilmeyen şüphe vardır. Ancak Menten’in bildirdiğine göre bu çaba sonuçsuz kalmış, Türk yetkililer De Jongh’un esirler arasında
çalışmasına izin vermemiştir107.
Diş tedavisi ile ilgili sıkıntılara yönelik olarak esirler çözüm arayışları içerisine
girmişler ve düşüncelerini temsilcilere iletmişlerdir. Menten’in belirttiğine göre, İngiliz hükümeti subayların diş tedavisi için ihtiyaç duyulan parayı borç vermeye isteklidir. Albay Warren dişçilik işlemlerinin ihtiyat fonu dışından ödenmesini önermiş, bu
ödemelerin ise savaş sonrası İngiliz hükümetinden karşılanabileceğini bildirmiştir108.
Menten’in raporuna göre; Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’ndaki diğer bir eksiklik ise hastanelerin yetersizliği ve sıhhi personel ihtiyacı idi. Ancak şartların iyileştirilmesi için bazı çalışmalar yapılmaktadır. Örneğin Albay Yusuf Ziya Bey tarafından
verilen yetkiyle üst kamptaki evlerden biri özel hastaneye dönüştürülmüş ve hastane
21 Temmuz 1918 tarihinde hizmete açılmıştır. Hastanede esir doktorlardan Binbaşı
S.Haughton ve Yüzbaşı Startin subayları muayene etmek için görevlendirmişlerdir.
Hastane 9 yataktan oluşmuştur. Hastane yatakları esirler tarafından yapılmış olup giderleri fondan karşılanmıştır109.
106TNA, FO, nr. 383/529, s. 5-220, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
107TNA, FO, nr. 383/529, s. 6-221, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
108TNA, FO, nr. 383/529, s. 6-221, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
109TNA, FO, nr. 383/529, s. 7-222, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
56
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ...
Menten raporunun ekinde yer alan Yusuf Ziya Bey’in kampta yaptığı geçici düzenlemelerden bahsederken söz konusu hastaneye yönelik bazı esaslara da değinmiştir. Geçici düzenlemenin 4. maddesi hastaneyle ilgilidir. Buna göre komisyonun isteği
üzerine ev hastaneye dönüştürülmüştür. Hafif hasta esirler burada doktor tedavisi altında olacaktır. Garnizonun resmi doktorunun hastaneyi yönetme ve şehirde bulunan
eczaneden hasta esirler için ilaç almaya hakkı vardı110. Geçici düzenlemelerin yedinci
maddesi hastanede vefat edenlere verilecek dini hizmetle ilgili idi. Buna göre hastanede ölenlerin son dileğini yerine getirmek için bir papaz görevlendirilmiştir. Eğer
papaz yoksa Fransızca ve İngilizce bilen iki asker hastanede tutulmuştur. Bu iki asker
diğer zamanlarda hastanede hastabakıcılık görevini sürdürmektedirler111.
Menten, hastanenin yetersizliği nedeniyle bütün esirlerin burada muayene edilmesinin zor olduğunu, bu nedenle Binbaşı S.Haughton’un kendisine bir öneri sunduğunu belirtmiştir. Bu öneriye göre; gedikli subayların Bern Antlaşması’nın 7. maddesi
uyarınca İngiltere’ye gönderilmeleri gerekmektedir. Zira burada küçük bir hastane
inşa etmek dahi imkansızdır. Yapılacak en iyi şey bu gedikli subayların erbaş (çavuş)
yapılmasıdır. Öte yandan Albay Baines tarafından da tıbbi değişim önerilmiştir112.
Menten’e göre, Türk hastanesinin koşulları yeterli değildir. Aşırı yoğunluk ve
yetersizlikler nedeniyle hastalar tam olarak tedavi edilememektedir. Öyle ki, hastaneye gelen 18 vakadan 4’ü yaşamını yitirmiştir. Bilahare Kelebek’ten hastaneye çok
sayıda hasta gelmiş, bunların içinden de en az 10’u hayatını kaybetmiştir. Menten,
Türk doktorla konuştuğunda kendisine Kelebek’in henüz esirler için kapatılmadığını söylemiştir. Türk hastanelerinde diğer esirler de muayene edilmekte fakat İngiliz
doktorların buraya gitmelerine izin verilmemektedir. Çünkü insanları anlamak için
tercümana ihtiyaç vardı ancak burada tercüman bulunmamakta idi113.
Görüldüğü gibi Menten’in raporu Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’nda bulunan esirlerin içinde bulunduğu şartları ayrıntılı olarak ele almış, Menten, Bern Antlaşması ile belirlenen esasların kampta uygulandığını, kamp şartlarının günden güne
iyileştirildiğini belirtmiştir.
Sonuç
Bu çalışmanın temel amacı I. Dünya Savaşı sırasında iki Felemenk temsilci Dirk
Johannes Van Bommel ve Emile Ernest Menten’in Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’na
dair izlenimlerini çözümlemek olarak tanımlanmıştır. Bu amaca ulaşmak için her iki
temsilcinin İngiliz makamlarına göndermiş oldukları raporlar kapsamlı şekilde ele
alınmıştır. Raporlar irdelenirken D.J. Van Bommel ve E. E Menten’in görev aldıkları
kurumlar ve biyografileri göz önünde tutulmuştur.
110TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
111TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
112TNA, FO, nr. 383/529, s. 7-222, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
113TNA, FO, nr. 383/529, s. 7-222, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
57
Feyza Kurnaz Şahin
Bu noktadan bakıldığında Bommel, esasen Türkiye’de faaliyet gösteren YMCA
adlı bir misyoner teşkilatın üyesidir ve buradan maaş almaktadır. Ancak Hollanda
Sefareti’nin temsilcisi olarak İngiliz esirlerin durumlarını gözlemlemek için görevlendirilmiştir. Emile Ernest Menten ise 1917’den 1929 yılına kadar çeşitli ülkelerde
Hollanda elçilik ataşesi olarak çalışmış, I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz ve Fransız
savaş esirlerinin çıkarlarını korumak için İngiliz Hükümeti yararına Türkiye’ye gönderilmiştir.
Kaynaklardan anlaşıldığı üzere D.J. Van Bommel, Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’nu ziyaret etmemiştir. Bommel’in Afyonkarahisar’a gidememesinin
muhtemel iki nedeni bulunmaktadır. Birincisi Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında
esirlerle ilgili misilleme politikasının uygulanmasıdır. Bu nedenle Osmanlı Devleti,
Bommel’e esir kamplarını ziyaret etmesi için izin vermemiş ya da izin taleplerini sürüncemede bırakmıştır. İkinci neden ise kişiseldir. Bommel, Felemenk Sefareti temsilcisi olarak görevlendirilmiş olmakla birlikte maaşını YMCA’dan almaktadır. YMCA
ise İngiltere kökenli ve ABD destekli bir misyoner cemiyetidir. Dolayısıyla Osmanlı
makamları Bommel’in bir misyoner olarak esir kamplarını ziyaretine sıcak bakmamış
olabilir.
Bommel her ne kadar Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’nu bizzat ziyaret etmemiş ise de İngiliz makamlarına farklı tarihlerde garnizonla ilgili raporlar göndermiştir. Bommel’in 1 Haziran 1917 tarihli ilk raporu, Afyonkarahisar’da bulunmuş
ancak İstanbul’da demiryollarında çalışmak üzere Afyonkarahisar’dan gelen esirlerin
anlattıklarına dayanmaktadır. Raporda üzerinde durulan en önemli hususlar esirlerin
sayıları, esirler için gönderilen malzemelerin onlara ulaşıp ulaşmadığı, esirlere yapılan muamele ile ilgilidir. Esirlerin izlenimlerine dayanan ilk raporda bu sebepten
olsa gerek kampla ilgili bazı olumsuz izlenimler dikkat çekmektedir. Raporda İngiliz
esirler için gönderilen malzemelerin yerine ulaşmadığı, Türk yetkililerin bu konuda
gerekli özeni göstermedikleri ile ilgili olumsuz bir yargı söz konusudur.
Bommel’in İngiliz makamlarına gönderdiği 12 Nisan 1918 tarihli ikinci rapor
ise Osmanlı Hilal-i Ahmer temsilcisi Hüseyin Rıfkı Bey’in, Anadolu’da bulunan
esir kamplarına gerçekleştirdiği 3,5 aylık ziyaretinden elde ettiği izlenimlere dayanmaktadır. Bommel’in bu raporunda ise esirlerin genel durumunun iyi olduğuna, esir
kamplarındaki şartların iyileştirilmeye çalışıldığına dair izlenimlere yer verilmiştir.
Bommel’in üçüncü raporu 17 Ağustos 1918 tarihli olup, İngiliz Savaş Ofisi Esirler
Sekreterliği, Savaş Komitesi Esirler Genel Sekreteri O’Reilly’ye gönderilmiştir. Raporda esirlerin içinde bulunduğu durum, bununla ilgili yapılan çalışmalar ve esirlerin
ihtiyaçları ayrıntılı olarak dile getirilmiştir. Raporunda Afyonkarahisar esir kampı ile
ilgili olumsuz herhangi bir bilgi söz konusu değildir. Aksine esirlerin bütün ihtiyaçlarının karşılandığını, esirlerin mutlu olmak ve dikkat çekmek için sürekli bir şeyler
talep ettiklerini objektif bir şekilde dile getirmiştir. Bommel’in değerlendirmelerinde
esirlerin ihtiyaç duyduğu malzemeler ve bunların tedarik edilmesi ile ilgili bilgiler
daha ön plandadır. Bunun temel sebebi kendisinin Hollanda Sefareti tarafından Müttefik Devletlerin Türkiye’deki esirlerine gönderdiği malzemelerin esirlere ulaştırılması için görevlendirilmesidir.
58
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ...
Emile Ernest Menten ise Bommel’den farklı olarak Afyonkarahisar Üsera
Garnizonu’nu ziyaret etmiş ve kampın bütün koşullarını, esirlerin konaklama, para,
yakıt, su, yiyecek, giyecek, sıhhi durumları, iletişim olanaklarını ve dini hizmetlerle
ilgili gözlemlerini başlıklar halinde sistematik bir şekilde aktarmıştır. Menten, kampın şartlarının iyileştirilmesi için Osmanlı yöneticileri tarafından hazırlanan geçici
düzenlemeler ve yeni düzenlemeler hakkında bilgi vermiştir. Hatta söz konusu düzenlemeleri içeren talimatnameyi raporuna eklemiştir. Bu yönüyle Menten’in raporu
Bommel’e göre daha kapsamlı veriler içermektedir.
Öte yandan Menten’in raporu son derece objektif değerlendirmelere sahiptir. O,
raporunda kampın eksikliklerini dile getirmiş, Osmanlı yetkililerinin iyi niyetli çabalarıyla kampın ihtiyaçlarının giderilmeye çalışıldığına vurgu yapmıştır. Kamp komutanı Yusuf Ziya Bey’in kampla ilgili sorunlarla yakından ilgilendiğini belirtmiştir.
Menten kampı ziyaret ettiğinde kampın ihtiyaçlarını ve eksikliklerini tespit etmekle
kalmamış bu hususlarda Osmanlı yöneticileriyle istişare içerisinde olmuş, olumsuzlukları düzeltmeye yönelik bir yaklaşım sergilemiştir.
Her iki raporda da Afyonkarahisar kampıyla ilgili eksiklikler dile getirilmiş,
ancak bunun yanında esirlerin genel durumunun iyi olduğu, Afyonkarahisar Üsera
Garnizonu’nda esirlere sağlanan şartların gayet muntazam göründüğü, Osmanlı yöneticilerinin kampın şartlarını iyileştirmek hususunda gayret gösterdiği vurgulanmıştır.
Keza Osmanlı Devleti’nin savaş mağduru olan esirlere karşı yaklaşımının uluslararası
anlaşmalara uygun olduğu, yeni düzenlemelerle esirlerin yaşantılarının daha sağlıklı
koşullara ulaştırıldığının altı çizilmiştir.
Sonuç olarak her iki temsilcinin izlenimlerine dayanarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Osmanlı Devleti savaş döneminde yaşadığı ekonomik ve sosyal olumsuzluklara rağmen savaş mağduru esirlere karşı insani bir tutum sergilemiştir. Afyonkarahisar Üsera Garnizonu bu insani yaklaşıma güzel bir örnek teşkil etmektedir.
59
Feyza Kurnaz Şahin
Kaynakça
Arşiv Belgeleri
Başbakanlık Osmanlı Arşivi
HR.SYS., nr. 2213/3; nr. 2222/57; nr. 2214/3; HR.SYS., nr. 2214/4; nr. 2214/7; nr. 2214/8; nr. 2224/56; nr.
2232/16.
İ.DUİT., nr. 16/30.
The National Archives UK (İngiliz Devlet Arşivleri Belgeleri)
The National Archives UK (TNA), Foreign Office (FO), nr. 383/452, s. 1-3, Van Bommel’den J.H.R. Van
der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917, s 1.
TNA, FO, nr. 383/452. Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917.
TNA, FO, nr. 383/454, O’Reilly’den Van Bommel’e, 11 Eylül 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, s. 7-9, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918.
TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918.
TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 23 Ekim 1918.
TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-216, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 2-217, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 2-225, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-218, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-226, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-249, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-227, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 5-220, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 6-221, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 7-222, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 8-223, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
Kitap ve Makaleler
1954 Proceedings Forty-Fifty Annual Rotary Convention, Seattle, 6-10 June 1954, Rotary International
Copyright, 1954.
Abbenhuis, Maartje M., The Art of Staying Neutral The Netherlands in the First World War, 1914-1918,
Amsterdam University Publishing, Amsterdam 2006.
Altıntaş, Ahmet, “Osmanlı Esir Kampları ve Çanakkale Savaş Esirleri ile İlgili Bazı Tespitler”, Savaş Tarihi
Araştırmaları Uluslararası Kongresi, 100. Yılında 1. Dünya Savaşı ve Mirası, Bildiriler, C. 1, Edt.
Halil Çetin-Lokman Erdemir, Çanakkale Valiliği Yay., Çanakkale 2015, s. 485-499.
Altıntaş, Ahmet, Belgelerle Milli Mücadele Döneminde Esirler, Anekdot Yay., Ankara 2008.
60
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ...
Ata, Feridun, “Birinci Dünya Savaşı Yıllarında Afyon’a Sürülen Yabancı Uyruklular”, Millî Mücadele ve
Büyük Taarruzda Afyonkarahisar, Editör: Hasan Babacan, AKÜ Yayını, Afyonkarahisar 2010, s.
9-16.
Boissier, Alfred - Vischer, Adolphe, Comité International De La Croşx-Rouge, Documents Publiés
à L’occasion De La Guerre Europeenne 1914-1917, Rapport, sur leur inspection des camps de
prisonniers en Turquie, October 1916 a Janvier 1917, Douzième Serié, (Mars 1917).
Brugmans, H., Persoonlijkheden In Het Koninkrijk Der Nederlanden In Woord En Beeld Nederlanders En
Hun Werk, Van Holkema & Warendorf N.V. Publicaties, Amsterdam 1938.
Çapa, Mesut, Kızılay (Hilal-i Ahmer) Cemiyeti, 1914-1925, 2. Baskı, Türk Kızılay Derneği Yayınları,
Ankara 2010.
Çatalbaş, Resul, “Young Men’s Christian Association’ın Türkiye’deki Faaliyetleri”, Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 55, S. 1, (2014), s.101-122.
Çelik, Recep, “Birinci Dünya Savaşı Döneminde Afyonkarahisar Esir Garnizonu ve Faaliyetleri”, Millî
Mücadele ve Büyük Taarruzda Afyonkarahisar, Editör: Hasan Babacan, AKÜ Yayını, Afyonkarahisar
2010, s. 17-48.
Gencer, Fatih, “I. Dünya Savaşı Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Amerikan Vatandaşlarına Yönelik
Politikası, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, C. 28, S. 46, s. 249-264.
Latourette, Kenneth Scott, World Service: A History of the Foreign Work and World Service of the Young
Men’s Christian Association of the United States and Canada, Association Publishing, New York
1957.
Lenser, Samuel David, Between the Great Idea and Kemalism the YMCA at İzmir in the 1920s, Unpublished
Thesis Master of Arts in History Boise State University, 2010.
Ministerie Van Onderwijs En Wetenschappen Rijksinstituut Voor Oorlogsdocumentatie Bronnenpublicaties
Documenten, Nr 2, De SS En Nederland Documenten UIT SS-Archieven 1935-1945, Deel II,
S-Gravenhage-Martinus Nijhoff, 1976.
Öksüz, Melek, “Osmanlı Topraklarında Hukuki Statü Arayışları ve Varlık Mücadelesinde Amerikan
Kurumları”, History Studies, Vol. 2/1, (2010), s.147-187.
Özçelik, Mücahit, Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’deki Esirler, TTK Yayını Ankara 2013.
Report on the Treatment of British Prisoners of War in Turkey, November 1918, London, 1918.
Schull, Kent F., Prisons in the Late Ottoman Empire Microcosms of Modernity, Edinburgh University
Publishing, Edinburgh 2014.
Steuer, Kenneth, Pursuit of an Unparalleled Opportunity: The American YMCA and Prisoner of War
Diplomacy Among the Central Power Nations During World War I, 1914-1923, Columbia University
Publishing, New York 2008. (http://www.gutenberg-e.org/steuer/steuer.ch01. html#p37). (Erişim
Tarihi: 27.01.2016).
Still, John, A Prisoner in Turkey, Jhon Lane Publishing, London 1920.
Tlusty, Tomaš, “The YMCA Organisation and its Physical Education and Sports Activities in Europe
During the First World War”, Kultura Fizyczna (Prace Naukowe Akademi i im. Jana Długosza w
Częstochowie), Vol. XIV, Nr. 1, (2015), s. 27–44.
Zürcher, Erik Jan, “ Welingelichte Kringen? De Politieke Berichtgeving Vah de Nederlandse Ambassade in
Istanbul in de Eerste Wereldoorlog”, Sharqiyyat, 1/1 (September 1988), s. 61-79.
61
Feyza Kurnaz Şahin
Ekler
Ek-1,2. D. J. Van Bommel’in Bir Fotoğrafı ve 1 Haziran 1917 Tarihli Raporunun İlk Sayfası
http://cdm16122.contentdm.oclc.
org/cdm/ref/collection/p15370coll2/
id/3688 (01.02.2016).
TNA, FO, nr. 383/452, s. 3. Van Bommel’den J.H.R. Van der Does
Willebois’e, 1 Haziran 1917, s. 1.
62
I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ...
Ek-3,4. Dr. Menten’in Bir Fotoğrafı ve 12 Ocak 1919 Tarihli Raporunun İlk Sayfası
1954 Proceedings Forty-Fifty
Annual Rotary Convention, Seattle,
6-10 June 1954, Rotary
International Copyright,
1954, s. 366.
TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-216, Menten’den Lahey’deki İngiliz
Temsilciliğine, 12 Şubat 1919.
63
ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI
Yıl 14
Bahar 2016
Sayı 20
ss. 65-79
Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü:
Ankara Sanayi Mektebi
Özkan KESKİN*
Özet
XIX. yüzyılda yaşanan hızlı sanayileşme, dönemin modern teknik
bilgilerine sahip eleman teminini zorunlu hale getirmiştir. Bu doğrultuda
Osmanlı Devleti’nde geleneksel olarak usta-çırak yönteminden gelen teknik
personel, donanım olarak yetersiz kaldığından yeni çareler aranmaya
başlanmıştır. Midhat Paşa’nın Niş Valiliği’ne atanması ile hayata
geçirilen ıslahhane projesi, temelde savaşlar ve göçler nedeniyle öksüz
kalmış çocuklara meslek edindirmeyi amaçlamıştır. Elde edilen başarı
üzerine proje imparatorluk geneline yayılmış ve ıslahhanelerden sanayi
mekteplerine doğru bir dönüşüm gerçekleşmiştir. Önce İstanbul’da ve
daha sonra aralarında Ankara’nın da bulunduğu birçok vilayette kurulan
sanayi mektepleri, teknik personelin yetiştirilmesine hizmet etmiştir.
1876’dan itibaren Ankara Sanayi Mektebi adıyla faaliyet gösteren
mektep, Sultan Abdülhamid’in yirmi beşinci cülusu münasebetiyle
canlandırılmaya çalışılmıştır. Fakat mâli problemler nedeniyle gerek
donanım olarak gerekse kadro olarak beklenen seviyeye gelememiştir.
Mektep, I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele döneminin olağanüstü
koşullarında faaliyetlerine ara vermiş, 1931 yılında diğer vilayet sanayi
mektepleri gibi mıntıka sanat mektebine dönüştürülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Ankara, Islahhane, Sanayi Mektebi, Osmanlı
Sanayii
*
Yrd.Doç.Dr.,Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. ozkankeskinn@yahoo.com
65
Özkan Keskin
An Attempt of Technical Education in the Steppe:
Ankara Industry School
Abstract
The fast industrialization that happened during the 19th century
made it compulsory to recruit staff equipped with the modern technical
knowledge of the period. Accordingly, technical staffs in the Ottoman
Empire coming from the traditional mentor-protégé method became underequipped, which caused new solutions to be looked for. The workhouse
project launched after Midhat Pasha’s appointment as the Governor of
Niš primarily aimed children orphaned due to wars and migrations to be
provided with jobs. Following the success of this project, it was spread
all over the empire and a transformation from workhouses to industrial
schools took place. These industrial schools, which were first opened in
Istanbul and later in numerous provinces including Ankara, served for the
education of technical staff.
This school, operating under the name Ankara Industrial School
starting from 1876, was attempted to be stimulated on the occasion of
the 25th anniversary of Sultan Abdülhamid’s enthronement. However, the
school could not reach the intended level both in equipment and staff
due to financial problems. The school later ceased functioning under
the extraordinary conditions of World War I and the Turkish War of
Independence; it was finally converted to a regional art school in the year
1931 just like other provincial industrial schools.
Keywords: Ankara, Workhouse, Industrial School, Ottoman Industry
66
Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi
Giriş
XIX. yüzyılda başta İngiltere olmak üzere sanayi devrimini gerçekleştiren Avrupalı devletler, dönüşüme ayak uyduramayan ülkelerin piyasalarını istila etmeye
başlamışlardır. Bu sorunla ilk karşılaşanlar, atılımı yapan İngiltere karşısında diğer
kıta Avrupası ülkeleri olmuştur. Sanayi devriminin başlangıcı Fransız İhtilaline ve Napolyon Savaşlarına rastladığından, yoğun üretim ilk başta sorun yaratmamış ve harp
şartları üretim fazlasını kolayca eritmiştir. Ancak, savaşların bitmesi tüketim mallarına olan talebin hızla düşmesine, stokların artmasına, işyerlerinin kapanmasına ve
sonuçta 1815’ten itibaren İngiltere’de ekonomik bir buhrana yol açmıştır. Batı Avrupa
ülkeleri ise ithal mallara yüksek gümrük tarifeleri koyarak ekonomilerini İngiltere’ye
karşı koruma altına almaya çalışmışlardır.1 Bu doğrultuda Fransa, 1825’ten itibaren
tekstil maddelerinin ithalini yasaklamıştır. Ardından Alman Gümrük Birliği Zollverein, İngiliz mallarına ağır vergiler koyarak ithalatı neredeyse imkansız hale getirmiştir. Avusturya 1833’te 1600 adet eşyaya yüksek vergiler koymakla yetinmemiş,
69 kalem eşyanın ithalini tamamen yasaklamıştır. Rusya ise 300 çeşit malın ithaline
izin vermeyerek İngiliz istilasına karşı ekonomisini korumaya çalışan ülkelere arasına
katılmıştır. Avrupa piyasalarının kapanması üzerine İngiltere yönünü Osmanlı İmparatorluğuna çevirmiştir. Çünkü Avrupa ithalata karşı korumacı bir yol tercih ederken,
Osmanlı Devleti %3 gümrük vergisini muhafaza ediyordu. Ayrıca Osmanlı coğrafyası
İngiliz mamulleri için iyi bir pazar olabileceği gibi, ucuz ve kolay hammadde imkanı
da sağlayabilirdi. Osmanlı sanayisi gelişmediğinden İngiltere ile rekabet edecek durumda da değildi.2
Bu değişime bağlı olarak, İngiliz makine ve kimya sanayinin gelişimini tamamlamasına kadar lokomotif görevi üstlenen pamuklu sanayii ürünleri, kısa sürede Osmanlı pazarına hücum etmiştir. Nitekim 1828’de İngiltere’den Osmanlı Devleti’ne
10.834 İngiliz lirası değerinde pamuklu ihracatı gerçekleştirilmişken, sadece üç yıl
sonra bu rakam 105.615 liraya yükselmiştir.3 Gelişmiş bir ipekçilik merkezi olan
İşkodra’da ipek tezgahı sayısının 1812’de 600’den 1821’de 40’a inmesi, Tırnova’da
da 1812’de 2000 olan dokuma tezgahının 1830’da 200’e gerilemesi ithalat hücumuna
işaret eden bir başka göstergedir.4
1
2
3
4
Rifat Önsoy, Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii ve Sanayileşme Politikası, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, Ankara 1988, s.12; Mübahat S. Kütükoğlu, Balta Limanı’na Giden Yol Osmanlı-İngiliz
İktisâdî Münasebetleri (1580-1850), T.T.K., Ankara 2013, s.7; Mehmet Seyitdanlıoğlu,“Tanzimat
Dönemi Osmanlı Sanayii (1839-1876)”, Tanzimat-Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu,
Editörler:Halil İnalcık-Mehmet Seyitdanlıoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2014,
s.713.
Ahmet Yücekök,“Emperyalizm Yörüngesinde Osmanlı İmparatorluğu 1838 Ticaret Sözleşmeleri”,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C.23, S.1, Ankara 1968, s.395; Önsoy, a.g.e.,
s.12; Kütükoğlu, a.g.e., s.99.
Ömer Celal Sarc,“Tanzimat ve Sanayiimiz”, Tanzimat I, M.E.B., İstanbul 1940, s.425.
David Urquhart, Turkey and Its Resources: Municipal Organization and Free Trade, London 1833;
Celal Sarc, a.g.m., s.426; Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.m., s.716.
67
Özkan Keskin
Dış ticaret dengesinin Osmanlı Devleti aleyhine giderek bozulması ve yerli üretim merkezlerinin etkinliğini kaybetmeye başlaması karşısında Tanzimat yöneticileri,
iç isyanların ve savaşların bitmesini de fırsat bilerek, ülkenin refahı için bazı sanayi
hamleleri yaptılar. İmâr-ı mülk olarak ifade edilen bu siyaset çerçevesinde, finansmanı Hazine-i Hassa bütçesinden karşılanan Zeytinburnu Demir Fabrikası, İzmit Çuka
Fabrikası, Hereke Kumaş Fabrikası, Veliefendi Basma Fabrikası ve daha birçok sanayi tesisinin temelleri atılmıştır. Fabrikaların kurulmasıyla askerî ihtiyaçların yerli
üretimle karşılanması ve giderlerde tasarruf yapılarak kaynakların ülke içinde kalması
amaçlanmıştır. Bir başka hedef ise devlet eliyle yapılan ve yüklü sermaye gerektiren
bu yatırımlar ile ülke sanayileşmesine katkı yapmak ve Avrupa’dan getirtilen ustalarla
modern teknolojik bilginin yerli kadrolara aktarılmasına imkan tanımaktır.5 Ancak
üretim maliyetlerinin yüksekliği, fiyatlandırmada piyasa koşullarına uyulmaması, yeniliklere ayak uydurmada yaşanan ve kronik hale gelen isteksizlik ve hammaddelerin
içerden sağlanabileceğinin farz edilmesi gibi etkenlerle fabrikaların iflası kaçınılmaz
hale gelmiştir. Ayrıca getirtilen yabancı teknik personelin uyum sağlayamaması gibi
ekstra sorunlar da vardı.6 Osmanlı yönetimi bu sorunlardan en azından teknik personel eksikliğini çözmek için 1848 yılında bir adım attı ve Zeytinburnu’ndaki sanayi alanı içerisinde bir sanayi mektebi açtı. Talebelerin matematik, kimya, jeoloji,
teknik resim ve madencilik alanlarında eğitim almaları planlanmıştı. Talebe toplanmasına ve binasının yapılmasına rağmen ilk sanayi mektebi faaliyet gösteremeden
kapanmıştır.71850’de plan aşamasında kalan Mekteb-i Hiref ve Sanayi’nin ardından,
daha kapsamlı bir çalışma olan ve hazırlıklarına 1862’de başlanan Islah-ı Sanayi Mektebi de mâli buhran sebebiyle fiiliyâta geçemeyen girişimler arasında yerini almıştır.8
İstanbul’da sanayi mektebi açma denemeleri devam ederken, Midhat Paşa’nın
Niş Valiliğine atanmasıyla hem kimsesiz çocukların devlet himayesinde meslek sahibi
olabilmeleri, hem de sanayi alanında kalifiye eleman temini gibi iki amaca hizmet
edecek olan ıslahhane projesi 1863’te Niş’te uygulamaya konmuştur.9 Diğer örnekleri
paşanın Tuna Valisi olmasından sonra 1865’te Rusçuk ve Sofya’da10 görülen projenin
temelinde, XIX. yüzyıl öncesinde kimsesiz çocukları koruma görevi üstlenen vakıf
ve imaret gibi geleneksel kurumların işlevlerini yerine getirememeleri ve 5-13 yaşları
arasındaki bu çocukların sorumluluğunun, artık tüm medeni ülkelerde olduğu gibi,
devlete ait olması gerektiği fikri yatmaktadır. 11 Bu sayede öncelikle kitlesel hale gel-
5
Tevfik Güran,“Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları”, 150. Yılında Tanzimat, Yayına Hazırlayan
Hakkı Dursun Yıldız, T.T.K., Ankara 1992, s.235-238.
6 Bekir Koç,“Osmanlı Devleti’nde Islahhane ve Sanayi Mekteplerinin Kuruluş Sürecine Dair Bazı Gözlemler”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C.7, S.2, Ankara 2010, s.207.
7 Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C.2, İstanbul 1940, s.524.
8 Mehmet Ali Yıldırım, Dersaâdet Sanayi Mektebi, Kitabevi, İstanbul 2013, s.11-20.
9 Faik Reşit Unat, Türk Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihî Bir Bakış, M.E.B., Ankara 1964, s.80b;
Hüdai Şentürk, Osmanlı Devleti’nde Bulgar Meselesi (1850-1875), T.T.K., Ankara 1992, s.167.
10 Yıldırım, a.g.e., s.26.
11 Bekir Koç,“Osmanlı Islahhanelerinin İşlevlerine İlişkin Bazı Görüşler”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, S. 6/2, Gaziantep 2007, s.114.
68
Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi
miş olan göçlerin mağdur ettiği çocukların, din ve ırk farkı gözetilmeksizin devlet
korumasında okuma-yazma, tarih coğrafya, dört işlem, Kur’an, edebiyat gibi teorik
derslerin yanında terzilik, kunduracılık, dericilik, bez imali ve demircilik gibi dönemin rağbet gören mesleklerini de öğrenerek topluma ve devlete faydalı bireyler olarak
yetişmeleri öngörülür.12 Talebe alımında din ve ırk farkı gözetilmemesi, ıslahhanelere
ulus devlet kurma emelinde olan unsurların, Osmanlılık ideolojisi etrafında toplanmasına hizmet etmesi gibi bir misyonun da yüklendiğini göstermektedir. Başlangıçta
yetimhane vasfındaki ıslahhanelere, suça karışmış ve bir yılın üzerinde hapis cezası
almış çocuklar da dahil edilerek aynı olanaklardan faydalanmaları sağlanır. Bu nedenle kurum ıslahhane olarak adlandırılmıştır.13
Niş ıslahhanesindeki çocukların altı ayda biraz okuma-yazma öğrenerek terzilik ve kunduracılıkta mesafe kaydetmeleri, ahalinin ilgisinin artmasına neden olmuş
ve çocuk sayısı elliyi aşmıştır.14 Ayrıca Tuna Vilayeti’nde ıslahhanelerin faaliyetleri
hakkında vilayet resmi yayını olan Tuna gazetesinde ve Takvim-i Vekayi’de haber yapılması başarının geniş kitlelere ulaşmasını sağlamıştır. Bu gelişmeden sonra Anadolu
kentlerine ilave olarak Halep, Bağdat, Şam ve Trablusgarp gibi uzak vilayetlerde de
erkek ıslahhaneleri açılmıştır. Hatta 1868’de Bosna’da, Aralık 1872’de de Rusçuk’ta
kız ıslahhaneleri faaliyete geçmiştir.15 Fakat ıslahhanelerin önündeki en büyük engel
düzenli gelir sağlanmasındaki aksaklıklardır. Ortalama 200.000 kuruş inşaat masrafı
dışında, 200-300 kişilik bir ıslahhanenin yıllık masraflarının 150.000-200.000 kuruşa
ulaştığı dikkate alınırsa, ciddi bir kaynağa ihtiyaç duyulduğu rahatlıkla söylenebilir.
Dolayısıyla hayırsever yardımları, atölyelerde yapılan ürünlerden elde edilen kârlar
dışında, ihzariye tezkire gelirlerinin bir kısmı ve vilayette tahsis edilen dükkan, arsa,
hamam ve değirmen kiraları gibi yeni gelir kalemleri yaratıldığı görülmektedir.16
Islahhane uygulaması ülke geneline yayılmışken, İstanbul’da bir Sanayi Mektebi açılması gerektiği düşüncesi 1867’de yeniden sadaretin gündemine gelmiştir. Altı
kişilik komisyonun hazırladığı raporda, sanayinin gerilediği, piyasaların ithal ürünlerin tahakkümünde olduğu, yerli ürünlerin kalitesinin artırılması gerekliliği ve bunun
için de kalifiye eleman yetiştirilmesi ifade edilmiştir. Sonuçta Islah-ı Sanayi Mektebi
adıyla bir mektep açılması uygun görülmüştür. Demircilik ile ilgili dokuz, ahşap imalatla dört ve diğer dallarda altı olmak üzere toplam on dokuz dalda eğitim verilecek
12 Düstur I.Tertip II. Cilt, s.277-295 Islahhânelere Dair Nizamnâmedir; Koç, “Osmanlı Islahhanelerinin…”, s.117.
13 Cemil Öztürk,“Türkiye’de Meslekî ve Teknik Eğitimin Doğuşu I: Islahhâneler”, Prof.Dr. Hakkı Dursun Yıldız Armağanı, T.T.K., Ankara 1995, s.431; Gülnaz Koyuncu Yakın, İzmir Sanayi Mektebi
(1868-1923), İzmir 1997, s.9; Koç,“Osmanlı Islahhanelerinin …”, s.124; Yıldırım, a.g.e., s.24.
14 Yıldırım, a.g.e., s.25.
15 Önsoy, a.g.e., s.117; Öztürk, a.g.m., s.432; Ayşin Şişman, “Osmanlı Devleti’nde Batılı Anlamda Mesleki ve Teknik Eğitimin Doğuşu”, Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1-1, 2008, s.32; Yıldırım,
a.g.e., s.27.
16 Bekir Koç,“Islahhanelerin Finans Olanakları ve İç İşleyişleri”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi
Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM), S.20, Ankara 2006, s.186-189.
69
Özkan Keskin
mektepte tahsil süresinin branşlara göre 1-7 yıl arasında olması planlanmıştır.17 Kaynak sıkıntısı çalışmaların önünü tıkayınca bir yıllık tehir gerçekleşir. Nihayet ıslahhanelerin mucidi Midhat Paşa’nın, Tuna Valiliği’nden yeni kurulan Şûrâ-yı Devlet’e
reis olarak atanmasıyla İstanbul’da bir sanayi mektebinin açılması tekrar devletin
gündemine gelir. Sultan Ahmet yakınlarındaki Kılıçhane tamir edildikten sonra İstanbul Sanayi Mektebi Eylül 1868’de ve yaklaşık yüz talebe ile faaliyete başlamıştır.18
Dahili ve harici olmak üzere iki şubeden oluşan mektepte eğitim süresi beş yıldı.
Dahili şubeye fakir ve on üç yaşından küçük Osmanlı teb’ası19 erkek çocuklar kabul
edilecek ve bunlara yevmiye de ödenecekti. Harici şubeye ise otuz yaşını geçmemiş
ve meslek sahibi olanlar alınacaktı.20 Kısa bir süre sonra mektep talebeleri, Avrupa’da
sanayi alanında güncel bilgileri öğrenip döndüklerinde aktarabilmeleri için Fransa’ya
gönderilmeye başlandı. Bunlardan ilk yirmi kişilik grup Ocak 1870’te21, onu mektep
talebesi yirmi kişilik ikinci grup 1872’de22, on yedi talebelik üçüncü grup ise 1873’te
Avrupa’ya gönderildiler.23
Zaman zaman ıslah edilen İstanbul Sanayi Mektebi imparatorluk sanayi eğitiminin en önemli merkezi olacaktır. İstanbul Sanayi Mektebi’nin faaliyete geçmesiyle
birlikte vilayetlerdeki ıslahhaneler de sanayi mekteplerine dönüşmeye başlamıştır.24
Ancak II. Abdülhamit döneminde İstanbul Sanayi Mektebi de dahil olmak üzere tamamının etkinliklerini kaybettikleri ve ıslaha ihtiyaçları olduğu belirlenmiştir.25 Bu
doğrultuda 1892’de İstanbul Sanayi Mektebi’nin ıslahına başlanmış ve Fransa’dan
getirilen Servier’in tavsiye ve tespitleri sonucunda kunduracılık ve terzilik talebelerinin mezun edilmesinden sonra bu bölümler programdan çıkarılmıştır. Ardından çağın
gereksinimlerine uygun bir nizamnâme hazırlanarak İstanbul Sanayi Mektebi’nde uygulamaya konmuştur.26 1911’de de vilayet sanayi mekteplerine el atılmış ve yapılan
17 Ergin, a.g.e., s.529; Önsoy, a.g.e., s. 118,119.
18 Bekir Koç,“Osmanlı Devleti’nde Islahhane ve…”, s.211; Yıldırım, a.g.e., s.43.
19 1910’da Bağdat’ta ikamet eden kimsesiz bir İngiliz çocuğun, İngiltere’nin Bağdat Sefareti’nin ricası ile
vilayet sanayi mektebine kabulü şeklinde nadir örneklere de rastlanmaktadır. Bkz. Burcu Kurt, “Modernleşen Sanayiye Ayak Uydurmak: Osmanlı Irak’ında Kurulan Sanayi Mektepleri”, History Studies,
Volume 5, Issue 3, May 2013, s.158.
20 Bekir Koç,“Midhat Paşa’nın Niş ve Tuna Vilayetlerindeki Yenilikçi Valiliği”, Kebikeç, S.18, Ankara
2004, s. 413.
21 Adnan Şişman, Tanzimat Döneminde Fransa’ya Gönderilen Osmanlı Öğrencileri (1839-1876), T.T.K.,
Ankara 2004, s.76.
22 Adnan Şişman, a.g.e., s.77
23 Yıldırım, a.g.e., s.59.
24 Mehmet Ali Yıldırım,“II. Meşrutiyet Devrinde Vilayet Sanayi Mekteplerini Yeniden Yapılandırma Girişimleri: Vilayât Sanayi Mektepleri Tertibatı”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Tarih Araştırmaları Dergisi, C.31, S.52, Ankara 2012, s.137.
25 Bayram Kodaman,“Tanzimat’tan II. Meşrutiyete Sanayi Mektepleri”, Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik
Tarihi (1071-1920), Editörler: Osman Okyar-Halil İnalcık, Ankara 1980, s.289; Yıldırım, Dersaâdet
Sanayi Mektebi, s.72, 79-84.
26 Mehmet Ali Yıldırım, “II. Meşrutiyet Devrinde Vilayet…”, s.140.
70
Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi
bir düzenleme ile alınacak öğrencilerden okutulacak kitaplara, ders programından
bulunması gereken alet-edevâta varıncaya kadar pek çok konuya açıklık getirilerek
mekteplere bir standart verilmeye çalışılmıştır.27
1- Ankara Islahhanesinden Sanayi Mektebine
Niş, Sofya ve Rusçuk’taki başarılı deneyimlerin sonra, 1868’den itibaren imparatorluğun birçok yerinde ıslahhaneler açılmıştır.28 Bu doğrultuda tam açılış tarihi,
binası ve diğer hususlar hakkında bilgi edinilemese de, Aralık 1904 tarihli belgeden
Ankara’da “teşkîl-i vilâyetten birkaç sene sonra …”29 vilayet merkezinde bir ıslahhane açıldığı anlaşılmaktadır. 1872’de ıslahhane idare reisi ve müdüründen30 ibaret
bulunan kadroya, 1873’te bir katip ve odacı eklenmiştir.31
1876’da ıslahhane artık Ankara Sanayi Mektebi olarak anılmaktadır. Arastakis
Efendi’nin müdürlüğünü yaptığı Ankara Sanayi Mektebi’nde, 4’ü mürettiplik, 2’si
litografi, 10’u terzilik, 10’u kunduracılık, 10’u kaliçecilik ve 5’i de debbağlık olmak
üzere 41 talebe 6 farklı ustadan eğitim almaktadır.32 Ancak iki yıl sonra mektebin hem
usta hem de talebe sayısı bakımından oldukça güç kaybettiği ve sadece debbağlık ile
kunduracılık öğrenen 10 talebenin olduğu görülmektedir.33
2- Ankara Sanayi Mektebi’nin Yeniden Açılışı ve Mâli Durum
1878’den yüzyıl sonuna kadar mektebin faaliyette olduğuna dair bir emâreye
rastlanmamıştır. Sultan II. Abdülhamid’in cülûsunun yirmi beşinci yıl dönümüne
denk gelen 1900 yılı sonlarında mektep canlandırılmaya çalışılmış ve diğer vilayetlerdeki örneklerde olduğu gibi padişahın adına izafeten Hamidi Sanayi Mektebi olarak
adlandırılmıştır. Bunun yanında, 1886-1893 yılları arasında Ankara valiliği yaptıktan
sonra Cezâyir-i Bahr-i Sefîd valiliğine tayin edilen Abidin Paşa’nın mektebe bağışladığı köşkün devir işlemleri yapılmıştır.34 Fakat ilerde görüleceği üzere köşk mektep
binası olarak kullanılmamış ve kiralık bir binada faaliyete devam edilmiştir. 1901’de
inşaatına başlanan binanın sekiz yıl sonra ancak yarısı tamamlanabilmiştir.35
27 Mehmet Ali Yıldırım, “II. Meşrutiyet Devrinde Vilayet…”, s.141-167.
28 Örneğin 1868’de Bursa’da, 1869’da Halep, İşkodra, Edirne, İzmir ve Erzurum’da, 1874’te Prezrin ve Üsküp’te ıslahhaneler açılmıştı. Öztürk, a.g.m., s.432; Yakın, a.g.e., s.21; Mehmet Ali
Yıldırım,“Osmanlı Vilayetlerinde Mesleki-Teknik Eğitimin Gelişimine Bakışlar: Bursa Sanayi Mektebi”, Karadeniz Araştırmaları, S.37, 2013, s.72.
29 BOA. MF.MKT. 864-28 Lef 1.
30 Osmanlı Kent Yıllıklarında Ankara-Salnâme-i Vilâyet-i Ankara, Yayına Hazırlayan Doç.Dr. Bekir Koç,
Ankara Sanayi Odası, Ankara 2014, s.42.
31 Osmanlı Kent Yıllıklarında Ankara, s.77.
32 Salnâme-i Vilâyet-i Ankara Sene 1293, s.60.
33 Osmanlı Kent Yıllıklarında Ankara, s.213.
34 BOA. DH.MKT. Nr.2401-92 (11 Eylül 1900).
35 BOA. DH.MKT. Nr. 2847-100 Lef 1 (13 Mayıs 1909).
71
Özkan Keskin
1902’de kaynak yetersizliğinden hâlâ faaliyete geçilememişti. Takip eden yıllarda da vilayet idarecilerinin sıklıkla yeni gelir kalemleri bulmaya çalışmaları, söz
konusu sorunun kronik hale geldiğine işaret etmektedir. Hatta dönemin Ankara Valisi
Cevad Paşa’nın mektebe gereken paranın yarısının matbaa gelirlerinden, diğer yarısının da vilayetin maarif hissesinin %5’nden karşılanabileceğini ifade etmesi maddi
sıkıntılara gösterilebilecek ilk örnektir.36 Fakat valinin teklifinin uygun görülmemesine37 neden olan etken, merkezden gönderilen tahsisatların amacı dışında kullanılmak
istenmesi olmuştur. Çünkü ıslahhaneler örneğinde olduğu gibi sanayi mektepleri için
de ilgili vilayetin olanakları kullanılıyordu.38 Nitekim vilayet matbaasının yıllık geliri
olan 60.000 kuruşla birlikte talebe, alet-edevât ve personel masrafları için gereken
50.000 kuruş için Ankara dahilinde kesilen büyük ve küçük baş hayvanın her biri
için alınan zebhiyye resmine zam yapılarak Ankara Sanayi Mektebine tahsisi uygun
görülmüş,39 vilayet maarif hissesi dile getirilmemiştir.40
1904’te mektepte sadece marangozluk ve kunduracılık sınıfları mevcuttur. Bununla birlikte yeni ziraat alet ve edevâtı yapımının öğretim planına dahil edilmesi düşünülmektedir. Ayrıca model alınmak üzere Avrupa’dan üç adet çamaşır makinesi ithal edilmiş ve makineler gümrük vergisinden muaf tutulmuştur. Kalecik Kaymakamı
ise bir mızıka takımı alınması için 40 lira bağışlamıştır. Mektep bu tarihte personel ve
talebeye yeterli gelmeyen kiralık bir binada faaliyette bulunuyordu. Abidin Paşa’nın
bağışladığı Cebeci civarında bulunan konak, şehre uzak olması nedeniyle kiraya verilmişti. Fakat etrafında bağları ve temiz suyu bulunan konaktan gelen kira geliri bakım masraflarını bile karşılamıyordu. Bu nedenle köşk önce müzayedeye çıkarılarak
mektebe ciddi bir gelir sağlanmak istenmiştir. Müzayedede en fazla 30.000 kuruşa
ulaşıldığından, vilayet son çare olarak konağı 1000 lira bedel ile piyangoya koymaya
karar vermiştir.41 Aslında bu yöntemin devletçe bir tür kumar olarak kabul edilmesine
36 BOA. Y.MTV. Nr.229-54 (4 Mayıs 1902).
37 BOA. İ.HUS Nr.96-101(7 Mayıs 1902); BEO. Nr.1844-138266 (11 Mayıs 1902).
38 Bursa, İzmir ve Irak Sanayi Mekteplerinin gelirleri arasında mekteplere tahsis edilmiş mülklerin kiraları, yardımlar, tiyatro ve sinema gösterimleri hasılatı, sigara kağıdı yapımı, mülhakât belediye hasılatı,
piyango ve hatta tramvay ve havagazı payları da bulunmaktaydı bkz. Yakın, a.g.e., s.63-82; Erdoğan
Keleş, “II. Abdülhamid Devrinde Aydın Vilayetinde Sanat ve Meslek Okulları”, History Studies, Volume 5, Issue 2, 2013, s.217-219; Yıldırım, Bursa Sanayi Mektebi, s.76, 78; Kurt, a.g.m., s.163.
39 Buna karşılık meşrutiyetin ilanından sonra zamlı zebhiyye resmine mecliste itirazlar gelmiştir. Mebuslardan bir kısmı kendi bölgelerinden tahsil edilen vergilerle Ankara’da bir mektebin imarını adil
bulmazlar. Ankara mebusları ise bu mektebin şehre mahsus olmadığını ve vilayetin tamamına hizmet
edeceğini belirtirler. Tartışmalar için bkz. Meclis-i Mebusân Zabıt Ceridesi, Devre I İctima Sene I,
Cilt I, 26. İn’ikad, 29 Kânûn-ı Sânî 1324, s.573-579. Meclisteki itirazlara rağmen küçük ve büyük baş
hayvanların yanı sıra domuzdan alınacak zebhiyye tarifesi Mart 1914’ten geçerli olmak üzere yeniden
belirlenmiştir. Bkz. Düstur II. Tertip, VI. Cilt, s.137.
40 BOA. İ.DH. Nr.1398-11 (22 Haziran 1902).
41 BOA. ŞD. Nr.1353-17 Lef 11 (13 Ocak 1904); BOA. DH.MKT. 812-76 (23 Ocak 1904). BOA.
DH.MKT. Nr.820-13 (10 Şubat 1904); BOA. İ. RSM. Nr. 20-46 (19 Aralık 1904); BOA. ŞD. Nr.596-8
Lef 1(7 Temmuz 1904).
72
Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi
rağmen örnekleri vardı. Mesela İzmir Sanayi Mektebi için 1886’da tertip edilen eşya
piyangosu, Mart 1890’dan itibaren nakit ödemeli çekilişlere dönüştürülmüş42 1887’de
ise Dersaadet Sanayi Mektebi adına bir piyango düzenlenmesine müsaade edilmişti.43
Ankara Valiliği’nin ilettiği teklif, piyangonun dinen ve kanunen yasak olması ve çalışarak kazanç elde etme esasına aykırı bulunması nedeniyle Şûrâ-yı Devlet tarafından
geri çevrilmiştir. Ayrıca sanayi mekteplerinin Maarif Nezaretine bağlanması gerektiği
belirtilmiştir.44 Maarif Nezareti ise sanayi mekteplerinin kendisine bağlanmasına sıcak
bakmamaktadır. Çünkü sanayi mekteplerinin hepsinde bütçe açığı bulunduğu ve eğer
bağlanırlarsa zaten yetersiz olan maarif tahsisatından bu mekteplere pay ayrılmak zorunda kalınacağı bilinmektedir. Bu nedenle Maarif Nezareti meseleden sıyrılmak için
bazı gerekçeler geliştirir. Örneğin Ekim 1899-Mart 1904 tarihleri arasında düzenlenen
piyangodan İzmir Hamidiye Sanayi Mektebi namına 5.491.000 kuruş gibi mühim bir
kaynak yaratıldığını belirttikten sonra, Ankara’daki köşkün piyangoya konulmasının
daha isabetli olacağını bildirir. Hatta nezaret, sanayi mekteplerinin bulunduğu vilayete araba ve hayvanlarla getirilen yüklerden makul bir vergi alınarak yeni ve devamlı
bir kaynak yaratılabileceği gibi alternatif çareler dahi üretmiştir.45
Bu tartışmalar devam ederken, Ankara’daki idareciler vilayetin kuruluşundan
itibaren tahsil edilip ıslahhaneye tahsis edilmiş olan hayvan tezkiresi rüsûmunun,46
ıslahhanenin kapanması ile vilayet ibtidailerinin muallim maaşı ve mektep kirası gibi
giderlerine harcandığını fark ederler. Yıllık 70.000 kuruş civarında olan hayvan tezkiresi rüsûmunun yarısı vilayet merkezinde olan üçü erkek biri kız ibtidaileri masraflarına harcandığından, vilayet idare meclisi bakiyenin ıslahhanenin devamı olan sanayi
mektebine aktarılmasına karar vermiştir.47 Fakat bu karar Maarif Nezareti ile Dahiliye
Nezaretini karşı karşıya getirir. Maarif Nezareti’ne göre söz konusu verginin ıslahhaneye ve devamı olan sanayi mektebine tahsis edildiği iddiasının resmi bir dayanağı
bulunmamaktadır. Ayrıca sanayi mektebinin gelirleri masraflarından fazladır. Bu vesile ile hayvan tezkiresi rüsûmunun harcanmasına vilayetçe müdahale edilmemesini
ister.48 Dahiliye Nezareti ise, vergiden vilayet ibtidailerine yeterince pay ayrıldığı,
42 Yakın, a.g.e., s.74-78.
43 Yıldırım, Dersaâdet Sanayi Mektebi, s.74
44 BOA. ŞD. Nr.1353-17 Lef 3 (16 Şubat 1904). İzmir piyangosu örneği hatırlanınca Şûrâ-yı Devlet,
hangi emir ve irâdeye istinaden piyango düzenlendiğini Aydın’dan öğrenmek ister. Vilayet, gelirleri
yetersiz olan mektebin geliştirilmesinin padişahın emri olduğunu, 1899’da yapılan piyangonun biletlerinden iki seferde saraya takdim olunanların bedelinin vilayet emlak-ı hümâyûn idaresinden mektebe verilmesine irade buyrulmasının, piyangoya da izin verildiği şeklinde anlaşıldığını ifade etmiştir.
BOA. ŞD. Nr.1353-17 Lef 9 (5 Mayıs 1904).
45 BOA. ŞD. Nr.1353-17 Lef 7 (8 Haziran 1904).
46 Karasığır, manda, eşek ve katır gibi hayvanların alınıp satılması sırasında ibrâzı zorunlu olan ve muhtarlar tarafından tanzim edilen hayvan tezkireleri, hırsızlığı önlemek amacıyla çıkarılmıştı. Düstur I.
Tertip, I. Cilt, s.742-743. Hayvan tezkiresi rüsûmu diğer sanayi mekteplerinin de gelirleri arasında yer
almaktadır. Bkz. Yıldırım, Bursa Sanayi Mektebi, s.75.
47 BOA. MF.MKT. Nr.864-28 Lef 1 (29 Aralık 1904).
48 BOA. DH.MKT. Nr.925-12 Lef 2 (5 Mayıs 1905).
73
Özkan Keskin
harcanmayan kısmın canlandırılmak istenen sanayi mektebine yönlendirilmesi gerektiği düşüncesindedir. Zaten sanayi mektebinin gelişmesi yine eğitime hizmet edilmesi
anlamına geleceği gibi, âtıl kalması mektebin kapanmasına neden olacaktır.49
Tartışmadan Dahiliye Nezareti galip çıksa da50 mektebin gelir problemi gündemdeki yerini daima muhafaza etmiştir. Dolayısıyla vilayetten Bâbıâlî’ye yeni kaynakları içeren tekliflerin iletildiği, reddi halinde yenilerinin hazırlandığı devamlı bir trafik gözlenmektedir. 100.000 kuruşa ulaşan inşaat borcunun baskısına ilaveten, matbaa
ve hayvan tezkire rüsûmu gelirlerindeki düşüşün, vilayet sınırları içinde yer alan ve
muhacir iskânına elverişli olmayan arazilerin satılıp mektebe aktarılmasıyla telafisini
öngören teklif bu duruma gösterilebilecek tipik bir örnektir.51 Maliyenin hiç de sıcak
olmayan tutumu karşısında, bu sefer vilayette kullanılan un çuvallarının her birinden
20 para alınması yolundaki yeni teklif hemen devreye sokulmuştur. Hatta İttihat ve
Terakki’nin Ankara merkezi de işe karışarak daha önce birkaç kez dile getirilmiş olan
piyango yöntemini pakete eklemiştir.52 Bu teklifin de Şûrâ-yı Devlet’ten dönmesi artık
bütün ihtimalleri tüketmiştir. 53 Gelişmenin ardından mektep Adliye Nezareti tarafından
vilayetteki personeli için kiralanmak istenmişse de vilayet teklifi geri çevirmiştir.54 Bu
belirsiz süreç uzun bir süre devam etmiş ve savaş şartlarına rağmen 1915’te binanın kalan kısmının inşaatına başlanmıştır.55 Fakat savaş yıllarında eğitime başlandığına dair bir
bilgi bulunmamaktadır. Hatta, Milli Mücadele döneminde Ankara’da bulunan pek çok
binanın, acil ihtiyaçlar doğrultusunda kullanılmasına bir örnek olarak sanayi mektebi de
Milli Müdafaa Vekaletine bağlı 500 yataklı hastaneye çevrilmiştir.56
1927’de diğer sanayi mektepleri ile birlikte Ankara Sanayi Mektebi de mâli
hususlar hariç, eğitim ve iş programları, muallim ve memur kadroları, muallimlerin
yeterlilikleri, ders malzemeleri gibi konularda Maarif Nezaretine bağlanmıştır.57 Bu
düzenlemeden iki yıl sonra mekteplerin mâli yönetimi de Maarif Nezaretine devredilmiştir. 1931’de hazırlanan kanunla Konya, Kastamonu, İzmir, Aydın, Edirne, Diyarbakır, Bursa, İstanbul sanayi mektepleri ile birlikte Ankara Sanayi Mektebi de Mıntıka Sanat Mektebi’ne dönüştürülmüştür.58
49 BOA. MF.MKT. Nr.864-28 Lef 9 (25 Mayıs 1905); BOA. DH.MKT. Nr.925-12 Lef 3 (25 Mayıs 1905);
BOA. MF.MKT. Nr.864-28 Lef 5 (29 Mayıs 1905).
50 1909 yılında mektebin durumu İstanbul’a iletilirken gelirler arasında hayvan tezkiresi rüsûmu da
sayılmaktadır. BOA. DH.MKT. Nr.2847-100 Lef 1 (13 Mayıs 1909).
51 BOA. DH.MKT. Nr.2860-46 Lef 1 (14 Mayıs 1909).
52 BOA. ŞD. Nr.1363-7 Lef 1 (24 Nisan 1910).
53 BOA. DH.MUİ. Nr.90-49- Lef 7 (24 Mayıs 1910).
54 BOA. DH.MUİ. Nr. 90-49 Lef 4 (4 Haziran 1910).
55 BOA. DH.UMVM. Nr.78-13.
56 Ahmet Özdemir, “Millî Mücadelede Üserâ Taburları”, Atatürk Yolu, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp
Tarihi Enstitüsü Dergisi, S. 5, Mayıs 1990, s.147.
57 Resmi Ceride No:1052 (26 Mayıs 1927); Yıldırım, Bursa Sanayi Mektebi, s.80.
58 Resmi Gazete Kanun No:1867, Kabul Tarihi:22.7.1931; Yıldırım, “Bursa Sanayi Mektebi”, s.80.
74
Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi
Ankara Sanayi Mektebi, bugün Ulus Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi adıyla
ve Osmanlı Devleti zamanında belirlenen amacına uygun olarak mesleki eğitim alanında hizmet vermektedir.
3- Mektep Mevcudu ve Talebe Kabulü
1907’de mektebin biraz canlandığı, hem yeni meslek branşlarının eklendiği,
hem de temel eğitim veren muallim kadrosunun arttığı görülmektedir. Bu gelişmenin, mektep nazırlığını Ankara Valisi’nin yürütmesinden kaynaklandığı söylenebilir.
Çünkü taşrada bulunan bu tür mekteplerin gelişimi ile idarecilerinin ilgileri arasında
bir bağ olduğu bilinmektedir. Söz konusu tarihlerde Ankara Sanayi Mektebi’nde mürettiblik, marangozluk, nessaclık, kunduracılık ve arabacılık gibi mesleki derslerin yanında İslam Tarihi, cebir, hendese, hesap, Osmanlı coğrafyası, ahlak, defter tutma usulü, Kur’an-ı Kerim, Arapça, Farsça ve Fransızca öğretilmektedir. Bu tarihte mektepte
100 talebe bulunmaktadır.59 Ancak talebe sayısının genelde 40-50 civarında olduğu
görülmektedir. Örneğin 1902 ve 1909’da 40, 1915’te ise 15’i İstanbul’dan gönderilen
35’i vilayet dahilinden gelen toplam 50 talebe kayıtlıdır.60 Ortalama 200 civarında
talebesi bulunan Bursa61 ve 1896 sonrası 250 mevcudu olan İzmir ile kıyaslandığında,
Ankara Sanayi Mektebinin talebe sayısının oldukça az olduğu söylenebilir. Benzer bir
durum sanat dalları çeşitliliği, muallim ve görevli sayısında da geçerlidir. Örneğin İzmir Sanayi Mektebi’nde yıllara göre değişiklik göstermekle birlikte yirminin üzerinde
branş ile aşçı, imam, hizmetçi, berber, kilerci, ambarcı, kapıcı, tahsildar depo memuru, cerrah ve doktor gibi kalabalık bir yardımcı personel kadrosu bulunuyordu.62
Ankara Sanayi Mektebi’ne diğer sanayi mekteplerinde olduğu gibi çoğu vilayet
dahilinden kimsesiz çocuklar alınıyordu. 1913 sonrasında bunlara özellikle sınırda
veya Osmanlı hakimiyetinden çıkmış bölgelerden gelen anne ve babası olmayan çocuklar eklenmiştir. İstanbul’dan ismi iletilen talebenin kabul edilmesi ricasına öbür
vilayet sanayi mektepleri de muhâtab olmuş ve şartları müsait olan bulunana kadar
arayış devam etmiştir. Aslında ayakta kalma mücadelesi veren mekteplerin kapasiteleri bu sebeple daha da zorlanmıştır. Ankara Vilayeti gönderilen talebeyi kabul etse
de içinde bulunduğu şartları belirttikten sonra yeni talebe gönderilmemesini nazik
bir şekilde dile getirmiştir. Nitekim 1913’te Manastır Sanayi Mektebi dördüncü sınıf talebesi iken şehrin düşmesi üzerine ordu ile İstanbul’a gelen Ömer bin Hasan,
Dersaadet Sanayi Mektebine kaydedilmek istenmiştir. Ancak burada yer olmadığından Bursa veya Ankara sanayi mekteplerinden birine alınması Sanayi Müdüriyeti ta-
59 Osmanlı Kent Yıllıklarında Ankara, s.760.
60 BOA. İ.DH. Nr.1398-11 (22 Haziran 1902); BOA. DH.MKT. Nr.2847-100 Lef 1 (13 Mayıs 1909);
BOA. DH.UMVM. Nr.78-15 Lef 1 (27 Eylül 1915); BOA. DH.UMVM. Nr.17-1 Lef 1 (30 Aralık
1915).
61 Yıldırım, “Bursa Sanayi Mektebi”, s.78.
62 Keleş, a.g.m., s.208, 209, 217.
75
Özkan Keskin
rafından talep edilmiştir.63 Aynı tarihte Edirne Sanayi Mektebi talebelerinden on üç
yaşındaki Kırklarelili Ahmed bin Hüseyin ile Raşid Ankara Sanayi Mektebine kabul
edilmiştir. Ancak vilayet yönetimi inşaatı tamamlanamayan binanın bir kısmında hizmet verildiğini ve mektebin fiziki şartlarının talebeye kafi gelmediğini belirterek yeni
talebe gönderilmemesini rica etmiştir.64 Ekim 1914’te ise Beşiktaş Mülkiye Rüştiyesi
ile İzmit Feyz-i Hürriyet Mektebi talebeleri Nihad ile Osman Nail Efendilerin fakir
bir halde bulunmaları nedeniyle kabulleri istenmiştir. Ancak öğretim kadrosu silah
altında bulunduğundan ve mektebin açılış tarihi belli olmadığından dolayı talebelerin
kabulleri eğitime başlanacağı tarihe kadar ertelenmiştir.65
Sonuç
XIX. yüzyıl öncesine oranla ekonomik kaynaklar üzerinde devletin kontrolünü artırmayı başaran Tanzimat yönetimi, ülkeyi kalkındırmak ve üretimde dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla bir dizi sanayi tesisinin temellerini atmıştır. Tesislerin
kurulması ile teknik personel eksikliği de gün yüzüne çıkmıştır. Bu amaçla 1848’de
Zeytinburnu’nda kurulan ilk sanayi mektebi faaliyette bulunma fırsatı yakalayamadan
kapatılmıştır. Midhat Paşa’nın Niş Valiliği’ne atanmasıyla konuya ıslahhane penceresinden yaklaşma imkanı doğmuştur. Proje ile temel olarak göç ve savaşlar nedeniyle
kimsesiz çocukların devlet himayesi altında ve teknik bilgiler ile donatılarak meslek
sahibi yapılmaları hedeflenmiştir. Ayrıca üretim sektörünün ihtiyacı olan nitelikli personel yetiştirilmesine de hizmet edilmiştir. Bu kapsamda vilayetin teşkilinden birkaç
yıl sonra kurulan Ankara Islahhanesi, 1876 yılından itibaren Ankara Sanayi Mektebi
adıyla hizmet vermiştir. Bu yıllarda mektebin kadrosu iki usta ve on talebeden oluşmaktadır.
1878’den yüzyıl sonuna kadar faaliyette olduğuna dair bir emareye rastlanamayan mektep, Sultan II. Abdülhamid’in cülûsunun yirmi beşinci yıl dönümü münasebetiyle daha etkin bir hale getirilmeye çalışılmıştır. Sâbık Vali Abidin Paşa’nın
mektebe bir konak bağışlaması gibi teşvik edici bir hadiseye rağmen, mektep tüm
faaliyet dönemi boyunca, diğer vilayet sanayi mektepleri gibi, ciddi kaynak sıkıntısı
çekmiştir. Bu durumun temel nedeni, sanayi mekteplerinin harcamalarının vilayet olanaklarından karşılanması ve merkezi bütçeden pay ayrılmamasıdır. Dolayısıyla Ankara Vilayeti yetkilileri vilayet matbaası gelirlerinden, görev sahaları içerisinde tahsil
edilen bazı vergi ve harçlardan mektebe kaynak yaratmaya çalışmışlardır. Mektepte,
1907’de bir canlanma olsa da bu durum kısa süreli olmuş ve talebe mevcudu 100’den,
diğer yıllardaki ortalama olan 40-50’ye gerilemiştir. Ankara Sanayi Mektebi talebe
mevcudu, meslek eğitimi verilen branşlar, gelir kalemleri ve miktarı dikkate alındığında taşradaki diğer sanayi mekteplerinin gerisindedir. Örneğin Bursa’da ortalama
200 talebe eğitim alırken, bu sayı İzmir’de 1896 sonrasında 250 ve daha üzerinde sey-
63 BOA. DH.İD. Nr.26-33 Lef 1 (14 Haziran 1913).
64 BOA. DH.İD. Nr.26-34 Lef 3 (23 Haziran 1913).
65 BOA. DH.İD. Nr.190- 63 (3 Kasım 1914).
76
Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi
retmiştir. Gelir kalemleri açısından bakıldığında da benzer bir tablo vardır. Zebhiyye
ve hayvan tezkire rüsûmu ile vilayet matbaasından gelen hisseye karşılık, İzmir Sanayi Mektebi’ne on farklı kalemden kaynak geldiği görülmektedir. Kronik hale gelen
mâli sıkıntılara, 1913 sonrası savaş ortamının yarattığı etkenlerde eklenince, mektep
adeta öksüz çocukların sığındığı bir yetimhaneye dönüşmüştür. Ankara Sanayi Mektebi, Milli Mücadele yıllarında ise Milli Müdafaa Vekâleti’ne bağlı olarak 500 yataklı
hastane olarak hizmet vermiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra aslî vazifesine dönen
mektep 1931’de diğer sanayi mektepleri ile birlikte Mıntıka Sanat Mektebine çevrilmiştir. Ankara Sanayi Mektebi bugün tarihî binasında Ulus Mesleki ve Teknik Anadolu
Lisesi adı ile faaliyetlerine devam etmektedir.
77
Özkan Keskin
Kaynakça
A-Arşiv Belgeleri ve Diğer Basılı Eserler
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA)
Bâbıâli Evrak Odası (BEO) Nr.1844-138266.
Dahiliye Nezareti İdare Kısmı (DH.İD.) Nr.26-33, 26-34, 190- 63.
Dahiliye Nezareti Mektubi Kalemi (DH.MKT.) Nr. 812-76, 820-13, 925-12, 2401-92, 2847-100, 2860-46.
Dahiliye Nezareti Muhaberât-ı Umumiye İdaresi (DH.MUİ.) Nr.90-49.
Dahiliye Nezareti Umûr-ı Mahalliyye ve Vilayât Müdürlüğü (DH.UMVM.) Nr.78-13, 78-15, 17-1.
İrade Dahiliye (İ.DH.) Nr.1398-11.
İrade Hususi (İ.HUS.) Nr.96-101.
İrade Rüsûmât (İ.RSM.) Nr.20-46.
Maarif Nezareti Mektubi Kalemi (MF.MKT.) Nr. 864-28.
Şûrâ-yı Devlet (ŞD.) Nr. 596-8, 1353-17, 1363-7.
Yıldız Mütenevvi Maruzat (Y.MTV.) Nr.229-54.
Düstur I. Tertip, I. Cilt; I.Tertip II. Cilt; II. Tertip, VI. Cilt.
Meclis-i Mebusân Zabıt Ceridesi, Devre I İctima Sene I, Cilt I, 26. İn’ikad, 29 Kânûn-ı Sânî 1324.
Salnâme-i Vilâyet-i Ankara Sene 1293.
Resmi Ceride No:1052 (26 Mayıs 1927).
Resmi Gazete Kanun No:1867.
B- Kitap ve Makaleler
Ergin, Osman, Türkiye Maarif Tarihi, C.2, İstanbul 1940.
Güran, Tevfik, “Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları”, 150. Yılında Tanzimat, Yayına Hazırlayan Hakkı
Dursun Yıldız, T.T.K., Ankara 1992.
Keleş, Erdoğan, “II. Abdülhamid Devrinde Aydın Vilayetinde Sanat ve Meslek Okulları”, History Studies,
Volume 5, Issue 2, 2013.
Koç, Bekir, “Islahhanelerin Finans Olanakları ve İç İşleyişleri”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi
Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM), S.20, Ankara 2006.
Koç, Bekir, “Midhat Paşa’nın Niş ve Tuna Vilayetlerindeki Yenilikçi Valiliği”, Kebikeç, S.18, Ankara 2004.
Koç, Bekir, “Osmanlı Devleti’nde Islahhane ve Sanayi Mekteplerinin Kuruluş Sürecine Dair Bazı
Gözlemler”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C.7, S.2, Ankara 2010.
Koç, Bekir, “Osmanlı Islahhanelerinin İşlevlerine İlişkin Bazı Görüşler”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, S. 6/2, Gaziantep 2007.
Kodaman, Bayram, “Tanzimat’tan II. Meşrutiyete Sanayi Mektepleri”, Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik
Tarihi (1071-1920), Editörler: Osman Okyar-Halil İnalcık, Ankara 1980.
Kurt, Burcu, “Modernleşen Sanayiye Ayak Uydurmak: Osmanlı Irak’ında Kurulan Sanayi Mektepleri”,
History Studies, Volume 5, Issue 3, May 2013.
Kütükoğlu, Mübahat S., Balta Limanı’na Giden Yol Osmanlı-İngiliz İktisâdî Münasebetleri (1580-1850),
T.T.K., Ankara 2013.
Osmanlı Kent Yıllıklarında Ankara-Salnâme-i Vilâyet-i Ankara, Yayına Hazırlayan Doç.Dr. Bekir Koç,
Ankara Sanayi Odası, Ankara 2014.
78
Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi
Önsoy, Rifat, Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii ve Sanayileşme Politikası, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, Ankara 1988.
Özdemir, Ahmet, “Millî Mücadelede Üserâ Taburları”, Atatürk Yolu, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp
Tarihi Enstitüsü Dergisi, S. 5, Mayıs 1990.
Öztürk, Cemil, “Türkiye’de Meslekî ve Teknik Eğitimin Doğuşu I: Islahhâneler”, Prof.Dr. Hakkı Dursun
Yıldız Armağanı, T.T.K., Ankara 1995.
Sarc, Ömer Celal, “Tanzimat ve Sanayiimiz”, Tanzimat I, M.E.B., İstanbul 1940.
Seyitdanlıoğlu, Mehmet, “Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii (1839-1876)”, Tanzimat-Değişim Sürecinde
Osmanlı İmparatorluğu, Editörler:Halil İnalcık-Mehmet Seyitdanlıoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul 2014.
Şentürk, Hüdai, Osmanlı Devleti’nde Bulgar Meselesi (1850-1875), T.T.K., Ankara 1992.
Şişman, Adnan, Tanzimat Döneminde Fransa’ya Gönderilen Osmanlı Öğrencileri (1839-1876), T.T.K.,
Ankara 2004.
Şişman, Ayşin, “Osmanlı Devleti’nde Batılı Anlamda Mesleki ve Teknik Eğitimin Doğuşu”, Uşak
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1-1, 2008.
Unat, Faik Reşit, Türk Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihî Bir Bakış, M.E.B., Ankara 1964.
Urquhart, David, Turkey and Its Resources: Municipal Organization and Free Trade, London 1833.
Yakın, Gülnaz Koyuncu, İzmir Sanayi Mektebi (1868-1923), İzmir 1997.
Yıldırım, Mehmet Ali, “II. Meşrutiyet Devrinde Vilayet Sanayi Mekteplerini Yeniden Yapılandırma
Girişimleri: Vilayât Sanayi Mektepleri Tertibatı”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, C.31, S.52, Ankara 2012.
Yıldırım, Mehmet Ali, Dersaâdet Sanayi Mektebi, Kitabevi, İstanbul 2013.
Yıldırım, Mehmet Ali,“Osmanlı Vilayetlerinde Mesleki-Teknik Eğitimin Gelişimine Bakışlar:Bursa Sanayi
Mektebi”, Karadeniz Araştırmaları, S.37, 2013.
Yücekök, Ahmet, “Emperyalizm Yörüngesinde Osmanlı İmparatorluğu 1838 Ticaret Sözleşmeleri”,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C.23, S.1, Ankara 1968.
79
ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI
Yıl 14
Bahar 2016
Sayı 20
ss. 81-114
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında
Eğitim Kurumları
(Gümüşhane Örneği)*
Naim ÜRKMEZ**
Selahattin TOZLU***
Özet
Osmanlı Devleti, Tanzimat Fermanı ile başlayan süreçte her alanda
olduğu gibi eğitim-öğretim alanında da bir takım düzenlemeler yaparak
yeniden yapılanma yoluna girmiştir. Geleneksel eğitim kurumlarından
modern eğitim kurumlarına geçildiği ama aynı zamanda geleneksel
eğitim kurumlarının da varlığını sürdürdüğü bu dönemde, bu değişim ve
ikilemin 1850-1923 yılları arasında taşraya yansımalarının nasıl olduğu,
Trabzon vilayetine tâbi Gümüşhane sancağı üzerinden ortaya konmaya
çalışılmıştır. Küçük bir Anadolu kasabası olan Gümüşhane’deki Müslüman
ve gayrimüslim okulları, öğretmenler, öğrenci sayısı, okutulan derslerden
yola çıkılarak eğitim-öğretimin yapısı, Cumhuriyet’e yansımaları ve
intikali hakkında bilgi verilmiştir. Bunun yanında günümüze tecrübe olması
bakımından eğitim-öğretim alanında yaşanan zorluk ve sıkıntılar da ifade
edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Gümüşhane, Torul, Kelkit, Şiran, Osmanlı
Devleti, eğitim.
*
Bu çalışma 14-16 Haziran 2012 tarihleri arasında Trabzon’da tertip edilmiş olan 2. Uluslararası
Tarih Eğitimi Sempozyumunda sunulmuş sözlü bildirinin gözden geçirilip yeni belgeler eklenerek
genişletilmiş halidir.
** Yrd. Doç. Dr, Erzurum Teknik Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, e-posta: naimurkmez@
erzurum.edu.tr
***Yrd. Doç. Dr, Atatürk Üniversitesi, Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi, Tarih Bölümü, e-posta: stozlu69@gmail.com
81
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
The Educational Institutions in Ottoman Countryside During the
Modernization Era
(The Sample of Gümüşhane)
Abstract
Beginning with the Tanzimat reform era, the Ottoman Empire took
the path on restructuring by making a number of regulations in every
area such as in the field of education. In this period, although a transition
was made from traditional to modern educational institutions, traditional
educational institutions retained their presence. How the implications of
this change and the dilemma of the countryside came about from 1850 to
1923 has been brought up with the subject of Trabzon vilayet’s Gümüşhane
sanjak. By means of Muslim and non-Muslim schools, teachers, the number
of students and classes taught in Gümüşhane, a small Anatolian town,
information has been given about the structure of education, its reflections
on the Republic, and its transition to the Republican era. In addition, to
assist us with the present day, difficulties related to education have been
expressed.
Keywords: Gümüşhane, Torul, Kelkit, Şiran, Ottoman Empire,
education.
82
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
Giriş
Gümüşhane, Doğu Karadeniz bölgesinin küçük bir şehridir. Klasik Osmanlı
zamanlarından yakın tarihlere kadar bahçeleri ve meyveleriyle ünlü olan bu şehir;
bugün o veçhesine veda ettirilmiş, bahçe ve meyveleri de tükenince, geri bırakılmışlıktan başka meşhur hiçbir şeyi kalmamıştır.
Bu çalışmada, Osmanlı taşrasında bulunan Gümüşhane’nin, Tanzimat sonrasındaki eğitim müesseseleri ve burada göreve yapan muallimlerin durumu hakkında
bilgi verilecektir. Çalışma, modern eğitim kurumlarının taşraya yayılmaya başladığı
Tanzimat dönemi ile Cumhuriyet’in ilk yıllarını kapsamaktadır. İncelemede Gümüşhane’deki eğitim kurumlarının açılış serüveni, bunların tamir ve tadili, öğretmenlerin
durumu, ahalinin eğitime bakışı incelenerek Osmanlı Devleti’nin taşradaki eğitim politikası irdelenecektir. Cumhuriyete devredilen miras ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında
Gümüşhane’nin eğitim durumuna kısaca değinilerek bölge eğitiminin temelinde yatan meseleler ortaya konmaya çalışılacaktır.
Eğitim-öğretim müessesesi deyince, Osmanlı memleketleri için ilk akla gelen
cami ve medreselerdir. Zira, Osmanlılarda bilhassa din adamlarının toplum üzerinde
epeyce tesiri vardı. Bu bakımdan eğitim işlerini de önemli nispette onlar üstlenmişti.
Kaldı ki modern okullar bir yana, medrese benzeri mekânların bile kıt olduğu devirlerde, böylesi insanlar birer fırsat sayılırdı. Diğer taraftan, Osmanlı toplum yapısında
hemen her kurum ve kuruluşun belli bir yeri bulunmaktaydı. Bu müesseseler, yerleri
başkalarıyla doldurulamayacak derecede toplumca kabul edilmiştir. Bunun en önemli misalini, camiler teşkil eder. Halk, çocuklarını muhakkak camilerde görev yapan
imam ve hatiplere yollar, ilk eğitimi onlardan aldırırlardı. Meseleye resmî olmayan
açıdan bakılırsa, Gümüşhane’deki okulların da her yerdeki gibi cami ve mescitler
olduğu rahatlıkla anlaşılır. O halde, hemen her kasaba ve köyde bulunan camiler, bu
bakımdan birer eğitim ve öğretim yuvasıdır.
Camileri tamamlayan ve onlardan daha disiplinli birer eğitim öğretim kurumu
olan medreseler ise, Gümüşhane’de azdır. Ancak, bu bakımdan camiler medreselerin yerini tutmaktadır. Zaten medrese gibi kurumlar, genellikle ya camiler yahut da
camilerin yanında teşkil edilerek medrese adı verilen yerlerdi. Buradan anlaşılacağı
üzere cami adı taşıyan Gümüşhane mahalleleri, aynı zamanda birer eğitim ve öğretim
kurumuydu. O halde ilkin Gümüşhane’de cami adı taşıyan mahallelerin tespiti gerekmektedir.
Fakat Gümüşhane’nin mahallelerinin tespitinden evvel, kasabanın yayıldığı
saha belirlenmelidir. Çünkü, Gümüşhane ile ilgili bazı yayınlarda, şehrin zamanla yer
değiştirdiği ileri sürülmektedir. Oysa, Gümüşhane şehri yer değiştirmemiş, aksine sadece genişlemişti. Şöyle ki; şehrin ana kütlesi bugün Eskişehir (Süleymaniye) denilen
yerdeyken, zamanla bahçelerde yeni mahalleler oluşturulmuştu. Bu da, en azından 18.
yüzyıl sonları itibarıyla gerçekleşmiş görünmektedir. Ancak şehrin eski mahalleleri
yine olduğu yerde kalmıştı. Anlaşılacağı üzere, Gümüşhane şehri yer değiştirmemiş-
83
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
tir. Sadece bahçelerde yeni yerleşme alanları açılmış; bundan dolayı ahali de “şehirli”
ve “bahçeli” diye iki kısma ayrılmıştı.1
Gümüşhane’nin böyle iki parça olması, mahallelerin de şehir ve bahçeler diye
ayrılmasını gerektirmektedir. Ancak, bu çalışmada sadece mahallelerin tespiti yapılacaktır. 1837 yılında Gümüşhane’nin mahalleleri şunlardı: Cami-i Kebir, Cami-i Sagir,
Cami-i Cedid, Çarşı, Hızırilyas, Meryemana, Ayana, Ayatodor, İstavroz, Cami-i Burhan (Burhaneddin), Cami-i Rüstem, Cami-i Sadullah, Cami-i Sorda, Cami-i Emirler
ve Cami-i Gözaçan Mahalleleri.2
Bu mahallelerden cami adı taşıyanların aynı zamanda birer eğitim öğretim kurumu
barındırdığı ve bunların da camiler olduğu şüphesizdir. Nitekim, Gümüşhane asıllı meşhur mutasavvıf Ahmet Ziyaeddin, Emirler Mahallesi’nde doğmuş, çocukluğunu burada
geçirmiş ve ilk eğitimini de buradaki medresede almıştı. Çünkü, Emirler Camisi’nin bitişiğinde Emirler Medresesi bulunmaktaydı. Aynı şekilde, Daltaban semtindeki caminin
yanında aynı adlı bir de medrese vardı. Bu hâl 19. yüzyıl ortalarında da aynıydı. Fakat,
bazı mahalleler zaman içinde diğerleriyle birleşmiş ve adı unutulmuştu. Nitekim, 1876
ve 1877 yıllarında Gümüşhane mahalleleri, yukarıda adları sayılanlar kadar değildir.
Ancak, mevcut camilerde bir azalma olmadığı şüphesizdir.
1) Klasik Dönem Eğitim Kurumları
a) Gümüşhane Medreseleri
Osmanlı Devleti’nde yüksek öğrenim kurumu olarak hizmet veren medreseler,
yukarıda görüldüğü üzere Gümüşhane’de de faaliyet göstermekteydi. 1875 yılı itibarıyla Gümüşhane dahilindeki medrese, müderris ve talebe adedi de şöyleydi:3
Tablo 1: 1875 Yılında Gümüşhane’de Bulunan Medrese, Müderris ve Talebe Adedi.
Kaza/Nahiye
Gümüşhane Kazası
Yağmurdere Nahiyesi
Kovans Nahiyesi
Torul Kazası
Kürtün Nahiyesi
Kelkit-Şiran Kazası
Toplam
Medrese
Müderris
Talebe
7
6
48
1
1
25
1
3
10
5
6
20
1
1
-
79
23
-
94
40
103
1
Bu olgu ve Gümüşhane’deki şehirli-bahçeli ayrımı için bk. Selahattin Tozlu, XIX. Yüzyılda Gümüşhane, Akademik Araştırmalar,Erzurum 1998, s. 62-72. Gümüşhane’deki şehirli-bahçeli ayırımı ve çekişmesine benzer bir olgu olarak “şehirli” ve “köylü” çekişmesi Bayburt’ta da vardır.
2Tozlu, XIX. Yüzyılda Gümüşhane, s. 64-67.
3 Salname-i Vilayet-i Trabzon, 1292, Defa 7, s. 76-77.
84
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
Eğitim öğretim hususunda etkin rolü olan cami, mescit ve buralarda vazife yapan imam ve hatiplerle, tekkeler de eğitim öğretim çalışmalarını aydınlatma bakımından önem arz etmektedir. 1875 yılında bu görevlilerle bunların görev yerleri şöyleydi:
Tablo 2: 1875 yılında Gümüşhane’de Bulunan Cami, Mescit, Tekke ve Bunların Görevlileri.
Cami
Mescit
İmam
Hatip
Tekke
Gümüşhane Kazası
26
6
34
23
-
Yağmurdere Kazası
9
1
14
7
-
Kovans Nahiyesi
13
3
16
11
-
Torul Kazası
42
1
29
36
1
Kürtün Nahiyesi
-
1
13
18
-
Kelkit-Şiran Kazası
-
22
109
42
6
90
34
215
137
7
Kaza/Nahiye
Toplam
1887/1888 yıllarında Gümüşhane’deki medreseler, bunların bulunduklarımahalle ve köyler ile müderrisleri sayıları şöyleydi:4
Süleymaniye Medresesi: Gümüşhane sancağı merkezindeki Çarşı Mahallesi’nde
olup 5 müderrisi vardır.5Medrese 1902 yılında dahi 15 öğrenci ile faaliyetini sürdürmekteydi.6
Halil Efendi Medresesi: Cami-i Sagir Mahallesi’nde olan medresenin2 müderrisi vardı.
Sadullah Efendi Medresesi: Daltabanlı Mahallesi’nde bulunan bu medresenin,
8 müderrisi bulunmaktaydı.
Hacı Kandaz Medresesi: Duymadık köyündeydi.
Hacı Mustafa Efendi Medresesi: Cebe köyündeydi.
Ahmet Efendi Medresesi: Kovans nahiyesinin Edişe köyündeydi.
Mehmet Efendi Medresesi: Torul kazasının Zigana köyünde faaliyetlerini sürdürmekteydi.
Osman Efendi Medresesi: Torul’un Fidikâr köyündeydi.
Ali Efendi Medresesi: Torul kazasının Kürtün nahiyesine bağlı Yukarı Uluköy’de
bulunmaktaydı.
Torul’un Manastırbükü köyündeki bir medrese bulunmaktaydı.
Ömer Efendi Medresesi: Torul kazasına bağlı Araköy’deydi.
4
5
Salname-i Vilayet-i Trabzon,1305, Defa 13, s. 130.
Salname-i Vilayet-i Trabzon,1305, Defa 13, s. 130.
6
Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1319, 4. Sene, s. 715, 718-719, 766-767.
85
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
İsmail Efendi Medresesi: Torul’un Tilkicik köyündeydi.
İsmail Efendi Medresesi: Torul kazasının Beytarla köyündeydi.
Buraya kadar verilen bilgiler resmîdir ve istatistiklerde yer alan imam-hatip
ve müderrisler, devlet tarafından tanınmış vazifelilerdir. Bir de köylerdeki cami ve
mescitlerde görev yaptığı halde, resmî hüviyeti olmayan kişiler bulunmaktadır. Dolayısıyla, kayda geçmemiş olmakla birlikte, köylerdeki gayri resmî imam hatipler de
çocuklara eğitim vermekte ve belki de asıl işi bunlar yapmaktadır. Diğer taraftan,
Gümüşhane’deki medrese sayısı da yukarıdaki kadar olmamalıdır. Nitekim, Emirler
Medresesi, resmî kayıtlarda geçmeyen bir eğitim kurumudur ve bunun gibi başka müesseseler de vardır. Bu müesseselerin resmiyete geçirilmemiş olması, bunların şehirde
bulunmadığı anlamına gelmez.
b) Gümüşhane Sıbyan Mektepleri
II. Mahmud zamanında eğitim öğretime yeni bir anlayışla bakılmış ve bilhassa
çocukların cinsiyet ayrımı yapılmadan okutulması kararı alınmıştı. Bu da sıbyan mektebi adı verilen okullarda yapılacaktı. Dolayısıyla hemen her yerde sıbyan mektepleri
uygulamasına başlandı. İmparatorluğun bazı yerlerinde özel olarak sıbyan mektepleri
inşa edilirken, çoğu yerde bu işlevi camiler üstlenmişti. Buralarda çocuklara okuma
yazmanın yanı sıra, ilmihal (dini bilgiler) bilgileri de öğretilmekteydi.7
Hangi tarihte yapıldığı kesin olarak bilinmese de, Gümüşhane’de Tanzimat yıllarında camilerden ayrı olarak, en azından bir sıbyan mektebi binası bulunmaktaydı. Fakat, bu okul zamanla yıkılmıştı. Madencilikle geçinen halk, madenlerin önemli
bir kısmının 1848 yılında tatil edilmesiyle çalışma sahası epeyce daralmış, geçimleri
sadece elma ve armut ticaretine bağlı kaldığından fakirlik ve zarurete düşmüşlerdi.
Dolayısıyla çocukların okutulması meselesinde ellerinden bir şey gelmiyordu. Askerî
teftiş göreviyle 1863 yılında Gümüşhane’ye gelen Mirliva Safvet Paşa, mahalli idarecileri toplayarak kasabanın bu halden hemen kurtarılması için tedbir alınması gerektiğini anlatmış ve durumuayrıca MaarifNezareti’ne bildirmişti. Paşa, kasabada derhal
bir sıbyan mektebi yapılması kanaatindeydi. Gümüşhaneli âlim ve hattat Şeyh Hacı
Edhem Efendi, okula tayin edilmeli ve okulun diğer görevlileri de işe başlatılarak
Müslüman ahalinin çocukları okutulmalıydı. Paşa, ayrıca mektebin keşfini yaptırarak defterini de hazırlatmıştı. Keşif defterine göre, 150 öğrenci alacak büyüklükteki
okulun inşası için 13.736 kuruş lazımdı. Bunun 6.000 kuruşu Gümüşhane Sancağı
Mal Sandığından, kalanı da memurlar ile şehirdeki ileri gelenler ve esnaf tarafından
karşılanacaktı.8
7
BA, HAT, 298-17685-B, Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı Eğitiminde Modernleşme, Devlet Arşivleri
Genel Müdürlüğü Yayınları, İstanbul 2014, s. 22-23.
8
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), İrade Dahiliye (İ. DH), 517/35188, Safvet Paşa’nın Eylül
1863 (Eylül 1279) tarihli yazısı; BOA, A. MKT. MHM, 284/29.
86
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
Safvet Paşa’nın teşebbüs ve teşviki sonucu toplanan Gümüşhane Sancak Meclisi, daha evvel inşasına karar verilip temeli atıldığı halde, olduğu gibi bırakılan mektebin hemen yapılması için bir mazbata hazırladı. Paşa’nın tekliflerini aynen sadrazama
ileten meclis üyeleri, okulun keşif defteriyle planını9 da yollamışlardı.10
Meselenin İstanbul’daki ilk müzakeresi Maarif Meclisinde yapılmış ve alınan
kararlar aynen kabul edilmişti. Fakat, okulun bir an evvel inşa edilerek hizmete açılması dışında mühim bir ayrıntı daha vardı: Bu mektebe maarif kütüphanesinden Elifba, Dürr-i Yekta, İlmihal, Ahlak Risalesi, Tecvit vs. kitap ve risalelerin yollanması
da kararlaştırılmıştı. Çünkü, Gümüşhane Sancağında çok ciddi “dini sorunlar” vardı.
Maarif Meclisi’nin bu kararı bakanlık, sadrazamlık ve padişah tarafından da uygun
bulunarak gerekli emirler yazıldı. Netice itibarıylaKasım 1863’te Hacı Edhem Efendi,
150 kuruş aylıkla hoca, münasip birinin de 50 kuruş aylıkla halife atanması padişah
tarafından onandı.11
Bu çalışmalar sonrasında 1869 yılında, Gümüşhane sancağındaki sıbyan mektepleriyle bunların öğrenci sayıları aşağıdaki gibiydi.12
Tablo 3: Gümüşhane Sancağındaki Sıbyan Mektebi ile Öğrenci Sayıları (1869).
İslam
Mektebi
Talebe
Rum
Mektebi
Talebe
Ermeni
Mektebi
Talebe
37
679
10
309
1
125
Yağmurderenh.
5
126
-
-
-
-
Kovansnh.
17
454
3
33
1
40
Torul kazası
29
503
25
790
2
15
Kürtün nahiyesi
18
144
3
41
-
-
Kelkit-Şiran
kazası
58
1.516
17
103
1
20
Toplam
164
3.422
58
1.276
5
200
Kaza/Nahiye
Gümüşhane kz.
9 Mektebin planı için bakınız Ek 1.
10 BOA, İ. DH, 517/35188, Gümüşhane Mutasarrıfı Ahmet Bahaeddin’in reisliğinde toplanan sancak
meclisinin 28 Eylül 1863 (14 Rebiyülahir 1280/16 Eylül 1279) tarihli mazbatası.
11 Keşif defterinde güzel bir planı da bulunan mektep için toplam 13.736 kuruş harcanacaktı. Maarif
Nazırı’nın Ekim 1863, sadrazam ve padişahın Kasım 1863 tarihli emirleri için bk. BOA, İ. DH, 51735188; 1858 yılı Gümüşhane’sinde bir okka ekmek 1,5 (60 para), bir okka et ise 2,5 kuruş (100 para)
idi. 1 okkanın ortalama olarak 1.250 gram olduğu düşünülürse 150 kuruş alan bir muallim maaşıyla
yaklaşık olarak 400 ekmek veya 70 kg et alabilmekteydi. Ekmek fiyatı açısından düşünülürse muallimlerin maaşı oldukça yetersizdi. Rayiç fiyat için, BOA, İ. MVL, 409/17768.
12 Salname-i Vilayet-i Trabzon, 1286,Defa 1, s. 76-77.
87
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
Bu istatistiklerden de anlaşılacağı üzere, Gümüşhane’de eğitimle ilgili çalışmalar ve buna ait mekânlar iyiye gitmektedir. Ancak, bu mukayese sancağın kendi içinde
yapıldığı zaman böyledir.
1890 yılındaki kayıtlarda Gümüşhane sancak merkezinde iki sıbyan mektebi
görünmekteydi. Oysa durum hiç de öyle değildi. Bu hata Gümüşhane’de bulunan iki
muallimin, iki okul olarak addedilmesinden kaynaklanmaktaydı. Bu muallimlerden
Edhem Efendi’ye 92, Bekir Efendi’ye ise 52 kuruş maaş verilmekteydi.13Anlaşılacağı
üzere 1853 yılında 150 kuruş maaşla tayin edilen Edhem Efendi’nin zaman içerisinde
maaşı %38 civarında değer kaybetmiş, aynı yıl 50 kuruş maaşla tayin edilen diğer
muallimin maaşı ise kısmı bir değer kazanmıştı.
2) Modern Dönem Eğitim Kurumları
Trabzon vilayetine bağlı olan Gümüşhane sancağı, Gümüşhane, Torul, Kelkit
ve Şiran kazaları olmak üzere toplam 4 kazadan oluşmaktaydı. Bu kazalardaki eğitim
faaliyetleriyle ilgili Başbakanlık Osmanlı Arşivinde yazışmalar bulunmasına rağmen,
Gümüşhane’nin Kovans ve Yağmurdere ile Torul’un Kürtün nahiyelerine ait belgelere
tesadüf edilememiştir. Bu sebeple bahsedilen dört kaza merkezi ile ilgili izahat yapılacağı halde bu nahiyelere dair ayrıntılı bilgi verilememiştir.
a) Gümüşhane İptidai Mektepleri
Gümüşhane’de bulunan sıbyan mektebi zaman içerisinde modern usullerle
eğitim veren iptidai mektebine tahvil edilmiştir. Maarif Nizamnamesine göre iptidai
mekteplerinin inşa ve sair masrafı ahali tarafından karşılanacaktı. Ancak Gümüşhane ahalisi bu parayı karşılayacak durumda değildi. Bu sebeple iptidai mektebi için
yeni bir bina inşa etmek yerine, vakfa ait bir bina kiralanmıştır. Ancak 1892 yılında
binanın kirasının ödenememesinden dolayı, vakıf mütevellisi binanın boşaltılmasını
talep etmişti. Mahalli yönetim vakıf binasını boşaltmış, çocukları eğitimden mahrum
kalmaması için de çözüm aramaya başlamıştır. Çaresizlik üzerine Saatçi İsmail Efendi
isimli bir zat, kahvehanesini 6 ay müddetle ücretsiz bir şekilde okula tahsis edebileceğini beyan etmişti. Kahvehanenin mektebe tahvil için elverişli olduğu anlaşılınca içi
kısmen tefriş edilmiş ve mektep oraya taşınmıştı. Ancak bu durumdan rahatsız olan
mektep muallimi, mektebin kapatılarak kendinin açıkta bırakıldığına dair vilayete şikayette bulunmuştur. Şikayet üzerine konu Maarif Nezaretinin gündemine gelmişti.14
Nezaret, öğrencilerin kahvehanede eğitim görmelerinin doğru olmadığını, ahalinin
yeniden bir okul yapması gerektiğini düşünüyordu. Ancak ahalinin 1.500 kuruşa mal
olacak binayı, yapacak gücü bulunmuyordu. Maarif Nezareti, merkez bütçesinden
okul yapımı için tahsisat istenildiğinde, “ahalimektebin kira gelirini daha önce nasıl
13 Trabzon Maarif Müdürü tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 25 Aralık 1890 (13 Cemaziyülevvel
1308) tarihli tezkire ve nezaretteki muamelatı, BOA, MF. MKT, 129/5.
14 Gümüşhane sancağı mutasarrıflığı tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 27 Eylül 1892 (15 Eylül
1308) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 165/143.
88
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
karşılamışsa, bina inşasını da o şekilde finanse etmesini”tavsiye etmişti. Yani Maarif Nizamnamesine cemaatin yapması gereken okulun başka bir şekilde inşa edilemeyeceğini ima etmişti.15İptidai mektebi, bu süre zarfında öğrenim vermeye devam
etmişti.16Süleymaniye Camisi (Cami-i Kebir) civarında inşa edilen mektep, ancak
1898 yılında tamamlanabilmişti. Ancak inşaata sarf edilen 325 kuruşluk kereste ve
çivi gibi inşaat malzemelerinin ücretinin ödenmesi geciktirilmişti. Dört yıldır alacağını tahsil edemeyen Katırcıoğlu Dimitri, bu hususta yetkililere şikayette bulunmuştur.17
1896 yılında mektebin öğrenci sayısı 106’ya ulaşmıştı. Artık mektep iki muallimle idare edilemiyordu. Bu sebeple mektebe bir muallim-i salis ve bir de mubassır
tayin edilmesi talep edilmiş ve bu kabul görmüştü.18 Zaten Maarif Nizamnamesine
göre öğrenci sayısı 70’i aşan okullara üçüncü bir muallimin atanması gerekiyordu.
Bunun için yapılan sınava beş muallim girmiş ve bunlardan Hacı Mehmed Hilmi
Efendi’nin19 tayini uygun bulunmuştu.20
Gümüşhane’de nüfusun artması ve ahalinin önemli bir kısmının başta da bahsedildiği üzere Bahçeler muhitinde bulunması nedeniyle mevcut iptidai mektebi yetersiz
kalmaktaydı. Bahçelerde oturan ahali çocukları, mesafeden dolayı Gümüşhane merkezine gidip gelmekte zorlanmaktaydılar. Bu sebeple Bahçeler Mahallesi’ndeki ahali,
bulundukları muhite bir mektep açılması için 1907 yılında girişimde bulunmuşlardı.
Hatta Maarif Nezaretine, mezkûr mahallede bulunan Sadullah Efendi Camisi’nin yanında, 300’e yakın talebenin öğrenim göreceği, iki dershane ve bir muallim odasından
oluşan iki katlı yeni bir mektep inşasını öğretmen gönderilmesi koşulu ile taahhüt
etmişlerdi.21 Ancak Maarif Nezareti, bütçesinin öğretmen göndermeye müsait olma-
15 Trabzon Maarif Müdürü’nün Maarif Nezaretine gönderdiği 28 Ocak 1893 (10 Receb 1310) tarihli
tahrirat ve muamelat, BOA, MF. MKT, 169/41.
16 Maarif Nezareti tarafından Trabzon Maarif Müdüriyetine gönderilen 1 Ekim 1899 (25 Cemaziyülevvel
1317) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 475/57; Trabzon Maarif Müdüriyeti tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 18 Kasım 1898 (4 Receb 1316) tarihli tahrirat ve muamelatı, BOA, MF. MKT, 436/59.
17 Gümüşhaneli Katırcıoğlu Dimitri’nin 10 Şubat 1904 (28 Kânun-ı sani 1319) tarihli arzuhali, BOA, MF.
MKT, 768/63.
18 Trabzon Maarif Müdürü tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 8 Ocak 1896 (22 Receb 1313) tarihli
tahrirat, BOA, MF. MKT, 308/30.
19 Mehmed Hilmi Efendi, Gümüşhane’ye bağlı Torul kazasının Kürtün-i Bala nahiyesinin Karaçukur
köyündendir. 1857 doğumlu olan Mehmed Efendi, buraya tayin edildiğinde 39 yaşında idi. Kendi
köyünde başladığını eğitimini Gümüşhane’de Hacı Müezzinzade Hafız Ahmed Efendi vasıtasıyla Süleymaniye Camisi’nin dahilindeki medresede tamamlamıştır. Tercüme-i hal varakası, BOA, MF. MKT,
308/30.
20 BOA, MF. MKT, 308/30.
21 Gümüşhane İdare Meclisinin 3 Şubat 1908 (30 Zilhicce 1325) tarihli mazbatası, BOA, MF. MKT,
1052/18. Bahçeler mevkii 500 haneye yakın askeri binaların ve redif tabur dairesinin bulunduğu beş
muhtarlığa ayrılmış bir muhitti. Bu yönüyle hükümet konağının bulunduğu ve gayrimüslimlerle birlikte 600 haneye yakın olan Gümüşhane merkeziyle eşit bir durumdaydı. Bunun yanında bahçelerde daha
ziyade seçkin aileler oturmaktaydı. Bahçeler mevkiinin 22 Kasım 1907 (9 Teşrin-i sani 1323) tarihli
müracaat dilekçesi, dilekçede çoğunluğu seçkin aile olan 32 kişinin mührü bulunmaktadır, BOA, MF.
89
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
dığını belirterek, okula muallim tayini için mahalli bir kaynak bulması hususunda
vilayet maarif idaresine tavsiyede bulunmuştu.22
Mahalli yönetim bunun yanında iptidai mektebi bulunmayan Daltaban ve Surde
Mahallelerine de birer iptidai açılmasını talep etmişti. Bu okullarda görev yapacak
muallim-i evvellere 200, muallim-i sanilere ise 150 kuruş maaş verilmesini planlanmıştı. Ancak bu talep de bütçe yetersizliğine takılmış ve şimdilik reddedilmişti.23
b) Gümüşhane Rüştiyesi
1872 yılına kadar Gümüşhane sancağında, ortaokul sayılan rüştiye mektebi
bulunmamaktaydı. Aslında Gümüşhane İdare Meclisi, burada bir rüştiye mektebi
açılması için, 27 Aralık 1865 (8 Şaban 1282) tarihinde teşebbüste bulunmuştu. Hatta
Gümüşhane’de harap bir halde bulunan mektebi rüştiye olacak şekilde tamir ettirerek
açmıştı. Meclis, mahalli yönetimin izniyle buraya muallim dahi tayin etmişti, ancak
muallimlerin maaşının düşük olduğunu düşünüyordu. Bu sebeple Maarif Nezaretinden muallimlerin maaşlarına yeteri derecede zam yapılmasını ve bir de müstahdem atanmasını talep etmişti.Maarif Nezareti durumdan haberdar olunca, o tarihte
Gümüşhane’de rüştiye mektebinde eğitim görebilecek öğrenci olmadığından bahisle, ileride rüştiye mektebinde öğrenim görecek öğrenci sayısının artmasından sonra
bu mektebin tesis edilebileceğini bildirmişti. Yani rüştiye mektebi için yardım talep
edilirken, mektep kapatılmıştı.24Ülkedeki Müslüman çocukların, özellikle misyoner
mekteplerine karşı eğitilmesi gerekmekteydi. Ancak kötüye giden bir ekonomi ile
eğitim hamlesinin birden bire yapılması mümkün değildi. Seçici davranmak zorunda
kalan devlet, öncelikli olarak sahil bölgelerinde daha sonra da nüfusun yeterli olduğu
yerlerde mektepler tesis ediyordu.25
1873 yılında Gümüşhane sancağında kaç adet İslam hanesini olduğu Trabzon
vilayetinden sorulmuştur. Verilecek cevaba göre bölgeye yapılacak mekteplerin planlaması yapılmış olacaktı.26
Gümüşhane’deki öğrenci sayısı yeterli kabul edilmiş olacak ki 1873 yılında burada bir rüştiye mektebi açılmıştı.271877 yılında mektebin öğrenci sayısı 60’a aşması
MKT, 1052/18.
22 Trabzon Vilayeti tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 1 Mart 1908 (27 Muharrem 1326) tarihli
tahriratı ve muamelatı, BOA, MF. MKT, 1052/18.
23 Trabzon Vilayeti tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 23 Kasım 1908 (28 Şevval 1326) tarihli
tahrirat, BOA, MF. MKT, 1104723.
24 Meclis-i Vâlâ tarafından Gümüşhane kaymakamlığına gönderilen 5 Temmuz 1866 (21 Safer 1283)
tarihli şukka, BOA, MVL, 718/22.
25 Bayram Kodaman, Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991, s.
110.
26 BOA, MF. MKT, 10/145.
27 19 Eylül 1875 (26 Receb 1290) tarihli irade-i seniyye, BOA, İ. DH, 673/46888.
90
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
üzerine Gümüşhane İdare Meclisi, mektebe muallim-i sani tayin edilmesi için girişimde bulunmuştu.28
Daltaban Mahallesi’nde ikamet eden Müslüman ahalinin çocukları, kışın yağmurun fazla yağmasından yazın da sıcağın şiddetinden dolayı Gümüşhane merkezinde bulunan rüştiyeye devam edememekteydiler. Muallimler, 1876 yazında kendilerini
rahatsız eden bu durumu, mektebin Daltaban’a açılması veya Daltaban Mahallesi’ne
yeni bir rüştiye tesisi önerisiyle bertaraf etmeyi düşünmüşlerdir. Ancak bu konuda
herhangi bir gelişme yaşanmadı.29
1889 yılında mektep binası, artık kullanılamayacak bir haldeydi. Müdahale edilmemesi durumunda daha kötü bir duruma gelecekti. Çatısı ve yıkılmaya yüz tutmuş
yerlerinin tamiri için en az 1.000 kuruş sarf edilmesi gerekiyordu. Mektebin bu halde
olmasından dolayı özellikle kış mevsiminde okul, kimi zaman mecburi olarak tatil
edilmekteydi. Gereken meblağın Gümüşhane ahalisinden yardım suretiyle toplanması
da pek mümkün gözükmüyordu. Çünkü bölge ahalisi oldukça fakirdi. İstenen izin
üzerine Maarif Nezareti, mektebin, sancağa ait olup geçen yılın bütçesinden arta kalan meblağla tamiri için müsaade etmiştir.30
1903 yılına gelindiğinde Gümüşhane Tahrirat Müdürü Mustafa İhsan Efendi’nin
de çabasıyla rüştiye ve iptidai mektepleri için dört sınıftan oluşan mektep binasının
tamiratı bitmişti. Mustafa İhsan Efendi’nin gayretlerinden dolayı rütbe-i salise ve iftihar madalyası ile taltif edilmesi teklif edilmiş ancak bu mümkün olmamıştır. Konunun
unutulduğu düşünen İhsan Efendi, taltif edilmesi hususunda bizzat Maarif Nezaretine
müracaatta bulunmuştu.31
Gümüşhane rüştiye mektebinin yaşadığı en mühim sorun muallim tedariki ve
malî yetersizlikti. Bu mektebe başlangıçta çeşitli masraflarını karşılaması için 1.000
kuruş tahsis edildiği halde, 1880 yılında bu meblağ 800 kuruşa düşürülmüştü. Ancak
bundan haberdar olmayan mektep yönetimi, 1891 senesine kadar mektebin ihtiyaçları
için senelik 1.000 kuruş sarf etmişti. Durum ortaya çıktığında 11 yıllık farkın kaydı
mektep geri ödeme yapamayacağı için kayıttan düşürülmüştü.32
Tahsisatın azaltılması mektebin zaman içerisinde zarurî ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelmesine sebep olmuştu. Bu sebeple okulun onarımı için hiçbir harcama yapılamıyordu. 1908 yılına gelindiğinderüştiye mektebi, tamir görmemesinden
dolayı bakımsız bir hale gelmişti. Buranın ve bitişiğindeki çeşme ve su yolunun 20
28 Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 28 Nisan 1877 (14 Rebiyülahır 1294) tarihli
tahrirat, BOA, MF. MKT, 47/201; 1294 (1876-77) yılına Trabzon Vilayeti Salnamesinde mektebin
öğrenci adedi 85 olarak gösterilmiştir. Salname-i Vilayet-i Trabzon, 1294, Defa 9, s. 79.
29 Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 7 Mayıs 1876 (12 Rebiyülahır 1293) tarihli
tahrirat, BOA, MF. MKT, 36/34.
30 BOA, MF. MKT, 477/52.
31 BOA, MF. MKT, 758/3.
32 BOA, MF. MKT, 133/15.
91
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
yıldır tamir görmemesi, mektebi harap bir hale getirmiştir. Yapılan keşif sonrasında
tamirat için gereken meblağın 9.881 kuruş olduğu tespit edilmişti. Ancak bu meblağı,
ahalinin karşılaması mümkün değildi. Tamir için gerekli keşfi yaptıran mahalli yönetim, gereken meblağın mahalli maarif tahsisatından sarf edilmesini istenmekteydi.
Ancak yapılan keşfi ve tespiti kurallara uygun bulmayan Maarif Nezareti, yapılacak
tamiratın detaylarının daha sarih bir şekilde izah edenbir raporun hazırlanmasını talep
etmiştir.33 Daha sonra gereken meblağın sarfı için izin istenmişse de keşfin nizamnameye uygun yapılmadığı gerekçe gösterilerek teklif reddedilmiştir.34
Yakacak, mektebin bir diğer temel ihtiyacıydı.Bunun için mektebe, yıllık 500
kuruş tahsis edilmiştir. Ancak Gümüşhane’de kış mevsimi ağır geçmekte idi. Tahsis
edilen bu meblağı yeterli görmeyen Maarif İdaresi bu tahsisata zammı ve okulun tefriş
edilmesini talep etmiştir. Lakin Maarif Nezareti, yakacak miktarının okullar arasında
eşit dağıtıldığını, eksik kalan kısmın ve mektebin tefriş işinin mahalli ileri gelenler
ve ahali tarafından yapılması gerektiğini tembih etmişti.35 Oysa buradaki paylaşım
eşitti, ancak adil değildi. Çünkü Trabzon vilayetinin büyük bir kısmı sahil kesiminde kaldığı için o bölgenin yakacak sarfiyatı Gümüşhane’ye kıyasla fazla olmuyordu.
Gümüşhane’de bulunan rüştiyeye tahsis edilen yakacak bedeli bu sebeple yeterli gelmemekteydi. Yaklaşık yedi ay süren 1896-1897 kışında960 kuruşluk odun ve kömür
yakılmıştı. Mahalli yönetimin durumu nezarete bildirmesi üzerine bir defaya mahsus
olmak üzere 500 kuruşun üstü olan 460 kuruş için ek ödeme yapılmıştı.36
Bir muallim-i evvel, bir muallim-i sani, bir muallim-i salis ve bir hat muallimi
faaliyetlerini sürdüren rüştiye mektebi, 1898 yılında 6737, 1900 yılında 5238, 1901
yılında 5339, 1903 yılında 65 öğrenciye eğitim vermekteydi.40
c) Gümüşhane Kız Rüştiye Mektebi
1910 yılında Gümüşhane’ye Maarif Nezaretinin onayı ile bütçeden tahsisat ayrılan bir kız rüştiye mektebi açılmıştır. Mektep, aynı yıl 90 talebe ile eğitim öğretime
başlamıştı. Ancak bu öğrenciler 4-5 ay süreyle okula devam edebilmiş, sonrasında
muallime bulunamadığı gerekçesiyle mektep kapatılmış ve tahsisatı diğer bir mahalle
nakledilmişti. Gümüşhane aynı yıl, 5.000 lira hisse-i maarif vermekteydi. Gümüşhane Milletvekili Lütfi Paşa, hem bu kız rüştiye mektebinin tekrar tesisi hususunda
Meclis-i Mebusana teklif sunmuş ancak teklifi kabul edilmemiştir. Lütfi Paşa, ahali-
33
34
35
36
37
38
39
40
BOA, MF. MKT, 1048/15.
BOA, MF. MKT, 1085/65.
BOA, MF. MKT, 164/51; BOA, MF. MKT, 164/114.
Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 19 Temmuz 1897 (18 Safer 1315) tarihli
tahrirat, BOA, MF. MKT, 361/32.
Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1316, 1. Sene, s. 1110.
Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1318,3. Sene, s. 1463.
Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1319, 4. Sene, s. 715.
Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1321, 6. Sene, s. 603.
92
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
nin hisse-i maarife 5.000 lira katkıda bulunduğu halde, burada bulunan kız rüştiyesinin açılmamasını haksızlık olarak görmekte ve tahsisatın aktarıldığı diğer yere muallimenin bulunmasına sitem etmekteydi. Bu dönemde Gümüşhane merkez ve Kelkit
olmak üzere iki rüştiye mektebi faaliyetteydi. Kelkit’teki rüştiyenin bütün masrafı
190.000 kuruştu.41
d) Torul Rüştiye Mektebi
Torul’da daha öncede ifade edildiği gibi 1869 yılı itibarıyla 29 sıbyan mektebi
bulunmaktaydı. 19 Mayıs 1893’te yaşanan bir heyelan neticesinde Torul’un Baladan
köyünün Masura ve Abana mahallelerinde bulunan bir cami, bir kilise, bir Müslüman
ve bir Hıristiyan mektebi yıkılmıştı.42
1900 yılı yazında çocuklarının eğitim görmesini isteyen Torul ileri gelenleri
kendi aralarında topladıkları 100 liradan fazla meblağ ile iki katlı bir bina inşa etmişlerdi. Mektebe padişahın ismine nisbeten Hamidiye ismini vermişlerdi. İnşa edilen
mektebin alt katı iptidai, üst katı ise rüştiye olarak planlanmıştı.43 50’den fazla öğrencinin öğrenim göreceği iptidai kısmını eğitim öğretime açmışlardı.44 Ancak her iki
mektep için gereken muallimlerin gönderilmemesi bütün çabaları boşa çıkarmıştı.45
Torullular, ikâmet ettikleri yerin 4. Ordu merkezi olan Erzincan ile Trabzon’un birbirine bağlayan ana yol güzergahında kalmasından dolayı mevkice önemli olduğunu düşünmekteydiler. Bu sebeple de buradaki eğitim faaliyetlerinin güçlendirilmesi
istiyorlardı. Bu maksatla kasabanın 16 ileri geleni Maarif Nezaretine bir dilekçe ile
rüştiye açılması hususunda müracaat etmişlerdi.46
Aynı tarihlerde Rum Patrikliğinin Torul’un Çit-i Kebir köyünde Rum cemaati
için mektep açılmasını talep etmesi, bölgedeki Müslümanların eğitilmesi gerekliliğini tekrar akla getirmişti. Çünkü nezaretin kayıtlarına göre bu köyde 48 hane Rum,
21 hanede 95 nüfus İslam ahalisi yaşamaktaydı. Bu köyde ayrıca daha önce Müslüman iken, Islahat Ferman sonrasında askerlik hizmetinden muaf olmak için Hıristiyan
olanlar vardı. Nezaret bu durumu cahilliğe ve eğitimsizliğe bağlamaktaydı. Özellikle
bu sebepten bile biran önce bölgeye bir İslam mektebi açılmalıydı Aksi halde durum
kötüye gidebilirdi. Açılacak mektebe, atıl kalmış olan vakıf geliri ve sair yerden kaynak tesis edilerek devamlılığı temin edilmeliydi. Bunun yanında bu kaza dahilindeki
köylerde de biran önce iptidai mektepleri açılmalıydı.47
41 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Birinci Devre, 104, cilt 2, 9 Mayıs 1327, s. 49-50.
42 Trabzon vilayeti tarafından dahiliye nezaretine gönderilen 11 Mayıs 1309 tarihli telgraf, BOA, Y. A.
HUS, 274/85.
43 BOA, MF. MKT, 535/6.
44 BOA, MF. MKT, 764/64.
45 BOA, MF. MKT, 535/6.
46 Torul ileri gelenlerinden 16 kişinin mührünü havi olup Maarif Nezaretine gönderilen 16 Ocak 1904 (3
Kânun-ı sani 1319) tarihli dilekçe, BOA, MF. MKT, 764/64.
47 BOA, MF. MKT, 694-2; BOA, BEO, 2030/152224.
93
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
Bu uyarılar neticesinde Torul’un Çit-i Kebir köyündeki iptidai mektebi 1903 yılında açılarak eğitime başlamıştı.48 Ancak bu okulun en büyük sorunu muallimliğinin
vekaleten idare edilmesiydi. Okula 1909 yılında Trabzon’un Maçka nahiyesindeki
mekteplerle birlikte asaleten muallim tayin edilmişti. Ancak aylık maaşları yekun olarak 1.100 lira tutan bu muallimlere mahalli maarif bütçesi maaş verememiştir. Muallimlerin şikayetlerine sebep olan bu durum bertaraf edilmek için Maarif Nezaretinden
yardım istenmişse de bütçenin buna imkan vermediği cevabıyla yardım teklifi geri
çevrilmiştir.49
Torul kazasının merkez kasabası olan Ardasaköyüyle bu kasabaya yarım saat
mesafede bulunan köy ve mahallelerin nüfusu 1904 toplam 2.562 idi. Detayı ise aşağıdaki gibiydi.50
Tablo 4: Torul ve Civarındaki Köylerde Yaşayan Müslüman ve Rum Nüfus.
Toplam
Erkek
Bayan
Mezhebi
Köy veya Mahallenin
İsmi
864
444
420
İslam
Ardasa köyü
349
173
176
İslam
Herek köyü
109
49
60
İslam
Karil köyü
1.322
666
656
İslam
Müslüman Toplam
241
115
126
Rum
Herek köyü
147
71
76
Rum
Balahor köyü
107
52
55
Rum
CimrikasKöyü
745
356
389
Rum
Demirci Köyü
1.240
594
646
Rum
Rum Toplam
2.562
1.260
1.302
-
Genel Toplam
Aynı yıl Torul ve köylerinde 7 adet iptidai mektebi bulunmaktaydı. Yani 188
Müslüman nüfusun çocuklarına bir ilkokul düşmekteydi. Bu okullardan aynı sene
içinde 70 öğrenci mezun olmuş, ileriki beş senede de 350 öğrencinin mezun olacağı
hesaplanmaktaydı. Torul’un senelik maarif hissesi de 25.000 kuruş olup ihtiyaca kafi
gelmekteydi.51
Bu rakamların istenmesinin sebebi, rüştiye mektebinin öğrenci bulup bulamayacağının tespiti içindi. Sayıların düşük olması, mahalli maarif bütçesinin yetersiz
48 15 Ağustos 1903 (2 Ağustos 1319) tarihinde mektebin açıldığını gazetelerde ilan edilmesi için talimat
verilmişti, BOA, MF. MKT, 726/47.
49 BOA, MF. MKT, 1125/31.
50 BOA, MF. MKT, 764/64.
51 Torul İdare Meclisinin 22 Mart 1904 (5 Muharrem 1322) tarihli mazbatası, BOA, MF. MKT, 764/64.
94
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
kalması ve maarif bütçesinden de buraya tahsisat yapılamaması nedeniyle Torul’a
rüştiye inşa edilememiştir.52
Buna rağmen, Torul ileri gelenleri bu işin peşini bırakmamıştır. 1906 yılında onların müracaatı üzerine, ahalinin tesis ettiği rüştiye mektebine, 400 kuruş maaş ile bir
muallim-i evvel ve 70 kuruş maaşla da bir kapıcı tayin edilmesi kararlaştırılmıştı. Ancak Maarif Nezareti Muhasebe Kalemi, bütçenin buna hiçbir şekilde müsait olmadığını,
mahalli bir kaynak bulunması durumunda tayinlere müsaade edileceğini ifade etmişti.53
Torul ileri gelenlerinin çabaları bir yıl sonra netice vermiş ve 150 kuruş aylıkla
Trabzon Darulmuallimin mezunlarından Hafız Süleyman Efendi’nin54 tayiniyle birlikte mektep, 1907 yılında öğretim vermeye başlamıştı.55 Zaman içerisinde yıpranan
mektep binası ahali himayesiyle tamir edilmişti. Ayrıca mektebe yıllık çeşitli ihtiyaçlarını karşılanması için 300 kuruş tahsis edilmiştir. Ancak mektebin tefrişi için
300 kuruş, çeşitli eşya için 310, yeni yapılan 5 adet sınıf için 300 kuruş, 2 soba için
130 kuruş ve yakacak için 200 kuruş sarfedilmişti. Toplamda 1.240 kuruş tutan bu
harcamaların 300 kuruşu mektebe tahsis edilen meblağdan karşılanmıştı. Kalan 940
kuruşun ahali tarafından karşılanması pek mümkün gözükmemekteydi. Bu hususta
Trabzon maarif komisyonu tarafından Maarif Nezaretinden bir defaya mahsus ödenek
talep edilmiş ve bu kalan meblağ nezaret bütçesinden karşılanmıştır.56
Kazanın hisse-i maarifi muallim maaşları için yeterli idi. İptidai muallim-i evvelliğine iki yüz kapıcısına 80 ve diğer harcamalarına 20 kuruş ki toplam aylık üç yüz
kuruş tahsis edilmişti.57
e) Kelkit Kazası
e1)Kelkit İptidai Mektebi
1880-1881 yıllarındaKelkit kazasının tamamında 1 rüştiye,3 Müslüman mektebi, 57 cami-mescit ve 44 medrese varken, Şiran kazasında bu müesseselerin hiçbirinin
olmadığı kayıtlıdır. Ancak bu bilginin doğruluğu mümkün değildir. Galiba cami, mescit ve medreselere ait rakamlar, Kelkit ve Şiran kazalarının toplamını ifade etmektedir. Aksi halde, Şiran’da cami, mescit ve medrese bulunmaması demek olur ki, bu da
imkânsızdır. Lâkin, Şiran’da rüştiye mektebinin olmadığı kesindir.58
52 BOA, MF. MKT, 764/64.
53 BOA, MF. MKT, 928/72.
54 Hafız Süleyman Efendi, 28 Mart 1883 (19 Cemaziyülevvel 1300)’de Trabzon’un Faros Mahallesinde
doğmuştur. İptidai tahsilini Trabzon’da tamamlamıştır. Daha sonra Trabzon’da İmaret Medresesi’nde
5 sene tahsil görmüştür. 4 Ekim 1904 (24 Receb 1322)’de de Trabzon Darulmuallimininden mezun
olmuştur. İlk görev yeri Yomra’da bulunan iptidai mektebidir. BOA, MF. MKT, 1056/47.
55 BOA, MF. MKT, 1056/47.
56 BOA, MF. MKT, 1034/70.
57 BOA, MF. MKT, 1015766.
58 Salname-i Vilayet-i Erzurum,1299,Defa 9, s. 159.
95
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
Kelkit’te bulunan sıbyan mektepleri zaman içerisinde usul-i cedid denilen yeni
mekteplere yani iptidai mekteplerine tahvil edilmişti. Nitekim Kelkit’te, 1895 yılında
ahalinin yardımı ile inşa edilen üç adet iptidai mektebi bulunmaktaydı.59
e2)Kelkit Rüştiye Mektebi
Kelkit’in Çiftlik kasabasında 1875 yılından itibaren faal bir rüştiye mektebi bulunmaktaydı. Maarif Nezareti mektebe devam eden öğrenci sayısını yakından takip
etmekteydi.60 Mektebin aynı dönemdeki muallimi Mehmed Efendi idi. Muallime 128
kuruş, hademeye 33 kuruş ücret verilmekteydi. Devlet bu türden okullara, darulmualliminden mezun olmuş ve Rumeli’den hicret etmiş olan öğretmenleri atamayı kararlaştırmıştı.61 Ancak 25 Ağustos 1888 tarihinde, mektebin ilerleme kaydetmemesinden
dolayı lağvedilmesi emredilmişti. Mahalli yönetim mektebin ilerlememesinin temel
sebebini muallimin, mektebe devamsızlığına bağlamaktaydı. Ayrıca mektebin kapatılması durumunda çocukların cahil kalacağını ifade ederek, muktedir bir muallimin
tayinini talep etmişti. Ancak Nezaret, mektebin tahsisatının başka bir mahalle sarf
edildiğini, bu yüzden devam etmesinin mümkün olmayacağını, bunun yerine yeni
usulle eğitim yapan iptidai mekteplerinin sayısının arttırılmasını tavsiye etmişti.62 Netice itibariyle Mart 1889 tarihinden itibaren rüştiye mektebi, mali olarak da lağvedilerek iptidaiye tahvil edilmiştir.63
Bu durumdan üzüntü duyan Kelkit ileri gelenleri, rüştiye mektebinin tekrar açılması için çaba sarf edeceklerdi. Kelkit’teki sorun sadece Rüştiye meselesi değildi.
Bu okulun kapanmasından sonra Çiftlik kasabası ve İsgal köyünden iki kişi, Trabzon
Darulmuallimininde eğitim görmüş ve tekrar köylerine dönerek iptidai mektepleri açmışlardı. Her iki okulun mualliminin maaşı ahali tarafından karşılanmaktaydı. Ancak
bir sene maaş ödemesini yapmışlarsa da ikinci sene fakirliklerinden bu ödemeyi yapamamışlardı. Bu sebeple her iki mektep de kapanmıştı. Ahali aslında üzerlerine düşen
vergiyi dahi ödeyememekteydi. Çoğunluğu çiftçi olan halk geçimini güç bir surette
temin etmekteydi. 1893-1894 yıllarında kuraklık dolayısıyla mahsullerinin neredeyse
tamamı heba olmuştu. Düçar olan ahali Sivas’a, sahil kesimine ve sair mahalle çalışma maksadıyla gitmekteydi. Mahalli yönetim, bölge ahvalinden dolayı burada açılacak mekteplere, maaşı maarif tahsisatından karşılanan muallimlerin atanmasını talep
etmekteydi. 350 haneyi havi Kelkit’te ve buraya yarım saat uzaklıktaki köylerdeki
çocukların cehaletten kurtulması için en azından 250 kuruş maaşı, maarif hissesinden karşılanan bir muallim-i saninin tayin edilmesi gerekmekteydi. Bu muallimliğe
59 Kelkit’teki üç iptidaiden biri 4.000, diğeri 5.000 ve üçüncüsü de 6.000 kuruş yardımla yapılmış görünmektedir, Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1316, 1. Sene,s. 111.
60 BOA, MF. MKT, 36/152; BOA, MF. MKT, 46/39.
61 Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 13 Mart 1879 (19 Rebiyülevvel 1296) tarihli
şukka, BOA, MF. MKT, 60/158.
62 BOA, MF. MKT, 103/108.
63 BOA, MF. MKT, 117/46.
96
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
talip bulunamadığı zaman Kelkit iptidai mektebi muallimi Hafız Osman Efendi’nin
muallim-i sani olarak tayin edilebileceği bildirilmişti. Mahalli yönetim ilköğrenimde
durumu beyan ettikten sonra daha önce ahalinin yardımı ile tesis edilmiş olan rüştiye mektebinin tekrar faaliyete geçirilmesini talep etmişti.64 Kelkit 500 hane ile 97
köyden ibaretti. Dolayısıyla mektebin kapanması, bunların tamamını etkilemekteydi.
Rüştiye mektebinin açılması durumunda muallim-i evvel için 400 ve salis, rika ve
hüsn-i hat muallimliği için 85 ve kapıcı için 65 kuruş senelik 500 kuruş masrafın nereden karşılanacağı ayrı bir sorundu.65
1897 yılına gelindiğinde Kelkit kazasında bulunan 20 köyde iptidai mektebi
tesis edilmişti. Bunun yanında Kelkit’te de 3 iptidai açılmıştı.66
Bu çabalar sonucunda Kelkit’te halkın yardımıyla inşa olunan rüştiye mektebinin yeniden açılması 1899 Eylül’ünde mümkün olmuştur. Burada görev yapacak olan
muallim-i evvele 400, hat muallimine 80, kapıcıya ise 70 kuruş (senelik 6.600) Maarif
Nezareti bütçesinin taşra kısmından, 400 kuruş olan mektep masraflarının ise iptidai
mektepleri tahsisatından nakilolunmuştur.67
1900 yılında bu mektebin kadrosu tamdı ve 25 öğrencisi vardır.68 1901 yılı itibariyle Kelkit rüştiyesinin 26 talebesi vardır ve bu mektebin kadro sıkıntısı bulunmamaktaydı.69 1903 yılında ise muallim-i evvel Hafız İbrahim Efendi ile muallim-i sani
ve hat muallimi Ahmed Şükrü Efendi’nin görev yaptığı, bir müstahdemin bulunduğu
okulda 31 talebe öğrenim görmekteydi.70
f) Şiran Kazası
1888 yılında 150 hanenin bulunduğu Şiran kazasının merkezi olan Karaca’da,
toplam 247 öğrencinin öğrenim gördüğü iki sıbyan mektebi bulunmaktaydı. Ancak
sıbyan mektebini bitiren ve rüştiye öğrenimine devam etmek isteyen 80 öğrencinin
gidebileceği bir okul bulunmamaktaydı.71
64 Kelkit Kazası İdare Meclisi tarafından Gümüşhane mutasarrıflığına gönderilen 8 Ocak 1894 (1 Receb
1311) tarihli mazbata, BOA, MF. MKT, 205/23.
65 Trabzon İdare Meclisi tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 19 Şubat 1896 (5 Ramazan 1313) tarihli mazbata, BOA, MF. MKT, 313/9.
66 Maarif Nezaretinin 10 Mart 1897 (26 Şubat 1312) tarihli derkenarı, BOA, MF. MKT, 350/28; BOA,
MF. MKT, 353/5; BOA, MF. MKT, 348/52.
67 BOA, MF. MKT, 470/1; Rüştiye mektebinin açılış töreni 9 Ocak 1900’de yapılmıştır, BOA, MF. MKT,
448/4.
68 Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1318, 3. Sene, s. 1463, 1476-1477. Kelkit rüştiyesi 1315/1899 yılında ahalinin 11.000 kuruş yardımı sayesinde açılmıştır. Salname-i Nezaret-i
Maarif-i Umumiye, 1319, 4. Sene, s. 766-767.
69 Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1319, 4. Sene, s. 715, 718-719, 766-767.
70 Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1321, 6. Sene, s. 603.
71 Gümüşhane sancağı mutasarrıfı tarafından Trabzon vilayetine yazılan 25 Mart 1888 (12 Receb 1305)
tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 100/12.
97
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
1896 yılında Şiran’a tâbi bazı köylerde sıbyan mektebi bulunmaktaydı ise de
bu mekteplerin bazısının muallimi yoktu. Olanların da muallimlerinin bazıları mektebe gitmemekteydi. Durum dini müesseseler açısından da pek iç açıcı değildi. Burada bulunan cami ve mescitlerin çok büyük bir kısmı haraptı, görevlileri ise beratsız
(tescilsiz) çalışmaktaydı.72 Dini hizmetlerin verilmesi dışında ahalinin çocuklarının
eğitildiği bu mekanların kötü bir durumda olması, eğitimin boyutunu gözler önüne
sermekteydi.73
Çocuklarının eğitimden mahrum kalmasına razı olmayan Şiran ileri gelenleri,
vilayet ve nezaretle yazışarak masrafları kendileri tarafından karşılanmak koşuluyla
aldıkları izne binaen, 1900 yılında yeni usulde eğitim veren bir iptidai mektebi tesis
etmişlerdi. Okulda öğretim yapan muallimin maaşı dahi, memur ve ahalinin yaptığı
yardımla karşılanmaktaydı. Şiran ileri gelenleri, çocuklarının daha iyi eğitim alabilmesi için, Şiran’ın merkezi olan Karaca’da rüştiye mektebinin açılması gerektiği kanaatindeydi. Bu sebeple vilayet aracılığıyla nezarete, maaşı nezaret tarafından ödenen
bir muallim atanması durumunda, ahalinin rüştiye binasını inşasını taahhüt ettiklerini
dile getirmişlerdi.74 Maarif Nezareti ise ancak, muallim maaşı ve gerekli ihtiyaçlar
ahali tarafından karşılanması durumunda, İstanbul’dan bir muallimin görevlendirilerek rüştiye mektebinin tesisine müsaade edileceğini bildirmişti.75
Şiran’da sadece bir iptidainin olması bu teklifin önündeki en büyük engeldi.
Çünkü rüştiye açılacak yerlerde birden fazla iptidai mektebinin bulunması ve öğrenci
sayısının yeterli olması gerekmekteydi. Bu sebeple Maarif Nezareti, rüştiye mektebi
açılsa dahi, fayda sağlamayacağı, bütçeye de ilave yük getireceği gerekçesiyle teklifi
reddetmişti.76
Anlaşılacağı üzere Nezaret, mevcut iptidainin yanı sıra Şiran’daki rüştiye mektebinin tüm masraflarının Şiran halkı ve memurları tarafından karşılanmasını bekliyordu. Ancak ahali iptidai mektebinin mualliminin maaşını dahi ödemekte zorlanıyordu.
Nitekim iptidai mektebi, 1904 yılına gelindiğinde kapalı vaziyetteydi. Bölgeyi teftiş
eden Trabzon ve Kastamonu Vilayetleri Adliye Müfettişi, yaklaşık 70 haneden müteşekkil Şiran’da 60’ı geçkin Müslüman hane bulunduğu halde, Müslüman mektebinin
bulunmayıp, Hıristiyan mektebinin hizmette oluşunu üzüntü ile müşahede etmişti.77
72 Evkaf Nezareti tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 24 Ağustos 1896 (15 Rebiyülevvel 1314) tarihli tezkire, BOA, EV. MKT, 2215/11; BOA, EV. MKT, 2215/24.
73 Şiran’daki camilerin durumu için bk. Naim Ürkmez, “Şiran Vakıfları”, Vakıflar Dergisi, 44, Aralık
2015, s. 83-90.
74 BOA, MF. MKT, 796/78; BOA, MF. MKT, 101/127.
75 Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 23 Temmuz 1888 (14 Zilkade 1305) tarihli
tahrirat, BOA, MF. MKT, 100/12.
76 Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 15 Ağustos 1904 (3 Cemaziyülahır 1322)
tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 796/78.
77 Trabzon ve Kastamonu Vilayetleri Adliye Müfettişi Mehmed Feyzullah tarafından Maarif Nezaretine
gönderilen 1 Ekim 1904 (21 Receb 1322) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 814/50.
98
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
Müfettişin raporu üzerine durumdan haberdar olan Nezaret, bir evkaf geliri veya bir
başka bir kaynak temin edilerek muallim atanmasını Trabzon vilayetine emretmişti.78
Aynı müfettiş, hiç bir okulun bulunmadığı Şiran’ın Seydibaba köyündeki çocukların eğitimden mahrum kalmasının önüne geçebilmek için Maarif Nezareti nezdinde
girişimlerde bulunmuştu. Nezaret ise Trabzon vilayetiyle yazışarak gerekenlerin yapılması için harekete geçmişti.79 Öyle anlaşılıyor ki, hane sayısının azlığından dolayı
Seydibaba köyünü iptidai mektebi açılmadı.
g) Gümüşhane İdadisi
Meşrutiyetin ilanı Gümüşhane’de yeni bir heyecan doğurmuştu. Çünkü,
Gümüşhane’de bir idadi mektebinin açılacağına dair vaatte bulunulmuştu. Gümüşhane bölgesinden milletvekili seçilen Hayri Bey, işin takipçisi olarak mektebin biran
önce açılması için çaba sarf etmişti. Nezaret ise idadi mektebinin tesisi için yeni bütçenin onaylanmasını beklemekteydi.80 Neticede idadi mektebi, 1909 yılında tesis edilmiş, müdüriyetine de Erzurum İdadisi Muavinliğinden terfi suretiyle Abbas Efendi,
20 Şubat 1326 tarihinde tayin edilmiştir.81
Kısa bir süre zarfında mektebe Türkçe muallimi olarak Abdülaziz Efendi, tarih
ve coğrafya muallimi olarak da Müştak Efendi tayin edilmişti. Ancak okul müdürü ve
diğer iki muallim hakkında zaman içerisinde şikayetler olmuştur. İdadi Müdürü Abbas Efendi’nin muktedir olmadığı, Türkçe muallimi Abdülaziz Efendi’nin dinî ilimlere yetkinliği var ise de Türkçe’ye vakıf olmadığı, tarih ve coğrafya muallimi Müştak
Efendi’nin ise vazifesine devam etmediği ifade edilmekteydi.82
Yapılan tahkikatta Gümüşhane İdadisi Müdürü Abbas Efendi’nin iyi derecede
öğrenim gördüğünden bahisle, güzel ahlak sahibi ve muktedir bir zat olduğuna hükmedilmişti.Teftişte mektebin işlerinde bir takım eksikliklerin olduğu tespit edilmiş
ancak bunlar olağan karşılanmıştı. Türkçe Muallimi Abdülaziz Efendi’nin dini ilimlere vakıf olduğu,Türkçebilgisinin orta derecede bulunduğu görülmüş ancak öğrencinin
seviye ve kabiliyetine yeterli derecede olduğu ifade edilmişti. Ancak bir yıl zarfında
mektebe 16 gün gitmemiş olması nedeniyle, onun boşalacak başka bir idadiye dini
ilimler muallimi olarak tayin edilmesi düşünülmüştür. Aynı şekilde Tarih ve Coğrafya
Öğretmeni Müştak Efendi’nin de bir yıl zarfında,mektebe 19 gün devam etmediği
tespit edilmişti.Müştak Efendi’nin Gümüşhane’den evli olması ve uzun bir müddettir orada yaşıyor olması nedeniyle vazifesinde gevşek davrandığına hükmedilmiş ve
onun da bu sebepten dolayı başka bir yere nakli düşünülmüştü.83
78 Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 6 Kasım 1904 (27 Şaban 1322) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 814/50.
79 Adliye Nezaretin tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 24 Ekim 1904 (14 Şaban 1322) tarihli tezkire, BOA, MF. MKT, 824/21.
80 Gümüşhane Mebusu Hayri Bey’in Maarif Nezaretine gönderdiği 26 Mart 1910 (13 Mart 1326) tarihli
dilekçesi, BOA, MF. MKT, 1150/30.
81 BOA, MF. MKT, 1164/6.
82 BOA, MF. MKT, 1198/44.
83 BOA, MF. MKT. 1198/44
99
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
h) Muallimlerin Durumu
Ülkenin her yerinde olduğu gibi Gümüşhane’deki okulların en önemli sorunlarından biri muallim ücretlerin düşüklüğüydü. Özellikle 1880 yılında yayınlanan
Tensik-i Maaş Kararnamesinden sonra memur maaşları dolayısıyla muallim maaşlarında ciddi bir kısıtlamaya gidilmişti.84
1890 yılında mektebin Rüştiye mektebi muallim-i sanisi Hacı Raşid Efendi ile
rika muallimi Nuri Efendi görevlerini terk etmişlerdi. Boş kalan muallim-i sanilik
kadrosuna bir süre, muhtemelen 250 kuruş olan maaşının düşüklüğünden dolayı talip
bulunamamıştı. Vilayet dahilindeki diğer bir muallimlik kadrosundan yapılan tasarruf
sayesinde bu muallimliğin maaşı 352,5 kuruşa çıkarılmıştı. Gümüşhane’de bu vazifeye getirilecek muktedir bir zat bulunamadığı için de İstanbul’dan münasip birinin
gönderilmesi talep edilmişti.85 Bu sırada bölgeden Ömer Lütfi Efendi, bu kadroya
talip olunca rüştiye mektebinin muallim-i sanilik kadrosuna atanmıştı.86 Ancak 352,5
kuruş olan maaş, Lütfi Efendi’den habersiz bir şekilde 250 kuruşu düşürülmüştü.87
1897 yılından itibaren de bu maaş 200 kuruşa indirilmişti.88 Lütfi Efendi, kendinden
habersiz yapılan bu değişiklik hakkında duyum almıştı. Bu sebeple Maarif Nezaretine doğrudan bir dilekçe yazarak maaşının, bölgedeki emsalleri gibi 300-350 kuruş raddesine çıkarılmasını talep etmişti. Kendisi mektebin daha önceki senelerdeki
muallim-i sani maaşının kayıtlarını inceleyerek 300 kuruş olduğunu tespit etmişti.89
Ancak talebine olumlu cevap verilmemişti.90
1901 Ağustos’unda, Gümüşhane rüştiye mektebi muallim-i saniliğine talip bulunamaması nedeniyle bu vazife vekaleten idare edilmişti. Talip bulunamamasının
temel sebebi, maaşının düşük olmasıydı. Mahalli yönetim bunun üstesinden gelebilmek için 100 kuruş maaşı olan hat muallimliği vazifesinin de muallim-i saniliğe ilave
edilmesini teklif etmişti.Bu sayede muallim-i sanilik maaşı emsalleri gibi 300 kuruşa
çıkarılmış olacaktı. Ancak Maarif Nezareti,17 Ağustos 1897’de muallim-i saniliğeFaik Efendi’yi, hat muallimliğine de Veysel Rıza Efendi’yi tayin etmişti.91
84
85
86
87
88
89
90
91
BOA, MF. MKT, 66/8.
BOA, MF. MKT, 117/131.
BOA, MF. MKT, 117/123.
Gümüşhane Rüştiye mektebi muallim-i sanisi Ömer Lütfi’nin 1 Kasım 1890 (20 Teşrin-i evvel 1306)
tarihli dilekçesi, BOA, MF. MKT, 123/69.
BOA, MF. MKT, 357/58.
Gümüşhane Rüştiye mektebi muallim-i sanisi Ömer Lütfi’nin 1 Kasım 1890 (20 Teşrin-i evvel 1306)
tarihli dilekçesi, BOA, MF. MKT, 123/69.
BOA, MF. MKT, 129/60.
Trabzon Maarif Müdüriyeti tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 5 Mart 1902 (25 Zilkade 1319)
tarihli tahrirat ve Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 1 Nisan 1902 (22 Zilhicce
1319) tarihli şukka, BOA, MF. MKT, 618/38.
100
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
1904 yılında göreve başlayan muallim Mahmud Efendi’nin maaşı 92 kuruştu.92 Bu ücret oldukça yetersizdi. Bu durumun farkında olan mahalli yönetim, açmayı
planladığı iptidai mekteplerinde görevlendireceği muallim-i evvellere 200, muallim-i
sanilere ise 150 kuruş maaş verilmesini planlanmıştı. Ancak bu talep de bütçe yetersizliğine takılmış ve reddedilmişti.93
1906 yılında Gümüşhane rüştiyenin hüsn-i hat muallimi bulunmamaktaydı.
Rüştiye mektebinde muallim-i saniMehmed Şükrü Efendi94 kendine ilave gelir sağlayacak bu vazifenin, kendisine ait olduğuna dair iki yıl ara ile iki kez dilekçe ile Maarif
Nezaretine müracaat etmesine rağmen talebi uygun bulunmamıştır.95 Oysa Mehmed
Şükrü Efendi’nin maaşı 200 kuruş civarındaydı. Aynı okulun hat muallimliği mektebe
devamsız olan tahrirat katibi Rıza Efendi’nin üzerinde gözükmekteydi. Şükrü Efendi
bu dersin kendisine ait olduğunu düşünüyordu. Talebi kabul edilmeyince geçinemediğini gerekçe göstererek, bunca yıllık hizmetine karşılık başka bir idadi mektebine
veya muallim-i evvelliği terfiini talep etmişti.96
Muallimlerin ikinci sorunu, yöreye alışamamalarıydı. Gelen muallimlerin büyük bir kısmı Trabzon ve civar yerdendi ve genellikle Trabzon Darulmualliminin’den
sertifikalı veya mezun kimselerdi. Çoğunlukla belli bir süre görev yaptıktan sonra
kendi memleketlerine gitmek arzusu içerisinde oluyorlardı. İptidai mektebinde görev
yapan muallimlerin görev süresi dikkate alındığında bir muallimin ortalama görev
süresi, bir buçuk, iki yıl arasındaydı.97
1873 yılında açılan rüştiye mektebinde bahsedilen sebepten dolayı, 3 yıl zarfında 4 muallim görev yapmıştı.98Çalışkan ve gayretli bir muallim olan Gümüşhane Rüştiyesi Muallim-i Evveliİsmail Hakkı Efendi’nin 1891 senesinde Süleymaniye Ruusu
payesi ve nişan ile ödüllendirilmesi talep edilmişti.99 İsmail Efendi, 1894 senesinde
gözlerinde yaşadığı sağlık sorunu ve romatizmal rahatsızlığından dolayı tedavi görmek maksadıyla İstanbul’a gitmek için müsaade istemiştir. İsmail Efendi’nin bahsi
geçen hususlarda sağlık sorunları yaşadığına dair verilen doktor raporunda, çalıştığı
92 BOA, MF. MKT, 863/11.
93 Trabzon Vilayeti tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 23 Kasım 1908 (28 Şevval 1326) tarihli
tahrirat, BOA, MF. MKT, 1104/23.
94 Şükrü Efendi, Trabzon’un Of kazasındandır. 1900 (1316) senesinde Trabzon idadi mektebini aliyyülâlâ derecede bitirmiştir. 1 Mayıs 1902 (18 Nisan 1318)’de Kelkit rüştiye mektebinde göreve başlamış
ve daha sonra terfi suretiyle Gümüşhane rüştiyesine 200 kuruş maaşla muallim-i sani olarak tayin
edilmişti.
95 BOA, MF. MKT, 967/23; BOA, MF. MKT, 1133/36.
96 Rüştü Efendi’nin Maarif Nezaretine gönderdiği 31 Ekim 1907 (24 Ramazan 1325) tarihli dilekçe,
BOA, MF. MKT, 1026/42; BOA, MF. MKT, 1026/42; BOA, MF. MKT, 1060/21.
97 BOA, MF. MKT, 475/57; BOA, MF. MKT, 436/59; BOA, MF. MKT, 863/11; BOA, MF. MKT,
1104/23.
98 BOA, MF. MKT, 22/153; BOA, MF. MKT, 27/19; BOA, MF. MKT, 27/27; BOA, MF. MKT, 30/123;
BOA, MF. MKT, 32/22; BOA, MF. MKT, 36/119; BOA, MF. MKT, 34/90; BOA, MF. MKT, 41/39.
99 BOA, MF. MKT, 127/73; BOA, MF. MKT, 162/18.
101
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
mektebin rutubetli olmasından dolayı romatizmal hastalığa yakalanmış olabileceği
ifade edilmişti. Ayrıca gözlerindeki mikrobik rahatsızlığında Gümüşhane’deki ekseri
suyun göl suyu olduğu ve bu suyun hem abdest hemde taharet için kullanılmasından
dolayı mikrop kapmış olabileceği ifade edilmişti.100
Bu hususta diğer bir sorun ise muallimlerin başka şeylerle uğraşıp, mesleklerini
ihmal etmeleriydi. Mesela 1899 yılında Gümüşhane rüştiye mektebinin muallim-i evveli İsmail Efendi ile muallim-i sanisi İbrahim Efendi hakkında şikayette bulunulmuştu. İddiaya göre İsmail Efendi, rüşvet ve kötü işlerle anıldığı yargılandığı için sürekli
mahkeme kapısındaydı. İsmail Efendi, fahiş faizle tefecilik yapıyor, İbrahim Efendi
ise onun bazı davalarına vekil olmuş ve dava takibiyle uğraşmaktaydı. Şikayet üzerine
Maarif Nezareti hocaların itibarlı kimseler olduğu bilgisine sahip olmasına rağmen
tahkikat başlatmıştı.101 Bu tahkikattan sonuç çıkmadığı gibi İsmail Efendi 1903 yılında gayreti, çalışmaları ve çokça talebe yetiştirmesinden dolayı “musıla-iSüleymaniyye” rütbesine terfi etmişti. İsmail Efendi aynı zamanda 4. dereceden Osmanlı nişanına
sahipti.102
3) Gayrimüslim Mektepleri
Gümüşhane sancağında gayrimüslim Osmanlıların da eğitim kurumları ve görevlileri bulunmaktaydı. 1869 yılı itibarıyla bu okulların ve öğrencilerinin adedi şöyleydi.
Tablo 5: Gümüşhane Sancağındaki Müslüman ve Gayrimüslim Mektepleri ile Bu
Mekteplerin Öğrenci Sayısı (1869)103
Rum Mektebi
Talebe
Ermeni Mektebi
Talebe
Gümüşhane kz.
10
309
1
125
Yağmurderenh.
-
-
-
-
Kovansnh.
3
33
1
40
Torul kazası
25
790
2
15
Kürtün nahiyesi
3
41
-
-
Kelkit-Şiran
kazası
17
103
1
20
58
1.276
5
200
Kaza/Nahiye
Toplam
100Gümüşhane tabibinin İsmail Efendi hakkında verdiği 15 Şubat 1894 (3 Şubat 1309) tarihli sağlık raporu, BOA, MF. MKT, 201/25.
101BOA, MF. MKT, 466/30.
102BOA, MF. MKT, 688/25.
103Salname-i Vilayet-i Trabzon, 1286, Defa 1, s. 76-77.
102
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
Gayrimüslimlerin eğitimiyle vazifeliler, şüphesiz öncelikle kilise rahipleriydi.
1875 yılı kayıtlarına göre; Gümüşhane’nin merkez kazasında 10 kilise, 11 rahip; Kovans nahiyesinde 9 kilise, 10 rahip; Torul kazasında 131 kilise, 161 rahip, Kürtün
nahiyesinde 7 kilise, 9 rahip; Kelkit ve Şiran’da 14 kilise ve 17 rahip bulunmaktadır.
Yağmurdere’de kilise ve rahip bulunmadığı kayıtlı ise de, muhtemelen sorulup yazılmamış olmalıdır. Şu halde Gümüşhane sancağının tamamındaki 171 kilisede vazife
yapan 208 rahip; halkın dinî ihtiyaçlarını karşıladığı gibi onların çocuklarını da eğitmektedir.104
a) Torul Santa Rum Mektebi
Gümüşhane sancağına tâbi Torul kazasının Santa köyünde, Eylül 1912 itibariyle, 980 hanede 4.821 Rum yaşamaktaydı. Köydeki Rumlara eğitim-öğretim hizmeti verebilmek gayesiyle burada bir Rum mektebi inşasına karar verilerek patrikhane
tarafından gerekli müracaat yapılmıştı. Mektebin inşa edileceği arazi, yöredeki üç
Rum tarafından hibe edilmişti. Mektep, 34 metre uzunluğunda, 22 metre genişliğinde,
12,5 metre yüksekliğinde kârgir olarak inşa edilecekti. Mektebin inşaatı için gereken
1.500 altın ise kilise sandığından karşılanacaktı. Müracaat üzerine mektebin inşasına
başlanılması için gereken padişah iradesi 22 Eylül 1912 (10 Şevval 1330) tarihinde
çıkmıştı.105
b) Gümüşhane Rum Mektebi
Gümüşhane’nin Hızırilyas Mahallesi’nde 1.270 arşın murabbaında bir mahal
üzerinde boyu 46, eni 20, yüksekliği 10 zira ebadında iki kat ve kârgir olarak bir Rum
mektebi inşa edilmesi planlanmaktaydı. Okulun inşaatı için gereken 350 liranın 250
lirası daha önce tertip edilmiş olan piyangodan kalanı ise bir Rum tarafından temin
edilmişti. Gümüşhane’de 280 hanede 1.445 nüfus Rum mevcut idi. Mektebin inşasına
20 Ocak 1914 (22 Safer 1332) tarihli padişah izni sonrasında başlanılmıştı.106
Gümüşhane’deki gayrimüslimlerin ve bilhassa Rumların nasıl bir eğitim-öğretim yürüttükleri hususunda detaylı bilgi yoksa da, meseleyi aydınlatacak bazı malzeme bulunmaktadır. Gümüşhaneli Ortodoks Rumlar, etnik asıl itibarıyla iki kısma
ayrılmışlardı. Bunların bir kısmı Grek asıllı, diğerleri de Türk asıllı Hıristiyanlardı.
Grek Rumların eğitim politikası, şüphesiz ecnebi kışkırtmalarından da kaynaklanan
Pontosçu bir eğitimdi ve bu Türk asıllı Hıristiyanlara da sirayet ediyordu. Çünkü,
bunların tamamı her bakımdan Fener Patrikhanesine bağlıydı.
104Salname-i Vilayet-i Trabzon, 1292, Defa 7, s. 76-77.
105Şura-yı Devlet Maliye, Nafia ve Maarif Dairesinin 8 Eylül 1912 (26 Ramazan 1330) tarihli mazbatası
ve 22 Eylül 1912 (10 Şevval 1330) tarihli irade-i seniyye, BOA, İ. MF, 20/18.
10620 Ocak 1914 (22 Safer 1332/7 Kânun-ı sani 1329) tarihli irade-i seniyye, BOA, İ. MF, 22/8; BOA,
DH. İD, 214/10; BOA, MV, 233/9.
103
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
İkinci Meşrutiyet döneminin Trabzon valilerinden meşhur müellif ve fikir adamı
Mehmet Ali Aynî Bey, 1913 yılında Gümüşhane sancağına uğrayarak, buradaki Rumların okullarını da denetlemişti. Onun gördüklerini aynen aktarmak, vaziyeti birinci
elden anlamaya yardım edecektir:
1329/1913 senesinde bir aralık devren Gümüşhane ‘ye gittiğim vakit,
Rum mektebini de ziyaret etmiştim. Çocuklar hiçbir kelime Rumca bilmedikleri
halde, muallim de bir kelime Türkçe anlamıyordu. Daskal’a (öğretmene) nereli
olduğunu sormuştum. Kozanalı107 imiş. Bu hali Maarif Nezareti’ne ayrıntısıyla
bildirmiştim. Fakat, o zamanın icabı, yapılacak bir şey kalmamıştı.108
M. Ali Aynî’nin bizzat şahit olduğu bu olay, yukarıda değinilen ikiliği açıkça
ortaya koymaktadır. Yani, Rum (Grek) diye bahsedilen bir kısım Gümüşhaneli çocukların Rumcadan anlamaması çok doğaldı, çünkü onlar Rum değil, bilakis Hıristiyan
Türk idiler.109
Diğer taraftan Rum (Grek) olduğu söylenen veya iddia edilen Gümüşhaneli çocukların da dil meselesi vardı. Aşağıdaki örnek bu bakımdan oldukça dikkat çekicidir.
Şöyle ki; Rum olduğu söylenen bu çocuklara, İstanbul’dan yollanan Grek öğretmenler tarafından İstanbul Grekçesi öğretilmeye çalışılmaktadır. Bunu 1837 yılında yaşayan HoratioSouthgate, Gümüşhane’de yeni açılmış iki Rum okuluna uğramış ve şu
notları aktarmıştır:
Bu okullara tecrübeli öğretmenler başkentten (İstanbul’dan) getirilmiş.
Eski ve çağdaş Grekçe ile yazı dersleri okutulan temel dersler. Öğrencilerden
birkaçı beni ziyarete geldi. Onların ağzından Konstantinopolis (İstanbul) Yunancasının tatlı ve ince tonlarını duymak özel bir zevkti. Bunu okullarında öğrenmişler. Ama, bu çocukların anne ve babaları kendi mahalli ağızlarını konuşuyorlar ve tercümanım, bu dili (modern Grekçeyi) çok iyi bilmesine rağmen,
onlarla anlaşamıyor.110
H. Southgate’in zevkle anlattığı bu hadise, hem Gümüşhane hem de Doğu
Karadeniz’in 19. yüzyıl tarihi bakımından çok ciddi bir probleme işaret etmektedir.
Bu problem iki yönlüdür: Birincisi, Yunan asıllı olmayan çocuklara ve onların mensup bulunduğu cemaate Yunanlılık şuuru vermek için başlatılan Helenleştirme akımıdır. İkincisi ise, Osmanlı fethi ve ondan evvel Müslüman olmuş aile ve kişilerin, önce
Yunan ve peşinden Hıristiyan yapılması faaliyetidir. Nitekim, bu teşebbüslerin epeyce
başarıya ulaştığı da bilinmektedir. Mesela, Gümüşhane, Osmanlı Türklerinin koyduğu
107Kozana, 2003 yılına kadar Gümüşhane’ye bağlı Yeşildere (Haşara) köyünün ilk mahallesi olup, Koroş
dağının eteğindedir. Yeşildere köyü, 1995 yılı Haziran ayında “Yeşilyurt (Kozana)” ve “Yeşildere”
adlarıyla iki ayrı köye ayrılmıştır.
108Mehmed Ali Aynî, “Anadolu’da Hıristiyanlar”, İntikâd ve Mülahazalar, İstanbul 1339, s. 242-243.
109Bu husustaki bazı veri ve tartışmalara bk. Tozlu, XIX. Yüzyılda Gümüşhane, s. 8-9, 123-125.
110 Horatio Southgate, Narrative of A Tour Through Armenia, Kurdistan, Persia and Mesopotamia, I,
New York 1840, s. 166.
104
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
Türkçe bir ad olduğu halde, bunun Grekçe bir kelime olan Argyropolis’ten tercüme
edildiğinin yayılması, en tipik bir örnektir.
Gümüşhane’ye bağlı Krom’da ve Maçka’ya tabi bir kısım, gayrimüslim köylerle çevrili olan yerlerde batıl itikatların tashihi için 7 adet iptidai mektebi açılması
düşünülmekteydi. Batıl itikat meselesinin ortadan kalması için ahalinin mektep tesisi
beklenemezdi. Bu sebeple mahalli yönetim vilayet maarif bütçesinden eksik kalması
durumunda da rüştiye muallimlerinin maaşlarından yapılacak tasarrufla buralara okul
tesis edilerek, muallim gönderilmesi için çalışma başlatmıştı. Okullar için gerekecek
meblağ senelik 13.200 kuruştu.111
Bu konuda verilecek bir örnek daha durumu açıklamaya yetecektir. Birinci Büyük
Savaş’tan sonra Rumlar tarafından ortaya atılan Pontos meselesi sırasında, Anadolulu
Ortodoks Hıristiyanlar, Kayseri’de toplanarak bir karar almışlardı. Bu toplantıda kendilerinin Türk Ortodoks olduklarını ilan eden metropolitler, artık bundan sonra kiliselerinde Rumca ayin yapılmamasını, İncil’in Türkçe yazılıp okunmasını ve mekteplerde
çocukların Türkçe eğitim almasını kararlaştırmışlardı. En önemlisi de, kiliselerine yollanacak papazların kesinlikle Türk asıllı olmasını istemeleri ve bunu fiile geçirmekteki
ısrarlarıydı. Yani, Fener patrikhanesinden papaz yollanmasını asla istemiyorlardı. Yine
bu kararlar cümlesinden olmak üzere, “daskal” denilen mektep öğretmenlerinin de katiyetle Türklerden seçilmesi hususunda ittifak edilmişti. Papa Eftim’in reisliğinde alınan
bu kararlara, Gümüşhane Metropoliti Yervasyos Efendi de imza atmıştı.112
4) Gümüşhane Sancağında Eğitimin Durumu
Trabzon Maarif Müdürü Ziver Bey, 1900 yılı için hazırladığı Salname’de, vilayetteki eğitim durumunu yüzdeleriyle birlikte kaydetmiş ve bu vakıaya da değinmiştir. Onun bir yetkili olarak verdiği bilgiye göre, Trabzon vilayetindeki 900.000
Müslüman’ın eğitim durumu şöyledir: Trabzon sancağı ve buraya bağlı kazalarda
erkeklerin % 12’si bayanların % 5’i, Canik (Samsun) sancağında erkeklerin % 13’ü
bayanların % 5’i, Lazistan sancağında erkeklerin % 16’sı bayanların % 8’i ve Gümüşhane sancağında erkeklerin % 11’i bayanların da % 3’ü tahsillidir.
Aynı kayıtlara göre, 221.000 nüfuslu Hıristiyanların durumu da şöyledir: Trabzon sancağında erkeklerin % I7’si bayanların % 3’ü, Canik sancağında erkeklerin %
13’ü bayanların % 6’sı, Lazistan’daki erkeklerin % 12’si bayanların % 4’ü ve Gümüşhane sancağındaki erkeklerin %29’u bayanların da % 22’si okumuştur.113
111Trabzon Maarif Müdüriyeti tarafından, Maarif Nezaretine gönderilen 28 Mayıs 1905 (23 Rebiyülevvel
1323) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 866/11; BOA, Y. MTV, 209/89. Bu hususta ayrıca bk. Ahmet
Türkan, Osmanlı’da Kripto Hristiyanlar, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2012, s. 144-150.
112Bu hadiselerin uzun bir seyri vardır. Teferruatına bk. M. Süreyya Şahin, Fener Patrikhanesi ve
Türkiye, 2. baskı, İstanbul 1996, s. 242-249.
113Salname-i Vilayet-i Trabzon, 1316, Defa 17; s. 315-316; Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1316, 1. Sene, s. 111.
105
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
Trabzon vilayetinin tamamı dikkate alınırsa, gayrimüslimlerin en çok okumuş
olduğu yer Gümüşhane sancağıdır. Buna karşılık Müslümanların tahsil nispeti düşüktür. Müslümanların bugünkü âdetlerini daha o zaman kazanmış olmaları, herhalde
yadırganmayacaktır. Fakat, aynı şey vilayetin tamamı için vakidir.
Trabzon Valisi Kadri Bey, hemen her bakımdan memleketin problemleriyle alakadar olmuş ve bu arada eğitime de hassasiyet göstermişti. Nitekim, onun valiliği
sırasında çıkarılan vilayet yıllıkları, oldukça detaylıdır. Bunların en iyileri de, 1316
(1898-1899) ve 1320 (1902-1903) yıllarına ait olanlardır. Yukarıdaki istatistikler 1316
yıllığından aktarılmıştı. 1320 yıllığında ise, vilayetin tamamında bulunan her türlü
mektep ve bunlar hakkında açıklayıcı cetveller vardır. Bu cetvellerde Müslüman ve
gayrimüslimlerin yanı sıra, yabancı okullarına da yer verilmiştir.
1902 yılı itibarıyla Gümüşhane’de 2 adet rüştiye mektebi vardır ve bunların 171
erkek öğrencisi bulunmaktadır. Aynı yıl, Gümüşhane sancağının tamamında Müslümanlara ait 92 bayan iptidaisinde 1.631 talebe vardır. Erkek iptidailerinin adedi ise
171 olup, toplam 5.009 öğrenci okumaktadır. Anlaşılacağı üzere 1902yılında, Müslümanların 92 bayan iptidaisinde 1.631 talebe varken: ikisi rüştiyeve171’i iptidai olmak
üzere, toplam 173 erkek mektebinde de 5.180 öğrenci okumaktadır.114
Aynı yıl, sancağın tamamında gayrimüslim erkeklere ait 4 rüştiye mektebinin
623 talebesi varken; bayanların 3 rüştiyesinde 411 öğrenci bulunmaktadır. Yine gayrimüslimlerin 42 iptidai mektebinde 2.842 erkek ve 34 bayan iptidaisinde 2.411 bayan talebeye eğitim verilmektedir. Gayrimüslimlerde iptidai ve rüştiye olmak üzere,
toplam 46 erkek okulunda 3.465 erkek talebe, 37 bayan okulunda da 2.822 bayan
talebe vardır.Bu kayıtlara göre, Gümüşhane sancağında yabancılara ait hiçbir okul
bulunmamaktadır.
Bu istatistiklerden sonra, sancağın toplam nüfusu ve bu nüfus içerisinde Müslüman ve gayrimüslimlerin tahsil nispetini tespit etmek de faydalı olacaktır. Hicri
1320 (1902-1903) yılına ait salnameye göre, Gümüşhane sancağında toplam 89.240
Müslüman yaşamaktadır. Bunların 45.45l’i erkek 43.789’u da bayandır. Müslümanların tahsilli sayısı 6.811’dir. Bunlardan 5.180’i erkek 1.631 ’i de bayandır. Buradan
çıkarılacağı üzere sancak genelinde erkeklerin okumuşluk oranı % 11 bayanların ise
% 4’tür. Bu nispet sancak genelinde % 7 civarındadır. Gayrimüslim tebaaya gelince:
Bunların toplam nüfusu 32.949 olup; 16.611’i erkek 16.338’i de bayandır. Genel nüfus içinde gayrimüslimlerin toplam okumuş sayısı 6.287 bayanların da 3.465’tir. Şu
halde, sancak nüfusuna göre gayrimüslimlerin % 18’i tahsillidir. Bu durumda erkeklerin tahsil oranı % 20 bayanların da % 17’dir.115
Gümüşhane’deki durum böyle iken, Trabzon vilayetinin geneli itibara alındığında da eğitim-öğretim bakımından Gümüşhane’nin iyi bir yerde olmadığı görül-
114Salname-iVilayet-i Trabzon, 1320, Defa 20, s. 348-349.
11520. yüzyılın başları için verilen bilgilere bk. Salname-iVilayet-i Trabzon, 1320, Defa 20, s. 348-349.
106
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
mektedir. Bu bakımdan en kötü durumda olan Şiran kazası ahalisidir. Denilebilir ki,
Şiran ahalisi okuma-yazma bilen birkaç insana bile muhtaçtır. 1879 yılında Şiran’da
doğan ve bilahıre müderris olarak uzun yıllar İstanbul’da görev yapan Ahmet Şiranî
Efendi, memleketini anlatırken bu hususa bilhassa işaret eder. O, ilk çağlarını okuma
yazmaya muhtaç insanlar arasında geçirmiş ve böyle yerlerde kalmanın hayıfını hep
duymuştur.116
Bu halle Cumhuriyet dönemine gelen Gümüşhane, bu devirde de çok önemsenecekatılımlara sahne olamamıştır. 1923 yılında Gümüşhane’nin merkezinde 10, köylerinde 24 ilkokul vardır.117Bu okulların 5’i kızlar, 29’u ise erkekler içindi.118Şehirdeki
okullarda 20, köylerde de 22 öğretmen görev yapmaktaydı. Bunlardan şehirdekilerde
450, köylerdekilerde 581 erkek talebe okumakta olup; yalnızca şehirdekilerden 20 erkek öğrenci diploma almıştır. Harf inkılâbından önce Gümüşhane’de Arap harfleriyle
okuma yazma bilenlerin sayısı 3.400’dür.119 Aynı yıl ayrıca Gümüşhane Lisesi’nin
bünyesinde öğrenciye mahsus bir kütüphane ve mütalaa salonu açılmıştı.120
Ancak O dönem Gümüşhane İlk Tedrisat Müfettişi olan Hüseyin Avni, mevcut
okulların gelişigüzel bir şekilde dağıldığını ifade etmektedir. 20-30 nüfustan oluşanköylerde okul açılmış iken, 100 haneyi geçkin köylerde “bey” ve “ağa” bulunmamasından dolayı okul açılmadığından yakınmıştır. Mektep binalarının da perişan bir
halde olduğunu ileri süren Hüseyin Avni’ye göre sancak merkezdeki kız okulu hariç
diğer yerlerdeki kız mekteplerinin sırf reklam olsun diye açılmıştı. Mektep mezunu
olup, bölgenin ihtiyaçlarını bilen bir muallime ve eğitime uygun bir bina tesis edilmediği müddetçe Ardasa [Torul], Kelkit ve Şiran kaza merkezlerindeki kız iptidai
mekteplerinin kapatılmalıydı.121
Mektep binalarını ise şu şekilde tasvir etmekteydi:
Şiran merkezindeki dört dershaneli, bir kat, üstü toprakla örtülü; henüz
tamamlanmamış bir binadan başka,sancağın tamamında mektep olarak inşa
edilmiş bir müessese yoktur. Kelkit, Torul ve sancak merkezindeki mektepler
eğitime uygun olmayan birer evden başka bir şey değillerdir. Bunlar yine ne ise
bir dereceye kadar mektep ittihazına elverişli addedilebilir.
Köy mektebi dedikleri yerler; okuyan ve okutan için birermakteldir.
Edreköyündeki mektebin dışındaki diğer bütün merkez ve mülhakat köy
116AhmedŞiranî’nin hayatı, ilmi faaliyetleri ve işaret edilen vaziyet için bk. Selahattin Tozlu, “İkinci Meşrutiyet Döneminde Bir İlmiyeli: AhmedŞiranî Efendi”. Türkiye Günlüğü, 48, Kasım-Aralık 1997, s.
42-59.
117Vehbi Okay, Cumhuriyetin 15inci Yılında Gümüşhane, 1938, s. 61-64.
118Hüseyin Avni, “Gümüşhane İlk Tedrisat Müfettişliğinin ([1]338-[1]339) Sene-i DersiyyesineAid
Umumî Raporu”, Gümüşhane İrfan Yolunda İlk Adım, I/3, 31 Mayıs 1340, s. 6.
119Vehbi Okay, Cumhuriyetin 15inci Yılında Gümüşhane, 1938, s. 61-64.
120Hüseyin Avni, “Gümüşhane İlk Tedrisat Müfettişliği Raporu”, I/3, s. 10.
121Hüseyin Avni, “Gümüşhane İlk Tedrisat Müfettişliği Raporu”, I/3, s. 6-7.
107
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
mektepleri,mektep şartlarını taşımadıkları gibi henüz inkişaf etmek üzere bulunan masum dimağları zehirleyecek, öldürecek, nursuz karanlık, bir köy odası
veya samanlıklardan ibarettir.
Tasavvur buyurulsun! Kışın dışarda faaliyet yapmak mümkün olmadığında köyün bütün çocukları ancak on kişi istiabına müsait bulunan mektep denen
bu maktellere toplanıyor. Saatlerce dışarıdan hiç bir veçhe temiz hava girmeyen bu kuytu yerde; balık istifi gibi birbiri üzerinde denecek kadar bir diğerine
bitişiksurette oturuyor ve güya okuyor!Halbuki zehirleniyor, kafasını şişiriyor,
dimağını kirletiyor! Netice olarak sabahtan mektebe aklı başında giriyor; akşam üzeri mektepten sersem ve yarı ölü bir halde çıkıyor!
Köylerdeki sârî hastalıkların önüne geçilememesi ve gittikçe yayılmasında mektep denen bu müesseseler mükemmel bir vasıta teşkil ediyor!
Ötede bir köy, mektep yapmağa kalkışıyor; bir kaç yüz lira ve hayli güç
harcıyor, meydana yine böyle uygunsuz bir müessese çıkıyor.
Hükümet bunlara mani olmalı. Mektep yaptıracak köylere muktezi planı
vermeli ve mektebin bu plan dairesinde inşasını kontrol ettirmelidir ki hem köylünün parası nafile yere sarf edilmesin; hem de meydana gelecek bina mektebe,
insan meskenine benzesin!122
1925-26 ders döneminde Gümüşhane’deki okul ve buralarda eğitim verilen talebe sayısı şudur: 51 erkek ilkokulunda 1.393 erkek, 5 kız ilkokulunda 120 kız öğrenci
vardır. Kaza merkezinde bir erkek orta mektep bulunmakta olup, 142 talebesi mevcuttur. Vilayetin tamamında 52 erkek okulunda 1.535 erkek, 5 kız okulunda da 120 kız
öğrenci okutulmaktadır.123
1929 yılında Gümüşhane’de 2 adet ilk tedrisat müfettişi, 1 maarif sicil katibi bulunmaktaydı. Aynı yıl Gümüşhane’de 32 okul ve bu okullarda görevli 11 baş muallim,
20 muallim, 12 muallim muavini görev yapmaktaydı.
Gümüşhane’de: Sadettin, Sorda, Süleymaniye, Mavrangel, Hayekse, Pekün, Tezene, Alansa, Haşara, Tekke,Edre, Kale mektepleri;
Kelkit’te: Kelkit, İlaç, Sadak,Posus, Köse,Günbatur;
Torul’da: Torul,Harşit, Kürtün, Koryana ve Zermut, Zığana, Soroyna, Uluköy;
Şiran’da: Şiran, Seydibaba, Korzaf,Kozağaç, Sarıca,Araköy mektepleri bulunmaktaydı.124
Harf devriminden önce okuma yazma bilenlerin sayısı 3.400 iken, bundan sonra geçen on beş yılda önemli bir artış kaydedilememiştir. 1928-38 yılları arasındaki
122Hüseyin Avni, “Gümüşhane İlk Tedrisat Müfettişliği Raporu”,I/3, s. 7.
123Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi, Ankara 1928, s. 172’den sonraki cetvel.
124BCA, 30.10.00.00.134.964.2.2.
108
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
çalışmalar sonucu vilayette okuma yazma bilenlerin sayısı 13.595’e ulaşmıştı. Bunun
10.377’si erkek, 3.218’i bayandır. 1938 yılında vilayetin toplam nüfusu 203.857’dir.125
Bu hale göre 1938 yılı itibarıyla okuma yazma bilenlerin toplam nüfusa oranı % 16
civarındadır. Ancak, 1923 yılındaki nüfusa Bayburt dâhil olmadığı halde, istatistiğe konu edilen 1928-38 yılları arasında Bayburt, Gümüşhane’ye bağlıdır. Görüldüğü
gibi, 1938 yılındaki okuma yazma oranı, 1900 yılındaki oran kadar bile değildir.
Sonuç
II. Mahmud ile birlikte Osmanlı Devleti, ahalinin eğitilmesi işini asli vazifesi
addederek modern eğitim kurumlarını yaygınlaştırmaya başlamıştır. Ancak geleneksek tarzda eğitim veren medrese ve sıbyan mekteplerini kapatamadığından dolayı
Cumhuriyet’e kadar ikili bir eğitim anlayışı var olmuştur. Taşrada mekteplerin yaygınlaşması Sultan Abdülaziz ile başlamıştır. Ancak eğitim müesseselerinin çoğalması
II. Abdülhamid’in saltanat yıllarında olmuştur. Gümüşhane’deki rüştiye haricindeki
mektepler daha ziyade II. Abdülhamid döneminde açılan mekteplerdir. Kızlar için
açılan rüştiye ve Gümüşhane erkek idadisi ise Meşrutiyetin yeniden ilanından sonra
açılan okullardandır.
Gümüşhane’de eğitimin yaygınlaşması oldukça sorunlu olmuştur. Ahalinin eğitim konusundan çok istekli olmasına rağmen devletin ekonomik olarak zor durumda
olması,bu küçük Anadolu kasabasına eğitim hizmetlerinin ulaşmasını geciktirmiştir.
Gümüşhane nüfusunun az olması da diğer bir sorundu. Sınırlı malî kaynakları kalabalık yerlerdeki mekteplere harcamayı tercih eden devlet, Gümüşhane’deki okul açma
taleplerini uzun bir müddet dikkate almamıştır. Ancak sorun olan bölgelerde, nüfusun
azlığına bakılmaksızın bu politikadan çoğu zaman vaz geçilmiştir. Mesela Torul’da
itikadî bir takım sorunların olması buraya mektep açılmasını hızlandırmıştır.
Gümüşhane’de misyoner okullarının olmaması da buradaki okullaşmaya etki
etmiştir. Osmanlı Devleti 19. Yüzyılın ikinci yarısında misyoner okullarıyla rekabet
edebilmek için birçok yerde okul açmıştı. Gümüşhane’de misyonerlere ait okulların
bulunmayışından dolayı devlet eğitim hususunda endişeye kapılmamıştı.
II. Abdülhamid zamanında modern eğitim kuramlarına verilen önemden, kısmen Gümüşhane’nin de istifade etmeye başladığı görülmektedir. Modern okullar kavramı üzerinde durulmasının sebebi; bu okulların 19. yüzyıl sonu ve 20. asır başlarında
Türkiye’deki yeni değişimde üstlendikleri roldür.
İnceleme sahasında eğitimle ilgili bir diğer husus muallim meselesiydi. Burada
açılan okullara muallim bulunamamış, bulunsa dahi maaş yetersizliği ve bölgeye alışamama gibi gerekçelerle gelenlerin büyük bir kısmı bölgeden ayrılmıştı. Bu muallimlerden bir kısmı da iyi eğitim almamış yetersiz kimselerdi. Ancak yetişmiş eleman
azlığından dolayı bu gibiler mecburen istihdam ediliyordu.
125Okay, Cumhuriyetin 15inci Yılında Gümüşhane, s. 64-65.
109
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
Her şeye rağmen Gümüşhane yöresinde özellikle Sultan II. Abdülhamid döneminde yapılan eğitim yatırımları neticesinde bir okur yazar kitlesi ortaya çıkmıştı.
Buna rağmen Trabzon vilayetinin eğitim hususundan en kötü durumda olan sancağı
Gümüşhane idi. Bu haliyle Cumhuriyet’e intikal eden Gümüşhane, Cumhuriyet döneminde açılan yeni okullarla okuma yazma düzeyini dahi uzun bir süre istenilen düzeye
yükseltememişti.
110
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
Kaynakça
Arşiv Belgeleri
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA)
Sadaret MektubîMühimme Kalemi (A. MKT. MHM), 284/29.
Bab-ı Ali Evrak Odası (BEO), 2030/152224.
Dahiliye İdari Kısım Evrakı (DH. İD), 214/10.
Evkaf Nezareti Mektubî Kalemi Evrakı (EV. MKT), 2215/11; 2215/24.
İrade-i Dahiliyye (İ. DH), 517/35188; 673/46888.
İrade-i Maarif (İ. MF), 20/18; 22/8.
İrade-i Meclis-i Vâlâ (İ. MVL), 409/17768.
Maarif Nezareti Mektubî Kalemi (MF. MKT), 10/145; 14/6; 27/27; 22/153; 27/205; 32/22; 34/90; 36/34;
36/119; 41/39; 45/76; 46/143; 47/201; 51/76; 60/158; 61/18; 62/31; 66/8; 73/40; 86/69; 86/103,
87/69; 98/55; 98/62; 100/12; 101/127; 103/108; 117/46; 117/131; 123/69; 127/73; 129/5; 129/60;
133/15; 162/18; 162/23; 164/51; 164/114; 165/143; 169/41; 187/53; 201/25; 205/23; 285/3; 308/30;
313/9; 316/19; 348/52; 350/28; 353/5; 361/32; 381/54; 357/58; 409/26; 436/59; 448/4; 466/30;
470/1; 473/17; 475/57; 477/52; 510/37; 535/6; 618/38; 688/25; 694/2; 726/47; 758/3; 764/64;
768/63; 796/78; 814/50; 824/21; 863/11; 866/11; 928/72; 967/23; 1015/66; 1026/42; 1034/70;
1048/15; 1052/18; 1056/47; 1060/21; 1065/72; 1085/65; 1104/23; 1125/31; 1133/36; 1150/30;
1164/6; 1198/44; 1221/8.
Meclis-i Vükelâ Evrakı (MV), 233/9.
Meclis-i Vâlâ Evrakı (MVL), 718/22.
Yıldız Evrakı Sadaret Resmî Marûzat (Y. A. HUS), 274/85.
Yıldız Evrakı Mütenevvi Maruzat (Y. MTV), 209/89.
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA)
BCA, 30.10.00.00.134.964.2.2.
Kitap, Makale, Süreli Yayın vd.
Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı Eğitiminde Modernleşme, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları,
İstanbul 2014.
Aynî, Mehmed Ali, “Anadolu’da Hıristiyanlar”, İntikâd ve Mülahazalar, İstanbul 1339.
Hüseyin Avni, “Gümüşhane İlk Tedrisat Müfettişliğinin ([1]338-[1]339) Sene-i DersiyyesineAid Umumî
Raporu”, Gümüşhane İrfan Yolunda İlk Adım, I/3, 31 Mayıs 1340, s. 6-7.
Kodaman, Bayram, Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Birinci Devre, 104, cilt 2, 9 Mayıs 1327.
Salname-i Vilayet-i Erzurum,1299, Defa 9.
Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, Birinci Sene 1316; Üçüncü Sene 1318; Dördüncü Sene 1319;
Altıncı Sene, Darü’lHilafeti’lAliyye, 1321.
Salname-i Vilayet-i Trabzon,1286, 1. Defa;1292, 7. Defa; 1294, Defa 9; 1296, Defa 11; 1305, Defa 13;1316,
Defa 17; 1320, Defa 20.
111
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
Southgate, Horatio,Narrative of A Tour Through Armenia, Kurdistan, Persia and Mesopotamia, I, New
York 1840.
Okay, Vehbi, Cumhuriyetin 15inci Yılında Gümüşhane, 1938.
Şahin, M. Süreyya, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, 2. baskı, İstanbul 1996.
Tozlu, Selahattin, “İkinci Meşrutiyet Döneminde Bir İlmiyeli: AhmedŞiranî Efendi”. Türkiye Günlüğü, nu.
48, Kasım-Aralık 1997, s. 42-59.
Tozlu, Selahattin, XIX. Yüzyılda Gümüşhane, Akademik Araştırmalar, Erzurum 1998.
Türkan, Ahmet,Osmanlı’da Kripto Hristiyanlar, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2012.
Ürkmez, Naim, “Şiran Vakıfları”, Vakıflar Dergisi, 44, Aralık 2015, s. 73-94.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi, Ankara 1928.
112
Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)
Ekler
Ek 1: Gümüşhane’de İnşa Edilen Sıbyan Mektebi
113
Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu
Ek 2: Torul’un Santa Köyünde İnşa Edilmesi Planlanan Rum Mektebi
Ek 3: Torul’un Santa Köyünde İnşa Edilmesi Planlanan Rum Mektebinin Krokisi
114
ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI
Yıl 14
Bahar 2016
Sayı 20
ss. 115-140
Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını
Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye
Yönelik Bir İmtiyaz Teşebbüsü
Ertan GÖKMEN*
Özet
Osmanlı Devleti’nde sermaye yetersizliği ve teknik bilgi eksikliği
nedeni ile XIX. yüzyılın ikinci yarısında pek çok yatırım yabancılara imtiyaz
verilmek suretiyle gerçekleştirilmiştir. Belirtilen dönemde tarımı geliştirmek
için de pek çok çalışma yapılmıştır. Yapılan bu çalışmalar içerisinde nehir
ve göllerin ıslah edilmesi, bataklıkların kurutulması ve arazilerin modern
yöntemlerle sulanması yer almaktadır. 1890’lı yıllarda Menemen ovasının
sulanması için bir Fransız vatandaşı olan Mösyö Jan Verdo bir imtiyaz
elde etme teşebbüsünde bulunmuştur. Mösyö Verdo kuracak olduğu sulama
sistemi ile 50 bin dönümlük Menemen ovasını sulamayı ve bu ovada
bulunan köylere su temin etmeyi amaçlıyordu. Mösyö Verdo’nun yapmış
olduğu müracaat devletin yetkili kurullarında değerlendirilmiş, hazırlanan
şartname ile mukavelename sadrazam arzı ile padişah iradesinin alınması
için sunulmuş ise de imtiyaz padişah tarafından kabul edilmemiştir.
Mösyö Verdo’nun imtiyaz için yaptığı müracaatın detayları ve bunun
ilgili kurullardaki değerlendirilişi çalışmada değişik başlıklar altında ele
alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Menemen, Gediz, Tarım, Osmanlı, İmtiyaz,
Sulama.
A Privilege Enterprise to Water the Menemen Plain and to Supply
Drinking Water to Its Villages by Benefiting the Hermos River
Abstract
Due to the lack of capital and technical knowledge, many investments
were carried out by giving concessions to foreigners in the Ottoman
Empire in the second half of the 19th century. Most of the strives were
carried out to develop agriculture in this period. Rehabilitation of rivers
and lakes, drying the marshes and watering the lands with modern methods
were among these strives. A French citizen, Monsieur Verdo, attempted to
receive a granting of a privilege for irrigation of the Menemen Plain in the
*
Doç. Dr., Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü,(ertan.gokmen@cbu.edu.tr)
115
Ertan Gökmen
year 1890. Monsieur Verdo was aiming to water 50 thousand acres of land
in the Menemen plain and to supply drinking water for the villages in that
plain by establishing an irrigation system. The application of Monsieur
Verdo was evaluated by state authorities and commissions and then the
specification and contract of privilege was submitted by the grand vizier
to the sultan to get an imperial rescript, but it was not accepted and the
privilege was not given to Monsieur Verdo. Details of Monsieur Verdo’s
application for privilege and its evaluation by the authority boards have
been discussed under different headings in this study.
Keywords: Menemen, Hermos, Agriculture, Ottoman, Privilege,
Watering.
116
Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye...
Giriş
Tanzimat dönemi yöneticileri Osmanlı’daki modernleşmenin sosyal ve idari
reformlar yanında ekonomik alanda atılacak adımlarla gerçekleşeceğini düşünüyorlardı. Ekonomik anlamdaki kalkınmayı gerçekleştirmek için yapılan faaliyetlerden
biri devlet eliyle bazı fabrikaların kurulmaya çalışılmasıdır.1Bunun yanında Osmanlı
Devleti, sermaye yetersizliği ve teknik bilgi eksikliği sebebiyle gerçekleştiremediği
bazı iktisadi yatırımları yabancı şirket veya kişilere verdiği imtiyazlarla gerçekleştirme yoluna gitmiştir. İmtiyaz, “ayrıcalık, üstünlük” anlamına gelmekte olup, bir devletin kendi ülkesinde özellikle yabancı kişi, zümre, kurum veya devletlere verdiği bazı
iktisadi hak ve ayrıcalıkları ifade etmektedir.2 Verilen imtiyazların bir kısmı demir
ve karayolu, limanlar, rıhtımlar, fenerler ve madenler gibi büyük yatırımları, bir kısmı da elektrik, havagazı, tramvay, telefon, su idareleri, şehir içi deniz ulaşımı gibi
belediye hizmetlerini kapsamaktaydı.3 Bunlar dışında gıda, dokuma, taş ve toprak,
madeni eşya, kağıt, kimya ve lastik gibi imalat sanayi alanında verilmiş imtiyazlar
da bulunmaktaydı. Verilen bu imtiyazlarla imtiyaz sahibine nitelikleri belli bir tekel
hakkı tanınmış oluyordu.4 Devlet genel olarak imtiyaz verdiği kişilere yatırımları için
ihtiyaç duydukları makine ve araçlar ile hammaddenin temininde gümrük muafiyeti
tanımakta ve ücretsiz arazi tahsis etmekteydi. Buna karşılık imtiyaz sahibine, imtiyazı başkasına devretmemek, belli bir sermayenin bulunduğunu ispat etmek, işletme
veya fabrikayı belirlenen sürede hizmete açmak, yapacağı tesisleri sağlam yapmak,
Osmanlı kanunlarına ve sağlık kurallarına uymak, teknik personel dışındaki elemanları Osmanlı vatandaşları arasından seçmek, devlet kuruluşlarına indirimli satış yapmak, sosyal yardımda bulunmak, hükümetle olan yazışmalarında Türkçe kullanmak,
işlerini hükümetin veya mahalli idarenin denetimine açık tutmak gibi sorumluluklar
yüklemekteydi.5
Tanzimat yönetimi, sanayi ve ticaret yanında zirai gelişmeyi de çok yönlü bir
sosyal ve ekonomik kalkınma programının bir parçası olarak görüyordu. Bu program
çerçevesinde zirai gelişmeyi sınırlayan nedenlerin ortaya çıkarılması ve alınacak tedbirlerle gelişmenin sağlanması amaçlanıyordu. 1843 yılında başlatılan bir programda
yol yapımı, nehirlerin ulaşıma elverişli hale getirilmesi gibi altyapı yatırımlarının yapılması, halka tarım ve ticaretlerini gerçekleştirmeleri için kredi verilmesi ve vergi
1
2
3
4
5
Tevfik Güran, “Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları”, 150. Yılında Tanzimat, (Haz. Hakkı Dursun
Yıldız), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1992, s. 245-258.
Cengiz Kallek, “İmtiyazât”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2000, s. 242. İmtiyaz kelimesinin diğer anlamları için bkz, Mustafa Malhut, “20. Yüzyıl Başında “İmtiyaz” Kelimesi ile “Kapitülasyon”
Kelimesinin Tarihsel Açıdan Karşılaştırmalı İncelemesi”, History Studies, 2/2, 2010, s.401-413
Jacques Thobie, “Osmanlı Devleti’nde Yabancı Sermaye”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. 3, İstanbul, 1985, s. 733-737.
A. Gündüz Ökçün, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında İmalat Sanayii Alanında Verilen Ruhsat ve imtiyazların Ana Çizgileri”, İktisat Tarihi Yazıları, Sermaye Piyasası Kurulu, Yayın No: 58, Ankara, 1997,
s. 60-68.
Ökçün, a.g.m., s. 77-82
117
Ertan Gökmen
yükünün hafifletilmesi gibi hususlar yer almaktadır.6 Tarımı geliştirme çabaları II.
Abdülhamit döneminde de devam etmiştir. 1877 yılında tarımsal gelişme için yeni
hedefler konmuştur. Bu hedefler arasında, üreticiye kredi yanında teorik ve uygulamalı bilgi desteği vermek, atıl tarım alanlarını tarıma kazandırmak için toprak ıslah çalışmaları yapmak, sulu tarımı yaygınlaştırmak için gerekli yatırımları yapmak, tarım
alanındaki yenilikleri basın aracılığı ile halka duyurmak, üretilen ürünlerle ilgili yarışmalar yapmak, tarım makinelerine gümrük muafiyeti tanımak, ıslah edilmiş tohum ithal edip üreticiye dağıtmak yer almaktadır.7 Belirlenen bu hedeflerden atıl tarım alanlarını kazanmak için yapılan çalışmalardan en önemlisi bataklık alanların kurutularak
tarıma kazandırılmasıdır. Bataklık alanlarının temizlenmesi ve kurutulması ile ilgili
verilmiş bir takım imtiyazlar bulunmaktadır. Bunlar arasında İzmit kasabasında Keles
bataklıklarının temizlenmesi için 13 Mart 1884 yılında,8 Selanik vilayetinde Karasu
bataklıklarının temizlenmesi için 13 Mart 1884 tarihinde,9 Vardar Nehri mecrasının
temizlenmesi 5 Mart 1891’de,10 Menderes Nehri’nin temizlenmesi ve gemi seyrine
elverişli hale getirilmesi için 16 Eylül 1891 yılında,11 Selanik’te Paravişte Gölü bitişiğindeki bataklığın kurutulması için 20 Haziran 1890 tarihinde12 verilen imtiyazlar
bulunmaktadır. Bunlar dışında Selanik Vilayetindeki Lavada bataklığının, Mersin ve
Tarsus bataklıklarının ve Konya bataklıklarının kurutulup tarıma açılması için verilen
imtiyazlar bulunmaktadır.13
Osmanlı Devleti, nehirlerin temizlenmesi ve bataklıkların kurutulması yanında,
susuz tarım alanlarının sulanması için de yerli ve yabancı kişi yada şirketlere projeler
hazırlatmış bunlardan uygun görülenler için imtiyazlar vermiştir. Bu projeler arasında Osmanlı maden mühendisi olan Ahmed Bey’in hazırladığı 1848 tarihli Kızılırmak
sulama projesi bulunmaktadır.14 Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin temizlenmesi, ekim
alanlarının genişletilmesi ve Çukurova’nın sulanmasına yönelik XIX. yüzyılın ikinci
yarısında bazı projeler hazırlanmıştır.15 Türkiye’nin tahıl ambarı olan Konya Ovası’nın
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
Tevfik Güran, “Ziraî Politika ve Ziraatte Gelişmeler, 1839-1876”, 150. Yılında Tanzimat, (Haz. Hakkı
Dursun Yıldız), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1992, s. 219-222.
Tevfik Güran, “Osmanlı Döneminin Son Döneminde Türkiye Tarımındaki Gelişmeler (1870-1914)”,
V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi Tebliğler, İstanbul 21-25 Ağustos 1989, Türk
Tarih Kurumu, Ankara, 1990, s. 326-327.
İmtiyaza dair şartname ve mukavelenâme için bkz, Düstur, I. Tertip, C. 5 s. 13-22
İmtiyaza dair şartname ve mukavelenâme için bkz, Düstur, I. Tertip, C. 5, s. 63-73
İmtiyaza dair şartname ve mukavelenâme için bkz, Düstur,I. Tertip, C. 6, s. 936-949
İmtiyaza dair şartname ve mukavelenâme için bkz, Düstur, I. Tertip, C. 6, s. 1059-1074
İmtiyaza dair şartname ve mukavelenâme için bkz, Düstur, I. Tertip, C. 6, s. 662-672
İmtiyazât ve Mukâvelât, C. 2, Matbayı Osmaniye, İstanbul, 1302. s. 1109-1114, 1157-1176, 14431463, 1492-1506.
Ebul Faruk Önal-Osman Doğan,Bir Osmanlı Maden Müdürünün Kızılırmak Projesi-1848, Çamlıca
Yayınevi, İstanbul, 2011.
Osman Doğan-Ebul Faruk Önal, Çukurova’ya Bereket Getiren Projeler, Çamlıca Yayını, İstanbul,
2011, s. 12-18
118
Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye...
Beğşehir Gölü’nden istifade ile sulanması için 1819’dan başlayarak 1907 yılına kadar
değişik tarihlerde çok sayıda proje hazırlanmıştır. Anadolu Osmanlı Demiryolu Şirketi tarafından gerçekleştirilen Konya Ovası Sulama Projesi 1907-1913 yılları arasında
tamamlanmıştır.16 2-3 Mayıs 2013 tarihinde Kayseri’de uluslararası düzeyde gerçekleştirilen “Osmanlı Devleti’nde Nehirler ve Göller Sempozyumu”nda da Osmanlı nehir
ve gölleri değişik açılardan ele alınmıştır. Sempozyumda nehirlerin temizlenmesi ve
sulama amaçlı kullanılması konularını ele alan bildiriler sunulmuştur.17
Sultan II. Abdülhamit döneminde yukarıda belirttiğimiz projelere benzer bir
çalışma Gediz Nehri ve Menderes Nehri için yapılmıştır. Bunlardan biri Gediz ve
Menderes nehirlerinin temizlenerek gemi seyrine açılması ile ilgilidir. Konu ile ilgili olarak 1857 yılında mahalli idareciler ile hükümet ve görevli mühendis arasında
birçok yazışma yapılmıştır.18 Gediz Nehri ile ilgili yapılan bir diğer çalışma Gediz
Nehri’nden istifade edilerek Menemen Ovası’nın sulanması ile ilgilidir. Çalışmamıza
konu olan bu sulama projesi ile ilgili olarak Fransa vatandaşı Mösyö Jan Verdo ile
yürütülen müzakereler, verilecek olan imtiyazla ilgili ve yetkili devlet dairelerinin düşünceleri, çalışmadan elde edilecek fayda, imtiyazın şartname ve mukavelenamesinde
bulunan hükümler aşağıdaki alt başlıklarda ele alınmıştır.
1- Mösyö Jan Verdo’ya Gediz Nehri’nden İstifade ile Menemen Ovası’nın
Sulanmasına ve Köylerine Su Vermeye Yönelik Olarak Verilecek
İmtiyaza Dair Genel Bilgiler
Sulama projesi ile ilgili belgeler içerisinde imtiyaz talebinde bulunan kişinin
dilekçesinin bulunmaması ne zaman müracaat yapıldığını tespit etmemizi güçleştirmektedir. İmtiyaz talebinin incelenmesine dair ilk evrakın tarihi 22 Eylül 1891’dir. Bu
tarih dikkate alındığında müracaatın bu yıl içerisinde yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir.İmtiyaza konu olan husus, Fransa Devleti tebaasından Mösyö Jan Verdo’ya
Gediz Nehri’nden istifade ederek Menemen Ovası’nı sulamak ve ovada bulunan köylere içmeye elverişli su temin etmek amacıyla altmış beş yıl süre ile imtiyaz verilme-
16 Ömer Faruk Yılmaz, Osmanlı’nın Konya Ovası Sulama Projesi, Çamlıca Yayını, İstanbul, 2011, s.
5-12; Konya Ovası’nın sulanması hakkındaki 25 Kasım 1907 tarihli mukavele için bkz. İmtiyaza dair
şartname ve mukavelenâme için bkz, Düstur, I. Tertip, C. 8, s. 754-793.
17 Bu kitapta konumuzla ilgili bildirilerden bazıları şunlardır: Harun Tuncer, “Sultan Abdülmecit Devrinde Hazırlanan Kızılırmak Projesi”, Uluslararası Osmanlı Devleti’nde Nehirler ve Göller 2, Haz. Şakir
Batmaz-Özen Tok, Not Yayınları, Kayseri, 2015, s. 485-490; Metin Ziya Köse, “19. Yüzyılın Son Çeyreğinde Karasu (Struma) Nehri Islah Çalışmaları”, a.g.e, s. 533-544; Suat Zeyrek-Halil Akman, “Adana Ovasının Islahı ve Seyhan Ceyhan Nehirleri Mecralarının Tanzim Edilmesi ile İlgili Çalışmalar”,
a.g.e, s. 617-626; Murat Alandağlı, “Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Göl ve Bataklık Sahalarının
Islahına Dair Bir Örnek: Lapişte Göl ve Bataklığı’nın Islahı”, a.g.e., s. 653-670; Hüseyin Muşmal,
“Konya Ovası Sulama Projesi Fikrinin Ortaya Çıkışı ve Proje ile İlgili Çalışmalar”, a.g.e, s. 411-431;
İbrahim Yılmazçelik-Sevim Erdem, “II. Abdülhamit Döneminde Yeni İskan Alanlarının Oluşturulması
ve Nehir, Göl ve Bataklıkların Temizlenerek Zirai Ekonomiye Kazandırılması”, a.g.e, s. 511-533.
18 BOA. İ. MVL. No: 365/16005; BOA. İ. DH, No: 369/24447; BOA. A. DVN, No: 121/22; BOA. İ.
MVL, NoÇ 374/16419.
119
Ertan Gökmen
sidir. Mösyö Verdo’nun belirtilen süre ile istemiş olduğu imtiyaz, Şûrâ-yı Devlet’te,
Ticâret ve Nâfia Nezâreti’nde, Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ’da değişik açılardan değerlendirilmiş ve her kurum kendi görüşünü yansıtan belgeler düzenlemişve bunları
sadarete sunmuşlardır. Bu belgelerde yer alan bilgiler doğrultusunda imtiyazın veriliş
süreci aşağıdaki başlıklarda ele alınmıştır.
2- İmtiyaz Talebinin Şûrâ-yı Devlet’te Ele Alınması
Mösyö Verdo’nun Gediz Nehrinden su alarak Menemen Ovası’nı sulamaya yönelik imtiyaz talebi devletin en yüksek istişare kurumu olan Şûrâ-yı Devlet’e gönderilmiştir. Şûrâ-yı Devlet Tanzimat Dâiresi bu konu ile ilgili olarak bir mazbata hazırlamıştır. Mazbatanın altında ilgili daire reisi ile on üyenin mührü bulunmaktadır.
İki kişinin de toplantıda hazır bulunmadığı belirtilmiştir. Mazbatada öncelikle konu
ile ilgili olarak daha önce yapılmış olanlar, daha sonra daire üyelerinin düşünceleri zikredilmiştir. Mazbatadaki ifadelere göre, Aydın Vilâyeti sınırları içinde akmakta
olan Gediz Nehri’nden saniyede altı metreküp su alarak Menemen Ovası’nı sulamak
ve bu ovada bulunan köylere içmeye elverişli su temin etmek amacıyla Fransa Devleti tebaasından Mösyö Jan Verdo’ya imtiyaz verilmesi hakkında Meclis-i Nâfia’da
düzenlenen müzekkere, mukavelenâme, şartnâme ve diğer evraklar Ticaret ve Nâfia
Nezareti’nin tezkiresi ile Şûrâ-yı Devlet’e havale edilmiştir. İlgili evraklar Tanzimat
Dâiresi’nde okunmuş ve bu evraklarda imtiyaz süresinin yetmiş beş yıl olması, nehrin
eski mecrasının susuz bırakılmaması, bu süre içinde başkasına imtiyaz verilmemesi
gibi konular üzerinde durulduğu belirtilmiş ve bu iş için ne kadar masraf yapılacağı
bilinmediğinden yapılacak bir keşifle yaklaşık masrafın tespit edilmesi,nehirden eskiden beri istifade edenlerin haklarına zarar verilmemesi için imtiyaz sahibi tarafından
alınacak ve sarf edilecek suyun miktarını sınırlamak üzere kuraklık zamanında nehir
suyunun ölçülmesi, araziye başkaları tarafından su getirilmesine mani olunmaması gerektiği ifade edilmiş ve belirtilen hususların Mösyö Verdo ile müzakere edilmesi için
ilgili evrakların takımıyla beraber bir tezkire ile Ticâret ve Nâfia Nezâreti’ne gönderildiği belirtilmiştir. Mazbata’nın devamında belirtilen bu konularla ilgili Meclis-i Nâfia
tarafından yapılan incelemeleri ve müzakereleri içeren bir müzekkerenin ve diğer evrakların nezaretin bir tezkiresi ile Tanzimat Dâiresi’ne iade edildiği ve burada incelemeye alındığı ifade edilmiştir. Tanzimat Dâiresi’ne gönderilen bu müzekkereye göre,
sulama ile ilgili bu teşebbüsün ne kadar bir para ile yapılabileceğinin belirlenmesi için
yapılacak keşfin hayli masraf gerektireceği, imtiyaz talebinde bulunan hiç kimsenin
kesin olarak izin verilmeyen bir imtiyaz için böyle bir keşif masrafına girmeyeceği,
hükümet tarafından da bir keşif yaptırılamadığı, bununla birlikte bu iş için yirmi beş
bin Osmanlı altını kadar para sarf edilmesi gerekeceğinin tahmin edildiği, ancak gerçek masraf ve varidat bilinmedikçe imtiyaz süresini ve sulama ücretini belirlemenin
mümkün olmadığı, imtiyaz süresi konusunda talipli ile mutabakata varıldığı ancak
sulama ücreti konusunda anlaşmaya varılamadığı, ahalinin eskiden beri nehirden istifadelerine zarar verilmemesi için nehirden saniyede üç metreküpten az su bırakılmayacağı, eşit şartlar altında öncelik hakkı bulunmak koşulu ile aynı konuda başka talipli
bulunanlar olduğu takdirde bunlara mani olunmayacağına dair mukavelenâmeye şartlar konulması ile ilgili olarak Mösyö Verdo ile anlaşmaya varıldığı beyan edilmiştir.
120
Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye...
Tanzimat Dâiresi, talep edilen imtiyazla ilgili olarak bu ana kadar yapılmış olanları ve varılan mutabakatları zikretmiş ve bunları değerlendirerek şu sonuca varmıştır: Yapılacak iş tahminen yirmi beş bin Osmanlı altını harcanarak meydana getirilebileceğine
göre, altmış beş senelik imtiyaz süresi çoktur. Buğday mahsulünün yüzde altısı, arpa
ile darının yüzde sekizi, susam ile diğer tarım ürünleri hasılatının yüzde beşi oranında;
aynen ücret vermek istemeyen arazi sahiplerinden de her metreküp su için beş parayı
geçmemek üzere ücret alınması fazla görülmüş olup bunun daha uygun bir seviyeye
çekilmesi gerekmektedir. İmtiyaza talip olan kişiye saniyede altı metreküp su almasına
izin verildiği takdirde, mecrada bırakılacak üç metreküp suyun nehirden eskiden beri
istifade edenlerin ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamayacağı belli değildir. Bu yüzden bu
hususun iyi araştırılması gerekmektedir. Başka mahalden su getirilmesi hususunda dilekçe sahibine öncelik hakkı tanınması başka taliplilerin çıkmasına engel olacaktır. Bu
yüzden mukaveleye böyle madde konulmasından kaçınılmalıdır. Yukarıdaki konularda
nihai karara varmak için kesin bir keşif yapılmalıdır ve bu yapılmadığı takdirde tahmin
üzerine imtiyaz şartları belirlenmemelidir. Bunun için de talipliye kesin keşif yaptırılması gerekmektedir. Tanzimat Dairesi üyelerinden bir kısmı bu iş için gereken masrafın kesin bir keşif yapılmadan tespit edilmesinin mümkün olmadığını, ancak hiçbir
taliplinin de verilip verilmeyeceği belli olmayan bir imtiyaz için masraf yapmayacağını
bunun da makul göründüğünü belirtmişlerdir. Daire üyeleri kesin keşif yapmak yerine
yaklaşık bir keşif bedeli tespit edildikten ve Nâfia Nezâreti tarafından gerekli inceleme
yapıldıktan sonra imtiyaz şartlarının belirlenmesi gerektiğini, bunlar yapılmadan böyle
önemli bir konuda uzun süreli bir imtiyazın verilmesinin uygun olmadığının Ticaret ve
Nâfia Nezâreti’ne bildirilmesi gerektiğini belirtmişlerdir.19
Şûrâ-yı Devlet Dâiresi’ne ait bu mazbatadan anlaşıldığına göre ilgili kurul kesin
olmasa bile yaklaşık masrafı gösteren keşfin yapılmasında ısrarcı olmaktadır. Şûrâ-yı
Devlet bunun yanında imtiyaz süresi, sulama ücreti ve nehirden su alınması ile bu
sudan daha önceden istifade edenlerin haklarının korunması gibi konularda itirazları
bulunmakta ve bu hususlarla ilgili gerekli önlemlerin alınmasını istemektedir.
3- İmtiyaz Sahibinin Keşif Varakası
Ticaret ve Nâfia Nezâreti, Şûrâ-yı Devlet’in yapılmasını istediği keşif talebini
Mösyö Verdo’ya iletmiştir. Mösyö Verdo, kendisinden istenen hususlarla ilgili olarak
sadarete sunmuş olduğu 5 Ekim 1891 tarihli arzda, Şûrâ-yı Devlet’in imtiyaz süresinin yetmiş beş seneden altmış beş seneye indirilmesi hususuna muvafakat ettiğini
ancak kesin keşif yapılması yönündeki görüşüne katılmadığını belirtmektedir. Mösyö
Verdo, Şûrâ-yı Devlet’in görüşünün yanlış olduğunu başka imtiyazlarla kıyaslayarak
reddetmeye çalışmıştır. Mösyö Verdo, Şûrâ-yı Devlet’in Yafa Ovası için talep edilen
imtiyaz için her metreküp sudan on para alınmasına ve imtiyaz süresinin altmış beş
sene olmasına izin verdiğini, kendisine bu konuda zorluk çıkarıldığını ve haksızlık
yapıldığını iddia etmiştir. Mösyö Verdo, şayet her metreküp su için on para alınmasına
19 BOA. Y. PRK. TNF, No: 4/4 (Şûrâ-yı Devlet Mazbatası).
121
Ertan Gökmen
izin verilirse veya sarf olunacak sermayeye bir teminat gösterilirse daha uygun şartları
sunmaya hazır olduğunu belirtmektedir.20
Mösyö Verdo, yazdığı dilekçe ile Şûrâ-yı Devlet’in“keşf-i kat’î” yapılması isteğine itiraz etse de Nâfia Nezâreti’nin istediği “keşf-i takrîbî” varakasını hazırlayıp
Ticâret ve Nâfia Nezâreti’ne sunmuştur.19 Ekim 1891 tarihli bu keşif varakasındaMösyö Verdo şunları belirtmiştir: Menemen Ovası’nda elli bin dönüm arazi bulunmaktadır. Bu araziyi sulamak için yapılacak çalışmalar için yirmi beş bin lira masraf
yapılacağı tahmin edilmektedir. Ahali arazinin yarısını ekip yarısını boş bırakmaya
alışkın olduğundan sulanacak arazi ancak yirmi beş bin dönüm kadar olacaktır. Araziyi sulama yöntemi şu an için alışkanlık halinde değildir ve bu zamanla kazanılacaktır.
Menemen Ovası’nda kuraklık yaz mevsiminde çok fazla olmadığından herkesin arazini sulaması beklenmemektedir. Bu sebeplerden dolayı ziraatçıların su kullanmaya
alışmaları sekiz on seneyi bulacaktır. Menemen ovasında sadece zahire ziraatı yapılmamaktadır. Sulanacak arazi on üç santimetre derecesinde bir kat su ile iki üç defa
sulandığında her dönümü için yüz yirmi metreküp su gerekecektir. Bu miktardaki
suyun fiyatı beş paraden on beş kuruşa ulaşmaktadır. Her zaman çok yağmur yağdığı
düşünüldüğünde gerekli olan suyun sadece yarısı harcanacağından bir dönüm arazinin
sulanması için ortalama yedi buçuk kuruş harcanacaktır. Mösyö Verdo keşif varakasında bu açıklamaları yaptıktan sonra şu şekilde tahmini bir masraf ortaya koymuştur:
Tablo1: Mösyö Verdo’nun Menemen Ovası’nı Sulamak İçin Yapacağı Çalışmalar İçin Sarf
Edeceği Yaklaşık Masraflar
Gelirler ve Giderler
Lira-yı Osmanî
Sekiz sene sonra her dönümü yedi buçuk kuruş hesabıyla yirmi beş
bin dönümün sulanması ile elde edilecek gelir
1875
İşletme ve tamirat masrafları
937, 50
Geriye Kalan
937,50
Hükümete ait yüzde on ile komiser masrafı altmış lira ki toplam
157,50
Geriye Kalan
784
Mösyö Verdo, ortaya koyduğu tahmini gelir ve giderlere ilişkin hesaplar sonrasında varakasında şu açıklamaları yapmıştır: İmalat her şeyden önce birden elli bin
dönümü kapsayacak şekilde yapılamayıp tedrici olarak icra edilecektir. İşin başında
inşa masrafı on bin liraya ulaşacaktır. Yıllık yüzde altı faiz verebilmek ancak sekiz
sene sonra mümkün olabilecektir. Yüzde altı faizin tamamının veya bir kısmının geri
ödenmesinin mümkün olmadığı yıllar dahi dikkate alındığında sermayeyi iki bin beş
yüz lira daha artırmak gerekmektedir. Şu halde şirketin sermayesi on iki bin beş yüz
liradır. Safi hasılat da yedi yüz seksen lira olduğundan, geri kalan otuz lira, yıllık ser-
20 BOA, BEO, No: 4/237 (Mösyö Verdo’nun Sadarete Arzı).
122
Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye...
mayeye mahsup akçe namıyla tahsis edilecektir. Buna göre sermayenin ödenmesi için
elli beş sene gerekmektedir. Bu açıklamalar doğrultusunda altmış beş senelik imtiyaz
süresi fazla değildir. Elli beş senelik bu süreye işin olgunluğa ulaşması için geçecek
sekiz yıl ile haritaların hazırlanması ve sunulması için gereken iki yıl ilave edildiğinde
bu süre altmış beş seneyi bulmaktadır.21 Mösyö Verdo gerekçeleri ile hazırlamış olduğu bu varakayı sadarete göndermiştir.
4- Keşif Varakasında Belirtilen Hususlarla İlgili Olarak Ticâret ve Nâfia
Nâzırı’nın Sadarete Gönderdiği Tezkire
8 Ekim 1891 tarihinde Sadrazam Cevad imzasıyla Ticâret ve Nâfia Nezâreti’ne
bir tezkire gönderilmiştir. Bu tezkirede, Şûrâ-yı Devlet mazbatasında da belirtildiği
gibi, dilekçe sahibi tarafından imalat masrafıyla ilgili “keşf-i takrîbi”nin yapılmasından ve ilgili bakanlıkça gerekli incelemelerin tamamlanmasından sonra imtiyaz şartlarının belirlenmesi ve yapılması istenen hususlar Ticâret ve Nâfia Nezâreti tarafından
ele alınmış ve bununla ilgili olarak sadarete sunulmak üzere bir tezkire hazırlanmıştır.
Ticaret ve Nâfia Nezâreti’nin sadarete gönderdiği 13 Mayıs 1891 tarihli bu tezkirede Mösyö Verdo’nun keşif varakasında dile getirdiği hususların hepsi tekrar edilmiş,
imtiyaz için belirlediği süre tahmine yakın bulunmuş, ancak her metreküp su için
belirlenen beş paralık ücret artırılacak düzeyde görülmemiştir.Ayrıca, imtiyaz talep
eden kişinin suyun her metreküpüne on kuruş ücret takdir edilirse daha iyi teklifler
yapabileceğine dair talebi de uygungörülmemiştir.22
5- Mösyö Verdo’nun İmtiyaz Talebinin Akıbetine Dair Yazdığı Dilekçeler
Ticaret ve Nâfia Nezâreti’nin sadarete gönderdiği tezkire sonrasında 1891 yılının sonuna kadar imtiyazla ilgili herhangi bir işlemin yapılmadığı anlaşılmaktadır.
İşin sürüncemede kalması üzerine Mösyö Verdo sadarete üç adet dilekçe sunmuştur.
Bu dilekçelerden biri 30 Aralık 1891, diğeri 28 Ocak 1892 bir diğeri de 1 Mart 1892
tarihlidir. Mösyö Verdo bu dilekçelerden ilkinde, Gediz Nehri’nden su alarak Menemen Ovası’nı sulamak için kendisine imtiyaz verilmesine dair dilekçe sunduğunu,
Ticâret ve Nâfia Nezâreti tarafından gerekli incelemenin yapılmasından sonra ilgili
evrakların Şûrâ-yı Devlet’e havale edildiğini, burada bazı düzeltmeler yapılması
yönündeki tavsiyelerden sonra evrakların bakanlığa iade edildiğini, gerekli eksikliklerin tamamlanmasından sonra, önce sadarete sonra Meclis-i Hâss-ı Vükela’ya
havale olunduğunubelirtmektedir. Mösyö Verdo dilekçesinin devamında, Meclis-i
Hass-ı Vükela’nın izahatını beklediğini ancak bu kurum tarafından herhangi bir işlem yapılmadığını bu hususta ilgili kuruma emir verilmesini ve işin sonuçlandırılmasını istemektedir.23
21 BOA. BEO, No: 4/237.
22 BOA. Y. PRK. TNF, No: 4/4 (Ticâret ve Nâfia nezâreti’nin Sadaret’e gönderdiği tezkire).
23 BOA. BEO, No: 4/237 (Mösyö Verdo’nun 30 Aralık 1891 tarihli dilekçesi).
123
Ertan Gökmen
Mösyö Verdo yazmış olduğu bu dilekçeden bir netice almamış olmalı ki ilk
dilekçesinden yaklaşık bir ay sonra 28 Ocak 1891 tarihinde sadarete bir dilekçe daha
yazmıştır. Verdo bu dilekçesinde ise, Şûra-yı Devlet tarafından talep edilen açıklamaları içeren bir tezkirenin 12 Kasım 1891 tarihinde Ticâret ve Nâfia Nezâreti tarafından sadarete gönderildiğini ve üç gün sonra da sadrazama takdim edildiğini, ancak
şimdiye kadar herhangi bir sonuç alınmadığını, işin üç aydır sürüncemede kaldığını
belirterek bu işin bir an önce sonuçlandırılmasını istemektedir.24
Mösyö Verdo, yazmış olduğu dilekçeden yaklaşık bir ay sonra sadarete üçüncü
bir dilekçe yazmıştır. 1 Mart 1892 tarihli bu dilekçe ile imtiyazla ilgili evrakların
sadaret tarafından Meclis-i Hâss-ı Vükelâ’ya havale edildiğini ve burada müzakere
edilmediğini bu konuda daha önce iki defa daha dilekçe verdiğini işin üç aydır sürüncemede kaldığını ve sonuçlandırılmadığını belirterek işin tamamlanması hususunda yardımcı olunmasını istemektedir.25Mösyö Verdo yazmış olduğu bu üç dilekçe ile
yapmış olduğu müracaatla ilgili olarak devlet dairelerinde karşılaştığı gecikmeleri bir
an önce aşıp işe başlamayı amaçlamaktadır.
6- Sulama Projesinin Tuzlalara Verebileceği Zararlara karşı Alınması
Gereken Önlemlerle ilgili Olarak Sadaret ile Ticaret Nezareti’nin
Yazışmaları
Mösyö Verdo yazdığı dilekçelerle imtiyaz müracaatının bir an önce sonuçlandırılmasını istese de işlerin istediği hızda gitmediği anlaşılmaktadır. Zira 1892 yılının
son aylarına gelinmesine rağmen imtiyazla ilgili çözülmesi gereken bazı hususların
olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan biri de sulama çalışmasının tuzlalara verebileceği zararlarla ilgilidir. Bu konuda 4 Kasım 1892 yılında sadaretten Ticaret ve Nâfia
Nezareti’ne bir tezkire yazılmıştır. Bu tezkirede, Gediz Nehri’nden su alarak Menemen Ovası’nı sulamak ve ovadaki köylere içmeye elverişli su temin etmek amacıyla
Mösyö Verdo’nun kendisine imtiyaz verilmesini istediği, bu husustaki alınan kararların, düzenlenen şartnâme ve mukâvelenâme raporlarının Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ’ya
gönderildiği ve burada değerlendirildiği, bu değerlendirmeye göre yapılacak işlerin
Foçateyn memlehalarına zarar verip vermeyeceğinin araştırılması ve sonucunun bildirilmesi gerektiği belirtilmiştir.26 Sadaretin bu tezkiresine göre, Meclis-i Mahsûs sulama projesi ile yapılacak çalışmalar esnasında muhtemel zararların meydana gelebileceğini düşünmüş ve bunun nasıl önlenebileceğinin araştırılmasını istemiştir.
Sadaret tarafından gönderilen bu tezkireye Ticaret ve Nâfia Nezâreti tarafından
5 Haziran 1893 tarihinde cevap verilmiştir. Nâfia Nezâreti’nin sadarete gönderdiği
tezkireye göre, tuzlalara verilmesi muhtemel zararlarla ilgili husus, araştırma yapması için fen müşavirliğine havale edilmiştir. İlgili müşavirlik bu konuda şu hususları
24 BOA. BEO, No: 4/237 (Mösyö Verdo’nun 28 Ocak 1892 tarihli dilekçesi).
25 BOA. BEO, No: 4/237 (Mösyö Verdo’nun 1 Mart 1892 tarihli dilekçesi).
26 BOA. BEO, No: 100/7470.
124
Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye...
rapor etmiştir: Yapılan incelemeye göre, taşan nehrin bölgeye verdiği zararın önlenmesi için daha önce hükümet tarafından bir set inşa edilmiştir. Bu setin uygun yerinde Menemen Ovasını sulamak için açılır kapanır şekilde bir menfez yapılmıştır. Bu
durum Menemen Ovasının sulanması için akıtılacak suların tuzlalara zarar vermeyeceğine delil teşkil etmektedir. Bunun yanında sulama işleminden dolayı tuzlalara
zarar gelirse imtiyaz sahibi bundan sorumlu tutulacak ve zararın giderilmesi için her
türlü tedbiri almaya mecbur olacaktır. Nâfia Nezâreti sadarete gönderdiği yazıda, Fen
Müşâvirliği’nin raporlarında belirttiği bu hususları dikkate alarak, her ihtimale karşı
ileride tuzlalarla ilgili meydana gelebilecek muhtemel zararların giderilmesi için gerekli masrafın imtiyaz sahibine ait olacağına dair imtiyaz mukâvelesine bir hüküm
konulması ile sorunun aşılabileceğini belirtmiştir.27
7- İmtiyaz Sürecinin Tamamlanması
Ticaret ve Nâfia Nezâreti 8 Haziran 1892 tarihinde sadarete gönderdiği bir
tezkire ile imtiyazla ilgili sulama ücreti, imtiyaz süresi ve tuzlalar gibi sorunların
çözüme kavuşturulduğunu, su ücretinin beş para olarak, imtiyaz süresinin de yetmiş beş yerine altmış beş sene olarak belirlendiğini bunlar dikkate alınarak şartname ve mukâvelenâmenin düzenlenmesi gerektiğini belirtmiştir.28 Ticâret ve Nâfia
Nezâreti’nden gönderilen bu son tezkireden sonra imtiyazla ilgili olarak bütün evraklar son kez incelenmek üzere Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ’ya29 havale edilmiştir. İlgili
Meclis imtiyazla ilgili olarak bir müzakere yapmış ve aldığı karaları 30 Ekim 1893
tarihli mazbata ile sadarete sunmuştur. Meclis-i Mahsûs düzenlediği mazbatada şu
hususlar benimsenmiştir: Bu iş için harcanması gereken sermayenin faiziyle birlikte
ödenebilmesi altmış beş seneden daha aşağı imtiyaz süresi uygun değildir. Her metreküp sudan alınacak beş paralık ücreti daha fazla artırmak mümkün değildir. İmtiyaz
sahibi, imtiyaz süresinin sonuna kadar her sene altmış adet Osmanlı lirası ödeyecektir.
İmtiyaz sahibi tarafından hükümete nakit veya esham şeklinde iki yüz Osmanlı lirası
kefalet akçesi verilecektir. Fen memurları dışında istihdam edilecek bütün memurlar
Osmanlı vatandaşı olacak ve bunlar hükümetin belirlediği kıyafeti giyeceklerdir. İmtiyaz sahibi adına kurulacak şirket bir Osmanlı şirketi olacaktır. Mukâvelenâmenin
ve şartnâmenin uygulanmasında görülen kusurlardan dolayı meydana gelecek problemlerin çözümü Şûrâ-yı Devlet’e, şahsi hukuk davalarının halledilmesi ise Osmanlı
mahkemelerine ait olacaktır. Şirket elde edeceği safi hasılatın yüzde onunu Ticâret
ve Nâfia veznesine yatıracaktır. İşletmenin Foçateyn memlehalarına zarar vermesi
düşünülmüyor ise de ileride meydana gelebilecek zararların karşılanması konusunda
27 BOA. Y. PRK. TNF, No: 4/4
28 BOA. Y. PRK. TNF, No: 4/4 (Ticaret ve Nâfia Nezâreti’nin Sadaret’e gönderdiği tezkire).
29 Mazbatanın altında Meclis-i Mahsûs üyesi olarak şu memurların mühürleri bulunmaktadır: Sadrazam,
Şeyhülislâm, Serasker, Adliye Nâzırı, Bahriye Nâzırı, Hâriciye Nâzırı ve Şûrâ-yı Devlet Reisi vekîli,
Dâhiliye Nâzırı, Sadâret Müsteşarı, Ticâret ve Nâfi’a Nâzırı, Ma’ârif Nâzırı, Evkâf-ı Hümâyun Nâzırı,
Mâlîye Nâzırı, Tophâne-i Askeriye Müşîri. Meclis-i Vükelâ’ya Me’mûr Cevdet Paşa toplantıda bulunamamıştır.
125
Ertan Gökmen
imtiyaz sahibi sorumlu olacaktır ve bu hususta mukavelenâmeye bir madde konulacaktır. Şirketin istimlak edeceği yerler inşa edilecek kanallar için gerekenden fazla
olmayacaktır. Ahali, Gediz Nehri’nden içme ve sulama hakkına eskisi gibi sahip olacaktır. Nehir üzerindeki değirmenlere hiçbir şekilde taarruz edilmeyecektir. Ovanın
sulanması esnasında tuzlalara zarar verildiği takdirde imtiyaz sahibi bunu önlemeye
ve zararı karşılamaya mecbur olacaktır. İmtiyazla ilgili geçici işlemlerin yerine getirilmesinden itibaren imtiyaz sahibi Darülaceze’ye30 her yıl yirmi beş Osmanlı altını
verecektir.
Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ yukarıda belirtilen hususlarda Mösyö Verdo’nun
muvafakatı alınarak mukavelenâme ve şartnâmede gerekli değişikliklerin yapılmasını istemiştir. Meclis-i Mahsûs taahhüt senedi ile kendisine sunulan diğer evrakları
sadrazama iade etmiş ve kararlaştırılan şartlar çerçevesinde Mösyö Verdo’ya imtiyaz
verilmesinin uygun olduğunu belirtmiştir.
Sadaret 30 Ekim 1893 tarihli bir tezkire ile Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ’nın kendisine takdim ettiği imtiyazla ilgili evrakları gerekli izni almak üzere padişaha sunmuştur. Sadrazam bu tezkiresinde Aydın Vilâyeti içerisindeki Gediz Nehri’nden su
alarak Menemen Ovası’nı sulamak ve burada bulunan köylere içmeye elverişli su temin etmek üzere altmış beş sene süre ile ve kararlaştırılan şartlarla Fransa tebaasında
Mösyö Verdo’ya imtiyaz verilmesi hakkında Meclis-i Nâfia tarafından tanzim edilen
ve Ticâret ve Nâfia Nezâret-i tarafından gönderilen müzekkere, mukavelenâme ve
şartnâme lâyihalarıyla bu hususta Şûrâ-yı Devlet Tanzimat Dâiresi tarafından kaleme
alınan mazbata ve bunun üzerine Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ tarafından düzenlenen
mazbatanın takımıyla arz edildiği ve bu hususta ne şekilde emir ve ferman buyrulur
ise ona göre gereğinin yapılacağı belirtilmektedir.31İmtiyaza ilişkin belgeler içerisinde sadrazamın bu iradesi üzerine padişahın ne yönde irade beyan ettiğini gösteren
bir belge bulunmamaktadır. İmtiyaza ilişkin bütün prosedürler tamamlanmış olsa da
bu imtiyazın Mösyö Verdo’ya verilmemiş olduğu anlaşılmaktadır. Zira Menemen
Ovası’nın sulanması ve elde edilecek gelirle ilgili 1340/1925 yılında Süleyman Sırrı
Bey tarafından hazırlanan bir rapor bulunmaktadır.32 Bununla birlikte Menemen Ovasının sulanmasına yönelik olarak 1938 yılından itibaren regülatör yapımına başlandığı
düşünüldüğünde33 ovanın sulanması işinin ancak 1940’lı yıllardan itibaren yapıldığı
30 Mösyö Verdo’nun Darülaceze’ye vermeyi taahhüt ettiği senet şu şekildedir: “Aydın Vilâyeti dâhilinde
kâ’in Menemen Ovası’nda iskâ-yı arâzi zımnında ‘uhde-i âcizâneme ihâlesi istid’âsında bulunduğum
imtiyazdan dolayı bir hidmet-i müftehire olmak üzere der-dest inşa olunan Dârü’l-aceze içün sene
be-sene yirmi beş Osmanlı altununu hükûmet-i seniyye takdîm ve te’diye etmeği ta’ahhüd ederim.
İşbu senetteki ta’ahhüdüm ‘ameliyâtın kabûl-i muvakkat-i mu’âmelenin icrâsı târihinden itibaren mer’î
olacaktır. Pul üzerinde imza ve tarih 27 Eylül 1309/9 Ekim 1893”. BOA. Y.PRK. TNF, No: 4/4.
31 BOA. Y. A. RES, No: 67/40
32 Süleyman Sırrı, Gedüs Çayıyla Ovası’nın Sulanması Hakkında Rapordur, No:532/B-399/a, Ankara
Yeni Gün Matbaası, 1340 (Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi),
33 Ersin Doğer, İlk İskânlardan Yunan İşgaline Kadar Menemen Ya Da Tarhaniyat Tarihi, Sergi Yayınevi,
İzmir, 1998, s. 339.
126
Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye...
anlaşılmaktadır. Bölgede bulunan Maltepe köyüne yaptığımız gezide köylülerin verdiği bilgilerde bu yöndedir. Hatta köyün yakınlarında 1940’lı yıllarından kalma eski
sulama tesisi kalıntı ve havuzları bulunmaktadır.
8- Mösyö Verdo’ya Verilen İmtiyaza Dâir Şartnâme ve Mukâvelenâmede
Zikredilen Hususlar
Osmanlı Devleti’nde pek çok yatırımın talipli olan kişi veya şirketlere imtiyaz
verilerek yaptırıldığı bilinmektedir. Devlet herhangi bir konuda imtiyaz talebinde
bulunulduğunda bunu yetkili kurumlarında inceletmekte ve bunların değerlendirmeleri ve önerileri doğrultusunda işin sonuçlandırılmasına çalışılmaktadır. Verilecek
imtiyazla ilgili Şûrâ-yı Devlet, nezaretler, nezaretlere bağlı meclisler ve taliplinin
de görüşleri alınarak bir şartname hazırlanmaktadır. Hazırlanan bu şartnamede işin
daha çok teknik boyutları ile ilgili konular bulunmaktadır. Bunun yanında devletin
yetkili kurulları ile imtiyaz talep eden kişi arasında bir yazılı sözleşme imzalanmaktadır. Bu sözleşmeye mukâvelenâme denilmektedir. Bu mukâvelenâmede imtiyazın
kime, ne kadar süre ile verildiği, işin mahiyeti, vergiler, taliplinin sorumlulukları, iş
esnasında meydana gelebilecek kazalar veya olağanüstü durumlarda neler yapılacağı,
oluşan zararların nasıl karşılanacağı, ortaya çıkan anlaşmazlıkların nasıl çözüleceği
gibi hususlar bulunmaktadır. Mösyö Jan Verdo’ya verilen sulama imtiyazı için de yukarıda belirttiğimiz gibi bir şartnâme ve mukâvelenâme hazırlanmıştır. Şartnâme ve
Mukâvelenâmenin altında bulunan mühürler dikkate alındığında bunların Nâfia Meclisi tarafından hazırlandığı anlaşılmaktadır. Şartnâme dört fasıl ve on iki maddeden
oluşmaktadır. Birinci fasıl haritalar, raporlar, inşaat ve imalat; ikinci fasıl imalatın iyi
bir şekilde korunması ve işletilmesi; üçüncü fasıl imtiyazın feshi, devlet tarafından
satın alınması ve imtiyaz süresi bittiğinde yapılacak işlemler ve dördüncü fasıl da
imtiyaz sahibinin alacağı ücretler hakkındadır.
Çalışmanın sonuna imtiyaz için hazırlanan şartname ve mukâvelenâme ek olarak verilmiştir. Bu sebepten bu belgelerde zikredilen her madde ile ilgili burada geniş
açıklamalar yapılmamış olup, kısaca her fasılda hangi konular üzerinde durulduğu belirtilmiştir. Buna göre imtiyaz şartnâmesinin birinci faslında kısaca, imtiyaz sahibinin
hazırlayacağı haritaların ölçekleri, haritalar üzerinde gösterilecek hususlar, bunların
bakanlığa teslim süreleri, açılacak kanalların sağlam olması için yapılması gerekenler,
yapılacak olan yol ve köprülerin nitelikleri, ameliyat esnasında kullanılacak malzemelerin özellikleri gibi konular üzerinde durulmaktadır.
Şartnâmenin üçüncü faslında, imtiyaz sahibin yapacak olduğu faaliyet için kullanacağı sabit ve hareketli aletleri her zaman sağlam ve emniyetli şekilde tutulması,
kaza vukuunda ve sulama faaliyetinin tamamı veya bir kısmının iptaline neden olacak olaylar meydana geldiğinde alınması gereken tedbirler, bu tedbirlerin alınmasında meydana gelen gecikmeler, bu hususta kendisine yapılacak hatırlatmalar ve tesise
hangi durumlarda el konulacağı gibi hususlar belirtilmektedir.
Dördüncü fasılda, imtiyazın feshi durumunda veya imtiyaz süresi dolduğundaimtiyaz sahibinin aletlerinin, bina ve tesislerinin ve diğer gayrimenkullerinin nasıl
127
Ertan Gökmen
satılacağı veya bunlara devletçe nasıl el konulacağı konularına yer verilmektedir.
Şartnâmenin dördüncü faslında imtiyaz sahibinin sulanan araziden elde edilen gelirin
ne kadarını ayni veya nakdî olarak alacağı, ürün üzerinden ücret ödemek istemeyenlerin her metreküp su için ödeyecekleri ücret, içme suyu temin edilen köylerde ise bu
su için ödeyecekleri ücretin miktarı belirtilmiştir.
İmtiyaza ilişkin mukavelename şartnâmeye göre daha uzun olup otuz bir maddeden oluşmaktadır.Mukâvelnâmenin başında, “bir tarafdan Devlet-i Aliyye nâmına
hareket eden Ticâret ve Nâfi’a Nâzırı ile diğer tarafdan Fransa Devleti tebaasından Mösyö Verdo beyninde mevâdd-ı âtiye kararlaştırılmıştır” şeklinde bir ifade
bulunmaktadır. Yapılan bu mukâvelede Osmanlı Devleti’nin, yapılacak kesin keşif
sonrasında Gediz Nehri’nin belirlenen bir yerinden saniyede altı metreküp su alarak
Menemen kazasına bağlı Birunâbâd (Bornova) nahiyesinde bulunan yaklaşık on iki
bin hektardan ibaret olan Menemen Ovasını sulamak ve bu ovada bulunan köylere
içmeye elverişli su temin etmek için, belirlenen şartlarda Mösyö Verdo’ya imtiyaz
verileceği, imtiyaz süresinin altmış beş yıl olacağı belirtilmektedir.
Mukâvelenâmenin diğer madderine göre, yapılacak işlerle ilgili kesin keşfin
sekiz ay içinde tamamlanması ve buna göre haritaların hazırlanması gerekmektedir.
İmtiyaz sahibi mukâvelenâmenin teati edildiği tarihten bir sene sonrasında faaliyete
başlamalıdır. İmtiyaz sahibi ihtiyaç duyduğu araziyi istimlak kanununa göre satın alabilecek ancak bu konuda kimseyi mağdur etmeyecektir. İnşaatta ve tesislerde kullanılmak üzere dışarıdan getirilecek her türlü malzeme gümrükten muaf olacaktır. İhtiyaç
duyulan kereste kanunlarına uygun olarak civardaki miri ormanlardan temin edilebilecektir. İmtiyaz sahibinin yapmış olduğu tesisler ve gerçekleştirdiği faaliyetlerTicâret
ve Nâfia Nezâreti’ne mensup bir komisyon tarafından incelenecektir. İmtiyaz sahibi
faaliyetlerini şimdiki ve gelecekte çıkarılacak olan kanunlara uygun olarak sürdürecektir. İmtiyaz sahibi, imtiyazın sona ermesine kadar sulama ücretinde artış yapmayacaktır. İmtiyaz sahibi, ferman tarihinden itibaren sekiz ay içerisinde Osmanlı
Anonim Şirket kurmalı ve faaliyetlerini buna göre sürdürmelidir. İmtiyaz sahibi, Osmanlı Bankası’na kefalet akçesi olarak nakit veya piyasa fiyatıyla esham olarak iki
yüz Osmanlı lirası yatırmak mecburiyetindedir. İmtiyaz sahibi fen memurları dışında
istihdam edeceği kişileri Osmanlı vatandaşları arasından seçmelidir. Bu kişiler hükümetçe belirlenen kıyafeti giymek zorundadırlar. Yapılacak çalışmalar esnasında ortaya çıkan tarihi eserler hakkında, asar-ı atika nizamnamesine göre işlem yapılmalıdır.
İmtiyaz sahibi üçer aylık gelirlerini komisere tasdik ettirdikten sonra bakanlığa teslim
edecek, ücretini ödemeyen abonelerin sularını kesebilecek, satın aldığı veya kiraladığı arazide ceviz, meşe, çınar gibi fazlaca gölgesi olan ağaçlar dışında dut, portakal
ve limon ağaçları dikebilecektir. İmtiyaz sahibi ile devlet arasında belirlenen şartlara
aykırı hareketler meydana geldiğinde bunlar Şûrâ-yı Devlet’te, diğer şahsi davalar
ise Osmanlı mahkemelerinde görülecektir.Masraflar hariç elde edilecek gelirin yüzde
onu Ticâret ve Nâfia Nezâreti veznesine yatırılacaktır. Köy halkı kanallardan şube
kanal açarak buralarda hayvanlarını ücretsiz sulayabilecektir. İmtiyaz sahibi Gediz
Nehri üzerindeki değirmenlerin çalışmasına hiçbir şekilde engel olmayacaktır. Sulama kanallarının yapımı sırasında veya daha sonra Foçateyn’deki (Eski ve Yeni Foça)
128
Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye...
tuzlalara zarar verilecek olursa imtiyaz sahibi bu zararları önlemeye veya karşılamaya
mecbur olacaktır.
Mukâvelenâme’de genel olarak yukarıda belirttiğimiz hususlar üzerinde durulmaktadır. Şüphesiz mukâvelenâmede daha fazla detay içeren hususlar yer almaktadır.
Ancak mukâvelenâmenin orijinal metni çalışmaya ek olarak verileceğinden burada
ayrıntıya girilmemiştir. Mukâvelenâmenin maddeleri her bakımdan imtiyaz sahibini bağlayıcı hükümler içermektedir. Yine Menemen Ovası’ndan eskiden beri istifade
edenlerin hakları azami ölçüde korunmaya çalışılmış, nehir üzerindeki değirmen gibi
eskiden beri faaliyet gösteren işletmelerin faaliyetlerine zarar vermemek için azami
çaba gösterilmiştir. Dikkati çeken bir diğer konu mukâvelenâmenin Ticâret ve Nâfia
Nezâreti, Şûrâ-yı Devlet ve Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ’da dile getirilen ve önem verilen hususların mukâveleye derc edilmiş olmasıdır.
Sonuç
Osmanlı Devleti topraklarında bulunan nehirlerden yük ve yolcu taşımaya uygun olanlarından gerektiği şekilde faydalanıyordu. Hatta Tuna ve Fırat gibi nehirler
üzerinde tersaneleri ve ince donanma gemileri bulunuyor ve bunlardan askerî amaçlı
istifade ediyordu. Yine bu nehir ve akarsular üzerinde kurulmuş pek çok değirmenlerle suyun gücünden faydalanıyordu. Teknik imkânların artması ile birlikte Osmanlı
Devleti XIX. yüzyılda nehirler ve göllerin temizlenmesi ve ıslah edilmesi ile bunlardan daha fazla faydalanmanın yollarını aramış ve verdiği bazı imtiyazlarla bu nehirleri daha fazla istifade edeceği hale getirmeye çalışmıştır.Tarımın geliştirilmesi için
bataklık alanların kurutulması da bu yüzyılda öne çıkan faaliyetlerdendir. Şüphesiz
Osmanlılar nehirleri sulama için de kullanıyorlardı. Ancak bu sulama daha çok eski
tekniklerle yapılıyordu. Nehir ve göl sularından sulamada daha modern şekilde istifade etmek için bazı yabancı yatırımcılara imtiyazlar verilmiştir. Bu amaca yönelik
olarak Fransız tebaasından Mösyö Jan Verdo’ya Gediz Nehri’nden istifade ederek
Menemen Ovası’nın sulanması ve köylere sağlıklı içme suyu temini için altmış beş yıl
süreli bir imtiyaz verilmek istenmiştir. Mösyö Verdo’nun imtiyaz talebi devletin ilgili
kurumlarında değerlendirilmiş ve imtiyazın ne gibi yararlar sağlayacağı, mahzurları
ve imtiyaz sahibinin yükümlülükleri gibi konular iyice incelenmiştir. İmtiyaz süreci
biraz yavaş da ilerlese imtiyaza ilişkin prosedürler, şartnameler, mukavelenameler hazırlanmış ve sadrazam arzı ile iradesi alınmak üzere padişaha sunulmuş ise de konuya
dair evraklar arasında padişah iradesine dair bir evraka rastlanmamıştır. Bu durum,
Menemen Ovası’nın sulanması işinin bir teşebbüs olarak kalmasına neden olmuştur.
Sulama işine dair Mösyö Verdo’nun bu teşebbüsü yatırımcıların yapmış olduğu her
müracaatın kabul edilmediğini ve konunun çok detaylı olarak ele alınıp incelendiğini
göstermektedir.
129
Ertan Gökmen
EK-1 Mösyö Verdo’ya Verilen İmtiyaza Ait Şartnâme34
ŞARTNAME
Birinci Fasıl
Harîta ve Levâyih ve İnşâ’ât ve İ’mâlât Beyânındadır
Birinci Madde: İcrâ edilecek bi’l-cümle i’mâlâtın harîta ve lâyihaları üçer nüsha olarak bi’t-tanzîm mukâvelenâmenin üçüncü maddesinde mu’ayyen olan müddetler zarfında Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’nin nazar-ı tasdîkıne’arz ve takdîm kılınacakdır şöyle ki:
Evvelen icrâ edilecek ‘ameliyâtın mecmû’unu irâ’e eder yirmi binde bir
mikyâsında bir harîta-i ‘umûmiye. Sâniyen kıta’ât-ı müntehabe-i mehâziyeyi dahi irâe
eder beş bin de bir mikyâsında diğer harîta-i ‘umûmiye. İşbu harîtada iskâ cedvellerinin (kanal) güzergâh-ı kat’iyesiyle inşâ olunacak bend ve su kemerleri ve te’sîs kılınacak ebniye ve makinelerin mahâl ve mevâki’i gösterilecekdir. Sâniyen tûl i’tibâriyle
beş binde bir ve irtifâ i’tibâriyle beş yüzde bir mikyâsında olarak cedvel-i kebîrin
mihverinden i’tibâren bir mukatta’ tûlânî bunda cedvellerin derece-i irtifâ’ı deryânın
sath-ı mutavassıtına nisbetle ta’yîn kılınacakdır. işbu mukatta’ın altına ufka müvâzi
yeni hat tersîm olunub birinci hat üzerinde cedvellerin mebde’inden i’tibâren kilometro hesâbıyla mikdâr-ı mesâfeleri ve ikinci hat üzerinde cedvelin kıta’ât-ı müstakimesinin tûlu ve hutût-ı müntahabenin imtidâdı ve her birinin nısf kutrunun tûlu gösterilecekdir. Mezkûr mukatta’ın üst tarafında dahi ufka müvâzî üçüncü bir hat tersîm ile
bunda da iniş ve yokuşların tûluyle derece-i meylânî gösterilecekdir. Râbi’an Cedvelin
mukatta-ı arzânîleri. Hâmisen Projenin bi’l-cümle tertîbâtının başlucalarını mübeyyin
bir kıt’a lâyiha. Sâdisen Başluca i’mâlât-ı sınâ’iyenin plan ve mukatta’ları yüzde iki
mikyâsında olarak tanzîm edilecekdir. İşbu şartnâmede tasrîh edilen bi’l-cümle harîta
ve lâyiha ve raporlar mu’tâd olan kıt’ada ya’ni ‘arzan yirmi bir santimetro ve irtifâ’an
dahi otuz bir santimetro olarak katlanacak ve üzeri ser-levha ile bir sıra numarasını ve
zîri dahi târih ile sâhib-i imtiyâzın imzâsını havî olacakdır.
İkinci Madde: Cedvellerin şîvleri suların cereyânı veyâ yağmurların te’siri ile
bozulmayacak sûretde tanzîm ve inşâ edilecekdir. ‘Âdi sağlam toprak mahallerde
bunların kâ’idesiyle irtifâ’ı bire bir nisbetinde olacak ve kalın mahallerde şîvlerin
meyli kayaların nev’ine göre tenzîl edilebilecekdir. Suların sızması melhûz olan mahallerde ‘âdî toprakda hafr edilmiş olan cedvellerin iç tarafı çimentolu harçla ma’mûl
“pere”ler ile kapanacak ve kayalık yerlerde hafr olunan cedvellerin iç tarafı dahi çimento ile sıvanacakdır.
Üçüncü Madde: Mevâridât-ı mevcûdenin muhâfaza ve iskâsı zımnında sâhib-i
imtiyâz iktizâ etdiği kadar yollar büyük küçük köprüler inşâ ve te’sis edecekdir.
34 BOA. Y. PRK. TNF, No:4/4.
130
Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye...
Dördüncü Madde: Cedvellerin bir ‘âdî toprak üzerinden köprü ile geçirilmesi lâzım geldiği hâlde inşâ olunacak köprünün gözünün vüs’ati ahvâl-i mevkı’iyeye
göre sâhib-i imtiyâzın teklîfi üzerine ta’yîn olunacak ve yolların ehemmiyetine göre
üç metrodan on metroya kadar olabilecekdir. Kemerli köprülerin yollar sathından
i’tibâren kemerin ortasına kadar irtifâ’ı lâ-akall beş metrodan veyâ ağaçdan ufkî kirişler ile yapılmış köprülerin kirişlerin altından i’tibâren irtifâ’ı lâ-akall dört metro otuz
santimetro olacakdır.
Cedvellerin bir ‘âdî yol altından geçmesi iktizâ etdiği hâlde o tarîkin altına
yapılacak köprünün korkuluklarının arasında ‘arzı ahvâl-i mevki’iyeye göre ta’yîn
olunacak ve tarîkin ehemmiyetine göre üç metrodan on metroya kadar olabilecekdir.
Esnâ-yı ‘ameliyâtda eskiden mevcûd olan yolların mevki’leriyle mukatta’larını tahvîl
veyâhûd ta’dîl etmek lâzım gelürse tebdîl ve tahvîl olunacak kısımların iniş ve yokuşlarının meyli behemehâl turukıye-i mevcûdenin iniş ve yokuşlarının meyl-i sâbıkının
nihâyet derecesini tecâvüz etmeyecekdir.
Beşinci Madde: Sâhib-i imtiyâz i’mâlâtın icrâsıyla cereyânına halel gelmiş
veyâhûd mecrâsı tebdîl olunmuş olan suların kendü masârıfına olarak mecrâ-yı
kadîmlerine ircâ’ına mecbûr olacak ve cedvelin tesâdüf edeceği nehir veyâ çaylar ve
cedveller ve yapılacak köprülerin kavâ’id-i fenne tatbîkân müdâhil ve muhâbereci
sâhib-i imtiyâzın teklîfi üzerine Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti tarafından ta’yîn olunacakdır.
Altıncı Madde: Sâhib-i imtiyâz icrâ olunacak ‹ameliyâtda a’lâsından edevât ve
levâzımât isti’mâl edecek ve inşâ’ât ve edevâtın gâyet metîn ve muhkem olması içün
bi’l-cümle kavâ’id-i fenniyeye tatbîk-i hareket edecekdir. Akarsular ‹umûma mahsûs
yollar ile husûsi turuklar üzerine inşâ olunacak küçük köprüler ile su yoları kârgir
olarak veyâ demirden te’sîs edilecek ve kereste yalnız temeller ile ehemmiyeti cüz’î
olan köprü ve döşemeleri ve bend ve kayalar isti’mâl olunacakdır.
Yedinci Madde: Cedvelin güzergâhı tasdîk olundukdan ve zemîn üzerinde ...
rekziyle ta’yîn kılındıkdan sonra mukâvelenâmenin altıncı maddesinde gösterildiği
vechile i’mâlâtın te’sîsine lüzûmu olan arâzinin mübâya’ası ve teslîmi mu’âmelâtına
mübâşeret olunacakdır. İşbu arâziden üzerinde ebniye olmayan mahallerin harîtası iki
binde bir mikyâsında ve üzerinde ebniye olan veyâhûd bağ ve bahçe olan mahallerin
harîtası binde bir mikyâsında tanzîm olunacakdır.
Sekizinci Madde: ‘Ameliyât kâmilen hitâm-pezîr oldukdan sonra sâhib-i
imtiyâz masârıf-ı vâkı’ası kendü üzerine olmak üzere i’mâlâtın işgâl etmiş olduğu
bi’lcümle arâzîyi ‘alâkadâr olan arâzi sâhibleri hâzır oldukları hâlde tahdîd “ve kadastr” usûlüne tevfîkan harîtası tersîm ve vaz-’ı ‘alâ’im edecek ve bundan başka yapılmış köprü ve i’mâlât-ı sınâ’iye-i sâ’irenin mufassal ve meşrûh defter ve harîtasını
hükûmet me’mûrlarının taht-ı nezâretinde olarak bi’t-tanzîm bunların ve hîn-i tahdîde
tutulacak prose (proje) ve rapolların (raporların) birer sûret-i musaddakasını Ticâret
ve Nâfi’a Nezâreti’ne takdîm eyleyecekdir. İşbu tahdîd-i arâziden sonra i’mâlâtın
aksâm-ı müttehimesinden olmak üzere mübâya’a edilecek arâzi iştirâ olundukca
ol vecihle tahdîd edilecek mezkûr harîtada ve prose(je) ve rapollarda (raporlarda)
131
Ertan Gökmen
işâret kılınacağı vechile mârü’l-beyân defterin tanzîminden sonra yapılacak i’mâlât-ı
sınâ’iye dahi Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’ndeki deftere kayd ve ‘ilâve edilecekdir.
İkinci Fasıl
İ’mâlâtın Hüsn-i Hâlde Muhâfazasıyla İşledilmesi Beyânındadır.
Dokuzuncu Madde: Sâhib-i İmtiyâz i’mâlât ile müteferri’âtını ve âlât ve
edevât-ı sâbite ve müteharrikesini dâ’imâ hüsn-i hâlde ve emniyeti hüsn olacak bir
sûretde bulundurmağa ve kazâ vukû’unu veyâ umûr-ı iskâ’iyeden bir kısmının ta’tîlini
îcâb etdirir bi’lcümle esbâbdan muhâfaza etmeğe i’tinâ edecekdir.
Sâhib-i imtiyâz tarafından işbu ta’ahhüdâtın îfâsında te’ehhür ve müsâmaha
vukû’a getürüldüğü takdîrde keyfiyet usûl ve nizâmı vechile ihtâr olunacak ve târih-i
ihtârdan bir mâh mürûr edübde îcâbı icrâ etmediği sûretde masârıfı sâhib-i imtiyâza
‘â’id olmak üzere i’mâlâtın hüsn-i hâle vaz’ı içün cânib-i hükûmetden idâresine vaz’ı yed olunarak ta’mîrât-ı lâzime icrâ ve bu uğurda vukû’ bulacak masârıf imtiyâz
hâsılâtından istîfâ olunacak ve kifâyet etmez ise sâhib-i imtiyâza ikmâl eddirilecekdir.
Üçüncü Fasıl
İmtiyâzın Feshi veyâ Taraf-ı Devlet’den Mübâya’ası Husûslarında ve
İnkızâ-yı Müddet-i İmtiyâziyede Olunacak Mu’âmelâta Dâ’irdir
Onuncu Madde: Sâhib-i imtiyâz mukâvelenâmenin yirmi birinci maddesinde
münderic esbâbdan dolayı hukûk-ı imtiyâziyesinden sâkıt olduğu hâlde ol vakte kadar
icrâ edilen i’mâlât ve cem’ ve tedârik edilen edevât-ı menkûl ve gayr-i menkûleye ve
levâzımâta ve mübâya’a olunan arâziye bedel ta’yîn olunarak müzâyedeye konulacak ve zuhûr edecek tâliblerden kimin ‘uhdesinde takarrür eder ise ânın ma’rifetiyle
hukûkundan sâkıt olan sâhib-i imtiyâzın ta’ahhüdât-ı vâkı’ası îfâ edilecekdir. Bi’lmüzâyede takarrür edecek müzâyede masârıfı tenzîl kılındıkdan sonra üst tarafı sâkıt
olan sâhib-i imtiyâza i’tâ kılınacakdır. Birinci müzâyededen bir netîce hâsıl olmadığı
hâlde evvelce takdîr olunan bedelden münâsib mikdâr tenzîl olunarak altı mâh müddet sonra ikinci def’a bir müzâyede daha icrâ edilecek ve bu dahi netîcesiz kalur
ise müzâyedeye mevzû’ şeyler hukûkundan sâkıt olan sâhib-i imtiyâza hiç bir bedel
te’diye olunmaksızın devletin malı olacak ve kefâlet akçesi henüz i’âde olunmamış
ise devletden zabt olunacakdır.
On Birinci Madde: İmtiyâzın müddeti munkaziye oldukda sâhib-i imtiyâz
i’mâlât ile müteferri’âtını ebniye ve külliye ve sâbit ve muteharrik makineleri ve’lhâsıl levâzım ve mahrûkât vesâ’irenin gayri olan bi’l-cümle eşyâ-yı menkûle ve gayr-i
menkûleyi hüsn-i hâlde olarak bilâ-bedel ve her gûne duyûn ve ta’ahhüdâtdan vâreste
olmak şartıyla devlete teslîm edecekdir. Ve her nev’ levâzımâta gelince hükûmet-i
seniyye bunları mütehamminlerin takdîr edecekleri bedel mukâbilinde mübâya’a edecekdir. Şu kadar ki devletin mübâya’a edeceği levâzımat ve i’mâlâtın altı ay işledilmesiçün muktazî olan mikdârı mütecâviz olmayacakdır.
132
Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye...
Müddet-i imtiyâziyenin hitâmından beş sene evvel i’mâlâtın hüsn-i hâlde olmadığı ınde’t-teftîş devletce anlaşılur ise sâhib-i imtiyâza bir müddet ta’yîniyle
ihtâr-ı keyfiyet edilecek ve bu ihtârın semeresi görülmez ise hükûmet derhâl i’mâlâtı
ve müteferri’âtını yed-i idâresine alarak sâhib-i imtiyâz hesâbına olarak ta’mîrât-ı
lâzimeyi icrâ ile bunları hüsn-i hâle vaz’ etmeğe selâhiyeti olacak ve hâsılâtdan işletme ve ta’mîrât masârıfı çıkarıldıkdan sonra fazlası sâhib-i imtiyâza i’tâ olunacak ve
noksân zuhûr eder ise ikmâl eddirilecekdir.
Dördüncü Fasıl
Sâhib-i İmtiyâzın Alacağı Ücûrâta Dâ’irdir
On İkinci Madde: Sâhib-i imtiyâzın mukâvelenâmenin on ikinci maddesi
mûcibince istîfâsına me’zûn bulunduğu ücretin teshîl-i îfâsı ve mikdâr-ı hâsılâtla
münâsib hâlde bulundurulması içün ücret-i mezkûre ‹aynen ya’nî her mahsûlün yüzdesi üzerine ber-vech-i zîr ta’yîn edilen nisbetde alınacakdır. Şöyle ki buğdaydan yüzde altı arpa ile darıdan mahsûlün yüzde sekizi anbuk (panbuk) ve sîsâmdan mahsûlün
yüzde beşi nisbetinde ve mezrû’ât-ı sâ’ireden mahsûlün kezâlîk yüzde beşi ahz olunacakdır.
Bâlâda ta’rîf olunduğu vecihle ‘aynen îfâ-yı ücret etmek arzusunda bulunmayan
ashâb-ı arâzi mikdâr-ı a’zami be-her metro muke’ab içün beş pâreyi tecâvüz etmemek
üzere bir ücret vererek su ahz edebilecekdir.
Kurâya i’tâ olunacak suya gelince bunlar durulmuş ve süzülmüş olarak mahsûs
borular vâsıtasıyla ashâb-ı ihtiyâcın hânelerine kadar îsâl edilecek ve bu suyun be-her
metro muke’abı içün kırk pâre bedel istîfâ kılnacakdır.
Mühür (Meclis-i Nâfi’a)
EK-2 Mösyö Verdo’ya Verilen İmtiyaza Ait Mukâvelenâme35
MUKÂVELENÂME
Bir tarafdan Devlet-i Aliyye nâmına hareket eden Ticâret ve Nâfi’a Nâzırı ile
diğer tarafdan Fransa Devleti teba’asından Mösyö Verdö beyninde mevâdd-ı âtiye
kararlaşdırılmışdır.
Birinci Madde: Gediz Nehri’nin keşfiyât-ı kat’ıye harîtasında ta’yîn edilecek
bir noktasından saniyede altı metro müke’ab su alarak Aydın Vilâyeti dâhilinde Menemen kazâsına tâbi’ Birûn Âbâd nâhiyesinde bulunan takrîben on iki bin hektardan
‘ibâret olan Menemen Ovası arâzisini iskâ etmek ve meyllemek ve bu ovada kâ’in
kurâya dahi şürbe mahsûs su icrâ ve tevdî’ eylemek üzere şerâ’it-i âtiyeye tevfîkan
taraf-ı Devlet-i Aliyye’den mûmâ-ileyh Mösyö Verdö’ye imtiyâz verilmişdir.
35 BOA. Y. PRK. TNF, No:4/4.
133
Ertan Gökmen
İkinci Madde: Müddet-i imtiyâziye fermân-ı âlî târihinden i’tibâren altmış beş
senedir.
Üçüncü Madde: Sâhib-i imtiyâz fermân-ı ‘âlînin i’tâsı ve mukâvelenâmenin
te’âtî târihinden i’tibâren sekiz mâh müddet zarfında şartnâmede beyân olunduğu keşfiyat-ı kat’iye üzerine üçer nüsha olarak mükemmel harîta ve lâyihasını
tanzîm ile Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’ne takdîm edecekdir. Ve Nezâret işbu harîta
ve lâyihayı târih-i takdîminden i’tibâren üç mâh müddet zarfında bi’t-tedkîk yolunda olduğu sûretde hâlîyle olmadığı takdîrde îcâb eden ta’dîlât ve tashîhâtın icrâsıyla
tasdîk eyleyecekdir. İşbu harîta ve lâyiha-i mezkûr üç mâh zarfında tasdîk edilmediği ve bunlar hakkında bir gûne mütâla’a beyân olunmadığı takdîrde tasdîk edilmiş ‘ad olunarak sâhib-i imtiyâz ‘ameliyâta mübâşeret edebilecekdir. sâhib-i imtiyâz
kezâlîk mukâvelenâmenin te’âtîsi târihinden i’tibâren bir sene zarfında cedveller ile
suyollarının umûr-ı zâbıtasına ve suların sûret-i tevzî’ine ve i’mâlâtın hüsn-i hâlde
muhâfazasına dâ’ir nizâmnâmeleri tanzîm ve Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’nin tasvîbine
‘arz edecekdir. İşbu nizâmnâmelerce ilerüde lüzûm görülebilecek ta’dîlâtın icrâsını
teklîfe sâhib-i imtiyâzın hakkı olacakdır.
Dördüncü Madde: Sâhib-i imtiyâz masârıf ve zarar ve hasârı tarafına ‘â’id
olmak üzere mukâvelenâmenin te’âtîsi târihinden i’tibâren bir sene müddet zarfında
‘ameliyâta mübâşeret etmeği ve harîtanın tasdîki târihinden i’tibâren iki sene müddet
zarfında ikmâl eylemeği ta’ahhüd eder ‘ameliyât kavâ’id-i fenniye ve merbût şartnâme
ahkâmına ve kabûl ve tasdîk olunan harîta ve lâyihalara tatbîkan icra olunacakdır.
Fakat esbâb-ı mücbireden münba’is hâlât müstesnâ olub bu misüllü ahvâlden dolayı
‘ameliyât ne kadar müddet ta’tîl olunur ise müddet-i ikmâlîye dahi o kadar temdîd
edilecek ve şu kadar ki esbâb-ı mücbirenin vukû’ını derhâl hükûmet-i mahalliyeye ve
Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’ne ihbâr eylemeğe sâhib-i imtiyâz mecbûr bulunacakdır.
Beşinci Madde: Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti i’mâlatda su icrâ’iyesini ve hitâmında
ve kabûl olunmazdan evvel be-tekrâr i’mâlât-ı vâkı’ayı ve müddet-i imtiyâziye zarfında işletme ve arada mu’âmelâtını ve ‘ameliyâtın hüsn-i hâlde muhâfaza olunub
olunmadığını mahsûs komiserler vâsıtasıyla mu’âyene ve teftîş eyleyecekdir. İşbu
teftîş ve mu’âyene masârıfına mukâbil sâhib-i imtiyâz keşfiyât-ı kat’iye harîtalarının
takdîmi içün ta’yîn olunan müddetden i’tibâren müddet-i imtiyâziyeninin hitâmına
kadar mâh be-mâh on iki de bir kısmı te’diye olunmak üzere senevî Ticâret ve Nâfi’a
Nezâreti’nin emrine altmış ‘aded Osmanlı lirası i’tâ edecekdir.
Altıncı Madde: İşbu ‹ameliyât menâfi-’i umûmiyeye müte’allik husûsâtdan
bulunduğundan i’mâlât ile müteferri’âtına muktazî veyâhûd icrâ-yı ‹ameliyâtdan evvel veyâ sonra işbu te’sîsâta halel getüreceği ta’ayyün eden arâzi ve emlâkdan efrâd
‘uhdesinde bulunan yerlerin mübâya’ası husûsunda sâhib-i imtiyâz ashâb-ı arâzi ile
uyuşamadığı hâlde istimlâk kânûnuna tevfîk mu’âmele edecek ve şu kadar ki şirketin
istimlâk edeceği yerler cedvellere muktazî arâzîden ziyâde olmayacakdır. Ve Arâzînin
iskâsıçün icrâ edilecek ‘ameliyâtdan dolayı gerek efrâd ‘uhdesinde bulunan arâzî ve
değirmen ve emlâk-ı sâ’ire ve gerek devâ’ir ve hükûmet ve kurâ ahâlîsine ‘â’id olubda
intikâl ve ferâğı câ’iz olmayan emlâka bir gûne hasâr îrâs edildiği hâlde hasar-ı vâki’
134
Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye...
mütehamminler vâsıtasıyla takdîr edilerek buna mukâbil sâhib-i imtiyâz bir def’aya
mahsûs olmak üzere iktizâ eden tazmînâtı i’tâ edecekdir. Hîn-i âmeliyâtda muvakkaten isti’mâlî lâzım gelen mahaller hükûmet-i mahalliye ma’rifetiyle sâhib-i imtiyâz
tarafından ashâba tazmînât vermek şartıyla muvakkaten isti’mâl olunabilecekdir.
İşbu arâzî dâhilinde arâzi-i emîriye-i hâlîye bulunduğu takdîrde işbu arâzi ile
Menemen şu’besi’nin yedi yüz ellinci metrosunda inşâ edilmiş olan kapak.....36 sâhib-i
imtiyâza meccânen terk olunacak ve muvakkaten isti’mâlî lâzım gelen yerlerin dahi
i’mâlât müddetince bilâ-ücret isti’mâlîne müsâ’ade olunacakdır.
Yedinci Madde: İ’mâlât ve müteferri’âtının inşa’ât ibtidâ’iyesiçün gerek
Memâlîk-i Devlet-i ‹Aliyye’den ve gerek diyâr-ı ecnebiyeden celb ve tedârik oluncak olan taş ve kereste ve demir ve ma’den kömürü ile makine ve edevât ve sâ’ire
levâzımât gümrük resminden mu’âf tutulacağı gibi cedveller ile i’mâlât-ı sınâ’iyenin
arâzi ve sermâyesiyle vâridâtı üzerine bir gûne vergü tarh olunmayacak ve fakat işbu
mu’âfiyetin damga resmine şumûlü olmayub tedâvüle çıkarılacak tahvîlât ve senedât
ile imtiyâza müteferri’ bi’l-cümle evrâk ve senedât-ı sâ’ire ve mücâzât evrâkı damga
resmine tâbi’ bulunacakdır.
Sekizinci Madde: Sâhib-i imtiyâz i’mâlât ile müteferri’âtının inşâsıyla ta’mîri
içün lâzım gelen keresteleri nizâmât-ı mahsûsanına tevfîkan civâr mîrî ormanlardan
kat’ edebilecekdir.
Dokuzuncu Madde: İ’mâlâtın ikmâlî sâhib-i imtiyâz tarafından ihtiyâr olundukda Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti tarafından mensûb bir fen komisyonu ma’rifetiyle
bi’l-mu’âyene iktizâ eylediği hâlde muvakkaten ahz ve kabûl olunacak ve kabûl-i
muvakkat târihinden i’tibâren bir sene sonra yine bir fen komisyonu ma’rifetiyle
i’mâlât-ı vâkı’a tekrâr bi’l-mu’âyene kâ’ide-i fenne muvâfık ve şartnâme ahkâmına
mutâbık olduğu tahakkuk eylediği hâlde işbu komisyonun tanzîm edeceği rapor üzerine Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti tarafından kat’iyyen kabûlü mu’âmelesi icrâ olunacakdır. İşbu komisyonların bi’l-cümle harc-ı râh ve masârıf-ı sâ’ireleri sâhib-i imtiyâza
‹â’id olacakdır.
Onuncu Madde: Sâhib-i imtiyâz i’mâlât ile müteferri’âtını ve âlât ve edevât-ı
sâbite ve müteharrikesini müddet-i imtiyâziye tarafından masârıfı kendüye ‹â’id olmak üzere dâ’imâ ta’mîr ve hüsn-i hâlde muhâfaza edecekdir. Aks-i hâl vukû’ında
şartnâmenin dokuzuncu maddesi mûcibince mu’âmele olunacakdır.
On Birinci Madde: Sâhib-i imtiyâz i’mâlât ve müteferri’âtının umûr-ı
zâbıtasına ve hüsn-i muhâfazasına müte’allik olub elyevm mevcûd bulunan ve ilerüde tanzîm oluncak olan bi’l-cümle nizâmât ve Devlet-i ‘Aliyye’ye tevfîk-i hareket etmeğe mecbûrdur. Sâhib-i imtiyâzın kusûrundan nâşî imtiyâzın bir kısmı veyâ
mecmû’u üzerinde ‘ameliyât ta’tîl olunduğu hâlde hükûmet masârıf ve zarar ve hasârı
36 Metnin orijinalinde de tırnak içerisinde yazı bulunmamaktadır.
135
Ertan Gökmen
sâhib-i imtiyâza ‘â’id olmak üzere imtiyâzın muvakkaten işledilmesini te’mîn içün
şartnâmenin dokuzuncu maddesine tevfîkan tedâbîr-i lâzime ittihâz edecekdir.
On İkinci Madde: Sâhib-i imtiyâz i’mâlâtın muvakkaten kabûl olunduğu
târihden i’tibâren müddet-i imtiyâziyenin hitâmına kadar i’tâ edeceği su mukâbilinde
merbût ta’rifeye tevfîkan ücret ahz edecekdir.
On Üçüncü Madde: Sâhib-i imtiyâz ta’ahhüdât-ı vâkıasının icrâsıçün fermân-ı
‘âlî târihinden i’tibâren on sekiz mâh müddet zarfında merbût şirket nizâmnâmesi
esâsına tevfîkan Osmanlı bir “anonim” şirket teşkîline me’zûn ve mecbûrdur.
On Dördüncü Madde: Sâhib-i imtiyâz ta’ahhüdât-ı vâkı’asının icrâsını
te’mînen fermân-ı ‘âlînin ısdârı kendüsüne teblîğ târihinden i’tibâren bir mâh müddet zarfında Bank-ı Osmânî’ye ya nakden veyâhûd piyasa fî’atıyla eshâm olarak iki
yüz osmanlı lirası kefâlet akçesini tevdî’ edecek ve şu kadar ki eshâm tevdî edildiği
hâlde tedenni-i fî’atından dolayı terettüb edecek noksanı ikmâl edileceği Bank tarafından ta’ahhüd etdirilecekdir. Ve mezkûr kefâlet akçesi tevdî’ olunduğunu müte’âkib
fermân-ı ‘âlî kendüsüne teslîm olunacakdır. İşbu ‘ameliyât akçesi ‘ameliyât kat’iyyen
kabûl olundukdan sonra i’âde olunacakdır. Zikr olunan bir mâh müddetin inkızâsına
değin sâhib-i imtiyâz kefâlet akçesini tevdî’ etmediği hâlde kendüye ihtâra hâcet olmaksızın hakk-ı imtiyâzdan sâkıt olacakdır.
On Beşinci Madde: Devlet-i ‘Aliyye müddet-i imtiyâziyenin otuz senesinin
inkızâsından sonra her vakit cedvel ve su kemeri ve köprü ve bend ve su hazînesi ve
su yolları ve değirmen ve makine ve tulumba ve mezru’ât gibi i’mâlât müteferri’âtı
mübâya’a etmek selâhiyetini hâ’iz olacakdır. Bunlar kangı senede iştirâ olunacak ise
andan evvelki beş sene zarfında vukû’ bulan hâsılât-ı sâkıyenin mikdâr-ı mütevassıtı bulunarak buna müsâvî bir meblağı müddet-i imtiyâziyenin hitâmına kadar her
sene sâhib-i imtiyâza îfâ edecek ve işbu tekâsît-i senevîyenin evkât-ı mu’ayyenede
te’diyesi taraf-ı devletden te’mîn ve bu husûsa dâ’ir mukâvele-i mahsûsa tanzîm edilecekdir. İ’mâlât ve müteferri’âtının ve edevât-ı sâbite ve müteharrikesinin devlete
teslîmi ve levâzımât-ı mevcûdenin iştirâsı husûsunda şartnâmenin on birinci maddesinde gösterildiği vechile mu’âmele olunacakdır.
On Altıncı Madde: İmtiyâz müddeti munkazıye oldukda Devlet-i’Aliyye
sâhib-i imtiyâzın i’mâlât ile müteferri’âtı ve âlât ve edevâtı üzerinde bulunan kâffe-i
hukûkunu hâ’iz olacak ve bunların hâsılâtından istifâde edecekdir. Her gûne duyûn
ve ta’ahhüdâtdan vâreste olmak şartıyla i’mâlât ile müteferri’âtının devlete teslîmi ve
edevât ve levâzımatın sûret-i mübâya’ası şartnâmenin on üçüncü maddesinde münderic ahkâma tâbi’ olacakdır.
On Yedinci Madde: Sâhib-i imtiyâz me’mûrîn-i fenniyeden ma’dâ istihdâm
edeceği bi’l-cümle me’mûr ve müstahdemleri teba’a-i Devlet-i ‘Aliyye’den olacak ve
hükûmet-i seniyyenin ta’yîn ve kabûl edeceği kıyâfetde bulunacaklar ve fes giyecekler ve Türkçe lisân ile mütekellim olmaları meşrûtdur.
On Sekizinci Madde: Devlet-i ‘Aliyye i’mâlâtın lüzûm göreceği mahallerinde
istihkâmât inşâ edebilecek ve ol bâbda vukû’ bulacak masârıf devlete ‘â’id olacakdır.
136
Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye...
On Dokuzuncu Madde: ‘Ameliyât esnâsında zuhûr edebilecek ‘âsâr-ı ‘atîka
devletce mevzû’ nizamnâmesine tâbi’ olacak ve fakat sâhib-i imtiyâz bu husûsda
istid’â vermek ve ruhsat almak mecbûriyetinden müstağnî bulunacakdır.
Yirminci Madde: Sâhib-i imtiyâz her nev’ hâsılâtın üçer aylık cedvellerini komisere tasdîk etdirdikden sonra Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’ne takdîm edecekdir.
Yirminci Madde: Esbâb-ı mücbireden ma’dûd bir mâni’in zuhûru tahakkuk
etmeksizin sâhib-i imtiyâz müddet-i mu’ayyene zarfında i’mâlâta mübâşeret etmediği
veyâ başlayubda ikmâl eylemediği ve su i’tâsı mu’âmelâtını ta’yîn eylediği veyâhûd
işbu mukâvelenâmeden münba’is ta’ahhüdât-ı sâ’iresini icrâ edemediği hâlde hukûk-ı
imtiyâziyesinden sâkıt olacak ve bu hâlde şartnâmenin on dokuzuncu maddesinde
gösterildiği vechile imtiyâzın muvakkaten işledilmesi içün tedâbîr-i lâzime ittihâz
olunacak ve ‘ameliyât ve edevât ve levâzımât müzâyedeye konulacak ve mevcûd olan
kefâlet akçesi dahi devletden zabt edilecekdir.
Yirmi İkinci Madde: Sâhib-i imtiyâz ta’ahhüdâtını icrâ etmeyen abonelerdeki
metâlibini istemeğe ve buna vermekde olduğu suyu dahi kat’ etmeğe hakkı olacak
ve aboneler dahi suyun kat’ edilmiş olması bahânesiyle mukaddemâ almış oldukları
suyun bedelini îfâdan imtinâ’ edemeyecekdir.
Yirmi Üçüncü Madde: Kebîr cedvel ile müteferri’âtının inşâ ve te’sisi içün
iştirâ ve istimlâk etmiş olduğu arâzîde ceviz ve meşe ve çınâr ve sâ’ire gibi gölgesi
ziyâde olan ağaçlar müstesnâ olmak üzere tud ve portakal ve limon vesâ’ire cinsi
ağaçlar garsına sâhib-i imtiyâzın hakkı olacakdır. Bunların mahsûlâtı ‘öşür vergüsünden mu’âf olmayacakdır.
Yirmi Dördüncü Madde: Sâhib-i imtiyâzın makâmına kâ’im olacak anonim
şirketi Osmanlı olacağından bi’t-tabî’ işbu mukâvelenâme ile merbût şartnâmenin
icrâ ve te’vîl ve tagayyür ahkâmından dolayı Devlet-i ‹Aliyye ile sâhib-i imtiyâz ve
şirket beyninde veyâ sâhib-i imtiyâz ve şirket ile efrâd-ı ahâli miyânesinde tahaddüs edebilecek her nev’ ihtilâfâtın hall ve ta’yîni Şûrâ-yı Devlet’e ve hukûk-ı şahsîye
da’vâlarının fasl ve rü’yeti mehâkim-i ‘Osmâniye’ye ‘â’iddir Şirket sıfat-ı tâbi’iyeti
îcâbınca hükûmet-i seniyye ile devletin lisân-ı resmîsi olan lisân-ı Türkî ile muhâbere
edecekdir.
Yirmi Beşinci Madde: Kebîr cedvele karîb bulunan arâzînin iskâsı ve meyillenmesi içün iktizâ eden su doğrudan doğruya işbu cedvelden alınacak ve bundan
uzâk bulunan arâzînin iskâsıçün dahi mikdâr-ı kafî ikinci derecede küçük cedveller
inşâ edilecekdir.
Suyun cedvellerden arâzîye îsâlî içün iktizâ eden küçük cedvellerin küşâd-ı
‘ameliyâtı sâhib-i imtiyâzın taht-ı nezâretinde olacak ve arâzi-i mezkûre ashâbının
masârıfıyla icrâ edilecekdir. İska oluncak arâzî ile cedveller arasında sâhib-i
imtiyâzdan su almak istemeyen kimselerin arâzisi bulunduğu hâlde su almak isteyenlere verilecek sular mezkûr arâzi üzerinden geçürülebilecek ve arâzi-i mezkûre ashâbı
tarafından bu husûsda bir gûne mümâna’at olunamayacakdır. Ancak şu sûretle işgâl
137
Ertan Gökmen
edilecek aksâm-ı arâzînin bedeli ya rızâ-yı tarafeyn ile veyâhûd istimlâk sûretiyle
ta’yîn edilerek su alanlar tarafından ashâb-ı arâzîye te’diye edilecekdir.
Yirmi Altıncı Madde: Sâhib-i imtiyâz tarafından cedvellerin ve i’mâlât-ı
sâ’irenin muhâfazasıyla ta’mîrâtına me’mûr olan müfettiş ve bekçi ve ‘amele muhât
olmayan emlâk-ı husûsiye dâhilinden geçmeğe hakkı olacak ve ashâb-ı emlâk buna
mümâna’at etmeyecekdir.
Yirmi Yedinci Madde: Sâhib-i imtiyâz hâsılât-ı sâfiyesinin ya’ni hâsılât-ı gayr-i
sâfiyeden işletme masârıfı ba’de’t-tenzîl kalacak hâsılâtdan yüzde onunu Ticâret ve
Nâfi’a Nezâreti veznesine i’tâ edecekdir.
Yirmi Sekizinci Madde: İşbu imtiyâzın mevzû’u olan arâziyi iskâ etmek veyâ
meyllemek üzere cânib-i hükûmet-i seniyyeden âhere imtiyâz i’tâ buyurulmayacakdır.
Yirmi Dokuzuncu Madde: İşbu imtiyâzın müddeti zarfında sâhilden bahre kadar Gediz Ovası arâzîsini iskâ etmek ve meyllemek üzere âher tarafından taleb edilecek imtiyâz veyâ ruhsat husûsunda sâhib-i imtiyâzın şerâ’it-i mütesâviye ile hakk-ı
rüchânı olacakdır.
Otuzuncu Madde: Nehrin iskâ-yı arâzi içün sulanacak noktasından sâniye-i
vâhidede cereyân eden suyun mikdârı sekiz metro müke’abdan dûn olur ise iş bu
mukâvelenâmenin birinci maddesi mûcibince sâhib-i imtiyâzın alacağı altı müke’ab
su dahi nehirden cereyân eden suyun mecmû’unun üç rub’una tenzîl edilecekdir.
Sâniye-i vâhidede alınacak altı metro müke’ab su mezkûr ova arazîsini mecmû’unu
iskâyâ kifâyet etmediği tahakkuk eder ise mezkûr Gediz Çayı suyunun üç rub’unu
tecâvüz etmemek üzere Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’nden istihsâl edeceği ruhsat
mûcibince mezkûr altı metro müke’ab suyu tezyîde sâhib-i imtiyâz me’zûn olacakdır.
Otuz Birinci Madde: Küşâd olunacak mecrâ civârındaki kurâ ahâlîsi mezkûr
mecrâdan kendi köylerine şu’be açılarak hayvânatın sulanmasına mahsûs mahaller
tertîbi taleb eyledikleri hâlde sâhib-i imtiyâz işbu şu’beleri yaparak ve iktizâ eden havuz ve sâ’ire te’sîs ve inşâ ederek hayvânatın sulanmasıiçün lâzım gelen suyu meccânen
i’tâ etmeğe mecbûr olacak ise de i’mâlât-ı mezkûreye muktazî arâzî ‘alâkadâr olan
ahâlî cânibinden bilâ-bedel terk olunacağı gibi o yolda vukû’ bulacak masârıf dahi
ahâlî-i merkûmeye ‘â’id ve Gedüs Nehri üzerinde vâki’ değirmenlere hiç bir sebep ve
bahâne ile sâhib-i imtiyâz tarafından ta’arruz olunmayacağı gibi bu nehirden ahâlînin
hakk-ı şürb ve iskâsı kemâ-kân bâkî ve mahfûz olacak ve nehr-i mezkûrdan Menemen
Ovası’na su icrâsı zımnında vukû’ bulacak ‘ameliyâtın o civârda vâki’ Foçateyn memlehalarına vakten mine’l-evkât îrâs-ı mazarrat etdiği hâlde masârıf ve zarar ve hasârı
temâmıyla kendüsüne ‘â’id olmak üzere iktizâ eden tedâbîr-i fenniyenin icrâsına
sâhib-i imtiyâz mecbûr bulunacakdır.(Mühür Meclis-i Nâfi’a)
138
Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye...
Kaynakça
BOA. İ. MVL. No: 365/16005.
BOA. İ. DH, No: 369/24447.
BOA. A. DVN, No: 121/22.
BOA. İ. MVL, No: 374/16419.
BOA. Y. PRK. TNF, No: 4/4.
BOA, BEO, No: 4/237.
BOA. BEO, No: 100/7470.
BOA. Y. A. RES, No: 67/40.
Düstur, I. Tertip, C. 5, Başvekalet Matbaası, 1937.
Düstur, I. Tertip, C. 6, Devlet Matbaası, Ankara, 1939.
Düstur, I. Tertip, C. 8, Başvekalet Matbaası, Ankara, 1943.
İmtiyazât ve Mukâvelât, C. 2, Matbayı Osmaniye, İstanbul, 1302.
Alandağlı Murat, “Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Göl ve Bataklık Sahalarının Islahına Dair Bir
Örnek: Lapişte Göl ve Bataklığı’nın Islahı”, Osmanlı Devleti’nde Nehirler ve Göller 2, Haz. Şakir
Batmaz-Özen Tok, Not Yayınları, Kayseri, 2015, s. 653-670.
Doğan Osman-Önal Ebul Faruk,Çukurova’ya Bereket Getiren Projeler, Çamlıca Yayını, İstanbul, 2011.
Doğer Ersin,İlk İskânlardan Yunan İşgaline Kadar Menemen Ya Da Tarhaniyat Tarihi, Sergi Yayınevi,
İzmir, 1998, s. 339.
Güran Tevfik, “Osmanlı Döneminin Son Döneminde Türkiye Tarımındaki Gelişmeler (1870-1914)”, V.
Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi Tebliğler, İstanbul 21-25 Ağustos 1989,
Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1990, s. 319-342.
Güran Tevfik, “Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları”, 150. Yılında Tanzimat, (Haz. Hakkı Dursun
Yıldız), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1992, s. 245-258.
Güran Tevfik, “Ziraî Politika ve Ziraatte Gelişmeler, 1839-1876”, 150. Yılında Tanzimat, (Haz. Hakkı
Dursun Yıldız), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1992, s. 219-222.
Kallek Cengiz, “İmtiyazât”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2000, s. 242-245.
Köse Metin Ziya, “19. Yüzyılın Son Çeyreğinde Karasu (Struma) Nehri Islah Çalışmaları”,Osmanlı
Devleti’nde Nehirler ve Göller 2, Haz. Şakir Batmaz-Özen Tok, Not Yayınları, Kayseri, 2015, s.
533-544.
Malhut Mustafa, “20. Yüzyıl Başında “İmtiyaz” Kelimesi ile “Kapitülasyon” Kelimesinin Tarihsel Açıdan
Karşılaştırmalı İncelemesi”, History Studies, 2/2, 2010, s.401-413.
Muşmal Hüseyin, “Konya Ovası Sulama Projesi Fikrinin Ortaya Çıkışı ve Proje ile İlgili Çalışmalar”,Osmanlı
Devleti’nde Nehirler ve Göller 2, Haz. Şakir Batmaz-Özen Tok, Not Yayınları, Kayseri, 2015, s.
411-431.
Ökçün A. Gündüz, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında İmalat Sanayii Alanında Verilen Ruhsat veimtiyazların
Ana Çizgileri”, İktisat Tarihi Yazıları, Sermaye Piyasası Kurulu, Yay. No: 58, Ankara, 1997, s.57-85.
Önal Ebul Faruk- Doğan Osman,Bir Osmanlı Maden Müdürünün Kızılırmak Projesi-1848, Çamlıca
Yayınevi, İstanbul, 2011.
Sırrı Süleyman,Gedüs Çayıyla Ovası’nın Sulanması Hakkında Rapordur,No:532/B-399/a, Ankara Yeni
Gün Matbaası, 1340 (Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi)
Thobie Jacques, “Osmanlı Devleti’nde Yabancı Sermaye”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye
Ansiklopedisi, C. 3, İstanbul, 1985, s. 724-739.
139
Ertan Gökmen
Tuncer Harun, “Sultan Abdülmecit Devrinde Hazırlanan Kızılırmak Projesi”, Osmanlı Devleti’nde Nehirler
ve Göller 2, Haz. Şakir Batmaz-Özen Tok, Not Yayınları, Kayseri, 2015, s. 485-490.
Yılmaz Ömer Faruk,Osmanlı’nın Konya Ovası Sulama Projesi, Çamlıca Yayını, İstanbul, 2011.
Yılmazçelik İbrahim-Erdem Sevim, “II. Abdülhamit Döneminde Yeni İskan Alanlarının Oluşturulması ve
Nehir, Göl ve Bataklıkların Temizlenerek Zirai Ekonomiye Kazandırılması”,Osmanlı Devleti’nde
Nehirler ve Göller 2, Haz. Şakir Batmaz-Özen Tok, Not Yayınları, Kayseri, 2015, s. 511-533.
Zeyrek Suat-Akman Halil, “Adana Ovasının Islahı ve Seyhan Ceyhan Nehirleri Mecralarının Tanzim
Edilmesi ile İlgili Çalışmalar”, Osmanlı Devleti’nde Nehirler ve Göller 2, Haz. Şakir Batmaz-Özen
Tok, Not Yayınları, Kayseri, 2015, s. 617-626.
140
ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI
Yıl 14
Bahar 2016
Sayı 20
ss. 141-156
Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında
“Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları
Gülçin OKTAY*
Özet
İlk Türk kadın gazeteci, İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin tek kadın
üyesi ve “Sorbonne’da okuyan ilk Türk kadını” olarak bilinen Selma Rıza,
siyasî ve sosyal faaliyetleri, dergilerde yazdığı yazıları ve Uhuvvet adlı
romanıyla da tanınan ama ihmâl edilmiş bir şahsiyettir. Oldukça geniş bir
olay örgüsüne sahip olan Uhuvvet romanı, “sınıf” ve “toplumsal cinsiyet”
kavramlarını farklı bir bakış açısıyla ele alması ve kendisinden sonra
gelen yazarlardan özellikle “cariye/hizmetçi/kalfa” tipleri noktasında
ayrılan değerlendirmeleriyle dikkate değerdir. Selma Rıza’nın Uhuvvet
romanı, “üst sınıf”tan bir kadın yazarın belirtilen meselelere yaklaşımının
en tipik örneklerini sunar. Bu çalışmada, romandaki karakterlere gerek
anlatıcının tavırları gerek karakterlerin arasındaki diyaloglar üzerinden
odaklanılarak “sınıf” yapıları ve “toplumsal cinsiyet” rollerindeki
farkları ortaya çıkarmak amaçlanmış; romanın “kardeşlik” anlamına
gelen başlığının sadece bir başlık olarak kaldığı ve romanda “eşitsiz” bir
kardeşliğin sergilendiği öne çıkarılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Uhuvvet, toplumsal cinsiyet, sınıf, roman.
“Gender” and “Class” Structures in Selma Rıza’s Novel Uhuvvet
Abstract
Selma Rıza is known as the first Turkish female journalist, the only
female member of the Committee of Union and Progress (İttihat ve Terakkî
Cemiyeti) and “the first Turkish woman to study at Sorbonne”. Known
from her political and social activities, her papers published in journals
and her novel titled Uhuvvet, Selma Rıza is still a neglected figure. Having
quite a wide plotline, the novel of Uhuvvet is significant because it deals
with the concepts of “class” and “gender” from a different point of view
and it gets separated from the works of later authors especially from the
point of its evaluations of the “concubine/maid/head of female servants”
types. Selma Rıza’s novel Uhuvvet presents the most typical examples to the
approaches of a female author from the “upper class” to these issues. In
*
Arş. Gör., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, oktaygulcin@gmail.com ve oktaygulcin@comu.edu.tr.
141
Gülçin Oktay
this study, it is aimed to reveal the differences between “class” structures
and “gender” roles by focusing on both the attitudes of the narrator and
the dialogues between characters. It has also been put forward that the
title of the novel meaning “sisterhood” has remained only as a title and it
displays an “unequal” sisterhood.
Keywords: Uhuvvet, gender, class, novel.
142
Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları
Unutulan Bir Yazar: Selma Rıza Feraceli
İlk Türk kadın gazeteci olarak bilinen Selma Rıza (1872-1931), İttihat ve
Terakkî Cemiyeti’nin tek kadın üyesi, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin genel sekreteri ve
ilk Türk kadın romancılarımızdandır. Diplomat olan babası Ali Rıza Bey’in ve Jön
Türklerin lideri olup Meclis-i Mebûsân’a da başkanlık yapan ağabeyi Ahmet Rıza’nın
etkisi, Selma Rıza’nın hayatında belirgin bir şekilde görülür. Seçkin bir aileden gelen
yazar, evde özel öğrenim görerek yetişir. Hürriyet kavramı etrafında şekillenen zihin
dünyasıyla Selma Rıza, ailesine haber vermeden, II. Abdülhamid’in baskıcı yönetimine karşı gelerek Paris’te bulunan ağabeyi Ahmet Rıza’nın yanına kaçar (Toros 1994:
60; Uraz 1941: 465). Selma Rıza’nın hürriyet uğruna Avrupa’ya kaçması Jön Türkler
çevresinde takdirle karşılanır. Paris’te Sorbonne’a devam eden Selma Rıza, ileri Fransızcasıyla dikkat çeker ve “Sorbonne’da okuyan ilk Türk kızı” olarak tanınır. Selma
Rıza, on yıl kadar kaldığı Paris’te Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin tek kadın
üyesidir ve bu açıdan da önemli bir şahsiyettir. Selma Rıza’nın siyasete olan yatkınlığı
ve gazeteciliği, Paris’te kaldığı süre boyunca daha da pekişir. Yazarın, ağabeyi Ahmet
Rıza’nın çıkardığı, Fransızca olarak basılan Meşveret ve Türkçe olarak basılan Şûrâyı Ümmet gazetelerinde çalışmış olması, meslekî yaşamında tecrübelerinin artmasını
sağlar (Toros 1994: 60-61; Uçman 2003: 39).
1908 yılındaki meşrutiyetin ilânı sonrasında Jön Türklerle beraber ülkeye dönen
Selma Rıza, çeşitli kültürel ve sosyal faaliyetlerin de içerisinde yer alır. Bunlardan
biri, Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) üyeliği;1 diğeri, ağabeyi Ahmet Rıza
ile birlikte Âdile Sultan Sarayı’nın İnâs Sultânîsi olarak hayata geçirilmesine katkıda
bulunmasıdır.2 Selma Rıza aynı zamanda, dönemin önde gelen kadın dergileri Hanımlara Mahsus Gazete ve Kadınlar Dünyası’nda da yazarlık yapar.
Paris’te geçirdiği yıllar Selma Rıza’nın edebiyat, sosyoloji, tarih ve siyaset konularında olgunlaşmasını sağlar. Selma Rıza, kadının eğitimi, kız çocuklarının okutulması, görücü usulüyle ve zorla yapılan evlilikler, “çok eşlilik” (poligami) gibi konular
üzerine eğilerek özellikle kadın çalışmalarıyla ilgili araştırmalar yapan kişilerin dikkatini çeker. Hakkında detaylı bilgiler bulunmayan Selma Rıza’nın, ardında bıraktığı
mektuplar; “hürriyet” “eğitim” ve “kadın” konularına olan ilgisini açığa çıkarır.3
1
2
3
Cemiyetin kurucuları arasında yer alan Selma Rıza, bir süre sonra cemiyetin içinde var olduğunu fark
ettiği aksaklıkları düzeltmeye çalışır. Ancak, bu aksaklıkların düzeltilmediğini görünce istifa eder ve
görevine dönmesine yönelik yapılan bütün ricaları reddederek cemiyetle yolunu ayırır. Ayrıntılı bilgi
için bkz. Toros 1994: 60-66.
Ahmet Rıza ve kardeşi Selma Rıza’nın eğitim konusundaki faaliyetlerinin ve Âdile Sultan Sarayı’nın
İnâs Sultânîsi olma sürecinde yaşanan gelişmelerin ayrıntısı için bkz. van Os 1997: 26-64.
Selma Rıza’nın ardında bıraktığı mektupların bir kısmı Abdullah Uçman tarafından yayımlanmıştır.
Uçman, mektupların kalan kısmının da yayımlanacağı müjdesini vermekle beraber “henüz” Selma
Rıza’nın mektuplarının tamamını derli toplu sunan bir çalışma yapılmamıştır. Mektupların bir kısmı
hakkında yapılmış ayrıntılı bir inceleme için bkz. Uçman 2003: 39-43.
143
Gülçin Oktay
Uhuvvet Romanı Hakkında
Selma Rıza’nın edebiyat sahasındaki varlığı Uhuvvet romanıyla duyulur. Selma Rıza, 1892 yılında yazmaya başladığı romanını 1897 yılında bitirir. Ancak bu
roman, yazarın hayatta olduğu süre içerisinde basılmaz.4 Kitabın basılması, Nebil
Fazıl Alsan’ın 1999 yılındaki keşfine dayanır. Bu tarihte kitap, Kültür Bakanlığı
Yayınları’ndan çıkar. Kitabın başındaki “Uhuvvet Hakkında” yazısında Nebil Fazıl
Alsan, Selma Rıza’nın Uhuvvet romanını Fatma Âliye’nin romanlarıyla kıyaslar.
Buna göre Nebil Fazıl, Selma Rıza’nın romanını dilinin sadeliği, Arapça, Farsça terkipleri az kullanması ve temiz üslûbu sebebiyle Fatma Âliye’nin romanlarından daha
başarılı bulur (Selma Rıza 1999: XII).
Selma Rıza’nın romanının adı olan “uhuvvet” Arapçada “kardeşlik” anlamına
gelir ve romanda kardeşliğe, aile kurumunun ve toplumsal yapının düzenli işlemesine
yaptığı katkılar dolayısıyla değer verilir.5 Selma Rıza, romanda Adil ve Mürşit arasındaki kardeşliği olumsuz bir örnek olarak gösterirken Mürşit’in çocukları arasındaki
kardeşliği ideal olarak sunar. Kardeşlik ilişkileri önemli bir konu olmakla beraber
romanda asıl hedef, Sabiha ve kızı Meliha üzerinden farklı dönemlerdeki Osmanlı
kadınlarının kadınlık hâllerine odaklanmaktır (Çetin 2010: 43-44; Aytaç 2007: 393394).
Roman, “Sultan Mecid gibi doğuştan nâzik bir padişahın saltanat devri[nde]”
(s. 1) geçer. Bu saltanat, Kırım Savaşı sırasında İstanbul’a gelen İngiliz ve Fransız
ordularının getirdiği Avrupaî yaşam tarzının halk arasında yayıldığı, “bir uygarlık
hevesi[nin] peyda olmaya başla[dığı]” (s. 1) yıllardır. Anlatıcı, bu devri, “…tahsili
için ömrünü medreselerde geçiren softalar azalmaya, halk çocuklarını yeni açılan
okullara göndermeye ve Batı’nın fen ilimlerinin gereği duyularak, Fransızca okutulmasına başlandığı bir zamanda idi…” (s. 2) diyerek anlatır ve bu sayede romanın sosyal panoramasını çizerek çeşitli okumalara imkân sağlar. Yazar, uzun zaman dilimini
kapsayan bu süreyi özetleme tekniğini kullanarak aktarır. Hâkim bakış açısından hareketle yazılan romanda, yazar ile anlatıcı birbirlerine karışırlar. Bu sebeple anlatıcı,
objektif olmaktan ziyade öznel görüşleriyle karşımıza çıkar.6
4
5
6
Uhuvvet romanının yazılış yılı hakkında kaynaklarda farklı tarihlere rastlanılır. Selma Rıza’nın
romanını “nitelikli ilk kadın romanı” olarak değerlendiren Gürsel Aytaç, yazarın mektupları üzerine
çalışma yapan Abdullah Uçman ve Kültür Bakanlığı Yayınları’ndan çıkan romana önsöz yazan 1999
yılının Kültür Bakanı M. İstemihan Talay, romanın yazılma tarihini 1892 olarak kabul ederlerken
Uhuvvet romanını ortaya çıkaran Nebil Fazıl Alsan romanın bitiş tarihini (1897) kabul eder. Bu durum, romanın 1892 yılında yazılmaya başlanıp 1897 yılında bitirilmesinden ve yayımlanmamasından
kaynaklanır. Bu nedenle, belirttiğimiz isimler ya yazılma tarihinden ya da bitirilme tarihinden yola
çıkarlar.
Selma Rıza’nın romanına adını verdiği “uhuvvet” kavramı, iki kaynaktan beslenir. Bunlardan birincisi,
bir müminin din kardeşlerine olan bağımlılığıdır; ikincisi, Jön Türkler arasındaki “kardeşlik, eşitlik ve
hürriyet” prensipleridir. Bu konu hakkında detaylı bilgi için bkz. Okur 2003: 163-164.
Uhuvvet romanının “kurmaca yapı”sı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Hazer 2011: 875-893.
144
Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları
Roman, Merzukîzâde ailesinin tanıtılmasıyla başlar. Bu aileye mensup Mürşit
ve Adil kardeşler romanın merkezi konumundadırlar ve anlatılanlar bu kişiler etrafında gelişip genişler. Bu iki kardeşin aynı anne ve babadan olmalarına rağmen karakterlerindeki farklılıklar uzun uzun anlatılır. Büyük kardeş Mürşit “…şen, serbest, sözü
ve sohbeti ve herkesle anlaşması yerinde ise de, bilgisizliği yüzünden, şen oluşu da
çoğunlukla içkinin etkisinden ileri gel[en]” (s. 3) bir kişidir. Ancak Mürşit’in tam zıttı
olan Adil, o kadar “ağırbaşlı ve vakarlı görünür, az konuşur, az güler, birçok zamanını
ciddi işlerle geçirir biri[dir ki]” (s. 3-4), bu nedenle anlatıcının da takdirini kazanır.
Bu iki zıt kardeşin anneleri Çerkez asıllı Dilber Hanım ise çocuklarından “ilk çocuğu,
çok kıymetlisi” (s. 5) Mürşit’i daha çok sever. “Babalarının ölümünden sonra” (s. 4)
aile, yine “babalarından kal[an]” bir konakta cariyeler, kalfalar ve dadılar içerisinde
tam da Merzukîzâde kelimesinde sembolleştirildiği şekilde “bolluk, bereket, rızık”
içerisinde yaşarlar. Adil, bu kalabalık aile ile aynı evi paylaşsa da düşünce ve yaşam
tarzı olarak onlardan uzaktadır. Mürşit ise, annesinin de desteğiyle konak içerisinde
cariyelerle gönül eğlendiren rahatına düşkün, olumsuz bir kişidir.
Selma Rıza, bu kalabalık ailenin bireylerini ve cariyelerini teker teker tanıttıktan
sonra romana, olayların gelişimini etkileyecek bir karakter yerleştirir. Bu karakter,
saltanat karşıtı faaliyetlere karıştığı gerekçesiyle sürgüne gönderilen Sâlim Paşa’nın
kızı Sabiha’dır. Sabiha, “o güzel goncaya benzeyen dudaklar arasında görünen -iki
dizi inciyi andırır- dişler[e]” (s. 25) kadar güzelliğiyle ve “bin türlü helecanın etkisiyle renkten renge gir[en]” (s. 24) çekingen yapısıyla anlatıcı tarafından uzun uzun anlatılır. Romanda olaylar, Adil Bey’in bir gün Boğaziçi sefasında bu aileyi ve dolayısıyla
Sabiha’yı görmesiyle hareketlenir. Adil Bey, bu karşılaşmadan sonra annesi Dilber
Hanım’a ve kalfa Kamer’e Sabiha’yı sevdiğini imâ eder ve şehirli, kibar bir ailenin
kızıyla evlenmek istediğini belirtir. Dilber Hanım ve kalfa Kamer “[h]iç istediğin gibi
terbiyene alıştırdığın cariyeye benzer mi?” (s. 20) diye düşünseler de gidip Sabiha’yı
görmeye karar verirler. Bu görüşme sırasında Dilber Hanım, Sabiha’nın güzelliği ve
ahlâkının temizliğiyle Adil’i etkisi altına alacağı ve oğlunun kendi yönetiminden çıkacağı korkusuyla kızı, “göz bebeği” büyük oğlu Mürşit’e istemeye karar verir; nitekim
bu düşüncesini de eyleme döker. Dilber Hanım’ın bu teklifi, Sabiha’nın bütün itirazlarına rağmen ailesi tarafından kabul edilir. Kalfa Kamer ve Dilber Hanım’ın türlü
hileleriyle Mürşit kandırılır; Sabiha Hanım ile Adil Bey’i birbirinden soğutacak sahte
mektuplar yazılır ve neticede Sabiha ile Mürşit’in evlenmeleri sağlanır. Gerçekleşen
evlilik neticesi Sabiha ve Adil, kaderlerini “kim”lerin yönlendirdiklerini bilemeden
kendilerine biçilen hayata ve bu hayat içerisindeki rollerine uyum sağlamaya çalışırlar. Mürşit, Sabiha’yı sevmekle beraber, tabiatındaki ahlâkî zâfiyetler ve annesinin
kışkırtmaları neticesinde cariyelerle olan ilişkilerine devam eder ve Sabiha’dan olanlarla beraber bir düzine kadar çocuk sahibi olur. Ancak Dilber Hanım ile yanından
ayırmadığı ve her türlü kirli işlerinde başyardımcısı olan kalfa Kamer, Sabiha’nın
Mürşit Bey tarafından sevilmesini hazmedemezler. Romanın “felaket” çatısını kuran
bu ikili, Mürşit Bey’i yine türlü sahte belgelerle Sabiha’nın iffetsiz olduğuna, hatta
son kızı Meliha’nın kendisinden değil de Adil Bey’den olduğuna inandırarak evliliğin
bozulmasına ve Sabiha ile kızı Meliha’nın sokağa atılmasına sebep olurlar. Yazar,
bu aldatma hikâyesinin doğrulanmasında roman boyunca devam eden isim semboli-
145
Gülçin Oktay
zasyonundan da yararlanır. Mürşit Bey’in Zeliha adını koyduğu, ancak Adil Bey’in
Meliha diye hitap ettiği bu kız, annesi Sabiha’ya olan benzerliğiyle öne çıkar. Adil
Bey’in Sabiha’yı sevdiğini bilen anne Dilber Hanım ve kalfa Kamer, “[k]ıza güya
güzelliği için ‘Meliha’ adını koydu, diyorlar. Hâlbuki bizim hoca efendiye sordum,
Meliha’nın asıl manası “Sabiha” imiş!” (s. 108) şeklindeki yorumlarıyla isimlerin romanın kurgusundaki işlevsel rollerine işaret etmiş olurlar. Romanın buraya kadar anlatılan kısmı, hem aile hayatı içerisinde yaşanan gelişmeleri göstermesi hem de “çok
eşli” (poligami) evliliklerin oluşturduğu karmaşayı vurgulaması açısından önemlidir.
Sabiha ile Meliha’nın sokağa atılmasıyla romanda ikinci bir evre başlar. Bu evre,
merkeze Meliha’yı ve onun çevresinde gelişen olayları yerleştirir. Mürşit Bey’in evinden kovulan anne-kız, Sabiha Hanım’ın baba konağından tanıdığı fakir bir çalışanlarının evlerine sığınırlar. Sabiha Hanım yaşadıkları sebebiyle hastalanır ve Meliha’yı
Sabiha Hanım’a benzerliği dolayısıyla çok seven Adil Bey’e bırakır. Bu görüşme sonunda Sabiha ile Adil’i yıllar önce birbirinden koparan sahte mektuplar ve sözler ortaya çıkar. Ancak Sabiha için çok geçtir, son nefesini vermek üzeredir; kızı Meliha’yı
Adil’e teslim eder ve Adil’den Meliha’nın eğitim hayatıyla ilgilenmesini ister. Bu son
dilek, Adil tarafından kabul edilir ve Adil ile Meliha izlerini kaybettirerek Beyrut’a,
Adil’in tanıdığı bir dostun yanına giderler. Romanın bu kısmı, Meliha’nın bir sonraki
bölümde başlayan “bireyleşme” süreci için bir geçiş evresidir.
Romanın üçüncü halkası diyebileceğimiz kısım da bundan sonra başlar. Adil,
Beyrut’ta bir dönem sınıf arkadaşı olan Kasım’ın babası Seyit Ahmet Elganim’in yanına sığınır. Burada kendisi ve Meliha için gözlerden uzak, güvenli bir yaşam tasarlar.
Adil’in bu tasarısı gerçekleşir ve Meliha, Beyrut Amerikan Koleji’nde okur; bir süre
sonra da üniversiteyi okumak maksadıyla Fransa’ya gider. Roman hakkında değerlendirmelerde bulunanlar, “ideal kadın” Meliha karakterinin tam da bu noktada Selma
Rıza ile benzerliğine dikkat çekerler (Aytaç 2000: 79). Bu süre içerisinde Adil, Seyit
Ahmet’in Cezayir’de Fransızlara karşı ayaklanan oğlu Kasım’ın yakalanma haberleriyle ve bu haberlerin Seyit Ahmet’te yarattığı üzücü etkilerle ilgilenir. Fransızlar tarafından yakalanan Kasım öldürülür, bu olay ise Seyit Ahmet’in ölümüne sebep olur.
Bu yaşananlar, Adil ile Meliha’nın hayatını değiştirir. Seyit Ahmet, oğlu gibi sevdiği
Adil’e ve torunu gibi gördüğü Meliha’ya servetini bırakır. Meliha, Fransa’daki felsefe
eğitimini tamamlayıp Adil’in yanına döner. Ancak Meliha çok sevdiği amcası, manevi
babası Adil’i kaybeder ve Adil Bey’in ölmeden önce verdiği nasihatlere uyarak ismini
“Zeliha”7 olarak değiştirip kendisine kalan mirasla kardeşlerini bulmak için İstanbul’a
gider.
7
Kişi isimleri romanın kurgusunda önemli bir yere sahiptir. Adil Bey tarafından Meliha olarak belirlenen
ismin, “yine” ölüm döşeğindeki Adil Bey’in tavsiyesiyle Zeliha’ya çevrilmesi ve “hatta” Meliha’nın
tanınmamak için Sitti Zeliha bint-ül Ganim “tam” ismini taşıması mânidârdır. Seyit Ahmet Elganim’in
kendisine devrettiği mirası alan Meliha, “ganimet alanın kızı” (bint-ül Ganim) olarak eski köklerine
(kardeşleri ile beraber yaşadığı ve babası Mürşit’in koyduğu isme) kavuşur ve ilk ismi Zeliha’ya geri
döner. Zeliha ve Meliha ismi üzerinden bu yönde bir sembolik okumanın “bir bölümü” için bkz. Aytaç
2000: 78.
146
Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları
Romandaki olayların dördüncü ve son halkası da burada başlar. Meliha, Sitti Zeliha bint-ül Ganim ismiyle İstanbul’da Kadıköy’e yerleşir ve yanında bulunan
yardımcılarıyla kendisini Arap olarak tanıtır. Bu süre içerisinde Meliha, kardeşlerine
ulaşır; durumlarını, geçmişte yaşananları, Dilber Hanım’ın ve babası Mürşit’in acılar
içinde öldüklerini, eski cariyelerin, kalfaların bir bir ortadan kaybolduklarını öğrenir.
Kardeşleri de Meliha’nın öldüğünü kabullendikleri için Sitti Zeliha’nın Meliha olabileceğinden şüphelenmezler. Ancak romanın sonunda bir bahaneyle Merzukîzâdelerin
evine gelen kalfa Kamer, Sitti Zeliha’nın Meliha olduğunu anlar ve bunu Zeliha’nın
kardeşlerine söyler. Gerçeği öğrenen kardeşler, “kardeş” olmanın mutluluğunu yaşarlar ve roman, kardeşliğin, kardeşlik arasındaki bağların ve sevginin yüceliği vurgulanarak sona erer.
Uhuvvet Romanında Kimlik, Sınıf, Temsîl
Oldukça geniş bir olay örgüsüne sahip olan Uhuvvet romanı, üzerinde tartışılması gereken önemli konuları da içerisinde barındırmaktadır. Romanda birbirini takip
eden olay halkaları tespit edildikten sonra yazar-anlatıcı tarafından öne çıkarılan karakterlere, olaylara, durumlara ve toplumsal yapıya yönelik eleştirilere odaklanmak
ve bu eleştiriler üzerinden anlatıcının değerlendirmelerine dikkat etmek gerekir. Bu
noktada romanda, gerek anlatıcının tavırları gerek karakterler arasındaki diyaloglar
“sınıf” yapıları arasındaki farkları ortaya çıkarmakta ve bu yönüyle yazının da amacını oluşturmaktadır.
“Hizmetçi, cariye, odalık” kadınlar Türk romanında çoğu “üst sınıf”lara
mensup yazarların işledikleri önemli konulardandır. Tarihin ilk dönemlerinden
beri pek çok uygarlıkta görülen ve işlevsel bir görevi üstlenen “kölelik”, yasalardaki düzenleme/iyileştirme ve nihayetinde ortadan kaldırılma noktasında oldukça
tartışmalı ve karmaşık süreçleri de beraberinde getirir.8 Özellikle, “modernleşme”
çabaları içerisinde yaşanan değişimleri konu edinen Tanzimat romanları, “ev içi”
hayata katılan “cariye, hizmetçi, kalfa” tiplerine geniş yer verir. Üst ve orta sınıftan kadınlar ile alt sınıftan kadınlar arasındaki sınıf ayrımlarını ücretli ev emeği/hizmetçiler noktasından inceleyen pek çok çalışma mevcuttur.9 Bu çalışmalar
içerisinde Yavuz Selim Karakışla’nın önce makale olarak yayımladığı, ardından
da kitaplaştırdığı Osmanlı Hanımları ve Hizmetçi Kadınlar (1869-1927) adlı çalışması oldukça dikkat çekici ve önemlidir. Bu kitap, Osmanlı kadın dergilerinde
sınıfsal yapıyı “hizmetçi/temizlikçi” kadın ile “işveren/hanımefendi” örnekleri
üzerinden irdeler. Karakışla, incelediği kadın dergilerinde hizmetçilerle ilgili dört
yazıya odaklanır. Bu yazılar sırasıyla: 1893 yılında Hanımlara Mahsûs Gazete’de
yayımlanan “Hanım ile Hizmetçinin Münâsebeti” adlı imzasız makale; 1911 yılında İstanbul’da basılan Kadın dergisinde Mehmet Nurettin imzasıyla çıkan “Hiz-
8
9
Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Erdem 2004.
Bu çalışmalarla ilgili olarak bkz. Özbay 2012: 13-47; Öztek 2002: 204-216; Özyeğin 2005; White
2015; Bora 2014; Kalaycıoğlu-Tılıç 2001.
147
Gülçin Oktay
metçiler” başlıklı makale; 1914 yılında Kadınlar Dünyası dergisinde F. Sâmiha
imzasıyla çıkan “Hizmetçiler” adlı makale ve 1926 tarihli Kadın Yazıları dergisinde Mevhibe İclâl Hanım’ın imzasıyla çıkan “Hizmetçiler ve Onlarla Muâmele”
adlı makaledir. Bu dört makalenin ortak yanı, “hanımların” kaleminden “hizmetçi
kadınlar”ın nasıl görüldüklerini sergilemeleridir. Bu makalelere göre “evin hanımları”; “hizmetçi kadınları” genel olarak “pis, hırsız, alçak ve cahil” olarak
değerlendirirler.10 Kadınların aralarındaki sınıf ayrımları makalelerin içerisindeki “biz ve onlar” hitaplarıyla daha da somutlaşır. Karakışla, “hizmetçi/emekçi”
kadınları sadece kadın dergileri üzerinden değil, Hüseyin Rahmi’nin Mürebbiye
(1899), Burhan Cahid’in Hizmetçi Buhrânı (1927) ve A. Rıfkı’nın Hizmetçi Belâsı
(1911) gibi romanları üzerinden de inceleyerek dönemin sosyal düzeni ve dolayısıyla sınıf yapısı hakkında önemli veriler elde eder.
O dönemdeki edebî metinlerin vazgeçilmez teması ve toplumsal yapının da
onulmaz yarası olan “kölelik”, Osmanlı İmparatorluğu’nda şeriat yasalarına göre
düzenlenir. Köle alım-satımı, kölelere davranış ve köle âzâd edilmesi gibi konularda bu yasalara göre hareket edilir; ancak yasaların toplum hayatında “ne derece”
kabul gördüğü tartışmalıdır. Durumun en tipik örnekleri tarihî belgelerden öğrenilmekle beraber, toplumsal hayattan ayrı düşünülemeyen edebî metinlerde de kölelik meselesiyle ilgili önemli ipuçları yakalamak mümkündür. Bu tema, yukarıda
da vurgulandığı gibi Tanzimat metinlerine sıklıkla konu olur ve kölelik kurumunun yarattığı sıkıntılar özellikle “mazlum, ezilmiş” cariye tipi üzerinden anlatılır.
Dönemin yazarları tarafından kölelik, Tanpınar’ın (1997: 291) ifadesiyle “hissî bir
mevzu” olarak yansıtılarak “erişme ve ikbal hırsı ile” ele alınmaz. Edebî metinlerde
kölelik kurumu, mağdur cariye tipi üzerinden hissî yönüyle ele alınırken sınıflar
arasındaki farklılıklar konusunda önemli ipuçları veren eleştirel yapı ihmâl edilir.
Metinlerdeki cariye/kalfa/halayık tiplerine metindeki birkaç karakterin olumsuz
eleştirileri dışında, asıl olarak anlatıcının tavrı üzerinden odaklanılmaz. Bu yönde
yapılacak bir inceleme, metinleri tek yönlü bakış açısından kurtararak farklı değerlendirmelere elverişli hâle getirir.
Türk edebiyatının “babasız oğulları”nın hayatında önemli bir yer edinen cariyeler, Selma Rıza’nın kaleminde ise, incelenmeye değer farklı bir görünüm kazanırlar.
Namık Kemal’in İntibah romanındaki Dilâşub, Ahmet Mithat Efendi’nin Felâtun Bey
ile Râkım Efendi romanındaki Cânân, Samipaşazâde Sezai’nin Sergüzeşt’indeki Dilber
10 Aynı durum “farklı” bir şekilde Şemseddin Sâmi’nin Aile dergisinde de geçmektedir. Şemseddin Sâmi,
dergisinin “nasıl” ve “ne zaman” okunacağına dair malumatlar verdiği kısımda, bahsettiğimiz şekilde
bir ayrım yapar. Yazara göre; dergi içerisindeki “ciddi yazılar”, ailenin bütün üyeleri tarafından okunabilirken “sadece” kadın işleri ile ilgili olan yazılar, “hatta hizmetçilerinizi bile çağırarak” tavsiyesiyle
hizmetçilerle birlikte okunabilir. Bu kısım, erkek bir yazar olarak Şemseddin Sâmi’nin konuya yaklaşımını göstermesi açısından önemlidir. Yazının bütününe bakıldığında dönemin diğer kadın ve erkek
yazarlarına kıyasla farklı ve daha eşitlikçi bir tavır sergileyen Şemseddin Sâmi, “hatta” ifadesiyle bu
konudaki eşitlikçi yaklaşımı okuyucuya bir kez daha sorgulatır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Karakoç 2000.
148
Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları
üzerinden okumaya alıştığımız “masum, mazlum, mağdur cariye”11 tipi, Uhuvvet’te
“Osmanlı hanımları” karşısında “mahalle kadını” tipine dönüşür. Romanda bu durum,
İstanbul’daki mesire (seyir) yerlerinden bahsedilen kısımlarda belirgindir. Anlatıcı bu
yerlere gelen “Osmanlı hanımları”na dikkat çeker. Üst sınıftan kadınları “kibar, naif”
olarak anlatırken bu kadınlara kıyasla modernleşemeyen kadınları “mahalle kadını”
olarak betimler:
“İşte o Cuma akşamı da herkes bu şekilde eğlencesine dalmış, arabalarda, yayalarda genel bir hareket görülmekteydi. Ancak, gezi yerinin denize
en yakın olan bir tarafında bir kira arabası, güya âlemi bu toz toprak içinde
nasıl olup da eğlenebildiğini seyretmek ister gibi, bir ağaç gölgesine çekilmiş
durmakta idi. İçindeki hanımların hal ve tavırlarına dikkat edilse, bu gibi
âlemlerin acemisi gibi görünürlerdi. Fakat, İstanbul’un gerici bucaklarından
gelerek halkın -her ne türlü olursa olsun- eğlencesine “Rezalet” adı vermek
için, herkese tahkir edici bir gözle bakmayı âdet edinmiş mahalle kadınlarından olmayıp, yalnız gayet sessiz durmalarından, değişik kıyafetle gelmiş bir
kibar aile oldukları anlaşılıyordu.” (Vurgu benim, s. 237).
Yukarıdaki alıntıda “mahalle kadınları” olarak tanımlanan kadınlar, İstanbul’un
gelişmemiş yerlerinden gelmeleri ve Avrupaî yaşam tarzını yadırgamaları dolayısıyla anlatıcı tarafından olumsuz gösterilir. Anlatıcı, İstanbullu “esas” hanımlar ile tam
olarak İstanbullu olamamış, “modern” yaşam tarzını benimseyememiş kadınları kıyaslayarak sınıf yapıları ve modernleşme yönündeki tavrını farklı bir açıdan ortaya
koyar. Bu “mahalle kadınları”ndan da daha aşağı bir sınıfa ait görülen “cariyeler” ise
Merzukîzâdelerin konağında fazlasıyla bulunarak Mürşit Bey’in çocuklarını doğurmakta, evin hanımını kıskanmakta ve onun yerine geçmek için her türlü hile ve fesat
içerisinde bulunmaktadırlar. Selma Rıza’nın işlediği cariye tipleri, anlatıcı tarafından
“şeytan”, “dalkavuk” (s. 14), “fettan” (s. 36), “beş on para fazla kapabilme derdinde”
(s. 37) kişiler olarak anlatılır. Yazar, böylece, bir yandan sınıfsal farkları ortaya koyarken bir yandan da “çok eşlilik” konusunu topluma verdiği zararlar yönünden ele
alır. Özellikle anlatıcı, pek çok kadının bir arada bulunduğu evlerde her kadının aynı
rütbede olmak arzusuyla çekişmeler yaşayacağını ve bunun neticesinde aile hayatı
içerisinde “haset, garaz ve düşmanlık”ın (s. 101) hâkim olacağını söyler.
Yazarın “çok eşlilik” ve “cariyelik” konularını doğacak çocuklar açısından ele
alması, dönemindeki diğer yazarlar tarafından ihmâl edilen bir noktaya değinmesi
11 Tanzimat romanlarını kölelik noktasında ele alıp, “ezilen” cariye tiplerini analiz eden bir çalışma için
bkz. Parlatır 1987. Ancak, bu romanlardaki “esaret” temasını sadece “ezilen” cariye tipleri üzerinden
okumak pek çok tehlikeyi de beraberinde getirir. Romanlardaki “hür/özgür kadın” ile “esir cariye/odalık” zıtlığını erkeklerin ve anlatıcının tavırları üzerinden farklı bir okuma, metinlerin cinsiyetçi yapısını
anlamak açısından daha faydalı olacaktır. Namık Kemal’in İntibah (1876) romanı ve Ahmet Mithat
Efendi’nin Felâtun Bey ile Râkım Efendi (1876) romanı üzerinden böyle bir okumayı gerçekleştiren ve
belirtilen romanlardan yola çıkarak erkek karakterlerin ve anlatıcının zorunlu hâller dışında bu “ezilen”
kadınlar yerine “özgür” kadınlara olan meyillerini ayrıntılı bir şekilde analiz eden bir yazı için bkz.
Karakoç 2009.
149
Gülçin Oktay
açısından orijinaldir. Romanda anlatıcı, aile hayatında hâkim olan böyle bir yapının
özellikle cariye çocuklarının eğitimden uzak, ahlâkî bakımlardan zayıf, dış görünüş
açısından da “düzensiz” olmalarına sebep olacağını anlatarak olası kötü sonuçları sergiler. Nitekim romanda Mürşit’in cariyeden olan oğlu Cavit, Adil tarafından yazarın
bu düşüncesini destekler nitelikte anlatılır:
“Güzel ama Kamer! Bu tarz bir yaşayışla aile teşkili mümkün olamaz.
Bakınız Cavit dünyaya geleli üç sene oluyor. Annesinin adı bile belli değil. Herkes Mürşit Bey’in oğlu diyor ama yerden mi çıkmış, gökten mi inmiş kimsenin
haberi yok. Bir çocuktur dünyaya gelmiş, ne anası belli, ne dâyesi! Zannedersem validesine de “sütnine” diyormuş. O cariye de ona “oğlum” yerine “bey”
der. “Sayesinde yaşıyorum” diye yetiniyor…Zaten mayası bozuk olan bir veled
ahlâksızın biri olur kalır!..” (s. 17).
Yukarıdaki satırlarda görüldüğü gibi Adil, romanın bir karakteri olarak cariye
çocuklarının dramına değinirken bir yandan da cariyelere karşı olumsuz tavrını dile
getirir. Romanın sonlarında cariyelerden olan çocukların akıbetinden bahsedilirken
kullanılan “Hiç biri ötekini tanımaz… Küçükler babadan kalan emekli maaşı ile geçiniyorlar. Büyüklere gelince bilmem ama sanırsam kimi çoğu zamanını meyhanelerde
geçiriyor, kimi okuldan kovulmuş, kimi memuriyetten çıkarılmış! Böyle sefil bir hayat!
Zavallılar babalarının, analarının günahını çekiyorlar.” (s. 298) şeklindeki ifadeler
bu düşünceyi desteklemektedir. Ayrıca anlatıcı, Sabiha Hanım’ın oğlu Selim aracılığıyla, büyükanne Dilber’in ölümünü anlatırken “Fakat Cavit’ten, Mahbube’den,
Dildar’dan yediği dayaklar, gördüğü hakaretler, o ana kadar hep fesat aramakla
takatsiz düşmüş, vücudunu yataklara düşürmüştü. Dili tutuldu.” (s. 386) şeklindeki
beyanıyla, hem cariyelerin ve cariye çocuklarının kötülüğüne vurgu yapar hem de
Sabiha’nın çocuklarının her şeye rağmen merhametli ve saygılı yönlerine işaret eder.
Kalfa Kamer de, Mürşit’in çocuklarından en çok Sabiha’nınkileri sevdiğini söyler ve
onları tatlı yüzleri ve melek huylarıyla hatırlar. “Paşamın bu kadar çocuğu oldu, birini
onlar kadar sevmedim! Zaten annelerini de pek severdim ya!” (s. 423) ve “Ah! Efendimin ciğerpâreleri…” (s. 425) diyerek Mürşit’in cariyelerden değil de Sabiha’dan olan
çocuklarına karşı sevgisini belirtir.
Anlatıcının tutumunda beliren üst tabaka-alt tabaka karşıtlığı, Mürşit’in cariyelerden olan çocukları ile “kibar, şehirli, soylu” bir ailede büyüyen ve terbiye alan
Sabiha Hanım’ın çocuklarının kıyaslandığı kısımlarda da karşımıza çıkar. Aşağıdaki
alıntıda anlatıcının, Mürşit’in çocuklarını “nasıl” değerlendirdiğini ifade eden birer
örnek sunulmaktadır:
“Mürşit el çırptı. Gelen harem ağasına haremden küçük hanımlarla beyleri getirmesini söyledi. Biraz sonra o sırada on üç yaşını tamamlayan ve bir
iki ay askeri bir okula verilen Cavit, kimi kucakta, kimi ayakta dört beş çocukla
içeriye girdi. Adil hallerindeki arsızlığa, kıyafetlerindeki düzensizliğe dikkat
ederek, bunların odalıklardan dünyaya geldiklerini kolayca anladı.” (s. 95).
[…]
150
Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları
“Adil oturduğu yerden bu konuşmaları üzülerek izliyordu. Bir müddet
sonra, çok temiz giyinmiş ve sarı saçları güzelce taranmış, kurdelelerle bağlanmış olduğu halde biri sekiz, öteki altı, bir diğeri de iki yaşında üç çocuk el ele
vererek, içeri girdiler, doğruca babalarının yanına gidip elini öptüler. Mürşit,
yüzlerini sevip okşadıktan sonra, amcalarının da elini öptürdü.” (s. 97).
Yukarıdaki iki örnek, taraflı anlatıcının yaptığı sınıfsal ayrımları vurgulaması
açısından önemlidir. Yazarın eğitimli ve üst sınıf bir aileye mensup olması, kurguladığı karakterlerin de bu özelliklere sahip olmasını sağlar; ancak bunun dışında kalan
karakterler, yazarın “ideal”inin dışına itilir ve olumsuz gösterilir. Bu durum, okuyucunun “alımlama”sında etkiler yaratarak metnin tam da anlatıcının sunduğu şekilde
değerlendirilmesine sebep olur.
Anlatıcı, Sabiha’nın çocuklarından “türlü türlü lisanlar öğren[miş]”(s. 434)
başarılı kişiler olarak bahsetse de Meliha’yı “düşüncesi yaşına nisbet kabul etmez
bir derecede” (s. 121) sözleriyle kardeşlerinden olumlu taraflarıyla öne çıkarır. Bu
durum iki sebepten kaynaklanır: Birincisi, Meliha’nın eğitiminde Adil Bey tarafından harcanan çaba; ikincisi, Meliha’nın okumuş olduğu okullar (Beyrut Amerikan
Koleji) ve nihayetinde Fransa’da aldığı felsefe eğitimidir. Bu gelişmeler sayesinde
anlatıcı, olayların merkezindeki Meliha’yı eğitimi sayesinde kendi kardeşlerinden bir
adım önde göstermekte; ancak kardeşlerini de güzellikleri, ahlâkları ve terbiyeleriyle
övmektedir. Nitekim Meliha, annesini ve istekleri dışında evlendirilen kardeşlerini
düşünerek içinde bulundukları “esaret âlemini” (s. 121) “Yarab!.. Eğer dedikleri gibi
var isen, her şeye kadir, bizi yaratmış isen… Yaşamak hep bu cefadan ibaret ise ne için
bu zulmü verdin? (…) Düşündükçe bakışlarım önünde şu küçük kürre kadar önemi
kalmıyor. Heyhat!.. Ya biz… Dünya!.. Biz ki onun büyüklüğü yanında bir zerre, bir
hiç..” (s. 121-122) şeklinde uzun bir sorgulamaya tâbi tutarak “iyi” eğitimin farkını
temsil eder. Böylece Meliha, kardeşlerinden daha rasyonalist ve cesaretli yapısıyla
yerleşik toplumsal kurallara karşı çıkar.
Anlatıcı, cariyelerin soy bakımından bozukluklarına, fırsatçılıklarına işaret
ederken Sabiha Hanım’ı tanımladığı kısımlarda soylu, kibar ailelerin önemine ve onların yetiştirdiği çocukların dürüstlüğüne ve düzgünlüğüne değinir. Romanda anlatıcının “sınıfsal” açılardan bu taraflı tavrı, “şehirli/iyi” ile “cariye/kötü” karşıtlıklarında
belirginleşir. Bu ayrımlardan biri, Adil’in ağabeyi Mürşit’e yaptığı bir konuşmada
cariyeler ile Sabiha Hanım’ı kıyasladığı kısımda geçmektedir:
“-Evet!.. Nikâhla bir kibar kızı aldınız. Fakat hiç düşünmediniz ki, o kızın mayasında kadir ve haysiyetini anlayacak kadar yüksek bir his vardır. O
zamana kadar yatağınıza aldığınız odalıklar gibi değildir. Kadındır, lakin onlar
gibi “kadın!” değildir. Onlar gibi aşüfteliğe yeteneği, aşk fenninde de ustalığı
yoksa da arasında, geçmişte gördüğü itibarı şimdi birtakım rezillerden gördüğü
tahkirle karşılaştırılacak kadar düşünceye kudret, kuvvet, vicdanında, onların
rekabetine dayanabilecek derece bir iyimserlik, gönlünde kocasına karşı ödevi
gereği mutlak bir sevgi bulunur…” (s. 103).
151
Gülçin Oktay
Anlatıcı, Sabiha’nın evden gönderilmesinden sonra cariyelerin “Cavit’in annesi
Mahbube’nin başkanlığı altında bir toplantı yap[malarını]” (s. 85) anlatırken cariyelerin fırsatçılıklarını şu cümlelerle vurgular:
“Öyle bir toplantı ki, her saniye düşüncesi Sabiha’yı tahkir ile Paşa’nın
gözüne kötü göstermekten ibaret!.. Öyle bir toplantı ki, kişisel çıkarlarından
başka bir şey görmez, düşünmez!.. Öyle bir toplantı ki, tamamı ancak bir çocuk sahibi olup da, Paşa’nın eşliğine geçebilmek hakkını kazanmak!.. Öyle bir
toplantı ki, isteklerini elde etmek için, her alçaklığı bir fazilet gibi görür!.. Öyle
bir toplantı ki, fesattan başka mutluluk hayali göremez!.. Öyle bir toplantı ki,
tamamıyla Sabiha’nın aleyhinde… Onun nurlu namus ve temizliğini ayaklar
altına almak!...” (s. 85).
Anlatıcının Sabiha için kullandığı “…öte yanda, yaratılışı ve güzel ahlakı meleklerden bile üstün derecede olan Sabiha da..”(s. 87), “zavallı” (s. 89) “çocuk” (s. 24)
“bu henüz çocuk denilecek yaştaki yavru” (s. 62), “Sabiha’nın eşsiz hayali” (s. 84),
“çocukluk günlerini eğitim ve terbiye ile geçirmiş olduğundan” (s. 87) şeklindeki ifadeler “şehirli” Sabiha’yı “diğer kadınlardan” yani “cariyeler”den ayırması açısından
değerlendirilmelidir. Dilber ve kalfa Kamer için “iki fesatçı cadaloz” (s. 93); yine kalfa Kamer için “Mürşit’in en kıymetli dalkavuklarından” (s.14); Dildar isimli cariye
için “yapmacık bir utanma ile” (s. 48) “sahte bir tavır ile” (s. 54), “rekabet ateşiyle
yanan bir cariye” (s. 111) ifadelerini kullanması, anlatıcının tavrını ortaya koyan diğer örneklerdir. Anlatıcı, sınıfsal olarak da ötekileştirdiği bu kişilerle empati kurmaz
ve “elitist” bir tavır sergiler.
Ancak romanda anlatıcının alt sınıftan olmasına rağmen olumlu gösterdiği bir
karakter vardır ki, bu da Zehra’dır. Meliha’nın Beyrut’ta bulunduğu sürede Seyit
Elganim’in evinde hizmetine verilen Zehra, cariye/hizmetçi olup da anlatıcı tarafından onaylanan tek karakterdir. Meliha ile Beyrut’tan İstanbul’a taşınan Zehra, birtakım özellikleri sebebiyle romandaki olumsuz cariye/hizmetçi tiplerinden farklıdır. Bu
farklılıkların başında Zehra’nın eğitimli olması gelir. Meliha, “bu zavallı kıza bir hizmetçi gibi değil, sanki bir kardeş, bir arkadaş gibi davran[ır]” (s. 215) ve Zehra’nın
eğitimi için özel bir çaba harcar. Romanda diğer “hizmetçi, cariye” tiplerinden farklılaşan Zehra, ancak “evin hanımı/sahibesi” tarafından verilen eğitim ve yönlendirme sayesinde anlatıcının olumsuz bakış açısından kurtulup Tanpınar’ın (1997: 291)
ifadesiyle “romanesk gelişmelere belli başlı en müsait”, “zengin ve hüzünlü tarafı”yla
ele alınır.
Uhuvvet Romanında Toplumsal Cinsiyet Rolleri
Kadınların eğitimi ve toplumsal yapıdaki konumları üzerine çalışmalar gerçekleştiren Selma Rıza, ilgilenmiş olduğu bu konuları Uhuvvet romanında da ele alır.
Bu açıdan, Uhuvvet romanı sınıf yapıları hakkında ipuçları verirken toplumsal cinsiyet rolleri konusunda da incelenmeye değer malzemeler sunar. Kadınların toplumsal
ezilmişliklerine değinen Selma Rıza, “ev içi” ve “ev dışı” mekânlarda kurguladığı
kadın ve erkek karakterler etrafında konunun toplumun zihnine işlenmiş yapısına işaret eder. Bu sebeple, sadece erkek karakterlerin kadınlar hakkındaki yorumları değil,
152
Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları
kadınların “olması gereken”in dışına çıkan diğer kadın karakterler hakkındaki yorumları da değerlendirilmelidir.
Romandaki erkek karakterler, kadın karakterlere göre daha cansızlardır ve kendilerine biçilen aracı rollerin taşıyıcıları konumundalardır. Bu durum, altını çizerek
söylemek gerekirse, Adil ve Mürşit karakterleri ile birlikte erkek karakterlerin hepsinde vardır. Selma Rıza, kadının ezilmişliğini ve bu ezilmişliğe karşı çıkışını anlatırken
sırasıyla Mürşit’i ve Adil’i bu serüvende belli bir işlevi yerine getiren karakterler olarak kullanır. Nitekim Mürşit, karısı Sabiha’ya yaptığı eziyetlerle, Adil de Meliha’nın
eğitim sürecinde yaptığı yardımlarla işlevsel rollerini sergilemiş olurlar. Romanda
Adil, Mürşit ve kısa bir süre için de olsa beliren erkek figürlerin “zayıf” karakterler
olduklarını söyleyebiliriz. Başkalarının yönlendirmeleriyle hareket eden bu erkek karakterlerin “canlılık” belirtisi gösterdikleri noktalar tamamen yok olmamakla beraber
oldukça azdır. Ancak romanda erkekler, kendi yaşıtları olan kadınlar üzerinde tahakküm kurarlarken aynı hareketleri yaşı büyük kadınlara karşı sergilemezler. Özellikle
Adil’in kendisine karşı her türlü kötülüğü yapan annesine karşı çıkamaması ve bu sebeple Sabiha ile evlenemeyerek kıyıda kalması; Mürşit’in de annesinin müdahalesiyle
Sabiha’yı evden kovma aşamasında yaşadığı kısa tereddüt, toplumda yaşı ilerlemiş,
anne olmuş kadının erkek karşısında bir derece de olsa kabul görmüşlüğünü anlatır.12
Aynı durum, kadın karakterlerde ise farklı gelişir. Kadın karakterler ilk başlarda “zayıf” görünseler de sabırlarının son noktalarında yaşadıkları haksızlıklara tepki vererek “canlılık”larını ortaya koyarlar. Nitekim burada verilecek en iyi örnek,
Sabiha’nın önce kocasından, kaynanasından ve kalfalardan gördüğü eziyetlere katlanması, ancak fahişelikle suçlanıp evden kovulduğu anda tepki göstermesidir:
“Yirmi seneden beri nikâhınızın altında olan bir kadının namusunu iftira ile berbat ederek, o biçare çocukların mutluluğunu bu şekilde mahv ve
perişan etmenin ne büyük bir zalimlik olduğunu düşünmüyorsunuz, öyle mi?
Yazık!... Yazık!..” (s. 133) “-Lanet o adama ki, aslını, neslini, düşüncelerini,
ahlakını anlamadan bir kızla evlenir… Lanet o kocaya ki, yirmi sene nikâhı altında bulunan bir kadının cevherindeki ismetini görmez, anlamaz da, birtakım
garaz ve fesatçı kimselerin iftirasına kurban eder!... Lanet o zalime ki, onun
merhametinin kanadına sığınmış, dünyada her neyi varsa feda ve hepsini evlatlarına vakfetmiş bir zavallının geleceğini öldürücü pençesinde… hiddetinde…
ezip mahvettikten sonra dünyanın her türlü cefasını gösterip çektirdikten sonra
nihayet…nihayet fuhuş ile suçlayıp boşamayı bir vesile sayar! Lanet o babaya
ki, evladının mutluluğunu değil, hatta şan ve haysiyetini bile düşünmez de…itaatten başka hiçbir kabahati olmayan bahtsız analarına fahişelik…fahişelik gibi
bir alçaklık suçu ile suçlar!... Lanet o insana ki, alçakların sahte sözlerine…
12 Bu duruma, ilerleyen dönemlerde yazılan romanlarda sıklıkla rastlanır. Köy romanları başta olmak
üzere, diğer romanlarda da kadın, “kadın” ve “eş” kimliklerini öne çıkar(a)mayınca yaşlı ve dul olmasından da güç alan “anne” rolünü öne çıkarır. Kadının “anne” rolü sayesinde erkek egemen toplumda
kendisine yer açma çabalarını ele alan incelemeler için bkz. Gülendam 2006: 116-145; Gülendam
2015: 222-275.
153
Gülçin Oktay
döndürdükleri hile ve fesat girdaplarına kapılır da gözünün önünde güneş gibi
saf ve parlak olan bir iffeti iftira ile lekeler!...yazık, lanet o gafile ki, sormadan,
anlamadan, hakikate akıl erdirmeden yanlış bir harekette bulunur da, sonra da
ettiği zulmün peşimanlığını çeker!...” (s. 134).
Romandaki Dilber Hanım’ın oğullarına, gelinlerine ve torunlarına verdiği zararlar da farklı bir pencereden değerlendirilmeyi hak eden bir konudur. Kalfa Kamer’in
zaten kötü olarak anlatılan mizacı, Dilber Hanım’ın oğulları ve hanesi üzerindeki söz
sahipliğini kaybetmek istememesi ile birleşince romanın felaket çatısı hazırlanmış
olur. Ancak romanda dikkat edilmesi gereken nokta, Dilber Hanım’ın kötülüklerinin
sebebinin pek çok yerde açıklanma kaygısıdır. Dilber Hanım, eşinin ölümünden sonra
edinmiş olduğu “erk”i kimseye kaptırmak istemez ve sürekli olarak unutulacağı, arka
plana atılacağı korkusunu taşır. Aslında Dilber Hanım’ın duyduğu bu korku, her şeye
hâkim, her şeyi yöneten “erk”i kaybederek söylenilenlere ve yapılanlara boyun eğmek zorunda kaldığı “kadınlığa” ve eş anlamlı olarak görülen “zayıflığa” geri dönme
korkusudur. Bu zayıflığa dönmek istemeyen Dilber Hanım da kalfa Kamer yardımıyla
sisteme hükmetmeye çalışır ve bunda da büyük oranda başarılı olur.
Romanda, dönemin evlilik anlayışları noktasında kadın ile erkek cinsi arasındaki
farklar, kadınların mağduriyetleri ön plana çıkarılarak gösterilir. Kadınların evlilikte
yaşadıkları sorunlar Sabiha’nın, “Birkaç günden beri beni Mürşit beye nişanladılar…
Bir kere bana bunu kabul edip etmeyeceğimi sordular mı?.. Hanımannem de “Kızım!
Gel görücülere çık” dedi. Kimin için beğenildiğimi bile bilmiyordum..” Kızım bugün
nişan takmaya gelecekler” dedi! “Nasıl nişan? Kimin için?..” diye sormaya cesaret
ettiğim zaman, yüzüme öyle bir soğukça baktı ki, güya bu bakışla üstümde olan söz
geçirme hakkını ve tahakkümünü anlatmak istiyordu!..” (s. 61-62) şeklindeki sözleriyle eleştirilir. Kadınların yaşadığı sıkıntılar, zorla gerçekleştirilen evliliklerle de bitmez
veya sınırlı değildir. Zaten çarpık kurulan yapı, yeni çıkan sorunlarla daha da sarsılır.
Romanda, erkeğin kendini evlilik kurumunda tek yetkili merci olarak görmesinin ve
kadının “ikincil konumu”nun, “Evlat babaya-lanet anaya!” (s. 136) ve “Kadınlığa da
o yakışır” (s. 116) gibi sözlerle somutlaştırılması, anlatıcının eleştirdiği noktalardandır. Evlilik kurumu içerisinde karşılaşılan sıkıntılardan bir diğeri de erkeğin genel olarak “çok eşli” hayata olan düşkünlüğüdür. Anlatıcı, Mürşit üzerinden bu tarz evliliğe
düşkün bir erkeği ve neticesinde yaşanan sıkıntıları hem yetişkinler hem de çocuklar
üzerinden ayrı ayrı cephelerde yansıtarak durumun vahametini ortaya koyar.
Selma Rıza’nın bir kadının romanda buraya kadar belirtilen türden sıkıntıları
çekmemesi için bulduğu çözüm, eğitimdir. Anlatıcı, istemediği biriyle evlendirilen,
gülmesi, konuşması da dâhil olmak üzere her yaptığı hareketten bir anlam çıkarılan,
tek görevi çocuk doğurmak olan Sabiha’nın felakete sürüklenişinde meslek sahibi olmamasının yol açtığı sıkıntılara değinir. Ancak annenin yaşadığı bu kötü talih, çocuklarının eğitimli birer “birey” olmalarıyla ortadan kaybolur. Özellikle romanda baba
evinden annesiyle birlikte kovulan Meliha’nın, Beyrut Amerikan Koleji’nde okuması
ve ardından Paris’e üniversitede felsefe eğitimi almak üzere gidişi, yazarın “kadınların eğitimi” konusuna verdiği önemi gösterir. Romanda diğer kardeşlerin de eğitim sayesinde pek çok dili konuşabilmeleri, dikkat edilmesi gereken noktalardandır.
154
Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Selma Rıza, kadınların eğitimli olmasına önem
vermekle beraber karakterlerini meslek yaşamı içerisine katmaz. Sadece eğitimli, mirasa kavuşmuş kadınların rahat yaşamlarına vurgu yapılır; kadınların çalışma hayatına
katılmalarına dair bir örnek sunulmaz. Bu nokta, dönemin “kadın hareketleri”nin algılanış şeklini ve gelişim sürecini sergilemesi açısından önemlidir.
Selma Rıza, romanında kadınların sosyal yaşam içerisinde çektikleri sıkıntılara
da, “Seyir, eğlence değil bir azap yeri imiş!..” (s. 361) ifadeleriyle değinir. Meliha,
nam-ı diğer Sitti Zeliha ve kardeşlerinin Boğaziçi’ne gezmeye gittikleri bir gün yaşadıkları durum, bunun bir örneğidir. Bu örnekte Zeliha’nın kardeşleri, kadınların seyir
yerlerine gelen erkekler tarafından rahatsız edilmelerinden ve bu tür gezme, eğlenme
yerlerinde dolaşan kadınların yine erkekler tarafından “iffetsiz” olarak görülmelerinden şikâyet ederler. Kadınlar, belli bir saatten sonra seyir yerlerinde, sokaklarda kadınların bulunamamalarına, en güzel saatleri, en güzel manzaraları kaçırmalarına “…
kadın yaratıldı ise insanlık hislerinden de yoksun değil ya?...O da insan!.. Bu kadar
sıkışıklığa dayanabilmek için, arada bir eğlence de bulmak ister….” (s. 361) sözleriyle karşı çıkarlar. Bu sözler, üst sınıftan kadınların da erkek egemen toplum tarafından
baskılanışlarını anlatması bakımından önemlidir.
Romanda bunların dışında Selma Rıza’nın kıyafet konusunda da “yaygın olana
karşı çıkış”ının örneklerini görürüz. Kadınların peçe takması kadın karakterlerin biri
tarafından “sanki dünyayı gözlerimize karanlık göstermek için peçelere gerek varmış
gibi…” (s. 362) sözleriyle eleştirilir. Ayrıca romanda kadınların yaşmaklanması, erkeklerin arasında bulunmamaları gibi konulara da sık sık evlerdeki haremlik-selamlık
bölümleri üzerinden vurgu yapılır.
Sonuç
Ağabeyi Ahmet Rıza sayesinde gazetecilikten siyasî faaliyetlere kadar pek çok
alanda aktif rol/görev alan ve Paris’te okuma imkânı bulan Selma Rıza, dönemi içerisindeki diğer yazarlar kadar ele alınmamış ve unutulmuş bir şahsiyettir. Ayrıcalıklı
bir sınıfta yetişmesi ve farklı coğrafyalarda farklı kadınlık hâllerine şahit olup bu konuları yazılarında ele alması, Selma Rıza’yı incelenmeye değer kılar. “Kardeşlik” anlamına gelen Uhuvvet romanı, döneminin sosyal yapısını içinde barındırır. Romanda
kardeşlik duygusu, her türlü zorluğu aşmada ve yaşama bağlanmada olumlu bir değer
olarak ele alınırken öne çıkan konu “kadınlık hâlleri”dir. Yazar, ataerkil düzen içerisinde ezilen ve susmak zorunda kalan kadınları, görücü usulü evlilikleri, istemediği
adamlarla evlendirilen küçük yaştaki kızları, “çok eşliliğe” katlanmak zorunda kalan
kadınları, “ev dışı” alanlarda da “iffetsiz” olarak görülen kadınları anlatarak yaşamış
olduğu yıllardaki toplumsal cinsiyet kodlarına işaret eder. Selma Rıza’nın devrinin
kadın “algısını” ve “sorunlarını” bir roman içerisinde kurgusal karakterlerle anlatması
incelenmeye değer bir çabadır. Ancak Selma Rıza’nın bu konuları “sınıfsal” ayrımlar
çerçevesinde ele alması, sadece üst sınıftan kadınların “bireyleşme” süreçlerini anlatıp daha alt tabakadan kadınları bir kenara itmesi ve bu kadınları “olumsuz” gösteren
ifadeleri kullanması, devrin “eşitsiz kız kardeşlik”inin bir yansımasıdır.
155
Gülçin Oktay
Kaynakça
Aytaç, Gürsel (2007). “Türk Romanında Feminist Söylem”, Türk Edebiyatı Tarihi 4, (Ed. Talât Sait
Halman), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 393-399.
___________ (2000). “19. Yüzyıl Romancılığımızın Nitelikli İlk Kadın Romanı Keşfedildi: Selma Rıza’nın
1892’de Kaleme Aldığı Uhuvvet”, Türk Yurdu (Türk Romanı Özel Sayısı), XX (153-154): 77-79.
Bora, Aksu (2014). Kadınların Sınıfı-Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin İnşâsı, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Çetin, Nurullah (2010). “II. Abdülhamit Dönemi Türk Romanı (1878-1908)”, Hece Dergisi (Roman Özel
Sayısı), 65/66/67: 39-59.
Erdem, Y. Hakan (2004). Osmanlıda Köleliğin Sonu (1800-1909), İstanbul: Kitap Yayınevi.
Gülendam, Ramazan (2006). Türk Romanında Kadın Kimliği (1946-1960), Konya: Salkımsöğüt Yayınları.
___________________ (2015). Türkiye’de Kadın Olmak-Cumhuriyet Devri Türk Romanında Kadın
Kimliği: 1960-1980, İstanbul: Kesit Yayınları.
Hazer, Gülsemin (2011). “Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında Kurmaca Yapı”, Turkish Studies, 6/3: 875893.
Kalaycıoğlu, Sibel-Tılıç, Helga Rittersbergger (2001). Cömert “Abla”ların Sadık “Hanım”ları:
Evlerimizdeki Gündelikçi Kadınlar, İstanbul: Su Yayınları.
Karakışla, Yavuz Selim (2014). Osmanlı Hanımları ve Hizmetçi Kadınlar (1869-1927), İstanbul: Akıl Fikir
Yayınları.
Karakoç, İrfan (2000). “Şemseddin Sâmi ve Bir ‘Aile’ Dergisinin Okunma Yöntemleri”, Tarih ve Toplum,
193: 56-57.
____________ (2009). “Hürriyet, Saadet, Şeref: Efendi’nin Evi, Özgür Kadının ‘Fend’i”, Kritik, 3: 192204.
Okur, Jeannette Squires (2003). “Feminist Edebiyat Eleştirisi Açısından Selma Rıza’nın ‘Uhuvvet’ Romanı
Üzerine Bir İnceleme”, Folklor/Edebiyat, 9/36: 155-171.
Özbay, Ferhunde (2012). “Evlerde El Kızları: Cariyeler, Evlatlıklar, Gelinler”, Feminist Tarih Yazımında
Sınıf ve Cinsiyet, İstanbul: İletişim Yayınları: 13-47.
Öztek, Çiçek (2002). “Türk Romanında Efendiler ve Hizmetçiler”, Toplum ve Bilim, 92: 204-216.
Özyeğin, Gül (2005). Başkalarının Kiri: Kapıcılar, Gündelikçiler ve Kadınlık Hâlleri, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Parlatır, İsmail (1987). Tanzimat Edebiyatında Kölelik, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Selma Rıza (1999). Uhuvvet, (Osmanlıcadan sadeleştiren: Nebil Fazıl Alsan), Ankara: T.C. Kültür
Bakanlığı Yayınları.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1997). 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Kitabevi.
Toros, Taha (1994). “İlk Türk Kadın Gazeteci Selma Rıza”, Skylife, 130: 60-66.
Uçman, Abdullah (2003). “Selma Rıza’nın Mektupları”, Tarih ve Toplum, XL (235): 39-43.
Uraz, Murat (1941). Kadın Şair ve Muharrirlerimiz, İstanbul: Tefeyyüz Kitabevi.
van Os, Nicole A. N. M (1997). “Bir Devlet Adamının Teşebbüs-i Şahsîsi Nasıl Sonuçlandı: Kandilli
Sultânî-i İnâsı”, Tarih ve Toplum, 163: 26-34.
White, Jeny B. (2015). Para ile Akraba: Kentsel Türkiye’de Kadın Emeği, (çev. Aksu Bora), İstanbul:
İletişim Yayınları.
156
ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI
Yıl 14
Bahar 2016
Sayı 20
ss. 157-171
Kerim Han Zend’in Şiraz’ı İmar ve İhyası
Şefaattin DENİZ*
Özet
Kerim Han İran halklarından birisi olan Lur kökenli Zend
Hanedanı’na mensuptur. O, İran’da Nadir Şah’tan sonra yaşanan iç
kargaşayı bitirip, Horasan dışında, tüm ülkeye egemen olmuştur. Şiraz’ı
başkent yapmış, 1765’ten 1779 yılındaki ölümüne kadar on dört yıl bu
şehirde ikamet etmiştir. Yaşadığı süre zarfında şehri bayındır hale getirmek
için çabalamış ve bunda da başarılı olmuştur. Bu makalenin temel amacı,
Kerim Han’ın Şiraz’da yaptırdığı idari, dini, ticari ve sosyal nitelikli
mimari eserleri incelemektir. Bu eserler Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi
vakıf değil, devlet bütçesinden yapılmış eserlerdir. Temel tezimiz Şiraz’ı
imar ve ihya edenin Kerim Han Zend olduğudur. Araştırmalarımız sonucu
bu mevzunun Türkiye’de herhangi bir akademik araştırmaya konu olmadığı
görülmüştür. Makale bu eksikliği gidermek amacıyla yazılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kerim Han, Şiraz, mimari eser.
The Improvement of Shiraz by Karim Khan Zand
Abstract
Karim Khan belonged to the Iranian Zand Dynasty of Lurish
origin. He controlled all of Iran, except for Khorasan, by bringing the
inner conflicts, which arose after the death of Nader Shah, to an end. He
made Shiraz the capital and lived in this city for 14 years until his death,
from 1765 to 1779. In order to improve the city in his lifetime, he made
every effort and he achieved it. This article aims primarily to examine the
architectural works in Shiraz, which were ordered to be built by Karim
Khan for administrative, religious, commercial and social purposes. These
works were financed through the state budget, not through the budgets
of waqf foundations, as was always the case in the Ottoman Empire. The
assumption of this article is that the one who improved Shiraz was Karim
Khan. After doing researches, we have seen that this issue was not covered
in any academic research in Turkey yet. This article was written to help fill
this void.
Keywords: Karim Khan, Shiraz, architectural work.
*
Dr. Şefaattin Deniz, Beşiktaş Bilim ve Sanat Merkezi, sefaattin@gmail.com
157
Şefaattin Deniz
Giriş
Safevi Devleti’nin yıkılmasından sonra İran’da egemenliği ele alan Nadir Şah
büyük sarsıntı geçirmiş devleti yeniden toparlama becerisini göstermişti. Ne var ki,
onun 1747 yılındaki öldürülmesinden sonra ülkede deyim yerindeyse tam bir kaos
ortaya çıktı. İçeride meydana gelen taht kavgaları, bölgesel hakimiyet mücadeleleri, ülkeyi Osmanlı, Rus ve Afgan istilalarına açık hale getirmişti (Ateş, 2012: 257;
Arunova-Eşrefyan, 2015:219). Bu kaos ve keşmekeş ortamı Kerim Han’ın siyasi ve
askeri mücadelelerden başarılı çıkmasıyla kısmen sona erdi.
Kerim Han’ın mensup olduğu kabilenin kökeni İran halklarından birisi olan
Lur’lara dayanmaktadır. Kadim zamanlardan beri Lurlar, Luristan bölgesinde yaşamaktadırlar. Lur kelimesi, istek, arzu ve koyun kuzusu gibi anlamlara gelmektedir. Lurların dil ve lehçeleri Lek ve Lur olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Kerim
Han’ın müntesip olduğu Zendler Lek lehçesini kullanmaktaydı. Zendler, Şah Abbas-ı
Kebir zamanında Zagros dağları eteklerinden Melayir civarındaki Peri ve Kemazan’a
göç etmişler, buralar soğuk bir iklime sahip olduğundan, çobanlıkla meşgul olmuşlardır (Tahrani, 1392: 40-41; Karadeniz, 2012:189).
Zendlerin askeri gücünün varlığı, ülkede otoriteyi tesis etmek isteyen Nadir
Şah’ın gözünden kaçmamıştı. O, amacını gerçekleştirmek için Babahan’ı Zendler
üzerine göndermiş, o, Zend kabilesine mensup yaklaşık 400 kişiyi katlederek ağır
bir darbe indirmiştir. Devrin tarihçisi Gülistane’nin tabiriyle, “bütün mal, mülk, nakit
ve eşyalarını aldıktan sonra Mehdi Han’ı katledip, kılıç artıklarını da Horasan’a göç”
ettirmiştir (Gülistane, 1391: 146-147; Karadeniz, 2012:190). Zendler, ancak Nadir
Şah’ın ölümünden sonra ana toprakları olan Peri ve Kemazan’a geri dönme fırsatı
yakalayabilmişlerdir.
Nadir’in ölümünden sonra oluşan otorite boşluğu sırasında devam eden egemenlik mücadelelerinde Kerim Han, Ebülfeth Han ve Ali Merdan arasında İsfahan’da
üçlü bir koalisyon kurulmuş, bu üçlü, meşruiyet kazanmak için Safevi Hanedanı’ndan
birini, III. Şah İsmail adıyla başlarına geçirmişlerdir. Ancak bu koalisyon uzun soluklu olmamış, üçlü ittifak bozulmuş, kendi aralarında kanlı mücadeleler yaşanmış,
Kerim Han bu mücadelelerden başarıyla ayrılarak her iki rakibini de bertaraf etmeyi
başarmıştır.
Kerim Han’ın siyasi rakipleri Ali Merdan Han ve Ebülfeth Hanla sınırlı değildi.
Bunlardan başka; Afgan Azad Han, Kirman’da Taki Dürrani, Huzistan’da Ka’b Kabileleri, Fars’ta Lari, Pers Körfezi’nde Mîr Mühenna, Esterabad ve Mazenderan’da Kaçar Hüseyin Kulu Han ve hepsinden önemlisi ve en büyük rakibi Kaçar Muhammed
Hasan Han vardı (Zarrınkoob, 1978: 639). Kerim Han, başarılı siyaseti sayesinde bütün siyasi rakiplerinden teker teker kurtuldu. 21 Temmuz’da 1765’te başkenti Şiraz’a
taşımasından vefat ettiği 2 Mart 1779 tarihine kadar yaklaşık on dört yıl Şiraz’da
yaşadı (Kurtuluş, 2002: 288).
Şiraz’da yaşadığı on dört yıllık sürede şehrin emniyet ve güvenliğini sağladıktan
sonra gece gündüz şehrin imar ve ihyasıyla uğraştı (Âsâf, 1352: 412). Devlet binaları,
158
Kerim Han Zend'in Şiraz'ı İmar ve İhyası
mescitler, su yolları, bağlar, pazarlar ve kervansaraylar inşa ettirdi. Hatta bu binalar
öyle sağlam bir şekilde inşa edildi ki, Şiraz’da ara ara meydana gelen depremlerden
bu binalar çok ciddi zarar görmedi (İslâmî: 1351: 7). Kutsal yerlerin bakım ve onarımını yaptırdı. Ülke ekonomisi el verdiği ölçüde, bütün Şiraz’ı bünyâd, halkın gönlünü ise âbâd eyledi. Kerim Han’ın Şiraz’a katkısı, Safevi hükümdarı Şah Abbas’ın
İsfahan’ı inşasındaki rolüyle boy ölçüşemese de göz ardı ardı edilemez.
Resim 1: Kerim Han Zend
1. Kale, Hisar ve Burçlar
İran’da egemenlik mücadeleleri henüz sona ermediğinden şehrin dış saldırılardan korunması öncelikli sorunlardan biriydi. Bunun için yapılması gereken ise kendisine yaraşır bir şekilde şehrin etrafındaki sur, kale ve burçların yıkılıp yeniden yapılması idi.
Kerim Han hemen harekete geçti. İlk olarak söz sahibi olduğu yerlerden sağlıklı, güçlü ve işe yarar gençleri hem savunma hisarlarının yapımında, hem de şehrin
imar ve inşasında kullanmak amacıyla Şiraz’a getirtti (Tahrani, 1392: 182). Burada
çalışan işçi sayısının 12.000 kişiyi bulduğu söylenmektedir. Şehirde hummalı bir çalışma başladı. Şehrin eski burç, kale duvarları ve kapıları yenilendi, etrafına derin
ve geniş hendekler kazıldı. Yüksekliği yaklaşık 10, genişliği ise 4 metreyi bulan bir
hisar yaptırdı. Olası saldırılar için kapılarda 100 civarında asker bulundurulmasına
karar verildi. Ayrıca gözcülük amacıyla karakol tarzında yerler yapıldı, saldırıları püskürtmek amacıyla buralara toplar yerleştirildi. Bütün bu önlemler Kaçarlardan Ağa
Muhammed Han’ın şehri ele geçirmesine kadar yıllarca Şiraz’ın güvenliğini sağladı
(Âsâf, 1352: 412; Gaffârî, 1369: 280-281; Verahram, 1385: 156; Tahrani 1392: 183;
Nevai, 1391: 244-245).
159
Şefaattin Deniz
Hisarın yapımı o kadar kolay olmamıştı. İşçiler, Şiraz dışından, hatta ülkenin
dört bir yanından geldiğinden dolayı onlara kışın memleketlerine dönmeleri için Kerim Han’ın emriyle izin veriliyor, bahar mevsiminde yeniden Şiraz’a gelmeleri sağlanıyordu. Ayrıca işçilerden en iyi verimi almak için özel gayret sarf ediliyor, onlar
müzikle eğlendiriliyor, ücretlerinin vakti zamanında ödenmesine büyük özen gösteriliyordu (Tahrani, 1392: 183; Nevai, 1391: 244-245)
2. Erg-i Kerim Han (Kerim Han Sarayı)
Erg kelimesi köken olarak Pehlevice’dir. Türkçede “iç kale” ve “bakanlık” anlamlarına gelmektedir (Kanar, 2000: 69). Erg-i Saltanat olarak da adlandırılmaktadır
(Kadıyânî, 1387: 146). Zend hükümdarı Kerim Han hem kendisinin hayatını idame ettirebileceği, yani haremlik olarak istifade edebileceği, hem de devlet işlerinin
rahatça görülebileceği geniş mekanlı bir binanın yapılmasını istiyordu. Bunun için
hem İran’ın farklı şehirlerinden, hem de Irak, Azerbaycan, Rusya, Osmanlı ve Frenk
memleketlerinden devrin en iyi mimar, mühendis, nakkaş, taşçı, çinici, marangoz gibi
sanatkârlarının Şiraz’a getirilmesini emretti (Nami, 1363: 155-156; Gaffârî, 1369:
281; Verahram, 1385: 156-157; Hidayeti, 1391: 222; Nevâî, 1391: 249; İmdad, 1389:
19). Nami İsfahani’nin anlattığına bakılırsa buranın planını da kendisi yaptı (Nami,
1363: 156).
Erg-i Kerim Han Hicrî 1180 (1766-1767) yılında inşa edilmiştir. Sarayın yapımında Cafer Kâşî, Muhammed Sadık, Muhammed Bakır İsfahanî, nakkaşbaşı Ali
Kulu Beğ Kerecî, neccarbaşı Rahim İsfahanî ve oğlu neccar Muhammed Ali gibi usta
ve sanatkârlar görev yapmıştır. (İmdad, 1389: 19). Burası bir iç kale olarak askeri bir
yapı görünümünde olmakla birlikte, esasında daha çok bir “saltanat kasrı” ya da saray
olma özelliği göstermektedir. Bina bugün Şüheda Meydanı (Belediye) havalisinde yer
almaktadır (Nasr, 1387: 42).
Erg-i Kerim Han taş ve kerpiçten yapılmış bir saraydır. Temel ve duvarlarında taş,
kalan kısımlarında pişmiş kerpiç kullanılmıştır (Verahram, 1385: 157; Franklin, 1358:
18). Binanın kare olduğunu iddia edenler varsa da (İmdad, 1389: 19), resimden de rahatça görülebileceği üzere dört köşe ve dikdörtgen olarak inşa edilmiş olduğu açıktır
(Nasr, 1387: 44). Her bir köşesinde büyük gözcü burçları bulunmaktadır. Bu burçlar
güvenlik amacıyla saray içi ve dışının rahatça görülebileceği biçimde tasarlanmıştır.
Sarayın dış duvarları doğrudan bir kaleyi andırmakta olup, 15 metre yüksekliğe sahiptir
(İmdad, 1389: 19). İnşaatta yontulmuş ve cilalanmış olarak kullanılan mermerler Şiraz,
Yezd ve Tebriz’den, büyük aynalar Rusya, Osmanlı ve Avrupa’dan devlet adamlarının
gayretleriyle kara ve deniz yolu kullanılmak suretiyle getirilmiştir (Nami, 1363: 156158; Nasr, 1387: 44; Hidayeti, 1391: 222; Nevâî, 1391: 250). Sarayın yüksek yerleri, bir
kısım tavan ve kapıları çiçek, bitki ve hayvan motifleriyle süslenmiştir. Ayrıca ahşaplara
altın işlemeli süslemeler yapılmıştır (Nami, 1363: 157; Hidayeti, 1391: 222; Nasr, 1387:
44; Verahram, 1385: 157; Nevâî, 1391: 250). Franklin’in aktarımına göre, sarayda Beyaz Dev ile Rüstem cengini tasvir eden renkli çinilerle süslenmiş bir minyatür vardır.
Bu savaş büyük İran şairi Firdevsi’nin Şahnamesi’nde anlatılmaktadır (Franklin, 1358:
18; İmdad, 1389: 19). Sarayın içinin güney, batı ve kuzey yönlerinde üç tane eyvan
160
Kerim Han Zend'in Şiraz'ı İmar ve İhyası
bulunmakta bu eyvanlar çok güzel yapılmış revaklarla birbirine bağlanmaktadır (Verahram, 1385: 157; İmdad, 1387: 19). Avlusunda derinliği iki metre kadar taş fıskiyeli
uzun bir havuz vardır. Bu havuzun suyu Rüknâbâd’dan gelmektedir (İmdad, 1387: 19).
Ayrıca saray içinde bir de hamam bulunmaktadır (Gülşenî, 1388: 414). Saray duvarları
dışarıdan 4 metre derinliği bulunan ve bütün sarayı çevreleyen hendeklerle korunmuştur (Gaffârî, 1369: 281; Verahram, 1385: 157). Erg-i Kerim Han’ın yeni inşa edildiği
yıllarda sarayı bizzat gören William Franklin bu hendeklerin “derin ve geniş” olduğunu
ifade ederken derinliğinin ne kadar olduğundan bahsetmemektedir (Franklin, 1358: 18).
Ancak bu gün bu hendeklerden eser yoktur. Franklin’in seyahati sırasında burada Kerim
Han’ın kardeşi Sadık Han ikamet etmekteydi. Ayrıca burası eyalet zindanı olarak da kullanılmaktaydı (Franklin, 1358: 18). Erg-i Kerim Han’ın karşısındaki geniş meydanda
davulcu, nekkareci gibi musikişinaslar sabah güneşin doğuşundan akşam gurup vaktine
kadar burada sanatlarını icra etmekteydiler (Franklin, 1358: 18). Bütün şehirde bu sarayın inşası için hummalı bir faaliyet başlatıldığından kısa sürede yapımı tamamlanmıştır. Kerim Han kendisi için bu sarayı yaptırdığı gibi Şiraz’ın daha da güzelleşmesi için
şehrin zenginlerine ve ileri gelenlerine büyük ve güzel menziller yapmalarını teklif etti
(Hidayeti, 1391: 222). Erg-i Kerim Han’ın inşaat giderlerinin nasıl karşılandığına gelince, Nami İsfahanî Târîh-i Gîtî Güşâ’da hem amele, sanatkâr ve meslek erbabının ücret
ve hediyelerinin Hazine-i Âmire’den verildiğini, hem de bu binanın tüm masraflarının
Kerim Han’ın sermayesinden karşılandığını ifade etmektedir (Nami, 1363: 158; Âsâf,
1352: 414). İfadeler arasındaki bu farklılık bir çelişki gibi görünüyorsa da, padişahın
hazinesi ile devlet hazinesi arasında bir ayrım olmadığı şeklinde yorumlanabilir.
Resim 2: Erg-i Kerim Han
161
Şefaattin Deniz
3. Divanhane
Divanhane, güzel bir bağ ile çevrelenmiş, dikdörtgen, görkemli büyük bir binadır (Franklin, 1358: 18-19; Verahram, 1385: 157). Kerim Han’ın fermanıyla (Tahrani,
1392: 187), Erg-i Kerim han’ın yakınında 840 m²’lik bir alana taş ve kerpiçten inşa
edilmiştir (Nasr, 1387: 46). Divanhane’nin çatısı, çok nadir görülen mimari tarzlardan
“Şirvânî” üslubuyla yapılmıştır (Verahram, 1385: 157; Nasr,1387: 47). Bina duvarlarının önemli bir kısmı beyaz Tebriz mermerleri ile döşenmiş, kalan kısımları ve çatısı
da altın suyu ve çeşitli renklerde hayvan ve bitki nakışlarıyla süslenmiştir (Franklin,
1358: 19; Tahrani, 1392: 187; Nasr 1387: 47). Duvarlarında, hayvan ve bitki nakışlarından başka, Kerim Han ile büyük oğlu Ebulfeth Han’ın tasvir edildiği resimler
bulunmaktadır. Devrin seyyahlarından Franklin, bu resimlerin Kerim Han ve oğluna
ait olduğunun halk tarafından da teyit edildiğini söylemektedir. Franklin’in gözlemine
göre, imaretin önünde büyük bir taştan üç fıskiye bulunmakta ve bu fıskiyelerden daima su akmaktadır (Franklin, 1358:19). Yine imaretin önünde İran tarihinin efsanevi
anlatılarından Eşkbus ile Rüstem’in cengi mermer kabartma olarak tasvir edilmiştir.
Divanhane’nin dışındaki boş alanda taştan yapılmış dikdörtgen bir havuz bulunmakta, bu havuzdaki suya binanın resmi yansımakta, bu da güzel bir görüntü oluşturmaktadır (Verahram, 1385: 157). Divanhane Zend döneminin en önemli şaheserlerinden
biri olarak kabul edilmekte olup, aslında burası devlet işlerinin yürütüldüğü bakanlıklardan birisidir.
Divanhane Şiraz’ın tarihsel ve kültürel dokularından birisi olarak seyyahların
oldukça ilgisini çekmektedir. Kaçarlar döneminde posta ve telgraf merkezi olarak
kullanılmış olan bina, mukarnas, taş ve nakış bakımından Zend döneminin mimari
özelliklerini yansıtmaktadır. Burası Kaçarlar, Pehleviler ve İran İslam Cumhuriyeti
zamanında bir kaç defa bakım ve onarımdan geçirilmiştir. (Nasr, 1387: 48).
Resim 3: Divanhane
162
Kerim Han Zend'in Şiraz'ı İmar ve İhyası
4. İmaret-i Külâh Frengi
İmaret-i Külah-ı Frengi, resmi görüşmeler, yabancı elçilerin kabulü ve çeşitli
tören ve kutlamaların yapılabilmesi amacıyla Bağ-ı Saltanat’ın güney bölümünde Kerim Han’ın emriyle yapılmıştır (Verahram, 1385: 157; Tahrani, 1392: 187).
Bağ-ı saltanat, bağ-ı nazar, bağ-ı müze, bağ-ı hükûmet, bağ-ı şâhzâde ve
makbere-i Kerim Han olarak da (Gülşenî, 1388: 387) meşhur olan mekan, sekizgen
küçük bir yapı özelliği göstermektedir (Franklin, 1358: 19). Yapının dış cephesi Süleyman Peygamber’in tahta oturuşu, av meclisleri gibi efsanevi ve tarihi resim ve
çinilerle süslenmiştir (Tahrani, 1392: 187; Verahram, 1385: 158). Ayrıca içi de tezyin
edilmiştir. Ortasında havuz ve dört tarafında şahnişin ve bunları çevreleyen küçük
odalar bulunmaktadır. Kerim Han esasında bu binanın doğu şahnişini kendi kabri olarak düşünmüş, bundan dolayı çok güzel ve sağlam bir şekilde yapılmasını ve kendisinin burada toprağa verilmesini istemiştir. 1791 yılında Ağa Muhammed Han’ın
Şiraz’ı ele geçirmesiyle birlikte Kerim Han’ın cesedi buradan çıkarılarak kemikleri
Tahran’da bulunan Gülistan Sarayı çevresine gömülmüştür (Verahram, 1385: 158;
Tahrani, 1392: 187). Devrin seyyahlarından Franklin bu binayı bir kervansaray olarak
tavsif etmektedir (Franklin, 1358: 19).
İmaret-i Külah -ı Frengi bugün Şiraz’da Hıyâbân-ı Kerim Han caddesi üzerinde,
Şüheda Meydanı’na yakın ve Erg-i Kerim Han ile karşı karşıyadır (Gülşenî, 1388:
387).
Resim 4: İmaret-i Külah Frengi
163
Şefaattin Deniz
Resim 5: İmaret-i Külah Frengi iç görünüm
5. Mescid-i Vekil
Şiraz mescitleriyle ünlü İran şehirlerinden birisidir. Kerim Han’ın burada inşa
ettirdiği Mescid-i Vekil, İran’daki İslam mimarisinin en güzel ve zarif örneklerinden,
Şiraz’ın ise şaheserlerinden biri olarak görülmektedir. Kerim Han’ın kendisini sultan
olarak değil de “saltanat vekil”i olarak görmesinden dolayı yaptırdığı eserlere, ona
atfen, “mescid-i vekil”, “Bâzâr-ı vekil”, “hamam-ı vekil” şeklinde isimler verilmiştir.
Tezkire yazarlarının naklettiğine göre, esasında Mescid-i Vekil’in bulunduğu
mahalde mescid-i cenaze olarak isimlendirdikleri kadim bir mescit varmış, Safeviler
zamanında bu mescit yerine biraz daha büyüğü yapılmış, Kerim Han ise, aynı yere
daha da mükemmelini yaptırmıştır (Nasr, 1387: 49).
Kerim Han’ın inşa ettirdiği ibadetgâh, Mescid-i Vekil olarak meşhur olmakla
birlikte, mescid-cami olarak da anılmaktadır. Cami tasarımının İran bölgesindeki diğer dini-mimari eserlerle hemen hemen uyum içinde olduğu görülmektedir. Kerim
Han’ın ölümünden sonra tamamlandığını iddia edenler varsa da bu zayıf bir ihtimaldir
(Tahrani, 1389: 187). 1773 yılında tamamlanan Mescid-i Vekil, son cemaat mahallinde
bulunan muhteşem revakları, avlu içindeki dikdörtgen ve taştan yapılmış havuzu ve
dış cephesinde kullanılan yedi renk çinileriyle birlikte mükemmel bir kompozisyon
oluşturmaktadır.
11 bin m² alana sahip olan Mescid-i Vekil, Erg-i Kerim Han’ın güney doğusunda
konumlanmaktadır. Dış cepheden hesaplandığında 120 metre uzunluğu, 80 metre ge-
164
Kerim Han Zend'in Şiraz'ı İmar ve İhyası
nişliği bulunmaktadır. 3600 m²’lik avlu içinde bulunan dikdörtgen havuzun uzunluğu
40, genişliği ise 5 metredir (İmdad, 1389: 21-22; Nasr, 1387:50).
Mescidin minber taşı Meraga’dan Şiraz’a getirilmiştir. Tek parça taştan yapılmış olan minberin on dört masum imam adına on dört basamağının bulunması (Âsâf,
1352: 413; Verahram, 1385: 158) mezhebi bir anlam katmaktadır. Mescidin asıl girişi
kuzey kapısındandır. Dört tarafındaki hücreler ise talebeler için yapılmıştır (Franklin,
1358: 21; Tahrani, 1389: 187).
Depremden veya zaman içinde yaşanan yıpranmalardan dolayı Kaçar hükümdarları Fethali Şah ve Nasreddin Şah zamanlarında bakım ve onarım görmüş, çinilerle
yeniden tezyin edilmiştir (Nasr, 1387: 50). Hatta mevcut çinilerin Kaçarlar döneminde yapıldığı Kerim Han zamanında yapılan çinilerden herhangi bir eser kalmadığı
iddia edilmektedir (Nevai, 1391: 259).
Resim 6: Mescid-i Vekil’in avlusundan bir görünüm
6. Bâzâr-ı Vekil
Bâzâr-ı Vekil, adından da anlaşılacağı üzere Kerim Han’ın Şiraz’a kazandırdığı yapılardan birisidir. Şiraz’daki Bâzârın mimari yapı itibarıyla benzerleri Tahran,
İsfahan, Tebriz gibi İran’ın diğer şehirlerinde de bulunmaktadır. Yapımına Mescid-i
Vekil’den sonra başlanmış olan Bâzâr, Kazerun’da bulunan Bâzâr-ı Safevî’yi kendi-
165
Şefaattin Deniz
sine örnek almış (Nasr, 1387: 61), diğer bâzârlarla benzerlik göstermekle birlikte,
kendine has üslup ve özellikleri de bulunmaktadır.
Bâzâr fiziki yapı itibarıyla yazın sıcağa, kışın soğuğa karşı korunaklı bir şekilde projelendirilmiştir (Tahrani, 1392: 189). Temelinde iri taşlar, duvarlarında kireç
ve kerpiç kullanılmıştır (Bahârî: 1355: 61). Çok sayıda kubbe revaklarla birbirine
bağlanmış, hücreler ve kubbeler çini, resim ve dini içerikli yazılarla tezyin edilmiştir.
Bâzâr-ı Vekil’in hücre kiraları bânisi Kerim Han’ın emriyle düşük miktarlarda
tutulmuş, tüccarın kazancının artmasına, yine buna paralel olarak ticaretin daha da
canlanmasına katkı sağlamıştır. Burada bezci, demirci, bakırcı, derici, halıcı gibi çok
sayıda zanaat erbabı hem üretim yaparak mesleğini icra etmiş, hem de ticaretini yapmıştır. Bâzâr-ı Vekil sadece bir iç pazar değildir, burası aynı zamanda dış ticari malların satıldığı veya mübadelesinin yapıldığı bir yerdir. Ticareti kolaylaştırmak amacıyla
Bâzârla eş zamanlı olarak aynı yerin yakınlarına kervansarâ-yı rûganî, kervânsarâ-yı
Ahmedî, darphane ve gümrük gibi birimler de yapılmıştır (İslâmî, 1351: 9-10).
Kaçarlar devrinde başkentin Şiraz’dan Tahran’a taşınmasıyla Şiraz’ın ticari hacminde daralma olduğu izahtan varestedir (Nasr, 1387: 61).
Resim 7: Bâzâr-ı Vekil'in iç görünümü
166
Kerim Han Zend'in Şiraz'ı İmar ve İhyası
7. Hamâm-ı Vekil
Mescid-i Vekil’in batısında yer alan Hamâm-ı Vekil de Kerim Han’ın emriyle
inşa ettirilmiştir (Tahrani, 1392: 189). İç duvarlarının alt kısımlarının iki üç metresi
mermer taşından döşenmiş, çatı tek parça taştan mermer sütunlarla sağlamlaştırılmış,
zemine mermer döşenmiş, duvarlar ve tavanlar bitki resimleriyle ve yazılarla süslenmiştir (İmdad, 1389:21; Tahrani, 1392: 189).
Kaçarlar döneminde, Hazreti İbrahim ile İsmail’in kurban sahnesi, Hz.
Muhammed’in miraç, Hz. Yusuf ve kardeşleri, Sultan Sencer ve yaşlı kadın, Ferhat ile
Şirin, Bijen ile Menije sahneleriyle tezyin edilmiştir (Nasr, 1387: 68). Hamamın güneyinde halkın daha önce istifade ettiği büyük sarnıç bulunmaktadır (İmdad, 1389: 21).
Hamamın asıl alanını germhane ile gelenlerin giyinip soyunma ihtiyaçlarını karşıladıkları yer oluşturmaktadır. Germhâne yıkanılan yer olduğu için mermer, soyunma
odası ise halı veya hasırla kaplıdır (Franklin, 1358: 23). Havuz sekizgen, fıskiyeleri
taştandır. Burası soyunma odasından daha küçüktür.
Franklin İran hamamları ile ilgili olarak, müşteriler bir koridor boyunca bir kubbeli ve revakların olduğu yıkanma yerine geliyorlar, buraya güneş ve hava girişi var
(Franklin, 1358: 23) demektedir.
Resim 8: Hamam-ı Vekil Şıraz
167
Şefaattin Deniz
8. Medrese-i Vekil
Bu medresenin diğer bir adı da Medrese-i Aga Babahan’dır. Mescid-i Vekil’in
güneyinde, Bâzâr-ı Vekil’in batısındadır. Esasında medresenin inşaatına Kerim Han’ın
emriyle Muhammed Hüseyin Han Sadr-ı İsfahanî tarafından başlanmış, ancak onun
Tahran’a gitmesiyle medrese inşaatı yarım kalmış, medrese binası Kaçarlar zamanında ferraşbaşı Babahan tarafından 1833-1834’te tamamlanmış, bundan dolayı da
Medrese-i Aga Babahan olarak anıla gelmiştir. Bina kerpiç ve taştan yapılmıştır
(Nasr, 1387: 59-60).
Medresede dini ilimler tahsil edilmektedir (Tahrani, 1392: 189). Burada dikdörtgen bir hayat, bu hayatın etrafında talebelerin ikameti için hücreler bulunmaktadır. Ayrıca medresenin köşelere gelen kısımlarında ise üç müderris odası, dördüncü
köşede ise bir çamaşırhane mevcuttur. Medrese, 1333 yılında Bâstân-şinâsi-i Fars
tarafından, daha sonra bir kez daha tamir görmüştür (Nasr, 1387: 60).
9. Âb Enbârhâ-yı Vekil (Sarnıçlar)
Âb enbâr, sarnıç demektir. Âb enbârhâ-yı Vekil olarak kast edilen Kerim Han’ın
Şiraz’da yaptırdığı sarnıçlardır. Özellikle yaz mevsiminde Şiraz’ın çok sıcak geçmesi ciddi derecede içilebilir su sorununu ortaya çıkarmaktaydı. Bundan dolayı Kerim
Han’ın emriyle halkın su ihtiyacının karşılanması için birkaç tane sarnıç yapılmış
veya tamir ettirilmiştir. Mirza Kelanter’in anlattığına göre, Şiraz’da Kerim Han’ın
yaptırdığı sarnıçlardan günde yüz bin insan istifade ediyordu. Rakam abartılı olsa da,
Şiraz halkının bu katkılarından dolayı Kerim Han’a minnet ve şükran duyduğu yadsınamaz (Tahrani, 1392: 189-190).
Sarnıçlardan özellikle ikisi büyüktü. Bunlardan birisi Divanhane’nin doğusunda ve Tophane Meydanı’nın kuzeyinde, diğeri ise Hamam-ı Vekil’in güneyinde ve
Mescid-i Vekil’in batısındadır. Ayrıca birisi Heft Tenân (Yediler Makamı) ve diğeri
Hafızıye’de olmak üzere iki tane daha sarnıç vardır ki bunlar ilk ikisine göre daha
küçüktür (İmdad, 1389: 24). Bütün bu sarnıçlar Âb enbârhâ-yı Kerim Hânî olarak
meşhur olmuş, mimari tarz olarak Safevi devri mimarisinden etkilenmiştir.
10.Rüknâbâd Suyu’nun Şehre Nakli
Şiraz halkının Âb-ı Rüknî dediği bu suyun kaynağı şehrin kuzey doğusunda
ve iki fersah uzaklığındaydı. İlk olarak bu suyu Rüknü’d-devle Hasan bin Büveyh-i
Deylemi ortaya çıkarmış, uzun yüzyıllar sonra suyu çok tatlı ve lezzetli olan bu kaynak, Kerim Han’ın emriyle çok zahmetli bir işlemden sonra Şiraz’ın merkezine getirilmiştir. Çünkü Rüknâbâd Suyu’ndan Çehel Makam, Şah Şuca’, Heft Tenan, Bâğ-ı
Cihannümâ, Hafızıye, Buk’a-i Ali bin Hamza, Tekye-i Rahim Han’dan başka Kerim
Han’ın yaptırdığı tüm imaretler istifade etmekteydi (İmdad, 1389:27; Nevai, 1391:
263-264; Nasr, 1387:44-45). Kısaca Rüknâbâd suyu Şiraz için adeta bir hayat kaynağı
haline gelmişti.
168
Kerim Han Zend'in Şiraz'ı İmar ve İhyası
11.Hafız ve Sadi Şirâzî’nin Makbereleri
Hafız’ın türbesi ilk defa ölümünden sonra Timur’un oğlu Şahruh’un torunlarından Fars Valisi Mirza Ebu’l-Kasım tarafından yaptırılmıştı. Daha sonra Safevi hükümdarı Şah Abbas-ı Kebir ve Nadir Şah zamanlarında bakım ve onarımdan geçirilmişti (Nasr, 1387: 72).
Dünyanın bir çok yerinden gelen arif ve dervişlerin ziyaret yeri olduğundan
dolayı (Nevai, 1391: 260; Tahrani, 1392: 191) Kerim Han, 1187 (1774) yılında
Hafızıye’yi diğer binalarla benzer bir tarzda yeniden inşa ettirip mezarının üzerine de
bugün hala mevcut olan mermerden bir taş koydurdu. Bu mermere Hacı Agasi Bey
Afşar Azerbaycanî tarafından Hafız’a ait nestalik hattıyla iki gazel yazıldı. Mezarın
üzeri de dört sütunlu yüksek bir kubbe ile örtüldü. Etrafı sağlam bir hisar gibi çevrilip
önüne büyük bir bağ yapıldı (Nasr, 1387: 72; Nevai, 1391: 260; İmdad, 1389: 28).
Kerim Han’dan sonra Kaçarlar ve Pehleviler devrinde burası birkaç defa tamir edildi.
(Nasr, 1387: 72-73; İmdad, 1389: 28; Nevai, 1391: 261).
Sadi Şirazi; Firdevsi, Ömer Hayyam ve Hafız ile birlikte sadece İran’ın değil,
belki tüm dünyanın en büyük şairlerinden biri olarak bugün hala büyük bir saygı görmektedir. Şiraz’da vefat eden Sadi’nin türbesi ilk olarak Hoca Şemseddin Muhammed
tarafından basit bir şekilde yapılmıştı. Kerim Han türbeyi hem kendisinin hem de
Sadi Şirazi’nin şanına yakışır bir şekilde yeniden yaptırdı. Burası Zend döneminin
hemen tüm eserleri gibi kerpiç ve kireç harcından yapılmıştı. Türbe Zendlerden sonra
Kaçarlar zamanında 1800’lerde ve ardından Muhammed Rıza Şah Pehlevi zamanında
büyük bir onarımdan geçirildi (Nasr, 1387: 73-74; İmdad, 1389: 28; Nevai, 1391:
262-263).
Resim 9: Hafız-ı Şirazî'nin kabri
169
Şefaattin Deniz
Resim 10: Sadi Şirazi’nin kabri
Sonuç
Kerim Han dâhil bütün Zend Hanedanı’nın İran’daki egemenlik süresi yarım
asır bile yoktur. İktidar süreleri kısa, ama katkıları fazladır. Kerim Han Han’ın kendisine payitaht merkezi olarak Tahran veya İsfahan’ı değil de Şiraz’ı seçmesi, siyasi
tercih sebebi dışında, İran kültürel tarihi açısından fevkalade olumlu olmuştur. Şiraz
Kerim Han ile birlikte imar ve ihya olmuştur. Bundan dolayı Şirazlılar Kerim Han’a
minnet şükran borçludurlar. Yukarıda verilen bilgiler bu durumu fazlasıyla kanıtlar
niteliktedir. Zira bugün Şiraz’ı ziyaret ettiğinizde göreceğiniz eserlerin büyük çoğunluğu Kerim Han’ın şehre kazandırdıklarından ibarettir.
Son tahlilde bir şeyler söylemek gerekirse, Kerim Han dönemine ait mezkur
tarihi yapılarla ilgili bilgiler devrin kronikleri ve seyahatnamelerle sınırlıdır. İran’da
yaşanan hanedan değişiklikleri ya da doğru dürüst arşivleme sistemi olmamasından
dolayı tarih araştırmacıları sükûtu hayale uğramaktadır. Halbuki Osmanlı dönemine
ait tarihi yapılarla ilgili bir araştırma yapılmak istense, kronikler dışında, belki bu yapılarının önemli bir kısmına ait inşaat ve tamirat defterleri ya da belge koleksiyonları
bulunabilir. Bu anlamda Osmanlı kültürel tarihi araştırmacıları İran tarih araştırmacılarıyla mukayese edildiğinde çok bahtiyar sayılırlar.
170
Kerim Han Zend'in Şiraz'ı İmar ve İhyası
Kaynakça
ARUNOVA, M.R-KZ. Eşrefyan (2015). Nadir Şah-ı Avşar, Çeviri: Nergize Turaeva, İstanbul: Selenge.
ÂSÂF, Muhammed Haşim (1352). Rüstemü’t-Tevârih, tashih, tahşiye, tavzîhât ve tanzim: Muhammmed
Meşîrî, Tahran: Çaphane-i Sipihr.
BAHÂRÎ, Fahri (1355). “Bâzâr-ı Vekîl”, Hüner ve Mi’mârî, sayı: 162: 60-61.
FRANKLİN, William (1358). Ez Bengal be-İrân, (Çev. Muhsin Câvidân), Tahran: Dânişgâh-ı Tahran.
GAFFÂRÎ, Ebu’l-Hasan (1369). Gülşen-i Murâd, Be-ihtimâm: Gulâm Rıza Tabâtabâî Mecid. Tahran:
İntişârât-ı Zerrîn.
GÜLİSTÂNE, Ebu’l-Hasan bin Muhammed Emin (1391-2013). Mücmelü’t-Tevârîh, Haz: Müderris
Rezevî, Tahran: İntişârât-ı Dânişgâh-ı Tahran.
GÜLŞENÎ, Seyyid Ali Rıza (1388). Gülşen-i Şirâz, Şirâz:İntişârât-ı Ferhengi Pars.
HİDAYETÎ, Hâdi (1391). Târih-i Zendiye, Tahran: İntişârât-ı Dânişgâh-ı Tahran.
İSLÂMÎ, Emir Kuli (1351). “Bâzâr-ı Vekîl ve Çend Binâ-yı Devrân-ı Zendiye der Şirâz”, Hüner ve
Mi’mârî, sayı: 11: 7-11.
KADIYÂNÎ, Abbas (1387). Der Devre-i Afşâriye ve Zendiye, Tahran: İntişârât-ı Ferheng-i Mektûb.
KARADENİZ, Yılmaz (2012). İran Tarihi (1700-1925), İstanbul: Selenge.
KURTULUŞ, Rıza (2002). “Kerim Han Zend”, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 25:
s. 288.
KURTULUŞ, Rıza (2013). “Zendler”, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 44: s. 256258.
NÂMÎ İSFAHÂNÎ, Muhammed Sâdık (1363). Târîh-i Gîtî Güşâ, bâ mukaddime: Saîd Nefîsî, Tahran: İkbal.
NASR, Tâhire (1387). Şehrsâzî ve Mi’mârî-i Zendiye, Şiraz: Nevîd Şirâz.
NEVÂÎ, Abdülhüseyin (1391). Kerim Hân Zend, Tahran: Şirket-i İntişârât-ı İlmî ve Ferhengî.
TAHRÂNÎ, Mahbûbe (1392). Kerîm Hân Zend, Tahran: Kitâb-ı Parseh.
VERAHRAM, Gulam Rıza (1385). Târîh-i Siyâsî ve İctimâî-i İran Der Asr-ı Zend, Tahran: İntişârât-ı
Muîn.
ZARRINKOOB, A. H (1978). “Karîm Hân Zand”, The Encyclopaedia of Islam, New Edition, c. IV: 639640.
171
ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI
Yıl 14
Bahar 2016
Sayı 20
ss. 173-192
Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve
Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer
Cemiyeti’nin Faaliyetleri*
Cahide SINMAZ SÖNMEZ**
Özet
Türk ve dünya tarihi açısından büyük bir öneme sahip olan Çanakkale
Savaşları, askeri ve siyasi sonuçlarının yanı sıra yol açtığı beşeri sermaye
kayıpları dolayısıyla da gerek ulusal gerekse uluslararası alanda pek çok
araştırmaya konu olmuştur. Nitekim cephede olduğu kadar cephe gerisinde
de büyük bir mücadelenin verildiği savaş süresince farklı niteliklerde
çok sayıda sağlık hizmeti verilmeye çalışılmış, mevcut sağlık kuruluşları
takviye edilerek yenileriyle de desteklenmiştir. Bu araştırmada, Çanakkale
Savaşları sırasında cephe gerisi hizmetleriyle büyük öneme sahip olan
sağlık kuruluşları ve bu kuruluşların en büyük destekçisi olarak Osmanlı
Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Çanakkale Savaşları’ndaki faaliyetleri ele
alınmıştır. Bu çerçevede Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin kurduğu cephe gerisi
hastaneleri, Cemiyet tarafından Çanakkale Cephesi’nde yer alan diğer
sağlık kuruluşlarına sağlanan yardımlar, cephede ortaya çıkan hastalıklar
ve bu hastalıklara karşı yürütülen mücadele ile tedavi yöntemleri ve
cephe gerisine nakiller Kızılay arşiv belgelerine dayalı olarak incelenmiş,
ayrıca Cemiyetin önemli hizmetlerinden birisi olan çayhaneler üzerinde de
durulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Çanakkale Savaşları, Sağlık Hizmetleri,
Hastaneler, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti.
*
Bu çalışma Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörlüğü Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP)
Birimi tarafından ProjeID: 85 kodlu proje ile desteklenmiş olup, “100.Yılında Çanakkale Savaşları
Uluslararası Kongresi (21-24 Mayıs 2015)”nde sunulan “Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Çanakkale Savaşları’ndaki Faaliyetleri” başlıklı bildirinin gözden geçirilerek düzenlenmiş halidir.
** Yrd.Doç.Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, cahides@
yahoo.com
173
Cahide Sınmaz Sönmez
The Healthcare Organizations in the Gallipoli Campaign and the
Activities of Ottoman Red Crescent Society According to Turkish Red
Crescent Archive Documents
Abstract
The Gallipoli Campaign, which has significant importance both
for Turkish and World history, has been subject to many researches in
both national and international fields due to its military and political
consequences as well as the losses it inflicted on manpower. Hence, during
the campaign, a great struggle has been made behind the frontlines as
well as in the front itself. A great amount of healthcare services have been
attempted to be given during the campaign, while the existing healthcare
organizations have been reinforced and supported by new ones. Healthcare
organizations that had a significant importance with their services
behind the frontlines in the Gallipoli Campaign and the activities of the
Ottoman Red Crescent Society, which was the biggest supporter of these
organizations, in that campaign have been studied in this paper. Within this
frame, hospitals founded by the Turkish Red Crescent Society behind the
frontlines, reliefs given to the other healthcare organizations in the Gallipoli
Campaign by the Society, diseases in the front and the struggle against
these diseases, their treatment methods and the transportation of the sick
behind the frontlines have been studied based on the archive documents of
the Turkish Red Crescent. Furthermore, teahouses as an important service
of the Society have also been placed within the scope of this study.
Keywords: Gallipoli Campaign, Healthcare Services, Hospitals,
Turkish Red Crescent Society
174
Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer...
Giriş
Birinci Dünya Savaşı’nda pek çok cephede savaşmak zorunda kalan Osmanlı Devleti, Çanakkale Cephesi’nde verdiği mücadele ile Türk ve dünya tarihinin seyrini değiştirmiştir. Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul’a hâkim olmak isteyen İtilaf Devletleri, 3
Kasım 1914 tarihinden itibaren Çanakkale Boğazı’nı abluka altına almış ve 19 Şubat 1915
– 18 Mart 1915 tarihleri arasında gerçekleşen deniz harekâtı1 ile 25 Nisan 1915 – 9 Ocak
1916 tarihleri arasında devam eden kara savaşları sonucunda, Türk ordusunun gösterdiği
kahramanlık ve direniş karşısında Çanakkale’den çekilmek zorunda kalmışlardır.
Türk ordusunun Çanakkale’de İtilaf güçlerine karşı kazandığı bu zaferde cephede verilen mücadele kadar cephe gerisi hizmetlerinin de etkisi büyüktür. Nitekim sınırlı
imkânlarla sağlık alanında verilen mücadele de en az askeri başarı kadar mühimdir. Muharebeler esnasında cephede yaralanan askerlerin tedavilerinin yapılması, bulaşıcı hastalıklarla mücadele edilerek salgın oluşumunun engellenmesinin yanı sıra askerlere moral
aşılayıcı hizmetleri de yürüten sağlık kuruluşları cephedeki askerlerin en önemli destekçilerinden biri olmuştur. Nitekim Çanakkale Cephesi’nin açılmasıyla beraber Gelibolu ve
Çanakkale çevresinde, 180 yataklıdan başlayarak 2.000 yatak kapasitesine ulaşan Menzil,
Harp, Hilâl-i Ahmer ve Merkez Hastaneleri ile 8. 9. ve 12. Tümen Seyyar Hastaneleri
faaliyet göstermiş; ayrıca 60, 61, 63, 67 ve 70 numaralı Şirket-i Hayriye ile Akdeniz ve
Gülnihal vapurları da hastane gemisi olarak görevlendirilmiştir.2 Şirket-i Hayriye vapurlarıyla sadece yaralı askerler değil, mülteciler de taşınmış ve vapurlar vasıtasıyla bölgedeki
hasta ve yaralılara çay, gevrek, süt, ayran ile sigara dağıtımı yapılmış ve şirket, Osmanlı
Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Başkanlığı’na gönderdiği 12 Mayıs 1915 tarihli yazıda bu hususta
insani yardımda bulunulduğu için şeref duyulduğunu belirtmiştir.3
Çanakkale Muharebeleri öncesinde bölgedeki sağlık kuruluşları Müstahkem
Mevki Komutanlığı 5. Şube Müdürlüğü’nün başında bulunan Sağlık Genel Müfettişi Tabip Albay Süleyman Numan Bey idaresinde yürütülürken, İtilaf Devletleri’nin
boğazı geçme girişimleri üzerine bölgedeki mevcut sağlık kuruluşları güçlendirilmeye çalışılmış ve belirli noktalara yataklı revirler açılmıştır. Örneğin, 22 Aralık
1914’te Anafarta ve Kirte’de birer revir açılması kararlaştırıldığı gibi, Eceabat Mevki
Hastanesi’nde de Kocadere ve Eceabat’taki birliklere revir hizmeti verecek bir koğuş
hazırlanması uygun görülmüştür.4 1915 yılı Mart ayı başına kadar sağlık hizmetleri
1
2
3
4
Çanakkale Muharebeleri sırasında Osmanlı Devleti ve İtilaf devletleri tarafından gerçekleştirilen deniz
harekâtı hakkında geniş bilgi için bkz; Muhammet Erat; “Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekâtı”,
Çanakkale Savaşları Tarihi, Editör: Mustafa Demir, İstanbul 2015, 349-395.
Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap III, Genelkurmay Personel Daire Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı Yayınları, Ankara 2012, s. 525-526.
Kızılay Arşivi (K.A.), Kutu: 90, Belge No: 6, 29 Nisan (12 Mayıs) 1331/1915.
Ahmet Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede ve Cephe Dışında Sağlık Hizmetleri”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Yıl 9, Sayı 10-11, Bahar 2011, s. 36; Nurhan Aydın, “Çanakkale
Muharebelerinde Sağlık Hizmetleri ve Mevcut Hastaneler”, Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl
6, Sayı 26, Yaz 2015, s. 80. Ayrıca, bkz. Nurhan Aydın, “Çanakkale Savaşları’nda Sıhhiye ve Tahliye
Hizmetleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XXVI, S. 77, Temmuz 2010.
175
Cahide Sınmaz Sönmez
için alınan önlemler kapsamında 350 yataklı Çanakkale Merkez Hastanesi, 50 yataklı Erenköy Hastanesi, 200 yataklı Ezine Hastanesi, 200 yataklı Umurbey Hastanesi,
50 yataklı Kilitbahir Hastanesi ve 200 yataklı Eceabat Hastanesi hizmete açılmıştır.5
Ancak, gerek sağlık personeli, gerekse malzeme yönünden pek çok eksiği bulunan bu
hastanelerin ihtiyaçlarının birçoğu, yerel imkânlar ölçeğinde giderilmeye çalışılmış,
bölge halkı hastanelerin ihtiyacını karşılamak üzere adeta seferber olmuştur. 18 Mart
öncesi yarımadanın savunması ile görevlendirilen 9. Tümen’e bağlı birlikler bölgenin
özelliğinden dolayı Çanakkale Boğazı’nın iki yakasında geniş bir alana yerleştirilmiş
ve gerekli tıbbi müdahaleyi zamanında yapabilmek amacıyla da iki seyyar hastane faaliyete geçirilmiştir.6 Bu doğrultuda Eceabat ve Kilitbahir’de 100, Erenköy’de 500 yataklı seyyar hastane açılmıştır. Ayrıca, 19. Tümen’in Seyyar Hastanesi Kilitbahir’de,
9. Tümen’in Seyyar Hastanesi de Sarıcaali’de revir olarak yarı aktif bir halde bulunmaktadır.7
Kara muharebelerinin çok şiddetli yaşandığı 1915 yılı Mayıs ayında ise Çanakkale Cephesi’ndeki hastane ve yatak kapasitesi Tekirdağ’da 1.450, Şarköy’de 400,
Gelibolu’da 150, Lapseki’de 300, Ezine’de 500, Dümrek’te 450, Biga’da 1.300 ve
Dimetoka Köyü’nde 500 olmak üzere toplam 5.050’ye ulaşırken,8 Temmuz 1915’te
yatak kapasitesi 14.280 kişiye çıkarılmıştır. Hastanelerde bulunan yatak sayılarının
arttırılmasında sivil halkın da büyük katkısı olmuş ve savaş bölgesi civarındaki köylerin halkı, orduya destek verebilmek için elindeki varını yoğunu getirmiştir.9 Diğer
taraftan, kara muharebelerinin yoğunlaşmasına bağlı olarak cephe gerisinde Tengerderesi, Soğanlıdere, Havuzlarderesi, Kocadere ve Matikdere gibi mevkilerde büyük
sargı yerleri açıldığı gibi, Sıhhiye Bölükleri de bulundukları mevkilerde yaralı askerlere hizmet etmişlerdir.10
Böylesine zor şartların yaşandığı günlerde gerek kendi açtığı hastaneler, gerekse
diğer sağlık kuruluşlarına yaptığı yardımlar dolayısıyla Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, Çanakkale Cephesi’ndeki sağlık kuruluşlarının başında gelmektedir. Nitekim 11 Haziran
1868 tarihinde, yaralı ve hasta askerleri tedavi etmek üzere “Mecrûhîn ve Mardayı Askeriyeye İmdât ve Muâvenet Cemiyeti” adıyla kurulan Hilâl-i Ahmer Cemiyeti,
diğer tüm cephelerde olduğu gibi Çanakkale Muharebeleri’nde de cephe gerisi hizmetlerinde önemli rol oynamıştır.11 Savaşın şiddetlenmesi üzerine gerek cephede, ge-
5
Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap I, s. 244; Ahmet Esenkaya-Ceyhan Koç, “Çanakkale Muharebelerinde Hastaneler”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Sayı 3, Mart 2005, s. 26.
6 Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap I, s. 244; Esenkaya-Koç, a.g.m., s. 27.
7 Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s. 37; Aydın, “Çanakkale Muharebelerinde…”,
s. 80.
8 Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap II, s. 274; Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s.
37; Aydın, “Çanakkale Muharebelerinde…”, s. 80.
9 Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap III, s. 503.
10 Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap III, s. 545; Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s.
38; Aydın, “Çanakkale Muharebelerinde…”, s. 81.
11 Türkiye Kızılay Derneği: 73 Yıllık Hayatı 1877-1949, Ankara 1950, s. 27.
176
Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer...
rekse cephe gerisindeki yardım faaliyetlerini arttıran cemiyet, Şirket-i Hayriye’den
kiraladığı vapurlarla hasta ve yaralı taşımanın yanı sıra savaş sırasında görülen sıtma,
kolera, tifo, dizanteri, çiçek gibi hastalıklarla da mücadele etmiş; ayrıca açmış olduğu
çayhaneler ve misafirhaneler vasıtasıyla askerlere sıcak çay dağıtırken dinlenmeleri
için de mekânlar hazırlamış ve morallerini yüksek tutmaya çalışmıştır.
1. Çanakkale Savaşları’nda Hilâl-i Ahmer Hastaneleri
2 Ağustos 1914’te Almanya ile imzalanan gizli anlaşmadan sonra seferberlik
ilan edilmesi üzerine 5 Ağustos’ta Harbiye Nezareti Sıhhiye Dairesi’nden Menzil Müfettişi Umumiliği’ne gönderilen bir yazı ile İstanbul’da mevcut 10.000 yatak kapasiteli hastanelerin 7.000 yataklı bölümünün ordu tarafından, geri kalan 3.000 yataklı bölümünün de Hilâl-i Ahmer Cemiyeti tarafından idare edilmesi emredilmiş ve sevkiyat
iskelelerinin Ayastefenos, Tekirdağ, Gelibolu ve Çanakkale olması kararlaştırılmıştır.
Buna göre yaralılar İstanbul’da Gülhane’ye getirilecekler, buradan da Hilâl-i Ahmer
Cemiyeti tarafından kiralanacak arabalar ile diğer hastanelere sevk edileceklerdi. Ayrıca, yaralıların cepheden sevki için Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’ne iki vapur verilecekti.12
Öte yandan, Genelkurmay Başkanlığı Genel Karargâh Sahra Sıhhiye Genel Müfettişliği tarafından Hilâl-i Ahmer Genel Merkezi’ne Çanakkale’den gelecek yaralılar
için İstanbul’da yeni hastanelerin açılması gerektiğinin bildirilmesi üzerine, Hilâl-i
Ahmer Cemiyeti olağanüstü çaba göstermiş ve cepheden gelen yaralılar Galatasaray
Mekteb-i Sultani’si ile Daruşşafaka’ya yerleştirilip tedavi ve bakımlarına başlanmıştır.13 Böylece, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, İstanbul’da kendisine tahsis edilen hastanelerde14 Çanakkale’den sevk edilen hasta ve yaralı askerlerin tedavisine başlamıştır. Ayrıca, daha muharebelerin başında ağır yaralı askerlerin tedavisi için de cephe yakınında
hastane kurulması projesini hayata geçirmiştir.
1.1. Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi
İstanbul’a nakledilemeyecek kadar ağır yaralılar için Çanakkale yakınında bir
hastane açılması ihtiyacı doğması üzerine, Fransızlara ait Kız Mektebi’nin boşaltılarak hastane olarak kullanılmasına karar verilmiştir. 200 yataklı olarak düşünülen
hastane için öncelikli olarak gerekli olan tefrişatın tamamlanmasına çalışılmış ve
Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi, Tıp Fakültesi öğretmen yardımcılarından Doktor
Talha Yusuf Bey’in himayesinde 19 Nisan 1915 tarihinde açılmıştır.15 Gelibolu Hilâl-i
12 Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap II, s. 273; Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s.
49, 50.
13 Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s. 50; Aydın, “Çanakkale Muharebelerinde…”,
s. 87.
14 Bu hastanelerin listesi için bkz. Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s. 54, 55.
15 Cemal Sezer, “Çanakkale Cephesinde Gelibolu-Şarköy-Tekirdağ (Tekfurdağı) Hilâl-i Ahmer Hastanesinin Faaliyetleri”, Tarihin Peşinde, Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl 7, Sayı
13, Nisan 2015, s. 55. Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi Krokisi ve Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi
Sıhhiye Heyetine ait bir fotoğraf için bkz. Ek 1, Ek 2.
177
Cahide Sınmaz Sönmez
Ahmer Hastanesi ağır yaralılara ayrıldığından, hastaneye genellikle şarapnel, obüs
veya bombalar sebebiyle ağır şekilde yaralanmış askerler getirilmiş, sayıları 200’ü
bulan bu ağır yaralılar yapılan ilk müdahalenin ardından İstanbul’a sevk edilirken,
kısa bir süre sonra hastanenin yatakları tekrar yaralılarla dolmuştur.16
Pek çok imkânsızlık içerisinde hizmet vermeye çalışan hastane, Gelibolu kasabasının İtilaf devletlerinin yoğun bombardımanı altında kalmasından dolayı, daha
fazla faaliyet yürütemeyeceği gerekçesiyle, 8 Mayıs 1915 tarihinde Plevne vapuru ile
Şarköy’e taşınmıştır.17 Nitekim Baştabip Talha Yusuf Bey aynı gün Osmanlı Hilâl-i
Ahmer Cemiyeti Başkanlığı’na çektiği telgrafta, Şarköy’e ulaştıklarını ve hastane eşyalarını çıkarmakla meşgul olduğunu bildirmiştir.18 Dolayısıyla Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi savaş şartları sebebiyle yaklaşık üç hafta hizmet verebilmiştir.
1.2. Şarköy Hilâl-i Ahmer Hastanesi
Hastanenin Gelibolu’dan Şarköy’e nakli sırasında Sertabib Talha Yusuf Bey,
Operatör Faik İbrahim Bey, Tabip Enver Nazım Bey, Tabip Muavini Muhlis Efendi,
Tabip Muavini Hikmet Efendi, Tabip Muavini Samet Efendi, Tabip Muavini Muhtar
Efendi, Eczacı Solon Efendi, İdare Memuru Asaf Bey, Ambar Memuru ve Kilerci Süleyman Beyler görev almış19 ve ilk olarak hastane olmaya elverişli mekânların tespiti
yapılmıştır.
Yapılan tetkikler sonucunda daha önce Rüşdiye Mektebi olarak kullanılan bina
ile bu binanın yakınındaki otlak ve mescit tahliye edilerek onarılmış ve bu bölgeye
3 adet kârgir hastane yapılmıştır. Hastaneler kasabanın merkezinde ve sahilde olmak
üzere iki kısma ayrılırken, Rum Kız Okulu da karantina, ambar vb. amaçlarla kullanılmıştır.20
Şarköy Hastanesi bir hafta içinde tedavi hizmetlerine başlamıştır. Nitekim Talha
Yusuf Bey 14 Mayıs 1915 tarihinde İstanbul Hilâl-i Ahmer Merkez Başkanlığı’na
çektiği telgrafta; hastanede 105 yaralının olduğunu belirterek, hasta ve yaralı askerlerin tedavisi ile hastanenin ihtiyaçlarının karşılanması için malzeme ve para gönderilmesini istemiştir.21 Çanakkale Cephesi’nde devam eden muharebeler şiddetlendikçe,
hastaneye gelen yaralı sayısında da belirgin bir artış gözlemlenmiştir. Nitekim 12-20
Mayıs tarihleri arasında hastaneye ulaştırılarak tedavilerine başlanan asker sayısı 162
16
17
18
19
20
Sezer, a.g.m., s. 55.
Sezer, a.g.m., s. 56.
K.A., Kutu: 523, Belge No: 10, 25 Nisan (8 Mayıs) 1331/915; Sezer, a.g.m., s. 56.
K.A., Kutu: 523, Belge No: 44, 15 (28) Temmuz 1331/1915.
K.A., Kutu: 523, Belge No: 44.2, 15 (28) Haziran 1331/1915. Şarköy Hilâl-i Ahmer Hastanesi’ne ait
kroki için bkz. Ek 3.
21 K.A., Kutu: 523, Belge No: 16, 1 (14) Mayıs 1331/1915.
178
Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer...
iken,22 21 Mayıs 1915 tarihinde hastanedeki ağır yaralı sayısı 180’e,23 18 Haziran
1915 tarihinde 259’a yükselmiş, 34 asker ise taburcu edilerek kıt’alarına sevk edilmiştir.24 Haziran sonuna gelindiğinde, Gelibolu’da açılarak Şarköy’de faaliyetlerine
devam eden Hilâl-i Ahmer Hastanesi’nde, toplam 665 ağır yaralı askere bakılmış, bu
askerlerden 28’i ise vefat etmiştir.25
Hilâl-i Ahmer Şarköy Hastanesi’ndeki yoğunluk Temmuz ayında da devam etmiştir. Nitekim 21 Temmuz’da hastaneye 100 yaralının geleceği haberinin verilmesi
üzerine Talha Yusuf Bey, İstanbul Hilâl-i Ahmer Merkezi’nden 10 top gazlı bez ve 5
top tarlatan gazının acilen gönderilmesini istemiştir.26
Şarköy Hilâl-i Ahmer Hastanesi büyük zorluklar ve özveri içerisinde cepheden
gelen askerlerin tedavilerini gerçekleştirmeye çalışsa da, yaralı ve hasta sayısındaki artışa, nakil ve güvenlikte yaşanan sıkıntılar da eklenince hastanenin bu kez de
Şarköy’den Tekirdağ’a taşınmasına karar verilmiştir.
1.3.Tekirdağ Hilâl-i Ahmer Hastanesi
Talha Yusuf Bey, 29 Temmuz 1915 tarihinde Hilâl-i Ahmer Merkezi’ne gönderdiği yazıda, hastanenin Tekirdağ’a nakli için telgraf aldığını, bu konuda ayrıntılı
talimatları beklediğini bildirmiş;27 gelen talimat üzerine de Sıhhiye Heyeti, 5 Ağustos 1915 tarihinde, eşyalar ile beraber Gülnihal Vapuru’yla hareket ederek, aynı gün
Tekirdağ’a ulaşmıştır.28 Hastaneye yerleşilmesinin ardından yapılan ilk işlerden birisi
ihtiyaç duyulan ilaçların temininin sağlanmasıdır. Bu amaçla eczacı Solon Efendi derhal İstanbul’a gönderilmiş, istenilen ecza malzemelerinin temin edilmesi hususunda
gerekli emirlerin verilmesi bizzat Başhekim Talha Yusuf Bey tarafından Hilâl-i Ahmer
Merkezi’nden rica edilmiştir.29 İlaç temini dışında hastanenin diğer ihtiyaçlarıyla da
ilgilenilmiş, örneğin havaların soğuması ve kar yağması nedeniyle ısınmayı sağlamak
amacıyla ihtiyaç duyulan soba boruları, bölge esnafı Balıkçıyan’dan parası ödenerek
temin edilmiştir.30
Tekirdağ’daki hastane Aralık ayının sonuna kadar faaliyetlerini sürdürmüştür.
Dolayısıyla Gelibolu, Şarköy ve Tekirdağ’da açılan hastaneler, toplam sekiz ay hiz-
22
23
24
25
26
27
28
29
30
K.A., Kutu: 523, Belge No: 44.2. 15 (28) Haziran 1331/1915.
K.A., Kutu: 523, Belge No: 21, 8 (21) Mayıs 1331/1915.
K.A., Kutu: 523, Belge No: 41, 18 Haziran (1 Temmuz) 1331/1915.
K.A., Kutu: 523, Belge No: 44.4, 10 (23) Temmuz 1331/1915; Sezer, a.g.m., s. 59.
K.A., Kutu: 523, Belge No: 49, 8 (21) Temmuz 1331/1915; Sezer, a.g.m., s. 58.
K.A., Kutu: 523, Belge No: 54, 16 (29) Temmuz 1331/1915.
K.A., Kutu: 523, Belge No: 56, 23 Temmuz (5 Ağustos) 1331/1915.
K.A., Kutu: 523, Belge No: 57, 25 Temmuz (7 Ağustos) 1331/1915; Sezer, a.g.m., s. 61.
K.A., Kutu: 523, Belge No: 75, 26 Eylül (9 Ekim) 1331/1915; K.A., Kutu: 523, Belge No: 76, 2 (15)
Ekim 1331/1915.
179
Cahide Sınmaz Sönmez
met vermiştir.31 Bu hastanelerde Nisan 1915 tarihinden Eylül ayı sonuna kadarki altı
aylık süre içerisinde tedavi gören hasta ve yaralı asker sayısı 999, iyileşen hasta ve
yaralı sayısı 119, vefat eden hasta ve yaralı sayısı 74, İstanbul’a sevk edilen hasta ve
yaralı sayısı ise 600’dür.32 Dolayısıyla Hilâl-i Ahmer Hastanesi bu süre zarfında toplam 1.792 yaralı ve hasta askere hizmet vermiş ve faaliyetlerini sona erdirdikten sonra
elde kalan erzak, eşya ve sıhhi malzemeleri merkezdeki Hilâl-i Ahmer ambarlarına
iade etmiştir.33
2. Çanakkale Cephesi’nde Karşılaşılan Hastalıklar
2.1. Sıtma
Çanakkale Muharebeleri esnasında hastanelerde hasta ve yaralı askerlerin tedavi edilmesi dışında çeşitli hastalıklarla da mücadele edilmiştir. Bu hastalıkların en
önemlisi ise hiç şüphesiz sıtmadır. Özellikle Kumkale ve civarında bataklık ve başka
yerlerdeki durgun sular nedeniyle sıtma hastalığı, yöre halkı ve askerlerde sıklıkla görülen hastalıkların başında geliyordu.34 Harp sahasının Anadolu yakasında yer alan bu
bataklıkları kurutmak mümkün olmadığından, askerlerin kaldıkları yerlerin mümkün
olduğunca sinekliklerle korunması, çeşitli vasıtalarla vücudun örtülü tutularak sivrisineklerin ısırmasının önüne geçilmesi ve ateşlenen hastaların kanlarının alınıp Asya
Grubu Laboratuarına gönderilerek hastalık taşıyanların ayıklanması gibi tedbirlerle
sıtma hastalığının yayılması önlenmeye çalışılmıştır.35 Anadolu yakasında 15. Kolordu birlikleri içerisinde sıklıkla görülen sıtmanın yayılmasını önlemek için altı adet
seyyar bakteriyoloji sandığı ile her çeşit analizi yapabilecek bir laboratuvar da Kalvert Çiftliği’nde faaliyete geçirilmiştir. Ancak, bu çabalara rağmen salgın tam olarak
önlenememiştir.36 Nitekim hastalığın tedavisinde kullanılan kininin yeterli miktarda
bulunmaması, cephe genelinde görülen 116.985 sıtma vakasından 6.661’inin ölümle
sonuçlanmasına sebep olmuştur.37
31 Seçil Karal Akgün-Murat Uluğtekin, Hilâl-i Ahmer’den Kızılay’a, Alternatif Ajans, Ankara 2002, s.
204.
32 K.A., Kutu: 523, Belge No: 81, 26 Ekim (8 Kasım) 1331/1915 ; Sezer, a.g.m., s. 61. Nisan-Eylül 1331
tarihleri arasında Hilâl-i Ahmer Gelibolu, Şarköy ve Tekirdağ hastanelerinde bulunan hasta ve yaralı
sayılarını gösteren tablo için bkz. Ek 4.
33 Sezer, a.g.m., s. 63.
34 Abdülkadir Noyan, Son Harplerde Salgın Hastalıklarla Savaşlarım, Son Havadis Matbaası, Ankara
1956, s. 43; Hikmet Özdemir, Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918, Türk Tarih Kurumu Yayını,
Ankara 2010, s. 215.
35 Noyan, a.g.e., s. 44.
36 Noyan, a.g.e., s. 43.
37 Kemal Özbay, Türk Asker Hekimliği Tarihi ve Asker Hastaneleri, Cilt I, Yörük Basımevi, İstanbul
1976, s. 238.
180
Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer...
2.2. İshal
Çanakkale Cephesi’nde görülen diğer bir hastalık ise ishaldir. Genellikle bombardımandan korunmak için derin kazılan siperlerin rutubetli ve ıslak oluşu askerler
arasında ishalin yayılmasına neden olmuş, kimi zaman askerlerin siperlerden çıkarılmasını gerektirmiştir.38 Nitekim 5’nci Ordu Kurmay Başkanlığı da 26 Ağustos 1915
tarihinde Sahra Sıhhiye Genel Müfettişliği’ne gönderdiği telgrafta; Kuzey ve Güney
Grupları’nda çok miktarda dizanterili ve ishalli hastanın bulunduğunu bildirmiştir.39
Örneğin, 26-28 Ağustos 1915 tarihleri arasında cephede yaklaşık 500 askerde kusma,
kanlı ishal, baş ve karın ağrısı şikâyetleri baş göstermiştir.40 Cephede kullanılan suyun
temiz olmaması sebebiyle başlayan dizanteri ve kolera hastalıkları ise yeterli miktarda ilaç bulunmadığından bu hastalığa yakalananlara killi toprak yedirilerek tedavi
edilmeye gayret gösterilmiştir.41 Yeni gelen askerlere yapılan aşılarla da hastalığın
yayılmasının önüne geçilmeye çalışılmış42 ve alınan bu önlemler sonucunda tifo hastalığından ölenlerin sayısında belirgin bir azalma sağlanabilmiştir.43
2.3. Bit Salgını
Çanakkale Cephesi’nde askeri makamları tedirgin eden hususlardan birisi de
muhtemel bir bit salgınıydı. Zira bitler vasıtasıyla yayılan tifüs, halk arasındaki adıyla
lekeli humma, askerler için önemli bir tehdit oluşturabilirdi. Nitekim, dönem içerisinde tifüs hastalığına yakalanan 149 askerden 36’sının hayatını kaybettiği görülmektedir.44 Bu durumda ciddi bir salgının yaşanmaması için her tümen sıhhiye bölüklerinin
hamam ve mutfaklarının yakınında istihkâm taburlarının kuyucu takımları tarafından
açılan bir veya iki su kuyusu bulundurulmuştur.45 Ayrıca, Uzunköprü-Keşan-Gelibolu
menzil yolu üzerinde Keşan bölgesinde üç seyyar etüv46 ile bir menzil temizleme
istasyonu açılarak orduya yeni gelen erler temizlenmeye başlanmıştır. Bunun yanı
sıra, birliklere seyyar etüvlerin verilmesine çalışılmış ve yeterli olmadığı durumlarda elbise veya eşyaların sahra fırınlarından geçirilmesi yoluna gidilmiştir. Alınan bu
38 Noyan, a.g.e., s. 42.
39 Çanakkale Acı İlaç: 18 Mart 1915-9 Ocak 1916, Haz: Şadan Maraş Öymen - İ. Edip Emil Öymen,
Deva Holding, İstanbul 2005, s. 67; Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede …”, s. 32.
40 Necdet Aysal, “Çanakkale Muharebeleri’nde Sağlık Hizmetleri ve Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin
Faaliyetleri”, 100’üncü Yılında Çanakkale Zaferi Ulusal Sempozyumu 28-29 Nisan 2015 İstanbul, Editör: Dr.Öğ.Alb. Zekeriya Türkmen, T.C. Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Yayını, İstanbul, 2015, s. 279.
41 Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede …”, s. 32; Aysal, a.g.m., s. 279.
42 Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede …”, s. 32; Aysal, a.g.m., s. 279.
43 Özbay, a.g.e., s. 238.
44Aysal, a.g.m., s. 279.
45 Noyan, a.g.e., s. 42.
46 İçinde belirli bir sıcaklık elde edilerek kurutma, mikrop üretme ve dezenfekte veya sterilizasyon gibi
amaçlarla kullanılan aletin genel adı.
181
Cahide Sınmaz Sönmez
önlemler sonucunda muharebeler boyunca tifüsün salgın haline gelmesinin önüne geçilebilmiştir.47
2.4. İskorbüt
C vitamini eksikliğiyle ortaya çıkan İskorbüt hastalığı da cephede görülen bir
diğer hastalıktır. Genellikle diş etlerinde şişkinlik ve kanamalar şeklinde kendisini
gösteren bu hastalık özellikle kış mevsiminden kaynaklanan beslenme yetersizliğiyle
ortaya çıkmıştır. Kış aylarında dağ eteklerinde bulunan ve askerin de tanıdığı “kuzukulağı” bitkisinin tüketilmesi sağlanarak tedbir alınmaya çalışılmış,48 yaz aylarında
sebze ve taze gıdalar verilmesiyle de yaygın hale gelmesi önlenebilmiştir.49
3. Hasta ve Yaralıların Cephe Gerisine Nakli ve Tedavi Yöntemleri
Askerler arasında görülen yaralanmaların önemli bir kısmı bomba, şarapnel ya
da piyade mermilerinden kaynaklanmaktaydı. Cephede yaralanan bir askerin yarası
öncelikle, çantasının köşesinde bulunan “harp paketi” kullanılarak sarılmış ve asker
daha sonra teskereci ya da sıhhiye erleri tarafından siperlerin gerisinde oluşturulmuş
olan “yaralı yuvalarına” taşınmıştır.50 Buradan sargı yerlerine getirilen yaralılar, tabur
doktorlarının yaptığı muayeneye göre hafif yaralı ise toplanma yerlerine, ağır yaralı
ise sıhhiye arabaları durak yerleri aracılığı ile “büyük sargı yerlerine” nakledilmişlerdir.51 Ancak, cephe hattında yaralanan asker sayısının giderek yükselmesi, nakil
hizmetlerinin önemini daha da arttırmış ve her 20 km’de bir kurulan 50’şer yataklı sıhhiye istasyonları arasında çalışan hasta ve yaralı araba kolları, hasta ve yaralı askerleri nakliye kol ve arabasına sevk etmekle görevlendirilmiştir. İlk tedavileri
yapılan yaralılardan hastanelere sevki gerekenlerin bir kısmı, Eceabat veya Akbaş
iskelelerine nakledilmişler ve ardından buradan İstanbul’a dönmekte olan vapur, taka,
mavna veya yelkenlilere bindirilerek cephe gerisine gönderilmişlerdir.52 Çanakkale
Cephesi’nde, 25 Nisan 1915’ten Kasım ayı sonuna değin Akbaş ve Ağaderesi Sevkiyat Hastaneleri’nden 99.275’i yaralı, 33.794’ü hasta ve 17.799’u da hava değişimi
olmak üzere 150.868 asker sevkiyata tabi tutulmuştur.53
47 Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap III, s. 502; Çanakkale Acı İlaç…, s. 67.
48 Noyan, a.g.e., s. 42.
49 Noyan, a.g.e., s. 48; Özbay, a.g.e., s. 237. Çanakkale Cephesi’nde Osmanlı ordusunun beslenmesi
hakkında bilgi için bkz; Muhammet Erat, “Çanakkale Savaşı’nda Türk Ordusunun İaşe Problemi”,
Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Sayı 1, Mart 2003, s. 114-133.
50 Mahmut Sabri Bey, “Seddülbahir Muharebesi: 26. Alay 3. Tabur Harekâtı”, Çanakkale Hatıraları III,
Hazırlayan: Metin Martı, Arma Yayınları, İstanbul 2005, s. 67-70.
51 Lokman Erdemir, “Çanakkale Muharebe Meydanlarından İstanbul Hastaneleri: Sağlık Hizmetleri”,
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 2012/1, Sayı 15, s.94.
52 Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap III, s. 506.
53 Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s. 43; Aydın, “Çanakkale Muharebelerinde…”,
s. 84.
182
Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer...
Her ne kadar yaralıların hastanelere nakli hususunda büyük bir özveriyle çalışılmış, sıhhiye personeli yaralılara müdahale edebilmek için ateş hattına kadar
sokularak,54 onları güvenli bölgelere taşımaya gayret etmişse de, zaman zaman cepheye yakın hastane ve sargı yerlerinin bombardıman ve ateşe maruz kalmasından
dolayı bu alanlardaki yaralı nakilleri hızlı bir şekilde yapılamamıştır.55 Bu nedenle,
hastaneye gelene kadar açıklık alanlarda beklemek zorunda kalan askerlerin yaraları
giderek derinleşmiş ve zaman zaman da kangrene sebep olmuştur.56 Kimi zaman ise
altı saatlik mesafede yaralanan askerler, ancak altı veya yedi gün sonra hastaneye
ulaştırılabildiğinden yara yerleri kurtlanmıştır. Bu duruma Gelibolu Hastanesi’ne getirilen yaralı askerler arasında da rastlanmıştır. 57
Yaralanan askerlere yapılan ilk müdahalede öncelikle hastanın ağrısını dindirmek ve acısını hafifletmek için, morfin kullanıldığı görülmektedir. Yaraya kaynamış,
derinin veya dokuların içine karışmış olan asker giysilerinin temizlenmesi için ise
yumuşatıcı niteliği olan borik asit, merhem ya da vazeline başvurulmuştur.58 Kirli
ve açık yaralar aracılığıyla insana bulaşan tetanos hastalığı da önemli bir risk oluşturduğundan bu hastalığın tedavisinde tetanos serumu kullanılmıştır. Nitekim Hilâl-i
54 Erdemir, a.g.m., s. 93. Yaralıların hızla cephe gerisine taşınması için alay komutanları dahi ön hatlara
kadar sokulmuştur. Nitekim 33. Alay komutanı Yarbay Şevki Bey yaralı bir askerin nakli için Karayörük Deresi içerisine girdiğinde şehit olmuştur. Cumhurbaşkanlığı Arşivi, 131-2a.
55 Zaman zaman İtilaf kuvvetleri tarafından savaş hukukuna aykırı olarak hastanelerin bombalanması, imkânları kısıtlı olan hastanelerin istenilen şekilde hizmet vermesini engelleyerek, cephe gerisi
hizmetlerin aksamasına sebep olmuş ve Osmanlı Devleti bu durumu şiddetli bir şekilde protesto etmiştir. Örneğin, Hilâl-i Ahmer Çanakkale Merkezi tarafından 30 Nisan 1915 tarihinde Hilâl-i Ahmer
Başkanlığı’na gönderilen yazıda; 29 Nisan 1915 tarihinde Saroz Körfezi’nden Maydos’a şiddetli bir
bombardıman yapıldığı ve Hilâl-i Ahmer bayrağını taşıyan askeri hastanenin bombalanması neticesinde adedi bilinmeyen fakat yüzlerce olduğu tahmin edilen yaralı ve çoluk çocuğun vefat ettiği bildirilmiştir. K.A, Kutu: 270, Belge No: 41. Başkumandan Vekili Enver Paşa da 10 Mayıs 1915 tarihinde
Hariciye Nezâreti’ne çektiği telgrafta, İngilizlerin hastane gemilerini veya hastaneleri tekrar bombalaması durumunda Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan sivil veya asker İngiliz esirlerini kullanarak
şiddetli bir şekilde karşılık vereceğinin Amerikan Sefareti vasıtasıyla İngiltere Hükümeti’ne iletildiğini bildirmiştir. Osmanlı Belgelerinde Çanakkale Muharebeleri I, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri
Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayını, Ankara 2005, s, 92. 25 Mayıs 1915 tarihli
bir diğer belgede de Müttefik uçaklarının savaş hukukuna aykırı olmak üzere, üzerinde Hilâl-i Ahmer
işaretleri olan Akbaş Tekkesi hastane çadırını bombaladığı belirtilirken, Başkumandan Vekili Enver
Paşa’nın ABD sefiri Henry Morgenthau’ya çektiği bir dizi telgrafta bu durumun önüne geçilmesi için
gerekli tedbirlerin alınmasını istediği görülmektedir. Osmanlı Belgelerinde Çanakkale Muharebeleri
I, ss. 111-112, 184-192. Çanakkale Savaşları’nda savaş hukukuna aykırı uygulamalar için ayrıca bkz.
Ahmet Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde İtilaf Devletlerinin Savaş Hukukuna Aykırı Davranışları”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Sayı 4, Mart 2006, ss. 51-95; Mesut Erşan, “Çanakkale
Muharebelerinde Savaş Hukuku İhlalleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XXV, Sayı 73,
Mart 2009, ss.164-179.
56 K.A., Kutu: 523, Belge No: 44-3, 15 (28) Haziran 1331/1915. Çanakkale Cephesi’nde meydana gelen
yaralanmalara dair bir çizim için bkz. Ek 5.
57 K.A., Kutu: 523, Belge No: 44-3, 15 (28) Haziran 1331/1915.
58 Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s. 33.
183
Cahide Sınmaz Sönmez
Ahmer Çanakkale Merkezi Başkanı İsmail Hakkı Bey, 24 Mart 1915 tarihinde Hilâl-i
Ahmer Başkanlığı’na gönderdiği yazıda, tetanos serumlarıyla ameliyathaneye ait sağlık malzemelerinin acilen gönderilmesini istemiştir.59
Bu çeşit tıbbi malzemelerin temininde cemiyet önemli rol oynamış, çok sayıda
pravaz şırınga, ameliyathane muşambası, sargı bezinin tedariki için çaba göstermiştir. Ancak, alınmaya çalışılan tıbbi önlemler cepheden gelen yaralıların artmasıyla
yetersiz kalmış, bu duruma Almanya’dan gönderilen tıbbi malzemelerin birçoğunun
ya kullanılamaz ya da ihtiyaca uygun olmayan nitelikte olması da eklenince içine
düşülen çaresizlik sağlık personelinin özverisiyle kapatılmaya çalışılmıştır. Bu şartlar
altında cemiyet kendisinden talep edilen ihtiyaçları karşılamak için yoğun bir çaba
sarf ederek Gelibolu, Şarköy ve Tekirdağ hastanelerinin yanı sıra cephedeki diğer
hastanelere de yardım göndermeye gayret etmiştir. Mesela, Çanakkale Hilâl-i Ahmer
Merkezi’nden Maydos Hastanesi’ne 2 çift kauçuk eldiven, 2 kutu zeyt-i kafur,60 2 adet
masa üzerine beyaz muşamba, 4 şişe eter anestezik ve ameliyathanede kullanılmak
üzere 48 metre muşamba gönderilmiş; Merkez Hastanesi’ne ise yine ameliyathanede
kullanılmak üzere yaklaşık 142 metre muşamba, 1 kutu esmark sargı, 2 adet cam
pravaz şırıngası ile 2 çift kauçuk eldiven ulaştırılmıştır.61 İmkânsızlıklar içerisinde
yürütülmeye çalışılan sağlık hizmetlerinde kimi zaman, bulunamayan ürünlerin yerine pratik çözümler üretildiği de olmuştur. Örneğin cerrahi amaçlı kullanılan ve sıvı
şeklinde bir yapıştırıcı olan mastisol yerine sakız kullanımı oldukça sık başvurulan bir
yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.62
4. Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Tarafından Cephedeki Sağlık Kuruluşlarına
Yapılan Yardımlar
Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin hastanelere yaptığı yardımlar sadece tıbbi malzemeyle sınırlı kalmamıştır. Hasta ve yaralıların ihtiyacı olan çorap, çamaşır, yatak ve
yorgan da Hilâl-i Ahmer Cemiyeti tarafından hastane ve askeri birliklere gönderilen
yardımlar arasındadır. Nitekim 16 Mart 1915 tarihinde 200 adet gömlek, 400 adet
don Hilâl-i Ahmer Cemiyeti tarafından Çanakkale Hilâl-i Ahmer Heyeti’ne teslim
edilirken;63 27 Mart 1915 tarihinde ise 329 adet kulaklık, 325 çift eldiven, 109 çift
çorap, 59 adet bol gömlek ve 63 adet kolsuz pamuklu hırka Çanakkale’ye gönderilmiştir.64 31 Mart 1915 tarihinde ise Merkez Hastanesi’ne 99 adet don ve 43 adet gömlek verilmiş, ayrıca köylerde bulunan fakir muhacirlere dağıtılmak üzere de Hilâl-i
Ahmer Cemiyeti kararıyla 2 liralık çeşitli ilaçlar alınmıştır.65
59
60
61
62
63
64
65
K.A., Kutu: 270, Belge No: 33, 11 (24) Mart 1331/1915.
Zeytinyağı ile kafurun karıştırılmasıyla elde edilen ağrı kesici bir yağ.
K.A., Kutu: 238, Belge No: 32, 18 (31) Mart 1331/1915.
K.A., Kutu: 270, Belge No: 40, 27 Mart (9 Nisan) 1331/1915.
K.A., Kutu: 238, Belge No: 28, 3 (16) Mart 1331/1915.
K.A., Kutu: 238, Belge No: 31, 14 (27) Mart 1331/1915.
K.A., Kutu: 238, Belge No: 32, 18 (31) Mart 1331/1915.
184
Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer...
Cephede yayılan salgın hastalıklara karşı askerlerin giysilerini temiz tutmaları ve sıklıkla değiştirme gerekliliği, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nden kıyafet isteklerini
arttırmıştır. Örneğin Güneybatı Cephesi Sami Bey Çiftlik Karargâhı’ndan 2 Haziran
1915 tarihinde cemiyete gönderilen yazıda, istirahat ettirilen askerlerin çamaşırlarını
değiştirmeleri için 15 bin don, 15 bin gömlek ve 15 bin çift çorabın temin edilmesi
istenmiştir.66 Bu gibi ihtiyaçları karşılamak üzere 6 Eylül 1915 tarihinde Çanakkale
Hilâl-i Ahmer Başkanlığı’ndan Bergos (Umurbey) Hafif Yaralı Hastanesi’ne öncelikle don, gömlek ve maşrapadan oluşan 187 kalem67 ve sonrasında ek olarak don
ve gömlekten oluşan 137 kalem eşya68 gönderilmiştir. Ancak, savaş süresince bu tür
talepler hiç azalmamış; bilakis artarak devam etmiştir.
Çeşitli tamir ve döşeme işlerinin yapılabilmesi için de Cemiyete başvurulduğu
görülmektedir. Kıt’a Komutanı Mustafa Bey 27 Ekim 1915 tarihinde İstanbul Hilâl-i
Ahmer Cemiyeti Başkanlığı’na gönderdiği telgrafta, iskelelerdeki takımhaneler ve
dinlenme yerlerinin tamir ve döşeme işini yapabilmek için gerekli 15 liranın bir an
evvel gönderilmesini istemiştir.69
Hilâl-i Ahmer Cemiyeti cepheden gelen bu isteklerin karşılanabilmesi için
kartpostal,70 harita,71 rozet vs. eşya satışıyla yardım parası toplamaya çalışmıştır. Örneğin Erkan-ı Harbiye Umumiye matbaasında Gelibolu Yarımadası’nın 1/100.000
ölçekli haritasından 500 adedi 3’er kuruş fiyatla satılmak üzere Hilâl-i Ahmer Cemiyeti yararına bağışlanmıştır.72 Cemiyet kimi zaman da çevre illerden para toplayarak
Çanakkale’ye göndermiştir. Nitekim bu amaçla 9 Mart 1915 tarihinde Hilâl-i Ahmer
Cemiyeti’nin Bursa ve Aydın şubelerinden 100’er lira,73 17 Mart 1915 günü ise İstanbul Hilâl-i Ahmer Merkezi’nden 200, Aydın’dan 100, Balıkesir’den 50, Ödemiş’ten
50, Söke’den de 32 lira yardım amacıyla Çanakkale’ye ulaştırılmıştır.74
Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, ihtiyaçları karşılamak için İstanbul merkezinden talepte bulunduğu gibi yerel satıcılardan da temin yoluna gitmiştir. Örneğin bu amaçla hasta ve yaralılara dağıtılacak çikolatalar için Tütüncü Hımayak Çavuşyan’a 125
kuruş,75 Çanakkale Müstahkem Mevki Hastanesi’nin ihtiyaç duyduğu 37 top kumaş
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
K.A., Kutu: 12, Belge No: 217.10, 20 Mayıs (2 Haziran) 1331/1915.
K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.14, 26 Ağustos (8 Eylül) 1331/1915.
K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.15, 26 Ağustos (8 Eylül) 1331/1915.
K.A., Kutu: 12, Belge No: 247, 14 (27) Ekim 1331/1915.
K.A., Kutu: 250, Belge No: 105, 15 (28) Ekim 1331/1915.
K.A., Kutu: 36, Belge No: 78, 7 (20) Haziran 1331/1915.
K.A., Kutu: 36, Belge No: 78.
K.A., Kutu: 154, Belge No: 8, 24 Şubat (9 Mart) 1330/1915.
K.A., Kutu: 270, Belge No: 34, 4 (17) Mart 1331/1915.
K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.6, 14 (27) Mart 1331/1915.
185
Cahide Sınmaz Sönmez
için Lapseki’deki Bezirgan Marinov’a 960 kuruş,76 9 top bez için Behor’a 878 kuruş77
ödenmiştir. Ayrıca, Amerikan bezi, kaput bezi, perdelik basma ve makara gibi ihtiyaç
malzemeleri de bölge esnafından satın alınmıştır.78
5. Çayhaneler
Hilâl-i Ahmer Cemiyeti gerek cephede, gerekse cephe gerisinde hasta ve yaralıların tedavilerinin sağlanarak ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olurken, bir yandan da cephe gerisine sevk edilen askere veya cephe gerisine çekilen sivil halka gıda
ve çay dağıtımı yapmış ve onların moral motivasyonunu arttırmaya çalışmıştır. Bunu
sağlayabilmek için çayhaneler, aşhaneler açan cemiyet, kimi noktalara ise konaklama
sağlayabilmek için misafirhaneler kurmuştur.79
Çanakkale ve Gelibolu bölgesinde Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Mayıs 1915’ten
itibaren çayhaneler tesis etmeye başlamıştır. Öncelikle Akbaş ve Lapseki’de açılan
çayhaneleri, daha sonra Değirmenburnu ve Ilgardere’de açılan çayhaneler izlemiştir.
Nitekim 5. Ordu’ya bağlı olmak üzere altı çayhane açılması için üç memur görevlendirilmiştir. Bu memurlardan Recai ve Lütfi Beyler tarafından 27 Mayıs 1915 tarihinde
Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Başkanlığı’na gönderilen yazıda, ilk çayhanenin 12 Mayıs
1915 günü Akbaş’ta Hayrettin Bey idaresinde açıldığı bildirilmiştir.80 Akbaş bölgesinin hasta ve yaralılar için önemli merkez durumunda bulunması buradaki çayhanenin
hizmetini de yoğunlaştırmış ve muharebeler boyunca Çanakkale çayhaneleriyle Akbaş’daki Sahra Hastanesi’nde 1.059.146, hastane gemilerinde ise 137.495 fincan çay
dağıtılmıştır.81 Yine Recai ve Lütfi Beylerin yazısından anlaşıldığına göre, ikinci ve
üçüncü çayhaneler askerî memurlar tarafından idare edilmek üzere 61 ve 62 numaralı
askerî sevkiyat vapurlarına bırakılmıştır.82 Dördüncü ve beşinci çayhaneler için ise
henüz belirli bir yer bulunamamış olduğundan, bu konunun çözümü de çayhane memurları tarafından aynı yazı çerçevesinde Merkez Başkanlığı’ndan talep edilmiştir.83
Çanakkale Cephesi’nde açılan çayhanelerden birisi de Değirmenburnu bölgesinde Çanakkale Darü’l-Harbi Hilâl-i Ahmer Çayhaneleri Baş Memuru Kenan
Bey’in girişimleriyle hizmete girmiştir. Kenan Bey, 8 Ekim 1915 günü Akbaş’tan
Değirmenburnu’na gelerek bölgenin hastaneler baştabibi Binbaşı Fahrettin Bey’e
müracaat etmiştir. Yapılan görüşmelerde kurulması düşünülen çayhanenin odun ve
76 K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.18, 25 Ağustos (7 Eylül) 1331/1915.
77 K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.12, 13 (26) Ekim 1331/1915.
78 K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.8, 13 (27) Ağustos 1331/1915; K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.13, 25
Ağustos (7 Eylül) 1331/1915; K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.11, 12 (25) Ekim 1331/1915.
79 Karal Akgün-Uluğtekin, a.g.e., s. 199.
80 K.A., Kutu: 250, Belge No: 62, 14 (27) Mayıs 1331/1915.
81 Mesut Çapa, Kızılay (Hilâl-i Ahmer) Cemiyeti (1914-1925), Türk Kızılay Derneği Yayınları, Ankara
2010, s. 85.
82 K.A., Kutu: 250, Belge No: 62, 14 (27) Mayıs 1331/1915.
83 K.A., Kutu: 250, Belge No: 62, 14 (27) Mayıs 1331/1915.
186
Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer...
su ihtiyacının bölge hastanelerinden temini kararına varılmış ve Değirmenburnu çayhanesi 10 Ekim 1915 tarihinde hizmete başlamıştır. İlk hizmet gününde bütün barakalar, çadırlar dolaşılarak 2.000’in üzerinde hasta ziyaret edilmiş ve bu hastalara çay
dağıtımı yapılmıştır. Bu esnada, çay dağıtımının Hilâl-i Ahmer Cemiyeti tarafından
gerçekleştirildiği ve her gün bu şekilde çay dağıtımına devam edileceği duyurularak,
hasta ve yaralıların bu durumdan son derece memnun oldukları da merkez başkanlığına bildirilmiştir.84 Öyle ki Hilâl-i Ahmer Çayhaneleri Baş Memuru Kenan Bey,
çayhanelerin kurulmasında gösterdiği üstün çalışmasından ötürü 17 Ekim 1915 günü
harp madalyası ile ödüllendirilmiştir.85
Ancak gerek Akbaş, gerekse Değirmenburnu çayhanelerinin çardak ve çadırlarda hizmet vermeleri bazı sıkıntıların yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Özellikle hava
şartlarının ağırlaşması çayhanelerin çalışmasını zorlaştırmış, soğuk, kar ve yağmurun
etkisiyle çayhanelerde bulunanlar hastalanmaya başlamıştır. Bu nedenle Çanakkale
Hilâl-i Ahmer Çayhaneleri Baş Memuru Kenan Bey 2 Aralık 1915 tarihinde Merkez
Başkanlığı’na gönderdiği telgrafta, Ilgardere çayhanesi memuru Ziya Efendi’nin yanı
sıra Ilgardere çayhanesi hizmetlilerinden üç ve Değirmenburnu hizmetlilerinden iki
kişinin soğuk, kar ve yağmurdan hasta olduklarını, görevlilerin bu şekilde hizmet edemez haline gelmeleri göz önüne alınarak, bu iki çayhane için de Akbaş’ta olduğu gibi
baraka inşa edilmesini talep etmiştir.86
Bu aksaklıklara rağmen askerlere sabah ve akşam çay, ekmek gibi çeşitli ürünler
dağıtan çayhaneler, çalışma alanlarını genişletmiş ve seyyar çayhaneler vasıtasıyla
Soğanlıdere, Arıburnu, Anafarta ve daha başka yerler ile kimi zaman ileri siperlere kadar hizmet götürmüştür.87 Örneğin; 29 Nisan 1915’ten 31 Ocak 1916 tarihine
kadar 1.500.000 bardak çay dağıtılmış, bunun için de 21.000 kilo şeker ve 700 kilo
çay kullanılmıştır.88 Cemiyet ayrıca, hasta ve yaralı nakilleri için Şirket-i Hayriye’den
kiraladığı askeri sevkiyat vapurlarında da, askeri memurların idaresinde olmak üzere,
çayhaneler açmış ve çay dağıtımına devam etmiştir.
Sonuç
Çanakkale Savaşları dönemin büyük güçlerinin dar bir alandaki mücadelesine sahne olmuş ve Türk ordusunun güçlü savunması neticesinde İtilaf kuvvetleri
Çanakkale’den çekilmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu süre zarfında göğüs göğüse
yaşanan çarpışmalar ve gerek denizden, gerek karadan gerçekleştirilen saldırılar nedeniyle cephede büyük bir mücadele verilirken, cephe gerisinde oluşturulan sağlık
kuruluşları da askerin hayatta kalma mücadelesinde önemli rol oynamıştır.
84
85
86
87
88
K.A., Kutu: 250, Belge No: 100, 30 Eylül (13 Ekim) 1331/1915.
K.A., Kutu: 544, Belge No: 2, 21 Eylül (4 Ekim) 1331/1915 .
K.A., Kutu: 250, Belge No: 115, 19 Kasım (2 Aralık) 1331/1915.
Türkiye Kızılay Derneği, s. 32.
Türkiye Kızılay Derneği, s. 32.
187
Cahide Sınmaz Sönmez
Maddi imkânsızlıklar nedeniyle oldukça zor şartlar altında çalışan sağlık kuruluşlarının en önemli destekçisi ise cephe gerisi hizmetlerinde büyük rol oynayan
Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti olmuştur. Cemiyet, Gelibolu, Şarköy ve Tekirdağ’da
açılan Hilâl-i Ahmer Hastaneleri vasıtasıyla ağır yaralıların ilk müdahalesini yaparak,
İstanbul’a nakillerine yardımcı olmuş, pek çok hasta ve yaralı askerin tedavisini gerçekleştirerek tekrar birliklerine dönmelerini ve vatan savunmasına katılmalarını sağlamıştır. Ayrıca, büyük bir özveriyle çalışan sağlık personeli aldığı tedbirlerle bölgede
görülen bulaşıcı hastalıkların tedavi edilerek kontrol altına alınmasında önemli bir
başarıya imza atmıştır. Sadece tıbbi yardım vermekle kalmayan Cemiyet, hastanelerin
diğer ihtiyaç maddelerini de karşılamaya çalışmış, ihtiyaç duyulan malzemeler kimi
zaman Genel Merkez’den, kimi zaman da bölge halkından temin edilmeye çalışılmıştır. Toplanan bağışların yanı sıra Cemiyete ait kartpostal, pul gibi ürünlerin satışından elde edilen gelirler de cephedeki sağlık hizmetlerinin aksamadan yürütülmesini
sağlamak amacıyla kullanılmıştır. Sonuç olarak, gerek Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin
faaliyetleri, gerekse diğer sağlık kuruluşlarının fedakârlıkları neticesinde Türk ordusu
Birinci Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren bir savunmanın örneğini vermiştir.
188
Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer...
Kaynakça
Arşiv Belgeleri
Cumhurbaşkanlığı Arşivi.
Kızılay Arşivi (K.A.)
Kitap ve Makaleler
KARAL AKGÜN, Seçil-Murat Uluğtekin, Hilâl-i Ahmer’den Kızılay’a, Alternatif Ajans, Ankara 2002.
AYDIN, Nurhan, “Çanakkale Muharebelerinde Sağlık Hizmetleri ve Mevcut Hastaneler”, Karadeniz
Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl 6, S. 26, Yaz 2015, ss. 73-96.
AYDIN, Nurhan, “Çanakkale Savaşları’nda Sıhhiye ve Tahliye Hizmetleri”, Atatürk Araştırma Merkezi
Dergisi, C. XXVI, S. 77, Temmuz 2010.
AYSAL, Necdet, “Çanakkale Muharebeleri’nde Sağlık Hizmetleri ve Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin
Faaliyetleri”, 100’üncü Yılında Çanakkale Zaferi Ulusal Sempozyumu 28-29 Nisan 2015 İstanbul,
Editör: Dr.Öğ.Alb. Zekeriya Türkmen, T.C. Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar
Enstitüsü Yayını, İstanbul 2015, ss. 267-296.
Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap I-II-III, Genelkurmay Personel Daire Başkanlığı
Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı Yayınları, Ankara 2012.
Çanakkale Acı İlaç: 18 Mart 1915-9 Ocak 1916, Haz: Şadan Maraş Öymen - İ. Edip Emil Öymen, Deva
Holding, İstanbul 2005.
ÇAPA, Mesut, Kızılay (Hilâl-i Ahmer) Cemiyeti (1914-1925), Türk Kızılay Derneği Yay., Ankara 2010.
ERAT, Muhammet, “Çanakkale Savaşı’nda Türk Ordusunun İaşe Problemi”, Çanakkale Araştırmaları
Türk Yıllığı, Sayı 1, Mart 2003, ss. 114-133.
ERAT, Muhammet “Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekâtı”, Çanakkale Savaşları Tarihi, Editör:
Mustafa Demir, İstanbul 2015, ss. 349-395.
ERDEMİR, Lokman, “Çanakkale Muharebe Meydanlarından İstanbul Hastaneleri: Sağlık Hizmetleri”,
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 2012/1, Sayı 15, ss. 91-113.
ERŞAN, Mesut, “Çanakkale Muharebelerinde Savaş Hukuku İhlalleri”, Atatürk Araştırma Merkezi
Dergisi, Cilt XXV, Sayı 73, Mart 2009, ss.164-179.
ESENKAYA, Ahmet-Ceyhan Koç, “Çanakkale Muharebelerinde Hastaneler”, Çanakkale Araştırmaları
Türk Yıllığı, Sayı 3, Mart 2005, ss. 24-57.
ESENKAYA, Ahmet, “Çanakkale Muharebelerinde İtilaf Devletlerinin Savaş Hukukuna Aykırı
Davranışları”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Sayı 4, Mart 2006, ss. 51-95.
ESENKAYA, Ahmet, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede ve Cephe Dışında Sağlık Hizmetleri”,
Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Yıl 9, Sayı 10-11, Bahar 2011, ss. 25-70.
Mahmut Sabri Bey, “Seddülbahir Muharebesi: 26. Alay 3. Tabur Harekâtı”, Çanakkale Hatıraları III, Haz:
Metin Martı, Arma Yayınları, İstanbul 2005.
NOYAN, Abdülkadir, Son Harplerde Salgın Hastalıklarla Savaşlarım, Son Havadis Matbaası, Ankara 1956.
Osmanlı Belgelerinde Çanakkale Muharebeleri I, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayını, Ankara 2005.
ÖZBAY, Kemal, Türk Asker Hekimliği Tarihi ve Asker Hastaneleri, I-II, Yörük Basımevi, İstanbul 1976.
ÖZDEMİR, Hikmet, Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2010.
SEZER, Cemal, “Çanakkale Cephesinde Gelibolu-Şarköy-Tekirdağ (Tekfurdağı) Hilâl-i Ahmer
Hastanesinin Faaliyetleri”, Tarihin Peşinde, Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl
7, Sayı 13, Nisan 2015, ss. 51-68.
Türkiye Kızılay Derneği: 73 Yıllık Hayatı 1877-1949, Ankara 1950.
189
Cahide Sınmaz Sönmez
EKLER
EKLER
EKLER
Ek 1.
Ek 1.
Ek 1. Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi Krokisi89
a
Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi Krokisi89
a
Ek 2.Hastanesi Sıhhiye Heyeti
Ek 2. Gelibolu Hilâl-i Ahmer
Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi Krokisi89
Ek 2.
Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi Sıhhiye Heyeti
89 K.A, Kutu: 523, Belge No: 45.1, 20 Haziran (3 Temmuz) 1331/1915.
190
Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi Sıhhiye Heyeti
Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer...
Ek 3.
Ek 3. Şarköy Hilâl-i Ahmer Hastanesi Krokisi90
Şarköy Hilâl-i Ahmer Hastanesi Krokisi90
Şarköy
Hilâl-iarasında
Ahmer Hastanesi
Krokisi
Ek 4. Nisan-Eylül 1331/1915
tarihleri
Hilâl-i Ahmer
Gelibolu, Şarköy ve Tekirdağ
Ek
4.
hastanelerinde bulunan hasta ve
yaralıların
durumuna dair istatistik91
90
Ek 4.
Nisan-Eylül 1331/1915 tarihleri arasında Hilâl-i Ahmer Gelibolu, Şarköy ve Tekirdağ hastanelerinde bulunan hasta
yaralıların durumuna dair istatistik91
Nisan-Eylül
arasında
Hilâl-i
Ahmer
Gelibolu,
Şarköy ve Tekirdağ hastanelerinde bulunan hasta ve
901331/1915
K.A, Kutu:tarihleri
523, Belge
No: 44.1,
15 (28)
Haziran
1331/1915.
yaralıların durumuna dair istatistik91
91 K.A, Kutu: 523, Belge No: 81, 26 Ekim (8 Kasım) 1331/1915.
191
Cahide Sınmaz Sönmez
Ek 5.
Ek 5. Çanakkale Cephesi’nde meydana gelen yaralanmalara dair bir çizim92
Çanakkale Cephesi’nde meydana gelen yaralanmalara dair bir çizim92
92 K.A, Kutu: 318, Belge No: 8, 2 (15) Haziran 1331/1915.
192
ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI
Yıl 14
Bahar 2016
Sayı 20
ss. 193-206
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve
Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir
Örnek: Osmanlı Birliklerinin Galiçya Cephesi’ne
Gönderilmesi Kararı Etrafındaki Tartışmalar*
Bilge KARBİ**
Özet
Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’nda
müttefik olarak yer almışlardır. Dört yıl gibi, beklenenden uzun süren
savaş iki devletin ilişkilerini her alanda etkilemiştir. Askerî ilişkilerden
sosyo-kültürel ilişkilere kadar farklı birçok alanda ittifakın izlerini
görmek mümkündür. İttifakın temel konularından bir tanesi de AvusturyaMacaristan ve Osmanlı Devleti arasındaki askerî yardımlardır. Nitekim
savaş boyunca müttefikler arasında gerek ticaret, gerekse yardım amaçlı
canlı bir ilişki görülmüştür. Galiçya Cephesi’ne gönderilen 15. Kolordu
da buna bir örnektir. Bu çalışmada askerî destek amaçlı olarak görülen
kararın arkasında yatan siyasi nedenler gün yüzüne çıkarılmıştır. Bu sayede
askerî yardımların yapısına farklı bir bakış açısı getirmek amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Galiçya Cephesi, Askerî Yardım, Pallavicini,
Enver Paşa
An Example of the Military Aids Between the Ottoman Empire
and Austria-Hungary During the First World War: Debates on the
Decision of the Sending of Ottoman Troops to the Galician Front
Abstract
Austria-Hungary and the Ottoman Empire were allies in the First
World War. An unexpectedly long war has affected the relations of the two
countries in every aspect. It is easy to see the effects of the alliance in various
fields from military to socio-cultural relations. One of the major topics of the
alliance was the military support between Austria-Hungary and the Ottoman
Empire. Indeed during the war, active commercial and support relations
were observed between the allies. The 15th Corps sent to the Galician Front
is an example for this. In this study, the political grounds of this support,
which looks like a military aid, were brought to light. Thus the intention was
to bring a distinctive approach on the structure of military aids.
Keywords: Galician Front, Military Support, Pallavicini, Enver Paşa
*
Bu çalışma 25.11.2015 tarihinde “Çanakkale 100: 1. Dünya Savaşı’nda Avusturyalı- Macar- Türk İttifakı” sempozyumunda sunulan bildirinin güncellenmiş ve geliştirilmiş halidir.
** Doktora Öğrencisi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü, karbibilge@
hotmail.com
193
Bilge Karbi
1. Giriş
II. Meşrutiyet’in ilanı ile Osmanlı Devleti yeni bir döneme girmiş aynı zamanda
Avusturya- Macaristan ve Osmanlı Devleti ilişkilerinde de bir dönüm noktası yaşanmıştır. Avusturya- Macaristan, 1878 Berlin Antlaşması’na dayanarak Bosna- Hersek’i,
Osmanlı sultanının hükümranlık hakkının korunmasını saklı tutarak işgal etmiştir.1Bu
adım 1908 yılında Avusturya- Macaristan’ın Bosna- Hersek’i kendi topraklarına
katması ile sonuçlanmıştır. 1908 yılında Osmanlı Devleti’nin Bosna- Hersek’te egemenliğinin tam anlamıyla sona ermiş olması ve Bosna- Hersek’te yaşayan Müslüman
nüfusun da etkisi, Osmanlı Devleti’nde Avusturya- Macaristan’a karşı hem diplomatikhem de toplumsal düzeyde tepki doğmasına neden olmuştur. 1908 yılında Avusturya- Macaristan’dan Osmanlı Devleti’ne ihraç edilen ticarî mallara boykot uygulanmıştır. Avusturya boykottan büyük zarar görmüştür. Birçok fabrika kapanmanın
eşiğine gelmiş, üretim azlığı nedeniyle işten çıkarmalar yaşanmış ve Avusturya büyük oranda hakim olduğu Osmanlı pazarını da kaybetme tehlikesiyle karşılaşmıştır.2
Bunun üzerine Avusturya hükümeti harekete geçmiş ve Osmanlı hükümeti ile diplomatik müzakerelere başlanarak boykot rejimi sonlandırılmıştır. 26 Şubat 1909 tarihli
protokol ile Avusturya- Macaristan kapitülasyonlar ile alakalı bazı tavizler vermeyi
kabul etmiştir.3 Neticede Avusturya- Macaristan ve Osmanlı ticareti kaldığı yerden
devam etse de iki devlet arasındaki siyasi ilişkilerdeki mesafeli tutum sürmüştür. Bu
gerginliği artıran bir gelişme de Balkan Savaşları sırasındaAvusturya- Macaristan’ın
Edirne’nin Bulgaristan tarafından işgalinde Bulgaristan lehinde bir tutum izlemesi
olmuştur.4Balkan Savaşları neticesinde Avrupa’daki toprak kayıpları, askerî ve malî
sorunlar Osmanlı Devleti’nin geleceği meselesi tartışmalarınıtekrar Avrupa’nın gündemine taşımıştır. Savaş arifesinde Osmanlı Devleti dış politikada dört büyük sorunla
uğraşmaktaydı. Doğu Anadolu’daki Ermeni reformu projesi, Kuzey Ege Adaları so-
1
2
3
4
Aydın Babuna, Bir Ulusun Doğuşu: Geçmişten Günümüze Boşnaklar, (çev. Hayati Torun), Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, İstanbul 2012, s. 23. Avusturya’nın 1878 Berlin Antlaşması’na uzanan süreçte Balkan
politikası, özellikle Bosna- Hersek üzerindeki politik manevrası, bunun İngiltere, Almanya ve Rusya
ile olan ilişkilerine yansıması konusunda bakınız: Mithat Aydın, “İngiliz- Rus Rekabeti ve Osmanlı
Devleti’nin Asya Toprakları Sorunu (1877- 1878)”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, C. 15, Sa. 38, Erzurum, 2008, s. 253- 288. Mithat Aydın, “Diplomasi Oyununda Aktörler
ve Figüranlar: Berlin Kongresi’nde Büyük Devletler ve Bulgaristan”, Türk Tarihinde Balkanlar/ Balkans in the Turkish History, c.2, Ed. Zeynep İskefiyeli, M.Bilal Çelik, Serkan Yazıcı, Sakarya Üniversitesi Balkan Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (SABAMER) Yayınları, Haziran 2013,
s.771-812.
Mehmet Emin Elmacı, “Osmanlı Devleti’nde Ekonomik Güç Olarak Boykotun Siyasete Yansıması:
1908 Avusturya Boykotajı Örneği”, Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl:3, S: 6, 2005, s. 109. Boykotun iki devletin ticari ilişkilerinde yarattığı sonuçların bir başka değerlendirmesi için ayrıca bkz.
Donald Quataert, Osmanlı Devleti’nde Avrupa İktisadi Yayılımı ve Direniş: 1881- 1913, (çev. Sabri
Tekay), Yurt Yayınları, İstanbul 1987, s. 117.
Mehmet Emin Elmacı, İttihat- Terakki ve Kapitülasyonlar, İstanbul Homer Yayınları, 2005, s. 52.
F.R. Bridge, “Habsburg Monarşisi ve Osmanlı İmparatorluğu:1900-1918”, Osmanlı İmparatorluğunun
Sonu ve Büyük Güçler, (yay. haz. Marian Kent), çev. Ahmet Fehmi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul
1999, s. 49.
194
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir Örnek...
runu, Avrupa hükümetleri ile kredi anlaşması meselesi ve General Liman von Sanders Olayı.5Dört başlıkta da Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti üzerine giriştikleri
rekabetten izler görülür.Osmanlı Devleti’nin uluslararası sorunları Avrupalı devletlerin iç içe geçen çıkar ilişkileri nedeniyle daha da büyümüştür. Örneğin Liman von
Sanders’in başında bulunduğu Askerî Heyet’in İstanbul’a gelerek Osmanlı ordusunda
reform faaliyetlerinde bulunması kararı Almanya ve Osmanlı Devleti arasındaki bir
meseleyken Rusya bu gelişmeye büyük tepki göstermiştir.6 Savaş arifesi dönemindeAvusturya- Macaristan, Osmanlı Devleti’ne yönelik dış politikasında daha aktif bir tutum izleyerek tıpkı müttefikleri Almanya ve İtalya gibi Osmanlı Devleti’nden sermaye yatırımları, imtiyaz elde etme gibi çabalar içerisine girdiğini söylemek mümkündür.Örneğin Güney Anadolu Bölgesi’nde bazı iktisadi projeler bu dönemde gündeme
getirilmiştir.7 Ancak Avusturya- Macaristanİtalya ve Almanya karşısında bu alanda
başarılı olamadı.Temmuz Krizi8 ile değişen konjonktür iki devleti karşılıklı çıkarlar
neticesinde birbirine yakınlaştırmıştır. Osmanlı Devleti’nin Temmuz Krizi sırasında
müttefik arayışı içerisine girmesi Merkezi Devletler ile aynı tarafı seçmesi ile sonuçlanmıştır. Nitekim Temmuz Krizi ardından Avrupa’da başlayan savaşa Osmanlı Devleti de birçok diplomatik müzakerelerden sonra kısa süre içerisinde dahil olmuştur.
Merkezi Devletlere doğru böyle bir adım atılmasına yönelik Osmanlı hükümeti kararsız kalsa da 22 Temmuz’da Enver Paşa, Alman Büyükelçisi Wangenheim’a Osmanlı
hükümetinin İttifak devletlerine katılmasını arzuladığını bildirmiştir.9Osmanlı Devleti
2 Ağustos tarihinde Almanya ile imzaladığı ittifak anlaşması ile savaşa İttifak devletleri tarafında dâhil olmayı seçmiştir. 2 Ağustos tarihli anlaşma Osmanlı Devleti’nin
savaşa aktif olarak katıldığı anlamına gelmemekle beraber savaştaki tarafını belirlemek adına verilmiş bir karardır. Avusturya- Macaristan, Almanya ile imzalanan ittifak
anlaşmasına 5 Ağustos tarihli bir nota ile dâhil olmuştur.Osmanlı Devletisavaşa aktif
bir şekilde Kasım 1914’te katılmıştır.
5 Mustafa Aksakal, Harb-i Umumi Eşiğinde: Osmanlı İmparatorluğu Son Savaşına Nasıl Girdi, Bilgi
Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010, s.5.
6 Alman Askeri Heyeti’nin Osmanlı ordusunda görev yapacak olması sebebiyle yaşanan siyasi kriz için
bakınız. JehudaWallach, Bir Askeri Yardımın Anatomisi, (çev. Fahri Çeliker), Genelkurmay Basımevi,
Ankara 1985, s. 126.
7 Bridge, “Habsburg Monarşisi…”, s. 51.
8 Temmuz Krizi kısaca 28 Haziran 1914 yılında veliaht Arşidük Ferdinand’ın ve eşi Sofia’nın
Saraybosna’da Sırp asıllı Bosnalı bir genç olan GavriloPrincip tarafından suikasta kurban gitmesi ile
başlayan diplomatik gelişmelerdir. Bu dönem özellikle Avrupalı devletler arasındaki siyasi müzakerelerin incelenmesi savaşı başlatan devletin hangisi olduğu sorusu çerçevesinde incelenir. Bu konu
hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız. David Fromkin, Avrupa’da Son Yaz: 1914’teki Büyük Savaşı Kim
Başlattı?”(çev. Ahmet Şükrü Durukan), Alfa Yayınları, İstanbul 2015.
9 Carl Mühlmann, İmparatorluğun Sonu 1914: Osmanlı Savaşa Neden ve Nasıl Girdi? (çev. Kadir Kon),
Timaş Yayınları, İstanbul 2009, s.77.
195
Bilge Karbi
2. Osmanlı Devleti ve Avusturya- Macaristanİttifakında Askerî Yardımlar
Osmanlı Devleti’nin savaştaki müttefiklerinin savunma sanayisi, malî yapısı,
askerî olanakları hakkında bir değerlendirme yapıldığında Almanya ilk sırada gelmektedir. Osmanlı Devleti’ni savaşta ancak Almanya’nın savaş sırasındaki malî desteği, askerîyardımı tutabilirdi. Osmanlı Devleti için geçerli olan bu durum aynı şekilde diğer müttefikler Avusturya- Macaristan ve Bulgaristan için de geçerliydi.10 Her üç
devlete borç ve avans veren Almanya hem müttefiklerini savaşta tutabilmek hem de
bu sayede sanayisi için gerekli olan pazarın devamlılığını da sağlamak amacındaydı.
Bu nedenle İngilizlerin Osmanlı Devleti’ni devre dışı bırakmak için gösterdiği çaba,
Almanya’nın başta silah sanayisi olmak üzere ihtiyaç duyduğu hammaddeyi temin
etmesini engellemek amacına da matuftu. İngiliz devlet adamı Balfour’un deyimiyle
İngiltere için “bundan daha ümit verici bir hareket olamazdı.”11
Savaşa katılan devletlerin asıl hedefişüphesiz savaştan galip bir şekilde ayrılmaktı. Mücadelenin devamı için müttefiklerin her birinin tüm askerî, malî gücüyle
savaşı devam ettirmesi gerekiyordu. Bu mücadelenin devamını tehlikeye sokabilecek
görünürdeki en büyük engel ise savaşı sürdürmek için gerekli olan potansiyeldi. Burada sırf orduların cephedeki performansları değil aynı zamanda ulaşım ağlarından malî
duruma, iaşe olanaklarına kadar daha kapsamlı bir yeterlilik söz konusudur. Osmanlı
Devleti’nin ise seferberlik hazırlıkları sırasında bunu sağlayamayacağı ortaya çıkmıştır. Balkan Savaşları devletin hem bütçesini hem de askerî durumunu ciddi biçimde
sarsmıştır.Savaşagıda ve giyecek maddeleri gibi temel maddelerden oluşan altı aylık
bir stokla girilse de savaşın uzaması ve ulaşım yollarının kapanması gibi gelişmelerin
hesaba katılmaması savaşta Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakmıştır.12Savaştan
çok kısa bir süre önce de Osmanlı hükümeti Trablusgarb ve Balkan Savaşları masraflarını karşılamak amacıyla yapılan istikrazlar ile İstanbul bankaları ve demiryolu
şirketlerine olan borçları kapatabilmek için 24 Nisan 1914’te bir grup finans kuruluşu
adına hareket eden Osmanlı Bankası ile borç imzalamıştır.13İttifak anlaşmasından hemen sonra da müttefik Almanya’dan 5 milyon liralık bir avans alınmıştır.
Osmanlı Devleti’ninaskerî yardımlar konusunda müttefikleri ile yaşadığı önemli bir gelişmeSırbistan yolunun 1915 yılı sonunda açılması olmuştur. Yolun açılması
için askerî faaliyetler ve diplomatik müzakereler devam ettiği sırada Osmanlı orduları Çanakkale Cephesi’nde düşman devletler ile savaşmaktaydı. Ancak acil olarak
müttefik devletlerin desteğine ihtiyaç vardı. Sırbistan yolunun açılması ile müttefik
devlete yardım sağlanacaktı. Bu sayede hem Rusya’nın müttefikleri ile olan bağlan-
10 Zafer Toprak, İttihad Terakki ve Cihan Harbi: Savaş Ekonomisi ve Devletçilik,Homer Yayınları,
İstanbul 2003, s. 101.
11 Mithat Aydın, “Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’nde Mustafa Kemal (Atatürk)” Çanakkale Özel Sayısı, Yeni Türkiye, Ankara 2015, s. 721- 738.
12 Vedat Eldem, “Cihan Harbinin ve İstiklal Savaşının Ekonomik Sorunları”, Türkiye İktisat Tarihi Semineri: Metinler/ Tartışmalar, (Ed. Osman Okyar), Hacettepe Üniversitesi Yayınları, 1975, s. 374.
13 Rıfat Önsoy, Mali Tutsaklığa Giden Yol: Osmanlı Borçları 1854-1914, Turhan Kitabevi, Ankara 1999, s. 279.
196
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir Örnek...
tısı kesilecek hem de Osmanlı Devleti savaşı sürdürebilecekti. Ayrıca Almanya’nın
Osmanlı Devleti’ne yardım edememesi Alman ekonomik çevreleri tarafından da büyük bir tehlike olarak görülüyordu. Yıllardan beri Osmanlı Devleti’ni bir pazar olarak gören Alman ekonomik çevreleri yolun açılamaması yüzünden Alman ticaretinin
tehlikeye girmesinden endişe ediyorlardı.14 Aynı endişe Avusturya- Macaristan için
de geçerliydi. Avusturya- Macaristan’ın Osmanlı Devleti ile olan ticaretinde bu ulaşım yolunun kullanılamaması savaştan önceki iktisadi ilişkilerin kesintiye uğraması demekti. Sırbistan yolu 1915 yılının sonunda açılmıştır. Bu gelişme ile Osmanlı
Devleti’nin müttefikleri ile olan bağlantısı sağlanmıştır. Avusturya- Macaristan Enver
Paşa’nın talebi doğrultusunda Osmanlı cephelerinde savaşmak üzere topçu birlikleri
başta olmak üzere otomobillerden oluşan motorize birlikler yanında sıhhî birlikler
göndermiştir. Bu birlikler 1915 yılının sonundan itibaren Çanakkale Cephesi’nden
başlayarak Osmanlı Harbiye Nezareti tarafından İzmir’de, Sina- Filistin Cephesi’nde
kullanılmıştır.15Askerî birlikler yanında savaşın gerekliliği olan tarımsal ürünlerin
ve hammaddenin ticaretine de devam edilmiştir. Osmanlı Devleti’nden AvusturyaMacaristan fabrikalarına çok miktarda maden gönderilmiştir.16Bu sayede hem müttefik devlete savaş sırasında yardım edilmiş hem de Avusturya- Macaristan Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerini güçlendirmiştir. Osmanlı Devleti’ne müttefiklerinden
yapılanaskerî yardımlara karşılık olarak incelenebilecek bir örnek Galiçya Cephesi’ne
gönderilen Osmanlı birlikleridir. Bu çalışmada incelenenGaliçya Cephesi’ne 15. Kolordunun gönderilmesi kararıgörünürde askerî yardım sağlamak için alınmış bir karardır. Ancak arka plandaki diplomatik ve askerî alandaki görüşmelerkararın askerî
yardım kadar siyasi ilişkilerdeki önemini de ortaya çıkaracaktır.
3. 15. Kolordunun Galiçya Cephesi’neGönderilmesi Kararının Gündeme
Gelmesi ve KararınGerçekleştirilmesi
Alman Genelkurmay Başkanı Falkenhayn ve Enver Paşa 1915 yılının Kasım
ayının sonunda Orşova’da bir araya gelmiştir. Görüşme sırasında Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne yaptığı maddi desteğin şartları gözden geçirilmiştir.17 Bu maddi destek karşılığını Enver Paşa’nın Avrupa cephelerine askerî kuvvet göndermeyi teklif
etmesinde bulmuştur. Dolayısıyla Enver Paşa ve Falkenhayn arasında Orşova’daki
toplantıda konuşulan diğer bir konu da bu olmuştur.18Enver Paşa, Orşova’da icap
14 Mustafa Çolak, “Çanakkale Savaşları ve Almanya”, Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl:8, Sayı:16,
2010, s. 42.
15 Peter Jung,Der k.u.k. Wüstenkrieg: Österreich- Ungarn im Vorderen Orient 1915-1918, StyriaVerlag,
Viyana 1992.
16 Taylan Esin, “I. Dünya Savaşı’nda Tehcir ve Almanya ve Avusturya’ya Bakır İhracı”, Toplumsal Tarih
Dergisi, S: 233,2013, s. 34-40.
17 Carl Mühlmann, DasDeutsch- türkischeWaffenbündnis im Weltkriege, Verlag Köhler&Amelang,
Leipzig 1940, s. 106.
18 W.E.D. Allen, Paul Muratoff, CaucasianBattlefields: A history of the Wars on the Turco- CaucasianBorder 1828- 1921, Cambridge UniversityPress, Cambridge 1953, s. 325.
197
Bilge Karbi
ederse altı adet birliği hizmete sunacağına söz vermiştir.19Söz konusu fikir Almanya,
Avusturya- Macaristan ve Osmanlı Devleti tarafından ortak bir şekilde geliştirilmiştir. Çanakkale Cephesi’nin bu tarihte Osmanlı ordusu tarafından düşmandan tamamen temizlenmiş olması dolayısıyla burada savaşan birliklerin boşta kalması da bu
düşüncenin gerçekleştirilmesi ihtimalini kuvvetlendirmiştir. Ancak kararın hayata
geçirilmesi önünde ciddi sorunlar vardı. Falkenhayn’ın hatıratında da belirttiği gibi
Osmanlı Devleti, birliklerinin Avrupa cephelerinde kullanılmasını teklif etmiş olsa da
birlikler askerî teçhizat ve kıyafetkonusunda çok zayıftı ve eğitimlerinin de yetersiz
olması nedeniyle bu birliklerden Avrupa cephelerinde bir fayda beklenilmesi gerçekçi değildi.20 Ayrıca başka bir sorun da Osmanlı birliklerinin cepheleretransferinin ne
şekilde sağlanacağıydı. Tuna yolu tahıl, hububat taşıyıcılığı nedeniyle yoğundu. Belgrad- Niş- Sofya- Edirne demiryolunda ise Almanların iki treni, günlük olarak her iki
yönde de gidip gelerek Almanya’dan Osmanlı Devleti’ne savaş malzemesi Osmanlı
Devleti’nden Almanya’ya da hammadde taşıyordu.21 Bu nedenlerden dolayı karar Şubat ayında uygulanmayıp askıya alınmıştır.Pomiankowski hatıratında kararın askıya
alınması sebebi olarak Enver Paşa’nın sürekli fikir değiştirmesi sonucu AvusturyaMacaristan Genelkurmay Başkanı Conrad von Hötzendorf’un bu fikirden vazgeçmesi
olduğunu göstermiştir.22
Enver Paşa için bu kararın gerçekleşmesiaskerî olduğu kadar siyasi açıdan da
mühimdi. Bronsart’ınPomiankowski’ye belirttiğine göre Enver Paşa’nın, söz konusu
birliklerin nakillerinin gerçekleşmemesi ihtimalinden dolayı korkuları vardı.23Bu karar
gerçekleşmezse Osmanlı hükümeti buna olumsuz bir tepki gösterecekti. Ayrıca İtilaf
devletleri de İttifak devletleri arasında böyle bir kararın gündemde olduğunu tahmin
ediyordu. Eğer karar gerçekleşmezse o zaman İtilaf devletleri tarafından Rusya’nın
Doğu Anadolu’daki taarruzlarında başarı elde ettiği düşünülecekti ki Enver Paşa,
İtilaf devletlerinin bundan faydalanmasını önlemek istiyordu. Pomiankowski’nin bu
yorumuna göre Enver Paşa için birliklerin Avrupa cephelerine gönderilmesi İtilaf
devletleri nezdinde ortaya çıkacak büyük bir başarı demekti. Bu sayede Enver Paşa,
Osmanlı cephelerindeki askerî durum iyi gittiğinden dolayı boşta kalan Osmanlı birliklerinin Avrupa cephelerine gönderdiği izlenimini yaratacaktı.
Aradan birkaç ay geçtikten sonra Ruslar, 4 Haziran’da Brussilov taarruzu ile
Avusturya- Macaristan ordusuna ağır bir darbe indirmiştir.24Avusturya- Macaris-
19 KA, KM, Op. Abt. 507, 22028/II, Pomiankowski’den, 25 Şubat 1916.
20 Erich von Falkenhayn, DieObersteHeeresleitung 1914-1916, ErnstSiegfriedMittler und Sohn, Berlin
1920, s. 175.
21 KM, KA. Op. Abt. 507, 21573, Pomiankowski’den Telgraf, 7 Şubat 1916.
22 Josef Pomiankowski, Der ZusammenbruchdesOttomanischenReiches: Erinnerungen an dieTürkeiaus
der ZeitdesWeltkrieges, AmaltheaVerlag, Viyana,1928, s. 230.
23 KM, KA. Op. Abt. 507, 22757, Pomiankowski’den Telgraf, 12 Mart 1916.
24 Cihat Akçakayalıoğlu, “15. Türk Kolordusunun Birinci Dünya Savaşı’nda Galiçya’ya Gönderilmesi ve
Ordudaki Harekata Kısa Bir Bakış”, Askeri Tarih Bülteni, Yıl:7, Sayı:14,1982, s. 22.
198
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir Örnek...
tan ordusu çok sayıda askerini bu saldırıda yitirmiştir. Brussilov saldırıları 1914 ve
1915 yıllarındaki saldırılar ile de birleşince Habsburg insan gücü havuzu boşalmış
oldu.25Ayrıca 1916 yılında İtalya da savaşa girmiştir. Avusturya- Macaristan askerî
güçlerini İtalya için de kullanmak zorunda kalmıştır. Ayrıca Almanya ve AvusturyaMacaristan Genelkurmay Başkanları Falkenhayn ve Hötzendorf’un aralarının açık olması İtalya’ya karşı Almanya’dan askerî bir destek gelmesini engellemiştir.26Brussilow
taarruzu Falkenhayn’ın konuyu 27 Haziran’da tekrar gündeme getirmesine neden
olmuştur.27Osmanlı Devleti savaş sırasında müttefiki Avusturya- Macaristan’a ortak düşman Rusya ile olan mücadelede destek olabilirdi. Osmanlı hükümeti Galiçya
Cephesi’ne 15. Kolorduya bağlı iki tümen olan 19. ve 20. Tümenleri gönderme kararını 10 Temmuz 1916 tarihinde kesinleştirmiştir. Bundan sonra yapılması gereken
cepheye yapılacak olan sevkiyat için hazırlıklara başlamaktı. Galiçya Cephesi’ne
gönderilecek olan kolordu Çanakkale Cephesi’nde savaşmış deneyimli subaylardan
ve askerlerden oluşmaktaydı. Ayrıca kolordunun hazırlıkları için de Enver Paşa özel
bir çaba göstermiştir. Enver Paşa’nın emri uyarınca 15. Kolorduyu oluşturan birlikler
otuz iki yaş altı, fiziksel olarak düzgün ve sağlıklı görülen genç subaylardan seçilmiştir.2815. Kolordunun hazırlıkları yeterince tamamlanamasa bile 23 Temmuz 1916
tarihinde ilk kafile Galiçya’ya doğru yola çıktı.29
Müttefik Avusturya- Macaristan’a bu desteğin Osmanlı Devleti tarafından
sağlanmasıaskerî karar alıcıları da ikiye bölmüştür. Alman generallerinin kaleme aldıkları raporlarda Osmanlı Devleti’nin savaştaki askerî durumu hakkında yapılan değerlendirmelerde Galiçya Cephesi’ne gönderilen birliklere de değinilmiştir. Örneğin
Schellendorf’a göre savaşın asıl sahası Batı Cephesi’ydi. Osmanlı coğrafî durumu,
askerî ve ekonomik kudreti itibariyle bu savaşta ancak ikinci derecedeki bir cephe
değerindeydi. Bu sebeple kullanılması mümkün görülen bazı kuvvetlerin esas muharebe cephelerine gönderilmesi savaşın esas ilkelerindendi.30Liman von Sanders’e
25 Edward J. Erickson, Size Ölmeyi Emrediyorum: Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu, (çev.
Mehmet Tanju Akad), Kitap Yayınevi, İstanbul 2011, s. 195. Alman General ErichLudendorff da hatıratında savaşın başındayken bile Avusturya ordusunun kıymetli bir muharebe unsuru olmadığını ve
tren hatlarının da bütünüyle yetersiz olduğunu yazarak Üçlü İttifakın yalnız siyasi bir ittifakken Fransa- Rus ittifakının ise açıkça askeri mahiyette olduğunun altını çizer. ErichLudendorff, Birinci Dünya
Savaşı’nda Gördüklerim ve Yaşadıklarım, (yay. haz. Asiye Yıldırım), Dün Bugün Yarın Yayınları, İstanbul 2014, s. 76.
26 Norman Stone, Birinci Dünya Savaşı, ( çev. Ahmet Fethi Yıldırım), Doğan Yayıncılık, İstanbul 2007,
s. 82.
27Mühlmann, DasDeutsch- türkischeWaffenbündnis, s. 107.
28 Oya Dağlar Macar, “Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ordularının Galiçya Cephesine Gönderilmesi ve Cephe Gerisinde Yaşananlar”, İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü
Dergisi- Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları Dergisi, Yıl: 5, S: 10, 2006, s. 55. Birliklerin eğitimleri,
donanımları hakkında dönemin Osmanlı basını da övgü dolu haberler yapmıştır. Bu konu hakkında
ayrıntılı bilgi için bkz. Dağlar Macar, “ Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordularının…”, s. 60.
29 Dağlar Macar, “ Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordularının…”, s. 54.
30 Dağlar Macar,“ Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordularının…”, s. 48.
199
Bilge Karbi
göre ise Galiçya’ya asker gönderilmesi fikri başından beri yanlıştı. Topraklarının çoğu
düşmanlar tarafından işgal edilmiş olan ve neredeyse en son vatandaşını bile askere
almak zorunda kalan bir devletin dışarıya birlik göndermemesi gerekirdi.31Avrupa’ya
gönderilen birliklerin en iyi subaylar ve erler arasından seçilmesi ve teçhizat, giyecek
olarak da en iyilerinin verilmesi geride kalan birliklerin kalitesinin sürekli düşmesine
neden olmuştur.32
4. Kararın ve Birliklerin Galiçya Cephesi’ne Gelişlerinin AvusturyaMacaristan Basınındaki Yankısı
Osmanlı birliklerinin Galiçya Cephesi’ne gönderileceği haberi Avusturya- Macaristan basınında da yer buldu. Temmuz ayının sonundan itibaren gazeteler konu
hakkında haber yapmaya başlamışlardır. Gazetelerin birçoğu birliklerin gelişini dostlukla ve sevinçle selamladıklarını yazan haberler ile duyurmuşlardır.Gazetelerde birliklerin eğitimleri ve donanımlı olduklarına dikkat çekilmiştir. Örneğin NeuesWienerJournalbirliklerin özellikle görünümü hakkında övgü dolu bir şekilde yazmıştır.
Subaylar, Alman eğitimi verilen modern okullarda okumuşlardı ve iyi bir eğitim
almışlardı.33Neue Freie Presse ise bu gelişmeyi İttifak devletlerinin cephedeki birliği
olarak yorumladı:“…Türk askerleri yüzyıllardan beri savaş meydanlarında cesaretleri ile biliniyor. Rusya ve müttefikleri önce deniz yoluyla İstanbul’u ele geçirmeyi
planladılar. Rusya şimdi de Galiçya, Bukowina üzerinden karayolu ile Boğazları zorlamak istiyor. Cepheler değişse de Çariçe Katerina zamanından beri Petersburg’un
savaş amacı aynıdır. Bu sebeple Balkanlar’ın kaderi ve Tuna ile Akdeniz arasında
yaşayan halkların geleceği Türkiye’nin bağımsızlığından ayrı düşünülemez. İstanbul
çarlığın başkenti olduğunda Balkanlar’da yaşayan halkların bağımsızlığı ve büyük
Avrupa tarihi ile olan ilişkileri de sona erdirilecek. Türkiye ezeli düşmanı, bütün kötülüklerin sebebi ve Panslavizmin gaddarlığı ile savaşıyor. Osmanlı Devleti, Almanya
ve Avusturya- Macaristan ittifak sayesinde kan kardeşi oldular. Sırbistan’ın işgali ile
Tuna yolu açıldı ve İstanbul ile bağlantı kuruldu. Boğazların güvenliği sağlandı. Şimdi de Türk askerleri Galiçya’ya yardıma geliyorlar.”34Gazetede çıkan haber dönemin
müttefik propagandasına uygun şekilde yazılmıştır. Savaştaki kardeşlik, yardımlaşma
vurgusu haberdehâkimdir. Ayrıca ortak düşman Rusya’nın da altı çizilmiştir. Osmanlı Devleti, Galiçya’ya müttefikine yardım kadar kendi ezeli düşmanı Rusya ile de
savaşmaya gidiyordu. Galiçya Cephesi’ne birliklerin gelişi ile gazetede birkaç gün
sonra bir haber daha yapılmıştır.Haberi yapan savaş muhabiri Alexander Roda Roda,
Lemberg’e gelen birliklerin halk tarafından büyük bir sempati ile karşılandığını yazar: “…Askerler birinci sınıf savaş materyaline ve kıyafetlere sahipti. Yolculukları
uzun sürmüş olsa da herhangi bir yorgunluk belirtisi yoktu. Avusturya- Macaristan
31Mühlmann, DasDeutsch- türkischeWaffenbündnis, s. 107.
32 Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl,(çev. Eşref Bengi Özbilen)İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
2014, s.168.
33 “Die Türken für Galizien”, NeuesWienerJournal, 30 Temmuz 1916, s. 3.
34 “TürkischeTruppen in Galizien”, Neue Freie Presse, 28 Temmuz 1916, s.1.
200
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir Örnek...
Genelkurmay Başkanlığı demiryolları idaresi ile iletişime geçerek askerlerin ulaşımı
için gerekli özveriyi göstermişti. Türk birliklerinin Galiçya ve Wolhynien’e gelişleri
anlık bir karar değil, aksine uzun süredir planlanan bir düşünenin sonucuydu. Düşman
devletler de savaş sırasında birbirlerine cephelerde yardım ediyorlardı. Ancak Türk
birlikleri Galiçya’ya düşman devletlerinki gibi müttefike yardım amacıyla gelmemişlerdi. Türk birlikleri ezeli düşmanları Rusya’ya karşı Avusturya- Macaristan ile omuz
omuza savaşmak için gelmişlerdi.”35Roda Roda’nın haberinde de Rusya vurgusu ön
plandadır.Alman NordDeutscheZeitung da konu hakkında bir haber yaptı.36 Gazetede çıkan haberi,Pester Lloyd isimli Almanca haber yapan Macar gazetesi de bir gün
sonra gazetesine taşımıştır. Haber, “…Almanya ve Avusturya- Macaristan Osmanlı
Devleti’ne askerî teçhizat ve mühimmat sağlamada yardımcı oldu. Şimdi Osmanlı
Devleti de kendi cephelerinde kullanmadığı boşta kalan birliklerini bu askerî yardımlara bir karşılık olarak Galiçya’ya göndermek istiyor. Ne kadar cesaretli olduklarını
savaş meydanlarında kanıtlayan Türk askerlerinin Galiçya Cephesi’ne gelmeleri mutluluk vericidir. Bu yardım Rusya’nın Fransa’ya yaptığı yardımdan farklı bir yardımdır. Rusya ve Fransa arasındaki yardımlaşma siyasi amaçlı. Oysaki Türk askerlerinin
Galiçya Cephesi’ne gelmeleri dört müttefik devletin askerî rezervlerinin ekonomik
bir şekilde kullanılması amacıyla alınmış stratejik bir değer taşıyor. Başka bir fark da
birliklerin nakliyesi sırasındaki problemdir. Rusya’nın kötü şartlardaki ulaşım sistemleri İtilaf devletlerinin birbirleri ile olan yardımlaşmasını olumsuz etkilese de Osmanlı
Devleti’nin Avusturya- Macaristan ile olan ulaşım bağlantısı kusursuzdur. Bu açıklamalar Rus basınında Kafkasya Cephesi’ndeki Rus başarıları hakkında yazılan yalan
haberlere etkili bir cevap olacaktır.” şeklindeydi.37
5. Avusturya- Macaristan Dış Politikasında Kararın Yeri
Osmanlı birliklerinin Galiçya Cephesi’ne gönderilmesineaskerî çevreler karar
vermiştir. Karar kesinleştikten sonra konu basının da gündeminde yer almıştır.Bunlara
ilave olarak karar diplomatik temsilciler tarafından da ittifakın diğer bir yüzü olan
siyasi ilişkilerin bu karardan ne şekilde etkileneceği yönünde tartışılmıştır. Birliklerin
gönderilmesi fikri henüz tartışılırken,Enver Paşa ve Avusturya- Macaristan Büyükelçisi JohannMarkgraf von Pallavicini arasında konu ile alakalı bir görüşme yaşandı.
Pallavicini’ye göre Enver Paşa iki birliği Avrupa cephelerine göndererek İtilaf devletlerini etkilemek istiyordu. Böylece İtilaf devletleri Osmanlı Devleti’nin kendi cephelerinde yeterli sayıda birliği olduğu izlenimini edinecekti. Kamuoyu nezdinde de iyi
bir izlenim yaratılacaktı. Ayrıca Enver Paşa iki birliği Avusturya- Macaristan ordusunun hizmetine sunarak Avusturya- Macaristan’ı büyük bir borç altına sokmak niyetindeydi. Rus cephesinde savaşan iki birlik karşılığında Avusturya- Macaristan’dan da
Kafkasya Cephesi’nde bir destek beklemenin önü açılacaktı. Enver Paşa’nın düşünce
35 “DasEingreifentürkischerTruppen an unsererNordostfront”, Neue Freie Presse, 30 Temmuz 1916, s.3.
36 “DietürkischeVerbande in Galizien”, NordDeutscheAllgemeineZeitung, 27 Temmuz 1916, s.1.
37 “Der FeldzuggegenRusland”, Pester Lloyd, 28 Temmuz 1916, s. 14.
201
Bilge Karbi
biçimini çok iyi bildiğini iddia eden Pallavicini karara siyasiaçıdan bakarak bu fikre
karşı olduğunu belirtti.38
Karar kesinleştiği dönemde Osmanlı devlet adamları müttefiklerine Osmanlı
Devleti’nin savaş sırasındaki genel durumu hakkında son derece olumlu beyanatlar
veriyorlardı. Osmanlı devlet adamlarının bu olumlu beyanatları sırf Pallavicini’nin
değil, Almanya’nın İstanbul’daki BüyükelçisiMetternich’in de dikkatini çekmiştir.
Osmanlı devlet adamları her şeyi tozpembe bir çerçevede anlatsalar da kendi aralarında durum ile alakalı şüphesiz farklı yorumlar yapıyorlardı.39 Nitekim Pallavcini’nin
konu hakkında yazdığı bu raporun devamına göre Osmanlı cephelerinde durum pek
de iyi gitmiyordu. Trabzon, Bayburt, Erzurum, Bitlis ve Van gibi önemli yerler Rusya tarafından işgal edilmişti. Osmanlı ordusunun büyük bir sorunu olan asker kaçaklarının sayısı giderek artıyordu. İzzet Paşa’nın Rusları Erzurum ve Erzincan’dan
çıkarmak için yapacağı taarruz da ulaşım olanaklarının yetersizliği gibi nedenlerden
dolayı sonuçlanmamıştı. Rusya, Trabzon ve Samsun arasındaki askerî faaliyetlerini
de arttırmıştı. Ayrıca Rus birliklerinin Sivas’ın içlerine doğru ilerlemesi ihtimali de
bölgenin Müslüman kimliği nedeniyle İstanbul’da son derece olumsuz bir etki yaratabilirdi.Bütün bu şartlar altında Galiçya’ya birlik göndermek hayret edilebilecek bir
karardı. Rus işgalleri ve Arabistan İngiliz tehlikesi altındayken Osmanlı devlet adamlarının iyimser tutumları gerçekçi değildi. Deneyimli diplomatPallavicini 1916 yılının
Ağustos ayında müttefiki Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu bu şekilde
tasvir etmiştir.Osmanlı Devleti 1916 yılında Ocak ve Ağustos aylarında Almanya’dan
yeniden avans almıştır.40 Bu avanslar ve Sırbistan üzerinden gelen yardımlar Osmanlı
Devleti’ne büyük bir fayda sağlamıştır. Ancak demiryolundaki ulaşım sıkıntıları gibi
yapısal bazı sorunlarda bir çözüme gidilmemiştir. Bütün bu gözlemler bir araya geldiğinde Pallavicini’nin de belirttiği gibi Osmanlı hükümetinin Galiçya’ya asker gönderme fikri pek de gerçekçi değildi.Metternichde, Enver Paşa’nın bu askerî yardımı
ileride Almanya’dan isteyeceği siyasi taleplere karşı haklı bir sebep olarak gösterebileceği düşüncesindeydi.41Görüldüğü gibi Metternich’in ve Pallavicini’nin korkuları
ve uyarıları aynı yöndeydi.
1916 yılında Avusturya- Macaristan ile Osmanlı Devleti arasında bir avans anlaşması imzalandı. Cavid Bey’in uzun süren müzakereleri sonucunda Avusturya ve
Macar bankalarından oluşan bir konsorsiyum Osmanlı hükümetine kredi açmayı Haziran ayında kabul etti.42 Bu kredi Avusturya ve Macar fabrikalarına verilen siparişlerin ödenmesinde kullanılacaktı. Bu sayede Almanya ile olduğu gibi Avusturya- Ma-
38
39
40
41
HHStA, PA I- 946, Pallavicini’denBurian’a, Nr. 22/P. 17 Mart 1916.
HHStA, PA I- 946, Pallavicini’denBurian’a, Nr. 60/P. 8 Ağustos 1916.
Hazım Atıf Kuyucak, Para ve Banka, c.I, Işıl Matbaası, İstanbul 1947, s. 343-344.
UlrichTrumpener, Germany and the OttomanEmpire: 1914-1918, Princeton UniversityPress, New Jersey 1968, s.131.
42 Hasan Babacan, Servet Avşar (haz.), Cavid Bey:Meşrutiyet Ruznamesi, C:3, TTK Yayınları, Ankara
2015, s. 197.
202
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir Örnek...
caristan ile olan ticaret de devam edebilecekti. Kredi anlaşması imzalandıktan sonra
Enver Paşa ve Pallavicini bir araya gelerek bir görüşme gerçekleştirmişlerdir.Bu görüşme sırasında Enver Paşa söz konusu avans için Pallavicini’ye kendisinin desteği
ve gayretinden dolayı teşekkür ettikten sonra Osmanlı hükümetinin de monarşinin bu
desteğine karşılık olarak Galiçya Cephesi’ne 35.000 asker gönderdiğini söyledi.Pallavicini de buna cevap olarak verilen avans ile Galiçya’ya gönderilen asker arasında
hiçbir şekilde bir bağlantı olamayacağı cevabını verdi. Galiçya’ya asker gönderme iki
devletin genelkurmay başkanlıkları arasında verilmiş bir kararken, ikincisi yani avans
meselesi özel bankalar arasında alınmış bir karardı.43
Siyasi açından diğer bir uyarı da Alman Hariciye Nezareti Müsteşarı
vonJagow’dan gelmiştir. Müsteşarın,Falkenhayn’a belirttiği gibi Osmanlı Devleti
bu karar ile hem Almanya’nın hem de Avusturya- Macaristan’ın koruyucusu rolünü
oynayacaktı. İleride savaşa katılan devletler barış görüşmelerine meyilli olsalar bile
Kafkasya ve Irak, Rus birlikleri tarafından tamamen boşaltılmadığı müddetçe bir barış anlaşmasından söz edilemeyecekti. Falkenhayn, Jagow’un bu uyarılarına ne yazık
ki Almanya’nın özellikle de Avusturya- Macaristan’ınaskerî durumunun söz konusu
politik sonuçları düşünemeyecek durumda olduğu cevabını verdi.44Kararın uygulanmasındaki temel neden cephelerdeki muharebelerin gidişatıydı. Kararın olası siyasi sonuçları gerek Alman gerekse Avusturyalı diplomatların tüm uyarılarına rağmen
ikinci planda kaldı.
6. Sonuç
Türkiye’de Birinci Dünya Savaşı ile alakalı tarih yazımında Galiçya Cephesi’nin
özel bir yeri vardır. Galiçya Cephesi’ne giden birlikler tıpkı savaş sırasında Osmanlı
cephelerine gelen Avusturya- Macaristan topçu birlikleri gibi burada sırf askerî açıdan
değil manevi açıdan da zorluklarla karşılaşmışlardır. Dillerini ve kültürlerini bilmedikleri bir coğrafyada düşman devletlere karşı savaşmışlardır.
Bu karar etrafındaki tartışmalar sayesinde basının, askerî çevrelerin ve diplomatların tutumları bir arada görülebilmiştir. Her müttefikin hem askerî hem de sivil
kanadı kararı farklı yorumlamıştır. Kararın alınmasındaki nedenlerin en geçerlisiAvusturya- Macaristan’ın cephedeki askerî durumunun giderek kötüleşmesiydi. Bu sebeple Osmanlı birliklerinin GaliçyaCephesi’ne gönderilmesi fikri önce askıya alınmış
olsa da daha sonra tekrar gündeme taşınmıştır.Osmanlı hükümeti açısından ise kararın
askerî nedeni müttefik devlete yardım etmek kadar Rusya’nın Kafkasya’daki taarruzlarına ve İtilaf devletlerine karşı da olumlu bir tablo çizebilmekti. Dönemin Avusturya- Macaristan basını ise bu gelişmeyi öncelikle Osmanlı Devleti’nin ezeli düşmanı
Rusya’ya karşı savaşması olarak daha sonra da müttefik devletlerin birliklerini farklı
cephelerde kullanmasının doğal bir sonucu olarak göstermiştir. Şüphesiz savaş sıra-
43 HHStA, A.R. F23-60, Pallavicini’den Hariciye nezaretine, Nr. 3076/A. 10 Ağustos 1916.
44Mühlmann,DasDeutsch- türkischeWaffenbündnis, s. 108.
203
Bilge Karbi
sındaki basın üzerinde hükümetler tarafından ciddi bir baskı vardı. Bu sebeple basının konuyu Avusturya- Macaristan’ın yetersizlikleri çerçevesinde değerlendirmesi
beklenemez. Diplomatik çevrelerde ise karara karşı çıkanlar Osmanlı Devleti’nin bu
sayede eline bir koz geçtiği düşüncesinde olanlardı. Gerek Alman gerekse Avusturyalı diplomatlar açısından bu sebeple karar son derece yanlıştı. Savaşın cephelerdeki
seyri askerî çevreleri kararı almaktan ve uygulamaktan alıkoymamıştır. Cephelerdeki
koşullar karar ile gelecekte ortaya çıkabilecek olası siyasi sorunların önüne geçmiştir.
Galiçya Cephesi örneği müttefiklerin birbirleri arasındaki askerî yardımların hangi
bakış açıları ile karar verildiğini göstermek açısından dikkate değer bir örnektir. Savaş sırasında askerî yardım bağlamında alınmış kararların aslında savaştan sonra barış masasına oturacak müzakereciler tarafından son derece dikkatle atılması gerekli
adımlar olduğunu da göstermiştir.
204
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir Örnek...
Kaynakça
A. Arşiv Kaynakları
Avusturya Devlet Arşivi
Kriegsarchiv:
KA-KM. Op. Abt. 507
Haus-, Hof-, und Staatsarchiv:
HHStA, PA I - 946
B. Gazeteler
NeuesWienerJournal
Neue Freie Presse
NordDeutscheAllgemeineZeitung
Pester Lloyd
C. Araştırmalar
Akçakayalıoğlu, Cihat, “15. Türk Kolordusunun Birinci Dünya Savaşı’nda Galiçya’ya Gönderilmesi ve
Ordudaki Harekata Kısa Bir Bakış”, Askerî Tarih Bülteni, Yıl:7, S.14,1982, s.17- 35.
Aksakal, Mustafa, Harb-i Umumi Eşiğinde: Osmanlı İmparatorluğu Son Savaşına Nasıl Girdi, Bilgi
Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010.
Allen, W.E.D.,Muratoff, Paul, CaucasianBattlefields: A history of the Wars on the Turco- CaucasianBorder
1828- 1921, Cambridge UniversityPress, Cambridge 1953.
Aydın, Mithat, “Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’nde Mustafa Kemal (Atatürk)”, Çanakkale
Özel Sayısı, Yeni Türkiye, Ankara 2015, s.721-738.
………………,“Diplomasi Oyununda Aktörler ve Figüranlar: Berlin Kongresi’nde Büyük Devletler ve
Bulgaristan”, Türk Tarihinde Balkanlar/ Balkans in the Turkish History, C.2, Ed. Zeynep İskefiyeli,
M.Bilal Çelik, Serkan Yazıcı, Sakarya Üniversitesi Balkan Araştırmaları Uygulama ve Araştırma
Merkezi (SABAMER) Yayınları, Sakarya 2013, s.771-812.
………………., “İngiliz- Rus Rekabeti ve Osmanlı Devleti’nin Asya Toprakları Sorunu (1877- 1878)”,
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, C. 15, S. 38, 2008, s. 253-288.
Babacan, Hasan, Avşar, Servet (haz.), Cavid Bey: Meşrutiyet Ruznamesi, C:3, TTK Yayınları, Ankara 2015.
Babuna, Aydın, Bir Ulusun Doğuşu: Geçmişten Günümüze Boşnaklar, ( çev. Hayati Torun ), Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, İstanbul 2012.
Bridge, F.R., “Habsburg Monarşisi ve Osmanlı İmparatorluğu:1900-1918”, Osmanlı İmparatorluğunun
Sonu ve Büyük Güçler, (yay. haz. Marian Kent), (çev. Ahmet Fehmi), Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
İstanbul 1999, s. 36-59.
Çolak, Mustafa, “Çanakkale Savaşları ve Almanya”, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl:8, Sayı:16,
2010, s. 35- 47.
Dağlar Macar, Oya, “Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ordularının Galiçya Cephesi’ne Gönderilmesi ve
Cephe Gerisinde Yaşananlar”, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları Dergisi, Yıl: 5, S: 10, 2006 s.4576.
Eldem, Vedat, “Cihan Harbinin ve İstiklal Savaşının Ekonomik Sorunları”, Türkiye İktisat Tarihi Semineri:
Metinler/ Tartışmalar, (Ed. Osman Okyar), Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara 1975, s. 373408.
205
Bilge Karbi
Elmacı, Mehmet Emin, “Osmanlı Devleti’nde Ekonomik Güç Olarak Boykotun Siyasete Yansıması: 1908
Avusturya Boykotajı Örneği”, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl:3, S.6, 2005, s. 89- 112.
…………………………,İttihat- Terakki ve Kapitülasyonlar, Homer Yayınları, İstanbul 2005.
Erickson, Edward, J.,Size Ölmeyi Emrediyorum: Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu, (çev. Mehmet
Tanju Akad), Kitap Yayınevi, İstanbul 2011.
Esin, Taylan, “I. Dünya Savaşı’nda Tehcir ve Almanya ve Avusturya’ya Bakır İhracı”, Toplumsal Tarih
Dergisi, S: 233,2013, s. 34-40.
Falkenhayn,Erich von, DieObersteHeeresleitung 1914-1916,ErnstSiegfriedMittler und Sohn, Berlin 1920.
Fromkin, David, Avrupa’da Son Yaz: 1914’teki Büyük Savaşı Kim Başlattı?”(çev. Ahmet Şükrü Durukan),
Alfa Yayınları, İstanbul 2015.
Jung, Peter, Der k.u.k. Wüstenkrieg: Österreich- Ungarn im Vorderen Orient1915-1918,StyriaVerlag,
Viyana 1992.
Kuyucak, Hazım Atıf, Para ve Banka, c.I, Işıl Matbaası, İstanbul 1947.
Ludendorff,Erich,Birinci Dünya Savaşı’nda Gördüklerim ve Yaşadıklarım, (yay. haz. Asiye Yıldırım), Dün
Bugün Yarın Yayınları, İstanbul 2014
Mühlmann, Carl, DasDeutsch- türkischeWaffenbündnis im Weltkriege, Verlag Köhler&Amelang,
Leipzig1940.
…………………,İmparatorluğun Sonu 1914: Osmanlı Savaşa Neden ve Nasıl Girdi?(çev. Kadir Kon),
Timaş Yayınları, İstanbul 2009.
Önsoy, Rıfat, Malî Tutsaklığa Giden Yol: Osmanlı Borçları 1854-1914, Turhan Kitabevi, Ankara 1999.
Pomiankowski, Josef, Der ZusammenbruchdesOttomanischenReiches: Erinnerungen an dieTürkeiaus der
ZeitdesWeltkrieges, AmaltheaVerlag, Viyana 1928.
Quataert, Donald,Osmanlı Devleti’nde Avrupa İktisadi Yayılımı ve Direniş: 1881- 1913, (çev. Sabri Tekay),
Yurt Yayınları, İstanbul 1987.
Sanders, Liman von, Türkiye’de Beş Yıl, ( çev. Eşref Bengi Özbilen), İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
2014.
Stone, Norman,Birinci Dünya Savaşı, (çev. Ahmet Fethi Yıldırım), Doğan Yayıncılık, İstanbul 2007.
Toprak, Zafer,İttihad Terakki ve Cihan Harbi: Savaş Ekonomisi ve Devletçilik, Homer Yayınları, İstanbul
2003.
Trumpener, Ulrich, Germany and the OttomanEmpire: 1914-1918, Princeton UniversityPress, New Jersey
1968.
Wallach, Jehuda, Bir Askerî Yardımın Anatomisi, (çev. Fahri Çeliker), Genelkurmay Basımevi, Ankara
1985.
206
ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI
Yıl 14
Bahar 2016
Sayı 20
ss. 207-227
Bayramiç Hadimoğlu Konağı
Alptekin YAVAŞ*
Özet
Osmanlı Devleti’nin XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zayıflayan
ekonomisi ve değişen toprak rejimi ile Âyanlar ortaya çıkmıştır. Hâkim
oldukları sancaklarda gerçekleştirdikleri imâr faaliyetleri, Anadolu’da yeni
bir mimari tarzı ortaya çıkarmıştır. Âyan mimarisi plan, malzeme ve süsleme
açısından İstanbul’daki sarayların küçük birer örneğidir.
Türk Resim Sanatında batı etkisiyle XVIII. yüzyıl ortalarından itibaren
görülmeye başlanan kalem işi tekniğindeki duvar resimleri yüzyılın son
çeyreğinde artış kaydetmiş, XIX. yüzyılda özellikle II. Mahmut döneminde
zengin örnekler vererek sürdürülmüştür. Başkentte başlayıp Anadolu’ya
yayılan bu süsleme türü, İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda, Anadolu’da ise daha
çok cami, ev, şadırvan ve türbelerde görülür. Hadimoğlu Konağı dönemin bu
mimari ve süsleme özelliklerini yansıtan seçkin bir taşra örneğidir.
Anahtar Kelimeler: Bayramiç, Hadimoğlu, Âyan, Konak, Sivil Mimari.
The Hadimoglu Mansion in Bayramic
Abstract
Starting from the second half of the 18th century, the Âyans had
emerged with the weakening economy and changes in the soil regime of
the Ottoman Empire. The reconstruction activities, which they carried out
in the lands under their control, had revealed a new style of architecture in
Anatolia. Âyan architecture is a small example of the palaces in Istanbul in
terms of plans, materials, and decoration.
Wall paintings done with the stenciled mural technique, which had
started to be seen with the Western influence from the mid-18th century
onwards, had continued with their rich examples during the 19th century,
especially in the era of Mahmut II. This type of decoration, which had
started in the capital and then spread to Anatolia, is seen in the Topkapi
Palace of Istanbul, and mostly in the mosques, houses, fountains and
shrines of Anatolia. The Hadimoglu Mansion is an exclusive provincial
sample reflecting the architectural and decorative features of the period.
Keywords: Bayramic, Hadimoglu, Ayan, Mansion, Civil Architecture.
*
Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü,
Terzioğlu Yerleşkesi 17100 - ÇANAKKALE. alptekinyavas@hotmail.com
207
Alptekin Yavaş
Giriş
Osmanlı devletinin XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zayıflayan ekonomisi ve değişen toprak rejimiyle ortaya çıkan âyanlar ve mütegallibeler, zamanla
hâkim oldukları sancaklarda yaptırdıkları eserlerle Anadolu’da yeni bir mimari tarzın
teşekkülüne sebebiyet vermişlerdir. Âyân Mimarisine ait bu binalar, genelde İstanbul’daki sultanî yapıların küçük birer örneğidir. Çanakkale Bayramiç’deki Hadimoğlu Konağı, Anadolu geleneği ile başkent ekolünü kaynaştırmasının dışında Topkapı
Sarayı ile kıyaslanabilecek çapta zengin tavan süslemeleri ile XVIII. yüzyıl Âyan
binalarının en önemlilerinden biridir.
Bayramiç’in merkezinde yer alan yapı, Çarşı sokak ile Yarıkkule sokağının kesiştiği köşede olup bugün Etnografya Müzesi olarak kullanılmaktadır (Foto 1).
Vakıfların tescil fişinde, -bugün kayıp olan- iki satırlık bir kitabeden bahsedilerek, buna göre yapının Hac Emirî (emir–ul hac) Osman isimli bir şahıs tarafından 6 Recep 1211 (5 Ocak 1797) tarihinde yaptırıldığı belirtilir. Aynı kişinin Bayramiç’teki, cami (H.1207/M.1792), çeşme (Ahi Hızır) (1208/1793-4) ve köprüden
(H.1215/M.1800-1) müteşekkil külliyesinin varlığı, konağın bu yapı topluluğunun bir
parçası olarak inşa edildiğini ortaya koymaktadır. Nitekim kuzey cephesinde bulunan
bir madalyonunun ortasında Arapça sıva üzerine kalemişiyle –külliyeyle aynı tarihlerde olduğunu ifade eden- H.1211 tarihi yazılıdır. Gerek kullanılan inşa malzemesi
gerekse süslemeler, konakla cami arasındaki yakın ilişkiyi doğrular.
Hadimoğlu (Karşıyaka) köprüsünün kitabe metinlerinden El Hac Osman
Bey’in, Biga Sancağı mütesellimi (vergi tahsildar) olduğunu öğreniyoruz. Sicil–î
Osmanî’de, Hadimoğlu Osman Beyin sarayda Kapıcıbaşılık yaptığı, Ocak 1807’de
Akdeniz Muhafızı olduğu ve aynı yıl bu görevden ayrıldığı belirtilir1. Dolayısıyla
Osman Bey’in Bayramiç’teki inşa faaliyetleri, bahsedilen bu son görevinden hemen
önce Biga vergi tahsildarlığı sırasında gerçekleşmiş olmalıdır. Bazı kaynaklarda 1691
yılında Konya’nın Hadim kasabasından gelerek yerleşmiş, burada debbağlık yaparak
kısa sürede zengin olmuş ve bu yörenin sancaktarlığını almış Mustafa ve Ahmet isimli
iki kardeşten bahsedilir2. Bu isimlerden Hacı Ahmed ile ilgili, hakkındaki şikâyetleri
içeren H.25 Zilkade 1170/M.11 Ağustos 1757 tarihli bir kaime özeti mevcuttur. Bu
belgede Hadım oğlu Hacı Ahmed, Bayramiç Âyânı olarak zikredilir3. Bugün Bayramiç merkezindeki Dede Çeşmesi olarak bilinen yapının banisi ise Hadim-zade
Ahmed’dir4. Hem Osman Bey’in yaptırdığı çeşmenin hem de bu çeşmenin kitabesin-
1
2
3
4
Mehmed Süreyya, Sicil-î Osmanî, (Yayına Hazırlayan: Nuri Akbayar, Eski Yazıdan Aktaran: Seyit Ali
Kahraman) Eski Yazıdan Yeni Yazıya 1, Tarih Vakfı Yayınları 3, C.4, İstanbul 1996, s.1287.
G.Örden-M.Sedef-A.Akdağ, Bayramiç İlçesinin Coğrafi Etüdü, Çanakkale Onsekizmart Üniversitesi,
Coğrafya Bölümü, Yayınlanmamış Lisans Tezi, Çanakkale 2000, s.87.
Cevdet Adliye 1757’den aktaran, Y.Özkaya, Osmanlı İmparatorluğunda Âyânlık, Doktora Tezi, A.Ü.
D.T.C.F. Yay. No:273, Ankara Ünv. Basımevi 1977, s.247.
Bu çeşmenin, ayrıca Osman Bey’in yaptırdığı cami, köprü ve çeşmenin kitabesi için bkz. G.Yazıcı,
“Çanakkale’de Manzum Kitâbeler”, Çanakkale, İli Değerleri Sempozyumu (25-31 Ağustos 2008), Çanakkale Merkezi Değerleri Sempozyumu (25–26 Ağustos 2008), Çanakkale Onsekiz Mart Ünv. Yay.
No: 79, Çanakkale 2008, s.635-672 (659-661).
208
Bayramiç Hadimoğlu Konağı
de aynı şairin adının (Hamid) geçmesi, eski ve yeni kuşak Hadimoğlu ailesinin fertlerinin bu şairle çalıştıklarını göstermektedir. Osman Bey’in, XVIII. yüzyılda Çanakkale ve çevresine hâkim olan Mustafa ve Ahmet kardeşlerle arasındaki ilişki net olarak
tespit edilemese de, bu kardeşlerin Konya’nın Hadim kasabasından gelmiş olması,
Osman Bey’in Hadimoğlu olarak anılması, bu kişiler arasındaki akrabalık ilişkisini
ortaya koyar. Dolayısıyla Osman Bey Hadimoğlu Âyân ailesinin bir mensubu olup
Bayramiç’te cami, köprü, çeşmeden oluşan külliyesine ek olarak buraya konu edilen
konağın da banisidir.
Hadimoğlu Konağı
Konak, kuzey ve batı taraftan yapıyı sınırlayan bir avlunun güney kenarına konumlandırılmış doğu–batı doğrultusunda uzanan iki katlı bir yapıdır. Günümüze ulaşabilen iki katlı bina, konağın harem bölümü olup selamlık bölümünün bir zamanlar
mevcut yapıyla içten irtibatlı, konakla aynı adı taşıyan çeşmenin karşısında yer aldığı
ve 1948’de yıkıldığı bilinir. Avlunun güneydoğu köşesinde yer alan ve harem bölümüne dıştan eklenmiş küçük hamam, üç bölümlü tuğla bir kalıntıdır (Foto 2, Şekil.5).
Mevcut harem bölümünün avluya bakan kuzey cephesinin dışındaki cepheleri
sağırdır. Avlunun kuzeydoğu köşesinde yer alan giriş ünitesi iki katlı bir kule şeklinde
olup içten duvara bitişik merdivenle üst katına ulaşılabilmektedir. İki katlı harem, her
iki katta da tekrarlanan plana sahiptir. Kuzeydeki girişten hemen sonraki sahanlıklı
bölüm, üst katta geniş bir balkon şeklinde çözümlenmiştir. Giriş sahanlığının güney
ucundaki tek kollu merdivenin doğu ve batı ucunda birer mekân yer alır ve bunlardan
doğuda olanı her iki katta da ıslak mekânları ihtiva eder. Batıdakiler ise mutfak olarak
işlev gören servis mekânlarıdır. Giriş sahanlığı ile üst katta balkonun doğu ve batı
ucundaki odalar konağın en geniş ve zengin süslemeye sahip mekânları olarak dikkati
çeker. Bunlardan alt kat doğu uçtakinin içten bir kapıyla hamamla bağlantılı olması,
söz konusu mekânın konak sakinlerinin özel odası, diğerlerinin ise misafir veya kabul
mekânları olarak kullanıldığını düşündürür.
Konağın kuzeydoğu köşedeki fevkani giriş ünitesi dışında tüm cepheleri sağırdır. Yüksek cephe duvarları sokak dokusuna uydurulmuş olup kuzey cephe bu nedenle yamuk planlıdır. Yine bu sebeple cephenin kuzeydoğu köşesi de pahlıdır. Pahın
üst kısmı, aralarındaki yatay şeritlerle bölümlenmiş üçgen şekillerden müteşekkil bir
süslemeyle bezelidir. Binanın diğer onarım görmüş bölümlerinde de görülen kırmızı
boya, tüm cephelerin sonraki yıllarda onarım gördüğünü düşündürür. Bugün 2.00 m.
yüksekliğe ulaşan söz konusu muhdes duvarın üzeri kiremitli harpuştayla örtülüdür.
Ancak duvarın, asli hali ile bugünkü durumundan daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Kuzey cephe batı köşede bir apartmana bitiştiği için aslî durumunu anlaşılabilmesi mümkün değildir. Ancak doğu köşedeki kule ile bitişmesinden, bu cephenin de
muhdes olduğu söylenebilir. Binanın batı cephesi apartman cephesine dönüşmüştür.
Güney cephe de çeşitli konutlarla kapalıdır. Binanın kuzeydoğu köşesindeki fevkâni
bina, giriş ünitesidir. Alt kat doğu batı doğrultusunda uzanan dikdörtgene yakın, üst
kat ise yamuğa yakın bir plana sahiptir. Üst katın kuzeye ve doğuya açılan iki penceresi vardır. Alt kat ile üst arasında altı sıra profilli yatay bir korniş dolaşır. Üç sıra kirpi
209
Alptekin Yavaş
saçaklı ve kiremitle örtülü binanın üst katına, avlunun doğu duvarında yer alan onbeş
basamaklı merdivenle ulaşılır (Foto 3). Merdivenin yaslandığı duvar onarım sırasında
yapılmıştır. Bu sırada avluya açılan güneydeki kapının bir bölümü de kapatılmıştır.
Üst kat duvarlarında, beyaz sıvanın üzerine kalıpla baskı yaparak teşkil edilmiş geometrik bir süsleme yer alır.
Avluya, düşey dikdörtgen formlu sathi bir niş içerisine, yuvarlak kemerli demir
kapı ile girilir (Foto 4). Avlu yamuğa yakın planlıdır. Bugün konak Etnografya Müzesi olarak kullanıldığı için avluda çeşitli kitabe parçaları, küpler, sütun ve kaide parçaları bulunur. Zemini kesme taş malzeme ile kaplı avlunun batı kenarının ortasında
mermer bir çeşme yer alır. Çeşmenin yaslandığı duvar ortadan kalktığı için bina ile
ilişkisi, dolayısıyla tarihi hakkında bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak süsleme özellikleri dikkate alındığında binayla çağdaş olabileceği söylenebilir. Avlunun
güneydoğu köşesinde yer alan ve binaya dıştan eklenmiş hamam, üç bölümlü tuğla bir
kalıntı halinde günümüze ulaşmıştır (Foto 5). Kuzeydeki bölüm külhan’dır. Bacanın
bugünkü durumu muhdes olduğunu düşündürür. Kuzeydoğu köşesindeki odadan ahşap bir kapı ile geçilen ilk bölüm, soyunmalıktır. Buradan da bir kapı ile iki kurnanın
bulunduğu kubbeli esas yıkanma bölümüne geçilir.
Harem Bölümü
a) Alt Kat
Kesme taş malzemeli konağın harem bölümü kuzey ve güney cephede açıklıklara sahip olup, diğer cepheler sağırdır. Kuzey cephede alt ve üst katta altışar pencere
olup, bunlar düşey dikdörtgen formda ve düşeyde üç, yatayda altı deliğe oturan demir
parmaklarla kapatılmıştır. Düşey ve yatay parmaklıklar zar biçimli lokmalarla tutturulmuştur. Pencere alınlıkları sivri kemerlidir. Binaya iki basamaklı bir merdivenle
ulaşılır. Girişten sonraki ilk bölüm kare planlı sofadır (Foto 6, Şekil.1). Sofanın kuzey
ve batı kenarında mermer sedir uzanır. İki kenarında dilimli korkuluklar yer alan bu
sedirlerin alçak tutulmuş olması oturmaktan çok yük konulması gibi bir işlev gördüğünü düşündürür.
Sofanın ortaya yakın bölümünde mermer bir havuz bulunur. Kuzey–güney doğrultusunda uzanan sofanın zemin döşemesi büyük blok mermerden oluşur. Sofanın
güney ucunda ve ona dik konumda doğu–batı doğrultusunda uzanan bir ara bölüm
mevcuttur. Zemini taş döşemeli bu bölüm batıda helâya açılır. Ahşap tavanı baklava
dilimli bir kompozisyonla süslüdür. Bu bölümün batı duvarında, bir kısmı duvarın
içinde kalmış bir sütun kaidesi vardır. Tıpkı bunun gibi binada kullanılan spolia taşların önemli kısmı Bayramiç’e 14 km. uzaklıktaki Skepsis antik kentine aittir5.
Ara bölümün batısındaki helâ kuzey–güney doğrultusunda uzanmaktadır. Helâ
taşı bu koridorun kuzey ucundadır. Kuzey duvarında bir pencere yer alır. Ara bölümün
5
Cevat Başaran, Geçmişten Günümüze Bayramiç: Tarihi-Coğrafyası ve Arkeolojisi, Ankara 2002, s.66.
210
Bayramiç Hadimoğlu Konağı
doğu ucunda kare bir mekân vardır. Doğu duvarında alçı bir ocak bulunan mekânın
nispeten daha sade olması nedeniyle asli halinde mutfak veya kiler gibi bir işlev gördüğü söylenebilir.
Alt katın kuzeydoğusundaki mekân kareye yakın bir birimdir. Avlunun doğu
duvarı yamuk olduğu için, mekânda tam bir kare elde etmek için doğu duvarının kalınlığı diğer duvarlara göre fazla tutulmuştur. Mekânın batı, kuzey ve doğu kenarlarını ahşap bir sedir dolaşır. Sedirin, korkuluğun girişe bakan yüzü C ve S kıvrımlı
süslemeler ve bunların arasına yer alan şematize edilmiş bir cami tasviriyle bezelidir
(Foto 7). Mekânın batı ve kuzey duvarında üçer pencere vardır. Pencereler, düşey dikdörtgen formlu, demir kapaklı ve ahşap kepenklidir. Kuzeydeki pencerelerden doğuda
olanı hamama geçiş kapısına dönüştürülmüştür. Doğu duvarda, ahşap kapaklı iki yüklük vardır. Sedirin doğu kenardaki bölümü, ortaya yakın bir noktada ocakla kesintiye
uğrar. Ocağın davlumbaz üzerindeki kısmı, barok karakterli bir süslemeyle bezelidir.
Mekânın güney duvarında ise gül ağacından ahşap bir dolap vardır. Çift bölmeli, enli,
iki ayrı bölüm ve yanlarında düşey üç bölmeli birer bölümden oluşan dolap, onarım
sırasında kırmızı ve yeşile boyanmıştır. Onarım sırasında yenilendiği anlaşılan tavan
göbeğinde yirmidört kollu merkezdeki meyve motifleriyle oluşturulmuş daireden,
ışınsal şekilde dışa açılan ve kolları birbirini takip eden sıra ile biri içbükey diğeri
dışbükey kartuşlarla sona eren süslemeler bulunur. Dikdörtgen bir bordür içerisindeki motifin köşelere denk gelen kollarında, stilize yapraklarla üçgen formlu çerçeve
içerisine alınmış dört dolgu motifi yer alır. Üç kademeye ayrılmış tavan kenarlarının
göbekten itibaren en içte olanı ve ikincisi, yaprak ve çiçek motifleriyle en dışta olanı
ise köşelere ve ortaya birer olmak üzere dokuz adet dış konturla stilize kıvrım dallarla oluşturulmuş ortadaki kartuşları ise kimi yerlerde boş kimi yerlerde açık renkle
boyanmış süslemelere sahiptir. Tavan süslemesinde ağırlıklı olarak kırmızı ve yeşil
kullanılmış olup tavan ile pencereler arasındaki bölümler, kırmızı kalın çizgilerle bölümlere ayrılmıştır.
Binanın kuzeybatısındaki mekânın kapısı onarım sırasında kemerli bir açıklığa
dönüştürülmüştür. Mekânın doğu ve kuzey duvarlarında üçer pencere yer alır (Foto
8). Pencereler düşey dikdörtgen formda ve demir parmaklıdır. Batıda ise duvar içinde
iki yüklük bulunur. Mekânın doğu–kuzey ve batı kenarlarında bir ahşap sedir dolaşır.
Sedirin korkulukları taştandır ve girişe bakan yüzünde kabartma biçiminde işlenmiş
şematik bir cami tasviri yer alır. Batıdaki sedirin ortaya yakın noktasında mermer
bir ocak bulunur. Süslemesiz ocak bacasının dış konturları kırmızıyla belirlenmiştir.
Mekânın güneyindeki üç bölmeli ahşap dolap, kapı, pencere, kepenk ve söveler gibi
kırmızı ve yeşile boyanmıştır. Tavan göbeğinde dörtgen formlu ancak kenarları kıvrım dalları şeklinde düzenlenmiş bir süs öğesi bulunur. Bu dörtgenden tavanın köşelerine çift konturlu çizgiler uzanır. Tavan kenarlarında ve altında da aynı motif yer alır.
Mekânın duvarları sarı renkli şeritlerle bölümlerle ayrılmış ancak içleri süslenmeden
bırakılmıştır. Söz konusu süslemelerde ağırlıklı renk kırmızı, sarı ve mavidir.
Sofanın güney ucundaki merdiveninin hemen önünde, bugün kapalı durumda
bir kapı açıklığı vardır (Şekil.3). Bu kapı, bugüne ulaşamayan selamlık bölümüne açılıyordu. Onbeş basamaklı ahşap merdivenin tavanında kırmızı ve mavi renkle boyalı
211
Alptekin Yavaş
bir çarkıfelek motifi vardır. Merdiveni, üst kata ulaştığı noktada üstten kapanmasını
sağlayan çift kollu kapak yer almakta olup bunun hemen yanında bir yüklük bulunur.
Merdiven boşluğunda mümkün olduğunca faydalanmayı düşünen bu uygulamayı, birçok geleneksel Türk Evi’nde bulabilmekteyiz.
b) Üst Kat
Ahşap döşemeli üst katın alt kat ile aynı plana sahip olduğu görülür (Şekil.2).
Alt kat ile üst katın planı arasındaki tek fark, alt katta, girişten hemen sonra gelen sofa,
üst katta bir balkona dönüşmüştür. Üst katın kuzey cephesi alt katın aksine süslüdür
(Foto 9). Üst kat odaları, avluya ve terasa üç pencereyle açılır. Ahşap kepenkli pencerelerin hemen üzerinde, tavan eteğinde, kuzey cephenin tamamını –terasın güney
kesimi dışında– dolaşan kalem işi süslemeler ve alçı şebekeli küçük pencere sıraları
dikkati çeker (Şekil.4). Söz konusu alçı şebekeli pencere ve kalem işi süslemeleri,
sistematik ve birbirini takip eden bir sıradadır. Kalem işi süslemeler çoğunlukla vazodan çıkan çiçekler şeklinde olup kuzeybatı ve kuzeydoğu köşedekilerin ortasında
birer madalyon yer alır. Bu madalyonlardan kuzeydoğu köşedeki boş bırakılmışken
kuzeybatı olanında Arapça “Maşallah 1211” yazılıdır.
Üst kat sofasından terasa dört pencere açılır. Bunlardan biri daha sonra genişletilerek kapıya dönüştürülmüştür. Üst kat, iki başoda ve bunlardan doğuda olana güney
yönünde eklenmiş bir üçüncü oda ile bunların arasındaki sofadan oluşur. Üst katın
batı kenarında alt katta olduğu gibi bir helâ vardır. Alt kattan ahşap bir merdivenle
ulaşılan sofa, doğu–batı doğrultuludur. Güneydoğu köşesinde bugün kapalı bir kapı
bulunur. Bu da tıpkı alt kattaki kapı gibi, aslî halinde selamlık bölümüne açılıyordu.
Güney duvarda ise dolaplar vardır.
Merdivenin üst kattaki ulaştığı noktada bir seki, sofanın güneybatı köşesinde
ise bir ahşap dolap bulunur. Sofanın tavanı farklı süslemelerle iki ayrı bölüm halinde işlenmiştir. Ortadaki daha büyük alanda, işlenmeden bırakılmış iç içe dikdörtgen
panoların çerçevelendiği, ortada ise bir dairenin sınırlandığı sekiz kollu yıldız motifi
vardır. Tavanın bu bölümünde ağırlıklı renkler kırmızı ve mavidir. Sofanın güneydoğu
kesimine ise diyagonal çizgilerle işlenmiş, mavi ve açık sarı renklerin hâkim olduğu
dikdörtgen bir süsleme yer alır. Sofanın terasa çıkmadan önceki eşiğinin tavanı ise
birbirine paralel çizgilerle ayrılmış ve içlerinde bitkisel süslemelerin yer aldığı bir
kompozisyonla bezelidir.
Üst katın güneybatı kesimindeki helâ, alt kattakinin benzeri olup dar dikdörtgen
bir koridordur. Mekânın güneybatı kesimindeki bölüm helâ, kuzeye doğru eğimli olan
kısmın ise banyo olarak kullanıldığı tahmin edilebilir. Mekânda en ilgi çekici detay,
doğu duvardaki köşelerde barok karakterli “S” kıvrımlı motiflerin oluşturduğu bir panonun sınırladığı kalemişi peyzaj manzara tasviridir. Burada ana motif sıradağlardır.
Bunların üzerinde küçük çam ağaçları ve akasya ağaçları yer alır. Bunların önünde ise
beş bina vardır. Bu binalardan ortadaki beyaz olanı ana bina, diğerleri ise müştemilat
yapılarıdır. Tasvirin en sağındaki binanın kırma çatısı, dört gözlü revaklı girişi ve
menfezli cephesiyle diğer binalardan farklıdır. Binanın sağından itibaren bir çevre du-
212
Bayramiç Hadimoğlu Konağı
varı uzanır. Binanın üzerinden dumanlar çıktığının betimlenmesi bir tür işlik –belki de
yörede yaygın olan zeytincilikle ilgili– olduğunu düşündürür. Tasvirde bir diğer ilgi
çekici durum ise resmin ortasında ve diğerinden daha yüksekteki tepe/dağın üzerindeki büyük ağacın kırılmış olarak tasvir edilmesidir. Üst katın güneydoğu köşesindeki
kare mekânda herhangi bir süs öğesi bulunmaz. Doğu, güney, batı duvarının kapıya
kadar bölümü mermer bir tezgâhla kaplıdır. Mekânın doğu duvarında ahşap kapaklı
bir yüklük vardır. Kapı dışındaki açıklıklar batı duvarı üzerinde olup, altta iki üstte bir
olmak üzere toplam üç adettir. Alttaki pencereler üsttekine göre daha büyük ebatta,
dıştan ahşap kepenkle kapatılan ve demir parmaklı, düşey dikdörtgen formda pencerelerdir. Üstteki pencere ise alçı şebekeli, üstte köşeleri “S” kıvrımlarla kırık olarak
düzenlenmiş daha küçük ebatta pencerelerdir.
Üst katın kuzeydoğu köşesindeki kare mekânın kuzey ve batı duvarında altta
ve üstte üçer olmak üzere toplam 12 pencere yer alır. Bunlardan alttakiler binanın dış
cephesindeki pencereler gibi ahşap kepenkli ve düşey dikdörtgen formdadır. Üstteki
küçük ebatlılar ise, geç dönemin modasına uygun alçı şebeke ve renkli vitraylardır.
Mekânın kuzey, batı ve doğu kenarlarını ahşap bir sedir dolaşır. Sedirin güneybatıdaki
ahşap kolluğunun girişe bakan yüzünü, çiçek ve kıvrım dallar arasında barok karakterli bir köşk motifi süsler. Mekânın doğu duvarında, ahşap kapakları kıvrım dallar
ve çiçeklerle süslü iki yüklük bulunur (Foto 10). Bunlardan kuzeyde olanın kapağı
tek parça olup çiçekler ve C, S kıvrımlı dallar kırmızı ve yeşile boyanmıştır. Güneyde
olan diğeri ise yanlarda süslü iki çerçeve ile sınırlanmış iki bölümlü bir kapaktır. Bu
iki bölümden üstte olanında kıvrımlı dallar ve çiçekler arasında iki minareli bir cami
motifi göze çarpar. Şematize edilmiş bu süslemenin yuvarlak kemerli beden duvarları
ve pencereleri ile ampir üslubundaki İstanbul Ortaköy ve Dolmabahçe camilerini hatırlatır. Tasvirin dört penceresi bulunan basık kubbesi ve minarenin uçları mavi renktedir. Alttaki panoda ise kıvrım dalların merkezinde bir köşk tasviri vardır. Mekânın
doğu duvarında dikdörtgen çerçeve ve barok karakterli süslemelerle sınırlanmış mermer kaideli ocak yer alır. Ocağın davlumbazında barok karakterli mavi ve kırmızı
renklerin ağırlıklı olarak kullanıldığı süslemeler görülür. Mekânın güney duvarında
ise iki bölümlü ahşap dolap bulunur. Alçı şebekeli pencerelerinin aralarındaki yüzeyler C ve S kıvrımlarıyla teşkil edilmiş, ortasında çiçekli vazolar bulunan panolara
bölünmüştür. Panoların hemen üzerinde ağaç ve dağ manzaralarının yer aldığı kuşak
bulunur. Altın yaldızlı tavan, çiçekli kıvrım dallar, C ve S kıvrımları ve süslü bordürlerle boyalı iç içe üç kare çerçeve içine alınmıştır. Tavan göbeği, ortadaki dairesel
motifle köşelerdeki üçgen bölümlerden ibarettir. Dairesel motifin merkezinden dışa
doğru radyal çizgi kuşakları çıkar. Dairenin çerçevesini ise C ve S kıvrımlı yapraklar
dolaşır. Köşelerdeki üçgen bölümler ise barok karakterli dallarla süslüdür. Söz konusu
bu bölümlerin tamamı altın yaldızlı olup, tavanın kalan bölümü kırmızı zemin üzerine
çiçeklerden oluşan boyalı nakışlarla süslüdür. Mekânın, süslemesi itibarıyla binanın
iki “başoda”sından biri olduğu anlaşılmaktadır. Mekânın güney duvarındaki ahşap
dolabın üzerinde barok karakterli çerçeve içinde bir manzara tasviri vardır (Foto 11).
Burada denizin ikiye ayırdığı kara parçaları görülür. Bu iki parça, resmin solunda üç
kemer gözlü bir köprü ile birbirine bağlanır. İki kara parçasından bize yakın olanında herhangi bir betimleme yer almazken, karşı yakada, resmin sağındaki yoğun bina
213
Alptekin Yavaş
grubu, kıyıda deniz üzerine inşa edilmiş iki yalı ile bunların gerisindeki iki binadan
oluşur. Söz konusu binaların gerisinde ise dağlar, tepeler ve gökyüzü uzanır. Yakın
planda ahşap kepenkleri kapalı iki yalı görülür. Denizin ortasında irili ufaklı kayıklar
vardır. Söz konusu panoramanın neresi olduğu tam olarak anlaşılamaz. Sol taraftaki
köprü Galata Köprüsünü hatırlatır. Ancak köprünün inşası 1844 olduğu için bu tarih
konak için geç bir tarihtir. Belki de Bayramiç’teki köprü tasvir edilmişti. Köprü tasvirinin ressamın kendi tasavvuru olduğunu söyleyebiliriz. Tasvirde ağırlıklı olarak
yeşil ve kiremit kırmızısı kullanılmıştır. Geride uzanan tepeler, perspektif kurallarına
uygun resmedilmişken aynı durum sağdaki bina grubunda görülmez.
Kuzeybatı köşedeki mekân kareye yakın bir birimdir. Kuzey ve doğu duvarında altlı üstlü üçer pencere bulunur. Alttaki pencereler düşey dikdörtgen formda daha
büyük ebatta, üsttekiler ise alçı şebekeli pencerelerdir. Mekânın tüm kenarlarını -güney hariç- ahşap bir sedir dolaşır. Sedirin batı kenarındaki bölümü, ortaya yakın bir
noktada mermer bir ocakla kesintiye uğrar. Ocak davlumbazının ağzı, yüksek kabartmalı barok karakterli bir süsleme ile oyulmuştur. Bunun üzerinde C ve S kıvrımlı
bordürlerin içinde meyve ve çiçek motifleri vardır. Söz konusu tasvir açılmış perdeyi
andıran bir bordürle kuşatılmıştır. Mekânın güney duvarında çift gözlü bir dolap bulunur. Dolabın üst kornişi ve alınlığı ile kapı eşiğinin kapatılarak özel bir giriş haline
getirilmiş kısmı, altın yaldızlı ve C, S kıvrımlı motiflerle süslüdür. Batı duvarı içinde
yer alan ve güneye doğru devam eden bir merdiven görülür. Bu bölüme sedirin batı
kenarının ucunda, yerden biraz yüksek ahşap kapaklı bir açıklıkla geçilir. Söz konusu
merdiven, bugün yıkılmış selamlık bölümüne geçişi sağlıyordu. Bayramiçli yaşlılar
konağın çeşitli geçitlerinin olduğunu ve bunların kasabanın çıkışına kadar uzandığını
belirtirler. Üst pencerelerin aralarındaki bölümler ve o kattaki mekânın duvarları, C,
S kıvrımlı çizgilerle oluşturulmuş kemer biçimli motiflerle çeşitli bölümlere ayrılmış, bu bölümlerin içi ise çiçekli vazo motifleriyle süslenmiştir. Söz konusu bölümün
üzerindeki tavan kenarında ise, tepeler ve ağaçlardan oluşan bir süsleme kuşağı yer
alır. Tavanın altın yaldızlı süslemesi iki bölümlüdür. Güneydeki bölüm, ahşap dolabın
ve seki altı bölümünün üzerini kapatmakta olup çiçek ve kıvrım dalların dikdörtgen
çerçeve içine aldığı ortada altın yaldızlı üç panodan oluşur. Bu panoların iki yanda
olanı kare, ortada ve daha geniş olanı ise dikdörtgen çerçevelidir. Panoların ortasında
C, S kıvrımlı ve altın yaldızlı süslemeler yer alır. Ayrıca panoların aralarında kırmızı
ve yeşil rengin ağırlıklı olarak kullanıldığı çiçek ve C, S kıvrımlarından oluşan kalemişi süslemeler vardır. Tavanın diğer bölümü ise ortadaki sekizgenin köşelerde üçgen
bölümlerle tamamlanmasından müteşekkil bir kompozisyonla süslüdür. Sekizgeni, en
dıştan C ve S kıvrımlardan oluşan kalemişi bir bölüm, daha içte ise altın yaldızlı
ve kalemişi üç kenar bordürü kuşatır. Sekizgenin içinde birbirlerine kafes şeklinde
geçmiş C, S kıvrımlı şeritler bulunur. Şeritlerin birbirini kestiği noktalarda çiçek motifleri vardır. Ortada ise kare ve altın yaldızlı C ve S kıvrımlı ve çiçek motiflerinden
oluşan altın yaldızlı tavan göbeği bulunur. Köşelerdeki üçgenlerde de aynı motifler
tekrarlanmıştır. Güney duvarda, dolabın hemen üzerinde dikdörtgen bir pano içerisinde manzara tasviri vardır. Burada, deniz kıyısında çeşitli binalar ve bu binaların
gerisindeki tepeler görülür. Binadaki diğer manzara tasvirinde olduğu gibi burada da
denizin ikiye ayırdığı kara parçaları resmedilmiştir. Karşı kıyı, soldan itibaren bir du-
214
Bayramiç Hadimoğlu Konağı
var kıyı boyunca uzanırken, kepenkleri açık kıyıdaki binadan sonra bu duvar, kemerli
revak sıralarına dönüşür. Tasvirin orta bölümünde bulunan ve onun sağındaki bina, taş
rıhtımlar üzerinde yükselir. Ortadaki bina, bir rıhtım üzerine iki katlıdır. Bu kemerlerin formu, mekânın duvarlarında gördüğümüz dekoratif kemerlerle aynıdır. Kemerli
revağın arkasında, dördü birbirine yakın vaziyette diğer ikisi farklı noktada altı bina
daha bulunur. Bunlardan biri kubbeli iken diğerleri prizmal çatılıdır. Söz konusu binaların yoğunluğu, tasvir edilen yerin saraya ait bir yer olabileceğini düşündürür. M.
Dohhson bir gravüründe (Şekil.6), 1835’te yıkılarak yerine Dolmabahçe Sarayı yapılan Beşiktaş Sarayı’nı resmetmiştir6. Bu gravürde kıyıda rıhtımlar üzerine yükselen
iki bina, kemerli arkad sıraları ve gerideki sarayın diğer binaları bulunur. Hatta duvar
resminde yer alan küçüklü büyüklü kayıkları bile bu gravürde görebilmekteyiz. Dolayısıyla konağın duvar resminde tasvir edilen yer, bu yıkılan İstanbul Beşiktaş Sarayı
olma ihtimalinden söz edebiliriz.
Sonuç
Konak, sofanın bir yanına dizilmiş odalarıyla S.H.Eldem7in dış sofalı olarak tanımladığı plan grubuna girer. İki katlı binada, alt katta girişten hemen sonraki havuzlu
sofa üst katta teras veya balkon olarak düzenlenmiştir. Doğu–batı doğrultulu sofanın
her iki ucundaki odalar, üst katta cepheden çıkıntı teşkil eden ‘başoda’lardır. Her iki
katta da sofanın doğu ve batı uçlarına mutfak veya kilerle ilgili olduğu anlaşılan bir
mekân ve helâ yerleştirilmiştir. Merdivenin Geleneksel Türk Evi’nde girişin hemen
karşısında yer aldığı sık görülmez. Güvenlik ve görsel mahremiyet kaygısı ile merdiven, giriş kapısı açıldığında gelip geçenlerin görüş açısından saklanmaya çalışılır8.
Burada merdiven girişin hemen karşısındadır. Ancak binanın geniş bir avlu içersinde
yer aldığı düşünülürse, söz konusu mahremiyet prensibine ters düşülmediği anlaşılır.
Yüksek çevre duvarları ve gözetleme kulesi ile binanın zengin bir mahallî yöneticiden
çok tedirgin bir derebeyinin isteklerine göre düzenlendiği söylenebilir.
Binanın paralelleri olarak Emirgan Şerifler Yalı Köşkü (1725-1728) ve İstanbul
Takyeciler Cami avlusundaki XVIII. yüzyıla ait evi söyleyebiliriz. Geleneksel Türk
Evi’nin karakteristik elemanlardan sedir Hadimoğlu Konağı’nda sıklıkla karşımıza
çıkar9. Sedirlerin kolluk ve girişe bakan yüzlerinde C, S kıvrımlı süslemeler vardır.
Bazılarında köşk motifi yer alır. Bunun en yakın benzerini Topkapı Sarayı Mabeyn
Dairesi’ndeki sedir kolluğunda bulabilmekteyiz. Binanın dolapları, oda girişlerinin
sağında veya solunda bulunur. Dolap girişin üzerini kapatacak şekilde uzanır. Bunun
benzer bir örneğini Edirne Mimar Sinan caddesindeki konakta görürüz.
6
7
8
9
D.Kuban, Türk Hayatlı Evi, İstanbul 1995, s.200.
S.H.Eldem, Türk Evi Plan Tipleri, İstanbul 1978, s.31
Kuban, a.g.e., s.147.
Kuban, a.g.e., s.117.
215
Alptekin Yavaş
Geometrik desenlerle süslenmiş tavanların en gösterişli yerleri merkezlerindeki
kısımdır. Alt kat sofasında olanı yüksek kabartma olarak işlenmiş ve çiçek ve C, S
kıvrımlarıyla süslüdür. Merdivenin üzerinde bir çarkıfelek motifi yer alır. Üst kat sofasının da tavanı aynı motifle süslüdür. En yakın örnek Soma Hızırbey Camisi mahfil
üst kat tavanında bulunur. Alt ve üst kattaki odaların tavanları ise barok kökenli olup
içbükey profillidir. Alt kat odalarının tavan süslemesi ise daha sade karakterlidir. Üst
kat odalarındaki ise merkezde altın yaldızlı sekizgen ve daire motifinin yer aldığı alçı
süslemeler olarak dikkati çeker. Tavan eteğindeki kalem işi C, S kıvrımları kompozisyonu sonlandırır. Bu tavan örneklerinin en yakın paralellerini Topkapı Sarayı İkballer
Dairesi’nin tavanında bulmaktayız.
Hadimoğlu Konağındaki ocaklar pencerelerin olmadığı duvarlarda, kenar boyunca uzayan sedirin ortaya yakın bir kısmında yer alırlar. Yarım daire planlıdırlar.
Alt kattakiler daha sade olup mermer kaideli ve alçı davlumbazlıdır. Üst kat kuzeybatı
köşede olanı ise benzerini Topkapı Sarayı Mabeyn Dairesinde gördüğümüz ocağın bir
paralelidir.
Türk Resim Sanatında Batı etkisiyle XVIII. yüzyıl ortalarından itibaren görülmeye başlanan kalem işi tekniğindeki duvar resimlerinde yüzyılın son çeyreğinde artış kaydetmiş, XIX. yüzyıl ve özellikle II. Mahmut döneminde zengin örnekler vererek sürdürülmüştür10. Başkentte başlayıp Anadolu’ya yayılan bu mimari süsleme türü
İstanbul’da Topkapı Sarayında, Anadolu’da ise daha çok cami ve evler olmak üzere
şadırvan ve türbelerde görülür. Bu manzara resimlerinde minyatür üslubuyla karışan,
ancak batının üçüncü boyutunu da benimseyen karma bir üslup görülür. Artık sarayın
desteğinden yoksun minyatür sanatı, yerini bu karma üsluba ve daha çok halkın benimsediği bir resim sanatına bırakmıştır11.
Hadimoğlu Konağında, üst kattaki iki başodanın güney duvarında, ahşap dolapların üzerinde ve üst kattaki helânın doğu duvarında üç manzara resmi yer alır.
Bunlardan kuzeydoğudaki mekânın güney duvarında barok karakterli bir çerçeve içine alınmış manzara tasvirinde denizle ayrılmış iki kara parçası görülür. Kuzeybatı
mekândaki duvar resminde ise deniz kıyısında çeşitli binalar ve bu binaların gerisinde ağaçlık ve tepeler yer alır. Binadaki diğer manzara tasvirinde olduğu gibi burada
da denizin ikiye ayırdığı iki kara parçası bulunur. Resimde tasvir edilen yer yıkılan İstanbul Beşiktaş Sarayı olmalıdır. İstanbul manzarası olması gereken tasvirlerin
Anadolu’da en güzel örnekleri arasında XIX. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı tahmin
edilen Birgi’deki Çakırağa ve Sandıkeminoğulları Evi, 1801 tarihli Datça’daki Mehmet Ali Konağı ve XIX. yüzyılın son çeyreğinde yapıldığı tahmin edilen Bursa Yenişehir Şemaki Evi zikredilebilir. Bunlar topoğrafik karakterden tam olarak sıyrılmamış
Matrakçı Nasuh’un XIV. yüzyıl manzara tasvirlerini hatırlatan, gözlem kadar, sanatçının hayaline ve başkent özlemine dayanan resimlerdir. Hadimoğlu Konağındaki saray
10 RArık, vd., Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan, İstanbul 1975, s.333.
11 Aynı yer.
216
Bayramiç Hadimoğlu Konağı
tasviri de bunlar arasında zikredilebilir. Üst kat kuzeydoğu mekândaki duvar resminin
ise nereyi tasvir ettiği belli değildir. Ancak, sıradağlar ve merkezdeki ana bina ve
çevresindeki binalar ile tasvir edilen yerin Bayramiç olduğu da söylenebilir. Belli
bir çevreyi teşhis edemediğimiz, hayalî manzaralar olduğunu tahmin ettiğimiz tasvirlerin Anadolu’daki en güzel örnekleri Cihan (Aydın) köyündeki Cihanoğlu(1785),
Soma Hızırbey(1791/2), Yozgat Başçavuşoğlu (1800/1), Muğla Şeyh 1830/1-1896/7
camilerinde ve Amasya Sultan Beyazıt Camisi Muvakkıthâne’sindeki resimlerde görmekteyiz12.
Osmanlı devletinin XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zayıflayan ekonomisi ve değişen toprak rejimi ile ortaya çıkan âyanlar/mütegallibelerin, zamanla
hâkim oldukları sancaklar üzerinde gerçekleştirdikleri imâr faaliyetleri, Anadolu’da
yeni bir mimari tarz olan Âyan Mimarisi’ni ortaya çıkarmıştır. Bu binalar plan, malzeme ve süsleme açısından İstanbul’daki saraylara benzetilmeye çalışılmıştır. Türk Resim Sanatında batı etkisiyle XVIII. yüzyıl ortalarından itibaren görülmeye başlanan
kalem işi tekniğindeki duvar resimleri yüzyılın son çeyreğinde artış kaydetmiş, XIX.
yüzyılda özellikle II. Mahmut döneminde zengin örnekler vererek sürdürülmüştür.
Başkentte başlayıp Anadolu’ya yayılan bu süsleme türü, İstanbul’da Topkapı Sarayında, Anadolu’da ise daha çok cami, ev, şadırvan ve türbelerde görülür. Hadimoğlu Konağı dönemin bu mimari ve süsleme özelliklerini yansıtan seçkin bir taşra örneğidir.
12 Arık vd., a.g.e., s.123.
217
Alptekin Yavaş
Kaynakça
ARIK, R., vd., Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan, İstanbul 1975.
BAŞARAN, C., Geçmişten Günümüze Bayramiç: Tarihi-Coğrafyası ve Arkeolojisi, Ankara 2002.
ELDEM, S.H., Türk Evi Plan Tipleri, İstanbul 1978.
KUBAN, D., Türk Hayatlı Evi, İstanbul 1995.
MEHMED SÜREYYA, Sicil-î Osmanî, (Yayına Hazırlayan: Nuri Akbayar, Eski Yazıdan Aktaran: Seyit Ali
Kahraman) Eski Yazıdan Yeni Yazıya 1, Tarih Vakfı Yayınları 3, C.4, İstanbul 1996.
ÖRDEN, G. – SEDEF, M. – AKDAĞ, A., Bayramiç İlçesinin Coğrafi Etüdü, Çanakkale Onsekizmart
Üniversitesi, Coğrafya Bölümü, Yayınlanmamış Lisans Tezi, Çanakkale 2000.
ÖZKAYA Y., Osmanlı İmparatorluğunda Âyânlık, Doktora Tezi, A.Ü.DTCF. Yay. No:273, Ankara Ünv.
Basımevi 1977.
YAZICI, G., “Çanakkale’de Manzum Kitâbeler”, Çanakkale, İli Değerleri Sempozyumu (25-31 Ağustos
2008), Çanakkale Merkezi Değerleri Sempozyumu (25–26 Ağustos 2008), Çanakkale Onsekiz Mart
Ünv. Yay. No: 79, Çanakkale 2008, s. 635-672.
218
Bayramiç Hadimoğlu Konağı
Fotoğraflar
Foto 1- Bayramiç Hadimoğlu Konağı (Kuzey Cephe)
Foto 2 - Harem Bölümü (Genel)
219
Alptekin Yavaş
Foto 3 - Giriş Bölümü
Foto 4 - Konağın Kapısı
220
Bayramiç Hadimoğlu Konağı
Foto 5 - Hamam
Foto 6 - Giriş Sofası
221
Alptekin Yavaş
Foto 7 - Giriş Sofasındaki mermer sedir
Foto 8 - Alt kattaki oda
222
Bayramiç Hadimoğlu Konağı
Foto 9 - Üst kat cephesi
Foto 10- Üst kat baş odadaki dolap
223
Alptekin Yavaş
Foto 11 - Üst kat odadaki kalemişi manzara tasviri
224
Bayramiç Hadimoğlu Konağı
Şekiller
Şekil 1 - Alt Kat Planı (İstanbul Rölöve Gn.Md.'den)
Şekil 2 - Üst Kat Planı (İstanbul Rölöve Gn.Md.'den)
225
Alptekin Yavaş
Şekil 3 - A-A' Kesiti (İstanbul Rölöve Gn.Md.'den)
Şekil 4 - B-B' Kesiti (İstanbul Rölöve Gn.Md.'den)
226
Bayramiç Hadimoğlu Konağı
Şekil 5 - Ön Cephe Görünüş (İstanbul Rölöve Gn.Md.'den)
Şekil 6 - D'Ohsen'in Beşiktaş Sarayı Gravürü (D.Kuban'dan)
227
ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI
Yıl 14
Bahar 2016
Sayı 20
ss. 229-247
XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün
Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne
Dair Bazı Düşünceler
Emrah NAKİ*
Özet
XVI. yüzyıl boyunca Osmanlı ve İspanya Devletleri arasında
Akdeniz’de süregelen çatışmanın geri planında Avrupa’ya uzanan Latin
Amerika gümüşü finansal önemi haizdir. Bu değerli madenin mevcudiyeti,
özellikle bu iki imparatorluğun sahip oldukları savaş makinelerini finanse
etmede etkin rol oynamıştır. Fakat bu uzun soluklu siyasi ve askeri rekabet
uzun vadede devletlerin hazinelerinde onarılmaz kayıplara yol açmıştır.
Merkezde daha büyük ordular kurmak ve bunları sürekli olarak eğitme
zorunluluğu bu iki devletin finansal yapısını yıpratırken, uzun ve tüketici
savaşlar parasal sorunları daha da ağırlaştırmıştır. Bu şartlar altında
kaçınılmaz olarak baş gösteren finansal kriz, İspanyol hazinesinde iflaslar
yaşatmış, Osmanlı ziraatı ve sanayiinde ise bunalımlar yaratmıştır. Bu
bağlamda çalışmamız, Latin Amerika gümüşünün XVI. yüzyılda İspanya
ve Osmanlı Devletleri’nin ekonomilerinde yarattığı olumlu ve olumsuz
etkileri gösterme denemesidir.
Anahtar Kelimeler: İspanya, Osmanlı, Latin Amerika, Gümüş, V.
Carlos, II. Felipe, II. Selim, III. Murad.
Some Thoughts on the Economic Role of Latin American Silver in the
Ottoman-Spanish Rivalry in the 16th Century
Abstract
During the 16th century the extending Latin American silver to Europe
possesses a financial importance in the background of the ongoing conflict
between Ottoman and Spanish States in the Mediterranean. The availability
of this precious metal played an active role particularly in financing of
the war machine these two empires had. But this long-term political and
military competition led to irreparable losses in the treasury of states in the
long run. The necessity of building bigger armies in the center and training
them constantly wore out the financial structure of these two states, while
long and exhausting wars aggravated more monetary problems. Inevitably
appearing under these conditions, a financial crisis caused bankruptcies
*
Dr., emrahnaki@gmail.com
229
Emrah Naki
in the Spanish treasury and created crises in Ottoman agriculture and
industry. In this context, our study is an essay to demonstrate the positive
and negative effects which the silver of Latin America caused in economies
of Ottoman and Spanish States during the 16th century.
Keywords: Spain, Ottoman, Latin America, Silver, Charles V, Philip
II, Selim II, Murad III.
230
XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair...
Giriş
Bu çalışma, yakın zamanda Batı’da ve Türkiye’de çıkan yayınlar esas alınarak
hazırlanmıştır. Bu doğrultuda XVI. yüzyıldaki iki başat güç olan Osmanlı ve İspanya
devletleri arasında vuku bulan siyasi ve askeri rekabetin iktisadi temelleri karşılaştırmalı bir şekilde ele alınmıştır. Ayrıca birinci elden kaynak bakımından Osmanlı
kronikleri ve İspanyol arşiv belgelerinden örnekler sunulmuştur.
Katolik krallar olarak tanınan Isabel ve Fernando, İspanya’nın siyasi birliğini
sağlamak adına gerçekleştirdikleri evliliğin ardından yeniden fetih manasına gelen
Reconquista’tayı başlattılar ve yarımadadaki son Müslüman devlet olan Granada
Emirliğine karşı sürdürdükleri mücadeleyi 1492 yılında başarıya ulaştırdılar. 1492’de
Son Müslüman devleti devrilirken, yarımadadaki diğer bir unsur olan Yahudiler de
adadan kovuldular. Aynı yıl yeni kıta Amerika’nın keşfi gerçekleşti.1
Yeni Kıta Amerika’nın Keşfiyle Birlikte Batı’daki İktisadi Gelişmeler
Yeni Dünya’nın keşfi ile birlikte bulunan gümüş madenleri, eski ve yeni kıta arasında yoğun bir madencilik etkinliğinin başlamasına vesile oldu. Bu sayede, özellikle
de 1536-1566 senelerini kapsayan otuz yıl içinde olağanüstü şekilde talihin tecellisiyle
oluşan servetten yararlanan İspanya, bu süreçte sömürgelerindeki ikinci hatta üçüncü
sınıf bir ülke durumundan dünyanın en zengin ve en güçlü memleketine dönüştü. Öncelikle 1519 ile 1533 yılları arasında İspanyol Sömürge İmparatorluğunun aşırı şekilde
büyümesini sağlayan faktörlerin başında, 13 Ağustos 1521’de Aztek medeniyetini yıkan
Hernan Cortes ile 1532 tarihinde İnka İmparatorluğu’nu yıkan Francisco Pizarro geliyordu. 1535 yılında Aztek İmparatorluğu’nun üzerinde Nueva España [Yeni İspanya]
Genel Valiliği, bugünkü Peru, Bolivya, Şili, Venezuela, Paraguay, Kolombiya, Ekvador
topraklarını kapsayan bölgede ise Peru Genel Valiliği kuruldu.2
1
2
J. M. Batista I Roca, “The Hispanic Kingdoms and The Catholic Kings”, The Cambridge Modern
History-The Renaissance 1493-1520, Ed. G.R.Potter, Vol. I, Cambridge 1957, s. 316, 320, 325; Merry
E. Wiesner-Hanks, Erken Modern Dönemde Avrupa 1450-1789, Çev. Hamit Çalışkan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2009, s. 148-149.
Carlo M. Cipolla, Fatihler, Korsanlar, Tüccarlar: İspanyol Gümüşünün Efsanevi Öyküsü, Çev: Tülin
Altınova, Türk Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2003, s. 1-3; 1583’de III Murad’a sunulan ve Amerika kıtasındaki keşifler ile ilgili bir Müslümanın gözüyle yazılmış ilk kitap olması bakımından büyük
bir değere hâiz “Tarih-i Hind-i Garbî” adlı eserde, Hernan Cortes’in Meksika kıtası üzerinde yaptığı
keşifler, savaşlar, 120.000 insanın ölümüne yol açarak yerli toplum üzerinde yarattığı büyük felaket
ve yaptığı yağma hakkında ilginç bilgiler mevcuttur. Yerli toplumun dini değerlerine, kültürel hazinelerine zerre kadar saygı duymayan Hernán Cortés’in, Meksika topraklarının en değerli tapınaklarında
bulunan altın ve gümüşten yapılma putlardan oluşan çok değerli kültür hazinelerini nasıl yağmaladığı
ve 600.000 parça altın ele geçirerek yaptığı iktisadi kazançla ilgili bilgiler kayda değer niteliktedir.
Seferinin sonunda Cortés’in, köle olarak yerliler ve hediyelerle birlikte 20.000 kantar altın, 1.500 kantar saf gümüş ve 10.000 kantar altın alaşım yüklü iki gemiyle 1528’de İspanya’ya vardığı bilgisi elde
edilen kazancın miktarını anlamak bakımından önemlidir. Ayrıca Eser, Büyük okyanusa çıkış yolunun
bulunmasıyla birlikte Francisco Pizarro’un Panama üzerinden Peru’ya yaptığı yolculuk hakkında bilgi
vermektedir. Pizarro’nun bu seferden 600.000 kantar saf altın ve 150.000 kantar saf gümüş elde ettiği
bilgisi mevcuttur. Bk. Tarih-i Hind-i Garbî veya Hadîs-i Nev, The Historical Research Foundation
İstanbul Research Center, İstanbul 1987, s. 26-33.
231
Emrah Naki
Tüm bu gelişmeleri, 16. Ve 17. yüzyıllarda İspanya’nın güç ve zenginliğinin temel kaynaklarının oluşmasını sağlayan, bugünkü Bolivya bölgesinde yer alan Potosi
ile Meksika’nın Zacatecas yöresinde bulunan gümüş madenlerinin 1545 yılı itibariyle
keşfi izledi. 1554 ve 1556 yıllarında cıva ve tuz kullanılarak minerallerden gümüş
elde edilişini sağlayan yöntemin Sevilla’lı Tüccar Batolomé de Medina tarafından
Zacatecas madenlerine götürülüp uygulanmasıyla birlikte üretim masrafları düşürülürken, zayıf ve az verimli maden yataklarının işletilmesine de olanak sağlandı. Zacatecas madenleri için gereken cıva İspanya’nın İdria ve Fuggerler tarafından yönetilen
Almaden bölgesinden sağlanırken, 1564’de Potosi’nin kuş uçuşu 1200 km. kuzeyinde
bulunan Huancavelica olarak adlandırılan yeni bir yerin keşfedilmesiyle Potosi madenlerinin tam randımanlı çalıştırılabilmesi başarılmış oldu.3
Amerika kıtasına giden ya da oradan gelen tüm yolcu ve malların zorunlu hareket ve varış yeri İspanyol kenti Sevilla olup İspanya’nın dış limanı Sanlúcar ile
birlikte İspanyol-Amerikan ticaretinin tekel merkeziydi.4 Rakamsal olarak vermek
gerekirse, Amerikan’dan Sevilla’ya aktarılan gümüş 1521-1530 arasında 149 kiloyu
bulurken, bu miktar 1551-1560 döneminde yaklaşık 303 tona, 1561-1570 döneminde
943 tona, 1571-1580 döneminde 1.119 tona ve 1581-1590 döneminde de 2.103 tona
çıktı. 1591-1600 döneminde ise 2708 ton olarak kayda geçirildi. Yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte tüm nispi önemini kaybeden altının 1503-1600 arasında girişi ise 153
tonu bulmaktaydı. Fakat tüm veriler gümrük vergisi ödenen kayıtlı gümüş ve altındı.
Kayıt dışı olarak kaçak yollardan sokulan gümüş ve altının miktarı ise bilinmiyordu.5
Sevilla’da kayıtlara geçen gümüşün duka cinsinden değeri, aşağıdaki tabloda
daha net şekilde gösterilmiştir:6
Dönem
1556-1560
1561-1565
1566-1570
1571-1575
1576-1580
1581-1585
1586-1590
1591-1595
1596-1600
3
4
5
6
İspanya
Kraliyeti İçin
Şahıslar İçin
1.882.195
2.183.440
4.541.692
3.958.393
7.979.614
9.060.725
9.651.855
12.028.018
13.169.182
7.716.604
11.265.603
12.427.767
10.329.538
12.722.715
26.188.810
18.947.302
30.193.817
28.145.019
Toplam
9.598.798
13.449.043
16.969.459
14.287.931
20.702.329
35.249.534
28.599.157
42.221.835
41.314.201
Cipolla, a.g.e., s. 4-7.
Máximo García Fernández, La Economía Española en los Siglos XVI, XVII, XVIII., Actas, Madrid
2002, 36.
Cipolla, a.g.e., s. 18-19.
Earl J. Hamilton, American Treasure and the Price Revolution in Spain, 1501-1650, Harvard University Press, Cambridge-Massachusattes 1934, s. 34.
232
XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair...
Amerika kıtası üzerinde çok dramatik ve tahrip edici bir etkiye yol açan İspanyol Conquistadorlarının [Fetihçi], büyük altın yatakları bulma hayaliyle çıktıkları
yolda altın yerine keşfettikleri ve hızla gerçek madeni zenginlik kaynağı olan Zacatecas ve Potosi gibi zengin gümüş yataklarının Avrupa’nın kendi ekonomisi üzerinde
faydalı etkiler yaratacağı ortadaydı. Öyle ki, bu gelişmeler sonradan Avrupa’nın Asya
ile yaptığı baharat ve tekstil ticaretinin gelişmesine yol açacak, eski dünya ile yeni
dünyayı birbirinden ayıracak ve Avrupalı bir dünya ekonomisi çağını doğuracaktı.7
İspanyol İflasları
Avrupa’da tek elde toplanan bir Habsburg hâkimiyeti kurmak hülyasıyla imparatorluk kaynaklarını Fransa, Osmanlı Devleti ve gün be gün büyüyen Protestan harekete karşı mücadelede harcayan V. Carlos’un, oğlu II. Felipe’ye bıraktığı asıl miras,
savaşların mali yükü sebebiyle artık altından kalkılamaz hal alan devlet borçlarıydı.
16. yüzyılın ilk yarısına kadar geçen süreçte devlet harcamaları yüzdelik birime
göre 1504’de 100 iken, 1532’de 106,3’e, 1559’da 308,4’e ulaşarak üç kart artmıştı.
Fakat gelirler giderlerin aksine yine yüzdelik birime göre 1504’de 1.450.000 duka
iken, 1559’da 3.000.000’ya çıkarak sadece % 206,9 artış göstermişti. Fakat fiyatların
değişmesinin de Kraliyet maliyesi üzerinde yansımaları olmuştu. Mali hasılat 1500’de
100’den, yüzyılın ortalarında % 371,8’e yükselmiş görülmesine rağmen gerçek değerlerde ise yüzdelik birime göre 1500’de 100 olan bu durum 1555-1560 yılları arasındaki parasal değer açısından % 155’e tekabül etmekteydi. Aradaki açığı kapatmanın tek
çaresi borçlanmaydı. Haziran 1556’da Maliye Kurulu, kısa vadede borcun 7.524.000
duka olduğunu açıklamıştı: 1557-1560 yılı gelir tahmini üzerinden mukavelelerin geri
ödemesi 5.224.000 duka, 1561-1566 gelir tahmini üzerinden 560.000 duka idi. Kambiyo senetlerinden gelen 1.740.000 dukalık borcun geri ödemesi mümkün gözükmemekteydi. 1556 yılı olağan harcaması 1.029.200 olacağı farz ediliyordu. 1557-1560
olağan harcamalarının 4.086.200 duka olacağı öngörülerek buna eklendiğinde, dalgalı
borç, geciken ödemeler, bütçe açığıyla birlikte toplam rakam 12.639.400 dukaya ulaşıyordu. Mali durumdaki mevcut belirsizliğe rağmen II. Felipe, naiplik hükümetinden
Şubat 1557’de Fransa ile sürmekte olan savaş sebebiyle askeri seferler için 2.500.000
duka daha talep etmekteydi. Neticede savaşın mali yükü ve yüzde 14 gibi yüksek
faizle alınan kredilerin geri ödemesi hususunda sıkıntıya düşen II. Felipe, Nisan ve
Haziran’da imzaladığı yeni düzenlemelerle 1557 yılında krallığın ilk iflasını ilan etti.8
Amerika’dan Sevilla’ya giren Amerikan gümüşünün bolluğuna rağmen İspanyol
borçlarını kapatmaya yetmemesinin geçerli sebepleri vardı. Amerika kıtasından gelen
gümüşün pek azı İspanya’da kalmakta, tamamı ya da ona yakını ülkeden çıkmaktaydı.
Amerika’dan İspanya’ya ulaşan değerli madenlerin yüzde 75-80’i bireylerin gerçekleştirdiği satışlardan, geriye kalan yüzde 20-25’i ise İspanyol uyrukluların madencilik
7
8
David Arnold, Coğrafi Keşifler Tarihi, çev. Osman Bahadır, Alan Yayıncılık, İstanbul 1995, s. 89-90.
Carlos Javier de Carlos Morales, Felipe II: Un Imperio En Bancarrota, Editorial Dilema, Madrid 2008,
s. 25, 37-38, 45, 77.
233
Emrah Naki
etkinliklerinden sağlanan royaltilerden [imtiyaz ücreti], malların dışalım ve dışsatımları
üzerinden alınan gümrük vergilerinden ve değişik armağanlardan oluşan taht gelirlerinden oluşmaktaydı. İspanyol tahtının sürekli borçlanma politikasından dolayı İspanya’ya
ulaşan değerli madenler genellikle daha yerine ulaşamadan harcanmış oluyordu. Borçlanma, değişik cephelerdeki orduların ayakta tutulmasından, gereksinimlerinden kaynaklandığı için borçlarını tasfiye etmek amacıyla İspanyol tahtının gümüş sikke bastırarak ödediği paralar, savaş bölgelerinde yeniden belirmek üzere İspanya’dan çıkıyordu.
Diğer bir önemli neden ise arz ve talebin çılgınca artışıyla boy ölçüşecek düzeyde olmayan İspanyol üretim sistemiydi. Daha çok dışa bağımlı bir ekonomik sisteme sahip olan
İspanya, dış alımını yaptığı malların karşılığını, külçe ya da sikke halinde Amerika’dan
gelen gümüş ile ödediğinden böylece gerçek bir gümüş seli Avrupa’yı sürüklüyordu.9
Kasım 1566 yılında II. Felipe, finansal rotayı düzeltme önlemleri içinde ve bol
miktarda para çıkışını frenlemek gayesiyle altın-gümüş paritesini 400 maravedí [bakır sikke] eden yeni bir escudo [altın sikke] değerinde tadil etti. İlaveten gelirlerin
tahsisi ve artışının yanı sıra masraf ve harcamalarda azaltmaya gidilmeye çalışılsa
da Aşağı Ülkeler isyanın yayılması, Granada isyanı ve en önemlisi olarak İnebahtı
Muharebesi öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kurulan Hıristiyan İttifakında
yer alarak İtalya’ya para sevkiyatı yapması gibi askeri harcamalar varılmaya çalışılan
iktisadi hedefleri engelledi. Öyle ki, kronik bütçe açığının büyümesi serbest ve sabit
borçlanma ödentilerini yıldan yıla artırdı. Bu şartlar altında Kraliyet Maliyesi’nin gün
geçtikçe finansal bir uçuruma sürüklendiği gözle görülmekteydi.10
Akdeniz’de Osmanlılara, Aşağı Ülkeler’de ise isyan hareketine karşı iki farklı
cephede mücadele eden İspanya’nın, Akdeniz donanması ve Flandes ordusunu finanse etmek için 1571-1577 yılları arasında sağladığı para duka cinsinden olmak üzere
aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Bu tabloya daha net bakıldığında, İspanya’nın donanma ve ordusunu muhafaza edebilmek adına İnebahtı savaşının yapıldığı 1571 yılı
ve sonrasında üstlendiği harcamaların Kraliyet Maliyesi’ni ne tür bir yükün altına
soktuğu daha net olarak anlaşılacaktır.11
Yıl
1571
1572
1573
1574
1575
1576
1577
Toplam
Akdeniz Donanması için
793.000
1.463.000
1.102.000
1.252.000
711.000
1.069.000
673.000
7.063.000 duka
Flandes Ordusu için
119.000
1.776.000
1.813.000
3.737.000
2.518.000
872.000
857.000
11.692.000 duka
9 Cipolla, a.g.e., s. 32-35.
10Morales, a.g.e., s. 104-105.
11 Geoffrey Parker, Felipe II, la Biografía Definitiva, Editorial Planeta, S. A., Traducción: Victoria E.
Gordo del Rey, Barcelona 2010, s. 589.
234
XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair...
Yukarıdaki tabloda gösterilen hesaplamalar, sadece İspanya dışındaki II. Felipe
silahlı kuvvetlerine ödenendi. Fakat Kraliyet Maliyesi, paranın sevkiyat masraflarını
ve faizini de ödemek zorundaydı. Şubat 1574’de yapılan hesaplamalara göre, 1567
yılında ilk isyanı bastırması için gönderilen Alba Dükü’nün çıktığı günden itibaren
Aşağı Ülkeler’e harcanan para 22 milyon duka idi. Ağustos 1573’de yapılan hesaplamalara göre ise ülke sabit borcu 35-36 milyon duka arasındaydı. Yıllık sabit gelirler
3.015.210 duka idi. Konsolide borç faizleri ile birlikte 49.060.226 dukayı buluyordu.
Ekonomik veriler açısından durum hiç açıcı değildi. İlaveten, Mart 1574’de ulaşan
ve Luis de Nassau’nun Aşağı Ülkeleri istila ettiği haberlerinin yanı sıra İstanbul’dan
gelen raporlardaki Osmanlı’nın evvelsi yıl Don Juan’a kaybettiği Tunus’u geri almak için çok büyük bir donanma hazırladığı bilgisi, ekonomik dar boğazdaki İspanya
için felaketti. Kraliyet maliyesinin bu şekilde devam edemeyeceği açıktı. Yeni Maliye
Konseyi Başı seçilen Juan de Ovando’un Ocak 1574’’deki ilk icraatı, Flandes ordusu için bir milyon duka, İtalya Orduları için 960.000 duka, Atlantik’deki Santander
Limanında bulunan donanma için 500.000 duka ve fuarlarda bankerlerden kredi olarak almak için 2.297.000 duka toplamak olmuştu. Ayrıca Şubat’tan Kasım’a kadar
5.810.000 dukalık bir meblağ için yeni provizyon görüşmeleri yapmak zorunda kalmıştı.12
Ovando, bankerlerden alınan faizlerin oranının sürekli yükselmesinde şikâyet
ediyordu. 1560’larda yıllık yüzde 8 faiz oranı ile borç veren bankerler, şimdi yüzde
14 hatta yüzde 16 oranlarında faizle kredi açmaktaydılar. Ovando, bu kısırdöngüye
artık son vermek gerektiğini ve bunun da tek yolunun borçları askıya almak olduğunu
vurguluyordu. Fakat Osmanlı tahtına yeni geçen III. Murad’ın 1574’deki Tunus zaferi
akabinde geçen yıl olduğu gibi Akdeniz’e yeni bir sefer düzenlemek üzere büyük bir
donanma hazırladığı haberleri ve Aşağı Ülkeler’de sürmekte olan isyan karşısında II
Felipe’nin, şimdilik iflas kararını ertelemekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Bu doğrultuda 1575 yılı zarfında, son derece stratejik önemde olan Akdeniz ve Aşağı
Ülkeler’deki silahlı kuvvetlere gereken parayı tanzim edebilmek için haftalar harcadı.
Ekonomik şartlar II. Felipe’yi saldırgan düzeyden savunmacı bir aşamaya geçmeye
zorluyordu. Neticede ordularını muhafaza etmek için her iki cephede izlediği ekonomi politikalarının sürdürülemez oluşu karşısında, 1 Eylül 1575’de tüm ödemelerin
askıya alındığını bildiren maddeleri imzalayarak devletin iflasını onayladı.13
İflas kararının alınması gerçekte Ceneviz’li bankerleri etkiledi. II. Felipe’nin
ve danışmanlarının, İspanya ve diğer yabancı piyasaların tüccarlarına başvurmanın
mümkün olduğuna çok çabuk inanarak 1 Eylül 1575 kararnamesini imzalamaları ve
14 Kasım 1560’tan itibaren yapılan bütün asientosları [kredi sözleşmesi] iptal etmeleriyle birlikte yasadışı ve hilekâr ilan edilen Cenevizliler muntazam kayıplara uğradılar. Buna itiraz edip tartışmaya girmekle beraber Kastilya Kamarası’nda dava açtılar.
Fakat özellikle Flandes yönüne olan ödeme sistemini etkin bir şekilde kilitlediler.
12Morales, a.g.e., 133-136; Parker, a.g.e., s. 590, 593, 600.
13Parker, a.g.e., s. 601-605.
235
Emrah Naki
Cenevizliler kambiyo senetleri ve altın üzerinde abluka uyguladılar. Ticaret yollarındaki sevkiyatı yavaşlatarak Kastilyalı tüccarlar ile Függerler dâhil kendileri aleyhinde
kavgaya katılan tüm rakiplerinin manevra kabiliyetini kısıtlayarak rahatça davranmalarını engellediler. Bu gelişmeler sonucunda maaşlarını alamayan Aşağı Ülkeler’deki
İspanyol birlikleri, 1576’da Anvers’e girip korkunç bir şekilde yağmaladılar. Neticede
beş milyon eskudo sözüyle II Felipe’yi masaya oturtmayı başaran Cenevizliler, İspanya kralıyla 5 Aralık 1577’de medio general adlı antlaşmayı imzalayarak 1575’in sert
tedbirlerini yumuşattılar.14
İspanya Yönlü
Yansımaları
Ekonomik
Gelişmelerin
Osmanlı
Ekonomisindeki
1. Fiyat Hareketleri
Yukarıdaki verilerde ayrıntılı olarak görüldüğü gibi İnebahtı muharebesi ile
zirve yapan İspanyol-Osmanlı mücadelesinin yalnızca İspanya ekonomisi üzerinde
olumsuz etkileri olmamış, aynı zamanda Osmanlı ekonomisini de derinden sarsmıştı.
Merkezde daha büyük ordular kurmak ve bunları sürekli olarak eğitme zorunluluğu
Osmanlıların maliyesini yıpratırken, özellikle batıda ve doğuda girişilen uzun ve tüketici savaşlar mali sorunları daha da ağırlaştırmıştı. 16. yüzyılın ortalarında imparatorluk genişlemesinin sınırlarına ulaşırken, değişen savaş teknolojisiyle birlikte merkezi
hazinenin askeri harcamaları ise artmıştı. Yüzyılın ikinci yarısında doğuda Safevîlerle
batıda Habsburglarla yapılan uzun savaşlar sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun hazinesinde birikmiş olan muazzam kaynaklar erimeye başlamıştı.15
İspanya-Osmanlı mücadelesinde Batı Akdeniz savaşları olarak adlandırabileceğimiz süreçte devlet masrafları müthiş bir şekilde artarken, III. Murad’ın tahta
cülusunun ikinci yılı olan 1575’de, akçe sıkıntısı, pahalılık, gümüş paralarla oynanmaya başlanması yani tağşişi söz konusuydu. Savaş ekonomisinin hazinede yarattığı
ağır yükün yanında, devlet masraflarının sürekli artmasındaki nedenlerinin başında,
büyük ölçüde Sevilla’ya gelen gümüşün çoğunlukla İtalyanlar vasıtasıyla Osmanlı topraklarını da istila etmeye başlaması gelmekteydi. Gümüş istilasıyla piyasa ve
devlet, sikke değerlerinin baştanbaşa bozuluşunun yarattığı bunalımla karşılaşırken,
fiyatlar da bundan olumsuz bir şekilde etkilenmekteydi. Özellikle 1580’den sonrada
gümüş stokunun birdenbire artması her yerde olduğu gibi fiyatların yükselişinin başlıca nedeniydi. Çünkü Batı’da ucuz olan gümüşe talebin ve gümüşün kambiyo kuru
değerinin yüksek olduğu Osmanlı ülkelerine akması stokları artırmakta, bu da akçenin değer kaybetmesine sebep olmaktaydı. Değersiz para değerli paranın bulunduğu
yere akmaya onu piyasadan sürüp atmaya eğilimliydi. Gümüş ithalinin teşviki, resim
14 Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz dünyası, C. 1, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Eren, İstanbul 1989, s.
339-340.
15 Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, Çev. Gökhan Aksay, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul 2007, s. 98.
236
XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair...
alınmaması, yabancı tüccarların gümüş nakitlerini Osmanlı parasına karşılık teslim
mecburiyetinin olmaması bunda etkiliydi.16
Sevilla’ya varan Amerikan gümüşü Saksonya, Bohemya ve Tirol madenlerinin
gümüşüyle birlikte geleneksel kanallardan geçerek Ortadoğu’ya dek uzanmaktaydı.
Hatta 1565 yılı itibariyle İspanya’nın Manila kalyonlarına ya da Çin gemilerine yüklenerek Pasifik Okyanusu üzerinden Çin ve Güneydoğu Asya mallarıyla takas edildiği
İspanyol Filipinler’ine kadar ulaşmıştı.17Gümüş tüm Asya’ya değil, özellikle Çin’e
akarken, Altın ise aynı dönemde ters yönde akmaktaydı. Gümüşün büyük miktarlarda
Çin’e akmasının nedeni, gümüş fiyatlarının bu ülkede en yüksek değerde olmasıydı.
Çünkü Çin’in para ve vergi düzeni gümüşe bağlanmıştı ve vergiler artık gümüş olarak
toplanıyordu.18
Sevilla’dan Avrupa’ya dağılan ve otomatik olarak paraya dönüşen gümüş, İspanyol gümüş sikkesi olarak 8’lik realler halinde basılmaktaydı. Günümüzdeki doların piyasa geçerliliği gibi, bu reallere sahip olan dünyanın her yerinde yararlanabileceği bir alım gücüne sahipti. İspanya’dan gümüş ihraç etmek için İspanya Kralı’nın özel
iznini elde eden ve mali gücü sebebiyle krala istediklerini yaptırabilen Cenevizliler,
özellikle ayrıcalıklı ve Güney Avrupa’nın büyük bölümünde İspanyol gümüşünün dağıtıcısıydılar.19
Osmanlı Ülkeleri’ne giren yabancı paraların başında bu İspanyol gümüş realleri
vardı. Vezin ve ayarı sürekli bozulmakta olan akçeye karşı sağlam ve kullanışlı olan
8’lik İspanyol realleri, Osmanlı Devleti’nde halk arasında ve devlet maliye bürolarında büyük itibar kazanmış ve piyasaya hâkim olmuştu. Öyle ki, İspanyol realleri kullanıldığı devirler boyunca Türkiye’de bu ayar ve itibarda bir gümüş para basmak mümkün olmadı. Çünkü kıymetli maden ocaklarının eski istihsal metotları ile çalışmaları
veya zamanla tükenmiş bulunduğundan ve Türkiye darphanelerinin büyük bir kısmı
terk edildiğinden mümkün olmamıştı. Bir süre sonra kendi parasını tamamen basamaz
bir hale gelecek, sikke kesme işinin kendisine vereceği kontrol imkânlarından ve mali
kaynaklardan mahrum kalacak, kapitülasyonlarla yabancı devlet paralarını Türk parasına tahvil etmek mecburiyeti olmaksızın serbestçe sokma hakkı tanıyarak kendisini
uluslararası fiyat ve kıymetli maden hareketlerine terk edecek olan Osmanlı Devleti
açısından durum oldukça vahim sonuçlar doğuracaktı.20
İspanyol gümüşünü Osmanlı topraklarına taşıyan kıta İtalya idi. 1580’den sonra
Ceneviz’in önderliğinde İspanya’yı geçerek gümüşün gerçek dağıtım merkezi olan
16 Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013, s. 216-217, 221.
17 Catherine Eagleton – Jonathan Williams - Joe Cribb ve Elizabeth Errington ile birlikte, Paranın Tarihi,
Çev. Fadime Kahya, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2003, s. 237.
18Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, s. 81.
19 Cipolla, a.g.e., s. 36-37.
20 Ömer Barkan, “XVI. Asrın İkinci Yarısında Türkiye’de Fiyat Hareketleri”, Belleten, C. 34, No: 136,
Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1970, s. 588-589.
237
Emrah Naki
büyük kentlerin İtalya’sı bu rolü sayesinde muazzam kârlar sağlarken, görevi kolay ve
kârlı bir iş olan, İspanya’nın aşırı bol parasının bir bölümünü Doğu Akdeniz’e boşaltmaktı. Ayrıca İtalya, İspanya’nın İmparatorluğu’nu ve Katolikliğin kaderini savunduğu dar Aşağı Ülkeler piyasasını zor elde edilen altın ve gümüş paralar ile kambiyo
senetleriyle beslemekteydi. Bu besleme sonucunda nakit para Aşağı Ülkeler’deki birlikleri, sadık uyrukları olduğu kadar asileri de doyurmaktaydı. Gümüş enflasyonunda
stok yapılan altın güvenilir değer haline gelmiş ve uluslararası ödeme aracı özelliğini
kazanmıştı. Tersine hükümler olmadıkça, kambiyo senetleri de altın cinsinden ödenmekteydi.21
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki emtia değerini takdirde kullanılan madenin bollaşması fiyat yükselişinin temel nedenlerindendi. Çünkü gümüş bolluğu altına olan
talebi artırmakta, bu da altının fiyatını yükseltmekteydi. Bu defa itibari değeri yüksek
konmuş gümüş gelmeye devam ederken, buna karşılık gerçek değeri yüksek olan altın
gitmeye başladı. Bu sebeple altın ve gümüş ile ifade edilen ticaret ödemelerindeki
değer seviyesi, kapitülasyonlarla ithalatı teşvik eden Osmanlı Devleti’nin daha çok
aleyhine olmaktaydı. Neticede devlet dış ticaretinde açık vermeye ve aradaki farkı
da altınla ödemeye başladı. Bu da altına olan talebi büsbütün artırırken, gümüşün
değerini büsbütün düşürdü. Gümüşün bizatihi değerinin düşmesi devletin muhasebe
akçesinin(fiyatları ölçmeye yarayan paranın) de değerini düşürdü.22
Örneklerle açıklayacak olursak; 1491-1566 tarihleri arasında yüz dirhem gümüşten bir tanesi 0.731 gram gümüş ihtiva eden en fazla 420 akçe kestirilirken, bu
akçelerden 1491-1516 tarihleri arasında 52, 1517-1549 arasında 55 ve 1550-1566 arasında ise 60 tanesiyle bir Osmanlı altını alınabilmekteydi. Bu hesaba göre bir gram
altının kıymeti 1491’de 10,64 iken 1560’da 11,52 gram olarak tespit edilmişti. Fakat
II. Selim’in tahta geçişinden itibaren bu nispetler bozulmakla birlikte yüz dirhem gümüşten 420 akçe yerine 450 akçe kestirilmeye başladı. Akçelerin gümüş miktarında
tağşişe uğrayarak 0.731 gramdan 0.682 grama düşürüldü. Buna rağmen bir Osmanlı
altının yine 60 akçeye tedavül edilmesi istendi. Lakin kalpazanlar tarafından sikkenin kenarları kesilerek gümüş miktarının düşürülmesi faktörü bunu engelledi. Çünkü
piyasadaki bozuk sikkeler sebebiyle resmi kur fiyatı 60 akçe olan altın halk arasında
altın 80 veya 100 akçeye kadar alınıp verilmeye başladı. Neticede ayarı bozuk paranın
yarattığı enflasyon karşısında, çarşı ve pazarlardaki yiyecek fiyatları nispetsiz ve kararsız bir şekilde yükseldi. Bu da toplum içinde ekonomik ve politik düzeni tehdit eden
büyük bir huzursuzluğun meydana gelmesine yol açınca devlet, 1584-1586 yılları arasında akçe üzerinde yeni bir ayarlama yapmak zorunda kaldı. Buna göre, 100 dirhem
gümüşten artık 800 adet akçe kestirilecek ve her birinin ağırlıkları da 0,384 grama düşürülecekti. Aynı karara göre, 3,517 gramlık Osmanlı altınlarından bir tanesi, kıymet
itibariyle bu akçelerden 120’sine tekabül ediyordu. Bu durumda 40,920 gram gümüş
ihtiva eden 60 akçe ile alınabilen altın, yeni kura göre 46,080 gram gümüş ihtiva eden
21Braudel, a.g.e., s. 333-334.
22Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, s. 222-223, 225.
238
XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair...
120 akçe etmekteydi. Böylece bir gram altının fiyatı 11,52 gram gümüşten 13.10 gram
gümüşe çıkarak altın prim yaptı. Neticede bu derece büyük çapta bir devalüasyonla
olan yine halka olmuş, eşya ve yiyecek fiyatları nispetsiz şekilde fırlarken, fırsattan
faydalanan ihtikâr erbabı karaborsa fiyatlarıyla cebini doldurdu. Ayrıca İspanyol 8’lik
realleri devalüasyondan sonra çok daha fazla dolaşmaya başladı.23
Tarih-i Selânikî’de, değeri düşürülmüş akçe meselesi şöyle anlatılmaktadır:
Ve Serdâr-ı âlî-kadr Ferhad Paşa edâme’llahu ta̔âlâ iclâlehû hazretleri medine-i Erzurum’a asâkir-i mansûre ile kışlada iken sene 997
cumâdelâhiresinün dördüncü güni (20 Nisan 1589), Südde-i sa̔âdet-nişân dan
Süleyman Çavuş ahkâm-ı şerife ile gelüp, mekâtîb getürdi. Hâtıra hutûr eylemeyen havâdis-i acîbe haberlerin i̔lâm eyledi. Bölük halkınun ekseri Gence
seferinden avdet itdükde Âsitâne-i sa̔âdete varup, ale’l-ittifâk hurda akça ki
kadimden olan akçanun her birin halk kimse tınmayup, terk-i siyaset olmağla
beş pâre eyleyüp, kat’a sikkeden nâm u nişân kalmayup ve yüz dirhem gümüşden beş yüz akça kesilmek kānûn-ı Pâdişâhî iken, iki bin aded zuyûf akça olup,
hiçbir vechile amele yaramayup ve tedric ile gümüşün dirhemi on ikişer akçaya
satılup alınmağa başlayup ve guruş kadimden kırk akçaya iken seksen akçaya
alınup-virilür oldı. Ve altun altmış akçadan yüz yiğirmi akça bahâya çıkmak
ve buna göre cümle narhlar tüccâr ma-beyninde iki bâhaya i̔tibâr olunmağla
ve melbûsat ve me’kulat bu üslûb üzre ziyâdeye çıkmağla her kişi ulûfesini on
altun alırken beş altun almağa başladı dediler.24
eder:
Gelibolulu Mustafa Ali ise değeri düşürülen akçe meselesini şu şekilde ifade
…Kânûn-i kadimde yüz dirhem gümüşden beşyüz akçe kesilmek ve bir
Flori elbette altmışdan bir eksiğe bozulmak mukarrer iken evvelâ hiyânet-i
̔ummâl ve celb-i defterdârân-ı bed-a ̔mâl hasebi ile her yüz dirhemden yediyüze
giderek sekizyüze ruhsat virildikden gayrı hurc u sarfında dahî tefâvüt-i fâş ve
izdiyâd-ı muvahhiş muhakkak olub tedriçle sikke-i celîle-i sehr-yârî’niñ revâcı
kesâda mübeddil oldı.25
Neticede askerin aylığını bu yeni akçelerle ödemeye kalkışan devlet idaresine
karşı İstanbul’da 3 Nisan 1589’de kapıkulu askerlerinin ayaklandığı görüldü.
Selânikî ifadesiyle ayaklanan askerler, Sadrıa̔zam Siyâvuş Paşa hazretleri kapusuna gelmişler idi. Anda gulgule ve velvele idicek, “Tashîh-i sikke husûsı
23Barkan, a.g.m., s. 571-573; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli
Narh Defteri, Ünal Matbası, İstanbul 1983, s. 30-31; Halil Sahillioğlu, Studies on Ottoman Economic
and Social History, IRCICA, İstanbul 1999, s. 12, 41.
24 Selânikî, a.g.e., s. 210.
25 Künhü’l-Ahbâr’dan transkripsiyon için bk. Feris Çerçi, Gelibolulu Mustafa Âlî ve Künhü’l-Ahbâr’ında
II. Selim, III. Murad ve III. Mehmet Devirleri (I. Cilt), Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 2000, s.
131; ayrıca Osmanlıca orijinal metin için bk. Gelibolulu Mustafa Âli, Künhü’l-Ahbâr, Dördüncü Rükn,
C. I, TTK, Ankara 2009, s. 481b-482a.
239
Emrah Naki
Beğlerbeği Vezîr Mehmed Paşa hazretlerine ısmarlamışlardur” diyü cevâb vermişler, oradan cem̔iyyet ile kalkup Beğlerbeği kapusuna gavga ve galebe ile
Pâdişâhumuzun sikkesi bu surete girdi, üç yüzyıldan berü Âl-i Osmân selâtîni
asker-i mansûreye böyle ulûfe virmi midür? dediler.
Bahşiş ve terakkī vermek suretiyle isyanı sonlandırmak isteyenlere ise
Bize hiç bahşiş ve terakkīsi gerekmez, almazuz, vaktile bî-nimet bahşiş terakkilerimizi ala-geldiğimüz üzre alabilirüz, bizüm ulûfelerimiz Şark seferlerine
vara vara bu surete koydılar, yanına geçüp tedbîr ü tedârük eyleyen vezirin
elmize virsün ve illâ eyü olmaz, bilmiş olsun; elbette Beğlerbeği başı elimize
gelmeyince bu gün bu Dîvandan taşra çıkamazuz, mâ-hasal yaramaz olur yerine Pâdişâh buluruz onat görsün dediler.
Sonuçta Rumeli Beğlerbeği Vezir Mehmet Paşa ve Başdefterdar Mahmud Efendinin kellesini aldılar.26
Doğuda İran savaşlarından dönen sipahilerin çoktan beridir maaşlarını alamaması, yollarda erzaksız kalmış olmaları, hazinede ilk defa olarak masrafları kapayacak
kadar gelir bulunmaması, defterdarın asker maaşlarını ayarı düşük yeni akçelerle ödemesi ayaklanmaya yol açan sebeplerdi. Öyle ki, Osmanlı tarihinde Beylerbeyi isyanı
olarak adlandırılan bu ayaklanma, askerin ta divana kadar gelerek padişahtan doğrudan doğruya ilk kelle alışı olayı olarak hafızalara kazındı.27
Şevket Pamuk, 1584-1586 sikke tağşişinin yeterince aydınlanmamış boyutlarından birinin de aynı tarihlerde İran’da gerçekleştirildiği söylenen benzeri bir tağşiş işlemiyle ilişkisi olduğundan bahsetmektedir. Osmanlı’nın İran seferinin Osmanlı
maliyesinde yol açtığı sıkıntılarla birlikte, İran maliyesinde de ciddi sıkıntılara neden
olduğunun, bu sebeple 1584’de Safevî Devleti’nin benzeri bir tağşiş gerçekleştirdiğine ilişkin kayıtlar bulunduğunu yazan Pamuk, Osmanlıların İran’a kaçan gümüş karşısında duyarlı davranarak, bu akışı engellemek için çeşitli önlemlere başvurduğunu
belirtmektedir. Öyle ki, Osmanlı Devleti’nin İran’dan gelen tüccarların getirdikleri
ipek karşılığında gümüş götürmek yerine Osmanlı malları almalarını talep ettiğini,
XVI. yüzyılın üçüncü çeyreğinde doğuya doğru gümüş akışının artması ve iki devletin savaşa tutuşmaları nedeniyle bu tür müdahaleler ve yasaklamaların sıklaştığına
değinmektedir. Diğer taraftan, savaş devam ederken İran’da gerçekleştirilen bu büyük tağşişin doğuya doğru gümüş akışını engellemek isteyen Osmanlıları benzeri bir
hamleye zorlamış olabileceğini, Osmanlıların sürüp giden mali güçlüklerine ek olarak
ortaya çıkan bu gelişmenin İstanbul’daki tağşişin kendisini değil ama zamanlamasını
açıklayabileceğini vurgulamaktadır.28 Sonuçta İran savaşının Osmanlı maliyesine getirdiği yük öylesine büyük olmuştur ki, İran’la barış ifa edildikten sonra vezir-i azam
26 Selânikî, a.g.e., s. 210-211.
27Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, s. 218.
28 Şevket Pamuk, Osmanlı İmparatorluğu’nda Paranın Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999,
s. 148.
240
XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair...
Sinan Paşa, savaş sırasında elde edilen gelirler seferlerde harcananlara nazaran üçte
bir daha az olduğunu söylemiştir.29
2. Batı’dan Değerli Maden Girişinin Osmanlı Ziraati ve Sanayinde Yarattığı
Bunalım
İspanya kaynaklı olan ve Osmanlı memleketlerini tesiri altına alan altın ve gümüş bolluğu, diğer taraftan paranın ayarının kasten veya bazı zaruretlerle bozulması
gibi tedbirler neticesinde Avrupa’da olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nda da devrimci olarak nitelendirilebilecek bir fiyat yükselişi kaydedildi. Birbiriyle bağlantılı
olan bu iktisadi gelişmelerle ilgili olarak muhtelif devletlerde XVI. yüzyılın son 25
yılı içindeki fiyatlar, bu yüzyılın ilk 25 yılı fiyatlarına göre, ortalama 3-4 misli arttı.
Batı Avrupa memleketlerinde başlayıp oradan İtalya’ya ve bütün Orta ve Doğu Avrupa memleketlerine geçmiş olan bu fiyat yükselişlerinin, bir müddet sonra Osmanlı
İmparatorluğu’na da kolaylıkla ve aynı tempo ile sirayet ederek bu geleneksel sosyal ve ekonomik yapısı üzerinde yıkıcı tesirler doğurmuş olmasının çeşitli sebepleri
vardı. Başta buğday olmak üzere her türlü gıda maddeleriyle deri, yün, pamuk, ipek,
balmumu, şap ve canlı hayvan gibi ham maddelerinin, bu maddelerin fiyatlarının
büyük bir artış kaydettiği Atlantik iktisat bölgesi’ne doğru emilmeye başlaması ve
Türkiye’nin bir kısım Avrupa memleketleri için cazip bir ham madde pazarı haline
gelmesi yaşanan ekonomik buhranın temel sebebini teşkil etmekteydi.30
Osmanlı İmparatorluğu ekonomisi 16. yüzyılda kendi kendine yeter seviyede
olmakla birlikte bu durum fiyat hareketleriyle birlikte değişti. Osmanlı, demir, bakır,
kurşun ve sair, özellikle de harp sanayisi için önemli madenleri tamamıyla kendisi
çıkarmakta, halkın ihtiyacı olan tüm madeni eşya ise imparatorluk sınırları içinde üretilmekteydi. Kuvvetli bir dokuma sanayisi bulunan imparatorlukta, yorgan ve yatak
yüzleri, buğasi, sof, astarlıklar, bezler, yelken bezleri, kadifeler, ipekliler, kumaş boyaları Şam, Halep, Karaman ve Ankara çevrelerinden itibaren bütün Marmara ve Ege
sahillerine kadar Anadolu’nun geniş bir sahasında üretilmekteydi. İstanbul, Edirne
ve Selanik’te bile, bilhassa kumaş ve çuha yapımı ileriydi. Deri sanayisi Avrupa’dan
daha yüksek seviyede bulunmaktaydı. Tarım ürünleri açısında pek çok çeşitliliğe sahip olan Osmanlı İmparatorluğu’nda Arap memleketlerinden sıcak iklim nebatları
bolca temin edilirken, kuzeyden güneye ise önemli miktarda küçükbaş hayvan yollanmaktaydı. İaşe maddeleri bakımından, bilhassa hububat ürünleri açısından Rumeli
Anadolu’ya daima yardım ederken, neticede karayolları ve denizlerde kuvvetli bir iç
nakliyat faaliyeti görülmekteydi.31
Kendi kendine yetebilirliğiyle Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa için önemli bir
ham madde ve zahire kaynağı olarak düşünülmekteydi. Gümüş ve altın ile Osmanlı
29 Sahillioğlu, a.g.e., s. 13.
30Barkan, a.g.m., s. 584-585.
31 Mustafa Akdağ, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve İnkişafı Devrinde Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti I”, Belleten, C. 13, Sayı: 51, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1949, s. 508-509.
241
Emrah Naki
topraklarına giren Avrupalı tüccarlar, getirdikleri paralar karşılığında gemilerini doğudan aldıkları mühim miktarda sof, Bursa kadifeleri, ipekliler, halı, deri eşya (ayakkabı, çizme, kösele, sahtiyan), kumaş boyası, madeni eşya ve sair, Türkiye sanayisinin
meydana getirdiği mamûlleri doldurarak Balkanlar üzerinden Lehistan, Avusturya ve
Venedik istikametlerine yollamaktaydılar. Batıdan doğuya bakır ve demir malzeme
(nalmıh, silah) satılırken, Hindistan, İran ve Rusya’dan gelen Doğulu tüccarlar ise Avrupalıların aksine başta dokumacılık ürünleri olmak üzere daima mal getiriyorlar ve
karşılığında hiçbir madde götürmeyerek Osmanlı memleketinin servetini Doğu’ya aktarmak suretiyle altın ve gümüş topluyorlardı. Hükümet daha sonradan bazı önlemler
alarak altın ve gümüşün külçe ve sikke olarak doğu sınırları dışına çıkışını yasakladı.32
1559 yılında altın ve gümüşün yanında, İran’a bakırın götürülmesi de yasaklandı. Maden işleriyle ilgili sanayi Anadolu’ya nazaran İran’da daha geriydi. Bu yüzden
İranlılar, Osmanlı’dan bakır, nal, mıh, kurşun ve silah almaktaydılar. Fakat Siyasi
gerginlikler sırasında veya bu maddelere memleket içinde daha fazla ihtiyaç duyulduğundan adı geçen maddelerin ihracı önlenmeye çalışıldı.33
Neticede Avrupa ve Doğu ile olan ticari münasebetlerin Osmanlı ekonomisine negatif tesiri, yüzyılın ikinci yarısı itibariyle hızla kendini gösterdi. Avrupalıların pamuk,
pamuk ipliği, balmumu, deri ve sair gibi ürünlere daha fazla ödeyerek toplayıp ortadan
kaldırması yerli sanatlar için hammadde sıkıntı ortaya çıkardı. Ayrıca yüzde doksanı
çiftçi olan imparatorlukta, Arnavutluk’tan Mısır’a kadar olan kıyılardaki Osmanlı limanlarından Avrupalı gemiler pek çok hububat ve hayvan satın alıp götürmeleriyle birlikte seneden seneye ağırlaşan bir gıda darlığı belirmeye başlarken, Rumeli ve Anadolu
sahillerine yakın yerlerde türeyen pek çok madrabazın kaçakçılık faaliyetlerinin bundaki payı büyüktü. Kadıların takdir ettikleri narhtan daha yüksek fiyat vererek topladıkları
hububat, bu madrabazlarca dermahzen edildikten sonra, geceleri Hıristiyan gemilerine
yüklenip gönderiliyordu. Bu vaziyet neticesinde Ege sahillerinde, Bursa, İstanbul, Edirne gibi büyük şehirlerde kıtlık baş gösterdi. Bu durumdan devlet de nasibini almakta,
ordunun ve padişahın iaşesinde zorluklar yaşanmaktaydı. Sonuçta hammadde yüzünden
yerli sanayinin zor duruma düşmesi, diğer taraftan hububat satışları yüzünden içerde
kıtlık çıkması hükümeti bazı tedbirler almaya sevk etti. 34
Çanakkale’den girip çıkan yabancı gemiler, memnu madde götürmemesi konusunda daha bir sıkı yoklanırken, 1574 balmumu ihracatı, 1580’de ülke dışına deri satışı yasaklandı. 1584’de ise memnu maddeler listesinde bulunan, tereke (yani hububat),
pamuk, balmumu, sahtiyan, donyağı, gön, meşin, pamuk ipliği, koyun derisi, zift,
bilhassa savaş halinde oldukları İran’a barut, silah, at, kurşun gibi ürünlerin dışarıya
satılmaması hususunda hükümetçe daha sıkı bir karar alındı. 35
32 Akdağ, Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti I, s. 508, 510, 513.
33 Mustafa Cezar, Osmanlı Tarihinde Levendler, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2013, s. 53.
34 Akdağ, Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti I, s. 511-513.
35Cezar, a.g.e., s. 54.
242
XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair...
Hububat ihracatının yasaklanmasına yol açan kıtlığın daha arka planında yatan
gerçek ise faizcilik yüzünden büyük bir borcun altına giren ve yüksek faiz oranları
yünden borcunu ödeyemeyen köylünün toprağından sıyrılmaya başlamasıydı. Para
darlığı döneminde en karlı işe dönüşen faizcilik, Osmanlı köyünün iktisadi ve içtimai
durumunda yıpratma yaratmaya başlamıştı. Büyük faizciler genellikle reaya arasında
türeyen şahıslar olmakla birlikte, bunlar arasında çavuş, zaim, tımarlı sipahi ve geniş
ölçüde kapıkulları da vardı. Vaziyet Kıbrıs seferi sonrasında öyle bir hal almıştı ki,
çiftçi her ne elde ederse, öşrü veya resmi çıktıktan sonra geri kalanı aralarında genellikle yarı yarıya paylaşmaktaydı. Bu tür bir ortakçılığın neticesinde çiftçi borcunu
hiçbir zaman ödeyememekteydi36 Çünkü 16. yüzyılın ortalarından itibaren faizcilerin
şer’i faiz oranı olan %10-15’den daha yüksek oranlarla köylüyü borçlandırdıkları,
hatta bazen bu oranın %100’ün üstüne çıktığı görülüyordu. Yüksek faizler sebebiyle
elindeki toprağı faizcilere kaptıran köylü çift bozan reaya durumuna düşüyordu. Sonuçta çiftçilikle uğraşan köylü zirai iktisadiyatın düzenini kemirmekte olan bu duruma daha fazla dayanamayarak toprağından sıyrılmaya başladı. 37
Şimdi III. Murat devrinde köylünün elindeki araziyi borçları karşılığı ele geçirenlerin sayısında büyük artış görülmekteydi. Faiz zengini olan ve köy ağası şeklinde köyün içinde yaşayan bu yeni arazi sahipleri çok miktarda hayvan sahibi olup
meraların tarım için elverişli yerlerinde ağıllar yapmak suretiyle çok sayıda hayvan
beslemekteydiler. Bu vaziyet ziraatı müşkül vaziyete getirmekte, çiftçiyi angarya hizmetlerde kullandırtmaktaydı. Köylerde kıymetli tarlaları zaptetmek suretiyle ve gerekli yerlerde müstakil çiftlikler kurarak raiyyet denen insanların teşkil ettikleri tarihi
köy topluluğunu hayli derece bozan, çoğunlukla kadı müderris, sipahi, zaim, çavuş
ve nüfuzlu tımar erbabı olan resmi hüviyetli bu yeni zümre, faaliyetinde hayvancılığı
tercih ettiği için Türkiye zirai iktisadiyatı esaslı bir değişme kaydederken, doğal olarak hububat üretimi azaldı. Neticede çift-bozan denen ve doğrudan doğruya tarlasını
boş bırakarak büyük şehirlerde ırgatlık etmeye gidenlerin sayısında büyük artış görülürken, bu da gıda darlığına denen bir meselenin ortaya çıkmasına sebebiyet verdi.38
1573’den itibaren kıtlık büsbütün artarken, payitahtın erzakını temin için
Anadolu’nun bütün Karadeniz sahillerine hatta Şarkıkarahisar, Tokat, Amasya, Kastamonu gibi nispeten iskelelerden uzak yerlere emirler yollanmaya başlandı. Eğribboz
müftüsüne ve Akdeniz yalılarında olan kadılara yollanan genel bir fermanda yabancılara kaçak şekilde satılan terekelerle ilgili önlem alınması buyrulmaktaydı. İlerleyen
1574, 1575 ve 1576 yıllarında iaşe yönünden imparatorluk felaket devam ederken,
bilhassa İstanbul’un iaşesini sağlamak için Anadolu, Karaman[Konya], Rum [Sivas],
Erzurum, Adana vilayetlerine yüzlerce zahire mübaşiri yollandı. Bu devlet memurları,
halkın tohumluğundan ve ihtiyaçlarından fazlasını, narh-ı ruzi olarak toplayıp depo
36 Mustafa Akdağ, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve İnkişafı Devrinde Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti II”, Belleten, C. 14, Sayı: 55, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1950, s. 364, 366, 368-369.
37Cezar, a.g.e., s. 48.
38 Akdağ, Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti II, s. 374-375, 378-379.
243
Emrah Naki
edecek ve vakit kaybetmeden en yakın iskelelere kira hayvanlarıyla nakledecekti. Fakat işler istenildiği gitmeyip asıl yük fakir halkın üstüne bir tekâlif-i şakka olarak
bindi.39
III. Murat’ın tahta çıktığı sıralarda yaşanan kıtlığı Gelibolulu Mustafa Ali şu
şekilde ifade etmektedir:
…Ya̔nî ki ilgârla geldükleri ve hîn-i cülûsda nâ-şinâ bulındıkları hâlde
mâ-hazar talebi müstevcib bulınur. Hemanâ tevâşiler kemâl-ı hayretle ellerin ovub birbirlerine kaht u galâya hâzır olun dimeğe başlarlar. Ne garîb
zamâna geldik. Fukarânıñ bî-ser ü sâmân olmasını mukarrer bildik nüktesini
aznaşıldılar. Fi’l-vâkı̔ ol sene bir mertebe kaht u galâ oldı ki zamân-ı Hazret-i
Yûsuf’daki galâ ahvâlı kütüb-i tevârihden yoklandı. Ol def̔a vâkı ̔ olan kaht u
̔anâdan bed-ter idügi tahakkuk buldı. Osmân Hân zamânıñdan berû vukû bulmayan izdiyâd-ı belâ ve imtidâd-ı kaht u galâ bunlarıñ ̔asrında vücûd bulması
hâtime’-i kâr ne yüzden bedîdâr olacagını halka bildirdik.40
1575’de İstanbul’da bulunan İspanya’nın gayrı resmi elçisi Jaime de Losada’nın
raporunda imparatorlukta yaşanan kıtlık açıkça ortaya konmaktadır:
…Yunanistan, Akdeniz ve Asya’da dört ay yetecek kadar ekmek toplanamamıştır. Bayat ekmekleri bile yok. Büyük gereksinim duyulmaktadır.
Konstantiniye’den ayrıldığımda, nerdeyse açlıktan ölüyorlardı. Asya’daki çeşitli yerlere gemiler yollamış olmalarına rağmen sadece on sekiz tanesi geri
döndü. Karaman’a da yollamışlardı fakat orada da olmadığından emindim.
İhtiyaç geneldi. Mısır’dan çok miktarda pirinç ve mercimek gelmekteydi. Bakla
ve nohut ne burada ne de orada [Mısır’da] bulunmadığından tedarik edebilme
beklentisi içindeydiler. Galipol41’a vardığımda tanıdığım bir Granadalı oraya
geldi. Selanik’e dönüyordu. Selanik’te ekmeğe büyük ihtiyaç olduğunu söyledi. Evinin ihtiyacını sağlayabilmek için yirmi gündür karadan seyahat etmekteydi fakat bulup bulamayacağını bilmiyordu. Nasıl olur da Eğriboz adasında
temin edilemez diye sordum ve orada da aynı ihtiyacın söz konusu olduğunu
söyledi. Sakız Adası’ndayken Negroponte42’den bir kadırga geldi. Onun kaptanı olan bir ağa Eğriboz Adası’nın tüm ambarlarını temizlediğini, hepsinin
mısır lapası olduğunu ve genel olarak 140 kentalden fazla etmediğini söyledi. Konstantiniye’den Trablus’a doğru yola çıkan Berberistan’ın Trablus kentinde yaşayan bir dönmenin küçük bir kadırgasıyla ilgili bilgi aldım. Eğriboz
Adası’nda panik havası oluşmuş olmalı ki hala varmadığını fakat orada bir
kental bile tedarik edemeyeceğini söyledi. İhtiyacın her yerde olduğu, majestelerinin krallıklarını önümüzdeki yıl donanmalarıyla tedirgin edemeyecekleri ve
39 Akdağ, Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti II, s. 401-402; Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik
Kavgası: Calali İsyanları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013, s. 78-81.
40 Künhü’l-Ahbâr’dan metnin transkripsiyonu için bk. Çerçi, a.g.e., s. 122; ayrıca Osmanlıca orijinal
metin için bk. Âli, a.g.e., s. 478a-478b.
41 Gelibolu yarım adası.
42 Eğriboz Adası
244
XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair...
durum böyleyken Berberistan’da onlara saldırmak için büyük fırsat doğduğu
anlaşılsın diye bütün bunları söylüyorum…43
Osmanlı-İran savaşının beşinci yılında 1583 Mart ayı sonlarında İstanbul’a gelen İngiliz seyyah Erward Webbe de kaleme aldığı günlüğünde Osmanlı başkentinde
yaşanan kıtlığa dikkat çekmekte, bir İngiliz pennysi (kuruş) eden somun ekmeğin a
crown of gold (beş şilin altın) değerinde olduğunu ifade etmektedir.44
Zafer Karademir’in “İmparatorluğun Açlıkla İmtihanı” adlı kitabında gösterdiği
tablo ise yaşanan darlık ve kıtlık dönemlerinde fiyat artışı hakkında daha somut veriler ortaya koymaktadır:45
Kıtlık Tarihi
Kıtlık Yeri
Metanın Kıtlık
Öncesi Fiyatı
Metanın Kıtlık
Dönemindeki
Fiyatı
Artış
Oranı %
1564
Mısır
1 erdeb46 buğday: 60
pare
1 erdeb buğday:
72 pare
20
1575
Yenişehir
1 kile buğday: 300
akçe
1 kile buğday: 500
akçe
166,6
1582
İstanbul
Şeker vukiyyesi 20-30
akçe
Şeker vukiyyesi
45-50 akçe
225
1595
İstanbul
1 somun ekmek: 2
akçe
1 somun ekmek:
3 akçe
50
1596 sıraları
Batı Anadolu
ve Marmara
Hububat: 4 akçe
Hububat:
30 akçe
750
Sonuç
XVI. yüzyıl boyunca İspanya krallarının Akdeniz ve Avrupa’da tek elde toplanan bir Habsburg hâkimiyeti kurmak hayaliyle Fransa, Osmanlı Devleti ve bu süreçte
güç kazanan Protestan harekete karşı sürdürdükleri mücadelede Latin Amerika gümüşünün devlet hazinesi adına finansal önemi büyük olmuştur. Fakat uzun vadede
savaşların mali yükü nedeniyle ortaya çıkan gider, bu gümüşten elde edilen geliri
aşınca devlet borçlanmaya gitmek zorunda kalmıştır. Uzun vadede İspanya devletinin
borçları hazinesi için artık altından kalkılmaz bir vaziyete dönüşmüştür. Ayrıca Latin
Amerika gümüşünün Avrupa’ya girişiyle birlikte emtia değerini takdirde kullanılan
madenin bollaşması fiyatların yükselmesine yol açınca İspanyol hazinesi açık verme-
43 Archivo General de Simancas, Estado, Legajo 1072, Folio 14.
44 Edward Webbe, Chief Master Gunner, His Trauailes 1590, Ed. Edward Arber, London 1895, s. 27.
45 Zafer Karademir, İmparatorluğun Açlıkla İmtihanı: Osmanlı Toplumunda Kıtlıklar (1550-1660), Kitap
Yayınevi, İstanbul 2014, s. 185, 214.
46 Bin kıyyelik hububat ölçüsü olup Arap topraklarında vezni değişmektedir. Bir başka ifadeyle dokuz
İstanbul kilesine eşittir.
245
Emrah Naki
ye devam etmiş, devletin iflaslara sürüklenişi kaçınılmaz bir hal almıştır. Çünkü gümüş bolluğu altına olan talebi artırarak fiyatının artmasına sebep olmuştur. Yani itibari
değeri yüksek konmuş gümüş gelmeye devam ederken, buna karşılık gerçek değeri
yüksek olan altın gitmeye başlamıştır. Bu bağlamda altın ve gümüş ile ifade edilen ticaret ödemelerindeki değer seviyesi, bir yandan başta kapitülasyonlarla ithalatı teşvik
eden, diğer yandan Batı’ya karşı ilerleyişini sürdürmek isteyen Osmanlı Devleti’nin
çok daha aleyhine olmuştur. Neticede Osmanlı devleti dış ticarette açık vermeye ve
aradaki farkı da altınla ödemeye başlayınca altına olan talep büsbütün artmış, gümüşün değeri ise büsbütün düşürmüştür. Gümüşün bizatihi değerinin düşmesi devletin
muhasebe akçesinin(fiyatları ölçmeye yarayan paranın) de değerini düşürmüştür.
Bir yandan Osmanlı memleketlerini tesiri altına alan İspanya kaynaklı altın ve
gümüş bolluğu, diğer yandan paranın ayarının kasten veya bazı zaruretlerle bozulması gibi tedbirler neticesinde Avrupa’da olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nda da
devrimci olarak nitelendirilebilecek bir fiyat yükselişi kaydedilmiştir. Öyle ki, XVI.
yüzyılın ilk çeyreğine oranla son çeyreğinde fiyatlar 3-4 misli artmış, Batı’dan sonra
Osmanlı’ya da hızla sirayet eden bu fiyat artışının iktisadi ve içtimai yapıda yıkıcı
tesirleri olmuştur. Çünkü Avrupalıların, Atlantik iktisat bölgesinde büyük artış kaydeden pamuk, pamuk ipliği, balmumu, deri ve sair gibi ürünlere Osmanlı Devleti’nin
iç piyasasındaki değerinden daha fazla ödeyerek toplayıp ortadan kaldırmasıyla yerli
sanatlar için hammadde sıkıntı ortaya çıkarken, yüzde doksanı çiftçi olan imparatorlukta, Arnavutluk’tan Mısır’a kadar olan kıyılardaki Osmanlı limanlarından Avrupalı
gemilerin pek çok hububat ve hayvan satın alıp götürmeleriyle birlikte seneden seneye ağırlaşan bir gıda darlığı belirmeye başlamıştır. Bunun sonucunda hammadde
yüzünden yerli sanayi zor duruma düşmüş, ayrıca hububat satışları sebebiyle içerde
kıtlık çıkması hükümeti bazı tedbirler almaya sevk etmiştir.
Neticede II. Selim devrinden itibaren Türkiye’yi ciddi surette tehdide başlayan
kıtlık padişahın son zamanlarında şiddetini artırırken, Sokullu’nun ölüm yılına kadar
da aralıksız devam etmiştir. Hal böyle olunca, XVI. yüzyılın sonlarına yaklaşırken,
köy topluluğunun içtimai düzeni süratle bozulmakta olduğundan hububat darlığı daimi bir şekil almıştır. Bu haliyle İspanya-Osmanlı mücadelesi mali kriz altındaki iki
devletin birbirini tüketmeye yönelik hamleleridir.
246
XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair...
Kaynakça
Akdağ, Mustafa, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve İnkişafı Devrinde Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti
I”, Belleten, C. 13, Sayı: 51, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1949.
Akdağ, Mustafa, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve İnkişafı Devrinde Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti
II”, Belleten, C. 14, Sayı: 55, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1950.
Akdağ, Mustafa, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası: Calali İsyanları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul
2013, s. 78-81.
Âli, Gelibolulu Mustafa, Künhü’l-Ahbâr, Dördüncü Rükn, C. I, TTK, Ankara 2009.
Archivo General de Simancas, Estado, Legajo 1072, Folio 14.
Arnold, David, Coğrafi Keşifler Tarihi, Çev. Osman Bahadır, Alan Yayıncılık, İstanbul 1995.
Barkan, Ömer “XVI. Asrın İkinci Yarısında Türkiye’de Fiyat Hareketleri”, Belleten, C. 34, No: 136, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1970, s. 588-589.
Berkes, Niyazi, Türkiye İktisat Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013, s. 216-217, 221.
Braudel, Fernand, Akdeniz ve Akdeniz dünyası, C. 1, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Eren, İstanbul 1989.
Cezar, Mustafa, Osmanlı Tarihinde Levendler, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2013.
Çerçi, Feris, Gelibolulu Mustafa Âlî ve Künhü’l-Ahbâr’ında II. Selim, III. Murad ve III. Mehmet Devirleri
(I. Cilt), Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 2000.
Cipolla, Carlo M. Fatihler, Korsanlar, Tüccarlar: İspanyol Gümüşünün Efsanevi Öyküsü, Çev. Tülin
Altınova, Türk Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2003.
Eagleton, Catherine– Williams, Jonathan – Cribb, Joe ve Errington, Elizabeth ile birlikte, Paranın Tarihi,
Çev. Fadime Kahya, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2003.
Fernández, Máximo García, La Economía Española en los Siglos XVI, XVII, XVIII., Actas, Madrid 2002.
Karademir, Zafer, İmparatorluğun Açlıkla İmtihanı: Osmanlı Toplumunda Kıtlıklar (1550-1660), Kitap
Yayınevi, İstanbul 2014.
Kütükoğlu, Mübahat S. Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, Ünal Matbası,
İstanbul 1983.
Morales, Carlos Javier de Carlos, Felipe II: Un Imperio En Bancarrota, Editorial Dilema, Madrid 2008.
Hamilton, Earl J., American Treasure and the Price Revolution in Spain, 1501-1650, Harvard University
Press, Cambridge-Massachusattes 1934.
Hanks, Merry E. Wiesner, Erken Modern Dönemde Avrupa 1450-1789, Çev. Hamit Çalışkan, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2009.
Pamuk, Şevket Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, Çev. Gökhan Aksay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul 2007, s. 98.
Pamuk, Şevket Osmanlı İmparatorluğu’nda Paranın Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999.
Parker, Geoffrey, Felipe II, la Biografía Definitiva, Editorial Planeta, S. A., Traducción: Victoria E. Gordo
del Rey, Barcelona 2010.
Roca, J. M. Batista I “The Hispanic Kingdoms and The Catholic Kings”, The Cambridge Modern HistoryThe Renaissance 1493-1520, Ed. G.R.Potter, Vol. I, Cambridge 1957.
Sahillioğlu, Halil, Studies on Ottoman Economic and Social History, IRCICA, İstanbul 1999.
Tarih-i Hind-i Garbî veya Hadîs-i Nev, The Historical Research Foundation İstanbul Research Center,
İstanbul 1987.
Webbe, Edward, Chief Master Gunner, His Trauailes 1590, Ed. Edward Arber, London 1895.
247
ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI
Yıl 14
Bahar 2016
Sayı 20
ss. 249-263
Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu
Sancağındaki Kaleler
Uğur ALTUĞ*
Özet
Gelibolu kuruluş döneminde Osmanlı donanmasının deniz üssü ve
kaptan-paşanın ikâmetgâhıydı. İstanbul’un fethinden sonra Gelibolu’nun
önemi daha da artmıştır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul ve Çanakkale
Boğazı’nı olası Haçlı ve Venedik saldırılarına karşı korumak istemiştir.
Ege adalarında yerleşmiş bulunan Rumları ve Latinleri bertaraf ederek
Ege Denizi’ni Osmanlı egemenliği altına almayı amaçlıyordu. Fatih bu
amaçlarına ulaşabilmek için donanmayı büyütüp güçlendirmiş, Gelibolu
Kalesini tahkim ederek, Çanakkale Boğazı’nın hemen girişine karşılıklı
birer kale daha inşa ettirmiştir. Fatih döneminde Gelibolu Sancağı’nda
tatbik edilmiş olan kale politikası ve bu suretle oluşturulan istihkâmların
yapı ve organizasyonları ilgi çekicidir. Bu kalelerin konumları, inşa ya da
tahkim süreçleri, sundukları askeri ve idari güç ve avantajlar, personel ve
teçhizat yapısı, görevlilerin tasarruf ettiği timar, ulûfe ve çiftlik gibi gelir
kaynakları ve diğer hususlar Osmanlıların kale politikaları hakkında
önemli fikirler vermektedir.
Kale.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Gelibolu, Fatih Sultan Mehmet,
Fortresses at the Sanjak of Gallipoli During the Reign of Mehmet II
Abstract
Gallipoli was the naval base of the Ottoman navy and the residence of
the kaptan-pasha (admiral). After the conquest of Istanbul, the importance
of Gallipoli increased even more. Sultan Mehmet II the Conquerer wished
to protect Istanbul and the Straits of Dardanelles from possible Crusader
and Venetian raids. The Sultan also aimed to hold the Aegean Sea under its
power by removing the Greeks and the Latins located in the Aegean islands.
In order to reach his aims, Mehmet II enlarged and strengthened the navy,
reinforced the Gallipoli Fortress and had one fortress constructed at each
side of the entrance of the Strait of Dardanelles. The fortress policy applied
in the Sanjak of Gallipoli during the reign of Mehmet II and the structures
*
Dr., Çankırı Karatekin Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluyazı Kampüsü Çankırı, uguraltug@hotmail.com.
249
Uğur Altuğ
and organizations of the fortresses constructed in this way attract attention.
The locations, construction and fortification processes of these fortresses,
the military and administrative powers and advantages they provided, their
structures of staff and equipment, the sources of income such as timar, ulûfe
and farms which the attendants disposed and other aspects provide us with
significant insights on the fortress policies of the Ottomans.
Keywords: Ottoman Empire, Gallipoli, Sultan Mehmet II, Fortress..
250
Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler
Giriş
Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselme dönemlerinde Gelibolu oldukça önemli bir yere sahipti. Üzerinde kurulu olduğu coğrafyanın stratejik konumu Gelibolu’yu
Osmanlılardan önce, Bizans İmparatorluğu döneminde de önemli bir şehre ve idari ve
askeri birime dönüştürmüş bulunuyordu.
Gelibolu, aynı adı taşıyan yarımadanın kuzey-doğu kesiminde Çanakkale
Boğazı’nın kuzey giriş kısmında, denize doğru uzanan bir yükseltinin üzerinde kurulmuştur. Şehrin ve yarımadanın adının “gemi şehri, güzel şehir” yahut “Galyalılar’ın
şehri” anlamındaki Kallipolis veya Gallipolis’ten geldiği belirtilir. Ancak bu adın kökeni hakkında kesin bilgi yoktur. Şehir, XIV. yüzyılın başlarından itibaren bu bölgeye
yönelik akınlarda bulunan Türkmen beylikleri tarafından Gelibolu adıyla anılmıştır1.
Coğrafi stratejisi dolayısıyla Gelibolu tarih boyunca çeşitli siyasal oluşumların
ilgisini çekmiştir. Bizans İmpratorluğu’nun Trakya’da en büyük ve en önemli kentlerinden biri olan Gelibolu oldukça erken sayılabilecek bir dönemde, 1300’lere doğru Batı
Anadolu’da yerleşmiş bulunan Türkmen beyliklerinin ilgi alanına girmiştir. Kent bunun
yanı sıra 1320’lere doğru Bizans donanması mürettebatının bir üssü görünümüdeydi2.
Henüz Osman Bey döneminde Bizans İmparatorluğu’nun Bithinia Eyaleti’nde
yerleşmeye başlayan Osmanlılar, Bursa ve İznik gibi önemli kentleri kuşatmışlar ve
İzmit’i baskı altına almış bulunuyorlardı. Orhan Bey döneminde bu kentlerin fethiyle bölgenin kontrolü Osmanlılar eline geçmiştir. Osmanlılar, Demirhan Bey’in ölümünden sonra Karesi Beyliği’ni ilhak edip sınırlarını Çanakkale Boğazı’na taşıyarak3
Marmara Denizi’nin Anadolu kıyılarını kontrol altına almış oldular. Bu gelişmeler
Osmanlı tarihini temelinden etkileyip değiştirecek olan yeni bir dönemi başlatmıştır. Karesili gazilerin de katılımıyla Osmanlılar fetih ve gaza siyasetinin istikametini
Marmara Denizi’nin karşı kıyılarında bulunan Gelibolu Yarımadası’na yöneltmişlerdir. Bu süreçte ilk olarak Gelibolu Yarımadası, daha sonra Trakya ve Balkan toprakları peşpeşe ve hızlı bir biçimde Osmanlılar tarafından ele geçirilecek ve Osmanlı
Devleti’nin kuruluş süreci adeta Rumeli merkezli olarak cereyan edecektir.
Rumeli’ye geçiş sürecinde Osmanlıların erken bir dönemde Gelibolu
Yarımadası’nı ele geçirerek burada örgütlü bir biçimde yerleşebilme becerileri önemli
bir rol oynamış görünüyor. Trakya ve Balkanların fetihlerinde, nüfus kolonilerinin
sistemli bir biçimde bölgeye sevkinde ve ticari faaliyetlerde Osmanlılar’ın Marmara
Denizi’nin karşısına geçmekte kullandıkları temel güzergâh Lapseki - Gelibolu hattı
olmuştur. Bu bağlamda Gelibolu, Osmanlılar için büyük bir önem arz etmekteydi ve
Bizans İmparatorluğu burayı tekrar ele geçirebilmek için her fırsatı değerlendirmeye
çalışmıştır.
1
2
3
Feridun Emecen, “Gelibolu” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. XIV, İstanbul 1996, s. 1.
Halil İnalcık, “Gelibolu”, The Encyclopaedia of Islam, second edition, vol. II, Leiden 1991, p. 983.
Halil İnalcık, Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları 1302-1481, İstanbul 2010, s. 36-53, 59.
251
Uğur Altuğ
Kuruluş döneminde Çanakkale Boğazı’nın Avrupa yakasında bir yerleşim merkezi olan Gelibolu, Osmanlı donanmasının deniz üssü ve kaptan-paşanın
ikâmetgâhıydı. İstanbul’un fethinden sonra Gelibolu’nun önemi daha da artmıştır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul ve Çanakkale Boğazı’nı olası Haçlı ve Venedik saldırılarına karşı korumak istemiştir. Ege adalarında yerleşmiş bulunan Rumları ve Latinleri
bertaraf ederek Ege Denizi’ni Osmanlı egemenliği altına almayı amaçlıyordu. Fatih
bu amaçlarına ulaşabilmek için donanmayı büyütüp güçlendirmiş, Gelibolu Kalesini
tahkim ederek, Çanakkale Boğazı’nın hemen girişine karşılıklı birer kale daha inşaa
ettirmiştir. Bu çalışmada Fatih’in Gelibolu Sancağında gütmüş olduğu kale siyaseti
ve bu eksende oluşturulmuş istihkâmların yapı ve organizasyonları incelenecektir. Bu
doğrultuda, bölgede bu dönemde inşaa edilen ya da güçlendirilen kaleler üzerinde
yoğunlaşılacaktır. Bu kalelerin konumları, inşa ya da tahkim süreçleri, sundukları askeri ve idari güç ve avantajlar, personel ve teçhizat yapısı, görevlilerin timar, ulûfe
ve çiftlik olmak üzere tasarruf ettikleri gelir kaynakları gibi hususlar ele alınacaktır.
Gelibolu ve Ege Denizi’nde Osmanlı Egemenliği’nin Tesisi
700/1300’lere doğru Anadolu Türkleri kendileri için bir yerleşim merkezi olarak
Gelibolu ile ilgilendiklerinde, burası Bizans’ın Trakya’daki en büyük ve en iyi tahkim
edilmiş kalelerinden biri ve 720/1320’lere doğru ise tüm Bizans donanması için bir üs
konumundaydı. 704/1304-1305 kışında Bizans hizmetindeki Katalanlar Gelibolu’ya
yerleştirilmişlerdi. Liderleri Roger de Flor öldürüldüğünde Katalanlar isyan edip üssü
ele geçirdiler ve tahkim ettiler. Ece Halil’in önderliğinde 500 kadar Türk Karasi’den
gelip bu Katalanlara katıldılar ve Maydos’u (Eceâbâd) ele geçirdiler. 731/1331 veya
732/1332 yılında Aydınoğlu Umur Bey, donanması ile Gelibolu’ya başarısız bir saldırı yaptı. Bu saldırı esnasında Lazgölü/Lazu kalesini ele geçirip yağmalamayı başarmıştır4.
732/1352’de Kantakuzenos’un müttefiki olan Osmanlılar, Süleyman Paşa komutasında Gelibolu’nun kuzeyindeki Çimpe (Tzympe, Cinbi, Umurbeylü) kalesini
işgal edip Gelibolu’nun Trakya bağlantısını kestiler. Güçlü kaleler üzerindeki baskıyı sürdürmek için Osmanlılar, Yakup Ece ve Gazi Fazıl’ın komutası altında burayı bir uc haline getirdiler. Bizanslılar, Türklerin elindeki bu bölgeyi rüşvetle satın
almaya çalıştıkları sırada 7 Safer 755 gecesi (2 Mart 1354) meydana gelen şiddetli
bir deprem Gelibolu kalesinin ve civarındaki kalelerin surlarının yıkılmasına sebep
oldu. Osmanlılar hemen Gelibolu’yu ve duvarları yıkılmış diğer kaleleri işgal ettiler.
Süleyman Paşa kaleyi tamir ettirip Anadolu’dan getirilen Türkleri Gelibolu’da iskân
etmeye başladı5. Gelibolu’nun işgali Osmanlıların Avrupa’da yerleşip kalmalarını
mümkün hale getirdi. Süleyman Paşa Gelibolu’yu Trakaya’daki fetihler için bir üs
olarak kullandı ve Gelibolu Rumeli’deki ilk Paşa Sancağı merkezi oldu. Süleyman
4
5
İnalcık, “Gelibolu”, p. 983.
Âşık Paşaoğlu Tarihi, hazırlayan H. Nihal Atsız, İstanbul 1992, s. 48; İnalcık, “Gelibolu”, p. 983;
İnalcık, Kuruluş Dönemi…, s. 60-61;
252
Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler
Paşa’nın 758/1357’de ölümünden sonra Şehzade Murad Lalası Şahin ile birlikte onun
yerine geçti. 15 Zilhicce 768’de (23 Ağustos 1366) Savoy Dükü Amadeo bir Haçlı
donanması ile birlikte Gelibolu’ya saldırarak ele geçirdi ve Haçlılar Gelibolu’yu 15
Şevval 1367’de (14 Haziran 1367) Bizanslılara teslim ettiler. 773/1371 yazında N.
Cydones Gelibolu’nun geri verilmemesini ısrarla söylüyordu. Fakat sonuçta Osmanlı
yardımıyla Bizans tahtını ele geçiren IV Andronikus, sultanın baskısına boyun eğdi ve
Osmanlılar 14 Rebi’ül-ahir 778’de (3 Eylül 1376) kaleyi geri aldılar. Murad I (13621389) saltanatı süresince Gelibolu Osmanlı orduları için bir geçiş noktası oldu. Ayrıca
Osmanlı Donanması için önemli bir üs haline getirildi. 14 ve 15. yüzyıllar boyunca
Boğaz geçişini engellemek ve Gelibolu’daki Osmanlı donanmasını yok etmek Haçlı
planlarının temel amaçlarından olmuştur6.
Gelibolu’nun hayati önemini çok iyi kavrayan I. Bayezid (1389-1402), tamamen harap durumdaki hisarı yeniden inşa ettirdi ve büyük kadırgaların barınabileceği
limanı güçlü bir kule ile sağlamştırdı. I. Bayezid’in gayesi Boğazı kontrol altında
tutmaktı. 1403’te Clavijo, Gelibolu’da büyük bir tersane ve rıhtımlar görmüş ve kalenin askeri birliklerle dolu olduğunu, limanda bir köprü bulunduğunu ve köprünün
bir ucunda üç katlı bir kule bulunduğunu ve bu kulenin limanı koruduğunu işaret
emiştir. 1422’de Gelibolu’yu ziyaret eden G. De Lannoy surların dışında “çok büyük
bir şehir”, sekiz kuleli bir hisar ve limanı korumak için geniş mükemmel dört köşe
bir kuleden bahsediyor. Liman deniz tarafına yapılmış bir duvarla korunmaktaydı. Bu
duvarda kadırgaların limana girişi için zincirsiz küçük bir geçit vardı. Gelibolu’nun
güçlü bir kale ve deniz üssü olması ve donanmanın güçlendirilmesiyle, I. Bayezid,
Boğaz üzerinde tam bir kontrol kuracağını ve yabancı gemileri Gelibolu’da durdurarak onları denetlemeye ve geçiş hakkı için ücret ödemeye zorlayacağını düşünüyordu.
812/1409’da Emîr Süleyman, Anadolu yakasında Lapseki’de (aslında Anadolu’daki
rakiplerine karşı bir koruma tedbiri olarak düşündüğü) Emîr Süleyman Burkoz’unu
inşa ettirdi. II. Murad döneminde Emîr Süleyman Burkoz’u düşmanlar tarafından işgal edilebileceği düşüncesiyle yıktırıldı7.
Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı Devleti yeni bir sürece girmiş ve
askeri, idari, ekonomik ve sosyal bakımlardan yapısal dönüşüm ve değişimler geçirerek merkeziyetçi ve cihanşümûl bir dünya imparatorluğuna dönüşmüştür8. Bu
süreçte donanma da güçlendirilmiş ve askeri faaliyetler sonucunda Osmanlılar Ege
ve Karadeniz’e hakim olmuşlardır. İstanbul’un fethinden kısa bir süre sonra Venedik
Cumhuriyeti ile başlayan ve yer yer Ege Denizi’nde cereyan eden mücadeleler Fatih
döneminin önemli olaylarındandır. Bu süreçte Venedikliler Ege Denizi’ndeki konumlarını koruyup Çanakkale Boğazı’nı ve Osmanlı deniz üssü Gelibolu’yu baskı altında
tutarak İstanbul’u tehdide çalışmışlardır. Buna karşın Fatih, Latinleri püskürterek Ege
Denizi’nde egemenliğini kurmaya ve Çanakkale Boğazı’nı ve Gelibolu’yu güçlen-
6
7
8
İnalcık, “Gelibolu”, p. 983-984.
İnalcık, “Gelibolu”, p. 983, 984.
Halil İnalcık, “Mehmed II” Milli Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi, C. VII, İstanbul, s. 511-514.
253
Uğur Altuğ
direrek başkenti İstanbul’un güvenliğini sağlamaya muvaffak olmuştur9. Bu süreçte
Ege Denizi’nde çeşitli adaları (İmroz, Limni, Midilli v.d.) ele geçirmek, bölgedeki
Venedik üstünlüğünü bertaraf ederek, bunların Çanakkale Boğazına girmesine engel
olmak Fatih’in takip ettiği siyasetin temelini oluşturmuştur.
Gelibolu ve Çanakkale Boğazı’nda Girişilen Faaliyetler
Fatih Midilli seferinden (1462) İstanbul’a dönünce mevcut gemilere ilaveten
süratle yeni gemiler yapılmasını, bütün ülkeden mümkün olduğu kadar çok sayıda
denizci toplanmasını ve sadece bu hizmete tahsis olunmalarını emretti. İtalyanların
ve özellikle Venediklilerin donanmasının güçlü olduğunu, denize ve Ege adalarına
hükmettiklerini, idaresi altındaki Asya ile Avrupa’daki sahillere zarar verdiklerini görüyor, denize egemen olmaya büyük önem veriyordu. Her yolu deneyerek rakiplerinin
gücünü azaltmak; başarabilirse bütün denizlere egemen olmak ya da en azından kendi denizine zarar vermelerini önlemek istiyordu. Bundan dolayı güçlü bir donanma
hazırlayarak deniz egemenliğini ele geçirmek üzere çalışmalara başladı10. Fatih Ege
Denizi ve adalarındaki askeri faaliyetlerin ve donanmayı güçlendirme çalışmalarının
yanı sıra Gelibolu’da icra ettiği diğer politikalarla da bölgenin güvenliğini teminat
altına almaya çalışmıştır. Bu süreçte göze çarpan en önemli icraatlarından biri de
öncelikle Gelibolu Kalesi ve Birgozu’nda yaptığı takviyeler ve 1462’de Çanakkale
Boğazı’nı korumak için Boğaz’ın Avrupa ve Asya kıyılarında Kilid’ül-Bahreyn (iki
denizin anahtarı) ile Kal`a-i Sultaniyye’yi (Sultan Kalesi) inşa ettirmeye başladığı kesindir. Büyük bir hızla inşa edilen bu büyük ve güçlü kaleler günümüzde bile oldukça
etkileyici göründüğüne göre o çağda çok daha etkileyici görünmüş olmalıdır. Bu iki
kale sayesinde, İstanbul’a batıdan, Marmara Denizi’nden ulaşılması kolayca engellenebilirdi. Rumeli Hisarı ile Anadolu Hisarı da Karadeniz’den Boğaziçi’ne girilmesini
önlüyordu11.
9
Bu hususta ayrıntılı bilgi için bkz. Nicolae Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. 2, (çev. Nilüfer
Epçeli), İstanbul 2005, s. 73-75, 84-85, 90-91, 115-123 ve 133-137; Johan Wilhelm Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. 2, (çev. Nilüfer Epçeli), İstanbul 2011, s. 159-235 ve 285-315; Halil İnalcık, “Fâtih’e Kadar Çanakkale Boğazı, Gelibolu Osmanlı Üssü ve Osmanlı – Venedik Karşılaşması”,
Çanakkale Savaşları Tarihi, C. I, (ed. Mustafa Demir), İstanbul 2008, s. 15-45; Halil İnalcık “Fatih ve
Ege Denizi”, Türk Denizcilik Tarihi, (ed. Bülent Arı), Ankara 2002, s. 91-98; Franz Babinger, Fatih
Sultan Mehmed ve Zamanı, çev. Dost Körpe, İstanbul 2003, s. 119, 190.
10 Kritovulos Tarihi 1451-1467, çev. Ari Çokona, İstanbul 2012, s. 549.
11 “… ve Akdeniz tarafında, Gelibolı altında Ece-ovası dimekle ma`rûf bir kısuk yirde, bu akar denizün iki tarafına bir-
birine mukâbil iki kal`a yapturdı. Birine Kilîdü’l-bahr ve birine Sultâniyye ad virdi. Boğaz-kesen tertîbince bunlara
da mehîb toplar kurdı ki, Ak-deniz tarafından dahi icâzetsüz kuş uçurmazlar”, Tursun Bey, Târîh-i Ebü’l-Feth, haz.
Mertol Tulum, s. 75; “Akdeniz tarafından dahi fireng-i neheng-âhengün hücûmı ve kudumı ihtimalin def` ü ref` içün
Gelibolı’dan aşağa Ece ovası’nın ucunda, fermân-ı sultâniyle iki hisâr bünyâd oldı. Birisi deryânun berü kenarında
ve birisi öte cânibinde. Ara yerdeki târ boğaz toplarla mahfûz ve mahsûn olub mezkûr kal`alarun birine Sultâniyye ve
birine Kilidü’l-bahr ad oldı”, İbn Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman VII. Defter, haz. Şerafettin Turan, s. 101;
Babinger, Fatih Sultan Mehmed …, s. 194; Kilid’ül-bahir kalesi için bkz. Semavi Eyice, “Kilitbahir
Kalesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. XXVI, Ankara 2002, s. 22-23.
254
Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler
İmrozlu Kirtovulos tarihinde bu kalelerin inşasına dair önemli ve detaylı bilgiler
verilmiştir. Buna göre Fatih, Midilli adaları üzerine sefere çıktığında (1462) Çanakkale Boğazı’nı ve giriş kısmında bulunan Truva harabelerini, bölgenin diğer üstünlüklerini ve deniz ile karanın uygun noktalarını dikkatle incelemiş bulunuyordu12.
Fatih deniz politikasının devamında en önemli ve gerekli şeyin, Hellespontos
(Çanakkale Boğazı)’u karşılıklı iki güçlü kaleyle kapatarak Asya ile Avrupa kıtalarını
birleştirmek olduğunu düşündü13. Daha önce Boğaziçi’nde yaptığı gibi, boğazı kapatarak yukarıdaki denizin, yani Çanakkale Boğazı ile Karadeniz’in güvenliğini sağlayacak,
düşman saldırılarında sahillerin yağmalanmasını önleyecekti. Bu düşüncelerle bölgeyi
incelemek ve boğazın en dar noktasıyla akıntılarını hesaplamak üzere hemen adamlar
görevlendirdi. Onlar bölgeye varıp hesaplamalarını yapınca boğazın en dar ve akıntılı
noktasının Maydos (Eceabat) ile Eleunda (?) arasındaki burunla, karşıda Asya kıtasında
Dardania (Çanakkale) arasında bulunduğunu ve bu mesafenin sekiz stadyonu (8x180=
1440m.) biraz geçtiğini buldular. Orada eski bir kalenin yıkıntıları vardı. Rivayete göre
daha önceki sultanlardan biri boğazı zincirle kapamak istediği halde bunu başaramamıştı, çünkü güçlü akıntı yüzünden zincir bükülüp kıvrılıyor ve kolaylıkla kopuyordu.
Adamlar geri dönüp Sultan’a rapor verdiler. Bunun üzerine, aynı zamanda donanma
amirali ve bütün sahillerin komutanı olan Gelibolu sancakbeyi Yakup Bey’i yanına çağırarak en kısa zamanda kaleleri inşa etmesini, hiç hız kesmeden gerekli her şeyi düzenlemesini emretti. Yakup Bey hiç zaman kaybetmeden, büyük bir hevesle, çok sayıda işçi
çalıştırarak ve hiçbir masraftan kaçınmadan çalışmalara başladı14.
Venediklilerle deniz ve sahillerde mücadeleler devam ederken Gelibolu sancakbeyi Yakup Bey de Hellespontos’taki kaleleri tamamlamış, iyice silahlandırmış,
içlerine toplar ve mancınıklar yerleştirmişti. Bunlarla boğaza girip çıkan gemilerin
geçişini istediği zaman durdurabilirdi. Sultanın emirleri doğrultusunda gerekli bütün
düzenlemeleri tamamladı. Bu şekilde hayran kalınıp övülmeye değer mükemmel ve
büyük bir eser meydana getirildi. İki sahilde kapı işlevini gören hisarları inşa ederek, triremeleri, daha büyük ticari gemileri, büyük ya da küçük herhangi bir sandalı
bile menzil içinde tutan toplarla donattı. Bunlar yaklaştıkları anda, topların fırlattığı
büyük taşlarla Scylla ve Charybdis15 arasında sıkışmış gibi dağılıp parçalanıyorlardı.
Böylece burası sağlam ve saldırılara karşı öyle korunaklı oldu ki, ne rüzgâr ve denizin
baskısı ne de askeri bir birliğin zorlaması onu yıkabilir ya da ona herhangi bir zarar
verebilirdi16.
12 Kritovulos Tarihi, s. 537.
13 Fatih Midilli adası üzerine sefere çıktığında Çanakkale Boğazı’nı ve giriş kısmında bulunan Truva
harabelerini, bölgenin diğer üstünlüklerini ve deniz ile karanın uygun noktalarını dikkatle incelemiştir,
Kritovulos Tarihi, s. 537.
14 Kritovulos Tarihi, s. 551, 553.
15 Mitolojiye göre dar bir deniz geçidinde karşılıklı durarak geçen gemilere saldıran iki korkunç devdi.
Scylla Odysseus’un altı arkadaşını yemişti, bkz. Kritovulos Tarihi, s. 579.
16 Kritovulos Tarihi, s. 577, 579 ve 581.
255
Uğur Altuğ
Buna paralel olarak bir yandan da çok sayıda gemi inşa ediliyordu. Ancak gemi
yapımının özellikle 1462-1463 kışında hızlandığı anlaşılıyor. İstanbul’u Osmanlı
İmparatorluğu’nun ana liman kenti haline getirecek büyük limanın yapımına da yine
kışın başlanmıştı muhtemelen. Bu “kadırga limanı”, özellikle büyük savaş gemileri için yapılmıştı. Donanmanın güçlendirilmesinin ve başkent yakınlarında bir deniz
üssü kurulmasının ana sebebi Midilli’ye sefer düzenlemekti17. Gelibolu sancakbeyi
Kapudân-ı Derya Yakub Bey vasıtasıyla, 1463 baharında Çanakkale Boğazı’ndaki söz
konusu iki kalenin inşaatı tamamlanmış görünüyor18. Söz konusu kaleler Venediklilerle olan savaş sebebiyle süratle bir senede bitirilmiştir. Bu kalelere muhafız asker ve
zamanına göre büyük çaplı toplar konmuş ve böylece Marmara ve dolayısıyla İstanbul
koruma altına alınmıştı. Boğazın tahkimi işi denizlerde Haçlılarla vuku bulan mücadelelerde çok yararlı olmuş ve düşman donanmasının boğazı geçmesini önlemiştir19.
Kalelerdeki Personel ve Organizasyonun Görüntüsü
Gelibolu Kalesi ve Birgoz’u ile Kilid’ül-Bahreyn (Kilid’ül-bahir) kalelerinin
yapıları, organizasyonları ve savunma gücü hakkında bilgi veren önemli bir arşiv
belgesine sahibiz. Söz konusu belge Fatih döneminde H. Şevval 879/M. Şubat 1475
yılında düzenlenmiş olan Gelibolu Mufassal/Esâmi Tahrir Defteridir. Bu kaynak Osmanlı donanması hakkında ve Gelibolu’da oluşturulan söz konusu istihkâmlar ve diğer yapılar hakkında oldukça önemli kayıtlar içermektedir.
Bu tahrir defteri iki parçaya ayrılmış durumda olup, bugün bir yarısı Taksim
Belediye Kütüphanesi’nde Muallim Cevdet Yazmaları (MCO) fonunda 79 numarayla
kayıtlı, 88 varaklık defterdir. Diğer yarısı ise Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Tapu
Tahrir Defterleri (TT-d) tasnifinde 12 numarayla kayıtlı, 134 sayfalık defterdir. Gelibolu Sancağı ve Migalkara nâhiyesini kapsayan defterin bu iki parçası bölgedeki
askeri, idari ve sosyal-ekonomik yapıları yansıtmaktadır. Bu bağlamda Osmanlı donanmasını oluşturan gemiler, kaptanlar ve diğer deniz personeli; bölgedeki kaleler,
buradaki personel ve organizasyon; timârlılar, yaya ve müsellemler, doğancı ve şahinciler; vakıf kurumları ve vergi mükellefi reaya ve diğer unsurlar bütün detaylarıyla
görülebilmektedir.
Bu incelemenin konusu olan Gelibolu ve Çanakkale Boğazı’ndaki kalelerin
yapısı hakkındaki veriler belirtilen defterdeki kayıtlardan devşirilmiştir. Bunun yanı
sıra, yine Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Tapu Tahrir Defteri (TT-d) fonunda bulunan 75 numaralı H. 925/M. 1519 tarihli Gelibolu Mufassal Tahrir Defteri’ndeki kayıtlardan da yararlanılmıştır.
Gelibolu sancağının 1475 ve 1519 yıllarına ait her iki tahrir defterinin de içerdiği önemli bölümlerden biri bölgedeki kalelerle ilgili kısımlardır. 1475 tahriri böl-
17 Babinger, a.g.e., s. 190.
18 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, Ankara 1994, s. 31.
19 Uzunçarşılı, a.g.e., s. 31.
256
Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler
gede bulunan Gelibolu Kalesi ile Birgoz’u ve Kilid’ül-bahir kalelerini içermektedir.
1519’da düzenlenmiş defterde ise Birgoz’a ait bir kayıt bulunmamaktadır. Buna karşın bu defterde İmroz Adası’nda bulunan Palo Kasrı Kalesi yer almaktadır.
Tahrir Defteri’nde Gelibolu Kalesi’nden ayrı zikredilen Birgoz aslında Gelibolu Kalesi’nin bir parçası olup kulenin olduğu kısmıdır20. Nitekim 1475 yılında
Gelibolu Kalesi dizdârı İdris Bey için düşülen “timâr-i Dizdâr İdris Beg, kal`ayla
Birgoz’un dizdârıdır”21 şeklindeki kayıt da bu yapıyı teyit etmektedir. Bunun yanı
sıra Birgoz’daki personel kaydı “Mustahfızân-ı Birgoz-i Gelibolu”22 başlığından sonra
verilmiştir. Bu ifade söz konusu Birgoz’un Gelibolu Kalesi’nin bir parçası olduğunu
ortaya koymaktadır. 1475 tahririnde Gelibolu Kalesi’nden farklı ve müstakil bir yapı
gibi kaydedilmesinin sebebi buradaki personelin deftere ayrı bir kategori altında geçirilmiş olmasıdır.
Tahrir defterlerinde, Kilid’-ül-bahir kalesinin karşısına inşa edilen Kal`a-i
Sultaniyye’ye ait herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Bunun sebebi söz konusu kalenin yapısı ve personelinden kaynaklanmış olmalıdır. Boğazın bu noktasında kontrol
ve güvenlik esas olarak Kilid’ül-bahir kalesinden sağlanmış görünüyor. Bununla birlikte tahrir defterlerine ancak personeli timâr tasarruf eden kalelerin kaydedildiği göz
önünde tutulmalıdır. Bu sebeple Kal`a-i Sultaniyye’ye’nin tahrir defterinde yer almaması onun atıl bırakıldığı şeklinde değerlendirilemez. Zira bu kale henüz 1463’te,
hem de kritik bir süreç ve stratejik bir noktada güvenlik maksadıyla inşa edilmiş bir
yapıdır. Bu önemli yapının idare ve savunması görevi tamamıyla yeniçeri birliklerine verilmiş olmalıdır. Söz konusu kaleye ait kayıtlar, şayet günümüze ulaşabilselerdi
mevâcib ya da kapu defterlerinde görülebilir. Nitekim söz konusu tahrirde kapu halkından ulûfelilerin detaylarının kapu defterinde yer aldığı kaydı bunu teyit etmektedir23. Sultan Kalesi hakkında söz konusu tahrir defterlerinde herhangi bir malumat
bulunmadığı gibi bu kaleyle ilgili XV. yüzyıla ait başka bir belge ya da bilgiye sahip
değiliz. Anlaşıldığına göre burada bir yeniçeri topçu birliği bulunuyordu.
Fatih Sultan Mehmed döneminde Gelibolu donanma üssü ve Çanakkale
Boğazı’nın savunma sistemleri hem Gelibolu Kalesi ve Birgoz’u hem de Kilid’ülbahir ve Kal`a-i Sultaniyye yapılarıyla güçlü bir biçimde tahkim edilmiştir. Gerek
askeri ve idari personel ve teçhizat, gerekse söz konusu kalelerin inşa edildiği noktalar
bu bağlamda oldukça önemli bir yer teşkil etmektedir.
1475 tarihli Gelibolu Tahrir Defteri söz konusu kalelerin askeri ve idari yapısını ve
buradaki organizasyonu detaylı bir biçimde yansıtmaktadır. İlgili defterde donanmaya
ait unsurlar (kaptanlar, reisler, azepler, kadırgalar, mavnalar, yardımcı personel vs.) ve
eşkünci (timârlı sipâhilere) kayıtlarından sonra kalelere ait kayıtlar gelmektedir.
20
21
22
23
İnalcık, “Gelibolu”, s. 984.
MCO no: 79, vrk. 64b.
A.g.k., vrk. 78a.
A.g.k., vrk. 85b
257
Uğur Altuğ
Gelibolu Kalesi kayıtları Mustahfızân-ı Kal`a-i Gelibolu ifadesinden sonra başlamaktadır24. Kalede bulunan bütün görevliler başta dizdâr olmak üzere, ilgili personel tasarruf ettikleri timâr, ulûfe gibi gelirlerle birlikte belirtilmiştir. Defterde Gelibolu Kalesi’nden sonra Birgoz-ı Gelibolu’da görevli mustahfızlar25 ve daha sonra
da Kilid’ül-bahir Kalesi’ndeki personel ve bunların tasarruf ettikleri timâr birimleri,
ulûfeleri ve diğer kaynaklar kayıtlıdır26.
Bu kalelerde görevli personelin sayısı, bunların nitelik ve özellikleri hakkındaki kayıtlar sayesinde, Fatih döneminde Gelibolu ve Çanakkale Boğazı’nda ilgili
istihkâmlardaki Osmanlı savunma sisteminin yapısı anlaşılabilir.
Kayıtlar Gelibolu, Birgoz-i Gelibolu ve Kilid’ül-bahir kalelerinde görevli personelin timârlı, ulûfeli ve yaya/piyâde unsurlardan oluştuğunu göstermektedir. Daha
önce de belirtildiği gibi, XV. yüzyılda kalelerde bulunan dizdâr ve muhafızlar genellikle timâr tasarruf etmekteydiler. Fatih döneminde takip edilen merkeziyetçi mutlak
imparatorluk politikası doğrultusunda timârlı kale erlerinden başka, kul kökenli unsurlar da kalelerde istihdam edilmişlerdir. Top ve tüfek gibi ateşli silahlar kullanan
kullar vasıtasyıla hem kalelerdeki savunma gücü artırılmış, hem de sultan bu önemli
askeri-idari üsler üzerindeki kontrolünü daha da artırmıştır.
Gelibolu’nun ve Çanakkale Boğazı’nın stratejik öneminden dolayı bölge kalelerinde önemli personel konuşlandırılmıştır. Bu görevliler sadece timâr tasarruf edenlerden oluşmuyordu. Çok sayıda ulûfeli asker ve idareci ve bölgedeki köylerde yayamüsellem organizasyonu içerisinde çiftlik tasarruf eden yaya/piyâde de kalelerdeki
çeşitli hizmetlerle görevlendirilmişlerdir.
Bu kısa açıklamadan sonra ilgili kalelerde görevli personeli, gelir cinslerine
göre üç gruba ayırabiliriz. Timâr tasarruf edenler, ulûfe tasarruf edenler ve çiftlik
tasarruf eden yayalar. Bu husus defterde “Mustahfızân-i Kal`a-i …, hem ulûfe yerler
ve hem timâr ve yaya tasarruf ederler”27 şeklinde formüle edilmiştir. Personelin bir
kısmı sadece timâr ya da ulûfe tasarruf ederken, diğerleri hem timâr hem de ulûfeye
bağlanmıştır. Yayalar ise genellikle kaledeki mustahfızların timârı bünyesinde bulunan köylerde organize olmuş görünüyorlar.
Zikredilen askeri personelin yanı sıra kalelerdeki çeşitli iş ve ihtiyaçlar için reaya sınıfından bazı kimselerin uzmanlık ve işgüçlerine de müraccat edilmiştir. Bunlar
icra ettikleri hizmetler karşılığında çeşitli vergilerden bağışlanmış muaf ve müsellem
reaya statüsündedirler.
Sancaktaki timârlardan yirmi dokuzu Gelibolu Kalesinde görevli personelin tasarrufuna tevcih edilmiştir. Bunlardan üçü müşterek timâr olup altı kale erinin tasar-
24
25
26
27
A.g.k., vrk. 64b.
A.g.k., vrk. 82a.
A.g.k., vrk. 83a.
A.g.k., vrk. 64b, 78a ve 83a.
258
Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler
rufundadır. Kaledeki timârlı personelin toplam sayısı otuz iki kişidir. Timâr tasarruf
edenlerden yirmi üçüne günlüğü bir ila yirmi bir akçe arasında değişen miktarlarda
ulûfeler de bağlanmıştır. Bunlar hem timâr hem de ulûfe tasarruf edenlerdir. Personelden dokuzuna ise sadece timâr bağlanmıştır.
Bunun dışında, kale imamı da dâhil olmak üzere yirmi dokuz kişi ulûfeli personeldir ve bunlar defterde “Cema`at-i Mustahfızân-i kal`a-i Gelibolı ki bunlar timâr
yemezler, hemân ulûfe yerler”28 şeklinde tanımlanmıştır. Ulûfelilerin büyük bir kısmı
kul kökenlilerden oluşmaktadır. Gelibolu Kalesi’nde timâr ve ulûfe tasarruf edenlerin
toplamı altmış bir kişidir. Bunların yanı sıra Gelibolu Kalesi mustahfızlarının tasarruf
ettikleri timâr birimlerindeki köy ve çiftliklerde bulunan yayaların büyük bir kısmı
da kale hizmetinde görevlendirilmişlerdir. Defterlerdeki29 kayıtlar yayaların 193 kişi
olduğunu gösteriyor. Ayrıca bunların yamaklarını da tespit etmekteyiz.
1475’te Birgoz-i Gelibolu’da görevli personelin genel görüntüsü, tasarruf ettikleri kaynaklar ve kökenleri de Gelibolu Kalesi ile benzerlik arz etmektedir. Birgoz’daki muhafızların tasarrufuna dokuz timâr tevcih edilmiş olup, hepsi bütün timar30dır
ve dokuz kişinin elindedir. Bunlardan sekizine, timârlarına ek olarak miktarı günlük
bir ila altı akçe arasında ulûfeler de bağlanmıştır31. Birgoz’da görevli otuz üç personele ise yalnızca ulûfe bağlanmıştır. Ulûfelilerin büyük bir kısmı Gelibolu Kalesi’nde
olduğu gibi kul kökenlidirler. Mustahfızâna tevcih edilmiş timar birimlerindeki köylerde çiftlik tasarruf eden kırk altı yaya/piyâde ve bunların yamakları da Birgoz’a
hizmetle görevlendirilmişlerdir.
Kilid’ül-bahir Kalesi’nin personel yapısı da benzer bir görüntüdedir. Buradaki
personelin tasarrufunda on timar birimi olup, bunlardan sadece biri müşterektir ve
iki kişiye tevcih edilmiştir. Dolayısıyla kale erlerinden on biri timarlı olup bunların
hepsine aynı zamanda günlüğü bir ila dört akçe arasında değişen miktarlarda ulûfeler
bağlanmıştır.
Kilid’ül-bahir Kalesi’nde ulûfe tasarruf eden personel defterde kayıtlı değildir.
Bunların kapu defterinde kayıtlı oldukları belirtilmiştir “Mezkûr Kilid’ül-bahr’ın hem
ulûfe ve hem timâr tasarruf edenleri on nefer kimesnedir amma bâkisi hemân ulûfe
tasarruf ederler kapu defterinde mukayyeddir ve ulûfe yiyenlerden İsmail Kethüdâ
bölüğünden Yusuf oğlu Hasan karındaşı Hüseyin’iyle Tatarlarda bir çiftlik müşterek
tasarruf ederler”32. Ulûfe tasarruf edenlerin büyük bir kısmının kul kökenli oldukla-
28 A.g.k., vrk. 77b.
29 A.g.k. ve TT-d no: 12.
30 Bütün ve müşterek timârlar ve timâr sistemi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Uğur Altuğ (2010), II.
Murad Dönemine Ait Tahrir Defterlerinin Yayına Hazırlanması ve Bu Malzemeye Göre Tımar Sistemi,
Demografi, Yerleşme ve Topoğrafya Üzerinde Araştırmalar, Ankara: Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayımlanmamış doktora tezi).
31 MCO no: 79, vrk. 78a – 82a.
32 A.g.k., vrk. 85b.
259
Uğur Altuğ
rı anlaşılıyor. Kilid’ül-bahir Kalesi mustahfızlarına tevcih edilmiş timâr birimlerinde
bulunan köylerde çiftlik tasarruf eden yayalardan yetmişi ve bunların yamakları da
kaleye hizmetle görevlendirilmişlerdir.
Bölgedeki kalelerin idari, askeri ve diğer hizmetlerinden timâr, ulûfe ya da çiftlik tasarruf eden personel sorumluydu. Mustahfız şeklinde ifade edilen idari ve askeri
personel kalelerdeki asli unsurlardı. Gelibolu ve Çanakkale Boğazı’ndaki kalelerin
önemine binaen, bölgedeki köylerde çiftlik tasarruf eden yaya/piyadelerden bir kısmı
da istihkamlarda görevlendirilmişlerdir. Bu husus oldukça ilginç ve istisnai bir uygulama niteliğindedir. Zira bu dönemde imparatorluk kalelerinde yaya birliklerinin
desteğine müracaat edilmesi ender görülen bir manzaradır. Osmanlıların burada böyle
bir politikaya başvurmaları hiç şüphesiz bölgenin stratejik önemiyle ve cerayan eden
gelişmlerle ilgili olmalıdır. Ayrıca bu dönemde Gelibolu ve Trakya’da yayaların yoğun oluşu33, kalelerin güçlendirilmesi için bu unsurlardan da yararlanılmasında etkili
olmuş görünüyor. Gelibolu müsellem ve piyadelerine mahsus bir kanunda bu unsurların bölgede ve kalelerdeki görevleri tanımlanmıştır34.
Gelibolu Kalesi ve Birgoz’da, askeri ve idari hizmetlerle görevli personelin yanı
sıra, defterde müteferrika, zenberekçi, zenberek okı yapıcıları ve meremmetçi gibi bir
takım yardımcı unsurlara ait kayıtlar da bulunmaktadır.
Müteferrika tabir edilen grup defterde “Cemaat-i müteferrika ki Gelibolı
Kal`a’sıyla Birgoz’a hidmet ederler, bazısı ulûfe yirler ve bazısı ulûfe yimezler ve her
cemaatin bir dürlü hidmeti vardır işbu mucebce zikr ve şerh olunur” şeklinde tanımlanmıştır35. Görüldüğü gibi müteferrikalardan bir kısmı ulûfe tasarruf etmekteyken,
diğerlerine ise muhtemelen çeşitli vergilerden muâfiyet verilmiş olmalıdır. Kendilerine çeşitli işler yüklenen bu unsurların statüsünü (ulûfeli ya da muâf) kale için icra
ettikleri hizmetin nitelik ve önemi belirlemiş olmalıdır.
Söz konusu yardımcı personelden biri de zenberekçilerdir. Bunlar tüfek şeklinde
olup, kurmalı bir sistem çerçevesinde ok fırlatan ve zenberek denilen silahı kullanan
ve bu silahın kullanımında uzmanlaşmış bir gruptur. Bu silah kalelerdeki mazgal deliklerine göre tasarlanmış yapısı sayesinde kullanıcısına üstün bir koruma avantajı
sağlamaktadır. Gelibolu Kalesi’nde otuz beş ve Birgoz’da yirmi iki zenberekçi görevlidir. Bu unsurların hepsi de gayr-i müslim olup Rum kökenli görünüyorlar. Zenberekçiler defterde, “Cemaat-i Zenberekçiyân-i Kal`a-i …, ulûfe yimezler, harâcdan ve
33 Uğur Altuğ, “On Beşinci Yüzyılda Tekirdağ’da Osmanlı Düzeni”, Rodosto’dan Süleyman Paşa’ya
Tekirdağ, Uluslararası Tekirdağ Tarihi Sempozyumu Bildirileri 26-27 Mart 2015, (ed. Murat Yıldız),
İstanbul 2016, s. 120-124.
34 “ve olan yayanın ve müsellemin hidmetleri Gelibolu sancağına mahsusdır. Mahall-i ihityat olub
muhâfazatı lâbüd ve lâzım olan yalı ve liman gözcülüğünde müsellemler atları ile olurlar. Deryâda
anun gibi gemi görünüb muhatara ihtimali olıcak seğirdüb hisarlara ve etrafta olan köylere haber
virürler”, Ömer Lutfi Barkan, XV ve XVI ıncı Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Ziraî Ekonominin
Hukukî ve Malî Esasları, Birinci Cilt Kanunlar, İstanbul 1943, s. 67.
35 MCO no: 79, vrk. 86a.
260
Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler
ispençeden vesâir avârızdan muâf ve müsellemlerdir, ellerinde pâdişâhımızın hükm-i
hümâyûnı vardır” şeklinde ifade edilmişlerdir. Bunlar reaya kökenli olup yaptıkları
hizmet karşılığında bir takım vergilerden muâf kılınmışlardır36.
Kalelerin çeşitli ihtiyaçları için farklı uzmanlıkları olan kişilerin bilgi ve hizmetine de müracaaat edilmiştir. Bu doğrultuda zenberek oku yapıcısı olan üç gayr-i müslim Rum reaya, kişi başına yılda 3600 zenberek oku yapmaları karşılığında avârızdan
muâf tutulmuşlardır37.
Kalelelerde inşa ve tamirat işleri için altı gayr-i müslim yapucı ve meremmetçi
görevlendirilmiş ve bunlara ulûfe bağlanmıştır38. Yine ulûfe tasarruf eden ikisi demirci ve dördü cebeci olmak üzere altı Rum kökenli gayr-i müslim kayıtlıdır39. Kethüda
Hâcı Osman idaresinde hepsine ulûfe bağlanmış doksan dokuz nefer tavice (atlı-akıncı) kale hizmetinde görevlendirilmiş bir başka unsurdur40.
Defterdeki kayıtlar çerçevesinde kalelerde görevli askeri, idari ve yardımcı personelin görüntüsü bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Kalelerin yönetim ve komutası işini
kale dizdârı icra etmektedir. Kethüda41, çavuş42, imam, tabılcı (davulcu)43, muhzır,
nakkarezen44 gibi görevliler, askeri işlerden sorumlu mustahfız ve personel kalelerin
görevlilerini ve organizasyon yapısını gözler önüne sermektedir.
Sonuç
Osmanlılar henüz kuruluş sürecinin ilk dönemlerinde Gelibolu’nun ve Çanakkale Boğazı’nın jeostratejik yapısı ve önemini kavrayarak bölgenin sunduğu avantajı
kendi askeri ve idari faaliyetleri için kullanmaya çalışmışlardır. Bu noktaların erken
bir tarihte Osmanlı egemenliği ve kontrolü altına alınmış olması devletin büyüme ve
genişleme sürecine önemli katkılar sağlamıştır.
İstanbul’un fethinden sonra bölgenin askeri ve idari yapısı daha da önem kazanmıştır. Özellikle İstanbul, Rumeli ve Ege Denizi’nde Venedik ve Macaristan’ın
başını çektiği Haçlı tehdidi karşısında Fatih Sultan Mehmet’in aldığı tedbirlerden biri
36 A.g.k., vrk. 86a, 86b.
37 Cemaat-i Zenberek Okın yonucılar ki ulûfe yimezler asılda iki nefermiş yılda 7200 zenberek okın virirlermiş şimdiki halde birisünün oğlı erişmiş üç nefer olmuşlar ol sebebden yılda 10.800 zenberek
okın virecek oldılar bu mûcebce deftere sebt olındı bunlar dahi avârızdan emîn dururlar ellerinde
pâdişâhımızın hükm-i hümâyûnu vardır. Nefer: 3, A.g.k., vrk. 86b.
38 Cemaat-i Yapucıyân ve meremmetciyân ki ulûfe yirler. Nefer: 3; Cemaat-i Meremmetciyân-i diger ki
taşradan hidmet ederler, ulûfe yirler. Nefer: 3, A.g.k., vrk. 86b, 87a.
39 A.g.k., vrk. 88a.
40 A.g.k., vrk. 88a.
41 Timâr-i Kethüdâ Arnavut Hızır…, A.g.k., vrk. 67a.
42 Timâr-i Çavuş Hâcı…, A.g.k., vrk. 71a.
43 A.g.k., vrk. 77b.
44 A.g.k., vrk. 82a.
261
Uğur Altuğ
de Gelibolu ve Çanakkale Boğazı’nı tahkim etmek olmuştur. Bu süreçte boğazda yeni
kalelerin inşası ve Gelibolu’da mevcut hisarların takviyesi dikkat çekicidir.
Ege Denizi üzerinde egemenlik politikası güden Fatih, böylece hem başkentini
hem de donanmasının merkezini denizden gelecek saldırılara karşı güven altına almaya çalışmıştır. Onun en büyük rakiplerinden olan Venedik’i bertaraf ederek Ege’yi
hâkimiyeti altına almasında Çanakkale Boğazı ve Gelibolu’da takip ettiği tahkimat
politikasının önemli bir yeri olmuştur. Bu süreçte inşa edilen kaleler önemli bir ateş
gücüyle donatılmıştır.
Fatih’in tatbik ettiği bu politika kendi dönemiyle sınırlı kalmamış, sonraki dönemlerde de müracaat edilen bir savunma yöntemine dönüşmüştür. XVII. Yüzyılda
Girit Kuşatması esnasında beliren ve İstanbul’u baskı altına alan Venedik tehdidini
önlemek için Çanakkale Boğazı’nın Ege girişine karşılıklı olarak Seddü’l-bahir ve
Kum kale inşa edilmiştir. Tarihin en büyük savaşlarından birinde, 1915’te İstanbul’a
karşı harekete geçen İtilaf güçlerinin Çanakkale Boğazı’nda durdurulması sürecinde
tekrar bu yönteme müracaat edilmiş, bölgede ilgili kalelerden bazılarını da içine alan
güçlü istihkâm ve tabyalar oluşturmuşlardır.
262
Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler
Kaynakça
Arşiv Belgeleri:
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Tahrir Defteri (TT-d) no: 12 ve 75.
Taksim Belediye Kütüphanesi, Muallim Cevdet Yazmaları (MCO) no: 79
İkinci Elden Kaynaklar:
-Âşık Paşaoğlu Tarihi, hazırlayan H. Nihal Atsız, İstanbul 1992.
-İbn Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman VII. Defter, (haz. Şerafettin Turan), Ankara 1991.
-Kritovulos Tarihi 1451-1467, (çev. Ari Çokona), İstanbul 2012.
İncelemeler:
Altuğ, Uğur (2010), II. Murad Dönemine Ait Tahrir Defterlerinin Yayına Hazırlanması ve Bu Malzemeye
Göre Tımar Sistemi, Demografi, Yerleşme ve Topoğrafya Üzerinde Araştırmalar, Ankara: Gazi
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayımlanmamış doktora tezi).
Altuğ, Uğur, “On Beşinci Yüzyılda Tekirdağ’da Osmanlı Düzeni”, Rodosto’dan Süleyman Paşa’ya
Tekirdağ, Uluslararası Tekirdağ Tarihi Sempozyumu Bildirileri 26-27 Mart 2015, (ed. Murat
Yıldız), İstanbul 2016, s. 115-125.
Babinger Franz, Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı, (çev. Dost Körpe), İstanbul 2003.
Barkan, Ömer Lutfi, XV ve XVI ıncı Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Ziraî Ekonominin Hukukî ve
Malî Esasları, Birinci Cilt Kanunlar, İstanbul 2001.
Emecen, Feridun, “Gelibolu” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. XIV, İstanbul 1996, s. 1-6.
Eyice, Semavi, “Kilitbahir Kalesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. XXVI, Ankara 2002, s.
22-23
İnalcık, Halil, “Mehmed II” Milli Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi, C. VII, İstanbul, s. 506-535.
İnalcık, Halil, “Gelibolu”, The Encyclopaedia of Islam, second edition, vol. II, Leiden 1991, pp. 983-987.
İnalcık, Halil, “Fatih ve Ege Denizi”, Türk Denizcilik Tarihi, (ed. Bülent Arı), Ankara 2002, s. 91-98;
İnalcık, Halil, “Fâtih’e Kadar Çanakkale Boğazı, Gelibolu Osmanlı Üssü ve Osmanlı – Venedik
Karşılaşması”, Çanakkale Savaşları Tarihi, C. I, (ed. Mustafa Demir), İstanbul 2008, s. 15-45.
İnalcık, Halil, Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları 1302-1481, İstanbul 2010.
Jorga, Nicolae, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. 2, (çev. Nilüfer Epçeli), İstanbul 2005.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, c. II, Ankara 1994.
Zinkeisen, Johan Wilhelm, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. 2, (çev. Nilüfer Epçeli), İstanbul 2011.
263
ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI
Yıl 14
Bahar 2016
Sayı 20
ss. 265-328
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Yusuf SAĞIR*
Özet
IV. Mehmet’in (1648-1687) vâlidesi Turhan Sultan’ın 1094/1683
tarihinde Edirne’de vefatından sonra, Edirne Sarayı’nda bulunan eşyaları bir
defterde kayıt altına alınmış, ardından Enderûn Hazinesi’ne teslim edilmiştir.
Topkapı Sarayı Arşivi’ndeki bu defterde, Turhan Sultan’ın kullanmış olduğu
eşyaları, giyim-kuşamı, ev araç ve gereçleri tasvir edilmektedir. Onun geriye
bıraktığı eşyaların sadece bunlar olmadığı diğer arşiv vesikalarından
anlaşılmaktadır. Defter, 17. yüzyıl saray kadınlarının giyim kuşamı, yaşamı
ve onların ekonomik gücü hakkında önemli veriler sağlamaktadır. Defterden,
özellikle Osmanlı tekstil ve mücevherât tarihi alanında dikkat çekici bilgilere
ulaşılabileceği gibi 17. yüzyıl ikinci yarısı ekonomik ve sosyal hayatına dair
bilgiler de elde edilebilir. Muhallefât defterindeki eşyalar, IV. Mehmet’ten III.
Ahmet (1703-1730) dönemine kadar birçok padişah kadınlarına, kızlarına ve
başka cihetlere peyderpey tahsîs edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Vâlide Turhan Sultan, IV. Mehmet, harem,
muhallefât, mücevherât.
The Inherited Estates of Valide Turhan Sultan
Abstract
After the death of Turhan Sultan, the mother of Mehmet IV (1648- 1687),
in Edirne in 1094/1683, the inherited estates belonging to her were recorded
in a register and then delivered to the Treasury of Enderun. The clothes,
personal belongings and household stuff used personally by Turhan Sultan
are described in this registry located in the Topkapi Palace. It is understood
from other archives documents that these are not the only properties inherited
from Turhan Sultan. This registry provides important data about the clothing,
daily lives and economic powers of 17th century Ottoman palace women. It
is especially noteworthy to mention that it is possible to reach interesting
data from this registry about the history of textiles and jewelries of the
Ottomans. Also, it is possible to acquire valuable data about the economic
and social life of the Ottomans in the second half of 17th century. The estates
inherited from Turhan Sultan and recorded in the registry were distributed
to the daughters and wives of the sultans for several occasions during the
reigns of both Mehmet IV and Ahmet III (1703-1730).
Keywords: Vâlide Turhan Sultan, Mehmet IV, Harem (Women’s Quarter),
Inherited Estate, Jewelry.
*
Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, yusufsagir@comu.edu.tr
265
Yusuf Sağır
Giriş
Vefat eden bir kişinin arkasında bıraktığı şeylere “muhallefât” veya “tereke” denir. Bununla ilgili yazılar da “muhallefât/tereke defterleri”ne kaydedilirdi.1 Osmanlı
Devlet adamlarının muhallefâtıyla alakalı pek çok yayın yapılmış olmasına2 karşın,
saray kadınlarının terekeleri çok az sayıda çalışmaya konu olmuştur.3 Bu çalışmalardan biri İsmail Kıvrım tarafından yapılmış4 olup, orada işbu çalışmamızın da kaynağı, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’ndeki yirmi yedi numaralı muhallefât defterinden
hareketle Vâlide Turhan Sultan’ın günlük yaşamı açıklanmaya çalışılmıştır. Ancak
yazar, defterin Osmanlı Arşivi’ndeki fotokopisini esas alması nedeniyle 15b ve 16a
sayfalarını değerlendirmemiştir. Bu sayfalar, Osmanlı Arşivi’ndeki fotokopi nüshada
1
2
3
4
Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. I-III, Milli Eğitim Basımevi,
İstanbul 1983, s. 564. Bu defterlerle alakalı birçok çalışma yapılmıştır. Bunların en başta gelenleri şunlardır: Ömer Lütfi Barkan, “Edirne Askerî Kassâmına Ait Tereke Defteri (1545-1659), Belgeler, C. III,
S. 5-6, Ankara 1966, s. 1-479; Halil İnalcık, “XV. Asır Türkiye İktisadi ve İçtimaî Tarihi Kaynakları”,
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C. XV, (1953-1954), S. 1-4, s. 51-75; Hüseyin Özdeğer, 1463-1640 Yılları Bursa Şehri Tereke Defterleri, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayınları,
İstanbul 1988; Said Öztürk, Askeri Kassama Ait Onyedinci Asır İstanbul Tereke Defterleri (Sosyo-Ekonomik Tahlil), Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1995.
Konu hakkında yapılan başlıca çalışmalar şunlardır: Yavuz Cezar, “Bir Ayanın Muhallefatı: Havza
ve Köprü Kazaları Âyânı Kör İsmail-oğlu Hüseyin (Müsadere Olayı ve Terekenin İncelenmesi)”,
Belletten, 41/161 (1977), s. 41-78; Musa Çadırcı, “Hüseyin Avni Paşa’nın Terekesi”, Belgeler, XI/15
(1986), s. 145-164; Saim Savaş, “Sivas Valisi Dağıstanî Ali Paşa’nın Muhallefatı: XVIII. Asrın Sonunda Osmanlı Sosyal Hayatına Dair Önemli Bir Belge”, Belgeler, 15/19 (1993), s. 249-292; Cahit
Telci, “Canik Muhassılı Vezir el-Hac Ali Paşa’nın 1779 Tarihli Muhallefat Defterleri”, Türk Dünyası
İncelemeleri Dergisi, S. 4 (2000), s. 159-182; Mehmet İnbaşı, “Elmas Mehmed Paşa’nın Telhiscisi
Abdullah Ağa’nın Muhallefatı”, Doç. Dr. Günay Çağlar Armağanı, Erzurum 2004, s. 69-80; Cahit
Telci, “Osmanlı Devleti’nde 18. Yüzyılda Muhallefat ve Müsadere Süreci”, Tarih İncelemeleri Dergisi,
XXII/2 (2007), s. 145-166; Temel Öztürk, “Trabzon Valisi Vezir Abdurrahman Paşa’nın Muhallefatı
(1728-1730)”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S. 18 (2008), s. 9-50; İsmail Kıvrım, “Kilis ve A’zaz
Voyvodası Daltaban-zade Mehmet Ali Paşa ve Muhallefatı”, OTAM (Ankara Üniversitesi Osmanlı
Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi), S. 24 (2008), s. 147-174; Meral Bayrak (Ferlibaş), “Alemdar Mustafa Paşa’nın Muhallefatı”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S. 21 (2009), s. 63-120; Cahit
Telci, Muhassılın Serveti: Aydın Muhassılları Polad Ahmed ve Veli Paşa’nın Muhallefâtları, Tarih İncelemeleri Dergisi, C. 24, S. 2, Aralık 2009, s. 179-208; Güleser Oğuz, “Tereke Kaydından Hareketle
Bir Osmanlı Vezirinin 18. Yüzyıl Başlarındaki Yaşam Tarzı: Amcazâde Hüseyin Paşa”, Millî Folklor,
S. 88 (2010), s. 91-100; Murat Yıldız, “Bir Osmanlı Veziriazamının Mal Varlığı: Amcazâde Hüseyin
Paşa’nın Muhallefâtı”, Türk Kültürü İncelmeleri Dergisi, S. 26, İstanbul 2012, s. 67-100; Volkan Ertürk, “Orta Dereceli Bir Osmanlı Memurunun Mal Varlığı: Edirne Bostancıbaşısı Hacı Veliyüddin b.
Habib’in Terekesi”, Humanıtas, S. 2, Tekirdağ 2013, 87-103; Kürşat Çelik, Mısır Beylerbeyi Hayır
Bey’in Muhallefâtı (1517-1522), Tarih Araştırmaları Dergisi, C. 33, S. 55, s. 121-162; Tahir Sevinç,
“Şam Valisi Emirü’l-Hâc Süleyman Paşa’nın Muhallefâtı, Belleten, C. LXXVII, S. 279, Y. 2013 Ağustos, s. 467-522.
Talip Mert, Dilhayat Kalfa’nın Mirası, Musiki Mecmuası, No. 466, Güz 1999, s. 28-73: Özer Küpeli,
Kösem Sultan’a Ait Bir Muhallefât Kaydı, Cihannüma Tarih ve Coğrafya Araştırmaları Dergisi, S. I/2,
Aralık 2015, s. 131-143.
İsmail Kıvrım, “17. Yüzyılda Bir Vâlide Sultanın Günlük Hayatı: Vâlide Hadîce Turhan Sultan”, History Studies, Volume 5 Issue 2, March 2013, p. 243-262.
266
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
eksik, Topkapı Sarayı Arşivi’ndeki asıl nüshada ise tamdır. Yine, bahsedilen makalenin sonuna defterdeki kumaşlar, düğme çeşitleri ve değerli taşlar tablolaştırılarak ek
yapılmıştır. Buna ilaveten muhallefât defterindeki kalemler üzerine sonradan düşülen
haşiyelere hiçbir şekilde değinilmemiştir.
Bu makalede biz, İ. Kıvrım’ın sözkonusu çalışmasının yukarıda anlatılan eksik
yönlerinden hareketle, defterin görülmeyen iki sayfasını ve deftere düşülen haşiyeleri
tek tek açıklayıp değerlendirdik. Sonradan düşülen haşiyeler, iç hazine kayıtlarına
giren bir saray kadının eşyalarının onun vefatından sonra nasıl değerlendirildiğini ortaya koymaktadır. Nitekim, dış hazinenin yetersizliğinde, iç hazineden, altın ve gümüş eşyaların gönderilerek sikke kestirildiği bu defterce doğrulanmaktadır. Defterde
eşyaların ekonomik değerleri yazılmamıştır. Ancak Topkapı Sarayı Arşivi’nde, Vâlide
Turhan Sultan adına düzenlenen masraf defterinden5 muhallefattaki eşyanın ekonomik değerleri hakkında bir kanaate ulaşılabilir. Buna ek olarak, makale içerisinde
muhallefât defteri olduğu gibi transkribe edilerek, konuya ilgi duyan araştırmacıların
değerlendirmesine açık hale getirilmiştir. Çünkü, Osmanlı ekonomik ve sosyal tarihçileri, bir tekstil ve sanat tarihçisi veya bir başka alan uzmanı bu malzemeye farklı
açılardan bakabilir.
Bundan başka İ. Kıvrım ile defterdeki bazı kelimelerin okunuşu hususunda da
farklı düşündüğümüz yerler bulunmaktadır. Mesela, Onun “mum safrası” biçiminde
okuduğu ibare, bizce “mum sofrası”6dır. “Safra” yazar tarafından “ağırlık” olarak değerlendirilmiştir. Halbuki 1640 tarihli Narh Defteri’nde de şemʻdan sofraları7 vardır.
Diğer taraftan yazar bir tür kumaş olan “şerbetî”8 kelimesini meşrubattan “şerbet”
zannetmiş; dolayısıyla giyim kuşam kısmına dâhil etmemiş, “hamam” başlığı altında değerlendirmiştir. Onun “sade başyağı şerbeti”9 diye okuduğu kısım, tarafımızdan
“sade başbağı şerbetî” şeklinde okunmuştur.
Bu çalışma ile amaçlanan, Osmanlı saray kadınlarının en dikkat çekicilerinden biri Vâlide Turhan Sultan’ın muhallefâtını açıklamak; bundan hareketle dönemin siyâsî ve sosyo-ekonomik tarihine bir açıklama getirebilmektedir. Zira, Vâlide
Sultan’ın muhallefâtı maddî bakımdan oldukça büyük bir yekûn teşkil etmektedir.
Terekeye mefruşât, giyim-kuşam, mücevherât, mutfak malzemeleri, güzel kokular,
değerli taşlar, panzehirler ve at takımları gibi değişik alanlarla ilgili çok sayıda eşya
parçası kaydedilmiştir. Burada ayrıntılı bir şekilde yapılan tasvirlerle, o günkü saray
kadınlarının giyim-kuşamları rahatlıkla resimleştirilebilir. Öte yandan zikredilen ku-
5
6
7
8
9
TSMA, D. 10457.125.
Kıvrım, “17. Yüzyılda Bir Valide…”, s. 249.
Yücel, Yaşar (haz.), 1640 Tarihli Esʻar Defteri, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Basımevi, Ankara 1982,
s. 65.
Bir tür tülbenttir. Kadınlar dış başörtüsü olarak kullanırlar; bunların en kalitelisine şerbetî denir. (Halil
İnalcık, Türkiye Tekstil Tarihi Üzerine Araştırmalar, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2008, s.
101, 126).
Kıvrım, “17. Yüzyılda Bir Valide…”, s. 254.
267
Yusuf Sağır
maş ve değerli taşlarla Osmanlı ticarî hayatı hakkında önemli saptamalar yapılabilir.
Nitekim, kumaşların ve bazı eşyanın menşelerinden bahsedilmektedir. Yine haremde
kullanılan malzemelerin neler olduğu tablolaştırılabilir.
Öte yandan defterde, IV. Mehmet’ten III. Ahmet devrine kadar bir kısım saray kadınlarının isimleri açıklanmaktadır. Ayrıca 1096/1685 yılında Enderun Hazinesi’nden
sikke kestirmek için darbhaneye gönderilen emtia zikredilmektedir. Hem darbhaneye
gönderilen bu eşyalar hem de Vâlide Sultan’nın bıraktığı paralar, Osmanlı para tarihine dair önemli veriler sunmaktadır.
1. Vâlide Turhan Sultan’ın Hayatı
1627’de doğduğu ve Rus asıllı olduğu düşünülen Turhan Sultan, Kör Süleyman
Paşa tarafından Kösem Sultan’a hediye edilmiştir. O, haremde Sultan İbrahim’in cariyesi iken, 29 Ramazan 1051/1 Ocak 1642’de IV. Mehmet’i dünyaya getirince “haseki
sultan” unvanını almıştır. Oğlu IV. Mehmet’in tahta geçişiyle de 18 Recep 1058/8
Ağustos 1648’de vâlide sultan olmuştur.10
Osmanlı Devleti’nde padişahların anneleri sultanlar haremin en yüksek temsilcileri idiler.11 Ne var ki bu sırada Turhan’ın kayınvâlidesi Kösem Sultan Eski Saray’a
gitmesi gerekirken, Topkapı’da kalmış ve torunu IV. Mehmet’e nâibe-i saltanatlık
yapmıştır. Oğlu IV. Mehmet tahta çıktığında yirmi bir yaşında12 olması hasebiyle bu
duruma başlangıçta tahammül eden Turhan Sultan, bir süre sonra büyük vâlide Kösem Sultanla çatışmaya başlamıştır. Nihayetinde ocak ağalarının desteklediği Kösem
Sultan ile saray ağalarının arka çıktığı Turhan Sultan arasındaki mücadele, sadrazam
Siyavuş Paşa’nın ocak ağalarına direnmesi neticesinde büyük bir kavgaya dönüşmüştür. Kösem Sultan’ın IV. Mehmet’i tahttan indirerek annesi daha pasif olan Şehzâde
Süleyman’ı tahta çıkarmak istemesi, saray ağaları tarafından hoş karşılanmamış; Turhan Sultan’ın da desteğiyle Kösem Sultan 1061/1651’de katledilmiştir.13 Böylece Turhan Sultan tam anlamıyla vâlide sultan olma fırsatı yakalamıştır.
Turhan Sultan’a, Osmanlı Devleti’ni yaşadığı karışıklıktan kurtaracak tek kişinin Köprülü Mehmet Paşa olduğu tavsiye edilmesi üzerine, Eylül 1656’da yönetime
Köprülü getirilmiş; Kösem Sultan gibi haris bir kadın olmayan Turhan Sultan da devlet işlerinden elini çekmiş ve kendini hayr u hasenâta vermiştir.14
10 Abdurrahman Abdi Paşa, Vekâyiʻnâme, (haz. Fahri Ç. Derin), Çamlıca Yayınları, İstanbul 2008, s. 7-8;
Filiz Karaca “Turhan Sultan”, DİA, C. 41, İstanbul 2012, s. 423-424; Erhan Afyoncu, Uğur Demir,
Turhan Sultan, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2015, s. 27-32.
11 16. yüzyılın ortalarında kadar vâlide sultanlar ve padişah ailesi Eski Saray’da yaşarlardı. 1534’te Hürrem Sultan’ın Topkapı Saray’ına taşınmasıyla birlikte padişahın ailesi burada yaşamaya başlamıştır.
Bkz. Ali Yıldız, “Vâlide Sultan”, DİA, C. 42, İstanbul 2012, s. 494-499.
12 Yıldız, “Vâlide Sultan”, s. 496.
13 Karaçelebizâde Abdulaziz Efendi, Ravzatu’l-Ebrâr Zeyli, (haz. Nevzat Kaya), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2003, s. 94-95; Afyoncu-Demir, Turhan Sultan, s. 47-51.
14 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara
1988, s. 157; Afyoncu-Demir, Turhan Sultan, s. 146.
268
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
O, sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Viyana Seferi’nde bulunduğu
sırada Edirne’de vefat etmiştir (10 Recep 1094/5 Temmuz 1683). Bu esnada oğlu
IV. Mehmet de Belgrad’da idi. Nâşı İstanbul’a getirilerek Eminönü’nde kendi yaptırdığı Yenicami yanındaki türbesine gömülmüştür (12 Receb 1094/7 Temmuz 1683).
Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Turhan Sultan’ı “devletin rükn-i rekîn”i olarak tavsif
etmiştir.15
O’nun en önemli eseri Çanakkale Boğazı’nın her iki yakasında yaptırmış olduğu “Kumkale” ve “Seddülbahir” kaleleridir. Bu kaleler içerisinde birçok vakıf yapısı
inşâ ettirmiştir.16 İstanbul’daki “Yenicami Külliyesi” onun eseridir.17 Bunlardan başka
kardeşi Yusuf Ağa adına Rumelikavağı’nda bir cami, İstefe’de bir han, Resmo’da bir
cami ve bir mektep binâ ettirmiş ve hacıların su ihtiyaçlarının giderilmesine matuf
gelirler vakfetmiştir.18
2. Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Turhan Sultan’a ait muhallefât defterindeki eşyaların az bir kısmı Sofya’dan
çoğu ise Edirne Sarayı’ndan hazinedâr müsâhib Ali Ağa19 tarafından alınarak Darussade Ağası’nın bilgisi dâhilinde 5 Zilkâde 1094/26 Ekim 1683’te Enderun Hazinesi’ne
teslim edilmiştir. Ayrıca, defterde 15b-17a aralığında kaydedilen eşya, aynı kişi aracılığıyla Rebiülevvel 1096/Şubat/Mart 1685 tarihinde iç hazineye aktarılmıştır. Bu
kısmın Turhan Sultan’ın Topkapı Sarayı’ndaki eşyası olması muhtemeldir. Nitekim
burada kaydedilen altın ve gümüş eşya, Edirne Sarayı’ndan alınanlara göre daha fazladır.
Turhan Sultan’ın Topkapı Sarayı’ndaki eşyasına dair yukarıdaki muhtemel
kayıttan başka, bir muhallefât kaydı şimdilik tespit edemedik. Ancak makalenin girişinde bahsedilen saray masraf defteri20 bize konuyla ilgili bir ipucu vermektedir:
1087/1676 tarihli bu deftere göre Lala Süleyman Ağa, Vâlide Turhan Sultan adına
15 Silahdâr, Tarih, C. II, Devlet Matbaası, İstanbul 1928, s. 116; Defterdâr Sarı Mehmet Paşa, Zübde-i
Vekayiât, (haz. Abdulkadir Özcan), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1995, s. 156; Karaca, “Turhan Sultan”, s. 424-425.
16 Abdi Paşa, Vekâyiʻnâme, s.141; Naîmâ Mustafa Efendi, Tarîh-i Naîmâ, (haz. Mehmet İpşirli), C. IV,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2007, s. 1840-1842. Defterdâr Mehmet Paşa onun hayratını ifade için şöyle demektedir: “Sadakât u hayrâtı hadden efzûn,bâ-husûs Kaʻbe-i mükerreme yolunda olan
hayrâtı ve Âsitânede binâ buyurdukları camiʻ-i bî-nazîr ve sâ’ir hasenât-ı mebrûresi bir devlet-mende
nasîb olmadığı malûm-ı ʻalemiyândır” Zübde-i Vekâyiât, s. 156.
17 Lucienne Thys-Şenocak, Hadice Turhan Sultan, (çev. Ayla Ortaç), Kitap Yayınevi, İstanbul 2009, s.
228-245.
18 Abdi Paşa, Vekayiʻnâme, s. 212-213; Karaca, Turhan Sultan, s. 425; Turhan Vâlide Sultan Vakfiyesi,
(haz. H. Ahmet Arslantürk), Okur Kitaplığı, İstanbul 2012, s. 16-25.
19 Silahtar, Vâlide Sultan’ın vefatından sonra mallarının hemen kabzedildiğini bu iş için hazinedâr Ali
Ağa’nın görevlendirildiğini kaydetmektedir. Tarih, s. 117.
20 TSMA, D. 10457.125.
269
Yusuf Sağır
Nikola ve Manol adlı terzilere 94.670 akçe değerinde çeşitli elbiseler, keseler ve buna
benzer eşya diktirmiştir. Bunlar; 46 kaftan, 6 kürk kabı, 49 dolama, 2 cibinlik, 22 gecelik, 8 kalpak, 4 dikdik, 3 ferâce, 2 eteklik, 3 sofra, 13 bohça, 444 mektup kesesi, 4
altın kesesi ve 1 Kur’ân kılıfıdır. Aşağıda açıklanacak muhallefât defterinde mektup,
altın ve Kur’ân keseleri, dolama, gecelik ve ferace bulunmamaktadır.
Defter, Topkapı Sarayı Arşivi’nde defterler kısmı numara 27’dedir. Ciltli, şemseli ve ebrulu defter, toplam 24 varaktır; varak usulüne göre sonradan numaralandırılmıştır. Zahriye sayfası, 15a, 17b ve sonrası boştur. Defterde bazı kayıtların üzerinde
“mim” “dal” “cim” ve “ayın” harfleri konulmuştur. Asıl metin siyah; haşiyeler kırmızı,
kahverengi, mor ve mavi mürekkeple yazılmıştır. Bazı eşyanın üzerine “[1]127/1715”
tarihi düşülerek “mevcûttur müşâhede edildi” denildikten sonra bazılarına “ifrâz” bazılarına ise “mânde” denilmiştir. “İfrâz” edilenler defterden çıkarılmış; “mânde” denilenler de bırakılmıştır. Çıkarılanlar otuz üç, kalanlar altı kalem olup; çıkarılanların
nereye gönderildiği belirtilmemiştir. İfrâz ve mândelerin hepsinin yanına “sah” işareti
konulmuştur. Bunlardan bir kısmının ölçüsü veya ağırlığı belirtilmiştir. Diğer taraftan
mezkûr eşyadan sadece iki seccade satılmıştır.
İç hazineye teslim edilen eşyaların bazıları; padişahlara ve haremdeki sultanlara, kadın efendilere ve kadınlara verilmiştir. Yirmi bir kalemi padişahın tasarrufu
için hareme verilmiş; beş kalemi de yine padişaha eşya yapımı için bozdurulmuştur.
Padişahın kullanımına verilen on bir tane yüzük ve bir panzehir mühür vardır; diğerleri padişaha yapılacak kuşak, saat ve sorguç için bozulmuştur. Düğmelerin bir
kısmı bayramlık elbise yapımına sarf edilmiştir. Bunlardan beş kalemdeki eşya Hz.
Muhammed’in (sav) kabri Ravza-i Mutahhara’nın askısı ve kandili için bozulmuştur.
Dört kalem eşya da kaymakam Recep Paşa’ya Şaban 1098/Haziran Temmuz 1687
tarihinde rehine verilmiştir. Müsâhib Mustafa Ağa korumasına bırakılan bir saat kutusunun ise Şaban 1111/Ocak-Şubat 1700 tarihinde Harem’de zayi olduğuna işaret
edilmiştir. Buna ek olarak 1096/1685 tarihinde defterdeki on altı kalem altın ve otuz
sekiz kalem gümüş emtiadan sikke kestirilmiştir.21
Vâlide sultanların bu kadar mala sahip olmaları, oldukça yüksek bir geliri tasarruf etmeleriyle açıklanabilir. Zira bunlar, devletin en yüksek maaşını alıyorlardı. Turhan Sultan, kayınvâlidesi Kösem Sultan hayattayken, günlük 2.000 akçe onun vefatından sonra günlük 3.000 akçe almıştır.22 İç hazineden Turhan Sultan’ın 1077/16661667’de 6.000, 1078/1667-1668’de 7.000 altın aldığı görülmektedir.23 Ayrıca vâlide
sultanlara “başmaklık” adı altında has toprakların gelirleri veriliyordu. Böylece
21 17. yüzyılda savaşlarla birlikte daha da ağırlaşan malî bunalımlarda başvurulan bir yöntem, iç hazineden dış hazineye değerli altın ve gümüş eşyayı aktarmaktır. 1680’li yıllarda iç hazineden dış hazineye
taşınan para yılda ortalama 100 milyon akçenin üzerindeydi. Bkz. Şevket Pamuk, Osmanlı Türkiye
İktisadî Tarihi 1500-1914, İletişim Yayınları, İstanbul 2009, 5. Baskı, s. 168.
22 Yıldız, “Vâlide Sultan”, s. 495.
23 Kadir Arslanboğa, Osmanlı Devleti’nin İç Hazine Harcamaları (1649-1680), Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi Yayınları, Kasım 2014, s. 78-87.
270
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Turhan Sultan’ın yıllık geliri toplamda 12 milyon akçeyi buluyordu.24 Bundan başka vâlide sultanlara padişah, devlet görevlileri ve yabancı elçiler tarafından sunulan
hediyeler, onlar için önemli bir gelir kaynağıydı.25 Muhallefât defterine göre Turhan
Sultan’ın bıraktığı nakdî para 927.500 cedîd akçe26, 572 Macarî ve şerîfî altındır. 27
Bahse konu olan eşyaları aşağıda gruplandırmaya çalıştık. Vâlide Sultan’a has
olması sebebiyle zikri geçen eşyanın birçoğu değerli taşlarla ve çeşitli motiflerle süslenmiştir. Bunlar metin içerisinde görülebilir. Biz burada eşyanın adedini ve neden
yapıldığını belirtmeye çalıştık.
2.1. Değerli Taşlar ve Panzehir
Aşağıda görüleceği üzere birçok eşyanın içerisinde; zümrüt, akik, inci, firuze,
elmas, aynü’l-hirr28, la’l, yakut, yeşim, kehribar ve mercan kullanılmıştır. Bir taşın
değeri rengine ve ışığı yansıtma kuvvetine göre ölçülür. Elmas, zümrüt, aynü’l-hirr
ve yakut bunların en değerlileridir.29 Osmanlı Devleti’nde bu tür taşların birçoğu hem
mücevherât hem de tedavî maksatlı kullanılmıştır. Mesela, zümrütün şeytanî ruhları
uzaklaştırdığına ve görme bozukluklarını giderdiğine inanılmaktaydı.30
Panzehir, yılan sokmalarında suyu içirilen bir maddedir.31 Buna karşın aslı
“pâdzehr” olan bu kelime, ruhu ve bedeni zehirlerden koruyan anlamına geldiği gibi
taşlara dayalı oluşturulan devâlar için de kullanılır. Nitekim saray hekimi Şifâî Şaban
Efendi “Şifaiye” adlı eserinde, “dağ keçisi” denilen bir tür geyikten alınan panzehirin
oldukça makbûl olduğunu ifade eder. Bir de madenî panzehir vardır; boyuna bağlandığında veya yüzük olarak taşındığında zehirli hayvanlara karşı korur.32 Osmanlı
24 Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhisü’l-Beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân, (haz. Sevim İlgürel), Türk Tarih
Kurumu Yayını, Ankara 1998, s. 103.
25 Yıldız, “Vâlide Sultan”, s. 495.
26 Akçenin içeriğindeki gümüşün azalması nedeniyle, “akçe” tabiri, sadece eski parayı ifâde ettiğinden,
yeni basılan akçelerin başına “cedid”, “sağ” “kızıl” gibi kavramlar getirilmiştir (Pakalın, C. I, s. 34).
27 Buna “Macar filori veya dükası” da denilmektedir. Bir Macar altını 240 akçeye tekâbül etmektedir.
Robert Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, (çev. M. Ali Kılıçbay-Enver Özcan), Türk Tarih
Kurumu Yayını, C. I, Ankara 1990, s. 219; Şevket Pamuk, Osmanlı İmparatorluğunda Para’nın Tarihi,
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2007, s. 192-193.
28 Saf, beyaz, şeffâf ve nurlu taştır. Bu taş yakut ve elmasın da kaynak taşıdır. Kişi yanında taşıdığı zaman
ona afetlerin ulaşamayacağı söylenmektedir. Bkz. Muhammed bin Mahmut Şirvânî, Tuhfe-i Muradî,
(haz. Mustafa Argunşah), Türkiye Yazma Eserler Kurumu, İstanbul 2012, s. 67a-68b.
29 Bu taşların değerleri hakkında bkz. Aysen Atakul, Ceren Küçükuysal vd., Süs Taşları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Toplum ve Bilim Merkezi, Ankara 2007, s. 28-86.
30 Şirvânî, Tuhfe-i Murâdî, s. 51b-52a; Yine taşların inanılan bu tür faydaları için bkz. Yazıcızâde Ahmet
Bican, Dürr-i Meknûn, (çev. Necdet Sakoğlu), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999, s. 102; Atakul
vd, Süs Taşları, s 52.
31 Pakalın, C. II, 752.
32 Muhittin Eliaçık, “Şifaiyye Adlı Esere Göre Dağ Keçisi ve Yılanda Panzehir Özellikli Taşlar”, İdil
Dergisi, 01-05-02, s. 11-31.
271
Yusuf Sağır
toplumunda her an kendisine ihtiyaç duyulabilir anlayışıyla para keselerinde bir miktar panzehir bulundurulurdu.33 İşte bu defterde de bir panzehir mühür ile yüz yetmiş
altı adet niteliği belirtilmeyen panzehir zikredilmiştir. Bunlardan biri kuvvetlidir; bir
diğeri ise palheng34 tarzındadır. Panzehir parçaları kuşaklarda; panzehir düğmeler ise
seraser ve kaftanlarda kullanılmıştır. Ayrıca bir adet panzehir tesbih ve birçok tesbih
taneleri bulunmaktadır.
2.2. Mücevherât
Defterde; on bir adet yakut, elmas, zümrüt, ‘aynü’l-hirr ve firûze yüzük; altın,
elmas, yakut ve zümrütten yapılma on iki çift, dört tek bilezik; on üç altın, iki zümrüt
iğne, bir altın kolan, on küpe, dört küpelik, otuz adet de dizelik hürmüz inci vardır.
Eşyanın birçoğu incilerle süslenmiştir.
2.3. Güzel Kokular
Muhaleffatta, güzel koku kapsamında anlatılanlar öd-i mâverdî,35 anber-i
şemmâme36, normal anber ve misktir. Bunlar için bir porselen, bir de sevâdkârî37 denilen gümüş kurşunla özel bir şekilde yapılan kara kalem nakışlı, altından yapılmış iki
anberdân bulunmaktadır. Ayrıca, sadefkârî bir çekmece içinde on dört adet misk göbeği38 ve iki adet laden39 parçasından bahsedilmektedir. Güzel kokuların dağıtılması için
bir altın, üç gümüş, iki porselen ve üç bakır buhurdân40 kaydedilmiştir. Gülsuyu41 konu-
33 Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri, (haz. Kazım Arısan, Duygu Arısan Günay), Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, Ekim 2002, s. 277.
34 Atla kullanılan ve ata çektirilen bir tür kementtir (Şemseddin Sâmi, Kamûs-ı Türkî, İkdam Matbaası,
Dersaadet 1317, Tıpkı Basım: Kapı Yayınları, Ekim 2009, 4. Baskı, s. 347).
35 Hindistan bölgesinden getirilen kıymeti yüksek bir odundur ki yakıldığında hoş bir koku verir (Kamûs-ı
Türkî, s. 961). Mâverdî, ‘ûd ağacının bir türüdür. Osmanlı toplumunda iftara üç dakika kala odada ödağacı yakılır ve tesbihlere arasıra öd ağacı yağı sürülürdü. Anber de özellikle kahveyi kokulandırmak
için kullanılırdı. Bkz. Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 277.
36 Anber, adabalığının midesinden çıkardığı güzel kokulu siyah bir maddedir. Bu, Hind Denizi sahillerinin bazı sığ mahallerinde bulunur (Kamûs-ı Türkî, s. 953). Anberlerin top şeklindeki hali “şemmâme”
tabiriyle ifade ediliyor (Sir James W. Redhouse, Turkish and English Lexicon, Çağrı Yayınları, İstanbul
2006, 3. Baskı, s. 1335; Kamûs-ı Türkî, s. 766, Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 118).
37 Kamûs-ı Türkî, s. 813.
38 Bir cins ceylanın göbeğinden çıkan kokudur (Kâmus-ı Türkî, s. 1343). Misk göbeği, bohçalar ve havlular arasına konularak eve hoş bir koku yayılması sağlanır (Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 288).
39 Osmanlı’da laden; anber cinsinden, tütsü ve koku verici olarak kullanıldığı gibi yapıştırıcı, balgam
söktürücü, ve kabız hastalıklarında kullanılırdı ( Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 522).
40 Buhurların misk, kitre, ödağacı yağı, gül yağı ve kömür tozuyla yapılan çeşitli cinsleri vardır (Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 206).
41 Osmanlı’da misafire kahve ikramı yapıldıktan sonra mendiline gülsuyu damlatılır. D’ohsson, 18. Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Adetler, (çev. Zerhan Yüksel), Tercüman 1001 Temel Eser, s. 67.
272
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
lan dokuz adet gülâbdândan biri neceftir42, dibi ve burması mînâkârî43 ve zümrütlüdür;
diğeri bakır ve mertabanîdir.44 Buhurluk iki buçuk şişe sandal45 ve bir şişe şâhî vardır.
2.4. Ev Eşyaları
Perde: Defterde, on iki kapı, on pencere, üç hamam perdesi ve hangi amaca
yönelik olduğu belirtilmeyen on iki perde olmak üzre toplam otuz yedi perde bulunmaktadır. Bunlar; çuka, alaca, sandal, kadife, Acem dibası ve kutnî kumaşlardan
yapılmıştır. Beş adedi “Mardin Perdesi”dir.
Kutu: Yetmiş tane çeşitli nitelikleri taşıyan kutu zikredilmiştir; otuz ikisi el yağı
kutusu, on altısı normal yağ kutusu, ikisi macun kutusu ve başkaca kutular ki bunlar
şirmahi, sim, yemeni46, yaldız bakır ve kalaydandır
İbrik/Leğen: Deftere; bir gümüş, üç bakır, sekiz porselen ibrik; iki berber leğeni, dört abdest leğeni ve ibriği, ikisi altın beşi gümüş on dört adet leğen ve ibrik, iki
gümüş, sekiz bakır leğen kaydedilmiştir. Kaydedilenlerden dördü çeşitli büyüklüklerde çamaşır leğenidir.
Ayna/Dürbün: Biri endam aynası olmak üzere çeşitli boylarda bahsedilen on
sekiz aynadan biri altın kaplama, dördü de sadefkârîdir. Dürbün, on iki adettir; biri
yeşim üzerine küçük yakut ve zümrüt ile süslenmiştir.
Şişe: On üç adet şişe mevcuttur; dördü güzel koku; ikisi karanfil, biri alaca yağ ve
biri zanbak yağı şisesidir. Bunlardan başka seksen adet dürbün şişesi kayıt altına alınmıştır.
Hamam malzemesi: Terekede; beş hamam nihalîsi, beş hamam gömleği, iki havlu hamam düşmesi, iki düşme, üç altın, iki gümüş tas, beş yaldızlı bakır tas, iki hamam
bohçası, bir oturak, bir seccâde, iki bakır leğen, bir tepsi, üç hamam perdesi kayıtlıdır.
Diğer Eşyalar: İki bakır huni, kabzası altın kaplı bir keser, bir adet gümüş örme
sepet, iki adet Mısır süpürgesi, bir altın el makası, iki bakır ve iki demir makas, altı
çekmece, yirmi üç adet çiçeklik, iki adet saksı.
2.5. Mutfak Eşyası
Yekmerdî47: Mutfak araçları içerisinde en fazla sayılan “yekmerdî” yüz on üç
adettir. Bunlar; Çin işi, mertebanî, taş, taşlıca ve bakırdandır. Bazıları süslenmiş, na-
42
43
44
45
46
Necef şehrinde çıkarılan bir cins billur taş (Kamûs-ı Türkî, s 1454-1455).
Madenler üzerine vurulan renkli ve nakışlı cam tabakası (Kamûs-ı Türkî, s. 1444).
Martaban’da yapılan yeşilce sırlı seramik ( Barkan, Tereke Defterleri, s. 476).
Hindistan’dan gelen kokulu ağaçtır. Beyaz renklisi makbuldür (Pakalın, C. III, s. 122).
Bir tür dülbend bezdir (Reşad Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Doğan Kitap,
İstanbul 2015, s. 248).
47 Narh Defteri’nde yeğmerdî şeklinde okunmuştur (Yücel, 1640 Esʻâr Defteri, s. 53). Bu kelime ile tek
kişiye yetecek kadar bir ölçü kastedilmiş olabilir. Bkz. Robert Dankoff, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi
Okuma Rehberi, (çev. Semih Tezcan), YKY, İstanbul 2008, s. 241.
273
Yusuf Sağır
kışlanmış ve yaldızlanmıştır. Renkleri ise daha çok beyaz ve sarıdır; bir kısmı kapaklı
bir kısmı da kapaksızdır.
Tabak/Tas/Kâse: Mertabanî tarzında küçük ve orta boy yirmi yedi tabaktan başka;
iki billur, bir yeşim, iki taşlıca ve üç sade, dokuz porselen, bir pervâzı minalı ve içi yeşil tabak vardır. Üç altından, bir gümüşten, yirmi altı adet de bakırdan, hoşaf, yoğurt, yemek ve
kahve tasları bulunmaktadır. On dokuz adet zikredilen kâselerin birçoğu Çin porselenidir.
Bunlar çeşitli büyüklüklerde beyaz, sarı ve laciverttir; bir kısmı da nakışlıdır.
Kaşık: Niteliği belirtilmeyen beş adet şirmahî, üç kemik; on üç ceviz ve kemik karışımı, on normal, iki kemik saplı, iki zümrütlü -içinde altın kaplama da var-, bir adet sapı
altın kaplı sadef, siyah renkli sekiz yemek kaşığı; nakışlı beş hoşaf kaşığı mevcuttur.
Tepsi/Tencere/Tava: Normal elli üç tepsiden başka; on yedi adet kahve tepsisi
vardır. Altın, gümüş, bakır ve tunçtan yapılan tepsilerin bir kısmı yaldızlıdır. Otuz iki
adet bakırdan küçük orta boy tencere ve bakırdan mamul on altı kapak; ayrıca biri
kulplu beş bakır tava vardır.
Sofra/Bardak: İkisi sırma işlenmiş atlastan ve on dokuzu bez ve boğasıdan
sofra vardır. Yirmi iki adet bardakların kimisi kulplu kimisi kulpsuzdur; bunlar; taş,
billur, necef ve taşlıcadan yapılmadır.
Kahve Malzemesi: Defterde; içi minakârî bir altın kahve testisi, dört altın kahve bakracı, ayaklı bir altın kahve tabağı, bir altın, üç bakır kahve tepsisi, biri altın
dördü gümüş on beş kahve ibriği, bir kahve tası, gümüşten bir, bakırdan on üç kahve
altı tepsisi zikredilmektedir. Kahvenin bir parçası olan tabaklı ve tabaksız fincanlar
ise çok özel süslemeleri hâizdir. Bunlar; tabaklı dört taşlıca; kırk bir porselen –on
dokuzu tabaklı-, dört taş, bir gergedan, iki yeşim; iki yemeni; bir arakan, dokuz yeni
maden Sakız, bir bakır fincandır. Fincanlardan biri üç güllü ve üç bayraklıdır. Bir de
gülâbdânlı üçlü porselen bir fincan seti ile otuz altı fincan tabağı vardır. Ayrıca misafire özel otuz iki adet fincan kayıt altına alınmıştır.
Diğer Mutfak Gereçleri: İki bakır bakraç, beş bakır kevgir, bir süzgü; bir bakır sürahi, satıl48 diye isimlendirilen beş bakırdan ve bir gümüşten su kapları, yirmi üç bakır güğüm; dört yemek sinisi ve farklı amaçlar için dört sini –biri altın-, otuz dört normal kapaklı
sahan, on iki altın, bir gümüş kapaklı sahan, otuz sekiz küçük sahan, iki altın ve bir bakır
matara, altından bir, gümüşten beş, bakırdan kırk üç maşraba -on üçü kapaklı otuz altısı
kapaksız-; on üç bakır kavanoz, iki bakraç, on beş ahşap aşura kepçesi, Şam alacası eski
bir sofralık, bir süzgü, on altı hasır kapak, bir altın iskemle, bir bakır iki sadefkârî yemek
iskemlesi49; bir altın, bir gümüş, beş Çin porseleni hatayî50 motifli tuzluklar.
48 Kulplu su kabı, büyük su tenekesi (Barkan, Tereke Defterleri, s. 477).
49 Sofralar bunların üzerine konulmaktadır (Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 116).
50 Hatayî motifi Osmanlı’da en çok kullanılan motiflerden biridir. Bu motif Çin Türkistan’ından gelmedir. Buna göre çeşitli çiçekler usluplaştırılmıştır. Bkz. Zeki Tez, Tekstil ve Giyim Kuşamın Kültürel
Tarihi, Doruk Yayınları, İstanbul 2009, s. 66; Pakalın, C. I, s. 765.
274
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
2.6. Mefruşat
Defterdeki mefruşât ve giyim-kuşam eşyasında birçok kumaş çeşidi vardır:
Bunlar; atlas51, diba52, dimi53, suf54, dülbend55, serâser56, yemeni57, serenk58, Bursa
çekmesi59, hare60, hatayî61, kadife62, tiftik, kutnî63, keçe, germesud64, sandal65, Acem
dibası, Şam alacası, Trabzon bezi66, Bursa çatması67, çuka68, Londrine çuka69, boğası70,
darayî71, bürüncük72, bezdir. Sözü edilen bu kumaşların bir kısmı saraydaki ehl-i hiref
teşkilatına mensup terzilere;73 bir kısmı da saray dışındaki terzilere diktirilmekteydi.74
Turhan Sultan’ın sarayda bulunduğu 1670’li yıllarda iki yüz on iki terzi görev yapmaktaydı.75
51 Atlas, ipekten dokunan elbiselik bir kumaştır (Koçu, Türk Giyim, s. 23-24; Pakalın, C. I, s. 111).
52 Diba, çiçek nakışları dokunmuş bir lüks ipekli kumaşın adıdır (Pakalın, C. I, s. 449). Muhallefât defterinde birkaç çeşidi zikredilmiştir. Bunlar; Acem, Şam ve Frengî’dir.
53 Dimi, gayet sık dokunmuş bir kaba bezin adıdır (Koçu, Türk Giyim, s. 97).
54 Suf, keçi kılından yünden dokunmuş kumaşlara denir (Pakalın, C. III, s. 241; Koçu, Türk Giyim, s.
211).
55 Tülbent, pek ince beyaz bir bezdir ( Koçu, Türk Giyim, s. 104).
56 Seraser tabiri, ipekli baştanbaşa her tarafı altın gümüş tellerle işlenmiş kıymetli kumaşlar için kullanılır
(Koçu, Türk Giyim, s. 207).
57 Üzerinde çeşitli motiflerin bulunduğu tülbent bezin adıdır (Koçu, Türk Giyim, s. 248).
58 Üç rengi içinde barındıran işlenmiş kumaştır (Barkan, Tereke Defterleri, s. 477).
59 Bursa çekmesi, bir çizgisi ipek, bir çizgisi iplik ve yollu yollu dokunan bir kumaşın adı Bursa’da dokunduğu için bu adla anılmıştır (Pakalın, C. I, s. 248).
60 Hare, yün gibi dalgalı bir kumaştır (Pakalın, C. I, s. 739).
61 Hatayî, eski bir ipekli kumaşın adıdır; bunların çeşitli renkleri vardı (Pakalın, C. I, s. 766).
62 Kadife; ipek, pamuk yahut yünden yüzü tüylü kumaşlara denir (Koçu, Türk Giyim, s. 142).
63 Kutnî, pamuklu dokumaları ifade etmek için kullanılır; daha çok doğuya özeldirler (Pakalın, C. II, s.
333; Koçu, Türk Giyim, 166; İnalcık, Tekstil Tarihi, s. 103-105).
64 Germesud, bir çeşit ipekli kumaşa denir (Dankoff, Evliya Çelebi, s. 116; Koçu, Türk Giyim, 128).
65 Sandal, ipek ve pamuk karışımı kumaşları ifade için kullanılır (Pakalın, C. III, s. 122).
66 İç gömlek ve iç donların yapıldığı çamaşırlık kaba bez (Koçu, Türk Giyim, s. 234).
67 Çatmalar, gayet sağlam dokunan kabartma çiçekli ipek kadifelerdir (Pakalın, C. I, s. 332).
68 Çukalar, yünlü erkek elbisesidir (Koçu, Türk Giyim, s. 88).
69 17. yüzyılda batıdan doğuya ihracat artmış; böylece Londra çukaları Osmanlı pazarına girmiştir (Tez,
Tekstil ve Giyim, s. 74).
70 Boğası, pamuk ipliğinden dokunan bir çeşit bezdir (Koçu, Türk Giyim, s. 47-48).
71 Darayî, İran’dan ithal edilen çeşitli renkleri üzerinde barındıran kumaşın adıdır (Koçu, Türk Giyim,
92). Buna karşın metin içerisinde Venedik darayîsinden de bahsedilmektedir (vr. 7b).
72 Bükülmüş ipekten kıvırcık olarak dokunan çamaşırlık bezlerden birinin adıdır (Pakalın, C. I, 250).
73Tez, Tekstil ve Giyim, s. 60, 67.
74 TSMA, D. 10457.125.
75 İnalcık, Tekstil Tarihi, s. 255.
275
Yusuf Sağır
Kumaş Parçaları: Güllü İran dayrası, dokuz top yemeni, iki top suf, bir top telli
serenk ve bir top sade serenk, doksan altı parça çeşitli astar76, on yedi parça telli çekme
ve bürüncük, iki top kenarlı bürüncük, dört top tülbent, dört top telli hare, dokuz top
telli kadife, elli adet mor ve sade düz kadife, iki tiftik kebesi77, on yedi İran keçesi, üç
Selanik keçesi,78 on yedi telli germesud, doksan arka şalı -bunlardan sekizi yarımdır-;
yirmi dokuz parça sade kutnî, on iki parça kutnî putadarî79, altı parça Şam alacası80, bir
top Bursa çatması, kırk altı adet Londrine çuka donluk, altmış altı parça entarilik, İran
ve Şam ipeği altı parça donluk, yedi top gömleklik bez, on iki top kenarlı bürüncük
bez, üç top Trabzon bezi; yedi adet beyaz boğası, bir top boyalı şerbetî.
Nihâlî81/Seccâde: Toplamda kırk iki adet çeşitli nihalîlerin dördü hamam, on
altısı yatak, biri döşek nihalîsidir. Yirmi beş adet zikredilen seccâdeler; alaca, şal ve
çuka kumaşlardan yapılmıştır.
Makrama82: Çeşitli kumaşlardan; kahve, abdest, mahalle, el ve diz için dokunan dokuz yüz kırk bir adet makrama vardır.
Futa83/Örtü: Defterde, iki Sakız abdest futası, on iki beyaz ve renkli Bursa abdest futası ve bir tane kılabdan işlemeli abdest futası mevcuttur. Farklı kumaşlardan
yapılan ve çeşitli alanlarda kullanılan örtülerin sayısı ise altmıştır.
Diğerleri: Kırk dokuz adet yastık; yirmi iki yorgan, yirmi bir diz yorganı84 mevcuttur. Bunlar yemeni, sandal, bürüncük, kutnî gibi kumaşlardan genellikle kılabdan
işleme ile yapılmıştır. Üç çarşaf, üç seraser kolan, çeşitli kumaşlardan yapılmış yüz
dört adet bohça, yatak ve yorganların konulduğu iki “firâşhâne”85, üç telli kadife, iki
hare, bir atlas ve bir eski minder; farklı kumaşlardan on altı mekʻad86; munakkaş atlas,
bürüncük ve sandaldan yapılmış on bir cibinlik, iki bin yedi yüz on altı düğme, yüz
on bir adet şerbetî.
76 Anadolu’nun birçok yerinde yapılan bu kaba pamuklunun çeşitli kaliteleri vardır (İnalcık, Tekstil Tarihi, s. 126).
77 Yere serilen yünden kaba abaya denir (Kamûs-ı Türkî, s. 1143).
78 Selanik ve Acem keçeleri yaygı olarak kullanılır (İnalcık, Tekstil Tarihi, s. 60).
79 Dokuma tezgâhında enine atılan ipliğe “puta”denir (Barkan, Tereke Defterleri, s. 477).
80 İpek-pamuk karışımı bir tür kumaştır. Bkz. İnalcık, Tekstil Tarihi, s. 102-103.
81 Nihâlî, gerçekte fidan dallarından yapılan ve seferde yemek sahanları altına konulan dâirevî şeye denebileceği gibi yatak, döşek ve döşenecek nesneye de denir (Kamûs-ı Türkî, s.1477; Pakalın II, s. 693.
82 İşlemeli el bezi (Kamûs-ı Türkî, s. 1390).
83 İş esnasında veya hamamda bele bağlanan ipek peştamal (Kamûs-ı Türkî, s. 1008).
84 Yaz kış nezle vb. rahatsızlardan korunmak için dizlere örtülür (Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 115).
85 Yatak konulan bir tür eşya (Tahsin Yazıcı-Mehmet İpşirli, “Ferrâş”, DİA, C.12, İstanbul 1995, s. 408409).
86 Minder üzerine atılan örtülere denir (Pakalın, C. II, s. 393).
276
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
2.7. Giyim Kuşam
Tesbih: Defterde, panzehir olarak kullanılan iki yüz kırk dört tesbih tanesi, incili
kırmızı akikten bir tesbih; beş yüz incili bir tesbih, iki adet zümrüdden tesbih imâmesi
kayıtlıdır.
Saat/Asa: Yirmi beş adet zikredilen saatlerden beşi akreb, biri altın çalar, altısı
çekmece saati, biri yemeni, yedisi kalkan, biri ayna ve ikisi asmadır; türü belirtilmeyen diğer iki saatten biri altın ve bir diğeri minakârîdir. Vâlide Sultan’ın farklı nitelikteki yedi asasından ikisi hezârân ağacından87 yapılmıştır; biri Keyvanoğlu işi, biri
Hind işi, biri boyama, biri çevgan tarzında kemik ve biri de sadefkârîdir. Her birinin
kabzası ise değişiktir.
Kürk/Kaftan: Kürk, Osmanlı devlet adamları ve saray kadınları tarafından her
mevsimde giyilirdi. Kürklerin değişim vakti padişahın kürkünü değiştirmesiyle olurdu.88 Deftere otuz samur89; on küçük üşek/vaşak90 ve on iki kakım kürk kaydedilmiştir.
Yüz on bir adet sayılan kaftanlardan bazıları düğmeli bazıları da düğmesizdir. Düğmeler genelde minakârî, altın veya panzehirdir. Kumaş tipleri bürüncük, telli bürüncük, sade, germesud, hatayî, seraser ve alacadır. Bir kısmı da şal şeklindedir.
Diğerleri: Elmaslı bir pençe sorguç91, iki adet sorguçluk tel -biri incilidir-; beş
kuşak kolanı; on altı çengâl, bir sürme, üç çivili, dört normal kemer; bir elmas, üç altın kemer kuşak; yirmibeş tülbent, iki kılabdanlı tülbent örtüsü; telli germesud on iki,
telli hatayî on, alaca sandal dört şalvar; samur kuyruğu on kalpak; farklı niteliklerde
yüz altmış dokuz gömlek; Acem ve Şam ipeğinden dokunmuş yirmi entari ve seraser
panzehir düğmeli on dört entari, düğmesiz seraser beş entari; farklı kumaştan beş
bürde/hırka; sırma işleme çuka bir adet evcak yaşmağı92; otuz şerbetî başbağı; on bir
adet yağ destmal93, bir bohça elbezi, dördü mukavva ikisi sim altı adet sürmedân94; bir
kırmızı ipek Cezayir ihramı,95 beş ihram, iki fildişi zarfı gözlük, bir adet incili cüzdan, kullanılmış bir çanta, beş sarık biri telli; sadefkâri iki çift naʻlîn96, içinde birçok
87 Sıcak iklimlerde yetişen uzun yapraklı bir cins kamış; kulübe, çit ve sandalye imalinde kullanılır
(Kamûs-ı Türkî, s. 563). Osmanlı asaları kızılcık, kızılağaç veya hezâran ağacından yapılmaktaydı (
Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 145).
88 D’ohsson, Örf ve Adetler, s. 90-91.
89 Samur, Sibirya’da yaşayan bir hayvandır ki kürkü hayli makbuldür (Kamûs-ı Türkî, s. 735-736).
90 Küçük vaşak kürke denir (Barkan, Tereke Defterleri, s. 478).
91 Saray kadınları balıkçıl tüyü sorguç padişahı takliden takarlardı (D’ohsson, Örf ve Adetler, s. 97).
92 Kadınların sokakta ferâce giydikleri zaman yüzlerini kapattıkları ince beyaz tülbent (Kamûs-ı Türkî, s.
1530; Yücel, 1640 Esʻâr Defteri, s. 58).
93 Elbezine destmal denir (Pakalın, C. I, s. 433).
94 Sürmedanlar küçük hokka biçimindeydi (Koçu, Türk Giyim, s. 215).
95 Cezayir ihramları kışın yorganların üzerine örtmek ve yazın da mesire yerlerine sermek amaçlı kullanılmaktadır (Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 115, 118).
96 Doğrusu naʻleyn’dir; Osmanlı’da naʻlîn deniyordu. Bir çift ayakkabı veya hamamda ayakyolunda
vesâir sulu mahallerde giyilen tahtadan yüksekçe tasmalı ayakkabı (Kamûs-ı Türkî, s. 1465).
277
Yusuf Sağır
değerli taş parçalarını bulunduran üç yelpaze ve on dört sineklik97; kabzaları yeşim,
panzehr, zümrüt, elmas ve yakuttan beş bıçak ve altı tane som98 hançer99 bağı.
2.8. Yazı Malzemeleri
Vâlide Sultan’ın kırk kalemiyle iki kalemtraşı bulunmaktadır. Bunlara ilâveten
hokka ve kalemin muhafazasında kullanılan yakutlu bir diviti100 vardır. Mürekkebin
konulduğu iki adet hokka mercan ile süslenmiş ve bakırdandır. Yazı sonunda mürekkebi kurutmak için kullanılan bir tür malzeme olan rîkten101 bir miktar vardır. Kâğıt
ise yirmi yedi parça “İstanbul tabakı” ndandır.102
2.9. Isı Malzemeleri ve Aydınlatma
Eskiden evlerin ısıtılması mangallarla sağlanırdı.103 Deftere göre mangal/
ateşdânların üçü gümüş, yedisi bakırdır; biri de sîm kaplıdır. Aydınlatma için bir adet
porselen sirâcî/kandillik, iki altın, beş gümüş, iki pirinç, beş bakır şamdan ve iki gümüş, dört bakır fener vardır. Bunlara mumlar bırakılır; üzerlerine de fânuslar konurdu.104 Defterde bir miktar kırmızı bal mumundan; dört fânustan ve bir fânûs iskemlesinden bahsedilmektedir.
2.10. At Takımları
Terekede, eğer örtüsü olarak isimlendirilen beş zilpûş105, dört eğer takımı ki bunlardan biri törenler içindir; iki gümüş üzengi, telli bir at sorgucu, yakut ve elmas ile
süslenmiş bir toplu örtme, bir at örtüsü, üç eğer ve üç at gemi mevcuttur.
Şimdiye kadar yukarıda özet halinde verilen eşyanın ayrıntılı evsâfı, muhallefât
defterinin transkribe edilmiş metni içerisinde aşağıda açıklanmaktadır.
97 Yelpaze ve sineklikler yazları serinlemek ve sinekleri kovmak amacıyla hanelerde kullanılırdı. Saray-ı
hümâyûn için yapılanlar oldukça süslü idi (Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, 230-231; D’ohsson, Örf ve
Adetler, s. 98).
98 Bıçak ve buna benzer aletlerin saplarının yapımında kullanılan balık dişidir (Kamûs-ı Türkî, s. 842).
99 Padişahlar, kadınlar ve mühim şahısların eşleri süslü bıçak ve hançer taşıyorlardı (D’Ohsson, Örf ve
Adetler, s. 96).
100Pakalın I, s. 468.
101Kamûs-ı Türkî, s. 678.
102İstanbul tabakı, o dönemde kullanılan en meşhur kâğıtlardan biriydi (Evliya Çelebi, Seyahatname,
(haz. Robert Dankoff-Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı), C. 1, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2006, s.
330-331; Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 204-205; Yücel, 1640 Esʻâr Defteri, s. 11).
103Abdülaziz Efendi, Osmanlı Adet, s. 554.
104Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 205.
105Doğrusu zîn-pûş şeklinde yazılmaktadır (Redhouse, s. 1011; Pakalın, C. III, s. 663).
278
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
3. Turhan Sultan’ın Muhallefât Defterinin Çeviri Metni106
[1b] Merhûme ve meğfûrun-lehâ vâlide sultân –tâbet serâhâ- hazretlerinin
Sofya nâm menzilde hazînedâr musâhib Ali Ağa yediyle gelüb saʻâdetlü ve dârü’ssaʻâdeti’ş-şerîfe Ağası hazretleri maʻrifetiyle teslîm-i hazîne-i Enderûn-ı Hümâyûn
olınan metrûkesidürki bi-resmihi zikr olınur fî 5 Şehri Zilkaʻde 1094 [26 Ekim
1683]:
Cins
Aded
Kıtʻa
Açıklama
Şeşhâne107 sarı yakut kebîr hâtem
1
37,5 kırat108
Ateşî sarı yakut şeşhâne kebir hâtem
1
24,5 kırat
Bir yüzü şeşhâne ve bir yüzü tahte
kebîr elmas hâtem
1
30 kırat
Şeşhâne müdevver kebîr elmâs hâtem
1
36 kırat
Defʻa müdevver şeşhâne elmâs hâtem
1
17 kırat
Damla109 kebîr zümürrüd hâtem
1
32 kırat 1 Buğday110
Defʻa damla kebîr zümürrüd111 hâtem
1
23 kırat
Damla yakut sağîr hâtem
1
7 kırat
Yakutî ʻaynü’l-hirr hâtem
1
8,5 kırat
Panzehr mühr
1
Pîrûze hâtem
2
Bâlâda zikr olınan on bir kıtʻa hâtem
ile bir kıtʻa panzehr mühr istiʻmâl-i
hümâyûn içün harem-i şerîfe
teslîm olınub kuşak defterine kayd
olınmuşdur Fî 12 Muharrem 1095 [31
Aralık 1683]
106Metin içerisinde okunamayan yerler … üç nokta ile gösterilmiştir.
107İçi altı köşeli nesneye denir (Kamûs-ı Türkî, 777; Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 553).
108Dört keçiboynuzu çekirdeğinden ibâret vezin olub, yirmi dördü bir miskâl eder; 0,2 gr (Kamûs-ı Türkî,
s. 1124).
109Saf, katıksız, makbul ve güzel olana denir (Kamûs-ı Türkî, s. 870).
110Bir ölçü birimi; kıratın dörtte biri 0,05 gr (Pakalın, C. I, s. 245).
111Yaygın kullanımı, “zümürüd”dür. Yeşil renkli kıymetli taştır (Kamûs-ı Türkî, s. 686).
279
Yusuf Sağır
Cins
Aded
Kıtʻa
Açıklama
Mor kadîfe üzre altun paftalı112 ve her
paftasında yâkût ve zümürrüd üçer
taşlı ve kapağı ortasında yedi elmâslı
çâr köşe sâʻat kutusı
1
Müsâhib Mustafa Ağa hıfzındadır.
Harem-i şerîfde zayiʻ olmuşdur Şaban
1111
Çârkûşe kapağı zümürrüdlü ve
pîrûzeli hurde elmâs ile murassaʻ
zenciri incü ve yakûtlu altun sâʻat
1
Yakut 41, İnci 49, Sağîr zümürrüd 3.
Ba-hatt-ı hümâyûn saʻâdetlü başkadın
hazretlerine ihsân olınmışdur fî 22 L
[10]98113
Serâpâ yeşil minâkârî zenciri incü ve
yâkûtlı gâyet sağîr saʻât
1
İnci 18, Yâkût 11
Serâpâ elmâs ile murassaʻ Firenk işi
akreb saʻât
1
Tek altun zencirlidir
[2a]Serâpâ zümürrüd ile murassaʻ
ʻakreb altun saʻât
1
Altun tek zencirlidir
Yeşil ve etrâfı aşağı metalî hurde
elmâs ile murassaʻ ʻakreb saʻât
1
Altun tek zencirlidir
Sarı mînâkârî kapağı hurde elmâslıca
ʻakreb saʻât
1
Altun tek zencirlidir
Mavi ve beyaz yazma mînâkârî ve
bakır akreb sâʻat
1
Yeşil ve pervâzı yazma mînâkârî sîm
‘akreb sâ‘at
1
Altun zencirlidir
Yeşil ve yazma mînâkârî çalar altun
sâ‘at
1
Altun zencirlidir
Billur114 zarflı etrâfı hurde almaslı
‘akreb sâ‘at
1
Kapağı billur ‘akreb sâ‘at
1
Yemenî sâ‘at zarfı
1
Kırmızı ve beyaz mînâkârî altun zarf
1
Altun sâ‘at zenciri
4
Pîrûzeli altun sâ‘at, zenciri tek
1
22 Dirhem
112Pafta, ayrı ayrı levhalar halinde yapılan ve üzerleri elmaslarla süslenen ve birbirine eklenen eski altın
ve gümüş kemerlerin her bir parçasının adıdır (Koçu, Türk Giyim, s. 190).
11331 Ağustos 1687. Bu sırada IV. Mehmet tahttadır; başkadını Emetullah Gülnûş Sultan’dır. Çağatay
Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2001, s. 65-67.
114Necef taşı gibi şeffâf ve parlak olan taş; bunu takliden yapılan has cam (Kamûs-ı Türkî, s. 302).
280
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Kırmızı mînâkârî habbeli sâ‘at,
zenciri tek
1
Sîm kafesli mînâkârî sîm pullu
sadefkârî şeşhâne kutu
1
Panzehr
172
Tenzûh115 hatâyî
323
Som hançer bâğı
6
Açıklama
Defʻa defʻa cümlesi harem-i şerîfe
virilmişdür bâ hatt
Ellişer bin olmak üzre cedîd akça kese 10
500.000 cedîd akçe
Kırk beşer bin olmak üzere cedîd akçe
6
kese
270.000 cedîd akçe
Kırkar bin olmak üzere cedîd akça
kese
120.000 cedîd akçe
3
[2b] Merhûme ve meğfûrun lehâ devletlü vâlide sultan -tâbet serâhâ- hazretlerinin metrûkesinden Edirne Serâyında mevcûd bulunub sa‘âdetlü dârü’s-sa‘âde ağası hazretleri ve hazînedâr Ali Ağa hazretleri ma‘rifetiyle tahrîr olınan cevâhîr vesâir
eşyâlarıdur ki beyân olınur
Cins
Aded
Kıtʻa
Açıklama
Göbek ortası bir kebîr la‘l ve la‘l
etrâfı sekiz sağîr elmas ve göbek etrâfı
sekiz vasat elmas ve altışar elmaslı
altı pafta ve üçer elmaslı iki pafta on
1
iki kebîr ve dört vasat delikli la‘lli ve
yüz on dokuz hürmüz incüli çengâl
kuşak
Devletlü vâlide Sultan hazretlerine
ihsân olmağın hazinedâr vekîli
Musâhib Beşir Ağa yediyle tesellüm
olınmışdur fî 25 Şaban 1106116
Göbeğinde delikli bir kebîr zümrüd ve
etrafında iki sıra kırk dört sağîr elmas
altı kebîr ve on sekiz sağîr delikli
zümürrüd ve yetmiş yedi hürmüz incü
ile müzeyyen çengâl kuşak
1
Berây-ı istiʻmâl-i hümâyûn
müceddeden yapdırılan alay kuşağı
maʻa kolanı içün bozılmışdur S 1120
Kenârları mâvi ve beyaz mînâkârî ve
orta göbeği şeyrak? elmaslı pafta ve
iki pafta samsa resimli şeyrak elmaslı
mecmû‘ı iki yüz on yedi elmas ile
murassa‘ çengâl kuşak
1
Rehîne verilmişdür be-dest-i kâim-i
makâm Recep Paşa hazretleri fî Ş
[10]98
115Bu kelimenin ne olduğu tespit edilemedi.
11610 Nisan 1695. Bu tarihte II. Ahmet tahttadır; onun vâlidesi Hatice Muazzez Sultan’dır.
281
Yusuf Sağır
Aded
Kıtʻa
Açıklama
1
Rehîne verilmişdür be-dest-i kâim-i
makâm Recep Paşa hazretleri fî
Ş [10]98. Bu kuşak yine rehîne
verilmeyüb yine gerü gelmişdür fî Z
[10]98. Berây-ı istiʻmâl-i hümâyûn
harem-i şerîfe teslîm olınmışdur N
1117
Göbeği müdevver ve üç paftalı
doksan altı şeyrak elmas ile murassaʻ
çengâl kuşak
1
Ba-hatt-ı hümâyûn nefs-i hümâyûn
içün hareme teslim olınub kuşak
defterine kayd olınmışdur fî 4 Zilkaʻde
[10]97
Beş sağîr kubbeli ve kubbe etrafı ve
pervâzı kırmızı mînâlı müşebbek yüz
yigirmi sekiz vasat ve sağîr hurde
elmaslı ve elli dokuz hurde yakut ile
murassaʻ çengâl kuşak
1
Rehîne virilmişdür be-dest-i kaim-i
makam Recep Paşa hazretleri fî Ş
[10]98
1
1109 Rebiʻulevvel fî 5, hazinedâr
Yusuf Ağa marifetiyle hazînedâr
vekili müsâhib Beşir Ağa yediyle
harem-i hümâyûn hazînesine teslîm
olınub lâkin orta göbeği hazînede
mahfûz kalmışdır. Mezkûr kuşak
gene girüye gelüb dahîl-i hazîne-i
hümâyûn olınmışdur fî 7 L 1110.
Berây-ı istiʻmâl-i hümâyûn mücedden
yapdırılan alây kuşağı maʻa kolanı
içün bozılmışdur Ş 1120
Cins
Orta paftası Hind işi ve ortasında bir
kebir tahte elmas ve na‘l ve simli ve
iki paftası şeyrak yüz yigirmi sekiz
elmas ile murassa‘ çengâl kuşak
Orta göbeği kırmızı ve yazma mînalı
yedi vasat ve altı sağîr ve altı hurde
elmas ve dört kebîr ve on bir sağîr ve
kırk dokuz hurde delikli zümürrüd ile
müzeyyen çengâl kuşak
[3a] Kırmızı ve cengârî ve yeşil
mînâlı göbeği kubbe ve üç paftalı otuz
1
vasat ve kırk sekiz sagîr ve serâpa
hurde elmas ile murassa‘ çengâl kuşak
Rehîne virilmişdür be-dest-i kaimimakâm Recep Paşa hazretleri fî Ş
[10]98
Yeşil ve beyaz ve siyah ve mavi
mînâkârî orta göbeğinde on dokuz
elmas ve on iki hurde damla yakut
ve iki paftasında yüz kırk sekiz vasat
ve sağîr ve hurde elmas ile murassa‘
çengal müşebbek kuşak
1
Rehine virilmişdir be-dest-i kâim-i
makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş
[10]98. Bu kuşak rehîne virilmeyüb
yine girü gelmişdir fî Zâ [10]98.
Berây-ı isti‘mâl-i hümâyûn
müceddeden yapdırılan çeleng tarzı
sorguç içün bozılmışdur Zilkaʻde
1117
Altı gül üzre altışar elmaslı ve pervâzı
yigirmi altı sağîr damla yakutlu ve
kenarı siyah mînâkârî sağîr mevzûn
kıt‘a çengâl kuşak
1
Nefs-i hümâyûn içün harem-i şerîfe
teslim olınub kuşak defterine kayd
olınmışdur fî 25 Şehr-i S 1095
282
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Açıklama
Zemîni yeşil ve beyaz ve pervâzı
siyah ve mînâlı ve orta sürme paftası
üç güllü mavi mînâlı üç sırada otuz
iki elmas ve yigirmidört hurde damla
yakut üzre güllerde on beş ve sağîr ve
hurde elmas ile murassaʻ sürme kuşak
1
Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i
makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş
[10]98
Kırmızı ve siyah ve yazma mînâkârî
üç kabara117 güllü müşebbek üç vasat
ve otuz altı sağîr ve altmışaltı hurde
elmas ile murassa‘ çengâl kuşak
1
Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i
makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş
[10]98
Kırmızı ve yeşil ve yazma mînâkârî
müşebbek üç kabara güllü ve orta
kabarada bir vasat ve yigirmi iki sağîr
ve otuz altı hurde elmas ile murassa
çengâl kuşak
1
Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i
makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş
[10]98
Kırmızı ve yazma mînâkârî ve pervâzı
siyah mînâlı üç kabara güllü otuz
yedi vasat ve on altı sağîr elmas ile
murassa‘ çengâl kuşak
1
Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i
makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş
[10]98
Kırmızı ve yeşil ve yazma ve pervâzı
çengârî mînâlı orta güllerde üç vasat
ve yigirmi sekiz vasatça ve yigirmi
sağîr ve altmış hurde elmas ile
murassa‘ çengâl kuşak
1
Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i
makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş
[10]98
Kırmızı ve yeşil beyaz ve kenarı siyah
mînâkârî orta göbeği kubbe üç paftalı
1
dokuz ve vasat ve otuz bir sağir elli
hurde elmas ile murassaʻ çengâl kuşak
Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i
makâm Receb Paşa hazretleri fî şehr-i
Şaʻbân 1098
[3b] Zemîni yeşil ve beyaz ve kırmızı
minâkârî resm-i satranc otuz sekiz
vasatça ve pervâzı yüz dört hurde
elmas ile murassaʻ çengâl kuşak
1
Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i
makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş
[10]98
1
Bâ-hatt-ı hümâyûn nefs-i hümâyûn
içün harem-i şerîfe teslîm olınub
kuşak defterine kayd olınmışdur fî
şehr-i Zilkaʻde [10]98
1
Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i
makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş
[10]98. Bu kuşak rehîne virilmeyüb
yine girü gelmişdür fî Zâ [10]98
Üç paftalı orta paftası bir kebir
hörgüçlü zümürrüdlü ve iki paftası
bir kebir şeşhâne zümürrüdlü ve üçer
vasat ve on altışar sagîr elmas ile
murassa‘ çivili kuşak
Orta göbeği kırmızı ve yeşil ve beyaz
mînâkari altı vasat ve beş sağîr ve beş
hurde elmas ve iki paftası feranbat
yakut ile murassa‘ çengâl kuşak
117Her türlü ev eşyası ve çeyiz üzerinde yapılan oymalı çiçeklere verilen addır (Pakalın, C. II, s. 113).
283
Yusuf Sağır
Aded
Kıtʻa
Açıklama
Üç paftalı orta paftasında bir kebîr
tahte gök yakut ve altı sağîr elmas ve
iki paftası yigirmi iki sağîr elmaslı ve
on dört sağîr ve otuz bir hurde damla
yakut ile murassaʻ kolanı altun zencir
çivili kuşak
1
Bâ-hatt-ı hümâyûn nefs-i hümâyûn
içün harem-i şerîfe teslîm olınub
kuşak defterine kayd olınmışdur fî
şehr-i Zilkaʻde [10]97
İki paftası panzehir ve on elmaslı ve
kolanı altun zencirli çivili kuşak
1
Bâ-hatt-ı hümâyûn nefs-i hümâyûn
içün harem-i şerîfe teslîm olınmışdur
fî 22 L [10]98
Kırmızı ve yeşil ve beyaz ve cengârî
mînâlı göbeği ile on bir paftalı ve
her bir pafta on dokuzar vasat sagîr
elmas ile murassaʻ kemer kuşak, sekiz
paftası on yedişerdür
1
Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i
makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş
[10]98
Kırmızı ve yeşil ve beyaz ve siyah ve
minâkarî on bir paftası dokuz elmaslı
ve göbeği on yedi elmaslı kemer
kuşak
1
Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i
makâm Receb Paşa hazretleri fî şehr-i
Şaʻbân [10]98
Kırmızı ve cengârî ve yazma mînâkârî
göbeği ile ortaları gülli on bir paftalı
müşebbek ve göbeği yigirmiş beş
elmaslı ve ön paftası yigirmi üçer
elmaslı kemer kuşak
1
Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i
makâm Receb Paşa hazretleri fî şehr-i
Ş [10]98
Pahzehr yazma kabzalı ve kabza
tepesinde bir vasat ve yedi hurde
elmas ağırlığı ve dibliği yedi elmaslı
ve bir sağîr habbe zümürrüdlü altun
zencirli altun bıçak
1
Fî 22 C [10]99 istiʻmâl-i nefs-i
hümâyûn içün virildi kuşak defterine
kayd olındı
Dört sıra punta elmaslı ve iki sıra on
iki yakutlu ve kabza tepesinde yakut
ve elmas ile murassaʻ altun zencirli
bıçak kıta
1
Saʻâdetlü Emetüllah Kadın118
hazretlerine ihsân sene 1115
1
ʻAfîfe Kadın119 hazretlerine
ihsân olınmışdur hazînedâr Ağa
maʻrifetiyledür yüz on bir Muharrem
harc-ı hâssada mesturdur.
Cins
Yeşil ve siyah ve cengârî ve mînâlı
ve kabza tepesinde nîm damla yakut
ve yigirmi dört sağîr punta elmas ve
kında otuz bir sağîr elmas ve üç yakut
ile murassa bıçak
Ravza-i Mutahharaya giden kandile
sarf şüd.
[4a] Dört sıra zencirli sade altun kolan 1
118III. Ahmet’in başkadınıdır (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 79-80).
119II. Mustafa’nın kadınlarındandır (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 73).
284
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Aded
Kıtʻa
Açıklama
Yazma mînâkârî yigirmi kebir elmaslı
ve otuz üç sağîr punta elmaslı bilezik
çift
1
Saʻâdetlü başkadın hazretlerine
emâneten takınmak içün darüssaʻâde
Ağası yediyle teslim olınmışdur fî
selh-i Ramazan [10]98. Yine girü
gelmişdür fî Ğurre-i S [10]99. Bu
bilezik elli dört sağîr punto elmaslı
olmak üzre devletlü Vâlide Sultân
hazretlerine ihsân olınmuşdur
hazînedâr vekîli Beşir Ağa yediyle
teslîm olınmışdur fî 25 Ş 1106120
Defʻa yigirmi kebirce elmaslı ve elli
bir punta hurde elmaslı bilezik çift
1
Fî 16 Cemâzilevvel … vâlide sultân
hazretlerine ihsân
Yigirmi vasat ve dört sağir damla
yakutlu bilezik çift
1
Sâliha Kadın hazretlerine ihsân
olmağın hazînedâr vekîli Beşir Ağa
yediyle teslîm olınmışdur fî 25 Ş
1106121
Sekiz vasat elmaslı ve kırk iki vasat
ve otuz dört sağir delikli habbe
zümürrüd bilezik çift
1
Cins
1
On iki yonma kebîr zümürrüdli olmak
üzre ʻÂlîcenâb Başkadın hazretlerine
ihsân olmışdur fî 25 Ş 1106122. Altı
yonma zümürrüd bâkî kalmışdur. Altı
ʻadedi harem-i şerîfe teslîm şüd Zâ
1120
Sekiz vasat elmaslı ve yigirmi dört
armudî kebir incüli ve yigirmi sekiz
sagîr habbe zümürrüdlü bilezik çift
1
Devletlü vâlide sultân hazretlerine
ihsân olmağın hazînedâr vekîli Beşîr
Ağa yediyle teslîm olınmışdur fî 25 Ş
1106
Birer sağîr elmaslı yeşil beyaz
mînâkârî yigirmi dört pafta ve birer
sağîr elmaslı pervâzı hurde yakutlu
yigirmi dört paftalı bilezik çift
1
Otuz iki sağîr elmaslı on altı paftalı
bilezik çift
1
On sekiz yonma kebîr zümürrüd ve
sekiz kebirce ve altı hurde elmas ile
murassaʻ bilezik çift
Fî 27 S [10]99 vâlide sultân123
hazretine ihsân.
12010 Nisan 1106. Bu tarihte vâlide sultan Hatice Muazzez Sultan’dır.
1218 Haziran 1695. Bahsedilen II. Mustafa’nın kadınlarından biridir (Uluçay, Padişahların Kadınları, s.
73-74).
1228 Haziran 1695. Bu sırada II. Mustafa tahttadır ve başkadını Âlîcenâb Kadın’dır (Uluçay, Padişahların
Kadınları, s. 73).
1232 Ocak 1688. Bu tarihte vâlide sultan II. Süleyman’ın annesi, Saliha Dilaşub Sultan’dır.
285
Yusuf Sağır
Cins
Kırmızı ve yeşil ve beyaz mînâkâri
yigirmişer sagîr elmaslı bilezik çift
Beyaz mînâkârî paftaları üçer sağîr
elmaslı ve on altışar paftalı bilezik
Kırmızı ve yeşil ve beyaz mînâkâri
ve on iki kebirce ve sekiz sağir ve
otuz beş hurde elmas ile murassaʻ
müşebbek pençe sorguç
Hazînesinde ve etrafında otuz kebir
elmas ve askısında delikli kırk habbe
elmas ve kobcalarında iki elmas ve
çubuklarında doksan altı hurde punta
elmas ile müzeyyen elmas küpe çift
Hazînesinde birer kebir damla yakut ve
incü başlarında birer delikli habbe sagîr
yakut ve askılarında otuz altı vasat ve
kırk dört sagîr delikli habbe zümürrüdlü
ve kopça başları birer elmaslı sekiz
kebir armûdî incüli küpe çift
Kopçasıyla sekiz elmaslı ve
askılarında seksen hürmüz incüli iki
kebir ve dört vasat laʻlli küpe
Aded
Kıtʻa
Açıklama
2
2
Hâcî Kadına ihsan şüd bâ-hatt fî
Receb
1
Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i
makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş
1098
1
Devletlü vâlide sultân hazretlerine
ihsân olınmışdur Receb 1108124
1
Saʻâdetlü Fâtıma Sultânın
cihâzlarıçün ihsân şüd fî 9 B 1121125
1
ʻÂlîcenâb Başkadın hazretlerine ihsân
olmışdur fî Ş 1109. Merhûm oldıkda
gelüb dâhil-i hazîne-i hümâyûn
olmışdur be-maʻrifet-i hazînedâr Ağa
fî 27 Zâ 1110. Mevcûddur müşâhede
olındı 43 dirhem fî [1]127, ifrâz
Bir tekinin hazînesinde bir kebîr laʻl
ve bir tekinin hazînesinde bir kebîr
1
yakut ve etraflarında on yedişer delikli
yakut küpe çift
[4b] Diplerinde delikli birer sağîr
yakutlu birer kebir emrûdî incüli
abdest küpesi çift
1
Birer kebîr habbe elmaslı abdest
küpesi çift
1
Dokuz kebîr ve bir vasat ve iki sağîr
küpelik zümürrüd
12
Saʻâdetlü Fâtıma Sultânın
cihâzlarıçün fî 9 B 1121
Saʻâdetlü Sâliha Kadın hazretlerine
ihsân olınmağın müsâhib Beşir Ağa
teslîm olınmışdur Muharrem 1112
Biri baş kadına126 iğne yapdırılmışdır
Z 1115. 1115 kebîri hünkârımızın
hardânî? kürküne düğme yapdırılub
vaz‘ olınmışdur, Biri baş kadına iğne
yapdırıldı Z 1115, Biri mevcûddur 1
dirhem, ifrâz
124Ocak-Şuabat 1697. II. Mustafa’nın annesi Emetullah Gülnuş Sultan vâlidedir.
12514 Eylül 1709. III. Ahmet’in kızıdır (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 73).
126Nisan/Mayıs 1704. Bu sırada III. Ahmet’in başkadını Emetullah Kadın’dır (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 73).
286
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Hazînelerinde birer sağîr yakutlu
kebirce defter küpe çift
1
Hazîneleri sağîr yakutlu üçer ayaklı
sağîr zümürrüd küpe çift
1
Defʻa kebirce zümürrüd küpe çift
1
Mevcûddur müşâhede olundu kırat
26, fî sene [1]127, bozulmadır, kırat
26
1
Bu incü nefs-i hümâyûn sâʻat bağına
vazʻ sene 1110. Berây-ı istiʻmâl-i
hümâyûn içün müceddeden yapdırılan
alay kuşağı kolanı içün bozulmışdur
Ş 1120
Beş yüz incüli tesbih
1
Berây-ı Hâcî Kadına askı dizilmişdür
fî Receb bâ-hatt.
Küsûrı İsmail Ağa yediyle harem-i
şerîfe teslîm
Küpelik delikli kebirce mevzûn laʻl
1
Emine Sultân hazretlerine ihsân şud
Fi Şevvâl 1108127
Küpelik delikli vasatça laʻl
1
İki elmaslı sekiz kebir incüli ve
yigirmi yedi sağîr zümürrüd habbeli
saʻat bağı, dizi
Açıklama
Delikli sagîrce laʻl
14
Bâ-fermân-ı hümâyûn sekiz ʻadedi
Sâliha Kadına ihsân olmışdur fî 5 L
1106.128 Altısı da Bahtiyar Kadına
ihsân şud Câ 1107129.
Delikli sağîr yakut
5
Mevcûddur müşahede olundu [1]127,
ifrâz
Delikli hurde yakut
4
Üçü laʻldir. Mevcûddur müşâhede
olundu [1]127, ifrâz
Küpelik delikli ham elmas
1
Mevcûddur [1]127 kırat 8, ifrâz
Sarı elmas vasat kopça
1
Şevketlü hünkârımıza hâtem
yapdırılmışdır Cemâzilahir 1115130
Sağîr ve hurde yakut
326
Dördü tarağa vazʻ olunmuşdur
Sağîr hurde elmas
162
Gayet hurde zümürrüd
9
127Nisan-Mayıs 1697. II. Mustafa’nın kızıdır (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 76).
12819 Mayıs 1695.
129Aralık-Ocak/1695-1696. Bu sırada II. Mustafa tahta olması hasebiyle onun kadını olması gerekir; ancak
daha önceki araştırmalarda ismi verilmemiştir. Bkz. Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 73-75.
130Ekim-Kasım 1703. Bu tarihte II. Mustafa tahttadır.
287
Yusuf Sağır
Aded
Kıtʻa
Açıklama
On üç vasatça ve yetmiş dört sağîr
tesbîhlik habbe zümürrüd
87
Altı ʻadedi Âşuba Sultâna131 sâʻat
bâ-hatt. 25 Receb [10]99 Hadîce
Kadına 34 ʻadedi askı dizilmişdir. 17
Muharrem 1003 on ʻaded zümürrüd
habbe hazînedar ustaya ihsân
olınmışdur
Kırmızı ve yeşil ve beyaz ve
pervâzı siyah mînâkârî ortasında ve
kenarlarında dokuz vasat ve on altı
sağîr elmas ile murassaʻ kemer kuşak
göbeği
1
Bilezik başlığı sekiz sağîr elmaslı
pafta
2
İş incüsi deste üç dizi çift
26
Yigirmi bir çift dizisi Ravza-i
Mutahhara askısına masraf olmışdur
fî Cemâzilâhir 1101
Hurde yakutlu ayna çubuğu
11
Dirhem 45
Mevcûddur müşâhede olundu [1]127,
ifrâz
Üç sağîr paftalı orta gülü kırmızı
mînâlı ve bir paftasında bir tahta
zümürrüdlü ve üç paftasında vasat
ve sağîr ve hurde otuz sekiz elmaslı
hebvili (‫ )هبويلى؟‬sağîr kıtʻa kuşak
1
Saʻâdetlü Sâliha Sultân hazretlerine
ihsân şüd S 1124132
[5a] Defʻa ibiş incüsi sete bir dizi
23
Fî 8 Muharrem, dört dizi Fatıma
pulpa askı yapdırılmışdır. Baki kalan
on dokuz dizi Ravza-i Mutahharanın
askı şüd fî Cemâzilâhir 1102
Sağîr tesbîhlik incü
240
Dizi 2
Taşhaneleri sağîr yakutlu ve askıları
sağîr iş incüli üçer ayaklı sağîr
zümürrüd küpe çift
1
Hâmide pulpa? ihsân olmışdur
Göbeği ile kırk paftalı sâde altun
kemer kuşak
2
Biri mevcûddur meşhûddur fî [1]127,
ifrâz. Biri Hareme teslim olınmışdur
Câ 1188
Sade altun bilezik çift
1
Hâmide pulpa? ihsân olmışdur
Cins
131Bu kişinin Sultan İbrahim’in eşi ve Sultan II. Süleyman’ın annesi Saliha Dilâşûb Sultan olması muhtemeldir. Bu tahsîsin de II. Süleyman’ın saltanat yıllarında yapılmış olması gerekir.
132Mart-Nisan 1712.
288
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Açıklama
Küpelik kebirce hürmüz incü
4
Fî Receb [10]99 Ayaklı iki abdest
küpesi yapılub biri Hadice Kadına
biri Behzâd Kadına ihsân.133
Dizelik hürmüz incü
30
Üçer sağîr elmaslı pafta
11
Nefs-i hümâyûn sâʻatine vazʻ olınmak
içün bozulmuşdur 1110
Altışar yakutlu pafta, sağîr
2
Mevcûddur müşâhede olındı [1]127,
ifrâz
Dört yakutlu sagîr pafta
1
Mevcûddur [1]127
Mînâsız bir elmâslı pafta
1
Birer sagîr elmaslı kırmızı mînâlı
pafta
4
Beyâz mînâkârî sağîr bir elmaslı pafta
1
Birer elmaslı mavi mînâkârî sağîr
pafta
1
Bir yakutlu pafta
1
Mevcûddur [1]127, 1 dirhem
İkişer sağîr yakutlu pafta
8
Mevcûddur [1]127, 10,5 dirhem
Sağîr iş incüsi
522
Ravza-i Mutahharanın askısına sarf.
Dörder hurde elmaslı askılık habbe
35
İkişer sağîr ve hurde elmaslı bilezik
arası paftası
31
Mînâlı dörder hurde elmâslı küpe
askılığı
12
Üçer hurde elmaslı bilezik arası
paftası
81
Bozuntu hurdevât altun dirhem
126
Tesbihden bozma hürmüz incü
44
Tesbih imâmeliği zümürrüd
2
Habbe zümürrüd
1
İş incüsinden miftâh kesesi
1
Ravza-i Mutahhara askısına sarf
olınmışdur
İmâmesi laʻl ve on dokuz incüli ve iki
asma zümürrüdlü panzehir tesbîh
1
Berây-ı istiʻmâl-i nefs-i hümâyûn
hazînedâr Yusuf Ağaya teslîm fî 29
Za 1108
Kebîri tesbîhe vazʻ olınmışdur
Biri mevcûddur müşâhede olındı fî
[1]127, ifrâz
133Mayıs 1688, II. Süleymanın kadınlarıdır (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 70-71).
289
Yusuf Sağır
Cins
Bir tarafında bir kebir zümürrüd yedi
kırmızı ʻakîk ve dokuz vasat ve iki
sağîr elmas ve bir tarafında kırk sekiz
hurde ve sağîr elmâs ile murassaʻ
siyah balıkçın telli yelpâze
Aded
Kıtʻa
Açıklama
1
Berây-ı istiʻmal-i hümâyûn
müceddeden yapdırılan alay kuşağı
maʻa kolanı içün bozulmuşdur Ş
[1]112. Cihâz içün kırk sekiz sağîr
ve hürde elmaslı tarafı bozulmuşdur
S 1115. Bir vasat elması ihrâc olınub
maktûl ʻAtîk Mustafa Paşanın kızı
hanımın metrûkesinden alınan
elmasla sorguca vazʻ olınmışdur S
1119. Beş vasat elmas ihrâc olınub
harem-i şerîfe teslîm olınmuşdur Râ
1119 der zeman-ı Receb Paşa
[5b] Billur kabzalı ve iki yeşîm paftalı
iş yakutî ve zümürrüd ile müzeyyen
1
kırmızı tüylü yelpâze
Beş yüz incülü ve sekiz laʻlli ve iki
tahte kebîr zümürrüdlü yeşim kabzalı
yelpaze
1
Dörtyüz altmış incü ve sekiz la‘l ve iki
tahte kebîr zümürrüd ile mevcûddur
müşâhede olındı, fî [1]127, mânde
Tepesinde bir elmaslı yeşim kabzalı
hasır sineklik
1
Mevcûddur müşâhede olındı
[1]127,ifrâz
Sadefkârî çekmece içinde misk göbeği 14
Sîm terazu
1
Sepeti içinde cedîd akça bir kiseden
eksicek yalnız
37.500
Macarî ve şerîfî altun
572
Kabzası altun kaplu keser
1
Dokuz incüli bir sorguçluk tel
1
Defʻa bir sorguçluk tel
1
Dipliği sağîr ve hurde elmas ile
murassaʻ yeşim kabzalı tavus
kuyruğundan sineklik
1
Defʻa defʻa elmasları ihrâc ve masraf
olmışdur
Sağîr kıtʻa altun tenzûh? kutusu
1
İçinde iğne başlığı habbe zümürrüd.
Berây-ı istiʻmâl-i hümâyûn harem-i
şerîfe teslîm şüd sene 1119
Kebîr kıtʻa panzehr
2
Mevcûddur müşâhede olındı [1]127,
ifrâz
Kâvî panzehr
1
Mevcûddur müşâhede olındı [1]127,
ifrâz
Mevcûddur görildi [1]127
290
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Açıklama
Palheng panzehr
1
Ortasında tarh-ı isticâne? yakutu
vardır. Mevcûddur müşâhede olındı
[1]127, ifrâz
Panzehr ezecek? altun
1
Beher takımı on ikişer düğme olmak
üzre mînâkârî altun düğme doksan bir
takım
1092
On beş takımı ʻıydiyye esvâblarına
sarf masraf şüd 1108. On altı takımı
ʻıydiyye esvâbına sarf olmışdur 1109.
On altı takımı dahi ʻıydiyye esvabına
sarf olınmuşdur 1120
Defʻa beher takımı on üçer olmak
üzre mînâkârî altun düğme sekiz
takım
104
ʻIydiyye esvâblara on üç takımı sarf
olınmışdur. İki takımı Rabiʻa Kadına
ihsân şüd
Defʻa beher takımı on dörder olmak
üzre mînâkârî altun düğme yetmiş
yedi takım
1078
On iki takımı ʻıydiyye esvâblarına
masraf olındı 1108. On dört takımı
ʻıydiyye esvâbına sarf olmışdur 1109.
On dört takımı dahi ʻıydiyyeye saf
olmışdur 1110
Beher takımı on beşer olmak üzre
mînâkârî altun düğme sekiz takım
120
Tepesi birer elmaslı beher takımı on
dörder olmak üzre panzehr düğme üç
takım
42
Biri dahi ʻıydiyye esvâbına masraf
şüd 1108. Biri dahi ʻıydiyye esvâbına
sarf olmışdur 1109. Biri dahi ʻıydiyye
esvâbına masraf olınmışdur 1110. Biri
ʻiydiyye esvâblara sarf olınmışdur.
Bir takımı dahi ʻiydiyye esvâba vazʻ
şüd 1111
Yeşil mînâlı sade sağîr altun kuşak
1
Harem-i şerîfde Merâhi? kullarına
ihsân şüd 1119
[6a] Yedişer hurde yakutlu beher
takımı on ikişer olmak üzre mînâkârî
düğme üç takım
36
Beher takımı on birer olmak üzre
mînâkârî altun düğme on iki takım
132
Müşebbek ve sade altun düğme
112
Envâ‘ından panzehre müte‘allik
hurdevât olur torba
1
Sîm kutu
1
Kuşak kolanı
5
291
Yigirmi dördü Râbiʻa Kadına ihsân
şüd. Sâdenin otuz altısı sarf şüd
Yusuf Sağır
Cins
Aded
Kıtʻa
Açıklama
İncü imâmeli iki askı habbe
zümürrüdlü ve yigirmi dokuz incüli
kırmızı hakîk134 tesbih
1
Berây-ı istiʻmâl-i hümâyûn fî L 1109
Mütenevvi‘a arka şalı
49
Nısf arka şalı parça
8
Kârhâne ve alaca ve sâde donluk şâl
33
Kârhâne ve alaca arka şâlı
34
Kılabdân135 ile beyit işlemeli bir
bürüncük arka şâlı
1
Sade kutnî
29
Kutnî putadârî, ikisi zencir yaydır
12
Sırma işleme atlas sofra
2
Ümmü Gülsüm Sultâna B 1124136
Sırma işleme atlas kahve fincanı
örtüsü
7
Ümmü Gülsüm Sultâna B 1124
Atlas münakkaş kahve fincanı örtüsü
13
Zerdûz işleme al çuka kapu perdesi
2
Mor çuka sırma işleme evcak? (‫)اوجاق‬
yaşmağı
1
Mor çuka kılabdân işleme sağîr kıt‘a
hammâm nihâlîsi
2
Kırmızı ve beyaz şal kılabdan işlemeli
seccâde
2
Al çuka kılabdan işleme seccâde
1
Fürûht şüd C 1126
Yeşil çuka sırma işleme seccâde
1
Fürûht şüd C 1126
Munakkaş mavi deri seccâde
1
Munakkaş sûzenî137 seccâde
1
Munakkaş beyâz sûf seccâde
1
‘Acem işi alaca sağîr seccâde
1
Munakkaş yeşil şâl seccâde
1
…cilere teslîm Câ 1123
134Akîk’in yerine “hakîk” yazılmış olmalı.
135Eğirme çarkıyla pamuk iplik üzerine bükülüp sarılmış olan gümüş/altın tellere denir (Barkan, Tereke
Defterleri, s. 476).
136Ağustos-Eylül 1712. Uluçay, III. Ahmet’in Ümmü Gülsüm adında üç çocuğunu kaydetmiştir (Padişahların Kadınları, s. 85-86).
137İnce bir nakıştır (Kamûs-ı Türkî, s. 747).
292
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Şerâbî munakkaş çuka seccâde
1
Munakkaş sûzenî mek‘ad
1
Tepesi birer hurde elmas on dörder
panzehr düğmeli serâser entari
14
[6b] Tepesi birer hurde yakutlu on
dörder panzehr düğmeli hatâyî ve
serâser entari
2
Tepesi bir bir hurde elmaslı on dörder
panzehr düğme ve atlas entari
5
Mînâkârî on dörder altun düğmeli
Şamî ve ‘Acem dîbâsı entarî-i züyûn,
biri telli hatayîdir
9
Tepesi birer sağîr elmaslı on dörder
panzehr düğmeli beyaz hatayî kaftan
3
Mînâkârî beher takımı on ikişer altun
düğmeli badla (‫ )بادله؟‬kaftan
4
Açıklama
Mevcûddur görildi fî [1]127, ifrâz
Esvâblara sarf olınmışdur
Tellî bürüncük kaftan 3, Telli hatâyî
kaftan 18, Sâde hatayî kaftan 13,
germesud kaftan 1
Mînâkârî beher takımı on ikişer altun
düğmeli kaftanlardır
Sırma işleme munakkaş atlas boğça
26
Sırma işleme munakkaş astarsız atlas
boğça
19
İstiʻmâl olınmış gecelik hatayî ve
sandal entari
14
Sûzenî munakkaş sağîr mek‘ad
1
Sade harîr alaca peşkir
1
Düğmesiz telli ve sade hatayî kaftan
7
Mînâkârî on üçer düğmeli hatayî
entari
2
Sade altun on iki düğmeli entari
1
Düğmesiz serâser kaftan
5
Mütenevvi‘a sandal kılabdanlı
munakkaş yatak nihâlîsi
9
Sandal munakkaş yatak nihâlîsi
6
İki dânesi Nafta? Kadına ihsân şüd S
1117138. On iki dânesi Ümmü Gülsüm
Sultâna B 1124
Mevcûddur görildi [1]127, ifrâz
Serâser yen çift 3
138Mayıs-Haziran 1705. III. Ahmet’in kadınlarından biri olmalı.
293
Yusuf Sağır
Cins
Aded
Kıtʻa
Munakkaş boğası yatak nihâlîsi
1
Atlas munakkaş boğça
11
Telli ve sâde hatâyî kürk kabı
5
Düğmesiz telli ve sâde hatâyî kaftan
6
Alaca şal kaftan
1
Kârhâne işi şâl kürk kabı
2
Sağîr kıt‘a sûzenî mek‘ad
2
Munakkaş yeşil çuka seccade
1
[7a] Havlu ve karınca ayağı abdest
makraması çift
9
Hammâm gömleği
3
On dânesi Ümmü Gülsüm Sultâna Câ
1124
Mevcûddur görildi fî [1]127, ifrâz
Tek 1
Havlu hammâm düşmesi
2
Kılabdanlı kahve makraması
1
Kılabdanlı abdest makraması
6
Kılabdânlı sandal kahve makraması
15
‘Acem mendili kahve makraması
3
Sırma işleme atlas fincan örtüsü
3
Beyâz atlas sırma işleme sofra
1
Kılabdanlı sandal ve bürüncük sağîr
taʻa? (‫ )طعه‬bardak örtüsü
7
Astarsız münakkaş ham bez boğça
14
Münakkaş boğası boğça
5
Taraklı atlasî sandal top bir, nim top
üç, zirâ‘ ‘aded
127
‘Acem bürüncüğü parça
6
Kenarı telli baş üstlüğü dülbend
7
Mütenevvi‘a münakkaş bez yemek
makraması
102
Münakkaş boğası sofra
7
Münakkaş ham bez sofra
10
Sırmalı şeriti
1
139
Açıklama
139Yücel, 1640 Esʻâr Defteri, s. 36.
294
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Telli destâr
1
Munakkaş bez peşkir
16
Sırma işleme sarık örtüsü
2
Bir kebîr elmaslı altun iğne
1
Mevcûddur meşhûddur fî [1]127, 3,5
dirhem, ifrâz
Bir zümürrüdlü altun iğne
2
Mevcûddur müşâhede olındı fî
[1]127, 5,5 dirhem, ifrâz
Tepesinde bir sağîr elmaslı bir kebîr
incüli altun iğne
1
Mevcûddur müşâhede olındı fî
[1]127, 4 Dirhem, 5 Kırat ifrâz
Sağîr incülü altun iğne
6
Topluca vasat sağîr altun iğne
5
Açıklama
Mînâkârî dörder hurde elmaslı on
sekiz habbeli ve bir pervasız elmas
kobcalı yeşil yazma mînâlı ortada
pervasız ve etrafında on beş sağîr
elmas sâʻat tarzı yağ kutusu
1
Mezbûr kutunun elmaslıca on sekiz
habbesi nefs-i hümâyûn sâʻatine
vazʻ olınmak içün bozılmışdur fî Câ
1110. On sekiz habbesinden mâʻadâsı
mevcûddur müşâhede olındı fî [1]127,
27 dirhem, ifrâz
[7b] Ortasında dokuzar elmaslı dokuz
paftalı ve pafta etrafında ve kenarında
kırmızı mînâlı birer sağîr elmaslı kırk
dört paftalı altun kaplı ayna
1
Fî 8 N 1106 saʻâdetlü ʻÂlîcenâb
Başkadın hazretlerine ihsân olmışdur
Kapağı kırmızı ve yazma mînâlı sâʻat
tarzı zarfı sağîr kıt‘a billur yağ kutusu
1
Kılabdanlı sandal dülbend örtüsü
2
Beyaz Sakız kahve makraması
1
Siyah ve beyaz ve yeşil mînâlı altun
kutu
1
Takyelik serâser kaplı samur kuyruğu
kalpak
10
Samur tahta140 kürk
19
Samur yaprak
1
Kakım
1
141
tahta
Mevcûddur müşâhede olındı fî
[1]127, ifrâz, 242 dirhem
140Barkan’a göre bir tulum kürkün yarısıdır (Barkan, Tereke Defterleri, s. 478). Buna karşın bir başka
kaynakta “tahta”, kürklerin sayısını ifade için kullanılır (El-Mazenderani, Risale-i Felekiye, (çev. İsmail
Otar, Ed. Oktay Güvemli-Cengiz Toraman), İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası, İstanbul 2013, s. 172).
141Kürkü makbul bir hayvandır (Barkan, Tereke Defterleri, s. 476).
295
Yusuf Sağır
Cins
Aded
Kıtʻa
İki sıra samur parça
1
Dîbâ-yı ‘Acem ve Şâmî donluk
6
Telli hatayî donluk
72
Açıklama
Dîbâ-yı Şâmî parça ikişer zirâʻdur.
Beher zirâʻı on birer. Beher donlığı on
birer ve on ikişerdür.
Ayakları sim kaplı hurde pîrûze ve
yakutluca altun kaplı bir toplu ve top
üzerine vaz‘ olacak uçları hurde elmas 1
ve yakutluca siyah ve yeşil mînâlı
altun kaplı çubuklu dûrbîn sopası
Mevcûddur müşâhede olındı fî
[1]127, mânde
Taraklı atlas ve hatayî donluk
68
Beher zirâʻı on birer on ikişerdür
Entarilik taraklı atlas parça
23
Beher parça beşer zirâʻdur, zencîr
bâb bir
Düğmesiz Şâmî ‘Acem dibası entari
23
Düğmesiz serâser entari
5
Çiçekli telli kadife top
8 top
2 nîm top, parça zirâ‘ 7, zira ma‘a
parça 415
Entarilik sade hatayî parça
28
Beher parça altışar zirâ‘
Düğmesiz sade hatayî entari
2
Sırma işleme atlas boğça
10
Mahalle (‫ )محله‬seccâde
5
Mardin kahve makraması
2
Sakız abdest futası
2
Sırma işleme Sakız abdest peşkiri
2
Kılabdanlı Bursa abdest peşkiri
1
Beyaz ve elvan Bursa abdest futası
12
Beyaz mardin kahve makraması
2
Sağîr kıt‘a Mardin perdesi
1
[8a] Has Bursa yasduğı çift
4
Telli serenk top
1
Sâde serenk top
1
Bursa çatması top
1
Zâ 10[95] iki çifti dahi harem-i şerîfe
teslîm şüd. Fî 12 M 10[95] iki çifti
Rukiyye Kadına142 ihsân şüd
14231 Aralık 1683, IV. Mehmet’in kadını olması muhtemeldir.
296
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Al ve gülpenbe ve sarı düz kadife
donluk
3
Ortasında resm-i mühr-i Süleymânî
güllü ve gülünde doksan sağîr elmas
ve on yedi sağîr yakutlu ve pervâzında
1
birer sağîr elmas beyaz ve mavi
mînâlı elli bir sağîr paftalı altun zarflı
ayna
Telli germesud
17
Beyaz boğası
7
Dülbend top
4
‘Acem basması boğası yorgan yüzü
5
Mütenevvi‘a yemenî top
9
‘Acem bürüncüğü parça sağîr
2
Boyalı şerbetî top
1
Destâr
4
Dülbend
Sade sûsî
Açıklama
Fî 8 N 1106 saʻâdetlü Saliha Kadın
hazretlerine ihsân olmışdur
Parça 4
Parça 1
18
143
1
Gömleklik kenarlı bez top
7
Gömleklik kenarlı bürüncük bez top
12
Trabzan bezi top
3
Satrancî sade sûsî
2
Ham bürüncük top
1
Top suf
2
Kırmızı harîr Cezayir ihrâmı
1
Elvân Londrine çuka donluk
15
Venedik dârâyîsi donluk top
10
Telli hâre top
4
Nim top
2
Zirâ‘ ‘aded 170, dört top ile me‘andır
Entarilik dîbâ-yı ‘Acem ve Şâmî
parça
66
Zirâ‘ fî 5
Beyaz sâde hatayî parça
1
Telli hatayî parça
3
Zirâ‘ ‘aded 24
143Bir tür tülbenttir (Yücel, 1640 Esʻâr Defteri, s. 26; İnalcık, Tekstil Tarihi, s. 96).
297
Yusuf Sağır
Cins
Aded
Kıtʻa
Mor ve sade düz kadife zirâ‘ 20
6
Taraklı atlas penbeli mek‘ad
1
Telli hâre penyeli mek‘ad
5
Sîm kaplı sâ‘at asacak tahta
2
Sîm vasat şem‘dan
1
Sağîrce altun şem‘dân
1
Sîm firâşhâne
1
Sîm sağîr şeşhâne şem‘dân
1
Sîm sağîr leğen
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm kebir vasat çiçeklik
2
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm vasat çiçeklik
2
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm kavanoz tarzı çiçeklik
2
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sağîr sîm çiçeklik
2
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm sağîr tepsi
2
Mükemmel sîm kös
1
Sîm yollu mum sofrası
3
Telatin zerdûz mum sofrası
2
Serenk nihâlî
4
Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslîm
şüd
Ağır Bursa yastığı
8
Fî Za [10]95 harem-i şerîfe berây-ı
nefs-i hümâyûna teslîm şüd
Sırma ve kılabdan işleme al çuka kapı
perdesi
1
‘Acem dîbâsı mek‘ad
1
Fî 12 M [10]95 Başkadına144 ihsân şüd
[8b] Pervâzı yeşil ve içerisi sarı
Frengî ağır dîbâ mek‘ad
1
Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslîm
şüd bâ-hatt
Telli serenk kebîr nihâlî
1
Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslîm
şüd bâ-hatt
Münakkaş atlas cibinlik
3
Fî 9 Râ [10]95 Bir kıtʻası harem-i
şerîfe teslîm şüd. Fî 12 M [10]95 bir
kıtʻası dahi başkadına.
Açıklama
İkisinin pervâzı ‘Acem dîbâsındandır.
Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe ihsân
şüd
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe ihsân
şüd
Fâtıma Sultâna ihsân S 1121
14431 Aralık 1683. Bu tarihte başkadının Durdı ismini taşıdığı aşağıdaki bir kayıtta açıklanmıştır.
298
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Aded
Kıtʻa
Açıklama
Munakkaş atlas perde
4
Fî 12 M [10]95 ikisi başkadına ihsân
şüd bâ-hatt
Fî 9 Ra [10]95 iki kıtʻası dahi harem-i
şerîfe teslim şüd
Yeşil ve sarı yalabık sâde hatayî
cibinlik
1
Fî 12 M [10]95 Rukiyye Kadına ihsân
şüd
Beyaz ‘Acem bürüncüğü cibinlik
1
Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslim
şüd
Kitresiz taraklı sandal cibinlik
3
Taraklı atlas cibinlik
1
Taraklı atlas bürde
2
Fî 12 M [10]95 Rukiyye Kadına ihsân
şüd
Taraklı sandal bürde
2
F3i 13 Câ [10]95 bir kıtʻası harem-i
şerîfe teslîm şüd
Telli serenk kapu perdesi
3
Mahalle bürdesi
1
Atlas sırma işleme boğça
1
Telli güldârî ve sâde hatayî boğça
3
Cins
diz örtüsü
Telli burûc
145
2
Taşlıca yemeni kutu
1
Altun pervâzı sağîr ayna, iki tarafı
aynadır
1
Sim kaplı kutu
1
Sîm meldan (‫ ?)ملدان‬zarfı
1
Altun tepeli meldân
1
Sîm sürmedân
2
Hind işi bağa
sağîr kutu
146
ve sadefkârî taşlıca
Ş [10]95 harem-i şerîfe teslim şüd
1
Bir mikdâr ʻıtırşâhî olur şişe
1
Karanfil yağı olur şişe
1
Nısf ʻıtırşâhî olur şişe
1
ʻItr sandal olur şişe
1
145İnalcık, Tekstil Tarihi, s. 95
146Kaplumbağa cinsinden bazı deniz hayvanlarının kabuğu ki, sadef gibi, ancak siyahımsı ve sadefe göre
daha yumuşaktır (Kamûs-ı Türkî, s. 271).
299
Yusuf Sağır
Cins
Aded
Kıtʻa
Çiçekli ve kârhâne bütün işleme ve
pervâzı işleme arka şalı
34
Kırmızı saye147 çuka zirâʻ
6
Elvân atlas donluk
14
Kitreli ve kitresiz beyaz elvân taraklı
atlas top
16
Zirâʻ 916, Biri hatayîdir
Mînâlı on ikişer altun düğme telli
bürüncük ve çekme kaftan
8
Biri şaldır
Beyaz hatayî entari
3
Zıbun 4 ʻadet
Birer sağîr elmaslı iki kaftan on ikişer
ve bir kaftanı on üç ve bir kaftanı
on dört panzehir düğmeli çekme ve
bürüncük kaftan
4
Nefs-i hümâyûn içün yaptırılmış telli
ve sade hatayî kaftan
30
Maʻhûd ve Londrine çuka donluk
31
Telli bürüncüğe kaplı samur kürk
4
Kârhâne işi şala kaplı samur kürk
1
Kârhâne ve çiçekli şala kaplı samur
kürk
6
Şala kaplı üşek kürk
5
[9a] Çekme kaplı üşek kürk
4
Telli hatayî üşek kürk
1
Kârhâne ve çiçekli şala kaplı kakım
kürk
5
Sade şala kaplı kakım kürk
1
Telli çekme kaplı kakım kürk
4
Telli bürüncüğe kaplı kakım kürk
1
Kutnî putadarya kablu kakım kürk
1
ʻÛd-ı mâverdî parça
17
‘Aded 3100 dirhem
Mînâlı on dörder altun düğmeli dîbâyı ʻAcem ve Şâmî entari
25
Biri telli hatayî ve atlas ve ikisi beyaz
hatayîdir.
Uçları ve pervâzı sırmalı Kürdî üstlük
5
Açıklama
147Saye, bir İngiliz kumaşıdır. (Yücel, 1640 Esʻâr Defteri, s. 14).
300
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Açıklama
Peştûlî148 gömlek
39
İkisi bürüncüktür.
Munakkaş ve sade gömlek işi
72
Dokuzu kılabdanlıdır
Telli çekme ve bürüncük
17
Dimi ve mahkeli serâser
2
Beyaz hindî hatayî tımr149
4
Bürüncük telli hatayî ve ʻAcem
mendili
2
Mütenevviʻa telli badla
36
Sûsî
150
ve telli buruc
16
İstanbul bürüncüğü
2
Beyaz ve boyama telli bürüncük
makrama
105
Elvan şerbetî munakkaş sade
makrama
428
Telli munakkaş şerbetî makrama
48
Elvan saye çuka donluk
11
Sîm
zencîr
sîm
ateşdânsade makrama
Elvan
şerbetî
munakkaş
3
Beyaz ve boyama telli bürüncük makrama
Tellihavan
munakkaş
Sîm
maʻaşerbetî
el makrama
Dimi serâser parça bir
1
Elvan saye çuka donluk
Nemçekârî
müşebbek
Sîm zencîr sîm
ateşdân sîm sağîr
2
şemʻdân
Sîm havan maʻa el
Nemçekârî müşebbek sîm sağîr şemʻdân
Nemçekârî
müşebbek sîm kutu
1
Nemçekârî müşebbek sîm kutu
saksısı
2
Sîm
Sîmtenzur
tenzur (‫ )تنظور‬saksısı
Sîm örme sepet
Sîm örme sepet
1
Sîm Nemçekârî sağîr bardak
Sîm
Nemçekârî
1
Yaldızlı
sîm kaplısağîr
saʻâtbardak
kutusu
Altun kabzalı sağîr hataz? (‫ )حطاز‬sineklik
Yaldızlı sîm kaplı saʻât kutusu
1
ʻArakan? (‫ )عرقان‬kabzalı hataz sineklik
Munakkaş
kemik
ve hataz?
örme kabzalı
Altun
kabzalı
sağîr
(‫(حطاز‬ham ipek sineklik
105
Bâ-hatt
428 sikke şüd [10]96
48
Bâ-hatt
sikke şüd [10]96
11
3
Bâ-hatt
şüd [10]96
Bâ-hatt
sikke
şüd sikke
[10]96
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
2
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Bâ-hatt
sikke
şüd [10]96
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
2
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Bâ-hatt
sikke şüd [10]96
1
1
Harem-i şerîfe teslim şüd C 1126
1
Mevcûddur görildi Fî [1]127, ifrâz
6
Üçü mevcûddur görildi Fî [1]127,
1
Harem-i şerîfe
ifrâz teslim şüd C 1126
sineklik
Münakkaş kemik ve örme kabzalı hasır sineklik
2
ʻArakan?
(‫)عرقان‬
kabzalı
hataz
Yeşim kabzalı
tavus
kuyruğu
sineklik
1
Harem-i
teslîm Cifrâz
1126
1
Mevcûddur
görildişerîfe
Fî [1]127,
sineklik
Taşlıca feğfûrî yigirmi maʻa tabak
9
Beyaz hatayî
feğfûrî
1 mevcûddur görildi Fî [1]127,
Munakkaş
kemik
vetuzluk
örme kabzalı
Üçü
6
ʻAnber
7
Dura … İki dirhemdir
ham
ipekparça
sineklik
ifrâz
Pîrûze ve mercanlı sîm kaplı feğfûrî buruc
1
Murassaʻ feğfûr buhûrdân maʻa gülâbdân
2
Hurde iş zümürrüdî ve yakut ile müzeyyen feğfûrî bardak
1
148Peştemal, kılıf (Mertol Tulum, 17. Yüzyıl Türkçesi Söz Varlığı Söz Varlığı, Türk Dil Kurumu Yayını,
Dipliği ve burması mînâkârî zümürrüdlü necef gülâbdân
1
Ankara 2011, s. 1460).
[9b] Bir yakutlu billu(r) tabak
1
149Yıpranmış
bez
örtütabak
(Redhouse, s. 1235).
Taşlıca fincan
maʻa
4
150Bir
çeşit
dülbenttir
Feğfûrî
elvân
sunma (Yücel,
(‫ )صونمه‬1640
maʻaEsʻâr
tabak Defteri, s. 26).
24
Vasat mertabanî tabak
2
Vasat feğfûrî tabak
2
Sağîr feğfûrî tabak
6
301bardak 1
Zümürrüd ve yakutluca altun kapaklı beyaz feğfûrî
Sîm kapaklı feğfûrî bardak
1
Zencirli feğfûrî gülabdân
1
Sîm çifte tek bıçak
1
Yusuf Sağır
Cins
Aded
Kıtʻa
Münakkaş kemik ve örme kabzalı
hasır sineklik
2
Yeşim kabzalı tavus kuyruğu sineklik
1
Taşlıca feğfûrî yigirmi maʻa tabak
9
Beyaz hatayî feğfûrî tuzluk
1
ʻAnber parça
7
Pîrûze ve mercanlı sîm kaplı feğfûrî
buruc
1
Murassaʻ feğfûr buhûrdân maʻa
gülâbdân
2
Hurde iş zümürrüdî ve yakut ile
müzeyyen feğfûrî bardak
1
Dipliği ve burması mînâkârî
zümürrüdlü necef gülâbdân
1
[9b] Bir yakutlu billu(r) tabak
1
Taşlıca fincan maʻa tabak
4
Feğfûrî elvân sunma (‫ )صونمه‬maʻa
tabak
24
Vasat mertabanî tabak
2
Vasat feğfûrî tabak
2
Sağîr feğfûrî tabak
6
Zümürrüd ve yakutluca altun kapaklı
beyaz feğfûrî bardak
1
Sîm kapaklı feğfûrî bardak
1
Zencirli feğfûrî gülabdân
1
Sîm çifte tek bıçak
1
Sağîr feğfûrî ʻanberdân
1
İçerisi mînâkârî altun kahve testisi
1
Etrafı hurde iş zümürrüdî ve yakut ile
müzeyyen ayaklı altun kahve tabağı
1
Kebîr altun kahve tepsisi
1
Sağîr kıtʻa feğfûrî fincan maʻa tabak
19
Taşlıca fincan
2
Açıklama
Harem-i şerîfe teslîm C 1126
Dura?… İki dirhemdir
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Bir tabak
Hurde zümürrüd ve yakut ile murassaʻ
1
feğfûrî fincan
302
Feğfûrî elvân sunma (‫ )صونمه‬maʻa tabak
24
Vasat mertabanî tabak
2
Vasat feğfûrî tabak
2
Sağîr feğfûrî tabak
6
Zümürrüd ve yakutluca altun kapaklı beyaz feğfûrî bardak 1
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Sîm kapaklı feğfûrî bardak
1
Zencirli feğfûrî gülabdân
1
Sîm çifte tek bıçak
1
Sağîr feğfûrî ʻanberdân
1
İçerisi mînâkârî altun kahve testisi
1
Etrafı hurde iş zümürrüdî ve yakut ile müzeyyen ayaklı 1
Aded
altun kahve tabağı
Cins
Açıklama
Kıtʻa
Kebîr altun kahve tepsisi
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sağîr
kıtʻa
feğfûrî
fincan
maʻa
tabak
19
Feğfûrî sağîr fincan
19
Taşlıca fincan
2
Bir tabak
Has
feğfûrî
fincan
18fincan
Hurde zümürrüd ve yakut ile murassaʻ feğfûrî
1
Feğfûrî
sağîr müsâfir
fincan fincanı
19
Yeni
maʻden
32
Has feğfûrî fincan
18
Feğfûrî
yekmerdî
ma‘a
tabak
3
Yeni maʻden
müsâfir
fincanı
32
Feğfûrî yekmerdî ma‘a tabak
Sağîr
feğfûrî tabak
8
Biri3 taslıdır
Sağîr feğfûrî tabak
8
Biri taslıdır
151
Hacer-ielha?
elha?151
(‫ )الحى‬fincan
1
Hacer-i
fincanma‘a
ma‘atabak
tabak
1
Gergedan
fincan
2 “Hacerü’l-hayy”
Altundiye
pervâzlı
tabak 2Arapça bir terkib olur;
151
Bu kelime
“hayy” ve “alahi” de okunabilir.
okunduğunda
o zaman
olduğumuz sözlüklerde 2bir şekilde bununla karşılaşmamız icab ederdi. Redhouse,
Yeşim
fincantaramış
ma‘a tabak
Yemeni fincan
2
‘Arakan fincan ma‘a tabak
1
Sandal üzre kılabdan işleme kahve
makraması
14
Zerdûz işleme atlas kahve fincanı
örtüsü
3
Sîm kaplı müşebbek fânûs iskemlesi
1
Kulpsuz hacer-i elha bardak
2
Kavanoz 1. Kavanoz mevcûddur
görildi FÎ [1]127, ifrâz
Bağa şeşhâne kutu
1
Mevcûddur görildi fî [1]127, ifrâz
Kakonos burnu yağ kutusu
3
Sâʻat zarfı tarzı altun pervâzı yemenî
yağ kutusu
1
Nısf ‘ıtr şâhî olur şişe
2
Nısf ‘ıtr sandal olur şişe
3
Nısf karanfil yağı olur şişe
1
Zanbak yağı olur şişe
1
Sîm pervâzlı billur yağ kutusu
1
Balık yumurtası
1
Sadefkârî Hind işi çekmece
1
Altun pervâzlı şişe yağ hokkası
1
Ma‘a kehribar tabak
151Bu kelime “hayy” ve “alahi” de okunabilir. “Hacerü’l-hayy” diye okunduğunda Arapça bir terkib olur; o
zaman taramış olduğumuz sözlüklerde bir şekilde bununla karşılaşmamız icab ederdi. Redhouse, “elha”
kelimesine “Püsküllü”? manasını vermesi hasebiyle bunu “hacer-i elha” şeklinde okumayı tercih ettik;
o zaman hacer-i elha? mahiyetini bilmediğimiz “püsküllü taş”tır. Bkz. Redhouse, s. 185.
303
Yusuf Sağır
Cins
Aded
Kıtʻa
Dört yakutlu altı altun pullu billur
sağîr tabak
1
[10a] Altun kollu yeşim üzre hurde
yakutluca divit
1
Bâ-hatt nedîm Mustafa Ağaya ihsân
şüd
Mütenevvi‘a kalkan sâʻat
7
Biri taşlıcadır. Zikr olınan taşlıca
sâʻat küçük Bahri Kadına ihsân
olınmışdur. Biri Hadîce başkadına ve
biri Süğlün Kadına ihsân olınmışdur
1100152. Üç ʻadedi devletlü sultân
Mehmed hazretlerinin yanında
kaldı deyu müsâhib Mustafa Ağa
maʻrifetiyle şerh virilmişdür
Kebîr ayna sâʻat
1
Başkadın hazretlerine ihsân şüd
[10]96153
Pulları yaldızlı sadefkârî çekmece
2
Sîm kaplu tandûr
1
Mevcûddur görildi Fî [1]127, mânde
Nemçekârî kabaralı sîm leğen
1
Ba-hatt sikke şüd [10]96
Yeşim üzre hurde yakut ve zümürrüd
ile murassa‘ sağîr dûrbîn
1
Yazma mînâkârî pervâzlı altun dûrbîn
zarfı
1
İçinde dûrbîn mühimmâtı olur yaldızlı
sîm kutu
1
Sîm sağîr yağ kutusu
1
Mütenevvi‘a dûrbîn
8
Altun zarflı dûrbîn
2
Hurde incü ve zümürrüd ve yakutluca
billur pafta sîm pervâzlı sağîr
çekmece
1
Yaldızlı sîm zarflı dûrbîn
1
Kebîr kıt‘a altun şem‘dân
1
365 dirhem
Ba-hatt sikke şüd [10]96
Kebîr kıt‘a sîm şem‘dân
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm ibrik
1
Mevcûddur görildi fî [1]127, ifrâz
Sîm çamaşur leğeni
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Açıklama
Mevcûddur görildi fî [1]127, mânde
152Her ikisi, Sultan II. Süleyman’ın kadınlarındandır (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 70-71).
1531684/1685. Bu kişi IV. Mehmet’in başkadını Gülnuş Emetullah Sultan’dır.
304
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Açıklama
Sîm satıl
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Feğfûrî sağîr yekmerdî
3
İki tarafı sağîr hurde yakut ile
murassa‘ müşebbek altun ‘anber olur
şemmâme
1
Panzehir tesbih habbeleri
244
Yemeni ve billur ve mercan tesbîh
3
Bağa ve kemik Hind işi çekmece
1
Çuka nihâlî
2
Telli kadife kapı perdesi
1
Telli kadife sağîr mek‘ad
1
Kenarlı bürüncük bir top
2
Kılabdan işleme bürüncük yorgan
1
Sarı şal munakkaş seccâde
1
Yeşil şal kılabdan işleme seccâde
1
Beyâz şal sırma işleme seccâde
1
Yeşil ve neftî çuka munakkaş seccâde
2
Al çuka zihli seccâde
1
Munakkaş sûzenî seccâde
1
Kılabdan işleme sandal döşek nihâlîsi
2
Pervâzı sırmalı nihâlî
8
Çubuklu hâre nihâlî
1
Mahalle makraması
1
Müşebbek kemik sırma tasmalı na‘lîn
çift
1
Sadefkârî sırma tasmalı na‘lîn çift
1
[10b] Altun pullu sırma tasmalı ceviz
na‘lîn
1
‘Acem zerbâyî hammâm nihâlîsi
1
Fî 9 Za [10]95 harem-i şerîfe ihsân
şüd
Müste‘mel hammâm futası
2
Şal 5
Hammâm düşmesi
2
Bâ-hatt istiʻmâl-i hümâyûna virildi. Fî
9 R [10]99
Bir bir harem-i şerîfde Dürri…
Kadına154 ihsân Câ 1127
154Mayıs-Haziran/1715. III. Ahmet’in kadınlarından biridir.
305
Yusuf Sağır
Cins
Aded
Kıtʻa
Hammâm gömleği
2
Abdest makraması çift
4
Sandal hammâm perdesi
3
Zerdûz işleme atlas hammâm boğçası
2
Sakız nihâlîsi
1
Telli hâre ve dîbâ boğça
2
Sâde ceviz zarflı sağîr ayna
1
Mahalle abdest peşkiri
1
Telli bürüncük diz örtüsü
5
Badla? diz örtüsü
2
‘Acem dîbâsı diz örtüsü
1
Bürüncük gömlek
4
Pişikli (‫ ?)پیشکلی‬gömlek
11
Müsta‘mel Mardin makraması
4
Mahalle makraması
1
Sakız kahve makraması
1
Kılabdan işleme abdest futası
1
Beyaz sandal kılabdan işleme kahve
makraması
1
Kılabdan işleme müsta‘mel abdest
makraması
7
Beyaz sandal kılabdan işleme kahve
makraması
1
Kılabdan işleme müsta‘mel abdest
makraması
7
Müste‘mel abdest makraması
18
Telli hatayî şalvar
14
Çatma yastık
6
Başkadına ihsân şüd
Sade kadife yastık
9
Başkadına ihsân şüd
Telli kadife mek‘ad
4
Başkadına ihsân şüd
Çuka kapı perdesi
4
Başkadına ihsân şüd
‘Acem keçesi
12
Başkadına ihsân şüd
Selanik keçesi
3
Başkadına ihsân şüd
Mek‘ad samur
1
Başkadına ihsân şüd
306
Açıklama
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Alaca sandal şalvar
4
Telli germesud şalvar
12
Beyaz ‘Acem dîbâsı mek‘ad
1
Pervâzı beyaz kırmızı Frengî dîbadan
mek‘ad
1
Telli kadife yastık
4
Fî 12 M [10]95 Durdı Başkadına155
ihsân şüd
Serâser yastık
16
Fî 13 Câ [10]95 On ikisi dahi harem-i
şerîfe teslim
Lipe (‫ ?)لپه‬dîbâsından yastık
9
Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslim
şüd
Alaca sandal perde
1
Mardin perdesi
4
İstanbul bürüncüğü cibinlik
1
‘Acem bürüncüğü cibinlik
1
Kenarı siyah boyama ağaç kebîr kıt‘a
endâm aynası
1
Kenarı altun varaklı kebîr ayna
1
Telatin mukavva zarflı vasat ayna
1
Pervâzı şişe ayna bedenli vasat kıt‘a
ayna
1
Ayakları ve pervâzı sadefkârî orta sîm
kaplı çiçeklik
1
Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslim
şüd
Sîm kaplı dört çubuk ayaklı vasat
çiçeklik
1
Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslim
şüd
Sadefkârî yemek iskemlesi
2
Birinc kafesli üstü ve ayakları bağalı
ve bedenleri mînâlı sağîr pullu
çiçeklik
1
Kabzası ve dibi altun kaplı hezârân
‘asâ
1
Dibi ve kabzası kemikli hezârân ‘asâ
1
Açıklama
Fî 12 M [10]95 Rukiyye Kadına ihsân
şüd
Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslim
şüd
Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslim
şüd
15531 Aralık 1683. Bu tarihte IV. Mehmet tahttadır. Ancak onun kadınları arasında bu isim zikredilmez.
Bkz. Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 65-68.
307
Yusuf Sağır
Cins
Aded
Kıtʻa
Kabzası sadefkârî münakkaş
Keyvanoğlu işi ‘asâ
1
Siyah boyama Hind işi bıtraklı?
(‫‘ )بطرقلى‬asâ
1
Kabzası ve dibi munakkaş boyama
‘asâ
1
Kabzası kemik çevgân tarzı ‘asâ
1
Kebîr munakkaş hasır sineklik
1
[11a] Telli çiçekli kadife pencere
perdesi
8
Serenk pencere perdesi
1
‘Acem dîbâsından pencere perdesi
1
Kırmızı çuka kapı perdesi
1
Başları kemik siyah abanoz
mükemmel sopa
1
Sîm kafesli ve küresli? (‫ )كورسلى‬sağîr
kıt‘a sîm toplu çalar asma sâʻat
1
‘Amele İshak sîm zarflı çalar sîm
toplu sağîr asma sâʻat kıt‘a
1
Pirinc zarflı salma rakkaslı sîm toplu
sağîr ‘akreb sâ‘at kıt‘a
1
Pirinc zarflı dokuz sürü kubbeli
üçayaklı çalar sağîr çekmece sâ‘atı
kıt‘a
1
Sîm zarflı çenberleri pirinc vasat
kubbe köhne çekmece sâ‘ati kıt‘a
1
Ağaç zarflı haftada bir kurulur Aşgı
işi salma rakkâslı vasat kıt‘a çekmece
sâ‘ati
4
Müsta‘mel Cezâyir ihramı ve bir
velençe156
4
‘Acem dîbâsı yastık
2
Telli hare pupla157 yastık
1
Açıklama
Bâ-hatt-ı hümâyûn hareme teslim
olınmışdur fî 4 Zilkaʻde [10]97
‘Amele ‘Abdurrahman yazı[yo]r
156Battaniye (Barkan, Tereke Defterleri, s. 478).
157Bazı ördeklerin ince tüyüdür; şilte ve yastık doldurmakta kullanılır (Kamûs-ı Türkî, s. 359).
308
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Beyaz atlas pupla yastık
1
Telli kadîfe sağîr minder
3
Elvân bürüncük kılabdan işleme
yorgan
3
Yemenî yorgan
7
Bürüncük çarşaf
1
Munakkaş poz yasdığı
3
Kılabdan işleme sandal yorgan
2
Kılabdan ile beyt yazılı sarı bürüncük
yorgan
1
Al çekme yorgan
1
Kılabdan işleme mütenevvi‘a sandal
diz yorganı
12
Kutnî kılabdan işleme diz yorganı
1
Beytli kılabdan işleme bürüncük diz
yorganı
2
Kılabdan işleme bürüncük diz yorganı
4
Kılabdan işleme şal diz yorganı
1
Sandal beytli kılabdan diz yorganı
1
Telli hatayî yorgan
3
Telli putadârî yorgan
1
Telli çekme yorgan
2
Bürüncük kılabdan beyit yazılı yorgan
1
Yemenî yorgan
3
Kebîr sarı feğfûrî tabak
1
Feğfûrî kebîr tabak
2
Yeni ma‘den sağîr mertabanî
7
Sağîr mertabanî
1
Sağîr mertabanî yekmerdî ma‘a tabak
1
Vasat feğfûrî tabak
2
Feğfûrî derin salluta tabağı
15
Feğfûrî laciverdî kâse
1
Beyâz sağîr feğfûrî kâse ma‘a tabâk
4
Açıklama
Birinin tabağı safi beyazdır; üçünün
içerisi munakkaşdır
309
Yusuf Sağır
Cins
Aded
Kıtʻa
Beyâz feğfûrî yekmerdi ma‘a tabak
4
[11b] Feğfûrî pervâzı munakkaş kâse
1
Sağîr kıtʻa feğfûrî sarı kâse
2
Feğfûrî sarı tabak
1
ʻUnnâbî158 feğfûrî sağîr kâse
1
Feğfûrî sağîr kâse maʻa tabak
2
Musavver feğfûrî kaba kâse
1
Beyâz ve yeşil ve sarı şerâbî denkli
sağîrce feğfûrî tabak
1
Hacer-i elha yekmerdî maʻa tabak ve
kapak
1
Sağîr hacer-i elha kâse
1
Kulplu ve kulpsuz hacer-i elha bardak
2
Kulpsuz ve boğazsız necef bardak
1
Kulpsuz billur bardak
1
Munakkaş gergedan boynuzu
yekmerdî maʻa tabak
1
Feğfûrî murassaʻ yekmerdî maʻa
tabak ve kapak
2
Sağîr feğfûrî tabak
7
Murassaʻ necef lebha159 ʻûd ağacı
tabak
1
Feğfûrî taşlıca yekmerdî maʻa tabak
14
Feğfûrî yekmerdî taşlıca tabak
10
Beyaz feğfûrî hatayî kebîr yekmerdî
4
Feğfûrî hatayî çargel (‫)چارکل‬
yekmerdî
1
Beyaz feğfûrî hatayî sağîr yekmerdî
4
Feğfûrî yekmerdi maʻa tabak ve
kapak
1
Feğfûrî yekmerdî maʻa tabak
3
Feğfûrî yekmerdî maʻa kapak
1
Açıklama
158Hünnap ağacından yapılan nesne (Abdülazîz Efendi, Osmanlı Adet, s. 144).
159Lebha, Güney Asya’da bulunan bir tür ağaç (Redhouse, s. 1624).
310
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Feğfûrî yekmerdî
3
Taşrası beyaz feğfûrî kâse
1
Taşrası mavi feğfûrî yekmerdî
1
Feğfûrî tuzluk
3
Taşlıca yeşim tabak
1
Beyaz hilalî
3
İpek bir mikdâr olur
Açıklama
Mevcûddur görildi FÎ [1]127, ifrâz
Kılabdanlı büzme müstaʻmel çanta
1
Sade varaklı ayna
2
Kılabdan işleme köhne bızdık örtüsü
1
Zernişânlı câbecâ taşlıca tutya bardak
1
Sîm kapaklı feğfûrî sağîr ibrik
1
Alaca ʻAcem seccâdesi
1
Dîbâ gayet sağîr makrama boğça
6
Gülli ʻAcem dârâyîsi parça
1
Köhne sağîr ʻAcem nihâlîsi
2
Lökli sûzenî munakkaş mekʻad
1
Şerbetî
1
Telli ve sâde hurde kumaş parçaları
73
Müstaʻmel ʻAcem tellisi hammâm
mekʻadı
1
Şam alacası köhne sımât
1
Yeşil kutnî ve atlas pencere perdesi
2
Mısır süpürgesi
2
Sadefkârî zarf içinde sadefkâri ‘asâ
1
Sâde başbağı şerbeti
30
Yemenî el makraması
35
Billur kapaklı şîrmahî yağ kutusu
1
Bürüncük ve peştulî diz makraması
3
[12a] Kılabdanlı çeşm-i bülbül
seccâdesi
1
Sandal sağîr bardak
1
Sağîr mikras
3
Mevcûddur görildi fî [1]127, ifrâz
311
Yusuf Sağır
Cins
Aded
Kıtʻa
Yemenî yağ kutusu uzunca
1
Sevâdkârî iki hurde yakutlu altun
ʻanberdân
1
Mukavva sağîr sürmedân
4
ʻAcem tellisi köhne diz makraması
1
Yemeni diz makraması
1
Fildişi zarfı gözlük
2
Mütenevviʻa el yağı kutusu sağîr
32
Sîm pineli alaca yağ şişe
2
Sâde ayna
2
Babagurî yuvarlak taş
1
Feğfûrî sağîr sirâcî
1
Atlas zerdûz boğça
1
Mütenevviʻa astar
76
Şam alacası ve hatayî ve hâre
müstaʻmel boğça
12
Şam alacası
6
Mısır ezrâğı top
2
Beyaz şerbetî
110
Sağîr sandal parça
2
Sûzenî mekʻad
1
Munakkaş uçkur
77
Munakkaş yemeni kabzalı arka
kaşağısı160
1
Sadefkârî ayna
4
Sîm kaplu şişe gülabdân
1
Munakkaş kemik gülabdan maʻa
tabak
1
Şîrmahî kaşık
5
Kemik kaşık
3
Kemik hoşâb kaşığı
4
Yeşil serçe tabak
1
Açıklama
Mevcûddur görildi fî [1]127, ifrâz
160İhtiyarların arkalarını kaşımaları için ağaçtan yapılmış uzun saplı bir alet (Kamûs-ı Türkî, s. 1027).
312
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Yağ destmâlî
11
Kahve astarı parça
20
Meşîn kaplı şişeler olur çekmece
1
Taş sağîr yağ hokkası
2
Kehribar parça
1
Pervâzlı yağ hokkası
1
Billur parça
1
Sîm kabzalı kalemtıraş
1
Yeşim mevzun fincan
1
Altun kef mikrâs
1
Kalemtıraş
1
Kalem
Açıklama
40
Beyaz kemik dağdân
1
Mikrâs demir
2
Mor kadife üzre dürrdûz cüzdân
1
Destmâl olur boğça
1
Mektûb kiseleri olur boğça
1
Kemik kutu
1
Altun varak deste
8
Dûrbîn şişeleri
80
Yemenî sineklik kabzası
1
Panzehr ezecek süble (‫ )سوبله‬kebesi
2
Laden parça
2
Sandal cedîd parça
1
Serâser kolan
3
Yıkanmış şerbetî makrama
28
[12b] Şam alacasından yemek nihâlîsi
3
Köhne ʻAcem hammâm seccâdesi
1
Koyun
39
161
162
makraması
Müstaʻmel uçkur
18
161Dağ, mana itibariyle damga ve nişan anlamına gelir (Kamûs-ı Türkî, s. 598). Muhtemelen “dağdân” da
Vâlide Sultan’ın yanındaki damgasını koyduğu alettir.
162Elbisenin göğüsde kavuşmasından meydana gelen kuytu yere denir (Kamûs-ı Türkî, s. 1119).
313
Mikrâs demir
2
Mor kadife üzre dürrdûz cüzdân
1
Destmâl olur boğça
1
Mektûb kiseleri olur boğça
1
Kemik kutu
1
Yusuf
Sağır
Altun
varak deste
8
Dûrbîn şişeleri
80
Yemenî sineklik kabzası
1
Panzehr ezecek süble (‫ )سوبله‬kebesi
2
Laden parça
2
Sandal cedîd parça
1
Aded
Mikrâs
23
Serâserdemir
kolan
Cins
Açıklama
Mor
kadife şerbetî
üzre dürrdûz
cüzdân
128
Kıtʻa
Yıkanmış
makrama
Destmâl
oluralacasından
boğça
13
[12b]
Şam
yemek
nihâlîsi
Munakkaş
ve sâde
gömlek işi
43
Mektûb
kiseleri
olur boğça
11
Köhne ʻAcem
hammâm
seccâdesi
162tabağı mütenevviʻa kağıt
Kemik
139
İstanbul
27
Koyunkutu
makraması
Altun
varak uçkur
deste
818
Müstaʻmel
Kırmızışişeleri
bal mumu bir mikdâr
Dûrbîn
80
Munakkaş ve sâde gömlek işi
43
163 sineklik kabzası
Yemenî
127
Rığ
birtabağı
mikdâr
olur
İstanbul
mütenevviʻa
kağıt
Panzehr
süble
kebesi
2
Kırmızıezecek
bal mumu
bir(‫)سوبله‬
mikdâr
Beyaz
sepet
sargusu
ihrâm
5
Laden
2
Rığ163parça
bir mikdâr olur
Sandal
parça
15
Dülbend
şilte
4
Beyaz cedîd
sepet
sargusu ihrâm
Serâser
kolan
34
Dülbend
şilte
Nîm dülbend
şilte
4
Yıkanmış
şerbetî
28
Nîm dülbend
şiltemakrama
4
[12b]
Şam
alacasından
yemek
nihâlîsi
31
Melzir
(‫)ملزير‬
çarşaf
1
Melzir
çarşaf
Köhne
11
Şilte ʻAcem hammâm seccâdesi
162
Şilte
1
Koyun
makraması
39
Köhne sûzenî
mekʻad
1
Müstaʻmel
uçkurmekʻad
18
Beyaz bir
dimi
tendur örtüsü
4
Köhne
sûzenî
1
Munakkaş
ve sâde gömlek işi
43
Yüz yastığı
1
Beyaz
bir
dimi tendur örtüsü
4
İstanbul
27
Kenarlı tabağı
çarşaf mütenevviʻa kağıt
1
Kırmızı
balkemik
mumuhoşab
bir mikdâr
Ceviz
ve
kaşığı
8
Yüz
yastığı
1
163
Rığ
birkaşığı
mikdâr olur
Yemek
10
Kenarlı
çarşaf
1
Beyaz
sepet
sargusu
ihrâm
51
Kakonoz
burnu
hoşab
kaşığı
Dülbend
şilte
41
Yeşimve
kabzalı
sîmhoşab
bıçak kaşığı
Ceviz
kemik
8
Nîm
dülbendkebîr
şiltefânûs
42
Munakkaş
Yemek
kaşığı
10
Melzir
(‫زير‬
‫ )مل‬çarşaf
12
Sağîr fânûs
Şilte
11
Tiftik yanburnu
kebesi hoşab kaşığı
Kakonoz
1
Köhne
sûzenî
11
Kırmızı
tiftikmekʻad
kebe
Yeşim
kabzalı
sîm bıçak
1
Beyaz
dimi hammâm
tendur
örtüsü
41
Köhnebir
ʻacem
nihâlîsi
Yüz
yastığı sağîr kıtʻa minder
11
Müstaʻmel
Munakkaş
kebîr fânûs
2
Kenarlı
çarşaf
11
Hâre minder
Ceviz
ve
kemik
81
Sağîr
fânûs
2
Telli hâre
puplahoşab
sağîr kaşığı
minder
N 95 berây-ı nefs-i hümâyûn
Yemek kaşığı
10
devâlibinin ğulamına teslîm şüd
Tiftik yan kebesi
1
Kakonoz
burnu
hoşab kaşığı
11
Taraklı atlas
yastık
Yeşim
bıçak
15
Kırmızı
tiftiksîm
kebe
1
ʻAcemkabzalı
keçesi
Fî 12 M [10]95 İkisi baş kadına ve
Munakkaş kebîr fânûs
2
ikisi Rukiyye Kadına ihsân şüd
Köhne
ʻacem
hammâm
nihâlîsi
1
Sağîr
21
Atlasfânûs
yüzlü pupla kebîr minder
Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe
Tiftik
yan kebesi
1
Müstaʻmel
sağîr kıtʻa minder
1
teslim şüd
Kırmızı tiftik kebe
1
Hâre minder
1
Köhne
ʻacem hammâm nihâlîsi
1
162
Müstaʻmel
sağîr
kıtʻa
minder
1 95denir
N
berây-ı
nefs-iTürkî,
hümâyûn
Elbisenin göğüsde kavuşmasından meydana gelen kuytu yere
(Kamûs-ı
s. 1119).
Telli
hâre pupla sağîr minder
1
163
Hâre
minder
1 ‫ ريخ‬kullanılmıştır.
Doğrusu
‫ ريك‬olması gerekirden, Osmanlı da galat olarak
ise bunların
devâlibinin
ğulamına Burada
teslîm şüd
Telliimlasından
hâre puplafarklı
sağîr‫ريغ‬
minder
1
N 95 berây-ı nefs-i hümâyûn
yazılmıştır. Bkz. Kamûs-ı Türkî, s. 678.
Taraklı atlas yastık
1
devâlibinin ğulamına teslîm şüd
Taraklı atlas yastık
Fî1 12 M [10]95 İkisi baş kadına ve
ʻAcemkeçesi
keçesi
5
ʻAcem
5 Rukiyye
Fî 12Kadına
M [10]95
İkisişüd
baş kadına ve
ikisi
ihsân
ikisi Rukiyye Kadına ihsân şüd
Fî1 13 Câ Fî
[10]95
harem-i
teslim
Atlas yüzlü pupla kebîr minder
13 Câ
[10]95şerîfe
harem-i
şerîfe
Atlas yüzlü pupla kebîr minder
1
teslim şüd
şüd
162
Elbisenin göğüsde kavuşmasından meydana gelen kuytu yere denir (Kamûs-ı Türkî, s. 1119).
olarak
kullanılmıştır.
Burada
ise bunların
imlaDoğrusu ‫ ريك‬olması
olması gerekirken,
gerekirden,Osmanlı
Osmanlıdadagalat
galat
olarak ‫ريخ‬
kullanılmıştır.
Burada
ise bunların
sından farklı
Bkz.Bkz.
Kamûs-ı
Türkî,
s. 678.
imlasından
farklı yazılmıştır.
‫ ريغ‬yazılmıştır.
Kamûs-ı
Türkî,
s. 678.
163
163Doğrusu
314
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Mînâkârî bakır şemʻdân
1
Yaldız bakır hammâm tası
4
Bakır birûn tası
1
Bakır sağîr keyl kutusu
3
Yaldız bakır sağîr ipek kutusu
1
Bakır mikrâs
2
Yaldızlı bakır buhurdân
1
Yaldızlı bakır şeker kutusu
1
Yaldızlı bakır fincan tabağı
16
Yaldızlı bakır kahve tepsisi
2
Bakır ve kemik mablak
3
Bakır sağîr yağ kutusu
1
Bakır buhurdan
1
Sağîr yaldız bakır huni
2
Yaldızlı bakır abdest leğeni maʻa ibrik
1
Bakır Bosna işi leğen maʻa ibrik
2
İki kulplu gülsuyu güğümü
1
Kalay yağ kutusu
1
Bakır leğen maʻa ibrik
1
Bakır kahve güldânî
2
Tu[n]ç ve bakır sağîr tepsi
2
Bakır abdest leğeni maʻa ibrik
1
Bakır satıl
2
Bakır güğüm
3
Bakır kebîr çamaşur leğeni
5
Bakır evsat çamaşur leğeni
1
Bakır firâşhâne
1
Bakır hammâm leğeni
1
Bakır çamaşur leğeni kebîr vasat
8
[13a] Sağîr vasat kahve ibriği bakır
8
Bakır şeker kutusu
1
164
Açıklama
164Aslı “mibla‘”dır. Hapları yapmaya özel düz ve açık bir cins kaşıktır (Kamûs-ı Türkî, s. 1270).
315
Yusuf Sağır
Cins
Yaldız bakır hammâm tası
Aded
Kıtʻa
Bakır
hoşab
tasıkutusu
Bakır sağîr
keyl
2
Mînâkârî bakır şemʻdân
Bakır birûn tası
Yaldızbakır
bakır yemek
sağîr ipek
kutusu
Vasat
sinisi
Bakır mikrâs
Sağîr
vebakır
kebîrbuhurdân
vasat bakır tepsi
Yaldızlı
Yaldızlı
bakır
şeker
kutusu
Bakır ateşdân
Yaldızlı bakır fincan tabağı
Bakır
güğüm
Yaldızlı
bakır kahve tepsisi
Bakır
ve
kemik mablak164
Bakır kavanoz
Bakır sağîr yağ kutusu
Bakır
satıl
Bakır buhurdan
Sağîr yaldız bakır huni
Bakır
tava
Yaldızlı bakır abdest leğeni maʻa ibrik
Demir
saç kapağı
Bakır Bosna
işi leğen maʻa ibrik
İki kulplu gülsuyu güğümü
Demir saç ayağı
Kalay yağ kutusu
Pirinc
şem‘dân
Bakır leğen
maʻa ibrik
Bakır kahve güldânî
Yaldızlı bakır yekmerdî ve kâse
Tu[n]ç ve bakır sağîr tepsi
kapakları
Bakır abdest leğeni maʻa ibrik
Bakır satıl
Bakır
tas ma‘a kapak
Bakır güğüm
Bakır
yoğurt
tası leğeni
Bakır kebîr
çamaşur
Bakır evsat
Yaldız
bakırçamaşur
hoşab leğeni
tası
Bakır firâşhâne
Mermer
havanleğeni
ma‘a el
Bakır hammâm
Bakır çamaşur
Şeşhâne
bakırleğeni
sahinkebîr
ma‘avasat
kapak
[13a] Sağîr vasat
kahve ibriği bakır
165
Bakır
sahinkutusu
ma‘a kapak
Bakır şeker
Bakır
hoşab
tası
Bakır sağîr na‘lbekî
Vasat bakır yemek sinisi
Sağîr
sahin
Sağîr ve
kebîrma‘a
vasatkapak
bakır tepsi
Bakır
ateşdân
Bakır birûn tası
Bakır güğüm
Bakır
maşraba ma‘a kapak
Bakır kavanoz
Bakır satıl
Bakır
yemek tası
Bakır tava
Bakır
leğen
Demir sağîr
saç kapağı
Demir
saç
ayağı
Bakır sağîr derin tepsi
Pirinc şem‘dân
Bakır
emzikli
güğüm ve kâse kapakları
Yaldızlı
bakır yekmerdî
Bakır tas
ma‘a
kapak
Bakır
sağîr
maşraba
Bakır yoğurt tası
Bakır
tası
Yaldızsağîr
bakır yoğurt
hoşab tası
Mermer havan ma‘a el
Tu[n]c havan ma‘a el
Şeşhâne bakır sahin ma‘a kapak
165
Bakır
bakrac
Bakır sahin
ma‘a kapak
4
18
2
6
3
1
4
1
6
1
7
4
1
1
1
24
9
15
1
3
7
9
3
1
2
1
1
2
2
1
Açıklama
4
1
3
1
2
1
1
16
2
3
1
1
2
1
2
1
1
1
2
2
1
2
3
5
1
1
1
8
8
1
2
4
18
2
6
3
1
4
1
6
1
7
4
1
1
1
24
9
Aslı “mibla‘”dır. Hapları yapmaya özel düz ve açık bir cins kaşıktır (Kamûs-ı Türkî, s. 1270).
Aslı “sahan” olması lazım. Defterdeki imlası “‫”صحین‬
165Aslı
“
” dir.
164
165
316
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Cins
Aded
Kıtʻa
Bakır kulplu tava
1
Bakır sağîr vasat tencere
29
Kapak
10
Bakır süzgü ve kefgîr
5
Bakır tencere kapağı
16
Bakır tepsi vasat
6
Bakır vasat el leğeni
1
Vasat bakır kavanoz
8
Bakır satıl
2
Bakır güğüm
2
Princ şem‘dân
1
Yaldız bakır hammâm tası ma‘a tepsi
1
Bakır yaldızlı sağîr yağ kutusu
4
Yaldızlı bakır tepsi
1
Mercan ile müzeyyen sağîr bakır
hokka
2
Mînâkârî bakır kahve güldânî
10
Kebîr ağaç aşura kepçesi
15
Açıklama
[13b] Kahvede bulunan eşyalardur
Kırmızı ve beyaz çengârî ve mînâkârî
elmas ile murassa‘ enselik ve bîlân166
alay rahtı
1
Ahûr hazînesine
Elmas ve yakut ile murassa‘ paftalı
yaldızlı sîm rikâb çift
1
Ahûr hazînesine
Kırmızı ve beyaz cengârî mînâkârî on
yedi sağîr elmas ile murassa‘ siyah
balıkçın telli at sorgucu
1
Ahûr hazînesine
İkişer sağîr elmas ve bor yakut ile
murassa‘ altı toplu örtme altun zencîr
1
Ahûr hazînesine
Kırmızı kadife serâpâ incü ve
zümürrüd ile müzeyyen ve incü
saçaklı ve uçları sîm pullu zilpûş
1
Ahûr hazînesine
166Atın boğazına vurulan gülpüser (Kamûs-ı Türkî, s. 332).
317
Yusuf Sağır
Sîm Çerkesî kısrak rahtı ma‘a rişme167
2
Ahûr hazînesine
Sîm sevâdkârî kemer raht ma‘a rişme
1
Ahûr hazînesine
Yaldızlı sîm rikâb çift
1
Ahûr hazînesine
Yapılmış mükemmel Şam dikdiği168
3
Ahûr hazînesine
Kırmızı çuka bükme sırma işleme
kabara incü resimli beş kebîr dallı ve
etrafı ve gül resimli zilpûş
1
Ahûr hazînesine
Kırmızı çuka sarı sırma serrâc işi beş
kebîr güllü ve pervâz bedenli zilpûş
1
Ahûr hazînesine
Kırmızı çuka beyaz sırma işleme beş
kebîr hurma dallı ve bedenli zilpûş
1
Ahûr hazînesine
Kırmızı çuka sarı sırma ve ipek işleme
1
beş kebîr dallı ve bedenli zilpûş
Ahûr hazînesine
Al ve kırmızı çuka virgü? kürki erkân
2
Tepesi bir sağîr zümürrüdlü sağîr kıtʻa
altun matara
1
Edna serâser kaftan
11
183 dirhem, Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Bir tarafı altun kaplı sandal kabzalı
sîm gaddâre169
Ahûr hazînesine
Ucu ve tepesi altun kaplama abanoz
taʻâm kaşığı
1
Ucları altun kaplu üçer sağîr yakut ve
zümürrüdlü abanoz taʻâm kaşığı
1
[14a] Kabzası altun kaplı sadef
paluda170 kaşığı
1
Munakkaş kemik kabzalı beyaz
boynuz hoşab kaşığı
5
Munakkaş kemik kabzalı taʻâm kaşığı
2
Sâde kemik taʻâm kaşığı
2
Siyah taʻâm kaşığı
8
Kırmızı kadife dürr-dûz biniş? keş
eğeri
3
Ahûr hazînesine
Sade çuka nekli171
3
Ahûr hazînesine
Beş dânesi harem-i şerîfe teslîm şüd
M 1126
Biri kırmızıdır
167Zincirden yapılan gem (Kamûs-ı Türkî, s. 665).
168At örtüsü (Barkan, Tereke Defterleri, s. 474).
169İki ağzı keskin kılıç (Barkan, Tereke Defterleri, s. 475).
170Nişasta ve şekerle yapılan ve soğuk yenen bir tatlı türü (Kamûs-ı Türkî, s. 347).
171At gemi demektir (Redhouse, s. 2103).
318
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Munakkaş beyaz bez sofra
2
Putadârî fincan örtüsü
1
Müstaʻmel yemek yağ makraması
8
Sırma işleme müstaʻmel beyaz atlas
fincan örtüsü
1
Sırma işleme müstaʻmel yeşil atlas
fincan örtüsü
1
Kılabdan işleme müstaʻmel sandal
fincan örtüsü
5
Sağîr yakutlu üç güllü ve üç bayraklı
beyaz fincan
1
Taşlıca tabak
1
Taşlıca sağîr fincan
3
Sade tabak
3
Bakır mînâlı fincan
2
Kehribar tabaklı sağîr fincan
1
Yaldızlı bakır güldânlı feğfûrî fincan
3
Ortası yeşil pervâzı beyaz mînâlı sağîr
bakır tabak
1
Yeni maʻden Sakız fincanı
9
Feğfûrî tuzluk
1
Mavi ve beyaz mînâlı şeker kutusu
1
Kebir bakır kahve tepsisi
1
Sırma işleme kırmızı çuka fincan tepsi
1
zarfı
Sarı feğfûrî yekmerdi
3
ʻUnnâbî yekmerdî
2
Çargel feğfûrî yekmerdi
1
Taşlıca feğfûrî yekmerdî
1
Feğfûrî sağîr tabak
7
Sağîr feğfûrî münebbid
172
yekmerdî
1
Munakkaş taşlıca tabak
1
İçerisi munakkaş taşrası beyaz feğfûrî
hoşâb kâsesi
1
Zihli beyaz feğfûrî hoşab kâsesi
1
172Kazıma nakışlı (Dankoff, Evliya Çelebi, s. 178).
319
Yusuf Sağır
Munakkaş ağaç ve kapak
11
[14b] Yaldızlı bakır Bosna işi leğen
maʻa ibrik
2
Bakır leğen maʻa ibrik
2
Sîm gülabdân
1
Sikke şüd [10]96
Sîm çubuklu buhurdân
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Yaldızlı bakır kebîr fener
1
Sâde bakır fener
3
Yaldızlı bakır buhurdân maʻa
gülabdân
1
Yaldızlı bakır tas maʻa kapak
3
Bakır ateşdân
5
Emzikli bakır abdest ibriği
1
Bakır hoşâb tası
1
Bakır kahve tası
1
Sağîr bakır maşraba
2
Bakır birûn tası
1
Bakır askı kahve ibriği
1
Bakır sürahi
1
Bakır kahve ibriği
9
Sağîr bakır naʻlbeki173
23
Vasat ve sağîr kahve altı tepsisi bakır
13
Bakır sini
3
Köhne sırmalı hasır kapak
3
Bakır kebîr güğüm
4
Bakır vasat güğüm
2
Burmalı bakır güğüm
1
Bakır düşürme taʻâm iskemlesi
1
[15a] boş
173Ufak tabak (Barkan, Tereke Defterleri, s. 477).
320
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
[15b] [10]96 Rebi‘ülevvelinde [Şubat/Mart 1685] merhûme ve meğfûrun lehâ devletlü
vâlide sultân hazretlerinin eşyası olmak üzre müsâhib hazînedâr Ali Ağa yediyle teslîm-i
hazîne-i enderûn-ı hümâyûnları olınan eşyalarıdur ki zikr olınır.
Altun sini
1
Altun sahîn ma‘a kapak
12
Nefs-i hümâyûn içün harem-i şerîfe
teslîm olınmışdur [10]96
Altun leğen ma‘a kafes ve ibrik,
kafesleri yaldızlı sîmdir
2
Bir leğen bir ibrik harem ve bir leğen
bir ibrik sikke şüd [10]96
Sağîr ve kebîr altun tepsi
9
8 kıyye, 34 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd
[10]96
Altun hoşâb tası ma‘a kapak
2
2 kıyye, 125 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd
[10]96
Altun birûn tası
1
307 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Altun hammâm tası
3
1 kıyye, 190 dirhem, birinin etrâfı
yazılıdır. Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Altun yoğurt tası ma‘a kapak
1
316 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Müdevver kutu resimli altun tuzluk
1
245 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Altun matara
1
1 kıyye, 177 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd
[10]96
Altun kahve bakracı
4
3 kıyye, 62 dirhem, biri zencirlidür.
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Altun buhurdân
1
1 kıyye, 82 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd
[10]96
Çubuklu altun iskemle
1
Sağîr altun maşraba ma‘a kapak
1
375 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Def‘a altun askı kahve ibriği ma‘a
zencir
1
2 kıyye, 42 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd
[10]96
Sîm kaplu ocak tahtası
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Kebîr sîm maşraba ma‘a kapak
4
İkisi mevcûddur müşâhede olındı
[1]127, ifrâz
İki kulplu zencirli sîm meşraba
1
Sîm kebîr şem‘dân
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm asma kahve ibriği ma‘a zencir
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm kaplu sini iskemlesi
1
Sîm sağîr sahin ma‘a kapak
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm sağîr leğen ma‘a ibrik
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm kahvealtı sinisi
1
321
Yusuf Sağır
Kebîr kıt‘a asma sîm kahve ibriği
ma‘a zencir
1
Çârkûşe camlı sîm fener
1
Sağîr yaldızlı sîm leğen ma‘a ibrik,
biri Venedik işidir
2
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm karlık leğen
2
Biri sikke şüd [10]96
Yaldızlı nefilli? sîm şem‘dân
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
[16a] Sîm sağîr ve kebîr vasat tepsi
11
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Kapaklı sîm fenar
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm sağîr hammâm tası
2
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm birûn tası
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm hoşâb tası ma‘a kapak
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm askı kahve …
2
Sîm kahve ibriği
2
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm buhurdân
3
Bir kıt‘ası sikke şüd [10]96
Sağîr sîm leğen ma‘a ibrik
2
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sağîr sîm şem‘dân leğeni
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Yaldızlı sîm sağîr maşraba ma‘a
kapak
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Sîm ma‘cûn kutusu ma‘a kapak ve
mablak
2
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Yaldızlı sîm tuzluk
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Yakut ve zümürrüdlü altun emzikli
sağîr feğfûrî ibrik
1
İncülice urma sîm top
1
Taşlıca feğfûrî yekmerdî ma‘a tabak
10
Sağîr kıt‘a taşlıca feğfûrî tabak
9
Mertabanî üsküre yekmerdî ma‘a
tabak
1
Taşlıca feğfûrî beyaz ibrik
1
Taşlıca feğfûrî bardak
5
Taşlıca billur bardak
2
Taşlıca belgamî ve mertabanî bardak
2
Taşlıca gergedan boynuzu bardak
ma‘a kapak
1
[16b] Taşlıca billur paftalı gülabdân
1
Bâ-hatt sikke şüd [10]96
Biri kapaksızdır
Kapaksızdır
Ağırlığı nâkısdır
322
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Taşlıca feğfûrî altun pervâzlı kapak
1
Sarı feğfûrî kâse maʻa tabak
2
Sâfî beyaz feğfûrî kâse
1
Feğfûrî kâse
1
Feğfûrî yekmerdî maʻa tabak
15
Kebîr kıtʻa feğfûrî tabak
4
Sağîr feğfûrî tabak
4
Feğfûrî gülabdân
2
Taşlıca mertabanî buhûrdân
1
Feğfûrî ibrik
5
Sîmli mertabanî buhûrdân
1
Mevcûddur müşâhede olındı fî
[1]127, mânde
Feğfûrî beyaz tabak
1
Şikestedir
Mertabanî tabak
16
Mertabanî kâse
1
Mertabanî yekmerdî
1
Feğfûrî tabak
6
Yaldızlı bakır gülabdân
1
Defʻa yaldızlı bakır gülabdân
1
Yaldızlı bakır buhurdân
3
Bakır maşraba
29
Bakır güğüm
3
Bakır kavanoz
1
Bakır tencere
3
Bakır kapak
8
Kebîr bakır şemʻdân
2
Sağîr bakır şemʻdân
3
Pirinc şemʻdan
1
Bakır sağîr maşraba
4
[17a] Bakır abdest leğeni maʻa
güğümlü ibrik
2
Bakır tepsi
4
Sağîr kıtʻa bakır tas maʻa kapak
3
Yekmerdî kapağıdır
Mevcûddur müşâhede olındı fî
[1]127, mânde
Biri yeşildir
Mevcûddur müşâhede olındı fî
[1]127, ifrâz
323
Yusuf Sağır
Bakır ibrik
3
Bakır hammâm leğeni
1
Bakır berber leğeni
2
Bakır birûn tası
1
Bakır matara
1
Bakır süzgü
1
Kebîr kıtʻa pervâzı altun varaklı ve
paftalı ayna
1
İşleme hasır kapak
16
Mevcûddur müşâhede olındı fî
[1]127, ifrâz
Sonuç
Turhan Sultan, Padişah İbrahim’in cariyesi iken, 1051/1642 tarihinde IV.
Mehmet’i dünyaya getirmiş; böylece “haseki sultan” olmuştur. Oğlunun 1058/1648’de
padişah olmasıyla da “vâlide sultan” unvanını almıştır. Ne var ki kayınvâlidesi Kösem
Sultan “büyük vâlide” sıfatıyla etkinliğini, 1061/1651 yılında saray ağaları ve onların
destekçisi Turhan Sultan tarafından öldürünceye kadar sürdürmüştür. Turhan Sultan,
bu tarihten itibaren beş yıl naibe-i saltanatlık yapmış 1656’da sadarete Köprülü’nün
getirilmesiyle yönetimden elini çekmiş; hayır hasenatla uğraşmıştır. O, 1094/1683
yılında Edirnede vefat etmiştir; naʻşı İstanbul’a getirilerek kendi eseri Yeni Cami Külliye’sindeki türbesine defnedilmiştir.
Osmanlı Devleti’nde kadınlar saltanatı, Turhan Sultan’ın devlet işlerini bırakmasıyla son bulmuştur. Şüphesiz uzun süre vâlide sultanlık makamında kalan Turhan
Sultan, oldukça zenginleşmiştir. Sahip olduğu emvâlin bir kısmı tereke defterinde
açıkça görülmektedir. Onun terekesi, vefatını müteakiben hazinedar Ali Ağa eliyle
kayıt altına alınmıştır. Bu defterde, Osmanlı’nın sosyo-ekonomik ve siyasî tarihi bakımından birçok veri bulunmaktadır. Genel olarak sözü edilen eşyalar giyim-kuşam,
mefrûşât, mutfak, güzel kokular, aydınlatma ve ısınma alanıyla ilgilidir.
Defterdeki verilerden Osmanlı Devleti’nin o dönemki ticarî ürünlerinin menşeî
tespit edilebileceği gibi ithal edilen ürünlerin ağırlıklarından niteliklerine dair bazı
çıkarsamalarda bulunmak mümkündür. Bununla beraber, 17. yüzyıl Osmanlı giyim
kuşamı, yemek kültürü, değerli taşları, saraydaki harem hayatı hakkında birçok veri
yine bu defterden çıkarılabilir. Örneğin; “paluda” kaşığı derken “paluze”; “aşura kepçesi” derken de “aşura” tatlılarının sarayda yenildiklerine işaret edilmektedir.
Tereke’de maddi kültür bakımından birçok sektörün parçalarına değinilmiştir.
Özellikle “mücevharat” bakımından defter, oldukça zengindir. Sözü edilen bu verilerle haremdeki bir vâlide sultanın giyimi, dairesi ve yaşamı resmedilebilir. Ayrıca
III. Ahmet dönemine kadarki saray kadınlarından bir kısmının isimleri öğrenilebilir.
Terekenin bir kısmı hareme bir kısmı ise padişahın kullanımına tahsis edilmiştir. Bir
324
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
bölümü de padişahın özel eşyaları için bozdurulmuş; birkaç kalem eşya da Ravza-i
Mutaharra eşyasının yapımına ayrılmıştır.
Bu defterde, o döneme ait kullanılan para birimlerinin bazılarının “cedîd akçe”
ile “Macar altını” veya “şerîfi altın” olduğu görülmektedir. En önemlisi de Viyana
bozgunu sonrası oluşan ekonomik sıkıntı nedeniyle iç hazinedeki altın ve gümüş eşyadan 1096/1685’de sikke kestirilmiş olmasıdır. Netice itibariyle defter, Osmanlı’nın
17. yüzyıl ikinci yarısı ekonomik ve sosyal hayatı hakkında bir kesit sunmaktadır.
325
Yusuf Sağır
Kaynakça
1. Arşiv Vesikaları
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi (TSMA): 27 ve 10457.125 numaralı defterler (D.)
2. Kaynaklar ve Araştırma Eserleri
Abdurrahman Abdi Paşa, Vekayinâme, (haz. Dr. Fahri Ç. Derin), Çamlıca Yayınları, İstanbul 2008.
Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri, (haz. Kazım Arısan, Duygu Arısan Günay), Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, Ekim 2002.
Afyoncu, Erhan, Uğur Demir, Turhan Sultan, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2015.
Arslanboğa, Kadir, Osmanlı Devleti’nin İç Hazine Harcamaları (1649-1680), Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi Yayınları, Kasım 2014.
Atakul, Aysen, Ceren Küçükuysal vd., Süs Taşları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Toplum ve Bilim
Merkezi , Ankara Kasım 2007.
Barkan, Ömer Lütfü, “Edirne Kassamına Ait Tereke Defterleri (1545–1659)”, TTK Belgeler, III/5-6,
Ankara 1966.
Dankoff, Robert, Evliya Çelebi Seyahatnamesi Okuma Rehberi, (çev. Semih Tezcan), YKY, İstanbul 2008.
Defterdâr Sarı Mehmet Paşa, Zübde-i Vekayiât, (haz. Abdulkadir Özcan), Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara 1995.
D’ohsson, 18. Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Adetler, (çev. Zerhan Yüksel), Tercüman 1001 Temel Eser
Eliaçık, Muhittin, “Şifaiyye Adlı Esere Göre Dağ Keçisi ve Yılanda Panzehir Özellikli Taşlar”, İdil Dergisi,
01-05-02, s. 8-31.
El-Mazenderani, Risale-i Felekiye, (çev. İsmail Otar, ed. Oktay Güvemli-Cengiz Toraman), İstanbul
Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası, İstanbul 2013.
Evliya Çelebi, Seyahatname, (haz. Robert Dankoff-Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı), C. 1, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul 2006.
Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhisü’l-Beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân, (haz. Sevim İlgürel), Türk Tarih
Kurumu Yayını, Ankara 1998.
İnalcık, Halil, Türkiye Tekstil Tarihi Üzerine Araştırmalar, Türkiye İşbankası Yayınları, İstanbul 2008.
Karaca, Filiz, “Turhan Sultan”, DİA, C. 41, İstanbul 2012, s. 423-425.
Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Ravzatü’l-Ebrâr Zeyli, (haz. Nevzat Kaya), Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara 2003.
Kıvrım, İsmail, “17. Yüzyılda Bir Vâlide Sultanın Günlük Hayatı: VâlideHadîce Turhan Sultan”, History
Studies, Volume 5 Issue 2, March 2013, p. 243-262.
Mantran, Robert, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, (çev. M. Ali Kılıçbay-Enver Özcan), Türk Tarih
Kurumu Yayını, C. I, Ankara 1990.
Muhammed bin Mahmut Şirvânî, Tuhfe-i Muradî, (haz. Mustafa Argunşah), Türkiye Yazma Eserler
Kurumu, İstanbul 2012.
Naîmâ Mustafa Efendi, Tarih-i Naîmâ, (haz. Mehmet İpşirli), C. I-IV, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara
1997.
Pamuk, Şevket, Osmanlı İmparatorluğunda Para’nın Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul Eylül
2007, 4. Baskı.
Pamuk, Şevket, Osmanlı Türkiye İktisadî Tarihi 1500-1914, İletişim Yayınları, İstanbul 2009, 5. Baskı.
326
Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı
Reşad Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Doğan Kitap, İstanbul 2015.
Sâmi, Şemseddin, Kâmûs-ı Türkî, İkdam Matbaası, Dersaadet 1317, Tıpkı Basım: Kapı Yayınları, Ekim
2009, 4. Baskı.
Silahdâr Fındıklılı Mehmet Ağa, Tarih, C. I-II, Devlet Matbaası, İstanbul 1928.
Sir James W. Redhouse, Turkish and English Lexicon, Çağrı Yayınları, İstanbul 2006, 3. Baskı.
Turhan Vâlide Sultan Vakfiyesi, (haz. H. Ahmet Arslantürk), Okur Kitaplığı, İstanbul 2012.
Uluçay, Çağatay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2001.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara
1988.
Tez, Zeki, Tekstil ve Giyim Kuşamın Kültürel Tarihi, Doruk Yayınları, İstanbul 2009.
Thys-Şenocak, Lucienne, Hadice Turhan Sultan, (çev. Ayla Ortaç), Kitap Yayınevi, İstanbul 2009.
Tulum, Mertol, 17. Yüzyıl Türkçesi Söz Varlığı Söz Varlığı, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara 2011.
Yazıcı, Tahsin, Mehmet İpşirli, “Ferrâş”, DİA, C.12, İstnabul 1995, s. 408-409.
Yazıcızâde Ahmet Bican, Dürr-i Meknûn, (çev. Necdet Sakoğlu), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999.
Yıldız, Ali, “Vâlide Sultan”, DİA, C. 42, İstanbul 2012, s. 494-499.
Yücel, Yaşar (haz.), 1640 Tarihli Esʻar Defteri, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Basımevi, Ankara 1982.
327
Yusuf Sağır
Ek
Vâlide Turhan Sultan Muhallefât Defteri, TSMA, D. 27, vr. 2b-3a.
328
Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı
Yayın İlkeleri
- Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, uluslararası indekste taranan hakemli
bir dergi olup, Nisan ve Ekim aylarında, yılda iki sayı yayımlanır. Dergimizde, özgün araştırma-inceleme makaleleri, çeviri, kitap tanıtma ve kongre-sempozyum haberleri yayımlanır. Yazıların bilimsel araştırma ölçütlerine uyması,
alana bir yenilik getirmesi ve başka bir yerde yayımlanmamış olması gerekir.
Bilimsel toplantılarda sunulmuş bildiriler, yayımlanmamış olmak kaydıyla
kabul edilebilir. Yayım kararı çıksa dahi başka bir yerde yayımlandığı tespit
edilen yazılar yayım listesinden çıkarılır.
- Derginin dili Türkçe ve İngilizce'dir.
- Türkçe makalelerin yazımında TDK Yazım Kılavuzu esas alınır.
- Makalelere eklenmesi istenen resim, çizim, harita veya belgeler numaralandırılmalı ve altına açıklamaları yazılmalıdır.
- Çevirilerde, çeviren, makalenin yazarından izin yazısı vermelidir.
- Makale ve çevirilerde, metinden bağımsız olarak 200 kelimeyi aşmayacak
Türkçe ve İngilizce özetler yer almalıdır. En az 3, en fazla 5 anahtar kelime
bulunmalıdır.
- Makalelerin içeriği ve eklerinin (resim, çizim, harita, belge vb.) sorumluluğu
yazara aittir.
- Gelen yazılar, Yayın Kurulu'nda incelendikten sonra, konunun uzmanı iki hakemin, gerekli görüldüğü takdirde üçüncü bir hakemin değerlendirmesi ve
Yayın Kurulu'nun nihai onayıyla basılır. Yayın Kurulu, araştırma makaleleri
dışındaki yazıları (sempozyum, kongre haberleri, kitap tanıtmalar vb.) bizzat
inceleyip, hakeme göndermeden doğrudan kabul veya ret kararı verebilir.
- Yayın Kurulu, gerektiğinde yazıların yazım şekli üzerinde küçük düzeltme ve
değişiklikler yapabilir.
- Yazarlarına hakem raporu doğrultunda düzeltilmek üzere gönderilen yazılar,
gerekli düzeltmeler yapıldıktan sonra en geç bir ay içerisinde dergi yönetimine ulaştırılmalıdır.
- Basılmama kararı verilen yazılar varsa hakem raporuyla birlikte yazarına iade
edilir.
- Yazarlara telif ücreti ödenmez. Dergide yazısı çıkan yazarlara 1; aynı sayının
hakemlerine 1 adet dergi gönderilir.
- Dergide yayımlanan makalelerin basın ve sanal yayın hakkı Çanakkale Onsekiz
Mart Üniversitesi'ne aittir. Yazılar, izin alınmaksızın başka yerde yayımlanamaz.
329
Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı
Yazım Kuralları
- Yazılar, A4 boyutunda MS Word uyumlu programda Times New Roman yazı
karakterinde yazılmalıdır.
- Başlık, 16 punto, koyu ve küçük harf olmalıdır. Başlık ortadan hizalı olmalıdır. Metinde ana ve ara başlıklar kullanılabilir. Ana başlıklar 10 punto, küçük
harf ve koyu olarak sola dayalı; ara başlıklar 10 punto, koyu ve küçük harf
yazılmalı sola dayalı olmalıdır. Başlıklar ve paragrafların arasında 6 nk aralık
bırakılmalıdır.
- Yazar adı ve soyadı, ana başlığın altına 12nk aralık bıraktıktan sonra 10 punto,
koyu, soyadı büyük harf ve sağa hizalı olarak yazılmalıdır. (*) işareti ile sayfanın altına unvan, adres ve e-posta bilgileri 8 punto olarak verilmelidir.
- Metin, 10 punto, tek satır aralığı ve iki yana dayalı olmalıdır. Üstten: 5,8 cm,
Alttan: 5,8 cm, Sağdan: 4,5 cm, Soldan: 4,5 cm boşluk bırakılmalıdır. Satır
arası önceki 0 nk sonrası da 6 nk paragraf girintisi 0,8 cm olmalıdır.
- Sayfa numaraları, alt bilgi içinde ortalanmış bir şekilde 8 punto olarak yerleştirilmelidir.
- Alıntılar, 5 satırı geçtiğinde paragraf girintisinden 1 cm içeriden başlatılmalı,
tırnak içinde 1 punto küçük yazılmalıdır. 5 satırdan az olan alıntılar metin
içerisinde italik olarak verilir. Vurgulanması gereken ifadeler de italik yapılır.
- Dipnotlar, 8 punto tek aralık yazılmalıdır. Hizalaması iki yana dayalı ve paragraf girintisi 0.5 cm olmalıdır. Metin içindeki atıflar sayfa altına dipnot şeklinde 1'den başlayarak numaralandı-rılmalıdır.
Atıflar ve Kaynakça:
Dergimiz, metin içi ve metin dışı olmak üzere iki tarz atıf ve kaynakça sistemini kabul etmektedir. Yazarlar, bu sistemlerden birini tercih etmelidir.
1. Metin Dışı Atıf Sistemi
Dipnotlarda kaynaklar verilirken, kitap ve dergi ismi italik olmalı, makale
isimleri tırnak içerisinde düz olarak verilmelidir. Dipnotlarda, ilk geçtiği yerde
kaynak künyesi tam olarak verilmeli, daha sonra yazarın belirlediği kısaltmalarla
yazılmalıdır. Bir yazarın birden fazla kitap ve makalesi kullanılıyorsa ikinci eserin ilk kullanımından sonra, yazarın soyadı, sonra kitap veya makalenin tam veya
kısaltılmış adı verilmelidir. Çok yazarlı kaynakların ilk geçtiği yerde yazarların
tümü yazılmalı, daha sonrakilerde ilk yazarın soyadı verilmelidir.
330
Örnekler:
Kitaplar için:
Ahmet Mumcu, Osmanlı Devleti'nde Siyaseten Katl, Ankara 1963.
Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğunda Aşiretlerin İskânı, İstanbul 1987.
Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu-Klasik Çağ, 1300-1600, İstanbul 2009,
s.115.
Sonraki atıflarda; İnalcık, Klasik Çağ, s.123.
Çeviri kitaplar için:
Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, (çev. Büşra E. Bahar-Günay G. Özdoğan),
İstanbul 1992, s.28.
Derleme, yayına hazırlanan ya da editörlüğü yapılmış kitaplar için:
Hüsnü Erkan (der./haz./ed.), Sosyal Piyasa Ekonomisinin Rekabet Boyutu, 1992,
s.44.
Derleme, yayına hazırlanan ya da editörlüğü yapılmış kitaplardaki makaleler için:
Takashi Osawa, ''Batı Göktürk Kağanlığı'ndaki Aşinaslı Bir Kağan'ın Şeceresine
Ait Bir Kaynak'', Türkler, (ed. Hasan Celâl Güzel, Kemal Çiçek, Salim Koca),
Ankara 2002, s.83.
Makaleler ve ansiklopedi maddeleri için:
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, ''Osmanlılarda İlk Vezirlere Dair Mütalea'', Belleten,
C.III, S.9, 1939, s.101.
Çeviri makaleler için:
Ernst E. Hirsch, ''İktidar ve Hukuk,'' (çev. Hayrettin Ökçesiz), Hukuk Araştırmaları, C.2, S.3, 1987, s.44.
Yayınlanmış bilimsel bildirilere atıf:
Zeynep Arat, ''1970'lerden Sonra Çevrede Kuramsal Yapının Gelişimi'', Türkiye'de
Çevrenin ve Çevre Korumanın Tarihi Sempozyumu, 7-8 Nisan 2000, (der. Zeynep Boratav), İstanbul 2000, s.167.
Web üzerinden kaynaklara atıf:
Servet Çaycı, Aşırı Akımlarla Mücadele: Almanya Örneği, http://www.asam.org.
tr/temp/temp631.pdf, (09.11.2008).
331
Yayımlanmamış tezler için:
Gürhan Kırilen, Çin Klasik Metinlerinde Yabancılar: Yi, Di, Rong ve Hu Terimleri, (Yayımlanmamış doktora tezi), Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2012.
Kaynakça:
Makalelerde kullanılan kaynak ve araştırmalar makale sonunda bu başlık altında gösterilmelidir. Kaynakça, bu başlık altında yeni bir sayfadan başlamalı ve 9
punto yazılmalıdır. Sadece metin içinde atıfta bulunulan kaynaklar yer almalı ve
yazarların soyadına göre alfabetik olarak düzen-lenmeli ve asılı kaynakça yapılmalıdır:
Örnekler:
Arat, Zeynep, ''1970'lerden Sonra Çevrede Kuramsal Yapının Gelişimi'',
Türkiye'de Çevrenin ve Çevre Korumanın Tarihi Sempozyumu, (der. Zeynep Boratav), Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul 2000, s.167-180.
Çaycı, Servet, Aşırı Akımlarla Mücadele: Almanya Örneği, http://www.asam.org.
tr/temp/temp631.pdf, (09.11.2008).
Hirsch, Ernst E., ''İktidar ve Hukuk,'' (çev. Hayrettin Ökçesiz), Hukuk Araştırmaları, C.2, S.3, 1987, s.44-59.
İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu-Klasik Çağ, 1300-1600, (çev. Ruşen Sezer), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, ''Osmanlılarda İlk Vezirlere Dair Mütalaa'', Belleten,
C.III, S.9, 1939, s.99-106.
2. Metin İçi Atıf Sistemi
Makalede yapılacak atıflar, ilgili yerden hemen sonra, parantez içinde yazarın
soyadı, eserin yayın yılı ve sayfa numarası sırasıyla verilmelidir. Örnek: (İnalcık
2009: 46). Birden fazla kaynak gösterileceği durumlarda eserler aynı parantez
içinde, en eski tarihli olandan yeni olana doğru, birbirinden noktalı virgülle ayrılarak sıralanır. Örnek: (Uzunçarşılı 1939: 94; İnalcık 2009: 46). İki yazarlı kaynaklarda, araya tire işareti (-) konulur. İkiden fazla yazarlı kaynaklarda ise ikinci
yazarın soyadından sonra "vd." kısaltması kullanılmalıdır. Örnekler: (ClaessenSkalnik 1993: 25), (Fei-Zhou vd. 2007: 472). Yazarın adı, ilgili cümle içinde geçiyorsa, parantez içinde tarih ve sayfanın belirtilmesi yeterlidir. Örnek: (2009: 46).
Yazarın aynı yıl yayınlanmış iki eseri, yayın yılına bir harf eklenmek suretiyle
ayırt edilir. Örnekler: (Ekrem 2008a: 54), (Ekrem 2008b: 25). Soyadları aynı olan
iki yazarın aynı yılda yayınlanmış olan eserleri, adların ilk harflerinin de yazılması yoluyla belirtilir. Örnekler: (Demir, A. 2003: 46), (Demir, H. 2003: 27). Ula-
332
şılamayan bir yayına metin içinde atıf yapılırken, bu kaynakla birlikte alıntının
yapıldığı eser şu şekilde gösterilmelidir: Örnek: (Köprülü 1911: 75'ten aktaran;
Çelik 1998: 25). El yazması bir eser kaynak gösterilirken, müellif veya mütercim
adından sonra [yz.] kısaltması konmalı, varak numarası örnekteki gibi belirtilmeli
ve tam künye kaynakçada gösterilmelidir. Örnek: (Ahmedî, [yz.] 1410: 7b). Arşiv
belgeleri kaynak gösterilirken, metin içindeki kısaltma örnekteki gibi olmalı, açılımı kaynakçada verilmelidir. Örnek: (BCA, Mühimme 15: 25).
Dipnotlar, sadece yapılması zorunlu açıklamalar için ve kullanılır ve "DİPNOT"
komutuyla otomatik olarak verilir. Buradaki atıflar da parantez içinde yazarın soyadı, eserin yayın yılı ve sayfa numarası gelecek şekilde düzenlenmelidir. Örnek:
(İnalcık 2009: 46).
Kaynakça:
Makalelerde kullanılan kaynak ve araştırmalar makale sonunda bu başlık altında gösterilmelidir. Kaynakça, bu başlık altında yeni bir sayfadan başlamalı ve 9
punto yazılmalıdır. Sadece metin içinde atıfta bulunulan kaynaklar yer almalı ve
yazarların soyadına göre alfabetik olarak düzenlenmeli ve asılı kaynakça yapılmalıdır:
Örnekler:
Tek yazarlı kitaplar için:
OCAK, Ahmet Yaşar (2011). Babaîler İsyanı: Alevîliğin Tarihsel Altyapısı Yahut
Anadolu'da İslâm-Türk Heterodoksisinin Teşekkülü, İstanbul: Dergâh Yayınları.
İki yazarlı kitaplar için:
ÖZÖN, M. Nihat - DÜRDER, Baha (1967). Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, İstanbul: Remzi Kitabevi.
İkiden fazla yazarlı kitaplar için:
AKPOLAT, Kemal - vd. (1960). Sezginin Gücü, İstanbul: Güneş Yayınevi.
Çeviri kitaplar için:
İNALCIK, Halil (2009). Osmanlı İmparatorluğu-Klasik Çağ, 1300-1600, (çev.
Ruşen Sezer), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Derleme, yayına hazırlanan ya da editörlüğü yapılmış kitaplar için:
NİZÂMÜ'L-MÜLK (1999), Siyâset-nâme, (hzl. Mehmet Altay Köymen), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
333
Derleme, yayına hazırlanan ya da editörlüğü yapılmış kitaplardaki makaleler
için:
GRAFF, David A. (2002). ''Strategy and Contingency in the Tang Defeat of the
Eastern Turks, 629-630'', Warfare in Inner Asian History (500-1800), (ed. Nicola
Di Cosmo), Leiden: Brill, 33-71.
Makaleler ve ansiklopedi maddeleri için:
GÜL, Muammer (2006). ''Harezmli Türklerin Anadolu ve Yakındoğu'daki Rolleri
ve Tesirleri'', Belleten, LXX (257): 95-118.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı (1939). ''Osmanlılarda İlk Vezirlere Dair Mütalaa'', Belleten, III (9): 99-106.
Çeviri makaleler için:
HAMILTON, James Russell (1997). ''Tokuz-Oguz ve On-Uygur'', (çev. Yunuş
Koç -İsmet Birkan), Türk Dilleri Araştırmaları, 7: 187-232.
Yayınlanmış bilimsel bildirilere atıf:
ARAT, Zeynep (2000). ''1970'lerden Sonra Çevrede Kuramsal Yapının Gelişimi'',
Türkiye'de Çevrenin ve Çevre Korumanın Tarihi Sempozyumu, 7-8 Nisan 2000,
(der. Zeynep Boratav), İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı,
167-180.
Web üzerinden kaynaklara atıf:
ÇAYCI, Servet. Aşırı Akımlarla Mücadele: Almanya Örneği, Erişim tarihi:
2008.09.11, http://www.asam.org.tr/temp/temp631.pdf.
Yayımlanmamış tezler için:
KIRİLEN, Gürhan (2012). Çin Klasik Metinlerinde Yabancılar: Yi, Di, Rong ve
Hu Terimleri, Ankara: Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış doktora tezi).
334
Download