ÇANAKKALE ONSEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK VE ÇANAKKALE SAVAŞLARINI ARAŞTIRMA MERKEZİ The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies Yıl / Year 14 Sayı / Number 20 ISSN: 2148-0877 Bahar / Spring 2016 ÇANAKKALE ONSEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK VE ÇANAKKALE SAVAŞLARINI ARAŞTIRMA MERKEZİ Yayın İsmi: Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Publication Name: The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies Yayın Türü: Süreli Hakemli Yayın Publication Type: Periodical Peer-Reviewed Publication Yayın Şekli: Yılda iki kez, Türkçe ve İngilizce Publication Form: Twice a Year, in Turkish and English ISSN: 2148-0877 Sahibi: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi adına Rektör Prof. Dr. Yücel ACER Owner: On behalf of the Çanakkale Onsekiz Mart University, Prof. Yücel ACER Dergi Hakkında: Dergi Hakkında: Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, yılda iki kez yayınlanan hakemli bir dergidir. Gönderilen yazılar yayın kurulunda incelendikten sonra konunun uzmanı iki hakemin, gerekli görüldüğü takdirde üçüncü bir hakemin değerlendirmesi ve yayın kurulunun onayıyla yayınlanır. Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı’nda yayınlanan yazılarda savunulan fikirler yazarlarına aittir. Derginin tüm hakları saklıdır. Akademik ve haber amaçlı kısa alıntılar dışında önceden yazılı izin alınmaksızın hiçbir iletişim, kopyalama sistemi kullanılarak yeniden basılamaz. About The Journal: The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies is a peer-reviewed journal published twice a year. After the evaluation of the editorial board, the submitted papers are delivered to two, or three if need be, referees specialized in the related issue. Upon the approval of the editorial board, the paper is published. Ideas defended in the papers published in The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies belong to the authors. All Rights Reserved. No part of this publication may be reproduced, stored or introduced into a retrieval system, or transmitted in any form, or by any means, electronic, mechanical, photocopying, recording, or otherwise, without prior written permission of the editors. Tarayan İndeksler/Indexing: Modern Language Association (MLA) International Institute of Organized Research (I2OR) Eurasian Scientific Journal Index (ESJI) Scientific Indexing Services (SIS) Index Islamicus Tübitak-Ulakbim Tr Dizin (Sosyal Bilimler Veri Tabanı) Türk Eğitim İndeksi Sosyal Bilimler Atıf Dizini (SOBIAD) Akademik Türk Dergileri İndeksi Akademik Araştırmalar İndeksi Arastirmax Bilimsel Yayın İndeksi İletişim/Contact: Adres: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Terzioğlu Yerleşkesi Fen Edebiyat Fakültesi 17100 Merkez/ÇANAKKALE Tel: (+90) (286) 2180018 - 1726 | Faks: (+90) (286) 2180533 Erişim: www. canakkalearastirmalari.comu.edu.tr | E-posta: canakkalearastirmalari@comu.edu.tr Teknik Hazırlık/Technical Preparation: Pozitif Matbaa Çamlıca Mahallesi Anadolu Bulvarı 145. Sokak 10/19 Yenimahalle/ANKARA Tel: 0312 397 00 31 | Faks: 0312 397 86 12 | E-Posta: pozitif@pozitifmatbaa.com Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies Editörler/Editors Yrd. Doç. Dr. Özkan KESKİN Doç. Dr. Murat KARATAŞ Yayım Kurulu/Editorial Board Doç. Dr. Ali SÖNMEZ Doç. Dr. Aşkın KOYUNCU Doç. Dr. Burhan SAYILIR Doç. Dr. Mehmet Fatih YAVUZ Doç. Dr. Muhammet ERAT Doç. Dr. Reyhan KÖRPE Doç. Dr. Şerif KORKMAZ Yrd. Doç. Dr. Cahide Sınmaz SÖNMEZ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KAYHAN Yrd. Doç. Dr. Mithat ATABAY Öğr. Gör. Dr. Cengiz PARLAK Arş. Gör. Dr. Hayrettin İhsan ERKOÇ Okt. Aytun YAZGI Okt. Barış BORLAT Danışma Kurulu/Advisory Board Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Ali ARSLAN (İstanbul Üniversitesi) Prof. Dr. Ali Fuat ÖRENÇ (İstanbul Üniversitesi) Prof. Dr. Ali Osman UYSAL (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Prof. Dr. Arif BİLGİN (Sakarya Üniversitesi) Prof. Dr. Behçet Kemal YEŞİLBURSA (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Bekir KOÇ (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. C. Brian ROSE (Pennsylvania Üniversitesi) Prof. Dr. Cezmi ERASLAN (İstanbul Üniversitesi) Prof. Dr. Fatmagül DEMİREL (Yıldız Teknik Üniversitesi) Prof. Dr. Gülden SARIYILDIZ (İstanbul Üniversitesi) Prof. Dr. Haluk SELVİ (Sakarya Üniversitesi) Prof. Dr. Heinz RICHTER (Mannheim Üniversitesi) Prof. Dr. Işıl ÇAKAN HACIİBRAHİMOĞLU (İstanbul Üniversitesi) Prof. Dr. İbrahim Ethem ATNUR (Atatürk Üniversitesi) Prof. Dr. İbrahim SEZGİN (Trakya Üniversitesi) Prof. Dr. İhsan GÜNEŞ (Anadolu Üniversitesi) Prof. Dr. İzzet ÖZTOPRAK (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Keir REEVERS (Monash Üniversitesi) Prof. Dr. Kemal ARI (Dokuz Eylül Üniversitesi) Prof. Dr. Machiel KIEL (Hollanda Araştırma Enstitüsü) Prof. Dr. Mahir AYDIN (İstanbul Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet ALİ BEYHAN (İstanbul Üniversitesi) Prof. Dr. Mete TUNÇOKU (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Prof. Dr. Metin AYIŞIĞI (Yüzüncü Yıl Üniversitesi) Prof. Dr. Mihai MAXIM (Bükreş Üniversitesi) Prof. Dr. Mithat AYDIN (Pamukkale Üniversitesi) Prof. Dr. Mustafa YILMAZ (Hacettepe Üniversitesi) Prof. Dr. Neşe ÖZDEN (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Nurettin ARSLAN (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Prof. Dr. Peter B. GOLDEN (Rutgers Üniversitesi) Prof. Dr. Raelene FRANCES (Monash Üniversitesi) Prof. Dr. Rüstem ASLAN (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Prof. Dr. Salim CÖHCE (İnönü Üniversitesi) Prof. Dr. Temuçin Faik ERTAN (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Yılmaz KURT (Ankara Üniversitesi) Doç. Dr. Cihan PİYADEOĞLU (İstanbul Medeniyet Üniversitesi) Doç. Dr. Cumhur ARSLAN (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Doç. Dr. Erdoğan KELEŞ (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi) Doç. Dr. Erkan KONYAR (İstanbul Üniversitesi) Doç. Dr. Fatih SANCAKTAR (İstanbul Üniversitesi) Doç. Dr. Funda SELÇUK ŞİRİN (Kocaeli Üniversitesi) Doç. Dr. Hatice ORUÇ (Ankara Üniversitesi) Doç. Dr. Hayri ÇAPRAZ (Süleyman Demirel Üniversitesi) Doç. Dr. Isa BLUMI (Stockholm Üniversitesi) Doç. Dr. İbrahim ERDAL (Bozok Üniversitesi) Doç. Dr. İbrahim ŞİRİN (Kocaeli Üniversitesi) Doç. Dr. İlhami YURDAKUL (Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi) Doç. Dr. İsmail MANGALTEPE (İstanbul Üniversitesi) Doç. Dr. Murat KEÇİŞ (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi) III Doç. Dr. Orlin SABEV (Bulgaristan Bilimler Akademisi) Doç. Dr. Recep KARACAKAYA (İstanbul Medeniyet Üniversitesi) Doç. Dr. Serdar SARISIR (Ankara Üniversitesi) Doç. Dr. Vedat ÇALIŞKAN (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Doç. Dr. Yüksel ÇELİK (Marmara Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ali AHMETBEYOĞLU (İstanbul Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ayşegül KILIÇ (Trakya Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Fatih GENCER (Bitlis Eren Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ferudun Hakan ÖZKAN (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Güneş ŞAHİN (Yüzüncü Yıl Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Metin ÜNVER (İstanbul Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Muhammet YAZICI (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Neriman HACISALİHOĞLU (İstanbul Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Semiha ALTIER (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Süheyla YENİDÜNYA (Trakya Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Şahin KILIÇ (Trakya Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Yusuf Alperen AYDIN (İstanbul Üniversitesi) Dr. Ian MCGIBBON (Yeni Zelanda Kültür ve Miras Bakanlığı) Dr. Cağfer GÜLER (Ankara Üniversitesi) Dr. Can AVCI (İstanbul Üniversitesi) Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı 20. Sayı’nın Hakemleri Prof. Dr. Abdullah Gündoğdu Prof. Dr. Bekir Koç Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran Prof. Dr. Evgeni Radushev Prof. Dr. Fatmagül Demirel Prof. Dr. Haldun Eroğlu Prof. Dr. Halit Ev Prof. Dr. Mithat Aydın Prof. Dr. Yasemin Doğaner Doç. Dr. Ahmet Altıntaş Doç. Dr. Ahmet Köç Doç. Dr. Ali Sönmez Doç. Dr. Aşkın Koyuncu Doç. Dr. Burhan Sayılır Doç. Dr. Cihan Piyadeoğlu Doç. Dr. Cihat Aydoğmuşoğlu Doç. Dr. Hayri Çapraz Doç. Dr. Muhammet Erat Doç. Dr. Muharrem Çeken Doç. Dr. Murat Karataş Doç. Dr. Murat Yıldız Doç. Dr. Mustafa Alkan Doç. Dr. Şerif Korkmaz Doç. Dr. Ümit Ekin Doç. Dr. Volkan Ertürk Doç. Dr. Yüksel Topaloğlu Yrd. Doç. Dr. Ahmet Esenkaya Yrd. Doç. Dr. Canan Sevinç Yrd. Doç. Dr. Erdem Çanak Yrd. Doç. Dr. Ferhat Berber Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Kayhan Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yıldırım Yrd. Doç. Dr. Mesut Dündar Yrd. Doç. Dr. Mithat Atabay Yrd. Doç. Dr. Murat Aksu Yrd. Doç. Dr. Taner Gök Okt. Barış Borlat IV Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies Yıl / Year 14 Sayı / Number 20 Bahar / Spring 2016 İÇİNDEKİLER/CONTENTS Kezban Acar Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar Gallipoli and the White Russians According to Russian Sources.........................................1-33 Feyza Kurnaz Şahin I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki İzlenimleri: Dirk Johannes Van Bommel ve Dr. Emile Ernest Menten Raporları The Impressions of Two Dutch Representatives Regarding the Afyonkarahisar Captive Garrison During the First World War Years: The Reports of Dirk Johannes Van Bommel and Dr. Emile Ernest Menten............................................................................................35-63 Özkan Keskin Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi An Attempt of Technical Education in the Steppe: Ankara Industry School.......................65-79 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) The Educational Institutions in Ottoman Countryside During the Modernization Era (The Sample of Gümüşhane)......................................................................................... 81-114 Ertan Gökmen Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye Yönelik Bir İmtiyaz Teşebbüsü A Privilege Enterprise to Water the Menemen Plain and to Supply Drinking Water to Its Villages by Benefiting the Hermos River..................................... 115-140 V Gülçin Oktay Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları “Gender” and “Class” Structures in Selma Rıza’s Novel Uhuvvet.................................... 141-156 Şefaattin Deniz Kerim Han Zend’in Şiraz’ı İmar ve İhyası The Improvement of Shiraz by Karim Khan Zand......................................................... 157-171 Cahide Sınmaz Sönmez Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Faaliyetleri The Healthcare Organizations in the Gallipoli Campaign and the Activities of Ottoman Red Crescent Society According to Turkish Red Crescent Archive Documents.............. 173-192 Bilge Karbi Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir Örnek: Osmanlı Birliklerinin Galiçya Cephesi’ne Gönderilmesi Kararı Etrafındaki Tartışmalar An Example of the Military Aids Between the Ottoman Empire and Austria-Hungary During the First World War: Debates on the Decision of the Sending of Ottoman Troops to the Galician Front........................................................................................ 193-206 Alptekin Yavaş Bayramiç Hadimoğlu Konağı The Hadimoglu Mansion in Bayramic.......................................................................... 207-227 Emrah Naki XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair Bazı Düşünceler Some Thoughts on the Economic Role of Latin American Silver in the Ottoman-Spanish Rivalry in the 16th Century............................................................... 229-247 Uğur Altuğ Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler Fortresses at the Sanjak of Gallipoli During the Reign of Mehmet II........................... 249-263 Yusuf Sağır Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı The Inherited Estates of Valide Turhan Sultan............................................................. 265-328 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yayın İlkeleri.............................................329 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yazım Kuralları..........................................330 VI ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI Yıl 14 Bahar 2016 Sayı 20 ss. 1-33 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar Kezban ACAR* Özet Çarlık Rusya’sında Kızıllara (Bolşeviklere) karşı verdikleri mücadeleyi kaybederek, 1919 sonu ve özellikle 1920 Kasımından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’na gelen Beyaz Rus Ordusu asker ve subayları, diğer ismiyle Vrangel Ordusu, Fransızlar tarafından Gelibolu Yarımadası’na yerleştirilmiştir. Bu çalışma, ağırlıklı olarak Rusça kaynaklara dayanarak, o dönemin Gelibolu’sunun bir resmini çizmeyi ve daha da önemlisi, bazı üyeleri Aralık 1923’e kadar orada yaşayan Beyaz Rus Ordusu’nun Gelibolu’daki yaşamı hakkında bilgiler sunmayı amaçlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Rus İç Savaşı, Beyaz Ordu, Rus Mülteciler, Gelibolu, 1920’ler. Gallipoli and the White Russians According to Russian Sources Abstract Having been defeated by the Reds (Bolsheviks), the White Russian Army soldiers and officers, namely the Wrangel Army, migrated to the Ottoman Empire from the end of 1919 on, especially in November 1920, and were settled in the Gallipoli Peninsula. This paper, based mainly on Russian primary sources, aims to draw a picture of Gallipoli in the early 1920s and more importantly give information on the life of the White Russian Army that lived there until December 1923. Keywords: Russian Civil War, White Army, Russian Refugees, Gallipoli, 1920s. * Prof. Dr. Kezban Acar, Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü 45040 Manisa, kacar45@yahoo.com/ keziban.acar@cbu.edu.tr 1 Kezban Acar Giriş Beyaz Ruslar veya Beyaz Ordu olarak bilinen ve 1919 yılından başlayarak İstanbul başta olmak üzere Osmanlı Devleti’nin belli başlı bölgelerine yerleştirilen Rus mültecilerle ilgili olarak ülkemizde yayınlanmış çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğu İstanbul’daki Rus mültecilerle ilgili olup, bunlar arasında Gelibolu’daki Rus kampı hakkında da bilgi veren çalışma sayısı çok azdır. Bunlardan biri olan, Bülent Bakar tarafından kaleme alınmış Esir Şehrin Misafirleri Beyaz Ruslar isimli eserde, yayınlanmış bazı çalışmaların yanı sıra, Osmanlıca gazetelerden, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü (TİTE) Arşivinden ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden bazı belgelerden istifade edilmek suretiyle, Beyaz Ordu’nun Gelibolu kampı hakkında ve Rus birliklerinin burada karşılaştığı yakacak sıkıntısı gibi bazı sorunları konusunda önemli bilgiler sunulmaktadır.1 Bu çalışma dışında, spesifik olarak Gelibolu’daki Rus mülteciler ve Beyaz Rus Ordusu hakkında ülkemizde yayımlanmış bazı çalışmalar vardır. Bunlardan en kapsamlısı, Oya Dağlar Macar ve Elçin Macar’ın birlikte kaleme aldıkları, Beyaz Rus Ordusu Türkiye’de başlıklı kitaptır.2 Bu çalışmada, ağırlıklı olarak İngilizce kaynaklar ve bazı Türkçe ve Fransızca yayınlar ve birkaç Rusça kaynak kullanılmıştır. Doğrudan Beyaz Ordu hakkında yapılmış bir diğer çalışma, Kerime Şahiner’e ait, 2001 tarihli Yüksek Lisans tezidir. Askeri Tarih Arşivi (ATESE)’den birçok belgenin yanı sıra, Osmanlıca bazı gazeteler ve Türkçe basılmış eserlerden istifade edilerek hazırlanmış çalışma, Vrangel Ordusu’nun İstanbul’a gelişine dair çok önemli bilgiler sunmakla birlikte, Beyaz Ordu’nun Gelibolu’ya yerleştirilmesi ve oradaki yaşamı konusunda çok kısıtlı bilgi verir.3 Son olarak, Aydın İbrahimov ve Nesrin Bayraktar’ın Rusçadan Türkçeye çevirdikleri, Nikolay Rayevski’nin Gelibolu Günlüğü. Rus Gözüyle Gelibolu isimli çalışma bulunmaktadır. Birincil elden ve gözden Gelibolu’yu anlatan bu eser, bu makalede de sıkça referansta bulunulan, Beyaz Ordu ve Gelibolu konusuna katkı yapan çok önemli bir çalışmadır. Ayrıca Beyaz Ruslarla ilgili olarak yayınlanmış bir takım makaleler bulunmaktadır. Bunlardan ilki olan, Aydın Süer’in 1997’de Belleten’de yayımlanmış makalesi, Russkie v Gallipoli isimli eserden kısım kısım yapılan çevirilerden müteşekkildir.4 Bunun yanı sıra, Saime Yüceer ve Umut C. Doğan’ın da konuyla ilgili yayımlanmış makaleleri bulunmaktadır.5 Genel olarak bahsi geçen bütün bu çalışmalarda bazı İn- 1 2 3 4 5 Bülent Bakar, Esir Şehrin Misafirleri Beyaz Ruslar, İstanbul: Tarihçi Kitabevi, 2012, 64-71. Oya Dağlar Macar ve Elçin Macar, Beyaz Rus Ordusu Türkiye’de, İstanbul: Libra, 2010. Kerime Şahiner, Wrangel Ordusunun İstanbul’a Gelişi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001, s. 48-49. Aydın Süer, “Gelibolu’da Ruslar,” Belleten, cilt LI, Nisan 1987, s. 315-355. Saime Yüceer, “Vrangel Ordusu’nun İstanbul’daki Faaliyetleri,” Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 1998 Cilt: 06 Sayı: 21, s. 107-117; Kerime Şahiner, “Bolşevik İhtilalinden Sonra Türkiye’ye gelen Wrangel Ordusu ve Faaliyetleri,” Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, Şubat 2003, sayı 1, s. 135-159; Umut C. Karadoğan, “İşgal Döneminde İstanbul ve Gelibolu’da Bolşevik Aleyhtarı Wrangel Ordusu,” Bilig, Bahar 2011, sayı 57, s. 135-157. 2 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar gilizce, Fransızca ve ağırlıklı olarak Türkçe kaynakların kullanıldığı görülmektedir ve kuşkusuz hemen hepsi, bu alandaki araştırmalara katkı yapan çok önemli bilgiler içermektedirler. Ancak Nikolay Rayevski’nin çeviri günlüğü dışında hemen hiç Rusça kaynaklara yer vermedikleri için, bu çalışmalar konuyu sadece “dışarıdakilerin” gözüyle sunmaktadırlar. Bu makale ise Gelibolu’daki Ruslar meselesini özel olarak Beyaz Rusların gözünden; genel olarak ise Rusça kaynaklardan istifade ederek sunmayı amaçlamaktadır. Rus İç Savaşı ve Beyaz Ordu Bolşeviklerin iktidara gelmesi, Rusya’da Bolşeviklerle eski rejim yanlısı veya Bolşevik karşıtı kesimler arasında bir iç savaşın başlamasına neden oldu. Bu çalışmanın ana aktörlerini oluşturan ve 1920’nin güzünde Osmanlı topraklarına göç eden Beyaz Ordu, İç Savaş’ta Kızıllara karşı savaşmak için 1917 sonunda vücut bulan Gönüllü Ordusunu temel alan, Güney Rusya’daki ordu idi. Bu orduya mensup gönüllü asker ve subaylar ile diğer bölgelerdeki Bolşevik karşıtları zamanla Beyazlar olarak anılmaya başlandı. Bu adın nereden geldiği bilinmemekle birlikte, Kızıllarla olan karşıtlığı ifade etmek için kullandığı tahmin edilmektedir. Gönüllü Ordusu, başlarda 4.000 kişilik bir orduydu. Aralık 1917’de Novoçerkassk’tan gelen yeni katılımcılarla ve Ocak’ta orduya dâhil olan Don Kossaklarıyla birlikte Gönüllü Ordusunun sayısı 1918 güzünde on kat birden arttı ve 1919’da 100.000’e ulaştı.6 Beyaz Ordu Birliklerinin yarısı Kossaklardan, diğer yarısı ise subaylardan oluşmaktaydı. İçlerinde bir grup özel asker; piyade bölüklerinde çalışmış kıdemli subaylar ve ayrıca mektep çocuklarıyla, subay olmayan birçok insan vardı. Bu çeşitliliğe ve sivillerden yardım almış olmasına rağmen Beyaz Hareketi, temelinde bir subaylar hareketiydi ve amaçları ve idealleri de bu subayların amaç ve ideallerini yansıtmaktaydı. Bu subaylar ve generallerin çoğu, düşünüldüğünün aksine, zengin ailelerden gelmiyorlardı; bu nedenle Bolşevik karşıtlıklarının nedeni, onların sanayi başta olmak üzere ülke ekonomisini ve kaynaklarını devletleştirmeleri ve toprakları dağıtmaları değil, yönetimi bir darbeyle, zorla ele geçirmiş olmaları ve orduyu dağıtmalarıydı. Çarlık Ordusu subayları ve generallerine göre ordunun dağılması, rejimin dağılması demekti.7 Bununla birlikte, Beyaz Ordu subayları ve generallerinin ve onlara eşlik eden sivillerin hepsinin çarlık rejimi yanlısı veya monarşist olduğunu söylemek de zordur; aralarında ideolojik olarak bir birlik yoktu. İçlerinde eski ordu ve hükümet mensuplarının yanı sıra, birçok küçük burjuva, zanaatkâr, esnaf, işçi ve işveren hatta bazı köylüler de vardı.8 Bu dönemde Rusya’da tek bir Beyaz Ordu yoktu; değişik bölgelerde birden fazla Beyaz Ordu bulunmaktaydı. Bunlardan en önemlileri, 1918’de Sibirya’da Amiral Aleksander Kolçak, kuzeyde Teğmen General Evgeni Miller, 6 7 8 Paul Robinson, The White Russian Army in Exile 1920-1941, Oxford: Clarendon Press, 2002, s. 3. Robinson, The White Russian Army in Exile, s. 4-5. Marc Raeff, Russian Abroad, A Cultural History of the Russian Emigration, 1919-1939, New York: Oxford University Press, 1990, 8. 3 Kezban Acar Estonya’da ise Piyade Generali Nikolay Yudeniç’in kurduğu ordulardı.9 Daha sonra Beyaz Ordu Birlikleri çok daha fazla sayıda ve cephede varlık göstermeye başladılar. 1920’deki Beyaz Ordu Birlikleri ve Beyaz Ordular, Kızıl Ordu askeri arşivindeki bilgilere göre Estonya, Letonya ve Finlandiya’daki 7. Ordu; Batı cephesindeki Litovski, Jelihovski Ordusu, Polonya Ordusu ve Balakhoviç Ordusu, Güney cephesi, Kafkas cephesi ve Türkistan’daki Beyaz Ordu Birlikleriyle, Güneybatı-cephesindeki Vrangel ordusundan müteşekkildi. Bunlardan biri olup, bu çalışmanın ana konusu olan Vrangel Ordusu ise 1. 2. ve 3. Alaylardan müteşekkil 1. Piyade Bölüğü; 1 Kafkas Alayı ve 1 topçu bölüğünden oluşmaktaydı.10 Resim 1: Güney Rusya Liderlerinin 1920’de Sivastopol’deki Toplantıları (Kaynak: Alexis Wrangel, General Wrangel. Russia’s White Crusader, London: Lee Cooper, 1987. Lenin ve diğer Bolşevik liderler ve destekçileri, nam-ı diğer Kızıllar, 1918-1922 yılları arasında, otoritelerine başkaldıran ve yukarıda bahsi geçen gruplardan müteşekkil Beyaz Ordu’yu ve Beyazları mağlup ettiler. Araştırmacılara göre, bu galibiyette etkili olan en önemli etkenler, Lenin’in her şeyi “Sovyet”ler/Meclisler adına yaptığını iddia etmesi, devrim öncesinde vaat ettiği gibi, köylülere toprak vermesi; dağıtmasıydı. Üçüncüsü yine devrim öncesi söz verdiği gibi Rusya’nın savaştığı ülkelerle barış yaparak, Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmesiydi. Ayrıca Lenin’in “acımasız kararlılığı” ve “politik zekâsının,” Troçki’nin teşkilatlanma veya organizasyon konusundaki 9 Robinson, The White Russian Army in Exile, 3-4. 10 RGVİA (Rossiyskiy Gosudarstvennıy Voenno-İstoriçeskiy Arhiv /Rus Devlet Askeri Tarih Arşivi), f. 6, op. 4, d. 596, list 178. 4 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar yeteneklerinin ve diğer devrimci liderlerinin davalarına olan inançları ve duydukları heyecanın da önemli bir payı vardı.11 Bunların yanı sıra, Kızılların Rusya’nın sanayi merkezlerini ve demiryolu/ulaşım ağını ve çok geniş bir alanı kontrol etmelerinin de büyük bir payı vardı. Bunlara ilaveten, desteklerini sağladıkları, yeni rejim yanlısı eski çarlık Rus ordusu subaylarının komuta ettiği ve yine çarlık ordusu malzemeleri ile donatılmış, üyelerinin çoğu köylüler tarafından oluşturulan çok büyük bir orduya sahip olmaları da başarılarında önemli bir etkendi.12 Güney Rusya’daki, General Alekseyev’in komutasındaki Beyaz Ordu, 1918’de General Kornilov’un Ekaterinador için yapılan bir muharebe sırasında, General Alekseyev’in ise Ekim 1918’de kanserden yaşamını yitirmesi üzerine 1918 güzünden itibaren Anton Denikin’in komutasına geçti. Onun döneminde, “Rusya, tek ve bölünmez” sloganı altında birleşen Beyaz Ordu, Kossaklardan ve dört Gönüllü Ordusu birliğinden müteşekkildi. Bu dört ordu birliği, daha sonra Osmanlı topraklarına sevk edilecek Kornilovski, Alekseyevski, Drojdovski ve Markovski Piyade Birlikleriydi.13 Bu birlikler, 1919 yılında bazı önemli başarılar elde ettiler. Ekim 1919’da da Moskova yakınlarına kadar geldiler. Ancak bu gelebildikleri en son nokta oldu. Çok geniş bir alana yayıldıklarından, Kasım’da başlayan Bolşevik karşı taarruzu üzerine geri çekildiler. Mart 1920’de Denikin’in ordusu bütün Ukrayna ve Kuzey Kafkasya bölgesinden geri çekilmek zorunda kaldı. Aynı dönemde, Antant Devletleri Yüksek Meclisi, Avrupa’daki durumu analiz etmek suretiyle Rusya’daki iç savaşın son derece büyük bir tehlike ve asayişsizlik öğesi olduğuna karar verdiler. Onlar için yapılması gereken en doğru şey, savaşı durdurmaktı. Bunun üzerine, 1920 Nisan’ı başında Denikin Güney Rusya’daki Beyaz Ordu Birlikleri komutanlığından istifa ederek, Rusya’yı terk etti. Bir İngiliz torpidosuyla Novorossiisk’ten İstanbul’a geldi ama burada uzun süre kalmadı. Buradan Londra’ya, sonra da başka Avrupa başkentlerine gitti.14 İstanbul’da bulunduğu sırada, İngiliz hükümeti İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri aracılığıyla, Denikin’e gizli bir telgraf göndererek yeni bir teklif yaptı. Telgrafta “Rusya’daki iç savaşın devamının, Avrupa’daki koşullar göz önüne alındığında büyük bir tehlike arz ettiğini” belirtti ve Denikin’e Kırım’da genel bir af ilan edilmesini de dikkate alarak ya ordu ile ya da tek başına Sovyet hükümetine geri dönmesini önerdi. Bunun karşılığında ona askeri olmasa da diplomatik destek sözü verdi. Ancak Denikin Bolşeviklerle barış önerisini ve Sovyet Rusya’ya geri dönme tavsiyesini reddetti. Denikin ordusundan kalanlar Bolşeviklerle savaşı devam ettirmek için Kırım’da toplandı.15 11 John M. Thompson, A Vision Unfulfilled: Russia and the Soviet Union in the Twentieth Century, Lexington, Massachusetts, Toronto: D. C. Heath and Company, 1996, s. 150-151. 12 Evan Mawdsley, The Russian Civil War, Edinburg: Birlin, 2000, s. 273-275. 13Robinson, The White Russian Army, s. 9-10. 14 N. I. Komandorova, Russkii Stambul, Moskva: Veçe, 2009, s. 290. 15 Miroslav Yovanoviç, Russkaya Emigratsiya na Balkanah 1920-1940, Moskva: Russkii Put’, 2005, s. 24. 5 Kezban Acar Bu sırada İstanbul’da bulunan General Vrangel, buradan Kırım’a geçerek, üst düzeydeki komutanların isteği üzerine Beyaz Ordu Birlikleri komutanlığını üstlendi. Bu sırada 42 yaşında olan Vrangel, askeri eğitimi, yeteneği, disiplin ve onura verdiği önemle meslektaşlarının sevgi ve saygısını kazanmış bir komutandı. Vrangel Beyaz Ordu komutanlığının yanı sıra Beyaz Ordu işgali altında bulunan Rus topraklarının da tek hükümet başkanı oldu. Ancak Vrangel’in kişilik özellikleri ve askeri eğitim ve tecrübesi Beyazların başarılı olmasına yetmedi.16 Beyazlar, diplomatik anlamda yeni bağlantılar kuramadılar; eski müttefiklerinden, önceden olduğu gibi destek alamadılar. İngilizler, 1919 güzünden itibaren Beyazlara yaptığı desteği azaltıp; 1919 kışında, Kuban ve Sibirya’da alınan yenilgilerle birlikte tamamen keserken; Bolşevikler hem Beyazlardan ümidini kesen İngilizlerle hem de Kırım taarruzu öncesinde Kasım 1920’de Polonya ile bir takım anlaşmalar imzaladılar.17 Kırım’daki son muharebelerde yenilen Beyaz Ordu Birlikleri ve Bolşeviklerden kaçan ve Beyazlar olarak anıla gelen birçok sivil aynı ay ve yıl içerisinde ülkeyi terk etmeye başladılar. Bu makale, kaçan Beyaz Rus Ordusu mensuplarının veya Rus mültecilerin Gelibolu’ya dair izlenimlerini; onların gözüyle Gelibolu’yu sunmayı ve analiz etmeyi amaçlar. Beyaz Ordu Gelibolu’da Kasım 1920’de Kırım’dan tahliye edilen, General Vrangel komutasındaki Beyaz Orduya mensup olup, Gelibolu’ya yerleştirilen 1. Ordu Birlikleri şöyleydi: Kornilovski, Morkovski ve Drozdov Bölükleri, rezerv bölümlerinden müteşekkil 5.500 kişilik 1. Alay; 13. ve 34. Piyade Birliği, Mürettep Muhafız Piyade Birliği ve Alman Birliğinden oluşan 2.000 kişilik 2. Alay; 1. ve 2. Kafkas Bölüğü ve Terek-Astragan Kafkas Birliği, Simferopolski Atlı Birliği, 2 Subay Atlı Birliği, 2 Muhafız Birliğiyle oluşmuş 3.500 kişilik 3. Alay. Ayrıca bir de birliklere dâhil edilmeyen, çoğu askeri eğitim kurumu olan gruplar vardı. Bunlar, Feodosiiski Askeri Okulu, Konstantinovski Askeri Okulu, Topçu Askeri Okulu, Sergiyevski Askeri Okulu, Kornilovski Subay Okulu, Feodosiyski Subay Okulu, Feodosiyski Er Okulu, Sivastopol Kara Taburu, Sivastopol Garnizon Birliği, 7. Piyade Levazım Alayı, yedek donanma, Feodasya Makineli Tüfek Kursu, Karakol ve Kara Levazım Birlikleri idi. Bu kurumlardaki toplam kişi sayısı 10.000’di. 1. 2. 3. Ordu ve bunlara dâhil edilmeyen askeri personelin genel toplamı ise 21.000 idi.18 Mayıs 1921’de Berlin’den İstanbul’a gelen Kızıl Ordu istihbarat ajanının (resmi kuryenin) verdiği bilgiye göre, Gelibolu’da 8.000’i sivil, 25.000’i ordu birliği olmak üzere toplam 33.000 kişi vardı.19 Bunlardan 10.000’i Vakit’in haberine göre Kasım’ın son haftasında Gelibolu’ya nakledilmişti.20 Rakamlardaki farklılıklar, muh- 16 17 18 19 20 Yovanoviç, Russkaya Emigratsiya na Balkanah, s. 11-12. Mawdsley, The Russian Civil War, s. 267. RGVİA f. 6, op. 4, d. 596, list 187. RGVİA f. 7, op. 2, d. 734, list 9. “Rus Mültecileri, Vakit, 1 Aralık 1920. 6 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar temelen kamplar arası nakil ve geçişlerden ve kamplardan dışarıya yapılan göçlerden kaynaklanmaktaydı. Örneğin, 1. Ordu Komutanı General Kutepov, 1921 yılı Şubat ortasında Gelibolu’dan İstanbul’a geldiğinde Zarnitsı muhabiriyle yaptığı mülakatta Gelibolu’daki göçmen sayısının Ocak ayı içerisinde 3000 kişi daha arttığını ve toplam göçmen sayısının 30.000’e ulaştığını belirtir.21 The Orient News’e göre ise Ekim 1921’de Gelibolu’dakilerin sayısı 10.400’ü asker, 400’ü sivil erkek, 960’ı kadın ve 300’ü çocuk olmak üzere toplam 12.400 kişiydi. Rus komutanlığının 16 Kasım 1921 tarihli raporuna göre Gelibolu’daki kamplarda 16.759’u erkek, 372’si kadın, 36’sı çocuk olmak üzere 17.167 kişi, 1. Ordu’da ise 8.126’sı erkek, 982’si kadın ve 210’u çocuk olmak üzere 9.138 kişi vardı. Gelibolu’daki Rus göçmenlerin genel toplamı ise 26.485 idi. Bu rakam, Fransız komutanlığına göre 28.183 idi. Beyaz Ordu Birliklerinin Fransızlar tarafından Gelibolu’ya yerleştirilmeleri, sadece burasının İstanbul’dan görece uzakta olmasından değildi; bu kararda, Gelibolu’nun Fransız işgalinde olmasının da büyük etkisi vardı. Yeni gelenler ve eskiden kalanlarla birlikte, Ocak 1921’de Gelibolu’da bir de hatırı sayılır yabancı bir grup vardı. Sayıları 1200’i bulan “bu insanlar, Rusya’da doğmuş, büyümüş, onun ordusunda görev almış; hizmet etmiş fakat başka milletlerden insanlardı. Aralarında Kafkasyalılar, Baltık bölgesinden insanlar da vardı. Çoğunluğu Gürcüler, Letonyalılar, Litvanyalılar, Polonyalılar, Romenler, Ukraynalılardan müteşekkildi. Bazıları Gelibolu’dan İstanbul’a gönderildi fakat Fransızlar belgelerinin eksik olduğunu ileri sürerek onları geri gönderdiler. Bu bölükte durumu kontrol altında tutmak için askeri birliklerde olduğu gibi, başlarında muvazzaf komutanların bulunduğu kıtalar oluşturuldu. Fakat ordudan ayrılmak isteyen göçmenlerin askeri düzene ayak uydurmaları zor oldu. Bir kısmı, Brezilya, Sovyet Rusya ve Balkan ülkelerine göçmenlerin gönderildiği söylentilerine kapılarak, bu ülkelere akın ettiler. Bölüğü kendi imkânlarıyla terk ettiler ve bilinmeyen bir yöne doğru kayboldular.22 Beyaz Rusların Şehir Hakkındaki İlk İzlenimleri Gelibolu’nun ilk misafirlerini taşıyan Hersov ve Saratov gemileri 22 Kasım 1920’de Gelibolu limanına demir attılar. Gemi hâlâ sarı karantina bayrağı taşıdığından Kolordu Komutanı Kutepov, sahile çıkan ilk kişi oldu. Ardından konakçı subaylar—kvartir’er—ve levazım dairesi kolordusunun üyeleri /bürokratları indiler. Gemiler limana yanaşamadığı için tahliye küçük botlarla yapıldı. Fransız kumandanlığı ordunun şehrin sadece 3’te 2’sini alabileceğini; geri kalan kısmının şehrin 7-8 km uzağındaki tepelere yerleşeceğini söyledi. Fransızların belirttiği yer, yapış yapış çamur içinde, engebeli, kelimenin tam anlamıyla goloe pole (çıplak bir alan) idi. Bu, Gelibolu’daki Rusların şehre verdikleri ilk isim oldu.23 21 Zarnitsı, no 5, 3-10 Nisan 1921, 12. 22 S. N. Ryasnyanski, Gallipoli, Moskva, 1971, s. 63. 23 Russkie v Gallipoli. Sbornik Statey, Posvyaşçennıi Prebıvaniyu 1.go Armeyskago Korpusa Russkoy Armii v Gallipoli, Berlin, 1923, s. 38-39. 7 Kezban Acar Gelibolu’da konuşlanan 4. Süvari Alayı komutanı General S. Ryasnyanski’nin belirttiği üzere, Rus mülteciler bu vadiye ayrıca dolina roz’ i smerti (gül ve ölüm vadisi) adını verdiler çünkü vadide akan küçük bir nehir boyunca birçok gül çalısı vardı: Bunlara iki tür yılan eşlik etmekteydi; birisi zehirli; diğeri ise bir tür küçük Boa yılanıydı.”24 Bu ilk izlenimler dışında Rusça kaynaklarda, özellikle 1923’te Berlin’de basılan Russkie v Gallipoli (Gelibolu’da Ruslar) isimli eserde şehirle ve buradaki askeri ve sivil kamplarla ilgili ayrıntılı bilgiler sunulmuştur. Bu kaynakta aktarıldığına göre, Beyaz Ruslar Gelibolu’ya geldiklerinde Gelibolu’nun nüfusu, 3941’i Rum, 2537’si Türk, 908’i Yahudi ve 608’i Ermeni olmak üzere yaklaşık 8000 kişiydi. Kaynağa göre, 1920’e kadar şehrin nüfusu bundan iki kat daha fazlaydı.25 Rus mültecilerle birlikte Gelibolu nüfusu 30-35000 civarına yükselmiştir. Russkie v Gallipoli isimli eserde aktarıldığı üzere, iklim şartları ve toprağın veriminden dolayı Gelibolu tarım için çok uygun koşullara sahipti ancak yerli halk, bu verimli toprakların kıymetini bilmekten uzaktı. Tarımla çok az ilgileniyorlar ve toprağın sadece %20-25’ini işliyorlardı. Çiftçiler genelde vadide ve yamaçlarda tarım yapıyorlardı. Toprağı işleme işi ise tamamen ilkel araçlarla yapılıyordu. Yerel halkın hiçbir tarım aletinden haberi yoktu. Bilmek de istemiyorlardı. En yaygın tarım aletleri, ahşaptan bir pulluk ve iki ağızlı bir çapaydı (Tirpidin). Ayrıca köylüler tarım arazilerini temizlemekten ve ayıklamaktan da uzaktılar Her yerde bol bol yabani otlar türemiş ve boy atmıştı. Tırmıklama işi de en ilkel yollarla yapılıyordu. Mahsulün hasadı ise elle yapılıyordu. Kaynağa göre, Gelibolu’da yapılan ekmek de en aşağı kalitedeydi. Yulaf hiç yoktu. En çok göze çarpan ürünler, karpuz, kavun ve kabaktı. Bunların yanı sıra fasulye, bezelye ve nohut da yetiştiriliyordu. Sebzecilik çok zayıftı. Sadece şehre yakın yerlerde bostanlar vardı. Bostanlarda biber, domates, salatalık, marul sarımsak ve soğan yetiştiriliyordu. Meyvelerden ise en yaygın olanı, savaş sırasında birçok ağaç zarar görmesine karşın incirdi. Üzüm bağları da vardı ama onlar da yeterince iyi değillerdi. Şarap üretimi ise neredeyse yoktu. Kitaba göre, bu kadar verimli topraklara rağmen çok az üretim olmasının nedeni, halkın ilgisizliğiydi. Ayrıca Gelibolu’nun İstanbul’a yakınlığı ve Avrupa kültürünün olmayışı da üretimin az olmasında etkili olması muhtemel diğer etkenlerdi. Ekonomik anlamda dikkat çekici bir diğer nokta, çok çeşitli otların varlığına rağmen, hayvancılığın da yeterince gelişmemiş olmasıydı. Gelibolu’da büyükbaş hayvancılık neredeyse hiç yoktu. Ama az da olsa koyun ve keçi yetiştiriciliği vardı.26 Bu genel ve oldukça olumsuz şartlara sahip Gelibolu, Rusça kaynaklarda aktarıldığı ve müteakip bölümde görüleceği üzere, Rusların da katkısıyla önemli bir gelişme göstermiş; ayrıca şehrin dışında kurulan kamplarda adeta yeni bir şehir yaratılmıştır. 24 Ryasnyanski, Gallipoli, s. 3. 25 Russkie v Gallipoli, s. 30. 26 Russkie v Gallipoli, s. 28-30. 8 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar Gelibolu Kampı Aralık 1920’de bütün göçmen kamplarını ziyaret eden Vrangel’e göre, kampların içinde en kötü şartlara sahip olan, Gelibolu kampıydı. Rus birlikleri gelmeden önce burada müttefik orduları birlikleri vardı ama hemen hepsi Ruslar gelmeden önce ayrılmışlardı. Öncelikle kamplarda barınacak doğru dürüst yer yoktu. Türklerden kalan eski binaların çoğu çatısızdı veya duvarları eksikti. Bu eksikliği gidermek için Amerikan Kızıl Haç’ı başlangıç için 100 çadır verdi.27 Ancak gerek barınma, gerekse alt yapıyla ilgili diğer sorunları aşmak için yapılması gereken daha çok şey vardı. Sorunların bir kısmı, yardım derneklerinin verdiği destek, bir kısmı da özellikle de Gelibolu’ya gelen Rusların kendi çabalarıyla ve yaptıklarıyla çözüme kavuştu. Resim 3: Gelibolu Kampının Genel Görünüşü Kaynak: GARF (Gosudarstvennıy Arhiv Rossiyskoy Federatsii), f. 5881, op. 1, d. 272. Ulaşım, askeri birliklerin ve malzemelerin Gelibolu limanından askeri kamplara nasıl taşınacağı meselesi yüzünden ilk karşılaşılan sorundu. Gelibolu hakkında en ayrıntılı bilgileri sunanlardan biri olan araştırmacı N. Karpov’un aktardığı üzere, Kırım’dan kolordu birlikleriyle birlikte 20 otomobil gelmişti; bunlardan 6’sı hafif; 14’ü nakliye aracıydı. İçlerinden biri piyade bölüğüne; 3 tanesi birinci piyade bölüğüne; geri kalanı ise teknik alaya ve onun ulaştırma bölüğüne verildi. Bu araçlar, kolordu yönetimine, esas olarak da tıbbi kurumlara hizmet etti. Bununla birlikte, yedek parça, yağlama malzemeleri eksikliğinden ve kötü durumda olan yollar yüzünden kısa sürede bu araçların çoğu kullanılamaz hale geldi. Bu yüzden Gelibolular için en büyük 27 John A. Hutchins, The Wrangel Refugees: A Study of General Baron Peter N. Wrangel’s Defeated White Russian Forces, Both military and Civilian, in Exile, University of Louisville, M. A. Thesis, 1972, s. 47. 9 Kezban Acar gelişme, 1920 yılı sonunda inşa edilen dekovil demiryolu hattı oldu. Ancak bu hattın inşası hiç de kolay olmadı; sorun, kötü hava koşulları, açlık, hastalık veya malzeme eksikliği değil; Fransız Kumandanlığının inadı ve olumsuz tavrıydı.28 Fransızlar, yüklerin kamplara; önce filikalarla körfeze; oradan da dekovil demiryolu hattı ile kamplara olacak biçimde taşınmasını önerdiler. Bunun mümkün olmadığını savunan kolordu mühendisleri ise bu plana karşı çıktılar. Çünkü onlara göre, filikalar, denizin dalgalı olması durumunda işe yaramayacaklardı; ikincisi; körfezden kamplara dekovil hattı inşa etmek için iki kat daha fazla inşaat malzemesi kullanılacaktı. Fakat Fransızlar, önerilerinde kararlıydılar ve 28 Kasım 1920’de işe başladılar. Şehirde eski bir iskele vardı ve bu iskelenin bir kısmı yeni bir yere taşındı. Yeni iskele inşası ise iki hafta içinde tamamlanma aşamasına geldi. Bu noktada, Fransızlar, iskelenin yerinin tekrar değiştirilmesine ve Kısmet Körfezi’nde yeni bir iskelenin inşa edilmesine karar verdiler. Aynı zamanda, 17 Aralık’ta bu körfezden kampa uzanan bir demiryolu inşasına başladılar. Ancak rota boyunca ortaya çıkan eğim hesaba katılmadığından, zemin çalışmalarının sonuna gelindiği bir dönemde, bir aylık süre zarfında 6037 işçinin çalıştığı bu hattın inşasından da vazgeçtiler. Netice itibariyle, Fransızlar, Rus kolordusu mühendislerinin en başta önerdiği plana geri dönmek ve dekovil hattını bu plan uyarınca inşa etmek zorunda kaldılar. Bu hadise, Fransız komutanlığı ile Rus kolordusu arasındaki anlaşmazlık ve uyuşmazlığı göstermesi açısından önemlidir.29 Resim 4: Gelibolu Kampındaki Dekovil Hattı Kaynak: http://www.gallipoli.fr/ 28 N. Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, Moskva: Russkii put’, 2002, s. 41. 29 Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 42. 10 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar Fransızlar bütün demiryolu malzemelerini Çanakkale ve Selanik cephelerinde Almanların bıraktığı yerlerden topladılar. Doğal olarak, bütün bu malzemeler tam teşekküllü olmaktan uzak olup, tekrar tekrar kullanıma uygun değillerdi. Virajlardaki rayların eğilmesi, bükülmesi çok uzun zaman aldı. Ayrıca bir de baskı makinesi icat etmek gerekti. Vagonların şekillerini de kendi imkânlarıyla değiştirdiler. Ancak bu vagonlar insan ya da çok fazla yük taşımaya uygun değildi; ara sıra raydan çıktıkları da oluyordu. Yine de bütün bunlara rağmen, Mart’ın başında yol çalışmaya başladı ve yolla birlikte, şehir ve kamp arasında yoğun bir hareketlilik ortaya çıktı. İlk başlarda çok yavaş olan trenin hızı zaman içinde arttı ama bu, beraberinde kazaları da getirdi. Bunun önünü almak için hız yüzünden kaza yapan vatmana 30 gün tutuklama cezası verildi.30 Ayrıca dekovil üzerinde, açık alanda, “drozdy,” “kornilovsty” gibi duraklar ve bu duraklarda özel komutanlar bulunmaktaydı.31 Ulaşım dışında, barınma ve beslenme gibi çok daha önemli sorunlar vardı. Kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla, bir kısım birlikler ve siviller önce Gelibolu’da, mümkün olan her yere yerleştirildiler. İki duvarın bir arada olduğu yıkıntılar bile ev gibi kullanıldı. Kişilere özgü çok küçük evler inşa edildi. Herkes küçük bir oda için 5 veya 10 lira ödeyecek güçte değildi. Ayrıca Rusları son derece sıcak karşılamalarına rağmen, kendi ataerkil yaşam biçimlerinden dolayı, Türkler, bekâr erkeklere ev vermek konusunda pek istekli değildiler. Üstelik dekovil hattının inşasıyla birlikte ev fiyatları giderek arttı; her hangi bir mobilyadan ve diğer gerekli şeylerden yoksun, basit bir depo için bile aylık kira miktarı 15 lira ve üzerine çıktı. Rum ve Türkler Ruslara yardım etmek istediler ancak onların durumu da oldukça kötüydü.32 Askeri birliklerden Kornilov Askeri Okulu, yarısı yıkılmış bir camiye; Sergiyevski Topçu Okulu şehrin dışında, Senegallilerin yaşadığı kışladaki barakalara yerleştiler. Geri kalan okullar: Nikolayevski Piyade Okulu, Nikolayevski-Alekseyevski Mühendislik Okulu ve diğerleri, ikinci derecede yerlerde, hangarlarda ve şehrin yıkılmış evlerinde yer bulabildiler. Teknik Alayı, Kervansaray Pazar Meydanına yerleşti. Hastaneler ve revirler ise daha iyi korunmuş binalara ve iyi durumda olan çadırlara yerleştirildiler. Ayrıca Gelibolu’da yaşayan Türk, Rum, Ermeniler de kolordu komutanının ricası üzerine evlerini Ruslara açtılar. Türkler, birkaç tane camiyi, okullarını ve kervansaraylarını Rus ordusuna verdiler. Bunlardan Tekke Camisine Kornilovski Askeri Okulu yerleşti. Böylece Ruslarla Türkler arasında dostane ilişkiler kuruldu. Ruslar, camiye ve Türklerin dini duygularına hiçbir saygısızlık etmeyeceklerini ifade ederken; Türklerin temsilcileri de, kutlamalar için Rus birliklerinin komutanlarının yaptığı davetlere her zaman olumlu karşılık verdiler ve “Beyaz askerlerin” merasimlerini büyük bir coşkuyla takip ettiler. Yahudiler ise Ruslara karşı mesafeli davrandılar ama aralarında Ruslara evlerini açanlar da vardı.33 30 31 32 33 Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 43. İvan Lukaş, “Gallipoli,” Vestnik Pokhodnika. Okt.noyabr, 1964, no 37-38. Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 34. Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 47. 11 Kezban Acar Askeri birlikler, kamptaki birlik veya alay esaslı yerleşimin aksine, birbirleriyle hiç ilgileri olmadığı halde, şehirde aynı evleri paylaştılar ve evlere belli bir düzen içinde yerleştiler. En erken gelenler en iyi köşeleri kaparken; en son gelenler, koridorlara, merdiven boşluklarına, hatta basamaklara yerleşmek zorunda kaldılar. Örneğin, Kutepov’un muhafızları, radyo-telgraf bölümü, topçu birliklerinin karargâhı ve teknik alayın komuta grubu, hep birlikte iki katlı küçük bir eve yerleştiler. Aileler içinse ortak yerleşimler inşa edilmesine karar verildi. Buralarda kalanların sayısı, 325’i kadın; 80’i çocuk olmak üzere 600’den fazlaydı. Bu bağlamda süvari alayının yurt olarak kullandığı, bekâr eviyle hiç alakası olmayan büyük bir ev, diğerlerinden bazı “lüksleri” nedeniyle hem farklı, hem de bazı yokluklar sebebiyle onlarla benzerdi. Bahçede mermer teras kalıntılarına rastlanmaktaydı; güzel yüksek tavanları, büyük pencereleri ve eski tuvaletler vardı—ki bunlar, bekâr evinde görülmeyen şeylerdi. Evin yeni sakinleri bütün deliklere kerpiç yerleştirdiler ve onları da su yosunuyla kapladılar; kapılara elbiselerini astılar.34 Resim 5: Gelibolu’daki Subayların “Aile” Apartmanları Kaynak: http://www.gallipoli.fr/ Sobaların yokluğundan aileler kendi odalarında, hem ısınma aracı hem ocak işlevi gören ilkel bir mangal inşa ettiler. Bu yurtlarda dumandan nefes almak mümkün değildi; bu yüzden hava müsait olduğu zamanlar yemekler dışarıda ateşte pişirilmekteydi. Bir odada 2-4 aile ve yaklaşık 6-10 kişi birlikte kalıyordu; bu yüzden giysilerle ve çarşaflarla her aile için kabinler inşa edildi. İlke olarak, yan yana uyumak yasaktı. Tamamen uygunsuz koşullara rağmen, şartları asıl ağırlaştıran şey, 34 Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 36. 12 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar tamamen yabancı insanlarla, alışkanlıkları ve bakışları farklı insanlarla yan yana yaşama zorunluluğuydu.35 Daha sonra, birlikler esas itibariyle şehrin 7-8 km dışındaki kamplara yerleştirildiler. Burada ilk iş olarak, kendilerine Amerikan Kızıl Haç’ı tarafından verilmiş, hiç açılmamış çadırları kurdular. Ailelere ait çadırlar ise ayrı olarak inşa edildiler. Bu çadırlardan her biri, içeriden brandalarla, bir aile kalacak şekilde hücrelere bölündüler. Hem ailelerin bu şekilde yaşaması uzun süre için mümkün olmadığından, hem de ilk başlarda Türk kışlalarından daha iyi gibi görünen çadırlar soğuk ve rüzgârla birlikte yetersiz kalmaya başladığından, Rus göçmenler kendileri için toprak damlar veya barakalar inşa etmeye başladılar. Bu evler için yere genellikle dört kişilik bir çukur açtılar ve duvarların çökmemesi için onları bağ çubuklarıyla kapladılar. Bunların zeminini ise kuru yapraklarla ve otlarla döşediler, hava almak ve uyumak için kendilerine taştan, başlangıçta içi toprak dolu ve yukarısı dallarla ve yapraklarla örtülü bir yer yaptılar. Bu yapılar göçmenler arasında şaka yollu “kupe” olarak adlandırıldı. Çadırların ortasında boylu boyunca bir hendek kazdılar, dibini küçük taşlarla doldurdular ve sıkıştırdılar. Bunun içi yağmurlu günlerde çamurdan, sıcakta ise hararetten korunmak için idealdi. “Çadırların ısıtması için, Albay S. Ryasnyanski’nin yazdığına göre, ilkel ocaklar inşa ettiler ve yakacak olarak çalılıkları kullandılar. Aydınlanma hemen hemen hiç yoktu çünkü Fransızlar gaz vermiyorlardı. Çadırları biraz olsun aydınlatmak için konserve kutularından ilkel “kagantsı”lar yaptılar ve bunların içine Hindistan cevizi yağı koydular; bu ise günlük tayından temin edilmekteydi.36 Ayrıca zaman içinde çadırlarda başka iyileşmeler de görülmeye başlandı. Bağ çubuğundan hasırlar ve sıcağı koruduğuna inandıkları yapraklardan şilteler yaptılar. Hatta minderleri ve şilteleri deniz yosunuyla doldurdular. Bazıları ise kendilerine bağ çubuklarından yatak ördüler ve bıçak yerine ağaç köklerini ve geniş taşlar kullandılar. Bazıları ise sepetler yaptılar ve onları masa gibi kullandılar. Bu gelişmelere rağmen, kır kamplarındaki ve çadırlardaki en büyük sorun, her yerde kendini hissettiren nem ve rutubetti. Yağmurlu havalarda çadırlar akıyor ve her yer yaş oluyordu. Yukarıdan su damlıyor; aşağıda ise çukur evler suyla doluyordu. “Ayrıca ilkel biçimde yapılmış sobalar çok fazla duman tüttürmekte ve bu yüzden nadiren kullanılmaktaydı. Daha sonra çok daha iyi durumda olan, kiremit çatısı, cam pencereleri ve modern kapıları olan toprak damlar yaptılar. Ancak bunların inşası çok daha fazla para gerektirmekteydi ve askerlerin ve subayların çoğu bu paradan yoksundular.37 Bununla birlikte, ilke olarak, subayların kaldığı çadırlar, Drozdovski Alayı’nda olduğu gibi, çok daha büyük olup, büfe, okuma veya sahne için aydınlatılmışlardı. Bu tür büfelerde bir parça ekmek veya çay satın almak ve konservelerden yapılmış pirzola yemek mümkündü. Ancak subayların çoğunun bunları karşılayacak parası yoktu. 35 Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 36. 36Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 14, 21, 23, 37 Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 32. 13 Kezban Acar Onlar da, birliklerin geri kalanı gibi, esas itibariyle Fransızların verdikleri kumanya ile geçiniyorlardı. Çadırların donanımı öyle ya da böyle bu şekilde bitirildikten sonra genel kullanım için yerler hazırlanmaya başlandı; küçük taşlarla döşenmiş yollar açıldı; Bu yolların etrafına fidan ve çalı çırpı dikildi. Sonuçta birkaç ay sonra, askeri kampın tamamı donatıldı. Çadırlardan oluşan kampta her askeri alayın ve bölüğün önünde, onları diğerlerinden ayırt edecek şekilde farklı renkte taşlardan yapılmış Rus armaları, ulusal amblemler ve alay amblemleri vardı. Ayrıca her kampın önünde, sap, saman ve kamıştan yapılmış çardaklarda kalan, bayraklı nöbetçiler bulunmaktaydı.38 Gelibolulu Rus göçmenlerin kendi imkânlarıyla yaptıkları bu evler ve barınaklar ve kurdukları çadırlar dışında, bir de yardım derneklerinin açtığı veya kurduğu barınma evleri ve yurtlar vardı. Zarnitsı’nın 20 Şubat 1921 tarihli sayısına göre Gelibolu’da 200 çocuk için açılan sığınma evi bunlardan biriydi.39 Bununla birlikte, çocukların önemli bir kısmı, aileleriyle birlikte kamplarda ya da çadırlarda ikamet etmekteydiler ya da yer barakalarında, yıkılmış saraylarda, mahzenlerde veya yetişkinler gibi “yam” adı verilen topraktan çukurlardaydılar. Buradaki yaşam şartları onlar için özellikle ağırdı. Yeterince hava ve güneş yoktu ve ölüm oranı oldukça yüksekti.40 Olumsuzluklara veya ölümlere neden olan bir diğer faktör, birçok yerde olduğu gibi, kötü beslenme koşullarıydı. Aralık 1920’de Vrangel ile Fransız komutanlığı arasında yapılan anlaşmaya göre Gelibolu’daki Rus göçmenlerin iaşesi, diğer kamplarda olduğu gibi, Fransızlar tarafından karşılanacaktı. Fransızların başlangıçta verdikleri kumanya, 500 gram ekmek, 20 gram konserve et, 80 gram pirinç, fasulye veya bezelye, 20 gram Hindistan cevizi yağı; aynı miktarda şeker ve biraz çay veya kahve, tuz ve defne yaprağından müteşekkildi. Ancak bu miktarlar, 2-3 ay içinde azaltıldı. Geriye sadece ekmek, şeker, Hindistan cevizi yağı ve konserve kaldı. Bazen göçmenlere 2-3 ayda bir 50 gram kadar tütün veriliyordu. Başka hiçbir ürün yoktu. Taze et, patates ve yeşillik ise hiç verilmedi. Genel olarak, gıdalar yeterli olmaktan uzaktı.41 Rus göçmenler daha sonra, Fransız komutanlığının tayınları azaltmasıyla çok daha az miktarda gıdayla yetinmek zorunda kaldılar. Nisan’da, Zarnitsı’nın belirttiği üzere, Fransız komutanlığı günlük kumanyayı, 400 gram ekmek; 200 gram konserve et; 20 gram yağ, 20 gram şeker; 20 gram tuz ve 5 gram çay ve kahve olacak şekilde yeniden düzenledi. 42 Aynı dergide ifade edildiği üzere, Fransız komutanlığının kumanyayı sık sık değiştirdiği, istikrarlı bir politika izlemediği görülmektedir. Örneğin, derginin 20 Mart 1921 tarihli sayısında verilen bilgilere göre, dağıtılan yiyecekler günde 2 kez yemek pişirilmesine imkân verecek nitelikte değildi çünkü un ve patates dağıtımı yasaklanmış; onların yerine pirinç ve makarna verilmeye başlanmıştı. Ekmek ise 100 38 39 40 41 42 Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı,s. 34. Zarnitsı, no 2, 20 Şubat 1921; GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 38. GARF, f. 5809, op. 1, d. 56, list 1. L. Vladimirov, Vozvratite ih na rodinu! Jizn’ Vrangelevtsev v Gallipoli i Bolgarii, Prag, 1925, s. 15-16. Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921. 14 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar gram oranında dağıtılıyor ve tütün hiç verilmiyordu. Dergiye göre General Kutepov eski uygulamaya geri dönülmesini istemiş ama bu kabul edilmemişti.43 Arşiv belgelerinden bu durumun Zemskiy Soyuz (İller Birliği) gibi bazı Rus dernekleri ve örgütlerinin dikkatini çektiğini ve bu konuda önlemler alınmaya çalışıldığını görüyoruz. Örneğin, 22 Nisan 1921 tarihli toplantısında Zemskiy Soyuz Merkez Kurulu, Gelibolu’daki temsilcilerinden gelen raporlara istinaden, Fransız komutanlığı tarafından dağıtılan tayının azaltıldığını ve bunun da iş gücünü zayıflattığını belirtir. Rapora göre, beslenme ile ilgili sorunlar, iş gücü kaybına neden olmaktaydı ki, bu da kamptaki toplam kişi sayısının %10’una tekabül etmekteydi. Bu nedenle örgüt, askeri kamplarda hasta ve zafiyet içinde olanlara acilen dağıtım yapılması için gerekli yerlere başvurulmasına veya bu konuda destek olunmasına karar verdi.44 Fransızlara yapılan başvurulara rağmen, Zarnitsı’nın Eylül 1921 tarihli sayısında verilen bilgilerden, Fransızların yaz boyunca tayını yine değiştirdiklerini öğreniyoruz. Üç hafta boyunca fasulye yerine konserve yeşillik ve sonra da iki hafta boyunca 50 gram konserve et yerine yine 50 gram reçel verdiler. Taze et vermeye çalıştılar; kampta, önerildiği gibi hafta iki kez konserve yerine taze et verilmesini emrettiler. Birliklerde kasaplar seçildi fakat kısa bir süre sonra bu uygulamaya da son verildi. Eskiden olduğu gibi İstanbul’dan konserveler gelmeye devam etti. Sadece çocuklu veya çocuk bekleyen kadınların ve 17 yaşa kadar olanların beslenmesi iyileşti; bu grupların iaşesi işini uluslararası Kızıl Haç Örgütü devraldı.45 Ekim 1921 kararıyla ise Fransız komutanlığı, yapılan tayın yardımını tamamen durdurdu. The Orient News’in 20 Ekim 1921 tarihli sayısına göre, Ekim 1921 itibariyle, Gelibolu’da bakıma muhtaç insan sayısı, 10740’ı asker, 400’ü sivil erkek, 960’ı kadın ve 300’ü çocuk olmak üzere toplam 12400’dü. Bir de kayıtlı olmayıp, sokak satıcılığı gibi sıradan işler yapıp, geçici olarak ekmek parası kazananlar ve gece sokakta uyuyanlar vardı. Bunların sayısı da 3000-4000 kadardı. Bu göçmenler genel itibariyle İngiliz ve Fransız yetkililer, Amerikan Kızıl Haç’ı, Uluslararası Kızıl Haç Örgütü, Rus Kızıl Haç’ı ve İller Birliğince desteklenmişlerdi. Ancak İngilizler sadece 400 kadar göçmene, Ağustos’a kadar yardım etmişler, Amerikalılar ve Fransızlar ise 13 Ekim 1921’de yardımlarını durdurmuşlardı. Bu nedenle İstanbul ve çevresindeki kamplarda olduğu gibi, Gelibolu’daki Rus göçmenlerin durumu da çok zordu.46 Gerek Fransızlar henüz kumanya dağıtımını durdurmadan, gerekse durdurduktan sonra, komutadakiler de dâhil, askeri birliklerdeki herkes, ekstra şeyler için para ödemek zorunda kaldılar. Yerel halk geçimlerini kısmen bu alışverişlerden sağladılar. 7-8 ay içinde Amerikalılar ve Zemgor’un finansmanı sayesinde şehirde birçok gıda istasyonu açıldı. Ancak buralarda özellikle kadın ve çocuklara yiyecek sağlandı. Askeri 43 44 45 46 Zarnitsı, no 3, 20 Mart 1921 GARF, f. 5809, op. 1, d. 44, list 7. Zarnitsı, no 23; 25 Eylül 1921. The Orient News, 20 Ekim 1921. 15 Kezban Acar birlikler daha çok kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kaldılar. Onlar da, sivil bazı göçmenler gibi, dönem dönem kendi imkânlarıyla menülerini çeşitlendirmeye çalıştılar. Örneğin baharda topladıkları kuzukulaklarından veya kırda ve yolda buldukları kaplumbağalardan çorba yaptılar.47 Bazıları ise açlıktan ölmemek için tavşan ve keklik avına çıktılar, balık tutmaya çalıştılar ama her zaman aradıklarını bulamadılar. Bunların yanı sıra, göçmenlerin karnını doyurmak için, bölük ve bataryalarda kooperatifler kuruldu ve buralarda yiyecekleri teslim alacak, mutfak için odun hazırlayacak, yemekleri pişirecek ve servis edecek kişiler tayin edildi. Ancak bu yerlerin işlemesi için sürekli finansman gerekliydi. Bunu sağlamak için genel kasalar oluşturuldu ve herkesin elinde dürbün, giysi ve değerli eşya ne varsa satıldı; elde edilen para kasalara konuldu. Bütün gelir, genel kantinler için yağ, un, pirinç vb. gıda ürünleri almak için harcandı. Ayrıca siviller ve çocuklar için Gelibolu’da Vserossiyskoy Zemskiy Soyuz (Genel Rusya İller Birliği) hesabına beslenme noktaları açıldı. Amerikan ve Yunan Kızıl Haçları tarafından bazen kadınlara süt tozu, şeker, makarna ve çikolata dağıtıldı. Ancak alınan bu önlemlere rağmen, açlık bazen o kadar ciddi boyutlardaydı ki, bazı göçmenler güherçile bile yediler.48 Bu kötü beslenme koşullarına ilaveten bir de şehirde ve kampta yaşamı daha da ağırlaştıran su sorunu vardı. Her şeyden önce su kullanımı çok sınırlıydı. Bunun da en önemli nedeni, su sıkıntısından ziyade, şehirdeki su tesisatındaki bazı sorunlardı. Rus göçmenler, bu konuda da bazı iyileştirmeler yaptılar ve hem kendilerinin hem de Geliboluların su sıkıntısını aşmasına katkıda bulundular: Kolordunun gelişiyle birlikte 30 yıldır tamir edilmeyen borular bakımdan geçirildi. Seramik üzerine demir ve çelik getirildi ve bunlar zamanla paslandı. Büyük sızıntılardan dolayı tazyik çok zayıf olup, şehrin yüksek kesimleri susuz kaldı. 15 km deki bütün su ana borusuna sadece bir Türk tesviyeci bakmaktaydı. Sonuçta şehirdeki 45 su borusundan sadece 12’si çalışmaktaydı. Rus ordu mühendislerinin yardımıyla şehre yönlendirilen kolonlar, borular ve su rezervleri temizlendi ve yenilendi; Sistemdeki su sızıntısı tamir edildi. Ayrıca yardımcı su dağıtım sistemi oluşturuldu ve buradan şehirdeki su oranı %30 oranında arttı. Şimdi bir kişiye ortalama bir kova su düşmekteydi.49 Ayrıca Ruslar, kamptaki nehrin kurumasını engellemek için yatağını temizlediler ve güçlendirdiler. Bunun yanı sıra, çevrede 12 küçük kaynak daha buldular ve bunları özel olarak donatılmış rezervler için kullandılar. 50’den fazla kolon kazdılar. Böylece, en kurak zamanda bile kampta her bir göçmen için yaklaşık 3 kova suyun hazır bulunmasını sağladılar.50 47Vladimirov, Vozratite ih na Rodiny, s. 15-16; Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 44. 48 Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 31. 49 Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 31. 50 Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı s. 32. 16 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar Ancak bu iyileştirmelere rağmen, genel olarak kötü barınma ve özellikle beslenme koşulları nedeniyle, kamplarda birçok hastalık baş gösterdi ve bunlardan dolayı birçok göçmen yaşamını yitirdi. Bunda başlangıçta son derece kısıtlı sağlık ve tedavi imkânlarının da önemli bir rolü vardı. Gelibolu’ya askeri birliklerle sadece Kızıl Haç’ın 4 nolu hastanesi ve bir de öncü sağlık müfrezesi gelmişti. Birliklerin şehre tahliyesinden hemen sonra, 13 Kasım’da kıyıya taşınan bu hastane, kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla çok küçüktü. Bu yüzden başlangıçta bulaşıcı hastalığı olanlar veya olmayanlar hep birlikte, üstelik yatak veya şilte olmadığı için, çıplak zemine yatırıldılar ve buralarda, bir hastalığı olan hastalar; yeni bir hastalık daha kaptılar. Ancak daha sonra 120 yataklı bir yer, Kızıl Haç’ın 7. koluyla sadece bulaşıcı hastalığı olan bir yere dönüştürüldü. Buraya kısa sürede 180 hasta geldi ve bunlar da yine yatakları olmadan, giysileriyle birlikte yere yatırıldılar. Aralık’ta, kolordu komutanlığının çabaları sayesinde, Beyaz Haç hastanesi ve piyade bölüğü reviri açıldı; buraya özellikle tifo ve tifüs hastalığı olanlar getirildi. Bu hastalıklar o kadar yaygındı ki, bazen bir günde bir kaç insan birden yaşamını yitiriyordu. I. Lukaş’ın bahsettiği üzere, tifo ve tifüs gibi hastalıkların nedeni, kamptaki kirli ve killi ırmaktı.51 İller Birliği’nin raporuna göre, Aralık 1920’de Gelibolu kampında, hastanede yatanların sayısı 317 olup; bunların 150’si tifo, 91’i lekeli humma, 9’u çiçek hastalığından mustaripti. Ayrıca 1000 kadar kişi gribe yakalanmıştı. Bunlardan tifonun ve Çatalca kamplarında görülen koleranın önlenmesi için aşılar yapıldığı bilinmektedir.52 Bununla birlikte, tifonun Gelibolu’da ve kamplarda Ocak’ta, Mart’ta, Temmuz’da olmak üzere sık sık nüksettiği görülmektedir.53 Ayrıca bir de Gelibolu hastalığı olarak anılmaya başlayan sivrisineklerden mütevellit bir sıtma hastalığı vardı. “Sıtma sivrisineği, Gelibolu gazabı, insanları hemen yatağa düşürüyordu. İnsanların dudakları kuruyor, gözlerinde ateş yanıyordu. İnsanlar genelde tifodan kurtulamıyorlardı. Salgın hastalığa yakalananların gücü hemen tükeniyordu.”54 Özel olarak Fransızların göçmenlere verdikleri tayınları sürekli değiştirmesi ve azaltmasından, genel olarak da kıt beslenme şartlarından kaynaklanan sıtma hastalığı, kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla özellikle 1921 yazında yaygındı. Bunda Gelibolu’daki insanları halsiz bırakan sıcağın da önemli bir payı vardı.55 Bir de kamplarda kol gezen tüberküloz hastalığı vardı. Arşiv belgelerinde tifo ve kolera kadar bahsi geçmemesine rağmen, tüberküloz özellikle günlüklerde öne çıkan bir hastalıktır. Gelibolu’da Kutepov’un komutasındaki I. Kolordu’da yüzbaşı olarak görev yapan Nikolay Rayevski, Temmuz 1921’de Gelibolu’daki sanatoryuma yaptığı 51 52 53 54 55 Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 38; GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 33. GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 36-37; Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 38, Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 39, 87. Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 36; Zarnitsı, no 2, 20 Şubat 1921, 23. Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921; Gelibolu Günlüğü, 121. 17 Kezban Acar ziyarette, bir oda dolusu genç verem hastası gördüğünü yazar. 56 Benzer şekilde Haziran 1921 tarihli sayısında Zarnitsı dergisi, Gelibolu’dakilerin önemli bir yüzdesinin tüberküloza yakalandığını; bunda diğer hastalıklarda olduğu gibi, açlık sınırındaki tayınların önemli bir payı olduğunu belirtir. Göçmenler hasta olduktan sonra yatırıldıkları kliniklerde de yetersiz beslenme ile karşı karşıyaydılar. Bu nedenle bazı hastalar, ihtiyaç duydukları yumurta gibi temel gıda maddelerini kendi eşyalarını satarak alıyorlardı.57 Rus göçmenlerin yanı sıra, Gelibolu’da yaşayan ve Fransız ordusunda, genellikle göçmen kamplarının korunmasında hizmet eden Senegallilerden bazılarının da vereme yakalandığı görülür.58 Bu olumsuz şartlarda, en azından başlangıçtaki yetersiz sağlık koşullarının da önemli bir payı vardı. Kırım’dan tahliye edilen kolorduyla birlikte Gelibolu’ya 68 doktor, 250 hemşire ve sağlık memuru gelmişti. Ayrıca kolordudaki birliklerin hepsinin kendi doktoru vardı. Bir de birliklerin tahliyesi sırasında ihtiyaç duyulacak sağlık kurum ve hizmetlerinin organize edilmesi bağlamında Gelibolu’da oluşturulmuş 1500 yataklı bir sanatoryum vardı. Ancak genel itibariyle, kampta ne giysi, ne elbise, ne yatak, ne de tıbbi malzemeler ve doktor malzemeleri vardı.59 İşte bu noktada Amerikan Kızıl Haç’ı, Rus Kızıl Haç’ı, Beyaz Haç ve İller Birliği gibi örgüt ve dernekler devreye girdiler. Aralık’ta Amerikan Kızıl Haç’ı yardıma geldi ve 1920 yılı sonuna doğru kolorduya birçok malzeme gönderdi. Bunların sonucunda, kolorduda 500 yataklı bölge, 180 yataklı tahliye noktası, 150 yataklı ve 50 yataklı iki bölük kliniği ve 370 yataklı bir hastane oluşturuldu. Ayrıca Nisan başında Rus kolordusuna Amerikan Kızıl Haç’ından tüberküloz hastaları ve akciğer hastaları için “bir sağlık merkezi” hediye edildi. Kolordu hastanesini temin etmek dışında, Amerikan Kızıl Haç’ı subayların ve askerlerin eşleri ve çocukları için birçok şey temin etti. Rus Kızıl Haç’ı ise Gelibolu’da bir hastane, Beyaz Haç ise bir kliniği donattı. Ayrıca her biri 200 yataklı iki bölük kliniği ve her biri 100 yataklı 2 pansuman odası açtı. Gelibolu’da bu bölük kliniklerinin açılışına kadar 600 yataklı Yalta ve 200 yataklı “Rumyanistsev” Hastanesi vardı.60 Bunların yanı sıra, Yunan Kızıl Haç’ının gönderdiği “Rumlar” isimli gemi hastanesi gibi, dışarıdan gelen yardımlar da vardı. Bu hastanenin gelişiyle birlikte hastaların hastalıklarına göre dağılımı yapıldı. Salgın hastalıkları önleyecek bu tür önlemler, olumlu sonuçlar vermeye başladı. Bunlar dışında, hijyenle ilgili şartlar iyileştirildi. Şehirde hemen iki banyo yapıldı; bunlardan birinde dezenfeksiyon odası inşa edildi ve buralarda, parazitlerle mücadele etmek bağlamında her gün 700 kadar insanın sıcak suyla banyo yapması 56 Nikolay Rayevski, Gelibolu Günlüğü: Rus Gözüyle Gelibolu. Zorunlu Bir Gurbetin Öyküsü, çevirmen Aydın İbrahimov, Nesrin Bayraktar Erten, İstanbul: Ağaç Kitabevi Yayınları, 2009, s. 82. 57 Zarnitsı, no 12, Haziran 1921. 58 Zarnitsı, no 10, 23 Mayıs 1921. 59 Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921; GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 31. 60 Zarnitsı, no 2, 20 Şubat 1921, s. 12; Ryasnyanskii, Gallipoli, s. 8. 18 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar sağlandı. Bazı kamplarda ise alayların kendi çabalarıyla banyo inşasına başlanıldı.61 Yurtlar, askeri hapishaneler, sağlık kontrolü altına konuldu; şehirdeki tuvaletlerin temizlenmesi ve molozun toplanması işi organize edildi.62 Ayrıca Gelibolu da dâhil, birliklerin bulunduğu kamplarda sağlık bölümleri kuruldu; koğuşlar dezenfekte edildi. Bunun yanı sıra 2 koğuşta bir kükürtlenmiş oda ve bir buharlı oda oluşturuldu.63 Barınma, beslenme ve sağlık konusunda yaşanan bütün bu zorluklara rağmen, Gelibolu kampları genel itibariyle, en azından dışarıdan bakıldığında, diğer kamplara göre çok daha organize ve düzenliydi. Özellikle askeri okullarda bu düzen ve intizam çok daha belirgindi. Haziran 1921’de Tekke Camii’nde kalan Kornilov Okulunu ziyaret eden Nikolay Rayevski, anılarında, öğrencilerin aşırı ciddi, düzenli ve temiz yüzlerini eleştirmekle birlikte, okuldaki ve okul öğrencilerin süslediği kilisedeki ve tiyatrodaki düzenden çok etkilendiğini yazar.64 Bunda Kolordu komutanı Kutepov’un yarattığı, Vrangel’in teşvik ettiği, düzenli ordu psikolojisinin önemli bir payı vardı. Beyaz Ordu hakkında yazdığı kitapta, Paul Robinson, bu ruhu, Gelibolu’da yaşamış veya hizmet etmiş Rus gazilerin anlattıklarından yola çıkarak “Gelibolu mucizesi” olarak tanımlar. Bu mucize psikolojisinin temelinde, zorluklar karşısında, birlik beraberlik ruhu içerisinde ve Rus kültürü ve kimliğini de koruyarak bir şeyler başarmış olmanın verdiği gurur vardı. Birçoğuna göre, “Gelibolu, Rus ruhunun yeniden doğduğu bir beşikti.” Bu ruhun korunmasında, yaratılmasında, Kutepov’un ve onun 1921 Kasım’ında Gelibolu’dan ayrılmadan önce kurduğu Gelibolular Derneğinin önemli bir payı vardı.65 General Kutepov, kararlı, disiplinli ama aynı zamanda askerlerine ve subaylarına güven veren ve onlarda saygı uyandıran bir komutandı.66 Fransa ve diğer müttefikler Beyaz Ordu’yu resmi olarak kabul etmeseler de, Kutepov, Vrangel ile birlikte, Beyaz Ordu birliklerine düzenli birlikler muamelesi yapmaya devam etti. Onun korunması ve muhafazası için disiplin ve askeri eğitimden taviz vermedi. Fransızlar bu ruhu ve düzenli ordunun yapısını, zaman zaman değiştirdiği, azalttığı ve sonra kestiği tayınlarla dağıtmaya ve zayıflatmaya çalışsa da, çok başarılı olamadılar. Hatta kaynaklarda görüldüğü üzere, Fransa’nın bu politikası bazı ordu mensuplarında ters etki yarattı ve ordunun korunması gerektiği yönündeki tavrı ve kararı çok daha güçlendirdi.67 Ordunun birlik ruhunun korunmasında ve güçlenmesinde, Vrangel’in, müttefiklerce resmen tanınmasa da Beyaz Ordu Genel Kurmay Başkanı olarak Aralık 1920’de ve Şubat 1921’de, Gelibolu kampına yaptığı ziyaretlerin de önemli bir katkısı oldu- 61 Zarnitsı, no 3, 20 Mart 1921, s. 21. 62 Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 39. 63 GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 38. 64Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 79. 65Robinson, The White Russian Army, s. 47. 66 “General Aleksandr’ Pavloviç’ Kutepov’,” Vestnik Obşçestva Gallipolitsev, no 7, 15 ocak 1934, s. 3-4. 67Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 48. 19 Kezban Acar ğunu belirtmek gerekir. Bu ziyaretlerinde Vrangel, Beyaz Ordu’nun Fransa tarafından resmen tanınmadığını ama kendisinin ve komutanların, ordunun devamından ve mevcut yapısı ve konumunu korunmasından yana olduklarını belirtti. Ordu’nun geçmişte çok şey başardığını, gelecekte de başarılı olacağına dair inancının altını çizdi. Kutepov ve birçok subay ve komutan, ordularını sadece Rus ordusunun bir devamı olarak görmediler, aynı zamanda onu “eski” Rusya’nın bir temsilcisi, vücut bulmuş hali olarak kabul ettiler. Bu yüzden onun devamlılığını sağlamak için birçok yola başvurdular. Öncelikle yerel halkla ve şehir yetkilileri ile normal ilişkiler kurdular. Zaten yerli halkın Türk kısmı hem Ruslarla hem de Rumlarla iyi ilişkiler kurmak zorunda idi. Birincisi; Rumların kontrol bölgesinde yaşamaktaydılar ve bu dönemde ülkeleri Yunanistan’la savaş halindeydi. İkincisi; Türkiye aralarında Rusya’nın da bulunduğu Antant ülkeleriyle yaptığı savaşı kaybetmişti ve Mustafa Kemal’in de Bolşeviklere sempati duyduğu biliniyordu; bu yüzden Gelibolu Türk halkı Beyazların gözünde suçluydular. Bu nedenlerden Türk kesimi, kolordunun yerleşimi için evlerin paylaşımı ricasına olumlu yanıt verdiler ve daha önce bahsedildiği üzere, bazı camileri ve kervansarayları, Rus ordusuna bıraktılar. Rusların davet ettiği kutlamalara ve merasimlere, temsilcileri aracılığıyla katıldılar. Nüfusun Ermeni kesimiyle olan ilişkiler ise hem temkinli hem de güven doluydu. Ermeniler çoğu kez Rusları düğünlerine ve değişik aile kutlamalarına çağırdılar. Aynı inançtan olmaları hasebiyle Rus kolordusu komutanını kendi kiliselerindeki ayinler ve merasimlere davet ettiler. Gelibolu’da yaşayan küçük Yahudi topluluğuyla olan ilişkiler ise daha önce bahsedildiği üzere tarafsız idi. Bazı Yahudi evlerinde Ruslar yaşıyordu fakat bunlar arasındaki ilişkiler ne düşmanca, ne de dostça idi. Yahudiler, sakin, kendi hallerinde, kendi grupları içinde yaşayan insanlardı. Yerli halkla, bu genel ve olumlu ilişkilerin kurulmasından sonra, Kutepov ve ekibi, ordunun devamlılığını sağlamak ve birlik ruhunu canlı tutmak için disipline büyük önem verdiler. Disiplin sağlanmazsa ne olacağını, Rusların hırsızlık, taciz ve fahişeliğe bulaştığı İstanbul’dan iyi bildiklerinden, ilk günden itibaren Gelibolu’daki kamplara garnizonlar yerleştirdiler. Ayrıca karakollar, kontrol noktaları ve askeri okul öğrencilerinden müteşekkil devriyeler oluşturdular. Göçmenlerin şehirde, devriyelerin denetiminde, en azından başlangıçta sadece sabah 7.00’den akşam 19.00’a kadar dolaşmasına izin verdiler. Kamplardan şehre girmek için izin belgesi alınmasını zorunlu tuttular. Karakollar ve kontrol noktaları, sadece ordu mensupları arasında değil, yerel otoritelerin izniyle, sivil halkın arasındaki düzeni ve asayişi de sağladılar. Bunların yetmediği durumlar için üç askeri hapishane açtılar. Bunlardan biri, disiplin cezaları için; ikincisi, komutanlık tarafından kontrol edilen geçişler için, üçüncüsü ise mahkeme kararıyla cezalandırılanlar içindi.68 Genel olarak kolorduda adalet, kolordu mahkemesi tarafından temin edildi ve özellikle önemli suçlar seyyar askeri mahkemelerce görüldü. Hiçbir suç, mahkeme 68 Karpov, Krım, Gallipoli,Balkanı, s. 43. 20 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar kararı olmaksızın cezalandırılmadı. Bu mahkemelerde hukuk eğitimi almış ve bu mahkemelerde doğa yasalarına uygun görüşmeleri garanti eden üyeler görev yaptı. Bir subay tarafından diğer bir subaya yönelik onur kırıcı suçlar, alay, bölük ve kolordu şeref mahkemelerine yönlendirildi.69 Subayların disiplinine özel bir ilgi gösterildi. Bunun bir takım kendine has nedenleri vardı. İç Savaş sırasında bir subayın emri altında epey bir asker varken; şimdi asker sayısı subay sayısından fazlaydı. Bu yüzden öncelikle emri altında astları olmayan ve erlerin arasında yer alan subayların durumunu düzenlemek gerekiyordu. Bunlar arasında yaşları epey ilerlemiş olanların sayısı oldukça fazlaydı. Ayrıca aralarında “ceza almaya meraklı” komutanlar da vardı. Bunların önüne geçmek için, örnek teşkil edecek; hiçbir tüzükle bağdaşmayan, tutuklama, tayın vermeme, şehirde yer seçimini kararlaştırma vs. gibi bir takım cezalar da uygulandı. Bu yüzden sık sık çatışmalar yaşandı. Bununla ilgili genel olarak birliklerde karşılıklı ilişkileri düzenleyen birkaç emir yayınlandı. Vrangel, ilişkilerdeki sorunları birkaç kez gündeme getiren Kolordu komutanı E. V. Ekkom’un gözlemlerine istinaden, 27 Nisan 1921’de bir bildiri yayınladı. Vrangel, bildirisinde, bu aşırılıklara “bir defalığına ve son kez olmak üzere” nokta konulmasını istedi. Bildiriye göre, müfrezelerin ve bölüklerin komutanları ve başçavuşlar, sadece sözlü olarak yapılan konuşmaları ve gözlemleri açıklama hakkına sahiptiler. Ev hapsi cezası verme hakkı ise sadece bölüklerin yaşlı subayları ve bölük komutanlarına; tutuklama ve sert tutuklama hakkı ise sadece üst düzey komutanlara aitti.70 Kaynaklardan yola çıkarak, disiplin ve cezalandırma işinin ileriki dönemlerde, özellikle Fransa’nın başlattığı terhis ve göç kampanyasından etkilenenlerin MayısHaziran 1921 gibi ordudan ayrılmak istemesiyle birlikte arttığını belirtmek gerekir. Rayevski, Gelibolu Günlüğü’nde, hapishane sayısının üç değil, dört olduğunu ve cezaların önemli bir kısmının şehirde geç saatlerde dolaşanlara verildiğini belirtir. Hatta bunun da “komik” bir biçimde kategorize edildiğini; saat 23.00’den sonra yanında bir kadın olmadan, amaçsız biçimde dolaşanlara üç gün; yanında bir kadınla dolaşanlara beş gün hapis cezası verildiğini; sıra dışı durumlarda ise 15 güne kadar hapis uygulamasının olduğunu yazar. Bazı uç durumlarda, örneğin orduya ve komutanlara küfretmek gibi suçlarda ise idam cezası bile verildiğini belirtir. Rayevski’ye göre, eskiden mevcut olan “soylu özgürlüklerin” bir kısmı kaldırılmıştı; subaylar eskiden kamplarda, Temmuz’un sıcağında, pijamalarla dolaşabiliyorken, bu artık yasaktı.71 Bu tür disiplin ve ceza içeren uygulamalar dışında, birlik ve beraberlik ruhunu aşılamak için Kutepov ve ekibi, aynı zamanda hem ordu kimliğinin hem “askeri onurun” bir parçası olan askeri üniforma işine önem verdiler. Özellikle havaların ısınmasıyla birlikte üniformalarda değişiklikler yaptılar. Kampta yaşayan birlikler, Ame- 69 Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921. 70 Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 44. 71 Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 77, 79 ve 81. 21 Kezban Acar rikan Kızıl Haç’ının sağladığı malzemeleri, kendi el hünerleriyle birleştirip kolorduya askeri bir görünüm kazandırdılar. Amerikan Kızıl Haç’ının hediyesi olan hasta gömleklerinden ve pijamalarından, beyaz gömlekler diktiler. Elbiselerin bir kısmını şalvarlara dönüştürdüler. Kısa süre sonra renkli şapkalar, beyaz kemerler ve düzgün giysili hanımlar görülmeye başlandı. Belçika kralının Rus göçmenler için verdiği hediyeleri sunmak amacıyla Gelibolu’ya gelen ve burada haftalarca kalan Belçika Ruslara Yardım Komitesi temsilcisi, aynı zamanda Belçika kralının yaveri Binbaşı Ruver,’ bunu notlarında şöyle ifade eder: “Gelibolu’da hüküm süren disiplin, düzen ve organizasyondan çok etkilendim. Gelibolu’da kampta her yer çok temiz. Giysi ve elbiselerdeki yetersizliğe rağmen insanlar derli toplu görünmeye; kadınlar hiç yoktan kendilerine elbise dikmeye ve kendilerini beğendirmeye çalışıyorlar.” Ağustos’ta kolorduya ilave araç-gereç gönderildi ancak hâlâ palto, iş ceketi, şalvar ve şapka gibi şeylere ihtiyaç vardı. Genel olarak gönderilen yardım çok azdı fakat bu bile kolordunun 1920 ve 1921 kışından çok daha iyi giyinmesini sağlamaya yetti.72 Ayrıca kolordu ileri gelenleri, askeri birliklerin düzenini ve espirit de corps için eğitim meselesine önem verdiler. Gelibolu’da 6 askeri okul ve Sergiyevski, Konstantinovski, Kornilovski, Alekseyevski ve daha küçük komutanlara ithafen açılan 14 subay okulu vardı.73 Bir de ortaöğretim ve ilköğretim okulları ve okul öncesi eğitim veren okullar bulunmaktaydı. Gelibolu kampında kalmış subaylardan biri olan İvan Lukaş’a göre, bu okullardakilerle birlikte Gelibolu’daki toplam öğrenci sayısı 6000 kadardı.74 Bunlardan Aleksandrovski ve Kornilovski Piyade Askeri Okulundaki 303 askeri öğrenci 1 Temmuz’da okullarından mezun oldular.75 Bu olumlu gelişmelere karşın, okullarda bazı sorunlar vardı. Genel olarak askeri okullardaki en büyük sorun, ders kitaplarının olmamasıydı.76 Ayrıca açılacak kurslar için ne bina ne de para vardı. Buna rağmen, okullarda öğrencilere askeri-teknik bilgilerin yanı sıra, matematik, fizik gibi dersler verilmekteydi. Soğuk ve açlık yüzünden bazı öğrenciler bu dersleri takip edemeseler de, genel olarak bu okullar ve buralarda verilen eğitim ordunun varlığını ve ruhunu koruması açısından önemliydi.77 Bunların yanı sıra, kamplarda yabancı dil eğitimi veriliyordu. Gelibolu Günlüğünde Rayevski, yabancılara cüzi bir ücret karşılığında, kamptakilere ise ücretsiz olarak Fransızca dersleri verdiğinden ve aynı zamanda kendisinin de Genel Rusya İller Birliği tarafından açılan İngilizce dil kursuna gittiğinden ve bu sayede İngilizcesini geliştirdiğinden bahseder.78 Dil kursları dışında, 1921 yazında açılan, kolordudaki subayları sivil ve askeri hayatta idarecilik görevine hazırlayacak “idari” kurslar da vardı.79 72 Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921, s. 15. 73 Ryasnyanskii, Gallipoli, s. 13. 74 “Gallipoli,” s. 21. 75 GARF, f. 5809, op. 1, d. 87, list 2-3; Zarnitsı, no 3, 20 Mart 1921, s. 21; Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921. 76 Zarnitsı, no 12, Haziran 1921, s. 14. 77Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 28. 78 Zarnitsı, no 3, 20 Mart 1921; Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 23, 27; 83. 79 Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921. 22 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar Bunlar dışında, belli kişilerin görevlendirildiği, üyeleri olan “sözlü gazeteler” aracılığıyla, daha çok orduyu ilgilendirecek konularda sunumlar yapılmakta, bilgiler verilmekte; ücretsiz okumalar yapılmaktaydı. Ayrıca Gelibolu’da bir de kütüphane vardı. Buraya İller Birliği Başkanı B. K. Krayeviç tarafından önemli bir kitap koleksiyonu sağlandı80 ancak buradaki kitapların sayısı çok fazla değildi. Bu konudaki eksikliği gidermek için yardım kuruluşları veya bazı dernek ve kurumlar devreye girdiler. Örneğin, İller Birliği’nin Aralık 1920 tarihli raporuna göre, Gelibolu’ya Tiyatro kütüphanesinden 52 Türk Lirası değerinde bazı kitaplar gönderildi.81 Nisan 1921 itibariyle İller Birliği kütüphanesindeki kitap sayısı 50 idi.82 Bunlar arasında, Charles Darwin’in Türlerin Kökenleri, Eric Ludendorff’un Savaş Hatıralarım isimli eserleri bulunmaktaydı; ayrıca şehir kütüphanesinde yabancı dillere ait birçok sözlük vardı.83 Resim 6: Gelibolu’daki Rus Lisesi (1921) Kaynak: GARF, f. 5881, op. 1, d. 272. Kitapların dışında kütüphanelerde ve genel olarak kamplarda bazı gazete ve dergiler de bulunmaktaydı. Bunlardan biri “Ogni” (Ateş) isminde, kampın ihtiyaçlarına 80 Zarnitsı, no 3, 20 Mart 1921; Sözlü gazeteler için bkz. Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 46, 99, 111. 81 GARF, f. 5809, op. 1, d. 4, list 20. 82 Zarnitsı, no 5, 3-10 Nisan 1921. 83Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 83, 96, 115. 23 Kezban Acar hizmet etmek amacıyla bizzat kampta basılan, günlük bir gazeteydi. Derginin finansmanını Gelibolu’daki İller Birliği sağlıyordu. Özellikle birliğin başkanı Krayeviç’in desteği söz konusuydu. Ancak o ayrıldıktan sonra yerine bakan yardımcısı Pukhal’ski, gazetenin baskılarını inceledi ve baskılardan birinde Paris’teki Kurucu meclisin konferans üyeleri aleyhinde yazılar yazıldığını ileri sürdü ve editörden bunların değiştirilmesi istedi. Bu isteğine olumlu bir cevap alamayınca, gazeteyi kapattı.84 Kendi gazeteleri dışında, Gelibolu kampında yaşayanların yurt dışından getirilen veya gönderilen birçok gazete ve dergiyi okumaları da mümkündü. Örneğin, İller Birliği’nin 20 Aralık 1920 tarihli toplantı tutanağına göre, hastanelere ve Gelibolu’daki de dâhil askeri kamplara her gün Giysuar Press’ den 500, Obşçago Dela (Genel İşler)’dan 250; Bosfor (Boğaziçi)’dan 500, İstanbul’dan 50 adet gönderilmekteydi. Ayrıca, İller Birliği’nin, editörler aracılığıyla Rul’ (Dümen) ve Posledniya Novosti (Son Haberler) isimli gazetelerin kamplara gönderilmesi için girişimler de bulunduğu bilinmektedir.85 Yukarıdaki gazeteler dışında, Gelibolu’daki göçmenler, başka ülkelerde yaşayan Ruslar aracılığıyla Berlin merkezli Rule, Deste Temps veya ABD’de basılan New York Times gibi gazetelerin kopyalarına da ulaşabiliyorlardı.86 Ayrıca kolordudakiler, dünyanın her yerinden, Amerika, Çin ve Batı Avrupa’dan, Rus gazeteleri alıyorlardı. Gazeteler dış dünyayla bağlantı sağlayan araçlardan biriydi. Ama kuşkusuz tek araç değildi. Bir de kolordunun genelkurmayında, Sovyet radyosunu çeken bir radyo istasyonu vardı.87 Bütün bunlar, gerek Sovyet Rusya’da gerekse dünyanın değişik yerlerinde ortaya çıkan gelişmeler konusunda bilgi edinilmesinde etkiliydi. Gelibolulular kampta, gazete dışında, luç (ışık), süvari birliğinin çıkardığı Razvey gore v golom’ pole ve Markovski Alayının çıkardığı izgoy gibi bazı dergiler de okumaktaydılar. Bunlar daktilo ile yazılmakta ve sayfaları birbirlerine sulu boya ile yapıştırılmaktaydı. Ayrıca kurşun kalem ile yazılmış onlarca dergi vardı. Bu dergilerden, yukarıda bahsi geçen son ikisi daha sonra birleştirilip, Kolordu Sbornik’i (Kolordu Hikâyeleri) oluşturdular. Bu dergi, Leipzig’de basılmaktaydı; ilk sayısında, resimli sayfalarda, Gelibolulu sanatçıların eserlerini sundu.88 Bir de radyo gazetesi vardı. Burada görev alan subaylar, bir anlamda kamptakilere basın özetlerini sunmaktaydılar. Esasen, sanat, gerek resim gerekse tiyatro şeklinde Gelibolu’daki kamp hayatının önemli bir parçası idi. Kolordu Sbornik’te resimleri yayınlanan sergi dışında, bizzat Gelibolular için açılan, askeri okul öğrencilerinin yaptığı resimlerden oluşan sergiler de vardı.89 Bunun yanı sıra, 18 Haziran’da, Gelibolu’ya gelen Barones Vrangel’in ev sahipliği yaptığı bir zanaat ve sanat sergisi de açıldı. “Sergilenen ürünler açısın- 84 Zarnitsı, no 8, 30 Nisan-7 Mayıs 1921, s. 10. 85 GARF, f. 5809, op. 1, d. 4, list 20. 86Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 39, 53, 62. 87 Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos,1921. 88 Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921; Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 83; Sergeyevskii, “Gallipoli,” s. 37-38. 89Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 91. 24 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar dan çok büyük olmayan bu sergideki bazı ürünler, şaheser niteliğindeydi. Sergilenen ürünlerin neredeyse yarısını Amerikan Kızıl Haç temsilcisi Binbaşı Davidson ve bir kısmını da Barones Vrangel satın aldı.”90 Edebiyat, basın ve resmin yanı sıra, Gelibolu kampında hem ordu ruhunu korumaya hizmet eden hem de sıkıcı ve monoton kamp hayatından çıkılmasına yardım eden tiyatrolar vardı. Temmuz 1921 itibariyle kolordudaki tiyatro sayısı 6 idi. Bunlar kamp tiyatrosu, kent tiyatrosu, Drozdov, Markov, Kornilov ve Aleksiyev tiyatrolarıydı. Bunlardan bazıları, özellikle Markov ve Drozdov tiyatroları genellikle hep doluydu. Drozdov tiyatrosu ise, kamptaki ilk minyatür tiyatro gösterisini sunmasıyla ünlüydü. Kornilov Okulu’nun ise dekorları ve sahnesi bizzat öğrenciler tarafından hazırlanan ve boyanan bir tiyatrosu vardı.91 Tiyatro vb. sanatsal faaliyetleri organize etmek için Gelibolu’da sanatçılar tarafından “sanatçı atölye”si kuruldu. Rus tiyatrolarının oyunlarına bir kez bile gelmeyen Rumlar, kendi tiyatro kulüplerini kurdular ve bu kulüpte Rus sanatçılar ve kolordu korosu başarılı işlere imza attılar. Ancak 1921 Temmuzunda kent tiyatrosunun ekonomik zorluklar sebebiyle kapandığı bilinmektedir.92 Resim 7: Gelibolu Tiyatrosu Kaynak: http://www.gallipoli.fr/ 90 Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921. 91Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 78, 113. 92 Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921. 25 Kezban Acar Gelibolu kampının kültürel faaliyetleri arasında ayrıca, tarih ve arkeolojiyle ilgili çalışmalar da vardı. Bunda, kampın bulunduğu yerin tarihi ve arkeolojik açıdan ve birçok yönden zengin olmasının önemli bir payı vardı. Kaynaklardan burada “Tarihi Sevenler Derneği” ve “Arkeolojiyi Sevenler Derneği’nin kurulduğunu öğrenmekteyiz. Bunlardan ikincisinin, masrafları İller Birliğince karşılanmak üzere, Lâpseki’ye, “Elikura”nın anavatanına iki gezi düzenlediği; gezi sırasında yerli halktan bazı eski paralar satın aldığı, ayrıca şehirdeki tek eski Rum Ortodoks Kilisesini ziyaret ettiği bilinmektedir.93 Arkeolojiyi Seveler Derneği’nin bazı üyeleri ise “denizin kıyısında bulunan, küçük bir limanın girişiyle üstü örtülen eski bir kulenin araştırılması işini” yapmışlar; araştırma sırasında kulenin duvarları üzerindeki yazılardan yola çıkarak buraya bir zamanlar Zaporojnilerin hapsedildiği bilgisine ulaşmışlardır. Ayrıca arkeologlar, ziyaret ettikleri bir Rum mezarlığında ve Gelibolu’nun çevresinde Slavca, Rumca ve Ermenice yazıların olduğu birçok mezar taşına ulaşmışlardır.94 Bunlar dışında Gelibolu kampında fotoğrafçılıkla ilgilenenler olduğu görülür. Esasen, Karpov’un verdiği bilgilere göre, fotoğraf makinelerini bizzat Rus göçmenlerin kendileri yapmışlardır. Bunun için İstanbul’daki bir pazardan bir objektif satın almışlar, onu kutudan yapılmış tahta, konserve kutularından yapılmış sacın içine oturtarak, ilk fotoğraf makinelerini oluşturmuşlardır. Bu makineyle 20 Şubat 1921’de ilk çekimlerini yapmışlardır. Yazara göre bu “ilkel” fotoğraf makinesi, daha sonra objektifli Yerneman makinesine dönüşmüştür.95 Bütün bunlar, Gelibolu’daki Rusların eğitim ve kültür seviyesini göstermesi açısından son derece önemlidir. Gelibolu’daki Rusların hem kültüründe hem de birlik ruhunda önemli bir yer tutan bir diğer konu din, bir diğer kurum ise kiliseydi. Bununla birlikte, kampı ziyarete gelen Piskopos Venyamin’e göre, ilk başta, kamplardaki durum, dini açıdan hiç de olumlu değildi. Ona göre “ordunun neredeyse hiç dini inancı yoktu” ve “beyaz fikri” de görüldüğü kadarıyla çelişki doluydu.” Ona göre ordu beyaz değil, griydi. Bunda Kilisenin de etkisi vardı. Metropolit Venyamin bunu şöyle açıklar: “Piskoposluğun tüm temsilcileri Beyaz harekete katılmadı. Birincisi, Rus Ortodoks Kilisesi lideri Tihon Beyaz hareketi kutsamadı. Kilisenin hangi tarafı tuttuğunu göstermesi gerektiğine dair görüşe katılmadı. İkincisi; kilise üyeleri Beyazlara yardım ettikleri için müthiş bir zorbalıkla karşı karşıya kaldılar. Üçüncüsü; Ortodoksluk ruhuyla muhafazakâr görüşleri arasında; Beyaz Ordu’ya katılanlar arasında bir birlik yoktu. Beyazlara destek verenlerin çoğu, ilerici görüşlere sahiptiler. Şimdi durum değişikti. Yerel Rum Metropoliti Konstantin’in izniyle kendi din adamlarına sahip askeri birliklerin gelişiyle birlikte Gelibolu kilisesindeki Rusların hizmeti tamamlandı; bölgedeki her askeri birlik çadırlarından birisini 93 Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921. 94 Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921, s. 15. 95 Karpov, Krım-Gallipoli-Balkanı, s. 41. 26 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar kilise yaptı. Eğer çadır yeterli değilse, sadece atlar için örtü yapıldı. Sonra demiryolu raylarından ve mermi kovanlarından çanlar yapıldı. Sonuç olarak, bütün bunlar ilkel bir görüntüye sahipti fakat evi hatırlatan bir hali vardı.96 S. Ryasnyanski’nin aktardığı üzere, Gelibolu’daki Rus göçmenler ayinlerini ilk başta Rum Ortodoks kiliselerinde yaptılar, daha sonra şehirde ve kamptaki alaylarda toplam 7 kilise inşa ettiler. “Kiliselerin içini inşa etmek çok zordu. İkonastaslar— ikonların konulduğu yerler—elbiselerden yapıldı ve ikonların üzerine Rus sanatçılar tarafından yazılar yazıldı. Kutulardan mihrap ve sunaklar yapıldı. Konserve kutularından ve diğer tenekelerden kilise için gereken diğer malzemeler yapıldı. Kiliselerden birinin büyük bir çanı bile vardı.”97 Kiliselerde kilise korosu dışında, yine göçmenlerin yaptığı ve boyadığı birçok ikon vardı. Özellikle paskalya törenleri, hem süslemeleri itibariyle, hem de Ruslara verdiği ruh ve duygu itibariyle son derece önemliydi. Bu törenlerden biri, Zarnitsı’da aktarıldığı kadarıyla son derece görkemli ve gösterişliydi: Sabah erkenden şehirdeki, istihkâmın çabalarıyla tören alanının hazırlandığı futbol sahasına gittik. Dua edenler açık havada, mavi gökyüzünün altında ayakta durdular. Bütün süslemeler, yeşilliklerle yapıldı. Uzun direklerin üzeri dallarla, budaklarla sarıldı, parlak ışıklı meşaleler neredeyse bütünüyle Rusların doldurduğu alanın tamamını aydınlattı. Hava harikuladeydi. Bir yaprak bile kımıldamıyordu. Dua edenlerin ellerindeki ışıklar parlak bir biçimde yanıyordu. Çok hoş bir şarkı yankılandı ve bunu duyan yerli halk, duvarlara, pencerelere ve balkonlara adeta yapıştılar. Hayatımda ilk kez bu kadar heyecan verici bir ayine tanık oldum. Birçoğunun gözünde yaş vardı. Bu merasim herkese anavatan Rusya’yı hatırlatmıştı. 98 Bu törenlerin, alıntıda da görüldüğü üzere, “Rusluk” duygusuna önemli bir katkısı vardı. Bu ruhun, Kutepov’un önerisi ve girişimiyle, 1854-1855 Kırım Savaşı sırasında Rus savaş esirlerinin ve daha öncesinden Zaraprojni Kossaklarının defnedildiği Gelibolu’daki Rus askeri mezarlığının, bir anıt mezara dönüştürülmesiyle ölümsüzleştirildiği görülür. Zarnitsı’nın 7 Ağustos 1921 tarihli sayısında verdiği bilgiye göre, bu anıt için Rus kolordusunun generallerin, subaylarının ve askerlerinin ve asker-mimarlarının ve heykeltıraşlarının omuzlarında, kamptan 7-8 km. uzaklıktaki alana 28.000 taş taşındı.99 Anıt mezar, yerli halkın, Fransızların ve Rus birliklerinin ve göçmenlerinin katılımıyla 16 Temmuz 1921’de açıldı. Yerel araştırmacı Mehmet İrdesel’in verdiği 96 Karpov, Krım, Gallipoli, Balkanı, s. 44-45. 97 Ryasnyanskii, Gallipoli, s. 13; kilise için yapılan süslemeler hakkında daha fazla bilgi için bkz. Zarnitsı, no 12, Haziran 1921. 98 Zarnitsı, no 12, Haziran 1921, s. 12. 99 Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos Haziran 1921, s. 14. 27 Kezban Acar bilgilere göre, bu anıt mezarlığa Gelibolu’dan ayrılışlarına kadar Rus göçmenlerden 255 kişi gömülmüştür. Ruslar kamptan ayrılırken bu anıt mezarı yerli halktan İsak İsan adında bir Türk bekçiye emanet etmişlerdir. Ancak anıt 1949 depreminde tamamen yıkılmıştır.100 Bugün bu anıtın yerinde, Rus büyükelçiliğinin girişimi ve desteğiyle yapılmış, 17 Mayıs 2008’de açılmış bir anıt-müze bulunmaktadır. Resim 8: Gelibolu Anıtının 16 Temmuz 1921’de Açılışı Kaynak: http://www.gallipoli.fr/ Ancak, Rus ordusunun birliğini veya bütünlüğünü korumak bağlamında asıl belirleyici olan etken, Rus Genelkurmayının Fransa ile olan ilişkileriydi. Daha önce bahsedildiği üzere, Vrangel, ordunun muhafaza edilmesi konusundaki ısrarı yüzünden Fransa ile ters düşmüş; ancak yapılan anlaşmaya binaen Fransızlar, resmi olarak tanımasalar da, Gelibolu’daki ve diğer askeri kamplardaki Rus göçmenlere, özellikle askeri birliklere tayın konusunda destek olmuşlardı. Ancak gerek tayınla ilgili durum, gerekse Fransız-Vrangel arasındaki ilişkiler 1921 baharından itibaren bozulmaya başladı. Bu tarihte Fransız komutanlığı, masrafların, el konulan Rus askeri malzemeleri ve gemilerinin değerinden çok daha fazla olduğunu ileri sürerek, kısa bir süre sonra tayın dağıtımını durduracağını bildirdi. Her ne kadar bu konu, tayın miktarında yapılan değişikliklerle birlikte Ekim 1921’e kadar sürdü ise de, Fransızlar 1921 baharından itibaren ordunun dağılması için yoğun bir propaganda faaliyeti başlattılar. Bu kampanya çerçevesinde başka ülkelere göçü özendirici broşür ve bildiri dağıttılar. Bunlara kısa sürede söylentiler eklendi. Örneğin Brezilya’ya gidenlere boğa ve toprak veri- 100Mehmet İrdesel, Fotoğraflarla ve Belgelerle Gelibolu Tarihi (Gelibolu), s. 198. 28 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar leceği; Bulgaristan’ın gidenlere ayda 100 leva vereceği, mültecilerin Bulgaristan’ın diğer ülkelerle olan silahlı anlaşmazlıklarına katılmayacağı, ancak olağanüstü toplumsal felaketlerde rol alacağı konuşulmaktaydı.101 Bunların bazı göçmenler üzerinde etkili olduğu muhakkaktır. Ama Rus göçmenleri kampı terk etmeye ve başka ülkelere iten asıl neden, kamplardaki ekonomik durumun iyi olmamasıydı. Fransızların aktardığı bilgilere göre Gelibolu’da 26. 000 işsiz Rus göçmen vardı. Her ne kadar Temmuz sonu itibariyle subaylara ayda 2 lira, askerlere ise 1 lira verilse de, askeri birliklerin ve sivil göçmenlerin ekonomik durumu çok kötüydü. Bununla birlikte, özellikle kolordu bürokratlarının ekonomik alışveriş anlamında yerli halka büyük bir katkısı olduğu ve bunların ekonomik harcamalar için temin edilen paranın—ki bu aylık 40.000-60.000 liraya tekabül ediyordu-- önemli bir kısmını Geliboluların cebine bıraktıkları; hatta bu dönemde yapılan alışveriş sonucu, yerli halktan bazılarının çok zengin oldukları bilinmektedir. Bu nedenle kolordu bürokratları, ordu mensuplarını bir kazanç kapısı gibi gören ve çok fazla para harcanmasına neden olan alışverişlerde yerel tüccarların ve dükkân sahiplerinin iştahını sınırlamak için kolordu genelinde, eski Rusya’daki ekonomik topluluklar örneğinde bir “askeri kooperatif” kurdular. Askeri personelin buralardan ihtiyaçlarını çok daha makul fiyatlarda temin etmesini sağlamaya çalıştılar.102 Bu alınan önlemlere, dağıtılan düzenli-düzensiz tayına ve 1921 yazından itibaren verilen 1-2 liralık aylığa rağmen, asker ve subaylar ekonomik anlamda hâlâ zor durumdaydılar. İşte, bu aşamada, Fransızların yaptığı “sivil statüsüne geçin, kamptan ayrılın” çağrısı ve kampanyası yavaş yavaş etkisini göstermeye başladı. Sayıları 1000’i bulan bir grup göçmen, daha Şubat-Mart aylarında kamptan ayrıldı; ancak bunlar hayal ettikleri ülkeyi ve işi bulamayınca geri döndüler. Dışarıdaki yaşamın en olumsuz tarafı, kamptaki kıt kanaat ama belirli yaşama karşın, belirsizliklerle ve soru işaretleriyle dolu olmasıydı. O yüzden gidenlerden geri gelenler olduğu gibi, sivillerden gelip kampa yazılanlar da oluyordu. Örneğin Şubat’ın sonunda 400 kişilik bir grup Gelibolu’ya gelerek, askeri birliklere yazıldılar.103 Gelibolu’da kamplarda kalma eğilimi Mayıs 1921’de hâlâ güçlüydü. Zarnitsı, 23 Mayıs 1921 tarihli sayısında, Fransızların coşkulu bir şekilde sağa sola astıkları, şimdiye kadar Rus göçmenler için 200 milyon Frank para harcadıklarına dair bilgiler içeren afişlere ve kampları terk edip, başka ülkelere gidin yönündeki çağrısına rağmen, kampta hayatın eskisi gibi akıp gittiğini yazar. Dergiye göre, Rus komutanlığının otoritesi önceden olduğu gibi hâlâ çok güçlüydü ve emirleri birlikler tarafından yerine getirilmekteydi. Herkes hâlâ Genelkurmay Başkanlığının istediği gibi davranmakta ve sadece ona güvenmekteydi. “Aşağıdakileri” komutaya karşı tahrik denemeleri de bizzat ‘aşağıdakilerden’ tepki çekmekteydi çünkü Gelibolu’daki birlikler dikkat çekici şekilde disiplinliydiler.”104 101Rayevski, Gelibolu Günlüğü, s. 51, 109. 102Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921, s. 15; Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921. 103Zarnitsı, no 3, 20 Mart 1921. 104Zarnitsı, no 10, 23 Mayıs 1921, s. 11. 29 Kezban Acar Ancak bu disiplinin sadece, derginin idealize ettiği gibi, komutanlara güvenden gelmediğini görmek, daha önce bahsi geçtiği üzere, bunda suç ve ceza uygulamasının da önemli bir payı olduğunu hatırlatmak gerekir. Resim 9: Gelibolu Kampı. Sırbistan’a Giden Birlikler Kaynak: A. Zubarev, Russkaya Armiya i Flot v İzgnanii (1920-1923 gody) (Sevastopol’: spd Bakulin, 2007), 62. Resim 10: Gelibolu Kampı: İş İçin Bulgaristan’a Gitmek Üzere Gemilere Biniş Kaynak: GARF; f. 5881, op. 1, d. 272. 30 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar Kaldı ki, 1921 Yazında artan, çok daha önce başlayan yer yer dağılmalar söz konusuydu. Bunda kamptaki olumsuz yaşam koşullarının ve kısmen Fransızların kampanyalarının önemli bir etkisi vardı. 15 Mayıs 1921’de Berlin’den İstanbul’a gelen Sovyet Rusya adına görevli resmi kuryenin raporuna göre Gelibolu’da 8000’i sivil, 25.000’i kamplarda hâlâ 33.000; Çatalca kamplarında 22.000; bütün Osmanlı toprakları genelinde ise 99.210 kişi bulunmaktaydı.105 Diğer bir ifadeyle, Mayıs 1921’de Osmanlı topraklarında hâlâ 55.000 askeri personel; yaklaşık 44.000 kadar da sivil Rus göçmen bulunmaktaydı. Rus komutanlığının 16 Kasım 1921 tarihli raporuna göre ise Gelibolu’da 24.885’i erkek, 1.354’ü kadın, 246’sı çocuk toplam 26.485 kişi vardı. Fransız Ordu komutanlığına göre bu rakam 28.183 idi.106 Eğer bu rakamlara bakılırsa, Mayıs 1921’den Kasım 1921’e kadar Gelibolu’dan göç edenlerin toplam sayısı, Rus komutanlığı verilerine göre, yaklaşık 8.500 kişi, Fransız komutanlığı verilerine göre ise yaklaşık 7.000 kişiydi. Oysa başka bir kaynakta, Eylül 1921’de Gelibolu’da kalan göçmen sayısı,12.000’i subay ve asker ve yaklaşık 600’ü kadın ve çocuk olmak üzere toplam 12600 kişi olarak belirtilir.107 Bu son rakamın doğru olması çok daha muhtemeldir çünkü farklı kaynaklar Gelibolu’daki birliklerin önemli bir kısmının AğustosEylül aylarında Gelibolu’yu terk ettiğini belirtirler. Bunlardan süvari bölüğü 1921 Ağustosunda Yugoslavya’ya gitti. Brezilya, Madagaskar ve diğer “egzotik” ülkelere gidenlerin ve aralarında “gaziler ve diğer saygıdeğer kişilerin de yer aldığı” göçmenlerin sayısı 4.000 idi.108 Ağustos sonunda ve Eylül başında ise son dalga süvari birlikleri; Drozdovski ve Alekseyevski Piyade Alayları ve Topçu Birliği ayrıldı. Bunlar “Reşit paşa” gemisiyle Bulgaristan’a gittiler. Yine Ağustos’un sonunda 4.366 kişilik süvari birliği, iki aşamalı olarak deniz yoluyla Sırbistan’a gitti. 18 Aralık 1921’de, General Binbaşı Martynov’un komutasındaki 200 kişilik bölük dışında Gelibolu’daki herkes ayrıldı. Onlar da son göçmenleri almaya gelen “Ak Deniz” isimli gemide yer olmadığı için kaldılar ve yaşadıkları Gelibolu’dan 1923’te ayrılarak Yugoslavya’ya gittiler.109 Sonuç olarak, Gelibolu, Beyaz Rus Ordusu’nun hayatta kalma serüvenine şahitlik etmesi açısından çok önemlidir. Aynı zamanda, 1921’de başlayıp 1923’te biten Gelibolu tecrübesi, kaynaklardan görüldüğü kadarıyla sadece orada yaşayan Rus mülteciler için değil, Gelibolu için de son derece mühimdir. Hayatta kalmaya çalışan Rus mülteciler, sadece bunu başarmamış, aynı zamanda kalabalık sayılarıyla ve inşa ettikleri su sistemi, dekovil hattı vs. ile Gelibolu’nun ekonomisine ve çehresine canlılık getirmişler, şehre hemen her anlamda olumlu katkılarda bulunmuşlardır. Bu yüzden Gelibolu’da Ruslar konusu sadece Rusya tarihi açısından değil, Gelibolu’nun yerel tarihi açısından da hiç kuşkusuz büyük öneme sahiptir. 105RGVİA f. 7, op. 2, d. 734, list 9. 106GARF, f. 5809, op. 1, d. 87, list 1 107Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921, 15. 108Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921. 109Ryasnyanskii, Gallipoli, s. 17-18; Zarnitsı, no 23, 25 Eylül 1921, s. 15. 31 Kezban Acar Kaynakça Arşiv Kaynakları RGVİA (Rossiyskiy Gosudarstvennıy Voenno-İstoriçeskiy Arhiv/Rus Devlet Askeri Tarih Arşivi), f. 6, op. 4, d. 596, list 178. RGVİA f. 6, op. 4, d. 596, list 187. RGVİA f. 7, op. 2, d. 734, list 9. GARF (Gosudarstvennıy Arhiv Rossiyskoy Federatsii/Rusya Federasyonu Devlet Arşivi), f. 5809, op. 1, d. 4, list 20. GARF, f. 5809, op. 1, d. 44, list 7. GARF, f. 5809, op. 1, d. 56, list 1. GARF, f. 5809, op. 1, d. 87, list 1-2-3. GARF; f. 5881, op. 1, d. 272. GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 31. GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 33. GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 36-37. GARF, f. 5923, op. 1, d. 7, list 38. Gazete ve Dergiler “Rus Mültecileri,” Vakit, 1 Aralık 1920. The Orient News, 20 Ekim 1921. Zarnitsı, no 2, 20 Şubat 1921. Zarnitsı, no 3, 20 Mart 1921 Zarnitsı, no 5, 3-10 Nisan 1921. Zarnitsı, no 8, 30 Nisan-7 Mayıs 1921. Zarnitsı, no 10, 23 Mayıs 1921. Zarnitsı, no 12; Haziran 1921. Zarnitsı, no 18, 7 Ağustos 1921. Zarnitsı, no 23; 25 Eylül 1921. Basılmış Eserler “General Aleksandr’ Pavloviç’ Kutepov’,” Vestnik Obşçestva Gallipolitsev, no 7, 15 Ocak 1934, s. 3-4. Bakar, Bülent, Esir Şehrin Misafirleri Beyaz Ruslar, İstanbul: Tarihçi Kitabevi, 2012. Hutchins, John A., The Wrangel Refugees: A Study of General Baron Peter N. Wrangel’s Defeated White Russian Forces, Both Military and Civilian, in Exile, University of Louisville, M. A. Thesis, 1972. İrdesel, Mehmet, Fotoğraflarla ve Belgelerle Gelibolu Tarihi, Gelibolu. Karpov, Nikolay Dmitriyeviç Krım-Gallipoli-Balkanı, Moskva: Russkii put’, 2002. Komandorova, N. I., Russkii Stambul, Moskva: Veçe, 2009. Lukaş, Ivan, “Gallipoli,” Vestnik Pokhodnika. Okt.-noyabr, 1964, no 37-38. Mawdsley, Evan, The Russian Civil War, Edinburg: Birlin, 2000. 32 Rusça Kaynaklarda Gelibolu ve Beyaz Ruslar Raeff, Marc, Russian Abroad, A Cultural History of the Russian Emigration, 1919-1939, New York: Oxford University Press, 1990. Rayevski, Nikolay, Gelibolu Günlüğü: Rus Gözüyle Gelibolu. Zorunlu Bir Gurbetin Öyküsü, çevirmen Aydın İbrahimov, Nesrin Bayraktar Erten, İstanbul: Ağaç Kitabevi Yayınları, 2009. Robinson, Paul, The White Russian Army in Exile 1920-1941, Oxford: Clarendon Press, 2002. Russkie v Gallipoli. Sbornik Statey, Posvyaşçennıi Prebıvaniyu 1.go Armeyskago Korpusa Russkoy Armii v Gallipoli, Berlin, 1923. Ryasnyanski, S. N., Gallipoli, Moskva, 1971. Thompson, John M., A Vision Unfulfilled: Russia and the Soviet Union in the Twentieth Century, Lexington, Massachusetts, Toronto: D. C. Heath and Company, 1996. Vladimirov, L., Vozvratite ih na rodinu! Jizn’ Vrangelevtsev v Gallipoli i Bolgarii, Prag, 1925. Wrangel, Alexis, General Wrangel. Russia’s White Crusader, London: Lee Cooper, 1987. Yovanoviç, Miroslav, Russkaya Emigratsiya na Balkanah 1920-1940, Moskva: Russkii Put’, 2005. Zubarev, A., Russkaya Armiya i Flot v İzgnanii (1920-1923 gody), Sevastopol’: spd Bakulin, 2007. İnternet Kaynakları http://www.gallipoli.fr/ 33 ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI Yıl 14 Bahar 2016 Sayı 20 ss. 35-63 I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki İzlenimleri: Dirk Johannes Van Bommel ve Dr. Emile Ernest Menten Raporları Feyza KURNAZ ŞAHİN* Özet I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan esirlerin toplandığı esir kamplarından birisi Afyonkarahisar Üsera Garnizonu idi. Ulaşım hatlarının kesiştiği noktada olması hasebiyle garnizon, esirlerin toplanma alanı olarak hizmet vermekte olup İngiliz, Fransız, Rus ve diğer milletlerden çok sayıda esirin tutulduğu bir kamp özelliği taşımaktadır. Bilindiği gibi I. Dünya Savaşı’nda esirlere gösterilecek muamelelerde uluslararası anlaşmalara uyulması zorunlu idi. Diğer taraftan devletler bu hususta mütekabiliyet yani karşılıklılık esasını da benimsemişlerdir. Bu meyanda taraf devletler, karşılıklı olarak, tarafsız devlet temsilcilerini esir kamplarına göndererek esirlerin yaşam şartlarını, ihtiyaçlarını tespit etmeye çalışmışlardır. Nitekim Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan İngiliz esirlerin hukukları tarafsız devlet statüsüne sahip olan ABD tarafından korunmuştur. Bilahare ABD’nin Nisan 1917’de savaşa girmesinden sonra ise İngiliz esirlerin her türlü ihtiyacı Hollanda Büyükelçiliği tarafından karşılanmıştır. Hollanda Büyükelçiliği esirlerin şikayetlerini dikkate alarak onları kamp ortamında görmek ve içinde bulundukları koşulları gözlemleyebilmek için kampa çeşitli temsilciler göndermiştir. Bu meyanda Dirk Johannes Van Bommel ve Dr. Emile Ernest Menten isimli Hollandalı temsilciler, Afyonkarahisar esir garnizonu ile ilgili raporlar hazırlayarak bu raporları İngiliz makamlarına iletmişlerdir. Çalışmanın amacı D. J. Van Bommel ve Dr. E. E. Menten isimli Felemenk temsilcilerinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu ile ilgili yazdıkları raporları, raporda yer alan izlenim ve düşünceleri irdelemek olarak tanımlanır. Zira Osmanlı Devleti’nin savaş mağduru durumunda olan esirlere karşı yaklaşımının tarafsız devlet temsilcileri gözüyle ortaya çıkarılması önem arz etmektedir. Keza Afyonkarahisar esir kampının ve burada bulunan esirlerin durumunun daha objektif bir gözle değerlendirilmiş olması dikkate değerdir. Çalışmanın konusunu oluşturan D. J. Van Bommel ve Dr. E. E. Menten isimli Felemenk temsilcilerinin raporları İngiltere’de * Dr. Afyon Kocatepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölüm Başkanlığı, Afyonkarahisar/ Türkiye. (fsahin@aku.edu.tr) 35 Feyza Kurnaz Şahin The National Archives’te bulunmaktadır. Araştırmada ayrıca adı geçen temsilcilerle ilgili Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan belgelere de müracaat edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Afyonkarahisar, Esir Kampı, Osmanlı Devleti, Hollanda, Dirk Johannes Van Bommel, Dr. Emile Ernest Menten. The Impressions of Two Dutch Representatives Regarding the Afyonkarahisar Captive Garrison During the First World War Years: The Reports of Dirk Johannes Van Bommel and Dr. Emile Ernest Menten Abstract One of the captive garrisons in which the captives held by the Ottoman Empire during the First World War were kept was the Afyonkarahisar Captive Garrison. Due to being a connection point in terms of transportation, the garrison served as the assembly point of the captives and was used as a place in which many captives from England, France, Russia and many other countries were kept. As known, it was a must to obey the international agreements regarding the treatments towards the captives during the First World War. On the other hand, states also adopted a reciprocity principle in this issue. In this respect, contracting countries tried to determine the living conditions and needs of the captives by reciprocally sending representatives from neutral countries to the captive camps. As a matter of fact, the rights of English captives held by the Ottoman Empire were saved by the USA that had a neutral country status. Afterwards, all needs of the English captives were met by the Dutch Embassy after the USA went to the war in April 1917. The Dutch Embassy, considering the complaints of the captives, sent several representatives to the garrisons to see them and observe their conditions. In this sense, two Dutch representatives, Dirk Johannes Van Bommel and Dr. Emile Ernest Menten, prepared reports regarding the Afyonkarahisar captive garrison and sent it to the English authorities. This study aims to examine the impressions and thoughts stated in the reports written by the Dutch representatives, Dirk Johannes Van Bommel and Dr. Emile Ernest Menten, regarding the Afyonkarahisar Captive Garrison. It is important to reveal the treatment of the Ottoman Empire towards the war-weary captives in the eyes of the representatives of neutral countries. Objective evaluation of the Afyonkarahisar captive garrison and the conditions of the captives is also significant. Reports of the Dutch representatives, Dirk Johannes Van Bommel and Dr. Emile Ernest Menten, mentioned in the study are in The National Archives in England. Other documents in the Prime Ministry Ottoman Archive related with these representatives are also referred in the study. Keywords: Afyonkarahisar, Captive Garrison, Ottoman Empire, The Netherlands, Dirk Johannes Van Bommel, Dr. Emile Ernest Menten. 36 I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ... Giriş Savaş esirleri sorununun en yoğun şekilde gündeme geldiği dönem I. Dünya Savaşı yıllarıdır. Esasen I. Dünya Savaşı öncesinde yapılan uluslararası sözleşmelerle esirlerin hukuku korunmaya çalışılmış, ancak savaş sürecinde bu esaslara uymak çoğu zaman mümkün olmamıştır. Bu durumun bir sonucu olarak savaş esirleri hayatlarını sürdürdükleri kamplardaki olumsuz koşullarla ilgili çeşitli şikayetlerini veya taleplerini resmi makamlara veya ailelerine gönderdikleri mektuplarda dile getirmişlerdir. Bu durum karşısında savaşan devletler bir karar alarak, tarafsız devlet temsilcileri ile Hilal-i Ahmer veya Uluslararası Kızılhaç Heyeti yetkililerinin esir kamplarını karşılıklı ziyaret etmelerine olanak sağlamışlardır. Bu süreçte gerek İttifak Devletleri gerekse İtilaf Devletlerinin esirlerinin tutulduğu esir kampları mütekabiliyet esası çerçevesinde ziyaret edilmiştir1. Karşılıklı ziyaretler sonucunda kaleme alınan raporlar, esirlerin içinde bulundukları şartların iyileştirilmesine katkı sağlamıştır. Bu raporlar devletlerin savaş esirlerinin hukukunu korumaya yönelik çabalarını ortaya koyması bakımından da önemli veriler sunmaktadır. Bu bağlamda çalışmada İstanbul’daki Hollanda Sefareti temsilcilerinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu hakkında kaleme aldığı raporlar değerlendirilerek, Osmanlı Devleti’nin esirlere yönelik tutumu irdelenmeye çalışılmıştır2. I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Devleti’nin elinde önemli miktarda esir bulunmakta idi. Esirler Anadolu’nun iç kesimlerinde bulunan Üsera Garnizonlarında tutuluyordu. Bu kamplardan en önemlilerinden birisi Afyonkarahisar esir kampı idi. Afyonkarahisar Üsera Garnizonu, şehrin kara ve demiryollarının kesiştiği noktada bulunması nedeniyle farklı milletlerden pek çok esirin toplanma merkezi idi3. Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’nun dört komutanı olduğu kaynaklarda ifade edilmektedir. 1 2 3 Mücahit Özçelik, Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’deki Esirler, TTK Yayını, Ankara, 2013, s. 108, 138. Esasen Afyonkarahisar Üsera Garnizonu ile ilgili İngiliz Arşiv Kaynaklarında çok sayıda belge bulunmaktadır. Ancak konunun sınırlandırılma zorunluluğu nedeniyle bu çalışmada sadece Felemenk temsilcileri olan Van Bommel ve E. E. Menten’in raporları irdelenmiştir. Afyonkarahisar Üsera Garnizonu ile ilgili çok daha ayrıntılı değerlendirmeleri içeren farklı bir çalışma tarafımızca yapılmıştır. “İngiliz Arşiv Belgelerine Göre I. Dünya Savaşı Yıllarında Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’ndaki İngiliz Esirler” başlığını taşıyan çalışma yayım aşamasındadır. Ahmet Altıntaş, “Osmanlı Esir Kampları ve Çanakkale Savaş Esirleri ile İlgili Bazı Tespitler”, Savaş Tarihi Araştırmaları Uluslararası Kongresi, 100. Yılında 1. Dünya Savaşı ve Mirası, Bildiriler, C. 1, Edt. Halil Çetin-Lokman Erdemir, Çanakkale Valiliği Yay., Çanakkale 2015, s. 486; Recep Çelik, “Birinci Dünya Savaşı Döneminde Afyonkarahisar Esir Garnizonu ve Faaliyetleri”, Millî Mücadele ve Büyük Taarruzda Afyonkarahisar, Editör: Hasan Babacan, AKÜ Yayını, Afyonkarahisar 2010, s. 1748; bu dönemde Afyonkarahisar’a gelen sürgünler hakkında bkz. Feridun Ata, “Birinci Dünya Savaşı Yıllarında Afyon’a Sürülen Yabancı Uyruklular”, Millî Mücadele ve Büyük Taarruzda Afyonkarahisar, Editör: Hasan Babacan, AKÜ Yayını, Afyonkarahisar 2010, s. 9-16; Milli Mücadele dönemi için keza bkz. Ahmet Altıntaş, Belgelerle Milli Mücadele Döneminde Esirler, Anekdot Yay., Ankara 2008, s. 170. 37 Feyza Kurnaz Şahin Ancak bu komutanlardan ilkinin adı zikredilmemiştir4. Kampın ikinci komutanı ise Albay Asım Bey’dir5. Asım Bey, 1916 yılının başında bazı esirlerin kamptan kaçma teşebbüsleri üzerine görevinden alınmıştır. Asım Bey’den sonra kampın komutanı Binbaşı Mazlum Bey olmuştur6. Mazlum Bey’in esirlere karşı sert tutumu ve kural dışı davranışları Osmanlı makamlarının gözünden kaçmamıştır. Bu nedenle 1918 yılı başlarında görevine son verilmiştir. Kamp komutanlığına Yarbay Ziya Bey getirilmiştir7. Dirk Johannes Van Bommel ve Dr. Emile Ernest Menten’in raporları Yarbay Ziya Bey’in komutanlığı döneminde kaleme alınmıştır. Esasen daha evvel ifade edildiği üzere savaş sürecinde mütekabiliyet esasları gereği kamplar tarafsız devlet temsilcileri tarafından ziyaret edilmekte idi. Bu meyanda Afyonkarahisar Üsera Garnizonu da ziyaret edilen kamplar arasındadır8. Osmanlı Devleti mütekabiliyet esasına dayalı olarak kampların yabancı temsilciler tarafından ziyaret edilmesine izin vermiştir. Örneğin I. Dünya Savaşı’nın başlarında tarafsızlığını koruyan ve Osmanlı ülkesindeki İngiliz esirlerin hukukunu koruyan Amerikan Sefareti Müşaviri Philip Hoffman’ın Afyonkarahisar’daki Esir Garnizonu’nu ziyaretine müsaade edilmiştir. Osmanlı Hükümeti, bu izne mukabil Salib-i Ahmer Heyeti’nin Rusya’daki Osmanlı esirlerini ziyaret ederek rapor düzenlemesini talep etmiştir. Hatta Osmanlı Devleti, Salib-i Ahmer’in Rusya’daki Osmanlı esirleri hakkında vereceği raporlardan sonra Amerikan Sefareti’nin diğer garnizonları ziyaretine izin verilebileceğini de bildirmiştir. Ancak İtilaf Devletleri’nin mütekabiliyet esaslarını uygulamadığı durumlarda Osmanlı Devleti de kamp ziyaretleri ile ilgili izin taleplerini sürüncemede bırakmıştır9. Örneğin Amerikan Sefareti Müşaviri Philip Hoffman’ın İstanbul Merkez Kumandanlığında bulunan İngiliz subayları ziyaret için izin talebi olmuş ancak Osmanlı Devleti buna sıcak bakmamıştır10. 1917 yılı Nisan ayına kadar ABD Sefareti tarafından yürütülen esir kamplarının ziyaretleri ve esirlerin hukuklarının korunması hususu, bu tarihte ABD’nin I. Dünya Savaşı’na girmesi sebebiyle son bulmuştur11. Bu dönemde Felemenk, İsveç ve İspanya Sefaretleri de esirlerin durumları ile ilgili 4 5 John Still, A Prisoner in Turkey, Jhon Lane Publishing, London 1920, s 202. Mesut Çapa, Kızılay (Hilal-i Ahmer) Cemiyeti, 1914-1925, 2. Baskı, Türk Kızılay Derneği Yayınları, Ankara 2010, s. 119. 6 Still, A Prisoner in Turkey, s 145. 7 The National Archives UK, Foreign Office (bundan sonra TNA, FO) [İngiliz Devlet Arşivleri Dışişleri Bakanlığı Belgeleri], nr. 383/529, s. 1, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919, keza bkz. Still, A Prisoner in Turkey, s 202. 8 Mesela bkz. Alfred Boissier-Adolphe Vischer, Comité International De La Croşx-Rouge, Documents Publiés à L’occasion De La Guerre Europeenne 1914-1917, Rapport, sur leur inspection des camps de prisonniers en Turquie, October 1916 a Janvier 1917, Douzième Serié, (Mars 1917), s. 25-29. 9 Özçelik, Türkiye’deki Esirler, s. 139. 10 BOA, HR.SYS., nr. 2213/3; BOA, HR.SYS., nr. 2222/57. 11 Kenneth Scott Latourette, World Service: A History of the Foreign Work and World Service of the Young Men’s Christian Association of the United States and Canada, Association Publishing, New York 1957, s. 342. 38 I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ... bilgi talebinde bulunmuş ve esirlerin yaşantılarındaki aksaklıkları gözlemlemek için kampları ziyaret etmişlerdir12. ABD’nin savaşa dahil olmasından sonra Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan İngiliz esirlerin hukuku daha çok Felemenk Büyükelçiliği vasıtasıyla korunmaya çalışılmıştır. Felemenk Sefareti, ABD Sefareti’nin İstanbul’daki binasını kiralamış ve burası esirler için bir merkez gibi çalışmaya başlamıştır13. Felemenk Sefareti görevlileri, aralarında Afyonkarahisar’ın da bulunduğu çeşitli esir kamplarını ziyaret etmiş ve kamplarla ilgili gözlem ve değerlendirmelerini rapor olarak sunmuşlardır. Bu meyanda Dirk Johannes Van Bommel ve Dr. Emile Ernest Menten isimli Felemenk temsilcilerinin raporları, Hollanda’nın tarafsız devlet statüsü14 dikkate alındığında önem arz etmektedir. Öte yandan rapor hazırlayan temsilcilerden birisi olan Van Bommel’in 1912-1926 yılları arasında İstanbul’da Young Men’s Christian Association (YMCA)’a bağlı olarak misyonerlik faaliyetlerinde bulunması ve I. Dünya Savaşı sırasında Felemenk Sefareti’nde görevlendirilmesi gibi özellikleri15 raporları daha da anlamlı kılmaktadır. A) Dirk Johannes Van Bommel’in Afyonkarahisar Üsera Garnizonu İle İlgili İzlenimleri Felemenk Sefareti temsilcilerinden olan ve Afyonkarahisar’daki İngiliz esirler hakkında raporlar kaleme alan Dirk Johannes Van Bommel, esasen Young Men’s Christian Association (YMCA)’a bağlı Hollandalı bir misyonerdir. Van Bommel 1911 yılında ABD’nin Massachusetts Eyaleti’nde bulunan ve günümüzde Springfield Collage olarak bilinen “International YMCA Training School”‘dan mezun olmuş aynı yıl İstanbul’a görevlendirilmiştir16. 1912 yılından itibaren ise YMCA’nın İstanbul’daki başkan yardımcısı olmuştur17. Genç erkekleri Protestanlaştırmak için Londra’da 1844 yılında kurulan YMCA, I. Dünya Savaşı yıllarına kadar İstanbul’da misyonerlik fa- 12 Özçelik, Türkiye’deki Esirler, s. 139. 13 Latourette, World Service, s. 342. 14 Maartje M. Abbenhuis, The Art of Staying Neutral The Netherlands in the First World War, 1914-1918, Amsterdam University Publishing, Amsterdam 2006, s. 17. 15 Latourette, World Service, s. 341. 16 Latourette, World Service, s. 341; Samuel David Lenser, Between the Great Idea and Kemalism the YMCA at İzmir in the 1920s, Unpublished Thesis Master of Arts in History Boise State University, 2010, s. 39. 17 Bkz. Resul Çatalbaş, “Young Men’s Christian Association’ın Türkiye’deki Faaliyetleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 55, S. 1, (2014), s. 106, 113; Davis ve Bommel, 1913 yılında Beyoğlu’nda YMCA ilk şubesini açmışlar, uzun süre Türkiye’de kalan Bommel İstanbul Genel Sekreterliğine kadar yükselmiş, Cumhuriyetin ilanından sonra misyonerlikle ilgili alınan tedbir çerçevesinde hareket alanları daralınca 1926 yılında İtalya’ya Torino’ya gitmiştir. 9 Kasım 1956 yılında ölmüştür. Bkz. Çatalbaş, “Young Men’s Christian”, s. 106, 113; Latourette, World Service, s. 343.; Kenneth Steuer, Pursuit of an Unparalleled Opportunity: The American YMCA and Prisoner of War Diplomacy Among the Central Power Nations During World War I, 1914-1923, Columbia University Publishing, New York 2008, Chapter 1, para. 37. (http://www.gutenberg-e.org/steuer/steuer. ch01.html#p 37), (Erişim Tarihi: 27.01.2016). 39 Feyza Kurnaz Şahin aliyetleri yürütmüştür. Ancak savaş yıllarında misyonerlik faaliyetlerinin etkisi azalınca18, YMCA dünyanın farklı yerlerinde bulunan esirlere yönelik çalışmalar yapmıştır19. Bu sırada Van Bommel de Hollanda Elçiliği tarafından müttefik devletlerin Türkiye’deki esirlerine gönderdiği malzemelerin esirlere ulaştırılması için görevlendirilmiştir20. Van Bommel, Felemenk Sefareti’nin kendisine verdiği görev doğrultusunda ilk olarak İstanbul ve çevresindeki hastane ve kampları ziyaret etmeyi planlamıştır. Böylece Fransız ve İngiliz savaş esirlerinin durumlarını tespit edebilecektir. Bu kapsamda Bommel, Haydarpaşa Hastanesi’nde bulunan esirler ile diğer bölgelerdeki kampları ziyaret etmek için izin talebinde bulunmuştur. Osmanlı yetkileri Tarsus, Amanos ve Resulayn’daki esir garnizonları dışındaki esir karargahlarının Felemenk Sefareti memurları tarafından ziyaret edilmesine müsaade etmiştir. Ziyaret edilecek esir karargahlarının listesi ise Bommel’in yanında refakatçi olarak bulunacak Feyzullah Hüseyin Efendi’ye teslim edilmiştir21. Bu listeye göre Bommel, başta Haydarpaşa Hastanesi olmak üzere İstanbul’da bulunan ve esirlerin tedavi edildiği hastaneler ile Samatya Garnizonu’nu ziyaret edebilecektir. Bommel’in ziyareti için gerekli olan iznin çıkması amacıyla ihtiyaç duyulan vesika ve fotoğraflar da kendisinden talep edilmiştir22. Ancak söz konusu ziyaretin aksadığı anlaşılmaktadır. Zira Osmanlı Hükümeti esirler ile ilgili meselelerde mütekabiliyet ilkesini uygulamaya özen göstermiştir23. Van Bommel’in sonraki tarihlerde de esir kamplarını ziyaret etmek için taleplerde bulunduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı Hükümeti ise Felemenk temsilcilerinin ziyaretlerine mukabil Fransa ve İngiltere’nin bulunan Osmanlı esirlerinin İspanya ve İsviçre memurlarınca ziyaret edilmesini talep etmiştir. Ancak muhtemelen Osmanlı Devleti’nin bu talebine olumlu karşılık verilmemiş, bunun üzerine Felemenk Sefareti temsilcilerinin ziyaret talepleri sürüncemede bırakılmıştır24. Bazı durumlarda mütekabiliyet esası gereği izinlerin reddedildiği de görülmektedir. Örneğin daha önceki örneklerde olduğu gibi yine İstanbul’daki Felemenk Sefareti, Osmanlı makamlarıyla irtibata geçerek Felemenk Sefareti temsilcileri Doktor E. E. Menten ile Van Bommel’in Fransız ve İngiliz savaş esirlerini birlikte ziyaret edecekleri bilgisine yer verilerek bununla ilgili izin işlemlerinin yapılması talebinde bulunulmuş, hatta izin işlemlerinin hızlanması için Van Bommel’in fotoğrafları ve 18 Latourette, World Service, s. 342; Çatalbaş, “Young Men’s Christian”, s. 107. 19 YMCA’nın I. Dünya Savaşı’nda farklı ülkelerdeki esirlere yönelik faaliyetleri hakkında geniş bilgi için bkz. Tomaš Tlusty, “The YMCA Organisation and its Physical Education and Sports Activities in Europe During the First World War”, Kultura Fizyczna (Prace Naukowe Akademi i im. Jana Długosza w Częstochowie), Vol. XIV, Nr. 1, (2015), s. 27–44. 20 BOA, HR.SYS., nr. 2224/56; Latourette, World Service, s. 342. 21 BOA, HR.SYS., nr. 2214/3. 22 BOA, HR.SYS., nr. 2214/4. 23 BOA, HR.SYS., nr. 2214/4. 24 BOA, HR.SYS., nr. 2214/8. 40 I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ... evrakları ivedilikle gönderilmiştir. Ancak Osmanlı makamları Van Bommel’in fotoğraflarını iade etmiştir. Felemenk Sefareti Memuru Menten’e verilecek izin hususunda da mütekabiliyet esasları gereği ihtilaflar yaşanmıştır25. Kaynaklardan anlaşılacağı üzere yaşanan bu gelişmeler nedeniyle Bommel, Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’nu ziyaret edememiştir. Bommel’in Afyonkarahisar’a gidememesinin muhtemelen iki nedeni bulunmaktadır. Şöyle ki; Bommel, Felemenk Sefareti temsilcisi olarak görevlendirilmiş olmasına rağmen maaşını YMCA’dan almaktadır. YMCA ise Londra merkezli olup American Board misyoner örgütü ile birlikte hareket etmektedir. ABD, İtilaf Devletleri safında savaşa dahil olduğundan Osmanlı Devleti ile ilişkilerini 20 Nisan 1917’de kesmiştir26. Savaşa taraf bir devletin teşkilatından para alması Bommel’in esir garnizonlarını gezmesinde dezavantaj oluşturmuştur27. Öte yandan İngilizlere karşı mukabele-i bilmisil uygulamaları da Bommel’in esir kamplarına gidişini engellemiştir. Ancak bu olumsuzluklara rağmen Bommel, Afyonkarahisar’da bulunan İngiliz esirlerle ilgili izlenimlerini bir rapor halinde Hollanda Büyükelçiliği aracılığıyla İngiliz makamlarına sunmuştur. Tespit edilebildiği kadarıyla Bommel’in Afyonkarahisar Üsera Garnizonu ile ilgili 1 Haziran 191728, 12 Haziran 191829, 17 Ağustos 191830 tarihli üç raporu bulunmaktadır. 1- Bommel’in 1 Haziran 1917 Tarihli Raporu Bommel tarafından düzenlenerek Hollanda’nın İstanbul Büyükelçisi olan J.H.R. Van der Does de Willebois’e31 gönderilen rapor önemli bilgiler içermektedir. Van Bommel, raporunu 1 Haziran 1917’de İstanbul’da St. Stephan yakınlarındaki demiryollarında çalışmak üzere Afyonkarahisar’dan gelen 45 İngiliz ile görüşmesi sonucunda kaleme almıştır. Raporda üzerinde durulan en önemli hususlar esirlerin sayıları, esirler için gönderilen malzemelerin onlara ulaşıp ulaşmadığı, esirlere yapılan muamele ile ilgilidir. Raporda yer alan bilgilere göre Bommel’in ilk görüştüğü kişi esirlerin başı olan ve 2. Dorset Alayına mensup 6593 numaralı Başçavuş R. Dibbs’tir. Dibbs’in verdiği 25 BOA, HR.SYS., nr. 2214/8. 26 Melek Öksüz, “Osmanlı Topraklarında Hukuki Statü Arayışları ve Varlık Mücadelesinde Amerikan Kurumları”, History Studies, Vol. 2/1, (2010), s. 166; Fatih Gencer, “I. Dünya Savaşı Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Amerikan Vatandaşlarına Yönelik Politikası, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, C. 28, S. 46, s. 259-260. 27 Steuer, Pursuit of an Unparalleled Opportunity, Chapter 15, para. 20. 28 TNA, FO, nr. 383/452, s. 3. Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917, s. 3. 29 TNA, FO, nr. 383/454, s. 7, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918. 30 TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918. 31 J.H.R. Van der Does Willebois, 1908-1918 yıllarında Hollanda’nın İstanbul Büyükelçisi olarak görev yapmıştır. Bkz. Erik Jan Zürcher, “ Welingelichte Kringen? De Politieke Berichtgeving Vah de Nederlandse Ambassade in Istanbul in de Eerste Wereldoorlog”, Sharqiyyat, 1/1, (September 1988), s. 68; keza BOA, İ.DUİT., nr. 16/30. 41 Feyza Kurnaz Şahin bilgilere göre; esirler Adana Belemedik’ten Afyonkarahisar kampına ve oradan da Şubat 1917’de İstanbul’a getirilmişlerdir. Demiryollarında çalışan esirler burada gönüllü olarak çalışmaktadırlar. Zira Türk yetkililer kendilerine günde 20-25 kuruş/piastre32 verileceğini ifade etmişlerdir. Dibbs, kendisinin çalıştığı grupta bulunan esirlerin çoğunluğunun Kut’ül Ammare’den getirildiğini bildirmiştir. Dibbs’in verdiği bilgilere göre; Kut’ül Ammare’de 2.800 kadar İngiliz ve 12.000 kadar Hintli esir alınmıştır. 2.800 İngiliz esirinden ancak 400-500’ünün hayatta olduğunu belirtmiştir. Ancak Bommel bu görüşe katılmamakta ve sayının abartılı olduğunu düşünmektedir. Başçavuş Dibbs’in Bommel’e verdiği bilgiye göre, kendisinin de mensubu olduğu esir grubunda 320 kişi bulunmaktadır. Ancak bunlardan sadece 27’si hayatta kalabilmiştir33. Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’na mensup olup St. Stephan’daki demiryollarında çalışan esirlerin ifadelerine göre, 1917 Şubat ayında Afyonkarahisar’da, Kilisede 320, Medresede 80 İngiliz ve 500 Hintli bulunmaktadır34. Bommel’in araştırdığı önemli hususlardan birisi de Afyonkarahisar’a gönderilen malzemelerin akıbeti idi. Esirlere bu hususla ilgili sorular yöneltmiştir. Nitekim raporunda ifade ettiğine göre, Dibbs’e, Amerikan ve Hollanda Büyükelçilikleri tarafından resmi kanallarla Afyonkarahisar’a gönderilen önemli miktardaki giysi, battaniye ve diğer malzemelerin akibetini sormuştur. Dibbs, Afyonkarahisar’da esirlerin tutulduğu iki yer bulunduğunu, bu yerlerden birisinin eski bir kilise ve diğerinin de demiryollarına yakın medrese adı verilen bir mekan olduğunu bildirmiştir. Dibbs’e göre; malzemeler Afyonkarahisar’a ulaştığında kıdemli Astsubaylar Lewis ve Leech tarafından kontrol edilerek teslim alınır, karşılığında teslimat makbuzları imzalanırdı. Ancak zaman zaman balyalar kaybolur, bu durumda Türk yetkililer kaybolan balyalar için de Lewis ve Leech’ten imza atmalarını isterlerdi. Fakat görevli subaylar bunu reddetmiştir. Afyonkarahisar’a ulaşan malzemelerin büyük bir kısmı Türk komutanlar tarafından kilisede dağıtılmıştır. Dibbs’e göre, esirler yeni malzemeleri almak için eskilerini vermek zorunda kalmışlardır. Eski malzemeler ise daha sonra Türkler tarafından satılmakta idi. Yeni malzemelerin kiliseye dağıtımının ardından kalanlar medreseye götürülüyordu. Fakat buraya ne kadar ürün geldiğini kimse bilmiyordu. Aynı prosedür medresedeki dağıtım sırasında da uygulanıyordu. Dibbs, esirlere çok sayıda yorgan gönderildiğini ancak bunlardan sadece bir kısmının dağıtıldığını belirtmiştir. Dibbs’in diğer esirlerin anlatımlarından elde ettiği izlenime göre, Garnizona gelen malzemelerden Türk gardiyanların her zaman haberleri olmaktadır. Esasen depoların anahtarlarının Lewis ve Leech’de olması gerekirken subaylar anahtarların kendilerinde değil Türk yetkililerde olduğunu ifade etmişlerdir35. 32 Osmanlı Devleti’nde sikkenin temel birimi kuruştur. Altın lira= 100 piastre (kuruş), Gümüş Mecidiye=20 piastre ve 1 kuruş/ piastre = 0,22 frank, 1 piastre/kuruş = 40 para, 1 piastre=1 kuruş. Bkz Kent F. Schull, Prisons in the Late Ottoman Empire Microcosms of Modernity, Edinburgh University Publishing, Edinburgh 2014, s. 162. 33 TNA, FO, nr. 383/452, s. 1. Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917, s 1. 34 TNA, FO, nr. 383/452, s. 3. Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917, s. 3. 35 TNA, FO, nr. 383/452, s. 2, Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917. 42 I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ... Bommel’in diğer esirlerle yaptığı görüşmelerde de çeşitli iddialar aktarılmıştır. Esirlerin Amerikan Büyükelçiliği tarafından Afyonkarahisar’a gönderilen iki fıçı şeker pekmezinin sadece çok küçük bir kısmının dağıtıldığını, geri kalan miktarın ise kaybolduğunu ifade etmişlerdir. Onlara göre gönderilen malzemeler sahiplerine ulaşmamaktadır. Bommel, büyük harcamalar yapılarak zor koşullarda çalışıldığını ve zaman kaybedildiğini, yaşanan bu aksaklıkların giderilmesi için çaba göstereceğini, savaş esirlerinin ihtiyaçlarını karşılamakla görevli komitenin işlerinin yolunda gitmesi için yollar arayacağını ve kendisinin de bu komiteye ulaşmak amacıyla daha sık bilgi vereceğini dile getirmiştir36. Bommel raporunda, esirlere yapılan muamele hususunda da kısa bir bilgi aktarmıştır. Buna göre, Afyonkarahisar Garnizonu’nda esirler gereksiz yere kırbaçlanmaktadır. İddiaya göre, kamptaki Hıristiyan esirlere kötü muamele yapılırken Müslüman esirlere daha yakın davranılmaktadır37. Bommel, Katolik Kilisesine bağlı St. Stephane’da bulunan manastırdaki din görevlilerinin demiryollarında çalışan esirlere son derece samimi bir ortam sunduğunu, burada Sefaret ile bağlantılı olarak ihtiyaç duyan esirlere giyecek, para yardımı yapıldığını ve hasta olanların bakımının sağlandığını bildirmiştir. Keza her Cuma esirlerin manastırlardaki görevliyi ziyaret ederek orada çay içmeleri için izin alındığını da belirtmektedir38. Bommel raporunun son bölümünde Willebois’e saygılarını sunmuş ve raporu iletmekten onur duyduğunu belirtmiştir39. 2- Bommel’in 12 Nisan 1918 Tarihli Raporu Van Bommel’in diğer raporu ise 12 Nisan 1918 tarihli olup yine Hollanda Büyükelçiliğine gönderilmiştir. Bu rapor Osmanlı Hilal-i Ahmer temsilcisi Hüseyin Rıfkı Bey’in, Anadolu’da bulunan esir kamplarına gerçekleştirdiği 3,5 aylık ziyaretinden elde ettiği izlenimlere dayanmaktadır. Rapor esirler tarafından yayımlanan “Afion Kara Hissar” gazetesine de yansımıştır. Rapora göre; Osmanlı Hilal-i Ahmer temsilcisi Hüseyin Rıfkı Bey, Anadolu’da bulunan esir kamplarına gerçekleştirdiği 3,5 aylık ziyaretinden 8 Nisan 1918’de öğleden sonra dönmüştür. Bu ziyaret sırasında Hüseyin Rıfkı Bey’e Savaş Esirleri Dayanışma Komitesi üyesi J. Sykes de eşlik etmiştir. Ziyaretlerin amacı, esirlerin durumlarını incelemek, İngiliz ve Fransız Savaş Esirleri Temsilciliği tarafından esirleri için gönderilen her türlü malzemenin (giysi, bot vb.) dağıtımının yapılıp yapılmadığını tespit etmektir40. Bommel ilk olarak sıhhi malzemelerin dağıtımı ile ilgili söylentilere açıklık getirmiştir. Bommel’in Hüseyin Rıfkı Bey’in izlenimlerine dayanarak hazırladığı rapora göre, Afyonkarahisar’daki İngiliz esirler için gönderilen ilaçlar kendilerine değil hastanelerdeki Türk doktorlara verilmiştir. Bunun üzerine Hüseyin Rıfkı Bey tüm tıbbi 36 37 38 39 40 TNA, FO, nr. 383/452, s. 3, Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917. TNA, FO, nr. 383/452, s. 3, Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917. TNA, FO, nr. 383/452, Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917. TNA, FO, nr. 383/452, s. 3, Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917. TNA, FO, nr. 383/454, s. 7, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918. 43 Feyza Kurnaz Şahin gereçlerin Yüzbaşı Baines’e verilmesini istemiştir. Ayrıca kampta uygulanan esaslara göre İngiliz hekimleri kendi milletlerinden olan hastalardan sorumlu değildi. Hüseyin Rıfkı Bey, bu uygulamayı değiştirerek İngiliz tabip subayların hasta esirlerden sorumlu olmalarını sağlamıştır41. Bommel’in raporunda üzerinde durduğu diğer bir husus ise esirlerin özgürlükleri ile ilgilidir. Bu konuda Osmanlı yetkililerinin çaba harcadığı Bommel tarafından da dile getirilmiştir. Rapora göre; Hüseyin Rıfkı Bey, İstanbul’a yazdığı mektupta subayların daha özgür olması gerektiğini bildirmiştir. Ayrıca rahat yaşayabilecekleri daha fazla eve sahip olmalarını talep etmiştir. Afyonkarahisar’da yaptığı bir ev gezisinde ise subayların ve esirlerin durumunun iyi olduğunu ve özgür olduklarını gözlemlemiştir. Ancak esirlerin birçoğunun üç yıldan fazla süredir aynı kampta kaldıklarını, esirlerin başka kampa gitmenin kendilerine iyi geleceğini düşündüğünü ve değişim istediklerini tespit etmiştir. Hüseyin Rıfkı Bey, İstanbul’a durumu bildirmiş ve esirlerden bazılarının başka kamplara gönderilmesinin uygun olacağını ifade etmiştir42. Raporda esirlerin maaşlarıyla ilgili yapılması gerekenlere dair bilgiler de yer almaktadır. Bu konuda da Hüseyin Rıfkı Bey’in gerekli incelemeleri yaparak yetkili makamlarla irtibata geçtiğinin altı çizilmiştir. Hüseyin Rıfkı Bey’in tespitlerine göre subaylar daha fazla para almaları gerekirken sefaretten 7 Türk lirası almaktadır43. Subaylara yetebilecek miktar ise 15 Türk lirasıdır. Bu durumda esirlerin aldığı miktar oldukça yetersizdir. Giyecek ihtiyaçlarının kısmen daha az olduğu da tespit edilmiştir44. Ayrıca Hüseyin Rıfkı Bey, kampa yeni gelen askerler için yatak alınması gerektiğini belirtmiştir45. Bommel’in Hüseyin Rıfkı Bey’in raporuna dayandırarak hazırladığı raporda esirlerin en önemli ihtiyaçlarından birisinin kitap olduğu bildirilmektedir. Sadece Afyonkarahisar’da değil, Anadolu’nun diğer yerlerinde bulunan garnizonlardaki esirler de sıklıkla kitap talebinde bulunmuşlardır. Ancak İngiltere’den esirlere gönderilen kitaplar sansür nedeniyle gecikmiştir. Bu durumu dikkate alan Hüseyin Rıfkı Bey, esirlerin acilen kitaba ihtiyaç duyduğunu İstanbul’a iletmiştir46. Bommel’in bildirdiğine göre; Afyonkarahisar diğer kamplarla karşılaştırıldığında daha sıkı kurallara sahiptir. Kamp komutanı akıllı olmamakla birlikte kötü niyetli de değildir. Ancak esirlerin bildirdiğine göre yardımcısı kötü bir adamdır. Hüseyin Rıfkı Bey’in de aynı kanaate sahip olduğunu bu sebepten onun işten alınmasını istediğini bildirmiştir. Bommel’e göre esir kamplarındaki şartlar Osmanlı yönetimi tarafından iyileştirilmeye çalışılmaktadır. Bunun için Kızılhaç komisyonu ve üç subay 41 42 43 44 45 46 TNA, FO, nr. 383/454, s. 8, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918. TNA, FO, nr. 383/454, s. 8, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918. TNA, FO, nr. 383/454, s. 8, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918. TNA, FO, nr. 383/454, s. 9, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918. TNA, FO, nr. 383/454, s. 9, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918. TNA, FO, nr. 383/454, s. 9, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918. 44 I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ... kamplara düzenli seyahatler yaparak işlerin yolunda gidip gitmediğini denetlemekte ve düzensizliğin giderilmesini sağlamaktadırlar. Örneğin Hollanda temsilcisinin ziyaretinde hemen önce, Türk yetkililer tarafından esirlere yeni kıyafetler verilmiştir. Afyonkarahisar’daki Fransız esirler tarafından Hüseyin Rıfkı Bey’e, “Christmas” yemeği menüsü sunulmuştur. Bommel raporunda Rıfkı Bey’in iyi iş çıkardığını, esirler için elinden geleni yaptığını ifade etmiştir47. 3- Bommel’in 17 Ağustos 1918 Tarihli Raporu İstanbul’daki Hollanda Sefareti temsilcisi Bommel, 17 Ağustos 1918 tarihli raporunu ise İngiliz Savaş Ofisi Esirler Sekreterliği, Savaş Komitesi Esirler Genel Sekreteri O’Reilly’ye göndermiştir. Bu raporda esirlerin içinde bulunduğu durum, şartların iyileştirilmesi için yapılan çalışmalar ve esirlerin ihtiyaçları ayrıntılı olarak dile getirilmiştir. Bommel’in bildirdiğine göre; esirlerin kıyafetleri yeterlidir. İç ve üst giyim, takım ve kışlık giyecekleri tamamen karşılanmıştır. Ancak esirler jilet bıçağına ihtiyaç duymaktadırlar. İstanbul’daki Hollanda elçiliği 500–1000 arasında jilet bıçağı göndermiş ancak bu yeterli olmamıştır. Bu nedenle O’Reilly’den buna yönelik ihtiyacın giderilmesini talep etmiştir48. Öte yandan esirlerin ilaç istekleri de iletmiştir. Savaş esirleri için belirtilen listedeki ilaçları İstanbul’dan sağlamanın oldukça güç olduğu, bulunsa bile kalitesinin düşük olduğu, bu ilaçların bir an evvel tedarik edilerek gönderilmesinin aciliyet arz ettiğini belirtilmiştir49. Keza esirler için gerekli olan diğer ihtiyaçların karşılanması için gönderilecek kolilerin hazır hale getirildiği, Hilal-i Ahmer’in de bunu onayladığı ancak sevki hususunda Türk yetkililerden hala kesin bir tarih alınamadığı belirtilmiştir. Zira Türklerin yapacağı herhangi bir işte ivedilikle hareket etmelerini beklememek gerektiğinin de altı çizilmiştir50. Bommel; Hollanda Büyükelçiliğinin kampları denetlemek için temsilci gönderilmesi ile ilgili başlattığı girişimin nihayet sonuç verdiğini, kampların denetimine sonunda başlanacağını haber vermektedir. Kendisinin İstanbul çevresindeki kampları ve yerel hastaneleri bizzat ziyaret edeceğini dile getirmiştir. Bommel raporunun devamında; “Bay Menten gelecek Pazartesi görüşlerini bildirmek üzere Afyonkarahisar, Konya, Bor, Kedos (Gediz), Manisa, Ankara ve Yozgat’taki kampları ziyaret etmeyi planlamıştır. Bu geziyi gerçekleştirmek için birçok zorluğun aşılması gerekli olacaktır. Gezi için gerekli olan izin kağıtlarının sağlanması oldukça zordur ve genelde olduğu gibi, Türk yetkililer bu konuda hiç yardımcı olmamaktadırlar. Bu seyahat için tüm düzenlemeler Hollanda Sefareti tarafından ve Bay Menten’in kişisel çabalarıyla yapılmıştır. Esirlerle daha öncekinden çok daha yakın iletişim kurduk ve kampların denetlenmesiyle daha da yakınlaşacağız51“ ifadelerine yer vermiştir. 47 48 49 50 51 TNA, FO, nr. 383/454, s. 9, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918. TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918. TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918. TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918. TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918. 45 Feyza Kurnaz Şahin Bommel mektubunda önemli bir hususu da dile getirmiştir. Ona göre; esirler genellikle mutlu olmak için dikkat çekmeye çalışmaktadırlar. Şikayetlerinin temel sebebi budur. Bommel bu konuda şunları ifade etmiştir;”Korkarım ki bu şikayetlerin sonucu daha da çoğalıp “daha fazla isteyenler daha fazla alırlara” dönüşecek. Fakat esaret şartını takiben, şüphesiz daha fazla konuda şikayet edecekler ve bu durumu daha da kötü etkileyecektir. Subaylar bile, iki ya da üç günde bir, elçilikten ihtiyaç talep etmektedirler ve elçilik de bu ihtiyaçları sağlamaktadır. Buna rağmen tekrar ihtiyaç listesi göndermişlerdir. Yazdıklarına bakılırsa acil kıyafet ihtiyaçları vardır. Bu şekilde her şeyi istemektedirler52“. Bommel’in raporu İngiliz makamlarınca değerlendirilmiştir. Bu meyanda İngiliz Savaş Ofisi Esirler Sekreterliği, Savaş Komitesi Esirler Genel Sekreteri O’Reilly, 11 Eylül 1918’de Bommel’e yazdığı cevabi mektubunda 17 Ağustos 1918 tarihli mektubu için teşekkür etmiştir. Ardından esirlerin giyecek ihtiyaçları ile ilgili eksikliklere değinmiş, esirlere ait giyeceklerin yeterli düzeyde olmasından memnuniyet duyduğunu bildirmiştir. Zira esirler için İskenderiye’den gemiyle yola çıkacak paketlerin sevkiyatının kesin olmayan bir tarihe ertelendiği, kış giysilerinin bu sebepten İsviçre üzerinden gönderileceği, erteleme olmaması için ellerinden gelen çabayı gösterdikleri, esirlerin gelecek kış için kendilerini sıcak tutacak giysilere kavuşacaklarını, giysilerin kısa süre sonra Hollanda Büyükelçiliğine ulaşacağını umduklarını ifade etmiştir53. O’Reilly mektubunun devamında İstanbul’daki Hollanda Büyükelçisi Willebois’in gönderdiği rapordan da bahsederek Willebois’in İstanbul yakınlarındaki kampların denetlemesinin yeni bittiği hususunda kendilerini bilgilendirdiğine değinmiştir. Bu noktada Türkiye’de bulunan esir kamplarının öncesine göre daha iyi şartlarda bulunmasından memnuniyet duyduğunu, Bommel tarafından istenilen ilaçların dışişleri ofisinde gönderilmeyi beklediğini, Savaş Komitesi Esirler Merkezi’nin ilaçlar ve istenilen tıraş bıçakları konusunda bilgilendirildiğini ifade etmiştir54. Keza Savaş Esirleri Komitesinin Türkiye’deki esirlerle görüşmelerini içeren mektuplardan örnekler ve komite tarafından basılan kitapçığın iki kopyasını da kendisine gönderdiğini, ayrıca Afyonkarahisar, Yozgat, Bursa ve İstanbul gazetelerindeki kupürleri de eklediğini, bunların Türkiye’deki savaş esirlerinin arkadaşları tarafından özel olarak hazırlandığını ifade etmiştir. O’Reilly mektubunun sonunda Bommel’e teşekkür etmiştir55. B) Dr. Emile Ernest Menten’in Afyonkarahisar Üsera Garnizonu İle İlgili İzlenimleri I. Dünya Savaşı’nın başından itibaren esir mübadelesi ve esirlerin şartlarını iyileştirmek için tarafsız ülkeler aracılığıyla çeşitli adımlar atılmaya çalışılmış ancak 52 53 54 55 TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918. TNA, FO, nr. 383/454, O’Reilly’den Van Bommel’e, 11 Eylül 1918. TNA, FO, nr. 383/454, O’Reilly’den Van Bommel’e, 11 Eylül 1918. TNA, FO, nr. 383/454, O’Reilly’den Van Bommel’e, 11 Eylül 1918. 46 I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ... arzu edilen netice bir türlü alınamamıştır. Hollanda Sefareti de Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan İngiliz esirlerin yaşam şartlarını incelemek üzere birçok kez izin başvurusunda bulunmuş, ancak mukabele-i bilmisil uygulamalarından dolayı bu izinler zaman zaman askıya alınmış veya reddedilmiştir. Zira Osmanlı Devleti, İngiliz makamlarına, Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan İngiliz esirlerin yabancı ve tarafsız devletler temsilcileri tarafından denetlenmesinin karşılığında İngiltere’nin elinde bulunan Osmanlı esirlerinin durumlarının tarafsız devletlerce incelenmesini talep etmiştir. Ancak İngiltere’den olumlu cevap alınamayınca Osmanlı Devleti de karşılıklılık esasına dayalı olarak tarafsız devlet temsilcilerinin Üsera Garnizonlarını incelemesine müsaade etmemiştir. Bu konu 25 Nisan 1917’de Osmanlı Hariciye Nezareti tarafından tekrar gündeme getirilmiş ancak mevzu bir sonuca ulaşmamıştır56. Esirlerin yaşam koşulları ile ilgili bilgi eksikliği devletleri harekete geçirmiştir. İsviçre Hariciye Nezareti’nin arabuluculuğu ile İngiltere ve Osmanlı Devleti arasında esirler meselesi görüşülmüştür. Taraflar 28 Aralık 1917’de Bern’de Osmanlı ve İngiliz savaş esirlerinin durumunu düzeltmek ve mübadelelerini sağlamak amacıyla bir araya gelmişlerdir57. 1917’nin son günlerinde Bern’de başlayan görüşmeler bir antlaşma ile sonuçlanana kadar, prensip kararı alınmış ve Türk Hükümeti, Felemenk Elçiliği’nin Türkiye’de İngilizlerin bulunduğu esir kamplarını ziyaret etmelerine izin vereceğini bildirmiştir58. Buna karşılık mütekabiliyet esası gereği İngiltere’nin elinde bulunan Osmanlı esirlerinin de İsveç Sefareti memurları tarafından ziyaret edilmesi kararlaştırılmıştır. Varılan prensip kararı gereğince Osmanlı Devleti üzerine düşen sorumluluğu hemen yerine getirmiş, İstanbul’daki İngiliz ve Fransız esirlerin Felemenk Sefareti memurlarınca ziyaret edilmesine izin verileceğini bildirmiştir. Bu kapsamda Osmanlı esir karargahlarını ziyaret edecek olan Felemenk memurları 1918’de İstanbul’a gelmiştir59. Bu görev Dr. Emile Ernest Menten’e verilmiştir. Menten 7 Kasım 1882’de Belçika’da Saint Gilles’te doğmuş bir Katolik olup, 1917’den 1929 yılına kadar çeşitli ülkelerde Hollanda elçilik ataşesi olarak çalışmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz ve Fransız savaş esirlerinin çıkarlarını korumak için İngiliz Hükümeti yararına Türkiye’ye gönderilmiştir60. 56 Çapa, Kızılay Cemiyeti, s. 112; Özçelik, Türkiye’deki Esirler, s. 161-162. 57 Türk tarafı, Bern Sözleşmesi’ni Nisan 1918’de onaylamış ve Kasım 1918’de mübadeleye başlanmıştır. Bkz. Çapa, Kızılay Cemiyeti, s. 112; Özçelik, Türkiye’deki Esirler, s. 161-162. 58 Report on the Treatment of British Prisoners of War in Turkey, November 1918, London, 1918, s. 2. 59 BOA, HR.SYS., nr. 2214/7. 60 Menten 1929 yılında Hollanda Dışişlerindeki görevinden ayrılarak Lahey’de Heldring & Pierson adlı bir şirkette ticaretle uğraşmaya başlamıştır. Bkz H. Brugmans, Persoonlijkheden In Het Koninkrijk Der Nederlanden In Woord En Beeld Nederlanders En Hun Werk, Van Holkema & Warendorf N.V. Publicaties, Amsterdam 1938, s. 999; Ministerie Van Onderwijs En Wetenschappen Rijksinstituut Voor Oorlogsdocumentatie Bronnenpublicaties Documenten, Nr 2, De SS En Nederland Documenten UIT SS-Archieven 1935-1945, Deel II, S-Gravenhage-Martinus Nijhoff, 1976, s. 924. 47 Feyza Kurnaz Şahin Emile Ernest Menten, Felemenk Sefareti adına İngiliz askerlerin esir bulunduğu Samatya, Ayastefanos, Büyükçekmece, Bursa, İzmit, Derince, Darıca, Eskişehir61 Afyonkarahisar, Manisa, Kedos (Gediz), Ankara62 ve Konya63 karargahlarını yanında bir memur eşliğinde ziyaret edecektir64. Menten’in kampları ziyaret edeceği bilgisi 17 Ağustos 1918’de Van Bommel’den O’Reilly’e gönderilen mektupta İngiliz makamlarına da bildirilmiştir65. Menten ziyaret ettiği karargahlarla ilgili raporlar kaleme alarak ilgili makamlara iletmiştir66. E. E Menten, gerekli izinleri aldıktan sonra Afyonkarahisar, Manisa, Kedos (Gediz) ve Ankara’da İngilizlerin esir bulunduğu kampları ziyaret etmiştir67. Gezdiği yerlerle ilgili hazırladığı ilk raporunu Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine göndermiştir. Menten gönderdiği ilk raporda henüz Bor, Yozgat ve Ankara’nın yakınlarındaki diğer kampları ziyaret etmediğini bildirmektedir. Menten, ziyaret ettiği diğer kamplarla ilgili raporlarını da Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine sunmuştur. Menten gönderdiği raporlarda kamp ziyaretlerine istinaden buralarda bazı düzenlemeler yapmakla ilgili Türkiye’deki Savaş Esirleri Genel Koordinatörü ile görüşme yapacağını da dile getirmiştir68. Bu ziyaretler kapsamında Felemenk Sefareti memurlarından Dr. Menten’in ziyaret ettiği kamplardan birisi de Afyonkarahisar Üsera Garnizonu olmuştur. Menten, kampla ilgili ayrıntılı bir rapor kaleme almış 69, 21 Ağustos 1918’de ilk defa Afyonkarahisar kampını ziyaret ettiğini ve 26 Ağustos 1918 Pazartesi gününe kadar burada kaldığını bildirmiştir70. Dr. E. E Menten, Afyonkarahisar Garnizonu ile ilgili raporunu 28 Ağustos 1918’de tamamlamış, Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine gönderilmek üzere İstanbul’daki Hollanda Sefaretine teslim etmiştir. Belgelerden anlaşıldığı üzere İstanbul’daki Hollanda Sefareti 23 Ekim 1918’de raporu Lahey’deki İngiliz Elçiliğine göndermiştir. Söz konusu rapor 12 Şubat 1919’da Londra’da Dışişleri Bakanlığı’na ulaşmıştır71. Rapor ayrıntılı bilgiler içermektedir. Menten kamptaki yaşam koşullarını anlatırken bilgileri sistemli olarak aktarmak amacıyla küçük başlıklar oluşturmuştur. Raporunda konaklama, para, yakıt, su, dini hizmetler, yiyecek, iletişim olanakları, giyecek, dişçi ve doktor durumunu başlıklar halinde dile getirmiştir72. Raporunun 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 BOA, HR.SYS., nr. 2214/7. TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 23 Ekim 1918. BOA, HR.SYS., nr. 2232/16. TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 23 Ekim 1918. TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918. BOA, HR.SYS., nr. 2232/16. TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 23 Ekim 1918. TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 23 Ekim 1918. TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’reilly’e, 17 Ağustos 1918. TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 8-223, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 48 I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ... son bölümünde ise kamptaki geçici düzenlemeler73 ve yeni düzenlemelerin uygulanış esaslarını ortaya koymuştur74. Menten raporunda öncelikle kampın bulunduğu Afyonkarahisar’ın coğrafi yapısına değinmiş ve ardından kampın yönetimi hakkında bilgiler aktarmıştır. Bu meyanda anılan raporda Afyonkarahisar’ın, Anadolu’da yaklaşık 1000 metre yüksekliğinde bir şehir olduğu, burada bulunan kampın iki bölümden oluştuğu ve komutanının Yarbay Ziya Bey olduğu bilgisine yer vermiştir. Ardından kamptaki esir sayıları hakkında bilgiler aktarmıştır. Buna göre; Menten’in kampı ziyaret ettiği sırada esir İngilizlerin sayısı 125 subay, 14 denizci subayı, 191 er ve 77 emir eridir. Keza esirlerden 7 tanesi Türk hastanesinde tedavi görmekte iken 11’i ise yeni hastaneye sevk edilmiştir. 90 kişi ise Adana Karaisalı yakınlarında bulunan Kelebek Köyü mevkisindeki köprü ve tren raylarının yapımında görev almak üzere ayrılmıştı. 200 kişi ise demiryolunda çalışmaya gitmiş olup dönmeleri beklenmektedir. Bununla birlikte kampta 2 Hintli subay, 1’i hastanede olmak üzere 120 Hintli er bulunmaktadır. Kampın iki ayrı bölümden oluştuğunu bildiren Menten, üst kampta; Yarbay Corbould Warren ve Yüzbaşı F.H.L. Armstrong75, ile Hint ordusundan 67 Pencaplı olduğunu bildirmiştir. Alt kampta ise Kıdemli Yüzbaşı C.H. Warren, R.N. ve Yüzbaşı Wallace, De Lara ve Hint ordusu mensupları bulunmakta idi76. Kampın bir önceki teftişi Nisan 1918’de gerçekleşmiştir. Bu teftişi Halil Bey, Savaş Esirleri Umumi Müfettişi Yusuf Ziya Bey ve Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nden Behçet Bey gerçekleştirmiştir. Bu teftiş esasında eski Garnizon Komutanı Mazlum Bey hakkındadır. 18 Mayıs 1918’de Genel Müfettiş Albay Yusuf Ziya Bey kamptaki geçici düzenlemelerle ilgili bir raporu Menten’e iletmiştir. Temmuz 1918’de askeri mahkeme emrinde olan Kemal Bey de kampla ilgili sorunları araştırmak üzere Afyonkarahisar’a gelmiştir77. 1- Kampın Konaklama Koşulları ve Günlük Hayatla İlgili İzlenimleri Menten’in raporuna göre; subaylar uzun zamandır üst kamp adı verilen ve bazı sokaklarında eskiden Ermeniler yaşadığı bir yerde kalıyorlardı. Konaklama oldukça iyiydi, evler mümkün olduğunca tamir ediliyordu. Evdeki tüm mobilyalar subayların kendileri tarafından yapılmıştı. Birçok evde pencerelerin camı eksikti, bu yazları sorun teşkil etmiyordu, fakat Afyonkarahisar’da kışlar soğuk geçtiği için bu durum evlerin soğumasına neden olmakta idi. Ev koşulları kamp komutanı tarafından da görülmüş, komutan Albay Yusuf Ziya Bey, Afyonkarahisar’da kalırken, evlerin tamir edileceğine ve aynı zamanda yeni subayların yeni evlere sahip olacağına söz ver- 73 74 75 76 77 TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-227, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-249, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-216, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-216, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-216, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 49 Feyza Kurnaz Şahin miştir. Kampı ziyaret ettiği dönemde bazı subayların ayrılma durumu olduğu için kampta yoğunluk olacağına dair bir endişe bulunmadığını da bildirmiştir78. Menten, genel gözlem başlığı altında yaptığı değerlendirmede kampta bulunan tüm subayların kamp komutanından memnun olduklarını bildirmiştir. Kendisinin de komutanın geniş görüşlü bir kişi olduğunu düşündüğünü ve eski koşulların kampa geri döneceğinden endişe duymadığını ifade etmektedir79. Menten, Afyonkarahisar’da ikinci kamp olan ve aşağı kamp olarak tabir edilen yer hakkında da bilgiler aktarmıştır. Menten’in raporuna göre; alt kamp İstanbul istasyonunun yakınındadır. Genel bir avlu içerisinde dört evden oluşur. Burada da aynı şekilde konaklama yeterlidir. Erler, eski Ermeni Kilisesinde ve kilise civarındaki evlerde kalmaktadır. Yaz mevsiminde bu evlerde kalmak oldukça kolaydır. Ancak kış için yeterli soba bulunamamakta ve soğuk katlanılmaz hale gelmektedir. Öte yandan kilise yakınında bulunan ve esirlerin kaldığı bir binanın “Avrupalılar” için uygun bir mekan olmadığını zira buranın tuvalet koktuğunu belirtmiştir. Keza söz konusu yerde en fazla 90 kişi kalabilecek iken 200 esirin bulunmasına da karşı çıkmıştır. Menten, esirlerin kaldığı bu bölgede su kullanımının sıkıntılı olduğunu, su tedarikinin oldukça yetersiz kaldığını dile getirmiştir. Menten su kullanımının daha sağlıklı olması açısından Osmanlı yöneticilerinin burayla ilgili bir düzenleme yaptığına da değinmiştir. Buna göre kamp komutanı ve mutasarrıf birlikte bir düzenleme yaparak kilise yakınındaki su kuyusunu sadece esirlerin kullanımına tahsis etmeyi planlamışlardır. Şimdiye kadar su kuyudan çekilmektedir. Ancak kuyu bazı esirlere uzak kalmaktadır. Hatta birçok hasta esir suyu kullanmak için çeyrek millik bir yolu kovalarda su taşıyarak kat etmektedir. Alt kampta bulunan subaylar 2 galon su çekmek için 2,5 kuruş ödemek zorundadır. Ancak kuyunun yakınındaki binalar için su kullanımının yeterli olduğu görülmüştür. Yusuf Ziya Bey’in kampla ilgili sorunlarla yakından ilgilendiğini ve kendisine durumla hemen ilgileneceğine dair söz verdiğini iletmiştir. Menten son tahlilde içme suyunun sıkıntılı olmakla birlikte iyi ve yeterli olduğunu, önceleri bu suyu Türklerin de kullandığını ancak bilahare komutanın bu uygulamayı değiştireceğini belirtmiştir80. Menten, Nisan 1918’de yapılan teftiş sonrasında geçici düzenlemelerin yapılmasıyla esirlerin yaşantılarının daha iyi bir noktaya ulaştığını vurgulamıştır. Bu teftiş sonrasında kampta “geçici düzenlemeler” yürürlüğe konulmuştur. 18 Mayıs 1918’de Genel Müfettiş Albay Yusuf Ziya Bey tarafından getirilen “geçici düzenlemelerin” içeriği Menten’e de iletilmiştir81. Menten düzenlediği raporun ek kısmında söz konusu geçici düzenlemeleri İngiliz makamlarına iletmiştir. Söz konusu düzenlemeler esirlerin gündelik yaşamla ilgili rutinleri hakkında önemli bilgiler içermektedir82. 78 79 80 81 82 TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-218, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 7-222, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 2-217, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-216, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 50 I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ... Geçici düzenlemelerin ilk maddesi esirlerin dışarı çıkma özgürlükleri ile ilgilidir. Bu maddeye göre, İngiliz ve Rus savaş esirleri, Rus sivil kaptanları ve ticari gemi tüccarları öncelikli olarak haftada üç kez yürüyüş yapmaya ve nehir kıyısında oyun oynamaya izinlidirler. Yürüyüşler için yaşadıkları mahallenin sokağından ilerleyerek nehrin diğer kıyısına geçip, Deper Köyü’ne gidebilmektedirler. Esirler yürüyüş boyunca üç gruba ayrılmakta idiler. Grupların farklı yönlere gitmesine izin veriliyordu. Yürüyüşten sorumlu gardiyanlar sadece bellerinde silah taşıyorlardı. Geçici düzenlemeleri içeren talimatnamenin 2. maddesinde ise İngiliz, Fransız ve Rus subaylar, sivil kaptanlar ve tüccarlardan evlerinde bahçesi olmayanlar evlerinin bulunduğu bölgede belirlenmiş alanlarda yürüyebileceklerdir. Bunun için sabah 09.00 ile akşam 18.00 saatleri arasında izin verilmektedir. İzin verilen sınırın bittiği yerde bir nöbetçi asker bulunmakta ve çizilen sınırların ihlal edilmesi bu şekilde engellenmekte idi83. 3. maddeye göre subay ve emir erlerinin, Pazar ve Pazartesi günleri sabahtan öğlene kadar pazara gitmeye hakları vardı. Pazarın içerisinde bulunan tütün rejisinden tütün satın almalarına izin verilmiştir. Ayrıca esirler sokaktan geçen süt satıcılarından da süt alabilmektedirler. Nöbetçiler süt satıcılarının mahalleye girmesine izin vermişlerdir84. Öte yandan talimatnamede subayların emir erleri ile ilgili esaslara da yer verilmiştir. Buna göre bir evde on subaydan daha az kişinin yaşadığı düşünülerek 10 subay için bir emir eri verilmiştir. Subaylar kendi aralarında emir eri seçme ve değiştirme hakkına sahiptirler. Geçici düzenleme talimatnamesinin 5. maddesine göre esir subaylar kaldıkları evlerin tamiratından sorumlu değildir. Tamir, pencerelerin tamamlanması, cam ve çerçeveler, tuvalet ve banyoların temizlenmesi, çatı onarımı için yapılan harcamalar garnizon tarafından karşılanıyordu. Ancak evlere zarar verilmesi durumunda zarar veren kişi masrafları ödemek zorundaydı85. Geçici düzenlemeleri içeren talimatnamenin 10. maddesi ise çöplerin toplanması ile ilgiliydi. Buna göre evlerdeki çöpler emir gelene kadar tutuluyordu. Çöpler garnizonun ulaşım aracıyla alınıp, emir erlerinin yardımıyla mahallenin 200 – 300 metre uzağında uygun bir yere dökülüyordu. Bu çöpler bilahare belediyeye ait at arabasıyla uzaklaştırılıyordu86. Menten raporunda esirlerin haberleşme olanaklarının artırılmasına yönelik çalışmalara dair bilgiler vermiştir. Örneğin İstanbul’dan gelen tüm gazetelerin kampa girmesine izin verileceği Menten’e bildirilmiştir. Hatta Albay Yusuf Ziya Bey, geçmişe yönelik üç aylık İngiliz gazetelerinin dahi esirlere ulaşmasının sağlanacağına dair taahhütte bulunmuştur. Ancak Menten’in ziyareti sürecinde bu mümkün olmamıştır87. Öte yandan Menten’in, esirlerin dini ihtiyaçları ile ilgili gözlemlerini de kısaca dile 83 84 85 86 87 TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 51 Feyza Kurnaz Şahin getirdiği görülmektedir. Buna göre; Metodist Kiliseye mensup A.Y.Wright, her Pazar kilisedeki ayinleri yönetmektedir88. Menten’in raporunda kampın genel işleyişi ile ilgili geçici maddelere de yer verilmiştir. Bu meyanda 6. maddeye göre genel emirler sözlü olarak verilmekte idi. Bu emirler resmi tercümanlar aracılığıyla garnizonda duyuruluyordu. Gardiyanlar aracılığıyla emir verilmesi yasaktı. 8. maddede belirtildiğine göre akşam güneş batımında yoklama alınıyordu, yoklama sırasında askerlerin diğer evlerde bulunmasına izin verilmiyordu. 11. maddede belirtildiği üzere kamp komutanına cezaları ve yetkilerini kapsayan bir kitap verilmişti. Keza 13. maddeye göre ise garnizon komutanı tüm şikayet ve istekleri dinlemek ve yetkisi el verdiği ölçüde esirlerin isteklerini yerine getirmek zorunda idi89. Menten, şartlı tahliye koşullarına da değinmiştir. Buna göre, şartlı tahliyede Bern Antlaşması esaslarına göre hareket edilmesi gerektiğini hatırlatmıştır. Ancak şartlı tahliyenin teknik hususunun henüz belirlenmediğini, zira bu usulün Osmanlı yöneticileri tarafından tam olarak bilinmediğini ifade etmiştir90. Öte yandan kamptan kaçmanın veya kaçmayı denemenin çok doğal bir şey olduğunu ifade eden Menten, Bern Antlaşması’nda öngörüldüğü üzere esirleri genel değil, bireysel cezalandıracakları hususunda kamp komutanının kendisine söz verdiğini belirtmektedir91. Günlük Hayatla İlgili Yeni Düzenlemeler Menten’in raporunda geçici düzenlemelerden ayrı olarak “yeni düzenlemeler” başlığı altında bir ek alt başlık yer almaktadır. Bu ek Afyonkarahisar’da bulunduğu sırada Esirlerin Umumi Müfettişi Albay Yusuf Ziya Bey tarafından yapılan ve kendisine iletilen yenilikleri ele almaktadır. Yeni düzenlemeler esirlerin gündelik yaşamlarını daha kolaylaştırmaya yönelik esaslar içermektedir. Buna göre; Esirlerin yürüyüş yapmasına, futbol, tenis, kriket gibi spor oyunlarını haftada üç kez oynamalarına izin verilmiştir. Bu oyunlar Mevlevihanenin arkasında bulunan alanda oynanırdı. Ayrıca “Coshou-Mahab”92 ve “Hacılar-Menke” olarak adlandırılan alanlarda da oyun oynanmasına izin verilmiştir. Esirlerin adı geçen alanlardan birini seçme hakkı vardır. Spor ve yürüyüş öğleden sonra 3’te başlayıp, gün batımında sona ermektedir. Gün batımında esirler konakladıkları binalarda olmak zorundadır. “Coshou-Mahab”’ta esirlerin balık tutmasına ve nehrin güvenilir yerlerinde banyo yapmalarına izin verilmiştir. Bu yerlerde zaman geçirmek için kamp komutanına başvurulur. Yukarıda belirtilen dışarı çıkmalar için tüm esirlerin grup halinde olması zo- 88 89 90 91 92 TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 2-225, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 7-222, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. Coshou-Mahab olarak ifade edilen yer, tam olarak tespit edilememekle birlikte muhtemelen bölgenin yerel dildeki söylenişinin Menten tarafından algılandığı şekliyle yazılmasından ibarettir. Bu meyanda anılan bölge o dönemde Akarçay’ın geçtiği alanı nitelendirmiş olmalıdır. 52 I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ... runludur. Gruplara yeterli sayıda gardiyan eşlik eder. Gitmek istemeyenler binalarında kalır. Esirler her zaman avluda serbest dolaşma hakkına sahiptir93. Esirler haftada bir kez olmak üzere kaldıkları yerlerde konser verebilirlerdi. Konser boyunca Osmanlı hükümetine veya savaş müttefiklerine dair herhangi bir söz söylenmesi yasaktır. Konserlerde bu gibi girişimler olması halinde konsere hemen son verilir ve bunu yapanlar cezalandırılır. Komutan ve kampın tercümanı konserlerde hazır bulunurdu. Bu tür etkinlikler sabah 08.00 de başlar, akşam 22.30 da sonlandırılır. Konser veya müzik programı bir gün öncesinde kamp komutanına bildirilmelidir. Kamp, konutlar arasında kurulduğundan, etraftakileri rahatsız etmemek için grup halinde şarkı söylemek yasaklanmıştır. Diğer esirleri rahatsız etmemek kaydıyla esirler serbestçe şarkı söyleyebilirler veya enstrüman çalabilirlerdi. Şehrin yöneticisi tarafından verilen izinle esirler haftada bir kez sinemaya gidebilirler ancak burada halktan ayrı bir yerde oturmak zorundadırlar94. Yeni düzenlemelerde yer alan esaslara göre esirlerin günlük ihtiyaçlarını karşılamak için alışveriş zamanları da düzenlenmiştir. Buna göre günlük alışveriş öğlene kadar tamamlanacaktır. Her gün on kişi tarafından yapılacak alışverişe, esirlerin haftada bir kez gitme hakları vardır. Pazara gidecek kişiler Yüzbaşı Lazzolo ve Allen’e başvurarak isimlerini bir gün önceden yazdırmak zorundadırlar. Pazar günleri ve tüm bayram günlerinde esirlerin gruplar halinde ve gardiyan eşliğinde şapele gitmelerine izin verilir. Bern Antlaşması kararına göre esirler ücretsiz ilaç alma hakkına da sahiptir. Esirler her Cumartesi öğleden sonra “Sahtekale”ye banyo yapıp temizlenmek için gidebilirler. Her esir için bu ücret 25’ten 10 şiline indirilmiştir. Ayda bir kez esirlerin tüm kıyafetleri, yatakları ve yatak örtüleri tütsülenir. Aşırı kalabalıklaşmayı önlemek için bir odada 4 kişi kalacaklardır95. Subayların ve askerlerin esirlere kötü davranması yasaktır. Bu suçu işleyen kişiler kamp komutanı tarafından cezalandırılır ve ceza alanlar bir deftere kaydedilir. Komutan eğer herhangi bir suçluyla baş edemiyorsa, kişi Umumi Müdüre sevk edilir ve mahkemeye çıkarılır. Kamp komutanı tarafından verilen tüm emirler İngilizceye çevrilir bu şekilde askerler ve esirler arasındaki yanlış anlaşılmalar önlenmiş olur. Askerler kendilerine verilen emirlerin sınırları dışına çıkamaz. Sabah ve akşam içtimaları aynı zamanda askerlerin kalkış ve yatış saatleridir. Akşam içtiması güneşin batışıyla yatış saatleri arasında olacaktır. Her ayın sonunda, Yüzbaşı Lazzolo ve Allen kampın durumunu bildiren bir rapor yazarak kamp komutanına teslim etmek zorundadırlar. Bu raporda esirlerin dilek, istek ve şikayetleri yer almaktadır. Bu bildirimler kapalı bir zarfa konulup, kamp komutanının raporuyla beraber postalanacaktır. Emirlerin zaman içinde değişikliğe uğrama ihtimali söz konusu olduğundan bu durumda emirler İngilizceye çevrilerek Yüzbaşı Lazzolo ve Allen’e ulaştırılacaktır96. 93 94 95 96 TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-247, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-247, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 2-248, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-249, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 53 Feyza Kurnaz Şahin 2- Esirlerin Ekonomik Durumu İle İlgili İzlenimleri Menten raporunda esirlerin ekonomik durumunun sıkıntılı olduğuna değinmiştir. Bu hususta kendilerine ödenmesi gereken maaşların ve ödemelerin sıklıkla geciktiğinden bahsetmiştir. Rapora göre; Hilal-i Ahmer aracılığıyla gelen aylık ödemeler sürekli gecikmektedir. Sefaret tarafından gönderilen paraların verilmesinin üzerinden ise 30 gün geçmiştir. Türklerin aylık ödemelerinin de çok geciktiği ifade edilmektedir. Bu nedenle kampta bulunan Albay Warren, İngiliz, Fransız ve Hintliler için paranın ayrı ayrı gönderilmesini talep etmiştir97. Menten’in bildirdiğine göre esirlerin ekonomik olarak sıkıntıya sokan en önemli husus yakacak odun tedariki idi. Bir önceki kış ve önceki komutan odun için söz verdiği halde odun tedariki yapılamamıştır. Bu nedenle subaylar soğuk hava şartlarından kötü şekilde etkilenmişlerdir. Ayrıca kilisede kalan 200 kişi için iki küçük soba bulunduğunu, bu şartlarda ısınmanın mümkün olmadığını, ancak buna rağmen esirlerin ateş yakmayı denediklerini belirtmektedir. Menten, bir önceki kış, karın 1 metre yüksekliğe ulaştığını ve termometrenin -20 dereceyi gösterdiğini bu şartlarda subayların yataklarından çıkmadıklarını, Hintli askerlerin ise soğuktan kötü şekilde etkilendiklerini de bildirmiştir. Ancak Menten bu şartlarda bir düzelme olacağının umulduğunu da dile getirmiştir. Zira kampın yeni komutanı her hafta iki yük odunun verileceğine söz vermiş, yemek pişirildikten sonra arta kalan odunların da subaylara kalacağını duyurmuştur98. Odun fiyatları subayları yakından ilgilendirmekte idi. Menten’in bildirdiğine göre yazın odun fiyatları 3,5 Türk lirası iken, kışın bu fiyat 12 Türk lirasına yükselmektedir99. Bir önceki kış bir eşek yükü odun 150 piastre iken yazın 80 piastreye inmektedir. Menten’e göre subayların bu sorunu kamp yetkilileri tarafından halledilmeye çalışılmaktadır. Kilisede ve binalarda kalan esirler ilerleyen süreçte sabah akşam çorba yapmak için yeterince oduna sahip olacaklardır. Menten, komutanla görüştüğünü özel pişirme ve çay için daha fazla odun verileceğini ifade etmiştir. Ayrıca diğer istenen odun için, her ay elçilik parası dışında 3 adam başına 6 Türk lirası para ödeneceğini de bildirmiştir100. 3- Yiyecek ve Giyecek Durumları ile İlgili İzlenimler Menten’in raporuna göre; esirler yemeklerin kendileri için çok yüksek fiyatlara mal olduğundan şikayet etmektedirler. Menten bu durumu düzeltmek için kasabanın mutasarrıfını ziyaret ettiğini, ondan subaylara pahalı yiyecek satanların cezalandırılmasını talep ettiğini bildirmiştir. Ancak mutasarrıf, subayların kendilerinin fiyatları yükselttiğine değinmiş, nüfusun yüksek olması nedeniyle alınacak malzeme buluna- 97 TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 98 TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-218, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 99 TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-218, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 100TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 54 I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ... madığını dolayısıyla fiyatların yükseldiğini dile getirmiştir. Menten bunun doğruluğunun kanıtlandığını da dile getirmiştir. Raporda ayrıca ekmeğin kalitesinin düşük olduğu, kumandanın ise komiteden bunun denetiminin kendi eline verilmesini talep ettiği de ifade edilmiştir101. Menten raporunda esirlerin giyecek ihtiyaçlarının da mütemadiyen karşılanmaya çalışıldığını bildirmektedir. Rapora göre; esirler için istenilen giysilere ait yeni listeler gönderilmiştir. Burada bulunan terzi sürekli çalışmaktadır ve ihtiyat ödeneğinden karşılanmak üzere yeni bir “Singer” dikiş makinesi tedarik edilmiştir. Ayakkabılar deriden ve bağcıklı istenmiştir. Kilise için şilte ve battaniyeler konusunda istekte bulunulmuştur102. Öte yandan geçici talimatname çerçevesinde esirlerin terzi ihtiyaçları karşılanmıştır. Bu meyanda geçici düzenlemelerin 9. maddesinde eğer mümkünse esirler arasında iki terzi subay mahallelerine gönderilmekte idi. Onlara çalışmaları için uygun bir oda ve araçlar veriliyordu ve mümkün olan tüm imkanlar sağlanıyordu103. Yiyecek kolilerinin esirlere düzenli bir şekilde ulaştırılması da çok önemli idi. Bu amaçla 18 Mayıs 1918’de düzenlenen geçici talimatnamenin 14. maddesi gereğince para, yiyecek ve giyecek kolilerinin dağıtımı ile ilgili esaslar tespit edilmiştir. Buna göre; İstasyona ulaşan tüm ürünlerin makbuzları yüksek rütbeli subaylar ve astsubaylar eşliğinde kontrol edilirdi. Koliler dağıtılmadan önce esirlerin istekleri ile karşılaştırılırdı. İstenilen malzemeler dışında kalanlar liste tutularak garnizonun deposuna konmakta idi. Depoya kaldırılan eşya ve malzemelerin listesi son derece detaylıdır, bu liste subaylar tarafından imzalanır ve bir kopyası alınırdı. Depodan sorumlu olan astsubaylar bulunurdu104. Depoya kaldırılan malzemeler ihtiyaç durumunda esirlere verilirdi. Depoda bulunan malzemeler tükendiğinde ise yeni bir liste oluşturulmakta idi. Talep listeleri ofiste muhafaza edilirdi. Gönderilerde eksiklik olması halinde bir tutanak hazırlanırdı. Bu tutanak orada bulunanlar tarafından imzalanarak Hilal-i Ahmer’e gönderilirdi. Kolilerin bozuk veya eksik çıkması halinde de aynı işlem tekrarlanırdı. Elçiliklerden gönderilen paralar da aynı şekilde kontrolden geçerek işlem görmekte idi. Garnizon personeli para ve istasyona ulaşan listeler için yazılı kanıt göstermek zorunda idi105. 4- Sıhhi Durumla İle İlgili İzlenimleri Menten, Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’nda esirlerin sıhhi problemlerine değinirken bu hususta en büyük sıkıntının dişçi ihtiyacı olduğunu bildirmiştir. Dişçi 101TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 102TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 103TNA, FO, nr. 383/529, s. 2-225, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 104TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-226, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 105TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-227, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 55 Feyza Kurnaz Şahin ihtiyacının kampı kendisinden önce denetlemek için gelen Esirler Umumi Müfettişi Albay Yusuf Ziya Bey tarafından da görüldüğünü, onun İstanbul’dan dişçi talep ettiğini, ancak Yusuf Ziya Bey’e rağmen, İstanbul’dan 17 Haziran’da ayrılan dişçinin hala Afyonkarahisar’a ulaşmadığını belirtmiştir. Bu sırada esirlerin dişle ilgili problemleri esir Yüzbaşı Coxon tarafından çözülmektedir. Esirlerin diş tedavisinin aksamaması için İstanbul’daki Hollanda Büyükelçiliği, tüm dişçi ekipmanlarını alarak işini yapabilmesi için Yüzbaşı Coxon’a göndermiştir. Menten’e göre, Afyonkarahisar kampındaki dişçi esir subay Yüzbaşı Coxon, İstanbul’dan satın alınması mümkün olan ya da İskenderiye’den değişim gemisi ile gelen malzemeler ile garnizondaki esirlerin diş tedavilerini yapmaktan memnuniyet duymaktadır. Ancak tek başına bütün esirlere hizmet vermekte zorlanmaktadır. Menten buna bir çözüm bulmak istemiştir. Raporda bildirdiğine göre; kendisi İzmir’de genç bir dişçi olan Richard de Jongh ile bir anlaşma yapmıştır106. Buna göre dişçi, Afyonkarahisar’a tüm ekipmanıyla gelecek ve günlüğü 10 liradan ve bedelsiz seyahat ederek dişçi Yüzbaşı Coxon ile çalışmaya başlayacaktır. Menten’e göre bunun birçok avantajı bulunmaktadır. İlk olarak dişçi De Jongh eşliğinde işler daha çabuk yapılacaktır, öte yandan esirlerin güvenliği İngiliz doktorun elinde olacaktır. Dişçi ücreti dönemin koşullarına göre gayet makuldür, dolayısıyla ödemelerde sorun çıkmayacaktır. Menten’e göre birinci sınıf bir dişçi ile anlaşma yapmak imkansızdır. Çünkü dişçiler oldukça pahalıya çalışmaktadır. Öyle ki, dişçiler kişi başı 2 altın sterlin almaktadırlar. Hatta özel durumlar ayrı bir ücrete tabidir. Ödemeler konusunda bitmek bilmeyen şüphe vardır. Ancak Menten’in bildirdiğine göre bu çaba sonuçsuz kalmış, Türk yetkililer De Jongh’un esirler arasında çalışmasına izin vermemiştir107. Diş tedavisi ile ilgili sıkıntılara yönelik olarak esirler çözüm arayışları içerisine girmişler ve düşüncelerini temsilcilere iletmişlerdir. Menten’in belirttiğine göre, İngiliz hükümeti subayların diş tedavisi için ihtiyaç duyulan parayı borç vermeye isteklidir. Albay Warren dişçilik işlemlerinin ihtiyat fonu dışından ödenmesini önermiş, bu ödemelerin ise savaş sonrası İngiliz hükümetinden karşılanabileceğini bildirmiştir108. Menten’in raporuna göre; Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’ndaki diğer bir eksiklik ise hastanelerin yetersizliği ve sıhhi personel ihtiyacı idi. Ancak şartların iyileştirilmesi için bazı çalışmalar yapılmaktadır. Örneğin Albay Yusuf Ziya Bey tarafından verilen yetkiyle üst kamptaki evlerden biri özel hastaneye dönüştürülmüş ve hastane 21 Temmuz 1918 tarihinde hizmete açılmıştır. Hastanede esir doktorlardan Binbaşı S.Haughton ve Yüzbaşı Startin subayları muayene etmek için görevlendirmişlerdir. Hastane 9 yataktan oluşmuştur. Hastane yatakları esirler tarafından yapılmış olup giderleri fondan karşılanmıştır109. 106TNA, FO, nr. 383/529, s. 5-220, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 107TNA, FO, nr. 383/529, s. 6-221, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 108TNA, FO, nr. 383/529, s. 6-221, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 109TNA, FO, nr. 383/529, s. 7-222, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 56 I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ... Menten raporunun ekinde yer alan Yusuf Ziya Bey’in kampta yaptığı geçici düzenlemelerden bahsederken söz konusu hastaneye yönelik bazı esaslara da değinmiştir. Geçici düzenlemenin 4. maddesi hastaneyle ilgilidir. Buna göre komisyonun isteği üzerine ev hastaneye dönüştürülmüştür. Hafif hasta esirler burada doktor tedavisi altında olacaktır. Garnizonun resmi doktorunun hastaneyi yönetme ve şehirde bulunan eczaneden hasta esirler için ilaç almaya hakkı vardı110. Geçici düzenlemelerin yedinci maddesi hastanede vefat edenlere verilecek dini hizmetle ilgili idi. Buna göre hastanede ölenlerin son dileğini yerine getirmek için bir papaz görevlendirilmiştir. Eğer papaz yoksa Fransızca ve İngilizce bilen iki asker hastanede tutulmuştur. Bu iki asker diğer zamanlarda hastanede hastabakıcılık görevini sürdürmektedirler111. Menten, hastanenin yetersizliği nedeniyle bütün esirlerin burada muayene edilmesinin zor olduğunu, bu nedenle Binbaşı S.Haughton’un kendisine bir öneri sunduğunu belirtmiştir. Bu öneriye göre; gedikli subayların Bern Antlaşması’nın 7. maddesi uyarınca İngiltere’ye gönderilmeleri gerekmektedir. Zira burada küçük bir hastane inşa etmek dahi imkansızdır. Yapılacak en iyi şey bu gedikli subayların erbaş (çavuş) yapılmasıdır. Öte yandan Albay Baines tarafından da tıbbi değişim önerilmiştir112. Menten’e göre, Türk hastanesinin koşulları yeterli değildir. Aşırı yoğunluk ve yetersizlikler nedeniyle hastalar tam olarak tedavi edilememektedir. Öyle ki, hastaneye gelen 18 vakadan 4’ü yaşamını yitirmiştir. Bilahare Kelebek’ten hastaneye çok sayıda hasta gelmiş, bunların içinden de en az 10’u hayatını kaybetmiştir. Menten, Türk doktorla konuştuğunda kendisine Kelebek’in henüz esirler için kapatılmadığını söylemiştir. Türk hastanelerinde diğer esirler de muayene edilmekte fakat İngiliz doktorların buraya gitmelerine izin verilmemektedir. Çünkü insanları anlamak için tercümana ihtiyaç vardı ancak burada tercüman bulunmamakta idi113. Görüldüğü gibi Menten’in raporu Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’nda bulunan esirlerin içinde bulunduğu şartları ayrıntılı olarak ele almış, Menten, Bern Antlaşması ile belirlenen esasların kampta uygulandığını, kamp şartlarının günden güne iyileştirildiğini belirtmiştir. Sonuç Bu çalışmanın temel amacı I. Dünya Savaşı sırasında iki Felemenk temsilci Dirk Johannes Van Bommel ve Emile Ernest Menten’in Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’na dair izlenimlerini çözümlemek olarak tanımlanmıştır. Bu amaca ulaşmak için her iki temsilcinin İngiliz makamlarına göndermiş oldukları raporlar kapsamlı şekilde ele alınmıştır. Raporlar irdelenirken D.J. Van Bommel ve E. E Menten’in görev aldıkları kurumlar ve biyografileri göz önünde tutulmuştur. 110TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 111TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 112TNA, FO, nr. 383/529, s. 7-222, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 113TNA, FO, nr. 383/529, s. 7-222, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 57 Feyza Kurnaz Şahin Bu noktadan bakıldığında Bommel, esasen Türkiye’de faaliyet gösteren YMCA adlı bir misyoner teşkilatın üyesidir ve buradan maaş almaktadır. Ancak Hollanda Sefareti’nin temsilcisi olarak İngiliz esirlerin durumlarını gözlemlemek için görevlendirilmiştir. Emile Ernest Menten ise 1917’den 1929 yılına kadar çeşitli ülkelerde Hollanda elçilik ataşesi olarak çalışmış, I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz ve Fransız savaş esirlerinin çıkarlarını korumak için İngiliz Hükümeti yararına Türkiye’ye gönderilmiştir. Kaynaklardan anlaşıldığı üzere D.J. Van Bommel, Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’nu ziyaret etmemiştir. Bommel’in Afyonkarahisar’a gidememesinin muhtemel iki nedeni bulunmaktadır. Birincisi Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında esirlerle ilgili misilleme politikasının uygulanmasıdır. Bu nedenle Osmanlı Devleti, Bommel’e esir kamplarını ziyaret etmesi için izin vermemiş ya da izin taleplerini sürüncemede bırakmıştır. İkinci neden ise kişiseldir. Bommel, Felemenk Sefareti temsilcisi olarak görevlendirilmiş olmakla birlikte maaşını YMCA’dan almaktadır. YMCA ise İngiltere kökenli ve ABD destekli bir misyoner cemiyetidir. Dolayısıyla Osmanlı makamları Bommel’in bir misyoner olarak esir kamplarını ziyaretine sıcak bakmamış olabilir. Bommel her ne kadar Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’nu bizzat ziyaret etmemiş ise de İngiliz makamlarına farklı tarihlerde garnizonla ilgili raporlar göndermiştir. Bommel’in 1 Haziran 1917 tarihli ilk raporu, Afyonkarahisar’da bulunmuş ancak İstanbul’da demiryollarında çalışmak üzere Afyonkarahisar’dan gelen esirlerin anlattıklarına dayanmaktadır. Raporda üzerinde durulan en önemli hususlar esirlerin sayıları, esirler için gönderilen malzemelerin onlara ulaşıp ulaşmadığı, esirlere yapılan muamele ile ilgilidir. Esirlerin izlenimlerine dayanan ilk raporda bu sebepten olsa gerek kampla ilgili bazı olumsuz izlenimler dikkat çekmektedir. Raporda İngiliz esirler için gönderilen malzemelerin yerine ulaşmadığı, Türk yetkililerin bu konuda gerekli özeni göstermedikleri ile ilgili olumsuz bir yargı söz konusudur. Bommel’in İngiliz makamlarına gönderdiği 12 Nisan 1918 tarihli ikinci rapor ise Osmanlı Hilal-i Ahmer temsilcisi Hüseyin Rıfkı Bey’in, Anadolu’da bulunan esir kamplarına gerçekleştirdiği 3,5 aylık ziyaretinden elde ettiği izlenimlere dayanmaktadır. Bommel’in bu raporunda ise esirlerin genel durumunun iyi olduğuna, esir kamplarındaki şartların iyileştirilmeye çalışıldığına dair izlenimlere yer verilmiştir. Bommel’in üçüncü raporu 17 Ağustos 1918 tarihli olup, İngiliz Savaş Ofisi Esirler Sekreterliği, Savaş Komitesi Esirler Genel Sekreteri O’Reilly’ye gönderilmiştir. Raporda esirlerin içinde bulunduğu durum, bununla ilgili yapılan çalışmalar ve esirlerin ihtiyaçları ayrıntılı olarak dile getirilmiştir. Raporunda Afyonkarahisar esir kampı ile ilgili olumsuz herhangi bir bilgi söz konusu değildir. Aksine esirlerin bütün ihtiyaçlarının karşılandığını, esirlerin mutlu olmak ve dikkat çekmek için sürekli bir şeyler talep ettiklerini objektif bir şekilde dile getirmiştir. Bommel’in değerlendirmelerinde esirlerin ihtiyaç duyduğu malzemeler ve bunların tedarik edilmesi ile ilgili bilgiler daha ön plandadır. Bunun temel sebebi kendisinin Hollanda Sefareti tarafından Müttefik Devletlerin Türkiye’deki esirlerine gönderdiği malzemelerin esirlere ulaştırılması için görevlendirilmesidir. 58 I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ... Emile Ernest Menten ise Bommel’den farklı olarak Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’nu ziyaret etmiş ve kampın bütün koşullarını, esirlerin konaklama, para, yakıt, su, yiyecek, giyecek, sıhhi durumları, iletişim olanaklarını ve dini hizmetlerle ilgili gözlemlerini başlıklar halinde sistematik bir şekilde aktarmıştır. Menten, kampın şartlarının iyileştirilmesi için Osmanlı yöneticileri tarafından hazırlanan geçici düzenlemeler ve yeni düzenlemeler hakkında bilgi vermiştir. Hatta söz konusu düzenlemeleri içeren talimatnameyi raporuna eklemiştir. Bu yönüyle Menten’in raporu Bommel’e göre daha kapsamlı veriler içermektedir. Öte yandan Menten’in raporu son derece objektif değerlendirmelere sahiptir. O, raporunda kampın eksikliklerini dile getirmiş, Osmanlı yetkililerinin iyi niyetli çabalarıyla kampın ihtiyaçlarının giderilmeye çalışıldığına vurgu yapmıştır. Kamp komutanı Yusuf Ziya Bey’in kampla ilgili sorunlarla yakından ilgilendiğini belirtmiştir. Menten kampı ziyaret ettiğinde kampın ihtiyaçlarını ve eksikliklerini tespit etmekle kalmamış bu hususlarda Osmanlı yöneticileriyle istişare içerisinde olmuş, olumsuzlukları düzeltmeye yönelik bir yaklaşım sergilemiştir. Her iki raporda da Afyonkarahisar kampıyla ilgili eksiklikler dile getirilmiş, ancak bunun yanında esirlerin genel durumunun iyi olduğu, Afyonkarahisar Üsera Garnizonu’nda esirlere sağlanan şartların gayet muntazam göründüğü, Osmanlı yöneticilerinin kampın şartlarını iyileştirmek hususunda gayret gösterdiği vurgulanmıştır. Keza Osmanlı Devleti’nin savaş mağduru olan esirlere karşı yaklaşımının uluslararası anlaşmalara uygun olduğu, yeni düzenlemelerle esirlerin yaşantılarının daha sağlıklı koşullara ulaştırıldığının altı çizilmiştir. Sonuç olarak her iki temsilcinin izlenimlerine dayanarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Osmanlı Devleti savaş döneminde yaşadığı ekonomik ve sosyal olumsuzluklara rağmen savaş mağduru esirlere karşı insani bir tutum sergilemiştir. Afyonkarahisar Üsera Garnizonu bu insani yaklaşıma güzel bir örnek teşkil etmektedir. 59 Feyza Kurnaz Şahin Kaynakça Arşiv Belgeleri Başbakanlık Osmanlı Arşivi HR.SYS., nr. 2213/3; nr. 2222/57; nr. 2214/3; HR.SYS., nr. 2214/4; nr. 2214/7; nr. 2214/8; nr. 2224/56; nr. 2232/16. İ.DUİT., nr. 16/30. The National Archives UK (İngiliz Devlet Arşivleri Belgeleri) The National Archives UK (TNA), Foreign Office (FO), nr. 383/452, s. 1-3, Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917, s 1. TNA, FO, nr. 383/452. Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917. TNA, FO, nr. 383/454, O’Reilly’den Van Bommel’e, 11 Eylül 1918. TNA, FO, nr. 383/454, s. 7-9, Van Bommel’den Hollanda Büyükelçiliğine, 12 Nisan 1918. TNA, FO, nr. 383/454, Van Bommel’den O’Reilly’e, 17 Ağustos 1918. TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 23 Ekim 1918. TNA, FO, nr. 383/529, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-224, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-216, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 2-217, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 2-225, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-218, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-226, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 3-249, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-219, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 4-227, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 5-220, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 6-221, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 7-222, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. TNA, FO, nr. 383/529, s. 8-223, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. Kitap ve Makaleler 1954 Proceedings Forty-Fifty Annual Rotary Convention, Seattle, 6-10 June 1954, Rotary International Copyright, 1954. Abbenhuis, Maartje M., The Art of Staying Neutral The Netherlands in the First World War, 1914-1918, Amsterdam University Publishing, Amsterdam 2006. Altıntaş, Ahmet, “Osmanlı Esir Kampları ve Çanakkale Savaş Esirleri ile İlgili Bazı Tespitler”, Savaş Tarihi Araştırmaları Uluslararası Kongresi, 100. Yılında 1. Dünya Savaşı ve Mirası, Bildiriler, C. 1, Edt. Halil Çetin-Lokman Erdemir, Çanakkale Valiliği Yay., Çanakkale 2015, s. 485-499. Altıntaş, Ahmet, Belgelerle Milli Mücadele Döneminde Esirler, Anekdot Yay., Ankara 2008. 60 I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ... Ata, Feridun, “Birinci Dünya Savaşı Yıllarında Afyon’a Sürülen Yabancı Uyruklular”, Millî Mücadele ve Büyük Taarruzda Afyonkarahisar, Editör: Hasan Babacan, AKÜ Yayını, Afyonkarahisar 2010, s. 9-16. Boissier, Alfred - Vischer, Adolphe, Comité International De La Croşx-Rouge, Documents Publiés à L’occasion De La Guerre Europeenne 1914-1917, Rapport, sur leur inspection des camps de prisonniers en Turquie, October 1916 a Janvier 1917, Douzième Serié, (Mars 1917). Brugmans, H., Persoonlijkheden In Het Koninkrijk Der Nederlanden In Woord En Beeld Nederlanders En Hun Werk, Van Holkema & Warendorf N.V. Publicaties, Amsterdam 1938. Çapa, Mesut, Kızılay (Hilal-i Ahmer) Cemiyeti, 1914-1925, 2. Baskı, Türk Kızılay Derneği Yayınları, Ankara 2010. Çatalbaş, Resul, “Young Men’s Christian Association’ın Türkiye’deki Faaliyetleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 55, S. 1, (2014), s.101-122. Çelik, Recep, “Birinci Dünya Savaşı Döneminde Afyonkarahisar Esir Garnizonu ve Faaliyetleri”, Millî Mücadele ve Büyük Taarruzda Afyonkarahisar, Editör: Hasan Babacan, AKÜ Yayını, Afyonkarahisar 2010, s. 17-48. Gencer, Fatih, “I. Dünya Savaşı Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Amerikan Vatandaşlarına Yönelik Politikası, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, C. 28, S. 46, s. 249-264. Latourette, Kenneth Scott, World Service: A History of the Foreign Work and World Service of the Young Men’s Christian Association of the United States and Canada, Association Publishing, New York 1957. Lenser, Samuel David, Between the Great Idea and Kemalism the YMCA at İzmir in the 1920s, Unpublished Thesis Master of Arts in History Boise State University, 2010. Ministerie Van Onderwijs En Wetenschappen Rijksinstituut Voor Oorlogsdocumentatie Bronnenpublicaties Documenten, Nr 2, De SS En Nederland Documenten UIT SS-Archieven 1935-1945, Deel II, S-Gravenhage-Martinus Nijhoff, 1976. Öksüz, Melek, “Osmanlı Topraklarında Hukuki Statü Arayışları ve Varlık Mücadelesinde Amerikan Kurumları”, History Studies, Vol. 2/1, (2010), s.147-187. Özçelik, Mücahit, Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’deki Esirler, TTK Yayını Ankara 2013. Report on the Treatment of British Prisoners of War in Turkey, November 1918, London, 1918. Schull, Kent F., Prisons in the Late Ottoman Empire Microcosms of Modernity, Edinburgh University Publishing, Edinburgh 2014. Steuer, Kenneth, Pursuit of an Unparalleled Opportunity: The American YMCA and Prisoner of War Diplomacy Among the Central Power Nations During World War I, 1914-1923, Columbia University Publishing, New York 2008. (http://www.gutenberg-e.org/steuer/steuer.ch01. html#p37). (Erişim Tarihi: 27.01.2016). Still, John, A Prisoner in Turkey, Jhon Lane Publishing, London 1920. Tlusty, Tomaš, “The YMCA Organisation and its Physical Education and Sports Activities in Europe During the First World War”, Kultura Fizyczna (Prace Naukowe Akademi i im. Jana Długosza w Częstochowie), Vol. XIV, Nr. 1, (2015), s. 27–44. Zürcher, Erik Jan, “ Welingelichte Kringen? De Politieke Berichtgeving Vah de Nederlandse Ambassade in Istanbul in de Eerste Wereldoorlog”, Sharqiyyat, 1/1 (September 1988), s. 61-79. 61 Feyza Kurnaz Şahin Ekler Ek-1,2. D. J. Van Bommel’in Bir Fotoğrafı ve 1 Haziran 1917 Tarihli Raporunun İlk Sayfası http://cdm16122.contentdm.oclc. org/cdm/ref/collection/p15370coll2/ id/3688 (01.02.2016). TNA, FO, nr. 383/452, s. 3. Van Bommel’den J.H.R. Van der Does Willebois’e, 1 Haziran 1917, s. 1. 62 I. Dünya Savaşı Yıllarında İki Felemenk Temsilcinin Afyonkarahisar Üsera Garnizonu Hakkındaki ... Ek-3,4. Dr. Menten’in Bir Fotoğrafı ve 12 Ocak 1919 Tarihli Raporunun İlk Sayfası 1954 Proceedings Forty-Fifty Annual Rotary Convention, Seattle, 6-10 June 1954, Rotary International Copyright, 1954, s. 366. TNA, FO, nr. 383/529, s. 1-216, Menten’den Lahey’deki İngiliz Temsilciliğine, 12 Şubat 1919. 63 ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI Yıl 14 Bahar 2016 Sayı 20 ss. 65-79 Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi Özkan KESKİN* Özet XIX. yüzyılda yaşanan hızlı sanayileşme, dönemin modern teknik bilgilerine sahip eleman teminini zorunlu hale getirmiştir. Bu doğrultuda Osmanlı Devleti’nde geleneksel olarak usta-çırak yönteminden gelen teknik personel, donanım olarak yetersiz kaldığından yeni çareler aranmaya başlanmıştır. Midhat Paşa’nın Niş Valiliği’ne atanması ile hayata geçirilen ıslahhane projesi, temelde savaşlar ve göçler nedeniyle öksüz kalmış çocuklara meslek edindirmeyi amaçlamıştır. Elde edilen başarı üzerine proje imparatorluk geneline yayılmış ve ıslahhanelerden sanayi mekteplerine doğru bir dönüşüm gerçekleşmiştir. Önce İstanbul’da ve daha sonra aralarında Ankara’nın da bulunduğu birçok vilayette kurulan sanayi mektepleri, teknik personelin yetiştirilmesine hizmet etmiştir. 1876’dan itibaren Ankara Sanayi Mektebi adıyla faaliyet gösteren mektep, Sultan Abdülhamid’in yirmi beşinci cülusu münasebetiyle canlandırılmaya çalışılmıştır. Fakat mâli problemler nedeniyle gerek donanım olarak gerekse kadro olarak beklenen seviyeye gelememiştir. Mektep, I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele döneminin olağanüstü koşullarında faaliyetlerine ara vermiş, 1931 yılında diğer vilayet sanayi mektepleri gibi mıntıka sanat mektebine dönüştürülmüştür. Anahtar Kelimeler: Ankara, Islahhane, Sanayi Mektebi, Osmanlı Sanayii * Yrd.Doç.Dr.,Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. ozkankeskinn@yahoo.com 65 Özkan Keskin An Attempt of Technical Education in the Steppe: Ankara Industry School Abstract The fast industrialization that happened during the 19th century made it compulsory to recruit staff equipped with the modern technical knowledge of the period. Accordingly, technical staffs in the Ottoman Empire coming from the traditional mentor-protégé method became underequipped, which caused new solutions to be looked for. The workhouse project launched after Midhat Pasha’s appointment as the Governor of Niš primarily aimed children orphaned due to wars and migrations to be provided with jobs. Following the success of this project, it was spread all over the empire and a transformation from workhouses to industrial schools took place. These industrial schools, which were first opened in Istanbul and later in numerous provinces including Ankara, served for the education of technical staff. This school, operating under the name Ankara Industrial School starting from 1876, was attempted to be stimulated on the occasion of the 25th anniversary of Sultan Abdülhamid’s enthronement. However, the school could not reach the intended level both in equipment and staff due to financial problems. The school later ceased functioning under the extraordinary conditions of World War I and the Turkish War of Independence; it was finally converted to a regional art school in the year 1931 just like other provincial industrial schools. Keywords: Ankara, Workhouse, Industrial School, Ottoman Industry 66 Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi Giriş XIX. yüzyılda başta İngiltere olmak üzere sanayi devrimini gerçekleştiren Avrupalı devletler, dönüşüme ayak uyduramayan ülkelerin piyasalarını istila etmeye başlamışlardır. Bu sorunla ilk karşılaşanlar, atılımı yapan İngiltere karşısında diğer kıta Avrupası ülkeleri olmuştur. Sanayi devriminin başlangıcı Fransız İhtilaline ve Napolyon Savaşlarına rastladığından, yoğun üretim ilk başta sorun yaratmamış ve harp şartları üretim fazlasını kolayca eritmiştir. Ancak, savaşların bitmesi tüketim mallarına olan talebin hızla düşmesine, stokların artmasına, işyerlerinin kapanmasına ve sonuçta 1815’ten itibaren İngiltere’de ekonomik bir buhrana yol açmıştır. Batı Avrupa ülkeleri ise ithal mallara yüksek gümrük tarifeleri koyarak ekonomilerini İngiltere’ye karşı koruma altına almaya çalışmışlardır.1 Bu doğrultuda Fransa, 1825’ten itibaren tekstil maddelerinin ithalini yasaklamıştır. Ardından Alman Gümrük Birliği Zollverein, İngiliz mallarına ağır vergiler koyarak ithalatı neredeyse imkansız hale getirmiştir. Avusturya 1833’te 1600 adet eşyaya yüksek vergiler koymakla yetinmemiş, 69 kalem eşyanın ithalini tamamen yasaklamıştır. Rusya ise 300 çeşit malın ithaline izin vermeyerek İngiliz istilasına karşı ekonomisini korumaya çalışan ülkelere arasına katılmıştır. Avrupa piyasalarının kapanması üzerine İngiltere yönünü Osmanlı İmparatorluğuna çevirmiştir. Çünkü Avrupa ithalata karşı korumacı bir yol tercih ederken, Osmanlı Devleti %3 gümrük vergisini muhafaza ediyordu. Ayrıca Osmanlı coğrafyası İngiliz mamulleri için iyi bir pazar olabileceği gibi, ucuz ve kolay hammadde imkanı da sağlayabilirdi. Osmanlı sanayisi gelişmediğinden İngiltere ile rekabet edecek durumda da değildi.2 Bu değişime bağlı olarak, İngiliz makine ve kimya sanayinin gelişimini tamamlamasına kadar lokomotif görevi üstlenen pamuklu sanayii ürünleri, kısa sürede Osmanlı pazarına hücum etmiştir. Nitekim 1828’de İngiltere’den Osmanlı Devleti’ne 10.834 İngiliz lirası değerinde pamuklu ihracatı gerçekleştirilmişken, sadece üç yıl sonra bu rakam 105.615 liraya yükselmiştir.3 Gelişmiş bir ipekçilik merkezi olan İşkodra’da ipek tezgahı sayısının 1812’de 600’den 1821’de 40’a inmesi, Tırnova’da da 1812’de 2000 olan dokuma tezgahının 1830’da 200’e gerilemesi ithalat hücumuna işaret eden bir başka göstergedir.4 1 2 3 4 Rifat Önsoy, Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii ve Sanayileşme Politikası, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1988, s.12; Mübahat S. Kütükoğlu, Balta Limanı’na Giden Yol Osmanlı-İngiliz İktisâdî Münasebetleri (1580-1850), T.T.K., Ankara 2013, s.7; Mehmet Seyitdanlıoğlu,“Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii (1839-1876)”, Tanzimat-Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Editörler:Halil İnalcık-Mehmet Seyitdanlıoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2014, s.713. Ahmet Yücekök,“Emperyalizm Yörüngesinde Osmanlı İmparatorluğu 1838 Ticaret Sözleşmeleri”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C.23, S.1, Ankara 1968, s.395; Önsoy, a.g.e., s.12; Kütükoğlu, a.g.e., s.99. Ömer Celal Sarc,“Tanzimat ve Sanayiimiz”, Tanzimat I, M.E.B., İstanbul 1940, s.425. David Urquhart, Turkey and Its Resources: Municipal Organization and Free Trade, London 1833; Celal Sarc, a.g.m., s.426; Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.m., s.716. 67 Özkan Keskin Dış ticaret dengesinin Osmanlı Devleti aleyhine giderek bozulması ve yerli üretim merkezlerinin etkinliğini kaybetmeye başlaması karşısında Tanzimat yöneticileri, iç isyanların ve savaşların bitmesini de fırsat bilerek, ülkenin refahı için bazı sanayi hamleleri yaptılar. İmâr-ı mülk olarak ifade edilen bu siyaset çerçevesinde, finansmanı Hazine-i Hassa bütçesinden karşılanan Zeytinburnu Demir Fabrikası, İzmit Çuka Fabrikası, Hereke Kumaş Fabrikası, Veliefendi Basma Fabrikası ve daha birçok sanayi tesisinin temelleri atılmıştır. Fabrikaların kurulmasıyla askerî ihtiyaçların yerli üretimle karşılanması ve giderlerde tasarruf yapılarak kaynakların ülke içinde kalması amaçlanmıştır. Bir başka hedef ise devlet eliyle yapılan ve yüklü sermaye gerektiren bu yatırımlar ile ülke sanayileşmesine katkı yapmak ve Avrupa’dan getirtilen ustalarla modern teknolojik bilginin yerli kadrolara aktarılmasına imkan tanımaktır.5 Ancak üretim maliyetlerinin yüksekliği, fiyatlandırmada piyasa koşullarına uyulmaması, yeniliklere ayak uydurmada yaşanan ve kronik hale gelen isteksizlik ve hammaddelerin içerden sağlanabileceğinin farz edilmesi gibi etkenlerle fabrikaların iflası kaçınılmaz hale gelmiştir. Ayrıca getirtilen yabancı teknik personelin uyum sağlayamaması gibi ekstra sorunlar da vardı.6 Osmanlı yönetimi bu sorunlardan en azından teknik personel eksikliğini çözmek için 1848 yılında bir adım attı ve Zeytinburnu’ndaki sanayi alanı içerisinde bir sanayi mektebi açtı. Talebelerin matematik, kimya, jeoloji, teknik resim ve madencilik alanlarında eğitim almaları planlanmıştı. Talebe toplanmasına ve binasının yapılmasına rağmen ilk sanayi mektebi faaliyet gösteremeden kapanmıştır.71850’de plan aşamasında kalan Mekteb-i Hiref ve Sanayi’nin ardından, daha kapsamlı bir çalışma olan ve hazırlıklarına 1862’de başlanan Islah-ı Sanayi Mektebi de mâli buhran sebebiyle fiiliyâta geçemeyen girişimler arasında yerini almıştır.8 İstanbul’da sanayi mektebi açma denemeleri devam ederken, Midhat Paşa’nın Niş Valiliğine atanmasıyla hem kimsesiz çocukların devlet himayesinde meslek sahibi olabilmeleri, hem de sanayi alanında kalifiye eleman temini gibi iki amaca hizmet edecek olan ıslahhane projesi 1863’te Niş’te uygulamaya konmuştur.9 Diğer örnekleri paşanın Tuna Valisi olmasından sonra 1865’te Rusçuk ve Sofya’da10 görülen projenin temelinde, XIX. yüzyıl öncesinde kimsesiz çocukları koruma görevi üstlenen vakıf ve imaret gibi geleneksel kurumların işlevlerini yerine getirememeleri ve 5-13 yaşları arasındaki bu çocukların sorumluluğunun, artık tüm medeni ülkelerde olduğu gibi, devlete ait olması gerektiği fikri yatmaktadır. 11 Bu sayede öncelikle kitlesel hale gel- 5 Tevfik Güran,“Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları”, 150. Yılında Tanzimat, Yayına Hazırlayan Hakkı Dursun Yıldız, T.T.K., Ankara 1992, s.235-238. 6 Bekir Koç,“Osmanlı Devleti’nde Islahhane ve Sanayi Mekteplerinin Kuruluş Sürecine Dair Bazı Gözlemler”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C.7, S.2, Ankara 2010, s.207. 7 Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C.2, İstanbul 1940, s.524. 8 Mehmet Ali Yıldırım, Dersaâdet Sanayi Mektebi, Kitabevi, İstanbul 2013, s.11-20. 9 Faik Reşit Unat, Türk Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihî Bir Bakış, M.E.B., Ankara 1964, s.80b; Hüdai Şentürk, Osmanlı Devleti’nde Bulgar Meselesi (1850-1875), T.T.K., Ankara 1992, s.167. 10 Yıldırım, a.g.e., s.26. 11 Bekir Koç,“Osmanlı Islahhanelerinin İşlevlerine İlişkin Bazı Görüşler”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 6/2, Gaziantep 2007, s.114. 68 Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi miş olan göçlerin mağdur ettiği çocukların, din ve ırk farkı gözetilmeksizin devlet korumasında okuma-yazma, tarih coğrafya, dört işlem, Kur’an, edebiyat gibi teorik derslerin yanında terzilik, kunduracılık, dericilik, bez imali ve demircilik gibi dönemin rağbet gören mesleklerini de öğrenerek topluma ve devlete faydalı bireyler olarak yetişmeleri öngörülür.12 Talebe alımında din ve ırk farkı gözetilmemesi, ıslahhanelere ulus devlet kurma emelinde olan unsurların, Osmanlılık ideolojisi etrafında toplanmasına hizmet etmesi gibi bir misyonun da yüklendiğini göstermektedir. Başlangıçta yetimhane vasfındaki ıslahhanelere, suça karışmış ve bir yılın üzerinde hapis cezası almış çocuklar da dahil edilerek aynı olanaklardan faydalanmaları sağlanır. Bu nedenle kurum ıslahhane olarak adlandırılmıştır.13 Niş ıslahhanesindeki çocukların altı ayda biraz okuma-yazma öğrenerek terzilik ve kunduracılıkta mesafe kaydetmeleri, ahalinin ilgisinin artmasına neden olmuş ve çocuk sayısı elliyi aşmıştır.14 Ayrıca Tuna Vilayeti’nde ıslahhanelerin faaliyetleri hakkında vilayet resmi yayını olan Tuna gazetesinde ve Takvim-i Vekayi’de haber yapılması başarının geniş kitlelere ulaşmasını sağlamıştır. Bu gelişmeden sonra Anadolu kentlerine ilave olarak Halep, Bağdat, Şam ve Trablusgarp gibi uzak vilayetlerde de erkek ıslahhaneleri açılmıştır. Hatta 1868’de Bosna’da, Aralık 1872’de de Rusçuk’ta kız ıslahhaneleri faaliyete geçmiştir.15 Fakat ıslahhanelerin önündeki en büyük engel düzenli gelir sağlanmasındaki aksaklıklardır. Ortalama 200.000 kuruş inşaat masrafı dışında, 200-300 kişilik bir ıslahhanenin yıllık masraflarının 150.000-200.000 kuruşa ulaştığı dikkate alınırsa, ciddi bir kaynağa ihtiyaç duyulduğu rahatlıkla söylenebilir. Dolayısıyla hayırsever yardımları, atölyelerde yapılan ürünlerden elde edilen kârlar dışında, ihzariye tezkire gelirlerinin bir kısmı ve vilayette tahsis edilen dükkan, arsa, hamam ve değirmen kiraları gibi yeni gelir kalemleri yaratıldığı görülmektedir.16 Islahhane uygulaması ülke geneline yayılmışken, İstanbul’da bir Sanayi Mektebi açılması gerektiği düşüncesi 1867’de yeniden sadaretin gündemine gelmiştir. Altı kişilik komisyonun hazırladığı raporda, sanayinin gerilediği, piyasaların ithal ürünlerin tahakkümünde olduğu, yerli ürünlerin kalitesinin artırılması gerekliliği ve bunun için de kalifiye eleman yetiştirilmesi ifade edilmiştir. Sonuçta Islah-ı Sanayi Mektebi adıyla bir mektep açılması uygun görülmüştür. Demircilik ile ilgili dokuz, ahşap imalatla dört ve diğer dallarda altı olmak üzere toplam on dokuz dalda eğitim verilecek 12 Düstur I.Tertip II. Cilt, s.277-295 Islahhânelere Dair Nizamnâmedir; Koç, “Osmanlı Islahhanelerinin…”, s.117. 13 Cemil Öztürk,“Türkiye’de Meslekî ve Teknik Eğitimin Doğuşu I: Islahhâneler”, Prof.Dr. Hakkı Dursun Yıldız Armağanı, T.T.K., Ankara 1995, s.431; Gülnaz Koyuncu Yakın, İzmir Sanayi Mektebi (1868-1923), İzmir 1997, s.9; Koç,“Osmanlı Islahhanelerinin …”, s.124; Yıldırım, a.g.e., s.24. 14 Yıldırım, a.g.e., s.25. 15 Önsoy, a.g.e., s.117; Öztürk, a.g.m., s.432; Ayşin Şişman, “Osmanlı Devleti’nde Batılı Anlamda Mesleki ve Teknik Eğitimin Doğuşu”, Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1-1, 2008, s.32; Yıldırım, a.g.e., s.27. 16 Bekir Koç,“Islahhanelerin Finans Olanakları ve İç İşleyişleri”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM), S.20, Ankara 2006, s.186-189. 69 Özkan Keskin mektepte tahsil süresinin branşlara göre 1-7 yıl arasında olması planlanmıştır.17 Kaynak sıkıntısı çalışmaların önünü tıkayınca bir yıllık tehir gerçekleşir. Nihayet ıslahhanelerin mucidi Midhat Paşa’nın, Tuna Valiliği’nden yeni kurulan Şûrâ-yı Devlet’e reis olarak atanmasıyla İstanbul’da bir sanayi mektebinin açılması tekrar devletin gündemine gelir. Sultan Ahmet yakınlarındaki Kılıçhane tamir edildikten sonra İstanbul Sanayi Mektebi Eylül 1868’de ve yaklaşık yüz talebe ile faaliyete başlamıştır.18 Dahili ve harici olmak üzere iki şubeden oluşan mektepte eğitim süresi beş yıldı. Dahili şubeye fakir ve on üç yaşından küçük Osmanlı teb’ası19 erkek çocuklar kabul edilecek ve bunlara yevmiye de ödenecekti. Harici şubeye ise otuz yaşını geçmemiş ve meslek sahibi olanlar alınacaktı.20 Kısa bir süre sonra mektep talebeleri, Avrupa’da sanayi alanında güncel bilgileri öğrenip döndüklerinde aktarabilmeleri için Fransa’ya gönderilmeye başlandı. Bunlardan ilk yirmi kişilik grup Ocak 1870’te21, onu mektep talebesi yirmi kişilik ikinci grup 1872’de22, on yedi talebelik üçüncü grup ise 1873’te Avrupa’ya gönderildiler.23 Zaman zaman ıslah edilen İstanbul Sanayi Mektebi imparatorluk sanayi eğitiminin en önemli merkezi olacaktır. İstanbul Sanayi Mektebi’nin faaliyete geçmesiyle birlikte vilayetlerdeki ıslahhaneler de sanayi mekteplerine dönüşmeye başlamıştır.24 Ancak II. Abdülhamit döneminde İstanbul Sanayi Mektebi de dahil olmak üzere tamamının etkinliklerini kaybettikleri ve ıslaha ihtiyaçları olduğu belirlenmiştir.25 Bu doğrultuda 1892’de İstanbul Sanayi Mektebi’nin ıslahına başlanmış ve Fransa’dan getirilen Servier’in tavsiye ve tespitleri sonucunda kunduracılık ve terzilik talebelerinin mezun edilmesinden sonra bu bölümler programdan çıkarılmıştır. Ardından çağın gereksinimlerine uygun bir nizamnâme hazırlanarak İstanbul Sanayi Mektebi’nde uygulamaya konmuştur.26 1911’de de vilayet sanayi mekteplerine el atılmış ve yapılan 17 Ergin, a.g.e., s.529; Önsoy, a.g.e., s. 118,119. 18 Bekir Koç,“Osmanlı Devleti’nde Islahhane ve…”, s.211; Yıldırım, a.g.e., s.43. 19 1910’da Bağdat’ta ikamet eden kimsesiz bir İngiliz çocuğun, İngiltere’nin Bağdat Sefareti’nin ricası ile vilayet sanayi mektebine kabulü şeklinde nadir örneklere de rastlanmaktadır. Bkz. Burcu Kurt, “Modernleşen Sanayiye Ayak Uydurmak: Osmanlı Irak’ında Kurulan Sanayi Mektepleri”, History Studies, Volume 5, Issue 3, May 2013, s.158. 20 Bekir Koç,“Midhat Paşa’nın Niş ve Tuna Vilayetlerindeki Yenilikçi Valiliği”, Kebikeç, S.18, Ankara 2004, s. 413. 21 Adnan Şişman, Tanzimat Döneminde Fransa’ya Gönderilen Osmanlı Öğrencileri (1839-1876), T.T.K., Ankara 2004, s.76. 22 Adnan Şişman, a.g.e., s.77 23 Yıldırım, a.g.e., s.59. 24 Mehmet Ali Yıldırım,“II. Meşrutiyet Devrinde Vilayet Sanayi Mekteplerini Yeniden Yapılandırma Girişimleri: Vilayât Sanayi Mektepleri Tertibatı”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, C.31, S.52, Ankara 2012, s.137. 25 Bayram Kodaman,“Tanzimat’tan II. Meşrutiyete Sanayi Mektepleri”, Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920), Editörler: Osman Okyar-Halil İnalcık, Ankara 1980, s.289; Yıldırım, Dersaâdet Sanayi Mektebi, s.72, 79-84. 26 Mehmet Ali Yıldırım, “II. Meşrutiyet Devrinde Vilayet…”, s.140. 70 Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi bir düzenleme ile alınacak öğrencilerden okutulacak kitaplara, ders programından bulunması gereken alet-edevâta varıncaya kadar pek çok konuya açıklık getirilerek mekteplere bir standart verilmeye çalışılmıştır.27 1- Ankara Islahhanesinden Sanayi Mektebine Niş, Sofya ve Rusçuk’taki başarılı deneyimlerin sonra, 1868’den itibaren imparatorluğun birçok yerinde ıslahhaneler açılmıştır.28 Bu doğrultuda tam açılış tarihi, binası ve diğer hususlar hakkında bilgi edinilemese de, Aralık 1904 tarihli belgeden Ankara’da “teşkîl-i vilâyetten birkaç sene sonra …”29 vilayet merkezinde bir ıslahhane açıldığı anlaşılmaktadır. 1872’de ıslahhane idare reisi ve müdüründen30 ibaret bulunan kadroya, 1873’te bir katip ve odacı eklenmiştir.31 1876’da ıslahhane artık Ankara Sanayi Mektebi olarak anılmaktadır. Arastakis Efendi’nin müdürlüğünü yaptığı Ankara Sanayi Mektebi’nde, 4’ü mürettiplik, 2’si litografi, 10’u terzilik, 10’u kunduracılık, 10’u kaliçecilik ve 5’i de debbağlık olmak üzere 41 talebe 6 farklı ustadan eğitim almaktadır.32 Ancak iki yıl sonra mektebin hem usta hem de talebe sayısı bakımından oldukça güç kaybettiği ve sadece debbağlık ile kunduracılık öğrenen 10 talebenin olduğu görülmektedir.33 2- Ankara Sanayi Mektebi’nin Yeniden Açılışı ve Mâli Durum 1878’den yüzyıl sonuna kadar mektebin faaliyette olduğuna dair bir emâreye rastlanmamıştır. Sultan II. Abdülhamid’in cülûsunun yirmi beşinci yıl dönümüne denk gelen 1900 yılı sonlarında mektep canlandırılmaya çalışılmış ve diğer vilayetlerdeki örneklerde olduğu gibi padişahın adına izafeten Hamidi Sanayi Mektebi olarak adlandırılmıştır. Bunun yanında, 1886-1893 yılları arasında Ankara valiliği yaptıktan sonra Cezâyir-i Bahr-i Sefîd valiliğine tayin edilen Abidin Paşa’nın mektebe bağışladığı köşkün devir işlemleri yapılmıştır.34 Fakat ilerde görüleceği üzere köşk mektep binası olarak kullanılmamış ve kiralık bir binada faaliyete devam edilmiştir. 1901’de inşaatına başlanan binanın sekiz yıl sonra ancak yarısı tamamlanabilmiştir.35 27 Mehmet Ali Yıldırım, “II. Meşrutiyet Devrinde Vilayet…”, s.141-167. 28 Örneğin 1868’de Bursa’da, 1869’da Halep, İşkodra, Edirne, İzmir ve Erzurum’da, 1874’te Prezrin ve Üsküp’te ıslahhaneler açılmıştı. Öztürk, a.g.m., s.432; Yakın, a.g.e., s.21; Mehmet Ali Yıldırım,“Osmanlı Vilayetlerinde Mesleki-Teknik Eğitimin Gelişimine Bakışlar: Bursa Sanayi Mektebi”, Karadeniz Araştırmaları, S.37, 2013, s.72. 29 BOA. MF.MKT. 864-28 Lef 1. 30 Osmanlı Kent Yıllıklarında Ankara-Salnâme-i Vilâyet-i Ankara, Yayına Hazırlayan Doç.Dr. Bekir Koç, Ankara Sanayi Odası, Ankara 2014, s.42. 31 Osmanlı Kent Yıllıklarında Ankara, s.77. 32 Salnâme-i Vilâyet-i Ankara Sene 1293, s.60. 33 Osmanlı Kent Yıllıklarında Ankara, s.213. 34 BOA. DH.MKT. Nr.2401-92 (11 Eylül 1900). 35 BOA. DH.MKT. Nr. 2847-100 Lef 1 (13 Mayıs 1909). 71 Özkan Keskin 1902’de kaynak yetersizliğinden hâlâ faaliyete geçilememişti. Takip eden yıllarda da vilayet idarecilerinin sıklıkla yeni gelir kalemleri bulmaya çalışmaları, söz konusu sorunun kronik hale geldiğine işaret etmektedir. Hatta dönemin Ankara Valisi Cevad Paşa’nın mektebe gereken paranın yarısının matbaa gelirlerinden, diğer yarısının da vilayetin maarif hissesinin %5’nden karşılanabileceğini ifade etmesi maddi sıkıntılara gösterilebilecek ilk örnektir.36 Fakat valinin teklifinin uygun görülmemesine37 neden olan etken, merkezden gönderilen tahsisatların amacı dışında kullanılmak istenmesi olmuştur. Çünkü ıslahhaneler örneğinde olduğu gibi sanayi mektepleri için de ilgili vilayetin olanakları kullanılıyordu.38 Nitekim vilayet matbaasının yıllık geliri olan 60.000 kuruşla birlikte talebe, alet-edevât ve personel masrafları için gereken 50.000 kuruş için Ankara dahilinde kesilen büyük ve küçük baş hayvanın her biri için alınan zebhiyye resmine zam yapılarak Ankara Sanayi Mektebine tahsisi uygun görülmüş,39 vilayet maarif hissesi dile getirilmemiştir.40 1904’te mektepte sadece marangozluk ve kunduracılık sınıfları mevcuttur. Bununla birlikte yeni ziraat alet ve edevâtı yapımının öğretim planına dahil edilmesi düşünülmektedir. Ayrıca model alınmak üzere Avrupa’dan üç adet çamaşır makinesi ithal edilmiş ve makineler gümrük vergisinden muaf tutulmuştur. Kalecik Kaymakamı ise bir mızıka takımı alınması için 40 lira bağışlamıştır. Mektep bu tarihte personel ve talebeye yeterli gelmeyen kiralık bir binada faaliyette bulunuyordu. Abidin Paşa’nın bağışladığı Cebeci civarında bulunan konak, şehre uzak olması nedeniyle kiraya verilmişti. Fakat etrafında bağları ve temiz suyu bulunan konaktan gelen kira geliri bakım masraflarını bile karşılamıyordu. Bu nedenle köşk önce müzayedeye çıkarılarak mektebe ciddi bir gelir sağlanmak istenmiştir. Müzayedede en fazla 30.000 kuruşa ulaşıldığından, vilayet son çare olarak konağı 1000 lira bedel ile piyangoya koymaya karar vermiştir.41 Aslında bu yöntemin devletçe bir tür kumar olarak kabul edilmesine 36 BOA. Y.MTV. Nr.229-54 (4 Mayıs 1902). 37 BOA. İ.HUS Nr.96-101(7 Mayıs 1902); BEO. Nr.1844-138266 (11 Mayıs 1902). 38 Bursa, İzmir ve Irak Sanayi Mekteplerinin gelirleri arasında mekteplere tahsis edilmiş mülklerin kiraları, yardımlar, tiyatro ve sinema gösterimleri hasılatı, sigara kağıdı yapımı, mülhakât belediye hasılatı, piyango ve hatta tramvay ve havagazı payları da bulunmaktaydı bkz. Yakın, a.g.e., s.63-82; Erdoğan Keleş, “II. Abdülhamid Devrinde Aydın Vilayetinde Sanat ve Meslek Okulları”, History Studies, Volume 5, Issue 2, 2013, s.217-219; Yıldırım, Bursa Sanayi Mektebi, s.76, 78; Kurt, a.g.m., s.163. 39 Buna karşılık meşrutiyetin ilanından sonra zamlı zebhiyye resmine mecliste itirazlar gelmiştir. Mebuslardan bir kısmı kendi bölgelerinden tahsil edilen vergilerle Ankara’da bir mektebin imarını adil bulmazlar. Ankara mebusları ise bu mektebin şehre mahsus olmadığını ve vilayetin tamamına hizmet edeceğini belirtirler. Tartışmalar için bkz. Meclis-i Mebusân Zabıt Ceridesi, Devre I İctima Sene I, Cilt I, 26. İn’ikad, 29 Kânûn-ı Sânî 1324, s.573-579. Meclisteki itirazlara rağmen küçük ve büyük baş hayvanların yanı sıra domuzdan alınacak zebhiyye tarifesi Mart 1914’ten geçerli olmak üzere yeniden belirlenmiştir. Bkz. Düstur II. Tertip, VI. Cilt, s.137. 40 BOA. İ.DH. Nr.1398-11 (22 Haziran 1902). 41 BOA. ŞD. Nr.1353-17 Lef 11 (13 Ocak 1904); BOA. DH.MKT. 812-76 (23 Ocak 1904). BOA. DH.MKT. Nr.820-13 (10 Şubat 1904); BOA. İ. RSM. Nr. 20-46 (19 Aralık 1904); BOA. ŞD. Nr.596-8 Lef 1(7 Temmuz 1904). 72 Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi rağmen örnekleri vardı. Mesela İzmir Sanayi Mektebi için 1886’da tertip edilen eşya piyangosu, Mart 1890’dan itibaren nakit ödemeli çekilişlere dönüştürülmüş42 1887’de ise Dersaadet Sanayi Mektebi adına bir piyango düzenlenmesine müsaade edilmişti.43 Ankara Valiliği’nin ilettiği teklif, piyangonun dinen ve kanunen yasak olması ve çalışarak kazanç elde etme esasına aykırı bulunması nedeniyle Şûrâ-yı Devlet tarafından geri çevrilmiştir. Ayrıca sanayi mekteplerinin Maarif Nezaretine bağlanması gerektiği belirtilmiştir.44 Maarif Nezareti ise sanayi mekteplerinin kendisine bağlanmasına sıcak bakmamaktadır. Çünkü sanayi mekteplerinin hepsinde bütçe açığı bulunduğu ve eğer bağlanırlarsa zaten yetersiz olan maarif tahsisatından bu mekteplere pay ayrılmak zorunda kalınacağı bilinmektedir. Bu nedenle Maarif Nezareti meseleden sıyrılmak için bazı gerekçeler geliştirir. Örneğin Ekim 1899-Mart 1904 tarihleri arasında düzenlenen piyangodan İzmir Hamidiye Sanayi Mektebi namına 5.491.000 kuruş gibi mühim bir kaynak yaratıldığını belirttikten sonra, Ankara’daki köşkün piyangoya konulmasının daha isabetli olacağını bildirir. Hatta nezaret, sanayi mekteplerinin bulunduğu vilayete araba ve hayvanlarla getirilen yüklerden makul bir vergi alınarak yeni ve devamlı bir kaynak yaratılabileceği gibi alternatif çareler dahi üretmiştir.45 Bu tartışmalar devam ederken, Ankara’daki idareciler vilayetin kuruluşundan itibaren tahsil edilip ıslahhaneye tahsis edilmiş olan hayvan tezkiresi rüsûmunun,46 ıslahhanenin kapanması ile vilayet ibtidailerinin muallim maaşı ve mektep kirası gibi giderlerine harcandığını fark ederler. Yıllık 70.000 kuruş civarında olan hayvan tezkiresi rüsûmunun yarısı vilayet merkezinde olan üçü erkek biri kız ibtidaileri masraflarına harcandığından, vilayet idare meclisi bakiyenin ıslahhanenin devamı olan sanayi mektebine aktarılmasına karar vermiştir.47 Fakat bu karar Maarif Nezareti ile Dahiliye Nezaretini karşı karşıya getirir. Maarif Nezareti’ne göre söz konusu verginin ıslahhaneye ve devamı olan sanayi mektebine tahsis edildiği iddiasının resmi bir dayanağı bulunmamaktadır. Ayrıca sanayi mektebinin gelirleri masraflarından fazladır. Bu vesile ile hayvan tezkiresi rüsûmunun harcanmasına vilayetçe müdahale edilmemesini ister.48 Dahiliye Nezareti ise, vergiden vilayet ibtidailerine yeterince pay ayrıldığı, 42 Yakın, a.g.e., s.74-78. 43 Yıldırım, Dersaâdet Sanayi Mektebi, s.74 44 BOA. ŞD. Nr.1353-17 Lef 3 (16 Şubat 1904). İzmir piyangosu örneği hatırlanınca Şûrâ-yı Devlet, hangi emir ve irâdeye istinaden piyango düzenlendiğini Aydın’dan öğrenmek ister. Vilayet, gelirleri yetersiz olan mektebin geliştirilmesinin padişahın emri olduğunu, 1899’da yapılan piyangonun biletlerinden iki seferde saraya takdim olunanların bedelinin vilayet emlak-ı hümâyûn idaresinden mektebe verilmesine irade buyrulmasının, piyangoya da izin verildiği şeklinde anlaşıldığını ifade etmiştir. BOA. ŞD. Nr.1353-17 Lef 9 (5 Mayıs 1904). 45 BOA. ŞD. Nr.1353-17 Lef 7 (8 Haziran 1904). 46 Karasığır, manda, eşek ve katır gibi hayvanların alınıp satılması sırasında ibrâzı zorunlu olan ve muhtarlar tarafından tanzim edilen hayvan tezkireleri, hırsızlığı önlemek amacıyla çıkarılmıştı. Düstur I. Tertip, I. Cilt, s.742-743. Hayvan tezkiresi rüsûmu diğer sanayi mekteplerinin de gelirleri arasında yer almaktadır. Bkz. Yıldırım, Bursa Sanayi Mektebi, s.75. 47 BOA. MF.MKT. Nr.864-28 Lef 1 (29 Aralık 1904). 48 BOA. DH.MKT. Nr.925-12 Lef 2 (5 Mayıs 1905). 73 Özkan Keskin harcanmayan kısmın canlandırılmak istenen sanayi mektebine yönlendirilmesi gerektiği düşüncesindedir. Zaten sanayi mektebinin gelişmesi yine eğitime hizmet edilmesi anlamına geleceği gibi, âtıl kalması mektebin kapanmasına neden olacaktır.49 Tartışmadan Dahiliye Nezareti galip çıksa da50 mektebin gelir problemi gündemdeki yerini daima muhafaza etmiştir. Dolayısıyla vilayetten Bâbıâlî’ye yeni kaynakları içeren tekliflerin iletildiği, reddi halinde yenilerinin hazırlandığı devamlı bir trafik gözlenmektedir. 100.000 kuruşa ulaşan inşaat borcunun baskısına ilaveten, matbaa ve hayvan tezkire rüsûmu gelirlerindeki düşüşün, vilayet sınırları içinde yer alan ve muhacir iskânına elverişli olmayan arazilerin satılıp mektebe aktarılmasıyla telafisini öngören teklif bu duruma gösterilebilecek tipik bir örnektir.51 Maliyenin hiç de sıcak olmayan tutumu karşısında, bu sefer vilayette kullanılan un çuvallarının her birinden 20 para alınması yolundaki yeni teklif hemen devreye sokulmuştur. Hatta İttihat ve Terakki’nin Ankara merkezi de işe karışarak daha önce birkaç kez dile getirilmiş olan piyango yöntemini pakete eklemiştir.52 Bu teklifin de Şûrâ-yı Devlet’ten dönmesi artık bütün ihtimalleri tüketmiştir. 53 Gelişmenin ardından mektep Adliye Nezareti tarafından vilayetteki personeli için kiralanmak istenmişse de vilayet teklifi geri çevirmiştir.54 Bu belirsiz süreç uzun bir süre devam etmiş ve savaş şartlarına rağmen 1915’te binanın kalan kısmının inşaatına başlanmıştır.55 Fakat savaş yıllarında eğitime başlandığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Hatta, Milli Mücadele döneminde Ankara’da bulunan pek çok binanın, acil ihtiyaçlar doğrultusunda kullanılmasına bir örnek olarak sanayi mektebi de Milli Müdafaa Vekaletine bağlı 500 yataklı hastaneye çevrilmiştir.56 1927’de diğer sanayi mektepleri ile birlikte Ankara Sanayi Mektebi de mâli hususlar hariç, eğitim ve iş programları, muallim ve memur kadroları, muallimlerin yeterlilikleri, ders malzemeleri gibi konularda Maarif Nezaretine bağlanmıştır.57 Bu düzenlemeden iki yıl sonra mekteplerin mâli yönetimi de Maarif Nezaretine devredilmiştir. 1931’de hazırlanan kanunla Konya, Kastamonu, İzmir, Aydın, Edirne, Diyarbakır, Bursa, İstanbul sanayi mektepleri ile birlikte Ankara Sanayi Mektebi de Mıntıka Sanat Mektebi’ne dönüştürülmüştür.58 49 BOA. MF.MKT. Nr.864-28 Lef 9 (25 Mayıs 1905); BOA. DH.MKT. Nr.925-12 Lef 3 (25 Mayıs 1905); BOA. MF.MKT. Nr.864-28 Lef 5 (29 Mayıs 1905). 50 1909 yılında mektebin durumu İstanbul’a iletilirken gelirler arasında hayvan tezkiresi rüsûmu da sayılmaktadır. BOA. DH.MKT. Nr.2847-100 Lef 1 (13 Mayıs 1909). 51 BOA. DH.MKT. Nr.2860-46 Lef 1 (14 Mayıs 1909). 52 BOA. ŞD. Nr.1363-7 Lef 1 (24 Nisan 1910). 53 BOA. DH.MUİ. Nr.90-49- Lef 7 (24 Mayıs 1910). 54 BOA. DH.MUİ. Nr. 90-49 Lef 4 (4 Haziran 1910). 55 BOA. DH.UMVM. Nr.78-13. 56 Ahmet Özdemir, “Millî Mücadelede Üserâ Taburları”, Atatürk Yolu, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Dergisi, S. 5, Mayıs 1990, s.147. 57 Resmi Ceride No:1052 (26 Mayıs 1927); Yıldırım, Bursa Sanayi Mektebi, s.80. 58 Resmi Gazete Kanun No:1867, Kabul Tarihi:22.7.1931; Yıldırım, “Bursa Sanayi Mektebi”, s.80. 74 Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi Ankara Sanayi Mektebi, bugün Ulus Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi adıyla ve Osmanlı Devleti zamanında belirlenen amacına uygun olarak mesleki eğitim alanında hizmet vermektedir. 3- Mektep Mevcudu ve Talebe Kabulü 1907’de mektebin biraz canlandığı, hem yeni meslek branşlarının eklendiği, hem de temel eğitim veren muallim kadrosunun arttığı görülmektedir. Bu gelişmenin, mektep nazırlığını Ankara Valisi’nin yürütmesinden kaynaklandığı söylenebilir. Çünkü taşrada bulunan bu tür mekteplerin gelişimi ile idarecilerinin ilgileri arasında bir bağ olduğu bilinmektedir. Söz konusu tarihlerde Ankara Sanayi Mektebi’nde mürettiblik, marangozluk, nessaclık, kunduracılık ve arabacılık gibi mesleki derslerin yanında İslam Tarihi, cebir, hendese, hesap, Osmanlı coğrafyası, ahlak, defter tutma usulü, Kur’an-ı Kerim, Arapça, Farsça ve Fransızca öğretilmektedir. Bu tarihte mektepte 100 talebe bulunmaktadır.59 Ancak talebe sayısının genelde 40-50 civarında olduğu görülmektedir. Örneğin 1902 ve 1909’da 40, 1915’te ise 15’i İstanbul’dan gönderilen 35’i vilayet dahilinden gelen toplam 50 talebe kayıtlıdır.60 Ortalama 200 civarında talebesi bulunan Bursa61 ve 1896 sonrası 250 mevcudu olan İzmir ile kıyaslandığında, Ankara Sanayi Mektebinin talebe sayısının oldukça az olduğu söylenebilir. Benzer bir durum sanat dalları çeşitliliği, muallim ve görevli sayısında da geçerlidir. Örneğin İzmir Sanayi Mektebi’nde yıllara göre değişiklik göstermekle birlikte yirminin üzerinde branş ile aşçı, imam, hizmetçi, berber, kilerci, ambarcı, kapıcı, tahsildar depo memuru, cerrah ve doktor gibi kalabalık bir yardımcı personel kadrosu bulunuyordu.62 Ankara Sanayi Mektebi’ne diğer sanayi mekteplerinde olduğu gibi çoğu vilayet dahilinden kimsesiz çocuklar alınıyordu. 1913 sonrasında bunlara özellikle sınırda veya Osmanlı hakimiyetinden çıkmış bölgelerden gelen anne ve babası olmayan çocuklar eklenmiştir. İstanbul’dan ismi iletilen talebenin kabul edilmesi ricasına öbür vilayet sanayi mektepleri de muhâtab olmuş ve şartları müsait olan bulunana kadar arayış devam etmiştir. Aslında ayakta kalma mücadelesi veren mekteplerin kapasiteleri bu sebeple daha da zorlanmıştır. Ankara Vilayeti gönderilen talebeyi kabul etse de içinde bulunduğu şartları belirttikten sonra yeni talebe gönderilmemesini nazik bir şekilde dile getirmiştir. Nitekim 1913’te Manastır Sanayi Mektebi dördüncü sınıf talebesi iken şehrin düşmesi üzerine ordu ile İstanbul’a gelen Ömer bin Hasan, Dersaadet Sanayi Mektebine kaydedilmek istenmiştir. Ancak burada yer olmadığından Bursa veya Ankara sanayi mekteplerinden birine alınması Sanayi Müdüriyeti ta- 59 Osmanlı Kent Yıllıklarında Ankara, s.760. 60 BOA. İ.DH. Nr.1398-11 (22 Haziran 1902); BOA. DH.MKT. Nr.2847-100 Lef 1 (13 Mayıs 1909); BOA. DH.UMVM. Nr.78-15 Lef 1 (27 Eylül 1915); BOA. DH.UMVM. Nr.17-1 Lef 1 (30 Aralık 1915). 61 Yıldırım, “Bursa Sanayi Mektebi”, s.78. 62 Keleş, a.g.m., s.208, 209, 217. 75 Özkan Keskin rafından talep edilmiştir.63 Aynı tarihte Edirne Sanayi Mektebi talebelerinden on üç yaşındaki Kırklarelili Ahmed bin Hüseyin ile Raşid Ankara Sanayi Mektebine kabul edilmiştir. Ancak vilayet yönetimi inşaatı tamamlanamayan binanın bir kısmında hizmet verildiğini ve mektebin fiziki şartlarının talebeye kafi gelmediğini belirterek yeni talebe gönderilmemesini rica etmiştir.64 Ekim 1914’te ise Beşiktaş Mülkiye Rüştiyesi ile İzmit Feyz-i Hürriyet Mektebi talebeleri Nihad ile Osman Nail Efendilerin fakir bir halde bulunmaları nedeniyle kabulleri istenmiştir. Ancak öğretim kadrosu silah altında bulunduğundan ve mektebin açılış tarihi belli olmadığından dolayı talebelerin kabulleri eğitime başlanacağı tarihe kadar ertelenmiştir.65 Sonuç XIX. yüzyıl öncesine oranla ekonomik kaynaklar üzerinde devletin kontrolünü artırmayı başaran Tanzimat yönetimi, ülkeyi kalkındırmak ve üretimde dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla bir dizi sanayi tesisinin temellerini atmıştır. Tesislerin kurulması ile teknik personel eksikliği de gün yüzüne çıkmıştır. Bu amaçla 1848’de Zeytinburnu’nda kurulan ilk sanayi mektebi faaliyette bulunma fırsatı yakalayamadan kapatılmıştır. Midhat Paşa’nın Niş Valiliği’ne atanmasıyla konuya ıslahhane penceresinden yaklaşma imkanı doğmuştur. Proje ile temel olarak göç ve savaşlar nedeniyle kimsesiz çocukların devlet himayesi altında ve teknik bilgiler ile donatılarak meslek sahibi yapılmaları hedeflenmiştir. Ayrıca üretim sektörünün ihtiyacı olan nitelikli personel yetiştirilmesine de hizmet edilmiştir. Bu kapsamda vilayetin teşkilinden birkaç yıl sonra kurulan Ankara Islahhanesi, 1876 yılından itibaren Ankara Sanayi Mektebi adıyla hizmet vermiştir. Bu yıllarda mektebin kadrosu iki usta ve on talebeden oluşmaktadır. 1878’den yüzyıl sonuna kadar faaliyette olduğuna dair bir emareye rastlanamayan mektep, Sultan II. Abdülhamid’in cülûsunun yirmi beşinci yıl dönümü münasebetiyle daha etkin bir hale getirilmeye çalışılmıştır. Sâbık Vali Abidin Paşa’nın mektebe bir konak bağışlaması gibi teşvik edici bir hadiseye rağmen, mektep tüm faaliyet dönemi boyunca, diğer vilayet sanayi mektepleri gibi, ciddi kaynak sıkıntısı çekmiştir. Bu durumun temel nedeni, sanayi mekteplerinin harcamalarının vilayet olanaklarından karşılanması ve merkezi bütçeden pay ayrılmamasıdır. Dolayısıyla Ankara Vilayeti yetkilileri vilayet matbaası gelirlerinden, görev sahaları içerisinde tahsil edilen bazı vergi ve harçlardan mektebe kaynak yaratmaya çalışmışlardır. Mektepte, 1907’de bir canlanma olsa da bu durum kısa süreli olmuş ve talebe mevcudu 100’den, diğer yıllardaki ortalama olan 40-50’ye gerilemiştir. Ankara Sanayi Mektebi talebe mevcudu, meslek eğitimi verilen branşlar, gelir kalemleri ve miktarı dikkate alındığında taşradaki diğer sanayi mekteplerinin gerisindedir. Örneğin Bursa’da ortalama 200 talebe eğitim alırken, bu sayı İzmir’de 1896 sonrasında 250 ve daha üzerinde sey- 63 BOA. DH.İD. Nr.26-33 Lef 1 (14 Haziran 1913). 64 BOA. DH.İD. Nr.26-34 Lef 3 (23 Haziran 1913). 65 BOA. DH.İD. Nr.190- 63 (3 Kasım 1914). 76 Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi retmiştir. Gelir kalemleri açısından bakıldığında da benzer bir tablo vardır. Zebhiyye ve hayvan tezkire rüsûmu ile vilayet matbaasından gelen hisseye karşılık, İzmir Sanayi Mektebi’ne on farklı kalemden kaynak geldiği görülmektedir. Kronik hale gelen mâli sıkıntılara, 1913 sonrası savaş ortamının yarattığı etkenlerde eklenince, mektep adeta öksüz çocukların sığındığı bir yetimhaneye dönüşmüştür. Ankara Sanayi Mektebi, Milli Mücadele yıllarında ise Milli Müdafaa Vekâleti’ne bağlı olarak 500 yataklı hastane olarak hizmet vermiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra aslî vazifesine dönen mektep 1931’de diğer sanayi mektepleri ile birlikte Mıntıka Sanat Mektebine çevrilmiştir. Ankara Sanayi Mektebi bugün tarihî binasında Ulus Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi adı ile faaliyetlerine devam etmektedir. 77 Özkan Keskin Kaynakça A-Arşiv Belgeleri ve Diğer Basılı Eserler Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) Bâbıâli Evrak Odası (BEO) Nr.1844-138266. Dahiliye Nezareti İdare Kısmı (DH.İD.) Nr.26-33, 26-34, 190- 63. Dahiliye Nezareti Mektubi Kalemi (DH.MKT.) Nr. 812-76, 820-13, 925-12, 2401-92, 2847-100, 2860-46. Dahiliye Nezareti Muhaberât-ı Umumiye İdaresi (DH.MUİ.) Nr.90-49. Dahiliye Nezareti Umûr-ı Mahalliyye ve Vilayât Müdürlüğü (DH.UMVM.) Nr.78-13, 78-15, 17-1. İrade Dahiliye (İ.DH.) Nr.1398-11. İrade Hususi (İ.HUS.) Nr.96-101. İrade Rüsûmât (İ.RSM.) Nr.20-46. Maarif Nezareti Mektubi Kalemi (MF.MKT.) Nr. 864-28. Şûrâ-yı Devlet (ŞD.) Nr. 596-8, 1353-17, 1363-7. Yıldız Mütenevvi Maruzat (Y.MTV.) Nr.229-54. Düstur I. Tertip, I. Cilt; I.Tertip II. Cilt; II. Tertip, VI. Cilt. Meclis-i Mebusân Zabıt Ceridesi, Devre I İctima Sene I, Cilt I, 26. İn’ikad, 29 Kânûn-ı Sânî 1324. Salnâme-i Vilâyet-i Ankara Sene 1293. Resmi Ceride No:1052 (26 Mayıs 1927). Resmi Gazete Kanun No:1867. B- Kitap ve Makaleler Ergin, Osman, Türkiye Maarif Tarihi, C.2, İstanbul 1940. Güran, Tevfik, “Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları”, 150. Yılında Tanzimat, Yayına Hazırlayan Hakkı Dursun Yıldız, T.T.K., Ankara 1992. Keleş, Erdoğan, “II. Abdülhamid Devrinde Aydın Vilayetinde Sanat ve Meslek Okulları”, History Studies, Volume 5, Issue 2, 2013. Koç, Bekir, “Islahhanelerin Finans Olanakları ve İç İşleyişleri”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM), S.20, Ankara 2006. Koç, Bekir, “Midhat Paşa’nın Niş ve Tuna Vilayetlerindeki Yenilikçi Valiliği”, Kebikeç, S.18, Ankara 2004. Koç, Bekir, “Osmanlı Devleti’nde Islahhane ve Sanayi Mekteplerinin Kuruluş Sürecine Dair Bazı Gözlemler”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C.7, S.2, Ankara 2010. Koç, Bekir, “Osmanlı Islahhanelerinin İşlevlerine İlişkin Bazı Görüşler”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 6/2, Gaziantep 2007. Kodaman, Bayram, “Tanzimat’tan II. Meşrutiyete Sanayi Mektepleri”, Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920), Editörler: Osman Okyar-Halil İnalcık, Ankara 1980. Kurt, Burcu, “Modernleşen Sanayiye Ayak Uydurmak: Osmanlı Irak’ında Kurulan Sanayi Mektepleri”, History Studies, Volume 5, Issue 3, May 2013. Kütükoğlu, Mübahat S., Balta Limanı’na Giden Yol Osmanlı-İngiliz İktisâdî Münasebetleri (1580-1850), T.T.K., Ankara 2013. Osmanlı Kent Yıllıklarında Ankara-Salnâme-i Vilâyet-i Ankara, Yayına Hazırlayan Doç.Dr. Bekir Koç, Ankara Sanayi Odası, Ankara 2014. 78 Bozkırda Teknik Eğitim Teşebbüsü: Ankara Sanayi Mektebi Önsoy, Rifat, Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii ve Sanayileşme Politikası, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1988. Özdemir, Ahmet, “Millî Mücadelede Üserâ Taburları”, Atatürk Yolu, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Dergisi, S. 5, Mayıs 1990. Öztürk, Cemil, “Türkiye’de Meslekî ve Teknik Eğitimin Doğuşu I: Islahhâneler”, Prof.Dr. Hakkı Dursun Yıldız Armağanı, T.T.K., Ankara 1995. Sarc, Ömer Celal, “Tanzimat ve Sanayiimiz”, Tanzimat I, M.E.B., İstanbul 1940. Seyitdanlıoğlu, Mehmet, “Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii (1839-1876)”, Tanzimat-Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Editörler:Halil İnalcık-Mehmet Seyitdanlıoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2014. Şentürk, Hüdai, Osmanlı Devleti’nde Bulgar Meselesi (1850-1875), T.T.K., Ankara 1992. Şişman, Adnan, Tanzimat Döneminde Fransa’ya Gönderilen Osmanlı Öğrencileri (1839-1876), T.T.K., Ankara 2004. Şişman, Ayşin, “Osmanlı Devleti’nde Batılı Anlamda Mesleki ve Teknik Eğitimin Doğuşu”, Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1-1, 2008. Unat, Faik Reşit, Türk Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihî Bir Bakış, M.E.B., Ankara 1964. Urquhart, David, Turkey and Its Resources: Municipal Organization and Free Trade, London 1833. Yakın, Gülnaz Koyuncu, İzmir Sanayi Mektebi (1868-1923), İzmir 1997. Yıldırım, Mehmet Ali, “II. Meşrutiyet Devrinde Vilayet Sanayi Mekteplerini Yeniden Yapılandırma Girişimleri: Vilayât Sanayi Mektepleri Tertibatı”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, C.31, S.52, Ankara 2012. Yıldırım, Mehmet Ali, Dersaâdet Sanayi Mektebi, Kitabevi, İstanbul 2013. Yıldırım, Mehmet Ali,“Osmanlı Vilayetlerinde Mesleki-Teknik Eğitimin Gelişimine Bakışlar:Bursa Sanayi Mektebi”, Karadeniz Araştırmaları, S.37, 2013. Yücekök, Ahmet, “Emperyalizm Yörüngesinde Osmanlı İmparatorluğu 1838 Ticaret Sözleşmeleri”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C.23, S.1, Ankara 1968. 79 ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI Yıl 14 Bahar 2016 Sayı 20 ss. 81-114 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği)* Naim ÜRKMEZ** Selahattin TOZLU*** Özet Osmanlı Devleti, Tanzimat Fermanı ile başlayan süreçte her alanda olduğu gibi eğitim-öğretim alanında da bir takım düzenlemeler yaparak yeniden yapılanma yoluna girmiştir. Geleneksel eğitim kurumlarından modern eğitim kurumlarına geçildiği ama aynı zamanda geleneksel eğitim kurumlarının da varlığını sürdürdüğü bu dönemde, bu değişim ve ikilemin 1850-1923 yılları arasında taşraya yansımalarının nasıl olduğu, Trabzon vilayetine tâbi Gümüşhane sancağı üzerinden ortaya konmaya çalışılmıştır. Küçük bir Anadolu kasabası olan Gümüşhane’deki Müslüman ve gayrimüslim okulları, öğretmenler, öğrenci sayısı, okutulan derslerden yola çıkılarak eğitim-öğretimin yapısı, Cumhuriyet’e yansımaları ve intikali hakkında bilgi verilmiştir. Bunun yanında günümüze tecrübe olması bakımından eğitim-öğretim alanında yaşanan zorluk ve sıkıntılar da ifade edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Gümüşhane, Torul, Kelkit, Şiran, Osmanlı Devleti, eğitim. * Bu çalışma 14-16 Haziran 2012 tarihleri arasında Trabzon’da tertip edilmiş olan 2. Uluslararası Tarih Eğitimi Sempozyumunda sunulmuş sözlü bildirinin gözden geçirilip yeni belgeler eklenerek genişletilmiş halidir. ** Yrd. Doç. Dr, Erzurum Teknik Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, e-posta: naimurkmez@ erzurum.edu.tr ***Yrd. Doç. Dr, Atatürk Üniversitesi, Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi, Tarih Bölümü, e-posta: stozlu69@gmail.com 81 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu The Educational Institutions in Ottoman Countryside During the Modernization Era (The Sample of Gümüşhane) Abstract Beginning with the Tanzimat reform era, the Ottoman Empire took the path on restructuring by making a number of regulations in every area such as in the field of education. In this period, although a transition was made from traditional to modern educational institutions, traditional educational institutions retained their presence. How the implications of this change and the dilemma of the countryside came about from 1850 to 1923 has been brought up with the subject of Trabzon vilayet’s Gümüşhane sanjak. By means of Muslim and non-Muslim schools, teachers, the number of students and classes taught in Gümüşhane, a small Anatolian town, information has been given about the structure of education, its reflections on the Republic, and its transition to the Republican era. In addition, to assist us with the present day, difficulties related to education have been expressed. Keywords: Gümüşhane, Torul, Kelkit, Şiran, Ottoman Empire, education. 82 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) Giriş Gümüşhane, Doğu Karadeniz bölgesinin küçük bir şehridir. Klasik Osmanlı zamanlarından yakın tarihlere kadar bahçeleri ve meyveleriyle ünlü olan bu şehir; bugün o veçhesine veda ettirilmiş, bahçe ve meyveleri de tükenince, geri bırakılmışlıktan başka meşhur hiçbir şeyi kalmamıştır. Bu çalışmada, Osmanlı taşrasında bulunan Gümüşhane’nin, Tanzimat sonrasındaki eğitim müesseseleri ve burada göreve yapan muallimlerin durumu hakkında bilgi verilecektir. Çalışma, modern eğitim kurumlarının taşraya yayılmaya başladığı Tanzimat dönemi ile Cumhuriyet’in ilk yıllarını kapsamaktadır. İncelemede Gümüşhane’deki eğitim kurumlarının açılış serüveni, bunların tamir ve tadili, öğretmenlerin durumu, ahalinin eğitime bakışı incelenerek Osmanlı Devleti’nin taşradaki eğitim politikası irdelenecektir. Cumhuriyete devredilen miras ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Gümüşhane’nin eğitim durumuna kısaca değinilerek bölge eğitiminin temelinde yatan meseleler ortaya konmaya çalışılacaktır. Eğitim-öğretim müessesesi deyince, Osmanlı memleketleri için ilk akla gelen cami ve medreselerdir. Zira, Osmanlılarda bilhassa din adamlarının toplum üzerinde epeyce tesiri vardı. Bu bakımdan eğitim işlerini de önemli nispette onlar üstlenmişti. Kaldı ki modern okullar bir yana, medrese benzeri mekânların bile kıt olduğu devirlerde, böylesi insanlar birer fırsat sayılırdı. Diğer taraftan, Osmanlı toplum yapısında hemen her kurum ve kuruluşun belli bir yeri bulunmaktaydı. Bu müesseseler, yerleri başkalarıyla doldurulamayacak derecede toplumca kabul edilmiştir. Bunun en önemli misalini, camiler teşkil eder. Halk, çocuklarını muhakkak camilerde görev yapan imam ve hatiplere yollar, ilk eğitimi onlardan aldırırlardı. Meseleye resmî olmayan açıdan bakılırsa, Gümüşhane’deki okulların da her yerdeki gibi cami ve mescitler olduğu rahatlıkla anlaşılır. O halde, hemen her kasaba ve köyde bulunan camiler, bu bakımdan birer eğitim ve öğretim yuvasıdır. Camileri tamamlayan ve onlardan daha disiplinli birer eğitim öğretim kurumu olan medreseler ise, Gümüşhane’de azdır. Ancak, bu bakımdan camiler medreselerin yerini tutmaktadır. Zaten medrese gibi kurumlar, genellikle ya camiler yahut da camilerin yanında teşkil edilerek medrese adı verilen yerlerdi. Buradan anlaşılacağı üzere cami adı taşıyan Gümüşhane mahalleleri, aynı zamanda birer eğitim ve öğretim kurumuydu. O halde ilkin Gümüşhane’de cami adı taşıyan mahallelerin tespiti gerekmektedir. Fakat Gümüşhane’nin mahallelerinin tespitinden evvel, kasabanın yayıldığı saha belirlenmelidir. Çünkü, Gümüşhane ile ilgili bazı yayınlarda, şehrin zamanla yer değiştirdiği ileri sürülmektedir. Oysa, Gümüşhane şehri yer değiştirmemiş, aksine sadece genişlemişti. Şöyle ki; şehrin ana kütlesi bugün Eskişehir (Süleymaniye) denilen yerdeyken, zamanla bahçelerde yeni mahalleler oluşturulmuştu. Bu da, en azından 18. yüzyıl sonları itibarıyla gerçekleşmiş görünmektedir. Ancak şehrin eski mahalleleri yine olduğu yerde kalmıştı. Anlaşılacağı üzere, Gümüşhane şehri yer değiştirmemiş- 83 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu tir. Sadece bahçelerde yeni yerleşme alanları açılmış; bundan dolayı ahali de “şehirli” ve “bahçeli” diye iki kısma ayrılmıştı.1 Gümüşhane’nin böyle iki parça olması, mahallelerin de şehir ve bahçeler diye ayrılmasını gerektirmektedir. Ancak, bu çalışmada sadece mahallelerin tespiti yapılacaktır. 1837 yılında Gümüşhane’nin mahalleleri şunlardı: Cami-i Kebir, Cami-i Sagir, Cami-i Cedid, Çarşı, Hızırilyas, Meryemana, Ayana, Ayatodor, İstavroz, Cami-i Burhan (Burhaneddin), Cami-i Rüstem, Cami-i Sadullah, Cami-i Sorda, Cami-i Emirler ve Cami-i Gözaçan Mahalleleri.2 Bu mahallelerden cami adı taşıyanların aynı zamanda birer eğitim öğretim kurumu barındırdığı ve bunların da camiler olduğu şüphesizdir. Nitekim, Gümüşhane asıllı meşhur mutasavvıf Ahmet Ziyaeddin, Emirler Mahallesi’nde doğmuş, çocukluğunu burada geçirmiş ve ilk eğitimini de buradaki medresede almıştı. Çünkü, Emirler Camisi’nin bitişiğinde Emirler Medresesi bulunmaktaydı. Aynı şekilde, Daltaban semtindeki caminin yanında aynı adlı bir de medrese vardı. Bu hâl 19. yüzyıl ortalarında da aynıydı. Fakat, bazı mahalleler zaman içinde diğerleriyle birleşmiş ve adı unutulmuştu. Nitekim, 1876 ve 1877 yıllarında Gümüşhane mahalleleri, yukarıda adları sayılanlar kadar değildir. Ancak, mevcut camilerde bir azalma olmadığı şüphesizdir. 1) Klasik Dönem Eğitim Kurumları a) Gümüşhane Medreseleri Osmanlı Devleti’nde yüksek öğrenim kurumu olarak hizmet veren medreseler, yukarıda görüldüğü üzere Gümüşhane’de de faaliyet göstermekteydi. 1875 yılı itibarıyla Gümüşhane dahilindeki medrese, müderris ve talebe adedi de şöyleydi:3 Tablo 1: 1875 Yılında Gümüşhane’de Bulunan Medrese, Müderris ve Talebe Adedi. Kaza/Nahiye Gümüşhane Kazası Yağmurdere Nahiyesi Kovans Nahiyesi Torul Kazası Kürtün Nahiyesi Kelkit-Şiran Kazası Toplam Medrese Müderris Talebe 7 6 48 1 1 25 1 3 10 5 6 20 1 1 - 79 23 - 94 40 103 1 Bu olgu ve Gümüşhane’deki şehirli-bahçeli ayrımı için bk. Selahattin Tozlu, XIX. Yüzyılda Gümüşhane, Akademik Araştırmalar,Erzurum 1998, s. 62-72. Gümüşhane’deki şehirli-bahçeli ayırımı ve çekişmesine benzer bir olgu olarak “şehirli” ve “köylü” çekişmesi Bayburt’ta da vardır. 2Tozlu, XIX. Yüzyılda Gümüşhane, s. 64-67. 3 Salname-i Vilayet-i Trabzon, 1292, Defa 7, s. 76-77. 84 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) Eğitim öğretim hususunda etkin rolü olan cami, mescit ve buralarda vazife yapan imam ve hatiplerle, tekkeler de eğitim öğretim çalışmalarını aydınlatma bakımından önem arz etmektedir. 1875 yılında bu görevlilerle bunların görev yerleri şöyleydi: Tablo 2: 1875 yılında Gümüşhane’de Bulunan Cami, Mescit, Tekke ve Bunların Görevlileri. Cami Mescit İmam Hatip Tekke Gümüşhane Kazası 26 6 34 23 - Yağmurdere Kazası 9 1 14 7 - Kovans Nahiyesi 13 3 16 11 - Torul Kazası 42 1 29 36 1 Kürtün Nahiyesi - 1 13 18 - Kelkit-Şiran Kazası - 22 109 42 6 90 34 215 137 7 Kaza/Nahiye Toplam 1887/1888 yıllarında Gümüşhane’deki medreseler, bunların bulunduklarımahalle ve köyler ile müderrisleri sayıları şöyleydi:4 Süleymaniye Medresesi: Gümüşhane sancağı merkezindeki Çarşı Mahallesi’nde olup 5 müderrisi vardır.5Medrese 1902 yılında dahi 15 öğrenci ile faaliyetini sürdürmekteydi.6 Halil Efendi Medresesi: Cami-i Sagir Mahallesi’nde olan medresenin2 müderrisi vardı. Sadullah Efendi Medresesi: Daltabanlı Mahallesi’nde bulunan bu medresenin, 8 müderrisi bulunmaktaydı. Hacı Kandaz Medresesi: Duymadık köyündeydi. Hacı Mustafa Efendi Medresesi: Cebe köyündeydi. Ahmet Efendi Medresesi: Kovans nahiyesinin Edişe köyündeydi. Mehmet Efendi Medresesi: Torul kazasının Zigana köyünde faaliyetlerini sürdürmekteydi. Osman Efendi Medresesi: Torul’un Fidikâr köyündeydi. Ali Efendi Medresesi: Torul kazasının Kürtün nahiyesine bağlı Yukarı Uluköy’de bulunmaktaydı. Torul’un Manastırbükü köyündeki bir medrese bulunmaktaydı. Ömer Efendi Medresesi: Torul kazasına bağlı Araköy’deydi. 4 5 Salname-i Vilayet-i Trabzon,1305, Defa 13, s. 130. Salname-i Vilayet-i Trabzon,1305, Defa 13, s. 130. 6 Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1319, 4. Sene, s. 715, 718-719, 766-767. 85 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu İsmail Efendi Medresesi: Torul’un Tilkicik köyündeydi. İsmail Efendi Medresesi: Torul kazasının Beytarla köyündeydi. Buraya kadar verilen bilgiler resmîdir ve istatistiklerde yer alan imam-hatip ve müderrisler, devlet tarafından tanınmış vazifelilerdir. Bir de köylerdeki cami ve mescitlerde görev yaptığı halde, resmî hüviyeti olmayan kişiler bulunmaktadır. Dolayısıyla, kayda geçmemiş olmakla birlikte, köylerdeki gayri resmî imam hatipler de çocuklara eğitim vermekte ve belki de asıl işi bunlar yapmaktadır. Diğer taraftan, Gümüşhane’deki medrese sayısı da yukarıdaki kadar olmamalıdır. Nitekim, Emirler Medresesi, resmî kayıtlarda geçmeyen bir eğitim kurumudur ve bunun gibi başka müesseseler de vardır. Bu müesseselerin resmiyete geçirilmemiş olması, bunların şehirde bulunmadığı anlamına gelmez. b) Gümüşhane Sıbyan Mektepleri II. Mahmud zamanında eğitim öğretime yeni bir anlayışla bakılmış ve bilhassa çocukların cinsiyet ayrımı yapılmadan okutulması kararı alınmıştı. Bu da sıbyan mektebi adı verilen okullarda yapılacaktı. Dolayısıyla hemen her yerde sıbyan mektepleri uygulamasına başlandı. İmparatorluğun bazı yerlerinde özel olarak sıbyan mektepleri inşa edilirken, çoğu yerde bu işlevi camiler üstlenmişti. Buralarda çocuklara okuma yazmanın yanı sıra, ilmihal (dini bilgiler) bilgileri de öğretilmekteydi.7 Hangi tarihte yapıldığı kesin olarak bilinmese de, Gümüşhane’de Tanzimat yıllarında camilerden ayrı olarak, en azından bir sıbyan mektebi binası bulunmaktaydı. Fakat, bu okul zamanla yıkılmıştı. Madencilikle geçinen halk, madenlerin önemli bir kısmının 1848 yılında tatil edilmesiyle çalışma sahası epeyce daralmış, geçimleri sadece elma ve armut ticaretine bağlı kaldığından fakirlik ve zarurete düşmüşlerdi. Dolayısıyla çocukların okutulması meselesinde ellerinden bir şey gelmiyordu. Askerî teftiş göreviyle 1863 yılında Gümüşhane’ye gelen Mirliva Safvet Paşa, mahalli idarecileri toplayarak kasabanın bu halden hemen kurtarılması için tedbir alınması gerektiğini anlatmış ve durumuayrıca MaarifNezareti’ne bildirmişti. Paşa, kasabada derhal bir sıbyan mektebi yapılması kanaatindeydi. Gümüşhaneli âlim ve hattat Şeyh Hacı Edhem Efendi, okula tayin edilmeli ve okulun diğer görevlileri de işe başlatılarak Müslüman ahalinin çocukları okutulmalıydı. Paşa, ayrıca mektebin keşfini yaptırarak defterini de hazırlatmıştı. Keşif defterine göre, 150 öğrenci alacak büyüklükteki okulun inşası için 13.736 kuruş lazımdı. Bunun 6.000 kuruşu Gümüşhane Sancağı Mal Sandığından, kalanı da memurlar ile şehirdeki ileri gelenler ve esnaf tarafından karşılanacaktı.8 7 BA, HAT, 298-17685-B, Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı Eğitiminde Modernleşme, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, İstanbul 2014, s. 22-23. 8 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), İrade Dahiliye (İ. DH), 517/35188, Safvet Paşa’nın Eylül 1863 (Eylül 1279) tarihli yazısı; BOA, A. MKT. MHM, 284/29. 86 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) Safvet Paşa’nın teşebbüs ve teşviki sonucu toplanan Gümüşhane Sancak Meclisi, daha evvel inşasına karar verilip temeli atıldığı halde, olduğu gibi bırakılan mektebin hemen yapılması için bir mazbata hazırladı. Paşa’nın tekliflerini aynen sadrazama ileten meclis üyeleri, okulun keşif defteriyle planını9 da yollamışlardı.10 Meselenin İstanbul’daki ilk müzakeresi Maarif Meclisinde yapılmış ve alınan kararlar aynen kabul edilmişti. Fakat, okulun bir an evvel inşa edilerek hizmete açılması dışında mühim bir ayrıntı daha vardı: Bu mektebe maarif kütüphanesinden Elifba, Dürr-i Yekta, İlmihal, Ahlak Risalesi, Tecvit vs. kitap ve risalelerin yollanması da kararlaştırılmıştı. Çünkü, Gümüşhane Sancağında çok ciddi “dini sorunlar” vardı. Maarif Meclisi’nin bu kararı bakanlık, sadrazamlık ve padişah tarafından da uygun bulunarak gerekli emirler yazıldı. Netice itibarıylaKasım 1863’te Hacı Edhem Efendi, 150 kuruş aylıkla hoca, münasip birinin de 50 kuruş aylıkla halife atanması padişah tarafından onandı.11 Bu çalışmalar sonrasında 1869 yılında, Gümüşhane sancağındaki sıbyan mektepleriyle bunların öğrenci sayıları aşağıdaki gibiydi.12 Tablo 3: Gümüşhane Sancağındaki Sıbyan Mektebi ile Öğrenci Sayıları (1869). İslam Mektebi Talebe Rum Mektebi Talebe Ermeni Mektebi Talebe 37 679 10 309 1 125 Yağmurderenh. 5 126 - - - - Kovansnh. 17 454 3 33 1 40 Torul kazası 29 503 25 790 2 15 Kürtün nahiyesi 18 144 3 41 - - Kelkit-Şiran kazası 58 1.516 17 103 1 20 Toplam 164 3.422 58 1.276 5 200 Kaza/Nahiye Gümüşhane kz. 9 Mektebin planı için bakınız Ek 1. 10 BOA, İ. DH, 517/35188, Gümüşhane Mutasarrıfı Ahmet Bahaeddin’in reisliğinde toplanan sancak meclisinin 28 Eylül 1863 (14 Rebiyülahir 1280/16 Eylül 1279) tarihli mazbatası. 11 Keşif defterinde güzel bir planı da bulunan mektep için toplam 13.736 kuruş harcanacaktı. Maarif Nazırı’nın Ekim 1863, sadrazam ve padişahın Kasım 1863 tarihli emirleri için bk. BOA, İ. DH, 51735188; 1858 yılı Gümüşhane’sinde bir okka ekmek 1,5 (60 para), bir okka et ise 2,5 kuruş (100 para) idi. 1 okkanın ortalama olarak 1.250 gram olduğu düşünülürse 150 kuruş alan bir muallim maaşıyla yaklaşık olarak 400 ekmek veya 70 kg et alabilmekteydi. Ekmek fiyatı açısından düşünülürse muallimlerin maaşı oldukça yetersizdi. Rayiç fiyat için, BOA, İ. MVL, 409/17768. 12 Salname-i Vilayet-i Trabzon, 1286,Defa 1, s. 76-77. 87 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu Bu istatistiklerden de anlaşılacağı üzere, Gümüşhane’de eğitimle ilgili çalışmalar ve buna ait mekânlar iyiye gitmektedir. Ancak, bu mukayese sancağın kendi içinde yapıldığı zaman böyledir. 1890 yılındaki kayıtlarda Gümüşhane sancak merkezinde iki sıbyan mektebi görünmekteydi. Oysa durum hiç de öyle değildi. Bu hata Gümüşhane’de bulunan iki muallimin, iki okul olarak addedilmesinden kaynaklanmaktaydı. Bu muallimlerden Edhem Efendi’ye 92, Bekir Efendi’ye ise 52 kuruş maaş verilmekteydi.13Anlaşılacağı üzere 1853 yılında 150 kuruş maaşla tayin edilen Edhem Efendi’nin zaman içerisinde maaşı %38 civarında değer kaybetmiş, aynı yıl 50 kuruş maaşla tayin edilen diğer muallimin maaşı ise kısmı bir değer kazanmıştı. 2) Modern Dönem Eğitim Kurumları Trabzon vilayetine bağlı olan Gümüşhane sancağı, Gümüşhane, Torul, Kelkit ve Şiran kazaları olmak üzere toplam 4 kazadan oluşmaktaydı. Bu kazalardaki eğitim faaliyetleriyle ilgili Başbakanlık Osmanlı Arşivinde yazışmalar bulunmasına rağmen, Gümüşhane’nin Kovans ve Yağmurdere ile Torul’un Kürtün nahiyelerine ait belgelere tesadüf edilememiştir. Bu sebeple bahsedilen dört kaza merkezi ile ilgili izahat yapılacağı halde bu nahiyelere dair ayrıntılı bilgi verilememiştir. a) Gümüşhane İptidai Mektepleri Gümüşhane’de bulunan sıbyan mektebi zaman içerisinde modern usullerle eğitim veren iptidai mektebine tahvil edilmiştir. Maarif Nizamnamesine göre iptidai mekteplerinin inşa ve sair masrafı ahali tarafından karşılanacaktı. Ancak Gümüşhane ahalisi bu parayı karşılayacak durumda değildi. Bu sebeple iptidai mektebi için yeni bir bina inşa etmek yerine, vakfa ait bir bina kiralanmıştır. Ancak 1892 yılında binanın kirasının ödenememesinden dolayı, vakıf mütevellisi binanın boşaltılmasını talep etmişti. Mahalli yönetim vakıf binasını boşaltmış, çocukları eğitimden mahrum kalmaması için de çözüm aramaya başlamıştır. Çaresizlik üzerine Saatçi İsmail Efendi isimli bir zat, kahvehanesini 6 ay müddetle ücretsiz bir şekilde okula tahsis edebileceğini beyan etmişti. Kahvehanenin mektebe tahvil için elverişli olduğu anlaşılınca içi kısmen tefriş edilmiş ve mektep oraya taşınmıştı. Ancak bu durumdan rahatsız olan mektep muallimi, mektebin kapatılarak kendinin açıkta bırakıldığına dair vilayete şikayette bulunmuştur. Şikayet üzerine konu Maarif Nezaretinin gündemine gelmişti.14 Nezaret, öğrencilerin kahvehanede eğitim görmelerinin doğru olmadığını, ahalinin yeniden bir okul yapması gerektiğini düşünüyordu. Ancak ahalinin 1.500 kuruşa mal olacak binayı, yapacak gücü bulunmuyordu. Maarif Nezareti, merkez bütçesinden okul yapımı için tahsisat istenildiğinde, “ahalimektebin kira gelirini daha önce nasıl 13 Trabzon Maarif Müdürü tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 25 Aralık 1890 (13 Cemaziyülevvel 1308) tarihli tezkire ve nezaretteki muamelatı, BOA, MF. MKT, 129/5. 14 Gümüşhane sancağı mutasarrıflığı tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 27 Eylül 1892 (15 Eylül 1308) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 165/143. 88 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) karşılamışsa, bina inşasını da o şekilde finanse etmesini”tavsiye etmişti. Yani Maarif Nizamnamesine cemaatin yapması gereken okulun başka bir şekilde inşa edilemeyeceğini ima etmişti.15İptidai mektebi, bu süre zarfında öğrenim vermeye devam etmişti.16Süleymaniye Camisi (Cami-i Kebir) civarında inşa edilen mektep, ancak 1898 yılında tamamlanabilmişti. Ancak inşaata sarf edilen 325 kuruşluk kereste ve çivi gibi inşaat malzemelerinin ücretinin ödenmesi geciktirilmişti. Dört yıldır alacağını tahsil edemeyen Katırcıoğlu Dimitri, bu hususta yetkililere şikayette bulunmuştur.17 1896 yılında mektebin öğrenci sayısı 106’ya ulaşmıştı. Artık mektep iki muallimle idare edilemiyordu. Bu sebeple mektebe bir muallim-i salis ve bir de mubassır tayin edilmesi talep edilmiş ve bu kabul görmüştü.18 Zaten Maarif Nizamnamesine göre öğrenci sayısı 70’i aşan okullara üçüncü bir muallimin atanması gerekiyordu. Bunun için yapılan sınava beş muallim girmiş ve bunlardan Hacı Mehmed Hilmi Efendi’nin19 tayini uygun bulunmuştu.20 Gümüşhane’de nüfusun artması ve ahalinin önemli bir kısmının başta da bahsedildiği üzere Bahçeler muhitinde bulunması nedeniyle mevcut iptidai mektebi yetersiz kalmaktaydı. Bahçelerde oturan ahali çocukları, mesafeden dolayı Gümüşhane merkezine gidip gelmekte zorlanmaktaydılar. Bu sebeple Bahçeler Mahallesi’ndeki ahali, bulundukları muhite bir mektep açılması için 1907 yılında girişimde bulunmuşlardı. Hatta Maarif Nezaretine, mezkûr mahallede bulunan Sadullah Efendi Camisi’nin yanında, 300’e yakın talebenin öğrenim göreceği, iki dershane ve bir muallim odasından oluşan iki katlı yeni bir mektep inşasını öğretmen gönderilmesi koşulu ile taahhüt etmişlerdi.21 Ancak Maarif Nezareti, bütçesinin öğretmen göndermeye müsait olma- 15 Trabzon Maarif Müdürü’nün Maarif Nezaretine gönderdiği 28 Ocak 1893 (10 Receb 1310) tarihli tahrirat ve muamelat, BOA, MF. MKT, 169/41. 16 Maarif Nezareti tarafından Trabzon Maarif Müdüriyetine gönderilen 1 Ekim 1899 (25 Cemaziyülevvel 1317) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 475/57; Trabzon Maarif Müdüriyeti tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 18 Kasım 1898 (4 Receb 1316) tarihli tahrirat ve muamelatı, BOA, MF. MKT, 436/59. 17 Gümüşhaneli Katırcıoğlu Dimitri’nin 10 Şubat 1904 (28 Kânun-ı sani 1319) tarihli arzuhali, BOA, MF. MKT, 768/63. 18 Trabzon Maarif Müdürü tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 8 Ocak 1896 (22 Receb 1313) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 308/30. 19 Mehmed Hilmi Efendi, Gümüşhane’ye bağlı Torul kazasının Kürtün-i Bala nahiyesinin Karaçukur köyündendir. 1857 doğumlu olan Mehmed Efendi, buraya tayin edildiğinde 39 yaşında idi. Kendi köyünde başladığını eğitimini Gümüşhane’de Hacı Müezzinzade Hafız Ahmed Efendi vasıtasıyla Süleymaniye Camisi’nin dahilindeki medresede tamamlamıştır. Tercüme-i hal varakası, BOA, MF. MKT, 308/30. 20 BOA, MF. MKT, 308/30. 21 Gümüşhane İdare Meclisinin 3 Şubat 1908 (30 Zilhicce 1325) tarihli mazbatası, BOA, MF. MKT, 1052/18. Bahçeler mevkii 500 haneye yakın askeri binaların ve redif tabur dairesinin bulunduğu beş muhtarlığa ayrılmış bir muhitti. Bu yönüyle hükümet konağının bulunduğu ve gayrimüslimlerle birlikte 600 haneye yakın olan Gümüşhane merkeziyle eşit bir durumdaydı. Bunun yanında bahçelerde daha ziyade seçkin aileler oturmaktaydı. Bahçeler mevkiinin 22 Kasım 1907 (9 Teşrin-i sani 1323) tarihli müracaat dilekçesi, dilekçede çoğunluğu seçkin aile olan 32 kişinin mührü bulunmaktadır, BOA, MF. 89 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu dığını belirterek, okula muallim tayini için mahalli bir kaynak bulması hususunda vilayet maarif idaresine tavsiyede bulunmuştu.22 Mahalli yönetim bunun yanında iptidai mektebi bulunmayan Daltaban ve Surde Mahallelerine de birer iptidai açılmasını talep etmişti. Bu okullarda görev yapacak muallim-i evvellere 200, muallim-i sanilere ise 150 kuruş maaş verilmesini planlanmıştı. Ancak bu talep de bütçe yetersizliğine takılmış ve şimdilik reddedilmişti.23 b) Gümüşhane Rüştiyesi 1872 yılına kadar Gümüşhane sancağında, ortaokul sayılan rüştiye mektebi bulunmamaktaydı. Aslında Gümüşhane İdare Meclisi, burada bir rüştiye mektebi açılması için, 27 Aralık 1865 (8 Şaban 1282) tarihinde teşebbüste bulunmuştu. Hatta Gümüşhane’de harap bir halde bulunan mektebi rüştiye olacak şekilde tamir ettirerek açmıştı. Meclis, mahalli yönetimin izniyle buraya muallim dahi tayin etmişti, ancak muallimlerin maaşının düşük olduğunu düşünüyordu. Bu sebeple Maarif Nezaretinden muallimlerin maaşlarına yeteri derecede zam yapılmasını ve bir de müstahdem atanmasını talep etmişti.Maarif Nezareti durumdan haberdar olunca, o tarihte Gümüşhane’de rüştiye mektebinde eğitim görebilecek öğrenci olmadığından bahisle, ileride rüştiye mektebinde öğrenim görecek öğrenci sayısının artmasından sonra bu mektebin tesis edilebileceğini bildirmişti. Yani rüştiye mektebi için yardım talep edilirken, mektep kapatılmıştı.24Ülkedeki Müslüman çocukların, özellikle misyoner mekteplerine karşı eğitilmesi gerekmekteydi. Ancak kötüye giden bir ekonomi ile eğitim hamlesinin birden bire yapılması mümkün değildi. Seçici davranmak zorunda kalan devlet, öncelikli olarak sahil bölgelerinde daha sonra da nüfusun yeterli olduğu yerlerde mektepler tesis ediyordu.25 1873 yılında Gümüşhane sancağında kaç adet İslam hanesini olduğu Trabzon vilayetinden sorulmuştur. Verilecek cevaba göre bölgeye yapılacak mekteplerin planlaması yapılmış olacaktı.26 Gümüşhane’deki öğrenci sayısı yeterli kabul edilmiş olacak ki 1873 yılında burada bir rüştiye mektebi açılmıştı.271877 yılında mektebin öğrenci sayısı 60’a aşması MKT, 1052/18. 22 Trabzon Vilayeti tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 1 Mart 1908 (27 Muharrem 1326) tarihli tahriratı ve muamelatı, BOA, MF. MKT, 1052/18. 23 Trabzon Vilayeti tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 23 Kasım 1908 (28 Şevval 1326) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 1104723. 24 Meclis-i Vâlâ tarafından Gümüşhane kaymakamlığına gönderilen 5 Temmuz 1866 (21 Safer 1283) tarihli şukka, BOA, MVL, 718/22. 25 Bayram Kodaman, Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991, s. 110. 26 BOA, MF. MKT, 10/145. 27 19 Eylül 1875 (26 Receb 1290) tarihli irade-i seniyye, BOA, İ. DH, 673/46888. 90 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) üzerine Gümüşhane İdare Meclisi, mektebe muallim-i sani tayin edilmesi için girişimde bulunmuştu.28 Daltaban Mahallesi’nde ikamet eden Müslüman ahalinin çocukları, kışın yağmurun fazla yağmasından yazın da sıcağın şiddetinden dolayı Gümüşhane merkezinde bulunan rüştiyeye devam edememekteydiler. Muallimler, 1876 yazında kendilerini rahatsız eden bu durumu, mektebin Daltaban’a açılması veya Daltaban Mahallesi’ne yeni bir rüştiye tesisi önerisiyle bertaraf etmeyi düşünmüşlerdir. Ancak bu konuda herhangi bir gelişme yaşanmadı.29 1889 yılında mektep binası, artık kullanılamayacak bir haldeydi. Müdahale edilmemesi durumunda daha kötü bir duruma gelecekti. Çatısı ve yıkılmaya yüz tutmuş yerlerinin tamiri için en az 1.000 kuruş sarf edilmesi gerekiyordu. Mektebin bu halde olmasından dolayı özellikle kış mevsiminde okul, kimi zaman mecburi olarak tatil edilmekteydi. Gereken meblağın Gümüşhane ahalisinden yardım suretiyle toplanması da pek mümkün gözükmüyordu. Çünkü bölge ahalisi oldukça fakirdi. İstenen izin üzerine Maarif Nezareti, mektebin, sancağa ait olup geçen yılın bütçesinden arta kalan meblağla tamiri için müsaade etmiştir.30 1903 yılına gelindiğinde Gümüşhane Tahrirat Müdürü Mustafa İhsan Efendi’nin de çabasıyla rüştiye ve iptidai mektepleri için dört sınıftan oluşan mektep binasının tamiratı bitmişti. Mustafa İhsan Efendi’nin gayretlerinden dolayı rütbe-i salise ve iftihar madalyası ile taltif edilmesi teklif edilmiş ancak bu mümkün olmamıştır. Konunun unutulduğu düşünen İhsan Efendi, taltif edilmesi hususunda bizzat Maarif Nezaretine müracaatta bulunmuştu.31 Gümüşhane rüştiye mektebinin yaşadığı en mühim sorun muallim tedariki ve malî yetersizlikti. Bu mektebe başlangıçta çeşitli masraflarını karşılaması için 1.000 kuruş tahsis edildiği halde, 1880 yılında bu meblağ 800 kuruşa düşürülmüştü. Ancak bundan haberdar olmayan mektep yönetimi, 1891 senesine kadar mektebin ihtiyaçları için senelik 1.000 kuruş sarf etmişti. Durum ortaya çıktığında 11 yıllık farkın kaydı mektep geri ödeme yapamayacağı için kayıttan düşürülmüştü.32 Tahsisatın azaltılması mektebin zaman içerisinde zarurî ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelmesine sebep olmuştu. Bu sebeple okulun onarımı için hiçbir harcama yapılamıyordu. 1908 yılına gelindiğinderüştiye mektebi, tamir görmemesinden dolayı bakımsız bir hale gelmişti. Buranın ve bitişiğindeki çeşme ve su yolunun 20 28 Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 28 Nisan 1877 (14 Rebiyülahır 1294) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 47/201; 1294 (1876-77) yılına Trabzon Vilayeti Salnamesinde mektebin öğrenci adedi 85 olarak gösterilmiştir. Salname-i Vilayet-i Trabzon, 1294, Defa 9, s. 79. 29 Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 7 Mayıs 1876 (12 Rebiyülahır 1293) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 36/34. 30 BOA, MF. MKT, 477/52. 31 BOA, MF. MKT, 758/3. 32 BOA, MF. MKT, 133/15. 91 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu yıldır tamir görmemesi, mektebi harap bir hale getirmiştir. Yapılan keşif sonrasında tamirat için gereken meblağın 9.881 kuruş olduğu tespit edilmişti. Ancak bu meblağı, ahalinin karşılaması mümkün değildi. Tamir için gerekli keşfi yaptıran mahalli yönetim, gereken meblağın mahalli maarif tahsisatından sarf edilmesini istenmekteydi. Ancak yapılan keşfi ve tespiti kurallara uygun bulmayan Maarif Nezareti, yapılacak tamiratın detaylarının daha sarih bir şekilde izah edenbir raporun hazırlanmasını talep etmiştir.33 Daha sonra gereken meblağın sarfı için izin istenmişse de keşfin nizamnameye uygun yapılmadığı gerekçe gösterilerek teklif reddedilmiştir.34 Yakacak, mektebin bir diğer temel ihtiyacıydı.Bunun için mektebe, yıllık 500 kuruş tahsis edilmiştir. Ancak Gümüşhane’de kış mevsimi ağır geçmekte idi. Tahsis edilen bu meblağı yeterli görmeyen Maarif İdaresi bu tahsisata zammı ve okulun tefriş edilmesini talep etmiştir. Lakin Maarif Nezareti, yakacak miktarının okullar arasında eşit dağıtıldığını, eksik kalan kısmın ve mektebin tefriş işinin mahalli ileri gelenler ve ahali tarafından yapılması gerektiğini tembih etmişti.35 Oysa buradaki paylaşım eşitti, ancak adil değildi. Çünkü Trabzon vilayetinin büyük bir kısmı sahil kesiminde kaldığı için o bölgenin yakacak sarfiyatı Gümüşhane’ye kıyasla fazla olmuyordu. Gümüşhane’de bulunan rüştiyeye tahsis edilen yakacak bedeli bu sebeple yeterli gelmemekteydi. Yaklaşık yedi ay süren 1896-1897 kışında960 kuruşluk odun ve kömür yakılmıştı. Mahalli yönetimin durumu nezarete bildirmesi üzerine bir defaya mahsus olmak üzere 500 kuruşun üstü olan 460 kuruş için ek ödeme yapılmıştı.36 Bir muallim-i evvel, bir muallim-i sani, bir muallim-i salis ve bir hat muallimi faaliyetlerini sürdüren rüştiye mektebi, 1898 yılında 6737, 1900 yılında 5238, 1901 yılında 5339, 1903 yılında 65 öğrenciye eğitim vermekteydi.40 c) Gümüşhane Kız Rüştiye Mektebi 1910 yılında Gümüşhane’ye Maarif Nezaretinin onayı ile bütçeden tahsisat ayrılan bir kız rüştiye mektebi açılmıştır. Mektep, aynı yıl 90 talebe ile eğitim öğretime başlamıştı. Ancak bu öğrenciler 4-5 ay süreyle okula devam edebilmiş, sonrasında muallime bulunamadığı gerekçesiyle mektep kapatılmış ve tahsisatı diğer bir mahalle nakledilmişti. Gümüşhane aynı yıl, 5.000 lira hisse-i maarif vermekteydi. Gümüşhane Milletvekili Lütfi Paşa, hem bu kız rüştiye mektebinin tekrar tesisi hususunda Meclis-i Mebusana teklif sunmuş ancak teklifi kabul edilmemiştir. Lütfi Paşa, ahali- 33 34 35 36 37 38 39 40 BOA, MF. MKT, 1048/15. BOA, MF. MKT, 1085/65. BOA, MF. MKT, 164/51; BOA, MF. MKT, 164/114. Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 19 Temmuz 1897 (18 Safer 1315) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 361/32. Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1316, 1. Sene, s. 1110. Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1318,3. Sene, s. 1463. Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1319, 4. Sene, s. 715. Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1321, 6. Sene, s. 603. 92 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) nin hisse-i maarife 5.000 lira katkıda bulunduğu halde, burada bulunan kız rüştiyesinin açılmamasını haksızlık olarak görmekte ve tahsisatın aktarıldığı diğer yere muallimenin bulunmasına sitem etmekteydi. Bu dönemde Gümüşhane merkez ve Kelkit olmak üzere iki rüştiye mektebi faaliyetteydi. Kelkit’teki rüştiyenin bütün masrafı 190.000 kuruştu.41 d) Torul Rüştiye Mektebi Torul’da daha öncede ifade edildiği gibi 1869 yılı itibarıyla 29 sıbyan mektebi bulunmaktaydı. 19 Mayıs 1893’te yaşanan bir heyelan neticesinde Torul’un Baladan köyünün Masura ve Abana mahallelerinde bulunan bir cami, bir kilise, bir Müslüman ve bir Hıristiyan mektebi yıkılmıştı.42 1900 yılı yazında çocuklarının eğitim görmesini isteyen Torul ileri gelenleri kendi aralarında topladıkları 100 liradan fazla meblağ ile iki katlı bir bina inşa etmişlerdi. Mektebe padişahın ismine nisbeten Hamidiye ismini vermişlerdi. İnşa edilen mektebin alt katı iptidai, üst katı ise rüştiye olarak planlanmıştı.43 50’den fazla öğrencinin öğrenim göreceği iptidai kısmını eğitim öğretime açmışlardı.44 Ancak her iki mektep için gereken muallimlerin gönderilmemesi bütün çabaları boşa çıkarmıştı.45 Torullular, ikâmet ettikleri yerin 4. Ordu merkezi olan Erzincan ile Trabzon’un birbirine bağlayan ana yol güzergahında kalmasından dolayı mevkice önemli olduğunu düşünmekteydiler. Bu sebeple de buradaki eğitim faaliyetlerinin güçlendirilmesi istiyorlardı. Bu maksatla kasabanın 16 ileri geleni Maarif Nezaretine bir dilekçe ile rüştiye açılması hususunda müracaat etmişlerdi.46 Aynı tarihlerde Rum Patrikliğinin Torul’un Çit-i Kebir köyünde Rum cemaati için mektep açılmasını talep etmesi, bölgedeki Müslümanların eğitilmesi gerekliliğini tekrar akla getirmişti. Çünkü nezaretin kayıtlarına göre bu köyde 48 hane Rum, 21 hanede 95 nüfus İslam ahalisi yaşamaktaydı. Bu köyde ayrıca daha önce Müslüman iken, Islahat Ferman sonrasında askerlik hizmetinden muaf olmak için Hıristiyan olanlar vardı. Nezaret bu durumu cahilliğe ve eğitimsizliğe bağlamaktaydı. Özellikle bu sebepten bile biran önce bölgeye bir İslam mektebi açılmalıydı Aksi halde durum kötüye gidebilirdi. Açılacak mektebe, atıl kalmış olan vakıf geliri ve sair yerden kaynak tesis edilerek devamlılığı temin edilmeliydi. Bunun yanında bu kaza dahilindeki köylerde de biran önce iptidai mektepleri açılmalıydı.47 41 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Birinci Devre, 104, cilt 2, 9 Mayıs 1327, s. 49-50. 42 Trabzon vilayeti tarafından dahiliye nezaretine gönderilen 11 Mayıs 1309 tarihli telgraf, BOA, Y. A. HUS, 274/85. 43 BOA, MF. MKT, 535/6. 44 BOA, MF. MKT, 764/64. 45 BOA, MF. MKT, 535/6. 46 Torul ileri gelenlerinden 16 kişinin mührünü havi olup Maarif Nezaretine gönderilen 16 Ocak 1904 (3 Kânun-ı sani 1319) tarihli dilekçe, BOA, MF. MKT, 764/64. 47 BOA, MF. MKT, 694-2; BOA, BEO, 2030/152224. 93 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu Bu uyarılar neticesinde Torul’un Çit-i Kebir köyündeki iptidai mektebi 1903 yılında açılarak eğitime başlamıştı.48 Ancak bu okulun en büyük sorunu muallimliğinin vekaleten idare edilmesiydi. Okula 1909 yılında Trabzon’un Maçka nahiyesindeki mekteplerle birlikte asaleten muallim tayin edilmişti. Ancak aylık maaşları yekun olarak 1.100 lira tutan bu muallimlere mahalli maarif bütçesi maaş verememiştir. Muallimlerin şikayetlerine sebep olan bu durum bertaraf edilmek için Maarif Nezaretinden yardım istenmişse de bütçenin buna imkan vermediği cevabıyla yardım teklifi geri çevrilmiştir.49 Torul kazasının merkez kasabası olan Ardasaköyüyle bu kasabaya yarım saat mesafede bulunan köy ve mahallelerin nüfusu 1904 toplam 2.562 idi. Detayı ise aşağıdaki gibiydi.50 Tablo 4: Torul ve Civarındaki Köylerde Yaşayan Müslüman ve Rum Nüfus. Toplam Erkek Bayan Mezhebi Köy veya Mahallenin İsmi 864 444 420 İslam Ardasa köyü 349 173 176 İslam Herek köyü 109 49 60 İslam Karil köyü 1.322 666 656 İslam Müslüman Toplam 241 115 126 Rum Herek köyü 147 71 76 Rum Balahor köyü 107 52 55 Rum CimrikasKöyü 745 356 389 Rum Demirci Köyü 1.240 594 646 Rum Rum Toplam 2.562 1.260 1.302 - Genel Toplam Aynı yıl Torul ve köylerinde 7 adet iptidai mektebi bulunmaktaydı. Yani 188 Müslüman nüfusun çocuklarına bir ilkokul düşmekteydi. Bu okullardan aynı sene içinde 70 öğrenci mezun olmuş, ileriki beş senede de 350 öğrencinin mezun olacağı hesaplanmaktaydı. Torul’un senelik maarif hissesi de 25.000 kuruş olup ihtiyaca kafi gelmekteydi.51 Bu rakamların istenmesinin sebebi, rüştiye mektebinin öğrenci bulup bulamayacağının tespiti içindi. Sayıların düşük olması, mahalli maarif bütçesinin yetersiz 48 15 Ağustos 1903 (2 Ağustos 1319) tarihinde mektebin açıldığını gazetelerde ilan edilmesi için talimat verilmişti, BOA, MF. MKT, 726/47. 49 BOA, MF. MKT, 1125/31. 50 BOA, MF. MKT, 764/64. 51 Torul İdare Meclisinin 22 Mart 1904 (5 Muharrem 1322) tarihli mazbatası, BOA, MF. MKT, 764/64. 94 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) kalması ve maarif bütçesinden de buraya tahsisat yapılamaması nedeniyle Torul’a rüştiye inşa edilememiştir.52 Buna rağmen, Torul ileri gelenleri bu işin peşini bırakmamıştır. 1906 yılında onların müracaatı üzerine, ahalinin tesis ettiği rüştiye mektebine, 400 kuruş maaş ile bir muallim-i evvel ve 70 kuruş maaşla da bir kapıcı tayin edilmesi kararlaştırılmıştı. Ancak Maarif Nezareti Muhasebe Kalemi, bütçenin buna hiçbir şekilde müsait olmadığını, mahalli bir kaynak bulunması durumunda tayinlere müsaade edileceğini ifade etmişti.53 Torul ileri gelenlerinin çabaları bir yıl sonra netice vermiş ve 150 kuruş aylıkla Trabzon Darulmuallimin mezunlarından Hafız Süleyman Efendi’nin54 tayiniyle birlikte mektep, 1907 yılında öğretim vermeye başlamıştı.55 Zaman içerisinde yıpranan mektep binası ahali himayesiyle tamir edilmişti. Ayrıca mektebe yıllık çeşitli ihtiyaçlarını karşılanması için 300 kuruş tahsis edilmiştir. Ancak mektebin tefrişi için 300 kuruş, çeşitli eşya için 310, yeni yapılan 5 adet sınıf için 300 kuruş, 2 soba için 130 kuruş ve yakacak için 200 kuruş sarfedilmişti. Toplamda 1.240 kuruş tutan bu harcamaların 300 kuruşu mektebe tahsis edilen meblağdan karşılanmıştı. Kalan 940 kuruşun ahali tarafından karşılanması pek mümkün gözükmemekteydi. Bu hususta Trabzon maarif komisyonu tarafından Maarif Nezaretinden bir defaya mahsus ödenek talep edilmiş ve bu kalan meblağ nezaret bütçesinden karşılanmıştır.56 Kazanın hisse-i maarifi muallim maaşları için yeterli idi. İptidai muallim-i evvelliğine iki yüz kapıcısına 80 ve diğer harcamalarına 20 kuruş ki toplam aylık üç yüz kuruş tahsis edilmişti.57 e) Kelkit Kazası e1)Kelkit İptidai Mektebi 1880-1881 yıllarındaKelkit kazasının tamamında 1 rüştiye,3 Müslüman mektebi, 57 cami-mescit ve 44 medrese varken, Şiran kazasında bu müesseselerin hiçbirinin olmadığı kayıtlıdır. Ancak bu bilginin doğruluğu mümkün değildir. Galiba cami, mescit ve medreselere ait rakamlar, Kelkit ve Şiran kazalarının toplamını ifade etmektedir. Aksi halde, Şiran’da cami, mescit ve medrese bulunmaması demek olur ki, bu da imkânsızdır. Lâkin, Şiran’da rüştiye mektebinin olmadığı kesindir.58 52 BOA, MF. MKT, 764/64. 53 BOA, MF. MKT, 928/72. 54 Hafız Süleyman Efendi, 28 Mart 1883 (19 Cemaziyülevvel 1300)’de Trabzon’un Faros Mahallesinde doğmuştur. İptidai tahsilini Trabzon’da tamamlamıştır. Daha sonra Trabzon’da İmaret Medresesi’nde 5 sene tahsil görmüştür. 4 Ekim 1904 (24 Receb 1322)’de de Trabzon Darulmuallimininden mezun olmuştur. İlk görev yeri Yomra’da bulunan iptidai mektebidir. BOA, MF. MKT, 1056/47. 55 BOA, MF. MKT, 1056/47. 56 BOA, MF. MKT, 1034/70. 57 BOA, MF. MKT, 1015766. 58 Salname-i Vilayet-i Erzurum,1299,Defa 9, s. 159. 95 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu Kelkit’te bulunan sıbyan mektepleri zaman içerisinde usul-i cedid denilen yeni mekteplere yani iptidai mekteplerine tahvil edilmişti. Nitekim Kelkit’te, 1895 yılında ahalinin yardımı ile inşa edilen üç adet iptidai mektebi bulunmaktaydı.59 e2)Kelkit Rüştiye Mektebi Kelkit’in Çiftlik kasabasında 1875 yılından itibaren faal bir rüştiye mektebi bulunmaktaydı. Maarif Nezareti mektebe devam eden öğrenci sayısını yakından takip etmekteydi.60 Mektebin aynı dönemdeki muallimi Mehmed Efendi idi. Muallime 128 kuruş, hademeye 33 kuruş ücret verilmekteydi. Devlet bu türden okullara, darulmualliminden mezun olmuş ve Rumeli’den hicret etmiş olan öğretmenleri atamayı kararlaştırmıştı.61 Ancak 25 Ağustos 1888 tarihinde, mektebin ilerleme kaydetmemesinden dolayı lağvedilmesi emredilmişti. Mahalli yönetim mektebin ilerlememesinin temel sebebini muallimin, mektebe devamsızlığına bağlamaktaydı. Ayrıca mektebin kapatılması durumunda çocukların cahil kalacağını ifade ederek, muktedir bir muallimin tayinini talep etmişti. Ancak Nezaret, mektebin tahsisatının başka bir mahalle sarf edildiğini, bu yüzden devam etmesinin mümkün olmayacağını, bunun yerine yeni usulle eğitim yapan iptidai mekteplerinin sayısının arttırılmasını tavsiye etmişti.62 Netice itibariyle Mart 1889 tarihinden itibaren rüştiye mektebi, mali olarak da lağvedilerek iptidaiye tahvil edilmiştir.63 Bu durumdan üzüntü duyan Kelkit ileri gelenleri, rüştiye mektebinin tekrar açılması için çaba sarf edeceklerdi. Kelkit’teki sorun sadece Rüştiye meselesi değildi. Bu okulun kapanmasından sonra Çiftlik kasabası ve İsgal köyünden iki kişi, Trabzon Darulmuallimininde eğitim görmüş ve tekrar köylerine dönerek iptidai mektepleri açmışlardı. Her iki okulun mualliminin maaşı ahali tarafından karşılanmaktaydı. Ancak bir sene maaş ödemesini yapmışlarsa da ikinci sene fakirliklerinden bu ödemeyi yapamamışlardı. Bu sebeple her iki mektep de kapanmıştı. Ahali aslında üzerlerine düşen vergiyi dahi ödeyememekteydi. Çoğunluğu çiftçi olan halk geçimini güç bir surette temin etmekteydi. 1893-1894 yıllarında kuraklık dolayısıyla mahsullerinin neredeyse tamamı heba olmuştu. Düçar olan ahali Sivas’a, sahil kesimine ve sair mahalle çalışma maksadıyla gitmekteydi. Mahalli yönetim, bölge ahvalinden dolayı burada açılacak mekteplere, maaşı maarif tahsisatından karşılanan muallimlerin atanmasını talep etmekteydi. 350 haneyi havi Kelkit’te ve buraya yarım saat uzaklıktaki köylerdeki çocukların cehaletten kurtulması için en azından 250 kuruş maaşı, maarif hissesinden karşılanan bir muallim-i saninin tayin edilmesi gerekmekteydi. Bu muallimliğe 59 Kelkit’teki üç iptidaiden biri 4.000, diğeri 5.000 ve üçüncüsü de 6.000 kuruş yardımla yapılmış görünmektedir, Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1316, 1. Sene,s. 111. 60 BOA, MF. MKT, 36/152; BOA, MF. MKT, 46/39. 61 Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 13 Mart 1879 (19 Rebiyülevvel 1296) tarihli şukka, BOA, MF. MKT, 60/158. 62 BOA, MF. MKT, 103/108. 63 BOA, MF. MKT, 117/46. 96 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) talip bulunamadığı zaman Kelkit iptidai mektebi muallimi Hafız Osman Efendi’nin muallim-i sani olarak tayin edilebileceği bildirilmişti. Mahalli yönetim ilköğrenimde durumu beyan ettikten sonra daha önce ahalinin yardımı ile tesis edilmiş olan rüştiye mektebinin tekrar faaliyete geçirilmesini talep etmişti.64 Kelkit 500 hane ile 97 köyden ibaretti. Dolayısıyla mektebin kapanması, bunların tamamını etkilemekteydi. Rüştiye mektebinin açılması durumunda muallim-i evvel için 400 ve salis, rika ve hüsn-i hat muallimliği için 85 ve kapıcı için 65 kuruş senelik 500 kuruş masrafın nereden karşılanacağı ayrı bir sorundu.65 1897 yılına gelindiğinde Kelkit kazasında bulunan 20 köyde iptidai mektebi tesis edilmişti. Bunun yanında Kelkit’te de 3 iptidai açılmıştı.66 Bu çabalar sonucunda Kelkit’te halkın yardımıyla inşa olunan rüştiye mektebinin yeniden açılması 1899 Eylül’ünde mümkün olmuştur. Burada görev yapacak olan muallim-i evvele 400, hat muallimine 80, kapıcıya ise 70 kuruş (senelik 6.600) Maarif Nezareti bütçesinin taşra kısmından, 400 kuruş olan mektep masraflarının ise iptidai mektepleri tahsisatından nakilolunmuştur.67 1900 yılında bu mektebin kadrosu tamdı ve 25 öğrencisi vardır.68 1901 yılı itibariyle Kelkit rüştiyesinin 26 talebesi vardır ve bu mektebin kadro sıkıntısı bulunmamaktaydı.69 1903 yılında ise muallim-i evvel Hafız İbrahim Efendi ile muallim-i sani ve hat muallimi Ahmed Şükrü Efendi’nin görev yaptığı, bir müstahdemin bulunduğu okulda 31 talebe öğrenim görmekteydi.70 f) Şiran Kazası 1888 yılında 150 hanenin bulunduğu Şiran kazasının merkezi olan Karaca’da, toplam 247 öğrencinin öğrenim gördüğü iki sıbyan mektebi bulunmaktaydı. Ancak sıbyan mektebini bitiren ve rüştiye öğrenimine devam etmek isteyen 80 öğrencinin gidebileceği bir okul bulunmamaktaydı.71 64 Kelkit Kazası İdare Meclisi tarafından Gümüşhane mutasarrıflığına gönderilen 8 Ocak 1894 (1 Receb 1311) tarihli mazbata, BOA, MF. MKT, 205/23. 65 Trabzon İdare Meclisi tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 19 Şubat 1896 (5 Ramazan 1313) tarihli mazbata, BOA, MF. MKT, 313/9. 66 Maarif Nezaretinin 10 Mart 1897 (26 Şubat 1312) tarihli derkenarı, BOA, MF. MKT, 350/28; BOA, MF. MKT, 353/5; BOA, MF. MKT, 348/52. 67 BOA, MF. MKT, 470/1; Rüştiye mektebinin açılış töreni 9 Ocak 1900’de yapılmıştır, BOA, MF. MKT, 448/4. 68 Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1318, 3. Sene, s. 1463, 1476-1477. Kelkit rüştiyesi 1315/1899 yılında ahalinin 11.000 kuruş yardımı sayesinde açılmıştır. Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1319, 4. Sene, s. 766-767. 69 Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1319, 4. Sene, s. 715, 718-719, 766-767. 70 Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1321, 6. Sene, s. 603. 71 Gümüşhane sancağı mutasarrıfı tarafından Trabzon vilayetine yazılan 25 Mart 1888 (12 Receb 1305) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 100/12. 97 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu 1896 yılında Şiran’a tâbi bazı köylerde sıbyan mektebi bulunmaktaydı ise de bu mekteplerin bazısının muallimi yoktu. Olanların da muallimlerinin bazıları mektebe gitmemekteydi. Durum dini müesseseler açısından da pek iç açıcı değildi. Burada bulunan cami ve mescitlerin çok büyük bir kısmı haraptı, görevlileri ise beratsız (tescilsiz) çalışmaktaydı.72 Dini hizmetlerin verilmesi dışında ahalinin çocuklarının eğitildiği bu mekanların kötü bir durumda olması, eğitimin boyutunu gözler önüne sermekteydi.73 Çocuklarının eğitimden mahrum kalmasına razı olmayan Şiran ileri gelenleri, vilayet ve nezaretle yazışarak masrafları kendileri tarafından karşılanmak koşuluyla aldıkları izne binaen, 1900 yılında yeni usulde eğitim veren bir iptidai mektebi tesis etmişlerdi. Okulda öğretim yapan muallimin maaşı dahi, memur ve ahalinin yaptığı yardımla karşılanmaktaydı. Şiran ileri gelenleri, çocuklarının daha iyi eğitim alabilmesi için, Şiran’ın merkezi olan Karaca’da rüştiye mektebinin açılması gerektiği kanaatindeydi. Bu sebeple vilayet aracılığıyla nezarete, maaşı nezaret tarafından ödenen bir muallim atanması durumunda, ahalinin rüştiye binasını inşasını taahhüt ettiklerini dile getirmişlerdi.74 Maarif Nezareti ise ancak, muallim maaşı ve gerekli ihtiyaçlar ahali tarafından karşılanması durumunda, İstanbul’dan bir muallimin görevlendirilerek rüştiye mektebinin tesisine müsaade edileceğini bildirmişti.75 Şiran’da sadece bir iptidainin olması bu teklifin önündeki en büyük engeldi. Çünkü rüştiye açılacak yerlerde birden fazla iptidai mektebinin bulunması ve öğrenci sayısının yeterli olması gerekmekteydi. Bu sebeple Maarif Nezareti, rüştiye mektebi açılsa dahi, fayda sağlamayacağı, bütçeye de ilave yük getireceği gerekçesiyle teklifi reddetmişti.76 Anlaşılacağı üzere Nezaret, mevcut iptidainin yanı sıra Şiran’daki rüştiye mektebinin tüm masraflarının Şiran halkı ve memurları tarafından karşılanmasını bekliyordu. Ancak ahali iptidai mektebinin mualliminin maaşını dahi ödemekte zorlanıyordu. Nitekim iptidai mektebi, 1904 yılına gelindiğinde kapalı vaziyetteydi. Bölgeyi teftiş eden Trabzon ve Kastamonu Vilayetleri Adliye Müfettişi, yaklaşık 70 haneden müteşekkil Şiran’da 60’ı geçkin Müslüman hane bulunduğu halde, Müslüman mektebinin bulunmayıp, Hıristiyan mektebinin hizmette oluşunu üzüntü ile müşahede etmişti.77 72 Evkaf Nezareti tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 24 Ağustos 1896 (15 Rebiyülevvel 1314) tarihli tezkire, BOA, EV. MKT, 2215/11; BOA, EV. MKT, 2215/24. 73 Şiran’daki camilerin durumu için bk. Naim Ürkmez, “Şiran Vakıfları”, Vakıflar Dergisi, 44, Aralık 2015, s. 83-90. 74 BOA, MF. MKT, 796/78; BOA, MF. MKT, 101/127. 75 Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 23 Temmuz 1888 (14 Zilkade 1305) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 100/12. 76 Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 15 Ağustos 1904 (3 Cemaziyülahır 1322) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 796/78. 77 Trabzon ve Kastamonu Vilayetleri Adliye Müfettişi Mehmed Feyzullah tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 1 Ekim 1904 (21 Receb 1322) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 814/50. 98 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) Müfettişin raporu üzerine durumdan haberdar olan Nezaret, bir evkaf geliri veya bir başka bir kaynak temin edilerek muallim atanmasını Trabzon vilayetine emretmişti.78 Aynı müfettiş, hiç bir okulun bulunmadığı Şiran’ın Seydibaba köyündeki çocukların eğitimden mahrum kalmasının önüne geçebilmek için Maarif Nezareti nezdinde girişimlerde bulunmuştu. Nezaret ise Trabzon vilayetiyle yazışarak gerekenlerin yapılması için harekete geçmişti.79 Öyle anlaşılıyor ki, hane sayısının azlığından dolayı Seydibaba köyünü iptidai mektebi açılmadı. g) Gümüşhane İdadisi Meşrutiyetin ilanı Gümüşhane’de yeni bir heyecan doğurmuştu. Çünkü, Gümüşhane’de bir idadi mektebinin açılacağına dair vaatte bulunulmuştu. Gümüşhane bölgesinden milletvekili seçilen Hayri Bey, işin takipçisi olarak mektebin biran önce açılması için çaba sarf etmişti. Nezaret ise idadi mektebinin tesisi için yeni bütçenin onaylanmasını beklemekteydi.80 Neticede idadi mektebi, 1909 yılında tesis edilmiş, müdüriyetine de Erzurum İdadisi Muavinliğinden terfi suretiyle Abbas Efendi, 20 Şubat 1326 tarihinde tayin edilmiştir.81 Kısa bir süre zarfında mektebe Türkçe muallimi olarak Abdülaziz Efendi, tarih ve coğrafya muallimi olarak da Müştak Efendi tayin edilmişti. Ancak okul müdürü ve diğer iki muallim hakkında zaman içerisinde şikayetler olmuştur. İdadi Müdürü Abbas Efendi’nin muktedir olmadığı, Türkçe muallimi Abdülaziz Efendi’nin dinî ilimlere yetkinliği var ise de Türkçe’ye vakıf olmadığı, tarih ve coğrafya muallimi Müştak Efendi’nin ise vazifesine devam etmediği ifade edilmekteydi.82 Yapılan tahkikatta Gümüşhane İdadisi Müdürü Abbas Efendi’nin iyi derecede öğrenim gördüğünden bahisle, güzel ahlak sahibi ve muktedir bir zat olduğuna hükmedilmişti.Teftişte mektebin işlerinde bir takım eksikliklerin olduğu tespit edilmiş ancak bunlar olağan karşılanmıştı. Türkçe Muallimi Abdülaziz Efendi’nin dini ilimlere vakıf olduğu,Türkçebilgisinin orta derecede bulunduğu görülmüş ancak öğrencinin seviye ve kabiliyetine yeterli derecede olduğu ifade edilmişti. Ancak bir yıl zarfında mektebe 16 gün gitmemiş olması nedeniyle, onun boşalacak başka bir idadiye dini ilimler muallimi olarak tayin edilmesi düşünülmüştür. Aynı şekilde Tarih ve Coğrafya Öğretmeni Müştak Efendi’nin de bir yıl zarfında,mektebe 19 gün devam etmediği tespit edilmişti.Müştak Efendi’nin Gümüşhane’den evli olması ve uzun bir müddettir orada yaşıyor olması nedeniyle vazifesinde gevşek davrandığına hükmedilmiş ve onun da bu sebepten dolayı başka bir yere nakli düşünülmüştü.83 78 Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 6 Kasım 1904 (27 Şaban 1322) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 814/50. 79 Adliye Nezaretin tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 24 Ekim 1904 (14 Şaban 1322) tarihli tezkire, BOA, MF. MKT, 824/21. 80 Gümüşhane Mebusu Hayri Bey’in Maarif Nezaretine gönderdiği 26 Mart 1910 (13 Mart 1326) tarihli dilekçesi, BOA, MF. MKT, 1150/30. 81 BOA, MF. MKT, 1164/6. 82 BOA, MF. MKT, 1198/44. 83 BOA, MF. MKT. 1198/44 99 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu h) Muallimlerin Durumu Ülkenin her yerinde olduğu gibi Gümüşhane’deki okulların en önemli sorunlarından biri muallim ücretlerin düşüklüğüydü. Özellikle 1880 yılında yayınlanan Tensik-i Maaş Kararnamesinden sonra memur maaşları dolayısıyla muallim maaşlarında ciddi bir kısıtlamaya gidilmişti.84 1890 yılında mektebin Rüştiye mektebi muallim-i sanisi Hacı Raşid Efendi ile rika muallimi Nuri Efendi görevlerini terk etmişlerdi. Boş kalan muallim-i sanilik kadrosuna bir süre, muhtemelen 250 kuruş olan maaşının düşüklüğünden dolayı talip bulunamamıştı. Vilayet dahilindeki diğer bir muallimlik kadrosundan yapılan tasarruf sayesinde bu muallimliğin maaşı 352,5 kuruşa çıkarılmıştı. Gümüşhane’de bu vazifeye getirilecek muktedir bir zat bulunamadığı için de İstanbul’dan münasip birinin gönderilmesi talep edilmişti.85 Bu sırada bölgeden Ömer Lütfi Efendi, bu kadroya talip olunca rüştiye mektebinin muallim-i sanilik kadrosuna atanmıştı.86 Ancak 352,5 kuruş olan maaş, Lütfi Efendi’den habersiz bir şekilde 250 kuruşu düşürülmüştü.87 1897 yılından itibaren de bu maaş 200 kuruşa indirilmişti.88 Lütfi Efendi, kendinden habersiz yapılan bu değişiklik hakkında duyum almıştı. Bu sebeple Maarif Nezaretine doğrudan bir dilekçe yazarak maaşının, bölgedeki emsalleri gibi 300-350 kuruş raddesine çıkarılmasını talep etmişti. Kendisi mektebin daha önceki senelerdeki muallim-i sani maaşının kayıtlarını inceleyerek 300 kuruş olduğunu tespit etmişti.89 Ancak talebine olumlu cevap verilmemişti.90 1901 Ağustos’unda, Gümüşhane rüştiye mektebi muallim-i saniliğine talip bulunamaması nedeniyle bu vazife vekaleten idare edilmişti. Talip bulunamamasının temel sebebi, maaşının düşük olmasıydı. Mahalli yönetim bunun üstesinden gelebilmek için 100 kuruş maaşı olan hat muallimliği vazifesinin de muallim-i saniliğe ilave edilmesini teklif etmişti.Bu sayede muallim-i sanilik maaşı emsalleri gibi 300 kuruşa çıkarılmış olacaktı. Ancak Maarif Nezareti,17 Ağustos 1897’de muallim-i saniliğeFaik Efendi’yi, hat muallimliğine de Veysel Rıza Efendi’yi tayin etmişti.91 84 85 86 87 88 89 90 91 BOA, MF. MKT, 66/8. BOA, MF. MKT, 117/131. BOA, MF. MKT, 117/123. Gümüşhane Rüştiye mektebi muallim-i sanisi Ömer Lütfi’nin 1 Kasım 1890 (20 Teşrin-i evvel 1306) tarihli dilekçesi, BOA, MF. MKT, 123/69. BOA, MF. MKT, 357/58. Gümüşhane Rüştiye mektebi muallim-i sanisi Ömer Lütfi’nin 1 Kasım 1890 (20 Teşrin-i evvel 1306) tarihli dilekçesi, BOA, MF. MKT, 123/69. BOA, MF. MKT, 129/60. Trabzon Maarif Müdüriyeti tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 5 Mart 1902 (25 Zilkade 1319) tarihli tahrirat ve Maarif Nezareti tarafından Trabzon vilayetine gönderilen 1 Nisan 1902 (22 Zilhicce 1319) tarihli şukka, BOA, MF. MKT, 618/38. 100 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) 1904 yılında göreve başlayan muallim Mahmud Efendi’nin maaşı 92 kuruştu.92 Bu ücret oldukça yetersizdi. Bu durumun farkında olan mahalli yönetim, açmayı planladığı iptidai mekteplerinde görevlendireceği muallim-i evvellere 200, muallim-i sanilere ise 150 kuruş maaş verilmesini planlanmıştı. Ancak bu talep de bütçe yetersizliğine takılmış ve reddedilmişti.93 1906 yılında Gümüşhane rüştiyenin hüsn-i hat muallimi bulunmamaktaydı. Rüştiye mektebinde muallim-i saniMehmed Şükrü Efendi94 kendine ilave gelir sağlayacak bu vazifenin, kendisine ait olduğuna dair iki yıl ara ile iki kez dilekçe ile Maarif Nezaretine müracaat etmesine rağmen talebi uygun bulunmamıştır.95 Oysa Mehmed Şükrü Efendi’nin maaşı 200 kuruş civarındaydı. Aynı okulun hat muallimliği mektebe devamsız olan tahrirat katibi Rıza Efendi’nin üzerinde gözükmekteydi. Şükrü Efendi bu dersin kendisine ait olduğunu düşünüyordu. Talebi kabul edilmeyince geçinemediğini gerekçe göstererek, bunca yıllık hizmetine karşılık başka bir idadi mektebine veya muallim-i evvelliği terfiini talep etmişti.96 Muallimlerin ikinci sorunu, yöreye alışamamalarıydı. Gelen muallimlerin büyük bir kısmı Trabzon ve civar yerdendi ve genellikle Trabzon Darulmualliminin’den sertifikalı veya mezun kimselerdi. Çoğunlukla belli bir süre görev yaptıktan sonra kendi memleketlerine gitmek arzusu içerisinde oluyorlardı. İptidai mektebinde görev yapan muallimlerin görev süresi dikkate alındığında bir muallimin ortalama görev süresi, bir buçuk, iki yıl arasındaydı.97 1873 yılında açılan rüştiye mektebinde bahsedilen sebepten dolayı, 3 yıl zarfında 4 muallim görev yapmıştı.98Çalışkan ve gayretli bir muallim olan Gümüşhane Rüştiyesi Muallim-i Evveliİsmail Hakkı Efendi’nin 1891 senesinde Süleymaniye Ruusu payesi ve nişan ile ödüllendirilmesi talep edilmişti.99 İsmail Efendi, 1894 senesinde gözlerinde yaşadığı sağlık sorunu ve romatizmal rahatsızlığından dolayı tedavi görmek maksadıyla İstanbul’a gitmek için müsaade istemiştir. İsmail Efendi’nin bahsi geçen hususlarda sağlık sorunları yaşadığına dair verilen doktor raporunda, çalıştığı 92 BOA, MF. MKT, 863/11. 93 Trabzon Vilayeti tarafından Maarif Nezaretine gönderilen 23 Kasım 1908 (28 Şevval 1326) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 1104/23. 94 Şükrü Efendi, Trabzon’un Of kazasındandır. 1900 (1316) senesinde Trabzon idadi mektebini aliyyülâlâ derecede bitirmiştir. 1 Mayıs 1902 (18 Nisan 1318)’de Kelkit rüştiye mektebinde göreve başlamış ve daha sonra terfi suretiyle Gümüşhane rüştiyesine 200 kuruş maaşla muallim-i sani olarak tayin edilmişti. 95 BOA, MF. MKT, 967/23; BOA, MF. MKT, 1133/36. 96 Rüştü Efendi’nin Maarif Nezaretine gönderdiği 31 Ekim 1907 (24 Ramazan 1325) tarihli dilekçe, BOA, MF. MKT, 1026/42; BOA, MF. MKT, 1026/42; BOA, MF. MKT, 1060/21. 97 BOA, MF. MKT, 475/57; BOA, MF. MKT, 436/59; BOA, MF. MKT, 863/11; BOA, MF. MKT, 1104/23. 98 BOA, MF. MKT, 22/153; BOA, MF. MKT, 27/19; BOA, MF. MKT, 27/27; BOA, MF. MKT, 30/123; BOA, MF. MKT, 32/22; BOA, MF. MKT, 36/119; BOA, MF. MKT, 34/90; BOA, MF. MKT, 41/39. 99 BOA, MF. MKT, 127/73; BOA, MF. MKT, 162/18. 101 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu mektebin rutubetli olmasından dolayı romatizmal hastalığa yakalanmış olabileceği ifade edilmişti. Ayrıca gözlerindeki mikrobik rahatsızlığında Gümüşhane’deki ekseri suyun göl suyu olduğu ve bu suyun hem abdest hemde taharet için kullanılmasından dolayı mikrop kapmış olabileceği ifade edilmişti.100 Bu hususta diğer bir sorun ise muallimlerin başka şeylerle uğraşıp, mesleklerini ihmal etmeleriydi. Mesela 1899 yılında Gümüşhane rüştiye mektebinin muallim-i evveli İsmail Efendi ile muallim-i sanisi İbrahim Efendi hakkında şikayette bulunulmuştu. İddiaya göre İsmail Efendi, rüşvet ve kötü işlerle anıldığı yargılandığı için sürekli mahkeme kapısındaydı. İsmail Efendi, fahiş faizle tefecilik yapıyor, İbrahim Efendi ise onun bazı davalarına vekil olmuş ve dava takibiyle uğraşmaktaydı. Şikayet üzerine Maarif Nezareti hocaların itibarlı kimseler olduğu bilgisine sahip olmasına rağmen tahkikat başlatmıştı.101 Bu tahkikattan sonuç çıkmadığı gibi İsmail Efendi 1903 yılında gayreti, çalışmaları ve çokça talebe yetiştirmesinden dolayı “musıla-iSüleymaniyye” rütbesine terfi etmişti. İsmail Efendi aynı zamanda 4. dereceden Osmanlı nişanına sahipti.102 3) Gayrimüslim Mektepleri Gümüşhane sancağında gayrimüslim Osmanlıların da eğitim kurumları ve görevlileri bulunmaktaydı. 1869 yılı itibarıyla bu okulların ve öğrencilerinin adedi şöyleydi. Tablo 5: Gümüşhane Sancağındaki Müslüman ve Gayrimüslim Mektepleri ile Bu Mekteplerin Öğrenci Sayısı (1869)103 Rum Mektebi Talebe Ermeni Mektebi Talebe Gümüşhane kz. 10 309 1 125 Yağmurderenh. - - - - Kovansnh. 3 33 1 40 Torul kazası 25 790 2 15 Kürtün nahiyesi 3 41 - - Kelkit-Şiran kazası 17 103 1 20 58 1.276 5 200 Kaza/Nahiye Toplam 100Gümüşhane tabibinin İsmail Efendi hakkında verdiği 15 Şubat 1894 (3 Şubat 1309) tarihli sağlık raporu, BOA, MF. MKT, 201/25. 101BOA, MF. MKT, 466/30. 102BOA, MF. MKT, 688/25. 103Salname-i Vilayet-i Trabzon, 1286, Defa 1, s. 76-77. 102 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) Gayrimüslimlerin eğitimiyle vazifeliler, şüphesiz öncelikle kilise rahipleriydi. 1875 yılı kayıtlarına göre; Gümüşhane’nin merkez kazasında 10 kilise, 11 rahip; Kovans nahiyesinde 9 kilise, 10 rahip; Torul kazasında 131 kilise, 161 rahip, Kürtün nahiyesinde 7 kilise, 9 rahip; Kelkit ve Şiran’da 14 kilise ve 17 rahip bulunmaktadır. Yağmurdere’de kilise ve rahip bulunmadığı kayıtlı ise de, muhtemelen sorulup yazılmamış olmalıdır. Şu halde Gümüşhane sancağının tamamındaki 171 kilisede vazife yapan 208 rahip; halkın dinî ihtiyaçlarını karşıladığı gibi onların çocuklarını da eğitmektedir.104 a) Torul Santa Rum Mektebi Gümüşhane sancağına tâbi Torul kazasının Santa köyünde, Eylül 1912 itibariyle, 980 hanede 4.821 Rum yaşamaktaydı. Köydeki Rumlara eğitim-öğretim hizmeti verebilmek gayesiyle burada bir Rum mektebi inşasına karar verilerek patrikhane tarafından gerekli müracaat yapılmıştı. Mektebin inşa edileceği arazi, yöredeki üç Rum tarafından hibe edilmişti. Mektep, 34 metre uzunluğunda, 22 metre genişliğinde, 12,5 metre yüksekliğinde kârgir olarak inşa edilecekti. Mektebin inşaatı için gereken 1.500 altın ise kilise sandığından karşılanacaktı. Müracaat üzerine mektebin inşasına başlanılması için gereken padişah iradesi 22 Eylül 1912 (10 Şevval 1330) tarihinde çıkmıştı.105 b) Gümüşhane Rum Mektebi Gümüşhane’nin Hızırilyas Mahallesi’nde 1.270 arşın murabbaında bir mahal üzerinde boyu 46, eni 20, yüksekliği 10 zira ebadında iki kat ve kârgir olarak bir Rum mektebi inşa edilmesi planlanmaktaydı. Okulun inşaatı için gereken 350 liranın 250 lirası daha önce tertip edilmiş olan piyangodan kalanı ise bir Rum tarafından temin edilmişti. Gümüşhane’de 280 hanede 1.445 nüfus Rum mevcut idi. Mektebin inşasına 20 Ocak 1914 (22 Safer 1332) tarihli padişah izni sonrasında başlanılmıştı.106 Gümüşhane’deki gayrimüslimlerin ve bilhassa Rumların nasıl bir eğitim-öğretim yürüttükleri hususunda detaylı bilgi yoksa da, meseleyi aydınlatacak bazı malzeme bulunmaktadır. Gümüşhaneli Ortodoks Rumlar, etnik asıl itibarıyla iki kısma ayrılmışlardı. Bunların bir kısmı Grek asıllı, diğerleri de Türk asıllı Hıristiyanlardı. Grek Rumların eğitim politikası, şüphesiz ecnebi kışkırtmalarından da kaynaklanan Pontosçu bir eğitimdi ve bu Türk asıllı Hıristiyanlara da sirayet ediyordu. Çünkü, bunların tamamı her bakımdan Fener Patrikhanesine bağlıydı. 104Salname-i Vilayet-i Trabzon, 1292, Defa 7, s. 76-77. 105Şura-yı Devlet Maliye, Nafia ve Maarif Dairesinin 8 Eylül 1912 (26 Ramazan 1330) tarihli mazbatası ve 22 Eylül 1912 (10 Şevval 1330) tarihli irade-i seniyye, BOA, İ. MF, 20/18. 10620 Ocak 1914 (22 Safer 1332/7 Kânun-ı sani 1329) tarihli irade-i seniyye, BOA, İ. MF, 22/8; BOA, DH. İD, 214/10; BOA, MV, 233/9. 103 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu İkinci Meşrutiyet döneminin Trabzon valilerinden meşhur müellif ve fikir adamı Mehmet Ali Aynî Bey, 1913 yılında Gümüşhane sancağına uğrayarak, buradaki Rumların okullarını da denetlemişti. Onun gördüklerini aynen aktarmak, vaziyeti birinci elden anlamaya yardım edecektir: 1329/1913 senesinde bir aralık devren Gümüşhane ‘ye gittiğim vakit, Rum mektebini de ziyaret etmiştim. Çocuklar hiçbir kelime Rumca bilmedikleri halde, muallim de bir kelime Türkçe anlamıyordu. Daskal’a (öğretmene) nereli olduğunu sormuştum. Kozanalı107 imiş. Bu hali Maarif Nezareti’ne ayrıntısıyla bildirmiştim. Fakat, o zamanın icabı, yapılacak bir şey kalmamıştı.108 M. Ali Aynî’nin bizzat şahit olduğu bu olay, yukarıda değinilen ikiliği açıkça ortaya koymaktadır. Yani, Rum (Grek) diye bahsedilen bir kısım Gümüşhaneli çocukların Rumcadan anlamaması çok doğaldı, çünkü onlar Rum değil, bilakis Hıristiyan Türk idiler.109 Diğer taraftan Rum (Grek) olduğu söylenen veya iddia edilen Gümüşhaneli çocukların da dil meselesi vardı. Aşağıdaki örnek bu bakımdan oldukça dikkat çekicidir. Şöyle ki; Rum olduğu söylenen bu çocuklara, İstanbul’dan yollanan Grek öğretmenler tarafından İstanbul Grekçesi öğretilmeye çalışılmaktadır. Bunu 1837 yılında yaşayan HoratioSouthgate, Gümüşhane’de yeni açılmış iki Rum okuluna uğramış ve şu notları aktarmıştır: Bu okullara tecrübeli öğretmenler başkentten (İstanbul’dan) getirilmiş. Eski ve çağdaş Grekçe ile yazı dersleri okutulan temel dersler. Öğrencilerden birkaçı beni ziyarete geldi. Onların ağzından Konstantinopolis (İstanbul) Yunancasının tatlı ve ince tonlarını duymak özel bir zevkti. Bunu okullarında öğrenmişler. Ama, bu çocukların anne ve babaları kendi mahalli ağızlarını konuşuyorlar ve tercümanım, bu dili (modern Grekçeyi) çok iyi bilmesine rağmen, onlarla anlaşamıyor.110 H. Southgate’in zevkle anlattığı bu hadise, hem Gümüşhane hem de Doğu Karadeniz’in 19. yüzyıl tarihi bakımından çok ciddi bir probleme işaret etmektedir. Bu problem iki yönlüdür: Birincisi, Yunan asıllı olmayan çocuklara ve onların mensup bulunduğu cemaate Yunanlılık şuuru vermek için başlatılan Helenleştirme akımıdır. İkincisi ise, Osmanlı fethi ve ondan evvel Müslüman olmuş aile ve kişilerin, önce Yunan ve peşinden Hıristiyan yapılması faaliyetidir. Nitekim, bu teşebbüslerin epeyce başarıya ulaştığı da bilinmektedir. Mesela, Gümüşhane, Osmanlı Türklerinin koyduğu 107Kozana, 2003 yılına kadar Gümüşhane’ye bağlı Yeşildere (Haşara) köyünün ilk mahallesi olup, Koroş dağının eteğindedir. Yeşildere köyü, 1995 yılı Haziran ayında “Yeşilyurt (Kozana)” ve “Yeşildere” adlarıyla iki ayrı köye ayrılmıştır. 108Mehmed Ali Aynî, “Anadolu’da Hıristiyanlar”, İntikâd ve Mülahazalar, İstanbul 1339, s. 242-243. 109Bu husustaki bazı veri ve tartışmalara bk. Tozlu, XIX. Yüzyılda Gümüşhane, s. 8-9, 123-125. 110 Horatio Southgate, Narrative of A Tour Through Armenia, Kurdistan, Persia and Mesopotamia, I, New York 1840, s. 166. 104 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) Türkçe bir ad olduğu halde, bunun Grekçe bir kelime olan Argyropolis’ten tercüme edildiğinin yayılması, en tipik bir örnektir. Gümüşhane’ye bağlı Krom’da ve Maçka’ya tabi bir kısım, gayrimüslim köylerle çevrili olan yerlerde batıl itikatların tashihi için 7 adet iptidai mektebi açılması düşünülmekteydi. Batıl itikat meselesinin ortadan kalması için ahalinin mektep tesisi beklenemezdi. Bu sebeple mahalli yönetim vilayet maarif bütçesinden eksik kalması durumunda da rüştiye muallimlerinin maaşlarından yapılacak tasarrufla buralara okul tesis edilerek, muallim gönderilmesi için çalışma başlatmıştı. Okullar için gerekecek meblağ senelik 13.200 kuruştu.111 Bu konuda verilecek bir örnek daha durumu açıklamaya yetecektir. Birinci Büyük Savaş’tan sonra Rumlar tarafından ortaya atılan Pontos meselesi sırasında, Anadolulu Ortodoks Hıristiyanlar, Kayseri’de toplanarak bir karar almışlardı. Bu toplantıda kendilerinin Türk Ortodoks olduklarını ilan eden metropolitler, artık bundan sonra kiliselerinde Rumca ayin yapılmamasını, İncil’in Türkçe yazılıp okunmasını ve mekteplerde çocukların Türkçe eğitim almasını kararlaştırmışlardı. En önemlisi de, kiliselerine yollanacak papazların kesinlikle Türk asıllı olmasını istemeleri ve bunu fiile geçirmekteki ısrarlarıydı. Yani, Fener patrikhanesinden papaz yollanmasını asla istemiyorlardı. Yine bu kararlar cümlesinden olmak üzere, “daskal” denilen mektep öğretmenlerinin de katiyetle Türklerden seçilmesi hususunda ittifak edilmişti. Papa Eftim’in reisliğinde alınan bu kararlara, Gümüşhane Metropoliti Yervasyos Efendi de imza atmıştı.112 4) Gümüşhane Sancağında Eğitimin Durumu Trabzon Maarif Müdürü Ziver Bey, 1900 yılı için hazırladığı Salname’de, vilayetteki eğitim durumunu yüzdeleriyle birlikte kaydetmiş ve bu vakıaya da değinmiştir. Onun bir yetkili olarak verdiği bilgiye göre, Trabzon vilayetindeki 900.000 Müslüman’ın eğitim durumu şöyledir: Trabzon sancağı ve buraya bağlı kazalarda erkeklerin % 12’si bayanların % 5’i, Canik (Samsun) sancağında erkeklerin % 13’ü bayanların % 5’i, Lazistan sancağında erkeklerin % 16’sı bayanların % 8’i ve Gümüşhane sancağında erkeklerin % 11’i bayanların da % 3’ü tahsillidir. Aynı kayıtlara göre, 221.000 nüfuslu Hıristiyanların durumu da şöyledir: Trabzon sancağında erkeklerin % I7’si bayanların % 3’ü, Canik sancağında erkeklerin % 13’ü bayanların % 6’sı, Lazistan’daki erkeklerin % 12’si bayanların % 4’ü ve Gümüşhane sancağındaki erkeklerin %29’u bayanların da % 22’si okumuştur.113 111Trabzon Maarif Müdüriyeti tarafından, Maarif Nezaretine gönderilen 28 Mayıs 1905 (23 Rebiyülevvel 1323) tarihli tahrirat, BOA, MF. MKT, 866/11; BOA, Y. MTV, 209/89. Bu hususta ayrıca bk. Ahmet Türkan, Osmanlı’da Kripto Hristiyanlar, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2012, s. 144-150. 112Bu hadiselerin uzun bir seyri vardır. Teferruatına bk. M. Süreyya Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, 2. baskı, İstanbul 1996, s. 242-249. 113Salname-i Vilayet-i Trabzon, 1316, Defa 17; s. 315-316; Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 1316, 1. Sene, s. 111. 105 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu Trabzon vilayetinin tamamı dikkate alınırsa, gayrimüslimlerin en çok okumuş olduğu yer Gümüşhane sancağıdır. Buna karşılık Müslümanların tahsil nispeti düşüktür. Müslümanların bugünkü âdetlerini daha o zaman kazanmış olmaları, herhalde yadırganmayacaktır. Fakat, aynı şey vilayetin tamamı için vakidir. Trabzon Valisi Kadri Bey, hemen her bakımdan memleketin problemleriyle alakadar olmuş ve bu arada eğitime de hassasiyet göstermişti. Nitekim, onun valiliği sırasında çıkarılan vilayet yıllıkları, oldukça detaylıdır. Bunların en iyileri de, 1316 (1898-1899) ve 1320 (1902-1903) yıllarına ait olanlardır. Yukarıdaki istatistikler 1316 yıllığından aktarılmıştı. 1320 yıllığında ise, vilayetin tamamında bulunan her türlü mektep ve bunlar hakkında açıklayıcı cetveller vardır. Bu cetvellerde Müslüman ve gayrimüslimlerin yanı sıra, yabancı okullarına da yer verilmiştir. 1902 yılı itibarıyla Gümüşhane’de 2 adet rüştiye mektebi vardır ve bunların 171 erkek öğrencisi bulunmaktadır. Aynı yıl, Gümüşhane sancağının tamamında Müslümanlara ait 92 bayan iptidaisinde 1.631 talebe vardır. Erkek iptidailerinin adedi ise 171 olup, toplam 5.009 öğrenci okumaktadır. Anlaşılacağı üzere 1902yılında, Müslümanların 92 bayan iptidaisinde 1.631 talebe varken: ikisi rüştiyeve171’i iptidai olmak üzere, toplam 173 erkek mektebinde de 5.180 öğrenci okumaktadır.114 Aynı yıl, sancağın tamamında gayrimüslim erkeklere ait 4 rüştiye mektebinin 623 talebesi varken; bayanların 3 rüştiyesinde 411 öğrenci bulunmaktadır. Yine gayrimüslimlerin 42 iptidai mektebinde 2.842 erkek ve 34 bayan iptidaisinde 2.411 bayan talebeye eğitim verilmektedir. Gayrimüslimlerde iptidai ve rüştiye olmak üzere, toplam 46 erkek okulunda 3.465 erkek talebe, 37 bayan okulunda da 2.822 bayan talebe vardır.Bu kayıtlara göre, Gümüşhane sancağında yabancılara ait hiçbir okul bulunmamaktadır. Bu istatistiklerden sonra, sancağın toplam nüfusu ve bu nüfus içerisinde Müslüman ve gayrimüslimlerin tahsil nispetini tespit etmek de faydalı olacaktır. Hicri 1320 (1902-1903) yılına ait salnameye göre, Gümüşhane sancağında toplam 89.240 Müslüman yaşamaktadır. Bunların 45.45l’i erkek 43.789’u da bayandır. Müslümanların tahsilli sayısı 6.811’dir. Bunlardan 5.180’i erkek 1.631 ’i de bayandır. Buradan çıkarılacağı üzere sancak genelinde erkeklerin okumuşluk oranı % 11 bayanların ise % 4’tür. Bu nispet sancak genelinde % 7 civarındadır. Gayrimüslim tebaaya gelince: Bunların toplam nüfusu 32.949 olup; 16.611’i erkek 16.338’i de bayandır. Genel nüfus içinde gayrimüslimlerin toplam okumuş sayısı 6.287 bayanların da 3.465’tir. Şu halde, sancak nüfusuna göre gayrimüslimlerin % 18’i tahsillidir. Bu durumda erkeklerin tahsil oranı % 20 bayanların da % 17’dir.115 Gümüşhane’deki durum böyle iken, Trabzon vilayetinin geneli itibara alındığında da eğitim-öğretim bakımından Gümüşhane’nin iyi bir yerde olmadığı görül- 114Salname-iVilayet-i Trabzon, 1320, Defa 20, s. 348-349. 11520. yüzyılın başları için verilen bilgilere bk. Salname-iVilayet-i Trabzon, 1320, Defa 20, s. 348-349. 106 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) mektedir. Bu bakımdan en kötü durumda olan Şiran kazası ahalisidir. Denilebilir ki, Şiran ahalisi okuma-yazma bilen birkaç insana bile muhtaçtır. 1879 yılında Şiran’da doğan ve bilahıre müderris olarak uzun yıllar İstanbul’da görev yapan Ahmet Şiranî Efendi, memleketini anlatırken bu hususa bilhassa işaret eder. O, ilk çağlarını okuma yazmaya muhtaç insanlar arasında geçirmiş ve böyle yerlerde kalmanın hayıfını hep duymuştur.116 Bu halle Cumhuriyet dönemine gelen Gümüşhane, bu devirde de çok önemsenecekatılımlara sahne olamamıştır. 1923 yılında Gümüşhane’nin merkezinde 10, köylerinde 24 ilkokul vardır.117Bu okulların 5’i kızlar, 29’u ise erkekler içindi.118Şehirdeki okullarda 20, köylerde de 22 öğretmen görev yapmaktaydı. Bunlardan şehirdekilerde 450, köylerdekilerde 581 erkek talebe okumakta olup; yalnızca şehirdekilerden 20 erkek öğrenci diploma almıştır. Harf inkılâbından önce Gümüşhane’de Arap harfleriyle okuma yazma bilenlerin sayısı 3.400’dür.119 Aynı yıl ayrıca Gümüşhane Lisesi’nin bünyesinde öğrenciye mahsus bir kütüphane ve mütalaa salonu açılmıştı.120 Ancak O dönem Gümüşhane İlk Tedrisat Müfettişi olan Hüseyin Avni, mevcut okulların gelişigüzel bir şekilde dağıldığını ifade etmektedir. 20-30 nüfustan oluşanköylerde okul açılmış iken, 100 haneyi geçkin köylerde “bey” ve “ağa” bulunmamasından dolayı okul açılmadığından yakınmıştır. Mektep binalarının da perişan bir halde olduğunu ileri süren Hüseyin Avni’ye göre sancak merkezdeki kız okulu hariç diğer yerlerdeki kız mekteplerinin sırf reklam olsun diye açılmıştı. Mektep mezunu olup, bölgenin ihtiyaçlarını bilen bir muallime ve eğitime uygun bir bina tesis edilmediği müddetçe Ardasa [Torul], Kelkit ve Şiran kaza merkezlerindeki kız iptidai mekteplerinin kapatılmalıydı.121 Mektep binalarını ise şu şekilde tasvir etmekteydi: Şiran merkezindeki dört dershaneli, bir kat, üstü toprakla örtülü; henüz tamamlanmamış bir binadan başka,sancağın tamamında mektep olarak inşa edilmiş bir müessese yoktur. Kelkit, Torul ve sancak merkezindeki mektepler eğitime uygun olmayan birer evden başka bir şey değillerdir. Bunlar yine ne ise bir dereceye kadar mektep ittihazına elverişli addedilebilir. Köy mektebi dedikleri yerler; okuyan ve okutan için birermakteldir. Edreköyündeki mektebin dışındaki diğer bütün merkez ve mülhakat köy 116AhmedŞiranî’nin hayatı, ilmi faaliyetleri ve işaret edilen vaziyet için bk. Selahattin Tozlu, “İkinci Meşrutiyet Döneminde Bir İlmiyeli: AhmedŞiranî Efendi”. Türkiye Günlüğü, 48, Kasım-Aralık 1997, s. 42-59. 117Vehbi Okay, Cumhuriyetin 15inci Yılında Gümüşhane, 1938, s. 61-64. 118Hüseyin Avni, “Gümüşhane İlk Tedrisat Müfettişliğinin ([1]338-[1]339) Sene-i DersiyyesineAid Umumî Raporu”, Gümüşhane İrfan Yolunda İlk Adım, I/3, 31 Mayıs 1340, s. 6. 119Vehbi Okay, Cumhuriyetin 15inci Yılında Gümüşhane, 1938, s. 61-64. 120Hüseyin Avni, “Gümüşhane İlk Tedrisat Müfettişliği Raporu”, I/3, s. 10. 121Hüseyin Avni, “Gümüşhane İlk Tedrisat Müfettişliği Raporu”, I/3, s. 6-7. 107 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu mektepleri,mektep şartlarını taşımadıkları gibi henüz inkişaf etmek üzere bulunan masum dimağları zehirleyecek, öldürecek, nursuz karanlık, bir köy odası veya samanlıklardan ibarettir. Tasavvur buyurulsun! Kışın dışarda faaliyet yapmak mümkün olmadığında köyün bütün çocukları ancak on kişi istiabına müsait bulunan mektep denen bu maktellere toplanıyor. Saatlerce dışarıdan hiç bir veçhe temiz hava girmeyen bu kuytu yerde; balık istifi gibi birbiri üzerinde denecek kadar bir diğerine bitişiksurette oturuyor ve güya okuyor!Halbuki zehirleniyor, kafasını şişiriyor, dimağını kirletiyor! Netice olarak sabahtan mektebe aklı başında giriyor; akşam üzeri mektepten sersem ve yarı ölü bir halde çıkıyor! Köylerdeki sârî hastalıkların önüne geçilememesi ve gittikçe yayılmasında mektep denen bu müesseseler mükemmel bir vasıta teşkil ediyor! Ötede bir köy, mektep yapmağa kalkışıyor; bir kaç yüz lira ve hayli güç harcıyor, meydana yine böyle uygunsuz bir müessese çıkıyor. Hükümet bunlara mani olmalı. Mektep yaptıracak köylere muktezi planı vermeli ve mektebin bu plan dairesinde inşasını kontrol ettirmelidir ki hem köylünün parası nafile yere sarf edilmesin; hem de meydana gelecek bina mektebe, insan meskenine benzesin!122 1925-26 ders döneminde Gümüşhane’deki okul ve buralarda eğitim verilen talebe sayısı şudur: 51 erkek ilkokulunda 1.393 erkek, 5 kız ilkokulunda 120 kız öğrenci vardır. Kaza merkezinde bir erkek orta mektep bulunmakta olup, 142 talebesi mevcuttur. Vilayetin tamamında 52 erkek okulunda 1.535 erkek, 5 kız okulunda da 120 kız öğrenci okutulmaktadır.123 1929 yılında Gümüşhane’de 2 adet ilk tedrisat müfettişi, 1 maarif sicil katibi bulunmaktaydı. Aynı yıl Gümüşhane’de 32 okul ve bu okullarda görevli 11 baş muallim, 20 muallim, 12 muallim muavini görev yapmaktaydı. Gümüşhane’de: Sadettin, Sorda, Süleymaniye, Mavrangel, Hayekse, Pekün, Tezene, Alansa, Haşara, Tekke,Edre, Kale mektepleri; Kelkit’te: Kelkit, İlaç, Sadak,Posus, Köse,Günbatur; Torul’da: Torul,Harşit, Kürtün, Koryana ve Zermut, Zığana, Soroyna, Uluköy; Şiran’da: Şiran, Seydibaba, Korzaf,Kozağaç, Sarıca,Araköy mektepleri bulunmaktaydı.124 Harf devriminden önce okuma yazma bilenlerin sayısı 3.400 iken, bundan sonra geçen on beş yılda önemli bir artış kaydedilememiştir. 1928-38 yılları arasındaki 122Hüseyin Avni, “Gümüşhane İlk Tedrisat Müfettişliği Raporu”,I/3, s. 7. 123Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi, Ankara 1928, s. 172’den sonraki cetvel. 124BCA, 30.10.00.00.134.964.2.2. 108 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) çalışmalar sonucu vilayette okuma yazma bilenlerin sayısı 13.595’e ulaşmıştı. Bunun 10.377’si erkek, 3.218’i bayandır. 1938 yılında vilayetin toplam nüfusu 203.857’dir.125 Bu hale göre 1938 yılı itibarıyla okuma yazma bilenlerin toplam nüfusa oranı % 16 civarındadır. Ancak, 1923 yılındaki nüfusa Bayburt dâhil olmadığı halde, istatistiğe konu edilen 1928-38 yılları arasında Bayburt, Gümüşhane’ye bağlıdır. Görüldüğü gibi, 1938 yılındaki okuma yazma oranı, 1900 yılındaki oran kadar bile değildir. Sonuç II. Mahmud ile birlikte Osmanlı Devleti, ahalinin eğitilmesi işini asli vazifesi addederek modern eğitim kurumlarını yaygınlaştırmaya başlamıştır. Ancak geleneksek tarzda eğitim veren medrese ve sıbyan mekteplerini kapatamadığından dolayı Cumhuriyet’e kadar ikili bir eğitim anlayışı var olmuştur. Taşrada mekteplerin yaygınlaşması Sultan Abdülaziz ile başlamıştır. Ancak eğitim müesseselerinin çoğalması II. Abdülhamid’in saltanat yıllarında olmuştur. Gümüşhane’deki rüştiye haricindeki mektepler daha ziyade II. Abdülhamid döneminde açılan mekteplerdir. Kızlar için açılan rüştiye ve Gümüşhane erkek idadisi ise Meşrutiyetin yeniden ilanından sonra açılan okullardandır. Gümüşhane’de eğitimin yaygınlaşması oldukça sorunlu olmuştur. Ahalinin eğitim konusundan çok istekli olmasına rağmen devletin ekonomik olarak zor durumda olması,bu küçük Anadolu kasabasına eğitim hizmetlerinin ulaşmasını geciktirmiştir. Gümüşhane nüfusunun az olması da diğer bir sorundu. Sınırlı malî kaynakları kalabalık yerlerdeki mekteplere harcamayı tercih eden devlet, Gümüşhane’deki okul açma taleplerini uzun bir müddet dikkate almamıştır. Ancak sorun olan bölgelerde, nüfusun azlığına bakılmaksızın bu politikadan çoğu zaman vaz geçilmiştir. Mesela Torul’da itikadî bir takım sorunların olması buraya mektep açılmasını hızlandırmıştır. Gümüşhane’de misyoner okullarının olmaması da buradaki okullaşmaya etki etmiştir. Osmanlı Devleti 19. Yüzyılın ikinci yarısında misyoner okullarıyla rekabet edebilmek için birçok yerde okul açmıştı. Gümüşhane’de misyonerlere ait okulların bulunmayışından dolayı devlet eğitim hususunda endişeye kapılmamıştı. II. Abdülhamid zamanında modern eğitim kuramlarına verilen önemden, kısmen Gümüşhane’nin de istifade etmeye başladığı görülmektedir. Modern okullar kavramı üzerinde durulmasının sebebi; bu okulların 19. yüzyıl sonu ve 20. asır başlarında Türkiye’deki yeni değişimde üstlendikleri roldür. İnceleme sahasında eğitimle ilgili bir diğer husus muallim meselesiydi. Burada açılan okullara muallim bulunamamış, bulunsa dahi maaş yetersizliği ve bölgeye alışamama gibi gerekçelerle gelenlerin büyük bir kısmı bölgeden ayrılmıştı. Bu muallimlerden bir kısmı da iyi eğitim almamış yetersiz kimselerdi. Ancak yetişmiş eleman azlığından dolayı bu gibiler mecburen istihdam ediliyordu. 125Okay, Cumhuriyetin 15inci Yılında Gümüşhane, s. 64-65. 109 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu Her şeye rağmen Gümüşhane yöresinde özellikle Sultan II. Abdülhamid döneminde yapılan eğitim yatırımları neticesinde bir okur yazar kitlesi ortaya çıkmıştı. Buna rağmen Trabzon vilayetinin eğitim hususundan en kötü durumda olan sancağı Gümüşhane idi. Bu haliyle Cumhuriyet’e intikal eden Gümüşhane, Cumhuriyet döneminde açılan yeni okullarla okuma yazma düzeyini dahi uzun bir süre istenilen düzeye yükseltememişti. 110 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) Kaynakça Arşiv Belgeleri Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) Sadaret MektubîMühimme Kalemi (A. MKT. MHM), 284/29. Bab-ı Ali Evrak Odası (BEO), 2030/152224. Dahiliye İdari Kısım Evrakı (DH. İD), 214/10. Evkaf Nezareti Mektubî Kalemi Evrakı (EV. MKT), 2215/11; 2215/24. İrade-i Dahiliyye (İ. DH), 517/35188; 673/46888. İrade-i Maarif (İ. MF), 20/18; 22/8. İrade-i Meclis-i Vâlâ (İ. MVL), 409/17768. Maarif Nezareti Mektubî Kalemi (MF. MKT), 10/145; 14/6; 27/27; 22/153; 27/205; 32/22; 34/90; 36/34; 36/119; 41/39; 45/76; 46/143; 47/201; 51/76; 60/158; 61/18; 62/31; 66/8; 73/40; 86/69; 86/103, 87/69; 98/55; 98/62; 100/12; 101/127; 103/108; 117/46; 117/131; 123/69; 127/73; 129/5; 129/60; 133/15; 162/18; 162/23; 164/51; 164/114; 165/143; 169/41; 187/53; 201/25; 205/23; 285/3; 308/30; 313/9; 316/19; 348/52; 350/28; 353/5; 361/32; 381/54; 357/58; 409/26; 436/59; 448/4; 466/30; 470/1; 473/17; 475/57; 477/52; 510/37; 535/6; 618/38; 688/25; 694/2; 726/47; 758/3; 764/64; 768/63; 796/78; 814/50; 824/21; 863/11; 866/11; 928/72; 967/23; 1015/66; 1026/42; 1034/70; 1048/15; 1052/18; 1056/47; 1060/21; 1065/72; 1085/65; 1104/23; 1125/31; 1133/36; 1150/30; 1164/6; 1198/44; 1221/8. Meclis-i Vükelâ Evrakı (MV), 233/9. Meclis-i Vâlâ Evrakı (MVL), 718/22. Yıldız Evrakı Sadaret Resmî Marûzat (Y. A. HUS), 274/85. Yıldız Evrakı Mütenevvi Maruzat (Y. MTV), 209/89. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA) BCA, 30.10.00.00.134.964.2.2. Kitap, Makale, Süreli Yayın vd. Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı Eğitiminde Modernleşme, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, İstanbul 2014. Aynî, Mehmed Ali, “Anadolu’da Hıristiyanlar”, İntikâd ve Mülahazalar, İstanbul 1339. Hüseyin Avni, “Gümüşhane İlk Tedrisat Müfettişliğinin ([1]338-[1]339) Sene-i DersiyyesineAid Umumî Raporu”, Gümüşhane İrfan Yolunda İlk Adım, I/3, 31 Mayıs 1340, s. 6-7. Kodaman, Bayram, Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Birinci Devre, 104, cilt 2, 9 Mayıs 1327. Salname-i Vilayet-i Erzurum,1299, Defa 9. Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, Birinci Sene 1316; Üçüncü Sene 1318; Dördüncü Sene 1319; Altıncı Sene, Darü’lHilafeti’lAliyye, 1321. Salname-i Vilayet-i Trabzon,1286, 1. Defa;1292, 7. Defa; 1294, Defa 9; 1296, Defa 11; 1305, Defa 13;1316, Defa 17; 1320, Defa 20. 111 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu Southgate, Horatio,Narrative of A Tour Through Armenia, Kurdistan, Persia and Mesopotamia, I, New York 1840. Okay, Vehbi, Cumhuriyetin 15inci Yılında Gümüşhane, 1938. Şahin, M. Süreyya, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, 2. baskı, İstanbul 1996. Tozlu, Selahattin, “İkinci Meşrutiyet Döneminde Bir İlmiyeli: AhmedŞiranî Efendi”. Türkiye Günlüğü, nu. 48, Kasım-Aralık 1997, s. 42-59. Tozlu, Selahattin, XIX. Yüzyılda Gümüşhane, Akademik Araştırmalar, Erzurum 1998. Türkan, Ahmet,Osmanlı’da Kripto Hristiyanlar, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2012. Ürkmez, Naim, “Şiran Vakıfları”, Vakıflar Dergisi, 44, Aralık 2015, s. 73-94. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi, Ankara 1928. 112 Modernleşme Dönemi Osmanlı Taşrasında Eğitim Kurumları (Gümüşhane Örneği) Ekler Ek 1: Gümüşhane’de İnşa Edilen Sıbyan Mektebi 113 Naim Ürkmez & Selahattin Tozlu Ek 2: Torul’un Santa Köyünde İnşa Edilmesi Planlanan Rum Mektebi Ek 3: Torul’un Santa Köyünde İnşa Edilmesi Planlanan Rum Mektebinin Krokisi 114 ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI Yıl 14 Bahar 2016 Sayı 20 ss. 115-140 Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye Yönelik Bir İmtiyaz Teşebbüsü Ertan GÖKMEN* Özet Osmanlı Devleti’nde sermaye yetersizliği ve teknik bilgi eksikliği nedeni ile XIX. yüzyılın ikinci yarısında pek çok yatırım yabancılara imtiyaz verilmek suretiyle gerçekleştirilmiştir. Belirtilen dönemde tarımı geliştirmek için de pek çok çalışma yapılmıştır. Yapılan bu çalışmalar içerisinde nehir ve göllerin ıslah edilmesi, bataklıkların kurutulması ve arazilerin modern yöntemlerle sulanması yer almaktadır. 1890’lı yıllarda Menemen ovasının sulanması için bir Fransız vatandaşı olan Mösyö Jan Verdo bir imtiyaz elde etme teşebbüsünde bulunmuştur. Mösyö Verdo kuracak olduğu sulama sistemi ile 50 bin dönümlük Menemen ovasını sulamayı ve bu ovada bulunan köylere su temin etmeyi amaçlıyordu. Mösyö Verdo’nun yapmış olduğu müracaat devletin yetkili kurullarında değerlendirilmiş, hazırlanan şartname ile mukavelename sadrazam arzı ile padişah iradesinin alınması için sunulmuş ise de imtiyaz padişah tarafından kabul edilmemiştir. Mösyö Verdo’nun imtiyaz için yaptığı müracaatın detayları ve bunun ilgili kurullardaki değerlendirilişi çalışmada değişik başlıklar altında ele alınmıştır. Anahtar Kelimeler: Menemen, Gediz, Tarım, Osmanlı, İmtiyaz, Sulama. A Privilege Enterprise to Water the Menemen Plain and to Supply Drinking Water to Its Villages by Benefiting the Hermos River Abstract Due to the lack of capital and technical knowledge, many investments were carried out by giving concessions to foreigners in the Ottoman Empire in the second half of the 19th century. Most of the strives were carried out to develop agriculture in this period. Rehabilitation of rivers and lakes, drying the marshes and watering the lands with modern methods were among these strives. A French citizen, Monsieur Verdo, attempted to receive a granting of a privilege for irrigation of the Menemen Plain in the * Doç. Dr., Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü,(ertan.gokmen@cbu.edu.tr) 115 Ertan Gökmen year 1890. Monsieur Verdo was aiming to water 50 thousand acres of land in the Menemen plain and to supply drinking water for the villages in that plain by establishing an irrigation system. The application of Monsieur Verdo was evaluated by state authorities and commissions and then the specification and contract of privilege was submitted by the grand vizier to the sultan to get an imperial rescript, but it was not accepted and the privilege was not given to Monsieur Verdo. Details of Monsieur Verdo’s application for privilege and its evaluation by the authority boards have been discussed under different headings in this study. Keywords: Menemen, Hermos, Agriculture, Ottoman, Privilege, Watering. 116 Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye... Giriş Tanzimat dönemi yöneticileri Osmanlı’daki modernleşmenin sosyal ve idari reformlar yanında ekonomik alanda atılacak adımlarla gerçekleşeceğini düşünüyorlardı. Ekonomik anlamdaki kalkınmayı gerçekleştirmek için yapılan faaliyetlerden biri devlet eliyle bazı fabrikaların kurulmaya çalışılmasıdır.1Bunun yanında Osmanlı Devleti, sermaye yetersizliği ve teknik bilgi eksikliği sebebiyle gerçekleştiremediği bazı iktisadi yatırımları yabancı şirket veya kişilere verdiği imtiyazlarla gerçekleştirme yoluna gitmiştir. İmtiyaz, “ayrıcalık, üstünlük” anlamına gelmekte olup, bir devletin kendi ülkesinde özellikle yabancı kişi, zümre, kurum veya devletlere verdiği bazı iktisadi hak ve ayrıcalıkları ifade etmektedir.2 Verilen imtiyazların bir kısmı demir ve karayolu, limanlar, rıhtımlar, fenerler ve madenler gibi büyük yatırımları, bir kısmı da elektrik, havagazı, tramvay, telefon, su idareleri, şehir içi deniz ulaşımı gibi belediye hizmetlerini kapsamaktaydı.3 Bunlar dışında gıda, dokuma, taş ve toprak, madeni eşya, kağıt, kimya ve lastik gibi imalat sanayi alanında verilmiş imtiyazlar da bulunmaktaydı. Verilen bu imtiyazlarla imtiyaz sahibine nitelikleri belli bir tekel hakkı tanınmış oluyordu.4 Devlet genel olarak imtiyaz verdiği kişilere yatırımları için ihtiyaç duydukları makine ve araçlar ile hammaddenin temininde gümrük muafiyeti tanımakta ve ücretsiz arazi tahsis etmekteydi. Buna karşılık imtiyaz sahibine, imtiyazı başkasına devretmemek, belli bir sermayenin bulunduğunu ispat etmek, işletme veya fabrikayı belirlenen sürede hizmete açmak, yapacağı tesisleri sağlam yapmak, Osmanlı kanunlarına ve sağlık kurallarına uymak, teknik personel dışındaki elemanları Osmanlı vatandaşları arasından seçmek, devlet kuruluşlarına indirimli satış yapmak, sosyal yardımda bulunmak, hükümetle olan yazışmalarında Türkçe kullanmak, işlerini hükümetin veya mahalli idarenin denetimine açık tutmak gibi sorumluluklar yüklemekteydi.5 Tanzimat yönetimi, sanayi ve ticaret yanında zirai gelişmeyi de çok yönlü bir sosyal ve ekonomik kalkınma programının bir parçası olarak görüyordu. Bu program çerçevesinde zirai gelişmeyi sınırlayan nedenlerin ortaya çıkarılması ve alınacak tedbirlerle gelişmenin sağlanması amaçlanıyordu. 1843 yılında başlatılan bir programda yol yapımı, nehirlerin ulaşıma elverişli hale getirilmesi gibi altyapı yatırımlarının yapılması, halka tarım ve ticaretlerini gerçekleştirmeleri için kredi verilmesi ve vergi 1 2 3 4 5 Tevfik Güran, “Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları”, 150. Yılında Tanzimat, (Haz. Hakkı Dursun Yıldız), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1992, s. 245-258. Cengiz Kallek, “İmtiyazât”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2000, s. 242. İmtiyaz kelimesinin diğer anlamları için bkz, Mustafa Malhut, “20. Yüzyıl Başında “İmtiyaz” Kelimesi ile “Kapitülasyon” Kelimesinin Tarihsel Açıdan Karşılaştırmalı İncelemesi”, History Studies, 2/2, 2010, s.401-413 Jacques Thobie, “Osmanlı Devleti’nde Yabancı Sermaye”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. 3, İstanbul, 1985, s. 733-737. A. Gündüz Ökçün, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında İmalat Sanayii Alanında Verilen Ruhsat ve imtiyazların Ana Çizgileri”, İktisat Tarihi Yazıları, Sermaye Piyasası Kurulu, Yayın No: 58, Ankara, 1997, s. 60-68. Ökçün, a.g.m., s. 77-82 117 Ertan Gökmen yükünün hafifletilmesi gibi hususlar yer almaktadır.6 Tarımı geliştirme çabaları II. Abdülhamit döneminde de devam etmiştir. 1877 yılında tarımsal gelişme için yeni hedefler konmuştur. Bu hedefler arasında, üreticiye kredi yanında teorik ve uygulamalı bilgi desteği vermek, atıl tarım alanlarını tarıma kazandırmak için toprak ıslah çalışmaları yapmak, sulu tarımı yaygınlaştırmak için gerekli yatırımları yapmak, tarım alanındaki yenilikleri basın aracılığı ile halka duyurmak, üretilen ürünlerle ilgili yarışmalar yapmak, tarım makinelerine gümrük muafiyeti tanımak, ıslah edilmiş tohum ithal edip üreticiye dağıtmak yer almaktadır.7 Belirlenen bu hedeflerden atıl tarım alanlarını kazanmak için yapılan çalışmalardan en önemlisi bataklık alanların kurutularak tarıma kazandırılmasıdır. Bataklık alanlarının temizlenmesi ve kurutulması ile ilgili verilmiş bir takım imtiyazlar bulunmaktadır. Bunlar arasında İzmit kasabasında Keles bataklıklarının temizlenmesi için 13 Mart 1884 yılında,8 Selanik vilayetinde Karasu bataklıklarının temizlenmesi için 13 Mart 1884 tarihinde,9 Vardar Nehri mecrasının temizlenmesi 5 Mart 1891’de,10 Menderes Nehri’nin temizlenmesi ve gemi seyrine elverişli hale getirilmesi için 16 Eylül 1891 yılında,11 Selanik’te Paravişte Gölü bitişiğindeki bataklığın kurutulması için 20 Haziran 1890 tarihinde12 verilen imtiyazlar bulunmaktadır. Bunlar dışında Selanik Vilayetindeki Lavada bataklığının, Mersin ve Tarsus bataklıklarının ve Konya bataklıklarının kurutulup tarıma açılması için verilen imtiyazlar bulunmaktadır.13 Osmanlı Devleti, nehirlerin temizlenmesi ve bataklıkların kurutulması yanında, susuz tarım alanlarının sulanması için de yerli ve yabancı kişi yada şirketlere projeler hazırlatmış bunlardan uygun görülenler için imtiyazlar vermiştir. Bu projeler arasında Osmanlı maden mühendisi olan Ahmed Bey’in hazırladığı 1848 tarihli Kızılırmak sulama projesi bulunmaktadır.14 Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin temizlenmesi, ekim alanlarının genişletilmesi ve Çukurova’nın sulanmasına yönelik XIX. yüzyılın ikinci yarısında bazı projeler hazırlanmıştır.15 Türkiye’nin tahıl ambarı olan Konya Ovası’nın 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 Tevfik Güran, “Ziraî Politika ve Ziraatte Gelişmeler, 1839-1876”, 150. Yılında Tanzimat, (Haz. Hakkı Dursun Yıldız), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1992, s. 219-222. Tevfik Güran, “Osmanlı Döneminin Son Döneminde Türkiye Tarımındaki Gelişmeler (1870-1914)”, V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi Tebliğler, İstanbul 21-25 Ağustos 1989, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1990, s. 326-327. İmtiyaza dair şartname ve mukavelenâme için bkz, Düstur, I. Tertip, C. 5 s. 13-22 İmtiyaza dair şartname ve mukavelenâme için bkz, Düstur, I. Tertip, C. 5, s. 63-73 İmtiyaza dair şartname ve mukavelenâme için bkz, Düstur,I. Tertip, C. 6, s. 936-949 İmtiyaza dair şartname ve mukavelenâme için bkz, Düstur, I. Tertip, C. 6, s. 1059-1074 İmtiyaza dair şartname ve mukavelenâme için bkz, Düstur, I. Tertip, C. 6, s. 662-672 İmtiyazât ve Mukâvelât, C. 2, Matbayı Osmaniye, İstanbul, 1302. s. 1109-1114, 1157-1176, 14431463, 1492-1506. Ebul Faruk Önal-Osman Doğan,Bir Osmanlı Maden Müdürünün Kızılırmak Projesi-1848, Çamlıca Yayınevi, İstanbul, 2011. Osman Doğan-Ebul Faruk Önal, Çukurova’ya Bereket Getiren Projeler, Çamlıca Yayını, İstanbul, 2011, s. 12-18 118 Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye... Beğşehir Gölü’nden istifade ile sulanması için 1819’dan başlayarak 1907 yılına kadar değişik tarihlerde çok sayıda proje hazırlanmıştır. Anadolu Osmanlı Demiryolu Şirketi tarafından gerçekleştirilen Konya Ovası Sulama Projesi 1907-1913 yılları arasında tamamlanmıştır.16 2-3 Mayıs 2013 tarihinde Kayseri’de uluslararası düzeyde gerçekleştirilen “Osmanlı Devleti’nde Nehirler ve Göller Sempozyumu”nda da Osmanlı nehir ve gölleri değişik açılardan ele alınmıştır. Sempozyumda nehirlerin temizlenmesi ve sulama amaçlı kullanılması konularını ele alan bildiriler sunulmuştur.17 Sultan II. Abdülhamit döneminde yukarıda belirttiğimiz projelere benzer bir çalışma Gediz Nehri ve Menderes Nehri için yapılmıştır. Bunlardan biri Gediz ve Menderes nehirlerinin temizlenerek gemi seyrine açılması ile ilgilidir. Konu ile ilgili olarak 1857 yılında mahalli idareciler ile hükümet ve görevli mühendis arasında birçok yazışma yapılmıştır.18 Gediz Nehri ile ilgili yapılan bir diğer çalışma Gediz Nehri’nden istifade edilerek Menemen Ovası’nın sulanması ile ilgilidir. Çalışmamıza konu olan bu sulama projesi ile ilgili olarak Fransa vatandaşı Mösyö Jan Verdo ile yürütülen müzakereler, verilecek olan imtiyazla ilgili ve yetkili devlet dairelerinin düşünceleri, çalışmadan elde edilecek fayda, imtiyazın şartname ve mukavelenamesinde bulunan hükümler aşağıdaki alt başlıklarda ele alınmıştır. 1- Mösyö Jan Verdo’ya Gediz Nehri’nden İstifade ile Menemen Ovası’nın Sulanmasına ve Köylerine Su Vermeye Yönelik Olarak Verilecek İmtiyaza Dair Genel Bilgiler Sulama projesi ile ilgili belgeler içerisinde imtiyaz talebinde bulunan kişinin dilekçesinin bulunmaması ne zaman müracaat yapıldığını tespit etmemizi güçleştirmektedir. İmtiyaz talebinin incelenmesine dair ilk evrakın tarihi 22 Eylül 1891’dir. Bu tarih dikkate alındığında müracaatın bu yıl içerisinde yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir.İmtiyaza konu olan husus, Fransa Devleti tebaasından Mösyö Jan Verdo’ya Gediz Nehri’nden istifade ederek Menemen Ovası’nı sulamak ve ovada bulunan köylere içmeye elverişli su temin etmek amacıyla altmış beş yıl süre ile imtiyaz verilme- 16 Ömer Faruk Yılmaz, Osmanlı’nın Konya Ovası Sulama Projesi, Çamlıca Yayını, İstanbul, 2011, s. 5-12; Konya Ovası’nın sulanması hakkındaki 25 Kasım 1907 tarihli mukavele için bkz. İmtiyaza dair şartname ve mukavelenâme için bkz, Düstur, I. Tertip, C. 8, s. 754-793. 17 Bu kitapta konumuzla ilgili bildirilerden bazıları şunlardır: Harun Tuncer, “Sultan Abdülmecit Devrinde Hazırlanan Kızılırmak Projesi”, Uluslararası Osmanlı Devleti’nde Nehirler ve Göller 2, Haz. Şakir Batmaz-Özen Tok, Not Yayınları, Kayseri, 2015, s. 485-490; Metin Ziya Köse, “19. Yüzyılın Son Çeyreğinde Karasu (Struma) Nehri Islah Çalışmaları”, a.g.e, s. 533-544; Suat Zeyrek-Halil Akman, “Adana Ovasının Islahı ve Seyhan Ceyhan Nehirleri Mecralarının Tanzim Edilmesi ile İlgili Çalışmalar”, a.g.e, s. 617-626; Murat Alandağlı, “Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Göl ve Bataklık Sahalarının Islahına Dair Bir Örnek: Lapişte Göl ve Bataklığı’nın Islahı”, a.g.e., s. 653-670; Hüseyin Muşmal, “Konya Ovası Sulama Projesi Fikrinin Ortaya Çıkışı ve Proje ile İlgili Çalışmalar”, a.g.e, s. 411-431; İbrahim Yılmazçelik-Sevim Erdem, “II. Abdülhamit Döneminde Yeni İskan Alanlarının Oluşturulması ve Nehir, Göl ve Bataklıkların Temizlenerek Zirai Ekonomiye Kazandırılması”, a.g.e, s. 511-533. 18 BOA. İ. MVL. No: 365/16005; BOA. İ. DH, No: 369/24447; BOA. A. DVN, No: 121/22; BOA. İ. MVL, NoÇ 374/16419. 119 Ertan Gökmen sidir. Mösyö Verdo’nun belirtilen süre ile istemiş olduğu imtiyaz, Şûrâ-yı Devlet’te, Ticâret ve Nâfia Nezâreti’nde, Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ’da değişik açılardan değerlendirilmiş ve her kurum kendi görüşünü yansıtan belgeler düzenlemişve bunları sadarete sunmuşlardır. Bu belgelerde yer alan bilgiler doğrultusunda imtiyazın veriliş süreci aşağıdaki başlıklarda ele alınmıştır. 2- İmtiyaz Talebinin Şûrâ-yı Devlet’te Ele Alınması Mösyö Verdo’nun Gediz Nehrinden su alarak Menemen Ovası’nı sulamaya yönelik imtiyaz talebi devletin en yüksek istişare kurumu olan Şûrâ-yı Devlet’e gönderilmiştir. Şûrâ-yı Devlet Tanzimat Dâiresi bu konu ile ilgili olarak bir mazbata hazırlamıştır. Mazbatanın altında ilgili daire reisi ile on üyenin mührü bulunmaktadır. İki kişinin de toplantıda hazır bulunmadığı belirtilmiştir. Mazbatada öncelikle konu ile ilgili olarak daha önce yapılmış olanlar, daha sonra daire üyelerinin düşünceleri zikredilmiştir. Mazbatadaki ifadelere göre, Aydın Vilâyeti sınırları içinde akmakta olan Gediz Nehri’nden saniyede altı metreküp su alarak Menemen Ovası’nı sulamak ve bu ovada bulunan köylere içmeye elverişli su temin etmek amacıyla Fransa Devleti tebaasından Mösyö Jan Verdo’ya imtiyaz verilmesi hakkında Meclis-i Nâfia’da düzenlenen müzekkere, mukavelenâme, şartnâme ve diğer evraklar Ticaret ve Nâfia Nezareti’nin tezkiresi ile Şûrâ-yı Devlet’e havale edilmiştir. İlgili evraklar Tanzimat Dâiresi’nde okunmuş ve bu evraklarda imtiyaz süresinin yetmiş beş yıl olması, nehrin eski mecrasının susuz bırakılmaması, bu süre içinde başkasına imtiyaz verilmemesi gibi konular üzerinde durulduğu belirtilmiş ve bu iş için ne kadar masraf yapılacağı bilinmediğinden yapılacak bir keşifle yaklaşık masrafın tespit edilmesi,nehirden eskiden beri istifade edenlerin haklarına zarar verilmemesi için imtiyaz sahibi tarafından alınacak ve sarf edilecek suyun miktarını sınırlamak üzere kuraklık zamanında nehir suyunun ölçülmesi, araziye başkaları tarafından su getirilmesine mani olunmaması gerektiği ifade edilmiş ve belirtilen hususların Mösyö Verdo ile müzakere edilmesi için ilgili evrakların takımıyla beraber bir tezkire ile Ticâret ve Nâfia Nezâreti’ne gönderildiği belirtilmiştir. Mazbata’nın devamında belirtilen bu konularla ilgili Meclis-i Nâfia tarafından yapılan incelemeleri ve müzakereleri içeren bir müzekkerenin ve diğer evrakların nezaretin bir tezkiresi ile Tanzimat Dâiresi’ne iade edildiği ve burada incelemeye alındığı ifade edilmiştir. Tanzimat Dâiresi’ne gönderilen bu müzekkereye göre, sulama ile ilgili bu teşebbüsün ne kadar bir para ile yapılabileceğinin belirlenmesi için yapılacak keşfin hayli masraf gerektireceği, imtiyaz talebinde bulunan hiç kimsenin kesin olarak izin verilmeyen bir imtiyaz için böyle bir keşif masrafına girmeyeceği, hükümet tarafından da bir keşif yaptırılamadığı, bununla birlikte bu iş için yirmi beş bin Osmanlı altını kadar para sarf edilmesi gerekeceğinin tahmin edildiği, ancak gerçek masraf ve varidat bilinmedikçe imtiyaz süresini ve sulama ücretini belirlemenin mümkün olmadığı, imtiyaz süresi konusunda talipli ile mutabakata varıldığı ancak sulama ücreti konusunda anlaşmaya varılamadığı, ahalinin eskiden beri nehirden istifadelerine zarar verilmemesi için nehirden saniyede üç metreküpten az su bırakılmayacağı, eşit şartlar altında öncelik hakkı bulunmak koşulu ile aynı konuda başka talipli bulunanlar olduğu takdirde bunlara mani olunmayacağına dair mukavelenâmeye şartlar konulması ile ilgili olarak Mösyö Verdo ile anlaşmaya varıldığı beyan edilmiştir. 120 Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye... Tanzimat Dâiresi, talep edilen imtiyazla ilgili olarak bu ana kadar yapılmış olanları ve varılan mutabakatları zikretmiş ve bunları değerlendirerek şu sonuca varmıştır: Yapılacak iş tahminen yirmi beş bin Osmanlı altını harcanarak meydana getirilebileceğine göre, altmış beş senelik imtiyaz süresi çoktur. Buğday mahsulünün yüzde altısı, arpa ile darının yüzde sekizi, susam ile diğer tarım ürünleri hasılatının yüzde beşi oranında; aynen ücret vermek istemeyen arazi sahiplerinden de her metreküp su için beş parayı geçmemek üzere ücret alınması fazla görülmüş olup bunun daha uygun bir seviyeye çekilmesi gerekmektedir. İmtiyaza talip olan kişiye saniyede altı metreküp su almasına izin verildiği takdirde, mecrada bırakılacak üç metreküp suyun nehirden eskiden beri istifade edenlerin ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamayacağı belli değildir. Bu yüzden bu hususun iyi araştırılması gerekmektedir. Başka mahalden su getirilmesi hususunda dilekçe sahibine öncelik hakkı tanınması başka taliplilerin çıkmasına engel olacaktır. Bu yüzden mukaveleye böyle madde konulmasından kaçınılmalıdır. Yukarıdaki konularda nihai karara varmak için kesin bir keşif yapılmalıdır ve bu yapılmadığı takdirde tahmin üzerine imtiyaz şartları belirlenmemelidir. Bunun için de talipliye kesin keşif yaptırılması gerekmektedir. Tanzimat Dairesi üyelerinden bir kısmı bu iş için gereken masrafın kesin bir keşif yapılmadan tespit edilmesinin mümkün olmadığını, ancak hiçbir taliplinin de verilip verilmeyeceği belli olmayan bir imtiyaz için masraf yapmayacağını bunun da makul göründüğünü belirtmişlerdir. Daire üyeleri kesin keşif yapmak yerine yaklaşık bir keşif bedeli tespit edildikten ve Nâfia Nezâreti tarafından gerekli inceleme yapıldıktan sonra imtiyaz şartlarının belirlenmesi gerektiğini, bunlar yapılmadan böyle önemli bir konuda uzun süreli bir imtiyazın verilmesinin uygun olmadığının Ticaret ve Nâfia Nezâreti’ne bildirilmesi gerektiğini belirtmişlerdir.19 Şûrâ-yı Devlet Dâiresi’ne ait bu mazbatadan anlaşıldığına göre ilgili kurul kesin olmasa bile yaklaşık masrafı gösteren keşfin yapılmasında ısrarcı olmaktadır. Şûrâ-yı Devlet bunun yanında imtiyaz süresi, sulama ücreti ve nehirden su alınması ile bu sudan daha önceden istifade edenlerin haklarının korunması gibi konularda itirazları bulunmakta ve bu hususlarla ilgili gerekli önlemlerin alınmasını istemektedir. 3- İmtiyaz Sahibinin Keşif Varakası Ticaret ve Nâfia Nezâreti, Şûrâ-yı Devlet’in yapılmasını istediği keşif talebini Mösyö Verdo’ya iletmiştir. Mösyö Verdo, kendisinden istenen hususlarla ilgili olarak sadarete sunmuş olduğu 5 Ekim 1891 tarihli arzda, Şûrâ-yı Devlet’in imtiyaz süresinin yetmiş beş seneden altmış beş seneye indirilmesi hususuna muvafakat ettiğini ancak kesin keşif yapılması yönündeki görüşüne katılmadığını belirtmektedir. Mösyö Verdo, Şûrâ-yı Devlet’in görüşünün yanlış olduğunu başka imtiyazlarla kıyaslayarak reddetmeye çalışmıştır. Mösyö Verdo, Şûrâ-yı Devlet’in Yafa Ovası için talep edilen imtiyaz için her metreküp sudan on para alınmasına ve imtiyaz süresinin altmış beş sene olmasına izin verdiğini, kendisine bu konuda zorluk çıkarıldığını ve haksızlık yapıldığını iddia etmiştir. Mösyö Verdo, şayet her metreküp su için on para alınmasına 19 BOA. Y. PRK. TNF, No: 4/4 (Şûrâ-yı Devlet Mazbatası). 121 Ertan Gökmen izin verilirse veya sarf olunacak sermayeye bir teminat gösterilirse daha uygun şartları sunmaya hazır olduğunu belirtmektedir.20 Mösyö Verdo, yazdığı dilekçe ile Şûrâ-yı Devlet’in“keşf-i kat’î” yapılması isteğine itiraz etse de Nâfia Nezâreti’nin istediği “keşf-i takrîbî” varakasını hazırlayıp Ticâret ve Nâfia Nezâreti’ne sunmuştur.19 Ekim 1891 tarihli bu keşif varakasındaMösyö Verdo şunları belirtmiştir: Menemen Ovası’nda elli bin dönüm arazi bulunmaktadır. Bu araziyi sulamak için yapılacak çalışmalar için yirmi beş bin lira masraf yapılacağı tahmin edilmektedir. Ahali arazinin yarısını ekip yarısını boş bırakmaya alışkın olduğundan sulanacak arazi ancak yirmi beş bin dönüm kadar olacaktır. Araziyi sulama yöntemi şu an için alışkanlık halinde değildir ve bu zamanla kazanılacaktır. Menemen Ovası’nda kuraklık yaz mevsiminde çok fazla olmadığından herkesin arazini sulaması beklenmemektedir. Bu sebeplerden dolayı ziraatçıların su kullanmaya alışmaları sekiz on seneyi bulacaktır. Menemen ovasında sadece zahire ziraatı yapılmamaktadır. Sulanacak arazi on üç santimetre derecesinde bir kat su ile iki üç defa sulandığında her dönümü için yüz yirmi metreküp su gerekecektir. Bu miktardaki suyun fiyatı beş paraden on beş kuruşa ulaşmaktadır. Her zaman çok yağmur yağdığı düşünüldüğünde gerekli olan suyun sadece yarısı harcanacağından bir dönüm arazinin sulanması için ortalama yedi buçuk kuruş harcanacaktır. Mösyö Verdo keşif varakasında bu açıklamaları yaptıktan sonra şu şekilde tahmini bir masraf ortaya koymuştur: Tablo1: Mösyö Verdo’nun Menemen Ovası’nı Sulamak İçin Yapacağı Çalışmalar İçin Sarf Edeceği Yaklaşık Masraflar Gelirler ve Giderler Lira-yı Osmanî Sekiz sene sonra her dönümü yedi buçuk kuruş hesabıyla yirmi beş bin dönümün sulanması ile elde edilecek gelir 1875 İşletme ve tamirat masrafları 937, 50 Geriye Kalan 937,50 Hükümete ait yüzde on ile komiser masrafı altmış lira ki toplam 157,50 Geriye Kalan 784 Mösyö Verdo, ortaya koyduğu tahmini gelir ve giderlere ilişkin hesaplar sonrasında varakasında şu açıklamaları yapmıştır: İmalat her şeyden önce birden elli bin dönümü kapsayacak şekilde yapılamayıp tedrici olarak icra edilecektir. İşin başında inşa masrafı on bin liraya ulaşacaktır. Yıllık yüzde altı faiz verebilmek ancak sekiz sene sonra mümkün olabilecektir. Yüzde altı faizin tamamının veya bir kısmının geri ödenmesinin mümkün olmadığı yıllar dahi dikkate alındığında sermayeyi iki bin beş yüz lira daha artırmak gerekmektedir. Şu halde şirketin sermayesi on iki bin beş yüz liradır. Safi hasılat da yedi yüz seksen lira olduğundan, geri kalan otuz lira, yıllık ser- 20 BOA, BEO, No: 4/237 (Mösyö Verdo’nun Sadarete Arzı). 122 Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye... mayeye mahsup akçe namıyla tahsis edilecektir. Buna göre sermayenin ödenmesi için elli beş sene gerekmektedir. Bu açıklamalar doğrultusunda altmış beş senelik imtiyaz süresi fazla değildir. Elli beş senelik bu süreye işin olgunluğa ulaşması için geçecek sekiz yıl ile haritaların hazırlanması ve sunulması için gereken iki yıl ilave edildiğinde bu süre altmış beş seneyi bulmaktadır.21 Mösyö Verdo gerekçeleri ile hazırlamış olduğu bu varakayı sadarete göndermiştir. 4- Keşif Varakasında Belirtilen Hususlarla İlgili Olarak Ticâret ve Nâfia Nâzırı’nın Sadarete Gönderdiği Tezkire 8 Ekim 1891 tarihinde Sadrazam Cevad imzasıyla Ticâret ve Nâfia Nezâreti’ne bir tezkire gönderilmiştir. Bu tezkirede, Şûrâ-yı Devlet mazbatasında da belirtildiği gibi, dilekçe sahibi tarafından imalat masrafıyla ilgili “keşf-i takrîbi”nin yapılmasından ve ilgili bakanlıkça gerekli incelemelerin tamamlanmasından sonra imtiyaz şartlarının belirlenmesi ve yapılması istenen hususlar Ticâret ve Nâfia Nezâreti tarafından ele alınmış ve bununla ilgili olarak sadarete sunulmak üzere bir tezkire hazırlanmıştır. Ticaret ve Nâfia Nezâreti’nin sadarete gönderdiği 13 Mayıs 1891 tarihli bu tezkirede Mösyö Verdo’nun keşif varakasında dile getirdiği hususların hepsi tekrar edilmiş, imtiyaz için belirlediği süre tahmine yakın bulunmuş, ancak her metreküp su için belirlenen beş paralık ücret artırılacak düzeyde görülmemiştir.Ayrıca, imtiyaz talep eden kişinin suyun her metreküpüne on kuruş ücret takdir edilirse daha iyi teklifler yapabileceğine dair talebi de uygungörülmemiştir.22 5- Mösyö Verdo’nun İmtiyaz Talebinin Akıbetine Dair Yazdığı Dilekçeler Ticaret ve Nâfia Nezâreti’nin sadarete gönderdiği tezkire sonrasında 1891 yılının sonuna kadar imtiyazla ilgili herhangi bir işlemin yapılmadığı anlaşılmaktadır. İşin sürüncemede kalması üzerine Mösyö Verdo sadarete üç adet dilekçe sunmuştur. Bu dilekçelerden biri 30 Aralık 1891, diğeri 28 Ocak 1892 bir diğeri de 1 Mart 1892 tarihlidir. Mösyö Verdo bu dilekçelerden ilkinde, Gediz Nehri’nden su alarak Menemen Ovası’nı sulamak için kendisine imtiyaz verilmesine dair dilekçe sunduğunu, Ticâret ve Nâfia Nezâreti tarafından gerekli incelemenin yapılmasından sonra ilgili evrakların Şûrâ-yı Devlet’e havale edildiğini, burada bazı düzeltmeler yapılması yönündeki tavsiyelerden sonra evrakların bakanlığa iade edildiğini, gerekli eksikliklerin tamamlanmasından sonra, önce sadarete sonra Meclis-i Hâss-ı Vükela’ya havale olunduğunubelirtmektedir. Mösyö Verdo dilekçesinin devamında, Meclis-i Hass-ı Vükela’nın izahatını beklediğini ancak bu kurum tarafından herhangi bir işlem yapılmadığını bu hususta ilgili kuruma emir verilmesini ve işin sonuçlandırılmasını istemektedir.23 21 BOA. BEO, No: 4/237. 22 BOA. Y. PRK. TNF, No: 4/4 (Ticâret ve Nâfia nezâreti’nin Sadaret’e gönderdiği tezkire). 23 BOA. BEO, No: 4/237 (Mösyö Verdo’nun 30 Aralık 1891 tarihli dilekçesi). 123 Ertan Gökmen Mösyö Verdo yazmış olduğu bu dilekçeden bir netice almamış olmalı ki ilk dilekçesinden yaklaşık bir ay sonra 28 Ocak 1891 tarihinde sadarete bir dilekçe daha yazmıştır. Verdo bu dilekçesinde ise, Şûra-yı Devlet tarafından talep edilen açıklamaları içeren bir tezkirenin 12 Kasım 1891 tarihinde Ticâret ve Nâfia Nezâreti tarafından sadarete gönderildiğini ve üç gün sonra da sadrazama takdim edildiğini, ancak şimdiye kadar herhangi bir sonuç alınmadığını, işin üç aydır sürüncemede kaldığını belirterek bu işin bir an önce sonuçlandırılmasını istemektedir.24 Mösyö Verdo, yazmış olduğu dilekçeden yaklaşık bir ay sonra sadarete üçüncü bir dilekçe yazmıştır. 1 Mart 1892 tarihli bu dilekçe ile imtiyazla ilgili evrakların sadaret tarafından Meclis-i Hâss-ı Vükelâ’ya havale edildiğini ve burada müzakere edilmediğini bu konuda daha önce iki defa daha dilekçe verdiğini işin üç aydır sürüncemede kaldığını ve sonuçlandırılmadığını belirterek işin tamamlanması hususunda yardımcı olunmasını istemektedir.25Mösyö Verdo yazmış olduğu bu üç dilekçe ile yapmış olduğu müracaatla ilgili olarak devlet dairelerinde karşılaştığı gecikmeleri bir an önce aşıp işe başlamayı amaçlamaktadır. 6- Sulama Projesinin Tuzlalara Verebileceği Zararlara karşı Alınması Gereken Önlemlerle ilgili Olarak Sadaret ile Ticaret Nezareti’nin Yazışmaları Mösyö Verdo yazdığı dilekçelerle imtiyaz müracaatının bir an önce sonuçlandırılmasını istese de işlerin istediği hızda gitmediği anlaşılmaktadır. Zira 1892 yılının son aylarına gelinmesine rağmen imtiyazla ilgili çözülmesi gereken bazı hususların olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan biri de sulama çalışmasının tuzlalara verebileceği zararlarla ilgilidir. Bu konuda 4 Kasım 1892 yılında sadaretten Ticaret ve Nâfia Nezareti’ne bir tezkire yazılmıştır. Bu tezkirede, Gediz Nehri’nden su alarak Menemen Ovası’nı sulamak ve ovadaki köylere içmeye elverişli su temin etmek amacıyla Mösyö Verdo’nun kendisine imtiyaz verilmesini istediği, bu husustaki alınan kararların, düzenlenen şartnâme ve mukâvelenâme raporlarının Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ’ya gönderildiği ve burada değerlendirildiği, bu değerlendirmeye göre yapılacak işlerin Foçateyn memlehalarına zarar verip vermeyeceğinin araştırılması ve sonucunun bildirilmesi gerektiği belirtilmiştir.26 Sadaretin bu tezkiresine göre, Meclis-i Mahsûs sulama projesi ile yapılacak çalışmalar esnasında muhtemel zararların meydana gelebileceğini düşünmüş ve bunun nasıl önlenebileceğinin araştırılmasını istemiştir. Sadaret tarafından gönderilen bu tezkireye Ticaret ve Nâfia Nezâreti tarafından 5 Haziran 1893 tarihinde cevap verilmiştir. Nâfia Nezâreti’nin sadarete gönderdiği tezkireye göre, tuzlalara verilmesi muhtemel zararlarla ilgili husus, araştırma yapması için fen müşavirliğine havale edilmiştir. İlgili müşavirlik bu konuda şu hususları 24 BOA. BEO, No: 4/237 (Mösyö Verdo’nun 28 Ocak 1892 tarihli dilekçesi). 25 BOA. BEO, No: 4/237 (Mösyö Verdo’nun 1 Mart 1892 tarihli dilekçesi). 26 BOA. BEO, No: 100/7470. 124 Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye... rapor etmiştir: Yapılan incelemeye göre, taşan nehrin bölgeye verdiği zararın önlenmesi için daha önce hükümet tarafından bir set inşa edilmiştir. Bu setin uygun yerinde Menemen Ovasını sulamak için açılır kapanır şekilde bir menfez yapılmıştır. Bu durum Menemen Ovasının sulanması için akıtılacak suların tuzlalara zarar vermeyeceğine delil teşkil etmektedir. Bunun yanında sulama işleminden dolayı tuzlalara zarar gelirse imtiyaz sahibi bundan sorumlu tutulacak ve zararın giderilmesi için her türlü tedbiri almaya mecbur olacaktır. Nâfia Nezâreti sadarete gönderdiği yazıda, Fen Müşâvirliği’nin raporlarında belirttiği bu hususları dikkate alarak, her ihtimale karşı ileride tuzlalarla ilgili meydana gelebilecek muhtemel zararların giderilmesi için gerekli masrafın imtiyaz sahibine ait olacağına dair imtiyaz mukâvelesine bir hüküm konulması ile sorunun aşılabileceğini belirtmiştir.27 7- İmtiyaz Sürecinin Tamamlanması Ticaret ve Nâfia Nezâreti 8 Haziran 1892 tarihinde sadarete gönderdiği bir tezkire ile imtiyazla ilgili sulama ücreti, imtiyaz süresi ve tuzlalar gibi sorunların çözüme kavuşturulduğunu, su ücretinin beş para olarak, imtiyaz süresinin de yetmiş beş yerine altmış beş sene olarak belirlendiğini bunlar dikkate alınarak şartname ve mukâvelenâmenin düzenlenmesi gerektiğini belirtmiştir.28 Ticâret ve Nâfia Nezâreti’nden gönderilen bu son tezkireden sonra imtiyazla ilgili olarak bütün evraklar son kez incelenmek üzere Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ’ya29 havale edilmiştir. İlgili Meclis imtiyazla ilgili olarak bir müzakere yapmış ve aldığı karaları 30 Ekim 1893 tarihli mazbata ile sadarete sunmuştur. Meclis-i Mahsûs düzenlediği mazbatada şu hususlar benimsenmiştir: Bu iş için harcanması gereken sermayenin faiziyle birlikte ödenebilmesi altmış beş seneden daha aşağı imtiyaz süresi uygun değildir. Her metreküp sudan alınacak beş paralık ücreti daha fazla artırmak mümkün değildir. İmtiyaz sahibi, imtiyaz süresinin sonuna kadar her sene altmış adet Osmanlı lirası ödeyecektir. İmtiyaz sahibi tarafından hükümete nakit veya esham şeklinde iki yüz Osmanlı lirası kefalet akçesi verilecektir. Fen memurları dışında istihdam edilecek bütün memurlar Osmanlı vatandaşı olacak ve bunlar hükümetin belirlediği kıyafeti giyeceklerdir. İmtiyaz sahibi adına kurulacak şirket bir Osmanlı şirketi olacaktır. Mukâvelenâmenin ve şartnâmenin uygulanmasında görülen kusurlardan dolayı meydana gelecek problemlerin çözümü Şûrâ-yı Devlet’e, şahsi hukuk davalarının halledilmesi ise Osmanlı mahkemelerine ait olacaktır. Şirket elde edeceği safi hasılatın yüzde onunu Ticâret ve Nâfia veznesine yatıracaktır. İşletmenin Foçateyn memlehalarına zarar vermesi düşünülmüyor ise de ileride meydana gelebilecek zararların karşılanması konusunda 27 BOA. Y. PRK. TNF, No: 4/4 28 BOA. Y. PRK. TNF, No: 4/4 (Ticaret ve Nâfia Nezâreti’nin Sadaret’e gönderdiği tezkire). 29 Mazbatanın altında Meclis-i Mahsûs üyesi olarak şu memurların mühürleri bulunmaktadır: Sadrazam, Şeyhülislâm, Serasker, Adliye Nâzırı, Bahriye Nâzırı, Hâriciye Nâzırı ve Şûrâ-yı Devlet Reisi vekîli, Dâhiliye Nâzırı, Sadâret Müsteşarı, Ticâret ve Nâfi’a Nâzırı, Ma’ârif Nâzırı, Evkâf-ı Hümâyun Nâzırı, Mâlîye Nâzırı, Tophâne-i Askeriye Müşîri. Meclis-i Vükelâ’ya Me’mûr Cevdet Paşa toplantıda bulunamamıştır. 125 Ertan Gökmen imtiyaz sahibi sorumlu olacaktır ve bu hususta mukavelenâmeye bir madde konulacaktır. Şirketin istimlak edeceği yerler inşa edilecek kanallar için gerekenden fazla olmayacaktır. Ahali, Gediz Nehri’nden içme ve sulama hakkına eskisi gibi sahip olacaktır. Nehir üzerindeki değirmenlere hiçbir şekilde taarruz edilmeyecektir. Ovanın sulanması esnasında tuzlalara zarar verildiği takdirde imtiyaz sahibi bunu önlemeye ve zararı karşılamaya mecbur olacaktır. İmtiyazla ilgili geçici işlemlerin yerine getirilmesinden itibaren imtiyaz sahibi Darülaceze’ye30 her yıl yirmi beş Osmanlı altını verecektir. Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ yukarıda belirtilen hususlarda Mösyö Verdo’nun muvafakatı alınarak mukavelenâme ve şartnâmede gerekli değişikliklerin yapılmasını istemiştir. Meclis-i Mahsûs taahhüt senedi ile kendisine sunulan diğer evrakları sadrazama iade etmiş ve kararlaştırılan şartlar çerçevesinde Mösyö Verdo’ya imtiyaz verilmesinin uygun olduğunu belirtmiştir. Sadaret 30 Ekim 1893 tarihli bir tezkire ile Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ’nın kendisine takdim ettiği imtiyazla ilgili evrakları gerekli izni almak üzere padişaha sunmuştur. Sadrazam bu tezkiresinde Aydın Vilâyeti içerisindeki Gediz Nehri’nden su alarak Menemen Ovası’nı sulamak ve burada bulunan köylere içmeye elverişli su temin etmek üzere altmış beş sene süre ile ve kararlaştırılan şartlarla Fransa tebaasında Mösyö Verdo’ya imtiyaz verilmesi hakkında Meclis-i Nâfia tarafından tanzim edilen ve Ticâret ve Nâfia Nezâret-i tarafından gönderilen müzekkere, mukavelenâme ve şartnâme lâyihalarıyla bu hususta Şûrâ-yı Devlet Tanzimat Dâiresi tarafından kaleme alınan mazbata ve bunun üzerine Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ tarafından düzenlenen mazbatanın takımıyla arz edildiği ve bu hususta ne şekilde emir ve ferman buyrulur ise ona göre gereğinin yapılacağı belirtilmektedir.31İmtiyaza ilişkin belgeler içerisinde sadrazamın bu iradesi üzerine padişahın ne yönde irade beyan ettiğini gösteren bir belge bulunmamaktadır. İmtiyaza ilişkin bütün prosedürler tamamlanmış olsa da bu imtiyazın Mösyö Verdo’ya verilmemiş olduğu anlaşılmaktadır. Zira Menemen Ovası’nın sulanması ve elde edilecek gelirle ilgili 1340/1925 yılında Süleyman Sırrı Bey tarafından hazırlanan bir rapor bulunmaktadır.32 Bununla birlikte Menemen Ovasının sulanmasına yönelik olarak 1938 yılından itibaren regülatör yapımına başlandığı düşünüldüğünde33 ovanın sulanması işinin ancak 1940’lı yıllardan itibaren yapıldığı 30 Mösyö Verdo’nun Darülaceze’ye vermeyi taahhüt ettiği senet şu şekildedir: “Aydın Vilâyeti dâhilinde kâ’in Menemen Ovası’nda iskâ-yı arâzi zımnında ‘uhde-i âcizâneme ihâlesi istid’âsında bulunduğum imtiyazdan dolayı bir hidmet-i müftehire olmak üzere der-dest inşa olunan Dârü’l-aceze içün sene be-sene yirmi beş Osmanlı altununu hükûmet-i seniyye takdîm ve te’diye etmeği ta’ahhüd ederim. İşbu senetteki ta’ahhüdüm ‘ameliyâtın kabûl-i muvakkat-i mu’âmelenin icrâsı târihinden itibaren mer’î olacaktır. Pul üzerinde imza ve tarih 27 Eylül 1309/9 Ekim 1893”. BOA. Y.PRK. TNF, No: 4/4. 31 BOA. Y. A. RES, No: 67/40 32 Süleyman Sırrı, Gedüs Çayıyla Ovası’nın Sulanması Hakkında Rapordur, No:532/B-399/a, Ankara Yeni Gün Matbaası, 1340 (Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi), 33 Ersin Doğer, İlk İskânlardan Yunan İşgaline Kadar Menemen Ya Da Tarhaniyat Tarihi, Sergi Yayınevi, İzmir, 1998, s. 339. 126 Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye... anlaşılmaktadır. Bölgede bulunan Maltepe köyüne yaptığımız gezide köylülerin verdiği bilgilerde bu yöndedir. Hatta köyün yakınlarında 1940’lı yıllarından kalma eski sulama tesisi kalıntı ve havuzları bulunmaktadır. 8- Mösyö Verdo’ya Verilen İmtiyaza Dâir Şartnâme ve Mukâvelenâmede Zikredilen Hususlar Osmanlı Devleti’nde pek çok yatırımın talipli olan kişi veya şirketlere imtiyaz verilerek yaptırıldığı bilinmektedir. Devlet herhangi bir konuda imtiyaz talebinde bulunulduğunda bunu yetkili kurumlarında inceletmekte ve bunların değerlendirmeleri ve önerileri doğrultusunda işin sonuçlandırılmasına çalışılmaktadır. Verilecek imtiyazla ilgili Şûrâ-yı Devlet, nezaretler, nezaretlere bağlı meclisler ve taliplinin de görüşleri alınarak bir şartname hazırlanmaktadır. Hazırlanan bu şartnamede işin daha çok teknik boyutları ile ilgili konular bulunmaktadır. Bunun yanında devletin yetkili kurulları ile imtiyaz talep eden kişi arasında bir yazılı sözleşme imzalanmaktadır. Bu sözleşmeye mukâvelenâme denilmektedir. Bu mukâvelenâmede imtiyazın kime, ne kadar süre ile verildiği, işin mahiyeti, vergiler, taliplinin sorumlulukları, iş esnasında meydana gelebilecek kazalar veya olağanüstü durumlarda neler yapılacağı, oluşan zararların nasıl karşılanacağı, ortaya çıkan anlaşmazlıkların nasıl çözüleceği gibi hususlar bulunmaktadır. Mösyö Jan Verdo’ya verilen sulama imtiyazı için de yukarıda belirttiğimiz gibi bir şartnâme ve mukâvelenâme hazırlanmıştır. Şartnâme ve Mukâvelenâmenin altında bulunan mühürler dikkate alındığında bunların Nâfia Meclisi tarafından hazırlandığı anlaşılmaktadır. Şartnâme dört fasıl ve on iki maddeden oluşmaktadır. Birinci fasıl haritalar, raporlar, inşaat ve imalat; ikinci fasıl imalatın iyi bir şekilde korunması ve işletilmesi; üçüncü fasıl imtiyazın feshi, devlet tarafından satın alınması ve imtiyaz süresi bittiğinde yapılacak işlemler ve dördüncü fasıl da imtiyaz sahibinin alacağı ücretler hakkındadır. Çalışmanın sonuna imtiyaz için hazırlanan şartname ve mukâvelenâme ek olarak verilmiştir. Bu sebepten bu belgelerde zikredilen her madde ile ilgili burada geniş açıklamalar yapılmamış olup, kısaca her fasılda hangi konular üzerinde durulduğu belirtilmiştir. Buna göre imtiyaz şartnâmesinin birinci faslında kısaca, imtiyaz sahibinin hazırlayacağı haritaların ölçekleri, haritalar üzerinde gösterilecek hususlar, bunların bakanlığa teslim süreleri, açılacak kanalların sağlam olması için yapılması gerekenler, yapılacak olan yol ve köprülerin nitelikleri, ameliyat esnasında kullanılacak malzemelerin özellikleri gibi konular üzerinde durulmaktadır. Şartnâmenin üçüncü faslında, imtiyaz sahibin yapacak olduğu faaliyet için kullanacağı sabit ve hareketli aletleri her zaman sağlam ve emniyetli şekilde tutulması, kaza vukuunda ve sulama faaliyetinin tamamı veya bir kısmının iptaline neden olacak olaylar meydana geldiğinde alınması gereken tedbirler, bu tedbirlerin alınmasında meydana gelen gecikmeler, bu hususta kendisine yapılacak hatırlatmalar ve tesise hangi durumlarda el konulacağı gibi hususlar belirtilmektedir. Dördüncü fasılda, imtiyazın feshi durumunda veya imtiyaz süresi dolduğundaimtiyaz sahibinin aletlerinin, bina ve tesislerinin ve diğer gayrimenkullerinin nasıl 127 Ertan Gökmen satılacağı veya bunlara devletçe nasıl el konulacağı konularına yer verilmektedir. Şartnâmenin dördüncü faslında imtiyaz sahibinin sulanan araziden elde edilen gelirin ne kadarını ayni veya nakdî olarak alacağı, ürün üzerinden ücret ödemek istemeyenlerin her metreküp su için ödeyecekleri ücret, içme suyu temin edilen köylerde ise bu su için ödeyecekleri ücretin miktarı belirtilmiştir. İmtiyaza ilişkin mukavelename şartnâmeye göre daha uzun olup otuz bir maddeden oluşmaktadır.Mukâvelnâmenin başında, “bir tarafdan Devlet-i Aliyye nâmına hareket eden Ticâret ve Nâfi’a Nâzırı ile diğer tarafdan Fransa Devleti tebaasından Mösyö Verdo beyninde mevâdd-ı âtiye kararlaştırılmıştır” şeklinde bir ifade bulunmaktadır. Yapılan bu mukâvelede Osmanlı Devleti’nin, yapılacak kesin keşif sonrasında Gediz Nehri’nin belirlenen bir yerinden saniyede altı metreküp su alarak Menemen kazasına bağlı Birunâbâd (Bornova) nahiyesinde bulunan yaklaşık on iki bin hektardan ibaret olan Menemen Ovasını sulamak ve bu ovada bulunan köylere içmeye elverişli su temin etmek için, belirlenen şartlarda Mösyö Verdo’ya imtiyaz verileceği, imtiyaz süresinin altmış beş yıl olacağı belirtilmektedir. Mukâvelenâmenin diğer madderine göre, yapılacak işlerle ilgili kesin keşfin sekiz ay içinde tamamlanması ve buna göre haritaların hazırlanması gerekmektedir. İmtiyaz sahibi mukâvelenâmenin teati edildiği tarihten bir sene sonrasında faaliyete başlamalıdır. İmtiyaz sahibi ihtiyaç duyduğu araziyi istimlak kanununa göre satın alabilecek ancak bu konuda kimseyi mağdur etmeyecektir. İnşaatta ve tesislerde kullanılmak üzere dışarıdan getirilecek her türlü malzeme gümrükten muaf olacaktır. İhtiyaç duyulan kereste kanunlarına uygun olarak civardaki miri ormanlardan temin edilebilecektir. İmtiyaz sahibinin yapmış olduğu tesisler ve gerçekleştirdiği faaliyetlerTicâret ve Nâfia Nezâreti’ne mensup bir komisyon tarafından incelenecektir. İmtiyaz sahibi faaliyetlerini şimdiki ve gelecekte çıkarılacak olan kanunlara uygun olarak sürdürecektir. İmtiyaz sahibi, imtiyazın sona ermesine kadar sulama ücretinde artış yapmayacaktır. İmtiyaz sahibi, ferman tarihinden itibaren sekiz ay içerisinde Osmanlı Anonim Şirket kurmalı ve faaliyetlerini buna göre sürdürmelidir. İmtiyaz sahibi, Osmanlı Bankası’na kefalet akçesi olarak nakit veya piyasa fiyatıyla esham olarak iki yüz Osmanlı lirası yatırmak mecburiyetindedir. İmtiyaz sahibi fen memurları dışında istihdam edeceği kişileri Osmanlı vatandaşları arasından seçmelidir. Bu kişiler hükümetçe belirlenen kıyafeti giymek zorundadırlar. Yapılacak çalışmalar esnasında ortaya çıkan tarihi eserler hakkında, asar-ı atika nizamnamesine göre işlem yapılmalıdır. İmtiyaz sahibi üçer aylık gelirlerini komisere tasdik ettirdikten sonra bakanlığa teslim edecek, ücretini ödemeyen abonelerin sularını kesebilecek, satın aldığı veya kiraladığı arazide ceviz, meşe, çınar gibi fazlaca gölgesi olan ağaçlar dışında dut, portakal ve limon ağaçları dikebilecektir. İmtiyaz sahibi ile devlet arasında belirlenen şartlara aykırı hareketler meydana geldiğinde bunlar Şûrâ-yı Devlet’te, diğer şahsi davalar ise Osmanlı mahkemelerinde görülecektir.Masraflar hariç elde edilecek gelirin yüzde onu Ticâret ve Nâfia Nezâreti veznesine yatırılacaktır. Köy halkı kanallardan şube kanal açarak buralarda hayvanlarını ücretsiz sulayabilecektir. İmtiyaz sahibi Gediz Nehri üzerindeki değirmenlerin çalışmasına hiçbir şekilde engel olmayacaktır. Sulama kanallarının yapımı sırasında veya daha sonra Foçateyn’deki (Eski ve Yeni Foça) 128 Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye... tuzlalara zarar verilecek olursa imtiyaz sahibi bu zararları önlemeye veya karşılamaya mecbur olacaktır. Mukâvelenâme’de genel olarak yukarıda belirttiğimiz hususlar üzerinde durulmaktadır. Şüphesiz mukâvelenâmede daha fazla detay içeren hususlar yer almaktadır. Ancak mukâvelenâmenin orijinal metni çalışmaya ek olarak verileceğinden burada ayrıntıya girilmemiştir. Mukâvelenâmenin maddeleri her bakımdan imtiyaz sahibini bağlayıcı hükümler içermektedir. Yine Menemen Ovası’ndan eskiden beri istifade edenlerin hakları azami ölçüde korunmaya çalışılmış, nehir üzerindeki değirmen gibi eskiden beri faaliyet gösteren işletmelerin faaliyetlerine zarar vermemek için azami çaba gösterilmiştir. Dikkati çeken bir diğer konu mukâvelenâmenin Ticâret ve Nâfia Nezâreti, Şûrâ-yı Devlet ve Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ’da dile getirilen ve önem verilen hususların mukâveleye derc edilmiş olmasıdır. Sonuç Osmanlı Devleti topraklarında bulunan nehirlerden yük ve yolcu taşımaya uygun olanlarından gerektiği şekilde faydalanıyordu. Hatta Tuna ve Fırat gibi nehirler üzerinde tersaneleri ve ince donanma gemileri bulunuyor ve bunlardan askerî amaçlı istifade ediyordu. Yine bu nehir ve akarsular üzerinde kurulmuş pek çok değirmenlerle suyun gücünden faydalanıyordu. Teknik imkânların artması ile birlikte Osmanlı Devleti XIX. yüzyılda nehirler ve göllerin temizlenmesi ve ıslah edilmesi ile bunlardan daha fazla faydalanmanın yollarını aramış ve verdiği bazı imtiyazlarla bu nehirleri daha fazla istifade edeceği hale getirmeye çalışmıştır.Tarımın geliştirilmesi için bataklık alanların kurutulması da bu yüzyılda öne çıkan faaliyetlerdendir. Şüphesiz Osmanlılar nehirleri sulama için de kullanıyorlardı. Ancak bu sulama daha çok eski tekniklerle yapılıyordu. Nehir ve göl sularından sulamada daha modern şekilde istifade etmek için bazı yabancı yatırımcılara imtiyazlar verilmiştir. Bu amaca yönelik olarak Fransız tebaasından Mösyö Jan Verdo’ya Gediz Nehri’nden istifade ederek Menemen Ovası’nın sulanması ve köylere sağlıklı içme suyu temini için altmış beş yıl süreli bir imtiyaz verilmek istenmiştir. Mösyö Verdo’nun imtiyaz talebi devletin ilgili kurumlarında değerlendirilmiş ve imtiyazın ne gibi yararlar sağlayacağı, mahzurları ve imtiyaz sahibinin yükümlülükleri gibi konular iyice incelenmiştir. İmtiyaz süreci biraz yavaş da ilerlese imtiyaza ilişkin prosedürler, şartnameler, mukavelenameler hazırlanmış ve sadrazam arzı ile iradesi alınmak üzere padişaha sunulmuş ise de konuya dair evraklar arasında padişah iradesine dair bir evraka rastlanmamıştır. Bu durum, Menemen Ovası’nın sulanması işinin bir teşebbüs olarak kalmasına neden olmuştur. Sulama işine dair Mösyö Verdo’nun bu teşebbüsü yatırımcıların yapmış olduğu her müracaatın kabul edilmediğini ve konunun çok detaylı olarak ele alınıp incelendiğini göstermektedir. 129 Ertan Gökmen EK-1 Mösyö Verdo’ya Verilen İmtiyaza Ait Şartnâme34 ŞARTNAME Birinci Fasıl Harîta ve Levâyih ve İnşâ’ât ve İ’mâlât Beyânındadır Birinci Madde: İcrâ edilecek bi’l-cümle i’mâlâtın harîta ve lâyihaları üçer nüsha olarak bi’t-tanzîm mukâvelenâmenin üçüncü maddesinde mu’ayyen olan müddetler zarfında Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’nin nazar-ı tasdîkıne’arz ve takdîm kılınacakdır şöyle ki: Evvelen icrâ edilecek ‘ameliyâtın mecmû’unu irâ’e eder yirmi binde bir mikyâsında bir harîta-i ‘umûmiye. Sâniyen kıta’ât-ı müntehabe-i mehâziyeyi dahi irâe eder beş bin de bir mikyâsında diğer harîta-i ‘umûmiye. İşbu harîtada iskâ cedvellerinin (kanal) güzergâh-ı kat’iyesiyle inşâ olunacak bend ve su kemerleri ve te’sîs kılınacak ebniye ve makinelerin mahâl ve mevâki’i gösterilecekdir. Sâniyen tûl i’tibâriyle beş binde bir ve irtifâ i’tibâriyle beş yüzde bir mikyâsında olarak cedvel-i kebîrin mihverinden i’tibâren bir mukatta’ tûlânî bunda cedvellerin derece-i irtifâ’ı deryânın sath-ı mutavassıtına nisbetle ta’yîn kılınacakdır. işbu mukatta’ın altına ufka müvâzi yeni hat tersîm olunub birinci hat üzerinde cedvellerin mebde’inden i’tibâren kilometro hesâbıyla mikdâr-ı mesâfeleri ve ikinci hat üzerinde cedvelin kıta’ât-ı müstakimesinin tûlu ve hutût-ı müntahabenin imtidâdı ve her birinin nısf kutrunun tûlu gösterilecekdir. Mezkûr mukatta’ın üst tarafında dahi ufka müvâzî üçüncü bir hat tersîm ile bunda da iniş ve yokuşların tûluyle derece-i meylânî gösterilecekdir. Râbi’an Cedvelin mukatta-ı arzânîleri. Hâmisen Projenin bi’l-cümle tertîbâtının başlucalarını mübeyyin bir kıt’a lâyiha. Sâdisen Başluca i’mâlât-ı sınâ’iyenin plan ve mukatta’ları yüzde iki mikyâsında olarak tanzîm edilecekdir. İşbu şartnâmede tasrîh edilen bi’l-cümle harîta ve lâyiha ve raporlar mu’tâd olan kıt’ada ya’ni ‘arzan yirmi bir santimetro ve irtifâ’an dahi otuz bir santimetro olarak katlanacak ve üzeri ser-levha ile bir sıra numarasını ve zîri dahi târih ile sâhib-i imtiyâzın imzâsını havî olacakdır. İkinci Madde: Cedvellerin şîvleri suların cereyânı veyâ yağmurların te’siri ile bozulmayacak sûretde tanzîm ve inşâ edilecekdir. ‘Âdi sağlam toprak mahallerde bunların kâ’idesiyle irtifâ’ı bire bir nisbetinde olacak ve kalın mahallerde şîvlerin meyli kayaların nev’ine göre tenzîl edilebilecekdir. Suların sızması melhûz olan mahallerde ‘âdî toprakda hafr edilmiş olan cedvellerin iç tarafı çimentolu harçla ma’mûl “pere”ler ile kapanacak ve kayalık yerlerde hafr olunan cedvellerin iç tarafı dahi çimento ile sıvanacakdır. Üçüncü Madde: Mevâridât-ı mevcûdenin muhâfaza ve iskâsı zımnında sâhib-i imtiyâz iktizâ etdiği kadar yollar büyük küçük köprüler inşâ ve te’sis edecekdir. 34 BOA. Y. PRK. TNF, No:4/4. 130 Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye... Dördüncü Madde: Cedvellerin bir ‘âdî toprak üzerinden köprü ile geçirilmesi lâzım geldiği hâlde inşâ olunacak köprünün gözünün vüs’ati ahvâl-i mevkı’iyeye göre sâhib-i imtiyâzın teklîfi üzerine ta’yîn olunacak ve yolların ehemmiyetine göre üç metrodan on metroya kadar olabilecekdir. Kemerli köprülerin yollar sathından i’tibâren kemerin ortasına kadar irtifâ’ı lâ-akall beş metrodan veyâ ağaçdan ufkî kirişler ile yapılmış köprülerin kirişlerin altından i’tibâren irtifâ’ı lâ-akall dört metro otuz santimetro olacakdır. Cedvellerin bir ‘âdî yol altından geçmesi iktizâ etdiği hâlde o tarîkin altına yapılacak köprünün korkuluklarının arasında ‘arzı ahvâl-i mevki’iyeye göre ta’yîn olunacak ve tarîkin ehemmiyetine göre üç metrodan on metroya kadar olabilecekdir. Esnâ-yı ‘ameliyâtda eskiden mevcûd olan yolların mevki’leriyle mukatta’larını tahvîl veyâhûd ta’dîl etmek lâzım gelürse tebdîl ve tahvîl olunacak kısımların iniş ve yokuşlarının meyli behemehâl turukıye-i mevcûdenin iniş ve yokuşlarının meyl-i sâbıkının nihâyet derecesini tecâvüz etmeyecekdir. Beşinci Madde: Sâhib-i imtiyâz i’mâlâtın icrâsıyla cereyânına halel gelmiş veyâhûd mecrâsı tebdîl olunmuş olan suların kendü masârıfına olarak mecrâ-yı kadîmlerine ircâ’ına mecbûr olacak ve cedvelin tesâdüf edeceği nehir veyâ çaylar ve cedveller ve yapılacak köprülerin kavâ’id-i fenne tatbîkân müdâhil ve muhâbereci sâhib-i imtiyâzın teklîfi üzerine Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti tarafından ta’yîn olunacakdır. Altıncı Madde: Sâhib-i imtiyâz icrâ olunacak ‹ameliyâtda a’lâsından edevât ve levâzımât isti’mâl edecek ve inşâ’ât ve edevâtın gâyet metîn ve muhkem olması içün bi’l-cümle kavâ’id-i fenniyeye tatbîk-i hareket edecekdir. Akarsular ‹umûma mahsûs yollar ile husûsi turuklar üzerine inşâ olunacak küçük köprüler ile su yoları kârgir olarak veyâ demirden te’sîs edilecek ve kereste yalnız temeller ile ehemmiyeti cüz’î olan köprü ve döşemeleri ve bend ve kayalar isti’mâl olunacakdır. Yedinci Madde: Cedvelin güzergâhı tasdîk olundukdan ve zemîn üzerinde ... rekziyle ta’yîn kılındıkdan sonra mukâvelenâmenin altıncı maddesinde gösterildiği vechile i’mâlâtın te’sîsine lüzûmu olan arâzinin mübâya’ası ve teslîmi mu’âmelâtına mübâşeret olunacakdır. İşbu arâziden üzerinde ebniye olmayan mahallerin harîtası iki binde bir mikyâsında ve üzerinde ebniye olan veyâhûd bağ ve bahçe olan mahallerin harîtası binde bir mikyâsında tanzîm olunacakdır. Sekizinci Madde: ‘Ameliyât kâmilen hitâm-pezîr oldukdan sonra sâhib-i imtiyâz masârıf-ı vâkı’ası kendü üzerine olmak üzere i’mâlâtın işgâl etmiş olduğu bi’lcümle arâzîyi ‘alâkadâr olan arâzi sâhibleri hâzır oldukları hâlde tahdîd “ve kadastr” usûlüne tevfîkan harîtası tersîm ve vaz-’ı ‘alâ’im edecek ve bundan başka yapılmış köprü ve i’mâlât-ı sınâ’iye-i sâ’irenin mufassal ve meşrûh defter ve harîtasını hükûmet me’mûrlarının taht-ı nezâretinde olarak bi’t-tanzîm bunların ve hîn-i tahdîde tutulacak prose (proje) ve rapolların (raporların) birer sûret-i musaddakasını Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’ne takdîm eyleyecekdir. İşbu tahdîd-i arâziden sonra i’mâlâtın aksâm-ı müttehimesinden olmak üzere mübâya’a edilecek arâzi iştirâ olundukca ol vecihle tahdîd edilecek mezkûr harîtada ve prose(je) ve rapollarda (raporlarda) 131 Ertan Gökmen işâret kılınacağı vechile mârü’l-beyân defterin tanzîminden sonra yapılacak i’mâlât-ı sınâ’iye dahi Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’ndeki deftere kayd ve ‘ilâve edilecekdir. İkinci Fasıl İ’mâlâtın Hüsn-i Hâlde Muhâfazasıyla İşledilmesi Beyânındadır. Dokuzuncu Madde: Sâhib-i İmtiyâz i’mâlât ile müteferri’âtını ve âlât ve edevât-ı sâbite ve müteharrikesini dâ’imâ hüsn-i hâlde ve emniyeti hüsn olacak bir sûretde bulundurmağa ve kazâ vukû’unu veyâ umûr-ı iskâ’iyeden bir kısmının ta’tîlini îcâb etdirir bi’lcümle esbâbdan muhâfaza etmeğe i’tinâ edecekdir. Sâhib-i imtiyâz tarafından işbu ta’ahhüdâtın îfâsında te’ehhür ve müsâmaha vukû’a getürüldüğü takdîrde keyfiyet usûl ve nizâmı vechile ihtâr olunacak ve târih-i ihtârdan bir mâh mürûr edübde îcâbı icrâ etmediği sûretde masârıfı sâhib-i imtiyâza ‘â’id olmak üzere i’mâlâtın hüsn-i hâle vaz’ı içün cânib-i hükûmetden idâresine vaz’ı yed olunarak ta’mîrât-ı lâzime icrâ ve bu uğurda vukû’ bulacak masârıf imtiyâz hâsılâtından istîfâ olunacak ve kifâyet etmez ise sâhib-i imtiyâza ikmâl eddirilecekdir. Üçüncü Fasıl İmtiyâzın Feshi veyâ Taraf-ı Devlet’den Mübâya’ası Husûslarında ve İnkızâ-yı Müddet-i İmtiyâziyede Olunacak Mu’âmelâta Dâ’irdir Onuncu Madde: Sâhib-i imtiyâz mukâvelenâmenin yirmi birinci maddesinde münderic esbâbdan dolayı hukûk-ı imtiyâziyesinden sâkıt olduğu hâlde ol vakte kadar icrâ edilen i’mâlât ve cem’ ve tedârik edilen edevât-ı menkûl ve gayr-i menkûleye ve levâzımâta ve mübâya’a olunan arâziye bedel ta’yîn olunarak müzâyedeye konulacak ve zuhûr edecek tâliblerden kimin ‘uhdesinde takarrür eder ise ânın ma’rifetiyle hukûkundan sâkıt olan sâhib-i imtiyâzın ta’ahhüdât-ı vâkı’ası îfâ edilecekdir. Bi’lmüzâyede takarrür edecek müzâyede masârıfı tenzîl kılındıkdan sonra üst tarafı sâkıt olan sâhib-i imtiyâza i’tâ kılınacakdır. Birinci müzâyededen bir netîce hâsıl olmadığı hâlde evvelce takdîr olunan bedelden münâsib mikdâr tenzîl olunarak altı mâh müddet sonra ikinci def’a bir müzâyede daha icrâ edilecek ve bu dahi netîcesiz kalur ise müzâyedeye mevzû’ şeyler hukûkundan sâkıt olan sâhib-i imtiyâza hiç bir bedel te’diye olunmaksızın devletin malı olacak ve kefâlet akçesi henüz i’âde olunmamış ise devletden zabt olunacakdır. On Birinci Madde: İmtiyâzın müddeti munkaziye oldukda sâhib-i imtiyâz i’mâlât ile müteferri’âtını ebniye ve külliye ve sâbit ve muteharrik makineleri ve’lhâsıl levâzım ve mahrûkât vesâ’irenin gayri olan bi’l-cümle eşyâ-yı menkûle ve gayr-i menkûleyi hüsn-i hâlde olarak bilâ-bedel ve her gûne duyûn ve ta’ahhüdâtdan vâreste olmak şartıyla devlete teslîm edecekdir. Ve her nev’ levâzımâta gelince hükûmet-i seniyye bunları mütehamminlerin takdîr edecekleri bedel mukâbilinde mübâya’a edecekdir. Şu kadar ki devletin mübâya’a edeceği levâzımat ve i’mâlâtın altı ay işledilmesiçün muktazî olan mikdârı mütecâviz olmayacakdır. 132 Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye... Müddet-i imtiyâziyenin hitâmından beş sene evvel i’mâlâtın hüsn-i hâlde olmadığı ınde’t-teftîş devletce anlaşılur ise sâhib-i imtiyâza bir müddet ta’yîniyle ihtâr-ı keyfiyet edilecek ve bu ihtârın semeresi görülmez ise hükûmet derhâl i’mâlâtı ve müteferri’âtını yed-i idâresine alarak sâhib-i imtiyâz hesâbına olarak ta’mîrât-ı lâzimeyi icrâ ile bunları hüsn-i hâle vaz’ etmeğe selâhiyeti olacak ve hâsılâtdan işletme ve ta’mîrât masârıfı çıkarıldıkdan sonra fazlası sâhib-i imtiyâza i’tâ olunacak ve noksân zuhûr eder ise ikmâl eddirilecekdir. Dördüncü Fasıl Sâhib-i İmtiyâzın Alacağı Ücûrâta Dâ’irdir On İkinci Madde: Sâhib-i imtiyâzın mukâvelenâmenin on ikinci maddesi mûcibince istîfâsına me’zûn bulunduğu ücretin teshîl-i îfâsı ve mikdâr-ı hâsılâtla münâsib hâlde bulundurulması içün ücret-i mezkûre ‹aynen ya’nî her mahsûlün yüzdesi üzerine ber-vech-i zîr ta’yîn edilen nisbetde alınacakdır. Şöyle ki buğdaydan yüzde altı arpa ile darıdan mahsûlün yüzde sekizi anbuk (panbuk) ve sîsâmdan mahsûlün yüzde beşi nisbetinde ve mezrû’ât-ı sâ’ireden mahsûlün kezâlîk yüzde beşi ahz olunacakdır. Bâlâda ta’rîf olunduğu vecihle ‘aynen îfâ-yı ücret etmek arzusunda bulunmayan ashâb-ı arâzi mikdâr-ı a’zami be-her metro muke’ab içün beş pâreyi tecâvüz etmemek üzere bir ücret vererek su ahz edebilecekdir. Kurâya i’tâ olunacak suya gelince bunlar durulmuş ve süzülmüş olarak mahsûs borular vâsıtasıyla ashâb-ı ihtiyâcın hânelerine kadar îsâl edilecek ve bu suyun be-her metro muke’abı içün kırk pâre bedel istîfâ kılnacakdır. Mühür (Meclis-i Nâfi’a) EK-2 Mösyö Verdo’ya Verilen İmtiyaza Ait Mukâvelenâme35 MUKÂVELENÂME Bir tarafdan Devlet-i Aliyye nâmına hareket eden Ticâret ve Nâfi’a Nâzırı ile diğer tarafdan Fransa Devleti teba’asından Mösyö Verdö beyninde mevâdd-ı âtiye kararlaşdırılmışdır. Birinci Madde: Gediz Nehri’nin keşfiyât-ı kat’ıye harîtasında ta’yîn edilecek bir noktasından saniyede altı metro müke’ab su alarak Aydın Vilâyeti dâhilinde Menemen kazâsına tâbi’ Birûn Âbâd nâhiyesinde bulunan takrîben on iki bin hektardan ‘ibâret olan Menemen Ovası arâzisini iskâ etmek ve meyllemek ve bu ovada kâ’in kurâya dahi şürbe mahsûs su icrâ ve tevdî’ eylemek üzere şerâ’it-i âtiyeye tevfîkan taraf-ı Devlet-i Aliyye’den mûmâ-ileyh Mösyö Verdö’ye imtiyâz verilmişdir. 35 BOA. Y. PRK. TNF, No:4/4. 133 Ertan Gökmen İkinci Madde: Müddet-i imtiyâziye fermân-ı âlî târihinden i’tibâren altmış beş senedir. Üçüncü Madde: Sâhib-i imtiyâz fermân-ı ‘âlînin i’tâsı ve mukâvelenâmenin te’âtî târihinden i’tibâren sekiz mâh müddet zarfında şartnâmede beyân olunduğu keşfiyat-ı kat’iye üzerine üçer nüsha olarak mükemmel harîta ve lâyihasını tanzîm ile Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’ne takdîm edecekdir. Ve Nezâret işbu harîta ve lâyihayı târih-i takdîminden i’tibâren üç mâh müddet zarfında bi’t-tedkîk yolunda olduğu sûretde hâlîyle olmadığı takdîrde îcâb eden ta’dîlât ve tashîhâtın icrâsıyla tasdîk eyleyecekdir. İşbu harîta ve lâyiha-i mezkûr üç mâh zarfında tasdîk edilmediği ve bunlar hakkında bir gûne mütâla’a beyân olunmadığı takdîrde tasdîk edilmiş ‘ad olunarak sâhib-i imtiyâz ‘ameliyâta mübâşeret edebilecekdir. sâhib-i imtiyâz kezâlîk mukâvelenâmenin te’âtîsi târihinden i’tibâren bir sene zarfında cedveller ile suyollarının umûr-ı zâbıtasına ve suların sûret-i tevzî’ine ve i’mâlâtın hüsn-i hâlde muhâfazasına dâ’ir nizâmnâmeleri tanzîm ve Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’nin tasvîbine ‘arz edecekdir. İşbu nizâmnâmelerce ilerüde lüzûm görülebilecek ta’dîlâtın icrâsını teklîfe sâhib-i imtiyâzın hakkı olacakdır. Dördüncü Madde: Sâhib-i imtiyâz masârıf ve zarar ve hasârı tarafına ‘â’id olmak üzere mukâvelenâmenin te’âtîsi târihinden i’tibâren bir sene müddet zarfında ‘ameliyâta mübâşeret etmeği ve harîtanın tasdîki târihinden i’tibâren iki sene müddet zarfında ikmâl eylemeği ta’ahhüd eder ‘ameliyât kavâ’id-i fenniye ve merbût şartnâme ahkâmına ve kabûl ve tasdîk olunan harîta ve lâyihalara tatbîkan icra olunacakdır. Fakat esbâb-ı mücbireden münba’is hâlât müstesnâ olub bu misüllü ahvâlden dolayı ‘ameliyât ne kadar müddet ta’tîl olunur ise müddet-i ikmâlîye dahi o kadar temdîd edilecek ve şu kadar ki esbâb-ı mücbirenin vukû’ını derhâl hükûmet-i mahalliyeye ve Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’ne ihbâr eylemeğe sâhib-i imtiyâz mecbûr bulunacakdır. Beşinci Madde: Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti i’mâlatda su icrâ’iyesini ve hitâmında ve kabûl olunmazdan evvel be-tekrâr i’mâlât-ı vâkı’ayı ve müddet-i imtiyâziye zarfında işletme ve arada mu’âmelâtını ve ‘ameliyâtın hüsn-i hâlde muhâfaza olunub olunmadığını mahsûs komiserler vâsıtasıyla mu’âyene ve teftîş eyleyecekdir. İşbu teftîş ve mu’âyene masârıfına mukâbil sâhib-i imtiyâz keşfiyât-ı kat’iye harîtalarının takdîmi içün ta’yîn olunan müddetden i’tibâren müddet-i imtiyâziyeninin hitâmına kadar mâh be-mâh on iki de bir kısmı te’diye olunmak üzere senevî Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’nin emrine altmış ‘aded Osmanlı lirası i’tâ edecekdir. Altıncı Madde: İşbu ‹ameliyât menâfi-’i umûmiyeye müte’allik husûsâtdan bulunduğundan i’mâlât ile müteferri’âtına muktazî veyâhûd icrâ-yı ‹ameliyâtdan evvel veyâ sonra işbu te’sîsâta halel getüreceği ta’ayyün eden arâzi ve emlâkdan efrâd ‘uhdesinde bulunan yerlerin mübâya’ası husûsunda sâhib-i imtiyâz ashâb-ı arâzi ile uyuşamadığı hâlde istimlâk kânûnuna tevfîk mu’âmele edecek ve şu kadar ki şirketin istimlâk edeceği yerler cedvellere muktazî arâzîden ziyâde olmayacakdır. Ve Arâzînin iskâsıçün icrâ edilecek ‘ameliyâtdan dolayı gerek efrâd ‘uhdesinde bulunan arâzî ve değirmen ve emlâk-ı sâ’ire ve gerek devâ’ir ve hükûmet ve kurâ ahâlîsine ‘â’id olubda intikâl ve ferâğı câ’iz olmayan emlâka bir gûne hasâr îrâs edildiği hâlde hasar-ı vâki’ 134 Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye... mütehamminler vâsıtasıyla takdîr edilerek buna mukâbil sâhib-i imtiyâz bir def’aya mahsûs olmak üzere iktizâ eden tazmînâtı i’tâ edecekdir. Hîn-i âmeliyâtda muvakkaten isti’mâlî lâzım gelen mahaller hükûmet-i mahalliye ma’rifetiyle sâhib-i imtiyâz tarafından ashâba tazmînât vermek şartıyla muvakkaten isti’mâl olunabilecekdir. İşbu arâzî dâhilinde arâzi-i emîriye-i hâlîye bulunduğu takdîrde işbu arâzi ile Menemen şu’besi’nin yedi yüz ellinci metrosunda inşâ edilmiş olan kapak.....36 sâhib-i imtiyâza meccânen terk olunacak ve muvakkaten isti’mâlî lâzım gelen yerlerin dahi i’mâlât müddetince bilâ-ücret isti’mâlîne müsâ’ade olunacakdır. Yedinci Madde: İ’mâlât ve müteferri’âtının inşa’ât ibtidâ’iyesiçün gerek Memâlîk-i Devlet-i ‹Aliyye’den ve gerek diyâr-ı ecnebiyeden celb ve tedârik oluncak olan taş ve kereste ve demir ve ma’den kömürü ile makine ve edevât ve sâ’ire levâzımât gümrük resminden mu’âf tutulacağı gibi cedveller ile i’mâlât-ı sınâ’iyenin arâzi ve sermâyesiyle vâridâtı üzerine bir gûne vergü tarh olunmayacak ve fakat işbu mu’âfiyetin damga resmine şumûlü olmayub tedâvüle çıkarılacak tahvîlât ve senedât ile imtiyâza müteferri’ bi’l-cümle evrâk ve senedât-ı sâ’ire ve mücâzât evrâkı damga resmine tâbi’ bulunacakdır. Sekizinci Madde: Sâhib-i imtiyâz i’mâlât ile müteferri’âtının inşâsıyla ta’mîri içün lâzım gelen keresteleri nizâmât-ı mahsûsanına tevfîkan civâr mîrî ormanlardan kat’ edebilecekdir. Dokuzuncu Madde: İ’mâlâtın ikmâlî sâhib-i imtiyâz tarafından ihtiyâr olundukda Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti tarafından mensûb bir fen komisyonu ma’rifetiyle bi’l-mu’âyene iktizâ eylediği hâlde muvakkaten ahz ve kabûl olunacak ve kabûl-i muvakkat târihinden i’tibâren bir sene sonra yine bir fen komisyonu ma’rifetiyle i’mâlât-ı vâkı’a tekrâr bi’l-mu’âyene kâ’ide-i fenne muvâfık ve şartnâme ahkâmına mutâbık olduğu tahakkuk eylediği hâlde işbu komisyonun tanzîm edeceği rapor üzerine Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti tarafından kat’iyyen kabûlü mu’âmelesi icrâ olunacakdır. İşbu komisyonların bi’l-cümle harc-ı râh ve masârıf-ı sâ’ireleri sâhib-i imtiyâza ‹â’id olacakdır. Onuncu Madde: Sâhib-i imtiyâz i’mâlât ile müteferri’âtını ve âlât ve edevât-ı sâbite ve müteharrikesini müddet-i imtiyâziye tarafından masârıfı kendüye ‹â’id olmak üzere dâ’imâ ta’mîr ve hüsn-i hâlde muhâfaza edecekdir. Aks-i hâl vukû’ında şartnâmenin dokuzuncu maddesi mûcibince mu’âmele olunacakdır. On Birinci Madde: Sâhib-i imtiyâz i’mâlât ve müteferri’âtının umûr-ı zâbıtasına ve hüsn-i muhâfazasına müte’allik olub elyevm mevcûd bulunan ve ilerüde tanzîm oluncak olan bi’l-cümle nizâmât ve Devlet-i ‘Aliyye’ye tevfîk-i hareket etmeğe mecbûrdur. Sâhib-i imtiyâzın kusûrundan nâşî imtiyâzın bir kısmı veyâ mecmû’u üzerinde ‘ameliyât ta’tîl olunduğu hâlde hükûmet masârıf ve zarar ve hasârı 36 Metnin orijinalinde de tırnak içerisinde yazı bulunmamaktadır. 135 Ertan Gökmen sâhib-i imtiyâza ‘â’id olmak üzere imtiyâzın muvakkaten işledilmesini te’mîn içün şartnâmenin dokuzuncu maddesine tevfîkan tedâbîr-i lâzime ittihâz edecekdir. On İkinci Madde: Sâhib-i imtiyâz i’mâlâtın muvakkaten kabûl olunduğu târihden i’tibâren müddet-i imtiyâziyenin hitâmına kadar i’tâ edeceği su mukâbilinde merbût ta’rifeye tevfîkan ücret ahz edecekdir. On Üçüncü Madde: Sâhib-i imtiyâz ta’ahhüdât-ı vâkıasının icrâsıçün fermân-ı ‘âlî târihinden i’tibâren on sekiz mâh müddet zarfında merbût şirket nizâmnâmesi esâsına tevfîkan Osmanlı bir “anonim” şirket teşkîline me’zûn ve mecbûrdur. On Dördüncü Madde: Sâhib-i imtiyâz ta’ahhüdât-ı vâkı’asının icrâsını te’mînen fermân-ı ‘âlînin ısdârı kendüsüne teblîğ târihinden i’tibâren bir mâh müddet zarfında Bank-ı Osmânî’ye ya nakden veyâhûd piyasa fî’atıyla eshâm olarak iki yüz osmanlı lirası kefâlet akçesini tevdî’ edecek ve şu kadar ki eshâm tevdî edildiği hâlde tedenni-i fî’atından dolayı terettüb edecek noksanı ikmâl edileceği Bank tarafından ta’ahhüd etdirilecekdir. Ve mezkûr kefâlet akçesi tevdî’ olunduğunu müte’âkib fermân-ı ‘âlî kendüsüne teslîm olunacakdır. İşbu ‘ameliyât akçesi ‘ameliyât kat’iyyen kabûl olundukdan sonra i’âde olunacakdır. Zikr olunan bir mâh müddetin inkızâsına değin sâhib-i imtiyâz kefâlet akçesini tevdî’ etmediği hâlde kendüye ihtâra hâcet olmaksızın hakk-ı imtiyâzdan sâkıt olacakdır. On Beşinci Madde: Devlet-i ‘Aliyye müddet-i imtiyâziyenin otuz senesinin inkızâsından sonra her vakit cedvel ve su kemeri ve köprü ve bend ve su hazînesi ve su yolları ve değirmen ve makine ve tulumba ve mezru’ât gibi i’mâlât müteferri’âtı mübâya’a etmek selâhiyetini hâ’iz olacakdır. Bunlar kangı senede iştirâ olunacak ise andan evvelki beş sene zarfında vukû’ bulan hâsılât-ı sâkıyenin mikdâr-ı mütevassıtı bulunarak buna müsâvî bir meblağı müddet-i imtiyâziyenin hitâmına kadar her sene sâhib-i imtiyâza îfâ edecek ve işbu tekâsît-i senevîyenin evkât-ı mu’ayyenede te’diyesi taraf-ı devletden te’mîn ve bu husûsa dâ’ir mukâvele-i mahsûsa tanzîm edilecekdir. İ’mâlât ve müteferri’âtının ve edevât-ı sâbite ve müteharrikesinin devlete teslîmi ve levâzımât-ı mevcûdenin iştirâsı husûsunda şartnâmenin on birinci maddesinde gösterildiği vechile mu’âmele olunacakdır. On Altıncı Madde: İmtiyâz müddeti munkazıye oldukda Devlet-i’Aliyye sâhib-i imtiyâzın i’mâlât ile müteferri’âtı ve âlât ve edevâtı üzerinde bulunan kâffe-i hukûkunu hâ’iz olacak ve bunların hâsılâtından istifâde edecekdir. Her gûne duyûn ve ta’ahhüdâtdan vâreste olmak şartıyla i’mâlât ile müteferri’âtının devlete teslîmi ve edevât ve levâzımatın sûret-i mübâya’ası şartnâmenin on üçüncü maddesinde münderic ahkâma tâbi’ olacakdır. On Yedinci Madde: Sâhib-i imtiyâz me’mûrîn-i fenniyeden ma’dâ istihdâm edeceği bi’l-cümle me’mûr ve müstahdemleri teba’a-i Devlet-i ‘Aliyye’den olacak ve hükûmet-i seniyyenin ta’yîn ve kabûl edeceği kıyâfetde bulunacaklar ve fes giyecekler ve Türkçe lisân ile mütekellim olmaları meşrûtdur. On Sekizinci Madde: Devlet-i ‘Aliyye i’mâlâtın lüzûm göreceği mahallerinde istihkâmât inşâ edebilecek ve ol bâbda vukû’ bulacak masârıf devlete ‘â’id olacakdır. 136 Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye... On Dokuzuncu Madde: ‘Ameliyât esnâsında zuhûr edebilecek ‘âsâr-ı ‘atîka devletce mevzû’ nizamnâmesine tâbi’ olacak ve fakat sâhib-i imtiyâz bu husûsda istid’â vermek ve ruhsat almak mecbûriyetinden müstağnî bulunacakdır. Yirminci Madde: Sâhib-i imtiyâz her nev’ hâsılâtın üçer aylık cedvellerini komisere tasdîk etdirdikden sonra Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’ne takdîm edecekdir. Yirminci Madde: Esbâb-ı mücbireden ma’dûd bir mâni’in zuhûru tahakkuk etmeksizin sâhib-i imtiyâz müddet-i mu’ayyene zarfında i’mâlâta mübâşeret etmediği veyâ başlayubda ikmâl eylemediği ve su i’tâsı mu’âmelâtını ta’yîn eylediği veyâhûd işbu mukâvelenâmeden münba’is ta’ahhüdât-ı sâ’iresini icrâ edemediği hâlde hukûk-ı imtiyâziyesinden sâkıt olacak ve bu hâlde şartnâmenin on dokuzuncu maddesinde gösterildiği vechile imtiyâzın muvakkaten işledilmesi içün tedâbîr-i lâzime ittihâz olunacak ve ‘ameliyât ve edevât ve levâzımât müzâyedeye konulacak ve mevcûd olan kefâlet akçesi dahi devletden zabt edilecekdir. Yirmi İkinci Madde: Sâhib-i imtiyâz ta’ahhüdâtını icrâ etmeyen abonelerdeki metâlibini istemeğe ve buna vermekde olduğu suyu dahi kat’ etmeğe hakkı olacak ve aboneler dahi suyun kat’ edilmiş olması bahânesiyle mukaddemâ almış oldukları suyun bedelini îfâdan imtinâ’ edemeyecekdir. Yirmi Üçüncü Madde: Kebîr cedvel ile müteferri’âtının inşâ ve te’sisi içün iştirâ ve istimlâk etmiş olduğu arâzîde ceviz ve meşe ve çınâr ve sâ’ire gibi gölgesi ziyâde olan ağaçlar müstesnâ olmak üzere tud ve portakal ve limon vesâ’ire cinsi ağaçlar garsına sâhib-i imtiyâzın hakkı olacakdır. Bunların mahsûlâtı ‘öşür vergüsünden mu’âf olmayacakdır. Yirmi Dördüncü Madde: Sâhib-i imtiyâzın makâmına kâ’im olacak anonim şirketi Osmanlı olacağından bi’t-tabî’ işbu mukâvelenâme ile merbût şartnâmenin icrâ ve te’vîl ve tagayyür ahkâmından dolayı Devlet-i ‹Aliyye ile sâhib-i imtiyâz ve şirket beyninde veyâ sâhib-i imtiyâz ve şirket ile efrâd-ı ahâli miyânesinde tahaddüs edebilecek her nev’ ihtilâfâtın hall ve ta’yîni Şûrâ-yı Devlet’e ve hukûk-ı şahsîye da’vâlarının fasl ve rü’yeti mehâkim-i ‘Osmâniye’ye ‘â’iddir Şirket sıfat-ı tâbi’iyeti îcâbınca hükûmet-i seniyye ile devletin lisân-ı resmîsi olan lisân-ı Türkî ile muhâbere edecekdir. Yirmi Beşinci Madde: Kebîr cedvele karîb bulunan arâzînin iskâsı ve meyillenmesi içün iktizâ eden su doğrudan doğruya işbu cedvelden alınacak ve bundan uzâk bulunan arâzînin iskâsıçün dahi mikdâr-ı kafî ikinci derecede küçük cedveller inşâ edilecekdir. Suyun cedvellerden arâzîye îsâlî içün iktizâ eden küçük cedvellerin küşâd-ı ‘ameliyâtı sâhib-i imtiyâzın taht-ı nezâretinde olacak ve arâzi-i mezkûre ashâbının masârıfıyla icrâ edilecekdir. İska oluncak arâzî ile cedveller arasında sâhib-i imtiyâzdan su almak istemeyen kimselerin arâzisi bulunduğu hâlde su almak isteyenlere verilecek sular mezkûr arâzi üzerinden geçürülebilecek ve arâzi-i mezkûre ashâbı tarafından bu husûsda bir gûne mümâna’at olunamayacakdır. Ancak şu sûretle işgâl 137 Ertan Gökmen edilecek aksâm-ı arâzînin bedeli ya rızâ-yı tarafeyn ile veyâhûd istimlâk sûretiyle ta’yîn edilerek su alanlar tarafından ashâb-ı arâzîye te’diye edilecekdir. Yirmi Altıncı Madde: Sâhib-i imtiyâz tarafından cedvellerin ve i’mâlât-ı sâ’irenin muhâfazasıyla ta’mîrâtına me’mûr olan müfettiş ve bekçi ve ‘amele muhât olmayan emlâk-ı husûsiye dâhilinden geçmeğe hakkı olacak ve ashâb-ı emlâk buna mümâna’at etmeyecekdir. Yirmi Yedinci Madde: Sâhib-i imtiyâz hâsılât-ı sâfiyesinin ya’ni hâsılât-ı gayr-i sâfiyeden işletme masârıfı ba’de’t-tenzîl kalacak hâsılâtdan yüzde onunu Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti veznesine i’tâ edecekdir. Yirmi Sekizinci Madde: İşbu imtiyâzın mevzû’u olan arâziyi iskâ etmek veyâ meyllemek üzere cânib-i hükûmet-i seniyyeden âhere imtiyâz i’tâ buyurulmayacakdır. Yirmi Dokuzuncu Madde: İşbu imtiyâzın müddeti zarfında sâhilden bahre kadar Gediz Ovası arâzîsini iskâ etmek ve meyllemek üzere âher tarafından taleb edilecek imtiyâz veyâ ruhsat husûsunda sâhib-i imtiyâzın şerâ’it-i mütesâviye ile hakk-ı rüchânı olacakdır. Otuzuncu Madde: Nehrin iskâ-yı arâzi içün sulanacak noktasından sâniye-i vâhidede cereyân eden suyun mikdârı sekiz metro müke’abdan dûn olur ise iş bu mukâvelenâmenin birinci maddesi mûcibince sâhib-i imtiyâzın alacağı altı müke’ab su dahi nehirden cereyân eden suyun mecmû’unun üç rub’una tenzîl edilecekdir. Sâniye-i vâhidede alınacak altı metro müke’ab su mezkûr ova arazîsini mecmû’unu iskâyâ kifâyet etmediği tahakkuk eder ise mezkûr Gediz Çayı suyunun üç rub’unu tecâvüz etmemek üzere Ticâret ve Nâfi’a Nezâreti’nden istihsâl edeceği ruhsat mûcibince mezkûr altı metro müke’ab suyu tezyîde sâhib-i imtiyâz me’zûn olacakdır. Otuz Birinci Madde: Küşâd olunacak mecrâ civârındaki kurâ ahâlîsi mezkûr mecrâdan kendi köylerine şu’be açılarak hayvânatın sulanmasına mahsûs mahaller tertîbi taleb eyledikleri hâlde sâhib-i imtiyâz işbu şu’beleri yaparak ve iktizâ eden havuz ve sâ’ire te’sîs ve inşâ ederek hayvânatın sulanmasıiçün lâzım gelen suyu meccânen i’tâ etmeğe mecbûr olacak ise de i’mâlât-ı mezkûreye muktazî arâzî ‘alâkadâr olan ahâlî cânibinden bilâ-bedel terk olunacağı gibi o yolda vukû’ bulacak masârıf dahi ahâlî-i merkûmeye ‘â’id ve Gedüs Nehri üzerinde vâki’ değirmenlere hiç bir sebep ve bahâne ile sâhib-i imtiyâz tarafından ta’arruz olunmayacağı gibi bu nehirden ahâlînin hakk-ı şürb ve iskâsı kemâ-kân bâkî ve mahfûz olacak ve nehr-i mezkûrdan Menemen Ovası’na su icrâsı zımnında vukû’ bulacak ‘ameliyâtın o civârda vâki’ Foçateyn memlehalarına vakten mine’l-evkât îrâs-ı mazarrat etdiği hâlde masârıf ve zarar ve hasârı temâmıyla kendüsüne ‘â’id olmak üzere iktizâ eden tedâbîr-i fenniyenin icrâsına sâhib-i imtiyâz mecbûr bulunacakdır.(Mühür Meclis-i Nâfi’a) 138 Gediz Nehrinden İstifade İle Menemen Ovasını Sulamaya ve Köylerine İçme Suyu Temin Etmeye... Kaynakça BOA. İ. MVL. No: 365/16005. BOA. İ. DH, No: 369/24447. BOA. A. DVN, No: 121/22. BOA. İ. MVL, No: 374/16419. BOA. Y. PRK. TNF, No: 4/4. BOA, BEO, No: 4/237. BOA. BEO, No: 100/7470. BOA. Y. A. RES, No: 67/40. Düstur, I. Tertip, C. 5, Başvekalet Matbaası, 1937. Düstur, I. Tertip, C. 6, Devlet Matbaası, Ankara, 1939. Düstur, I. Tertip, C. 8, Başvekalet Matbaası, Ankara, 1943. İmtiyazât ve Mukâvelât, C. 2, Matbayı Osmaniye, İstanbul, 1302. Alandağlı Murat, “Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Göl ve Bataklık Sahalarının Islahına Dair Bir Örnek: Lapişte Göl ve Bataklığı’nın Islahı”, Osmanlı Devleti’nde Nehirler ve Göller 2, Haz. Şakir Batmaz-Özen Tok, Not Yayınları, Kayseri, 2015, s. 653-670. Doğan Osman-Önal Ebul Faruk,Çukurova’ya Bereket Getiren Projeler, Çamlıca Yayını, İstanbul, 2011. Doğer Ersin,İlk İskânlardan Yunan İşgaline Kadar Menemen Ya Da Tarhaniyat Tarihi, Sergi Yayınevi, İzmir, 1998, s. 339. Güran Tevfik, “Osmanlı Döneminin Son Döneminde Türkiye Tarımındaki Gelişmeler (1870-1914)”, V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi Tebliğler, İstanbul 21-25 Ağustos 1989, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1990, s. 319-342. Güran Tevfik, “Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları”, 150. Yılında Tanzimat, (Haz. Hakkı Dursun Yıldız), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1992, s. 245-258. Güran Tevfik, “Ziraî Politika ve Ziraatte Gelişmeler, 1839-1876”, 150. Yılında Tanzimat, (Haz. Hakkı Dursun Yıldız), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1992, s. 219-222. Kallek Cengiz, “İmtiyazât”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2000, s. 242-245. Köse Metin Ziya, “19. Yüzyılın Son Çeyreğinde Karasu (Struma) Nehri Islah Çalışmaları”,Osmanlı Devleti’nde Nehirler ve Göller 2, Haz. Şakir Batmaz-Özen Tok, Not Yayınları, Kayseri, 2015, s. 533-544. Malhut Mustafa, “20. Yüzyıl Başında “İmtiyaz” Kelimesi ile “Kapitülasyon” Kelimesinin Tarihsel Açıdan Karşılaştırmalı İncelemesi”, History Studies, 2/2, 2010, s.401-413. Muşmal Hüseyin, “Konya Ovası Sulama Projesi Fikrinin Ortaya Çıkışı ve Proje ile İlgili Çalışmalar”,Osmanlı Devleti’nde Nehirler ve Göller 2, Haz. Şakir Batmaz-Özen Tok, Not Yayınları, Kayseri, 2015, s. 411-431. Ökçün A. Gündüz, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında İmalat Sanayii Alanında Verilen Ruhsat veimtiyazların Ana Çizgileri”, İktisat Tarihi Yazıları, Sermaye Piyasası Kurulu, Yay. No: 58, Ankara, 1997, s.57-85. Önal Ebul Faruk- Doğan Osman,Bir Osmanlı Maden Müdürünün Kızılırmak Projesi-1848, Çamlıca Yayınevi, İstanbul, 2011. Sırrı Süleyman,Gedüs Çayıyla Ovası’nın Sulanması Hakkında Rapordur,No:532/B-399/a, Ankara Yeni Gün Matbaası, 1340 (Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi) Thobie Jacques, “Osmanlı Devleti’nde Yabancı Sermaye”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. 3, İstanbul, 1985, s. 724-739. 139 Ertan Gökmen Tuncer Harun, “Sultan Abdülmecit Devrinde Hazırlanan Kızılırmak Projesi”, Osmanlı Devleti’nde Nehirler ve Göller 2, Haz. Şakir Batmaz-Özen Tok, Not Yayınları, Kayseri, 2015, s. 485-490. Yılmaz Ömer Faruk,Osmanlı’nın Konya Ovası Sulama Projesi, Çamlıca Yayını, İstanbul, 2011. Yılmazçelik İbrahim-Erdem Sevim, “II. Abdülhamit Döneminde Yeni İskan Alanlarının Oluşturulması ve Nehir, Göl ve Bataklıkların Temizlenerek Zirai Ekonomiye Kazandırılması”,Osmanlı Devleti’nde Nehirler ve Göller 2, Haz. Şakir Batmaz-Özen Tok, Not Yayınları, Kayseri, 2015, s. 511-533. Zeyrek Suat-Akman Halil, “Adana Ovasının Islahı ve Seyhan Ceyhan Nehirleri Mecralarının Tanzim Edilmesi ile İlgili Çalışmalar”, Osmanlı Devleti’nde Nehirler ve Göller 2, Haz. Şakir Batmaz-Özen Tok, Not Yayınları, Kayseri, 2015, s. 617-626. 140 ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI Yıl 14 Bahar 2016 Sayı 20 ss. 141-156 Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları Gülçin OKTAY* Özet İlk Türk kadın gazeteci, İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin tek kadın üyesi ve “Sorbonne’da okuyan ilk Türk kadını” olarak bilinen Selma Rıza, siyasî ve sosyal faaliyetleri, dergilerde yazdığı yazıları ve Uhuvvet adlı romanıyla da tanınan ama ihmâl edilmiş bir şahsiyettir. Oldukça geniş bir olay örgüsüne sahip olan Uhuvvet romanı, “sınıf” ve “toplumsal cinsiyet” kavramlarını farklı bir bakış açısıyla ele alması ve kendisinden sonra gelen yazarlardan özellikle “cariye/hizmetçi/kalfa” tipleri noktasında ayrılan değerlendirmeleriyle dikkate değerdir. Selma Rıza’nın Uhuvvet romanı, “üst sınıf”tan bir kadın yazarın belirtilen meselelere yaklaşımının en tipik örneklerini sunar. Bu çalışmada, romandaki karakterlere gerek anlatıcının tavırları gerek karakterlerin arasındaki diyaloglar üzerinden odaklanılarak “sınıf” yapıları ve “toplumsal cinsiyet” rollerindeki farkları ortaya çıkarmak amaçlanmış; romanın “kardeşlik” anlamına gelen başlığının sadece bir başlık olarak kaldığı ve romanda “eşitsiz” bir kardeşliğin sergilendiği öne çıkarılmıştır. Anahtar Kelimeler: Uhuvvet, toplumsal cinsiyet, sınıf, roman. “Gender” and “Class” Structures in Selma Rıza’s Novel Uhuvvet Abstract Selma Rıza is known as the first Turkish female journalist, the only female member of the Committee of Union and Progress (İttihat ve Terakkî Cemiyeti) and “the first Turkish woman to study at Sorbonne”. Known from her political and social activities, her papers published in journals and her novel titled Uhuvvet, Selma Rıza is still a neglected figure. Having quite a wide plotline, the novel of Uhuvvet is significant because it deals with the concepts of “class” and “gender” from a different point of view and it gets separated from the works of later authors especially from the point of its evaluations of the “concubine/maid/head of female servants” types. Selma Rıza’s novel Uhuvvet presents the most typical examples to the approaches of a female author from the “upper class” to these issues. In * Arş. Gör., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, oktaygulcin@gmail.com ve oktaygulcin@comu.edu.tr. 141 Gülçin Oktay this study, it is aimed to reveal the differences between “class” structures and “gender” roles by focusing on both the attitudes of the narrator and the dialogues between characters. It has also been put forward that the title of the novel meaning “sisterhood” has remained only as a title and it displays an “unequal” sisterhood. Keywords: Uhuvvet, gender, class, novel. 142 Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları Unutulan Bir Yazar: Selma Rıza Feraceli İlk Türk kadın gazeteci olarak bilinen Selma Rıza (1872-1931), İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin tek kadın üyesi, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin genel sekreteri ve ilk Türk kadın romancılarımızdandır. Diplomat olan babası Ali Rıza Bey’in ve Jön Türklerin lideri olup Meclis-i Mebûsân’a da başkanlık yapan ağabeyi Ahmet Rıza’nın etkisi, Selma Rıza’nın hayatında belirgin bir şekilde görülür. Seçkin bir aileden gelen yazar, evde özel öğrenim görerek yetişir. Hürriyet kavramı etrafında şekillenen zihin dünyasıyla Selma Rıza, ailesine haber vermeden, II. Abdülhamid’in baskıcı yönetimine karşı gelerek Paris’te bulunan ağabeyi Ahmet Rıza’nın yanına kaçar (Toros 1994: 60; Uraz 1941: 465). Selma Rıza’nın hürriyet uğruna Avrupa’ya kaçması Jön Türkler çevresinde takdirle karşılanır. Paris’te Sorbonne’a devam eden Selma Rıza, ileri Fransızcasıyla dikkat çeker ve “Sorbonne’da okuyan ilk Türk kızı” olarak tanınır. Selma Rıza, on yıl kadar kaldığı Paris’te Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin tek kadın üyesidir ve bu açıdan da önemli bir şahsiyettir. Selma Rıza’nın siyasete olan yatkınlığı ve gazeteciliği, Paris’te kaldığı süre boyunca daha da pekişir. Yazarın, ağabeyi Ahmet Rıza’nın çıkardığı, Fransızca olarak basılan Meşveret ve Türkçe olarak basılan Şûrâyı Ümmet gazetelerinde çalışmış olması, meslekî yaşamında tecrübelerinin artmasını sağlar (Toros 1994: 60-61; Uçman 2003: 39). 1908 yılındaki meşrutiyetin ilânı sonrasında Jön Türklerle beraber ülkeye dönen Selma Rıza, çeşitli kültürel ve sosyal faaliyetlerin de içerisinde yer alır. Bunlardan biri, Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) üyeliği;1 diğeri, ağabeyi Ahmet Rıza ile birlikte Âdile Sultan Sarayı’nın İnâs Sultânîsi olarak hayata geçirilmesine katkıda bulunmasıdır.2 Selma Rıza aynı zamanda, dönemin önde gelen kadın dergileri Hanımlara Mahsus Gazete ve Kadınlar Dünyası’nda da yazarlık yapar. Paris’te geçirdiği yıllar Selma Rıza’nın edebiyat, sosyoloji, tarih ve siyaset konularında olgunlaşmasını sağlar. Selma Rıza, kadının eğitimi, kız çocuklarının okutulması, görücü usulüyle ve zorla yapılan evlilikler, “çok eşlilik” (poligami) gibi konular üzerine eğilerek özellikle kadın çalışmalarıyla ilgili araştırmalar yapan kişilerin dikkatini çeker. Hakkında detaylı bilgiler bulunmayan Selma Rıza’nın, ardında bıraktığı mektuplar; “hürriyet” “eğitim” ve “kadın” konularına olan ilgisini açığa çıkarır.3 1 2 3 Cemiyetin kurucuları arasında yer alan Selma Rıza, bir süre sonra cemiyetin içinde var olduğunu fark ettiği aksaklıkları düzeltmeye çalışır. Ancak, bu aksaklıkların düzeltilmediğini görünce istifa eder ve görevine dönmesine yönelik yapılan bütün ricaları reddederek cemiyetle yolunu ayırır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Toros 1994: 60-66. Ahmet Rıza ve kardeşi Selma Rıza’nın eğitim konusundaki faaliyetlerinin ve Âdile Sultan Sarayı’nın İnâs Sultânîsi olma sürecinde yaşanan gelişmelerin ayrıntısı için bkz. van Os 1997: 26-64. Selma Rıza’nın ardında bıraktığı mektupların bir kısmı Abdullah Uçman tarafından yayımlanmıştır. Uçman, mektupların kalan kısmının da yayımlanacağı müjdesini vermekle beraber “henüz” Selma Rıza’nın mektuplarının tamamını derli toplu sunan bir çalışma yapılmamıştır. Mektupların bir kısmı hakkında yapılmış ayrıntılı bir inceleme için bkz. Uçman 2003: 39-43. 143 Gülçin Oktay Uhuvvet Romanı Hakkında Selma Rıza’nın edebiyat sahasındaki varlığı Uhuvvet romanıyla duyulur. Selma Rıza, 1892 yılında yazmaya başladığı romanını 1897 yılında bitirir. Ancak bu roman, yazarın hayatta olduğu süre içerisinde basılmaz.4 Kitabın basılması, Nebil Fazıl Alsan’ın 1999 yılındaki keşfine dayanır. Bu tarihte kitap, Kültür Bakanlığı Yayınları’ndan çıkar. Kitabın başındaki “Uhuvvet Hakkında” yazısında Nebil Fazıl Alsan, Selma Rıza’nın Uhuvvet romanını Fatma Âliye’nin romanlarıyla kıyaslar. Buna göre Nebil Fazıl, Selma Rıza’nın romanını dilinin sadeliği, Arapça, Farsça terkipleri az kullanması ve temiz üslûbu sebebiyle Fatma Âliye’nin romanlarından daha başarılı bulur (Selma Rıza 1999: XII). Selma Rıza’nın romanının adı olan “uhuvvet” Arapçada “kardeşlik” anlamına gelir ve romanda kardeşliğe, aile kurumunun ve toplumsal yapının düzenli işlemesine yaptığı katkılar dolayısıyla değer verilir.5 Selma Rıza, romanda Adil ve Mürşit arasındaki kardeşliği olumsuz bir örnek olarak gösterirken Mürşit’in çocukları arasındaki kardeşliği ideal olarak sunar. Kardeşlik ilişkileri önemli bir konu olmakla beraber romanda asıl hedef, Sabiha ve kızı Meliha üzerinden farklı dönemlerdeki Osmanlı kadınlarının kadınlık hâllerine odaklanmaktır (Çetin 2010: 43-44; Aytaç 2007: 393394). Roman, “Sultan Mecid gibi doğuştan nâzik bir padişahın saltanat devri[nde]” (s. 1) geçer. Bu saltanat, Kırım Savaşı sırasında İstanbul’a gelen İngiliz ve Fransız ordularının getirdiği Avrupaî yaşam tarzının halk arasında yayıldığı, “bir uygarlık hevesi[nin] peyda olmaya başla[dığı]” (s. 1) yıllardır. Anlatıcı, bu devri, “…tahsili için ömrünü medreselerde geçiren softalar azalmaya, halk çocuklarını yeni açılan okullara göndermeye ve Batı’nın fen ilimlerinin gereği duyularak, Fransızca okutulmasına başlandığı bir zamanda idi…” (s. 2) diyerek anlatır ve bu sayede romanın sosyal panoramasını çizerek çeşitli okumalara imkân sağlar. Yazar, uzun zaman dilimini kapsayan bu süreyi özetleme tekniğini kullanarak aktarır. Hâkim bakış açısından hareketle yazılan romanda, yazar ile anlatıcı birbirlerine karışırlar. Bu sebeple anlatıcı, objektif olmaktan ziyade öznel görüşleriyle karşımıza çıkar.6 4 5 6 Uhuvvet romanının yazılış yılı hakkında kaynaklarda farklı tarihlere rastlanılır. Selma Rıza’nın romanını “nitelikli ilk kadın romanı” olarak değerlendiren Gürsel Aytaç, yazarın mektupları üzerine çalışma yapan Abdullah Uçman ve Kültür Bakanlığı Yayınları’ndan çıkan romana önsöz yazan 1999 yılının Kültür Bakanı M. İstemihan Talay, romanın yazılma tarihini 1892 olarak kabul ederlerken Uhuvvet romanını ortaya çıkaran Nebil Fazıl Alsan romanın bitiş tarihini (1897) kabul eder. Bu durum, romanın 1892 yılında yazılmaya başlanıp 1897 yılında bitirilmesinden ve yayımlanmamasından kaynaklanır. Bu nedenle, belirttiğimiz isimler ya yazılma tarihinden ya da bitirilme tarihinden yola çıkarlar. Selma Rıza’nın romanına adını verdiği “uhuvvet” kavramı, iki kaynaktan beslenir. Bunlardan birincisi, bir müminin din kardeşlerine olan bağımlılığıdır; ikincisi, Jön Türkler arasındaki “kardeşlik, eşitlik ve hürriyet” prensipleridir. Bu konu hakkında detaylı bilgi için bkz. Okur 2003: 163-164. Uhuvvet romanının “kurmaca yapı”sı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Hazer 2011: 875-893. 144 Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları Roman, Merzukîzâde ailesinin tanıtılmasıyla başlar. Bu aileye mensup Mürşit ve Adil kardeşler romanın merkezi konumundadırlar ve anlatılanlar bu kişiler etrafında gelişip genişler. Bu iki kardeşin aynı anne ve babadan olmalarına rağmen karakterlerindeki farklılıklar uzun uzun anlatılır. Büyük kardeş Mürşit “…şen, serbest, sözü ve sohbeti ve herkesle anlaşması yerinde ise de, bilgisizliği yüzünden, şen oluşu da çoğunlukla içkinin etkisinden ileri gel[en]” (s. 3) bir kişidir. Ancak Mürşit’in tam zıttı olan Adil, o kadar “ağırbaşlı ve vakarlı görünür, az konuşur, az güler, birçok zamanını ciddi işlerle geçirir biri[dir ki]” (s. 3-4), bu nedenle anlatıcının da takdirini kazanır. Bu iki zıt kardeşin anneleri Çerkez asıllı Dilber Hanım ise çocuklarından “ilk çocuğu, çok kıymetlisi” (s. 5) Mürşit’i daha çok sever. “Babalarının ölümünden sonra” (s. 4) aile, yine “babalarından kal[an]” bir konakta cariyeler, kalfalar ve dadılar içerisinde tam da Merzukîzâde kelimesinde sembolleştirildiği şekilde “bolluk, bereket, rızık” içerisinde yaşarlar. Adil, bu kalabalık aile ile aynı evi paylaşsa da düşünce ve yaşam tarzı olarak onlardan uzaktadır. Mürşit ise, annesinin de desteğiyle konak içerisinde cariyelerle gönül eğlendiren rahatına düşkün, olumsuz bir kişidir. Selma Rıza, bu kalabalık ailenin bireylerini ve cariyelerini teker teker tanıttıktan sonra romana, olayların gelişimini etkileyecek bir karakter yerleştirir. Bu karakter, saltanat karşıtı faaliyetlere karıştığı gerekçesiyle sürgüne gönderilen Sâlim Paşa’nın kızı Sabiha’dır. Sabiha, “o güzel goncaya benzeyen dudaklar arasında görünen -iki dizi inciyi andırır- dişler[e]” (s. 25) kadar güzelliğiyle ve “bin türlü helecanın etkisiyle renkten renge gir[en]” (s. 24) çekingen yapısıyla anlatıcı tarafından uzun uzun anlatılır. Romanda olaylar, Adil Bey’in bir gün Boğaziçi sefasında bu aileyi ve dolayısıyla Sabiha’yı görmesiyle hareketlenir. Adil Bey, bu karşılaşmadan sonra annesi Dilber Hanım’a ve kalfa Kamer’e Sabiha’yı sevdiğini imâ eder ve şehirli, kibar bir ailenin kızıyla evlenmek istediğini belirtir. Dilber Hanım ve kalfa Kamer “[h]iç istediğin gibi terbiyene alıştırdığın cariyeye benzer mi?” (s. 20) diye düşünseler de gidip Sabiha’yı görmeye karar verirler. Bu görüşme sırasında Dilber Hanım, Sabiha’nın güzelliği ve ahlâkının temizliğiyle Adil’i etkisi altına alacağı ve oğlunun kendi yönetiminden çıkacağı korkusuyla kızı, “göz bebeği” büyük oğlu Mürşit’e istemeye karar verir; nitekim bu düşüncesini de eyleme döker. Dilber Hanım’ın bu teklifi, Sabiha’nın bütün itirazlarına rağmen ailesi tarafından kabul edilir. Kalfa Kamer ve Dilber Hanım’ın türlü hileleriyle Mürşit kandırılır; Sabiha Hanım ile Adil Bey’i birbirinden soğutacak sahte mektuplar yazılır ve neticede Sabiha ile Mürşit’in evlenmeleri sağlanır. Gerçekleşen evlilik neticesi Sabiha ve Adil, kaderlerini “kim”lerin yönlendirdiklerini bilemeden kendilerine biçilen hayata ve bu hayat içerisindeki rollerine uyum sağlamaya çalışırlar. Mürşit, Sabiha’yı sevmekle beraber, tabiatındaki ahlâkî zâfiyetler ve annesinin kışkırtmaları neticesinde cariyelerle olan ilişkilerine devam eder ve Sabiha’dan olanlarla beraber bir düzine kadar çocuk sahibi olur. Ancak Dilber Hanım ile yanından ayırmadığı ve her türlü kirli işlerinde başyardımcısı olan kalfa Kamer, Sabiha’nın Mürşit Bey tarafından sevilmesini hazmedemezler. Romanın “felaket” çatısını kuran bu ikili, Mürşit Bey’i yine türlü sahte belgelerle Sabiha’nın iffetsiz olduğuna, hatta son kızı Meliha’nın kendisinden değil de Adil Bey’den olduğuna inandırarak evliliğin bozulmasına ve Sabiha ile kızı Meliha’nın sokağa atılmasına sebep olurlar. Yazar, bu aldatma hikâyesinin doğrulanmasında roman boyunca devam eden isim semboli- 145 Gülçin Oktay zasyonundan da yararlanır. Mürşit Bey’in Zeliha adını koyduğu, ancak Adil Bey’in Meliha diye hitap ettiği bu kız, annesi Sabiha’ya olan benzerliğiyle öne çıkar. Adil Bey’in Sabiha’yı sevdiğini bilen anne Dilber Hanım ve kalfa Kamer, “[k]ıza güya güzelliği için ‘Meliha’ adını koydu, diyorlar. Hâlbuki bizim hoca efendiye sordum, Meliha’nın asıl manası “Sabiha” imiş!” (s. 108) şeklindeki yorumlarıyla isimlerin romanın kurgusundaki işlevsel rollerine işaret etmiş olurlar. Romanın buraya kadar anlatılan kısmı, hem aile hayatı içerisinde yaşanan gelişmeleri göstermesi hem de “çok eşli” (poligami) evliliklerin oluşturduğu karmaşayı vurgulaması açısından önemlidir. Sabiha ile Meliha’nın sokağa atılmasıyla romanda ikinci bir evre başlar. Bu evre, merkeze Meliha’yı ve onun çevresinde gelişen olayları yerleştirir. Mürşit Bey’in evinden kovulan anne-kız, Sabiha Hanım’ın baba konağından tanıdığı fakir bir çalışanlarının evlerine sığınırlar. Sabiha Hanım yaşadıkları sebebiyle hastalanır ve Meliha’yı Sabiha Hanım’a benzerliği dolayısıyla çok seven Adil Bey’e bırakır. Bu görüşme sonunda Sabiha ile Adil’i yıllar önce birbirinden koparan sahte mektuplar ve sözler ortaya çıkar. Ancak Sabiha için çok geçtir, son nefesini vermek üzeredir; kızı Meliha’yı Adil’e teslim eder ve Adil’den Meliha’nın eğitim hayatıyla ilgilenmesini ister. Bu son dilek, Adil tarafından kabul edilir ve Adil ile Meliha izlerini kaybettirerek Beyrut’a, Adil’in tanıdığı bir dostun yanına giderler. Romanın bu kısmı, Meliha’nın bir sonraki bölümde başlayan “bireyleşme” süreci için bir geçiş evresidir. Romanın üçüncü halkası diyebileceğimiz kısım da bundan sonra başlar. Adil, Beyrut’ta bir dönem sınıf arkadaşı olan Kasım’ın babası Seyit Ahmet Elganim’in yanına sığınır. Burada kendisi ve Meliha için gözlerden uzak, güvenli bir yaşam tasarlar. Adil’in bu tasarısı gerçekleşir ve Meliha, Beyrut Amerikan Koleji’nde okur; bir süre sonra da üniversiteyi okumak maksadıyla Fransa’ya gider. Roman hakkında değerlendirmelerde bulunanlar, “ideal kadın” Meliha karakterinin tam da bu noktada Selma Rıza ile benzerliğine dikkat çekerler (Aytaç 2000: 79). Bu süre içerisinde Adil, Seyit Ahmet’in Cezayir’de Fransızlara karşı ayaklanan oğlu Kasım’ın yakalanma haberleriyle ve bu haberlerin Seyit Ahmet’te yarattığı üzücü etkilerle ilgilenir. Fransızlar tarafından yakalanan Kasım öldürülür, bu olay ise Seyit Ahmet’in ölümüne sebep olur. Bu yaşananlar, Adil ile Meliha’nın hayatını değiştirir. Seyit Ahmet, oğlu gibi sevdiği Adil’e ve torunu gibi gördüğü Meliha’ya servetini bırakır. Meliha, Fransa’daki felsefe eğitimini tamamlayıp Adil’in yanına döner. Ancak Meliha çok sevdiği amcası, manevi babası Adil’i kaybeder ve Adil Bey’in ölmeden önce verdiği nasihatlere uyarak ismini “Zeliha”7 olarak değiştirip kendisine kalan mirasla kardeşlerini bulmak için İstanbul’a gider. 7 Kişi isimleri romanın kurgusunda önemli bir yere sahiptir. Adil Bey tarafından Meliha olarak belirlenen ismin, “yine” ölüm döşeğindeki Adil Bey’in tavsiyesiyle Zeliha’ya çevrilmesi ve “hatta” Meliha’nın tanınmamak için Sitti Zeliha bint-ül Ganim “tam” ismini taşıması mânidârdır. Seyit Ahmet Elganim’in kendisine devrettiği mirası alan Meliha, “ganimet alanın kızı” (bint-ül Ganim) olarak eski köklerine (kardeşleri ile beraber yaşadığı ve babası Mürşit’in koyduğu isme) kavuşur ve ilk ismi Zeliha’ya geri döner. Zeliha ve Meliha ismi üzerinden bu yönde bir sembolik okumanın “bir bölümü” için bkz. Aytaç 2000: 78. 146 Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları Romandaki olayların dördüncü ve son halkası da burada başlar. Meliha, Sitti Zeliha bint-ül Ganim ismiyle İstanbul’da Kadıköy’e yerleşir ve yanında bulunan yardımcılarıyla kendisini Arap olarak tanıtır. Bu süre içerisinde Meliha, kardeşlerine ulaşır; durumlarını, geçmişte yaşananları, Dilber Hanım’ın ve babası Mürşit’in acılar içinde öldüklerini, eski cariyelerin, kalfaların bir bir ortadan kaybolduklarını öğrenir. Kardeşleri de Meliha’nın öldüğünü kabullendikleri için Sitti Zeliha’nın Meliha olabileceğinden şüphelenmezler. Ancak romanın sonunda bir bahaneyle Merzukîzâdelerin evine gelen kalfa Kamer, Sitti Zeliha’nın Meliha olduğunu anlar ve bunu Zeliha’nın kardeşlerine söyler. Gerçeği öğrenen kardeşler, “kardeş” olmanın mutluluğunu yaşarlar ve roman, kardeşliğin, kardeşlik arasındaki bağların ve sevginin yüceliği vurgulanarak sona erer. Uhuvvet Romanında Kimlik, Sınıf, Temsîl Oldukça geniş bir olay örgüsüne sahip olan Uhuvvet romanı, üzerinde tartışılması gereken önemli konuları da içerisinde barındırmaktadır. Romanda birbirini takip eden olay halkaları tespit edildikten sonra yazar-anlatıcı tarafından öne çıkarılan karakterlere, olaylara, durumlara ve toplumsal yapıya yönelik eleştirilere odaklanmak ve bu eleştiriler üzerinden anlatıcının değerlendirmelerine dikkat etmek gerekir. Bu noktada romanda, gerek anlatıcının tavırları gerek karakterler arasındaki diyaloglar “sınıf” yapıları arasındaki farkları ortaya çıkarmakta ve bu yönüyle yazının da amacını oluşturmaktadır. “Hizmetçi, cariye, odalık” kadınlar Türk romanında çoğu “üst sınıf”lara mensup yazarların işledikleri önemli konulardandır. Tarihin ilk dönemlerinden beri pek çok uygarlıkta görülen ve işlevsel bir görevi üstlenen “kölelik”, yasalardaki düzenleme/iyileştirme ve nihayetinde ortadan kaldırılma noktasında oldukça tartışmalı ve karmaşık süreçleri de beraberinde getirir.8 Özellikle, “modernleşme” çabaları içerisinde yaşanan değişimleri konu edinen Tanzimat romanları, “ev içi” hayata katılan “cariye, hizmetçi, kalfa” tiplerine geniş yer verir. Üst ve orta sınıftan kadınlar ile alt sınıftan kadınlar arasındaki sınıf ayrımlarını ücretli ev emeği/hizmetçiler noktasından inceleyen pek çok çalışma mevcuttur.9 Bu çalışmalar içerisinde Yavuz Selim Karakışla’nın önce makale olarak yayımladığı, ardından da kitaplaştırdığı Osmanlı Hanımları ve Hizmetçi Kadınlar (1869-1927) adlı çalışması oldukça dikkat çekici ve önemlidir. Bu kitap, Osmanlı kadın dergilerinde sınıfsal yapıyı “hizmetçi/temizlikçi” kadın ile “işveren/hanımefendi” örnekleri üzerinden irdeler. Karakışla, incelediği kadın dergilerinde hizmetçilerle ilgili dört yazıya odaklanır. Bu yazılar sırasıyla: 1893 yılında Hanımlara Mahsûs Gazete’de yayımlanan “Hanım ile Hizmetçinin Münâsebeti” adlı imzasız makale; 1911 yılında İstanbul’da basılan Kadın dergisinde Mehmet Nurettin imzasıyla çıkan “Hiz- 8 9 Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Erdem 2004. Bu çalışmalarla ilgili olarak bkz. Özbay 2012: 13-47; Öztek 2002: 204-216; Özyeğin 2005; White 2015; Bora 2014; Kalaycıoğlu-Tılıç 2001. 147 Gülçin Oktay metçiler” başlıklı makale; 1914 yılında Kadınlar Dünyası dergisinde F. Sâmiha imzasıyla çıkan “Hizmetçiler” adlı makale ve 1926 tarihli Kadın Yazıları dergisinde Mevhibe İclâl Hanım’ın imzasıyla çıkan “Hizmetçiler ve Onlarla Muâmele” adlı makaledir. Bu dört makalenin ortak yanı, “hanımların” kaleminden “hizmetçi kadınlar”ın nasıl görüldüklerini sergilemeleridir. Bu makalelere göre “evin hanımları”; “hizmetçi kadınları” genel olarak “pis, hırsız, alçak ve cahil” olarak değerlendirirler.10 Kadınların aralarındaki sınıf ayrımları makalelerin içerisindeki “biz ve onlar” hitaplarıyla daha da somutlaşır. Karakışla, “hizmetçi/emekçi” kadınları sadece kadın dergileri üzerinden değil, Hüseyin Rahmi’nin Mürebbiye (1899), Burhan Cahid’in Hizmetçi Buhrânı (1927) ve A. Rıfkı’nın Hizmetçi Belâsı (1911) gibi romanları üzerinden de inceleyerek dönemin sosyal düzeni ve dolayısıyla sınıf yapısı hakkında önemli veriler elde eder. O dönemdeki edebî metinlerin vazgeçilmez teması ve toplumsal yapının da onulmaz yarası olan “kölelik”, Osmanlı İmparatorluğu’nda şeriat yasalarına göre düzenlenir. Köle alım-satımı, kölelere davranış ve köle âzâd edilmesi gibi konularda bu yasalara göre hareket edilir; ancak yasaların toplum hayatında “ne derece” kabul gördüğü tartışmalıdır. Durumun en tipik örnekleri tarihî belgelerden öğrenilmekle beraber, toplumsal hayattan ayrı düşünülemeyen edebî metinlerde de kölelik meselesiyle ilgili önemli ipuçları yakalamak mümkündür. Bu tema, yukarıda da vurgulandığı gibi Tanzimat metinlerine sıklıkla konu olur ve kölelik kurumunun yarattığı sıkıntılar özellikle “mazlum, ezilmiş” cariye tipi üzerinden anlatılır. Dönemin yazarları tarafından kölelik, Tanpınar’ın (1997: 291) ifadesiyle “hissî bir mevzu” olarak yansıtılarak “erişme ve ikbal hırsı ile” ele alınmaz. Edebî metinlerde kölelik kurumu, mağdur cariye tipi üzerinden hissî yönüyle ele alınırken sınıflar arasındaki farklılıklar konusunda önemli ipuçları veren eleştirel yapı ihmâl edilir. Metinlerdeki cariye/kalfa/halayık tiplerine metindeki birkaç karakterin olumsuz eleştirileri dışında, asıl olarak anlatıcının tavrı üzerinden odaklanılmaz. Bu yönde yapılacak bir inceleme, metinleri tek yönlü bakış açısından kurtararak farklı değerlendirmelere elverişli hâle getirir. Türk edebiyatının “babasız oğulları”nın hayatında önemli bir yer edinen cariyeler, Selma Rıza’nın kaleminde ise, incelenmeye değer farklı bir görünüm kazanırlar. Namık Kemal’in İntibah romanındaki Dilâşub, Ahmet Mithat Efendi’nin Felâtun Bey ile Râkım Efendi romanındaki Cânân, Samipaşazâde Sezai’nin Sergüzeşt’indeki Dilber 10 Aynı durum “farklı” bir şekilde Şemseddin Sâmi’nin Aile dergisinde de geçmektedir. Şemseddin Sâmi, dergisinin “nasıl” ve “ne zaman” okunacağına dair malumatlar verdiği kısımda, bahsettiğimiz şekilde bir ayrım yapar. Yazara göre; dergi içerisindeki “ciddi yazılar”, ailenin bütün üyeleri tarafından okunabilirken “sadece” kadın işleri ile ilgili olan yazılar, “hatta hizmetçilerinizi bile çağırarak” tavsiyesiyle hizmetçilerle birlikte okunabilir. Bu kısım, erkek bir yazar olarak Şemseddin Sâmi’nin konuya yaklaşımını göstermesi açısından önemlidir. Yazının bütününe bakıldığında dönemin diğer kadın ve erkek yazarlarına kıyasla farklı ve daha eşitlikçi bir tavır sergileyen Şemseddin Sâmi, “hatta” ifadesiyle bu konudaki eşitlikçi yaklaşımı okuyucuya bir kez daha sorgulatır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Karakoç 2000. 148 Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları üzerinden okumaya alıştığımız “masum, mazlum, mağdur cariye”11 tipi, Uhuvvet’te “Osmanlı hanımları” karşısında “mahalle kadını” tipine dönüşür. Romanda bu durum, İstanbul’daki mesire (seyir) yerlerinden bahsedilen kısımlarda belirgindir. Anlatıcı bu yerlere gelen “Osmanlı hanımları”na dikkat çeker. Üst sınıftan kadınları “kibar, naif” olarak anlatırken bu kadınlara kıyasla modernleşemeyen kadınları “mahalle kadını” olarak betimler: “İşte o Cuma akşamı da herkes bu şekilde eğlencesine dalmış, arabalarda, yayalarda genel bir hareket görülmekteydi. Ancak, gezi yerinin denize en yakın olan bir tarafında bir kira arabası, güya âlemi bu toz toprak içinde nasıl olup da eğlenebildiğini seyretmek ister gibi, bir ağaç gölgesine çekilmiş durmakta idi. İçindeki hanımların hal ve tavırlarına dikkat edilse, bu gibi âlemlerin acemisi gibi görünürlerdi. Fakat, İstanbul’un gerici bucaklarından gelerek halkın -her ne türlü olursa olsun- eğlencesine “Rezalet” adı vermek için, herkese tahkir edici bir gözle bakmayı âdet edinmiş mahalle kadınlarından olmayıp, yalnız gayet sessiz durmalarından, değişik kıyafetle gelmiş bir kibar aile oldukları anlaşılıyordu.” (Vurgu benim, s. 237). Yukarıdaki alıntıda “mahalle kadınları” olarak tanımlanan kadınlar, İstanbul’un gelişmemiş yerlerinden gelmeleri ve Avrupaî yaşam tarzını yadırgamaları dolayısıyla anlatıcı tarafından olumsuz gösterilir. Anlatıcı, İstanbullu “esas” hanımlar ile tam olarak İstanbullu olamamış, “modern” yaşam tarzını benimseyememiş kadınları kıyaslayarak sınıf yapıları ve modernleşme yönündeki tavrını farklı bir açıdan ortaya koyar. Bu “mahalle kadınları”ndan da daha aşağı bir sınıfa ait görülen “cariyeler” ise Merzukîzâdelerin konağında fazlasıyla bulunarak Mürşit Bey’in çocuklarını doğurmakta, evin hanımını kıskanmakta ve onun yerine geçmek için her türlü hile ve fesat içerisinde bulunmaktadırlar. Selma Rıza’nın işlediği cariye tipleri, anlatıcı tarafından “şeytan”, “dalkavuk” (s. 14), “fettan” (s. 36), “beş on para fazla kapabilme derdinde” (s. 37) kişiler olarak anlatılır. Yazar, böylece, bir yandan sınıfsal farkları ortaya koyarken bir yandan da “çok eşlilik” konusunu topluma verdiği zararlar yönünden ele alır. Özellikle anlatıcı, pek çok kadının bir arada bulunduğu evlerde her kadının aynı rütbede olmak arzusuyla çekişmeler yaşayacağını ve bunun neticesinde aile hayatı içerisinde “haset, garaz ve düşmanlık”ın (s. 101) hâkim olacağını söyler. Yazarın “çok eşlilik” ve “cariyelik” konularını doğacak çocuklar açısından ele alması, dönemindeki diğer yazarlar tarafından ihmâl edilen bir noktaya değinmesi 11 Tanzimat romanlarını kölelik noktasında ele alıp, “ezilen” cariye tiplerini analiz eden bir çalışma için bkz. Parlatır 1987. Ancak, bu romanlardaki “esaret” temasını sadece “ezilen” cariye tipleri üzerinden okumak pek çok tehlikeyi de beraberinde getirir. Romanlardaki “hür/özgür kadın” ile “esir cariye/odalık” zıtlığını erkeklerin ve anlatıcının tavırları üzerinden farklı bir okuma, metinlerin cinsiyetçi yapısını anlamak açısından daha faydalı olacaktır. Namık Kemal’in İntibah (1876) romanı ve Ahmet Mithat Efendi’nin Felâtun Bey ile Râkım Efendi (1876) romanı üzerinden böyle bir okumayı gerçekleştiren ve belirtilen romanlardan yola çıkarak erkek karakterlerin ve anlatıcının zorunlu hâller dışında bu “ezilen” kadınlar yerine “özgür” kadınlara olan meyillerini ayrıntılı bir şekilde analiz eden bir yazı için bkz. Karakoç 2009. 149 Gülçin Oktay açısından orijinaldir. Romanda anlatıcı, aile hayatında hâkim olan böyle bir yapının özellikle cariye çocuklarının eğitimden uzak, ahlâkî bakımlardan zayıf, dış görünüş açısından da “düzensiz” olmalarına sebep olacağını anlatarak olası kötü sonuçları sergiler. Nitekim romanda Mürşit’in cariyeden olan oğlu Cavit, Adil tarafından yazarın bu düşüncesini destekler nitelikte anlatılır: “Güzel ama Kamer! Bu tarz bir yaşayışla aile teşkili mümkün olamaz. Bakınız Cavit dünyaya geleli üç sene oluyor. Annesinin adı bile belli değil. Herkes Mürşit Bey’in oğlu diyor ama yerden mi çıkmış, gökten mi inmiş kimsenin haberi yok. Bir çocuktur dünyaya gelmiş, ne anası belli, ne dâyesi! Zannedersem validesine de “sütnine” diyormuş. O cariye de ona “oğlum” yerine “bey” der. “Sayesinde yaşıyorum” diye yetiniyor…Zaten mayası bozuk olan bir veled ahlâksızın biri olur kalır!..” (s. 17). Yukarıdaki satırlarda görüldüğü gibi Adil, romanın bir karakteri olarak cariye çocuklarının dramına değinirken bir yandan da cariyelere karşı olumsuz tavrını dile getirir. Romanın sonlarında cariyelerden olan çocukların akıbetinden bahsedilirken kullanılan “Hiç biri ötekini tanımaz… Küçükler babadan kalan emekli maaşı ile geçiniyorlar. Büyüklere gelince bilmem ama sanırsam kimi çoğu zamanını meyhanelerde geçiriyor, kimi okuldan kovulmuş, kimi memuriyetten çıkarılmış! Böyle sefil bir hayat! Zavallılar babalarının, analarının günahını çekiyorlar.” (s. 298) şeklindeki ifadeler bu düşünceyi desteklemektedir. Ayrıca anlatıcı, Sabiha Hanım’ın oğlu Selim aracılığıyla, büyükanne Dilber’in ölümünü anlatırken “Fakat Cavit’ten, Mahbube’den, Dildar’dan yediği dayaklar, gördüğü hakaretler, o ana kadar hep fesat aramakla takatsiz düşmüş, vücudunu yataklara düşürmüştü. Dili tutuldu.” (s. 386) şeklindeki beyanıyla, hem cariyelerin ve cariye çocuklarının kötülüğüne vurgu yapar hem de Sabiha’nın çocuklarının her şeye rağmen merhametli ve saygılı yönlerine işaret eder. Kalfa Kamer de, Mürşit’in çocuklarından en çok Sabiha’nınkileri sevdiğini söyler ve onları tatlı yüzleri ve melek huylarıyla hatırlar. “Paşamın bu kadar çocuğu oldu, birini onlar kadar sevmedim! Zaten annelerini de pek severdim ya!” (s. 423) ve “Ah! Efendimin ciğerpâreleri…” (s. 425) diyerek Mürşit’in cariyelerden değil de Sabiha’dan olan çocuklarına karşı sevgisini belirtir. Anlatıcının tutumunda beliren üst tabaka-alt tabaka karşıtlığı, Mürşit’in cariyelerden olan çocukları ile “kibar, şehirli, soylu” bir ailede büyüyen ve terbiye alan Sabiha Hanım’ın çocuklarının kıyaslandığı kısımlarda da karşımıza çıkar. Aşağıdaki alıntıda anlatıcının, Mürşit’in çocuklarını “nasıl” değerlendirdiğini ifade eden birer örnek sunulmaktadır: “Mürşit el çırptı. Gelen harem ağasına haremden küçük hanımlarla beyleri getirmesini söyledi. Biraz sonra o sırada on üç yaşını tamamlayan ve bir iki ay askeri bir okula verilen Cavit, kimi kucakta, kimi ayakta dört beş çocukla içeriye girdi. Adil hallerindeki arsızlığa, kıyafetlerindeki düzensizliğe dikkat ederek, bunların odalıklardan dünyaya geldiklerini kolayca anladı.” (s. 95). […] 150 Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları “Adil oturduğu yerden bu konuşmaları üzülerek izliyordu. Bir müddet sonra, çok temiz giyinmiş ve sarı saçları güzelce taranmış, kurdelelerle bağlanmış olduğu halde biri sekiz, öteki altı, bir diğeri de iki yaşında üç çocuk el ele vererek, içeri girdiler, doğruca babalarının yanına gidip elini öptüler. Mürşit, yüzlerini sevip okşadıktan sonra, amcalarının da elini öptürdü.” (s. 97). Yukarıdaki iki örnek, taraflı anlatıcının yaptığı sınıfsal ayrımları vurgulaması açısından önemlidir. Yazarın eğitimli ve üst sınıf bir aileye mensup olması, kurguladığı karakterlerin de bu özelliklere sahip olmasını sağlar; ancak bunun dışında kalan karakterler, yazarın “ideal”inin dışına itilir ve olumsuz gösterilir. Bu durum, okuyucunun “alımlama”sında etkiler yaratarak metnin tam da anlatıcının sunduğu şekilde değerlendirilmesine sebep olur. Anlatıcı, Sabiha’nın çocuklarından “türlü türlü lisanlar öğren[miş]”(s. 434) başarılı kişiler olarak bahsetse de Meliha’yı “düşüncesi yaşına nisbet kabul etmez bir derecede” (s. 121) sözleriyle kardeşlerinden olumlu taraflarıyla öne çıkarır. Bu durum iki sebepten kaynaklanır: Birincisi, Meliha’nın eğitiminde Adil Bey tarafından harcanan çaba; ikincisi, Meliha’nın okumuş olduğu okullar (Beyrut Amerikan Koleji) ve nihayetinde Fransa’da aldığı felsefe eğitimidir. Bu gelişmeler sayesinde anlatıcı, olayların merkezindeki Meliha’yı eğitimi sayesinde kendi kardeşlerinden bir adım önde göstermekte; ancak kardeşlerini de güzellikleri, ahlâkları ve terbiyeleriyle övmektedir. Nitekim Meliha, annesini ve istekleri dışında evlendirilen kardeşlerini düşünerek içinde bulundukları “esaret âlemini” (s. 121) “Yarab!.. Eğer dedikleri gibi var isen, her şeye kadir, bizi yaratmış isen… Yaşamak hep bu cefadan ibaret ise ne için bu zulmü verdin? (…) Düşündükçe bakışlarım önünde şu küçük kürre kadar önemi kalmıyor. Heyhat!.. Ya biz… Dünya!.. Biz ki onun büyüklüğü yanında bir zerre, bir hiç..” (s. 121-122) şeklinde uzun bir sorgulamaya tâbi tutarak “iyi” eğitimin farkını temsil eder. Böylece Meliha, kardeşlerinden daha rasyonalist ve cesaretli yapısıyla yerleşik toplumsal kurallara karşı çıkar. Anlatıcı, cariyelerin soy bakımından bozukluklarına, fırsatçılıklarına işaret ederken Sabiha Hanım’ı tanımladığı kısımlarda soylu, kibar ailelerin önemine ve onların yetiştirdiği çocukların dürüstlüğüne ve düzgünlüğüne değinir. Romanda anlatıcının “sınıfsal” açılardan bu taraflı tavrı, “şehirli/iyi” ile “cariye/kötü” karşıtlıklarında belirginleşir. Bu ayrımlardan biri, Adil’in ağabeyi Mürşit’e yaptığı bir konuşmada cariyeler ile Sabiha Hanım’ı kıyasladığı kısımda geçmektedir: “-Evet!.. Nikâhla bir kibar kızı aldınız. Fakat hiç düşünmediniz ki, o kızın mayasında kadir ve haysiyetini anlayacak kadar yüksek bir his vardır. O zamana kadar yatağınıza aldığınız odalıklar gibi değildir. Kadındır, lakin onlar gibi “kadın!” değildir. Onlar gibi aşüfteliğe yeteneği, aşk fenninde de ustalığı yoksa da arasında, geçmişte gördüğü itibarı şimdi birtakım rezillerden gördüğü tahkirle karşılaştırılacak kadar düşünceye kudret, kuvvet, vicdanında, onların rekabetine dayanabilecek derece bir iyimserlik, gönlünde kocasına karşı ödevi gereği mutlak bir sevgi bulunur…” (s. 103). 151 Gülçin Oktay Anlatıcı, Sabiha’nın evden gönderilmesinden sonra cariyelerin “Cavit’in annesi Mahbube’nin başkanlığı altında bir toplantı yap[malarını]” (s. 85) anlatırken cariyelerin fırsatçılıklarını şu cümlelerle vurgular: “Öyle bir toplantı ki, her saniye düşüncesi Sabiha’yı tahkir ile Paşa’nın gözüne kötü göstermekten ibaret!.. Öyle bir toplantı ki, kişisel çıkarlarından başka bir şey görmez, düşünmez!.. Öyle bir toplantı ki, tamamı ancak bir çocuk sahibi olup da, Paşa’nın eşliğine geçebilmek hakkını kazanmak!.. Öyle bir toplantı ki, isteklerini elde etmek için, her alçaklığı bir fazilet gibi görür!.. Öyle bir toplantı ki, fesattan başka mutluluk hayali göremez!.. Öyle bir toplantı ki, tamamıyla Sabiha’nın aleyhinde… Onun nurlu namus ve temizliğini ayaklar altına almak!...” (s. 85). Anlatıcının Sabiha için kullandığı “…öte yanda, yaratılışı ve güzel ahlakı meleklerden bile üstün derecede olan Sabiha da..”(s. 87), “zavallı” (s. 89) “çocuk” (s. 24) “bu henüz çocuk denilecek yaştaki yavru” (s. 62), “Sabiha’nın eşsiz hayali” (s. 84), “çocukluk günlerini eğitim ve terbiye ile geçirmiş olduğundan” (s. 87) şeklindeki ifadeler “şehirli” Sabiha’yı “diğer kadınlardan” yani “cariyeler”den ayırması açısından değerlendirilmelidir. Dilber ve kalfa Kamer için “iki fesatçı cadaloz” (s. 93); yine kalfa Kamer için “Mürşit’in en kıymetli dalkavuklarından” (s.14); Dildar isimli cariye için “yapmacık bir utanma ile” (s. 48) “sahte bir tavır ile” (s. 54), “rekabet ateşiyle yanan bir cariye” (s. 111) ifadelerini kullanması, anlatıcının tavrını ortaya koyan diğer örneklerdir. Anlatıcı, sınıfsal olarak da ötekileştirdiği bu kişilerle empati kurmaz ve “elitist” bir tavır sergiler. Ancak romanda anlatıcının alt sınıftan olmasına rağmen olumlu gösterdiği bir karakter vardır ki, bu da Zehra’dır. Meliha’nın Beyrut’ta bulunduğu sürede Seyit Elganim’in evinde hizmetine verilen Zehra, cariye/hizmetçi olup da anlatıcı tarafından onaylanan tek karakterdir. Meliha ile Beyrut’tan İstanbul’a taşınan Zehra, birtakım özellikleri sebebiyle romandaki olumsuz cariye/hizmetçi tiplerinden farklıdır. Bu farklılıkların başında Zehra’nın eğitimli olması gelir. Meliha, “bu zavallı kıza bir hizmetçi gibi değil, sanki bir kardeş, bir arkadaş gibi davran[ır]” (s. 215) ve Zehra’nın eğitimi için özel bir çaba harcar. Romanda diğer “hizmetçi, cariye” tiplerinden farklılaşan Zehra, ancak “evin hanımı/sahibesi” tarafından verilen eğitim ve yönlendirme sayesinde anlatıcının olumsuz bakış açısından kurtulup Tanpınar’ın (1997: 291) ifadesiyle “romanesk gelişmelere belli başlı en müsait”, “zengin ve hüzünlü tarafı”yla ele alınır. Uhuvvet Romanında Toplumsal Cinsiyet Rolleri Kadınların eğitimi ve toplumsal yapıdaki konumları üzerine çalışmalar gerçekleştiren Selma Rıza, ilgilenmiş olduğu bu konuları Uhuvvet romanında da ele alır. Bu açıdan, Uhuvvet romanı sınıf yapıları hakkında ipuçları verirken toplumsal cinsiyet rolleri konusunda da incelenmeye değer malzemeler sunar. Kadınların toplumsal ezilmişliklerine değinen Selma Rıza, “ev içi” ve “ev dışı” mekânlarda kurguladığı kadın ve erkek karakterler etrafında konunun toplumun zihnine işlenmiş yapısına işaret eder. Bu sebeple, sadece erkek karakterlerin kadınlar hakkındaki yorumları değil, 152 Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları kadınların “olması gereken”in dışına çıkan diğer kadın karakterler hakkındaki yorumları da değerlendirilmelidir. Romandaki erkek karakterler, kadın karakterlere göre daha cansızlardır ve kendilerine biçilen aracı rollerin taşıyıcıları konumundalardır. Bu durum, altını çizerek söylemek gerekirse, Adil ve Mürşit karakterleri ile birlikte erkek karakterlerin hepsinde vardır. Selma Rıza, kadının ezilmişliğini ve bu ezilmişliğe karşı çıkışını anlatırken sırasıyla Mürşit’i ve Adil’i bu serüvende belli bir işlevi yerine getiren karakterler olarak kullanır. Nitekim Mürşit, karısı Sabiha’ya yaptığı eziyetlerle, Adil de Meliha’nın eğitim sürecinde yaptığı yardımlarla işlevsel rollerini sergilemiş olurlar. Romanda Adil, Mürşit ve kısa bir süre için de olsa beliren erkek figürlerin “zayıf” karakterler olduklarını söyleyebiliriz. Başkalarının yönlendirmeleriyle hareket eden bu erkek karakterlerin “canlılık” belirtisi gösterdikleri noktalar tamamen yok olmamakla beraber oldukça azdır. Ancak romanda erkekler, kendi yaşıtları olan kadınlar üzerinde tahakküm kurarlarken aynı hareketleri yaşı büyük kadınlara karşı sergilemezler. Özellikle Adil’in kendisine karşı her türlü kötülüğü yapan annesine karşı çıkamaması ve bu sebeple Sabiha ile evlenemeyerek kıyıda kalması; Mürşit’in de annesinin müdahalesiyle Sabiha’yı evden kovma aşamasında yaşadığı kısa tereddüt, toplumda yaşı ilerlemiş, anne olmuş kadının erkek karşısında bir derece de olsa kabul görmüşlüğünü anlatır.12 Aynı durum, kadın karakterlerde ise farklı gelişir. Kadın karakterler ilk başlarda “zayıf” görünseler de sabırlarının son noktalarında yaşadıkları haksızlıklara tepki vererek “canlılık”larını ortaya koyarlar. Nitekim burada verilecek en iyi örnek, Sabiha’nın önce kocasından, kaynanasından ve kalfalardan gördüğü eziyetlere katlanması, ancak fahişelikle suçlanıp evden kovulduğu anda tepki göstermesidir: “Yirmi seneden beri nikâhınızın altında olan bir kadının namusunu iftira ile berbat ederek, o biçare çocukların mutluluğunu bu şekilde mahv ve perişan etmenin ne büyük bir zalimlik olduğunu düşünmüyorsunuz, öyle mi? Yazık!... Yazık!..” (s. 133) “-Lanet o adama ki, aslını, neslini, düşüncelerini, ahlakını anlamadan bir kızla evlenir… Lanet o kocaya ki, yirmi sene nikâhı altında bulunan bir kadının cevherindeki ismetini görmez, anlamaz da, birtakım garaz ve fesatçı kimselerin iftirasına kurban eder!... Lanet o zalime ki, onun merhametinin kanadına sığınmış, dünyada her neyi varsa feda ve hepsini evlatlarına vakfetmiş bir zavallının geleceğini öldürücü pençesinde… hiddetinde… ezip mahvettikten sonra dünyanın her türlü cefasını gösterip çektirdikten sonra nihayet…nihayet fuhuş ile suçlayıp boşamayı bir vesile sayar! Lanet o babaya ki, evladının mutluluğunu değil, hatta şan ve haysiyetini bile düşünmez de…itaatten başka hiçbir kabahati olmayan bahtsız analarına fahişelik…fahişelik gibi bir alçaklık suçu ile suçlar!... Lanet o insana ki, alçakların sahte sözlerine… 12 Bu duruma, ilerleyen dönemlerde yazılan romanlarda sıklıkla rastlanır. Köy romanları başta olmak üzere, diğer romanlarda da kadın, “kadın” ve “eş” kimliklerini öne çıkar(a)mayınca yaşlı ve dul olmasından da güç alan “anne” rolünü öne çıkarır. Kadının “anne” rolü sayesinde erkek egemen toplumda kendisine yer açma çabalarını ele alan incelemeler için bkz. Gülendam 2006: 116-145; Gülendam 2015: 222-275. 153 Gülçin Oktay döndürdükleri hile ve fesat girdaplarına kapılır da gözünün önünde güneş gibi saf ve parlak olan bir iffeti iftira ile lekeler!...yazık, lanet o gafile ki, sormadan, anlamadan, hakikate akıl erdirmeden yanlış bir harekette bulunur da, sonra da ettiği zulmün peşimanlığını çeker!...” (s. 134). Romandaki Dilber Hanım’ın oğullarına, gelinlerine ve torunlarına verdiği zararlar da farklı bir pencereden değerlendirilmeyi hak eden bir konudur. Kalfa Kamer’in zaten kötü olarak anlatılan mizacı, Dilber Hanım’ın oğulları ve hanesi üzerindeki söz sahipliğini kaybetmek istememesi ile birleşince romanın felaket çatısı hazırlanmış olur. Ancak romanda dikkat edilmesi gereken nokta, Dilber Hanım’ın kötülüklerinin sebebinin pek çok yerde açıklanma kaygısıdır. Dilber Hanım, eşinin ölümünden sonra edinmiş olduğu “erk”i kimseye kaptırmak istemez ve sürekli olarak unutulacağı, arka plana atılacağı korkusunu taşır. Aslında Dilber Hanım’ın duyduğu bu korku, her şeye hâkim, her şeyi yöneten “erk”i kaybederek söylenilenlere ve yapılanlara boyun eğmek zorunda kaldığı “kadınlığa” ve eş anlamlı olarak görülen “zayıflığa” geri dönme korkusudur. Bu zayıflığa dönmek istemeyen Dilber Hanım da kalfa Kamer yardımıyla sisteme hükmetmeye çalışır ve bunda da büyük oranda başarılı olur. Romanda, dönemin evlilik anlayışları noktasında kadın ile erkek cinsi arasındaki farklar, kadınların mağduriyetleri ön plana çıkarılarak gösterilir. Kadınların evlilikte yaşadıkları sorunlar Sabiha’nın, “Birkaç günden beri beni Mürşit beye nişanladılar… Bir kere bana bunu kabul edip etmeyeceğimi sordular mı?.. Hanımannem de “Kızım! Gel görücülere çık” dedi. Kimin için beğenildiğimi bile bilmiyordum..” Kızım bugün nişan takmaya gelecekler” dedi! “Nasıl nişan? Kimin için?..” diye sormaya cesaret ettiğim zaman, yüzüme öyle bir soğukça baktı ki, güya bu bakışla üstümde olan söz geçirme hakkını ve tahakkümünü anlatmak istiyordu!..” (s. 61-62) şeklindeki sözleriyle eleştirilir. Kadınların yaşadığı sıkıntılar, zorla gerçekleştirilen evliliklerle de bitmez veya sınırlı değildir. Zaten çarpık kurulan yapı, yeni çıkan sorunlarla daha da sarsılır. Romanda, erkeğin kendini evlilik kurumunda tek yetkili merci olarak görmesinin ve kadının “ikincil konumu”nun, “Evlat babaya-lanet anaya!” (s. 136) ve “Kadınlığa da o yakışır” (s. 116) gibi sözlerle somutlaştırılması, anlatıcının eleştirdiği noktalardandır. Evlilik kurumu içerisinde karşılaşılan sıkıntılardan bir diğeri de erkeğin genel olarak “çok eşli” hayata olan düşkünlüğüdür. Anlatıcı, Mürşit üzerinden bu tarz evliliğe düşkün bir erkeği ve neticesinde yaşanan sıkıntıları hem yetişkinler hem de çocuklar üzerinden ayrı ayrı cephelerde yansıtarak durumun vahametini ortaya koyar. Selma Rıza’nın bir kadının romanda buraya kadar belirtilen türden sıkıntıları çekmemesi için bulduğu çözüm, eğitimdir. Anlatıcı, istemediği biriyle evlendirilen, gülmesi, konuşması da dâhil olmak üzere her yaptığı hareketten bir anlam çıkarılan, tek görevi çocuk doğurmak olan Sabiha’nın felakete sürüklenişinde meslek sahibi olmamasının yol açtığı sıkıntılara değinir. Ancak annenin yaşadığı bu kötü talih, çocuklarının eğitimli birer “birey” olmalarıyla ortadan kaybolur. Özellikle romanda baba evinden annesiyle birlikte kovulan Meliha’nın, Beyrut Amerikan Koleji’nde okuması ve ardından Paris’e üniversitede felsefe eğitimi almak üzere gidişi, yazarın “kadınların eğitimi” konusuna verdiği önemi gösterir. Romanda diğer kardeşlerin de eğitim sayesinde pek çok dili konuşabilmeleri, dikkat edilmesi gereken noktalardandır. 154 Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında “Toplumsal Cinsiyet” ve “Sınıf” Yapıları Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Selma Rıza, kadınların eğitimli olmasına önem vermekle beraber karakterlerini meslek yaşamı içerisine katmaz. Sadece eğitimli, mirasa kavuşmuş kadınların rahat yaşamlarına vurgu yapılır; kadınların çalışma hayatına katılmalarına dair bir örnek sunulmaz. Bu nokta, dönemin “kadın hareketleri”nin algılanış şeklini ve gelişim sürecini sergilemesi açısından önemlidir. Selma Rıza, romanında kadınların sosyal yaşam içerisinde çektikleri sıkıntılara da, “Seyir, eğlence değil bir azap yeri imiş!..” (s. 361) ifadeleriyle değinir. Meliha, nam-ı diğer Sitti Zeliha ve kardeşlerinin Boğaziçi’ne gezmeye gittikleri bir gün yaşadıkları durum, bunun bir örneğidir. Bu örnekte Zeliha’nın kardeşleri, kadınların seyir yerlerine gelen erkekler tarafından rahatsız edilmelerinden ve bu tür gezme, eğlenme yerlerinde dolaşan kadınların yine erkekler tarafından “iffetsiz” olarak görülmelerinden şikâyet ederler. Kadınlar, belli bir saatten sonra seyir yerlerinde, sokaklarda kadınların bulunamamalarına, en güzel saatleri, en güzel manzaraları kaçırmalarına “… kadın yaratıldı ise insanlık hislerinden de yoksun değil ya?...O da insan!.. Bu kadar sıkışıklığa dayanabilmek için, arada bir eğlence de bulmak ister….” (s. 361) sözleriyle karşı çıkarlar. Bu sözler, üst sınıftan kadınların da erkek egemen toplum tarafından baskılanışlarını anlatması bakımından önemlidir. Romanda bunların dışında Selma Rıza’nın kıyafet konusunda da “yaygın olana karşı çıkış”ının örneklerini görürüz. Kadınların peçe takması kadın karakterlerin biri tarafından “sanki dünyayı gözlerimize karanlık göstermek için peçelere gerek varmış gibi…” (s. 362) sözleriyle eleştirilir. Ayrıca romanda kadınların yaşmaklanması, erkeklerin arasında bulunmamaları gibi konulara da sık sık evlerdeki haremlik-selamlık bölümleri üzerinden vurgu yapılır. Sonuç Ağabeyi Ahmet Rıza sayesinde gazetecilikten siyasî faaliyetlere kadar pek çok alanda aktif rol/görev alan ve Paris’te okuma imkânı bulan Selma Rıza, dönemi içerisindeki diğer yazarlar kadar ele alınmamış ve unutulmuş bir şahsiyettir. Ayrıcalıklı bir sınıfta yetişmesi ve farklı coğrafyalarda farklı kadınlık hâllerine şahit olup bu konuları yazılarında ele alması, Selma Rıza’yı incelenmeye değer kılar. “Kardeşlik” anlamına gelen Uhuvvet romanı, döneminin sosyal yapısını içinde barındırır. Romanda kardeşlik duygusu, her türlü zorluğu aşmada ve yaşama bağlanmada olumlu bir değer olarak ele alınırken öne çıkan konu “kadınlık hâlleri”dir. Yazar, ataerkil düzen içerisinde ezilen ve susmak zorunda kalan kadınları, görücü usulü evlilikleri, istemediği adamlarla evlendirilen küçük yaştaki kızları, “çok eşliliğe” katlanmak zorunda kalan kadınları, “ev dışı” alanlarda da “iffetsiz” olarak görülen kadınları anlatarak yaşamış olduğu yıllardaki toplumsal cinsiyet kodlarına işaret eder. Selma Rıza’nın devrinin kadın “algısını” ve “sorunlarını” bir roman içerisinde kurgusal karakterlerle anlatması incelenmeye değer bir çabadır. Ancak Selma Rıza’nın bu konuları “sınıfsal” ayrımlar çerçevesinde ele alması, sadece üst sınıftan kadınların “bireyleşme” süreçlerini anlatıp daha alt tabakadan kadınları bir kenara itmesi ve bu kadınları “olumsuz” gösteren ifadeleri kullanması, devrin “eşitsiz kız kardeşlik”inin bir yansımasıdır. 155 Gülçin Oktay Kaynakça Aytaç, Gürsel (2007). “Türk Romanında Feminist Söylem”, Türk Edebiyatı Tarihi 4, (Ed. Talât Sait Halman), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 393-399. ___________ (2000). “19. Yüzyıl Romancılığımızın Nitelikli İlk Kadın Romanı Keşfedildi: Selma Rıza’nın 1892’de Kaleme Aldığı Uhuvvet”, Türk Yurdu (Türk Romanı Özel Sayısı), XX (153-154): 77-79. Bora, Aksu (2014). Kadınların Sınıfı-Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin İnşâsı, İstanbul: İletişim Yayınları. Çetin, Nurullah (2010). “II. Abdülhamit Dönemi Türk Romanı (1878-1908)”, Hece Dergisi (Roman Özel Sayısı), 65/66/67: 39-59. Erdem, Y. Hakan (2004). Osmanlıda Köleliğin Sonu (1800-1909), İstanbul: Kitap Yayınevi. Gülendam, Ramazan (2006). Türk Romanında Kadın Kimliği (1946-1960), Konya: Salkımsöğüt Yayınları. ___________________ (2015). Türkiye’de Kadın Olmak-Cumhuriyet Devri Türk Romanında Kadın Kimliği: 1960-1980, İstanbul: Kesit Yayınları. Hazer, Gülsemin (2011). “Selma Rıza’nın Uhuvvet Romanında Kurmaca Yapı”, Turkish Studies, 6/3: 875893. Kalaycıoğlu, Sibel-Tılıç, Helga Rittersbergger (2001). Cömert “Abla”ların Sadık “Hanım”ları: Evlerimizdeki Gündelikçi Kadınlar, İstanbul: Su Yayınları. Karakışla, Yavuz Selim (2014). Osmanlı Hanımları ve Hizmetçi Kadınlar (1869-1927), İstanbul: Akıl Fikir Yayınları. Karakoç, İrfan (2000). “Şemseddin Sâmi ve Bir ‘Aile’ Dergisinin Okunma Yöntemleri”, Tarih ve Toplum, 193: 56-57. ____________ (2009). “Hürriyet, Saadet, Şeref: Efendi’nin Evi, Özgür Kadının ‘Fend’i”, Kritik, 3: 192204. Okur, Jeannette Squires (2003). “Feminist Edebiyat Eleştirisi Açısından Selma Rıza’nın ‘Uhuvvet’ Romanı Üzerine Bir İnceleme”, Folklor/Edebiyat, 9/36: 155-171. Özbay, Ferhunde (2012). “Evlerde El Kızları: Cariyeler, Evlatlıklar, Gelinler”, Feminist Tarih Yazımında Sınıf ve Cinsiyet, İstanbul: İletişim Yayınları: 13-47. Öztek, Çiçek (2002). “Türk Romanında Efendiler ve Hizmetçiler”, Toplum ve Bilim, 92: 204-216. Özyeğin, Gül (2005). Başkalarının Kiri: Kapıcılar, Gündelikçiler ve Kadınlık Hâlleri, İstanbul: İletişim Yayınları. Parlatır, İsmail (1987). Tanzimat Edebiyatında Kölelik, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Selma Rıza (1999). Uhuvvet, (Osmanlıcadan sadeleştiren: Nebil Fazıl Alsan), Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları. Tanpınar, Ahmet Hamdi (1997). 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Kitabevi. Toros, Taha (1994). “İlk Türk Kadın Gazeteci Selma Rıza”, Skylife, 130: 60-66. Uçman, Abdullah (2003). “Selma Rıza’nın Mektupları”, Tarih ve Toplum, XL (235): 39-43. Uraz, Murat (1941). Kadın Şair ve Muharrirlerimiz, İstanbul: Tefeyyüz Kitabevi. van Os, Nicole A. N. M (1997). “Bir Devlet Adamının Teşebbüs-i Şahsîsi Nasıl Sonuçlandı: Kandilli Sultânî-i İnâsı”, Tarih ve Toplum, 163: 26-34. White, Jeny B. (2015). Para ile Akraba: Kentsel Türkiye’de Kadın Emeği, (çev. Aksu Bora), İstanbul: İletişim Yayınları. 156 ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI Yıl 14 Bahar 2016 Sayı 20 ss. 157-171 Kerim Han Zend’in Şiraz’ı İmar ve İhyası Şefaattin DENİZ* Özet Kerim Han İran halklarından birisi olan Lur kökenli Zend Hanedanı’na mensuptur. O, İran’da Nadir Şah’tan sonra yaşanan iç kargaşayı bitirip, Horasan dışında, tüm ülkeye egemen olmuştur. Şiraz’ı başkent yapmış, 1765’ten 1779 yılındaki ölümüne kadar on dört yıl bu şehirde ikamet etmiştir. Yaşadığı süre zarfında şehri bayındır hale getirmek için çabalamış ve bunda da başarılı olmuştur. Bu makalenin temel amacı, Kerim Han’ın Şiraz’da yaptırdığı idari, dini, ticari ve sosyal nitelikli mimari eserleri incelemektir. Bu eserler Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi vakıf değil, devlet bütçesinden yapılmış eserlerdir. Temel tezimiz Şiraz’ı imar ve ihya edenin Kerim Han Zend olduğudur. Araştırmalarımız sonucu bu mevzunun Türkiye’de herhangi bir akademik araştırmaya konu olmadığı görülmüştür. Makale bu eksikliği gidermek amacıyla yazılmıştır. Anahtar Kelimeler: Kerim Han, Şiraz, mimari eser. The Improvement of Shiraz by Karim Khan Zand Abstract Karim Khan belonged to the Iranian Zand Dynasty of Lurish origin. He controlled all of Iran, except for Khorasan, by bringing the inner conflicts, which arose after the death of Nader Shah, to an end. He made Shiraz the capital and lived in this city for 14 years until his death, from 1765 to 1779. In order to improve the city in his lifetime, he made every effort and he achieved it. This article aims primarily to examine the architectural works in Shiraz, which were ordered to be built by Karim Khan for administrative, religious, commercial and social purposes. These works were financed through the state budget, not through the budgets of waqf foundations, as was always the case in the Ottoman Empire. The assumption of this article is that the one who improved Shiraz was Karim Khan. After doing researches, we have seen that this issue was not covered in any academic research in Turkey yet. This article was written to help fill this void. Keywords: Karim Khan, Shiraz, architectural work. * Dr. Şefaattin Deniz, Beşiktaş Bilim ve Sanat Merkezi, sefaattin@gmail.com 157 Şefaattin Deniz Giriş Safevi Devleti’nin yıkılmasından sonra İran’da egemenliği ele alan Nadir Şah büyük sarsıntı geçirmiş devleti yeniden toparlama becerisini göstermişti. Ne var ki, onun 1747 yılındaki öldürülmesinden sonra ülkede deyim yerindeyse tam bir kaos ortaya çıktı. İçeride meydana gelen taht kavgaları, bölgesel hakimiyet mücadeleleri, ülkeyi Osmanlı, Rus ve Afgan istilalarına açık hale getirmişti (Ateş, 2012: 257; Arunova-Eşrefyan, 2015:219). Bu kaos ve keşmekeş ortamı Kerim Han’ın siyasi ve askeri mücadelelerden başarılı çıkmasıyla kısmen sona erdi. Kerim Han’ın mensup olduğu kabilenin kökeni İran halklarından birisi olan Lur’lara dayanmaktadır. Kadim zamanlardan beri Lurlar, Luristan bölgesinde yaşamaktadırlar. Lur kelimesi, istek, arzu ve koyun kuzusu gibi anlamlara gelmektedir. Lurların dil ve lehçeleri Lek ve Lur olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Kerim Han’ın müntesip olduğu Zendler Lek lehçesini kullanmaktaydı. Zendler, Şah Abbas-ı Kebir zamanında Zagros dağları eteklerinden Melayir civarındaki Peri ve Kemazan’a göç etmişler, buralar soğuk bir iklime sahip olduğundan, çobanlıkla meşgul olmuşlardır (Tahrani, 1392: 40-41; Karadeniz, 2012:189). Zendlerin askeri gücünün varlığı, ülkede otoriteyi tesis etmek isteyen Nadir Şah’ın gözünden kaçmamıştı. O, amacını gerçekleştirmek için Babahan’ı Zendler üzerine göndermiş, o, Zend kabilesine mensup yaklaşık 400 kişiyi katlederek ağır bir darbe indirmiştir. Devrin tarihçisi Gülistane’nin tabiriyle, “bütün mal, mülk, nakit ve eşyalarını aldıktan sonra Mehdi Han’ı katledip, kılıç artıklarını da Horasan’a göç” ettirmiştir (Gülistane, 1391: 146-147; Karadeniz, 2012:190). Zendler, ancak Nadir Şah’ın ölümünden sonra ana toprakları olan Peri ve Kemazan’a geri dönme fırsatı yakalayabilmişlerdir. Nadir’in ölümünden sonra oluşan otorite boşluğu sırasında devam eden egemenlik mücadelelerinde Kerim Han, Ebülfeth Han ve Ali Merdan arasında İsfahan’da üçlü bir koalisyon kurulmuş, bu üçlü, meşruiyet kazanmak için Safevi Hanedanı’ndan birini, III. Şah İsmail adıyla başlarına geçirmişlerdir. Ancak bu koalisyon uzun soluklu olmamış, üçlü ittifak bozulmuş, kendi aralarında kanlı mücadeleler yaşanmış, Kerim Han bu mücadelelerden başarıyla ayrılarak her iki rakibini de bertaraf etmeyi başarmıştır. Kerim Han’ın siyasi rakipleri Ali Merdan Han ve Ebülfeth Hanla sınırlı değildi. Bunlardan başka; Afgan Azad Han, Kirman’da Taki Dürrani, Huzistan’da Ka’b Kabileleri, Fars’ta Lari, Pers Körfezi’nde Mîr Mühenna, Esterabad ve Mazenderan’da Kaçar Hüseyin Kulu Han ve hepsinden önemlisi ve en büyük rakibi Kaçar Muhammed Hasan Han vardı (Zarrınkoob, 1978: 639). Kerim Han, başarılı siyaseti sayesinde bütün siyasi rakiplerinden teker teker kurtuldu. 21 Temmuz’da 1765’te başkenti Şiraz’a taşımasından vefat ettiği 2 Mart 1779 tarihine kadar yaklaşık on dört yıl Şiraz’da yaşadı (Kurtuluş, 2002: 288). Şiraz’da yaşadığı on dört yıllık sürede şehrin emniyet ve güvenliğini sağladıktan sonra gece gündüz şehrin imar ve ihyasıyla uğraştı (Âsâf, 1352: 412). Devlet binaları, 158 Kerim Han Zend'in Şiraz'ı İmar ve İhyası mescitler, su yolları, bağlar, pazarlar ve kervansaraylar inşa ettirdi. Hatta bu binalar öyle sağlam bir şekilde inşa edildi ki, Şiraz’da ara ara meydana gelen depremlerden bu binalar çok ciddi zarar görmedi (İslâmî: 1351: 7). Kutsal yerlerin bakım ve onarımını yaptırdı. Ülke ekonomisi el verdiği ölçüde, bütün Şiraz’ı bünyâd, halkın gönlünü ise âbâd eyledi. Kerim Han’ın Şiraz’a katkısı, Safevi hükümdarı Şah Abbas’ın İsfahan’ı inşasındaki rolüyle boy ölçüşemese de göz ardı ardı edilemez. Resim 1: Kerim Han Zend 1. Kale, Hisar ve Burçlar İran’da egemenlik mücadeleleri henüz sona ermediğinden şehrin dış saldırılardan korunması öncelikli sorunlardan biriydi. Bunun için yapılması gereken ise kendisine yaraşır bir şekilde şehrin etrafındaki sur, kale ve burçların yıkılıp yeniden yapılması idi. Kerim Han hemen harekete geçti. İlk olarak söz sahibi olduğu yerlerden sağlıklı, güçlü ve işe yarar gençleri hem savunma hisarlarının yapımında, hem de şehrin imar ve inşasında kullanmak amacıyla Şiraz’a getirtti (Tahrani, 1392: 182). Burada çalışan işçi sayısının 12.000 kişiyi bulduğu söylenmektedir. Şehirde hummalı bir çalışma başladı. Şehrin eski burç, kale duvarları ve kapıları yenilendi, etrafına derin ve geniş hendekler kazıldı. Yüksekliği yaklaşık 10, genişliği ise 4 metreyi bulan bir hisar yaptırdı. Olası saldırılar için kapılarda 100 civarında asker bulundurulmasına karar verildi. Ayrıca gözcülük amacıyla karakol tarzında yerler yapıldı, saldırıları püskürtmek amacıyla buralara toplar yerleştirildi. Bütün bu önlemler Kaçarlardan Ağa Muhammed Han’ın şehri ele geçirmesine kadar yıllarca Şiraz’ın güvenliğini sağladı (Âsâf, 1352: 412; Gaffârî, 1369: 280-281; Verahram, 1385: 156; Tahrani 1392: 183; Nevai, 1391: 244-245). 159 Şefaattin Deniz Hisarın yapımı o kadar kolay olmamıştı. İşçiler, Şiraz dışından, hatta ülkenin dört bir yanından geldiğinden dolayı onlara kışın memleketlerine dönmeleri için Kerim Han’ın emriyle izin veriliyor, bahar mevsiminde yeniden Şiraz’a gelmeleri sağlanıyordu. Ayrıca işçilerden en iyi verimi almak için özel gayret sarf ediliyor, onlar müzikle eğlendiriliyor, ücretlerinin vakti zamanında ödenmesine büyük özen gösteriliyordu (Tahrani, 1392: 183; Nevai, 1391: 244-245) 2. Erg-i Kerim Han (Kerim Han Sarayı) Erg kelimesi köken olarak Pehlevice’dir. Türkçede “iç kale” ve “bakanlık” anlamlarına gelmektedir (Kanar, 2000: 69). Erg-i Saltanat olarak da adlandırılmaktadır (Kadıyânî, 1387: 146). Zend hükümdarı Kerim Han hem kendisinin hayatını idame ettirebileceği, yani haremlik olarak istifade edebileceği, hem de devlet işlerinin rahatça görülebileceği geniş mekanlı bir binanın yapılmasını istiyordu. Bunun için hem İran’ın farklı şehirlerinden, hem de Irak, Azerbaycan, Rusya, Osmanlı ve Frenk memleketlerinden devrin en iyi mimar, mühendis, nakkaş, taşçı, çinici, marangoz gibi sanatkârlarının Şiraz’a getirilmesini emretti (Nami, 1363: 155-156; Gaffârî, 1369: 281; Verahram, 1385: 156-157; Hidayeti, 1391: 222; Nevâî, 1391: 249; İmdad, 1389: 19). Nami İsfahani’nin anlattığına bakılırsa buranın planını da kendisi yaptı (Nami, 1363: 156). Erg-i Kerim Han Hicrî 1180 (1766-1767) yılında inşa edilmiştir. Sarayın yapımında Cafer Kâşî, Muhammed Sadık, Muhammed Bakır İsfahanî, nakkaşbaşı Ali Kulu Beğ Kerecî, neccarbaşı Rahim İsfahanî ve oğlu neccar Muhammed Ali gibi usta ve sanatkârlar görev yapmıştır. (İmdad, 1389: 19). Burası bir iç kale olarak askeri bir yapı görünümünde olmakla birlikte, esasında daha çok bir “saltanat kasrı” ya da saray olma özelliği göstermektedir. Bina bugün Şüheda Meydanı (Belediye) havalisinde yer almaktadır (Nasr, 1387: 42). Erg-i Kerim Han taş ve kerpiçten yapılmış bir saraydır. Temel ve duvarlarında taş, kalan kısımlarında pişmiş kerpiç kullanılmıştır (Verahram, 1385: 157; Franklin, 1358: 18). Binanın kare olduğunu iddia edenler varsa da (İmdad, 1389: 19), resimden de rahatça görülebileceği üzere dört köşe ve dikdörtgen olarak inşa edilmiş olduğu açıktır (Nasr, 1387: 44). Her bir köşesinde büyük gözcü burçları bulunmaktadır. Bu burçlar güvenlik amacıyla saray içi ve dışının rahatça görülebileceği biçimde tasarlanmıştır. Sarayın dış duvarları doğrudan bir kaleyi andırmakta olup, 15 metre yüksekliğe sahiptir (İmdad, 1389: 19). İnşaatta yontulmuş ve cilalanmış olarak kullanılan mermerler Şiraz, Yezd ve Tebriz’den, büyük aynalar Rusya, Osmanlı ve Avrupa’dan devlet adamlarının gayretleriyle kara ve deniz yolu kullanılmak suretiyle getirilmiştir (Nami, 1363: 156158; Nasr, 1387: 44; Hidayeti, 1391: 222; Nevâî, 1391: 250). Sarayın yüksek yerleri, bir kısım tavan ve kapıları çiçek, bitki ve hayvan motifleriyle süslenmiştir. Ayrıca ahşaplara altın işlemeli süslemeler yapılmıştır (Nami, 1363: 157; Hidayeti, 1391: 222; Nasr, 1387: 44; Verahram, 1385: 157; Nevâî, 1391: 250). Franklin’in aktarımına göre, sarayda Beyaz Dev ile Rüstem cengini tasvir eden renkli çinilerle süslenmiş bir minyatür vardır. Bu savaş büyük İran şairi Firdevsi’nin Şahnamesi’nde anlatılmaktadır (Franklin, 1358: 18; İmdad, 1389: 19). Sarayın içinin güney, batı ve kuzey yönlerinde üç tane eyvan 160 Kerim Han Zend'in Şiraz'ı İmar ve İhyası bulunmakta bu eyvanlar çok güzel yapılmış revaklarla birbirine bağlanmaktadır (Verahram, 1385: 157; İmdad, 1387: 19). Avlusunda derinliği iki metre kadar taş fıskiyeli uzun bir havuz vardır. Bu havuzun suyu Rüknâbâd’dan gelmektedir (İmdad, 1387: 19). Ayrıca saray içinde bir de hamam bulunmaktadır (Gülşenî, 1388: 414). Saray duvarları dışarıdan 4 metre derinliği bulunan ve bütün sarayı çevreleyen hendeklerle korunmuştur (Gaffârî, 1369: 281; Verahram, 1385: 157). Erg-i Kerim Han’ın yeni inşa edildiği yıllarda sarayı bizzat gören William Franklin bu hendeklerin “derin ve geniş” olduğunu ifade ederken derinliğinin ne kadar olduğundan bahsetmemektedir (Franklin, 1358: 18). Ancak bu gün bu hendeklerden eser yoktur. Franklin’in seyahati sırasında burada Kerim Han’ın kardeşi Sadık Han ikamet etmekteydi. Ayrıca burası eyalet zindanı olarak da kullanılmaktaydı (Franklin, 1358: 18). Erg-i Kerim Han’ın karşısındaki geniş meydanda davulcu, nekkareci gibi musikişinaslar sabah güneşin doğuşundan akşam gurup vaktine kadar burada sanatlarını icra etmekteydiler (Franklin, 1358: 18). Bütün şehirde bu sarayın inşası için hummalı bir faaliyet başlatıldığından kısa sürede yapımı tamamlanmıştır. Kerim Han kendisi için bu sarayı yaptırdığı gibi Şiraz’ın daha da güzelleşmesi için şehrin zenginlerine ve ileri gelenlerine büyük ve güzel menziller yapmalarını teklif etti (Hidayeti, 1391: 222). Erg-i Kerim Han’ın inşaat giderlerinin nasıl karşılandığına gelince, Nami İsfahanî Târîh-i Gîtî Güşâ’da hem amele, sanatkâr ve meslek erbabının ücret ve hediyelerinin Hazine-i Âmire’den verildiğini, hem de bu binanın tüm masraflarının Kerim Han’ın sermayesinden karşılandığını ifade etmektedir (Nami, 1363: 158; Âsâf, 1352: 414). İfadeler arasındaki bu farklılık bir çelişki gibi görünüyorsa da, padişahın hazinesi ile devlet hazinesi arasında bir ayrım olmadığı şeklinde yorumlanabilir. Resim 2: Erg-i Kerim Han 161 Şefaattin Deniz 3. Divanhane Divanhane, güzel bir bağ ile çevrelenmiş, dikdörtgen, görkemli büyük bir binadır (Franklin, 1358: 18-19; Verahram, 1385: 157). Kerim Han’ın fermanıyla (Tahrani, 1392: 187), Erg-i Kerim han’ın yakınında 840 m²’lik bir alana taş ve kerpiçten inşa edilmiştir (Nasr, 1387: 46). Divanhane’nin çatısı, çok nadir görülen mimari tarzlardan “Şirvânî” üslubuyla yapılmıştır (Verahram, 1385: 157; Nasr,1387: 47). Bina duvarlarının önemli bir kısmı beyaz Tebriz mermerleri ile döşenmiş, kalan kısımları ve çatısı da altın suyu ve çeşitli renklerde hayvan ve bitki nakışlarıyla süslenmiştir (Franklin, 1358: 19; Tahrani, 1392: 187; Nasr 1387: 47). Duvarlarında, hayvan ve bitki nakışlarından başka, Kerim Han ile büyük oğlu Ebulfeth Han’ın tasvir edildiği resimler bulunmaktadır. Devrin seyyahlarından Franklin, bu resimlerin Kerim Han ve oğluna ait olduğunun halk tarafından da teyit edildiğini söylemektedir. Franklin’in gözlemine göre, imaretin önünde büyük bir taştan üç fıskiye bulunmakta ve bu fıskiyelerden daima su akmaktadır (Franklin, 1358:19). Yine imaretin önünde İran tarihinin efsanevi anlatılarından Eşkbus ile Rüstem’in cengi mermer kabartma olarak tasvir edilmiştir. Divanhane’nin dışındaki boş alanda taştan yapılmış dikdörtgen bir havuz bulunmakta, bu havuzdaki suya binanın resmi yansımakta, bu da güzel bir görüntü oluşturmaktadır (Verahram, 1385: 157). Divanhane Zend döneminin en önemli şaheserlerinden biri olarak kabul edilmekte olup, aslında burası devlet işlerinin yürütüldüğü bakanlıklardan birisidir. Divanhane Şiraz’ın tarihsel ve kültürel dokularından birisi olarak seyyahların oldukça ilgisini çekmektedir. Kaçarlar döneminde posta ve telgraf merkezi olarak kullanılmış olan bina, mukarnas, taş ve nakış bakımından Zend döneminin mimari özelliklerini yansıtmaktadır. Burası Kaçarlar, Pehleviler ve İran İslam Cumhuriyeti zamanında bir kaç defa bakım ve onarımdan geçirilmiştir. (Nasr, 1387: 48). Resim 3: Divanhane 162 Kerim Han Zend'in Şiraz'ı İmar ve İhyası 4. İmaret-i Külâh Frengi İmaret-i Külah-ı Frengi, resmi görüşmeler, yabancı elçilerin kabulü ve çeşitli tören ve kutlamaların yapılabilmesi amacıyla Bağ-ı Saltanat’ın güney bölümünde Kerim Han’ın emriyle yapılmıştır (Verahram, 1385: 157; Tahrani, 1392: 187). Bağ-ı saltanat, bağ-ı nazar, bağ-ı müze, bağ-ı hükûmet, bağ-ı şâhzâde ve makbere-i Kerim Han olarak da (Gülşenî, 1388: 387) meşhur olan mekan, sekizgen küçük bir yapı özelliği göstermektedir (Franklin, 1358: 19). Yapının dış cephesi Süleyman Peygamber’in tahta oturuşu, av meclisleri gibi efsanevi ve tarihi resim ve çinilerle süslenmiştir (Tahrani, 1392: 187; Verahram, 1385: 158). Ayrıca içi de tezyin edilmiştir. Ortasında havuz ve dört tarafında şahnişin ve bunları çevreleyen küçük odalar bulunmaktadır. Kerim Han esasında bu binanın doğu şahnişini kendi kabri olarak düşünmüş, bundan dolayı çok güzel ve sağlam bir şekilde yapılmasını ve kendisinin burada toprağa verilmesini istemiştir. 1791 yılında Ağa Muhammed Han’ın Şiraz’ı ele geçirmesiyle birlikte Kerim Han’ın cesedi buradan çıkarılarak kemikleri Tahran’da bulunan Gülistan Sarayı çevresine gömülmüştür (Verahram, 1385: 158; Tahrani, 1392: 187). Devrin seyyahlarından Franklin bu binayı bir kervansaray olarak tavsif etmektedir (Franklin, 1358: 19). İmaret-i Külah -ı Frengi bugün Şiraz’da Hıyâbân-ı Kerim Han caddesi üzerinde, Şüheda Meydanı’na yakın ve Erg-i Kerim Han ile karşı karşıyadır (Gülşenî, 1388: 387). Resim 4: İmaret-i Külah Frengi 163 Şefaattin Deniz Resim 5: İmaret-i Külah Frengi iç görünüm 5. Mescid-i Vekil Şiraz mescitleriyle ünlü İran şehirlerinden birisidir. Kerim Han’ın burada inşa ettirdiği Mescid-i Vekil, İran’daki İslam mimarisinin en güzel ve zarif örneklerinden, Şiraz’ın ise şaheserlerinden biri olarak görülmektedir. Kerim Han’ın kendisini sultan olarak değil de “saltanat vekil”i olarak görmesinden dolayı yaptırdığı eserlere, ona atfen, “mescid-i vekil”, “Bâzâr-ı vekil”, “hamam-ı vekil” şeklinde isimler verilmiştir. Tezkire yazarlarının naklettiğine göre, esasında Mescid-i Vekil’in bulunduğu mahalde mescid-i cenaze olarak isimlendirdikleri kadim bir mescit varmış, Safeviler zamanında bu mescit yerine biraz daha büyüğü yapılmış, Kerim Han ise, aynı yere daha da mükemmelini yaptırmıştır (Nasr, 1387: 49). Kerim Han’ın inşa ettirdiği ibadetgâh, Mescid-i Vekil olarak meşhur olmakla birlikte, mescid-cami olarak da anılmaktadır. Cami tasarımının İran bölgesindeki diğer dini-mimari eserlerle hemen hemen uyum içinde olduğu görülmektedir. Kerim Han’ın ölümünden sonra tamamlandığını iddia edenler varsa da bu zayıf bir ihtimaldir (Tahrani, 1389: 187). 1773 yılında tamamlanan Mescid-i Vekil, son cemaat mahallinde bulunan muhteşem revakları, avlu içindeki dikdörtgen ve taştan yapılmış havuzu ve dış cephesinde kullanılan yedi renk çinileriyle birlikte mükemmel bir kompozisyon oluşturmaktadır. 11 bin m² alana sahip olan Mescid-i Vekil, Erg-i Kerim Han’ın güney doğusunda konumlanmaktadır. Dış cepheden hesaplandığında 120 metre uzunluğu, 80 metre ge- 164 Kerim Han Zend'in Şiraz'ı İmar ve İhyası nişliği bulunmaktadır. 3600 m²’lik avlu içinde bulunan dikdörtgen havuzun uzunluğu 40, genişliği ise 5 metredir (İmdad, 1389: 21-22; Nasr, 1387:50). Mescidin minber taşı Meraga’dan Şiraz’a getirilmiştir. Tek parça taştan yapılmış olan minberin on dört masum imam adına on dört basamağının bulunması (Âsâf, 1352: 413; Verahram, 1385: 158) mezhebi bir anlam katmaktadır. Mescidin asıl girişi kuzey kapısındandır. Dört tarafındaki hücreler ise talebeler için yapılmıştır (Franklin, 1358: 21; Tahrani, 1389: 187). Depremden veya zaman içinde yaşanan yıpranmalardan dolayı Kaçar hükümdarları Fethali Şah ve Nasreddin Şah zamanlarında bakım ve onarım görmüş, çinilerle yeniden tezyin edilmiştir (Nasr, 1387: 50). Hatta mevcut çinilerin Kaçarlar döneminde yapıldığı Kerim Han zamanında yapılan çinilerden herhangi bir eser kalmadığı iddia edilmektedir (Nevai, 1391: 259). Resim 6: Mescid-i Vekil’in avlusundan bir görünüm 6. Bâzâr-ı Vekil Bâzâr-ı Vekil, adından da anlaşılacağı üzere Kerim Han’ın Şiraz’a kazandırdığı yapılardan birisidir. Şiraz’daki Bâzârın mimari yapı itibarıyla benzerleri Tahran, İsfahan, Tebriz gibi İran’ın diğer şehirlerinde de bulunmaktadır. Yapımına Mescid-i Vekil’den sonra başlanmış olan Bâzâr, Kazerun’da bulunan Bâzâr-ı Safevî’yi kendi- 165 Şefaattin Deniz sine örnek almış (Nasr, 1387: 61), diğer bâzârlarla benzerlik göstermekle birlikte, kendine has üslup ve özellikleri de bulunmaktadır. Bâzâr fiziki yapı itibarıyla yazın sıcağa, kışın soğuğa karşı korunaklı bir şekilde projelendirilmiştir (Tahrani, 1392: 189). Temelinde iri taşlar, duvarlarında kireç ve kerpiç kullanılmıştır (Bahârî: 1355: 61). Çok sayıda kubbe revaklarla birbirine bağlanmış, hücreler ve kubbeler çini, resim ve dini içerikli yazılarla tezyin edilmiştir. Bâzâr-ı Vekil’in hücre kiraları bânisi Kerim Han’ın emriyle düşük miktarlarda tutulmuş, tüccarın kazancının artmasına, yine buna paralel olarak ticaretin daha da canlanmasına katkı sağlamıştır. Burada bezci, demirci, bakırcı, derici, halıcı gibi çok sayıda zanaat erbabı hem üretim yaparak mesleğini icra etmiş, hem de ticaretini yapmıştır. Bâzâr-ı Vekil sadece bir iç pazar değildir, burası aynı zamanda dış ticari malların satıldığı veya mübadelesinin yapıldığı bir yerdir. Ticareti kolaylaştırmak amacıyla Bâzârla eş zamanlı olarak aynı yerin yakınlarına kervansarâ-yı rûganî, kervânsarâ-yı Ahmedî, darphane ve gümrük gibi birimler de yapılmıştır (İslâmî, 1351: 9-10). Kaçarlar devrinde başkentin Şiraz’dan Tahran’a taşınmasıyla Şiraz’ın ticari hacminde daralma olduğu izahtan varestedir (Nasr, 1387: 61). Resim 7: Bâzâr-ı Vekil'in iç görünümü 166 Kerim Han Zend'in Şiraz'ı İmar ve İhyası 7. Hamâm-ı Vekil Mescid-i Vekil’in batısında yer alan Hamâm-ı Vekil de Kerim Han’ın emriyle inşa ettirilmiştir (Tahrani, 1392: 189). İç duvarlarının alt kısımlarının iki üç metresi mermer taşından döşenmiş, çatı tek parça taştan mermer sütunlarla sağlamlaştırılmış, zemine mermer döşenmiş, duvarlar ve tavanlar bitki resimleriyle ve yazılarla süslenmiştir (İmdad, 1389:21; Tahrani, 1392: 189). Kaçarlar döneminde, Hazreti İbrahim ile İsmail’in kurban sahnesi, Hz. Muhammed’in miraç, Hz. Yusuf ve kardeşleri, Sultan Sencer ve yaşlı kadın, Ferhat ile Şirin, Bijen ile Menije sahneleriyle tezyin edilmiştir (Nasr, 1387: 68). Hamamın güneyinde halkın daha önce istifade ettiği büyük sarnıç bulunmaktadır (İmdad, 1389: 21). Hamamın asıl alanını germhane ile gelenlerin giyinip soyunma ihtiyaçlarını karşıladıkları yer oluşturmaktadır. Germhâne yıkanılan yer olduğu için mermer, soyunma odası ise halı veya hasırla kaplıdır (Franklin, 1358: 23). Havuz sekizgen, fıskiyeleri taştandır. Burası soyunma odasından daha küçüktür. Franklin İran hamamları ile ilgili olarak, müşteriler bir koridor boyunca bir kubbeli ve revakların olduğu yıkanma yerine geliyorlar, buraya güneş ve hava girişi var (Franklin, 1358: 23) demektedir. Resim 8: Hamam-ı Vekil Şıraz 167 Şefaattin Deniz 8. Medrese-i Vekil Bu medresenin diğer bir adı da Medrese-i Aga Babahan’dır. Mescid-i Vekil’in güneyinde, Bâzâr-ı Vekil’in batısındadır. Esasında medresenin inşaatına Kerim Han’ın emriyle Muhammed Hüseyin Han Sadr-ı İsfahanî tarafından başlanmış, ancak onun Tahran’a gitmesiyle medrese inşaatı yarım kalmış, medrese binası Kaçarlar zamanında ferraşbaşı Babahan tarafından 1833-1834’te tamamlanmış, bundan dolayı da Medrese-i Aga Babahan olarak anıla gelmiştir. Bina kerpiç ve taştan yapılmıştır (Nasr, 1387: 59-60). Medresede dini ilimler tahsil edilmektedir (Tahrani, 1392: 189). Burada dikdörtgen bir hayat, bu hayatın etrafında talebelerin ikameti için hücreler bulunmaktadır. Ayrıca medresenin köşelere gelen kısımlarında ise üç müderris odası, dördüncü köşede ise bir çamaşırhane mevcuttur. Medrese, 1333 yılında Bâstân-şinâsi-i Fars tarafından, daha sonra bir kez daha tamir görmüştür (Nasr, 1387: 60). 9. Âb Enbârhâ-yı Vekil (Sarnıçlar) Âb enbâr, sarnıç demektir. Âb enbârhâ-yı Vekil olarak kast edilen Kerim Han’ın Şiraz’da yaptırdığı sarnıçlardır. Özellikle yaz mevsiminde Şiraz’ın çok sıcak geçmesi ciddi derecede içilebilir su sorununu ortaya çıkarmaktaydı. Bundan dolayı Kerim Han’ın emriyle halkın su ihtiyacının karşılanması için birkaç tane sarnıç yapılmış veya tamir ettirilmiştir. Mirza Kelanter’in anlattığına göre, Şiraz’da Kerim Han’ın yaptırdığı sarnıçlardan günde yüz bin insan istifade ediyordu. Rakam abartılı olsa da, Şiraz halkının bu katkılarından dolayı Kerim Han’a minnet ve şükran duyduğu yadsınamaz (Tahrani, 1392: 189-190). Sarnıçlardan özellikle ikisi büyüktü. Bunlardan birisi Divanhane’nin doğusunda ve Tophane Meydanı’nın kuzeyinde, diğeri ise Hamam-ı Vekil’in güneyinde ve Mescid-i Vekil’in batısındadır. Ayrıca birisi Heft Tenân (Yediler Makamı) ve diğeri Hafızıye’de olmak üzere iki tane daha sarnıç vardır ki bunlar ilk ikisine göre daha küçüktür (İmdad, 1389: 24). Bütün bu sarnıçlar Âb enbârhâ-yı Kerim Hânî olarak meşhur olmuş, mimari tarz olarak Safevi devri mimarisinden etkilenmiştir. 10.Rüknâbâd Suyu’nun Şehre Nakli Şiraz halkının Âb-ı Rüknî dediği bu suyun kaynağı şehrin kuzey doğusunda ve iki fersah uzaklığındaydı. İlk olarak bu suyu Rüknü’d-devle Hasan bin Büveyh-i Deylemi ortaya çıkarmış, uzun yüzyıllar sonra suyu çok tatlı ve lezzetli olan bu kaynak, Kerim Han’ın emriyle çok zahmetli bir işlemden sonra Şiraz’ın merkezine getirilmiştir. Çünkü Rüknâbâd Suyu’ndan Çehel Makam, Şah Şuca’, Heft Tenan, Bâğ-ı Cihannümâ, Hafızıye, Buk’a-i Ali bin Hamza, Tekye-i Rahim Han’dan başka Kerim Han’ın yaptırdığı tüm imaretler istifade etmekteydi (İmdad, 1389:27; Nevai, 1391: 263-264; Nasr, 1387:44-45). Kısaca Rüknâbâd suyu Şiraz için adeta bir hayat kaynağı haline gelmişti. 168 Kerim Han Zend'in Şiraz'ı İmar ve İhyası 11.Hafız ve Sadi Şirâzî’nin Makbereleri Hafız’ın türbesi ilk defa ölümünden sonra Timur’un oğlu Şahruh’un torunlarından Fars Valisi Mirza Ebu’l-Kasım tarafından yaptırılmıştı. Daha sonra Safevi hükümdarı Şah Abbas-ı Kebir ve Nadir Şah zamanlarında bakım ve onarımdan geçirilmişti (Nasr, 1387: 72). Dünyanın bir çok yerinden gelen arif ve dervişlerin ziyaret yeri olduğundan dolayı (Nevai, 1391: 260; Tahrani, 1392: 191) Kerim Han, 1187 (1774) yılında Hafızıye’yi diğer binalarla benzer bir tarzda yeniden inşa ettirip mezarının üzerine de bugün hala mevcut olan mermerden bir taş koydurdu. Bu mermere Hacı Agasi Bey Afşar Azerbaycanî tarafından Hafız’a ait nestalik hattıyla iki gazel yazıldı. Mezarın üzeri de dört sütunlu yüksek bir kubbe ile örtüldü. Etrafı sağlam bir hisar gibi çevrilip önüne büyük bir bağ yapıldı (Nasr, 1387: 72; Nevai, 1391: 260; İmdad, 1389: 28). Kerim Han’dan sonra Kaçarlar ve Pehleviler devrinde burası birkaç defa tamir edildi. (Nasr, 1387: 72-73; İmdad, 1389: 28; Nevai, 1391: 261). Sadi Şirazi; Firdevsi, Ömer Hayyam ve Hafız ile birlikte sadece İran’ın değil, belki tüm dünyanın en büyük şairlerinden biri olarak bugün hala büyük bir saygı görmektedir. Şiraz’da vefat eden Sadi’nin türbesi ilk olarak Hoca Şemseddin Muhammed tarafından basit bir şekilde yapılmıştı. Kerim Han türbeyi hem kendisinin hem de Sadi Şirazi’nin şanına yakışır bir şekilde yeniden yaptırdı. Burası Zend döneminin hemen tüm eserleri gibi kerpiç ve kireç harcından yapılmıştı. Türbe Zendlerden sonra Kaçarlar zamanında 1800’lerde ve ardından Muhammed Rıza Şah Pehlevi zamanında büyük bir onarımdan geçirildi (Nasr, 1387: 73-74; İmdad, 1389: 28; Nevai, 1391: 262-263). Resim 9: Hafız-ı Şirazî'nin kabri 169 Şefaattin Deniz Resim 10: Sadi Şirazi’nin kabri Sonuç Kerim Han dâhil bütün Zend Hanedanı’nın İran’daki egemenlik süresi yarım asır bile yoktur. İktidar süreleri kısa, ama katkıları fazladır. Kerim Han Han’ın kendisine payitaht merkezi olarak Tahran veya İsfahan’ı değil de Şiraz’ı seçmesi, siyasi tercih sebebi dışında, İran kültürel tarihi açısından fevkalade olumlu olmuştur. Şiraz Kerim Han ile birlikte imar ve ihya olmuştur. Bundan dolayı Şirazlılar Kerim Han’a minnet şükran borçludurlar. Yukarıda verilen bilgiler bu durumu fazlasıyla kanıtlar niteliktedir. Zira bugün Şiraz’ı ziyaret ettiğinizde göreceğiniz eserlerin büyük çoğunluğu Kerim Han’ın şehre kazandırdıklarından ibarettir. Son tahlilde bir şeyler söylemek gerekirse, Kerim Han dönemine ait mezkur tarihi yapılarla ilgili bilgiler devrin kronikleri ve seyahatnamelerle sınırlıdır. İran’da yaşanan hanedan değişiklikleri ya da doğru dürüst arşivleme sistemi olmamasından dolayı tarih araştırmacıları sükûtu hayale uğramaktadır. Halbuki Osmanlı dönemine ait tarihi yapılarla ilgili bir araştırma yapılmak istense, kronikler dışında, belki bu yapılarının önemli bir kısmına ait inşaat ve tamirat defterleri ya da belge koleksiyonları bulunabilir. Bu anlamda Osmanlı kültürel tarihi araştırmacıları İran tarih araştırmacılarıyla mukayese edildiğinde çok bahtiyar sayılırlar. 170 Kerim Han Zend'in Şiraz'ı İmar ve İhyası Kaynakça ARUNOVA, M.R-KZ. Eşrefyan (2015). Nadir Şah-ı Avşar, Çeviri: Nergize Turaeva, İstanbul: Selenge. ÂSÂF, Muhammed Haşim (1352). Rüstemü’t-Tevârih, tashih, tahşiye, tavzîhât ve tanzim: Muhammmed Meşîrî, Tahran: Çaphane-i Sipihr. BAHÂRÎ, Fahri (1355). “Bâzâr-ı Vekîl”, Hüner ve Mi’mârî, sayı: 162: 60-61. FRANKLİN, William (1358). Ez Bengal be-İrân, (Çev. Muhsin Câvidân), Tahran: Dânişgâh-ı Tahran. GAFFÂRÎ, Ebu’l-Hasan (1369). Gülşen-i Murâd, Be-ihtimâm: Gulâm Rıza Tabâtabâî Mecid. Tahran: İntişârât-ı Zerrîn. GÜLİSTÂNE, Ebu’l-Hasan bin Muhammed Emin (1391-2013). Mücmelü’t-Tevârîh, Haz: Müderris Rezevî, Tahran: İntişârât-ı Dânişgâh-ı Tahran. GÜLŞENÎ, Seyyid Ali Rıza (1388). Gülşen-i Şirâz, Şirâz:İntişârât-ı Ferhengi Pars. HİDAYETÎ, Hâdi (1391). Târih-i Zendiye, Tahran: İntişârât-ı Dânişgâh-ı Tahran. İSLÂMÎ, Emir Kuli (1351). “Bâzâr-ı Vekîl ve Çend Binâ-yı Devrân-ı Zendiye der Şirâz”, Hüner ve Mi’mârî, sayı: 11: 7-11. KADIYÂNÎ, Abbas (1387). Der Devre-i Afşâriye ve Zendiye, Tahran: İntişârât-ı Ferheng-i Mektûb. KARADENİZ, Yılmaz (2012). İran Tarihi (1700-1925), İstanbul: Selenge. KURTULUŞ, Rıza (2002). “Kerim Han Zend”, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 25: s. 288. KURTULUŞ, Rıza (2013). “Zendler”, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 44: s. 256258. NÂMÎ İSFAHÂNÎ, Muhammed Sâdık (1363). Târîh-i Gîtî Güşâ, bâ mukaddime: Saîd Nefîsî, Tahran: İkbal. NASR, Tâhire (1387). Şehrsâzî ve Mi’mârî-i Zendiye, Şiraz: Nevîd Şirâz. NEVÂÎ, Abdülhüseyin (1391). Kerim Hân Zend, Tahran: Şirket-i İntişârât-ı İlmî ve Ferhengî. TAHRÂNÎ, Mahbûbe (1392). Kerîm Hân Zend, Tahran: Kitâb-ı Parseh. VERAHRAM, Gulam Rıza (1385). Târîh-i Siyâsî ve İctimâî-i İran Der Asr-ı Zend, Tahran: İntişârât-ı Muîn. ZARRINKOOB, A. H (1978). “Karîm Hân Zand”, The Encyclopaedia of Islam, New Edition, c. IV: 639640. 171 ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI Yıl 14 Bahar 2016 Sayı 20 ss. 173-192 Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Faaliyetleri* Cahide SINMAZ SÖNMEZ** Özet Türk ve dünya tarihi açısından büyük bir öneme sahip olan Çanakkale Savaşları, askeri ve siyasi sonuçlarının yanı sıra yol açtığı beşeri sermaye kayıpları dolayısıyla da gerek ulusal gerekse uluslararası alanda pek çok araştırmaya konu olmuştur. Nitekim cephede olduğu kadar cephe gerisinde de büyük bir mücadelenin verildiği savaş süresince farklı niteliklerde çok sayıda sağlık hizmeti verilmeye çalışılmış, mevcut sağlık kuruluşları takviye edilerek yenileriyle de desteklenmiştir. Bu araştırmada, Çanakkale Savaşları sırasında cephe gerisi hizmetleriyle büyük öneme sahip olan sağlık kuruluşları ve bu kuruluşların en büyük destekçisi olarak Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Çanakkale Savaşları’ndaki faaliyetleri ele alınmıştır. Bu çerçevede Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin kurduğu cephe gerisi hastaneleri, Cemiyet tarafından Çanakkale Cephesi’nde yer alan diğer sağlık kuruluşlarına sağlanan yardımlar, cephede ortaya çıkan hastalıklar ve bu hastalıklara karşı yürütülen mücadele ile tedavi yöntemleri ve cephe gerisine nakiller Kızılay arşiv belgelerine dayalı olarak incelenmiş, ayrıca Cemiyetin önemli hizmetlerinden birisi olan çayhaneler üzerinde de durulmuştur. Anahtar Kelimeler: Çanakkale Savaşları, Sağlık Hizmetleri, Hastaneler, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti. * Bu çalışma Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörlüğü Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) Birimi tarafından ProjeID: 85 kodlu proje ile desteklenmiş olup, “100.Yılında Çanakkale Savaşları Uluslararası Kongresi (21-24 Mayıs 2015)”nde sunulan “Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Çanakkale Savaşları’ndaki Faaliyetleri” başlıklı bildirinin gözden geçirilerek düzenlenmiş halidir. ** Yrd.Doç.Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, cahides@ yahoo.com 173 Cahide Sınmaz Sönmez The Healthcare Organizations in the Gallipoli Campaign and the Activities of Ottoman Red Crescent Society According to Turkish Red Crescent Archive Documents Abstract The Gallipoli Campaign, which has significant importance both for Turkish and World history, has been subject to many researches in both national and international fields due to its military and political consequences as well as the losses it inflicted on manpower. Hence, during the campaign, a great struggle has been made behind the frontlines as well as in the front itself. A great amount of healthcare services have been attempted to be given during the campaign, while the existing healthcare organizations have been reinforced and supported by new ones. Healthcare organizations that had a significant importance with their services behind the frontlines in the Gallipoli Campaign and the activities of the Ottoman Red Crescent Society, which was the biggest supporter of these organizations, in that campaign have been studied in this paper. Within this frame, hospitals founded by the Turkish Red Crescent Society behind the frontlines, reliefs given to the other healthcare organizations in the Gallipoli Campaign by the Society, diseases in the front and the struggle against these diseases, their treatment methods and the transportation of the sick behind the frontlines have been studied based on the archive documents of the Turkish Red Crescent. Furthermore, teahouses as an important service of the Society have also been placed within the scope of this study. Keywords: Gallipoli Campaign, Healthcare Services, Hospitals, Turkish Red Crescent Society 174 Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer... Giriş Birinci Dünya Savaşı’nda pek çok cephede savaşmak zorunda kalan Osmanlı Devleti, Çanakkale Cephesi’nde verdiği mücadele ile Türk ve dünya tarihinin seyrini değiştirmiştir. Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul’a hâkim olmak isteyen İtilaf Devletleri, 3 Kasım 1914 tarihinden itibaren Çanakkale Boğazı’nı abluka altına almış ve 19 Şubat 1915 – 18 Mart 1915 tarihleri arasında gerçekleşen deniz harekâtı1 ile 25 Nisan 1915 – 9 Ocak 1916 tarihleri arasında devam eden kara savaşları sonucunda, Türk ordusunun gösterdiği kahramanlık ve direniş karşısında Çanakkale’den çekilmek zorunda kalmışlardır. Türk ordusunun Çanakkale’de İtilaf güçlerine karşı kazandığı bu zaferde cephede verilen mücadele kadar cephe gerisi hizmetlerinin de etkisi büyüktür. Nitekim sınırlı imkânlarla sağlık alanında verilen mücadele de en az askeri başarı kadar mühimdir. Muharebeler esnasında cephede yaralanan askerlerin tedavilerinin yapılması, bulaşıcı hastalıklarla mücadele edilerek salgın oluşumunun engellenmesinin yanı sıra askerlere moral aşılayıcı hizmetleri de yürüten sağlık kuruluşları cephedeki askerlerin en önemli destekçilerinden biri olmuştur. Nitekim Çanakkale Cephesi’nin açılmasıyla beraber Gelibolu ve Çanakkale çevresinde, 180 yataklıdan başlayarak 2.000 yatak kapasitesine ulaşan Menzil, Harp, Hilâl-i Ahmer ve Merkez Hastaneleri ile 8. 9. ve 12. Tümen Seyyar Hastaneleri faaliyet göstermiş; ayrıca 60, 61, 63, 67 ve 70 numaralı Şirket-i Hayriye ile Akdeniz ve Gülnihal vapurları da hastane gemisi olarak görevlendirilmiştir.2 Şirket-i Hayriye vapurlarıyla sadece yaralı askerler değil, mülteciler de taşınmış ve vapurlar vasıtasıyla bölgedeki hasta ve yaralılara çay, gevrek, süt, ayran ile sigara dağıtımı yapılmış ve şirket, Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Başkanlığı’na gönderdiği 12 Mayıs 1915 tarihli yazıda bu hususta insani yardımda bulunulduğu için şeref duyulduğunu belirtmiştir.3 Çanakkale Muharebeleri öncesinde bölgedeki sağlık kuruluşları Müstahkem Mevki Komutanlığı 5. Şube Müdürlüğü’nün başında bulunan Sağlık Genel Müfettişi Tabip Albay Süleyman Numan Bey idaresinde yürütülürken, İtilaf Devletleri’nin boğazı geçme girişimleri üzerine bölgedeki mevcut sağlık kuruluşları güçlendirilmeye çalışılmış ve belirli noktalara yataklı revirler açılmıştır. Örneğin, 22 Aralık 1914’te Anafarta ve Kirte’de birer revir açılması kararlaştırıldığı gibi, Eceabat Mevki Hastanesi’nde de Kocadere ve Eceabat’taki birliklere revir hizmeti verecek bir koğuş hazırlanması uygun görülmüştür.4 1915 yılı Mart ayı başına kadar sağlık hizmetleri 1 2 3 4 Çanakkale Muharebeleri sırasında Osmanlı Devleti ve İtilaf devletleri tarafından gerçekleştirilen deniz harekâtı hakkında geniş bilgi için bkz; Muhammet Erat; “Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekâtı”, Çanakkale Savaşları Tarihi, Editör: Mustafa Demir, İstanbul 2015, 349-395. Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap III, Genelkurmay Personel Daire Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı Yayınları, Ankara 2012, s. 525-526. Kızılay Arşivi (K.A.), Kutu: 90, Belge No: 6, 29 Nisan (12 Mayıs) 1331/1915. Ahmet Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede ve Cephe Dışında Sağlık Hizmetleri”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Yıl 9, Sayı 10-11, Bahar 2011, s. 36; Nurhan Aydın, “Çanakkale Muharebelerinde Sağlık Hizmetleri ve Mevcut Hastaneler”, Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl 6, Sayı 26, Yaz 2015, s. 80. Ayrıca, bkz. Nurhan Aydın, “Çanakkale Savaşları’nda Sıhhiye ve Tahliye Hizmetleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XXVI, S. 77, Temmuz 2010. 175 Cahide Sınmaz Sönmez için alınan önlemler kapsamında 350 yataklı Çanakkale Merkez Hastanesi, 50 yataklı Erenköy Hastanesi, 200 yataklı Ezine Hastanesi, 200 yataklı Umurbey Hastanesi, 50 yataklı Kilitbahir Hastanesi ve 200 yataklı Eceabat Hastanesi hizmete açılmıştır.5 Ancak, gerek sağlık personeli, gerekse malzeme yönünden pek çok eksiği bulunan bu hastanelerin ihtiyaçlarının birçoğu, yerel imkânlar ölçeğinde giderilmeye çalışılmış, bölge halkı hastanelerin ihtiyacını karşılamak üzere adeta seferber olmuştur. 18 Mart öncesi yarımadanın savunması ile görevlendirilen 9. Tümen’e bağlı birlikler bölgenin özelliğinden dolayı Çanakkale Boğazı’nın iki yakasında geniş bir alana yerleştirilmiş ve gerekli tıbbi müdahaleyi zamanında yapabilmek amacıyla da iki seyyar hastane faaliyete geçirilmiştir.6 Bu doğrultuda Eceabat ve Kilitbahir’de 100, Erenköy’de 500 yataklı seyyar hastane açılmıştır. Ayrıca, 19. Tümen’in Seyyar Hastanesi Kilitbahir’de, 9. Tümen’in Seyyar Hastanesi de Sarıcaali’de revir olarak yarı aktif bir halde bulunmaktadır.7 Kara muharebelerinin çok şiddetli yaşandığı 1915 yılı Mayıs ayında ise Çanakkale Cephesi’ndeki hastane ve yatak kapasitesi Tekirdağ’da 1.450, Şarköy’de 400, Gelibolu’da 150, Lapseki’de 300, Ezine’de 500, Dümrek’te 450, Biga’da 1.300 ve Dimetoka Köyü’nde 500 olmak üzere toplam 5.050’ye ulaşırken,8 Temmuz 1915’te yatak kapasitesi 14.280 kişiye çıkarılmıştır. Hastanelerde bulunan yatak sayılarının arttırılmasında sivil halkın da büyük katkısı olmuş ve savaş bölgesi civarındaki köylerin halkı, orduya destek verebilmek için elindeki varını yoğunu getirmiştir.9 Diğer taraftan, kara muharebelerinin yoğunlaşmasına bağlı olarak cephe gerisinde Tengerderesi, Soğanlıdere, Havuzlarderesi, Kocadere ve Matikdere gibi mevkilerde büyük sargı yerleri açıldığı gibi, Sıhhiye Bölükleri de bulundukları mevkilerde yaralı askerlere hizmet etmişlerdir.10 Böylesine zor şartların yaşandığı günlerde gerek kendi açtığı hastaneler, gerekse diğer sağlık kuruluşlarına yaptığı yardımlar dolayısıyla Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, Çanakkale Cephesi’ndeki sağlık kuruluşlarının başında gelmektedir. Nitekim 11 Haziran 1868 tarihinde, yaralı ve hasta askerleri tedavi etmek üzere “Mecrûhîn ve Mardayı Askeriyeye İmdât ve Muâvenet Cemiyeti” adıyla kurulan Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, diğer tüm cephelerde olduğu gibi Çanakkale Muharebeleri’nde de cephe gerisi hizmetlerinde önemli rol oynamıştır.11 Savaşın şiddetlenmesi üzerine gerek cephede, ge- 5 Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap I, s. 244; Ahmet Esenkaya-Ceyhan Koç, “Çanakkale Muharebelerinde Hastaneler”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Sayı 3, Mart 2005, s. 26. 6 Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap I, s. 244; Esenkaya-Koç, a.g.m., s. 27. 7 Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s. 37; Aydın, “Çanakkale Muharebelerinde…”, s. 80. 8 Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap II, s. 274; Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s. 37; Aydın, “Çanakkale Muharebelerinde…”, s. 80. 9 Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap III, s. 503. 10 Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap III, s. 545; Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s. 38; Aydın, “Çanakkale Muharebelerinde…”, s. 81. 11 Türkiye Kızılay Derneği: 73 Yıllık Hayatı 1877-1949, Ankara 1950, s. 27. 176 Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer... rekse cephe gerisindeki yardım faaliyetlerini arttıran cemiyet, Şirket-i Hayriye’den kiraladığı vapurlarla hasta ve yaralı taşımanın yanı sıra savaş sırasında görülen sıtma, kolera, tifo, dizanteri, çiçek gibi hastalıklarla da mücadele etmiş; ayrıca açmış olduğu çayhaneler ve misafirhaneler vasıtasıyla askerlere sıcak çay dağıtırken dinlenmeleri için de mekânlar hazırlamış ve morallerini yüksek tutmaya çalışmıştır. 1. Çanakkale Savaşları’nda Hilâl-i Ahmer Hastaneleri 2 Ağustos 1914’te Almanya ile imzalanan gizli anlaşmadan sonra seferberlik ilan edilmesi üzerine 5 Ağustos’ta Harbiye Nezareti Sıhhiye Dairesi’nden Menzil Müfettişi Umumiliği’ne gönderilen bir yazı ile İstanbul’da mevcut 10.000 yatak kapasiteli hastanelerin 7.000 yataklı bölümünün ordu tarafından, geri kalan 3.000 yataklı bölümünün de Hilâl-i Ahmer Cemiyeti tarafından idare edilmesi emredilmiş ve sevkiyat iskelelerinin Ayastefenos, Tekirdağ, Gelibolu ve Çanakkale olması kararlaştırılmıştır. Buna göre yaralılar İstanbul’da Gülhane’ye getirilecekler, buradan da Hilâl-i Ahmer Cemiyeti tarafından kiralanacak arabalar ile diğer hastanelere sevk edileceklerdi. Ayrıca, yaralıların cepheden sevki için Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’ne iki vapur verilecekti.12 Öte yandan, Genelkurmay Başkanlığı Genel Karargâh Sahra Sıhhiye Genel Müfettişliği tarafından Hilâl-i Ahmer Genel Merkezi’ne Çanakkale’den gelecek yaralılar için İstanbul’da yeni hastanelerin açılması gerektiğinin bildirilmesi üzerine, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti olağanüstü çaba göstermiş ve cepheden gelen yaralılar Galatasaray Mekteb-i Sultani’si ile Daruşşafaka’ya yerleştirilip tedavi ve bakımlarına başlanmıştır.13 Böylece, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, İstanbul’da kendisine tahsis edilen hastanelerde14 Çanakkale’den sevk edilen hasta ve yaralı askerlerin tedavisine başlamıştır. Ayrıca, daha muharebelerin başında ağır yaralı askerlerin tedavisi için de cephe yakınında hastane kurulması projesini hayata geçirmiştir. 1.1. Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi İstanbul’a nakledilemeyecek kadar ağır yaralılar için Çanakkale yakınında bir hastane açılması ihtiyacı doğması üzerine, Fransızlara ait Kız Mektebi’nin boşaltılarak hastane olarak kullanılmasına karar verilmiştir. 200 yataklı olarak düşünülen hastane için öncelikli olarak gerekli olan tefrişatın tamamlanmasına çalışılmış ve Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi, Tıp Fakültesi öğretmen yardımcılarından Doktor Talha Yusuf Bey’in himayesinde 19 Nisan 1915 tarihinde açılmıştır.15 Gelibolu Hilâl-i 12 Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap II, s. 273; Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s. 49, 50. 13 Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s. 50; Aydın, “Çanakkale Muharebelerinde…”, s. 87. 14 Bu hastanelerin listesi için bkz. Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s. 54, 55. 15 Cemal Sezer, “Çanakkale Cephesinde Gelibolu-Şarköy-Tekirdağ (Tekfurdağı) Hilâl-i Ahmer Hastanesinin Faaliyetleri”, Tarihin Peşinde, Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl 7, Sayı 13, Nisan 2015, s. 55. Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi Krokisi ve Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi Sıhhiye Heyetine ait bir fotoğraf için bkz. Ek 1, Ek 2. 177 Cahide Sınmaz Sönmez Ahmer Hastanesi ağır yaralılara ayrıldığından, hastaneye genellikle şarapnel, obüs veya bombalar sebebiyle ağır şekilde yaralanmış askerler getirilmiş, sayıları 200’ü bulan bu ağır yaralılar yapılan ilk müdahalenin ardından İstanbul’a sevk edilirken, kısa bir süre sonra hastanenin yatakları tekrar yaralılarla dolmuştur.16 Pek çok imkânsızlık içerisinde hizmet vermeye çalışan hastane, Gelibolu kasabasının İtilaf devletlerinin yoğun bombardımanı altında kalmasından dolayı, daha fazla faaliyet yürütemeyeceği gerekçesiyle, 8 Mayıs 1915 tarihinde Plevne vapuru ile Şarköy’e taşınmıştır.17 Nitekim Baştabip Talha Yusuf Bey aynı gün Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Başkanlığı’na çektiği telgrafta, Şarköy’e ulaştıklarını ve hastane eşyalarını çıkarmakla meşgul olduğunu bildirmiştir.18 Dolayısıyla Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi savaş şartları sebebiyle yaklaşık üç hafta hizmet verebilmiştir. 1.2. Şarköy Hilâl-i Ahmer Hastanesi Hastanenin Gelibolu’dan Şarköy’e nakli sırasında Sertabib Talha Yusuf Bey, Operatör Faik İbrahim Bey, Tabip Enver Nazım Bey, Tabip Muavini Muhlis Efendi, Tabip Muavini Hikmet Efendi, Tabip Muavini Samet Efendi, Tabip Muavini Muhtar Efendi, Eczacı Solon Efendi, İdare Memuru Asaf Bey, Ambar Memuru ve Kilerci Süleyman Beyler görev almış19 ve ilk olarak hastane olmaya elverişli mekânların tespiti yapılmıştır. Yapılan tetkikler sonucunda daha önce Rüşdiye Mektebi olarak kullanılan bina ile bu binanın yakınındaki otlak ve mescit tahliye edilerek onarılmış ve bu bölgeye 3 adet kârgir hastane yapılmıştır. Hastaneler kasabanın merkezinde ve sahilde olmak üzere iki kısma ayrılırken, Rum Kız Okulu da karantina, ambar vb. amaçlarla kullanılmıştır.20 Şarköy Hastanesi bir hafta içinde tedavi hizmetlerine başlamıştır. Nitekim Talha Yusuf Bey 14 Mayıs 1915 tarihinde İstanbul Hilâl-i Ahmer Merkez Başkanlığı’na çektiği telgrafta; hastanede 105 yaralının olduğunu belirterek, hasta ve yaralı askerlerin tedavisi ile hastanenin ihtiyaçlarının karşılanması için malzeme ve para gönderilmesini istemiştir.21 Çanakkale Cephesi’nde devam eden muharebeler şiddetlendikçe, hastaneye gelen yaralı sayısında da belirgin bir artış gözlemlenmiştir. Nitekim 12-20 Mayıs tarihleri arasında hastaneye ulaştırılarak tedavilerine başlanan asker sayısı 162 16 17 18 19 20 Sezer, a.g.m., s. 55. Sezer, a.g.m., s. 56. K.A., Kutu: 523, Belge No: 10, 25 Nisan (8 Mayıs) 1331/915; Sezer, a.g.m., s. 56. K.A., Kutu: 523, Belge No: 44, 15 (28) Temmuz 1331/1915. K.A., Kutu: 523, Belge No: 44.2, 15 (28) Haziran 1331/1915. Şarköy Hilâl-i Ahmer Hastanesi’ne ait kroki için bkz. Ek 3. 21 K.A., Kutu: 523, Belge No: 16, 1 (14) Mayıs 1331/1915. 178 Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer... iken,22 21 Mayıs 1915 tarihinde hastanedeki ağır yaralı sayısı 180’e,23 18 Haziran 1915 tarihinde 259’a yükselmiş, 34 asker ise taburcu edilerek kıt’alarına sevk edilmiştir.24 Haziran sonuna gelindiğinde, Gelibolu’da açılarak Şarköy’de faaliyetlerine devam eden Hilâl-i Ahmer Hastanesi’nde, toplam 665 ağır yaralı askere bakılmış, bu askerlerden 28’i ise vefat etmiştir.25 Hilâl-i Ahmer Şarköy Hastanesi’ndeki yoğunluk Temmuz ayında da devam etmiştir. Nitekim 21 Temmuz’da hastaneye 100 yaralının geleceği haberinin verilmesi üzerine Talha Yusuf Bey, İstanbul Hilâl-i Ahmer Merkezi’nden 10 top gazlı bez ve 5 top tarlatan gazının acilen gönderilmesini istemiştir.26 Şarköy Hilâl-i Ahmer Hastanesi büyük zorluklar ve özveri içerisinde cepheden gelen askerlerin tedavilerini gerçekleştirmeye çalışsa da, yaralı ve hasta sayısındaki artışa, nakil ve güvenlikte yaşanan sıkıntılar da eklenince hastanenin bu kez de Şarköy’den Tekirdağ’a taşınmasına karar verilmiştir. 1.3.Tekirdağ Hilâl-i Ahmer Hastanesi Talha Yusuf Bey, 29 Temmuz 1915 tarihinde Hilâl-i Ahmer Merkezi’ne gönderdiği yazıda, hastanenin Tekirdağ’a nakli için telgraf aldığını, bu konuda ayrıntılı talimatları beklediğini bildirmiş;27 gelen talimat üzerine de Sıhhiye Heyeti, 5 Ağustos 1915 tarihinde, eşyalar ile beraber Gülnihal Vapuru’yla hareket ederek, aynı gün Tekirdağ’a ulaşmıştır.28 Hastaneye yerleşilmesinin ardından yapılan ilk işlerden birisi ihtiyaç duyulan ilaçların temininin sağlanmasıdır. Bu amaçla eczacı Solon Efendi derhal İstanbul’a gönderilmiş, istenilen ecza malzemelerinin temin edilmesi hususunda gerekli emirlerin verilmesi bizzat Başhekim Talha Yusuf Bey tarafından Hilâl-i Ahmer Merkezi’nden rica edilmiştir.29 İlaç temini dışında hastanenin diğer ihtiyaçlarıyla da ilgilenilmiş, örneğin havaların soğuması ve kar yağması nedeniyle ısınmayı sağlamak amacıyla ihtiyaç duyulan soba boruları, bölge esnafı Balıkçıyan’dan parası ödenerek temin edilmiştir.30 Tekirdağ’daki hastane Aralık ayının sonuna kadar faaliyetlerini sürdürmüştür. Dolayısıyla Gelibolu, Şarköy ve Tekirdağ’da açılan hastaneler, toplam sekiz ay hiz- 22 23 24 25 26 27 28 29 30 K.A., Kutu: 523, Belge No: 44.2. 15 (28) Haziran 1331/1915. K.A., Kutu: 523, Belge No: 21, 8 (21) Mayıs 1331/1915. K.A., Kutu: 523, Belge No: 41, 18 Haziran (1 Temmuz) 1331/1915. K.A., Kutu: 523, Belge No: 44.4, 10 (23) Temmuz 1331/1915; Sezer, a.g.m., s. 59. K.A., Kutu: 523, Belge No: 49, 8 (21) Temmuz 1331/1915; Sezer, a.g.m., s. 58. K.A., Kutu: 523, Belge No: 54, 16 (29) Temmuz 1331/1915. K.A., Kutu: 523, Belge No: 56, 23 Temmuz (5 Ağustos) 1331/1915. K.A., Kutu: 523, Belge No: 57, 25 Temmuz (7 Ağustos) 1331/1915; Sezer, a.g.m., s. 61. K.A., Kutu: 523, Belge No: 75, 26 Eylül (9 Ekim) 1331/1915; K.A., Kutu: 523, Belge No: 76, 2 (15) Ekim 1331/1915. 179 Cahide Sınmaz Sönmez met vermiştir.31 Bu hastanelerde Nisan 1915 tarihinden Eylül ayı sonuna kadarki altı aylık süre içerisinde tedavi gören hasta ve yaralı asker sayısı 999, iyileşen hasta ve yaralı sayısı 119, vefat eden hasta ve yaralı sayısı 74, İstanbul’a sevk edilen hasta ve yaralı sayısı ise 600’dür.32 Dolayısıyla Hilâl-i Ahmer Hastanesi bu süre zarfında toplam 1.792 yaralı ve hasta askere hizmet vermiş ve faaliyetlerini sona erdirdikten sonra elde kalan erzak, eşya ve sıhhi malzemeleri merkezdeki Hilâl-i Ahmer ambarlarına iade etmiştir.33 2. Çanakkale Cephesi’nde Karşılaşılan Hastalıklar 2.1. Sıtma Çanakkale Muharebeleri esnasında hastanelerde hasta ve yaralı askerlerin tedavi edilmesi dışında çeşitli hastalıklarla da mücadele edilmiştir. Bu hastalıkların en önemlisi ise hiç şüphesiz sıtmadır. Özellikle Kumkale ve civarında bataklık ve başka yerlerdeki durgun sular nedeniyle sıtma hastalığı, yöre halkı ve askerlerde sıklıkla görülen hastalıkların başında geliyordu.34 Harp sahasının Anadolu yakasında yer alan bu bataklıkları kurutmak mümkün olmadığından, askerlerin kaldıkları yerlerin mümkün olduğunca sinekliklerle korunması, çeşitli vasıtalarla vücudun örtülü tutularak sivrisineklerin ısırmasının önüne geçilmesi ve ateşlenen hastaların kanlarının alınıp Asya Grubu Laboratuarına gönderilerek hastalık taşıyanların ayıklanması gibi tedbirlerle sıtma hastalığının yayılması önlenmeye çalışılmıştır.35 Anadolu yakasında 15. Kolordu birlikleri içerisinde sıklıkla görülen sıtmanın yayılmasını önlemek için altı adet seyyar bakteriyoloji sandığı ile her çeşit analizi yapabilecek bir laboratuvar da Kalvert Çiftliği’nde faaliyete geçirilmiştir. Ancak, bu çabalara rağmen salgın tam olarak önlenememiştir.36 Nitekim hastalığın tedavisinde kullanılan kininin yeterli miktarda bulunmaması, cephe genelinde görülen 116.985 sıtma vakasından 6.661’inin ölümle sonuçlanmasına sebep olmuştur.37 31 Seçil Karal Akgün-Murat Uluğtekin, Hilâl-i Ahmer’den Kızılay’a, Alternatif Ajans, Ankara 2002, s. 204. 32 K.A., Kutu: 523, Belge No: 81, 26 Ekim (8 Kasım) 1331/1915 ; Sezer, a.g.m., s. 61. Nisan-Eylül 1331 tarihleri arasında Hilâl-i Ahmer Gelibolu, Şarköy ve Tekirdağ hastanelerinde bulunan hasta ve yaralı sayılarını gösteren tablo için bkz. Ek 4. 33 Sezer, a.g.m., s. 63. 34 Abdülkadir Noyan, Son Harplerde Salgın Hastalıklarla Savaşlarım, Son Havadis Matbaası, Ankara 1956, s. 43; Hikmet Özdemir, Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2010, s. 215. 35 Noyan, a.g.e., s. 44. 36 Noyan, a.g.e., s. 43. 37 Kemal Özbay, Türk Asker Hekimliği Tarihi ve Asker Hastaneleri, Cilt I, Yörük Basımevi, İstanbul 1976, s. 238. 180 Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer... 2.2. İshal Çanakkale Cephesi’nde görülen diğer bir hastalık ise ishaldir. Genellikle bombardımandan korunmak için derin kazılan siperlerin rutubetli ve ıslak oluşu askerler arasında ishalin yayılmasına neden olmuş, kimi zaman askerlerin siperlerden çıkarılmasını gerektirmiştir.38 Nitekim 5’nci Ordu Kurmay Başkanlığı da 26 Ağustos 1915 tarihinde Sahra Sıhhiye Genel Müfettişliği’ne gönderdiği telgrafta; Kuzey ve Güney Grupları’nda çok miktarda dizanterili ve ishalli hastanın bulunduğunu bildirmiştir.39 Örneğin, 26-28 Ağustos 1915 tarihleri arasında cephede yaklaşık 500 askerde kusma, kanlı ishal, baş ve karın ağrısı şikâyetleri baş göstermiştir.40 Cephede kullanılan suyun temiz olmaması sebebiyle başlayan dizanteri ve kolera hastalıkları ise yeterli miktarda ilaç bulunmadığından bu hastalığa yakalananlara killi toprak yedirilerek tedavi edilmeye gayret gösterilmiştir.41 Yeni gelen askerlere yapılan aşılarla da hastalığın yayılmasının önüne geçilmeye çalışılmış42 ve alınan bu önlemler sonucunda tifo hastalığından ölenlerin sayısında belirgin bir azalma sağlanabilmiştir.43 2.3. Bit Salgını Çanakkale Cephesi’nde askeri makamları tedirgin eden hususlardan birisi de muhtemel bir bit salgınıydı. Zira bitler vasıtasıyla yayılan tifüs, halk arasındaki adıyla lekeli humma, askerler için önemli bir tehdit oluşturabilirdi. Nitekim, dönem içerisinde tifüs hastalığına yakalanan 149 askerden 36’sının hayatını kaybettiği görülmektedir.44 Bu durumda ciddi bir salgının yaşanmaması için her tümen sıhhiye bölüklerinin hamam ve mutfaklarının yakınında istihkâm taburlarının kuyucu takımları tarafından açılan bir veya iki su kuyusu bulundurulmuştur.45 Ayrıca, Uzunköprü-Keşan-Gelibolu menzil yolu üzerinde Keşan bölgesinde üç seyyar etüv46 ile bir menzil temizleme istasyonu açılarak orduya yeni gelen erler temizlenmeye başlanmıştır. Bunun yanı sıra, birliklere seyyar etüvlerin verilmesine çalışılmış ve yeterli olmadığı durumlarda elbise veya eşyaların sahra fırınlarından geçirilmesi yoluna gidilmiştir. Alınan bu 38 Noyan, a.g.e., s. 42. 39 Çanakkale Acı İlaç: 18 Mart 1915-9 Ocak 1916, Haz: Şadan Maraş Öymen - İ. Edip Emil Öymen, Deva Holding, İstanbul 2005, s. 67; Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede …”, s. 32. 40 Necdet Aysal, “Çanakkale Muharebeleri’nde Sağlık Hizmetleri ve Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Faaliyetleri”, 100’üncü Yılında Çanakkale Zaferi Ulusal Sempozyumu 28-29 Nisan 2015 İstanbul, Editör: Dr.Öğ.Alb. Zekeriya Türkmen, T.C. Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Yayını, İstanbul, 2015, s. 279. 41 Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede …”, s. 32; Aysal, a.g.m., s. 279. 42 Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede …”, s. 32; Aysal, a.g.m., s. 279. 43 Özbay, a.g.e., s. 238. 44Aysal, a.g.m., s. 279. 45 Noyan, a.g.e., s. 42. 46 İçinde belirli bir sıcaklık elde edilerek kurutma, mikrop üretme ve dezenfekte veya sterilizasyon gibi amaçlarla kullanılan aletin genel adı. 181 Cahide Sınmaz Sönmez önlemler sonucunda muharebeler boyunca tifüsün salgın haline gelmesinin önüne geçilebilmiştir.47 2.4. İskorbüt C vitamini eksikliğiyle ortaya çıkan İskorbüt hastalığı da cephede görülen bir diğer hastalıktır. Genellikle diş etlerinde şişkinlik ve kanamalar şeklinde kendisini gösteren bu hastalık özellikle kış mevsiminden kaynaklanan beslenme yetersizliğiyle ortaya çıkmıştır. Kış aylarında dağ eteklerinde bulunan ve askerin de tanıdığı “kuzukulağı” bitkisinin tüketilmesi sağlanarak tedbir alınmaya çalışılmış,48 yaz aylarında sebze ve taze gıdalar verilmesiyle de yaygın hale gelmesi önlenebilmiştir.49 3. Hasta ve Yaralıların Cephe Gerisine Nakli ve Tedavi Yöntemleri Askerler arasında görülen yaralanmaların önemli bir kısmı bomba, şarapnel ya da piyade mermilerinden kaynaklanmaktaydı. Cephede yaralanan bir askerin yarası öncelikle, çantasının köşesinde bulunan “harp paketi” kullanılarak sarılmış ve asker daha sonra teskereci ya da sıhhiye erleri tarafından siperlerin gerisinde oluşturulmuş olan “yaralı yuvalarına” taşınmıştır.50 Buradan sargı yerlerine getirilen yaralılar, tabur doktorlarının yaptığı muayeneye göre hafif yaralı ise toplanma yerlerine, ağır yaralı ise sıhhiye arabaları durak yerleri aracılığı ile “büyük sargı yerlerine” nakledilmişlerdir.51 Ancak, cephe hattında yaralanan asker sayısının giderek yükselmesi, nakil hizmetlerinin önemini daha da arttırmış ve her 20 km’de bir kurulan 50’şer yataklı sıhhiye istasyonları arasında çalışan hasta ve yaralı araba kolları, hasta ve yaralı askerleri nakliye kol ve arabasına sevk etmekle görevlendirilmiştir. İlk tedavileri yapılan yaralılardan hastanelere sevki gerekenlerin bir kısmı, Eceabat veya Akbaş iskelelerine nakledilmişler ve ardından buradan İstanbul’a dönmekte olan vapur, taka, mavna veya yelkenlilere bindirilerek cephe gerisine gönderilmişlerdir.52 Çanakkale Cephesi’nde, 25 Nisan 1915’ten Kasım ayı sonuna değin Akbaş ve Ağaderesi Sevkiyat Hastaneleri’nden 99.275’i yaralı, 33.794’ü hasta ve 17.799’u da hava değişimi olmak üzere 150.868 asker sevkiyata tabi tutulmuştur.53 47 Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap III, s. 502; Çanakkale Acı İlaç…, s. 67. 48 Noyan, a.g.e., s. 42. 49 Noyan, a.g.e., s. 48; Özbay, a.g.e., s. 237. Çanakkale Cephesi’nde Osmanlı ordusunun beslenmesi hakkında bilgi için bkz; Muhammet Erat, “Çanakkale Savaşı’nda Türk Ordusunun İaşe Problemi”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Sayı 1, Mart 2003, s. 114-133. 50 Mahmut Sabri Bey, “Seddülbahir Muharebesi: 26. Alay 3. Tabur Harekâtı”, Çanakkale Hatıraları III, Hazırlayan: Metin Martı, Arma Yayınları, İstanbul 2005, s. 67-70. 51 Lokman Erdemir, “Çanakkale Muharebe Meydanlarından İstanbul Hastaneleri: Sağlık Hizmetleri”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 2012/1, Sayı 15, s.94. 52 Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap III, s. 506. 53 Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s. 43; Aydın, “Çanakkale Muharebelerinde…”, s. 84. 182 Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer... Her ne kadar yaralıların hastanelere nakli hususunda büyük bir özveriyle çalışılmış, sıhhiye personeli yaralılara müdahale edebilmek için ateş hattına kadar sokularak,54 onları güvenli bölgelere taşımaya gayret etmişse de, zaman zaman cepheye yakın hastane ve sargı yerlerinin bombardıman ve ateşe maruz kalmasından dolayı bu alanlardaki yaralı nakilleri hızlı bir şekilde yapılamamıştır.55 Bu nedenle, hastaneye gelene kadar açıklık alanlarda beklemek zorunda kalan askerlerin yaraları giderek derinleşmiş ve zaman zaman da kangrene sebep olmuştur.56 Kimi zaman ise altı saatlik mesafede yaralanan askerler, ancak altı veya yedi gün sonra hastaneye ulaştırılabildiğinden yara yerleri kurtlanmıştır. Bu duruma Gelibolu Hastanesi’ne getirilen yaralı askerler arasında da rastlanmıştır. 57 Yaralanan askerlere yapılan ilk müdahalede öncelikle hastanın ağrısını dindirmek ve acısını hafifletmek için, morfin kullanıldığı görülmektedir. Yaraya kaynamış, derinin veya dokuların içine karışmış olan asker giysilerinin temizlenmesi için ise yumuşatıcı niteliği olan borik asit, merhem ya da vazeline başvurulmuştur.58 Kirli ve açık yaralar aracılığıyla insana bulaşan tetanos hastalığı da önemli bir risk oluşturduğundan bu hastalığın tedavisinde tetanos serumu kullanılmıştır. Nitekim Hilâl-i 54 Erdemir, a.g.m., s. 93. Yaralıların hızla cephe gerisine taşınması için alay komutanları dahi ön hatlara kadar sokulmuştur. Nitekim 33. Alay komutanı Yarbay Şevki Bey yaralı bir askerin nakli için Karayörük Deresi içerisine girdiğinde şehit olmuştur. Cumhurbaşkanlığı Arşivi, 131-2a. 55 Zaman zaman İtilaf kuvvetleri tarafından savaş hukukuna aykırı olarak hastanelerin bombalanması, imkânları kısıtlı olan hastanelerin istenilen şekilde hizmet vermesini engelleyerek, cephe gerisi hizmetlerin aksamasına sebep olmuş ve Osmanlı Devleti bu durumu şiddetli bir şekilde protesto etmiştir. Örneğin, Hilâl-i Ahmer Çanakkale Merkezi tarafından 30 Nisan 1915 tarihinde Hilâl-i Ahmer Başkanlığı’na gönderilen yazıda; 29 Nisan 1915 tarihinde Saroz Körfezi’nden Maydos’a şiddetli bir bombardıman yapıldığı ve Hilâl-i Ahmer bayrağını taşıyan askeri hastanenin bombalanması neticesinde adedi bilinmeyen fakat yüzlerce olduğu tahmin edilen yaralı ve çoluk çocuğun vefat ettiği bildirilmiştir. K.A, Kutu: 270, Belge No: 41. Başkumandan Vekili Enver Paşa da 10 Mayıs 1915 tarihinde Hariciye Nezâreti’ne çektiği telgrafta, İngilizlerin hastane gemilerini veya hastaneleri tekrar bombalaması durumunda Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan sivil veya asker İngiliz esirlerini kullanarak şiddetli bir şekilde karşılık vereceğinin Amerikan Sefareti vasıtasıyla İngiltere Hükümeti’ne iletildiğini bildirmiştir. Osmanlı Belgelerinde Çanakkale Muharebeleri I, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayını, Ankara 2005, s, 92. 25 Mayıs 1915 tarihli bir diğer belgede de Müttefik uçaklarının savaş hukukuna aykırı olmak üzere, üzerinde Hilâl-i Ahmer işaretleri olan Akbaş Tekkesi hastane çadırını bombaladığı belirtilirken, Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın ABD sefiri Henry Morgenthau’ya çektiği bir dizi telgrafta bu durumun önüne geçilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasını istediği görülmektedir. Osmanlı Belgelerinde Çanakkale Muharebeleri I, ss. 111-112, 184-192. Çanakkale Savaşları’nda savaş hukukuna aykırı uygulamalar için ayrıca bkz. Ahmet Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde İtilaf Devletlerinin Savaş Hukukuna Aykırı Davranışları”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Sayı 4, Mart 2006, ss. 51-95; Mesut Erşan, “Çanakkale Muharebelerinde Savaş Hukuku İhlalleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XXV, Sayı 73, Mart 2009, ss.164-179. 56 K.A., Kutu: 523, Belge No: 44-3, 15 (28) Haziran 1331/1915. Çanakkale Cephesi’nde meydana gelen yaralanmalara dair bir çizim için bkz. Ek 5. 57 K.A., Kutu: 523, Belge No: 44-3, 15 (28) Haziran 1331/1915. 58 Esenkaya, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede…”, s. 33. 183 Cahide Sınmaz Sönmez Ahmer Çanakkale Merkezi Başkanı İsmail Hakkı Bey, 24 Mart 1915 tarihinde Hilâl-i Ahmer Başkanlığı’na gönderdiği yazıda, tetanos serumlarıyla ameliyathaneye ait sağlık malzemelerinin acilen gönderilmesini istemiştir.59 Bu çeşit tıbbi malzemelerin temininde cemiyet önemli rol oynamış, çok sayıda pravaz şırınga, ameliyathane muşambası, sargı bezinin tedariki için çaba göstermiştir. Ancak, alınmaya çalışılan tıbbi önlemler cepheden gelen yaralıların artmasıyla yetersiz kalmış, bu duruma Almanya’dan gönderilen tıbbi malzemelerin birçoğunun ya kullanılamaz ya da ihtiyaca uygun olmayan nitelikte olması da eklenince içine düşülen çaresizlik sağlık personelinin özverisiyle kapatılmaya çalışılmıştır. Bu şartlar altında cemiyet kendisinden talep edilen ihtiyaçları karşılamak için yoğun bir çaba sarf ederek Gelibolu, Şarköy ve Tekirdağ hastanelerinin yanı sıra cephedeki diğer hastanelere de yardım göndermeye gayret etmiştir. Mesela, Çanakkale Hilâl-i Ahmer Merkezi’nden Maydos Hastanesi’ne 2 çift kauçuk eldiven, 2 kutu zeyt-i kafur,60 2 adet masa üzerine beyaz muşamba, 4 şişe eter anestezik ve ameliyathanede kullanılmak üzere 48 metre muşamba gönderilmiş; Merkez Hastanesi’ne ise yine ameliyathanede kullanılmak üzere yaklaşık 142 metre muşamba, 1 kutu esmark sargı, 2 adet cam pravaz şırıngası ile 2 çift kauçuk eldiven ulaştırılmıştır.61 İmkânsızlıklar içerisinde yürütülmeye çalışılan sağlık hizmetlerinde kimi zaman, bulunamayan ürünlerin yerine pratik çözümler üretildiği de olmuştur. Örneğin cerrahi amaçlı kullanılan ve sıvı şeklinde bir yapıştırıcı olan mastisol yerine sakız kullanımı oldukça sık başvurulan bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.62 4. Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Tarafından Cephedeki Sağlık Kuruluşlarına Yapılan Yardımlar Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin hastanelere yaptığı yardımlar sadece tıbbi malzemeyle sınırlı kalmamıştır. Hasta ve yaralıların ihtiyacı olan çorap, çamaşır, yatak ve yorgan da Hilâl-i Ahmer Cemiyeti tarafından hastane ve askeri birliklere gönderilen yardımlar arasındadır. Nitekim 16 Mart 1915 tarihinde 200 adet gömlek, 400 adet don Hilâl-i Ahmer Cemiyeti tarafından Çanakkale Hilâl-i Ahmer Heyeti’ne teslim edilirken;63 27 Mart 1915 tarihinde ise 329 adet kulaklık, 325 çift eldiven, 109 çift çorap, 59 adet bol gömlek ve 63 adet kolsuz pamuklu hırka Çanakkale’ye gönderilmiştir.64 31 Mart 1915 tarihinde ise Merkez Hastanesi’ne 99 adet don ve 43 adet gömlek verilmiş, ayrıca köylerde bulunan fakir muhacirlere dağıtılmak üzere de Hilâl-i Ahmer Cemiyeti kararıyla 2 liralık çeşitli ilaçlar alınmıştır.65 59 60 61 62 63 64 65 K.A., Kutu: 270, Belge No: 33, 11 (24) Mart 1331/1915. Zeytinyağı ile kafurun karıştırılmasıyla elde edilen ağrı kesici bir yağ. K.A., Kutu: 238, Belge No: 32, 18 (31) Mart 1331/1915. K.A., Kutu: 270, Belge No: 40, 27 Mart (9 Nisan) 1331/1915. K.A., Kutu: 238, Belge No: 28, 3 (16) Mart 1331/1915. K.A., Kutu: 238, Belge No: 31, 14 (27) Mart 1331/1915. K.A., Kutu: 238, Belge No: 32, 18 (31) Mart 1331/1915. 184 Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer... Cephede yayılan salgın hastalıklara karşı askerlerin giysilerini temiz tutmaları ve sıklıkla değiştirme gerekliliği, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nden kıyafet isteklerini arttırmıştır. Örneğin Güneybatı Cephesi Sami Bey Çiftlik Karargâhı’ndan 2 Haziran 1915 tarihinde cemiyete gönderilen yazıda, istirahat ettirilen askerlerin çamaşırlarını değiştirmeleri için 15 bin don, 15 bin gömlek ve 15 bin çift çorabın temin edilmesi istenmiştir.66 Bu gibi ihtiyaçları karşılamak üzere 6 Eylül 1915 tarihinde Çanakkale Hilâl-i Ahmer Başkanlığı’ndan Bergos (Umurbey) Hafif Yaralı Hastanesi’ne öncelikle don, gömlek ve maşrapadan oluşan 187 kalem67 ve sonrasında ek olarak don ve gömlekten oluşan 137 kalem eşya68 gönderilmiştir. Ancak, savaş süresince bu tür talepler hiç azalmamış; bilakis artarak devam etmiştir. Çeşitli tamir ve döşeme işlerinin yapılabilmesi için de Cemiyete başvurulduğu görülmektedir. Kıt’a Komutanı Mustafa Bey 27 Ekim 1915 tarihinde İstanbul Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Başkanlığı’na gönderdiği telgrafta, iskelelerdeki takımhaneler ve dinlenme yerlerinin tamir ve döşeme işini yapabilmek için gerekli 15 liranın bir an evvel gönderilmesini istemiştir.69 Hilâl-i Ahmer Cemiyeti cepheden gelen bu isteklerin karşılanabilmesi için kartpostal,70 harita,71 rozet vs. eşya satışıyla yardım parası toplamaya çalışmıştır. Örneğin Erkan-ı Harbiye Umumiye matbaasında Gelibolu Yarımadası’nın 1/100.000 ölçekli haritasından 500 adedi 3’er kuruş fiyatla satılmak üzere Hilâl-i Ahmer Cemiyeti yararına bağışlanmıştır.72 Cemiyet kimi zaman da çevre illerden para toplayarak Çanakkale’ye göndermiştir. Nitekim bu amaçla 9 Mart 1915 tarihinde Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Bursa ve Aydın şubelerinden 100’er lira,73 17 Mart 1915 günü ise İstanbul Hilâl-i Ahmer Merkezi’nden 200, Aydın’dan 100, Balıkesir’den 50, Ödemiş’ten 50, Söke’den de 32 lira yardım amacıyla Çanakkale’ye ulaştırılmıştır.74 Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, ihtiyaçları karşılamak için İstanbul merkezinden talepte bulunduğu gibi yerel satıcılardan da temin yoluna gitmiştir. Örneğin bu amaçla hasta ve yaralılara dağıtılacak çikolatalar için Tütüncü Hımayak Çavuşyan’a 125 kuruş,75 Çanakkale Müstahkem Mevki Hastanesi’nin ihtiyaç duyduğu 37 top kumaş 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 K.A., Kutu: 12, Belge No: 217.10, 20 Mayıs (2 Haziran) 1331/1915. K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.14, 26 Ağustos (8 Eylül) 1331/1915. K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.15, 26 Ağustos (8 Eylül) 1331/1915. K.A., Kutu: 12, Belge No: 247, 14 (27) Ekim 1331/1915. K.A., Kutu: 250, Belge No: 105, 15 (28) Ekim 1331/1915. K.A., Kutu: 36, Belge No: 78, 7 (20) Haziran 1331/1915. K.A., Kutu: 36, Belge No: 78. K.A., Kutu: 154, Belge No: 8, 24 Şubat (9 Mart) 1330/1915. K.A., Kutu: 270, Belge No: 34, 4 (17) Mart 1331/1915. K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.6, 14 (27) Mart 1331/1915. 185 Cahide Sınmaz Sönmez için Lapseki’deki Bezirgan Marinov’a 960 kuruş,76 9 top bez için Behor’a 878 kuruş77 ödenmiştir. Ayrıca, Amerikan bezi, kaput bezi, perdelik basma ve makara gibi ihtiyaç malzemeleri de bölge esnafından satın alınmıştır.78 5. Çayhaneler Hilâl-i Ahmer Cemiyeti gerek cephede, gerekse cephe gerisinde hasta ve yaralıların tedavilerinin sağlanarak ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olurken, bir yandan da cephe gerisine sevk edilen askere veya cephe gerisine çekilen sivil halka gıda ve çay dağıtımı yapmış ve onların moral motivasyonunu arttırmaya çalışmıştır. Bunu sağlayabilmek için çayhaneler, aşhaneler açan cemiyet, kimi noktalara ise konaklama sağlayabilmek için misafirhaneler kurmuştur.79 Çanakkale ve Gelibolu bölgesinde Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Mayıs 1915’ten itibaren çayhaneler tesis etmeye başlamıştır. Öncelikle Akbaş ve Lapseki’de açılan çayhaneleri, daha sonra Değirmenburnu ve Ilgardere’de açılan çayhaneler izlemiştir. Nitekim 5. Ordu’ya bağlı olmak üzere altı çayhane açılması için üç memur görevlendirilmiştir. Bu memurlardan Recai ve Lütfi Beyler tarafından 27 Mayıs 1915 tarihinde Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Başkanlığı’na gönderilen yazıda, ilk çayhanenin 12 Mayıs 1915 günü Akbaş’ta Hayrettin Bey idaresinde açıldığı bildirilmiştir.80 Akbaş bölgesinin hasta ve yaralılar için önemli merkez durumunda bulunması buradaki çayhanenin hizmetini de yoğunlaştırmış ve muharebeler boyunca Çanakkale çayhaneleriyle Akbaş’daki Sahra Hastanesi’nde 1.059.146, hastane gemilerinde ise 137.495 fincan çay dağıtılmıştır.81 Yine Recai ve Lütfi Beylerin yazısından anlaşıldığına göre, ikinci ve üçüncü çayhaneler askerî memurlar tarafından idare edilmek üzere 61 ve 62 numaralı askerî sevkiyat vapurlarına bırakılmıştır.82 Dördüncü ve beşinci çayhaneler için ise henüz belirli bir yer bulunamamış olduğundan, bu konunun çözümü de çayhane memurları tarafından aynı yazı çerçevesinde Merkez Başkanlığı’ndan talep edilmiştir.83 Çanakkale Cephesi’nde açılan çayhanelerden birisi de Değirmenburnu bölgesinde Çanakkale Darü’l-Harbi Hilâl-i Ahmer Çayhaneleri Baş Memuru Kenan Bey’in girişimleriyle hizmete girmiştir. Kenan Bey, 8 Ekim 1915 günü Akbaş’tan Değirmenburnu’na gelerek bölgenin hastaneler baştabibi Binbaşı Fahrettin Bey’e müracaat etmiştir. Yapılan görüşmelerde kurulması düşünülen çayhanenin odun ve 76 K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.18, 25 Ağustos (7 Eylül) 1331/1915. 77 K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.12, 13 (26) Ekim 1331/1915. 78 K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.8, 13 (27) Ağustos 1331/1915; K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.13, 25 Ağustos (7 Eylül) 1331/1915; K.A., Kutu: 270, Belge No: 53.11, 12 (25) Ekim 1331/1915. 79 Karal Akgün-Uluğtekin, a.g.e., s. 199. 80 K.A., Kutu: 250, Belge No: 62, 14 (27) Mayıs 1331/1915. 81 Mesut Çapa, Kızılay (Hilâl-i Ahmer) Cemiyeti (1914-1925), Türk Kızılay Derneği Yayınları, Ankara 2010, s. 85. 82 K.A., Kutu: 250, Belge No: 62, 14 (27) Mayıs 1331/1915. 83 K.A., Kutu: 250, Belge No: 62, 14 (27) Mayıs 1331/1915. 186 Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer... su ihtiyacının bölge hastanelerinden temini kararına varılmış ve Değirmenburnu çayhanesi 10 Ekim 1915 tarihinde hizmete başlamıştır. İlk hizmet gününde bütün barakalar, çadırlar dolaşılarak 2.000’in üzerinde hasta ziyaret edilmiş ve bu hastalara çay dağıtımı yapılmıştır. Bu esnada, çay dağıtımının Hilâl-i Ahmer Cemiyeti tarafından gerçekleştirildiği ve her gün bu şekilde çay dağıtımına devam edileceği duyurularak, hasta ve yaralıların bu durumdan son derece memnun oldukları da merkez başkanlığına bildirilmiştir.84 Öyle ki Hilâl-i Ahmer Çayhaneleri Baş Memuru Kenan Bey, çayhanelerin kurulmasında gösterdiği üstün çalışmasından ötürü 17 Ekim 1915 günü harp madalyası ile ödüllendirilmiştir.85 Ancak gerek Akbaş, gerekse Değirmenburnu çayhanelerinin çardak ve çadırlarda hizmet vermeleri bazı sıkıntıların yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Özellikle hava şartlarının ağırlaşması çayhanelerin çalışmasını zorlaştırmış, soğuk, kar ve yağmurun etkisiyle çayhanelerde bulunanlar hastalanmaya başlamıştır. Bu nedenle Çanakkale Hilâl-i Ahmer Çayhaneleri Baş Memuru Kenan Bey 2 Aralık 1915 tarihinde Merkez Başkanlığı’na gönderdiği telgrafta, Ilgardere çayhanesi memuru Ziya Efendi’nin yanı sıra Ilgardere çayhanesi hizmetlilerinden üç ve Değirmenburnu hizmetlilerinden iki kişinin soğuk, kar ve yağmurdan hasta olduklarını, görevlilerin bu şekilde hizmet edemez haline gelmeleri göz önüne alınarak, bu iki çayhane için de Akbaş’ta olduğu gibi baraka inşa edilmesini talep etmiştir.86 Bu aksaklıklara rağmen askerlere sabah ve akşam çay, ekmek gibi çeşitli ürünler dağıtan çayhaneler, çalışma alanlarını genişletmiş ve seyyar çayhaneler vasıtasıyla Soğanlıdere, Arıburnu, Anafarta ve daha başka yerler ile kimi zaman ileri siperlere kadar hizmet götürmüştür.87 Örneğin; 29 Nisan 1915’ten 31 Ocak 1916 tarihine kadar 1.500.000 bardak çay dağıtılmış, bunun için de 21.000 kilo şeker ve 700 kilo çay kullanılmıştır.88 Cemiyet ayrıca, hasta ve yaralı nakilleri için Şirket-i Hayriye’den kiraladığı askeri sevkiyat vapurlarında da, askeri memurların idaresinde olmak üzere, çayhaneler açmış ve çay dağıtımına devam etmiştir. Sonuç Çanakkale Savaşları dönemin büyük güçlerinin dar bir alandaki mücadelesine sahne olmuş ve Türk ordusunun güçlü savunması neticesinde İtilaf kuvvetleri Çanakkale’den çekilmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu süre zarfında göğüs göğüse yaşanan çarpışmalar ve gerek denizden, gerek karadan gerçekleştirilen saldırılar nedeniyle cephede büyük bir mücadele verilirken, cephe gerisinde oluşturulan sağlık kuruluşları da askerin hayatta kalma mücadelesinde önemli rol oynamıştır. 84 85 86 87 88 K.A., Kutu: 250, Belge No: 100, 30 Eylül (13 Ekim) 1331/1915. K.A., Kutu: 544, Belge No: 2, 21 Eylül (4 Ekim) 1331/1915 . K.A., Kutu: 250, Belge No: 115, 19 Kasım (2 Aralık) 1331/1915. Türkiye Kızılay Derneği, s. 32. Türkiye Kızılay Derneği, s. 32. 187 Cahide Sınmaz Sönmez Maddi imkânsızlıklar nedeniyle oldukça zor şartlar altında çalışan sağlık kuruluşlarının en önemli destekçisi ise cephe gerisi hizmetlerinde büyük rol oynayan Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti olmuştur. Cemiyet, Gelibolu, Şarköy ve Tekirdağ’da açılan Hilâl-i Ahmer Hastaneleri vasıtasıyla ağır yaralıların ilk müdahalesini yaparak, İstanbul’a nakillerine yardımcı olmuş, pek çok hasta ve yaralı askerin tedavisini gerçekleştirerek tekrar birliklerine dönmelerini ve vatan savunmasına katılmalarını sağlamıştır. Ayrıca, büyük bir özveriyle çalışan sağlık personeli aldığı tedbirlerle bölgede görülen bulaşıcı hastalıkların tedavi edilerek kontrol altına alınmasında önemli bir başarıya imza atmıştır. Sadece tıbbi yardım vermekle kalmayan Cemiyet, hastanelerin diğer ihtiyaç maddelerini de karşılamaya çalışmış, ihtiyaç duyulan malzemeler kimi zaman Genel Merkez’den, kimi zaman da bölge halkından temin edilmeye çalışılmıştır. Toplanan bağışların yanı sıra Cemiyete ait kartpostal, pul gibi ürünlerin satışından elde edilen gelirler de cephedeki sağlık hizmetlerinin aksamadan yürütülmesini sağlamak amacıyla kullanılmıştır. Sonuç olarak, gerek Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin faaliyetleri, gerekse diğer sağlık kuruluşlarının fedakârlıkları neticesinde Türk ordusu Birinci Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren bir savunmanın örneğini vermiştir. 188 Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer... Kaynakça Arşiv Belgeleri Cumhurbaşkanlığı Arşivi. Kızılay Arşivi (K.A.) Kitap ve Makaleler KARAL AKGÜN, Seçil-Murat Uluğtekin, Hilâl-i Ahmer’den Kızılay’a, Alternatif Ajans, Ankara 2002. AYDIN, Nurhan, “Çanakkale Muharebelerinde Sağlık Hizmetleri ve Mevcut Hastaneler”, Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl 6, S. 26, Yaz 2015, ss. 73-96. AYDIN, Nurhan, “Çanakkale Savaşları’nda Sıhhiye ve Tahliye Hizmetleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. XXVI, S. 77, Temmuz 2010. AYSAL, Necdet, “Çanakkale Muharebeleri’nde Sağlık Hizmetleri ve Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Faaliyetleri”, 100’üncü Yılında Çanakkale Zaferi Ulusal Sempozyumu 28-29 Nisan 2015 İstanbul, Editör: Dr.Öğ.Alb. Zekeriya Türkmen, T.C. Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Yayını, İstanbul 2015, ss. 267-296. Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi, Cilt V, Kitap I-II-III, Genelkurmay Personel Daire Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı Yayınları, Ankara 2012. Çanakkale Acı İlaç: 18 Mart 1915-9 Ocak 1916, Haz: Şadan Maraş Öymen - İ. Edip Emil Öymen, Deva Holding, İstanbul 2005. ÇAPA, Mesut, Kızılay (Hilâl-i Ahmer) Cemiyeti (1914-1925), Türk Kızılay Derneği Yay., Ankara 2010. ERAT, Muhammet, “Çanakkale Savaşı’nda Türk Ordusunun İaşe Problemi”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Sayı 1, Mart 2003, ss. 114-133. ERAT, Muhammet “Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekâtı”, Çanakkale Savaşları Tarihi, Editör: Mustafa Demir, İstanbul 2015, ss. 349-395. ERDEMİR, Lokman, “Çanakkale Muharebe Meydanlarından İstanbul Hastaneleri: Sağlık Hizmetleri”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 2012/1, Sayı 15, ss. 91-113. ERŞAN, Mesut, “Çanakkale Muharebelerinde Savaş Hukuku İhlalleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XXV, Sayı 73, Mart 2009, ss.164-179. ESENKAYA, Ahmet-Ceyhan Koç, “Çanakkale Muharebelerinde Hastaneler”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Sayı 3, Mart 2005, ss. 24-57. ESENKAYA, Ahmet, “Çanakkale Muharebelerinde İtilaf Devletlerinin Savaş Hukukuna Aykırı Davranışları”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Sayı 4, Mart 2006, ss. 51-95. ESENKAYA, Ahmet, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede ve Cephe Dışında Sağlık Hizmetleri”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Yıl 9, Sayı 10-11, Bahar 2011, ss. 25-70. Mahmut Sabri Bey, “Seddülbahir Muharebesi: 26. Alay 3. Tabur Harekâtı”, Çanakkale Hatıraları III, Haz: Metin Martı, Arma Yayınları, İstanbul 2005. NOYAN, Abdülkadir, Son Harplerde Salgın Hastalıklarla Savaşlarım, Son Havadis Matbaası, Ankara 1956. Osmanlı Belgelerinde Çanakkale Muharebeleri I, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayını, Ankara 2005. ÖZBAY, Kemal, Türk Asker Hekimliği Tarihi ve Asker Hastaneleri, I-II, Yörük Basımevi, İstanbul 1976. ÖZDEMİR, Hikmet, Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2010. SEZER, Cemal, “Çanakkale Cephesinde Gelibolu-Şarköy-Tekirdağ (Tekfurdağı) Hilâl-i Ahmer Hastanesinin Faaliyetleri”, Tarihin Peşinde, Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl 7, Sayı 13, Nisan 2015, ss. 51-68. Türkiye Kızılay Derneği: 73 Yıllık Hayatı 1877-1949, Ankara 1950. 189 Cahide Sınmaz Sönmez EKLER EKLER EKLER Ek 1. Ek 1. Ek 1. Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi Krokisi89 a Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi Krokisi89 a Ek 2.Hastanesi Sıhhiye Heyeti Ek 2. Gelibolu Hilâl-i Ahmer Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi Krokisi89 Ek 2. Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi Sıhhiye Heyeti 89 K.A, Kutu: 523, Belge No: 45.1, 20 Haziran (3 Temmuz) 1331/1915. 190 Gelibolu Hilâl-i Ahmer Hastanesi Sıhhiye Heyeti Çanakkale Cephesi’nde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilâl-i Ahmer... Ek 3. Ek 3. Şarköy Hilâl-i Ahmer Hastanesi Krokisi90 Şarköy Hilâl-i Ahmer Hastanesi Krokisi90 Şarköy Hilâl-iarasında Ahmer Hastanesi Krokisi Ek 4. Nisan-Eylül 1331/1915 tarihleri Hilâl-i Ahmer Gelibolu, Şarköy ve Tekirdağ Ek 4. hastanelerinde bulunan hasta ve yaralıların durumuna dair istatistik91 90 Ek 4. Nisan-Eylül 1331/1915 tarihleri arasında Hilâl-i Ahmer Gelibolu, Şarköy ve Tekirdağ hastanelerinde bulunan hasta yaralıların durumuna dair istatistik91 Nisan-Eylül arasında Hilâl-i Ahmer Gelibolu, Şarköy ve Tekirdağ hastanelerinde bulunan hasta ve 901331/1915 K.A, Kutu:tarihleri 523, Belge No: 44.1, 15 (28) Haziran 1331/1915. yaralıların durumuna dair istatistik91 91 K.A, Kutu: 523, Belge No: 81, 26 Ekim (8 Kasım) 1331/1915. 191 Cahide Sınmaz Sönmez Ek 5. Ek 5. Çanakkale Cephesi’nde meydana gelen yaralanmalara dair bir çizim92 Çanakkale Cephesi’nde meydana gelen yaralanmalara dair bir çizim92 92 K.A, Kutu: 318, Belge No: 8, 2 (15) Haziran 1331/1915. 192 ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI Yıl 14 Bahar 2016 Sayı 20 ss. 193-206 Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir Örnek: Osmanlı Birliklerinin Galiçya Cephesi’ne Gönderilmesi Kararı Etrafındaki Tartışmalar* Bilge KARBİ** Özet Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’nda müttefik olarak yer almışlardır. Dört yıl gibi, beklenenden uzun süren savaş iki devletin ilişkilerini her alanda etkilemiştir. Askerî ilişkilerden sosyo-kültürel ilişkilere kadar farklı birçok alanda ittifakın izlerini görmek mümkündür. İttifakın temel konularından bir tanesi de AvusturyaMacaristan ve Osmanlı Devleti arasındaki askerî yardımlardır. Nitekim savaş boyunca müttefikler arasında gerek ticaret, gerekse yardım amaçlı canlı bir ilişki görülmüştür. Galiçya Cephesi’ne gönderilen 15. Kolordu da buna bir örnektir. Bu çalışmada askerî destek amaçlı olarak görülen kararın arkasında yatan siyasi nedenler gün yüzüne çıkarılmıştır. Bu sayede askerî yardımların yapısına farklı bir bakış açısı getirmek amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Galiçya Cephesi, Askerî Yardım, Pallavicini, Enver Paşa An Example of the Military Aids Between the Ottoman Empire and Austria-Hungary During the First World War: Debates on the Decision of the Sending of Ottoman Troops to the Galician Front Abstract Austria-Hungary and the Ottoman Empire were allies in the First World War. An unexpectedly long war has affected the relations of the two countries in every aspect. It is easy to see the effects of the alliance in various fields from military to socio-cultural relations. One of the major topics of the alliance was the military support between Austria-Hungary and the Ottoman Empire. Indeed during the war, active commercial and support relations were observed between the allies. The 15th Corps sent to the Galician Front is an example for this. In this study, the political grounds of this support, which looks like a military aid, were brought to light. Thus the intention was to bring a distinctive approach on the structure of military aids. Keywords: Galician Front, Military Support, Pallavicini, Enver Paşa * Bu çalışma 25.11.2015 tarihinde “Çanakkale 100: 1. Dünya Savaşı’nda Avusturyalı- Macar- Türk İttifakı” sempozyumunda sunulan bildirinin güncellenmiş ve geliştirilmiş halidir. ** Doktora Öğrencisi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü, karbibilge@ hotmail.com 193 Bilge Karbi 1. Giriş II. Meşrutiyet’in ilanı ile Osmanlı Devleti yeni bir döneme girmiş aynı zamanda Avusturya- Macaristan ve Osmanlı Devleti ilişkilerinde de bir dönüm noktası yaşanmıştır. Avusturya- Macaristan, 1878 Berlin Antlaşması’na dayanarak Bosna- Hersek’i, Osmanlı sultanının hükümranlık hakkının korunmasını saklı tutarak işgal etmiştir.1Bu adım 1908 yılında Avusturya- Macaristan’ın Bosna- Hersek’i kendi topraklarına katması ile sonuçlanmıştır. 1908 yılında Osmanlı Devleti’nin Bosna- Hersek’te egemenliğinin tam anlamıyla sona ermiş olması ve Bosna- Hersek’te yaşayan Müslüman nüfusun da etkisi, Osmanlı Devleti’nde Avusturya- Macaristan’a karşı hem diplomatikhem de toplumsal düzeyde tepki doğmasına neden olmuştur. 1908 yılında Avusturya- Macaristan’dan Osmanlı Devleti’ne ihraç edilen ticarî mallara boykot uygulanmıştır. Avusturya boykottan büyük zarar görmüştür. Birçok fabrika kapanmanın eşiğine gelmiş, üretim azlığı nedeniyle işten çıkarmalar yaşanmış ve Avusturya büyük oranda hakim olduğu Osmanlı pazarını da kaybetme tehlikesiyle karşılaşmıştır.2 Bunun üzerine Avusturya hükümeti harekete geçmiş ve Osmanlı hükümeti ile diplomatik müzakerelere başlanarak boykot rejimi sonlandırılmıştır. 26 Şubat 1909 tarihli protokol ile Avusturya- Macaristan kapitülasyonlar ile alakalı bazı tavizler vermeyi kabul etmiştir.3 Neticede Avusturya- Macaristan ve Osmanlı ticareti kaldığı yerden devam etse de iki devlet arasındaki siyasi ilişkilerdeki mesafeli tutum sürmüştür. Bu gerginliği artıran bir gelişme de Balkan Savaşları sırasındaAvusturya- Macaristan’ın Edirne’nin Bulgaristan tarafından işgalinde Bulgaristan lehinde bir tutum izlemesi olmuştur.4Balkan Savaşları neticesinde Avrupa’daki toprak kayıpları, askerî ve malî sorunlar Osmanlı Devleti’nin geleceği meselesi tartışmalarınıtekrar Avrupa’nın gündemine taşımıştır. Savaş arifesinde Osmanlı Devleti dış politikada dört büyük sorunla uğraşmaktaydı. Doğu Anadolu’daki Ermeni reformu projesi, Kuzey Ege Adaları so- 1 2 3 4 Aydın Babuna, Bir Ulusun Doğuşu: Geçmişten Günümüze Boşnaklar, (çev. Hayati Torun), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2012, s. 23. Avusturya’nın 1878 Berlin Antlaşması’na uzanan süreçte Balkan politikası, özellikle Bosna- Hersek üzerindeki politik manevrası, bunun İngiltere, Almanya ve Rusya ile olan ilişkilerine yansıması konusunda bakınız: Mithat Aydın, “İngiliz- Rus Rekabeti ve Osmanlı Devleti’nin Asya Toprakları Sorunu (1877- 1878)”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, C. 15, Sa. 38, Erzurum, 2008, s. 253- 288. Mithat Aydın, “Diplomasi Oyununda Aktörler ve Figüranlar: Berlin Kongresi’nde Büyük Devletler ve Bulgaristan”, Türk Tarihinde Balkanlar/ Balkans in the Turkish History, c.2, Ed. Zeynep İskefiyeli, M.Bilal Çelik, Serkan Yazıcı, Sakarya Üniversitesi Balkan Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (SABAMER) Yayınları, Haziran 2013, s.771-812. Mehmet Emin Elmacı, “Osmanlı Devleti’nde Ekonomik Güç Olarak Boykotun Siyasete Yansıması: 1908 Avusturya Boykotajı Örneği”, Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl:3, S: 6, 2005, s. 109. Boykotun iki devletin ticari ilişkilerinde yarattığı sonuçların bir başka değerlendirmesi için ayrıca bkz. Donald Quataert, Osmanlı Devleti’nde Avrupa İktisadi Yayılımı ve Direniş: 1881- 1913, (çev. Sabri Tekay), Yurt Yayınları, İstanbul 1987, s. 117. Mehmet Emin Elmacı, İttihat- Terakki ve Kapitülasyonlar, İstanbul Homer Yayınları, 2005, s. 52. F.R. Bridge, “Habsburg Monarşisi ve Osmanlı İmparatorluğu:1900-1918”, Osmanlı İmparatorluğunun Sonu ve Büyük Güçler, (yay. haz. Marian Kent), çev. Ahmet Fehmi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999, s. 49. 194 Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir Örnek... runu, Avrupa hükümetleri ile kredi anlaşması meselesi ve General Liman von Sanders Olayı.5Dört başlıkta da Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti üzerine giriştikleri rekabetten izler görülür.Osmanlı Devleti’nin uluslararası sorunları Avrupalı devletlerin iç içe geçen çıkar ilişkileri nedeniyle daha da büyümüştür. Örneğin Liman von Sanders’in başında bulunduğu Askerî Heyet’in İstanbul’a gelerek Osmanlı ordusunda reform faaliyetlerinde bulunması kararı Almanya ve Osmanlı Devleti arasındaki bir meseleyken Rusya bu gelişmeye büyük tepki göstermiştir.6 Savaş arifesi dönemindeAvusturya- Macaristan, Osmanlı Devleti’ne yönelik dış politikasında daha aktif bir tutum izleyerek tıpkı müttefikleri Almanya ve İtalya gibi Osmanlı Devleti’nden sermaye yatırımları, imtiyaz elde etme gibi çabalar içerisine girdiğini söylemek mümkündür.Örneğin Güney Anadolu Bölgesi’nde bazı iktisadi projeler bu dönemde gündeme getirilmiştir.7 Ancak Avusturya- Macaristanİtalya ve Almanya karşısında bu alanda başarılı olamadı.Temmuz Krizi8 ile değişen konjonktür iki devleti karşılıklı çıkarlar neticesinde birbirine yakınlaştırmıştır. Osmanlı Devleti’nin Temmuz Krizi sırasında müttefik arayışı içerisine girmesi Merkezi Devletler ile aynı tarafı seçmesi ile sonuçlanmıştır. Nitekim Temmuz Krizi ardından Avrupa’da başlayan savaşa Osmanlı Devleti de birçok diplomatik müzakerelerden sonra kısa süre içerisinde dahil olmuştur. Merkezi Devletlere doğru böyle bir adım atılmasına yönelik Osmanlı hükümeti kararsız kalsa da 22 Temmuz’da Enver Paşa, Alman Büyükelçisi Wangenheim’a Osmanlı hükümetinin İttifak devletlerine katılmasını arzuladığını bildirmiştir.9Osmanlı Devleti 2 Ağustos tarihinde Almanya ile imzaladığı ittifak anlaşması ile savaşa İttifak devletleri tarafında dâhil olmayı seçmiştir. 2 Ağustos tarihli anlaşma Osmanlı Devleti’nin savaşa aktif olarak katıldığı anlamına gelmemekle beraber savaştaki tarafını belirlemek adına verilmiş bir karardır. Avusturya- Macaristan, Almanya ile imzalanan ittifak anlaşmasına 5 Ağustos tarihli bir nota ile dâhil olmuştur.Osmanlı Devletisavaşa aktif bir şekilde Kasım 1914’te katılmıştır. 5 Mustafa Aksakal, Harb-i Umumi Eşiğinde: Osmanlı İmparatorluğu Son Savaşına Nasıl Girdi, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010, s.5. 6 Alman Askeri Heyeti’nin Osmanlı ordusunda görev yapacak olması sebebiyle yaşanan siyasi kriz için bakınız. JehudaWallach, Bir Askeri Yardımın Anatomisi, (çev. Fahri Çeliker), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1985, s. 126. 7 Bridge, “Habsburg Monarşisi…”, s. 51. 8 Temmuz Krizi kısaca 28 Haziran 1914 yılında veliaht Arşidük Ferdinand’ın ve eşi Sofia’nın Saraybosna’da Sırp asıllı Bosnalı bir genç olan GavriloPrincip tarafından suikasta kurban gitmesi ile başlayan diplomatik gelişmelerdir. Bu dönem özellikle Avrupalı devletler arasındaki siyasi müzakerelerin incelenmesi savaşı başlatan devletin hangisi olduğu sorusu çerçevesinde incelenir. Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız. David Fromkin, Avrupa’da Son Yaz: 1914’teki Büyük Savaşı Kim Başlattı?”(çev. Ahmet Şükrü Durukan), Alfa Yayınları, İstanbul 2015. 9 Carl Mühlmann, İmparatorluğun Sonu 1914: Osmanlı Savaşa Neden ve Nasıl Girdi? (çev. Kadir Kon), Timaş Yayınları, İstanbul 2009, s.77. 195 Bilge Karbi 2. Osmanlı Devleti ve Avusturya- Macaristanİttifakında Askerî Yardımlar Osmanlı Devleti’nin savaştaki müttefiklerinin savunma sanayisi, malî yapısı, askerî olanakları hakkında bir değerlendirme yapıldığında Almanya ilk sırada gelmektedir. Osmanlı Devleti’ni savaşta ancak Almanya’nın savaş sırasındaki malî desteği, askerîyardımı tutabilirdi. Osmanlı Devleti için geçerli olan bu durum aynı şekilde diğer müttefikler Avusturya- Macaristan ve Bulgaristan için de geçerliydi.10 Her üç devlete borç ve avans veren Almanya hem müttefiklerini savaşta tutabilmek hem de bu sayede sanayisi için gerekli olan pazarın devamlılığını da sağlamak amacındaydı. Bu nedenle İngilizlerin Osmanlı Devleti’ni devre dışı bırakmak için gösterdiği çaba, Almanya’nın başta silah sanayisi olmak üzere ihtiyaç duyduğu hammaddeyi temin etmesini engellemek amacına da matuftu. İngiliz devlet adamı Balfour’un deyimiyle İngiltere için “bundan daha ümit verici bir hareket olamazdı.”11 Savaşa katılan devletlerin asıl hedefişüphesiz savaştan galip bir şekilde ayrılmaktı. Mücadelenin devamı için müttefiklerin her birinin tüm askerî, malî gücüyle savaşı devam ettirmesi gerekiyordu. Bu mücadelenin devamını tehlikeye sokabilecek görünürdeki en büyük engel ise savaşı sürdürmek için gerekli olan potansiyeldi. Burada sırf orduların cephedeki performansları değil aynı zamanda ulaşım ağlarından malî duruma, iaşe olanaklarına kadar daha kapsamlı bir yeterlilik söz konusudur. Osmanlı Devleti’nin ise seferberlik hazırlıkları sırasında bunu sağlayamayacağı ortaya çıkmıştır. Balkan Savaşları devletin hem bütçesini hem de askerî durumunu ciddi biçimde sarsmıştır.Savaşagıda ve giyecek maddeleri gibi temel maddelerden oluşan altı aylık bir stokla girilse de savaşın uzaması ve ulaşım yollarının kapanması gibi gelişmelerin hesaba katılmaması savaşta Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakmıştır.12Savaştan çok kısa bir süre önce de Osmanlı hükümeti Trablusgarb ve Balkan Savaşları masraflarını karşılamak amacıyla yapılan istikrazlar ile İstanbul bankaları ve demiryolu şirketlerine olan borçları kapatabilmek için 24 Nisan 1914’te bir grup finans kuruluşu adına hareket eden Osmanlı Bankası ile borç imzalamıştır.13İttifak anlaşmasından hemen sonra da müttefik Almanya’dan 5 milyon liralık bir avans alınmıştır. Osmanlı Devleti’ninaskerî yardımlar konusunda müttefikleri ile yaşadığı önemli bir gelişmeSırbistan yolunun 1915 yılı sonunda açılması olmuştur. Yolun açılması için askerî faaliyetler ve diplomatik müzakereler devam ettiği sırada Osmanlı orduları Çanakkale Cephesi’nde düşman devletler ile savaşmaktaydı. Ancak acil olarak müttefik devletlerin desteğine ihtiyaç vardı. Sırbistan yolunun açılması ile müttefik devlete yardım sağlanacaktı. Bu sayede hem Rusya’nın müttefikleri ile olan bağlan- 10 Zafer Toprak, İttihad Terakki ve Cihan Harbi: Savaş Ekonomisi ve Devletçilik,Homer Yayınları, İstanbul 2003, s. 101. 11 Mithat Aydın, “Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’nde Mustafa Kemal (Atatürk)” Çanakkale Özel Sayısı, Yeni Türkiye, Ankara 2015, s. 721- 738. 12 Vedat Eldem, “Cihan Harbinin ve İstiklal Savaşının Ekonomik Sorunları”, Türkiye İktisat Tarihi Semineri: Metinler/ Tartışmalar, (Ed. Osman Okyar), Hacettepe Üniversitesi Yayınları, 1975, s. 374. 13 Rıfat Önsoy, Mali Tutsaklığa Giden Yol: Osmanlı Borçları 1854-1914, Turhan Kitabevi, Ankara 1999, s. 279. 196 Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir Örnek... tısı kesilecek hem de Osmanlı Devleti savaşı sürdürebilecekti. Ayrıca Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne yardım edememesi Alman ekonomik çevreleri tarafından da büyük bir tehlike olarak görülüyordu. Yıllardan beri Osmanlı Devleti’ni bir pazar olarak gören Alman ekonomik çevreleri yolun açılamaması yüzünden Alman ticaretinin tehlikeye girmesinden endişe ediyorlardı.14 Aynı endişe Avusturya- Macaristan için de geçerliydi. Avusturya- Macaristan’ın Osmanlı Devleti ile olan ticaretinde bu ulaşım yolunun kullanılamaması savaştan önceki iktisadi ilişkilerin kesintiye uğraması demekti. Sırbistan yolu 1915 yılının sonunda açılmıştır. Bu gelişme ile Osmanlı Devleti’nin müttefikleri ile olan bağlantısı sağlanmıştır. Avusturya- Macaristan Enver Paşa’nın talebi doğrultusunda Osmanlı cephelerinde savaşmak üzere topçu birlikleri başta olmak üzere otomobillerden oluşan motorize birlikler yanında sıhhî birlikler göndermiştir. Bu birlikler 1915 yılının sonundan itibaren Çanakkale Cephesi’nden başlayarak Osmanlı Harbiye Nezareti tarafından İzmir’de, Sina- Filistin Cephesi’nde kullanılmıştır.15Askerî birlikler yanında savaşın gerekliliği olan tarımsal ürünlerin ve hammaddenin ticaretine de devam edilmiştir. Osmanlı Devleti’nden AvusturyaMacaristan fabrikalarına çok miktarda maden gönderilmiştir.16Bu sayede hem müttefik devlete savaş sırasında yardım edilmiş hem de Avusturya- Macaristan Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerini güçlendirmiştir. Osmanlı Devleti’ne müttefiklerinden yapılanaskerî yardımlara karşılık olarak incelenebilecek bir örnek Galiçya Cephesi’ne gönderilen Osmanlı birlikleridir. Bu çalışmada incelenenGaliçya Cephesi’ne 15. Kolordunun gönderilmesi kararıgörünürde askerî yardım sağlamak için alınmış bir karardır. Ancak arka plandaki diplomatik ve askerî alandaki görüşmelerkararın askerî yardım kadar siyasi ilişkilerdeki önemini de ortaya çıkaracaktır. 3. 15. Kolordunun Galiçya Cephesi’neGönderilmesi Kararının Gündeme Gelmesi ve KararınGerçekleştirilmesi Alman Genelkurmay Başkanı Falkenhayn ve Enver Paşa 1915 yılının Kasım ayının sonunda Orşova’da bir araya gelmiştir. Görüşme sırasında Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne yaptığı maddi desteğin şartları gözden geçirilmiştir.17 Bu maddi destek karşılığını Enver Paşa’nın Avrupa cephelerine askerî kuvvet göndermeyi teklif etmesinde bulmuştur. Dolayısıyla Enver Paşa ve Falkenhayn arasında Orşova’daki toplantıda konuşulan diğer bir konu da bu olmuştur.18Enver Paşa, Orşova’da icap 14 Mustafa Çolak, “Çanakkale Savaşları ve Almanya”, Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl:8, Sayı:16, 2010, s. 42. 15 Peter Jung,Der k.u.k. Wüstenkrieg: Österreich- Ungarn im Vorderen Orient 1915-1918, StyriaVerlag, Viyana 1992. 16 Taylan Esin, “I. Dünya Savaşı’nda Tehcir ve Almanya ve Avusturya’ya Bakır İhracı”, Toplumsal Tarih Dergisi, S: 233,2013, s. 34-40. 17 Carl Mühlmann, DasDeutsch- türkischeWaffenbündnis im Weltkriege, Verlag Köhler&Amelang, Leipzig 1940, s. 106. 18 W.E.D. Allen, Paul Muratoff, CaucasianBattlefields: A history of the Wars on the Turco- CaucasianBorder 1828- 1921, Cambridge UniversityPress, Cambridge 1953, s. 325. 197 Bilge Karbi ederse altı adet birliği hizmete sunacağına söz vermiştir.19Söz konusu fikir Almanya, Avusturya- Macaristan ve Osmanlı Devleti tarafından ortak bir şekilde geliştirilmiştir. Çanakkale Cephesi’nin bu tarihte Osmanlı ordusu tarafından düşmandan tamamen temizlenmiş olması dolayısıyla burada savaşan birliklerin boşta kalması da bu düşüncenin gerçekleştirilmesi ihtimalini kuvvetlendirmiştir. Ancak kararın hayata geçirilmesi önünde ciddi sorunlar vardı. Falkenhayn’ın hatıratında da belirttiği gibi Osmanlı Devleti, birliklerinin Avrupa cephelerinde kullanılmasını teklif etmiş olsa da birlikler askerî teçhizat ve kıyafetkonusunda çok zayıftı ve eğitimlerinin de yetersiz olması nedeniyle bu birliklerden Avrupa cephelerinde bir fayda beklenilmesi gerçekçi değildi.20 Ayrıca başka bir sorun da Osmanlı birliklerinin cepheleretransferinin ne şekilde sağlanacağıydı. Tuna yolu tahıl, hububat taşıyıcılığı nedeniyle yoğundu. Belgrad- Niş- Sofya- Edirne demiryolunda ise Almanların iki treni, günlük olarak her iki yönde de gidip gelerek Almanya’dan Osmanlı Devleti’ne savaş malzemesi Osmanlı Devleti’nden Almanya’ya da hammadde taşıyordu.21 Bu nedenlerden dolayı karar Şubat ayında uygulanmayıp askıya alınmıştır.Pomiankowski hatıratında kararın askıya alınması sebebi olarak Enver Paşa’nın sürekli fikir değiştirmesi sonucu AvusturyaMacaristan Genelkurmay Başkanı Conrad von Hötzendorf’un bu fikirden vazgeçmesi olduğunu göstermiştir.22 Enver Paşa için bu kararın gerçekleşmesiaskerî olduğu kadar siyasi açıdan da mühimdi. Bronsart’ınPomiankowski’ye belirttiğine göre Enver Paşa’nın, söz konusu birliklerin nakillerinin gerçekleşmemesi ihtimalinden dolayı korkuları vardı.23Bu karar gerçekleşmezse Osmanlı hükümeti buna olumsuz bir tepki gösterecekti. Ayrıca İtilaf devletleri de İttifak devletleri arasında böyle bir kararın gündemde olduğunu tahmin ediyordu. Eğer karar gerçekleşmezse o zaman İtilaf devletleri tarafından Rusya’nın Doğu Anadolu’daki taarruzlarında başarı elde ettiği düşünülecekti ki Enver Paşa, İtilaf devletlerinin bundan faydalanmasını önlemek istiyordu. Pomiankowski’nin bu yorumuna göre Enver Paşa için birliklerin Avrupa cephelerine gönderilmesi İtilaf devletleri nezdinde ortaya çıkacak büyük bir başarı demekti. Bu sayede Enver Paşa, Osmanlı cephelerindeki askerî durum iyi gittiğinden dolayı boşta kalan Osmanlı birliklerinin Avrupa cephelerine gönderdiği izlenimini yaratacaktı. Aradan birkaç ay geçtikten sonra Ruslar, 4 Haziran’da Brussilov taarruzu ile Avusturya- Macaristan ordusuna ağır bir darbe indirmiştir.24Avusturya- Macaris- 19 KA, KM, Op. Abt. 507, 22028/II, Pomiankowski’den, 25 Şubat 1916. 20 Erich von Falkenhayn, DieObersteHeeresleitung 1914-1916, ErnstSiegfriedMittler und Sohn, Berlin 1920, s. 175. 21 KM, KA. Op. Abt. 507, 21573, Pomiankowski’den Telgraf, 7 Şubat 1916. 22 Josef Pomiankowski, Der ZusammenbruchdesOttomanischenReiches: Erinnerungen an dieTürkeiaus der ZeitdesWeltkrieges, AmaltheaVerlag, Viyana,1928, s. 230. 23 KM, KA. Op. Abt. 507, 22757, Pomiankowski’den Telgraf, 12 Mart 1916. 24 Cihat Akçakayalıoğlu, “15. Türk Kolordusunun Birinci Dünya Savaşı’nda Galiçya’ya Gönderilmesi ve Ordudaki Harekata Kısa Bir Bakış”, Askeri Tarih Bülteni, Yıl:7, Sayı:14,1982, s. 22. 198 Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir Örnek... tan ordusu çok sayıda askerini bu saldırıda yitirmiştir. Brussilov saldırıları 1914 ve 1915 yıllarındaki saldırılar ile de birleşince Habsburg insan gücü havuzu boşalmış oldu.25Ayrıca 1916 yılında İtalya da savaşa girmiştir. Avusturya- Macaristan askerî güçlerini İtalya için de kullanmak zorunda kalmıştır. Ayrıca Almanya ve AvusturyaMacaristan Genelkurmay Başkanları Falkenhayn ve Hötzendorf’un aralarının açık olması İtalya’ya karşı Almanya’dan askerî bir destek gelmesini engellemiştir.26Brussilow taarruzu Falkenhayn’ın konuyu 27 Haziran’da tekrar gündeme getirmesine neden olmuştur.27Osmanlı Devleti savaş sırasında müttefiki Avusturya- Macaristan’a ortak düşman Rusya ile olan mücadelede destek olabilirdi. Osmanlı hükümeti Galiçya Cephesi’ne 15. Kolorduya bağlı iki tümen olan 19. ve 20. Tümenleri gönderme kararını 10 Temmuz 1916 tarihinde kesinleştirmiştir. Bundan sonra yapılması gereken cepheye yapılacak olan sevkiyat için hazırlıklara başlamaktı. Galiçya Cephesi’ne gönderilecek olan kolordu Çanakkale Cephesi’nde savaşmış deneyimli subaylardan ve askerlerden oluşmaktaydı. Ayrıca kolordunun hazırlıkları için de Enver Paşa özel bir çaba göstermiştir. Enver Paşa’nın emri uyarınca 15. Kolorduyu oluşturan birlikler otuz iki yaş altı, fiziksel olarak düzgün ve sağlıklı görülen genç subaylardan seçilmiştir.2815. Kolordunun hazırlıkları yeterince tamamlanamasa bile 23 Temmuz 1916 tarihinde ilk kafile Galiçya’ya doğru yola çıktı.29 Müttefik Avusturya- Macaristan’a bu desteğin Osmanlı Devleti tarafından sağlanmasıaskerî karar alıcıları da ikiye bölmüştür. Alman generallerinin kaleme aldıkları raporlarda Osmanlı Devleti’nin savaştaki askerî durumu hakkında yapılan değerlendirmelerde Galiçya Cephesi’ne gönderilen birliklere de değinilmiştir. Örneğin Schellendorf’a göre savaşın asıl sahası Batı Cephesi’ydi. Osmanlı coğrafî durumu, askerî ve ekonomik kudreti itibariyle bu savaşta ancak ikinci derecedeki bir cephe değerindeydi. Bu sebeple kullanılması mümkün görülen bazı kuvvetlerin esas muharebe cephelerine gönderilmesi savaşın esas ilkelerindendi.30Liman von Sanders’e 25 Edward J. Erickson, Size Ölmeyi Emrediyorum: Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu, (çev. Mehmet Tanju Akad), Kitap Yayınevi, İstanbul 2011, s. 195. Alman General ErichLudendorff da hatıratında savaşın başındayken bile Avusturya ordusunun kıymetli bir muharebe unsuru olmadığını ve tren hatlarının da bütünüyle yetersiz olduğunu yazarak Üçlü İttifakın yalnız siyasi bir ittifakken Fransa- Rus ittifakının ise açıkça askeri mahiyette olduğunun altını çizer. ErichLudendorff, Birinci Dünya Savaşı’nda Gördüklerim ve Yaşadıklarım, (yay. haz. Asiye Yıldırım), Dün Bugün Yarın Yayınları, İstanbul 2014, s. 76. 26 Norman Stone, Birinci Dünya Savaşı, ( çev. Ahmet Fethi Yıldırım), Doğan Yayıncılık, İstanbul 2007, s. 82. 27Mühlmann, DasDeutsch- türkischeWaffenbündnis, s. 107. 28 Oya Dağlar Macar, “Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ordularının Galiçya Cephesine Gönderilmesi ve Cephe Gerisinde Yaşananlar”, İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Dergisi- Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları Dergisi, Yıl: 5, S: 10, 2006, s. 55. Birliklerin eğitimleri, donanımları hakkında dönemin Osmanlı basını da övgü dolu haberler yapmıştır. Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Dağlar Macar, “ Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordularının…”, s. 60. 29 Dağlar Macar, “ Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordularının…”, s. 54. 30 Dağlar Macar,“ Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordularının…”, s. 48. 199 Bilge Karbi göre ise Galiçya’ya asker gönderilmesi fikri başından beri yanlıştı. Topraklarının çoğu düşmanlar tarafından işgal edilmiş olan ve neredeyse en son vatandaşını bile askere almak zorunda kalan bir devletin dışarıya birlik göndermemesi gerekirdi.31Avrupa’ya gönderilen birliklerin en iyi subaylar ve erler arasından seçilmesi ve teçhizat, giyecek olarak da en iyilerinin verilmesi geride kalan birliklerin kalitesinin sürekli düşmesine neden olmuştur.32 4. Kararın ve Birliklerin Galiçya Cephesi’ne Gelişlerinin AvusturyaMacaristan Basınındaki Yankısı Osmanlı birliklerinin Galiçya Cephesi’ne gönderileceği haberi Avusturya- Macaristan basınında da yer buldu. Temmuz ayının sonundan itibaren gazeteler konu hakkında haber yapmaya başlamışlardır. Gazetelerin birçoğu birliklerin gelişini dostlukla ve sevinçle selamladıklarını yazan haberler ile duyurmuşlardır.Gazetelerde birliklerin eğitimleri ve donanımlı olduklarına dikkat çekilmiştir. Örneğin NeuesWienerJournalbirliklerin özellikle görünümü hakkında övgü dolu bir şekilde yazmıştır. Subaylar, Alman eğitimi verilen modern okullarda okumuşlardı ve iyi bir eğitim almışlardı.33Neue Freie Presse ise bu gelişmeyi İttifak devletlerinin cephedeki birliği olarak yorumladı:“…Türk askerleri yüzyıllardan beri savaş meydanlarında cesaretleri ile biliniyor. Rusya ve müttefikleri önce deniz yoluyla İstanbul’u ele geçirmeyi planladılar. Rusya şimdi de Galiçya, Bukowina üzerinden karayolu ile Boğazları zorlamak istiyor. Cepheler değişse de Çariçe Katerina zamanından beri Petersburg’un savaş amacı aynıdır. Bu sebeple Balkanlar’ın kaderi ve Tuna ile Akdeniz arasında yaşayan halkların geleceği Türkiye’nin bağımsızlığından ayrı düşünülemez. İstanbul çarlığın başkenti olduğunda Balkanlar’da yaşayan halkların bağımsızlığı ve büyük Avrupa tarihi ile olan ilişkileri de sona erdirilecek. Türkiye ezeli düşmanı, bütün kötülüklerin sebebi ve Panslavizmin gaddarlığı ile savaşıyor. Osmanlı Devleti, Almanya ve Avusturya- Macaristan ittifak sayesinde kan kardeşi oldular. Sırbistan’ın işgali ile Tuna yolu açıldı ve İstanbul ile bağlantı kuruldu. Boğazların güvenliği sağlandı. Şimdi de Türk askerleri Galiçya’ya yardıma geliyorlar.”34Gazetede çıkan haber dönemin müttefik propagandasına uygun şekilde yazılmıştır. Savaştaki kardeşlik, yardımlaşma vurgusu haberdehâkimdir. Ayrıca ortak düşman Rusya’nın da altı çizilmiştir. Osmanlı Devleti, Galiçya’ya müttefikine yardım kadar kendi ezeli düşmanı Rusya ile de savaşmaya gidiyordu. Galiçya Cephesi’ne birliklerin gelişi ile gazetede birkaç gün sonra bir haber daha yapılmıştır.Haberi yapan savaş muhabiri Alexander Roda Roda, Lemberg’e gelen birliklerin halk tarafından büyük bir sempati ile karşılandığını yazar: “…Askerler birinci sınıf savaş materyaline ve kıyafetlere sahipti. Yolculukları uzun sürmüş olsa da herhangi bir yorgunluk belirtisi yoktu. Avusturya- Macaristan 31Mühlmann, DasDeutsch- türkischeWaffenbündnis, s. 107. 32 Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl,(çev. Eşref Bengi Özbilen)İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2014, s.168. 33 “Die Türken für Galizien”, NeuesWienerJournal, 30 Temmuz 1916, s. 3. 34 “TürkischeTruppen in Galizien”, Neue Freie Presse, 28 Temmuz 1916, s.1. 200 Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir Örnek... Genelkurmay Başkanlığı demiryolları idaresi ile iletişime geçerek askerlerin ulaşımı için gerekli özveriyi göstermişti. Türk birliklerinin Galiçya ve Wolhynien’e gelişleri anlık bir karar değil, aksine uzun süredir planlanan bir düşünenin sonucuydu. Düşman devletler de savaş sırasında birbirlerine cephelerde yardım ediyorlardı. Ancak Türk birlikleri Galiçya’ya düşman devletlerinki gibi müttefike yardım amacıyla gelmemişlerdi. Türk birlikleri ezeli düşmanları Rusya’ya karşı Avusturya- Macaristan ile omuz omuza savaşmak için gelmişlerdi.”35Roda Roda’nın haberinde de Rusya vurgusu ön plandadır.Alman NordDeutscheZeitung da konu hakkında bir haber yaptı.36 Gazetede çıkan haberi,Pester Lloyd isimli Almanca haber yapan Macar gazetesi de bir gün sonra gazetesine taşımıştır. Haber, “…Almanya ve Avusturya- Macaristan Osmanlı Devleti’ne askerî teçhizat ve mühimmat sağlamada yardımcı oldu. Şimdi Osmanlı Devleti de kendi cephelerinde kullanmadığı boşta kalan birliklerini bu askerî yardımlara bir karşılık olarak Galiçya’ya göndermek istiyor. Ne kadar cesaretli olduklarını savaş meydanlarında kanıtlayan Türk askerlerinin Galiçya Cephesi’ne gelmeleri mutluluk vericidir. Bu yardım Rusya’nın Fransa’ya yaptığı yardımdan farklı bir yardımdır. Rusya ve Fransa arasındaki yardımlaşma siyasi amaçlı. Oysaki Türk askerlerinin Galiçya Cephesi’ne gelmeleri dört müttefik devletin askerî rezervlerinin ekonomik bir şekilde kullanılması amacıyla alınmış stratejik bir değer taşıyor. Başka bir fark da birliklerin nakliyesi sırasındaki problemdir. Rusya’nın kötü şartlardaki ulaşım sistemleri İtilaf devletlerinin birbirleri ile olan yardımlaşmasını olumsuz etkilese de Osmanlı Devleti’nin Avusturya- Macaristan ile olan ulaşım bağlantısı kusursuzdur. Bu açıklamalar Rus basınında Kafkasya Cephesi’ndeki Rus başarıları hakkında yazılan yalan haberlere etkili bir cevap olacaktır.” şeklindeydi.37 5. Avusturya- Macaristan Dış Politikasında Kararın Yeri Osmanlı birliklerinin Galiçya Cephesi’ne gönderilmesineaskerî çevreler karar vermiştir. Karar kesinleştikten sonra konu basının da gündeminde yer almıştır.Bunlara ilave olarak karar diplomatik temsilciler tarafından da ittifakın diğer bir yüzü olan siyasi ilişkilerin bu karardan ne şekilde etkileneceği yönünde tartışılmıştır. Birliklerin gönderilmesi fikri henüz tartışılırken,Enver Paşa ve Avusturya- Macaristan Büyükelçisi JohannMarkgraf von Pallavicini arasında konu ile alakalı bir görüşme yaşandı. Pallavicini’ye göre Enver Paşa iki birliği Avrupa cephelerine göndererek İtilaf devletlerini etkilemek istiyordu. Böylece İtilaf devletleri Osmanlı Devleti’nin kendi cephelerinde yeterli sayıda birliği olduğu izlenimini edinecekti. Kamuoyu nezdinde de iyi bir izlenim yaratılacaktı. Ayrıca Enver Paşa iki birliği Avusturya- Macaristan ordusunun hizmetine sunarak Avusturya- Macaristan’ı büyük bir borç altına sokmak niyetindeydi. Rus cephesinde savaşan iki birlik karşılığında Avusturya- Macaristan’dan da Kafkasya Cephesi’nde bir destek beklemenin önü açılacaktı. Enver Paşa’nın düşünce 35 “DasEingreifentürkischerTruppen an unsererNordostfront”, Neue Freie Presse, 30 Temmuz 1916, s.3. 36 “DietürkischeVerbande in Galizien”, NordDeutscheAllgemeineZeitung, 27 Temmuz 1916, s.1. 37 “Der FeldzuggegenRusland”, Pester Lloyd, 28 Temmuz 1916, s. 14. 201 Bilge Karbi biçimini çok iyi bildiğini iddia eden Pallavicini karara siyasiaçıdan bakarak bu fikre karşı olduğunu belirtti.38 Karar kesinleştiği dönemde Osmanlı devlet adamları müttefiklerine Osmanlı Devleti’nin savaş sırasındaki genel durumu hakkında son derece olumlu beyanatlar veriyorlardı. Osmanlı devlet adamlarının bu olumlu beyanatları sırf Pallavicini’nin değil, Almanya’nın İstanbul’daki BüyükelçisiMetternich’in de dikkatini çekmiştir. Osmanlı devlet adamları her şeyi tozpembe bir çerçevede anlatsalar da kendi aralarında durum ile alakalı şüphesiz farklı yorumlar yapıyorlardı.39 Nitekim Pallavcini’nin konu hakkında yazdığı bu raporun devamına göre Osmanlı cephelerinde durum pek de iyi gitmiyordu. Trabzon, Bayburt, Erzurum, Bitlis ve Van gibi önemli yerler Rusya tarafından işgal edilmişti. Osmanlı ordusunun büyük bir sorunu olan asker kaçaklarının sayısı giderek artıyordu. İzzet Paşa’nın Rusları Erzurum ve Erzincan’dan çıkarmak için yapacağı taarruz da ulaşım olanaklarının yetersizliği gibi nedenlerden dolayı sonuçlanmamıştı. Rusya, Trabzon ve Samsun arasındaki askerî faaliyetlerini de arttırmıştı. Ayrıca Rus birliklerinin Sivas’ın içlerine doğru ilerlemesi ihtimali de bölgenin Müslüman kimliği nedeniyle İstanbul’da son derece olumsuz bir etki yaratabilirdi.Bütün bu şartlar altında Galiçya’ya birlik göndermek hayret edilebilecek bir karardı. Rus işgalleri ve Arabistan İngiliz tehlikesi altındayken Osmanlı devlet adamlarının iyimser tutumları gerçekçi değildi. Deneyimli diplomatPallavicini 1916 yılının Ağustos ayında müttefiki Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu bu şekilde tasvir etmiştir.Osmanlı Devleti 1916 yılında Ocak ve Ağustos aylarında Almanya’dan yeniden avans almıştır.40 Bu avanslar ve Sırbistan üzerinden gelen yardımlar Osmanlı Devleti’ne büyük bir fayda sağlamıştır. Ancak demiryolundaki ulaşım sıkıntıları gibi yapısal bazı sorunlarda bir çözüme gidilmemiştir. Bütün bu gözlemler bir araya geldiğinde Pallavicini’nin de belirttiği gibi Osmanlı hükümetinin Galiçya’ya asker gönderme fikri pek de gerçekçi değildi.Metternichde, Enver Paşa’nın bu askerî yardımı ileride Almanya’dan isteyeceği siyasi taleplere karşı haklı bir sebep olarak gösterebileceği düşüncesindeydi.41Görüldüğü gibi Metternich’in ve Pallavicini’nin korkuları ve uyarıları aynı yöndeydi. 1916 yılında Avusturya- Macaristan ile Osmanlı Devleti arasında bir avans anlaşması imzalandı. Cavid Bey’in uzun süren müzakereleri sonucunda Avusturya ve Macar bankalarından oluşan bir konsorsiyum Osmanlı hükümetine kredi açmayı Haziran ayında kabul etti.42 Bu kredi Avusturya ve Macar fabrikalarına verilen siparişlerin ödenmesinde kullanılacaktı. Bu sayede Almanya ile olduğu gibi Avusturya- Ma- 38 39 40 41 HHStA, PA I- 946, Pallavicini’denBurian’a, Nr. 22/P. 17 Mart 1916. HHStA, PA I- 946, Pallavicini’denBurian’a, Nr. 60/P. 8 Ağustos 1916. Hazım Atıf Kuyucak, Para ve Banka, c.I, Işıl Matbaası, İstanbul 1947, s. 343-344. UlrichTrumpener, Germany and the OttomanEmpire: 1914-1918, Princeton UniversityPress, New Jersey 1968, s.131. 42 Hasan Babacan, Servet Avşar (haz.), Cavid Bey:Meşrutiyet Ruznamesi, C:3, TTK Yayınları, Ankara 2015, s. 197. 202 Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir Örnek... caristan ile olan ticaret de devam edebilecekti. Kredi anlaşması imzalandıktan sonra Enver Paşa ve Pallavicini bir araya gelerek bir görüşme gerçekleştirmişlerdir.Bu görüşme sırasında Enver Paşa söz konusu avans için Pallavicini’ye kendisinin desteği ve gayretinden dolayı teşekkür ettikten sonra Osmanlı hükümetinin de monarşinin bu desteğine karşılık olarak Galiçya Cephesi’ne 35.000 asker gönderdiğini söyledi.Pallavicini de buna cevap olarak verilen avans ile Galiçya’ya gönderilen asker arasında hiçbir şekilde bir bağlantı olamayacağı cevabını verdi. Galiçya’ya asker gönderme iki devletin genelkurmay başkanlıkları arasında verilmiş bir kararken, ikincisi yani avans meselesi özel bankalar arasında alınmış bir karardı.43 Siyasi açından diğer bir uyarı da Alman Hariciye Nezareti Müsteşarı vonJagow’dan gelmiştir. Müsteşarın,Falkenhayn’a belirttiği gibi Osmanlı Devleti bu karar ile hem Almanya’nın hem de Avusturya- Macaristan’ın koruyucusu rolünü oynayacaktı. İleride savaşa katılan devletler barış görüşmelerine meyilli olsalar bile Kafkasya ve Irak, Rus birlikleri tarafından tamamen boşaltılmadığı müddetçe bir barış anlaşmasından söz edilemeyecekti. Falkenhayn, Jagow’un bu uyarılarına ne yazık ki Almanya’nın özellikle de Avusturya- Macaristan’ınaskerî durumunun söz konusu politik sonuçları düşünemeyecek durumda olduğu cevabını verdi.44Kararın uygulanmasındaki temel neden cephelerdeki muharebelerin gidişatıydı. Kararın olası siyasi sonuçları gerek Alman gerekse Avusturyalı diplomatların tüm uyarılarına rağmen ikinci planda kaldı. 6. Sonuç Türkiye’de Birinci Dünya Savaşı ile alakalı tarih yazımında Galiçya Cephesi’nin özel bir yeri vardır. Galiçya Cephesi’ne giden birlikler tıpkı savaş sırasında Osmanlı cephelerine gelen Avusturya- Macaristan topçu birlikleri gibi burada sırf askerî açıdan değil manevi açıdan da zorluklarla karşılaşmışlardır. Dillerini ve kültürlerini bilmedikleri bir coğrafyada düşman devletlere karşı savaşmışlardır. Bu karar etrafındaki tartışmalar sayesinde basının, askerî çevrelerin ve diplomatların tutumları bir arada görülebilmiştir. Her müttefikin hem askerî hem de sivil kanadı kararı farklı yorumlamıştır. Kararın alınmasındaki nedenlerin en geçerlisiAvusturya- Macaristan’ın cephedeki askerî durumunun giderek kötüleşmesiydi. Bu sebeple Osmanlı birliklerinin GaliçyaCephesi’ne gönderilmesi fikri önce askıya alınmış olsa da daha sonra tekrar gündeme taşınmıştır.Osmanlı hükümeti açısından ise kararın askerî nedeni müttefik devlete yardım etmek kadar Rusya’nın Kafkasya’daki taarruzlarına ve İtilaf devletlerine karşı da olumlu bir tablo çizebilmekti. Dönemin Avusturya- Macaristan basını ise bu gelişmeyi öncelikle Osmanlı Devleti’nin ezeli düşmanı Rusya’ya karşı savaşması olarak daha sonra da müttefik devletlerin birliklerini farklı cephelerde kullanmasının doğal bir sonucu olarak göstermiştir. Şüphesiz savaş sıra- 43 HHStA, A.R. F23-60, Pallavicini’den Hariciye nezaretine, Nr. 3076/A. 10 Ağustos 1916. 44Mühlmann,DasDeutsch- türkischeWaffenbündnis, s. 108. 203 Bilge Karbi sındaki basın üzerinde hükümetler tarafından ciddi bir baskı vardı. Bu sebeple basının konuyu Avusturya- Macaristan’ın yetersizlikleri çerçevesinde değerlendirmesi beklenemez. Diplomatik çevrelerde ise karara karşı çıkanlar Osmanlı Devleti’nin bu sayede eline bir koz geçtiği düşüncesinde olanlardı. Gerek Alman gerekse Avusturyalı diplomatlar açısından bu sebeple karar son derece yanlıştı. Savaşın cephelerdeki seyri askerî çevreleri kararı almaktan ve uygulamaktan alıkoymamıştır. Cephelerdeki koşullar karar ile gelecekte ortaya çıkabilecek olası siyasi sorunların önüne geçmiştir. Galiçya Cephesi örneği müttefiklerin birbirleri arasındaki askerî yardımların hangi bakış açıları ile karar verildiğini göstermek açısından dikkate değer bir örnektir. Savaş sırasında askerî yardım bağlamında alınmış kararların aslında savaştan sonra barış masasına oturacak müzakereciler tarafından son derece dikkatle atılması gerekli adımlar olduğunu da göstermiştir. 204 Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan Askerî Yardımlarına Bir Örnek... Kaynakça A. Arşiv Kaynakları Avusturya Devlet Arşivi Kriegsarchiv: KA-KM. Op. Abt. 507 Haus-, Hof-, und Staatsarchiv: HHStA, PA I - 946 B. Gazeteler NeuesWienerJournal Neue Freie Presse NordDeutscheAllgemeineZeitung Pester Lloyd C. Araştırmalar Akçakayalıoğlu, Cihat, “15. Türk Kolordusunun Birinci Dünya Savaşı’nda Galiçya’ya Gönderilmesi ve Ordudaki Harekata Kısa Bir Bakış”, Askerî Tarih Bülteni, Yıl:7, S.14,1982, s.17- 35. Aksakal, Mustafa, Harb-i Umumi Eşiğinde: Osmanlı İmparatorluğu Son Savaşına Nasıl Girdi, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010. Allen, W.E.D.,Muratoff, Paul, CaucasianBattlefields: A history of the Wars on the Turco- CaucasianBorder 1828- 1921, Cambridge UniversityPress, Cambridge 1953. Aydın, Mithat, “Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’nde Mustafa Kemal (Atatürk)”, Çanakkale Özel Sayısı, Yeni Türkiye, Ankara 2015, s.721-738. ………………,“Diplomasi Oyununda Aktörler ve Figüranlar: Berlin Kongresi’nde Büyük Devletler ve Bulgaristan”, Türk Tarihinde Balkanlar/ Balkans in the Turkish History, C.2, Ed. Zeynep İskefiyeli, M.Bilal Çelik, Serkan Yazıcı, Sakarya Üniversitesi Balkan Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (SABAMER) Yayınları, Sakarya 2013, s.771-812. ………………., “İngiliz- Rus Rekabeti ve Osmanlı Devleti’nin Asya Toprakları Sorunu (1877- 1878)”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, C. 15, S. 38, 2008, s. 253-288. Babacan, Hasan, Avşar, Servet (haz.), Cavid Bey: Meşrutiyet Ruznamesi, C:3, TTK Yayınları, Ankara 2015. Babuna, Aydın, Bir Ulusun Doğuşu: Geçmişten Günümüze Boşnaklar, ( çev. Hayati Torun ), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2012. Bridge, F.R., “Habsburg Monarşisi ve Osmanlı İmparatorluğu:1900-1918”, Osmanlı İmparatorluğunun Sonu ve Büyük Güçler, (yay. haz. Marian Kent), (çev. Ahmet Fehmi), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999, s. 36-59. Çolak, Mustafa, “Çanakkale Savaşları ve Almanya”, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl:8, Sayı:16, 2010, s. 35- 47. Dağlar Macar, Oya, “Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ordularının Galiçya Cephesi’ne Gönderilmesi ve Cephe Gerisinde Yaşananlar”, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları Dergisi, Yıl: 5, S: 10, 2006 s.4576. Eldem, Vedat, “Cihan Harbinin ve İstiklal Savaşının Ekonomik Sorunları”, Türkiye İktisat Tarihi Semineri: Metinler/ Tartışmalar, (Ed. Osman Okyar), Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara 1975, s. 373408. 205 Bilge Karbi Elmacı, Mehmet Emin, “Osmanlı Devleti’nde Ekonomik Güç Olarak Boykotun Siyasete Yansıması: 1908 Avusturya Boykotajı Örneği”, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl:3, S.6, 2005, s. 89- 112. …………………………,İttihat- Terakki ve Kapitülasyonlar, Homer Yayınları, İstanbul 2005. Erickson, Edward, J.,Size Ölmeyi Emrediyorum: Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu, (çev. Mehmet Tanju Akad), Kitap Yayınevi, İstanbul 2011. Esin, Taylan, “I. Dünya Savaşı’nda Tehcir ve Almanya ve Avusturya’ya Bakır İhracı”, Toplumsal Tarih Dergisi, S: 233,2013, s. 34-40. Falkenhayn,Erich von, DieObersteHeeresleitung 1914-1916,ErnstSiegfriedMittler und Sohn, Berlin 1920. Fromkin, David, Avrupa’da Son Yaz: 1914’teki Büyük Savaşı Kim Başlattı?”(çev. Ahmet Şükrü Durukan), Alfa Yayınları, İstanbul 2015. Jung, Peter, Der k.u.k. Wüstenkrieg: Österreich- Ungarn im Vorderen Orient1915-1918,StyriaVerlag, Viyana 1992. Kuyucak, Hazım Atıf, Para ve Banka, c.I, Işıl Matbaası, İstanbul 1947. Ludendorff,Erich,Birinci Dünya Savaşı’nda Gördüklerim ve Yaşadıklarım, (yay. haz. Asiye Yıldırım), Dün Bugün Yarın Yayınları, İstanbul 2014 Mühlmann, Carl, DasDeutsch- türkischeWaffenbündnis im Weltkriege, Verlag Köhler&Amelang, Leipzig1940. …………………,İmparatorluğun Sonu 1914: Osmanlı Savaşa Neden ve Nasıl Girdi?(çev. Kadir Kon), Timaş Yayınları, İstanbul 2009. Önsoy, Rıfat, Malî Tutsaklığa Giden Yol: Osmanlı Borçları 1854-1914, Turhan Kitabevi, Ankara 1999. Pomiankowski, Josef, Der ZusammenbruchdesOttomanischenReiches: Erinnerungen an dieTürkeiaus der ZeitdesWeltkrieges, AmaltheaVerlag, Viyana 1928. Quataert, Donald,Osmanlı Devleti’nde Avrupa İktisadi Yayılımı ve Direniş: 1881- 1913, (çev. Sabri Tekay), Yurt Yayınları, İstanbul 1987. Sanders, Liman von, Türkiye’de Beş Yıl, ( çev. Eşref Bengi Özbilen), İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2014. Stone, Norman,Birinci Dünya Savaşı, (çev. Ahmet Fethi Yıldırım), Doğan Yayıncılık, İstanbul 2007. Toprak, Zafer,İttihad Terakki ve Cihan Harbi: Savaş Ekonomisi ve Devletçilik, Homer Yayınları, İstanbul 2003. Trumpener, Ulrich, Germany and the OttomanEmpire: 1914-1918, Princeton UniversityPress, New Jersey 1968. Wallach, Jehuda, Bir Askerî Yardımın Anatomisi, (çev. Fahri Çeliker), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1985. 206 ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI Yıl 14 Bahar 2016 Sayı 20 ss. 207-227 Bayramiç Hadimoğlu Konağı Alptekin YAVAŞ* Özet Osmanlı Devleti’nin XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zayıflayan ekonomisi ve değişen toprak rejimi ile Âyanlar ortaya çıkmıştır. Hâkim oldukları sancaklarda gerçekleştirdikleri imâr faaliyetleri, Anadolu’da yeni bir mimari tarzı ortaya çıkarmıştır. Âyan mimarisi plan, malzeme ve süsleme açısından İstanbul’daki sarayların küçük birer örneğidir. Türk Resim Sanatında batı etkisiyle XVIII. yüzyıl ortalarından itibaren görülmeye başlanan kalem işi tekniğindeki duvar resimleri yüzyılın son çeyreğinde artış kaydetmiş, XIX. yüzyılda özellikle II. Mahmut döneminde zengin örnekler vererek sürdürülmüştür. Başkentte başlayıp Anadolu’ya yayılan bu süsleme türü, İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda, Anadolu’da ise daha çok cami, ev, şadırvan ve türbelerde görülür. Hadimoğlu Konağı dönemin bu mimari ve süsleme özelliklerini yansıtan seçkin bir taşra örneğidir. Anahtar Kelimeler: Bayramiç, Hadimoğlu, Âyan, Konak, Sivil Mimari. The Hadimoglu Mansion in Bayramic Abstract Starting from the second half of the 18th century, the Âyans had emerged with the weakening economy and changes in the soil regime of the Ottoman Empire. The reconstruction activities, which they carried out in the lands under their control, had revealed a new style of architecture in Anatolia. Âyan architecture is a small example of the palaces in Istanbul in terms of plans, materials, and decoration. Wall paintings done with the stenciled mural technique, which had started to be seen with the Western influence from the mid-18th century onwards, had continued with their rich examples during the 19th century, especially in the era of Mahmut II. This type of decoration, which had started in the capital and then spread to Anatolia, is seen in the Topkapi Palace of Istanbul, and mostly in the mosques, houses, fountains and shrines of Anatolia. The Hadimoglu Mansion is an exclusive provincial sample reflecting the architectural and decorative features of the period. Keywords: Bayramic, Hadimoglu, Ayan, Mansion, Civil Architecture. * Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü, Terzioğlu Yerleşkesi 17100 - ÇANAKKALE. alptekinyavas@hotmail.com 207 Alptekin Yavaş Giriş Osmanlı devletinin XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zayıflayan ekonomisi ve değişen toprak rejimiyle ortaya çıkan âyanlar ve mütegallibeler, zamanla hâkim oldukları sancaklarda yaptırdıkları eserlerle Anadolu’da yeni bir mimari tarzın teşekkülüne sebebiyet vermişlerdir. Âyân Mimarisine ait bu binalar, genelde İstanbul’daki sultanî yapıların küçük birer örneğidir. Çanakkale Bayramiç’deki Hadimoğlu Konağı, Anadolu geleneği ile başkent ekolünü kaynaştırmasının dışında Topkapı Sarayı ile kıyaslanabilecek çapta zengin tavan süslemeleri ile XVIII. yüzyıl Âyan binalarının en önemlilerinden biridir. Bayramiç’in merkezinde yer alan yapı, Çarşı sokak ile Yarıkkule sokağının kesiştiği köşede olup bugün Etnografya Müzesi olarak kullanılmaktadır (Foto 1). Vakıfların tescil fişinde, -bugün kayıp olan- iki satırlık bir kitabeden bahsedilerek, buna göre yapının Hac Emirî (emir–ul hac) Osman isimli bir şahıs tarafından 6 Recep 1211 (5 Ocak 1797) tarihinde yaptırıldığı belirtilir. Aynı kişinin Bayramiç’teki, cami (H.1207/M.1792), çeşme (Ahi Hızır) (1208/1793-4) ve köprüden (H.1215/M.1800-1) müteşekkil külliyesinin varlığı, konağın bu yapı topluluğunun bir parçası olarak inşa edildiğini ortaya koymaktadır. Nitekim kuzey cephesinde bulunan bir madalyonunun ortasında Arapça sıva üzerine kalemişiyle –külliyeyle aynı tarihlerde olduğunu ifade eden- H.1211 tarihi yazılıdır. Gerek kullanılan inşa malzemesi gerekse süslemeler, konakla cami arasındaki yakın ilişkiyi doğrular. Hadimoğlu (Karşıyaka) köprüsünün kitabe metinlerinden El Hac Osman Bey’in, Biga Sancağı mütesellimi (vergi tahsildar) olduğunu öğreniyoruz. Sicil–î Osmanî’de, Hadimoğlu Osman Beyin sarayda Kapıcıbaşılık yaptığı, Ocak 1807’de Akdeniz Muhafızı olduğu ve aynı yıl bu görevden ayrıldığı belirtilir1. Dolayısıyla Osman Bey’in Bayramiç’teki inşa faaliyetleri, bahsedilen bu son görevinden hemen önce Biga vergi tahsildarlığı sırasında gerçekleşmiş olmalıdır. Bazı kaynaklarda 1691 yılında Konya’nın Hadim kasabasından gelerek yerleşmiş, burada debbağlık yaparak kısa sürede zengin olmuş ve bu yörenin sancaktarlığını almış Mustafa ve Ahmet isimli iki kardeşten bahsedilir2. Bu isimlerden Hacı Ahmed ile ilgili, hakkındaki şikâyetleri içeren H.25 Zilkade 1170/M.11 Ağustos 1757 tarihli bir kaime özeti mevcuttur. Bu belgede Hadım oğlu Hacı Ahmed, Bayramiç Âyânı olarak zikredilir3. Bugün Bayramiç merkezindeki Dede Çeşmesi olarak bilinen yapının banisi ise Hadim-zade Ahmed’dir4. Hem Osman Bey’in yaptırdığı çeşmenin hem de bu çeşmenin kitabesin- 1 2 3 4 Mehmed Süreyya, Sicil-î Osmanî, (Yayına Hazırlayan: Nuri Akbayar, Eski Yazıdan Aktaran: Seyit Ali Kahraman) Eski Yazıdan Yeni Yazıya 1, Tarih Vakfı Yayınları 3, C.4, İstanbul 1996, s.1287. G.Örden-M.Sedef-A.Akdağ, Bayramiç İlçesinin Coğrafi Etüdü, Çanakkale Onsekizmart Üniversitesi, Coğrafya Bölümü, Yayınlanmamış Lisans Tezi, Çanakkale 2000, s.87. Cevdet Adliye 1757’den aktaran, Y.Özkaya, Osmanlı İmparatorluğunda Âyânlık, Doktora Tezi, A.Ü. D.T.C.F. Yay. No:273, Ankara Ünv. Basımevi 1977, s.247. Bu çeşmenin, ayrıca Osman Bey’in yaptırdığı cami, köprü ve çeşmenin kitabesi için bkz. G.Yazıcı, “Çanakkale’de Manzum Kitâbeler”, Çanakkale, İli Değerleri Sempozyumu (25-31 Ağustos 2008), Çanakkale Merkezi Değerleri Sempozyumu (25–26 Ağustos 2008), Çanakkale Onsekiz Mart Ünv. Yay. No: 79, Çanakkale 2008, s.635-672 (659-661). 208 Bayramiç Hadimoğlu Konağı de aynı şairin adının (Hamid) geçmesi, eski ve yeni kuşak Hadimoğlu ailesinin fertlerinin bu şairle çalıştıklarını göstermektedir. Osman Bey’in, XVIII. yüzyılda Çanakkale ve çevresine hâkim olan Mustafa ve Ahmet kardeşlerle arasındaki ilişki net olarak tespit edilemese de, bu kardeşlerin Konya’nın Hadim kasabasından gelmiş olması, Osman Bey’in Hadimoğlu olarak anılması, bu kişiler arasındaki akrabalık ilişkisini ortaya koyar. Dolayısıyla Osman Bey Hadimoğlu Âyân ailesinin bir mensubu olup Bayramiç’te cami, köprü, çeşmeden oluşan külliyesine ek olarak buraya konu edilen konağın da banisidir. Hadimoğlu Konağı Konak, kuzey ve batı taraftan yapıyı sınırlayan bir avlunun güney kenarına konumlandırılmış doğu–batı doğrultusunda uzanan iki katlı bir yapıdır. Günümüze ulaşabilen iki katlı bina, konağın harem bölümü olup selamlık bölümünün bir zamanlar mevcut yapıyla içten irtibatlı, konakla aynı adı taşıyan çeşmenin karşısında yer aldığı ve 1948’de yıkıldığı bilinir. Avlunun güneydoğu köşesinde yer alan ve harem bölümüne dıştan eklenmiş küçük hamam, üç bölümlü tuğla bir kalıntıdır (Foto 2, Şekil.5). Mevcut harem bölümünün avluya bakan kuzey cephesinin dışındaki cepheleri sağırdır. Avlunun kuzeydoğu köşesinde yer alan giriş ünitesi iki katlı bir kule şeklinde olup içten duvara bitişik merdivenle üst katına ulaşılabilmektedir. İki katlı harem, her iki katta da tekrarlanan plana sahiptir. Kuzeydeki girişten hemen sonraki sahanlıklı bölüm, üst katta geniş bir balkon şeklinde çözümlenmiştir. Giriş sahanlığının güney ucundaki tek kollu merdivenin doğu ve batı ucunda birer mekân yer alır ve bunlardan doğuda olanı her iki katta da ıslak mekânları ihtiva eder. Batıdakiler ise mutfak olarak işlev gören servis mekânlarıdır. Giriş sahanlığı ile üst katta balkonun doğu ve batı ucundaki odalar konağın en geniş ve zengin süslemeye sahip mekânları olarak dikkati çeker. Bunlardan alt kat doğu uçtakinin içten bir kapıyla hamamla bağlantılı olması, söz konusu mekânın konak sakinlerinin özel odası, diğerlerinin ise misafir veya kabul mekânları olarak kullanıldığını düşündürür. Konağın kuzeydoğu köşedeki fevkani giriş ünitesi dışında tüm cepheleri sağırdır. Yüksek cephe duvarları sokak dokusuna uydurulmuş olup kuzey cephe bu nedenle yamuk planlıdır. Yine bu sebeple cephenin kuzeydoğu köşesi de pahlıdır. Pahın üst kısmı, aralarındaki yatay şeritlerle bölümlenmiş üçgen şekillerden müteşekkil bir süslemeyle bezelidir. Binanın diğer onarım görmüş bölümlerinde de görülen kırmızı boya, tüm cephelerin sonraki yıllarda onarım gördüğünü düşündürür. Bugün 2.00 m. yüksekliğe ulaşan söz konusu muhdes duvarın üzeri kiremitli harpuştayla örtülüdür. Ancak duvarın, asli hali ile bugünkü durumundan daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Kuzey cephe batı köşede bir apartmana bitiştiği için aslî durumunu anlaşılabilmesi mümkün değildir. Ancak doğu köşedeki kule ile bitişmesinden, bu cephenin de muhdes olduğu söylenebilir. Binanın batı cephesi apartman cephesine dönüşmüştür. Güney cephe de çeşitli konutlarla kapalıdır. Binanın kuzeydoğu köşesindeki fevkâni bina, giriş ünitesidir. Alt kat doğu batı doğrultusunda uzanan dikdörtgene yakın, üst kat ise yamuğa yakın bir plana sahiptir. Üst katın kuzeye ve doğuya açılan iki penceresi vardır. Alt kat ile üst arasında altı sıra profilli yatay bir korniş dolaşır. Üç sıra kirpi 209 Alptekin Yavaş saçaklı ve kiremitle örtülü binanın üst katına, avlunun doğu duvarında yer alan onbeş basamaklı merdivenle ulaşılır (Foto 3). Merdivenin yaslandığı duvar onarım sırasında yapılmıştır. Bu sırada avluya açılan güneydeki kapının bir bölümü de kapatılmıştır. Üst kat duvarlarında, beyaz sıvanın üzerine kalıpla baskı yaparak teşkil edilmiş geometrik bir süsleme yer alır. Avluya, düşey dikdörtgen formlu sathi bir niş içerisine, yuvarlak kemerli demir kapı ile girilir (Foto 4). Avlu yamuğa yakın planlıdır. Bugün konak Etnografya Müzesi olarak kullanıldığı için avluda çeşitli kitabe parçaları, küpler, sütun ve kaide parçaları bulunur. Zemini kesme taş malzeme ile kaplı avlunun batı kenarının ortasında mermer bir çeşme yer alır. Çeşmenin yaslandığı duvar ortadan kalktığı için bina ile ilişkisi, dolayısıyla tarihi hakkında bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak süsleme özellikleri dikkate alındığında binayla çağdaş olabileceği söylenebilir. Avlunun güneydoğu köşesinde yer alan ve binaya dıştan eklenmiş hamam, üç bölümlü tuğla bir kalıntı halinde günümüze ulaşmıştır (Foto 5). Kuzeydeki bölüm külhan’dır. Bacanın bugünkü durumu muhdes olduğunu düşündürür. Kuzeydoğu köşesindeki odadan ahşap bir kapı ile geçilen ilk bölüm, soyunmalıktır. Buradan da bir kapı ile iki kurnanın bulunduğu kubbeli esas yıkanma bölümüne geçilir. Harem Bölümü a) Alt Kat Kesme taş malzemeli konağın harem bölümü kuzey ve güney cephede açıklıklara sahip olup, diğer cepheler sağırdır. Kuzey cephede alt ve üst katta altışar pencere olup, bunlar düşey dikdörtgen formda ve düşeyde üç, yatayda altı deliğe oturan demir parmaklarla kapatılmıştır. Düşey ve yatay parmaklıklar zar biçimli lokmalarla tutturulmuştur. Pencere alınlıkları sivri kemerlidir. Binaya iki basamaklı bir merdivenle ulaşılır. Girişten sonraki ilk bölüm kare planlı sofadır (Foto 6, Şekil.1). Sofanın kuzey ve batı kenarında mermer sedir uzanır. İki kenarında dilimli korkuluklar yer alan bu sedirlerin alçak tutulmuş olması oturmaktan çok yük konulması gibi bir işlev gördüğünü düşündürür. Sofanın ortaya yakın bölümünde mermer bir havuz bulunur. Kuzey–güney doğrultusunda uzanan sofanın zemin döşemesi büyük blok mermerden oluşur. Sofanın güney ucunda ve ona dik konumda doğu–batı doğrultusunda uzanan bir ara bölüm mevcuttur. Zemini taş döşemeli bu bölüm batıda helâya açılır. Ahşap tavanı baklava dilimli bir kompozisyonla süslüdür. Bu bölümün batı duvarında, bir kısmı duvarın içinde kalmış bir sütun kaidesi vardır. Tıpkı bunun gibi binada kullanılan spolia taşların önemli kısmı Bayramiç’e 14 km. uzaklıktaki Skepsis antik kentine aittir5. Ara bölümün batısındaki helâ kuzey–güney doğrultusunda uzanmaktadır. Helâ taşı bu koridorun kuzey ucundadır. Kuzey duvarında bir pencere yer alır. Ara bölümün 5 Cevat Başaran, Geçmişten Günümüze Bayramiç: Tarihi-Coğrafyası ve Arkeolojisi, Ankara 2002, s.66. 210 Bayramiç Hadimoğlu Konağı doğu ucunda kare bir mekân vardır. Doğu duvarında alçı bir ocak bulunan mekânın nispeten daha sade olması nedeniyle asli halinde mutfak veya kiler gibi bir işlev gördüğü söylenebilir. Alt katın kuzeydoğusundaki mekân kareye yakın bir birimdir. Avlunun doğu duvarı yamuk olduğu için, mekânda tam bir kare elde etmek için doğu duvarının kalınlığı diğer duvarlara göre fazla tutulmuştur. Mekânın batı, kuzey ve doğu kenarlarını ahşap bir sedir dolaşır. Sedirin, korkuluğun girişe bakan yüzü C ve S kıvrımlı süslemeler ve bunların arasına yer alan şematize edilmiş bir cami tasviriyle bezelidir (Foto 7). Mekânın batı ve kuzey duvarında üçer pencere vardır. Pencereler, düşey dikdörtgen formlu, demir kapaklı ve ahşap kepenklidir. Kuzeydeki pencerelerden doğuda olanı hamama geçiş kapısına dönüştürülmüştür. Doğu duvarda, ahşap kapaklı iki yüklük vardır. Sedirin doğu kenardaki bölümü, ortaya yakın bir noktada ocakla kesintiye uğrar. Ocağın davlumbaz üzerindeki kısmı, barok karakterli bir süslemeyle bezelidir. Mekânın güney duvarında ise gül ağacından ahşap bir dolap vardır. Çift bölmeli, enli, iki ayrı bölüm ve yanlarında düşey üç bölmeli birer bölümden oluşan dolap, onarım sırasında kırmızı ve yeşile boyanmıştır. Onarım sırasında yenilendiği anlaşılan tavan göbeğinde yirmidört kollu merkezdeki meyve motifleriyle oluşturulmuş daireden, ışınsal şekilde dışa açılan ve kolları birbirini takip eden sıra ile biri içbükey diğeri dışbükey kartuşlarla sona eren süslemeler bulunur. Dikdörtgen bir bordür içerisindeki motifin köşelere denk gelen kollarında, stilize yapraklarla üçgen formlu çerçeve içerisine alınmış dört dolgu motifi yer alır. Üç kademeye ayrılmış tavan kenarlarının göbekten itibaren en içte olanı ve ikincisi, yaprak ve çiçek motifleriyle en dışta olanı ise köşelere ve ortaya birer olmak üzere dokuz adet dış konturla stilize kıvrım dallarla oluşturulmuş ortadaki kartuşları ise kimi yerlerde boş kimi yerlerde açık renkle boyanmış süslemelere sahiptir. Tavan süslemesinde ağırlıklı olarak kırmızı ve yeşil kullanılmış olup tavan ile pencereler arasındaki bölümler, kırmızı kalın çizgilerle bölümlere ayrılmıştır. Binanın kuzeybatısındaki mekânın kapısı onarım sırasında kemerli bir açıklığa dönüştürülmüştür. Mekânın doğu ve kuzey duvarlarında üçer pencere yer alır (Foto 8). Pencereler düşey dikdörtgen formda ve demir parmaklıdır. Batıda ise duvar içinde iki yüklük bulunur. Mekânın doğu–kuzey ve batı kenarlarında bir ahşap sedir dolaşır. Sedirin korkulukları taştandır ve girişe bakan yüzünde kabartma biçiminde işlenmiş şematik bir cami tasviri yer alır. Batıdaki sedirin ortaya yakın noktasında mermer bir ocak bulunur. Süslemesiz ocak bacasının dış konturları kırmızıyla belirlenmiştir. Mekânın güneyindeki üç bölmeli ahşap dolap, kapı, pencere, kepenk ve söveler gibi kırmızı ve yeşile boyanmıştır. Tavan göbeğinde dörtgen formlu ancak kenarları kıvrım dalları şeklinde düzenlenmiş bir süs öğesi bulunur. Bu dörtgenden tavanın köşelerine çift konturlu çizgiler uzanır. Tavan kenarlarında ve altında da aynı motif yer alır. Mekânın duvarları sarı renkli şeritlerle bölümlerle ayrılmış ancak içleri süslenmeden bırakılmıştır. Söz konusu süslemelerde ağırlıklı renk kırmızı, sarı ve mavidir. Sofanın güney ucundaki merdiveninin hemen önünde, bugün kapalı durumda bir kapı açıklığı vardır (Şekil.3). Bu kapı, bugüne ulaşamayan selamlık bölümüne açılıyordu. Onbeş basamaklı ahşap merdivenin tavanında kırmızı ve mavi renkle boyalı 211 Alptekin Yavaş bir çarkıfelek motifi vardır. Merdiveni, üst kata ulaştığı noktada üstten kapanmasını sağlayan çift kollu kapak yer almakta olup bunun hemen yanında bir yüklük bulunur. Merdiven boşluğunda mümkün olduğunca faydalanmayı düşünen bu uygulamayı, birçok geleneksel Türk Evi’nde bulabilmekteyiz. b) Üst Kat Ahşap döşemeli üst katın alt kat ile aynı plana sahip olduğu görülür (Şekil.2). Alt kat ile üst katın planı arasındaki tek fark, alt katta, girişten hemen sonra gelen sofa, üst katta bir balkona dönüşmüştür. Üst katın kuzey cephesi alt katın aksine süslüdür (Foto 9). Üst kat odaları, avluya ve terasa üç pencereyle açılır. Ahşap kepenkli pencerelerin hemen üzerinde, tavan eteğinde, kuzey cephenin tamamını –terasın güney kesimi dışında– dolaşan kalem işi süslemeler ve alçı şebekeli küçük pencere sıraları dikkati çeker (Şekil.4). Söz konusu alçı şebekeli pencere ve kalem işi süslemeleri, sistematik ve birbirini takip eden bir sıradadır. Kalem işi süslemeler çoğunlukla vazodan çıkan çiçekler şeklinde olup kuzeybatı ve kuzeydoğu köşedekilerin ortasında birer madalyon yer alır. Bu madalyonlardan kuzeydoğu köşedeki boş bırakılmışken kuzeybatı olanında Arapça “Maşallah 1211” yazılıdır. Üst kat sofasından terasa dört pencere açılır. Bunlardan biri daha sonra genişletilerek kapıya dönüştürülmüştür. Üst kat, iki başoda ve bunlardan doğuda olana güney yönünde eklenmiş bir üçüncü oda ile bunların arasındaki sofadan oluşur. Üst katın batı kenarında alt katta olduğu gibi bir helâ vardır. Alt kattan ahşap bir merdivenle ulaşılan sofa, doğu–batı doğrultuludur. Güneydoğu köşesinde bugün kapalı bir kapı bulunur. Bu da tıpkı alt kattaki kapı gibi, aslî halinde selamlık bölümüne açılıyordu. Güney duvarda ise dolaplar vardır. Merdivenin üst kattaki ulaştığı noktada bir seki, sofanın güneybatı köşesinde ise bir ahşap dolap bulunur. Sofanın tavanı farklı süslemelerle iki ayrı bölüm halinde işlenmiştir. Ortadaki daha büyük alanda, işlenmeden bırakılmış iç içe dikdörtgen panoların çerçevelendiği, ortada ise bir dairenin sınırlandığı sekiz kollu yıldız motifi vardır. Tavanın bu bölümünde ağırlıklı renkler kırmızı ve mavidir. Sofanın güneydoğu kesimine ise diyagonal çizgilerle işlenmiş, mavi ve açık sarı renklerin hâkim olduğu dikdörtgen bir süsleme yer alır. Sofanın terasa çıkmadan önceki eşiğinin tavanı ise birbirine paralel çizgilerle ayrılmış ve içlerinde bitkisel süslemelerin yer aldığı bir kompozisyonla bezelidir. Üst katın güneybatı kesimindeki helâ, alt kattakinin benzeri olup dar dikdörtgen bir koridordur. Mekânın güneybatı kesimindeki bölüm helâ, kuzeye doğru eğimli olan kısmın ise banyo olarak kullanıldığı tahmin edilebilir. Mekânda en ilgi çekici detay, doğu duvardaki köşelerde barok karakterli “S” kıvrımlı motiflerin oluşturduğu bir panonun sınırladığı kalemişi peyzaj manzara tasviridir. Burada ana motif sıradağlardır. Bunların üzerinde küçük çam ağaçları ve akasya ağaçları yer alır. Bunların önünde ise beş bina vardır. Bu binalardan ortadaki beyaz olanı ana bina, diğerleri ise müştemilat yapılarıdır. Tasvirin en sağındaki binanın kırma çatısı, dört gözlü revaklı girişi ve menfezli cephesiyle diğer binalardan farklıdır. Binanın sağından itibaren bir çevre du- 212 Bayramiç Hadimoğlu Konağı varı uzanır. Binanın üzerinden dumanlar çıktığının betimlenmesi bir tür işlik –belki de yörede yaygın olan zeytincilikle ilgili– olduğunu düşündürür. Tasvirde bir diğer ilgi çekici durum ise resmin ortasında ve diğerinden daha yüksekteki tepe/dağın üzerindeki büyük ağacın kırılmış olarak tasvir edilmesidir. Üst katın güneydoğu köşesindeki kare mekânda herhangi bir süs öğesi bulunmaz. Doğu, güney, batı duvarının kapıya kadar bölümü mermer bir tezgâhla kaplıdır. Mekânın doğu duvarında ahşap kapaklı bir yüklük vardır. Kapı dışındaki açıklıklar batı duvarı üzerinde olup, altta iki üstte bir olmak üzere toplam üç adettir. Alttaki pencereler üsttekine göre daha büyük ebatta, dıştan ahşap kepenkle kapatılan ve demir parmaklı, düşey dikdörtgen formda pencerelerdir. Üstteki pencere ise alçı şebekeli, üstte köşeleri “S” kıvrımlarla kırık olarak düzenlenmiş daha küçük ebatta pencerelerdir. Üst katın kuzeydoğu köşesindeki kare mekânın kuzey ve batı duvarında altta ve üstte üçer olmak üzere toplam 12 pencere yer alır. Bunlardan alttakiler binanın dış cephesindeki pencereler gibi ahşap kepenkli ve düşey dikdörtgen formdadır. Üstteki küçük ebatlılar ise, geç dönemin modasına uygun alçı şebeke ve renkli vitraylardır. Mekânın kuzey, batı ve doğu kenarlarını ahşap bir sedir dolaşır. Sedirin güneybatıdaki ahşap kolluğunun girişe bakan yüzünü, çiçek ve kıvrım dallar arasında barok karakterli bir köşk motifi süsler. Mekânın doğu duvarında, ahşap kapakları kıvrım dallar ve çiçeklerle süslü iki yüklük bulunur (Foto 10). Bunlardan kuzeyde olanın kapağı tek parça olup çiçekler ve C, S kıvrımlı dallar kırmızı ve yeşile boyanmıştır. Güneyde olan diğeri ise yanlarda süslü iki çerçeve ile sınırlanmış iki bölümlü bir kapaktır. Bu iki bölümden üstte olanında kıvrımlı dallar ve çiçekler arasında iki minareli bir cami motifi göze çarpar. Şematize edilmiş bu süslemenin yuvarlak kemerli beden duvarları ve pencereleri ile ampir üslubundaki İstanbul Ortaköy ve Dolmabahçe camilerini hatırlatır. Tasvirin dört penceresi bulunan basık kubbesi ve minarenin uçları mavi renktedir. Alttaki panoda ise kıvrım dalların merkezinde bir köşk tasviri vardır. Mekânın doğu duvarında dikdörtgen çerçeve ve barok karakterli süslemelerle sınırlanmış mermer kaideli ocak yer alır. Ocağın davlumbazında barok karakterli mavi ve kırmızı renklerin ağırlıklı olarak kullanıldığı süslemeler görülür. Mekânın güney duvarında ise iki bölümlü ahşap dolap bulunur. Alçı şebekeli pencerelerinin aralarındaki yüzeyler C ve S kıvrımlarıyla teşkil edilmiş, ortasında çiçekli vazolar bulunan panolara bölünmüştür. Panoların hemen üzerinde ağaç ve dağ manzaralarının yer aldığı kuşak bulunur. Altın yaldızlı tavan, çiçekli kıvrım dallar, C ve S kıvrımları ve süslü bordürlerle boyalı iç içe üç kare çerçeve içine alınmıştır. Tavan göbeği, ortadaki dairesel motifle köşelerdeki üçgen bölümlerden ibarettir. Dairesel motifin merkezinden dışa doğru radyal çizgi kuşakları çıkar. Dairenin çerçevesini ise C ve S kıvrımlı yapraklar dolaşır. Köşelerdeki üçgen bölümler ise barok karakterli dallarla süslüdür. Söz konusu bu bölümlerin tamamı altın yaldızlı olup, tavanın kalan bölümü kırmızı zemin üzerine çiçeklerden oluşan boyalı nakışlarla süslüdür. Mekânın, süslemesi itibarıyla binanın iki “başoda”sından biri olduğu anlaşılmaktadır. Mekânın güney duvarındaki ahşap dolabın üzerinde barok karakterli çerçeve içinde bir manzara tasviri vardır (Foto 11). Burada denizin ikiye ayırdığı kara parçaları görülür. Bu iki parça, resmin solunda üç kemer gözlü bir köprü ile birbirine bağlanır. İki kara parçasından bize yakın olanında herhangi bir betimleme yer almazken, karşı yakada, resmin sağındaki yoğun bina 213 Alptekin Yavaş grubu, kıyıda deniz üzerine inşa edilmiş iki yalı ile bunların gerisindeki iki binadan oluşur. Söz konusu binaların gerisinde ise dağlar, tepeler ve gökyüzü uzanır. Yakın planda ahşap kepenkleri kapalı iki yalı görülür. Denizin ortasında irili ufaklı kayıklar vardır. Söz konusu panoramanın neresi olduğu tam olarak anlaşılamaz. Sol taraftaki köprü Galata Köprüsünü hatırlatır. Ancak köprünün inşası 1844 olduğu için bu tarih konak için geç bir tarihtir. Belki de Bayramiç’teki köprü tasvir edilmişti. Köprü tasvirinin ressamın kendi tasavvuru olduğunu söyleyebiliriz. Tasvirde ağırlıklı olarak yeşil ve kiremit kırmızısı kullanılmıştır. Geride uzanan tepeler, perspektif kurallarına uygun resmedilmişken aynı durum sağdaki bina grubunda görülmez. Kuzeybatı köşedeki mekân kareye yakın bir birimdir. Kuzey ve doğu duvarında altlı üstlü üçer pencere bulunur. Alttaki pencereler düşey dikdörtgen formda daha büyük ebatta, üsttekiler ise alçı şebekeli pencerelerdir. Mekânın tüm kenarlarını -güney hariç- ahşap bir sedir dolaşır. Sedirin batı kenarındaki bölümü, ortaya yakın bir noktada mermer bir ocakla kesintiye uğrar. Ocak davlumbazının ağzı, yüksek kabartmalı barok karakterli bir süsleme ile oyulmuştur. Bunun üzerinde C ve S kıvrımlı bordürlerin içinde meyve ve çiçek motifleri vardır. Söz konusu tasvir açılmış perdeyi andıran bir bordürle kuşatılmıştır. Mekânın güney duvarında çift gözlü bir dolap bulunur. Dolabın üst kornişi ve alınlığı ile kapı eşiğinin kapatılarak özel bir giriş haline getirilmiş kısmı, altın yaldızlı ve C, S kıvrımlı motiflerle süslüdür. Batı duvarı içinde yer alan ve güneye doğru devam eden bir merdiven görülür. Bu bölüme sedirin batı kenarının ucunda, yerden biraz yüksek ahşap kapaklı bir açıklıkla geçilir. Söz konusu merdiven, bugün yıkılmış selamlık bölümüne geçişi sağlıyordu. Bayramiçli yaşlılar konağın çeşitli geçitlerinin olduğunu ve bunların kasabanın çıkışına kadar uzandığını belirtirler. Üst pencerelerin aralarındaki bölümler ve o kattaki mekânın duvarları, C, S kıvrımlı çizgilerle oluşturulmuş kemer biçimli motiflerle çeşitli bölümlere ayrılmış, bu bölümlerin içi ise çiçekli vazo motifleriyle süslenmiştir. Söz konusu bölümün üzerindeki tavan kenarında ise, tepeler ve ağaçlardan oluşan bir süsleme kuşağı yer alır. Tavanın altın yaldızlı süslemesi iki bölümlüdür. Güneydeki bölüm, ahşap dolabın ve seki altı bölümünün üzerini kapatmakta olup çiçek ve kıvrım dalların dikdörtgen çerçeve içine aldığı ortada altın yaldızlı üç panodan oluşur. Bu panoların iki yanda olanı kare, ortada ve daha geniş olanı ise dikdörtgen çerçevelidir. Panoların ortasında C, S kıvrımlı ve altın yaldızlı süslemeler yer alır. Ayrıca panoların aralarında kırmızı ve yeşil rengin ağırlıklı olarak kullanıldığı çiçek ve C, S kıvrımlarından oluşan kalemişi süslemeler vardır. Tavanın diğer bölümü ise ortadaki sekizgenin köşelerde üçgen bölümlerle tamamlanmasından müteşekkil bir kompozisyonla süslüdür. Sekizgeni, en dıştan C ve S kıvrımlardan oluşan kalemişi bir bölüm, daha içte ise altın yaldızlı ve kalemişi üç kenar bordürü kuşatır. Sekizgenin içinde birbirlerine kafes şeklinde geçmiş C, S kıvrımlı şeritler bulunur. Şeritlerin birbirini kestiği noktalarda çiçek motifleri vardır. Ortada ise kare ve altın yaldızlı C ve S kıvrımlı ve çiçek motiflerinden oluşan altın yaldızlı tavan göbeği bulunur. Köşelerdeki üçgenlerde de aynı motifler tekrarlanmıştır. Güney duvarda, dolabın hemen üzerinde dikdörtgen bir pano içerisinde manzara tasviri vardır. Burada, deniz kıyısında çeşitli binalar ve bu binaların gerisindeki tepeler görülür. Binadaki diğer manzara tasvirinde olduğu gibi burada da denizin ikiye ayırdığı kara parçaları resmedilmiştir. Karşı kıyı, soldan itibaren bir du- 214 Bayramiç Hadimoğlu Konağı var kıyı boyunca uzanırken, kepenkleri açık kıyıdaki binadan sonra bu duvar, kemerli revak sıralarına dönüşür. Tasvirin orta bölümünde bulunan ve onun sağındaki bina, taş rıhtımlar üzerinde yükselir. Ortadaki bina, bir rıhtım üzerine iki katlıdır. Bu kemerlerin formu, mekânın duvarlarında gördüğümüz dekoratif kemerlerle aynıdır. Kemerli revağın arkasında, dördü birbirine yakın vaziyette diğer ikisi farklı noktada altı bina daha bulunur. Bunlardan biri kubbeli iken diğerleri prizmal çatılıdır. Söz konusu binaların yoğunluğu, tasvir edilen yerin saraya ait bir yer olabileceğini düşündürür. M. Dohhson bir gravüründe (Şekil.6), 1835’te yıkılarak yerine Dolmabahçe Sarayı yapılan Beşiktaş Sarayı’nı resmetmiştir6. Bu gravürde kıyıda rıhtımlar üzerine yükselen iki bina, kemerli arkad sıraları ve gerideki sarayın diğer binaları bulunur. Hatta duvar resminde yer alan küçüklü büyüklü kayıkları bile bu gravürde görebilmekteyiz. Dolayısıyla konağın duvar resminde tasvir edilen yer, bu yıkılan İstanbul Beşiktaş Sarayı olma ihtimalinden söz edebiliriz. Sonuç Konak, sofanın bir yanına dizilmiş odalarıyla S.H.Eldem7in dış sofalı olarak tanımladığı plan grubuna girer. İki katlı binada, alt katta girişten hemen sonraki havuzlu sofa üst katta teras veya balkon olarak düzenlenmiştir. Doğu–batı doğrultulu sofanın her iki ucundaki odalar, üst katta cepheden çıkıntı teşkil eden ‘başoda’lardır. Her iki katta da sofanın doğu ve batı uçlarına mutfak veya kilerle ilgili olduğu anlaşılan bir mekân ve helâ yerleştirilmiştir. Merdivenin Geleneksel Türk Evi’nde girişin hemen karşısında yer aldığı sık görülmez. Güvenlik ve görsel mahremiyet kaygısı ile merdiven, giriş kapısı açıldığında gelip geçenlerin görüş açısından saklanmaya çalışılır8. Burada merdiven girişin hemen karşısındadır. Ancak binanın geniş bir avlu içersinde yer aldığı düşünülürse, söz konusu mahremiyet prensibine ters düşülmediği anlaşılır. Yüksek çevre duvarları ve gözetleme kulesi ile binanın zengin bir mahallî yöneticiden çok tedirgin bir derebeyinin isteklerine göre düzenlendiği söylenebilir. Binanın paralelleri olarak Emirgan Şerifler Yalı Köşkü (1725-1728) ve İstanbul Takyeciler Cami avlusundaki XVIII. yüzyıla ait evi söyleyebiliriz. Geleneksel Türk Evi’nin karakteristik elemanlardan sedir Hadimoğlu Konağı’nda sıklıkla karşımıza çıkar9. Sedirlerin kolluk ve girişe bakan yüzlerinde C, S kıvrımlı süslemeler vardır. Bazılarında köşk motifi yer alır. Bunun en yakın benzerini Topkapı Sarayı Mabeyn Dairesi’ndeki sedir kolluğunda bulabilmekteyiz. Binanın dolapları, oda girişlerinin sağında veya solunda bulunur. Dolap girişin üzerini kapatacak şekilde uzanır. Bunun benzer bir örneğini Edirne Mimar Sinan caddesindeki konakta görürüz. 6 7 8 9 D.Kuban, Türk Hayatlı Evi, İstanbul 1995, s.200. S.H.Eldem, Türk Evi Plan Tipleri, İstanbul 1978, s.31 Kuban, a.g.e., s.147. Kuban, a.g.e., s.117. 215 Alptekin Yavaş Geometrik desenlerle süslenmiş tavanların en gösterişli yerleri merkezlerindeki kısımdır. Alt kat sofasında olanı yüksek kabartma olarak işlenmiş ve çiçek ve C, S kıvrımlarıyla süslüdür. Merdivenin üzerinde bir çarkıfelek motifi yer alır. Üst kat sofasının da tavanı aynı motifle süslüdür. En yakın örnek Soma Hızırbey Camisi mahfil üst kat tavanında bulunur. Alt ve üst kattaki odaların tavanları ise barok kökenli olup içbükey profillidir. Alt kat odalarının tavan süslemesi ise daha sade karakterlidir. Üst kat odalarındaki ise merkezde altın yaldızlı sekizgen ve daire motifinin yer aldığı alçı süslemeler olarak dikkati çeker. Tavan eteğindeki kalem işi C, S kıvrımları kompozisyonu sonlandırır. Bu tavan örneklerinin en yakın paralellerini Topkapı Sarayı İkballer Dairesi’nin tavanında bulmaktayız. Hadimoğlu Konağındaki ocaklar pencerelerin olmadığı duvarlarda, kenar boyunca uzayan sedirin ortaya yakın bir kısmında yer alırlar. Yarım daire planlıdırlar. Alt kattakiler daha sade olup mermer kaideli ve alçı davlumbazlıdır. Üst kat kuzeybatı köşede olanı ise benzerini Topkapı Sarayı Mabeyn Dairesinde gördüğümüz ocağın bir paralelidir. Türk Resim Sanatında Batı etkisiyle XVIII. yüzyıl ortalarından itibaren görülmeye başlanan kalem işi tekniğindeki duvar resimlerinde yüzyılın son çeyreğinde artış kaydetmiş, XIX. yüzyıl ve özellikle II. Mahmut döneminde zengin örnekler vererek sürdürülmüştür10. Başkentte başlayıp Anadolu’ya yayılan bu mimari süsleme türü İstanbul’da Topkapı Sarayında, Anadolu’da ise daha çok cami ve evler olmak üzere şadırvan ve türbelerde görülür. Bu manzara resimlerinde minyatür üslubuyla karışan, ancak batının üçüncü boyutunu da benimseyen karma bir üslup görülür. Artık sarayın desteğinden yoksun minyatür sanatı, yerini bu karma üsluba ve daha çok halkın benimsediği bir resim sanatına bırakmıştır11. Hadimoğlu Konağında, üst kattaki iki başodanın güney duvarında, ahşap dolapların üzerinde ve üst kattaki helânın doğu duvarında üç manzara resmi yer alır. Bunlardan kuzeydoğudaki mekânın güney duvarında barok karakterli bir çerçeve içine alınmış manzara tasvirinde denizle ayrılmış iki kara parçası görülür. Kuzeybatı mekândaki duvar resminde ise deniz kıyısında çeşitli binalar ve bu binaların gerisinde ağaçlık ve tepeler yer alır. Binadaki diğer manzara tasvirinde olduğu gibi burada da denizin ikiye ayırdığı iki kara parçası bulunur. Resimde tasvir edilen yer yıkılan İstanbul Beşiktaş Sarayı olmalıdır. İstanbul manzarası olması gereken tasvirlerin Anadolu’da en güzel örnekleri arasında XIX. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı tahmin edilen Birgi’deki Çakırağa ve Sandıkeminoğulları Evi, 1801 tarihli Datça’daki Mehmet Ali Konağı ve XIX. yüzyılın son çeyreğinde yapıldığı tahmin edilen Bursa Yenişehir Şemaki Evi zikredilebilir. Bunlar topoğrafik karakterden tam olarak sıyrılmamış Matrakçı Nasuh’un XIV. yüzyıl manzara tasvirlerini hatırlatan, gözlem kadar, sanatçının hayaline ve başkent özlemine dayanan resimlerdir. Hadimoğlu Konağındaki saray 10 RArık, vd., Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan, İstanbul 1975, s.333. 11 Aynı yer. 216 Bayramiç Hadimoğlu Konağı tasviri de bunlar arasında zikredilebilir. Üst kat kuzeydoğu mekândaki duvar resminin ise nereyi tasvir ettiği belli değildir. Ancak, sıradağlar ve merkezdeki ana bina ve çevresindeki binalar ile tasvir edilen yerin Bayramiç olduğu da söylenebilir. Belli bir çevreyi teşhis edemediğimiz, hayalî manzaralar olduğunu tahmin ettiğimiz tasvirlerin Anadolu’daki en güzel örnekleri Cihan (Aydın) köyündeki Cihanoğlu(1785), Soma Hızırbey(1791/2), Yozgat Başçavuşoğlu (1800/1), Muğla Şeyh 1830/1-1896/7 camilerinde ve Amasya Sultan Beyazıt Camisi Muvakkıthâne’sindeki resimlerde görmekteyiz12. Osmanlı devletinin XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zayıflayan ekonomisi ve değişen toprak rejimi ile ortaya çıkan âyanlar/mütegallibelerin, zamanla hâkim oldukları sancaklar üzerinde gerçekleştirdikleri imâr faaliyetleri, Anadolu’da yeni bir mimari tarz olan Âyan Mimarisi’ni ortaya çıkarmıştır. Bu binalar plan, malzeme ve süsleme açısından İstanbul’daki saraylara benzetilmeye çalışılmıştır. Türk Resim Sanatında batı etkisiyle XVIII. yüzyıl ortalarından itibaren görülmeye başlanan kalem işi tekniğindeki duvar resimleri yüzyılın son çeyreğinde artış kaydetmiş, XIX. yüzyılda özellikle II. Mahmut döneminde zengin örnekler vererek sürdürülmüştür. Başkentte başlayıp Anadolu’ya yayılan bu süsleme türü, İstanbul’da Topkapı Sarayında, Anadolu’da ise daha çok cami, ev, şadırvan ve türbelerde görülür. Hadimoğlu Konağı dönemin bu mimari ve süsleme özelliklerini yansıtan seçkin bir taşra örneğidir. 12 Arık vd., a.g.e., s.123. 217 Alptekin Yavaş Kaynakça ARIK, R., vd., Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan, İstanbul 1975. BAŞARAN, C., Geçmişten Günümüze Bayramiç: Tarihi-Coğrafyası ve Arkeolojisi, Ankara 2002. ELDEM, S.H., Türk Evi Plan Tipleri, İstanbul 1978. KUBAN, D., Türk Hayatlı Evi, İstanbul 1995. MEHMED SÜREYYA, Sicil-î Osmanî, (Yayına Hazırlayan: Nuri Akbayar, Eski Yazıdan Aktaran: Seyit Ali Kahraman) Eski Yazıdan Yeni Yazıya 1, Tarih Vakfı Yayınları 3, C.4, İstanbul 1996. ÖRDEN, G. – SEDEF, M. – AKDAĞ, A., Bayramiç İlçesinin Coğrafi Etüdü, Çanakkale Onsekizmart Üniversitesi, Coğrafya Bölümü, Yayınlanmamış Lisans Tezi, Çanakkale 2000. ÖZKAYA Y., Osmanlı İmparatorluğunda Âyânlık, Doktora Tezi, A.Ü.DTCF. Yay. No:273, Ankara Ünv. Basımevi 1977. YAZICI, G., “Çanakkale’de Manzum Kitâbeler”, Çanakkale, İli Değerleri Sempozyumu (25-31 Ağustos 2008), Çanakkale Merkezi Değerleri Sempozyumu (25–26 Ağustos 2008), Çanakkale Onsekiz Mart Ünv. Yay. No: 79, Çanakkale 2008, s. 635-672. 218 Bayramiç Hadimoğlu Konağı Fotoğraflar Foto 1- Bayramiç Hadimoğlu Konağı (Kuzey Cephe) Foto 2 - Harem Bölümü (Genel) 219 Alptekin Yavaş Foto 3 - Giriş Bölümü Foto 4 - Konağın Kapısı 220 Bayramiç Hadimoğlu Konağı Foto 5 - Hamam Foto 6 - Giriş Sofası 221 Alptekin Yavaş Foto 7 - Giriş Sofasındaki mermer sedir Foto 8 - Alt kattaki oda 222 Bayramiç Hadimoğlu Konağı Foto 9 - Üst kat cephesi Foto 10- Üst kat baş odadaki dolap 223 Alptekin Yavaş Foto 11 - Üst kat odadaki kalemişi manzara tasviri 224 Bayramiç Hadimoğlu Konağı Şekiller Şekil 1 - Alt Kat Planı (İstanbul Rölöve Gn.Md.'den) Şekil 2 - Üst Kat Planı (İstanbul Rölöve Gn.Md.'den) 225 Alptekin Yavaş Şekil 3 - A-A' Kesiti (İstanbul Rölöve Gn.Md.'den) Şekil 4 - B-B' Kesiti (İstanbul Rölöve Gn.Md.'den) 226 Bayramiç Hadimoğlu Konağı Şekil 5 - Ön Cephe Görünüş (İstanbul Rölöve Gn.Md.'den) Şekil 6 - D'Ohsen'in Beşiktaş Sarayı Gravürü (D.Kuban'dan) 227 ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI Yıl 14 Bahar 2016 Sayı 20 ss. 229-247 XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair Bazı Düşünceler Emrah NAKİ* Özet XVI. yüzyıl boyunca Osmanlı ve İspanya Devletleri arasında Akdeniz’de süregelen çatışmanın geri planında Avrupa’ya uzanan Latin Amerika gümüşü finansal önemi haizdir. Bu değerli madenin mevcudiyeti, özellikle bu iki imparatorluğun sahip oldukları savaş makinelerini finanse etmede etkin rol oynamıştır. Fakat bu uzun soluklu siyasi ve askeri rekabet uzun vadede devletlerin hazinelerinde onarılmaz kayıplara yol açmıştır. Merkezde daha büyük ordular kurmak ve bunları sürekli olarak eğitme zorunluluğu bu iki devletin finansal yapısını yıpratırken, uzun ve tüketici savaşlar parasal sorunları daha da ağırlaştırmıştır. Bu şartlar altında kaçınılmaz olarak baş gösteren finansal kriz, İspanyol hazinesinde iflaslar yaşatmış, Osmanlı ziraatı ve sanayiinde ise bunalımlar yaratmıştır. Bu bağlamda çalışmamız, Latin Amerika gümüşünün XVI. yüzyılda İspanya ve Osmanlı Devletleri’nin ekonomilerinde yarattığı olumlu ve olumsuz etkileri gösterme denemesidir. Anahtar Kelimeler: İspanya, Osmanlı, Latin Amerika, Gümüş, V. Carlos, II. Felipe, II. Selim, III. Murad. Some Thoughts on the Economic Role of Latin American Silver in the Ottoman-Spanish Rivalry in the 16th Century Abstract During the 16th century the extending Latin American silver to Europe possesses a financial importance in the background of the ongoing conflict between Ottoman and Spanish States in the Mediterranean. The availability of this precious metal played an active role particularly in financing of the war machine these two empires had. But this long-term political and military competition led to irreparable losses in the treasury of states in the long run. The necessity of building bigger armies in the center and training them constantly wore out the financial structure of these two states, while long and exhausting wars aggravated more monetary problems. Inevitably appearing under these conditions, a financial crisis caused bankruptcies * Dr., emrahnaki@gmail.com 229 Emrah Naki in the Spanish treasury and created crises in Ottoman agriculture and industry. In this context, our study is an essay to demonstrate the positive and negative effects which the silver of Latin America caused in economies of Ottoman and Spanish States during the 16th century. Keywords: Spain, Ottoman, Latin America, Silver, Charles V, Philip II, Selim II, Murad III. 230 XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair... Giriş Bu çalışma, yakın zamanda Batı’da ve Türkiye’de çıkan yayınlar esas alınarak hazırlanmıştır. Bu doğrultuda XVI. yüzyıldaki iki başat güç olan Osmanlı ve İspanya devletleri arasında vuku bulan siyasi ve askeri rekabetin iktisadi temelleri karşılaştırmalı bir şekilde ele alınmıştır. Ayrıca birinci elden kaynak bakımından Osmanlı kronikleri ve İspanyol arşiv belgelerinden örnekler sunulmuştur. Katolik krallar olarak tanınan Isabel ve Fernando, İspanya’nın siyasi birliğini sağlamak adına gerçekleştirdikleri evliliğin ardından yeniden fetih manasına gelen Reconquista’tayı başlattılar ve yarımadadaki son Müslüman devlet olan Granada Emirliğine karşı sürdürdükleri mücadeleyi 1492 yılında başarıya ulaştırdılar. 1492’de Son Müslüman devleti devrilirken, yarımadadaki diğer bir unsur olan Yahudiler de adadan kovuldular. Aynı yıl yeni kıta Amerika’nın keşfi gerçekleşti.1 Yeni Kıta Amerika’nın Keşfiyle Birlikte Batı’daki İktisadi Gelişmeler Yeni Dünya’nın keşfi ile birlikte bulunan gümüş madenleri, eski ve yeni kıta arasında yoğun bir madencilik etkinliğinin başlamasına vesile oldu. Bu sayede, özellikle de 1536-1566 senelerini kapsayan otuz yıl içinde olağanüstü şekilde talihin tecellisiyle oluşan servetten yararlanan İspanya, bu süreçte sömürgelerindeki ikinci hatta üçüncü sınıf bir ülke durumundan dünyanın en zengin ve en güçlü memleketine dönüştü. Öncelikle 1519 ile 1533 yılları arasında İspanyol Sömürge İmparatorluğunun aşırı şekilde büyümesini sağlayan faktörlerin başında, 13 Ağustos 1521’de Aztek medeniyetini yıkan Hernan Cortes ile 1532 tarihinde İnka İmparatorluğu’nu yıkan Francisco Pizarro geliyordu. 1535 yılında Aztek İmparatorluğu’nun üzerinde Nueva España [Yeni İspanya] Genel Valiliği, bugünkü Peru, Bolivya, Şili, Venezuela, Paraguay, Kolombiya, Ekvador topraklarını kapsayan bölgede ise Peru Genel Valiliği kuruldu.2 1 2 J. M. Batista I Roca, “The Hispanic Kingdoms and The Catholic Kings”, The Cambridge Modern History-The Renaissance 1493-1520, Ed. G.R.Potter, Vol. I, Cambridge 1957, s. 316, 320, 325; Merry E. Wiesner-Hanks, Erken Modern Dönemde Avrupa 1450-1789, Çev. Hamit Çalışkan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2009, s. 148-149. Carlo M. Cipolla, Fatihler, Korsanlar, Tüccarlar: İspanyol Gümüşünün Efsanevi Öyküsü, Çev: Tülin Altınova, Türk Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2003, s. 1-3; 1583’de III Murad’a sunulan ve Amerika kıtasındaki keşifler ile ilgili bir Müslümanın gözüyle yazılmış ilk kitap olması bakımından büyük bir değere hâiz “Tarih-i Hind-i Garbî” adlı eserde, Hernan Cortes’in Meksika kıtası üzerinde yaptığı keşifler, savaşlar, 120.000 insanın ölümüne yol açarak yerli toplum üzerinde yarattığı büyük felaket ve yaptığı yağma hakkında ilginç bilgiler mevcuttur. Yerli toplumun dini değerlerine, kültürel hazinelerine zerre kadar saygı duymayan Hernán Cortés’in, Meksika topraklarının en değerli tapınaklarında bulunan altın ve gümüşten yapılma putlardan oluşan çok değerli kültür hazinelerini nasıl yağmaladığı ve 600.000 parça altın ele geçirerek yaptığı iktisadi kazançla ilgili bilgiler kayda değer niteliktedir. Seferinin sonunda Cortés’in, köle olarak yerliler ve hediyelerle birlikte 20.000 kantar altın, 1.500 kantar saf gümüş ve 10.000 kantar altın alaşım yüklü iki gemiyle 1528’de İspanya’ya vardığı bilgisi elde edilen kazancın miktarını anlamak bakımından önemlidir. Ayrıca Eser, Büyük okyanusa çıkış yolunun bulunmasıyla birlikte Francisco Pizarro’un Panama üzerinden Peru’ya yaptığı yolculuk hakkında bilgi vermektedir. Pizarro’nun bu seferden 600.000 kantar saf altın ve 150.000 kantar saf gümüş elde ettiği bilgisi mevcuttur. Bk. Tarih-i Hind-i Garbî veya Hadîs-i Nev, The Historical Research Foundation İstanbul Research Center, İstanbul 1987, s. 26-33. 231 Emrah Naki Tüm bu gelişmeleri, 16. Ve 17. yüzyıllarda İspanya’nın güç ve zenginliğinin temel kaynaklarının oluşmasını sağlayan, bugünkü Bolivya bölgesinde yer alan Potosi ile Meksika’nın Zacatecas yöresinde bulunan gümüş madenlerinin 1545 yılı itibariyle keşfi izledi. 1554 ve 1556 yıllarında cıva ve tuz kullanılarak minerallerden gümüş elde edilişini sağlayan yöntemin Sevilla’lı Tüccar Batolomé de Medina tarafından Zacatecas madenlerine götürülüp uygulanmasıyla birlikte üretim masrafları düşürülürken, zayıf ve az verimli maden yataklarının işletilmesine de olanak sağlandı. Zacatecas madenleri için gereken cıva İspanya’nın İdria ve Fuggerler tarafından yönetilen Almaden bölgesinden sağlanırken, 1564’de Potosi’nin kuş uçuşu 1200 km. kuzeyinde bulunan Huancavelica olarak adlandırılan yeni bir yerin keşfedilmesiyle Potosi madenlerinin tam randımanlı çalıştırılabilmesi başarılmış oldu.3 Amerika kıtasına giden ya da oradan gelen tüm yolcu ve malların zorunlu hareket ve varış yeri İspanyol kenti Sevilla olup İspanya’nın dış limanı Sanlúcar ile birlikte İspanyol-Amerikan ticaretinin tekel merkeziydi.4 Rakamsal olarak vermek gerekirse, Amerikan’dan Sevilla’ya aktarılan gümüş 1521-1530 arasında 149 kiloyu bulurken, bu miktar 1551-1560 döneminde yaklaşık 303 tona, 1561-1570 döneminde 943 tona, 1571-1580 döneminde 1.119 tona ve 1581-1590 döneminde de 2.103 tona çıktı. 1591-1600 döneminde ise 2708 ton olarak kayda geçirildi. Yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte tüm nispi önemini kaybeden altının 1503-1600 arasında girişi ise 153 tonu bulmaktaydı. Fakat tüm veriler gümrük vergisi ödenen kayıtlı gümüş ve altındı. Kayıt dışı olarak kaçak yollardan sokulan gümüş ve altının miktarı ise bilinmiyordu.5 Sevilla’da kayıtlara geçen gümüşün duka cinsinden değeri, aşağıdaki tabloda daha net şekilde gösterilmiştir:6 Dönem 1556-1560 1561-1565 1566-1570 1571-1575 1576-1580 1581-1585 1586-1590 1591-1595 1596-1600 3 4 5 6 İspanya Kraliyeti İçin Şahıslar İçin 1.882.195 2.183.440 4.541.692 3.958.393 7.979.614 9.060.725 9.651.855 12.028.018 13.169.182 7.716.604 11.265.603 12.427.767 10.329.538 12.722.715 26.188.810 18.947.302 30.193.817 28.145.019 Toplam 9.598.798 13.449.043 16.969.459 14.287.931 20.702.329 35.249.534 28.599.157 42.221.835 41.314.201 Cipolla, a.g.e., s. 4-7. Máximo García Fernández, La Economía Española en los Siglos XVI, XVII, XVIII., Actas, Madrid 2002, 36. Cipolla, a.g.e., s. 18-19. Earl J. Hamilton, American Treasure and the Price Revolution in Spain, 1501-1650, Harvard University Press, Cambridge-Massachusattes 1934, s. 34. 232 XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair... Amerika kıtası üzerinde çok dramatik ve tahrip edici bir etkiye yol açan İspanyol Conquistadorlarının [Fetihçi], büyük altın yatakları bulma hayaliyle çıktıkları yolda altın yerine keşfettikleri ve hızla gerçek madeni zenginlik kaynağı olan Zacatecas ve Potosi gibi zengin gümüş yataklarının Avrupa’nın kendi ekonomisi üzerinde faydalı etkiler yaratacağı ortadaydı. Öyle ki, bu gelişmeler sonradan Avrupa’nın Asya ile yaptığı baharat ve tekstil ticaretinin gelişmesine yol açacak, eski dünya ile yeni dünyayı birbirinden ayıracak ve Avrupalı bir dünya ekonomisi çağını doğuracaktı.7 İspanyol İflasları Avrupa’da tek elde toplanan bir Habsburg hâkimiyeti kurmak hülyasıyla imparatorluk kaynaklarını Fransa, Osmanlı Devleti ve gün be gün büyüyen Protestan harekete karşı mücadelede harcayan V. Carlos’un, oğlu II. Felipe’ye bıraktığı asıl miras, savaşların mali yükü sebebiyle artık altından kalkılamaz hal alan devlet borçlarıydı. 16. yüzyılın ilk yarısına kadar geçen süreçte devlet harcamaları yüzdelik birime göre 1504’de 100 iken, 1532’de 106,3’e, 1559’da 308,4’e ulaşarak üç kart artmıştı. Fakat gelirler giderlerin aksine yine yüzdelik birime göre 1504’de 1.450.000 duka iken, 1559’da 3.000.000’ya çıkarak sadece % 206,9 artış göstermişti. Fakat fiyatların değişmesinin de Kraliyet maliyesi üzerinde yansımaları olmuştu. Mali hasılat 1500’de 100’den, yüzyılın ortalarında % 371,8’e yükselmiş görülmesine rağmen gerçek değerlerde ise yüzdelik birime göre 1500’de 100 olan bu durum 1555-1560 yılları arasındaki parasal değer açısından % 155’e tekabül etmekteydi. Aradaki açığı kapatmanın tek çaresi borçlanmaydı. Haziran 1556’da Maliye Kurulu, kısa vadede borcun 7.524.000 duka olduğunu açıklamıştı: 1557-1560 yılı gelir tahmini üzerinden mukavelelerin geri ödemesi 5.224.000 duka, 1561-1566 gelir tahmini üzerinden 560.000 duka idi. Kambiyo senetlerinden gelen 1.740.000 dukalık borcun geri ödemesi mümkün gözükmemekteydi. 1556 yılı olağan harcaması 1.029.200 olacağı farz ediliyordu. 1557-1560 olağan harcamalarının 4.086.200 duka olacağı öngörülerek buna eklendiğinde, dalgalı borç, geciken ödemeler, bütçe açığıyla birlikte toplam rakam 12.639.400 dukaya ulaşıyordu. Mali durumdaki mevcut belirsizliğe rağmen II. Felipe, naiplik hükümetinden Şubat 1557’de Fransa ile sürmekte olan savaş sebebiyle askeri seferler için 2.500.000 duka daha talep etmekteydi. Neticede savaşın mali yükü ve yüzde 14 gibi yüksek faizle alınan kredilerin geri ödemesi hususunda sıkıntıya düşen II. Felipe, Nisan ve Haziran’da imzaladığı yeni düzenlemelerle 1557 yılında krallığın ilk iflasını ilan etti.8 Amerika’dan Sevilla’ya giren Amerikan gümüşünün bolluğuna rağmen İspanyol borçlarını kapatmaya yetmemesinin geçerli sebepleri vardı. Amerika kıtasından gelen gümüşün pek azı İspanya’da kalmakta, tamamı ya da ona yakını ülkeden çıkmaktaydı. Amerika’dan İspanya’ya ulaşan değerli madenlerin yüzde 75-80’i bireylerin gerçekleştirdiği satışlardan, geriye kalan yüzde 20-25’i ise İspanyol uyrukluların madencilik 7 8 David Arnold, Coğrafi Keşifler Tarihi, çev. Osman Bahadır, Alan Yayıncılık, İstanbul 1995, s. 89-90. Carlos Javier de Carlos Morales, Felipe II: Un Imperio En Bancarrota, Editorial Dilema, Madrid 2008, s. 25, 37-38, 45, 77. 233 Emrah Naki etkinliklerinden sağlanan royaltilerden [imtiyaz ücreti], malların dışalım ve dışsatımları üzerinden alınan gümrük vergilerinden ve değişik armağanlardan oluşan taht gelirlerinden oluşmaktaydı. İspanyol tahtının sürekli borçlanma politikasından dolayı İspanya’ya ulaşan değerli madenler genellikle daha yerine ulaşamadan harcanmış oluyordu. Borçlanma, değişik cephelerdeki orduların ayakta tutulmasından, gereksinimlerinden kaynaklandığı için borçlarını tasfiye etmek amacıyla İspanyol tahtının gümüş sikke bastırarak ödediği paralar, savaş bölgelerinde yeniden belirmek üzere İspanya’dan çıkıyordu. Diğer bir önemli neden ise arz ve talebin çılgınca artışıyla boy ölçüşecek düzeyde olmayan İspanyol üretim sistemiydi. Daha çok dışa bağımlı bir ekonomik sisteme sahip olan İspanya, dış alımını yaptığı malların karşılığını, külçe ya da sikke halinde Amerika’dan gelen gümüş ile ödediğinden böylece gerçek bir gümüş seli Avrupa’yı sürüklüyordu.9 Kasım 1566 yılında II. Felipe, finansal rotayı düzeltme önlemleri içinde ve bol miktarda para çıkışını frenlemek gayesiyle altın-gümüş paritesini 400 maravedí [bakır sikke] eden yeni bir escudo [altın sikke] değerinde tadil etti. İlaveten gelirlerin tahsisi ve artışının yanı sıra masraf ve harcamalarda azaltmaya gidilmeye çalışılsa da Aşağı Ülkeler isyanın yayılması, Granada isyanı ve en önemlisi olarak İnebahtı Muharebesi öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kurulan Hıristiyan İttifakında yer alarak İtalya’ya para sevkiyatı yapması gibi askeri harcamalar varılmaya çalışılan iktisadi hedefleri engelledi. Öyle ki, kronik bütçe açığının büyümesi serbest ve sabit borçlanma ödentilerini yıldan yıla artırdı. Bu şartlar altında Kraliyet Maliyesi’nin gün geçtikçe finansal bir uçuruma sürüklendiği gözle görülmekteydi.10 Akdeniz’de Osmanlılara, Aşağı Ülkeler’de ise isyan hareketine karşı iki farklı cephede mücadele eden İspanya’nın, Akdeniz donanması ve Flandes ordusunu finanse etmek için 1571-1577 yılları arasında sağladığı para duka cinsinden olmak üzere aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Bu tabloya daha net bakıldığında, İspanya’nın donanma ve ordusunu muhafaza edebilmek adına İnebahtı savaşının yapıldığı 1571 yılı ve sonrasında üstlendiği harcamaların Kraliyet Maliyesi’ni ne tür bir yükün altına soktuğu daha net olarak anlaşılacaktır.11 Yıl 1571 1572 1573 1574 1575 1576 1577 Toplam Akdeniz Donanması için 793.000 1.463.000 1.102.000 1.252.000 711.000 1.069.000 673.000 7.063.000 duka Flandes Ordusu için 119.000 1.776.000 1.813.000 3.737.000 2.518.000 872.000 857.000 11.692.000 duka 9 Cipolla, a.g.e., s. 32-35. 10Morales, a.g.e., s. 104-105. 11 Geoffrey Parker, Felipe II, la Biografía Definitiva, Editorial Planeta, S. A., Traducción: Victoria E. Gordo del Rey, Barcelona 2010, s. 589. 234 XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair... Yukarıdaki tabloda gösterilen hesaplamalar, sadece İspanya dışındaki II. Felipe silahlı kuvvetlerine ödenendi. Fakat Kraliyet Maliyesi, paranın sevkiyat masraflarını ve faizini de ödemek zorundaydı. Şubat 1574’de yapılan hesaplamalara göre, 1567 yılında ilk isyanı bastırması için gönderilen Alba Dükü’nün çıktığı günden itibaren Aşağı Ülkeler’e harcanan para 22 milyon duka idi. Ağustos 1573’de yapılan hesaplamalara göre ise ülke sabit borcu 35-36 milyon duka arasındaydı. Yıllık sabit gelirler 3.015.210 duka idi. Konsolide borç faizleri ile birlikte 49.060.226 dukayı buluyordu. Ekonomik veriler açısından durum hiç açıcı değildi. İlaveten, Mart 1574’de ulaşan ve Luis de Nassau’nun Aşağı Ülkeleri istila ettiği haberlerinin yanı sıra İstanbul’dan gelen raporlardaki Osmanlı’nın evvelsi yıl Don Juan’a kaybettiği Tunus’u geri almak için çok büyük bir donanma hazırladığı bilgisi, ekonomik dar boğazdaki İspanya için felaketti. Kraliyet maliyesinin bu şekilde devam edemeyeceği açıktı. Yeni Maliye Konseyi Başı seçilen Juan de Ovando’un Ocak 1574’’deki ilk icraatı, Flandes ordusu için bir milyon duka, İtalya Orduları için 960.000 duka, Atlantik’deki Santander Limanında bulunan donanma için 500.000 duka ve fuarlarda bankerlerden kredi olarak almak için 2.297.000 duka toplamak olmuştu. Ayrıca Şubat’tan Kasım’a kadar 5.810.000 dukalık bir meblağ için yeni provizyon görüşmeleri yapmak zorunda kalmıştı.12 Ovando, bankerlerden alınan faizlerin oranının sürekli yükselmesinde şikâyet ediyordu. 1560’larda yıllık yüzde 8 faiz oranı ile borç veren bankerler, şimdi yüzde 14 hatta yüzde 16 oranlarında faizle kredi açmaktaydılar. Ovando, bu kısırdöngüye artık son vermek gerektiğini ve bunun da tek yolunun borçları askıya almak olduğunu vurguluyordu. Fakat Osmanlı tahtına yeni geçen III. Murad’ın 1574’deki Tunus zaferi akabinde geçen yıl olduğu gibi Akdeniz’e yeni bir sefer düzenlemek üzere büyük bir donanma hazırladığı haberleri ve Aşağı Ülkeler’de sürmekte olan isyan karşısında II Felipe’nin, şimdilik iflas kararını ertelemekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bu doğrultuda 1575 yılı zarfında, son derece stratejik önemde olan Akdeniz ve Aşağı Ülkeler’deki silahlı kuvvetlere gereken parayı tanzim edebilmek için haftalar harcadı. Ekonomik şartlar II. Felipe’yi saldırgan düzeyden savunmacı bir aşamaya geçmeye zorluyordu. Neticede ordularını muhafaza etmek için her iki cephede izlediği ekonomi politikalarının sürdürülemez oluşu karşısında, 1 Eylül 1575’de tüm ödemelerin askıya alındığını bildiren maddeleri imzalayarak devletin iflasını onayladı.13 İflas kararının alınması gerçekte Ceneviz’li bankerleri etkiledi. II. Felipe’nin ve danışmanlarının, İspanya ve diğer yabancı piyasaların tüccarlarına başvurmanın mümkün olduğuna çok çabuk inanarak 1 Eylül 1575 kararnamesini imzalamaları ve 14 Kasım 1560’tan itibaren yapılan bütün asientosları [kredi sözleşmesi] iptal etmeleriyle birlikte yasadışı ve hilekâr ilan edilen Cenevizliler muntazam kayıplara uğradılar. Buna itiraz edip tartışmaya girmekle beraber Kastilya Kamarası’nda dava açtılar. Fakat özellikle Flandes yönüne olan ödeme sistemini etkin bir şekilde kilitlediler. 12Morales, a.g.e., 133-136; Parker, a.g.e., s. 590, 593, 600. 13Parker, a.g.e., s. 601-605. 235 Emrah Naki Cenevizliler kambiyo senetleri ve altın üzerinde abluka uyguladılar. Ticaret yollarındaki sevkiyatı yavaşlatarak Kastilyalı tüccarlar ile Függerler dâhil kendileri aleyhinde kavgaya katılan tüm rakiplerinin manevra kabiliyetini kısıtlayarak rahatça davranmalarını engellediler. Bu gelişmeler sonucunda maaşlarını alamayan Aşağı Ülkeler’deki İspanyol birlikleri, 1576’da Anvers’e girip korkunç bir şekilde yağmaladılar. Neticede beş milyon eskudo sözüyle II Felipe’yi masaya oturtmayı başaran Cenevizliler, İspanya kralıyla 5 Aralık 1577’de medio general adlı antlaşmayı imzalayarak 1575’in sert tedbirlerini yumuşattılar.14 İspanya Yönlü Yansımaları Ekonomik Gelişmelerin Osmanlı Ekonomisindeki 1. Fiyat Hareketleri Yukarıdaki verilerde ayrıntılı olarak görüldüğü gibi İnebahtı muharebesi ile zirve yapan İspanyol-Osmanlı mücadelesinin yalnızca İspanya ekonomisi üzerinde olumsuz etkileri olmamış, aynı zamanda Osmanlı ekonomisini de derinden sarsmıştı. Merkezde daha büyük ordular kurmak ve bunları sürekli olarak eğitme zorunluluğu Osmanlıların maliyesini yıpratırken, özellikle batıda ve doğuda girişilen uzun ve tüketici savaşlar mali sorunları daha da ağırlaştırmıştı. 16. yüzyılın ortalarında imparatorluk genişlemesinin sınırlarına ulaşırken, değişen savaş teknolojisiyle birlikte merkezi hazinenin askeri harcamaları ise artmıştı. Yüzyılın ikinci yarısında doğuda Safevîlerle batıda Habsburglarla yapılan uzun savaşlar sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun hazinesinde birikmiş olan muazzam kaynaklar erimeye başlamıştı.15 İspanya-Osmanlı mücadelesinde Batı Akdeniz savaşları olarak adlandırabileceğimiz süreçte devlet masrafları müthiş bir şekilde artarken, III. Murad’ın tahta cülusunun ikinci yılı olan 1575’de, akçe sıkıntısı, pahalılık, gümüş paralarla oynanmaya başlanması yani tağşişi söz konusuydu. Savaş ekonomisinin hazinede yarattığı ağır yükün yanında, devlet masraflarının sürekli artmasındaki nedenlerinin başında, büyük ölçüde Sevilla’ya gelen gümüşün çoğunlukla İtalyanlar vasıtasıyla Osmanlı topraklarını da istila etmeye başlaması gelmekteydi. Gümüş istilasıyla piyasa ve devlet, sikke değerlerinin baştanbaşa bozuluşunun yarattığı bunalımla karşılaşırken, fiyatlar da bundan olumsuz bir şekilde etkilenmekteydi. Özellikle 1580’den sonrada gümüş stokunun birdenbire artması her yerde olduğu gibi fiyatların yükselişinin başlıca nedeniydi. Çünkü Batı’da ucuz olan gümüşe talebin ve gümüşün kambiyo kuru değerinin yüksek olduğu Osmanlı ülkelerine akması stokları artırmakta, bu da akçenin değer kaybetmesine sebep olmaktaydı. Değersiz para değerli paranın bulunduğu yere akmaya onu piyasadan sürüp atmaya eğilimliydi. Gümüş ithalinin teşviki, resim 14 Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz dünyası, C. 1, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Eren, İstanbul 1989, s. 339-340. 15 Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, Çev. Gökhan Aksay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2007, s. 98. 236 XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair... alınmaması, yabancı tüccarların gümüş nakitlerini Osmanlı parasına karşılık teslim mecburiyetinin olmaması bunda etkiliydi.16 Sevilla’ya varan Amerikan gümüşü Saksonya, Bohemya ve Tirol madenlerinin gümüşüyle birlikte geleneksel kanallardan geçerek Ortadoğu’ya dek uzanmaktaydı. Hatta 1565 yılı itibariyle İspanya’nın Manila kalyonlarına ya da Çin gemilerine yüklenerek Pasifik Okyanusu üzerinden Çin ve Güneydoğu Asya mallarıyla takas edildiği İspanyol Filipinler’ine kadar ulaşmıştı.17Gümüş tüm Asya’ya değil, özellikle Çin’e akarken, Altın ise aynı dönemde ters yönde akmaktaydı. Gümüşün büyük miktarlarda Çin’e akmasının nedeni, gümüş fiyatlarının bu ülkede en yüksek değerde olmasıydı. Çünkü Çin’in para ve vergi düzeni gümüşe bağlanmıştı ve vergiler artık gümüş olarak toplanıyordu.18 Sevilla’dan Avrupa’ya dağılan ve otomatik olarak paraya dönüşen gümüş, İspanyol gümüş sikkesi olarak 8’lik realler halinde basılmaktaydı. Günümüzdeki doların piyasa geçerliliği gibi, bu reallere sahip olan dünyanın her yerinde yararlanabileceği bir alım gücüne sahipti. İspanya’dan gümüş ihraç etmek için İspanya Kralı’nın özel iznini elde eden ve mali gücü sebebiyle krala istediklerini yaptırabilen Cenevizliler, özellikle ayrıcalıklı ve Güney Avrupa’nın büyük bölümünde İspanyol gümüşünün dağıtıcısıydılar.19 Osmanlı Ülkeleri’ne giren yabancı paraların başında bu İspanyol gümüş realleri vardı. Vezin ve ayarı sürekli bozulmakta olan akçeye karşı sağlam ve kullanışlı olan 8’lik İspanyol realleri, Osmanlı Devleti’nde halk arasında ve devlet maliye bürolarında büyük itibar kazanmış ve piyasaya hâkim olmuştu. Öyle ki, İspanyol realleri kullanıldığı devirler boyunca Türkiye’de bu ayar ve itibarda bir gümüş para basmak mümkün olmadı. Çünkü kıymetli maden ocaklarının eski istihsal metotları ile çalışmaları veya zamanla tükenmiş bulunduğundan ve Türkiye darphanelerinin büyük bir kısmı terk edildiğinden mümkün olmamıştı. Bir süre sonra kendi parasını tamamen basamaz bir hale gelecek, sikke kesme işinin kendisine vereceği kontrol imkânlarından ve mali kaynaklardan mahrum kalacak, kapitülasyonlarla yabancı devlet paralarını Türk parasına tahvil etmek mecburiyeti olmaksızın serbestçe sokma hakkı tanıyarak kendisini uluslararası fiyat ve kıymetli maden hareketlerine terk edecek olan Osmanlı Devleti açısından durum oldukça vahim sonuçlar doğuracaktı.20 İspanyol gümüşünü Osmanlı topraklarına taşıyan kıta İtalya idi. 1580’den sonra Ceneviz’in önderliğinde İspanya’yı geçerek gümüşün gerçek dağıtım merkezi olan 16 Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013, s. 216-217, 221. 17 Catherine Eagleton – Jonathan Williams - Joe Cribb ve Elizabeth Errington ile birlikte, Paranın Tarihi, Çev. Fadime Kahya, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2003, s. 237. 18Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, s. 81. 19 Cipolla, a.g.e., s. 36-37. 20 Ömer Barkan, “XVI. Asrın İkinci Yarısında Türkiye’de Fiyat Hareketleri”, Belleten, C. 34, No: 136, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1970, s. 588-589. 237 Emrah Naki büyük kentlerin İtalya’sı bu rolü sayesinde muazzam kârlar sağlarken, görevi kolay ve kârlı bir iş olan, İspanya’nın aşırı bol parasının bir bölümünü Doğu Akdeniz’e boşaltmaktı. Ayrıca İtalya, İspanya’nın İmparatorluğu’nu ve Katolikliğin kaderini savunduğu dar Aşağı Ülkeler piyasasını zor elde edilen altın ve gümüş paralar ile kambiyo senetleriyle beslemekteydi. Bu besleme sonucunda nakit para Aşağı Ülkeler’deki birlikleri, sadık uyrukları olduğu kadar asileri de doyurmaktaydı. Gümüş enflasyonunda stok yapılan altın güvenilir değer haline gelmiş ve uluslararası ödeme aracı özelliğini kazanmıştı. Tersine hükümler olmadıkça, kambiyo senetleri de altın cinsinden ödenmekteydi.21 Osmanlı İmparatorluğu’ndaki emtia değerini takdirde kullanılan madenin bollaşması fiyat yükselişinin temel nedenlerindendi. Çünkü gümüş bolluğu altına olan talebi artırmakta, bu da altının fiyatını yükseltmekteydi. Bu defa itibari değeri yüksek konmuş gümüş gelmeye devam ederken, buna karşılık gerçek değeri yüksek olan altın gitmeye başladı. Bu sebeple altın ve gümüş ile ifade edilen ticaret ödemelerindeki değer seviyesi, kapitülasyonlarla ithalatı teşvik eden Osmanlı Devleti’nin daha çok aleyhine olmaktaydı. Neticede devlet dış ticaretinde açık vermeye ve aradaki farkı da altınla ödemeye başladı. Bu da altına olan talebi büsbütün artırırken, gümüşün değerini büsbütün düşürdü. Gümüşün bizatihi değerinin düşmesi devletin muhasebe akçesinin(fiyatları ölçmeye yarayan paranın) de değerini düşürdü.22 Örneklerle açıklayacak olursak; 1491-1566 tarihleri arasında yüz dirhem gümüşten bir tanesi 0.731 gram gümüş ihtiva eden en fazla 420 akçe kestirilirken, bu akçelerden 1491-1516 tarihleri arasında 52, 1517-1549 arasında 55 ve 1550-1566 arasında ise 60 tanesiyle bir Osmanlı altını alınabilmekteydi. Bu hesaba göre bir gram altının kıymeti 1491’de 10,64 iken 1560’da 11,52 gram olarak tespit edilmişti. Fakat II. Selim’in tahta geçişinden itibaren bu nispetler bozulmakla birlikte yüz dirhem gümüşten 420 akçe yerine 450 akçe kestirilmeye başladı. Akçelerin gümüş miktarında tağşişe uğrayarak 0.731 gramdan 0.682 grama düşürüldü. Buna rağmen bir Osmanlı altının yine 60 akçeye tedavül edilmesi istendi. Lakin kalpazanlar tarafından sikkenin kenarları kesilerek gümüş miktarının düşürülmesi faktörü bunu engelledi. Çünkü piyasadaki bozuk sikkeler sebebiyle resmi kur fiyatı 60 akçe olan altın halk arasında altın 80 veya 100 akçeye kadar alınıp verilmeye başladı. Neticede ayarı bozuk paranın yarattığı enflasyon karşısında, çarşı ve pazarlardaki yiyecek fiyatları nispetsiz ve kararsız bir şekilde yükseldi. Bu da toplum içinde ekonomik ve politik düzeni tehdit eden büyük bir huzursuzluğun meydana gelmesine yol açınca devlet, 1584-1586 yılları arasında akçe üzerinde yeni bir ayarlama yapmak zorunda kaldı. Buna göre, 100 dirhem gümüşten artık 800 adet akçe kestirilecek ve her birinin ağırlıkları da 0,384 grama düşürülecekti. Aynı karara göre, 3,517 gramlık Osmanlı altınlarından bir tanesi, kıymet itibariyle bu akçelerden 120’sine tekabül ediyordu. Bu durumda 40,920 gram gümüş ihtiva eden 60 akçe ile alınabilen altın, yeni kura göre 46,080 gram gümüş ihtiva eden 21Braudel, a.g.e., s. 333-334. 22Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, s. 222-223, 225. 238 XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair... 120 akçe etmekteydi. Böylece bir gram altının fiyatı 11,52 gram gümüşten 13.10 gram gümüşe çıkarak altın prim yaptı. Neticede bu derece büyük çapta bir devalüasyonla olan yine halka olmuş, eşya ve yiyecek fiyatları nispetsiz şekilde fırlarken, fırsattan faydalanan ihtikâr erbabı karaborsa fiyatlarıyla cebini doldurdu. Ayrıca İspanyol 8’lik realleri devalüasyondan sonra çok daha fazla dolaşmaya başladı.23 Tarih-i Selânikî’de, değeri düşürülmüş akçe meselesi şöyle anlatılmaktadır: Ve Serdâr-ı âlî-kadr Ferhad Paşa edâme’llahu ta̔âlâ iclâlehû hazretleri medine-i Erzurum’a asâkir-i mansûre ile kışlada iken sene 997 cumâdelâhiresinün dördüncü güni (20 Nisan 1589), Südde-i sa̔âdet-nişân dan Süleyman Çavuş ahkâm-ı şerife ile gelüp, mekâtîb getürdi. Hâtıra hutûr eylemeyen havâdis-i acîbe haberlerin i̔lâm eyledi. Bölük halkınun ekseri Gence seferinden avdet itdükde Âsitâne-i sa̔âdete varup, ale’l-ittifâk hurda akça ki kadimden olan akçanun her birin halk kimse tınmayup, terk-i siyaset olmağla beş pâre eyleyüp, kat’a sikkeden nâm u nişân kalmayup ve yüz dirhem gümüşden beş yüz akça kesilmek kānûn-ı Pâdişâhî iken, iki bin aded zuyûf akça olup, hiçbir vechile amele yaramayup ve tedric ile gümüşün dirhemi on ikişer akçaya satılup alınmağa başlayup ve guruş kadimden kırk akçaya iken seksen akçaya alınup-virilür oldı. Ve altun altmış akçadan yüz yiğirmi akça bahâya çıkmak ve buna göre cümle narhlar tüccâr ma-beyninde iki bâhaya i̔tibâr olunmağla ve melbûsat ve me’kulat bu üslûb üzre ziyâdeye çıkmağla her kişi ulûfesini on altun alırken beş altun almağa başladı dediler.24 eder: Gelibolulu Mustafa Ali ise değeri düşürülen akçe meselesini şu şekilde ifade …Kânûn-i kadimde yüz dirhem gümüşden beşyüz akçe kesilmek ve bir Flori elbette altmışdan bir eksiğe bozulmak mukarrer iken evvelâ hiyânet-i ̔ummâl ve celb-i defterdârân-ı bed-a ̔mâl hasebi ile her yüz dirhemden yediyüze giderek sekizyüze ruhsat virildikden gayrı hurc u sarfında dahî tefâvüt-i fâş ve izdiyâd-ı muvahhiş muhakkak olub tedriçle sikke-i celîle-i sehr-yârî’niñ revâcı kesâda mübeddil oldı.25 Neticede askerin aylığını bu yeni akçelerle ödemeye kalkışan devlet idaresine karşı İstanbul’da 3 Nisan 1589’de kapıkulu askerlerinin ayaklandığı görüldü. Selânikî ifadesiyle ayaklanan askerler, Sadrıa̔zam Siyâvuş Paşa hazretleri kapusuna gelmişler idi. Anda gulgule ve velvele idicek, “Tashîh-i sikke husûsı 23Barkan, a.g.m., s. 571-573; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, Ünal Matbası, İstanbul 1983, s. 30-31; Halil Sahillioğlu, Studies on Ottoman Economic and Social History, IRCICA, İstanbul 1999, s. 12, 41. 24 Selânikî, a.g.e., s. 210. 25 Künhü’l-Ahbâr’dan transkripsiyon için bk. Feris Çerçi, Gelibolulu Mustafa Âlî ve Künhü’l-Ahbâr’ında II. Selim, III. Murad ve III. Mehmet Devirleri (I. Cilt), Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 2000, s. 131; ayrıca Osmanlıca orijinal metin için bk. Gelibolulu Mustafa Âli, Künhü’l-Ahbâr, Dördüncü Rükn, C. I, TTK, Ankara 2009, s. 481b-482a. 239 Emrah Naki Beğlerbeği Vezîr Mehmed Paşa hazretlerine ısmarlamışlardur” diyü cevâb vermişler, oradan cem̔iyyet ile kalkup Beğlerbeği kapusuna gavga ve galebe ile Pâdişâhumuzun sikkesi bu surete girdi, üç yüzyıldan berü Âl-i Osmân selâtîni asker-i mansûreye böyle ulûfe virmi midür? dediler. Bahşiş ve terakkī vermek suretiyle isyanı sonlandırmak isteyenlere ise Bize hiç bahşiş ve terakkīsi gerekmez, almazuz, vaktile bî-nimet bahşiş terakkilerimizi ala-geldiğimüz üzre alabilirüz, bizüm ulûfelerimiz Şark seferlerine vara vara bu surete koydılar, yanına geçüp tedbîr ü tedârük eyleyen vezirin elmize virsün ve illâ eyü olmaz, bilmiş olsun; elbette Beğlerbeği başı elimize gelmeyince bu gün bu Dîvandan taşra çıkamazuz, mâ-hasal yaramaz olur yerine Pâdişâh buluruz onat görsün dediler. Sonuçta Rumeli Beğlerbeği Vezir Mehmet Paşa ve Başdefterdar Mahmud Efendinin kellesini aldılar.26 Doğuda İran savaşlarından dönen sipahilerin çoktan beridir maaşlarını alamaması, yollarda erzaksız kalmış olmaları, hazinede ilk defa olarak masrafları kapayacak kadar gelir bulunmaması, defterdarın asker maaşlarını ayarı düşük yeni akçelerle ödemesi ayaklanmaya yol açan sebeplerdi. Öyle ki, Osmanlı tarihinde Beylerbeyi isyanı olarak adlandırılan bu ayaklanma, askerin ta divana kadar gelerek padişahtan doğrudan doğruya ilk kelle alışı olayı olarak hafızalara kazındı.27 Şevket Pamuk, 1584-1586 sikke tağşişinin yeterince aydınlanmamış boyutlarından birinin de aynı tarihlerde İran’da gerçekleştirildiği söylenen benzeri bir tağşiş işlemiyle ilişkisi olduğundan bahsetmektedir. Osmanlı’nın İran seferinin Osmanlı maliyesinde yol açtığı sıkıntılarla birlikte, İran maliyesinde de ciddi sıkıntılara neden olduğunun, bu sebeple 1584’de Safevî Devleti’nin benzeri bir tağşiş gerçekleştirdiğine ilişkin kayıtlar bulunduğunu yazan Pamuk, Osmanlıların İran’a kaçan gümüş karşısında duyarlı davranarak, bu akışı engellemek için çeşitli önlemlere başvurduğunu belirtmektedir. Öyle ki, Osmanlı Devleti’nin İran’dan gelen tüccarların getirdikleri ipek karşılığında gümüş götürmek yerine Osmanlı malları almalarını talep ettiğini, XVI. yüzyılın üçüncü çeyreğinde doğuya doğru gümüş akışının artması ve iki devletin savaşa tutuşmaları nedeniyle bu tür müdahaleler ve yasaklamaların sıklaştığına değinmektedir. Diğer taraftan, savaş devam ederken İran’da gerçekleştirilen bu büyük tağşişin doğuya doğru gümüş akışını engellemek isteyen Osmanlıları benzeri bir hamleye zorlamış olabileceğini, Osmanlıların sürüp giden mali güçlüklerine ek olarak ortaya çıkan bu gelişmenin İstanbul’daki tağşişin kendisini değil ama zamanlamasını açıklayabileceğini vurgulamaktadır.28 Sonuçta İran savaşının Osmanlı maliyesine getirdiği yük öylesine büyük olmuştur ki, İran’la barış ifa edildikten sonra vezir-i azam 26 Selânikî, a.g.e., s. 210-211. 27Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, s. 218. 28 Şevket Pamuk, Osmanlı İmparatorluğu’nda Paranın Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999, s. 148. 240 XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair... Sinan Paşa, savaş sırasında elde edilen gelirler seferlerde harcananlara nazaran üçte bir daha az olduğunu söylemiştir.29 2. Batı’dan Değerli Maden Girişinin Osmanlı Ziraati ve Sanayinde Yarattığı Bunalım İspanya kaynaklı olan ve Osmanlı memleketlerini tesiri altına alan altın ve gümüş bolluğu, diğer taraftan paranın ayarının kasten veya bazı zaruretlerle bozulması gibi tedbirler neticesinde Avrupa’da olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nda da devrimci olarak nitelendirilebilecek bir fiyat yükselişi kaydedildi. Birbiriyle bağlantılı olan bu iktisadi gelişmelerle ilgili olarak muhtelif devletlerde XVI. yüzyılın son 25 yılı içindeki fiyatlar, bu yüzyılın ilk 25 yılı fiyatlarına göre, ortalama 3-4 misli arttı. Batı Avrupa memleketlerinde başlayıp oradan İtalya’ya ve bütün Orta ve Doğu Avrupa memleketlerine geçmiş olan bu fiyat yükselişlerinin, bir müddet sonra Osmanlı İmparatorluğu’na da kolaylıkla ve aynı tempo ile sirayet ederek bu geleneksel sosyal ve ekonomik yapısı üzerinde yıkıcı tesirler doğurmuş olmasının çeşitli sebepleri vardı. Başta buğday olmak üzere her türlü gıda maddeleriyle deri, yün, pamuk, ipek, balmumu, şap ve canlı hayvan gibi ham maddelerinin, bu maddelerin fiyatlarının büyük bir artış kaydettiği Atlantik iktisat bölgesi’ne doğru emilmeye başlaması ve Türkiye’nin bir kısım Avrupa memleketleri için cazip bir ham madde pazarı haline gelmesi yaşanan ekonomik buhranın temel sebebini teşkil etmekteydi.30 Osmanlı İmparatorluğu ekonomisi 16. yüzyılda kendi kendine yeter seviyede olmakla birlikte bu durum fiyat hareketleriyle birlikte değişti. Osmanlı, demir, bakır, kurşun ve sair, özellikle de harp sanayisi için önemli madenleri tamamıyla kendisi çıkarmakta, halkın ihtiyacı olan tüm madeni eşya ise imparatorluk sınırları içinde üretilmekteydi. Kuvvetli bir dokuma sanayisi bulunan imparatorlukta, yorgan ve yatak yüzleri, buğasi, sof, astarlıklar, bezler, yelken bezleri, kadifeler, ipekliler, kumaş boyaları Şam, Halep, Karaman ve Ankara çevrelerinden itibaren bütün Marmara ve Ege sahillerine kadar Anadolu’nun geniş bir sahasında üretilmekteydi. İstanbul, Edirne ve Selanik’te bile, bilhassa kumaş ve çuha yapımı ileriydi. Deri sanayisi Avrupa’dan daha yüksek seviyede bulunmaktaydı. Tarım ürünleri açısında pek çok çeşitliliğe sahip olan Osmanlı İmparatorluğu’nda Arap memleketlerinden sıcak iklim nebatları bolca temin edilirken, kuzeyden güneye ise önemli miktarda küçükbaş hayvan yollanmaktaydı. İaşe maddeleri bakımından, bilhassa hububat ürünleri açısından Rumeli Anadolu’ya daima yardım ederken, neticede karayolları ve denizlerde kuvvetli bir iç nakliyat faaliyeti görülmekteydi.31 Kendi kendine yetebilirliğiyle Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa için önemli bir ham madde ve zahire kaynağı olarak düşünülmekteydi. Gümüş ve altın ile Osmanlı 29 Sahillioğlu, a.g.e., s. 13. 30Barkan, a.g.m., s. 584-585. 31 Mustafa Akdağ, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve İnkişafı Devrinde Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti I”, Belleten, C. 13, Sayı: 51, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1949, s. 508-509. 241 Emrah Naki topraklarına giren Avrupalı tüccarlar, getirdikleri paralar karşılığında gemilerini doğudan aldıkları mühim miktarda sof, Bursa kadifeleri, ipekliler, halı, deri eşya (ayakkabı, çizme, kösele, sahtiyan), kumaş boyası, madeni eşya ve sair, Türkiye sanayisinin meydana getirdiği mamûlleri doldurarak Balkanlar üzerinden Lehistan, Avusturya ve Venedik istikametlerine yollamaktaydılar. Batıdan doğuya bakır ve demir malzeme (nalmıh, silah) satılırken, Hindistan, İran ve Rusya’dan gelen Doğulu tüccarlar ise Avrupalıların aksine başta dokumacılık ürünleri olmak üzere daima mal getiriyorlar ve karşılığında hiçbir madde götürmeyerek Osmanlı memleketinin servetini Doğu’ya aktarmak suretiyle altın ve gümüş topluyorlardı. Hükümet daha sonradan bazı önlemler alarak altın ve gümüşün külçe ve sikke olarak doğu sınırları dışına çıkışını yasakladı.32 1559 yılında altın ve gümüşün yanında, İran’a bakırın götürülmesi de yasaklandı. Maden işleriyle ilgili sanayi Anadolu’ya nazaran İran’da daha geriydi. Bu yüzden İranlılar, Osmanlı’dan bakır, nal, mıh, kurşun ve silah almaktaydılar. Fakat Siyasi gerginlikler sırasında veya bu maddelere memleket içinde daha fazla ihtiyaç duyulduğundan adı geçen maddelerin ihracı önlenmeye çalışıldı.33 Neticede Avrupa ve Doğu ile olan ticari münasebetlerin Osmanlı ekonomisine negatif tesiri, yüzyılın ikinci yarısı itibariyle hızla kendini gösterdi. Avrupalıların pamuk, pamuk ipliği, balmumu, deri ve sair gibi ürünlere daha fazla ödeyerek toplayıp ortadan kaldırması yerli sanatlar için hammadde sıkıntı ortaya çıkardı. Ayrıca yüzde doksanı çiftçi olan imparatorlukta, Arnavutluk’tan Mısır’a kadar olan kıyılardaki Osmanlı limanlarından Avrupalı gemiler pek çok hububat ve hayvan satın alıp götürmeleriyle birlikte seneden seneye ağırlaşan bir gıda darlığı belirmeye başlarken, Rumeli ve Anadolu sahillerine yakın yerlerde türeyen pek çok madrabazın kaçakçılık faaliyetlerinin bundaki payı büyüktü. Kadıların takdir ettikleri narhtan daha yüksek fiyat vererek topladıkları hububat, bu madrabazlarca dermahzen edildikten sonra, geceleri Hıristiyan gemilerine yüklenip gönderiliyordu. Bu vaziyet neticesinde Ege sahillerinde, Bursa, İstanbul, Edirne gibi büyük şehirlerde kıtlık baş gösterdi. Bu durumdan devlet de nasibini almakta, ordunun ve padişahın iaşesinde zorluklar yaşanmaktaydı. Sonuçta hammadde yüzünden yerli sanayinin zor duruma düşmesi, diğer taraftan hububat satışları yüzünden içerde kıtlık çıkması hükümeti bazı tedbirler almaya sevk etti. 34 Çanakkale’den girip çıkan yabancı gemiler, memnu madde götürmemesi konusunda daha bir sıkı yoklanırken, 1574 balmumu ihracatı, 1580’de ülke dışına deri satışı yasaklandı. 1584’de ise memnu maddeler listesinde bulunan, tereke (yani hububat), pamuk, balmumu, sahtiyan, donyağı, gön, meşin, pamuk ipliği, koyun derisi, zift, bilhassa savaş halinde oldukları İran’a barut, silah, at, kurşun gibi ürünlerin dışarıya satılmaması hususunda hükümetçe daha sıkı bir karar alındı. 35 32 Akdağ, Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti I, s. 508, 510, 513. 33 Mustafa Cezar, Osmanlı Tarihinde Levendler, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2013, s. 53. 34 Akdağ, Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti I, s. 511-513. 35Cezar, a.g.e., s. 54. 242 XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair... Hububat ihracatının yasaklanmasına yol açan kıtlığın daha arka planında yatan gerçek ise faizcilik yüzünden büyük bir borcun altına giren ve yüksek faiz oranları yünden borcunu ödeyemeyen köylünün toprağından sıyrılmaya başlamasıydı. Para darlığı döneminde en karlı işe dönüşen faizcilik, Osmanlı köyünün iktisadi ve içtimai durumunda yıpratma yaratmaya başlamıştı. Büyük faizciler genellikle reaya arasında türeyen şahıslar olmakla birlikte, bunlar arasında çavuş, zaim, tımarlı sipahi ve geniş ölçüde kapıkulları da vardı. Vaziyet Kıbrıs seferi sonrasında öyle bir hal almıştı ki, çiftçi her ne elde ederse, öşrü veya resmi çıktıktan sonra geri kalanı aralarında genellikle yarı yarıya paylaşmaktaydı. Bu tür bir ortakçılığın neticesinde çiftçi borcunu hiçbir zaman ödeyememekteydi36 Çünkü 16. yüzyılın ortalarından itibaren faizcilerin şer’i faiz oranı olan %10-15’den daha yüksek oranlarla köylüyü borçlandırdıkları, hatta bazen bu oranın %100’ün üstüne çıktığı görülüyordu. Yüksek faizler sebebiyle elindeki toprağı faizcilere kaptıran köylü çift bozan reaya durumuna düşüyordu. Sonuçta çiftçilikle uğraşan köylü zirai iktisadiyatın düzenini kemirmekte olan bu duruma daha fazla dayanamayarak toprağından sıyrılmaya başladı. 37 Şimdi III. Murat devrinde köylünün elindeki araziyi borçları karşılığı ele geçirenlerin sayısında büyük artış görülmekteydi. Faiz zengini olan ve köy ağası şeklinde köyün içinde yaşayan bu yeni arazi sahipleri çok miktarda hayvan sahibi olup meraların tarım için elverişli yerlerinde ağıllar yapmak suretiyle çok sayıda hayvan beslemekteydiler. Bu vaziyet ziraatı müşkül vaziyete getirmekte, çiftçiyi angarya hizmetlerde kullandırtmaktaydı. Köylerde kıymetli tarlaları zaptetmek suretiyle ve gerekli yerlerde müstakil çiftlikler kurarak raiyyet denen insanların teşkil ettikleri tarihi köy topluluğunu hayli derece bozan, çoğunlukla kadı müderris, sipahi, zaim, çavuş ve nüfuzlu tımar erbabı olan resmi hüviyetli bu yeni zümre, faaliyetinde hayvancılığı tercih ettiği için Türkiye zirai iktisadiyatı esaslı bir değişme kaydederken, doğal olarak hububat üretimi azaldı. Neticede çift-bozan denen ve doğrudan doğruya tarlasını boş bırakarak büyük şehirlerde ırgatlık etmeye gidenlerin sayısında büyük artış görülürken, bu da gıda darlığına denen bir meselenin ortaya çıkmasına sebebiyet verdi.38 1573’den itibaren kıtlık büsbütün artarken, payitahtın erzakını temin için Anadolu’nun bütün Karadeniz sahillerine hatta Şarkıkarahisar, Tokat, Amasya, Kastamonu gibi nispeten iskelelerden uzak yerlere emirler yollanmaya başlandı. Eğribboz müftüsüne ve Akdeniz yalılarında olan kadılara yollanan genel bir fermanda yabancılara kaçak şekilde satılan terekelerle ilgili önlem alınması buyrulmaktaydı. İlerleyen 1574, 1575 ve 1576 yıllarında iaşe yönünden imparatorluk felaket devam ederken, bilhassa İstanbul’un iaşesini sağlamak için Anadolu, Karaman[Konya], Rum [Sivas], Erzurum, Adana vilayetlerine yüzlerce zahire mübaşiri yollandı. Bu devlet memurları, halkın tohumluğundan ve ihtiyaçlarından fazlasını, narh-ı ruzi olarak toplayıp depo 36 Mustafa Akdağ, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve İnkişafı Devrinde Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti II”, Belleten, C. 14, Sayı: 55, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1950, s. 364, 366, 368-369. 37Cezar, a.g.e., s. 48. 38 Akdağ, Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti II, s. 374-375, 378-379. 243 Emrah Naki edecek ve vakit kaybetmeden en yakın iskelelere kira hayvanlarıyla nakledecekti. Fakat işler istenildiği gitmeyip asıl yük fakir halkın üstüne bir tekâlif-i şakka olarak bindi.39 III. Murat’ın tahta çıktığı sıralarda yaşanan kıtlığı Gelibolulu Mustafa Ali şu şekilde ifade etmektedir: …Ya̔nî ki ilgârla geldükleri ve hîn-i cülûsda nâ-şinâ bulındıkları hâlde mâ-hazar talebi müstevcib bulınur. Hemanâ tevâşiler kemâl-ı hayretle ellerin ovub birbirlerine kaht u galâya hâzır olun dimeğe başlarlar. Ne garîb zamâna geldik. Fukarânıñ bî-ser ü sâmân olmasını mukarrer bildik nüktesini aznaşıldılar. Fi’l-vâkı̔ ol sene bir mertebe kaht u galâ oldı ki zamân-ı Hazret-i Yûsuf’daki galâ ahvâlı kütüb-i tevârihden yoklandı. Ol def̔a vâkı ̔ olan kaht u ̔anâdan bed-ter idügi tahakkuk buldı. Osmân Hân zamânıñdan berû vukû bulmayan izdiyâd-ı belâ ve imtidâd-ı kaht u galâ bunlarıñ ̔asrında vücûd bulması hâtime’-i kâr ne yüzden bedîdâr olacagını halka bildirdik.40 1575’de İstanbul’da bulunan İspanya’nın gayrı resmi elçisi Jaime de Losada’nın raporunda imparatorlukta yaşanan kıtlık açıkça ortaya konmaktadır: …Yunanistan, Akdeniz ve Asya’da dört ay yetecek kadar ekmek toplanamamıştır. Bayat ekmekleri bile yok. Büyük gereksinim duyulmaktadır. Konstantiniye’den ayrıldığımda, nerdeyse açlıktan ölüyorlardı. Asya’daki çeşitli yerlere gemiler yollamış olmalarına rağmen sadece on sekiz tanesi geri döndü. Karaman’a da yollamışlardı fakat orada da olmadığından emindim. İhtiyaç geneldi. Mısır’dan çok miktarda pirinç ve mercimek gelmekteydi. Bakla ve nohut ne burada ne de orada [Mısır’da] bulunmadığından tedarik edebilme beklentisi içindeydiler. Galipol41’a vardığımda tanıdığım bir Granadalı oraya geldi. Selanik’e dönüyordu. Selanik’te ekmeğe büyük ihtiyaç olduğunu söyledi. Evinin ihtiyacını sağlayabilmek için yirmi gündür karadan seyahat etmekteydi fakat bulup bulamayacağını bilmiyordu. Nasıl olur da Eğriboz adasında temin edilemez diye sordum ve orada da aynı ihtiyacın söz konusu olduğunu söyledi. Sakız Adası’ndayken Negroponte42’den bir kadırga geldi. Onun kaptanı olan bir ağa Eğriboz Adası’nın tüm ambarlarını temizlediğini, hepsinin mısır lapası olduğunu ve genel olarak 140 kentalden fazla etmediğini söyledi. Konstantiniye’den Trablus’a doğru yola çıkan Berberistan’ın Trablus kentinde yaşayan bir dönmenin küçük bir kadırgasıyla ilgili bilgi aldım. Eğriboz Adası’nda panik havası oluşmuş olmalı ki hala varmadığını fakat orada bir kental bile tedarik edemeyeceğini söyledi. İhtiyacın her yerde olduğu, majestelerinin krallıklarını önümüzdeki yıl donanmalarıyla tedirgin edemeyecekleri ve 39 Akdağ, Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti II, s. 401-402; Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası: Calali İsyanları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013, s. 78-81. 40 Künhü’l-Ahbâr’dan metnin transkripsiyonu için bk. Çerçi, a.g.e., s. 122; ayrıca Osmanlıca orijinal metin için bk. Âli, a.g.e., s. 478a-478b. 41 Gelibolu yarım adası. 42 Eğriboz Adası 244 XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair... durum böyleyken Berberistan’da onlara saldırmak için büyük fırsat doğduğu anlaşılsın diye bütün bunları söylüyorum…43 Osmanlı-İran savaşının beşinci yılında 1583 Mart ayı sonlarında İstanbul’a gelen İngiliz seyyah Erward Webbe de kaleme aldığı günlüğünde Osmanlı başkentinde yaşanan kıtlığa dikkat çekmekte, bir İngiliz pennysi (kuruş) eden somun ekmeğin a crown of gold (beş şilin altın) değerinde olduğunu ifade etmektedir.44 Zafer Karademir’in “İmparatorluğun Açlıkla İmtihanı” adlı kitabında gösterdiği tablo ise yaşanan darlık ve kıtlık dönemlerinde fiyat artışı hakkında daha somut veriler ortaya koymaktadır:45 Kıtlık Tarihi Kıtlık Yeri Metanın Kıtlık Öncesi Fiyatı Metanın Kıtlık Dönemindeki Fiyatı Artış Oranı % 1564 Mısır 1 erdeb46 buğday: 60 pare 1 erdeb buğday: 72 pare 20 1575 Yenişehir 1 kile buğday: 300 akçe 1 kile buğday: 500 akçe 166,6 1582 İstanbul Şeker vukiyyesi 20-30 akçe Şeker vukiyyesi 45-50 akçe 225 1595 İstanbul 1 somun ekmek: 2 akçe 1 somun ekmek: 3 akçe 50 1596 sıraları Batı Anadolu ve Marmara Hububat: 4 akçe Hububat: 30 akçe 750 Sonuç XVI. yüzyıl boyunca İspanya krallarının Akdeniz ve Avrupa’da tek elde toplanan bir Habsburg hâkimiyeti kurmak hayaliyle Fransa, Osmanlı Devleti ve bu süreçte güç kazanan Protestan harekete karşı sürdürdükleri mücadelede Latin Amerika gümüşünün devlet hazinesi adına finansal önemi büyük olmuştur. Fakat uzun vadede savaşların mali yükü nedeniyle ortaya çıkan gider, bu gümüşten elde edilen geliri aşınca devlet borçlanmaya gitmek zorunda kalmıştır. Uzun vadede İspanya devletinin borçları hazinesi için artık altından kalkılmaz bir vaziyete dönüşmüştür. Ayrıca Latin Amerika gümüşünün Avrupa’ya girişiyle birlikte emtia değerini takdirde kullanılan madenin bollaşması fiyatların yükselmesine yol açınca İspanyol hazinesi açık verme- 43 Archivo General de Simancas, Estado, Legajo 1072, Folio 14. 44 Edward Webbe, Chief Master Gunner, His Trauailes 1590, Ed. Edward Arber, London 1895, s. 27. 45 Zafer Karademir, İmparatorluğun Açlıkla İmtihanı: Osmanlı Toplumunda Kıtlıklar (1550-1660), Kitap Yayınevi, İstanbul 2014, s. 185, 214. 46 Bin kıyyelik hububat ölçüsü olup Arap topraklarında vezni değişmektedir. Bir başka ifadeyle dokuz İstanbul kilesine eşittir. 245 Emrah Naki ye devam etmiş, devletin iflaslara sürüklenişi kaçınılmaz bir hal almıştır. Çünkü gümüş bolluğu altına olan talebi artırarak fiyatının artmasına sebep olmuştur. Yani itibari değeri yüksek konmuş gümüş gelmeye devam ederken, buna karşılık gerçek değeri yüksek olan altın gitmeye başlamıştır. Bu bağlamda altın ve gümüş ile ifade edilen ticaret ödemelerindeki değer seviyesi, bir yandan başta kapitülasyonlarla ithalatı teşvik eden, diğer yandan Batı’ya karşı ilerleyişini sürdürmek isteyen Osmanlı Devleti’nin çok daha aleyhine olmuştur. Neticede Osmanlı devleti dış ticarette açık vermeye ve aradaki farkı da altınla ödemeye başlayınca altına olan talep büsbütün artmış, gümüşün değeri ise büsbütün düşürmüştür. Gümüşün bizatihi değerinin düşmesi devletin muhasebe akçesinin(fiyatları ölçmeye yarayan paranın) de değerini düşürmüştür. Bir yandan Osmanlı memleketlerini tesiri altına alan İspanya kaynaklı altın ve gümüş bolluğu, diğer yandan paranın ayarının kasten veya bazı zaruretlerle bozulması gibi tedbirler neticesinde Avrupa’da olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nda da devrimci olarak nitelendirilebilecek bir fiyat yükselişi kaydedilmiştir. Öyle ki, XVI. yüzyılın ilk çeyreğine oranla son çeyreğinde fiyatlar 3-4 misli artmış, Batı’dan sonra Osmanlı’ya da hızla sirayet eden bu fiyat artışının iktisadi ve içtimai yapıda yıkıcı tesirleri olmuştur. Çünkü Avrupalıların, Atlantik iktisat bölgesinde büyük artış kaydeden pamuk, pamuk ipliği, balmumu, deri ve sair gibi ürünlere Osmanlı Devleti’nin iç piyasasındaki değerinden daha fazla ödeyerek toplayıp ortadan kaldırmasıyla yerli sanatlar için hammadde sıkıntı ortaya çıkarken, yüzde doksanı çiftçi olan imparatorlukta, Arnavutluk’tan Mısır’a kadar olan kıyılardaki Osmanlı limanlarından Avrupalı gemilerin pek çok hububat ve hayvan satın alıp götürmeleriyle birlikte seneden seneye ağırlaşan bir gıda darlığı belirmeye başlamıştır. Bunun sonucunda hammadde yüzünden yerli sanayi zor duruma düşmüş, ayrıca hububat satışları sebebiyle içerde kıtlık çıkması hükümeti bazı tedbirler almaya sevk etmiştir. Neticede II. Selim devrinden itibaren Türkiye’yi ciddi surette tehdide başlayan kıtlık padişahın son zamanlarında şiddetini artırırken, Sokullu’nun ölüm yılına kadar da aralıksız devam etmiştir. Hal böyle olunca, XVI. yüzyılın sonlarına yaklaşırken, köy topluluğunun içtimai düzeni süratle bozulmakta olduğundan hububat darlığı daimi bir şekil almıştır. Bu haliyle İspanya-Osmanlı mücadelesi mali kriz altındaki iki devletin birbirini tüketmeye yönelik hamleleridir. 246 XVI. Yüzyılda Latin Amerika Gümüşünün Osmanlı-İspanyol Rekabetindeki İktisadi Rolüne Dair... Kaynakça Akdağ, Mustafa, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve İnkişafı Devrinde Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti I”, Belleten, C. 13, Sayı: 51, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1949. Akdağ, Mustafa, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve İnkişafı Devrinde Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti II”, Belleten, C. 14, Sayı: 55, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1950. Akdağ, Mustafa, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası: Calali İsyanları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013, s. 78-81. Âli, Gelibolulu Mustafa, Künhü’l-Ahbâr, Dördüncü Rükn, C. I, TTK, Ankara 2009. Archivo General de Simancas, Estado, Legajo 1072, Folio 14. Arnold, David, Coğrafi Keşifler Tarihi, Çev. Osman Bahadır, Alan Yayıncılık, İstanbul 1995. Barkan, Ömer “XVI. Asrın İkinci Yarısında Türkiye’de Fiyat Hareketleri”, Belleten, C. 34, No: 136, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1970, s. 588-589. Berkes, Niyazi, Türkiye İktisat Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013, s. 216-217, 221. Braudel, Fernand, Akdeniz ve Akdeniz dünyası, C. 1, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Eren, İstanbul 1989. Cezar, Mustafa, Osmanlı Tarihinde Levendler, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2013. Çerçi, Feris, Gelibolulu Mustafa Âlî ve Künhü’l-Ahbâr’ında II. Selim, III. Murad ve III. Mehmet Devirleri (I. Cilt), Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 2000. Cipolla, Carlo M. Fatihler, Korsanlar, Tüccarlar: İspanyol Gümüşünün Efsanevi Öyküsü, Çev. Tülin Altınova, Türk Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2003. Eagleton, Catherine– Williams, Jonathan – Cribb, Joe ve Errington, Elizabeth ile birlikte, Paranın Tarihi, Çev. Fadime Kahya, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2003. Fernández, Máximo García, La Economía Española en los Siglos XVI, XVII, XVIII., Actas, Madrid 2002. Karademir, Zafer, İmparatorluğun Açlıkla İmtihanı: Osmanlı Toplumunda Kıtlıklar (1550-1660), Kitap Yayınevi, İstanbul 2014. Kütükoğlu, Mübahat S. Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, Ünal Matbası, İstanbul 1983. Morales, Carlos Javier de Carlos, Felipe II: Un Imperio En Bancarrota, Editorial Dilema, Madrid 2008. Hamilton, Earl J., American Treasure and the Price Revolution in Spain, 1501-1650, Harvard University Press, Cambridge-Massachusattes 1934. Hanks, Merry E. Wiesner, Erken Modern Dönemde Avrupa 1450-1789, Çev. Hamit Çalışkan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2009. Pamuk, Şevket Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, Çev. Gökhan Aksay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2007, s. 98. Pamuk, Şevket Osmanlı İmparatorluğu’nda Paranın Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999. Parker, Geoffrey, Felipe II, la Biografía Definitiva, Editorial Planeta, S. A., Traducción: Victoria E. Gordo del Rey, Barcelona 2010. Roca, J. M. Batista I “The Hispanic Kingdoms and The Catholic Kings”, The Cambridge Modern HistoryThe Renaissance 1493-1520, Ed. G.R.Potter, Vol. I, Cambridge 1957. Sahillioğlu, Halil, Studies on Ottoman Economic and Social History, IRCICA, İstanbul 1999. Tarih-i Hind-i Garbî veya Hadîs-i Nev, The Historical Research Foundation İstanbul Research Center, İstanbul 1987. Webbe, Edward, Chief Master Gunner, His Trauailes 1590, Ed. Edward Arber, London 1895. 247 ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI Yıl 14 Bahar 2016 Sayı 20 ss. 249-263 Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler Uğur ALTUĞ* Özet Gelibolu kuruluş döneminde Osmanlı donanmasının deniz üssü ve kaptan-paşanın ikâmetgâhıydı. İstanbul’un fethinden sonra Gelibolu’nun önemi daha da artmıştır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul ve Çanakkale Boğazı’nı olası Haçlı ve Venedik saldırılarına karşı korumak istemiştir. Ege adalarında yerleşmiş bulunan Rumları ve Latinleri bertaraf ederek Ege Denizi’ni Osmanlı egemenliği altına almayı amaçlıyordu. Fatih bu amaçlarına ulaşabilmek için donanmayı büyütüp güçlendirmiş, Gelibolu Kalesini tahkim ederek, Çanakkale Boğazı’nın hemen girişine karşılıklı birer kale daha inşa ettirmiştir. Fatih döneminde Gelibolu Sancağı’nda tatbik edilmiş olan kale politikası ve bu suretle oluşturulan istihkâmların yapı ve organizasyonları ilgi çekicidir. Bu kalelerin konumları, inşa ya da tahkim süreçleri, sundukları askeri ve idari güç ve avantajlar, personel ve teçhizat yapısı, görevlilerin tasarruf ettiği timar, ulûfe ve çiftlik gibi gelir kaynakları ve diğer hususlar Osmanlıların kale politikaları hakkında önemli fikirler vermektedir. Kale. Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Gelibolu, Fatih Sultan Mehmet, Fortresses at the Sanjak of Gallipoli During the Reign of Mehmet II Abstract Gallipoli was the naval base of the Ottoman navy and the residence of the kaptan-pasha (admiral). After the conquest of Istanbul, the importance of Gallipoli increased even more. Sultan Mehmet II the Conquerer wished to protect Istanbul and the Straits of Dardanelles from possible Crusader and Venetian raids. The Sultan also aimed to hold the Aegean Sea under its power by removing the Greeks and the Latins located in the Aegean islands. In order to reach his aims, Mehmet II enlarged and strengthened the navy, reinforced the Gallipoli Fortress and had one fortress constructed at each side of the entrance of the Strait of Dardanelles. The fortress policy applied in the Sanjak of Gallipoli during the reign of Mehmet II and the structures * Dr., Çankırı Karatekin Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluyazı Kampüsü Çankırı, uguraltug@hotmail.com. 249 Uğur Altuğ and organizations of the fortresses constructed in this way attract attention. The locations, construction and fortification processes of these fortresses, the military and administrative powers and advantages they provided, their structures of staff and equipment, the sources of income such as timar, ulûfe and farms which the attendants disposed and other aspects provide us with significant insights on the fortress policies of the Ottomans. Keywords: Ottoman Empire, Gallipoli, Sultan Mehmet II, Fortress.. 250 Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler Giriş Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselme dönemlerinde Gelibolu oldukça önemli bir yere sahipti. Üzerinde kurulu olduğu coğrafyanın stratejik konumu Gelibolu’yu Osmanlılardan önce, Bizans İmparatorluğu döneminde de önemli bir şehre ve idari ve askeri birime dönüştürmüş bulunuyordu. Gelibolu, aynı adı taşıyan yarımadanın kuzey-doğu kesiminde Çanakkale Boğazı’nın kuzey giriş kısmında, denize doğru uzanan bir yükseltinin üzerinde kurulmuştur. Şehrin ve yarımadanın adının “gemi şehri, güzel şehir” yahut “Galyalılar’ın şehri” anlamındaki Kallipolis veya Gallipolis’ten geldiği belirtilir. Ancak bu adın kökeni hakkında kesin bilgi yoktur. Şehir, XIV. yüzyılın başlarından itibaren bu bölgeye yönelik akınlarda bulunan Türkmen beylikleri tarafından Gelibolu adıyla anılmıştır1. Coğrafi stratejisi dolayısıyla Gelibolu tarih boyunca çeşitli siyasal oluşumların ilgisini çekmiştir. Bizans İmpratorluğu’nun Trakya’da en büyük ve en önemli kentlerinden biri olan Gelibolu oldukça erken sayılabilecek bir dönemde, 1300’lere doğru Batı Anadolu’da yerleşmiş bulunan Türkmen beyliklerinin ilgi alanına girmiştir. Kent bunun yanı sıra 1320’lere doğru Bizans donanması mürettebatının bir üssü görünümüdeydi2. Henüz Osman Bey döneminde Bizans İmparatorluğu’nun Bithinia Eyaleti’nde yerleşmeye başlayan Osmanlılar, Bursa ve İznik gibi önemli kentleri kuşatmışlar ve İzmit’i baskı altına almış bulunuyorlardı. Orhan Bey döneminde bu kentlerin fethiyle bölgenin kontrolü Osmanlılar eline geçmiştir. Osmanlılar, Demirhan Bey’in ölümünden sonra Karesi Beyliği’ni ilhak edip sınırlarını Çanakkale Boğazı’na taşıyarak3 Marmara Denizi’nin Anadolu kıyılarını kontrol altına almış oldular. Bu gelişmeler Osmanlı tarihini temelinden etkileyip değiştirecek olan yeni bir dönemi başlatmıştır. Karesili gazilerin de katılımıyla Osmanlılar fetih ve gaza siyasetinin istikametini Marmara Denizi’nin karşı kıyılarında bulunan Gelibolu Yarımadası’na yöneltmişlerdir. Bu süreçte ilk olarak Gelibolu Yarımadası, daha sonra Trakya ve Balkan toprakları peşpeşe ve hızlı bir biçimde Osmanlılar tarafından ele geçirilecek ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş süreci adeta Rumeli merkezli olarak cereyan edecektir. Rumeli’ye geçiş sürecinde Osmanlıların erken bir dönemde Gelibolu Yarımadası’nı ele geçirerek burada örgütlü bir biçimde yerleşebilme becerileri önemli bir rol oynamış görünüyor. Trakya ve Balkanların fetihlerinde, nüfus kolonilerinin sistemli bir biçimde bölgeye sevkinde ve ticari faaliyetlerde Osmanlılar’ın Marmara Denizi’nin karşısına geçmekte kullandıkları temel güzergâh Lapseki - Gelibolu hattı olmuştur. Bu bağlamda Gelibolu, Osmanlılar için büyük bir önem arz etmekteydi ve Bizans İmparatorluğu burayı tekrar ele geçirebilmek için her fırsatı değerlendirmeye çalışmıştır. 1 2 3 Feridun Emecen, “Gelibolu” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. XIV, İstanbul 1996, s. 1. Halil İnalcık, “Gelibolu”, The Encyclopaedia of Islam, second edition, vol. II, Leiden 1991, p. 983. Halil İnalcık, Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları 1302-1481, İstanbul 2010, s. 36-53, 59. 251 Uğur Altuğ Kuruluş döneminde Çanakkale Boğazı’nın Avrupa yakasında bir yerleşim merkezi olan Gelibolu, Osmanlı donanmasının deniz üssü ve kaptan-paşanın ikâmetgâhıydı. İstanbul’un fethinden sonra Gelibolu’nun önemi daha da artmıştır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul ve Çanakkale Boğazı’nı olası Haçlı ve Venedik saldırılarına karşı korumak istemiştir. Ege adalarında yerleşmiş bulunan Rumları ve Latinleri bertaraf ederek Ege Denizi’ni Osmanlı egemenliği altına almayı amaçlıyordu. Fatih bu amaçlarına ulaşabilmek için donanmayı büyütüp güçlendirmiş, Gelibolu Kalesini tahkim ederek, Çanakkale Boğazı’nın hemen girişine karşılıklı birer kale daha inşaa ettirmiştir. Bu çalışmada Fatih’in Gelibolu Sancağında gütmüş olduğu kale siyaseti ve bu eksende oluşturulmuş istihkâmların yapı ve organizasyonları incelenecektir. Bu doğrultuda, bölgede bu dönemde inşaa edilen ya da güçlendirilen kaleler üzerinde yoğunlaşılacaktır. Bu kalelerin konumları, inşa ya da tahkim süreçleri, sundukları askeri ve idari güç ve avantajlar, personel ve teçhizat yapısı, görevlilerin timar, ulûfe ve çiftlik olmak üzere tasarruf ettikleri gelir kaynakları gibi hususlar ele alınacaktır. Gelibolu ve Ege Denizi’nde Osmanlı Egemenliği’nin Tesisi 700/1300’lere doğru Anadolu Türkleri kendileri için bir yerleşim merkezi olarak Gelibolu ile ilgilendiklerinde, burası Bizans’ın Trakya’daki en büyük ve en iyi tahkim edilmiş kalelerinden biri ve 720/1320’lere doğru ise tüm Bizans donanması için bir üs konumundaydı. 704/1304-1305 kışında Bizans hizmetindeki Katalanlar Gelibolu’ya yerleştirilmişlerdi. Liderleri Roger de Flor öldürüldüğünde Katalanlar isyan edip üssü ele geçirdiler ve tahkim ettiler. Ece Halil’in önderliğinde 500 kadar Türk Karasi’den gelip bu Katalanlara katıldılar ve Maydos’u (Eceâbâd) ele geçirdiler. 731/1331 veya 732/1332 yılında Aydınoğlu Umur Bey, donanması ile Gelibolu’ya başarısız bir saldırı yaptı. Bu saldırı esnasında Lazgölü/Lazu kalesini ele geçirip yağmalamayı başarmıştır4. 732/1352’de Kantakuzenos’un müttefiki olan Osmanlılar, Süleyman Paşa komutasında Gelibolu’nun kuzeyindeki Çimpe (Tzympe, Cinbi, Umurbeylü) kalesini işgal edip Gelibolu’nun Trakya bağlantısını kestiler. Güçlü kaleler üzerindeki baskıyı sürdürmek için Osmanlılar, Yakup Ece ve Gazi Fazıl’ın komutası altında burayı bir uc haline getirdiler. Bizanslılar, Türklerin elindeki bu bölgeyi rüşvetle satın almaya çalıştıkları sırada 7 Safer 755 gecesi (2 Mart 1354) meydana gelen şiddetli bir deprem Gelibolu kalesinin ve civarındaki kalelerin surlarının yıkılmasına sebep oldu. Osmanlılar hemen Gelibolu’yu ve duvarları yıkılmış diğer kaleleri işgal ettiler. Süleyman Paşa kaleyi tamir ettirip Anadolu’dan getirilen Türkleri Gelibolu’da iskân etmeye başladı5. Gelibolu’nun işgali Osmanlıların Avrupa’da yerleşip kalmalarını mümkün hale getirdi. Süleyman Paşa Gelibolu’yu Trakaya’daki fetihler için bir üs olarak kullandı ve Gelibolu Rumeli’deki ilk Paşa Sancağı merkezi oldu. Süleyman 4 5 İnalcık, “Gelibolu”, p. 983. Âşık Paşaoğlu Tarihi, hazırlayan H. Nihal Atsız, İstanbul 1992, s. 48; İnalcık, “Gelibolu”, p. 983; İnalcık, Kuruluş Dönemi…, s. 60-61; 252 Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler Paşa’nın 758/1357’de ölümünden sonra Şehzade Murad Lalası Şahin ile birlikte onun yerine geçti. 15 Zilhicce 768’de (23 Ağustos 1366) Savoy Dükü Amadeo bir Haçlı donanması ile birlikte Gelibolu’ya saldırarak ele geçirdi ve Haçlılar Gelibolu’yu 15 Şevval 1367’de (14 Haziran 1367) Bizanslılara teslim ettiler. 773/1371 yazında N. Cydones Gelibolu’nun geri verilmemesini ısrarla söylüyordu. Fakat sonuçta Osmanlı yardımıyla Bizans tahtını ele geçiren IV Andronikus, sultanın baskısına boyun eğdi ve Osmanlılar 14 Rebi’ül-ahir 778’de (3 Eylül 1376) kaleyi geri aldılar. Murad I (13621389) saltanatı süresince Gelibolu Osmanlı orduları için bir geçiş noktası oldu. Ayrıca Osmanlı Donanması için önemli bir üs haline getirildi. 14 ve 15. yüzyıllar boyunca Boğaz geçişini engellemek ve Gelibolu’daki Osmanlı donanmasını yok etmek Haçlı planlarının temel amaçlarından olmuştur6. Gelibolu’nun hayati önemini çok iyi kavrayan I. Bayezid (1389-1402), tamamen harap durumdaki hisarı yeniden inşa ettirdi ve büyük kadırgaların barınabileceği limanı güçlü bir kule ile sağlamştırdı. I. Bayezid’in gayesi Boğazı kontrol altında tutmaktı. 1403’te Clavijo, Gelibolu’da büyük bir tersane ve rıhtımlar görmüş ve kalenin askeri birliklerle dolu olduğunu, limanda bir köprü bulunduğunu ve köprünün bir ucunda üç katlı bir kule bulunduğunu ve bu kulenin limanı koruduğunu işaret emiştir. 1422’de Gelibolu’yu ziyaret eden G. De Lannoy surların dışında “çok büyük bir şehir”, sekiz kuleli bir hisar ve limanı korumak için geniş mükemmel dört köşe bir kuleden bahsediyor. Liman deniz tarafına yapılmış bir duvarla korunmaktaydı. Bu duvarda kadırgaların limana girişi için zincirsiz küçük bir geçit vardı. Gelibolu’nun güçlü bir kale ve deniz üssü olması ve donanmanın güçlendirilmesiyle, I. Bayezid, Boğaz üzerinde tam bir kontrol kuracağını ve yabancı gemileri Gelibolu’da durdurarak onları denetlemeye ve geçiş hakkı için ücret ödemeye zorlayacağını düşünüyordu. 812/1409’da Emîr Süleyman, Anadolu yakasında Lapseki’de (aslında Anadolu’daki rakiplerine karşı bir koruma tedbiri olarak düşündüğü) Emîr Süleyman Burkoz’unu inşa ettirdi. II. Murad döneminde Emîr Süleyman Burkoz’u düşmanlar tarafından işgal edilebileceği düşüncesiyle yıktırıldı7. Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı Devleti yeni bir sürece girmiş ve askeri, idari, ekonomik ve sosyal bakımlardan yapısal dönüşüm ve değişimler geçirerek merkeziyetçi ve cihanşümûl bir dünya imparatorluğuna dönüşmüştür8. Bu süreçte donanma da güçlendirilmiş ve askeri faaliyetler sonucunda Osmanlılar Ege ve Karadeniz’e hakim olmuşlardır. İstanbul’un fethinden kısa bir süre sonra Venedik Cumhuriyeti ile başlayan ve yer yer Ege Denizi’nde cereyan eden mücadeleler Fatih döneminin önemli olaylarındandır. Bu süreçte Venedikliler Ege Denizi’ndeki konumlarını koruyup Çanakkale Boğazı’nı ve Osmanlı deniz üssü Gelibolu’yu baskı altında tutarak İstanbul’u tehdide çalışmışlardır. Buna karşın Fatih, Latinleri püskürterek Ege Denizi’nde egemenliğini kurmaya ve Çanakkale Boğazı’nı ve Gelibolu’yu güçlen- 6 7 8 İnalcık, “Gelibolu”, p. 983-984. İnalcık, “Gelibolu”, p. 983, 984. Halil İnalcık, “Mehmed II” Milli Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi, C. VII, İstanbul, s. 511-514. 253 Uğur Altuğ direrek başkenti İstanbul’un güvenliğini sağlamaya muvaffak olmuştur9. Bu süreçte Ege Denizi’nde çeşitli adaları (İmroz, Limni, Midilli v.d.) ele geçirmek, bölgedeki Venedik üstünlüğünü bertaraf ederek, bunların Çanakkale Boğazına girmesine engel olmak Fatih’in takip ettiği siyasetin temelini oluşturmuştur. Gelibolu ve Çanakkale Boğazı’nda Girişilen Faaliyetler Fatih Midilli seferinden (1462) İstanbul’a dönünce mevcut gemilere ilaveten süratle yeni gemiler yapılmasını, bütün ülkeden mümkün olduğu kadar çok sayıda denizci toplanmasını ve sadece bu hizmete tahsis olunmalarını emretti. İtalyanların ve özellikle Venediklilerin donanmasının güçlü olduğunu, denize ve Ege adalarına hükmettiklerini, idaresi altındaki Asya ile Avrupa’daki sahillere zarar verdiklerini görüyor, denize egemen olmaya büyük önem veriyordu. Her yolu deneyerek rakiplerinin gücünü azaltmak; başarabilirse bütün denizlere egemen olmak ya da en azından kendi denizine zarar vermelerini önlemek istiyordu. Bundan dolayı güçlü bir donanma hazırlayarak deniz egemenliğini ele geçirmek üzere çalışmalara başladı10. Fatih Ege Denizi ve adalarındaki askeri faaliyetlerin ve donanmayı güçlendirme çalışmalarının yanı sıra Gelibolu’da icra ettiği diğer politikalarla da bölgenin güvenliğini teminat altına almaya çalışmıştır. Bu süreçte göze çarpan en önemli icraatlarından biri de öncelikle Gelibolu Kalesi ve Birgozu’nda yaptığı takviyeler ve 1462’de Çanakkale Boğazı’nı korumak için Boğaz’ın Avrupa ve Asya kıyılarında Kilid’ül-Bahreyn (iki denizin anahtarı) ile Kal`a-i Sultaniyye’yi (Sultan Kalesi) inşa ettirmeye başladığı kesindir. Büyük bir hızla inşa edilen bu büyük ve güçlü kaleler günümüzde bile oldukça etkileyici göründüğüne göre o çağda çok daha etkileyici görünmüş olmalıdır. Bu iki kale sayesinde, İstanbul’a batıdan, Marmara Denizi’nden ulaşılması kolayca engellenebilirdi. Rumeli Hisarı ile Anadolu Hisarı da Karadeniz’den Boğaziçi’ne girilmesini önlüyordu11. 9 Bu hususta ayrıntılı bilgi için bkz. Nicolae Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. 2, (çev. Nilüfer Epçeli), İstanbul 2005, s. 73-75, 84-85, 90-91, 115-123 ve 133-137; Johan Wilhelm Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. 2, (çev. Nilüfer Epçeli), İstanbul 2011, s. 159-235 ve 285-315; Halil İnalcık, “Fâtih’e Kadar Çanakkale Boğazı, Gelibolu Osmanlı Üssü ve Osmanlı – Venedik Karşılaşması”, Çanakkale Savaşları Tarihi, C. I, (ed. Mustafa Demir), İstanbul 2008, s. 15-45; Halil İnalcık “Fatih ve Ege Denizi”, Türk Denizcilik Tarihi, (ed. Bülent Arı), Ankara 2002, s. 91-98; Franz Babinger, Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı, çev. Dost Körpe, İstanbul 2003, s. 119, 190. 10 Kritovulos Tarihi 1451-1467, çev. Ari Çokona, İstanbul 2012, s. 549. 11 “… ve Akdeniz tarafında, Gelibolı altında Ece-ovası dimekle ma`rûf bir kısuk yirde, bu akar denizün iki tarafına bir- birine mukâbil iki kal`a yapturdı. Birine Kilîdü’l-bahr ve birine Sultâniyye ad virdi. Boğaz-kesen tertîbince bunlara da mehîb toplar kurdı ki, Ak-deniz tarafından dahi icâzetsüz kuş uçurmazlar”, Tursun Bey, Târîh-i Ebü’l-Feth, haz. Mertol Tulum, s. 75; “Akdeniz tarafından dahi fireng-i neheng-âhengün hücûmı ve kudumı ihtimalin def` ü ref` içün Gelibolı’dan aşağa Ece ovası’nın ucunda, fermân-ı sultâniyle iki hisâr bünyâd oldı. Birisi deryânun berü kenarında ve birisi öte cânibinde. Ara yerdeki târ boğaz toplarla mahfûz ve mahsûn olub mezkûr kal`alarun birine Sultâniyye ve birine Kilidü’l-bahr ad oldı”, İbn Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman VII. Defter, haz. Şerafettin Turan, s. 101; Babinger, Fatih Sultan Mehmed …, s. 194; Kilid’ül-bahir kalesi için bkz. Semavi Eyice, “Kilitbahir Kalesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. XXVI, Ankara 2002, s. 22-23. 254 Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler İmrozlu Kirtovulos tarihinde bu kalelerin inşasına dair önemli ve detaylı bilgiler verilmiştir. Buna göre Fatih, Midilli adaları üzerine sefere çıktığında (1462) Çanakkale Boğazı’nı ve giriş kısmında bulunan Truva harabelerini, bölgenin diğer üstünlüklerini ve deniz ile karanın uygun noktalarını dikkatle incelemiş bulunuyordu12. Fatih deniz politikasının devamında en önemli ve gerekli şeyin, Hellespontos (Çanakkale Boğazı)’u karşılıklı iki güçlü kaleyle kapatarak Asya ile Avrupa kıtalarını birleştirmek olduğunu düşündü13. Daha önce Boğaziçi’nde yaptığı gibi, boğazı kapatarak yukarıdaki denizin, yani Çanakkale Boğazı ile Karadeniz’in güvenliğini sağlayacak, düşman saldırılarında sahillerin yağmalanmasını önleyecekti. Bu düşüncelerle bölgeyi incelemek ve boğazın en dar noktasıyla akıntılarını hesaplamak üzere hemen adamlar görevlendirdi. Onlar bölgeye varıp hesaplamalarını yapınca boğazın en dar ve akıntılı noktasının Maydos (Eceabat) ile Eleunda (?) arasındaki burunla, karşıda Asya kıtasında Dardania (Çanakkale) arasında bulunduğunu ve bu mesafenin sekiz stadyonu (8x180= 1440m.) biraz geçtiğini buldular. Orada eski bir kalenin yıkıntıları vardı. Rivayete göre daha önceki sultanlardan biri boğazı zincirle kapamak istediği halde bunu başaramamıştı, çünkü güçlü akıntı yüzünden zincir bükülüp kıvrılıyor ve kolaylıkla kopuyordu. Adamlar geri dönüp Sultan’a rapor verdiler. Bunun üzerine, aynı zamanda donanma amirali ve bütün sahillerin komutanı olan Gelibolu sancakbeyi Yakup Bey’i yanına çağırarak en kısa zamanda kaleleri inşa etmesini, hiç hız kesmeden gerekli her şeyi düzenlemesini emretti. Yakup Bey hiç zaman kaybetmeden, büyük bir hevesle, çok sayıda işçi çalıştırarak ve hiçbir masraftan kaçınmadan çalışmalara başladı14. Venediklilerle deniz ve sahillerde mücadeleler devam ederken Gelibolu sancakbeyi Yakup Bey de Hellespontos’taki kaleleri tamamlamış, iyice silahlandırmış, içlerine toplar ve mancınıklar yerleştirmişti. Bunlarla boğaza girip çıkan gemilerin geçişini istediği zaman durdurabilirdi. Sultanın emirleri doğrultusunda gerekli bütün düzenlemeleri tamamladı. Bu şekilde hayran kalınıp övülmeye değer mükemmel ve büyük bir eser meydana getirildi. İki sahilde kapı işlevini gören hisarları inşa ederek, triremeleri, daha büyük ticari gemileri, büyük ya da küçük herhangi bir sandalı bile menzil içinde tutan toplarla donattı. Bunlar yaklaştıkları anda, topların fırlattığı büyük taşlarla Scylla ve Charybdis15 arasında sıkışmış gibi dağılıp parçalanıyorlardı. Böylece burası sağlam ve saldırılara karşı öyle korunaklı oldu ki, ne rüzgâr ve denizin baskısı ne de askeri bir birliğin zorlaması onu yıkabilir ya da ona herhangi bir zarar verebilirdi16. 12 Kritovulos Tarihi, s. 537. 13 Fatih Midilli adası üzerine sefere çıktığında Çanakkale Boğazı’nı ve giriş kısmında bulunan Truva harabelerini, bölgenin diğer üstünlüklerini ve deniz ile karanın uygun noktalarını dikkatle incelemiştir, Kritovulos Tarihi, s. 537. 14 Kritovulos Tarihi, s. 551, 553. 15 Mitolojiye göre dar bir deniz geçidinde karşılıklı durarak geçen gemilere saldıran iki korkunç devdi. Scylla Odysseus’un altı arkadaşını yemişti, bkz. Kritovulos Tarihi, s. 579. 16 Kritovulos Tarihi, s. 577, 579 ve 581. 255 Uğur Altuğ Buna paralel olarak bir yandan da çok sayıda gemi inşa ediliyordu. Ancak gemi yapımının özellikle 1462-1463 kışında hızlandığı anlaşılıyor. İstanbul’u Osmanlı İmparatorluğu’nun ana liman kenti haline getirecek büyük limanın yapımına da yine kışın başlanmıştı muhtemelen. Bu “kadırga limanı”, özellikle büyük savaş gemileri için yapılmıştı. Donanmanın güçlendirilmesinin ve başkent yakınlarında bir deniz üssü kurulmasının ana sebebi Midilli’ye sefer düzenlemekti17. Gelibolu sancakbeyi Kapudân-ı Derya Yakub Bey vasıtasıyla, 1463 baharında Çanakkale Boğazı’ndaki söz konusu iki kalenin inşaatı tamamlanmış görünüyor18. Söz konusu kaleler Venediklilerle olan savaş sebebiyle süratle bir senede bitirilmiştir. Bu kalelere muhafız asker ve zamanına göre büyük çaplı toplar konmuş ve böylece Marmara ve dolayısıyla İstanbul koruma altına alınmıştı. Boğazın tahkimi işi denizlerde Haçlılarla vuku bulan mücadelelerde çok yararlı olmuş ve düşman donanmasının boğazı geçmesini önlemiştir19. Kalelerdeki Personel ve Organizasyonun Görüntüsü Gelibolu Kalesi ve Birgoz’u ile Kilid’ül-Bahreyn (Kilid’ül-bahir) kalelerinin yapıları, organizasyonları ve savunma gücü hakkında bilgi veren önemli bir arşiv belgesine sahibiz. Söz konusu belge Fatih döneminde H. Şevval 879/M. Şubat 1475 yılında düzenlenmiş olan Gelibolu Mufassal/Esâmi Tahrir Defteridir. Bu kaynak Osmanlı donanması hakkında ve Gelibolu’da oluşturulan söz konusu istihkâmlar ve diğer yapılar hakkında oldukça önemli kayıtlar içermektedir. Bu tahrir defteri iki parçaya ayrılmış durumda olup, bugün bir yarısı Taksim Belediye Kütüphanesi’nde Muallim Cevdet Yazmaları (MCO) fonunda 79 numarayla kayıtlı, 88 varaklık defterdir. Diğer yarısı ise Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Tapu Tahrir Defterleri (TT-d) tasnifinde 12 numarayla kayıtlı, 134 sayfalık defterdir. Gelibolu Sancağı ve Migalkara nâhiyesini kapsayan defterin bu iki parçası bölgedeki askeri, idari ve sosyal-ekonomik yapıları yansıtmaktadır. Bu bağlamda Osmanlı donanmasını oluşturan gemiler, kaptanlar ve diğer deniz personeli; bölgedeki kaleler, buradaki personel ve organizasyon; timârlılar, yaya ve müsellemler, doğancı ve şahinciler; vakıf kurumları ve vergi mükellefi reaya ve diğer unsurlar bütün detaylarıyla görülebilmektedir. Bu incelemenin konusu olan Gelibolu ve Çanakkale Boğazı’ndaki kalelerin yapısı hakkındaki veriler belirtilen defterdeki kayıtlardan devşirilmiştir. Bunun yanı sıra, yine Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Tapu Tahrir Defteri (TT-d) fonunda bulunan 75 numaralı H. 925/M. 1519 tarihli Gelibolu Mufassal Tahrir Defteri’ndeki kayıtlardan da yararlanılmıştır. Gelibolu sancağının 1475 ve 1519 yıllarına ait her iki tahrir defterinin de içerdiği önemli bölümlerden biri bölgedeki kalelerle ilgili kısımlardır. 1475 tahriri böl- 17 Babinger, a.g.e., s. 190. 18 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, Ankara 1994, s. 31. 19 Uzunçarşılı, a.g.e., s. 31. 256 Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler gede bulunan Gelibolu Kalesi ile Birgoz’u ve Kilid’ül-bahir kalelerini içermektedir. 1519’da düzenlenmiş defterde ise Birgoz’a ait bir kayıt bulunmamaktadır. Buna karşın bu defterde İmroz Adası’nda bulunan Palo Kasrı Kalesi yer almaktadır. Tahrir Defteri’nde Gelibolu Kalesi’nden ayrı zikredilen Birgoz aslında Gelibolu Kalesi’nin bir parçası olup kulenin olduğu kısmıdır20. Nitekim 1475 yılında Gelibolu Kalesi dizdârı İdris Bey için düşülen “timâr-i Dizdâr İdris Beg, kal`ayla Birgoz’un dizdârıdır”21 şeklindeki kayıt da bu yapıyı teyit etmektedir. Bunun yanı sıra Birgoz’daki personel kaydı “Mustahfızân-ı Birgoz-i Gelibolu”22 başlığından sonra verilmiştir. Bu ifade söz konusu Birgoz’un Gelibolu Kalesi’nin bir parçası olduğunu ortaya koymaktadır. 1475 tahririnde Gelibolu Kalesi’nden farklı ve müstakil bir yapı gibi kaydedilmesinin sebebi buradaki personelin deftere ayrı bir kategori altında geçirilmiş olmasıdır. Tahrir defterlerinde, Kilid’-ül-bahir kalesinin karşısına inşa edilen Kal`a-i Sultaniyye’ye ait herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Bunun sebebi söz konusu kalenin yapısı ve personelinden kaynaklanmış olmalıdır. Boğazın bu noktasında kontrol ve güvenlik esas olarak Kilid’ül-bahir kalesinden sağlanmış görünüyor. Bununla birlikte tahrir defterlerine ancak personeli timâr tasarruf eden kalelerin kaydedildiği göz önünde tutulmalıdır. Bu sebeple Kal`a-i Sultaniyye’ye’nin tahrir defterinde yer almaması onun atıl bırakıldığı şeklinde değerlendirilemez. Zira bu kale henüz 1463’te, hem de kritik bir süreç ve stratejik bir noktada güvenlik maksadıyla inşa edilmiş bir yapıdır. Bu önemli yapının idare ve savunması görevi tamamıyla yeniçeri birliklerine verilmiş olmalıdır. Söz konusu kaleye ait kayıtlar, şayet günümüze ulaşabilselerdi mevâcib ya da kapu defterlerinde görülebilir. Nitekim söz konusu tahrirde kapu halkından ulûfelilerin detaylarının kapu defterinde yer aldığı kaydı bunu teyit etmektedir23. Sultan Kalesi hakkında söz konusu tahrir defterlerinde herhangi bir malumat bulunmadığı gibi bu kaleyle ilgili XV. yüzyıla ait başka bir belge ya da bilgiye sahip değiliz. Anlaşıldığına göre burada bir yeniçeri topçu birliği bulunuyordu. Fatih Sultan Mehmed döneminde Gelibolu donanma üssü ve Çanakkale Boğazı’nın savunma sistemleri hem Gelibolu Kalesi ve Birgoz’u hem de Kilid’ülbahir ve Kal`a-i Sultaniyye yapılarıyla güçlü bir biçimde tahkim edilmiştir. Gerek askeri ve idari personel ve teçhizat, gerekse söz konusu kalelerin inşa edildiği noktalar bu bağlamda oldukça önemli bir yer teşkil etmektedir. 1475 tarihli Gelibolu Tahrir Defteri söz konusu kalelerin askeri ve idari yapısını ve buradaki organizasyonu detaylı bir biçimde yansıtmaktadır. İlgili defterde donanmaya ait unsurlar (kaptanlar, reisler, azepler, kadırgalar, mavnalar, yardımcı personel vs.) ve eşkünci (timârlı sipâhilere) kayıtlarından sonra kalelere ait kayıtlar gelmektedir. 20 21 22 23 İnalcık, “Gelibolu”, s. 984. MCO no: 79, vrk. 64b. A.g.k., vrk. 78a. A.g.k., vrk. 85b 257 Uğur Altuğ Gelibolu Kalesi kayıtları Mustahfızân-ı Kal`a-i Gelibolu ifadesinden sonra başlamaktadır24. Kalede bulunan bütün görevliler başta dizdâr olmak üzere, ilgili personel tasarruf ettikleri timâr, ulûfe gibi gelirlerle birlikte belirtilmiştir. Defterde Gelibolu Kalesi’nden sonra Birgoz-ı Gelibolu’da görevli mustahfızlar25 ve daha sonra da Kilid’ül-bahir Kalesi’ndeki personel ve bunların tasarruf ettikleri timâr birimleri, ulûfeleri ve diğer kaynaklar kayıtlıdır26. Bu kalelerde görevli personelin sayısı, bunların nitelik ve özellikleri hakkındaki kayıtlar sayesinde, Fatih döneminde Gelibolu ve Çanakkale Boğazı’nda ilgili istihkâmlardaki Osmanlı savunma sisteminin yapısı anlaşılabilir. Kayıtlar Gelibolu, Birgoz-i Gelibolu ve Kilid’ül-bahir kalelerinde görevli personelin timârlı, ulûfeli ve yaya/piyâde unsurlardan oluştuğunu göstermektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, XV. yüzyılda kalelerde bulunan dizdâr ve muhafızlar genellikle timâr tasarruf etmekteydiler. Fatih döneminde takip edilen merkeziyetçi mutlak imparatorluk politikası doğrultusunda timârlı kale erlerinden başka, kul kökenli unsurlar da kalelerde istihdam edilmişlerdir. Top ve tüfek gibi ateşli silahlar kullanan kullar vasıtasyıla hem kalelerdeki savunma gücü artırılmış, hem de sultan bu önemli askeri-idari üsler üzerindeki kontrolünü daha da artırmıştır. Gelibolu’nun ve Çanakkale Boğazı’nın stratejik öneminden dolayı bölge kalelerinde önemli personel konuşlandırılmıştır. Bu görevliler sadece timâr tasarruf edenlerden oluşmuyordu. Çok sayıda ulûfeli asker ve idareci ve bölgedeki köylerde yayamüsellem organizasyonu içerisinde çiftlik tasarruf eden yaya/piyâde de kalelerdeki çeşitli hizmetlerle görevlendirilmişlerdir. Bu kısa açıklamadan sonra ilgili kalelerde görevli personeli, gelir cinslerine göre üç gruba ayırabiliriz. Timâr tasarruf edenler, ulûfe tasarruf edenler ve çiftlik tasarruf eden yayalar. Bu husus defterde “Mustahfızân-i Kal`a-i …, hem ulûfe yerler ve hem timâr ve yaya tasarruf ederler”27 şeklinde formüle edilmiştir. Personelin bir kısmı sadece timâr ya da ulûfe tasarruf ederken, diğerleri hem timâr hem de ulûfeye bağlanmıştır. Yayalar ise genellikle kaledeki mustahfızların timârı bünyesinde bulunan köylerde organize olmuş görünüyorlar. Zikredilen askeri personelin yanı sıra kalelerdeki çeşitli iş ve ihtiyaçlar için reaya sınıfından bazı kimselerin uzmanlık ve işgüçlerine de müraccat edilmiştir. Bunlar icra ettikleri hizmetler karşılığında çeşitli vergilerden bağışlanmış muaf ve müsellem reaya statüsündedirler. Sancaktaki timârlardan yirmi dokuzu Gelibolu Kalesinde görevli personelin tasarrufuna tevcih edilmiştir. Bunlardan üçü müşterek timâr olup altı kale erinin tasar- 24 25 26 27 A.g.k., vrk. 64b. A.g.k., vrk. 82a. A.g.k., vrk. 83a. A.g.k., vrk. 64b, 78a ve 83a. 258 Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler rufundadır. Kaledeki timârlı personelin toplam sayısı otuz iki kişidir. Timâr tasarruf edenlerden yirmi üçüne günlüğü bir ila yirmi bir akçe arasında değişen miktarlarda ulûfeler de bağlanmıştır. Bunlar hem timâr hem de ulûfe tasarruf edenlerdir. Personelden dokuzuna ise sadece timâr bağlanmıştır. Bunun dışında, kale imamı da dâhil olmak üzere yirmi dokuz kişi ulûfeli personeldir ve bunlar defterde “Cema`at-i Mustahfızân-i kal`a-i Gelibolı ki bunlar timâr yemezler, hemân ulûfe yerler”28 şeklinde tanımlanmıştır. Ulûfelilerin büyük bir kısmı kul kökenlilerden oluşmaktadır. Gelibolu Kalesi’nde timâr ve ulûfe tasarruf edenlerin toplamı altmış bir kişidir. Bunların yanı sıra Gelibolu Kalesi mustahfızlarının tasarruf ettikleri timâr birimlerindeki köy ve çiftliklerde bulunan yayaların büyük bir kısmı da kale hizmetinde görevlendirilmişlerdir. Defterlerdeki29 kayıtlar yayaların 193 kişi olduğunu gösteriyor. Ayrıca bunların yamaklarını da tespit etmekteyiz. 1475’te Birgoz-i Gelibolu’da görevli personelin genel görüntüsü, tasarruf ettikleri kaynaklar ve kökenleri de Gelibolu Kalesi ile benzerlik arz etmektedir. Birgoz’daki muhafızların tasarrufuna dokuz timâr tevcih edilmiş olup, hepsi bütün timar30dır ve dokuz kişinin elindedir. Bunlardan sekizine, timârlarına ek olarak miktarı günlük bir ila altı akçe arasında ulûfeler de bağlanmıştır31. Birgoz’da görevli otuz üç personele ise yalnızca ulûfe bağlanmıştır. Ulûfelilerin büyük bir kısmı Gelibolu Kalesi’nde olduğu gibi kul kökenlidirler. Mustahfızâna tevcih edilmiş timar birimlerindeki köylerde çiftlik tasarruf eden kırk altı yaya/piyâde ve bunların yamakları da Birgoz’a hizmetle görevlendirilmişlerdir. Kilid’ül-bahir Kalesi’nin personel yapısı da benzer bir görüntüdedir. Buradaki personelin tasarrufunda on timar birimi olup, bunlardan sadece biri müşterektir ve iki kişiye tevcih edilmiştir. Dolayısıyla kale erlerinden on biri timarlı olup bunların hepsine aynı zamanda günlüğü bir ila dört akçe arasında değişen miktarlarda ulûfeler bağlanmıştır. Kilid’ül-bahir Kalesi’nde ulûfe tasarruf eden personel defterde kayıtlı değildir. Bunların kapu defterinde kayıtlı oldukları belirtilmiştir “Mezkûr Kilid’ül-bahr’ın hem ulûfe ve hem timâr tasarruf edenleri on nefer kimesnedir amma bâkisi hemân ulûfe tasarruf ederler kapu defterinde mukayyeddir ve ulûfe yiyenlerden İsmail Kethüdâ bölüğünden Yusuf oğlu Hasan karındaşı Hüseyin’iyle Tatarlarda bir çiftlik müşterek tasarruf ederler”32. Ulûfe tasarruf edenlerin büyük bir kısmının kul kökenli oldukla- 28 A.g.k., vrk. 77b. 29 A.g.k. ve TT-d no: 12. 30 Bütün ve müşterek timârlar ve timâr sistemi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Uğur Altuğ (2010), II. Murad Dönemine Ait Tahrir Defterlerinin Yayına Hazırlanması ve Bu Malzemeye Göre Tımar Sistemi, Demografi, Yerleşme ve Topoğrafya Üzerinde Araştırmalar, Ankara: Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayımlanmamış doktora tezi). 31 MCO no: 79, vrk. 78a – 82a. 32 A.g.k., vrk. 85b. 259 Uğur Altuğ rı anlaşılıyor. Kilid’ül-bahir Kalesi mustahfızlarına tevcih edilmiş timâr birimlerinde bulunan köylerde çiftlik tasarruf eden yayalardan yetmişi ve bunların yamakları da kaleye hizmetle görevlendirilmişlerdir. Bölgedeki kalelerin idari, askeri ve diğer hizmetlerinden timâr, ulûfe ya da çiftlik tasarruf eden personel sorumluydu. Mustahfız şeklinde ifade edilen idari ve askeri personel kalelerdeki asli unsurlardı. Gelibolu ve Çanakkale Boğazı’ndaki kalelerin önemine binaen, bölgedeki köylerde çiftlik tasarruf eden yaya/piyadelerden bir kısmı da istihkamlarda görevlendirilmişlerdir. Bu husus oldukça ilginç ve istisnai bir uygulama niteliğindedir. Zira bu dönemde imparatorluk kalelerinde yaya birliklerinin desteğine müracaat edilmesi ender görülen bir manzaradır. Osmanlıların burada böyle bir politikaya başvurmaları hiç şüphesiz bölgenin stratejik önemiyle ve cerayan eden gelişmlerle ilgili olmalıdır. Ayrıca bu dönemde Gelibolu ve Trakya’da yayaların yoğun oluşu33, kalelerin güçlendirilmesi için bu unsurlardan da yararlanılmasında etkili olmuş görünüyor. Gelibolu müsellem ve piyadelerine mahsus bir kanunda bu unsurların bölgede ve kalelerdeki görevleri tanımlanmıştır34. Gelibolu Kalesi ve Birgoz’da, askeri ve idari hizmetlerle görevli personelin yanı sıra, defterde müteferrika, zenberekçi, zenberek okı yapıcıları ve meremmetçi gibi bir takım yardımcı unsurlara ait kayıtlar da bulunmaktadır. Müteferrika tabir edilen grup defterde “Cemaat-i müteferrika ki Gelibolı Kal`a’sıyla Birgoz’a hidmet ederler, bazısı ulûfe yirler ve bazısı ulûfe yimezler ve her cemaatin bir dürlü hidmeti vardır işbu mucebce zikr ve şerh olunur” şeklinde tanımlanmıştır35. Görüldüğü gibi müteferrikalardan bir kısmı ulûfe tasarruf etmekteyken, diğerlerine ise muhtemelen çeşitli vergilerden muâfiyet verilmiş olmalıdır. Kendilerine çeşitli işler yüklenen bu unsurların statüsünü (ulûfeli ya da muâf) kale için icra ettikleri hizmetin nitelik ve önemi belirlemiş olmalıdır. Söz konusu yardımcı personelden biri de zenberekçilerdir. Bunlar tüfek şeklinde olup, kurmalı bir sistem çerçevesinde ok fırlatan ve zenberek denilen silahı kullanan ve bu silahın kullanımında uzmanlaşmış bir gruptur. Bu silah kalelerdeki mazgal deliklerine göre tasarlanmış yapısı sayesinde kullanıcısına üstün bir koruma avantajı sağlamaktadır. Gelibolu Kalesi’nde otuz beş ve Birgoz’da yirmi iki zenberekçi görevlidir. Bu unsurların hepsi de gayr-i müslim olup Rum kökenli görünüyorlar. Zenberekçiler defterde, “Cemaat-i Zenberekçiyân-i Kal`a-i …, ulûfe yimezler, harâcdan ve 33 Uğur Altuğ, “On Beşinci Yüzyılda Tekirdağ’da Osmanlı Düzeni”, Rodosto’dan Süleyman Paşa’ya Tekirdağ, Uluslararası Tekirdağ Tarihi Sempozyumu Bildirileri 26-27 Mart 2015, (ed. Murat Yıldız), İstanbul 2016, s. 120-124. 34 “ve olan yayanın ve müsellemin hidmetleri Gelibolu sancağına mahsusdır. Mahall-i ihityat olub muhâfazatı lâbüd ve lâzım olan yalı ve liman gözcülüğünde müsellemler atları ile olurlar. Deryâda anun gibi gemi görünüb muhatara ihtimali olıcak seğirdüb hisarlara ve etrafta olan köylere haber virürler”, Ömer Lutfi Barkan, XV ve XVI ıncı Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Malî Esasları, Birinci Cilt Kanunlar, İstanbul 1943, s. 67. 35 MCO no: 79, vrk. 86a. 260 Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler ispençeden vesâir avârızdan muâf ve müsellemlerdir, ellerinde pâdişâhımızın hükm-i hümâyûnı vardır” şeklinde ifade edilmişlerdir. Bunlar reaya kökenli olup yaptıkları hizmet karşılığında bir takım vergilerden muâf kılınmışlardır36. Kalelerin çeşitli ihtiyaçları için farklı uzmanlıkları olan kişilerin bilgi ve hizmetine de müracaaat edilmiştir. Bu doğrultuda zenberek oku yapıcısı olan üç gayr-i müslim Rum reaya, kişi başına yılda 3600 zenberek oku yapmaları karşılığında avârızdan muâf tutulmuşlardır37. Kalelelerde inşa ve tamirat işleri için altı gayr-i müslim yapucı ve meremmetçi görevlendirilmiş ve bunlara ulûfe bağlanmıştır38. Yine ulûfe tasarruf eden ikisi demirci ve dördü cebeci olmak üzere altı Rum kökenli gayr-i müslim kayıtlıdır39. Kethüda Hâcı Osman idaresinde hepsine ulûfe bağlanmış doksan dokuz nefer tavice (atlı-akıncı) kale hizmetinde görevlendirilmiş bir başka unsurdur40. Defterdeki kayıtlar çerçevesinde kalelerde görevli askeri, idari ve yardımcı personelin görüntüsü bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Kalelerin yönetim ve komutası işini kale dizdârı icra etmektedir. Kethüda41, çavuş42, imam, tabılcı (davulcu)43, muhzır, nakkarezen44 gibi görevliler, askeri işlerden sorumlu mustahfız ve personel kalelerin görevlilerini ve organizasyon yapısını gözler önüne sermektedir. Sonuç Osmanlılar henüz kuruluş sürecinin ilk dönemlerinde Gelibolu’nun ve Çanakkale Boğazı’nın jeostratejik yapısı ve önemini kavrayarak bölgenin sunduğu avantajı kendi askeri ve idari faaliyetleri için kullanmaya çalışmışlardır. Bu noktaların erken bir tarihte Osmanlı egemenliği ve kontrolü altına alınmış olması devletin büyüme ve genişleme sürecine önemli katkılar sağlamıştır. İstanbul’un fethinden sonra bölgenin askeri ve idari yapısı daha da önem kazanmıştır. Özellikle İstanbul, Rumeli ve Ege Denizi’nde Venedik ve Macaristan’ın başını çektiği Haçlı tehdidi karşısında Fatih Sultan Mehmet’in aldığı tedbirlerden biri 36 A.g.k., vrk. 86a, 86b. 37 Cemaat-i Zenberek Okın yonucılar ki ulûfe yimezler asılda iki nefermiş yılda 7200 zenberek okın virirlermiş şimdiki halde birisünün oğlı erişmiş üç nefer olmuşlar ol sebebden yılda 10.800 zenberek okın virecek oldılar bu mûcebce deftere sebt olındı bunlar dahi avârızdan emîn dururlar ellerinde pâdişâhımızın hükm-i hümâyûnu vardır. Nefer: 3, A.g.k., vrk. 86b. 38 Cemaat-i Yapucıyân ve meremmetciyân ki ulûfe yirler. Nefer: 3; Cemaat-i Meremmetciyân-i diger ki taşradan hidmet ederler, ulûfe yirler. Nefer: 3, A.g.k., vrk. 86b, 87a. 39 A.g.k., vrk. 88a. 40 A.g.k., vrk. 88a. 41 Timâr-i Kethüdâ Arnavut Hızır…, A.g.k., vrk. 67a. 42 Timâr-i Çavuş Hâcı…, A.g.k., vrk. 71a. 43 A.g.k., vrk. 77b. 44 A.g.k., vrk. 82a. 261 Uğur Altuğ de Gelibolu ve Çanakkale Boğazı’nı tahkim etmek olmuştur. Bu süreçte boğazda yeni kalelerin inşası ve Gelibolu’da mevcut hisarların takviyesi dikkat çekicidir. Ege Denizi üzerinde egemenlik politikası güden Fatih, böylece hem başkentini hem de donanmasının merkezini denizden gelecek saldırılara karşı güven altına almaya çalışmıştır. Onun en büyük rakiplerinden olan Venedik’i bertaraf ederek Ege’yi hâkimiyeti altına almasında Çanakkale Boğazı ve Gelibolu’da takip ettiği tahkimat politikasının önemli bir yeri olmuştur. Bu süreçte inşa edilen kaleler önemli bir ateş gücüyle donatılmıştır. Fatih’in tatbik ettiği bu politika kendi dönemiyle sınırlı kalmamış, sonraki dönemlerde de müracaat edilen bir savunma yöntemine dönüşmüştür. XVII. Yüzyılda Girit Kuşatması esnasında beliren ve İstanbul’u baskı altına alan Venedik tehdidini önlemek için Çanakkale Boğazı’nın Ege girişine karşılıklı olarak Seddü’l-bahir ve Kum kale inşa edilmiştir. Tarihin en büyük savaşlarından birinde, 1915’te İstanbul’a karşı harekete geçen İtilaf güçlerinin Çanakkale Boğazı’nda durdurulması sürecinde tekrar bu yönteme müracaat edilmiş, bölgede ilgili kalelerden bazılarını da içine alan güçlü istihkâm ve tabyalar oluşturmuşlardır. 262 Fatih Sultan Mehmed Döneminde Gelibolu Sancağındaki Kaleler Kaynakça Arşiv Belgeleri: Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Tahrir Defteri (TT-d) no: 12 ve 75. Taksim Belediye Kütüphanesi, Muallim Cevdet Yazmaları (MCO) no: 79 İkinci Elden Kaynaklar: -Âşık Paşaoğlu Tarihi, hazırlayan H. Nihal Atsız, İstanbul 1992. -İbn Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman VII. Defter, (haz. Şerafettin Turan), Ankara 1991. -Kritovulos Tarihi 1451-1467, (çev. Ari Çokona), İstanbul 2012. İncelemeler: Altuğ, Uğur (2010), II. Murad Dönemine Ait Tahrir Defterlerinin Yayına Hazırlanması ve Bu Malzemeye Göre Tımar Sistemi, Demografi, Yerleşme ve Topoğrafya Üzerinde Araştırmalar, Ankara: Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (yayımlanmamış doktora tezi). Altuğ, Uğur, “On Beşinci Yüzyılda Tekirdağ’da Osmanlı Düzeni”, Rodosto’dan Süleyman Paşa’ya Tekirdağ, Uluslararası Tekirdağ Tarihi Sempozyumu Bildirileri 26-27 Mart 2015, (ed. Murat Yıldız), İstanbul 2016, s. 115-125. Babinger Franz, Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı, (çev. Dost Körpe), İstanbul 2003. Barkan, Ömer Lutfi, XV ve XVI ıncı Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Malî Esasları, Birinci Cilt Kanunlar, İstanbul 2001. Emecen, Feridun, “Gelibolu” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. XIV, İstanbul 1996, s. 1-6. Eyice, Semavi, “Kilitbahir Kalesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. XXVI, Ankara 2002, s. 22-23 İnalcık, Halil, “Mehmed II” Milli Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi, C. VII, İstanbul, s. 506-535. İnalcık, Halil, “Gelibolu”, The Encyclopaedia of Islam, second edition, vol. II, Leiden 1991, pp. 983-987. İnalcık, Halil, “Fatih ve Ege Denizi”, Türk Denizcilik Tarihi, (ed. Bülent Arı), Ankara 2002, s. 91-98; İnalcık, Halil, “Fâtih’e Kadar Çanakkale Boğazı, Gelibolu Osmanlı Üssü ve Osmanlı – Venedik Karşılaşması”, Çanakkale Savaşları Tarihi, C. I, (ed. Mustafa Demir), İstanbul 2008, s. 15-45. İnalcık, Halil, Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları 1302-1481, İstanbul 2010. Jorga, Nicolae, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. 2, (çev. Nilüfer Epçeli), İstanbul 2005. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, c. II, Ankara 1994. Zinkeisen, Johan Wilhelm, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. 2, (çev. Nilüfer Epçeli), İstanbul 2011. 263 ÇANAKKALE ARAŞTIRMALARI TÜRK YILLIĞI Yıl 14 Bahar 2016 Sayı 20 ss. 265-328 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Yusuf SAĞIR* Özet IV. Mehmet’in (1648-1687) vâlidesi Turhan Sultan’ın 1094/1683 tarihinde Edirne’de vefatından sonra, Edirne Sarayı’nda bulunan eşyaları bir defterde kayıt altına alınmış, ardından Enderûn Hazinesi’ne teslim edilmiştir. Topkapı Sarayı Arşivi’ndeki bu defterde, Turhan Sultan’ın kullanmış olduğu eşyaları, giyim-kuşamı, ev araç ve gereçleri tasvir edilmektedir. Onun geriye bıraktığı eşyaların sadece bunlar olmadığı diğer arşiv vesikalarından anlaşılmaktadır. Defter, 17. yüzyıl saray kadınlarının giyim kuşamı, yaşamı ve onların ekonomik gücü hakkında önemli veriler sağlamaktadır. Defterden, özellikle Osmanlı tekstil ve mücevherât tarihi alanında dikkat çekici bilgilere ulaşılabileceği gibi 17. yüzyıl ikinci yarısı ekonomik ve sosyal hayatına dair bilgiler de elde edilebilir. Muhallefât defterindeki eşyalar, IV. Mehmet’ten III. Ahmet (1703-1730) dönemine kadar birçok padişah kadınlarına, kızlarına ve başka cihetlere peyderpey tahsîs edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Vâlide Turhan Sultan, IV. Mehmet, harem, muhallefât, mücevherât. The Inherited Estates of Valide Turhan Sultan Abstract After the death of Turhan Sultan, the mother of Mehmet IV (1648- 1687), in Edirne in 1094/1683, the inherited estates belonging to her were recorded in a register and then delivered to the Treasury of Enderun. The clothes, personal belongings and household stuff used personally by Turhan Sultan are described in this registry located in the Topkapi Palace. It is understood from other archives documents that these are not the only properties inherited from Turhan Sultan. This registry provides important data about the clothing, daily lives and economic powers of 17th century Ottoman palace women. It is especially noteworthy to mention that it is possible to reach interesting data from this registry about the history of textiles and jewelries of the Ottomans. Also, it is possible to acquire valuable data about the economic and social life of the Ottomans in the second half of 17th century. The estates inherited from Turhan Sultan and recorded in the registry were distributed to the daughters and wives of the sultans for several occasions during the reigns of both Mehmet IV and Ahmet III (1703-1730). Keywords: Vâlide Turhan Sultan, Mehmet IV, Harem (Women’s Quarter), Inherited Estate, Jewelry. * Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, yusufsagir@comu.edu.tr 265 Yusuf Sağır Giriş Vefat eden bir kişinin arkasında bıraktığı şeylere “muhallefât” veya “tereke” denir. Bununla ilgili yazılar da “muhallefât/tereke defterleri”ne kaydedilirdi.1 Osmanlı Devlet adamlarının muhallefâtıyla alakalı pek çok yayın yapılmış olmasına2 karşın, saray kadınlarının terekeleri çok az sayıda çalışmaya konu olmuştur.3 Bu çalışmalardan biri İsmail Kıvrım tarafından yapılmış4 olup, orada işbu çalışmamızın da kaynağı, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’ndeki yirmi yedi numaralı muhallefât defterinden hareketle Vâlide Turhan Sultan’ın günlük yaşamı açıklanmaya çalışılmıştır. Ancak yazar, defterin Osmanlı Arşivi’ndeki fotokopisini esas alması nedeniyle 15b ve 16a sayfalarını değerlendirmemiştir. Bu sayfalar, Osmanlı Arşivi’ndeki fotokopi nüshada 1 2 3 4 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. I-III, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1983, s. 564. Bu defterlerle alakalı birçok çalışma yapılmıştır. Bunların en başta gelenleri şunlardır: Ömer Lütfi Barkan, “Edirne Askerî Kassâmına Ait Tereke Defteri (1545-1659), Belgeler, C. III, S. 5-6, Ankara 1966, s. 1-479; Halil İnalcık, “XV. Asır Türkiye İktisadi ve İçtimaî Tarihi Kaynakları”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C. XV, (1953-1954), S. 1-4, s. 51-75; Hüseyin Özdeğer, 1463-1640 Yılları Bursa Şehri Tereke Defterleri, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1988; Said Öztürk, Askeri Kassama Ait Onyedinci Asır İstanbul Tereke Defterleri (Sosyo-Ekonomik Tahlil), Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1995. Konu hakkında yapılan başlıca çalışmalar şunlardır: Yavuz Cezar, “Bir Ayanın Muhallefatı: Havza ve Köprü Kazaları Âyânı Kör İsmail-oğlu Hüseyin (Müsadere Olayı ve Terekenin İncelenmesi)”, Belletten, 41/161 (1977), s. 41-78; Musa Çadırcı, “Hüseyin Avni Paşa’nın Terekesi”, Belgeler, XI/15 (1986), s. 145-164; Saim Savaş, “Sivas Valisi Dağıstanî Ali Paşa’nın Muhallefatı: XVIII. Asrın Sonunda Osmanlı Sosyal Hayatına Dair Önemli Bir Belge”, Belgeler, 15/19 (1993), s. 249-292; Cahit Telci, “Canik Muhassılı Vezir el-Hac Ali Paşa’nın 1779 Tarihli Muhallefat Defterleri”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, S. 4 (2000), s. 159-182; Mehmet İnbaşı, “Elmas Mehmed Paşa’nın Telhiscisi Abdullah Ağa’nın Muhallefatı”, Doç. Dr. Günay Çağlar Armağanı, Erzurum 2004, s. 69-80; Cahit Telci, “Osmanlı Devleti’nde 18. Yüzyılda Muhallefat ve Müsadere Süreci”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XXII/2 (2007), s. 145-166; Temel Öztürk, “Trabzon Valisi Vezir Abdurrahman Paşa’nın Muhallefatı (1728-1730)”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S. 18 (2008), s. 9-50; İsmail Kıvrım, “Kilis ve A’zaz Voyvodası Daltaban-zade Mehmet Ali Paşa ve Muhallefatı”, OTAM (Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi), S. 24 (2008), s. 147-174; Meral Bayrak (Ferlibaş), “Alemdar Mustafa Paşa’nın Muhallefatı”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S. 21 (2009), s. 63-120; Cahit Telci, Muhassılın Serveti: Aydın Muhassılları Polad Ahmed ve Veli Paşa’nın Muhallefâtları, Tarih İncelemeleri Dergisi, C. 24, S. 2, Aralık 2009, s. 179-208; Güleser Oğuz, “Tereke Kaydından Hareketle Bir Osmanlı Vezirinin 18. Yüzyıl Başlarındaki Yaşam Tarzı: Amcazâde Hüseyin Paşa”, Millî Folklor, S. 88 (2010), s. 91-100; Murat Yıldız, “Bir Osmanlı Veziriazamının Mal Varlığı: Amcazâde Hüseyin Paşa’nın Muhallefâtı”, Türk Kültürü İncelmeleri Dergisi, S. 26, İstanbul 2012, s. 67-100; Volkan Ertürk, “Orta Dereceli Bir Osmanlı Memurunun Mal Varlığı: Edirne Bostancıbaşısı Hacı Veliyüddin b. Habib’in Terekesi”, Humanıtas, S. 2, Tekirdağ 2013, 87-103; Kürşat Çelik, Mısır Beylerbeyi Hayır Bey’in Muhallefâtı (1517-1522), Tarih Araştırmaları Dergisi, C. 33, S. 55, s. 121-162; Tahir Sevinç, “Şam Valisi Emirü’l-Hâc Süleyman Paşa’nın Muhallefâtı, Belleten, C. LXXVII, S. 279, Y. 2013 Ağustos, s. 467-522. Talip Mert, Dilhayat Kalfa’nın Mirası, Musiki Mecmuası, No. 466, Güz 1999, s. 28-73: Özer Küpeli, Kösem Sultan’a Ait Bir Muhallefât Kaydı, Cihannüma Tarih ve Coğrafya Araştırmaları Dergisi, S. I/2, Aralık 2015, s. 131-143. İsmail Kıvrım, “17. Yüzyılda Bir Vâlide Sultanın Günlük Hayatı: Vâlide Hadîce Turhan Sultan”, History Studies, Volume 5 Issue 2, March 2013, p. 243-262. 266 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı eksik, Topkapı Sarayı Arşivi’ndeki asıl nüshada ise tamdır. Yine, bahsedilen makalenin sonuna defterdeki kumaşlar, düğme çeşitleri ve değerli taşlar tablolaştırılarak ek yapılmıştır. Buna ilaveten muhallefât defterindeki kalemler üzerine sonradan düşülen haşiyelere hiçbir şekilde değinilmemiştir. Bu makalede biz, İ. Kıvrım’ın sözkonusu çalışmasının yukarıda anlatılan eksik yönlerinden hareketle, defterin görülmeyen iki sayfasını ve deftere düşülen haşiyeleri tek tek açıklayıp değerlendirdik. Sonradan düşülen haşiyeler, iç hazine kayıtlarına giren bir saray kadının eşyalarının onun vefatından sonra nasıl değerlendirildiğini ortaya koymaktadır. Nitekim, dış hazinenin yetersizliğinde, iç hazineden, altın ve gümüş eşyaların gönderilerek sikke kestirildiği bu defterce doğrulanmaktadır. Defterde eşyaların ekonomik değerleri yazılmamıştır. Ancak Topkapı Sarayı Arşivi’nde, Vâlide Turhan Sultan adına düzenlenen masraf defterinden5 muhallefattaki eşyanın ekonomik değerleri hakkında bir kanaate ulaşılabilir. Buna ek olarak, makale içerisinde muhallefât defteri olduğu gibi transkribe edilerek, konuya ilgi duyan araştırmacıların değerlendirmesine açık hale getirilmiştir. Çünkü, Osmanlı ekonomik ve sosyal tarihçileri, bir tekstil ve sanat tarihçisi veya bir başka alan uzmanı bu malzemeye farklı açılardan bakabilir. Bundan başka İ. Kıvrım ile defterdeki bazı kelimelerin okunuşu hususunda da farklı düşündüğümüz yerler bulunmaktadır. Mesela, Onun “mum safrası” biçiminde okuduğu ibare, bizce “mum sofrası”6dır. “Safra” yazar tarafından “ağırlık” olarak değerlendirilmiştir. Halbuki 1640 tarihli Narh Defteri’nde de şemʻdan sofraları7 vardır. Diğer taraftan yazar bir tür kumaş olan “şerbetî”8 kelimesini meşrubattan “şerbet” zannetmiş; dolayısıyla giyim kuşam kısmına dâhil etmemiş, “hamam” başlığı altında değerlendirmiştir. Onun “sade başyağı şerbeti”9 diye okuduğu kısım, tarafımızdan “sade başbağı şerbetî” şeklinde okunmuştur. Bu çalışma ile amaçlanan, Osmanlı saray kadınlarının en dikkat çekicilerinden biri Vâlide Turhan Sultan’ın muhallefâtını açıklamak; bundan hareketle dönemin siyâsî ve sosyo-ekonomik tarihine bir açıklama getirebilmektedir. Zira, Vâlide Sultan’ın muhallefâtı maddî bakımdan oldukça büyük bir yekûn teşkil etmektedir. Terekeye mefruşât, giyim-kuşam, mücevherât, mutfak malzemeleri, güzel kokular, değerli taşlar, panzehirler ve at takımları gibi değişik alanlarla ilgili çok sayıda eşya parçası kaydedilmiştir. Burada ayrıntılı bir şekilde yapılan tasvirlerle, o günkü saray kadınlarının giyim-kuşamları rahatlıkla resimleştirilebilir. Öte yandan zikredilen ku- 5 6 7 8 9 TSMA, D. 10457.125. Kıvrım, “17. Yüzyılda Bir Valide…”, s. 249. Yücel, Yaşar (haz.), 1640 Tarihli Esʻar Defteri, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Basımevi, Ankara 1982, s. 65. Bir tür tülbenttir. Kadınlar dış başörtüsü olarak kullanırlar; bunların en kalitelisine şerbetî denir. (Halil İnalcık, Türkiye Tekstil Tarihi Üzerine Araştırmalar, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2008, s. 101, 126). Kıvrım, “17. Yüzyılda Bir Valide…”, s. 254. 267 Yusuf Sağır maş ve değerli taşlarla Osmanlı ticarî hayatı hakkında önemli saptamalar yapılabilir. Nitekim, kumaşların ve bazı eşyanın menşelerinden bahsedilmektedir. Yine haremde kullanılan malzemelerin neler olduğu tablolaştırılabilir. Öte yandan defterde, IV. Mehmet’ten III. Ahmet devrine kadar bir kısım saray kadınlarının isimleri açıklanmaktadır. Ayrıca 1096/1685 yılında Enderun Hazinesi’nden sikke kestirmek için darbhaneye gönderilen emtia zikredilmektedir. Hem darbhaneye gönderilen bu eşyalar hem de Vâlide Sultan’nın bıraktığı paralar, Osmanlı para tarihine dair önemli veriler sunmaktadır. 1. Vâlide Turhan Sultan’ın Hayatı 1627’de doğduğu ve Rus asıllı olduğu düşünülen Turhan Sultan, Kör Süleyman Paşa tarafından Kösem Sultan’a hediye edilmiştir. O, haremde Sultan İbrahim’in cariyesi iken, 29 Ramazan 1051/1 Ocak 1642’de IV. Mehmet’i dünyaya getirince “haseki sultan” unvanını almıştır. Oğlu IV. Mehmet’in tahta geçişiyle de 18 Recep 1058/8 Ağustos 1648’de vâlide sultan olmuştur.10 Osmanlı Devleti’nde padişahların anneleri sultanlar haremin en yüksek temsilcileri idiler.11 Ne var ki bu sırada Turhan’ın kayınvâlidesi Kösem Sultan Eski Saray’a gitmesi gerekirken, Topkapı’da kalmış ve torunu IV. Mehmet’e nâibe-i saltanatlık yapmıştır. Oğlu IV. Mehmet tahta çıktığında yirmi bir yaşında12 olması hasebiyle bu duruma başlangıçta tahammül eden Turhan Sultan, bir süre sonra büyük vâlide Kösem Sultanla çatışmaya başlamıştır. Nihayetinde ocak ağalarının desteklediği Kösem Sultan ile saray ağalarının arka çıktığı Turhan Sultan arasındaki mücadele, sadrazam Siyavuş Paşa’nın ocak ağalarına direnmesi neticesinde büyük bir kavgaya dönüşmüştür. Kösem Sultan’ın IV. Mehmet’i tahttan indirerek annesi daha pasif olan Şehzâde Süleyman’ı tahta çıkarmak istemesi, saray ağaları tarafından hoş karşılanmamış; Turhan Sultan’ın da desteğiyle Kösem Sultan 1061/1651’de katledilmiştir.13 Böylece Turhan Sultan tam anlamıyla vâlide sultan olma fırsatı yakalamıştır. Turhan Sultan’a, Osmanlı Devleti’ni yaşadığı karışıklıktan kurtaracak tek kişinin Köprülü Mehmet Paşa olduğu tavsiye edilmesi üzerine, Eylül 1656’da yönetime Köprülü getirilmiş; Kösem Sultan gibi haris bir kadın olmayan Turhan Sultan da devlet işlerinden elini çekmiş ve kendini hayr u hasenâta vermiştir.14 10 Abdurrahman Abdi Paşa, Vekâyiʻnâme, (haz. Fahri Ç. Derin), Çamlıca Yayınları, İstanbul 2008, s. 7-8; Filiz Karaca “Turhan Sultan”, DİA, C. 41, İstanbul 2012, s. 423-424; Erhan Afyoncu, Uğur Demir, Turhan Sultan, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2015, s. 27-32. 11 16. yüzyılın ortalarında kadar vâlide sultanlar ve padişah ailesi Eski Saray’da yaşarlardı. 1534’te Hürrem Sultan’ın Topkapı Saray’ına taşınmasıyla birlikte padişahın ailesi burada yaşamaya başlamıştır. Bkz. Ali Yıldız, “Vâlide Sultan”, DİA, C. 42, İstanbul 2012, s. 494-499. 12 Yıldız, “Vâlide Sultan”, s. 496. 13 Karaçelebizâde Abdulaziz Efendi, Ravzatu’l-Ebrâr Zeyli, (haz. Nevzat Kaya), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2003, s. 94-95; Afyoncu-Demir, Turhan Sultan, s. 47-51. 14 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1988, s. 157; Afyoncu-Demir, Turhan Sultan, s. 146. 268 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı O, sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Viyana Seferi’nde bulunduğu sırada Edirne’de vefat etmiştir (10 Recep 1094/5 Temmuz 1683). Bu esnada oğlu IV. Mehmet de Belgrad’da idi. Nâşı İstanbul’a getirilerek Eminönü’nde kendi yaptırdığı Yenicami yanındaki türbesine gömülmüştür (12 Receb 1094/7 Temmuz 1683). Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Turhan Sultan’ı “devletin rükn-i rekîn”i olarak tavsif etmiştir.15 O’nun en önemli eseri Çanakkale Boğazı’nın her iki yakasında yaptırmış olduğu “Kumkale” ve “Seddülbahir” kaleleridir. Bu kaleler içerisinde birçok vakıf yapısı inşâ ettirmiştir.16 İstanbul’daki “Yenicami Külliyesi” onun eseridir.17 Bunlardan başka kardeşi Yusuf Ağa adına Rumelikavağı’nda bir cami, İstefe’de bir han, Resmo’da bir cami ve bir mektep binâ ettirmiş ve hacıların su ihtiyaçlarının giderilmesine matuf gelirler vakfetmiştir.18 2. Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Turhan Sultan’a ait muhallefât defterindeki eşyaların az bir kısmı Sofya’dan çoğu ise Edirne Sarayı’ndan hazinedâr müsâhib Ali Ağa19 tarafından alınarak Darussade Ağası’nın bilgisi dâhilinde 5 Zilkâde 1094/26 Ekim 1683’te Enderun Hazinesi’ne teslim edilmiştir. Ayrıca, defterde 15b-17a aralığında kaydedilen eşya, aynı kişi aracılığıyla Rebiülevvel 1096/Şubat/Mart 1685 tarihinde iç hazineye aktarılmıştır. Bu kısmın Turhan Sultan’ın Topkapı Sarayı’ndaki eşyası olması muhtemeldir. Nitekim burada kaydedilen altın ve gümüş eşya, Edirne Sarayı’ndan alınanlara göre daha fazladır. Turhan Sultan’ın Topkapı Sarayı’ndaki eşyasına dair yukarıdaki muhtemel kayıttan başka, bir muhallefât kaydı şimdilik tespit edemedik. Ancak makalenin girişinde bahsedilen saray masraf defteri20 bize konuyla ilgili bir ipucu vermektedir: 1087/1676 tarihli bu deftere göre Lala Süleyman Ağa, Vâlide Turhan Sultan adına 15 Silahdâr, Tarih, C. II, Devlet Matbaası, İstanbul 1928, s. 116; Defterdâr Sarı Mehmet Paşa, Zübde-i Vekayiât, (haz. Abdulkadir Özcan), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1995, s. 156; Karaca, “Turhan Sultan”, s. 424-425. 16 Abdi Paşa, Vekâyiʻnâme, s.141; Naîmâ Mustafa Efendi, Tarîh-i Naîmâ, (haz. Mehmet İpşirli), C. IV, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2007, s. 1840-1842. Defterdâr Mehmet Paşa onun hayratını ifade için şöyle demektedir: “Sadakât u hayrâtı hadden efzûn,bâ-husûs Kaʻbe-i mükerreme yolunda olan hayrâtı ve Âsitânede binâ buyurdukları camiʻ-i bî-nazîr ve sâ’ir hasenât-ı mebrûresi bir devlet-mende nasîb olmadığı malûm-ı ʻalemiyândır” Zübde-i Vekâyiât, s. 156. 17 Lucienne Thys-Şenocak, Hadice Turhan Sultan, (çev. Ayla Ortaç), Kitap Yayınevi, İstanbul 2009, s. 228-245. 18 Abdi Paşa, Vekayiʻnâme, s. 212-213; Karaca, Turhan Sultan, s. 425; Turhan Vâlide Sultan Vakfiyesi, (haz. H. Ahmet Arslantürk), Okur Kitaplığı, İstanbul 2012, s. 16-25. 19 Silahtar, Vâlide Sultan’ın vefatından sonra mallarının hemen kabzedildiğini bu iş için hazinedâr Ali Ağa’nın görevlendirildiğini kaydetmektedir. Tarih, s. 117. 20 TSMA, D. 10457.125. 269 Yusuf Sağır Nikola ve Manol adlı terzilere 94.670 akçe değerinde çeşitli elbiseler, keseler ve buna benzer eşya diktirmiştir. Bunlar; 46 kaftan, 6 kürk kabı, 49 dolama, 2 cibinlik, 22 gecelik, 8 kalpak, 4 dikdik, 3 ferâce, 2 eteklik, 3 sofra, 13 bohça, 444 mektup kesesi, 4 altın kesesi ve 1 Kur’ân kılıfıdır. Aşağıda açıklanacak muhallefât defterinde mektup, altın ve Kur’ân keseleri, dolama, gecelik ve ferace bulunmamaktadır. Defter, Topkapı Sarayı Arşivi’nde defterler kısmı numara 27’dedir. Ciltli, şemseli ve ebrulu defter, toplam 24 varaktır; varak usulüne göre sonradan numaralandırılmıştır. Zahriye sayfası, 15a, 17b ve sonrası boştur. Defterde bazı kayıtların üzerinde “mim” “dal” “cim” ve “ayın” harfleri konulmuştur. Asıl metin siyah; haşiyeler kırmızı, kahverengi, mor ve mavi mürekkeple yazılmıştır. Bazı eşyanın üzerine “[1]127/1715” tarihi düşülerek “mevcûttur müşâhede edildi” denildikten sonra bazılarına “ifrâz” bazılarına ise “mânde” denilmiştir. “İfrâz” edilenler defterden çıkarılmış; “mânde” denilenler de bırakılmıştır. Çıkarılanlar otuz üç, kalanlar altı kalem olup; çıkarılanların nereye gönderildiği belirtilmemiştir. İfrâz ve mândelerin hepsinin yanına “sah” işareti konulmuştur. Bunlardan bir kısmının ölçüsü veya ağırlığı belirtilmiştir. Diğer taraftan mezkûr eşyadan sadece iki seccade satılmıştır. İç hazineye teslim edilen eşyaların bazıları; padişahlara ve haremdeki sultanlara, kadın efendilere ve kadınlara verilmiştir. Yirmi bir kalemi padişahın tasarrufu için hareme verilmiş; beş kalemi de yine padişaha eşya yapımı için bozdurulmuştur. Padişahın kullanımına verilen on bir tane yüzük ve bir panzehir mühür vardır; diğerleri padişaha yapılacak kuşak, saat ve sorguç için bozulmuştur. Düğmelerin bir kısmı bayramlık elbise yapımına sarf edilmiştir. Bunlardan beş kalemdeki eşya Hz. Muhammed’in (sav) kabri Ravza-i Mutahhara’nın askısı ve kandili için bozulmuştur. Dört kalem eşya da kaymakam Recep Paşa’ya Şaban 1098/Haziran Temmuz 1687 tarihinde rehine verilmiştir. Müsâhib Mustafa Ağa korumasına bırakılan bir saat kutusunun ise Şaban 1111/Ocak-Şubat 1700 tarihinde Harem’de zayi olduğuna işaret edilmiştir. Buna ek olarak 1096/1685 tarihinde defterdeki on altı kalem altın ve otuz sekiz kalem gümüş emtiadan sikke kestirilmiştir.21 Vâlide sultanların bu kadar mala sahip olmaları, oldukça yüksek bir geliri tasarruf etmeleriyle açıklanabilir. Zira bunlar, devletin en yüksek maaşını alıyorlardı. Turhan Sultan, kayınvâlidesi Kösem Sultan hayattayken, günlük 2.000 akçe onun vefatından sonra günlük 3.000 akçe almıştır.22 İç hazineden Turhan Sultan’ın 1077/16661667’de 6.000, 1078/1667-1668’de 7.000 altın aldığı görülmektedir.23 Ayrıca vâlide sultanlara “başmaklık” adı altında has toprakların gelirleri veriliyordu. Böylece 21 17. yüzyılda savaşlarla birlikte daha da ağırlaşan malî bunalımlarda başvurulan bir yöntem, iç hazineden dış hazineye değerli altın ve gümüş eşyayı aktarmaktır. 1680’li yıllarda iç hazineden dış hazineye taşınan para yılda ortalama 100 milyon akçenin üzerindeydi. Bkz. Şevket Pamuk, Osmanlı Türkiye İktisadî Tarihi 1500-1914, İletişim Yayınları, İstanbul 2009, 5. Baskı, s. 168. 22 Yıldız, “Vâlide Sultan”, s. 495. 23 Kadir Arslanboğa, Osmanlı Devleti’nin İç Hazine Harcamaları (1649-1680), Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Yayınları, Kasım 2014, s. 78-87. 270 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Turhan Sultan’ın yıllık geliri toplamda 12 milyon akçeyi buluyordu.24 Bundan başka vâlide sultanlara padişah, devlet görevlileri ve yabancı elçiler tarafından sunulan hediyeler, onlar için önemli bir gelir kaynağıydı.25 Muhallefât defterine göre Turhan Sultan’ın bıraktığı nakdî para 927.500 cedîd akçe26, 572 Macarî ve şerîfî altındır. 27 Bahse konu olan eşyaları aşağıda gruplandırmaya çalıştık. Vâlide Sultan’a has olması sebebiyle zikri geçen eşyanın birçoğu değerli taşlarla ve çeşitli motiflerle süslenmiştir. Bunlar metin içerisinde görülebilir. Biz burada eşyanın adedini ve neden yapıldığını belirtmeye çalıştık. 2.1. Değerli Taşlar ve Panzehir Aşağıda görüleceği üzere birçok eşyanın içerisinde; zümrüt, akik, inci, firuze, elmas, aynü’l-hirr28, la’l, yakut, yeşim, kehribar ve mercan kullanılmıştır. Bir taşın değeri rengine ve ışığı yansıtma kuvvetine göre ölçülür. Elmas, zümrüt, aynü’l-hirr ve yakut bunların en değerlileridir.29 Osmanlı Devleti’nde bu tür taşların birçoğu hem mücevherât hem de tedavî maksatlı kullanılmıştır. Mesela, zümrütün şeytanî ruhları uzaklaştırdığına ve görme bozukluklarını giderdiğine inanılmaktaydı.30 Panzehir, yılan sokmalarında suyu içirilen bir maddedir.31 Buna karşın aslı “pâdzehr” olan bu kelime, ruhu ve bedeni zehirlerden koruyan anlamına geldiği gibi taşlara dayalı oluşturulan devâlar için de kullanılır. Nitekim saray hekimi Şifâî Şaban Efendi “Şifaiye” adlı eserinde, “dağ keçisi” denilen bir tür geyikten alınan panzehirin oldukça makbûl olduğunu ifade eder. Bir de madenî panzehir vardır; boyuna bağlandığında veya yüzük olarak taşındığında zehirli hayvanlara karşı korur.32 Osmanlı 24 Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhisü’l-Beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân, (haz. Sevim İlgürel), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1998, s. 103. 25 Yıldız, “Vâlide Sultan”, s. 495. 26 Akçenin içeriğindeki gümüşün azalması nedeniyle, “akçe” tabiri, sadece eski parayı ifâde ettiğinden, yeni basılan akçelerin başına “cedid”, “sağ” “kızıl” gibi kavramlar getirilmiştir (Pakalın, C. I, s. 34). 27 Buna “Macar filori veya dükası” da denilmektedir. Bir Macar altını 240 akçeye tekâbül etmektedir. Robert Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, (çev. M. Ali Kılıçbay-Enver Özcan), Türk Tarih Kurumu Yayını, C. I, Ankara 1990, s. 219; Şevket Pamuk, Osmanlı İmparatorluğunda Para’nın Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2007, s. 192-193. 28 Saf, beyaz, şeffâf ve nurlu taştır. Bu taş yakut ve elmasın da kaynak taşıdır. Kişi yanında taşıdığı zaman ona afetlerin ulaşamayacağı söylenmektedir. Bkz. Muhammed bin Mahmut Şirvânî, Tuhfe-i Muradî, (haz. Mustafa Argunşah), Türkiye Yazma Eserler Kurumu, İstanbul 2012, s. 67a-68b. 29 Bu taşların değerleri hakkında bkz. Aysen Atakul, Ceren Küçükuysal vd., Süs Taşları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Toplum ve Bilim Merkezi, Ankara 2007, s. 28-86. 30 Şirvânî, Tuhfe-i Murâdî, s. 51b-52a; Yine taşların inanılan bu tür faydaları için bkz. Yazıcızâde Ahmet Bican, Dürr-i Meknûn, (çev. Necdet Sakoğlu), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999, s. 102; Atakul vd, Süs Taşları, s 52. 31 Pakalın, C. II, 752. 32 Muhittin Eliaçık, “Şifaiyye Adlı Esere Göre Dağ Keçisi ve Yılanda Panzehir Özellikli Taşlar”, İdil Dergisi, 01-05-02, s. 11-31. 271 Yusuf Sağır toplumunda her an kendisine ihtiyaç duyulabilir anlayışıyla para keselerinde bir miktar panzehir bulundurulurdu.33 İşte bu defterde de bir panzehir mühür ile yüz yetmiş altı adet niteliği belirtilmeyen panzehir zikredilmiştir. Bunlardan biri kuvvetlidir; bir diğeri ise palheng34 tarzındadır. Panzehir parçaları kuşaklarda; panzehir düğmeler ise seraser ve kaftanlarda kullanılmıştır. Ayrıca bir adet panzehir tesbih ve birçok tesbih taneleri bulunmaktadır. 2.2. Mücevherât Defterde; on bir adet yakut, elmas, zümrüt, ‘aynü’l-hirr ve firûze yüzük; altın, elmas, yakut ve zümrütten yapılma on iki çift, dört tek bilezik; on üç altın, iki zümrüt iğne, bir altın kolan, on küpe, dört küpelik, otuz adet de dizelik hürmüz inci vardır. Eşyanın birçoğu incilerle süslenmiştir. 2.3. Güzel Kokular Muhaleffatta, güzel koku kapsamında anlatılanlar öd-i mâverdî,35 anber-i şemmâme36, normal anber ve misktir. Bunlar için bir porselen, bir de sevâdkârî37 denilen gümüş kurşunla özel bir şekilde yapılan kara kalem nakışlı, altından yapılmış iki anberdân bulunmaktadır. Ayrıca, sadefkârî bir çekmece içinde on dört adet misk göbeği38 ve iki adet laden39 parçasından bahsedilmektedir. Güzel kokuların dağıtılması için bir altın, üç gümüş, iki porselen ve üç bakır buhurdân40 kaydedilmiştir. Gülsuyu41 konu- 33 Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri, (haz. Kazım Arısan, Duygu Arısan Günay), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, Ekim 2002, s. 277. 34 Atla kullanılan ve ata çektirilen bir tür kementtir (Şemseddin Sâmi, Kamûs-ı Türkî, İkdam Matbaası, Dersaadet 1317, Tıpkı Basım: Kapı Yayınları, Ekim 2009, 4. Baskı, s. 347). 35 Hindistan bölgesinden getirilen kıymeti yüksek bir odundur ki yakıldığında hoş bir koku verir (Kamûs-ı Türkî, s. 961). Mâverdî, ‘ûd ağacının bir türüdür. Osmanlı toplumunda iftara üç dakika kala odada ödağacı yakılır ve tesbihlere arasıra öd ağacı yağı sürülürdü. Anber de özellikle kahveyi kokulandırmak için kullanılırdı. Bkz. Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 277. 36 Anber, adabalığının midesinden çıkardığı güzel kokulu siyah bir maddedir. Bu, Hind Denizi sahillerinin bazı sığ mahallerinde bulunur (Kamûs-ı Türkî, s. 953). Anberlerin top şeklindeki hali “şemmâme” tabiriyle ifade ediliyor (Sir James W. Redhouse, Turkish and English Lexicon, Çağrı Yayınları, İstanbul 2006, 3. Baskı, s. 1335; Kamûs-ı Türkî, s. 766, Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 118). 37 Kamûs-ı Türkî, s. 813. 38 Bir cins ceylanın göbeğinden çıkan kokudur (Kâmus-ı Türkî, s. 1343). Misk göbeği, bohçalar ve havlular arasına konularak eve hoş bir koku yayılması sağlanır (Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 288). 39 Osmanlı’da laden; anber cinsinden, tütsü ve koku verici olarak kullanıldığı gibi yapıştırıcı, balgam söktürücü, ve kabız hastalıklarında kullanılırdı ( Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 522). 40 Buhurların misk, kitre, ödağacı yağı, gül yağı ve kömür tozuyla yapılan çeşitli cinsleri vardır (Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 206). 41 Osmanlı’da misafire kahve ikramı yapıldıktan sonra mendiline gülsuyu damlatılır. D’ohsson, 18. Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Adetler, (çev. Zerhan Yüksel), Tercüman 1001 Temel Eser, s. 67. 272 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı lan dokuz adet gülâbdândan biri neceftir42, dibi ve burması mînâkârî43 ve zümrütlüdür; diğeri bakır ve mertabanîdir.44 Buhurluk iki buçuk şişe sandal45 ve bir şişe şâhî vardır. 2.4. Ev Eşyaları Perde: Defterde, on iki kapı, on pencere, üç hamam perdesi ve hangi amaca yönelik olduğu belirtilmeyen on iki perde olmak üzre toplam otuz yedi perde bulunmaktadır. Bunlar; çuka, alaca, sandal, kadife, Acem dibası ve kutnî kumaşlardan yapılmıştır. Beş adedi “Mardin Perdesi”dir. Kutu: Yetmiş tane çeşitli nitelikleri taşıyan kutu zikredilmiştir; otuz ikisi el yağı kutusu, on altısı normal yağ kutusu, ikisi macun kutusu ve başkaca kutular ki bunlar şirmahi, sim, yemeni46, yaldız bakır ve kalaydandır İbrik/Leğen: Deftere; bir gümüş, üç bakır, sekiz porselen ibrik; iki berber leğeni, dört abdest leğeni ve ibriği, ikisi altın beşi gümüş on dört adet leğen ve ibrik, iki gümüş, sekiz bakır leğen kaydedilmiştir. Kaydedilenlerden dördü çeşitli büyüklüklerde çamaşır leğenidir. Ayna/Dürbün: Biri endam aynası olmak üzere çeşitli boylarda bahsedilen on sekiz aynadan biri altın kaplama, dördü de sadefkârîdir. Dürbün, on iki adettir; biri yeşim üzerine küçük yakut ve zümrüt ile süslenmiştir. Şişe: On üç adet şişe mevcuttur; dördü güzel koku; ikisi karanfil, biri alaca yağ ve biri zanbak yağı şisesidir. Bunlardan başka seksen adet dürbün şişesi kayıt altına alınmıştır. Hamam malzemesi: Terekede; beş hamam nihalîsi, beş hamam gömleği, iki havlu hamam düşmesi, iki düşme, üç altın, iki gümüş tas, beş yaldızlı bakır tas, iki hamam bohçası, bir oturak, bir seccâde, iki bakır leğen, bir tepsi, üç hamam perdesi kayıtlıdır. Diğer Eşyalar: İki bakır huni, kabzası altın kaplı bir keser, bir adet gümüş örme sepet, iki adet Mısır süpürgesi, bir altın el makası, iki bakır ve iki demir makas, altı çekmece, yirmi üç adet çiçeklik, iki adet saksı. 2.5. Mutfak Eşyası Yekmerdî47: Mutfak araçları içerisinde en fazla sayılan “yekmerdî” yüz on üç adettir. Bunlar; Çin işi, mertebanî, taş, taşlıca ve bakırdandır. Bazıları süslenmiş, na- 42 43 44 45 46 Necef şehrinde çıkarılan bir cins billur taş (Kamûs-ı Türkî, s 1454-1455). Madenler üzerine vurulan renkli ve nakışlı cam tabakası (Kamûs-ı Türkî, s. 1444). Martaban’da yapılan yeşilce sırlı seramik ( Barkan, Tereke Defterleri, s. 476). Hindistan’dan gelen kokulu ağaçtır. Beyaz renklisi makbuldür (Pakalın, C. III, s. 122). Bir tür dülbend bezdir (Reşad Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Doğan Kitap, İstanbul 2015, s. 248). 47 Narh Defteri’nde yeğmerdî şeklinde okunmuştur (Yücel, 1640 Esʻâr Defteri, s. 53). Bu kelime ile tek kişiye yetecek kadar bir ölçü kastedilmiş olabilir. Bkz. Robert Dankoff, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi Okuma Rehberi, (çev. Semih Tezcan), YKY, İstanbul 2008, s. 241. 273 Yusuf Sağır kışlanmış ve yaldızlanmıştır. Renkleri ise daha çok beyaz ve sarıdır; bir kısmı kapaklı bir kısmı da kapaksızdır. Tabak/Tas/Kâse: Mertabanî tarzında küçük ve orta boy yirmi yedi tabaktan başka; iki billur, bir yeşim, iki taşlıca ve üç sade, dokuz porselen, bir pervâzı minalı ve içi yeşil tabak vardır. Üç altından, bir gümüşten, yirmi altı adet de bakırdan, hoşaf, yoğurt, yemek ve kahve tasları bulunmaktadır. On dokuz adet zikredilen kâselerin birçoğu Çin porselenidir. Bunlar çeşitli büyüklüklerde beyaz, sarı ve laciverttir; bir kısmı da nakışlıdır. Kaşık: Niteliği belirtilmeyen beş adet şirmahî, üç kemik; on üç ceviz ve kemik karışımı, on normal, iki kemik saplı, iki zümrütlü -içinde altın kaplama da var-, bir adet sapı altın kaplı sadef, siyah renkli sekiz yemek kaşığı; nakışlı beş hoşaf kaşığı mevcuttur. Tepsi/Tencere/Tava: Normal elli üç tepsiden başka; on yedi adet kahve tepsisi vardır. Altın, gümüş, bakır ve tunçtan yapılan tepsilerin bir kısmı yaldızlıdır. Otuz iki adet bakırdan küçük orta boy tencere ve bakırdan mamul on altı kapak; ayrıca biri kulplu beş bakır tava vardır. Sofra/Bardak: İkisi sırma işlenmiş atlastan ve on dokuzu bez ve boğasıdan sofra vardır. Yirmi iki adet bardakların kimisi kulplu kimisi kulpsuzdur; bunlar; taş, billur, necef ve taşlıcadan yapılmadır. Kahve Malzemesi: Defterde; içi minakârî bir altın kahve testisi, dört altın kahve bakracı, ayaklı bir altın kahve tabağı, bir altın, üç bakır kahve tepsisi, biri altın dördü gümüş on beş kahve ibriği, bir kahve tası, gümüşten bir, bakırdan on üç kahve altı tepsisi zikredilmektedir. Kahvenin bir parçası olan tabaklı ve tabaksız fincanlar ise çok özel süslemeleri hâizdir. Bunlar; tabaklı dört taşlıca; kırk bir porselen –on dokuzu tabaklı-, dört taş, bir gergedan, iki yeşim; iki yemeni; bir arakan, dokuz yeni maden Sakız, bir bakır fincandır. Fincanlardan biri üç güllü ve üç bayraklıdır. Bir de gülâbdânlı üçlü porselen bir fincan seti ile otuz altı fincan tabağı vardır. Ayrıca misafire özel otuz iki adet fincan kayıt altına alınmıştır. Diğer Mutfak Gereçleri: İki bakır bakraç, beş bakır kevgir, bir süzgü; bir bakır sürahi, satıl48 diye isimlendirilen beş bakırdan ve bir gümüşten su kapları, yirmi üç bakır güğüm; dört yemek sinisi ve farklı amaçlar için dört sini –biri altın-, otuz dört normal kapaklı sahan, on iki altın, bir gümüş kapaklı sahan, otuz sekiz küçük sahan, iki altın ve bir bakır matara, altından bir, gümüşten beş, bakırdan kırk üç maşraba -on üçü kapaklı otuz altısı kapaksız-; on üç bakır kavanoz, iki bakraç, on beş ahşap aşura kepçesi, Şam alacası eski bir sofralık, bir süzgü, on altı hasır kapak, bir altın iskemle, bir bakır iki sadefkârî yemek iskemlesi49; bir altın, bir gümüş, beş Çin porseleni hatayî50 motifli tuzluklar. 48 Kulplu su kabı, büyük su tenekesi (Barkan, Tereke Defterleri, s. 477). 49 Sofralar bunların üzerine konulmaktadır (Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 116). 50 Hatayî motifi Osmanlı’da en çok kullanılan motiflerden biridir. Bu motif Çin Türkistan’ından gelmedir. Buna göre çeşitli çiçekler usluplaştırılmıştır. Bkz. Zeki Tez, Tekstil ve Giyim Kuşamın Kültürel Tarihi, Doruk Yayınları, İstanbul 2009, s. 66; Pakalın, C. I, s. 765. 274 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı 2.6. Mefruşat Defterdeki mefruşât ve giyim-kuşam eşyasında birçok kumaş çeşidi vardır: Bunlar; atlas51, diba52, dimi53, suf54, dülbend55, serâser56, yemeni57, serenk58, Bursa çekmesi59, hare60, hatayî61, kadife62, tiftik, kutnî63, keçe, germesud64, sandal65, Acem dibası, Şam alacası, Trabzon bezi66, Bursa çatması67, çuka68, Londrine çuka69, boğası70, darayî71, bürüncük72, bezdir. Sözü edilen bu kumaşların bir kısmı saraydaki ehl-i hiref teşkilatına mensup terzilere;73 bir kısmı da saray dışındaki terzilere diktirilmekteydi.74 Turhan Sultan’ın sarayda bulunduğu 1670’li yıllarda iki yüz on iki terzi görev yapmaktaydı.75 51 Atlas, ipekten dokunan elbiselik bir kumaştır (Koçu, Türk Giyim, s. 23-24; Pakalın, C. I, s. 111). 52 Diba, çiçek nakışları dokunmuş bir lüks ipekli kumaşın adıdır (Pakalın, C. I, s. 449). Muhallefât defterinde birkaç çeşidi zikredilmiştir. Bunlar; Acem, Şam ve Frengî’dir. 53 Dimi, gayet sık dokunmuş bir kaba bezin adıdır (Koçu, Türk Giyim, s. 97). 54 Suf, keçi kılından yünden dokunmuş kumaşlara denir (Pakalın, C. III, s. 241; Koçu, Türk Giyim, s. 211). 55 Tülbent, pek ince beyaz bir bezdir ( Koçu, Türk Giyim, s. 104). 56 Seraser tabiri, ipekli baştanbaşa her tarafı altın gümüş tellerle işlenmiş kıymetli kumaşlar için kullanılır (Koçu, Türk Giyim, s. 207). 57 Üzerinde çeşitli motiflerin bulunduğu tülbent bezin adıdır (Koçu, Türk Giyim, s. 248). 58 Üç rengi içinde barındıran işlenmiş kumaştır (Barkan, Tereke Defterleri, s. 477). 59 Bursa çekmesi, bir çizgisi ipek, bir çizgisi iplik ve yollu yollu dokunan bir kumaşın adı Bursa’da dokunduğu için bu adla anılmıştır (Pakalın, C. I, s. 248). 60 Hare, yün gibi dalgalı bir kumaştır (Pakalın, C. I, s. 739). 61 Hatayî, eski bir ipekli kumaşın adıdır; bunların çeşitli renkleri vardı (Pakalın, C. I, s. 766). 62 Kadife; ipek, pamuk yahut yünden yüzü tüylü kumaşlara denir (Koçu, Türk Giyim, s. 142). 63 Kutnî, pamuklu dokumaları ifade etmek için kullanılır; daha çok doğuya özeldirler (Pakalın, C. II, s. 333; Koçu, Türk Giyim, 166; İnalcık, Tekstil Tarihi, s. 103-105). 64 Germesud, bir çeşit ipekli kumaşa denir (Dankoff, Evliya Çelebi, s. 116; Koçu, Türk Giyim, 128). 65 Sandal, ipek ve pamuk karışımı kumaşları ifade için kullanılır (Pakalın, C. III, s. 122). 66 İç gömlek ve iç donların yapıldığı çamaşırlık kaba bez (Koçu, Türk Giyim, s. 234). 67 Çatmalar, gayet sağlam dokunan kabartma çiçekli ipek kadifelerdir (Pakalın, C. I, s. 332). 68 Çukalar, yünlü erkek elbisesidir (Koçu, Türk Giyim, s. 88). 69 17. yüzyılda batıdan doğuya ihracat artmış; böylece Londra çukaları Osmanlı pazarına girmiştir (Tez, Tekstil ve Giyim, s. 74). 70 Boğası, pamuk ipliğinden dokunan bir çeşit bezdir (Koçu, Türk Giyim, s. 47-48). 71 Darayî, İran’dan ithal edilen çeşitli renkleri üzerinde barındıran kumaşın adıdır (Koçu, Türk Giyim, 92). Buna karşın metin içerisinde Venedik darayîsinden de bahsedilmektedir (vr. 7b). 72 Bükülmüş ipekten kıvırcık olarak dokunan çamaşırlık bezlerden birinin adıdır (Pakalın, C. I, 250). 73Tez, Tekstil ve Giyim, s. 60, 67. 74 TSMA, D. 10457.125. 75 İnalcık, Tekstil Tarihi, s. 255. 275 Yusuf Sağır Kumaş Parçaları: Güllü İran dayrası, dokuz top yemeni, iki top suf, bir top telli serenk ve bir top sade serenk, doksan altı parça çeşitli astar76, on yedi parça telli çekme ve bürüncük, iki top kenarlı bürüncük, dört top tülbent, dört top telli hare, dokuz top telli kadife, elli adet mor ve sade düz kadife, iki tiftik kebesi77, on yedi İran keçesi, üç Selanik keçesi,78 on yedi telli germesud, doksan arka şalı -bunlardan sekizi yarımdır-; yirmi dokuz parça sade kutnî, on iki parça kutnî putadarî79, altı parça Şam alacası80, bir top Bursa çatması, kırk altı adet Londrine çuka donluk, altmış altı parça entarilik, İran ve Şam ipeği altı parça donluk, yedi top gömleklik bez, on iki top kenarlı bürüncük bez, üç top Trabzon bezi; yedi adet beyaz boğası, bir top boyalı şerbetî. Nihâlî81/Seccâde: Toplamda kırk iki adet çeşitli nihalîlerin dördü hamam, on altısı yatak, biri döşek nihalîsidir. Yirmi beş adet zikredilen seccâdeler; alaca, şal ve çuka kumaşlardan yapılmıştır. Makrama82: Çeşitli kumaşlardan; kahve, abdest, mahalle, el ve diz için dokunan dokuz yüz kırk bir adet makrama vardır. Futa83/Örtü: Defterde, iki Sakız abdest futası, on iki beyaz ve renkli Bursa abdest futası ve bir tane kılabdan işlemeli abdest futası mevcuttur. Farklı kumaşlardan yapılan ve çeşitli alanlarda kullanılan örtülerin sayısı ise altmıştır. Diğerleri: Kırk dokuz adet yastık; yirmi iki yorgan, yirmi bir diz yorganı84 mevcuttur. Bunlar yemeni, sandal, bürüncük, kutnî gibi kumaşlardan genellikle kılabdan işleme ile yapılmıştır. Üç çarşaf, üç seraser kolan, çeşitli kumaşlardan yapılmış yüz dört adet bohça, yatak ve yorganların konulduğu iki “firâşhâne”85, üç telli kadife, iki hare, bir atlas ve bir eski minder; farklı kumaşlardan on altı mekʻad86; munakkaş atlas, bürüncük ve sandaldan yapılmış on bir cibinlik, iki bin yedi yüz on altı düğme, yüz on bir adet şerbetî. 76 Anadolu’nun birçok yerinde yapılan bu kaba pamuklunun çeşitli kaliteleri vardır (İnalcık, Tekstil Tarihi, s. 126). 77 Yere serilen yünden kaba abaya denir (Kamûs-ı Türkî, s. 1143). 78 Selanik ve Acem keçeleri yaygı olarak kullanılır (İnalcık, Tekstil Tarihi, s. 60). 79 Dokuma tezgâhında enine atılan ipliğe “puta”denir (Barkan, Tereke Defterleri, s. 477). 80 İpek-pamuk karışımı bir tür kumaştır. Bkz. İnalcık, Tekstil Tarihi, s. 102-103. 81 Nihâlî, gerçekte fidan dallarından yapılan ve seferde yemek sahanları altına konulan dâirevî şeye denebileceği gibi yatak, döşek ve döşenecek nesneye de denir (Kamûs-ı Türkî, s.1477; Pakalın II, s. 693. 82 İşlemeli el bezi (Kamûs-ı Türkî, s. 1390). 83 İş esnasında veya hamamda bele bağlanan ipek peştamal (Kamûs-ı Türkî, s. 1008). 84 Yaz kış nezle vb. rahatsızlardan korunmak için dizlere örtülür (Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 115). 85 Yatak konulan bir tür eşya (Tahsin Yazıcı-Mehmet İpşirli, “Ferrâş”, DİA, C.12, İstanbul 1995, s. 408409). 86 Minder üzerine atılan örtülere denir (Pakalın, C. II, s. 393). 276 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı 2.7. Giyim Kuşam Tesbih: Defterde, panzehir olarak kullanılan iki yüz kırk dört tesbih tanesi, incili kırmızı akikten bir tesbih; beş yüz incili bir tesbih, iki adet zümrüdden tesbih imâmesi kayıtlıdır. Saat/Asa: Yirmi beş adet zikredilen saatlerden beşi akreb, biri altın çalar, altısı çekmece saati, biri yemeni, yedisi kalkan, biri ayna ve ikisi asmadır; türü belirtilmeyen diğer iki saatten biri altın ve bir diğeri minakârîdir. Vâlide Sultan’ın farklı nitelikteki yedi asasından ikisi hezârân ağacından87 yapılmıştır; biri Keyvanoğlu işi, biri Hind işi, biri boyama, biri çevgan tarzında kemik ve biri de sadefkârîdir. Her birinin kabzası ise değişiktir. Kürk/Kaftan: Kürk, Osmanlı devlet adamları ve saray kadınları tarafından her mevsimde giyilirdi. Kürklerin değişim vakti padişahın kürkünü değiştirmesiyle olurdu.88 Deftere otuz samur89; on küçük üşek/vaşak90 ve on iki kakım kürk kaydedilmiştir. Yüz on bir adet sayılan kaftanlardan bazıları düğmeli bazıları da düğmesizdir. Düğmeler genelde minakârî, altın veya panzehirdir. Kumaş tipleri bürüncük, telli bürüncük, sade, germesud, hatayî, seraser ve alacadır. Bir kısmı da şal şeklindedir. Diğerleri: Elmaslı bir pençe sorguç91, iki adet sorguçluk tel -biri incilidir-; beş kuşak kolanı; on altı çengâl, bir sürme, üç çivili, dört normal kemer; bir elmas, üç altın kemer kuşak; yirmibeş tülbent, iki kılabdanlı tülbent örtüsü; telli germesud on iki, telli hatayî on, alaca sandal dört şalvar; samur kuyruğu on kalpak; farklı niteliklerde yüz altmış dokuz gömlek; Acem ve Şam ipeğinden dokunmuş yirmi entari ve seraser panzehir düğmeli on dört entari, düğmesiz seraser beş entari; farklı kumaştan beş bürde/hırka; sırma işleme çuka bir adet evcak yaşmağı92; otuz şerbetî başbağı; on bir adet yağ destmal93, bir bohça elbezi, dördü mukavva ikisi sim altı adet sürmedân94; bir kırmızı ipek Cezayir ihramı,95 beş ihram, iki fildişi zarfı gözlük, bir adet incili cüzdan, kullanılmış bir çanta, beş sarık biri telli; sadefkâri iki çift naʻlîn96, içinde birçok 87 Sıcak iklimlerde yetişen uzun yapraklı bir cins kamış; kulübe, çit ve sandalye imalinde kullanılır (Kamûs-ı Türkî, s. 563). Osmanlı asaları kızılcık, kızılağaç veya hezâran ağacından yapılmaktaydı ( Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 145). 88 D’ohsson, Örf ve Adetler, s. 90-91. 89 Samur, Sibirya’da yaşayan bir hayvandır ki kürkü hayli makbuldür (Kamûs-ı Türkî, s. 735-736). 90 Küçük vaşak kürke denir (Barkan, Tereke Defterleri, s. 478). 91 Saray kadınları balıkçıl tüyü sorguç padişahı takliden takarlardı (D’ohsson, Örf ve Adetler, s. 97). 92 Kadınların sokakta ferâce giydikleri zaman yüzlerini kapattıkları ince beyaz tülbent (Kamûs-ı Türkî, s. 1530; Yücel, 1640 Esʻâr Defteri, s. 58). 93 Elbezine destmal denir (Pakalın, C. I, s. 433). 94 Sürmedanlar küçük hokka biçimindeydi (Koçu, Türk Giyim, s. 215). 95 Cezayir ihramları kışın yorganların üzerine örtmek ve yazın da mesire yerlerine sermek amaçlı kullanılmaktadır (Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 115, 118). 96 Doğrusu naʻleyn’dir; Osmanlı’da naʻlîn deniyordu. Bir çift ayakkabı veya hamamda ayakyolunda vesâir sulu mahallerde giyilen tahtadan yüksekçe tasmalı ayakkabı (Kamûs-ı Türkî, s. 1465). 277 Yusuf Sağır değerli taş parçalarını bulunduran üç yelpaze ve on dört sineklik97; kabzaları yeşim, panzehr, zümrüt, elmas ve yakuttan beş bıçak ve altı tane som98 hançer99 bağı. 2.8. Yazı Malzemeleri Vâlide Sultan’ın kırk kalemiyle iki kalemtraşı bulunmaktadır. Bunlara ilâveten hokka ve kalemin muhafazasında kullanılan yakutlu bir diviti100 vardır. Mürekkebin konulduğu iki adet hokka mercan ile süslenmiş ve bakırdandır. Yazı sonunda mürekkebi kurutmak için kullanılan bir tür malzeme olan rîkten101 bir miktar vardır. Kâğıt ise yirmi yedi parça “İstanbul tabakı” ndandır.102 2.9. Isı Malzemeleri ve Aydınlatma Eskiden evlerin ısıtılması mangallarla sağlanırdı.103 Deftere göre mangal/ ateşdânların üçü gümüş, yedisi bakırdır; biri de sîm kaplıdır. Aydınlatma için bir adet porselen sirâcî/kandillik, iki altın, beş gümüş, iki pirinç, beş bakır şamdan ve iki gümüş, dört bakır fener vardır. Bunlara mumlar bırakılır; üzerlerine de fânuslar konurdu.104 Defterde bir miktar kırmızı bal mumundan; dört fânustan ve bir fânûs iskemlesinden bahsedilmektedir. 2.10. At Takımları Terekede, eğer örtüsü olarak isimlendirilen beş zilpûş105, dört eğer takımı ki bunlardan biri törenler içindir; iki gümüş üzengi, telli bir at sorgucu, yakut ve elmas ile süslenmiş bir toplu örtme, bir at örtüsü, üç eğer ve üç at gemi mevcuttur. Şimdiye kadar yukarıda özet halinde verilen eşyanın ayrıntılı evsâfı, muhallefât defterinin transkribe edilmiş metni içerisinde aşağıda açıklanmaktadır. 97 Yelpaze ve sineklikler yazları serinlemek ve sinekleri kovmak amacıyla hanelerde kullanılırdı. Saray-ı hümâyûn için yapılanlar oldukça süslü idi (Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, 230-231; D’ohsson, Örf ve Adetler, s. 98). 98 Bıçak ve buna benzer aletlerin saplarının yapımında kullanılan balık dişidir (Kamûs-ı Türkî, s. 842). 99 Padişahlar, kadınlar ve mühim şahısların eşleri süslü bıçak ve hançer taşıyorlardı (D’Ohsson, Örf ve Adetler, s. 96). 100Pakalın I, s. 468. 101Kamûs-ı Türkî, s. 678. 102İstanbul tabakı, o dönemde kullanılan en meşhur kâğıtlardan biriydi (Evliya Çelebi, Seyahatname, (haz. Robert Dankoff-Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı), C. 1, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2006, s. 330-331; Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 204-205; Yücel, 1640 Esʻâr Defteri, s. 11). 103Abdülaziz Efendi, Osmanlı Adet, s. 554. 104Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 205. 105Doğrusu zîn-pûş şeklinde yazılmaktadır (Redhouse, s. 1011; Pakalın, C. III, s. 663). 278 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı 3. Turhan Sultan’ın Muhallefât Defterinin Çeviri Metni106 [1b] Merhûme ve meğfûrun-lehâ vâlide sultân –tâbet serâhâ- hazretlerinin Sofya nâm menzilde hazînedâr musâhib Ali Ağa yediyle gelüb saʻâdetlü ve dârü’ssaʻâdeti’ş-şerîfe Ağası hazretleri maʻrifetiyle teslîm-i hazîne-i Enderûn-ı Hümâyûn olınan metrûkesidürki bi-resmihi zikr olınur fî 5 Şehri Zilkaʻde 1094 [26 Ekim 1683]: Cins Aded Kıtʻa Açıklama Şeşhâne107 sarı yakut kebîr hâtem 1 37,5 kırat108 Ateşî sarı yakut şeşhâne kebir hâtem 1 24,5 kırat Bir yüzü şeşhâne ve bir yüzü tahte kebîr elmas hâtem 1 30 kırat Şeşhâne müdevver kebîr elmâs hâtem 1 36 kırat Defʻa müdevver şeşhâne elmâs hâtem 1 17 kırat Damla109 kebîr zümürrüd hâtem 1 32 kırat 1 Buğday110 Defʻa damla kebîr zümürrüd111 hâtem 1 23 kırat Damla yakut sağîr hâtem 1 7 kırat Yakutî ʻaynü’l-hirr hâtem 1 8,5 kırat Panzehr mühr 1 Pîrûze hâtem 2 Bâlâda zikr olınan on bir kıtʻa hâtem ile bir kıtʻa panzehr mühr istiʻmâl-i hümâyûn içün harem-i şerîfe teslîm olınub kuşak defterine kayd olınmuşdur Fî 12 Muharrem 1095 [31 Aralık 1683] 106Metin içerisinde okunamayan yerler … üç nokta ile gösterilmiştir. 107İçi altı köşeli nesneye denir (Kamûs-ı Türkî, 777; Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, s. 553). 108Dört keçiboynuzu çekirdeğinden ibâret vezin olub, yirmi dördü bir miskâl eder; 0,2 gr (Kamûs-ı Türkî, s. 1124). 109Saf, katıksız, makbul ve güzel olana denir (Kamûs-ı Türkî, s. 870). 110Bir ölçü birimi; kıratın dörtte biri 0,05 gr (Pakalın, C. I, s. 245). 111Yaygın kullanımı, “zümürüd”dür. Yeşil renkli kıymetli taştır (Kamûs-ı Türkî, s. 686). 279 Yusuf Sağır Cins Aded Kıtʻa Açıklama Mor kadîfe üzre altun paftalı112 ve her paftasında yâkût ve zümürrüd üçer taşlı ve kapağı ortasında yedi elmâslı çâr köşe sâʻat kutusı 1 Müsâhib Mustafa Ağa hıfzındadır. Harem-i şerîfde zayiʻ olmuşdur Şaban 1111 Çârkûşe kapağı zümürrüdlü ve pîrûzeli hurde elmâs ile murassaʻ zenciri incü ve yakûtlu altun sâʻat 1 Yakut 41, İnci 49, Sağîr zümürrüd 3. Ba-hatt-ı hümâyûn saʻâdetlü başkadın hazretlerine ihsân olınmışdur fî 22 L [10]98113 Serâpâ yeşil minâkârî zenciri incü ve yâkûtlı gâyet sağîr saʻât 1 İnci 18, Yâkût 11 Serâpâ elmâs ile murassaʻ Firenk işi akreb saʻât 1 Tek altun zencirlidir [2a]Serâpâ zümürrüd ile murassaʻ ʻakreb altun saʻât 1 Altun tek zencirlidir Yeşil ve etrâfı aşağı metalî hurde elmâs ile murassaʻ ʻakreb saʻât 1 Altun tek zencirlidir Sarı mînâkârî kapağı hurde elmâslıca ʻakreb saʻât 1 Altun tek zencirlidir Mavi ve beyaz yazma mînâkârî ve bakır akreb sâʻat 1 Yeşil ve pervâzı yazma mînâkârî sîm ‘akreb sâ‘at 1 Altun zencirlidir Yeşil ve yazma mînâkârî çalar altun sâ‘at 1 Altun zencirlidir Billur114 zarflı etrâfı hurde almaslı ‘akreb sâ‘at 1 Kapağı billur ‘akreb sâ‘at 1 Yemenî sâ‘at zarfı 1 Kırmızı ve beyaz mînâkârî altun zarf 1 Altun sâ‘at zenciri 4 Pîrûzeli altun sâ‘at, zenciri tek 1 22 Dirhem 112Pafta, ayrı ayrı levhalar halinde yapılan ve üzerleri elmaslarla süslenen ve birbirine eklenen eski altın ve gümüş kemerlerin her bir parçasının adıdır (Koçu, Türk Giyim, s. 190). 11331 Ağustos 1687. Bu sırada IV. Mehmet tahttadır; başkadını Emetullah Gülnûş Sultan’dır. Çağatay Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2001, s. 65-67. 114Necef taşı gibi şeffâf ve parlak olan taş; bunu takliden yapılan has cam (Kamûs-ı Türkî, s. 302). 280 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Kırmızı mînâkârî habbeli sâ‘at, zenciri tek 1 Sîm kafesli mînâkârî sîm pullu sadefkârî şeşhâne kutu 1 Panzehr 172 Tenzûh115 hatâyî 323 Som hançer bâğı 6 Açıklama Defʻa defʻa cümlesi harem-i şerîfe virilmişdür bâ hatt Ellişer bin olmak üzre cedîd akça kese 10 500.000 cedîd akçe Kırk beşer bin olmak üzere cedîd akçe 6 kese 270.000 cedîd akçe Kırkar bin olmak üzere cedîd akça kese 120.000 cedîd akçe 3 [2b] Merhûme ve meğfûrun lehâ devletlü vâlide sultan -tâbet serâhâ- hazretlerinin metrûkesinden Edirne Serâyında mevcûd bulunub sa‘âdetlü dârü’s-sa‘âde ağası hazretleri ve hazînedâr Ali Ağa hazretleri ma‘rifetiyle tahrîr olınan cevâhîr vesâir eşyâlarıdur ki beyân olınur Cins Aded Kıtʻa Açıklama Göbek ortası bir kebîr la‘l ve la‘l etrâfı sekiz sağîr elmas ve göbek etrâfı sekiz vasat elmas ve altışar elmaslı altı pafta ve üçer elmaslı iki pafta on 1 iki kebîr ve dört vasat delikli la‘lli ve yüz on dokuz hürmüz incüli çengâl kuşak Devletlü vâlide Sultan hazretlerine ihsân olmağın hazinedâr vekîli Musâhib Beşir Ağa yediyle tesellüm olınmışdur fî 25 Şaban 1106116 Göbeğinde delikli bir kebîr zümrüd ve etrafında iki sıra kırk dört sağîr elmas altı kebîr ve on sekiz sağîr delikli zümürrüd ve yetmiş yedi hürmüz incü ile müzeyyen çengâl kuşak 1 Berây-ı istiʻmâl-i hümâyûn müceddeden yapdırılan alay kuşağı maʻa kolanı içün bozılmışdur S 1120 Kenârları mâvi ve beyaz mînâkârî ve orta göbeği şeyrak? elmaslı pafta ve iki pafta samsa resimli şeyrak elmaslı mecmû‘ı iki yüz on yedi elmas ile murassa‘ çengâl kuşak 1 Rehîne verilmişdür be-dest-i kâim-i makâm Recep Paşa hazretleri fî Ş [10]98 115Bu kelimenin ne olduğu tespit edilemedi. 11610 Nisan 1695. Bu tarihte II. Ahmet tahttadır; onun vâlidesi Hatice Muazzez Sultan’dır. 281 Yusuf Sağır Aded Kıtʻa Açıklama 1 Rehîne verilmişdür be-dest-i kâim-i makâm Recep Paşa hazretleri fî Ş [10]98. Bu kuşak yine rehîne verilmeyüb yine gerü gelmişdür fî Z [10]98. Berây-ı istiʻmâl-i hümâyûn harem-i şerîfe teslîm olınmışdur N 1117 Göbeği müdevver ve üç paftalı doksan altı şeyrak elmas ile murassaʻ çengâl kuşak 1 Ba-hatt-ı hümâyûn nefs-i hümâyûn içün hareme teslim olınub kuşak defterine kayd olınmışdur fî 4 Zilkaʻde [10]97 Beş sağîr kubbeli ve kubbe etrafı ve pervâzı kırmızı mînâlı müşebbek yüz yigirmi sekiz vasat ve sağîr hurde elmaslı ve elli dokuz hurde yakut ile murassaʻ çengâl kuşak 1 Rehîne virilmişdür be-dest-i kaim-i makam Recep Paşa hazretleri fî Ş [10]98 1 1109 Rebiʻulevvel fî 5, hazinedâr Yusuf Ağa marifetiyle hazînedâr vekili müsâhib Beşir Ağa yediyle harem-i hümâyûn hazînesine teslîm olınub lâkin orta göbeği hazînede mahfûz kalmışdır. Mezkûr kuşak gene girüye gelüb dahîl-i hazîne-i hümâyûn olınmışdur fî 7 L 1110. Berây-ı istiʻmâl-i hümâyûn mücedden yapdırılan alây kuşağı maʻa kolanı içün bozılmışdur Ş 1120 Cins Orta paftası Hind işi ve ortasında bir kebir tahte elmas ve na‘l ve simli ve iki paftası şeyrak yüz yigirmi sekiz elmas ile murassa‘ çengâl kuşak Orta göbeği kırmızı ve yazma mînalı yedi vasat ve altı sağîr ve altı hurde elmas ve dört kebîr ve on bir sağîr ve kırk dokuz hurde delikli zümürrüd ile müzeyyen çengâl kuşak [3a] Kırmızı ve cengârî ve yeşil mînâlı göbeği kubbe ve üç paftalı otuz 1 vasat ve kırk sekiz sagîr ve serâpa hurde elmas ile murassa‘ çengâl kuşak Rehîne virilmişdür be-dest-i kaimimakâm Recep Paşa hazretleri fî Ş [10]98 Yeşil ve beyaz ve siyah ve mavi mînâkârî orta göbeğinde on dokuz elmas ve on iki hurde damla yakut ve iki paftasında yüz kırk sekiz vasat ve sağîr ve hurde elmas ile murassa‘ çengal müşebbek kuşak 1 Rehine virilmişdir be-dest-i kâim-i makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş [10]98. Bu kuşak rehîne virilmeyüb yine girü gelmişdir fî Zâ [10]98. Berây-ı isti‘mâl-i hümâyûn müceddeden yapdırılan çeleng tarzı sorguç içün bozılmışdur Zilkaʻde 1117 Altı gül üzre altışar elmaslı ve pervâzı yigirmi altı sağîr damla yakutlu ve kenarı siyah mînâkârî sağîr mevzûn kıt‘a çengâl kuşak 1 Nefs-i hümâyûn içün harem-i şerîfe teslim olınub kuşak defterine kayd olınmışdur fî 25 Şehr-i S 1095 282 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Açıklama Zemîni yeşil ve beyaz ve pervâzı siyah ve mînâlı ve orta sürme paftası üç güllü mavi mînâlı üç sırada otuz iki elmas ve yigirmidört hurde damla yakut üzre güllerde on beş ve sağîr ve hurde elmas ile murassaʻ sürme kuşak 1 Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş [10]98 Kırmızı ve siyah ve yazma mînâkârî üç kabara117 güllü müşebbek üç vasat ve otuz altı sağîr ve altmışaltı hurde elmas ile murassa‘ çengâl kuşak 1 Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş [10]98 Kırmızı ve yeşil ve yazma mînâkârî müşebbek üç kabara güllü ve orta kabarada bir vasat ve yigirmi iki sağîr ve otuz altı hurde elmas ile murassa çengâl kuşak 1 Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş [10]98 Kırmızı ve yazma mînâkârî ve pervâzı siyah mînâlı üç kabara güllü otuz yedi vasat ve on altı sağîr elmas ile murassa‘ çengâl kuşak 1 Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş [10]98 Kırmızı ve yeşil ve yazma ve pervâzı çengârî mînâlı orta güllerde üç vasat ve yigirmi sekiz vasatça ve yigirmi sağîr ve altmış hurde elmas ile murassa‘ çengâl kuşak 1 Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş [10]98 Kırmızı ve yeşil beyaz ve kenarı siyah mînâkârî orta göbeği kubbe üç paftalı 1 dokuz ve vasat ve otuz bir sağir elli hurde elmas ile murassaʻ çengâl kuşak Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i makâm Receb Paşa hazretleri fî şehr-i Şaʻbân 1098 [3b] Zemîni yeşil ve beyaz ve kırmızı minâkârî resm-i satranc otuz sekiz vasatça ve pervâzı yüz dört hurde elmas ile murassaʻ çengâl kuşak 1 Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş [10]98 1 Bâ-hatt-ı hümâyûn nefs-i hümâyûn içün harem-i şerîfe teslîm olınub kuşak defterine kayd olınmışdur fî şehr-i Zilkaʻde [10]98 1 Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş [10]98. Bu kuşak rehîne virilmeyüb yine girü gelmişdür fî Zâ [10]98 Üç paftalı orta paftası bir kebir hörgüçlü zümürrüdlü ve iki paftası bir kebir şeşhâne zümürrüdlü ve üçer vasat ve on altışar sagîr elmas ile murassa‘ çivili kuşak Orta göbeği kırmızı ve yeşil ve beyaz mînâkari altı vasat ve beş sağîr ve beş hurde elmas ve iki paftası feranbat yakut ile murassa‘ çengâl kuşak 117Her türlü ev eşyası ve çeyiz üzerinde yapılan oymalı çiçeklere verilen addır (Pakalın, C. II, s. 113). 283 Yusuf Sağır Aded Kıtʻa Açıklama Üç paftalı orta paftasında bir kebîr tahte gök yakut ve altı sağîr elmas ve iki paftası yigirmi iki sağîr elmaslı ve on dört sağîr ve otuz bir hurde damla yakut ile murassaʻ kolanı altun zencir çivili kuşak 1 Bâ-hatt-ı hümâyûn nefs-i hümâyûn içün harem-i şerîfe teslîm olınub kuşak defterine kayd olınmışdur fî şehr-i Zilkaʻde [10]97 İki paftası panzehir ve on elmaslı ve kolanı altun zencirli çivili kuşak 1 Bâ-hatt-ı hümâyûn nefs-i hümâyûn içün harem-i şerîfe teslîm olınmışdur fî 22 L [10]98 Kırmızı ve yeşil ve beyaz ve cengârî mînâlı göbeği ile on bir paftalı ve her bir pafta on dokuzar vasat sagîr elmas ile murassaʻ kemer kuşak, sekiz paftası on yedişerdür 1 Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş [10]98 Kırmızı ve yeşil ve beyaz ve siyah ve minâkarî on bir paftası dokuz elmaslı ve göbeği on yedi elmaslı kemer kuşak 1 Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i makâm Receb Paşa hazretleri fî şehr-i Şaʻbân [10]98 Kırmızı ve cengârî ve yazma mînâkârî göbeği ile ortaları gülli on bir paftalı müşebbek ve göbeği yigirmiş beş elmaslı ve ön paftası yigirmi üçer elmaslı kemer kuşak 1 Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i makâm Receb Paşa hazretleri fî şehr-i Ş [10]98 Pahzehr yazma kabzalı ve kabza tepesinde bir vasat ve yedi hurde elmas ağırlığı ve dibliği yedi elmaslı ve bir sağîr habbe zümürrüdlü altun zencirli altun bıçak 1 Fî 22 C [10]99 istiʻmâl-i nefs-i hümâyûn içün virildi kuşak defterine kayd olındı Dört sıra punta elmaslı ve iki sıra on iki yakutlu ve kabza tepesinde yakut ve elmas ile murassaʻ altun zencirli bıçak kıta 1 Saʻâdetlü Emetüllah Kadın118 hazretlerine ihsân sene 1115 1 ʻAfîfe Kadın119 hazretlerine ihsân olınmışdur hazînedâr Ağa maʻrifetiyledür yüz on bir Muharrem harc-ı hâssada mesturdur. Cins Yeşil ve siyah ve cengârî ve mînâlı ve kabza tepesinde nîm damla yakut ve yigirmi dört sağîr punta elmas ve kında otuz bir sağîr elmas ve üç yakut ile murassa bıçak Ravza-i Mutahharaya giden kandile sarf şüd. [4a] Dört sıra zencirli sade altun kolan 1 118III. Ahmet’in başkadınıdır (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 79-80). 119II. Mustafa’nın kadınlarındandır (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 73). 284 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Aded Kıtʻa Açıklama Yazma mînâkârî yigirmi kebir elmaslı ve otuz üç sağîr punta elmaslı bilezik çift 1 Saʻâdetlü başkadın hazretlerine emâneten takınmak içün darüssaʻâde Ağası yediyle teslim olınmışdur fî selh-i Ramazan [10]98. Yine girü gelmişdür fî Ğurre-i S [10]99. Bu bilezik elli dört sağîr punto elmaslı olmak üzre devletlü Vâlide Sultân hazretlerine ihsân olınmuşdur hazînedâr vekîli Beşir Ağa yediyle teslîm olınmışdur fî 25 Ş 1106120 Defʻa yigirmi kebirce elmaslı ve elli bir punta hurde elmaslı bilezik çift 1 Fî 16 Cemâzilevvel … vâlide sultân hazretlerine ihsân Yigirmi vasat ve dört sağir damla yakutlu bilezik çift 1 Sâliha Kadın hazretlerine ihsân olmağın hazînedâr vekîli Beşir Ağa yediyle teslîm olınmışdur fî 25 Ş 1106121 Sekiz vasat elmaslı ve kırk iki vasat ve otuz dört sağir delikli habbe zümürrüd bilezik çift 1 Cins 1 On iki yonma kebîr zümürrüdli olmak üzre ʻÂlîcenâb Başkadın hazretlerine ihsân olmışdur fî 25 Ş 1106122. Altı yonma zümürrüd bâkî kalmışdur. Altı ʻadedi harem-i şerîfe teslîm şüd Zâ 1120 Sekiz vasat elmaslı ve yigirmi dört armudî kebir incüli ve yigirmi sekiz sagîr habbe zümürrüdlü bilezik çift 1 Devletlü vâlide sultân hazretlerine ihsân olmağın hazînedâr vekîli Beşîr Ağa yediyle teslîm olınmışdur fî 25 Ş 1106 Birer sağîr elmaslı yeşil beyaz mînâkârî yigirmi dört pafta ve birer sağîr elmaslı pervâzı hurde yakutlu yigirmi dört paftalı bilezik çift 1 Otuz iki sağîr elmaslı on altı paftalı bilezik çift 1 On sekiz yonma kebîr zümürrüd ve sekiz kebirce ve altı hurde elmas ile murassaʻ bilezik çift Fî 27 S [10]99 vâlide sultân123 hazretine ihsân. 12010 Nisan 1106. Bu tarihte vâlide sultan Hatice Muazzez Sultan’dır. 1218 Haziran 1695. Bahsedilen II. Mustafa’nın kadınlarından biridir (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 73-74). 1228 Haziran 1695. Bu sırada II. Mustafa tahttadır ve başkadını Âlîcenâb Kadın’dır (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 73). 1232 Ocak 1688. Bu tarihte vâlide sultan II. Süleyman’ın annesi, Saliha Dilaşub Sultan’dır. 285 Yusuf Sağır Cins Kırmızı ve yeşil ve beyaz mînâkâri yigirmişer sagîr elmaslı bilezik çift Beyaz mînâkârî paftaları üçer sağîr elmaslı ve on altışar paftalı bilezik Kırmızı ve yeşil ve beyaz mînâkâri ve on iki kebirce ve sekiz sağir ve otuz beş hurde elmas ile murassaʻ müşebbek pençe sorguç Hazînesinde ve etrafında otuz kebir elmas ve askısında delikli kırk habbe elmas ve kobcalarında iki elmas ve çubuklarında doksan altı hurde punta elmas ile müzeyyen elmas küpe çift Hazînesinde birer kebir damla yakut ve incü başlarında birer delikli habbe sagîr yakut ve askılarında otuz altı vasat ve kırk dört sagîr delikli habbe zümürrüdlü ve kopça başları birer elmaslı sekiz kebir armûdî incüli küpe çift Kopçasıyla sekiz elmaslı ve askılarında seksen hürmüz incüli iki kebir ve dört vasat laʻlli küpe Aded Kıtʻa Açıklama 2 2 Hâcî Kadına ihsan şüd bâ-hatt fî Receb 1 Rehîne virilmişdür be-dest-i kâim-i makâm Receb Paşa hazretleri fî Ş 1098 1 Devletlü vâlide sultân hazretlerine ihsân olınmışdur Receb 1108124 1 Saʻâdetlü Fâtıma Sultânın cihâzlarıçün ihsân şüd fî 9 B 1121125 1 ʻÂlîcenâb Başkadın hazretlerine ihsân olmışdur fî Ş 1109. Merhûm oldıkda gelüb dâhil-i hazîne-i hümâyûn olmışdur be-maʻrifet-i hazînedâr Ağa fî 27 Zâ 1110. Mevcûddur müşâhede olındı 43 dirhem fî [1]127, ifrâz Bir tekinin hazînesinde bir kebîr laʻl ve bir tekinin hazînesinde bir kebîr 1 yakut ve etraflarında on yedişer delikli yakut küpe çift [4b] Diplerinde delikli birer sağîr yakutlu birer kebir emrûdî incüli abdest küpesi çift 1 Birer kebîr habbe elmaslı abdest küpesi çift 1 Dokuz kebîr ve bir vasat ve iki sağîr küpelik zümürrüd 12 Saʻâdetlü Fâtıma Sultânın cihâzlarıçün fî 9 B 1121 Saʻâdetlü Sâliha Kadın hazretlerine ihsân olınmağın müsâhib Beşir Ağa teslîm olınmışdur Muharrem 1112 Biri baş kadına126 iğne yapdırılmışdır Z 1115. 1115 kebîri hünkârımızın hardânî? kürküne düğme yapdırılub vaz‘ olınmışdur, Biri baş kadına iğne yapdırıldı Z 1115, Biri mevcûddur 1 dirhem, ifrâz 124Ocak-Şuabat 1697. II. Mustafa’nın annesi Emetullah Gülnuş Sultan vâlidedir. 12514 Eylül 1709. III. Ahmet’in kızıdır (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 73). 126Nisan/Mayıs 1704. Bu sırada III. Ahmet’in başkadını Emetullah Kadın’dır (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 73). 286 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Hazînelerinde birer sağîr yakutlu kebirce defter küpe çift 1 Hazîneleri sağîr yakutlu üçer ayaklı sağîr zümürrüd küpe çift 1 Defʻa kebirce zümürrüd küpe çift 1 Mevcûddur müşâhede olundu kırat 26, fî sene [1]127, bozulmadır, kırat 26 1 Bu incü nefs-i hümâyûn sâʻat bağına vazʻ sene 1110. Berây-ı istiʻmâl-i hümâyûn içün müceddeden yapdırılan alay kuşağı kolanı içün bozulmışdur Ş 1120 Beş yüz incüli tesbih 1 Berây-ı Hâcî Kadına askı dizilmişdür fî Receb bâ-hatt. Küsûrı İsmail Ağa yediyle harem-i şerîfe teslîm Küpelik delikli kebirce mevzûn laʻl 1 Emine Sultân hazretlerine ihsân şud Fi Şevvâl 1108127 Küpelik delikli vasatça laʻl 1 İki elmaslı sekiz kebir incüli ve yigirmi yedi sağîr zümürrüd habbeli saʻat bağı, dizi Açıklama Delikli sagîrce laʻl 14 Bâ-fermân-ı hümâyûn sekiz ʻadedi Sâliha Kadına ihsân olmışdur fî 5 L 1106.128 Altısı da Bahtiyar Kadına ihsân şud Câ 1107129. Delikli sağîr yakut 5 Mevcûddur müşahede olundu [1]127, ifrâz Delikli hurde yakut 4 Üçü laʻldir. Mevcûddur müşâhede olundu [1]127, ifrâz Küpelik delikli ham elmas 1 Mevcûddur [1]127 kırat 8, ifrâz Sarı elmas vasat kopça 1 Şevketlü hünkârımıza hâtem yapdırılmışdır Cemâzilahir 1115130 Sağîr ve hurde yakut 326 Dördü tarağa vazʻ olunmuşdur Sağîr hurde elmas 162 Gayet hurde zümürrüd 9 127Nisan-Mayıs 1697. II. Mustafa’nın kızıdır (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 76). 12819 Mayıs 1695. 129Aralık-Ocak/1695-1696. Bu sırada II. Mustafa tahta olması hasebiyle onun kadını olması gerekir; ancak daha önceki araştırmalarda ismi verilmemiştir. Bkz. Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 73-75. 130Ekim-Kasım 1703. Bu tarihte II. Mustafa tahttadır. 287 Yusuf Sağır Aded Kıtʻa Açıklama On üç vasatça ve yetmiş dört sağîr tesbîhlik habbe zümürrüd 87 Altı ʻadedi Âşuba Sultâna131 sâʻat bâ-hatt. 25 Receb [10]99 Hadîce Kadına 34 ʻadedi askı dizilmişdir. 17 Muharrem 1003 on ʻaded zümürrüd habbe hazînedar ustaya ihsân olınmışdur Kırmızı ve yeşil ve beyaz ve pervâzı siyah mînâkârî ortasında ve kenarlarında dokuz vasat ve on altı sağîr elmas ile murassaʻ kemer kuşak göbeği 1 Bilezik başlığı sekiz sağîr elmaslı pafta 2 İş incüsi deste üç dizi çift 26 Yigirmi bir çift dizisi Ravza-i Mutahhara askısına masraf olmışdur fî Cemâzilâhir 1101 Hurde yakutlu ayna çubuğu 11 Dirhem 45 Mevcûddur müşâhede olundu [1]127, ifrâz Üç sağîr paftalı orta gülü kırmızı mînâlı ve bir paftasında bir tahta zümürrüdlü ve üç paftasında vasat ve sağîr ve hurde otuz sekiz elmaslı hebvili ( )هبويلى؟sağîr kıtʻa kuşak 1 Saʻâdetlü Sâliha Sultân hazretlerine ihsân şüd S 1124132 [5a] Defʻa ibiş incüsi sete bir dizi 23 Fî 8 Muharrem, dört dizi Fatıma pulpa askı yapdırılmışdır. Baki kalan on dokuz dizi Ravza-i Mutahharanın askı şüd fî Cemâzilâhir 1102 Sağîr tesbîhlik incü 240 Dizi 2 Taşhaneleri sağîr yakutlu ve askıları sağîr iş incüli üçer ayaklı sağîr zümürrüd küpe çift 1 Hâmide pulpa? ihsân olmışdur Göbeği ile kırk paftalı sâde altun kemer kuşak 2 Biri mevcûddur meşhûddur fî [1]127, ifrâz. Biri Hareme teslim olınmışdur Câ 1188 Sade altun bilezik çift 1 Hâmide pulpa? ihsân olmışdur Cins 131Bu kişinin Sultan İbrahim’in eşi ve Sultan II. Süleyman’ın annesi Saliha Dilâşûb Sultan olması muhtemeldir. Bu tahsîsin de II. Süleyman’ın saltanat yıllarında yapılmış olması gerekir. 132Mart-Nisan 1712. 288 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Açıklama Küpelik kebirce hürmüz incü 4 Fî Receb [10]99 Ayaklı iki abdest küpesi yapılub biri Hadice Kadına biri Behzâd Kadına ihsân.133 Dizelik hürmüz incü 30 Üçer sağîr elmaslı pafta 11 Nefs-i hümâyûn sâʻatine vazʻ olınmak içün bozulmuşdur 1110 Altışar yakutlu pafta, sağîr 2 Mevcûddur müşâhede olındı [1]127, ifrâz Dört yakutlu sagîr pafta 1 Mevcûddur [1]127 Mînâsız bir elmâslı pafta 1 Birer sagîr elmaslı kırmızı mînâlı pafta 4 Beyâz mînâkârî sağîr bir elmaslı pafta 1 Birer elmaslı mavi mînâkârî sağîr pafta 1 Bir yakutlu pafta 1 Mevcûddur [1]127, 1 dirhem İkişer sağîr yakutlu pafta 8 Mevcûddur [1]127, 10,5 dirhem Sağîr iş incüsi 522 Ravza-i Mutahharanın askısına sarf. Dörder hurde elmaslı askılık habbe 35 İkişer sağîr ve hurde elmaslı bilezik arası paftası 31 Mînâlı dörder hurde elmâslı küpe askılığı 12 Üçer hurde elmaslı bilezik arası paftası 81 Bozuntu hurdevât altun dirhem 126 Tesbihden bozma hürmüz incü 44 Tesbih imâmeliği zümürrüd 2 Habbe zümürrüd 1 İş incüsinden miftâh kesesi 1 Ravza-i Mutahhara askısına sarf olınmışdur İmâmesi laʻl ve on dokuz incüli ve iki asma zümürrüdlü panzehir tesbîh 1 Berây-ı istiʻmâl-i nefs-i hümâyûn hazînedâr Yusuf Ağaya teslîm fî 29 Za 1108 Kebîri tesbîhe vazʻ olınmışdur Biri mevcûddur müşâhede olındı fî [1]127, ifrâz 133Mayıs 1688, II. Süleymanın kadınlarıdır (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 70-71). 289 Yusuf Sağır Cins Bir tarafında bir kebir zümürrüd yedi kırmızı ʻakîk ve dokuz vasat ve iki sağîr elmas ve bir tarafında kırk sekiz hurde ve sağîr elmâs ile murassaʻ siyah balıkçın telli yelpâze Aded Kıtʻa Açıklama 1 Berây-ı istiʻmal-i hümâyûn müceddeden yapdırılan alay kuşağı maʻa kolanı içün bozulmuşdur Ş [1]112. Cihâz içün kırk sekiz sağîr ve hürde elmaslı tarafı bozulmuşdur S 1115. Bir vasat elması ihrâc olınub maktûl ʻAtîk Mustafa Paşanın kızı hanımın metrûkesinden alınan elmasla sorguca vazʻ olınmışdur S 1119. Beş vasat elmas ihrâc olınub harem-i şerîfe teslîm olınmuşdur Râ 1119 der zeman-ı Receb Paşa [5b] Billur kabzalı ve iki yeşîm paftalı iş yakutî ve zümürrüd ile müzeyyen 1 kırmızı tüylü yelpâze Beş yüz incülü ve sekiz laʻlli ve iki tahte kebîr zümürrüdlü yeşim kabzalı yelpaze 1 Dörtyüz altmış incü ve sekiz la‘l ve iki tahte kebîr zümürrüd ile mevcûddur müşâhede olındı, fî [1]127, mânde Tepesinde bir elmaslı yeşim kabzalı hasır sineklik 1 Mevcûddur müşâhede olındı [1]127,ifrâz Sadefkârî çekmece içinde misk göbeği 14 Sîm terazu 1 Sepeti içinde cedîd akça bir kiseden eksicek yalnız 37.500 Macarî ve şerîfî altun 572 Kabzası altun kaplu keser 1 Dokuz incüli bir sorguçluk tel 1 Defʻa bir sorguçluk tel 1 Dipliği sağîr ve hurde elmas ile murassaʻ yeşim kabzalı tavus kuyruğundan sineklik 1 Defʻa defʻa elmasları ihrâc ve masraf olmışdur Sağîr kıtʻa altun tenzûh? kutusu 1 İçinde iğne başlığı habbe zümürrüd. Berây-ı istiʻmâl-i hümâyûn harem-i şerîfe teslîm şüd sene 1119 Kebîr kıtʻa panzehr 2 Mevcûddur müşâhede olındı [1]127, ifrâz Kâvî panzehr 1 Mevcûddur müşâhede olındı [1]127, ifrâz Mevcûddur görildi [1]127 290 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Açıklama Palheng panzehr 1 Ortasında tarh-ı isticâne? yakutu vardır. Mevcûddur müşâhede olındı [1]127, ifrâz Panzehr ezecek? altun 1 Beher takımı on ikişer düğme olmak üzre mînâkârî altun düğme doksan bir takım 1092 On beş takımı ʻıydiyye esvâblarına sarf masraf şüd 1108. On altı takımı ʻıydiyye esvâbına sarf olmışdur 1109. On altı takımı dahi ʻıydiyye esvabına sarf olınmuşdur 1120 Defʻa beher takımı on üçer olmak üzre mînâkârî altun düğme sekiz takım 104 ʻIydiyye esvâblara on üç takımı sarf olınmışdur. İki takımı Rabiʻa Kadına ihsân şüd Defʻa beher takımı on dörder olmak üzre mînâkârî altun düğme yetmiş yedi takım 1078 On iki takımı ʻıydiyye esvâblarına masraf olındı 1108. On dört takımı ʻıydiyye esvâbına sarf olmışdur 1109. On dört takımı dahi ʻıydiyyeye saf olmışdur 1110 Beher takımı on beşer olmak üzre mînâkârî altun düğme sekiz takım 120 Tepesi birer elmaslı beher takımı on dörder olmak üzre panzehr düğme üç takım 42 Biri dahi ʻıydiyye esvâbına masraf şüd 1108. Biri dahi ʻıydiyye esvâbına sarf olmışdur 1109. Biri dahi ʻıydiyye esvâbına masraf olınmışdur 1110. Biri ʻiydiyye esvâblara sarf olınmışdur. Bir takımı dahi ʻiydiyye esvâba vazʻ şüd 1111 Yeşil mînâlı sade sağîr altun kuşak 1 Harem-i şerîfde Merâhi? kullarına ihsân şüd 1119 [6a] Yedişer hurde yakutlu beher takımı on ikişer olmak üzre mînâkârî düğme üç takım 36 Beher takımı on birer olmak üzre mînâkârî altun düğme on iki takım 132 Müşebbek ve sade altun düğme 112 Envâ‘ından panzehre müte‘allik hurdevât olur torba 1 Sîm kutu 1 Kuşak kolanı 5 291 Yigirmi dördü Râbiʻa Kadına ihsân şüd. Sâdenin otuz altısı sarf şüd Yusuf Sağır Cins Aded Kıtʻa Açıklama İncü imâmeli iki askı habbe zümürrüdlü ve yigirmi dokuz incüli kırmızı hakîk134 tesbih 1 Berây-ı istiʻmâl-i hümâyûn fî L 1109 Mütenevvi‘a arka şalı 49 Nısf arka şalı parça 8 Kârhâne ve alaca ve sâde donluk şâl 33 Kârhâne ve alaca arka şâlı 34 Kılabdân135 ile beyit işlemeli bir bürüncük arka şâlı 1 Sade kutnî 29 Kutnî putadârî, ikisi zencir yaydır 12 Sırma işleme atlas sofra 2 Ümmü Gülsüm Sultâna B 1124136 Sırma işleme atlas kahve fincanı örtüsü 7 Ümmü Gülsüm Sultâna B 1124 Atlas münakkaş kahve fincanı örtüsü 13 Zerdûz işleme al çuka kapu perdesi 2 Mor çuka sırma işleme evcak? ()اوجاق yaşmağı 1 Mor çuka kılabdân işleme sağîr kıt‘a hammâm nihâlîsi 2 Kırmızı ve beyaz şal kılabdan işlemeli seccâde 2 Al çuka kılabdan işleme seccâde 1 Fürûht şüd C 1126 Yeşil çuka sırma işleme seccâde 1 Fürûht şüd C 1126 Munakkaş mavi deri seccâde 1 Munakkaş sûzenî137 seccâde 1 Munakkaş beyâz sûf seccâde 1 ‘Acem işi alaca sağîr seccâde 1 Munakkaş yeşil şâl seccâde 1 …cilere teslîm Câ 1123 134Akîk’in yerine “hakîk” yazılmış olmalı. 135Eğirme çarkıyla pamuk iplik üzerine bükülüp sarılmış olan gümüş/altın tellere denir (Barkan, Tereke Defterleri, s. 476). 136Ağustos-Eylül 1712. Uluçay, III. Ahmet’in Ümmü Gülsüm adında üç çocuğunu kaydetmiştir (Padişahların Kadınları, s. 85-86). 137İnce bir nakıştır (Kamûs-ı Türkî, s. 747). 292 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Şerâbî munakkaş çuka seccâde 1 Munakkaş sûzenî mek‘ad 1 Tepesi birer hurde elmas on dörder panzehr düğmeli serâser entari 14 [6b] Tepesi birer hurde yakutlu on dörder panzehr düğmeli hatâyî ve serâser entari 2 Tepesi bir bir hurde elmaslı on dörder panzehr düğme ve atlas entari 5 Mînâkârî on dörder altun düğmeli Şamî ve ‘Acem dîbâsı entarî-i züyûn, biri telli hatayîdir 9 Tepesi birer sağîr elmaslı on dörder panzehr düğmeli beyaz hatayî kaftan 3 Mînâkârî beher takımı on ikişer altun düğmeli badla ( )بادله؟kaftan 4 Açıklama Mevcûddur görildi fî [1]127, ifrâz Esvâblara sarf olınmışdur Tellî bürüncük kaftan 3, Telli hatâyî kaftan 18, Sâde hatayî kaftan 13, germesud kaftan 1 Mînâkârî beher takımı on ikişer altun düğmeli kaftanlardır Sırma işleme munakkaş atlas boğça 26 Sırma işleme munakkaş astarsız atlas boğça 19 İstiʻmâl olınmış gecelik hatayî ve sandal entari 14 Sûzenî munakkaş sağîr mek‘ad 1 Sade harîr alaca peşkir 1 Düğmesiz telli ve sade hatayî kaftan 7 Mînâkârî on üçer düğmeli hatayî entari 2 Sade altun on iki düğmeli entari 1 Düğmesiz serâser kaftan 5 Mütenevvi‘a sandal kılabdanlı munakkaş yatak nihâlîsi 9 Sandal munakkaş yatak nihâlîsi 6 İki dânesi Nafta? Kadına ihsân şüd S 1117138. On iki dânesi Ümmü Gülsüm Sultâna B 1124 Mevcûddur görildi [1]127, ifrâz Serâser yen çift 3 138Mayıs-Haziran 1705. III. Ahmet’in kadınlarından biri olmalı. 293 Yusuf Sağır Cins Aded Kıtʻa Munakkaş boğası yatak nihâlîsi 1 Atlas munakkaş boğça 11 Telli ve sâde hatâyî kürk kabı 5 Düğmesiz telli ve sâde hatâyî kaftan 6 Alaca şal kaftan 1 Kârhâne işi şâl kürk kabı 2 Sağîr kıt‘a sûzenî mek‘ad 2 Munakkaş yeşil çuka seccade 1 [7a] Havlu ve karınca ayağı abdest makraması çift 9 Hammâm gömleği 3 On dânesi Ümmü Gülsüm Sultâna Câ 1124 Mevcûddur görildi fî [1]127, ifrâz Tek 1 Havlu hammâm düşmesi 2 Kılabdanlı kahve makraması 1 Kılabdanlı abdest makraması 6 Kılabdânlı sandal kahve makraması 15 ‘Acem mendili kahve makraması 3 Sırma işleme atlas fincan örtüsü 3 Beyâz atlas sırma işleme sofra 1 Kılabdanlı sandal ve bürüncük sağîr taʻa? ( )طعهbardak örtüsü 7 Astarsız münakkaş ham bez boğça 14 Münakkaş boğası boğça 5 Taraklı atlasî sandal top bir, nim top üç, zirâ‘ ‘aded 127 ‘Acem bürüncüğü parça 6 Kenarı telli baş üstlüğü dülbend 7 Mütenevvi‘a münakkaş bez yemek makraması 102 Münakkaş boğası sofra 7 Münakkaş ham bez sofra 10 Sırmalı şeriti 1 139 Açıklama 139Yücel, 1640 Esʻâr Defteri, s. 36. 294 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Telli destâr 1 Munakkaş bez peşkir 16 Sırma işleme sarık örtüsü 2 Bir kebîr elmaslı altun iğne 1 Mevcûddur meşhûddur fî [1]127, 3,5 dirhem, ifrâz Bir zümürrüdlü altun iğne 2 Mevcûddur müşâhede olındı fî [1]127, 5,5 dirhem, ifrâz Tepesinde bir sağîr elmaslı bir kebîr incüli altun iğne 1 Mevcûddur müşâhede olındı fî [1]127, 4 Dirhem, 5 Kırat ifrâz Sağîr incülü altun iğne 6 Topluca vasat sağîr altun iğne 5 Açıklama Mînâkârî dörder hurde elmaslı on sekiz habbeli ve bir pervasız elmas kobcalı yeşil yazma mînâlı ortada pervasız ve etrafında on beş sağîr elmas sâʻat tarzı yağ kutusu 1 Mezbûr kutunun elmaslıca on sekiz habbesi nefs-i hümâyûn sâʻatine vazʻ olınmak içün bozılmışdur fî Câ 1110. On sekiz habbesinden mâʻadâsı mevcûddur müşâhede olındı fî [1]127, 27 dirhem, ifrâz [7b] Ortasında dokuzar elmaslı dokuz paftalı ve pafta etrafında ve kenarında kırmızı mînâlı birer sağîr elmaslı kırk dört paftalı altun kaplı ayna 1 Fî 8 N 1106 saʻâdetlü ʻÂlîcenâb Başkadın hazretlerine ihsân olmışdur Kapağı kırmızı ve yazma mînâlı sâʻat tarzı zarfı sağîr kıt‘a billur yağ kutusu 1 Kılabdanlı sandal dülbend örtüsü 2 Beyaz Sakız kahve makraması 1 Siyah ve beyaz ve yeşil mînâlı altun kutu 1 Takyelik serâser kaplı samur kuyruğu kalpak 10 Samur tahta140 kürk 19 Samur yaprak 1 Kakım 1 141 tahta Mevcûddur müşâhede olındı fî [1]127, ifrâz, 242 dirhem 140Barkan’a göre bir tulum kürkün yarısıdır (Barkan, Tereke Defterleri, s. 478). Buna karşın bir başka kaynakta “tahta”, kürklerin sayısını ifade için kullanılır (El-Mazenderani, Risale-i Felekiye, (çev. İsmail Otar, Ed. Oktay Güvemli-Cengiz Toraman), İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası, İstanbul 2013, s. 172). 141Kürkü makbul bir hayvandır (Barkan, Tereke Defterleri, s. 476). 295 Yusuf Sağır Cins Aded Kıtʻa İki sıra samur parça 1 Dîbâ-yı ‘Acem ve Şâmî donluk 6 Telli hatayî donluk 72 Açıklama Dîbâ-yı Şâmî parça ikişer zirâʻdur. Beher zirâʻı on birer. Beher donlığı on birer ve on ikişerdür. Ayakları sim kaplı hurde pîrûze ve yakutluca altun kaplı bir toplu ve top üzerine vaz‘ olacak uçları hurde elmas 1 ve yakutluca siyah ve yeşil mînâlı altun kaplı çubuklu dûrbîn sopası Mevcûddur müşâhede olındı fî [1]127, mânde Taraklı atlas ve hatayî donluk 68 Beher zirâʻı on birer on ikişerdür Entarilik taraklı atlas parça 23 Beher parça beşer zirâʻdur, zencîr bâb bir Düğmesiz Şâmî ‘Acem dibası entari 23 Düğmesiz serâser entari 5 Çiçekli telli kadife top 8 top 2 nîm top, parça zirâ‘ 7, zira ma‘a parça 415 Entarilik sade hatayî parça 28 Beher parça altışar zirâ‘ Düğmesiz sade hatayî entari 2 Sırma işleme atlas boğça 10 Mahalle ( )محلهseccâde 5 Mardin kahve makraması 2 Sakız abdest futası 2 Sırma işleme Sakız abdest peşkiri 2 Kılabdanlı Bursa abdest peşkiri 1 Beyaz ve elvan Bursa abdest futası 12 Beyaz mardin kahve makraması 2 Sağîr kıt‘a Mardin perdesi 1 [8a] Has Bursa yasduğı çift 4 Telli serenk top 1 Sâde serenk top 1 Bursa çatması top 1 Zâ 10[95] iki çifti dahi harem-i şerîfe teslîm şüd. Fî 12 M 10[95] iki çifti Rukiyye Kadına142 ihsân şüd 14231 Aralık 1683, IV. Mehmet’in kadını olması muhtemeldir. 296 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Al ve gülpenbe ve sarı düz kadife donluk 3 Ortasında resm-i mühr-i Süleymânî güllü ve gülünde doksan sağîr elmas ve on yedi sağîr yakutlu ve pervâzında 1 birer sağîr elmas beyaz ve mavi mînâlı elli bir sağîr paftalı altun zarflı ayna Telli germesud 17 Beyaz boğası 7 Dülbend top 4 ‘Acem basması boğası yorgan yüzü 5 Mütenevvi‘a yemenî top 9 ‘Acem bürüncüğü parça sağîr 2 Boyalı şerbetî top 1 Destâr 4 Dülbend Sade sûsî Açıklama Fî 8 N 1106 saʻâdetlü Saliha Kadın hazretlerine ihsân olmışdur Parça 4 Parça 1 18 143 1 Gömleklik kenarlı bez top 7 Gömleklik kenarlı bürüncük bez top 12 Trabzan bezi top 3 Satrancî sade sûsî 2 Ham bürüncük top 1 Top suf 2 Kırmızı harîr Cezayir ihrâmı 1 Elvân Londrine çuka donluk 15 Venedik dârâyîsi donluk top 10 Telli hâre top 4 Nim top 2 Zirâ‘ ‘aded 170, dört top ile me‘andır Entarilik dîbâ-yı ‘Acem ve Şâmî parça 66 Zirâ‘ fî 5 Beyaz sâde hatayî parça 1 Telli hatayî parça 3 Zirâ‘ ‘aded 24 143Bir tür tülbenttir (Yücel, 1640 Esʻâr Defteri, s. 26; İnalcık, Tekstil Tarihi, s. 96). 297 Yusuf Sağır Cins Aded Kıtʻa Mor ve sade düz kadife zirâ‘ 20 6 Taraklı atlas penbeli mek‘ad 1 Telli hâre penyeli mek‘ad 5 Sîm kaplı sâ‘at asacak tahta 2 Sîm vasat şem‘dan 1 Sağîrce altun şem‘dân 1 Sîm firâşhâne 1 Sîm sağîr şeşhâne şem‘dân 1 Sîm sağîr leğen 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm kebir vasat çiçeklik 2 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm vasat çiçeklik 2 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm kavanoz tarzı çiçeklik 2 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sağîr sîm çiçeklik 2 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm sağîr tepsi 2 Mükemmel sîm kös 1 Sîm yollu mum sofrası 3 Telatin zerdûz mum sofrası 2 Serenk nihâlî 4 Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslîm şüd Ağır Bursa yastığı 8 Fî Za [10]95 harem-i şerîfe berây-ı nefs-i hümâyûna teslîm şüd Sırma ve kılabdan işleme al çuka kapı perdesi 1 ‘Acem dîbâsı mek‘ad 1 Fî 12 M [10]95 Başkadına144 ihsân şüd [8b] Pervâzı yeşil ve içerisi sarı Frengî ağır dîbâ mek‘ad 1 Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslîm şüd bâ-hatt Telli serenk kebîr nihâlî 1 Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslîm şüd bâ-hatt Münakkaş atlas cibinlik 3 Fî 9 Râ [10]95 Bir kıtʻası harem-i şerîfe teslîm şüd. Fî 12 M [10]95 bir kıtʻası dahi başkadına. Açıklama İkisinin pervâzı ‘Acem dîbâsındandır. Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe ihsân şüd Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe ihsân şüd Fâtıma Sultâna ihsân S 1121 14431 Aralık 1683. Bu tarihte başkadının Durdı ismini taşıdığı aşağıdaki bir kayıtta açıklanmıştır. 298 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Aded Kıtʻa Açıklama Munakkaş atlas perde 4 Fî 12 M [10]95 ikisi başkadına ihsân şüd bâ-hatt Fî 9 Ra [10]95 iki kıtʻası dahi harem-i şerîfe teslim şüd Yeşil ve sarı yalabık sâde hatayî cibinlik 1 Fî 12 M [10]95 Rukiyye Kadına ihsân şüd Beyaz ‘Acem bürüncüğü cibinlik 1 Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslim şüd Kitresiz taraklı sandal cibinlik 3 Taraklı atlas cibinlik 1 Taraklı atlas bürde 2 Fî 12 M [10]95 Rukiyye Kadına ihsân şüd Taraklı sandal bürde 2 F3i 13 Câ [10]95 bir kıtʻası harem-i şerîfe teslîm şüd Telli serenk kapu perdesi 3 Mahalle bürdesi 1 Atlas sırma işleme boğça 1 Telli güldârî ve sâde hatayî boğça 3 Cins diz örtüsü Telli burûc 145 2 Taşlıca yemeni kutu 1 Altun pervâzı sağîr ayna, iki tarafı aynadır 1 Sim kaplı kutu 1 Sîm meldan ( ?)ملدانzarfı 1 Altun tepeli meldân 1 Sîm sürmedân 2 Hind işi bağa sağîr kutu 146 ve sadefkârî taşlıca Ş [10]95 harem-i şerîfe teslim şüd 1 Bir mikdâr ʻıtırşâhî olur şişe 1 Karanfil yağı olur şişe 1 Nısf ʻıtırşâhî olur şişe 1 ʻItr sandal olur şişe 1 145İnalcık, Tekstil Tarihi, s. 95 146Kaplumbağa cinsinden bazı deniz hayvanlarının kabuğu ki, sadef gibi, ancak siyahımsı ve sadefe göre daha yumuşaktır (Kamûs-ı Türkî, s. 271). 299 Yusuf Sağır Cins Aded Kıtʻa Çiçekli ve kârhâne bütün işleme ve pervâzı işleme arka şalı 34 Kırmızı saye147 çuka zirâʻ 6 Elvân atlas donluk 14 Kitreli ve kitresiz beyaz elvân taraklı atlas top 16 Zirâʻ 916, Biri hatayîdir Mînâlı on ikişer altun düğme telli bürüncük ve çekme kaftan 8 Biri şaldır Beyaz hatayî entari 3 Zıbun 4 ʻadet Birer sağîr elmaslı iki kaftan on ikişer ve bir kaftanı on üç ve bir kaftanı on dört panzehir düğmeli çekme ve bürüncük kaftan 4 Nefs-i hümâyûn içün yaptırılmış telli ve sade hatayî kaftan 30 Maʻhûd ve Londrine çuka donluk 31 Telli bürüncüğe kaplı samur kürk 4 Kârhâne işi şala kaplı samur kürk 1 Kârhâne ve çiçekli şala kaplı samur kürk 6 Şala kaplı üşek kürk 5 [9a] Çekme kaplı üşek kürk 4 Telli hatayî üşek kürk 1 Kârhâne ve çiçekli şala kaplı kakım kürk 5 Sade şala kaplı kakım kürk 1 Telli çekme kaplı kakım kürk 4 Telli bürüncüğe kaplı kakım kürk 1 Kutnî putadarya kablu kakım kürk 1 ʻÛd-ı mâverdî parça 17 ‘Aded 3100 dirhem Mînâlı on dörder altun düğmeli dîbâyı ʻAcem ve Şâmî entari 25 Biri telli hatayî ve atlas ve ikisi beyaz hatayîdir. Uçları ve pervâzı sırmalı Kürdî üstlük 5 Açıklama 147Saye, bir İngiliz kumaşıdır. (Yücel, 1640 Esʻâr Defteri, s. 14). 300 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Açıklama Peştûlî148 gömlek 39 İkisi bürüncüktür. Munakkaş ve sade gömlek işi 72 Dokuzu kılabdanlıdır Telli çekme ve bürüncük 17 Dimi ve mahkeli serâser 2 Beyaz hindî hatayî tımr149 4 Bürüncük telli hatayî ve ʻAcem mendili 2 Mütenevviʻa telli badla 36 Sûsî 150 ve telli buruc 16 İstanbul bürüncüğü 2 Beyaz ve boyama telli bürüncük makrama 105 Elvan şerbetî munakkaş sade makrama 428 Telli munakkaş şerbetî makrama 48 Elvan saye çuka donluk 11 Sîm zencîr sîm ateşdânsade makrama Elvan şerbetî munakkaş 3 Beyaz ve boyama telli bürüncük makrama Tellihavan munakkaş Sîm maʻaşerbetî el makrama Dimi serâser parça bir 1 Elvan saye çuka donluk Nemçekârî müşebbek Sîm zencîr sîm ateşdân sîm sağîr 2 şemʻdân Sîm havan maʻa el Nemçekârî müşebbek sîm sağîr şemʻdân Nemçekârî müşebbek sîm kutu 1 Nemçekârî müşebbek sîm kutu saksısı 2 Sîm Sîmtenzur tenzur ( )تنظورsaksısı Sîm örme sepet Sîm örme sepet 1 Sîm Nemçekârî sağîr bardak Sîm Nemçekârî 1 Yaldızlı sîm kaplısağîr saʻâtbardak kutusu Altun kabzalı sağîr hataz? ( )حطازsineklik Yaldızlı sîm kaplı saʻât kutusu 1 ʻArakan? ( )عرقانkabzalı hataz sineklik Munakkaş kemik ve hataz? örme kabzalı Altun kabzalı sağîr ((حطازham ipek sineklik 105 Bâ-hatt 428 sikke şüd [10]96 48 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 11 3 Bâ-hatt şüd [10]96 Bâ-hatt sikke şüd sikke [10]96 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 2 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 2 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 1 1 Harem-i şerîfe teslim şüd C 1126 1 Mevcûddur görildi Fî [1]127, ifrâz 6 Üçü mevcûddur görildi Fî [1]127, 1 Harem-i şerîfe ifrâz teslim şüd C 1126 sineklik Münakkaş kemik ve örme kabzalı hasır sineklik 2 ʻArakan? ()عرقان kabzalı hataz Yeşim kabzalı tavus kuyruğu sineklik 1 Harem-i teslîm Cifrâz 1126 1 Mevcûddur görildişerîfe Fî [1]127, sineklik Taşlıca feğfûrî yigirmi maʻa tabak 9 Beyaz hatayî feğfûrî 1 mevcûddur görildi Fî [1]127, Munakkaş kemik vetuzluk örme kabzalı Üçü 6 ʻAnber 7 Dura … İki dirhemdir ham ipekparça sineklik ifrâz Pîrûze ve mercanlı sîm kaplı feğfûrî buruc 1 Murassaʻ feğfûr buhûrdân maʻa gülâbdân 2 Hurde iş zümürrüdî ve yakut ile müzeyyen feğfûrî bardak 1 148Peştemal, kılıf (Mertol Tulum, 17. Yüzyıl Türkçesi Söz Varlığı Söz Varlığı, Türk Dil Kurumu Yayını, Dipliği ve burması mînâkârî zümürrüdlü necef gülâbdân 1 Ankara 2011, s. 1460). [9b] Bir yakutlu billu(r) tabak 1 149Yıpranmış bez örtütabak (Redhouse, s. 1235). Taşlıca fincan maʻa 4 150Bir çeşit dülbenttir Feğfûrî elvân sunma (Yücel, ( )صونمه1640 maʻaEsʻâr tabak Defteri, s. 26). 24 Vasat mertabanî tabak 2 Vasat feğfûrî tabak 2 Sağîr feğfûrî tabak 6 301bardak 1 Zümürrüd ve yakutluca altun kapaklı beyaz feğfûrî Sîm kapaklı feğfûrî bardak 1 Zencirli feğfûrî gülabdân 1 Sîm çifte tek bıçak 1 Yusuf Sağır Cins Aded Kıtʻa Münakkaş kemik ve örme kabzalı hasır sineklik 2 Yeşim kabzalı tavus kuyruğu sineklik 1 Taşlıca feğfûrî yigirmi maʻa tabak 9 Beyaz hatayî feğfûrî tuzluk 1 ʻAnber parça 7 Pîrûze ve mercanlı sîm kaplı feğfûrî buruc 1 Murassaʻ feğfûr buhûrdân maʻa gülâbdân 2 Hurde iş zümürrüdî ve yakut ile müzeyyen feğfûrî bardak 1 Dipliği ve burması mînâkârî zümürrüdlü necef gülâbdân 1 [9b] Bir yakutlu billu(r) tabak 1 Taşlıca fincan maʻa tabak 4 Feğfûrî elvân sunma ( )صونمهmaʻa tabak 24 Vasat mertabanî tabak 2 Vasat feğfûrî tabak 2 Sağîr feğfûrî tabak 6 Zümürrüd ve yakutluca altun kapaklı beyaz feğfûrî bardak 1 Sîm kapaklı feğfûrî bardak 1 Zencirli feğfûrî gülabdân 1 Sîm çifte tek bıçak 1 Sağîr feğfûrî ʻanberdân 1 İçerisi mînâkârî altun kahve testisi 1 Etrafı hurde iş zümürrüdî ve yakut ile müzeyyen ayaklı altun kahve tabağı 1 Kebîr altun kahve tepsisi 1 Sağîr kıtʻa feğfûrî fincan maʻa tabak 19 Taşlıca fincan 2 Açıklama Harem-i şerîfe teslîm C 1126 Dura?… İki dirhemdir Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Bir tabak Hurde zümürrüd ve yakut ile murassaʻ 1 feğfûrî fincan 302 Feğfûrî elvân sunma ( )صونمهmaʻa tabak 24 Vasat mertabanî tabak 2 Vasat feğfûrî tabak 2 Sağîr feğfûrî tabak 6 Zümürrüd ve yakutluca altun kapaklı beyaz feğfûrî bardak 1 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Sîm kapaklı feğfûrî bardak 1 Zencirli feğfûrî gülabdân 1 Sîm çifte tek bıçak 1 Sağîr feğfûrî ʻanberdân 1 İçerisi mînâkârî altun kahve testisi 1 Etrafı hurde iş zümürrüdî ve yakut ile müzeyyen ayaklı 1 Aded altun kahve tabağı Cins Açıklama Kıtʻa Kebîr altun kahve tepsisi 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sağîr kıtʻa feğfûrî fincan maʻa tabak 19 Feğfûrî sağîr fincan 19 Taşlıca fincan 2 Bir tabak Has feğfûrî fincan 18fincan Hurde zümürrüd ve yakut ile murassaʻ feğfûrî 1 Feğfûrî sağîr müsâfir fincan fincanı 19 Yeni maʻden 32 Has feğfûrî fincan 18 Feğfûrî yekmerdî ma‘a tabak 3 Yeni maʻden müsâfir fincanı 32 Feğfûrî yekmerdî ma‘a tabak Sağîr feğfûrî tabak 8 Biri3 taslıdır Sağîr feğfûrî tabak 8 Biri taslıdır 151 Hacer-ielha? elha?151 ( )الحىfincan 1 Hacer-i fincanma‘a ma‘atabak tabak 1 Gergedan fincan 2 “Hacerü’l-hayy” Altundiye pervâzlı tabak 2Arapça bir terkib olur; 151 Bu kelime “hayy” ve “alahi” de okunabilir. okunduğunda o zaman olduğumuz sözlüklerde 2bir şekilde bununla karşılaşmamız icab ederdi. Redhouse, Yeşim fincantaramış ma‘a tabak Yemeni fincan 2 ‘Arakan fincan ma‘a tabak 1 Sandal üzre kılabdan işleme kahve makraması 14 Zerdûz işleme atlas kahve fincanı örtüsü 3 Sîm kaplı müşebbek fânûs iskemlesi 1 Kulpsuz hacer-i elha bardak 2 Kavanoz 1. Kavanoz mevcûddur görildi FÎ [1]127, ifrâz Bağa şeşhâne kutu 1 Mevcûddur görildi fî [1]127, ifrâz Kakonos burnu yağ kutusu 3 Sâʻat zarfı tarzı altun pervâzı yemenî yağ kutusu 1 Nısf ‘ıtr şâhî olur şişe 2 Nısf ‘ıtr sandal olur şişe 3 Nısf karanfil yağı olur şişe 1 Zanbak yağı olur şişe 1 Sîm pervâzlı billur yağ kutusu 1 Balık yumurtası 1 Sadefkârî Hind işi çekmece 1 Altun pervâzlı şişe yağ hokkası 1 Ma‘a kehribar tabak 151Bu kelime “hayy” ve “alahi” de okunabilir. “Hacerü’l-hayy” diye okunduğunda Arapça bir terkib olur; o zaman taramış olduğumuz sözlüklerde bir şekilde bununla karşılaşmamız icab ederdi. Redhouse, “elha” kelimesine “Püsküllü”? manasını vermesi hasebiyle bunu “hacer-i elha” şeklinde okumayı tercih ettik; o zaman hacer-i elha? mahiyetini bilmediğimiz “püsküllü taş”tır. Bkz. Redhouse, s. 185. 303 Yusuf Sağır Cins Aded Kıtʻa Dört yakutlu altı altun pullu billur sağîr tabak 1 [10a] Altun kollu yeşim üzre hurde yakutluca divit 1 Bâ-hatt nedîm Mustafa Ağaya ihsân şüd Mütenevvi‘a kalkan sâʻat 7 Biri taşlıcadır. Zikr olınan taşlıca sâʻat küçük Bahri Kadına ihsân olınmışdur. Biri Hadîce başkadına ve biri Süğlün Kadına ihsân olınmışdur 1100152. Üç ʻadedi devletlü sultân Mehmed hazretlerinin yanında kaldı deyu müsâhib Mustafa Ağa maʻrifetiyle şerh virilmişdür Kebîr ayna sâʻat 1 Başkadın hazretlerine ihsân şüd [10]96153 Pulları yaldızlı sadefkârî çekmece 2 Sîm kaplu tandûr 1 Mevcûddur görildi Fî [1]127, mânde Nemçekârî kabaralı sîm leğen 1 Ba-hatt sikke şüd [10]96 Yeşim üzre hurde yakut ve zümürrüd ile murassa‘ sağîr dûrbîn 1 Yazma mînâkârî pervâzlı altun dûrbîn zarfı 1 İçinde dûrbîn mühimmâtı olur yaldızlı sîm kutu 1 Sîm sağîr yağ kutusu 1 Mütenevvi‘a dûrbîn 8 Altun zarflı dûrbîn 2 Hurde incü ve zümürrüd ve yakutluca billur pafta sîm pervâzlı sağîr çekmece 1 Yaldızlı sîm zarflı dûrbîn 1 Kebîr kıt‘a altun şem‘dân 1 365 dirhem Ba-hatt sikke şüd [10]96 Kebîr kıt‘a sîm şem‘dân 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm ibrik 1 Mevcûddur görildi fî [1]127, ifrâz Sîm çamaşur leğeni 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Açıklama Mevcûddur görildi fî [1]127, mânde 152Her ikisi, Sultan II. Süleyman’ın kadınlarındandır (Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 70-71). 1531684/1685. Bu kişi IV. Mehmet’in başkadını Gülnuş Emetullah Sultan’dır. 304 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Açıklama Sîm satıl 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Feğfûrî sağîr yekmerdî 3 İki tarafı sağîr hurde yakut ile murassa‘ müşebbek altun ‘anber olur şemmâme 1 Panzehir tesbih habbeleri 244 Yemeni ve billur ve mercan tesbîh 3 Bağa ve kemik Hind işi çekmece 1 Çuka nihâlî 2 Telli kadife kapı perdesi 1 Telli kadife sağîr mek‘ad 1 Kenarlı bürüncük bir top 2 Kılabdan işleme bürüncük yorgan 1 Sarı şal munakkaş seccâde 1 Yeşil şal kılabdan işleme seccâde 1 Beyâz şal sırma işleme seccâde 1 Yeşil ve neftî çuka munakkaş seccâde 2 Al çuka zihli seccâde 1 Munakkaş sûzenî seccâde 1 Kılabdan işleme sandal döşek nihâlîsi 2 Pervâzı sırmalı nihâlî 8 Çubuklu hâre nihâlî 1 Mahalle makraması 1 Müşebbek kemik sırma tasmalı na‘lîn çift 1 Sadefkârî sırma tasmalı na‘lîn çift 1 [10b] Altun pullu sırma tasmalı ceviz na‘lîn 1 ‘Acem zerbâyî hammâm nihâlîsi 1 Fî 9 Za [10]95 harem-i şerîfe ihsân şüd Müste‘mel hammâm futası 2 Şal 5 Hammâm düşmesi 2 Bâ-hatt istiʻmâl-i hümâyûna virildi. Fî 9 R [10]99 Bir bir harem-i şerîfde Dürri… Kadına154 ihsân Câ 1127 154Mayıs-Haziran/1715. III. Ahmet’in kadınlarından biridir. 305 Yusuf Sağır Cins Aded Kıtʻa Hammâm gömleği 2 Abdest makraması çift 4 Sandal hammâm perdesi 3 Zerdûz işleme atlas hammâm boğçası 2 Sakız nihâlîsi 1 Telli hâre ve dîbâ boğça 2 Sâde ceviz zarflı sağîr ayna 1 Mahalle abdest peşkiri 1 Telli bürüncük diz örtüsü 5 Badla? diz örtüsü 2 ‘Acem dîbâsı diz örtüsü 1 Bürüncük gömlek 4 Pişikli ( ?)پیشکلیgömlek 11 Müsta‘mel Mardin makraması 4 Mahalle makraması 1 Sakız kahve makraması 1 Kılabdan işleme abdest futası 1 Beyaz sandal kılabdan işleme kahve makraması 1 Kılabdan işleme müsta‘mel abdest makraması 7 Beyaz sandal kılabdan işleme kahve makraması 1 Kılabdan işleme müsta‘mel abdest makraması 7 Müste‘mel abdest makraması 18 Telli hatayî şalvar 14 Çatma yastık 6 Başkadına ihsân şüd Sade kadife yastık 9 Başkadına ihsân şüd Telli kadife mek‘ad 4 Başkadına ihsân şüd Çuka kapı perdesi 4 Başkadına ihsân şüd ‘Acem keçesi 12 Başkadına ihsân şüd Selanik keçesi 3 Başkadına ihsân şüd Mek‘ad samur 1 Başkadına ihsân şüd 306 Açıklama Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Alaca sandal şalvar 4 Telli germesud şalvar 12 Beyaz ‘Acem dîbâsı mek‘ad 1 Pervâzı beyaz kırmızı Frengî dîbadan mek‘ad 1 Telli kadife yastık 4 Fî 12 M [10]95 Durdı Başkadına155 ihsân şüd Serâser yastık 16 Fî 13 Câ [10]95 On ikisi dahi harem-i şerîfe teslim Lipe ( ?)لپهdîbâsından yastık 9 Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslim şüd Alaca sandal perde 1 Mardin perdesi 4 İstanbul bürüncüğü cibinlik 1 ‘Acem bürüncüğü cibinlik 1 Kenarı siyah boyama ağaç kebîr kıt‘a endâm aynası 1 Kenarı altun varaklı kebîr ayna 1 Telatin mukavva zarflı vasat ayna 1 Pervâzı şişe ayna bedenli vasat kıt‘a ayna 1 Ayakları ve pervâzı sadefkârî orta sîm kaplı çiçeklik 1 Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslim şüd Sîm kaplı dört çubuk ayaklı vasat çiçeklik 1 Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslim şüd Sadefkârî yemek iskemlesi 2 Birinc kafesli üstü ve ayakları bağalı ve bedenleri mînâlı sağîr pullu çiçeklik 1 Kabzası ve dibi altun kaplı hezârân ‘asâ 1 Dibi ve kabzası kemikli hezârân ‘asâ 1 Açıklama Fî 12 M [10]95 Rukiyye Kadına ihsân şüd Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslim şüd Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe teslim şüd 15531 Aralık 1683. Bu tarihte IV. Mehmet tahttadır. Ancak onun kadınları arasında bu isim zikredilmez. Bkz. Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 65-68. 307 Yusuf Sağır Cins Aded Kıtʻa Kabzası sadefkârî münakkaş Keyvanoğlu işi ‘asâ 1 Siyah boyama Hind işi bıtraklı? (‘ )بطرقلىasâ 1 Kabzası ve dibi munakkaş boyama ‘asâ 1 Kabzası kemik çevgân tarzı ‘asâ 1 Kebîr munakkaş hasır sineklik 1 [11a] Telli çiçekli kadife pencere perdesi 8 Serenk pencere perdesi 1 ‘Acem dîbâsından pencere perdesi 1 Kırmızı çuka kapı perdesi 1 Başları kemik siyah abanoz mükemmel sopa 1 Sîm kafesli ve küresli? ( )كورسلىsağîr kıt‘a sîm toplu çalar asma sâʻat 1 ‘Amele İshak sîm zarflı çalar sîm toplu sağîr asma sâʻat kıt‘a 1 Pirinc zarflı salma rakkaslı sîm toplu sağîr ‘akreb sâ‘at kıt‘a 1 Pirinc zarflı dokuz sürü kubbeli üçayaklı çalar sağîr çekmece sâ‘atı kıt‘a 1 Sîm zarflı çenberleri pirinc vasat kubbe köhne çekmece sâ‘ati kıt‘a 1 Ağaç zarflı haftada bir kurulur Aşgı işi salma rakkâslı vasat kıt‘a çekmece sâ‘ati 4 Müsta‘mel Cezâyir ihramı ve bir velençe156 4 ‘Acem dîbâsı yastık 2 Telli hare pupla157 yastık 1 Açıklama Bâ-hatt-ı hümâyûn hareme teslim olınmışdur fî 4 Zilkaʻde [10]97 ‘Amele ‘Abdurrahman yazı[yo]r 156Battaniye (Barkan, Tereke Defterleri, s. 478). 157Bazı ördeklerin ince tüyüdür; şilte ve yastık doldurmakta kullanılır (Kamûs-ı Türkî, s. 359). 308 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Beyaz atlas pupla yastık 1 Telli kadîfe sağîr minder 3 Elvân bürüncük kılabdan işleme yorgan 3 Yemenî yorgan 7 Bürüncük çarşaf 1 Munakkaş poz yasdığı 3 Kılabdan işleme sandal yorgan 2 Kılabdan ile beyt yazılı sarı bürüncük yorgan 1 Al çekme yorgan 1 Kılabdan işleme mütenevvi‘a sandal diz yorganı 12 Kutnî kılabdan işleme diz yorganı 1 Beytli kılabdan işleme bürüncük diz yorganı 2 Kılabdan işleme bürüncük diz yorganı 4 Kılabdan işleme şal diz yorganı 1 Sandal beytli kılabdan diz yorganı 1 Telli hatayî yorgan 3 Telli putadârî yorgan 1 Telli çekme yorgan 2 Bürüncük kılabdan beyit yazılı yorgan 1 Yemenî yorgan 3 Kebîr sarı feğfûrî tabak 1 Feğfûrî kebîr tabak 2 Yeni ma‘den sağîr mertabanî 7 Sağîr mertabanî 1 Sağîr mertabanî yekmerdî ma‘a tabak 1 Vasat feğfûrî tabak 2 Feğfûrî derin salluta tabağı 15 Feğfûrî laciverdî kâse 1 Beyâz sağîr feğfûrî kâse ma‘a tabâk 4 Açıklama Birinin tabağı safi beyazdır; üçünün içerisi munakkaşdır 309 Yusuf Sağır Cins Aded Kıtʻa Beyâz feğfûrî yekmerdi ma‘a tabak 4 [11b] Feğfûrî pervâzı munakkaş kâse 1 Sağîr kıtʻa feğfûrî sarı kâse 2 Feğfûrî sarı tabak 1 ʻUnnâbî158 feğfûrî sağîr kâse 1 Feğfûrî sağîr kâse maʻa tabak 2 Musavver feğfûrî kaba kâse 1 Beyâz ve yeşil ve sarı şerâbî denkli sağîrce feğfûrî tabak 1 Hacer-i elha yekmerdî maʻa tabak ve kapak 1 Sağîr hacer-i elha kâse 1 Kulplu ve kulpsuz hacer-i elha bardak 2 Kulpsuz ve boğazsız necef bardak 1 Kulpsuz billur bardak 1 Munakkaş gergedan boynuzu yekmerdî maʻa tabak 1 Feğfûrî murassaʻ yekmerdî maʻa tabak ve kapak 2 Sağîr feğfûrî tabak 7 Murassaʻ necef lebha159 ʻûd ağacı tabak 1 Feğfûrî taşlıca yekmerdî maʻa tabak 14 Feğfûrî yekmerdî taşlıca tabak 10 Beyaz feğfûrî hatayî kebîr yekmerdî 4 Feğfûrî hatayî çargel ()چارکل yekmerdî 1 Beyaz feğfûrî hatayî sağîr yekmerdî 4 Feğfûrî yekmerdi maʻa tabak ve kapak 1 Feğfûrî yekmerdî maʻa tabak 3 Feğfûrî yekmerdî maʻa kapak 1 Açıklama 158Hünnap ağacından yapılan nesne (Abdülazîz Efendi, Osmanlı Adet, s. 144). 159Lebha, Güney Asya’da bulunan bir tür ağaç (Redhouse, s. 1624). 310 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Feğfûrî yekmerdî 3 Taşrası beyaz feğfûrî kâse 1 Taşrası mavi feğfûrî yekmerdî 1 Feğfûrî tuzluk 3 Taşlıca yeşim tabak 1 Beyaz hilalî 3 İpek bir mikdâr olur Açıklama Mevcûddur görildi FÎ [1]127, ifrâz Kılabdanlı büzme müstaʻmel çanta 1 Sade varaklı ayna 2 Kılabdan işleme köhne bızdık örtüsü 1 Zernişânlı câbecâ taşlıca tutya bardak 1 Sîm kapaklı feğfûrî sağîr ibrik 1 Alaca ʻAcem seccâdesi 1 Dîbâ gayet sağîr makrama boğça 6 Gülli ʻAcem dârâyîsi parça 1 Köhne sağîr ʻAcem nihâlîsi 2 Lökli sûzenî munakkaş mekʻad 1 Şerbetî 1 Telli ve sâde hurde kumaş parçaları 73 Müstaʻmel ʻAcem tellisi hammâm mekʻadı 1 Şam alacası köhne sımât 1 Yeşil kutnî ve atlas pencere perdesi 2 Mısır süpürgesi 2 Sadefkârî zarf içinde sadefkâri ‘asâ 1 Sâde başbağı şerbeti 30 Yemenî el makraması 35 Billur kapaklı şîrmahî yağ kutusu 1 Bürüncük ve peştulî diz makraması 3 [12a] Kılabdanlı çeşm-i bülbül seccâdesi 1 Sandal sağîr bardak 1 Sağîr mikras 3 Mevcûddur görildi fî [1]127, ifrâz 311 Yusuf Sağır Cins Aded Kıtʻa Yemenî yağ kutusu uzunca 1 Sevâdkârî iki hurde yakutlu altun ʻanberdân 1 Mukavva sağîr sürmedân 4 ʻAcem tellisi köhne diz makraması 1 Yemeni diz makraması 1 Fildişi zarfı gözlük 2 Mütenevviʻa el yağı kutusu sağîr 32 Sîm pineli alaca yağ şişe 2 Sâde ayna 2 Babagurî yuvarlak taş 1 Feğfûrî sağîr sirâcî 1 Atlas zerdûz boğça 1 Mütenevviʻa astar 76 Şam alacası ve hatayî ve hâre müstaʻmel boğça 12 Şam alacası 6 Mısır ezrâğı top 2 Beyaz şerbetî 110 Sağîr sandal parça 2 Sûzenî mekʻad 1 Munakkaş uçkur 77 Munakkaş yemeni kabzalı arka kaşağısı160 1 Sadefkârî ayna 4 Sîm kaplu şişe gülabdân 1 Munakkaş kemik gülabdan maʻa tabak 1 Şîrmahî kaşık 5 Kemik kaşık 3 Kemik hoşâb kaşığı 4 Yeşil serçe tabak 1 Açıklama Mevcûddur görildi fî [1]127, ifrâz 160İhtiyarların arkalarını kaşımaları için ağaçtan yapılmış uzun saplı bir alet (Kamûs-ı Türkî, s. 1027). 312 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Yağ destmâlî 11 Kahve astarı parça 20 Meşîn kaplı şişeler olur çekmece 1 Taş sağîr yağ hokkası 2 Kehribar parça 1 Pervâzlı yağ hokkası 1 Billur parça 1 Sîm kabzalı kalemtıraş 1 Yeşim mevzun fincan 1 Altun kef mikrâs 1 Kalemtıraş 1 Kalem Açıklama 40 Beyaz kemik dağdân 1 Mikrâs demir 2 Mor kadife üzre dürrdûz cüzdân 1 Destmâl olur boğça 1 Mektûb kiseleri olur boğça 1 Kemik kutu 1 Altun varak deste 8 Dûrbîn şişeleri 80 Yemenî sineklik kabzası 1 Panzehr ezecek süble ( )سوبلهkebesi 2 Laden parça 2 Sandal cedîd parça 1 Serâser kolan 3 Yıkanmış şerbetî makrama 28 [12b] Şam alacasından yemek nihâlîsi 3 Köhne ʻAcem hammâm seccâdesi 1 Koyun 39 161 162 makraması Müstaʻmel uçkur 18 161Dağ, mana itibariyle damga ve nişan anlamına gelir (Kamûs-ı Türkî, s. 598). Muhtemelen “dağdân” da Vâlide Sultan’ın yanındaki damgasını koyduğu alettir. 162Elbisenin göğüsde kavuşmasından meydana gelen kuytu yere denir (Kamûs-ı Türkî, s. 1119). 313 Mikrâs demir 2 Mor kadife üzre dürrdûz cüzdân 1 Destmâl olur boğça 1 Mektûb kiseleri olur boğça 1 Kemik kutu 1 Yusuf Sağır Altun varak deste 8 Dûrbîn şişeleri 80 Yemenî sineklik kabzası 1 Panzehr ezecek süble ( )سوبلهkebesi 2 Laden parça 2 Sandal cedîd parça 1 Aded Mikrâs 23 Serâserdemir kolan Cins Açıklama Mor kadife şerbetî üzre dürrdûz cüzdân 128 Kıtʻa Yıkanmış makrama Destmâl oluralacasından boğça 13 [12b] Şam yemek nihâlîsi Munakkaş ve sâde gömlek işi 43 Mektûb kiseleri olur boğça 11 Köhne ʻAcem hammâm seccâdesi 162tabağı mütenevviʻa kağıt Kemik 139 İstanbul 27 Koyunkutu makraması Altun varak uçkur deste 818 Müstaʻmel Kırmızışişeleri bal mumu bir mikdâr Dûrbîn 80 Munakkaş ve sâde gömlek işi 43 163 sineklik kabzası Yemenî 127 Rığ birtabağı mikdâr olur İstanbul mütenevviʻa kağıt Panzehr süble kebesi 2 Kırmızıezecek bal mumu bir()سوبله mikdâr Beyaz sepet sargusu ihrâm 5 Laden 2 Rığ163parça bir mikdâr olur Sandal parça 15 Dülbend şilte 4 Beyaz cedîd sepet sargusu ihrâm Serâser kolan 34 Dülbend şilte Nîm dülbend şilte 4 Yıkanmış şerbetî 28 Nîm dülbend şiltemakrama 4 [12b] Şam alacasından yemek nihâlîsi 31 Melzir ()ملزير çarşaf 1 Melzir çarşaf Köhne 11 Şilte ʻAcem hammâm seccâdesi 162 Şilte 1 Koyun makraması 39 Köhne sûzenî mekʻad 1 Müstaʻmel uçkurmekʻad 18 Beyaz bir dimi tendur örtüsü 4 Köhne sûzenî 1 Munakkaş ve sâde gömlek işi 43 Yüz yastığı 1 Beyaz bir dimi tendur örtüsü 4 İstanbul 27 Kenarlı tabağı çarşaf mütenevviʻa kağıt 1 Kırmızı balkemik mumuhoşab bir mikdâr Ceviz ve kaşığı 8 Yüz yastığı 1 163 Rığ birkaşığı mikdâr olur Yemek 10 Kenarlı çarşaf 1 Beyaz sepet sargusu ihrâm 51 Kakonoz burnu hoşab kaşığı Dülbend şilte 41 Yeşimve kabzalı sîmhoşab bıçak kaşığı Ceviz kemik 8 Nîm dülbendkebîr şiltefânûs 42 Munakkaş Yemek kaşığı 10 Melzir (زير )ملçarşaf 12 Sağîr fânûs Şilte 11 Tiftik yanburnu kebesi hoşab kaşığı Kakonoz 1 Köhne sûzenî 11 Kırmızı tiftikmekʻad kebe Yeşim kabzalı sîm bıçak 1 Beyaz dimi hammâm tendur örtüsü 41 Köhnebir ʻacem nihâlîsi Yüz yastığı sağîr kıtʻa minder 11 Müstaʻmel Munakkaş kebîr fânûs 2 Kenarlı çarşaf 11 Hâre minder Ceviz ve kemik 81 Sağîr fânûs 2 Telli hâre puplahoşab sağîr kaşığı minder N 95 berây-ı nefs-i hümâyûn Yemek kaşığı 10 devâlibinin ğulamına teslîm şüd Tiftik yan kebesi 1 Kakonoz burnu hoşab kaşığı 11 Taraklı atlas yastık Yeşim bıçak 15 Kırmızı tiftiksîm kebe 1 ʻAcemkabzalı keçesi Fî 12 M [10]95 İkisi baş kadına ve Munakkaş kebîr fânûs 2 ikisi Rukiyye Kadına ihsân şüd Köhne ʻacem hammâm nihâlîsi 1 Sağîr 21 Atlasfânûs yüzlü pupla kebîr minder Fî 13 Câ [10]95 harem-i şerîfe Tiftik yan kebesi 1 Müstaʻmel sağîr kıtʻa minder 1 teslim şüd Kırmızı tiftik kebe 1 Hâre minder 1 Köhne ʻacem hammâm nihâlîsi 1 162 Müstaʻmel sağîr kıtʻa minder 1 95denir N berây-ı nefs-iTürkî, hümâyûn Elbisenin göğüsde kavuşmasından meydana gelen kuytu yere (Kamûs-ı s. 1119). Telli hâre pupla sağîr minder 1 163 Hâre minder 1 ريخkullanılmıştır. Doğrusu ريكolması gerekirden, Osmanlı da galat olarak ise bunların devâlibinin ğulamına Burada teslîm şüd Telliimlasından hâre puplafarklı sağîrريغ minder 1 N 95 berây-ı nefs-i hümâyûn yazılmıştır. Bkz. Kamûs-ı Türkî, s. 678. Taraklı atlas yastık 1 devâlibinin ğulamına teslîm şüd Taraklı atlas yastık Fî1 12 M [10]95 İkisi baş kadına ve ʻAcemkeçesi keçesi 5 ʻAcem 5 Rukiyye Fî 12Kadına M [10]95 İkisişüd baş kadına ve ikisi ihsân ikisi Rukiyye Kadına ihsân şüd Fî1 13 Câ Fî [10]95 harem-i teslim Atlas yüzlü pupla kebîr minder 13 Câ [10]95şerîfe harem-i şerîfe Atlas yüzlü pupla kebîr minder 1 teslim şüd şüd 162 Elbisenin göğüsde kavuşmasından meydana gelen kuytu yere denir (Kamûs-ı Türkî, s. 1119). olarak kullanılmıştır. Burada ise bunların imlaDoğrusu ريكolması olması gerekirken, gerekirden,Osmanlı Osmanlıdadagalat galat olarak ريخ kullanılmıştır. Burada ise bunların sından farklı Bkz.Bkz. Kamûs-ı Türkî, s. 678. imlasından farklı yazılmıştır. ريغyazılmıştır. Kamûs-ı Türkî, s. 678. 163 163Doğrusu 314 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Mînâkârî bakır şemʻdân 1 Yaldız bakır hammâm tası 4 Bakır birûn tası 1 Bakır sağîr keyl kutusu 3 Yaldız bakır sağîr ipek kutusu 1 Bakır mikrâs 2 Yaldızlı bakır buhurdân 1 Yaldızlı bakır şeker kutusu 1 Yaldızlı bakır fincan tabağı 16 Yaldızlı bakır kahve tepsisi 2 Bakır ve kemik mablak 3 Bakır sağîr yağ kutusu 1 Bakır buhurdan 1 Sağîr yaldız bakır huni 2 Yaldızlı bakır abdest leğeni maʻa ibrik 1 Bakır Bosna işi leğen maʻa ibrik 2 İki kulplu gülsuyu güğümü 1 Kalay yağ kutusu 1 Bakır leğen maʻa ibrik 1 Bakır kahve güldânî 2 Tu[n]ç ve bakır sağîr tepsi 2 Bakır abdest leğeni maʻa ibrik 1 Bakır satıl 2 Bakır güğüm 3 Bakır kebîr çamaşur leğeni 5 Bakır evsat çamaşur leğeni 1 Bakır firâşhâne 1 Bakır hammâm leğeni 1 Bakır çamaşur leğeni kebîr vasat 8 [13a] Sağîr vasat kahve ibriği bakır 8 Bakır şeker kutusu 1 164 Açıklama 164Aslı “mibla‘”dır. Hapları yapmaya özel düz ve açık bir cins kaşıktır (Kamûs-ı Türkî, s. 1270). 315 Yusuf Sağır Cins Yaldız bakır hammâm tası Aded Kıtʻa Bakır hoşab tasıkutusu Bakır sağîr keyl 2 Mînâkârî bakır şemʻdân Bakır birûn tası Yaldızbakır bakır yemek sağîr ipek kutusu Vasat sinisi Bakır mikrâs Sağîr vebakır kebîrbuhurdân vasat bakır tepsi Yaldızlı Yaldızlı bakır şeker kutusu Bakır ateşdân Yaldızlı bakır fincan tabağı Bakır güğüm Yaldızlı bakır kahve tepsisi Bakır ve kemik mablak164 Bakır kavanoz Bakır sağîr yağ kutusu Bakır satıl Bakır buhurdan Sağîr yaldız bakır huni Bakır tava Yaldızlı bakır abdest leğeni maʻa ibrik Demir saç kapağı Bakır Bosna işi leğen maʻa ibrik İki kulplu gülsuyu güğümü Demir saç ayağı Kalay yağ kutusu Pirinc şem‘dân Bakır leğen maʻa ibrik Bakır kahve güldânî Yaldızlı bakır yekmerdî ve kâse Tu[n]ç ve bakır sağîr tepsi kapakları Bakır abdest leğeni maʻa ibrik Bakır satıl Bakır tas ma‘a kapak Bakır güğüm Bakır yoğurt tası leğeni Bakır kebîr çamaşur Bakır evsat Yaldız bakırçamaşur hoşab leğeni tası Bakır firâşhâne Mermer havanleğeni ma‘a el Bakır hammâm Bakır çamaşur Şeşhâne bakırleğeni sahinkebîr ma‘avasat kapak [13a] Sağîr vasat kahve ibriği bakır 165 Bakır sahinkutusu ma‘a kapak Bakır şeker Bakır hoşab tası Bakır sağîr na‘lbekî Vasat bakır yemek sinisi Sağîr sahin Sağîr ve kebîrma‘a vasatkapak bakır tepsi Bakır ateşdân Bakır birûn tası Bakır güğüm Bakır maşraba ma‘a kapak Bakır kavanoz Bakır satıl Bakır yemek tası Bakır tava Bakır leğen Demir sağîr saç kapağı Demir saç ayağı Bakır sağîr derin tepsi Pirinc şem‘dân Bakır emzikli güğüm ve kâse kapakları Yaldızlı bakır yekmerdî Bakır tas ma‘a kapak Bakır sağîr maşraba Bakır yoğurt tası Bakır tası Yaldızsağîr bakır yoğurt hoşab tası Mermer havan ma‘a el Tu[n]c havan ma‘a el Şeşhâne bakır sahin ma‘a kapak 165 Bakır bakrac Bakır sahin ma‘a kapak 4 18 2 6 3 1 4 1 6 1 7 4 1 1 1 24 9 15 1 3 7 9 3 1 2 1 1 2 2 1 Açıklama 4 1 3 1 2 1 1 16 2 3 1 1 2 1 2 1 1 1 2 2 1 2 3 5 1 1 1 8 8 1 2 4 18 2 6 3 1 4 1 6 1 7 4 1 1 1 24 9 Aslı “mibla‘”dır. Hapları yapmaya özel düz ve açık bir cins kaşıktır (Kamûs-ı Türkî, s. 1270). Aslı “sahan” olması lazım. Defterdeki imlası “”صحین 165Aslı “ ” dir. 164 165 316 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Cins Aded Kıtʻa Bakır kulplu tava 1 Bakır sağîr vasat tencere 29 Kapak 10 Bakır süzgü ve kefgîr 5 Bakır tencere kapağı 16 Bakır tepsi vasat 6 Bakır vasat el leğeni 1 Vasat bakır kavanoz 8 Bakır satıl 2 Bakır güğüm 2 Princ şem‘dân 1 Yaldız bakır hammâm tası ma‘a tepsi 1 Bakır yaldızlı sağîr yağ kutusu 4 Yaldızlı bakır tepsi 1 Mercan ile müzeyyen sağîr bakır hokka 2 Mînâkârî bakır kahve güldânî 10 Kebîr ağaç aşura kepçesi 15 Açıklama [13b] Kahvede bulunan eşyalardur Kırmızı ve beyaz çengârî ve mînâkârî elmas ile murassa‘ enselik ve bîlân166 alay rahtı 1 Ahûr hazînesine Elmas ve yakut ile murassa‘ paftalı yaldızlı sîm rikâb çift 1 Ahûr hazînesine Kırmızı ve beyaz cengârî mînâkârî on yedi sağîr elmas ile murassa‘ siyah balıkçın telli at sorgucu 1 Ahûr hazînesine İkişer sağîr elmas ve bor yakut ile murassa‘ altı toplu örtme altun zencîr 1 Ahûr hazînesine Kırmızı kadife serâpâ incü ve zümürrüd ile müzeyyen ve incü saçaklı ve uçları sîm pullu zilpûş 1 Ahûr hazînesine 166Atın boğazına vurulan gülpüser (Kamûs-ı Türkî, s. 332). 317 Yusuf Sağır Sîm Çerkesî kısrak rahtı ma‘a rişme167 2 Ahûr hazînesine Sîm sevâdkârî kemer raht ma‘a rişme 1 Ahûr hazînesine Yaldızlı sîm rikâb çift 1 Ahûr hazînesine Yapılmış mükemmel Şam dikdiği168 3 Ahûr hazînesine Kırmızı çuka bükme sırma işleme kabara incü resimli beş kebîr dallı ve etrafı ve gül resimli zilpûş 1 Ahûr hazînesine Kırmızı çuka sarı sırma serrâc işi beş kebîr güllü ve pervâz bedenli zilpûş 1 Ahûr hazînesine Kırmızı çuka beyaz sırma işleme beş kebîr hurma dallı ve bedenli zilpûş 1 Ahûr hazînesine Kırmızı çuka sarı sırma ve ipek işleme 1 beş kebîr dallı ve bedenli zilpûş Ahûr hazînesine Al ve kırmızı çuka virgü? kürki erkân 2 Tepesi bir sağîr zümürrüdlü sağîr kıtʻa altun matara 1 Edna serâser kaftan 11 183 dirhem, Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Bir tarafı altun kaplı sandal kabzalı sîm gaddâre169 Ahûr hazînesine Ucu ve tepesi altun kaplama abanoz taʻâm kaşığı 1 Ucları altun kaplu üçer sağîr yakut ve zümürrüdlü abanoz taʻâm kaşığı 1 [14a] Kabzası altun kaplı sadef paluda170 kaşığı 1 Munakkaş kemik kabzalı beyaz boynuz hoşab kaşığı 5 Munakkaş kemik kabzalı taʻâm kaşığı 2 Sâde kemik taʻâm kaşığı 2 Siyah taʻâm kaşığı 8 Kırmızı kadife dürr-dûz biniş? keş eğeri 3 Ahûr hazînesine Sade çuka nekli171 3 Ahûr hazînesine Beş dânesi harem-i şerîfe teslîm şüd M 1126 Biri kırmızıdır 167Zincirden yapılan gem (Kamûs-ı Türkî, s. 665). 168At örtüsü (Barkan, Tereke Defterleri, s. 474). 169İki ağzı keskin kılıç (Barkan, Tereke Defterleri, s. 475). 170Nişasta ve şekerle yapılan ve soğuk yenen bir tatlı türü (Kamûs-ı Türkî, s. 347). 171At gemi demektir (Redhouse, s. 2103). 318 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Munakkaş beyaz bez sofra 2 Putadârî fincan örtüsü 1 Müstaʻmel yemek yağ makraması 8 Sırma işleme müstaʻmel beyaz atlas fincan örtüsü 1 Sırma işleme müstaʻmel yeşil atlas fincan örtüsü 1 Kılabdan işleme müstaʻmel sandal fincan örtüsü 5 Sağîr yakutlu üç güllü ve üç bayraklı beyaz fincan 1 Taşlıca tabak 1 Taşlıca sağîr fincan 3 Sade tabak 3 Bakır mînâlı fincan 2 Kehribar tabaklı sağîr fincan 1 Yaldızlı bakır güldânlı feğfûrî fincan 3 Ortası yeşil pervâzı beyaz mînâlı sağîr bakır tabak 1 Yeni maʻden Sakız fincanı 9 Feğfûrî tuzluk 1 Mavi ve beyaz mînâlı şeker kutusu 1 Kebir bakır kahve tepsisi 1 Sırma işleme kırmızı çuka fincan tepsi 1 zarfı Sarı feğfûrî yekmerdi 3 ʻUnnâbî yekmerdî 2 Çargel feğfûrî yekmerdi 1 Taşlıca feğfûrî yekmerdî 1 Feğfûrî sağîr tabak 7 Sağîr feğfûrî münebbid 172 yekmerdî 1 Munakkaş taşlıca tabak 1 İçerisi munakkaş taşrası beyaz feğfûrî hoşâb kâsesi 1 Zihli beyaz feğfûrî hoşab kâsesi 1 172Kazıma nakışlı (Dankoff, Evliya Çelebi, s. 178). 319 Yusuf Sağır Munakkaş ağaç ve kapak 11 [14b] Yaldızlı bakır Bosna işi leğen maʻa ibrik 2 Bakır leğen maʻa ibrik 2 Sîm gülabdân 1 Sikke şüd [10]96 Sîm çubuklu buhurdân 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Yaldızlı bakır kebîr fener 1 Sâde bakır fener 3 Yaldızlı bakır buhurdân maʻa gülabdân 1 Yaldızlı bakır tas maʻa kapak 3 Bakır ateşdân 5 Emzikli bakır abdest ibriği 1 Bakır hoşâb tası 1 Bakır kahve tası 1 Sağîr bakır maşraba 2 Bakır birûn tası 1 Bakır askı kahve ibriği 1 Bakır sürahi 1 Bakır kahve ibriği 9 Sağîr bakır naʻlbeki173 23 Vasat ve sağîr kahve altı tepsisi bakır 13 Bakır sini 3 Köhne sırmalı hasır kapak 3 Bakır kebîr güğüm 4 Bakır vasat güğüm 2 Burmalı bakır güğüm 1 Bakır düşürme taʻâm iskemlesi 1 [15a] boş 173Ufak tabak (Barkan, Tereke Defterleri, s. 477). 320 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı [15b] [10]96 Rebi‘ülevvelinde [Şubat/Mart 1685] merhûme ve meğfûrun lehâ devletlü vâlide sultân hazretlerinin eşyası olmak üzre müsâhib hazînedâr Ali Ağa yediyle teslîm-i hazîne-i enderûn-ı hümâyûnları olınan eşyalarıdur ki zikr olınır. Altun sini 1 Altun sahîn ma‘a kapak 12 Nefs-i hümâyûn içün harem-i şerîfe teslîm olınmışdur [10]96 Altun leğen ma‘a kafes ve ibrik, kafesleri yaldızlı sîmdir 2 Bir leğen bir ibrik harem ve bir leğen bir ibrik sikke şüd [10]96 Sağîr ve kebîr altun tepsi 9 8 kıyye, 34 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Altun hoşâb tası ma‘a kapak 2 2 kıyye, 125 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Altun birûn tası 1 307 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Altun hammâm tası 3 1 kıyye, 190 dirhem, birinin etrâfı yazılıdır. Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Altun yoğurt tası ma‘a kapak 1 316 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Müdevver kutu resimli altun tuzluk 1 245 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Altun matara 1 1 kıyye, 177 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Altun kahve bakracı 4 3 kıyye, 62 dirhem, biri zencirlidür. Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Altun buhurdân 1 1 kıyye, 82 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Çubuklu altun iskemle 1 Sağîr altun maşraba ma‘a kapak 1 375 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Def‘a altun askı kahve ibriği ma‘a zencir 1 2 kıyye, 42 dirhem. Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm kaplu ocak tahtası 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Kebîr sîm maşraba ma‘a kapak 4 İkisi mevcûddur müşâhede olındı [1]127, ifrâz İki kulplu zencirli sîm meşraba 1 Sîm kebîr şem‘dân 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm asma kahve ibriği ma‘a zencir 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm kaplu sini iskemlesi 1 Sîm sağîr sahin ma‘a kapak 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm sağîr leğen ma‘a ibrik 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm kahvealtı sinisi 1 321 Yusuf Sağır Kebîr kıt‘a asma sîm kahve ibriği ma‘a zencir 1 Çârkûşe camlı sîm fener 1 Sağîr yaldızlı sîm leğen ma‘a ibrik, biri Venedik işidir 2 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm karlık leğen 2 Biri sikke şüd [10]96 Yaldızlı nefilli? sîm şem‘dân 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 [16a] Sîm sağîr ve kebîr vasat tepsi 11 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Kapaklı sîm fenar 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm sağîr hammâm tası 2 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm birûn tası 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm hoşâb tası ma‘a kapak 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm askı kahve … 2 Sîm kahve ibriği 2 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm buhurdân 3 Bir kıt‘ası sikke şüd [10]96 Sağîr sîm leğen ma‘a ibrik 2 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sağîr sîm şem‘dân leğeni 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Yaldızlı sîm sağîr maşraba ma‘a kapak 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Sîm ma‘cûn kutusu ma‘a kapak ve mablak 2 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Yaldızlı sîm tuzluk 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Yakut ve zümürrüdlü altun emzikli sağîr feğfûrî ibrik 1 İncülice urma sîm top 1 Taşlıca feğfûrî yekmerdî ma‘a tabak 10 Sağîr kıt‘a taşlıca feğfûrî tabak 9 Mertabanî üsküre yekmerdî ma‘a tabak 1 Taşlıca feğfûrî beyaz ibrik 1 Taşlıca feğfûrî bardak 5 Taşlıca billur bardak 2 Taşlıca belgamî ve mertabanî bardak 2 Taşlıca gergedan boynuzu bardak ma‘a kapak 1 [16b] Taşlıca billur paftalı gülabdân 1 Bâ-hatt sikke şüd [10]96 Biri kapaksızdır Kapaksızdır Ağırlığı nâkısdır 322 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Taşlıca feğfûrî altun pervâzlı kapak 1 Sarı feğfûrî kâse maʻa tabak 2 Sâfî beyaz feğfûrî kâse 1 Feğfûrî kâse 1 Feğfûrî yekmerdî maʻa tabak 15 Kebîr kıtʻa feğfûrî tabak 4 Sağîr feğfûrî tabak 4 Feğfûrî gülabdân 2 Taşlıca mertabanî buhûrdân 1 Feğfûrî ibrik 5 Sîmli mertabanî buhûrdân 1 Mevcûddur müşâhede olındı fî [1]127, mânde Feğfûrî beyaz tabak 1 Şikestedir Mertabanî tabak 16 Mertabanî kâse 1 Mertabanî yekmerdî 1 Feğfûrî tabak 6 Yaldızlı bakır gülabdân 1 Defʻa yaldızlı bakır gülabdân 1 Yaldızlı bakır buhurdân 3 Bakır maşraba 29 Bakır güğüm 3 Bakır kavanoz 1 Bakır tencere 3 Bakır kapak 8 Kebîr bakır şemʻdân 2 Sağîr bakır şemʻdân 3 Pirinc şemʻdan 1 Bakır sağîr maşraba 4 [17a] Bakır abdest leğeni maʻa güğümlü ibrik 2 Bakır tepsi 4 Sağîr kıtʻa bakır tas maʻa kapak 3 Yekmerdî kapağıdır Mevcûddur müşâhede olındı fî [1]127, mânde Biri yeşildir Mevcûddur müşâhede olındı fî [1]127, ifrâz 323 Yusuf Sağır Bakır ibrik 3 Bakır hammâm leğeni 1 Bakır berber leğeni 2 Bakır birûn tası 1 Bakır matara 1 Bakır süzgü 1 Kebîr kıtʻa pervâzı altun varaklı ve paftalı ayna 1 İşleme hasır kapak 16 Mevcûddur müşâhede olındı fî [1]127, ifrâz Sonuç Turhan Sultan, Padişah İbrahim’in cariyesi iken, 1051/1642 tarihinde IV. Mehmet’i dünyaya getirmiş; böylece “haseki sultan” olmuştur. Oğlunun 1058/1648’de padişah olmasıyla da “vâlide sultan” unvanını almıştır. Ne var ki kayınvâlidesi Kösem Sultan “büyük vâlide” sıfatıyla etkinliğini, 1061/1651 yılında saray ağaları ve onların destekçisi Turhan Sultan tarafından öldürünceye kadar sürdürmüştür. Turhan Sultan, bu tarihten itibaren beş yıl naibe-i saltanatlık yapmış 1656’da sadarete Köprülü’nün getirilmesiyle yönetimden elini çekmiş; hayır hasenatla uğraşmıştır. O, 1094/1683 yılında Edirnede vefat etmiştir; naʻşı İstanbul’a getirilerek kendi eseri Yeni Cami Külliye’sindeki türbesine defnedilmiştir. Osmanlı Devleti’nde kadınlar saltanatı, Turhan Sultan’ın devlet işlerini bırakmasıyla son bulmuştur. Şüphesiz uzun süre vâlide sultanlık makamında kalan Turhan Sultan, oldukça zenginleşmiştir. Sahip olduğu emvâlin bir kısmı tereke defterinde açıkça görülmektedir. Onun terekesi, vefatını müteakiben hazinedar Ali Ağa eliyle kayıt altına alınmıştır. Bu defterde, Osmanlı’nın sosyo-ekonomik ve siyasî tarihi bakımından birçok veri bulunmaktadır. Genel olarak sözü edilen eşyalar giyim-kuşam, mefrûşât, mutfak, güzel kokular, aydınlatma ve ısınma alanıyla ilgilidir. Defterdeki verilerden Osmanlı Devleti’nin o dönemki ticarî ürünlerinin menşeî tespit edilebileceği gibi ithal edilen ürünlerin ağırlıklarından niteliklerine dair bazı çıkarsamalarda bulunmak mümkündür. Bununla beraber, 17. yüzyıl Osmanlı giyim kuşamı, yemek kültürü, değerli taşları, saraydaki harem hayatı hakkında birçok veri yine bu defterden çıkarılabilir. Örneğin; “paluda” kaşığı derken “paluze”; “aşura kepçesi” derken de “aşura” tatlılarının sarayda yenildiklerine işaret edilmektedir. Tereke’de maddi kültür bakımından birçok sektörün parçalarına değinilmiştir. Özellikle “mücevharat” bakımından defter, oldukça zengindir. Sözü edilen bu verilerle haremdeki bir vâlide sultanın giyimi, dairesi ve yaşamı resmedilebilir. Ayrıca III. Ahmet dönemine kadarki saray kadınlarından bir kısmının isimleri öğrenilebilir. Terekenin bir kısmı hareme bir kısmı ise padişahın kullanımına tahsis edilmiştir. Bir 324 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı bölümü de padişahın özel eşyaları için bozdurulmuş; birkaç kalem eşya da Ravza-i Mutaharra eşyasının yapımına ayrılmıştır. Bu defterde, o döneme ait kullanılan para birimlerinin bazılarının “cedîd akçe” ile “Macar altını” veya “şerîfi altın” olduğu görülmektedir. En önemlisi de Viyana bozgunu sonrası oluşan ekonomik sıkıntı nedeniyle iç hazinedeki altın ve gümüş eşyadan 1096/1685’de sikke kestirilmiş olmasıdır. Netice itibariyle defter, Osmanlı’nın 17. yüzyıl ikinci yarısı ekonomik ve sosyal hayatı hakkında bir kesit sunmaktadır. 325 Yusuf Sağır Kaynakça 1. Arşiv Vesikaları Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi (TSMA): 27 ve 10457.125 numaralı defterler (D.) 2. Kaynaklar ve Araştırma Eserleri Abdurrahman Abdi Paşa, Vekayinâme, (haz. Dr. Fahri Ç. Derin), Çamlıca Yayınları, İstanbul 2008. Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri, (haz. Kazım Arısan, Duygu Arısan Günay), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, Ekim 2002. Afyoncu, Erhan, Uğur Demir, Turhan Sultan, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2015. Arslanboğa, Kadir, Osmanlı Devleti’nin İç Hazine Harcamaları (1649-1680), Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Yayınları, Kasım 2014. Atakul, Aysen, Ceren Küçükuysal vd., Süs Taşları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Toplum ve Bilim Merkezi , Ankara Kasım 2007. Barkan, Ömer Lütfü, “Edirne Kassamına Ait Tereke Defterleri (1545–1659)”, TTK Belgeler, III/5-6, Ankara 1966. Dankoff, Robert, Evliya Çelebi Seyahatnamesi Okuma Rehberi, (çev. Semih Tezcan), YKY, İstanbul 2008. Defterdâr Sarı Mehmet Paşa, Zübde-i Vekayiât, (haz. Abdulkadir Özcan), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1995. D’ohsson, 18. Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Adetler, (çev. Zerhan Yüksel), Tercüman 1001 Temel Eser Eliaçık, Muhittin, “Şifaiyye Adlı Esere Göre Dağ Keçisi ve Yılanda Panzehir Özellikli Taşlar”, İdil Dergisi, 01-05-02, s. 8-31. El-Mazenderani, Risale-i Felekiye, (çev. İsmail Otar, ed. Oktay Güvemli-Cengiz Toraman), İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası, İstanbul 2013. Evliya Çelebi, Seyahatname, (haz. Robert Dankoff-Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı), C. 1, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2006. Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhisü’l-Beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân, (haz. Sevim İlgürel), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1998. İnalcık, Halil, Türkiye Tekstil Tarihi Üzerine Araştırmalar, Türkiye İşbankası Yayınları, İstanbul 2008. Karaca, Filiz, “Turhan Sultan”, DİA, C. 41, İstanbul 2012, s. 423-425. Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Ravzatü’l-Ebrâr Zeyli, (haz. Nevzat Kaya), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2003. Kıvrım, İsmail, “17. Yüzyılda Bir Vâlide Sultanın Günlük Hayatı: VâlideHadîce Turhan Sultan”, History Studies, Volume 5 Issue 2, March 2013, p. 243-262. Mantran, Robert, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, (çev. M. Ali Kılıçbay-Enver Özcan), Türk Tarih Kurumu Yayını, C. I, Ankara 1990. Muhammed bin Mahmut Şirvânî, Tuhfe-i Muradî, (haz. Mustafa Argunşah), Türkiye Yazma Eserler Kurumu, İstanbul 2012. Naîmâ Mustafa Efendi, Tarih-i Naîmâ, (haz. Mehmet İpşirli), C. I-IV, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1997. Pamuk, Şevket, Osmanlı İmparatorluğunda Para’nın Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul Eylül 2007, 4. Baskı. Pamuk, Şevket, Osmanlı Türkiye İktisadî Tarihi 1500-1914, İletişim Yayınları, İstanbul 2009, 5. Baskı. 326 Vâlide Turhan Sultan’ın Muhallefâtı Reşad Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Doğan Kitap, İstanbul 2015. Sâmi, Şemseddin, Kâmûs-ı Türkî, İkdam Matbaası, Dersaadet 1317, Tıpkı Basım: Kapı Yayınları, Ekim 2009, 4. Baskı. Silahdâr Fındıklılı Mehmet Ağa, Tarih, C. I-II, Devlet Matbaası, İstanbul 1928. Sir James W. Redhouse, Turkish and English Lexicon, Çağrı Yayınları, İstanbul 2006, 3. Baskı. Turhan Vâlide Sultan Vakfiyesi, (haz. H. Ahmet Arslantürk), Okur Kitaplığı, İstanbul 2012. Uluçay, Çağatay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2001. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1988. Tez, Zeki, Tekstil ve Giyim Kuşamın Kültürel Tarihi, Doruk Yayınları, İstanbul 2009. Thys-Şenocak, Lucienne, Hadice Turhan Sultan, (çev. Ayla Ortaç), Kitap Yayınevi, İstanbul 2009. Tulum, Mertol, 17. Yüzyıl Türkçesi Söz Varlığı Söz Varlığı, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara 2011. Yazıcı, Tahsin, Mehmet İpşirli, “Ferrâş”, DİA, C.12, İstnabul 1995, s. 408-409. Yazıcızâde Ahmet Bican, Dürr-i Meknûn, (çev. Necdet Sakoğlu), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999. Yıldız, Ali, “Vâlide Sultan”, DİA, C. 42, İstanbul 2012, s. 494-499. Yücel, Yaşar (haz.), 1640 Tarihli Esʻar Defteri, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Basımevi, Ankara 1982. 327 Yusuf Sağır Ek Vâlide Turhan Sultan Muhallefât Defteri, TSMA, D. 27, vr. 2b-3a. 328 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yayın İlkeleri - Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, uluslararası indekste taranan hakemli bir dergi olup, Nisan ve Ekim aylarında, yılda iki sayı yayımlanır. Dergimizde, özgün araştırma-inceleme makaleleri, çeviri, kitap tanıtma ve kongre-sempozyum haberleri yayımlanır. Yazıların bilimsel araştırma ölçütlerine uyması, alana bir yenilik getirmesi ve başka bir yerde yayımlanmamış olması gerekir. Bilimsel toplantılarda sunulmuş bildiriler, yayımlanmamış olmak kaydıyla kabul edilebilir. Yayım kararı çıksa dahi başka bir yerde yayımlandığı tespit edilen yazılar yayım listesinden çıkarılır. - Derginin dili Türkçe ve İngilizce'dir. - Türkçe makalelerin yazımında TDK Yazım Kılavuzu esas alınır. - Makalelere eklenmesi istenen resim, çizim, harita veya belgeler numaralandırılmalı ve altına açıklamaları yazılmalıdır. - Çevirilerde, çeviren, makalenin yazarından izin yazısı vermelidir. - Makale ve çevirilerde, metinden bağımsız olarak 200 kelimeyi aşmayacak Türkçe ve İngilizce özetler yer almalıdır. En az 3, en fazla 5 anahtar kelime bulunmalıdır. - Makalelerin içeriği ve eklerinin (resim, çizim, harita, belge vb.) sorumluluğu yazara aittir. - Gelen yazılar, Yayın Kurulu'nda incelendikten sonra, konunun uzmanı iki hakemin, gerekli görüldüğü takdirde üçüncü bir hakemin değerlendirmesi ve Yayın Kurulu'nun nihai onayıyla basılır. Yayın Kurulu, araştırma makaleleri dışındaki yazıları (sempozyum, kongre haberleri, kitap tanıtmalar vb.) bizzat inceleyip, hakeme göndermeden doğrudan kabul veya ret kararı verebilir. - Yayın Kurulu, gerektiğinde yazıların yazım şekli üzerinde küçük düzeltme ve değişiklikler yapabilir. - Yazarlarına hakem raporu doğrultunda düzeltilmek üzere gönderilen yazılar, gerekli düzeltmeler yapıldıktan sonra en geç bir ay içerisinde dergi yönetimine ulaştırılmalıdır. - Basılmama kararı verilen yazılar varsa hakem raporuyla birlikte yazarına iade edilir. - Yazarlara telif ücreti ödenmez. Dergide yazısı çıkan yazarlara 1; aynı sayının hakemlerine 1 adet dergi gönderilir. - Dergide yayımlanan makalelerin basın ve sanal yayın hakkı Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'ne aittir. Yazılar, izin alınmaksızın başka yerde yayımlanamaz. 329 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yazım Kuralları - Yazılar, A4 boyutunda MS Word uyumlu programda Times New Roman yazı karakterinde yazılmalıdır. - Başlık, 16 punto, koyu ve küçük harf olmalıdır. Başlık ortadan hizalı olmalıdır. Metinde ana ve ara başlıklar kullanılabilir. Ana başlıklar 10 punto, küçük harf ve koyu olarak sola dayalı; ara başlıklar 10 punto, koyu ve küçük harf yazılmalı sola dayalı olmalıdır. Başlıklar ve paragrafların arasında 6 nk aralık bırakılmalıdır. - Yazar adı ve soyadı, ana başlığın altına 12nk aralık bıraktıktan sonra 10 punto, koyu, soyadı büyük harf ve sağa hizalı olarak yazılmalıdır. (*) işareti ile sayfanın altına unvan, adres ve e-posta bilgileri 8 punto olarak verilmelidir. - Metin, 10 punto, tek satır aralığı ve iki yana dayalı olmalıdır. Üstten: 5,8 cm, Alttan: 5,8 cm, Sağdan: 4,5 cm, Soldan: 4,5 cm boşluk bırakılmalıdır. Satır arası önceki 0 nk sonrası da 6 nk paragraf girintisi 0,8 cm olmalıdır. - Sayfa numaraları, alt bilgi içinde ortalanmış bir şekilde 8 punto olarak yerleştirilmelidir. - Alıntılar, 5 satırı geçtiğinde paragraf girintisinden 1 cm içeriden başlatılmalı, tırnak içinde 1 punto küçük yazılmalıdır. 5 satırdan az olan alıntılar metin içerisinde italik olarak verilir. Vurgulanması gereken ifadeler de italik yapılır. - Dipnotlar, 8 punto tek aralık yazılmalıdır. Hizalaması iki yana dayalı ve paragraf girintisi 0.5 cm olmalıdır. Metin içindeki atıflar sayfa altına dipnot şeklinde 1'den başlayarak numaralandı-rılmalıdır. Atıflar ve Kaynakça: Dergimiz, metin içi ve metin dışı olmak üzere iki tarz atıf ve kaynakça sistemini kabul etmektedir. Yazarlar, bu sistemlerden birini tercih etmelidir. 1. Metin Dışı Atıf Sistemi Dipnotlarda kaynaklar verilirken, kitap ve dergi ismi italik olmalı, makale isimleri tırnak içerisinde düz olarak verilmelidir. Dipnotlarda, ilk geçtiği yerde kaynak künyesi tam olarak verilmeli, daha sonra yazarın belirlediği kısaltmalarla yazılmalıdır. Bir yazarın birden fazla kitap ve makalesi kullanılıyorsa ikinci eserin ilk kullanımından sonra, yazarın soyadı, sonra kitap veya makalenin tam veya kısaltılmış adı verilmelidir. Çok yazarlı kaynakların ilk geçtiği yerde yazarların tümü yazılmalı, daha sonrakilerde ilk yazarın soyadı verilmelidir. 330 Örnekler: Kitaplar için: Ahmet Mumcu, Osmanlı Devleti'nde Siyaseten Katl, Ankara 1963. Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğunda Aşiretlerin İskânı, İstanbul 1987. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu-Klasik Çağ, 1300-1600, İstanbul 2009, s.115. Sonraki atıflarda; İnalcık, Klasik Çağ, s.123. Çeviri kitaplar için: Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, (çev. Büşra E. Bahar-Günay G. Özdoğan), İstanbul 1992, s.28. Derleme, yayına hazırlanan ya da editörlüğü yapılmış kitaplar için: Hüsnü Erkan (der./haz./ed.), Sosyal Piyasa Ekonomisinin Rekabet Boyutu, 1992, s.44. Derleme, yayına hazırlanan ya da editörlüğü yapılmış kitaplardaki makaleler için: Takashi Osawa, ''Batı Göktürk Kağanlığı'ndaki Aşinaslı Bir Kağan'ın Şeceresine Ait Bir Kaynak'', Türkler, (ed. Hasan Celâl Güzel, Kemal Çiçek, Salim Koca), Ankara 2002, s.83. Makaleler ve ansiklopedi maddeleri için: İsmail Hakkı Uzunçarşılı, ''Osmanlılarda İlk Vezirlere Dair Mütalea'', Belleten, C.III, S.9, 1939, s.101. Çeviri makaleler için: Ernst E. Hirsch, ''İktidar ve Hukuk,'' (çev. Hayrettin Ökçesiz), Hukuk Araştırmaları, C.2, S.3, 1987, s.44. Yayınlanmış bilimsel bildirilere atıf: Zeynep Arat, ''1970'lerden Sonra Çevrede Kuramsal Yapının Gelişimi'', Türkiye'de Çevrenin ve Çevre Korumanın Tarihi Sempozyumu, 7-8 Nisan 2000, (der. Zeynep Boratav), İstanbul 2000, s.167. Web üzerinden kaynaklara atıf: Servet Çaycı, Aşırı Akımlarla Mücadele: Almanya Örneği, http://www.asam.org. tr/temp/temp631.pdf, (09.11.2008). 331 Yayımlanmamış tezler için: Gürhan Kırilen, Çin Klasik Metinlerinde Yabancılar: Yi, Di, Rong ve Hu Terimleri, (Yayımlanmamış doktora tezi), Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2012. Kaynakça: Makalelerde kullanılan kaynak ve araştırmalar makale sonunda bu başlık altında gösterilmelidir. Kaynakça, bu başlık altında yeni bir sayfadan başlamalı ve 9 punto yazılmalıdır. Sadece metin içinde atıfta bulunulan kaynaklar yer almalı ve yazarların soyadına göre alfabetik olarak düzen-lenmeli ve asılı kaynakça yapılmalıdır: Örnekler: Arat, Zeynep, ''1970'lerden Sonra Çevrede Kuramsal Yapının Gelişimi'', Türkiye'de Çevrenin ve Çevre Korumanın Tarihi Sempozyumu, (der. Zeynep Boratav), Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul 2000, s.167-180. Çaycı, Servet, Aşırı Akımlarla Mücadele: Almanya Örneği, http://www.asam.org. tr/temp/temp631.pdf, (09.11.2008). Hirsch, Ernst E., ''İktidar ve Hukuk,'' (çev. Hayrettin Ökçesiz), Hukuk Araştırmaları, C.2, S.3, 1987, s.44-59. İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu-Klasik Çağ, 1300-1600, (çev. Ruşen Sezer), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, ''Osmanlılarda İlk Vezirlere Dair Mütalaa'', Belleten, C.III, S.9, 1939, s.99-106. 2. Metin İçi Atıf Sistemi Makalede yapılacak atıflar, ilgili yerden hemen sonra, parantez içinde yazarın soyadı, eserin yayın yılı ve sayfa numarası sırasıyla verilmelidir. Örnek: (İnalcık 2009: 46). Birden fazla kaynak gösterileceği durumlarda eserler aynı parantez içinde, en eski tarihli olandan yeni olana doğru, birbirinden noktalı virgülle ayrılarak sıralanır. Örnek: (Uzunçarşılı 1939: 94; İnalcık 2009: 46). İki yazarlı kaynaklarda, araya tire işareti (-) konulur. İkiden fazla yazarlı kaynaklarda ise ikinci yazarın soyadından sonra "vd." kısaltması kullanılmalıdır. Örnekler: (ClaessenSkalnik 1993: 25), (Fei-Zhou vd. 2007: 472). Yazarın adı, ilgili cümle içinde geçiyorsa, parantez içinde tarih ve sayfanın belirtilmesi yeterlidir. Örnek: (2009: 46). Yazarın aynı yıl yayınlanmış iki eseri, yayın yılına bir harf eklenmek suretiyle ayırt edilir. Örnekler: (Ekrem 2008a: 54), (Ekrem 2008b: 25). Soyadları aynı olan iki yazarın aynı yılda yayınlanmış olan eserleri, adların ilk harflerinin de yazılması yoluyla belirtilir. Örnekler: (Demir, A. 2003: 46), (Demir, H. 2003: 27). Ula- 332 şılamayan bir yayına metin içinde atıf yapılırken, bu kaynakla birlikte alıntının yapıldığı eser şu şekilde gösterilmelidir: Örnek: (Köprülü 1911: 75'ten aktaran; Çelik 1998: 25). El yazması bir eser kaynak gösterilirken, müellif veya mütercim adından sonra [yz.] kısaltması konmalı, varak numarası örnekteki gibi belirtilmeli ve tam künye kaynakçada gösterilmelidir. Örnek: (Ahmedî, [yz.] 1410: 7b). Arşiv belgeleri kaynak gösterilirken, metin içindeki kısaltma örnekteki gibi olmalı, açılımı kaynakçada verilmelidir. Örnek: (BCA, Mühimme 15: 25). Dipnotlar, sadece yapılması zorunlu açıklamalar için ve kullanılır ve "DİPNOT" komutuyla otomatik olarak verilir. Buradaki atıflar da parantez içinde yazarın soyadı, eserin yayın yılı ve sayfa numarası gelecek şekilde düzenlenmelidir. Örnek: (İnalcık 2009: 46). Kaynakça: Makalelerde kullanılan kaynak ve araştırmalar makale sonunda bu başlık altında gösterilmelidir. Kaynakça, bu başlık altında yeni bir sayfadan başlamalı ve 9 punto yazılmalıdır. Sadece metin içinde atıfta bulunulan kaynaklar yer almalı ve yazarların soyadına göre alfabetik olarak düzenlenmeli ve asılı kaynakça yapılmalıdır: Örnekler: Tek yazarlı kitaplar için: OCAK, Ahmet Yaşar (2011). Babaîler İsyanı: Alevîliğin Tarihsel Altyapısı Yahut Anadolu'da İslâm-Türk Heterodoksisinin Teşekkülü, İstanbul: Dergâh Yayınları. İki yazarlı kitaplar için: ÖZÖN, M. Nihat - DÜRDER, Baha (1967). Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, İstanbul: Remzi Kitabevi. İkiden fazla yazarlı kitaplar için: AKPOLAT, Kemal - vd. (1960). Sezginin Gücü, İstanbul: Güneş Yayınevi. Çeviri kitaplar için: İNALCIK, Halil (2009). Osmanlı İmparatorluğu-Klasik Çağ, 1300-1600, (çev. Ruşen Sezer), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Derleme, yayına hazırlanan ya da editörlüğü yapılmış kitaplar için: NİZÂMÜ'L-MÜLK (1999), Siyâset-nâme, (hzl. Mehmet Altay Köymen), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. 333 Derleme, yayına hazırlanan ya da editörlüğü yapılmış kitaplardaki makaleler için: GRAFF, David A. (2002). ''Strategy and Contingency in the Tang Defeat of the Eastern Turks, 629-630'', Warfare in Inner Asian History (500-1800), (ed. Nicola Di Cosmo), Leiden: Brill, 33-71. Makaleler ve ansiklopedi maddeleri için: GÜL, Muammer (2006). ''Harezmli Türklerin Anadolu ve Yakındoğu'daki Rolleri ve Tesirleri'', Belleten, LXX (257): 95-118. UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı (1939). ''Osmanlılarda İlk Vezirlere Dair Mütalaa'', Belleten, III (9): 99-106. Çeviri makaleler için: HAMILTON, James Russell (1997). ''Tokuz-Oguz ve On-Uygur'', (çev. Yunuş Koç -İsmet Birkan), Türk Dilleri Araştırmaları, 7: 187-232. Yayınlanmış bilimsel bildirilere atıf: ARAT, Zeynep (2000). ''1970'lerden Sonra Çevrede Kuramsal Yapının Gelişimi'', Türkiye'de Çevrenin ve Çevre Korumanın Tarihi Sempozyumu, 7-8 Nisan 2000, (der. Zeynep Boratav), İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 167-180. Web üzerinden kaynaklara atıf: ÇAYCI, Servet. Aşırı Akımlarla Mücadele: Almanya Örneği, Erişim tarihi: 2008.09.11, http://www.asam.org.tr/temp/temp631.pdf. Yayımlanmamış tezler için: KIRİLEN, Gürhan (2012). Çin Klasik Metinlerinde Yabancılar: Yi, Di, Rong ve Hu Terimleri, Ankara: Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış doktora tezi). 334