. i , . iSTANBUL TicARET ODASı YAYıN NO: 1992-4 i i i ,,i - i • ULUSLARARASI ..... TICARETTE KORUMACı ECILIMLER '. YAYıN iSTANBUL TicARET ODASı ULUSLARARASI TicARETTE KORUMACı EGiLiMLER Prof. Dr. Nazım ENGiN NO: 1992-4 Kısaltmalar: A&G AGÜ AT CEC (ATı<) DPA EFTA = = = = = = Araştırma - Geliştirme Az Gelişmiş Ülkeler Avrupa Topluluğu Avrupa Topluluğu Komisyonu Düzenli Pazarlama Anlaşmaları European Free Trade Association (Avrupa Serbest Ticaret Birliği) GSYiH GiS YSÜ TDE GSP (GTS) GÜ = = = = = = Gayrı Safi Yurt içi Hasıla Gönüllü ihracat Sınırlamaları Yeni Sanayileşen Ülkeler Tarife Dışı Engeller (Tarife Genel Tercihler Sistemi Gelişmiş Ülkeler Dışı Dış Ticaret Engelleri) ÖNSÖZ ikinci Dünya Savaşı sonrası dönemde uluslararası ticarete iki eğilimin egemen olduğunu söylemek mümkündür. Bir yandan kotalar ve tarife oranları GATT öncülüğünde gerçekleştirilen çok yanlı uluslararası ticaret görüşmeleri sonucunda önemli ölçülerde indirilirken, diğer yandan da, 1960'ların ortalarından başlayarak, bu liberalleşme eğilimlerinin tersine döndüğüne ve özellikle gelişmiş piyasa ekonomilerinde korumacı eğilimlerin dozunun yeniden artışına tanık olunmaktadır. 1930'ların korumacı politikalarından önemli ayrılıklar gösteren ve "yeni korumacılık" diye adlandırılan bu politikalar, uluslararası ticaretin gelişmesi önüne, "tarife-dışı dış ticaret engelleri" diye bilinen engelleri koymaktadır. Türleri binlere ulaşan ve dünya üretim ve ticaretinin ve dolayısıyla da refahının gelişmesini ciddi bir şekilde sekteye uğratan bu engellerin Türkiye'nin de içinde bulunduğu "yeni sanayileşen ülkeler"in ihracatını olumsuz yönde etkilediği bir gerçektir. Tarife-dışı engeller, en doğrudan etkilerini ithalat ve ihracat miktarları üzerinde gösterirler. Bunun yan.ında, uygulamaların, üretim ve tüketim miktarları, gelir dağılımı, vergi gelirleri, ödemeler dengesi ve dış ticaret hadleri üzerinde de doğrudan ve dolaylı etkilerinin olacağı açıktır. Odamızca gerçekleştirilen bu çalışmada, uluslararası ticaretin gelişmesini olumsuz yönde etkileyen dış ticaret engellerinin ekonomik etkileri, hem teorik hem de uygulama yönlerinden araştırılmış ve Türkiye'nin çıkarması gereken dersler vurgulanmaya çalışılmıştır. araştırmayı hazırlamış olan Müşavirimiz Prof. Dr. için teşekkür eder, araştırmanın Odamız üyelerine, ve diğer okuyuculara yararlı olmasını dileriz. Sunulan çalışmaları Nazım Engin'e araştırmacılara Genel Sekreter Prof. Dr. ismail Özaslan içiNDEKiLER GiRiş .............................................................................................................. 7 BiRiNCi BÖLÜM KORUMACILlGIN NEDENLERi iKiNCi BÖLÜM GATT: DOGUŞU, iLKELERi ve SARSıLAN TEMELLERi 2.1. GiRiş ...................................................................................................... 2.2 GATT'ln Temel ilkeleri ............................................................................ 2.2.1. En çok Kayırılan Ülke ilkesi ........................................... .................. . 2.2.2. Karşılıklılık iıkesi ..... ......................................................................... 2.3. Tarife indirimlerinin Ekonomik ve Politik Mantığı ............................... 2.4. GATT'ta istisnalar (GATT ve Çeşitli Sektörlerin Güvence Altına Alınması) ..................................................................... 2.5. GATT ve Az Gelişmiş Ülkeler ............................ .......................... ......... 2.6. GATT, Sübvansiyonlar ve Vergiler ...................................................... 2.7. GATT ve Antidamping Politikası .......................................................... 2.8. GATT'da Tarım ve Tekstil (Dokuma) ................................................... 2.8.1. GATT ve Tarım Sektörü ................................................................... 2.8.2. GATTve Tekstil (Dokuma) Sektörü ................................................ 2.9. GATT'ln Sarsılan Temelleri ve Yeni Gelişmeler .................................. 17 20 20 22 24 25 30 33 39 41 42 45 47 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM YENi KORUMACILlGIN KÖKENLERi 3.1. Giriş ........................................................................................................ 3.2. ABD'de Yeni Korumacı Politikalar ....................................................... 3.2.1. ABD'deki Korumacı Önlemlerin Yasal Çerçevesi .......................... 3.2.2. ABD ve Yeni Korumacılığın Ekonomik Kökenleri .......................... 3.3. AT ve Yeni Korumacılık ......................................................................... 3.3.1. Ekstra AT Korumacılık (Üçüncü Ülkelere Karşı Korumacılık) ........ 3.3.2. Intra-AT (AT-içi) Korumacılık ........................................................... 3.4. Yeni Sanayileşen Ülkeler ve Yeni Korumacılığın Kökenleri ............... 3.5. Tarife Dışı Dış Ticaret Engellerinin Sınıflandırılması ........................... 51 55 55 57 62 62 64 68 71 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TARiFELER ve TARiFE DIŞI DIŞ TicARET ENGELLERi 4.1. Giriş ........................................................................................................ 76 4.2. Tarifeler ................................................................................................... 76 5 4.2.1. Tarifelerin Ekonomik Etkileri ............................................................. 4.2.1.1. "Küçük" ÜlkeVarsayımı ......................................................... ..... 4.2.1.2. "Büyük" Ülke Varsayımı ......... ................................................ ..... 4.3. Miktar Sınırlayıcı Tarife Dışı Engeller .............................................. ..... 4.3.1. Kotalarve Ekonomik Etkileri ............................................................. 4.3.1.1 "Küçük" Ülke Varsayımı ......... ...................................................... 4.3.1.2. "Büyük" ÜlkeVarsayımı .......... ................................................ ..... 4.3.1.3. Tarifelerinve Kotaların Etkilerinin Karşılaştırılması...................... 4.3.2. Gönüllü ihracat Sınırlamaları (ve Düzenli Pazarlama Anlaşmaları) ......................................... ..... 4.3.3. Tarife - Kotalar ................................................................................. 4.4. Mali Nitelikli Tarife Dışı Engeller ........................................................... 4.4.1. Üretim Sübvansiyonları .................................................................... 4.4.1.1. Kendi Kendini Finanse Eden Üretim Sübvansiyonu ............. 77 78 80 82 82 83 84 86 88 90 93 93 95 4.4.2. ihracatSübvansiyonları ................................................................... 96 4.4.2.1. ihracat Sübvansiyonlarının Ekonomik Etkileri: ithalatçı Ülke Açısından ....... ... .................................... ............ 98 4.4.2.2. ihracat Sübvansiyonlarının Ekonomik Etkileri: ihracatçı Ülke Açısından ......................................................... 100 4.4.2.2.1. Tek Bir ihracatçı Ülkenin ihracatı Sübvanse Etmesi Durumu ....................... ,....... ....... ... ........................ 100 4.4.2.2.2. Tüm ihracatçı Ülkelerin ihracatı Sübvanse Etmesi Durumu ................................................................. 4.4.3. Uygulamada Üretimve ihracatSüôvansiyonları .............................. 4.4.3.1. Toplam Süb.vansiyonların GSYiH içindeki Yeri ve Önemi .......................................................................... 4.4.3.2. Sübvansiyonların Sektörel Dağılımı ........................................ 4.4.3.3. Sanayi Sektörünün Süqvansiyonu ve Bütçeye Yüklediği Yük ........................................................................... 4.4.3.4. imalat Sanayiinin Sübvansiyonu ve Sübvansiyon Araçları ... 4.4.3.5. ihracat Sübvansiyonları ........................................................... 4.4.4. Ayırımcı DevletSatınalımları .............................................................. 4.5. idari ve Teknik Dış Ticaret Engelleri .................................................... 4.6 Uluslararası Karteller .............................................................................. 4.7. Damping (Uluslararası Fiyat Farklılaştırması) ..................................... 4.8. Merkezi Planlamayla Yönetilen Ülkeler ve Dış Ticaret ....................... ÖZET ve SONUÇ ......................................................................................... YARARLANıLAN KAYNAKLAR ..................................................................... KAVRAM DiziNi ............................................................................................ 6 101 104 106 106 109 113 115 116 117 120 122 124 126 137 141 GiRiş iktisadi açıdan ülkeler ancak belli koşulların gerçekleşmesi durumunda dış ticaret üzerine engeller koyarak refahlarını artırabilirler. Bu koşulların gerçekleşmesi, büyük sanayi ülkeleri açısından daha kolaydır. Olaya tersinden yaklaşarak, dış ticaret üzerindeki engellerin kaldırılmasının ise refahı artırıcı yönde etkilere sahip olacağını söyleyebiliriz. Liberaliz' syona tüm ülkelerin birlikte gitmesi durumunda, hem tek tek ülkeler, hem de Dir bütün olarak tüm dünya bundan yarar sağlayacak ve dünya refahı topyekun artacaktır. ·1947 yılında kurulmuş olan GATT* esas olarak bu ideali gerçekleştirmek üzere kurulmuştur. 1948-1973 dönemi dünya üretim ve ticaretinin e Ilelee . görülmemiş bir hızla geliştiği bir dönem olmuş, bu dönemde dünya toplam üretimi yılda ortalama % 5 artarken, ihracat da yılda ortalama % Tlik bir büyüme göstermiştir. Bu gelişmeler, dünya ticaretinde Iiberalleşme çabaları için uygun bir ortam yaratmış ve GATT, bu çabaların bir ürünü olarak kurulmuştur. Kuruluşundan günümüze, GATT, çeşitli uluslararası çok yanlı ticaret görüşmelerine öncülük etmiş ve bu görüşmeler sonucunda özellikle tar.ife oranlarında önemli indirimler gerçekleştirilmiştir. Tarifeler konusunda genel eğilim bu olmakla beraber, olaya 'korumacılık' açısından ve geniş bir perspektifte baktığımızda, özellikle 1970'lerden sonra eğilimin tersine döndüğü görülmekte ve gelişmiş piyasa ekonomilerinde korumacı eğilimlerin dozunun giderek arttığına tanık olunmaktadır. 1930'ların korumacı politikalarından önemli ayrılıklar gösteren ve iktisat yazınına "yeni korumacılık" olarak geçen bu politikalar, uluslararası ticaretin gelişmesi önüne "tarife dışı dış ticaret engelleri" diye bilinen engelleri koymaktadır. Türleri binlere yaklaşan ve dünya üretim ve ticaretinin ve dolayısıyla da refahının gelişmesini ciddişekilde sekteye uğratan bu engellerin, özellikle, Türkiye'nin de içinde bulunduğu "yeni sanayileşen ülkeler"in ihracatını önlediği ve günümüzde Iiberalleşme vagonunu bu ülkeler çekerken, yeni korumacılık olgusunun faturasının yine bu ülkelere çıkarıldığı görülmektedir. Bu nedenle bu olgunun etrafı i bir şekilde incelenmesi Türkiye açısından da kritik bir öneme sahiptir. Bu çalışma, bu amaca hizmet etmek üzere hazırlanmıştır. Çalışma, başlıklı dört ana bölümden oluşmaktadır. 'Korumacılığın Nedenleri' birinci bölümde, korumacılığın, ancak bazı koşulların gerçekleşmesi * Ticaret ve Tarifeler Genel Anlaşması 7 ve korumacılık lehinde ileri sürülen görüşlerin çoğunun, özünde, yanlış iktisadi temellere dayandırıldığı gösterilmekte, ayrıca 1960'lardan başlayarak uluslararası ticari ilişkilere damgasını vuran "yeni korumacılık" olgusunun korumacı politikalar içindeki yeri konusunda ipuçları verilmektedir. * Bu bölümün temel iktisat öğretisi şöyle özetlenebilir: Ekonomide bir 'çarpıklık' varsa ve bu çarpıklığın kökeni yurt içindeyse, bu çarpıklığı ortadan kaldırma yönünde kullanılacak politika aracı da yurtiçi kökenli olmalı ve dış ticarete müdahale edilmemelidir. durumunda ülkenin refahını artırabileceği Çalışmanın ikinci bölümünde, özünde çok yanlı bir ticaret anlaşması olan GATT'ın kuruluş nedenleri ve buna ortam hazırlayan iktisadi koşullar ele alınmakta ve GATT'ın oluşturmaya çalıştığı dünya ticaret sisteminin temel nitelikleri vurgulanmaktadır. GATT, esas olarak, dış ticarette liberalizasyonu kolaylaştırıcı ve miktar sınırlamalarını yasaklayıcı bir dizi ilke getirmiştir. Bunlardan en önemli iki tanesi, 'en çok kayırılan ülke ilkesi' diye bilinen ve GATT üyesi ülkelerin dış ticaret ilişkilerinde birbirlerine karşı ayırım gözetmemesi koşulunu getiren 'ayırım gözetmeme' (nondisirimination) ilkesi ve 'karşılıklılık' (reciprocity) ilkesidir. Bu ilkeler bu bölümde ayrıntılı bir şekilde ve eleştirel bir yaklaşımla ele alınmakta ve uygulamada bu ilkelere genelinde neden uyulmadığı ('istisnalar' konusu) üzerinde durulmaktadır. Bu ilkelere uyulmaması, günümüzde, GATT'ln oluşturmaya çalıştığından çok daha farklı bir dünya ticaret sisteminin yaratılmasıyla ve 'Uluslararası Ticarette Korumacı Eğilimler'le sonuçlanmıştır. Yaratılan bu sistemde, tarife-dışı dış ticaret önlemleri olarak adlandırılan ve 'yeni korumacılık' olgusunun politika araçları olan araçlar çok yaygın bir şekilde kullanılmakta ve tüm bu gelişmeler, özünde, sistemin, Türkiye'nin de içinde bulunduğu 'yeni sanayileşen ülkeler'in aleyhinde işlemesi sonucunu doğurmaktadır. Konunun bu ülkeler yönünden taşıdığı önem nedeniyle GATT'ln bu ülkeler ve AGÜ'ler açısından önemi, ayrı bir alt-bölümde ele alınmaktadır. Önemli olmaları nedeniyle bu bölümde ayrı alt-başlıklar altında ele alınan diğer konular, GATT'ln sübvansiyon ve vergiler konusuna yaklaşımı, GATT ve antidamping politikası ve GATT'da tarım ve tekstil politikalarıdır. Bu bölümde ayrıca, GATT çerçevesinde gerçekleştirilen çok yanlı tarife indirimlerinin ekonomik ve politik mantığı üzerinde de durulmaktadır. Bölüm, günümüzde GATT'ln temellerinin sarsılmasına yolaçan başlıca nedenlerin toplu bir şekilde ele alınması ve yeni gelişmelerin gözden geçirilmesi ile son bulmaktadır. * ABD ve AT'yi ayrıca ele korumacı politikalar uygulamaya iten nedenler üçüncü bölümde alınmaktadır. 8 ayrıntılı bir şekilde Ülkelerin ulusal sanayilerini dış rekabete karşı korumalarının kökeninde bir söyleyebiliriz. Bu dengesizlik, ülkelerarası bir yapısal dengesizliktir ve bu dengesizlik arttıkça korumacılığın da artacağını söylemek bir kehanet olmayacaktır. Burada söylenebilecek tek şey, dengesizliğin boyutu ve dozu değiştikçe, korumacılığın da nitelik değiştireceği ve fakat varolmaya mutlaka devam edeceğidir. Çalışmanın üçüncü bölümünde önce yeni korumacılığın nedenleri ve türleri üzerinde durulmakta, daha sonra da çeşitli yazarların konuyu yorumlayışları kısaca ele alınmaktadır. (Örneğin Altvater'e göre (Altvater, 1988), günümüzdeki korumacı eğilimlerin kökeninde, ABD ekonomik hegemonyasına dayalı dünya ekonomik sisteminin kötüye gitmesi yatmaktadır). yapısal dengesizliğin yattığını 1960'1ı yıllardan beri varolan ve 1970'1i yıllardan itibaren dozu giderek artan korumacılık türü 'yeni korumacılık' diye adlandırılan korumacılıktır. Çalış­ manın üçüncü bölümünde esas olarak bu olgunun yasal ve ekonomik kökenlerine inilmeye çalışılmıştır. Bu olgu, sadece gelişmiş piyasa ekonomileri ile yeni sanayileşen ülkeler arasındaki ticaret ilişkileri açısından değil, aynı zamanda gelişmiş ülkelerin birbirleri ile ve AT ülkelerinin kendi aralarındaki ticari ilişkileri açısından da önem taşımaktadır. Kısacası, konunun kavranması, anılan olguya dünya ticaret sistemi açısından ,bakmayı zorunlu kılmaktadır. Bunu yaparken, yeni korumacılık açısından ülkeleri "etkileyen" ve "etkilenen" diye iki gruba ayırmanın yararlı olacağını düşündük. Yeni sanayileşen ülkeler (YSÜ'ler) ve AGÜ'ler daha çok yeni korumacılık olgusundan "etkilenen" ülke konumundadırlar, AT ve ABD ise "etkileyen" konumunda. Bu nedenle, çalışmanın üçüncü bölümünde, yeni korumacılığın kökenleri ABD, AT ve YSÜ'ler açısından ayrı ayrı ele alınmıştır. ATın üçüncü ülkelere karşı uyguladığı korumacı politikalar, AT-içi korumacı politikalardan nitelik olarak bazı farklılıklar gösterdiğinden, AT korumacılığı ele alınırken ikili bir ayırıma gidilmiştir. Üçüncü bölüm, bir sonraki bölüme bir ön hazırlık yapmak amacıyla, 'Tarife-Dışı Dış Ticaret Önlemlerinin Sınıflandırılması' alt-bölümü ile son bulmaktadır. Konusu yeni korumacığın politika araçlarının incelenmesi olan dördüncü bölüm, diğer politika araçları ile karşılaştırma olanağı sağlamak amacıyla önce tarifelerin ekonomik etkilerinin teorik analizi ile başlamakta, bunu diğer politika araçlarının teorik analizi izlemektedir. Türleri binlere varan tarife-dışı engelleri (TDE), ewela, "doğrudan" ve "dolaylı" TDE olarak ikiye ayırmak mümkündür. Doğrudan TDE'de ayrıca (a) miktara ilişkin olanlar (Miktar sınırlamaları-kotalar; tarife-kotalar; gönüllü ih9 racat sınırlamaları; düzenli pazarlama anlaşmaları vs.), (b) mali olanlar (ihracat sübvansiyonları; ihracat kredi sübvansiyonları; devlet satınalım politikaları; vs.), (c) idari olanlar (ithalatın lisansa bağlanması) şeklinde üçe ayrılabilir. Dolaylı TDE'ni de (a) mali olanlar (bölgesel sübvansiyonlar, kamu iktisadi teşebbüslerinin sübvanse edilmesi ve (b) idari olanlar (sağlığa ve emniyete ilişkin düzenlemeler; çevreye ilişkin düzenlemeler; gümrük değerleme prosedürleri, vs.) şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. Tüm bu uygulamaların çeşitli iktisadi etkilerinin olacağı açıktır. Uygulamalar, en doğrudan etkilerini ithalat ve ihracat miktarları üzerinde gösterecektir. Bunun yanında uygulamaların üretim ve tüketim miktarları, üretici ve tüketici artıkları, gelir dağılımı, devletin vergi geliri hasılatı, ödemeler dengesi, dış ticaret hadleri, gibi öğeler üzerinde de doğrudan ve dolaylı etkileri olacaktır. Yapılan analizlerden çıkan temel öğretilerden birisi şudur: Korumacı politikalar uygulanması yoluyla yurtiçindeki üretimin artırılması ancak kaynakların etkin dağılımının bozulması ve belli bir ekstra kaynak maliyeti yükleniImesi pahasına gerçekleştirilebilmektedir. Analizlerden, ayrıca, üretim faktörleri gelirlerinin korumacı uygulamalardan ne yönde ve ne boyutta etkilendiği konusunda da ipuçları elde edilmektedir. Araçların kullanımına ilişkin dünya deneyimi, yani uygulamada bu araçların çeşitli ülkeler tarafından ne şekilde, hangi sektörlerde ve hangi yaygınlıkta kullanıldıkları konusu ise, teorik analizi tamamlar bir şekilde ele alınmaktadır. 10 BiRiNCi BÖLÜM KORUMACILlGIN NEDENLERi Ülkeler, ulusal sanayilerini veya tarım sektörlerini çeşitli nedenlerle korumak isterler. Bir kısmı iktisadi açıdan tutarsız ve tartışmaya açık olan bu nedenleri kısaca şu şekilde sıralamak olanaklıdır. ticaret hadlerinin iyileştirilmesi arzusu: Dış ticaret hadlerinin iyileştirilmesi ve bu yolla ülke refahının arttırılması, korumacı politikaların savunulmasının en önemli nedenlerinden birisidir. iktisadi açıdan dayanağı en sağlam görüş olduğunu söyleyebileceğimiz bu görüş, iktisat yazınında "optimum tarife" diye bilinen bir kavram yardımıyla açıklanmaktadır. * Optimum tarife, yalnızca iktisadi açıdan "büyük" ülkeler tarafından uygulanabilmesi söz konusu olan bir tarife oranıdır. Eğer bir ülke, dış ticaret hadlerini etkileyebilecek kadar "büyük" ise, bu ülke ithalatını kısıtlayarak diğer ülkeleri fiyatlarını düşürmeye zorlayabilir ve bu yolla dış ticaret hadlerini iyileştirerek refahını artırabilir. Bununla beraber, diğer ülkelerin misillernede bulunabileceğini de unutmamak gerekir. Böyle bir durumda, dünya ticareti azalacak ve sonuçta tüm ülkeler bu uygulamadan zararlı çıkacaklardır. 1) Dış 2) Yurt içindeki emeği, daha ucuz olan yabancı emeğin rekabetine karşı koruma arzusu: Bu görüş, iktisadi açıdan yanlış temellere dayandırılmıştır. Burada esas önemli olan, emeğe ödenen ücret değil, emeğin verimliliğidir. Ücret yüksek fakat emek verimliliği yabancı ülkelerdekinden fazla ise, emeğin birim maliyeti yabancı ülkelerden daha düşük olabilir, ki böyle bir durumda, koruma politikası yanlış temellere dayandırılmış olacaktır. Emeğin fiyatı (ücretler) yurt dışında daha düşük olsa bile, buna karşı alınacak önlem, koruma politikalarına başvurmak olmamalıdır. Emeği ucuz olan ülkenin emek yoğun malların üretiminde uzmanlaşarak bunlann ihracatına yönelmesi ve diğer ülkenin de sermaye yoğun mallann üretim ve ihracatında uzmanlaşması, bir diğer deyişle, ticari ilişkilerin karşılaştırmalı üstünlükler ilkesine dayandınlması, kuşkusuz doğru olan yoldur ve ticaretin bu temele dayandınlması, her iki ülkeye de yarar sağlayacaktır. iktisat biliminin öğretisi bu yönde olmakla beraber, günümüzde, özellikle sanayi ülkelerinin, yurtiçindeki emeği yabancı emeğin rekabetine karşı koruma gibi mazeretlerle bazı sanayilerini koruma yoluna gittiklerini görmekteyiz. "Yeni korumacılık" denilen bu korumacılık türü, bu çalışmanın esas temasını oluşturmaktadır. Bu korumacılık türünün genellikle yanlış ve ikgelişmiş * Optimum tarile konusuna ileride "Tarileierin Ekonomik Etkileri" 11 kısmında yeniden değinilecektir. tisadi açıdan tutarsız temellere dayandırıldığını ileride daha ayrıntılı bir şekilde ve örnekleriyle göstermeye çalışacağız. 3) "Bilimsel Tarife Görüşü": Yanlış temellere dayandırıldığını söyleyebileceğimiz birdiğer görüş, iktisat yazımında 'bilimsel tarife' diye bilinen görüştür. Bu fikri savunaniara göre, ulusal üreticileri yurtdışı rekabete karşı korumak için, ithal edilen malların fiyatını, yurtiçindeki benzer malların fiyatına eşit­ leyecek oranda bir tarife (bilimsel tarife) uygulanmalıdır. Fakat böyle bir uygulama, uluslararası düzeyde fiyat farklılıklarını ortadan kaldıracağı ve dolayısıyla da ulusların birbirleri ile ticaret yapmaları için bir neden kalmayacağı için, bu görüşün yanlış temellere dayandırıldığını söyleyebiliriz. 4) istihdamın artırılması ve ödemeler bilançosu açıklarının kapatılması arzusu: Tartışmaya açık olan ve birbirleriyle ile paralellik gösteren iki görüşü de kısaca şöyle özetlemek mümkündür: Ewelce ithal edilen ürünlerin ithalatının engellenmesi ve bu ürünlerin yurt içinde üretilmesine başlanması, bir yandan yurtiçinde istihdamın artmasına (işsizliğin azaltılmasına) yol açarken, diğer yandan da ödemeler bilançosu açıklarının azaltılmasına yardımcı olacaktır. Dolayısıyla, ulusal sanayinin korunması yararlıdır. Bu görüşte bir doğruluk payı vardır, fakat bu doğruluk tartışmaya açıktır. Bir kere, bu politikalar ulusal düzeyde kaynakların etkin dağılımında çarpıklıklara yol açabilir ve sağlanan yararların maliyetini 'astarı yüzünden pahalı' kılabilir. Uluslararası düzeyde ise, bu politikalar, "komşuyu fakirleştiren" türde politikalardır: Bu tür politikalardan sağlanan yarar, ancak başka ülkelerin istihdamıarının azalması ve ödemeler dengesinin bozulması ve dolayısıyla da refah kayıpları pahasına gerçekleştirilebilmektedir. Burada işaret edilmesinde yarar olan bir nokta da, koruma politikasından olumsuz etkilenen ülkede meydana gelecek olan zararın boyutunun, korumacı politikayı uygulayan ülkenin sağlayacağı yararın boyutundan daha büyük olacak olmasıdır. Burada, uygulanan politikadan olumsuz etkilenen ülkelerin misillernede bulunma olasılığının bulunduğuna da işaret etmek gerekir. Böyle bir durumda ise, toplam ticaretin düşeceği ve her iki tarafın da bundan zarar göreceği açıktır. . Buradan çıkarılacak politika sonucu ve dersi şu olacaktır: Başta sözü edilen işsizliği azaltmanın ve ödemeler bilançosu açıklarını kapatmanın sağlıklı yolu, dış ticarete engeller getirmek değildir. Bunun yolu, arzulanan amaçlar doğrul­ tusunda kullanılacak uygun para, maliye ve dış ticaret politikalarıdır. 5) 'Yavru sanayi tezi': Korumacılık lehinde ileri sürülen ve belli sınırlama­ larla da olsa savunulabilecek olan bir görüş de "yavru sanayi tezi" ('bebek sanayi tezi') diye adlandırılan görüştür. Bu görüşe göre, bir ülke belli bir malın 12 üretiminde potansiyel bir karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu halde, bilgi (know how) yetersizliği ve başlangıçta üretim kapasitesinin düşük olması gibi nedenlerle bu malın üretimini başlatamıyer veya başlatmış olsa bile, daha deneyimli yabancı rakipleri ile rekabet edemiyor olabilir. Bu koşullarda, sözü edilen malı üreten sanayii kurmak ve "bebeklik" döneminde yabancı rekabetin olumsuz etkilerine karşı korumak amacıyla, korumacı politikalara başvu­ rulabilir. Böylece, bu sanayiin ölçek ekonomilerinden yararlanması olanak dahiline girecek ve ülke, uzun dönemde, karşılaştırmalı üstünlüğü ele geçirebilecektir. O halde, anılan koşullarda, korumacı politikalar uygulamanın iktisadi bir rasyoneli vardır.* Fakat, hemen belirtelim ki, bu politikalar, arzulanan amaca ulaşıldığında terkedilmelidir. Yani, bu tezde savunulan korumacılık, belirli bir süre için söz konusu olan ve geçici bir nitelik taşıyan bir korumacılıktır. işin zor yanının da bu noktada yattığı açıktır. Ayrıca, bu göruşün iktisadi açıdan geçerli olabilmesi için, korumacı politikalar sayesinde "büyütülen" sanayinin sağladığı yararların, sanayinin "bebeklik" döneminde tüketicilerin daha yüksek fiyatlar ödemeleri nedeniyle katlandıkları ekstra maliyetleri tazmin edecek büyüklükte olması gerekir. 'Yavru sanayi tezi' özü itibariyle geçerli bir tez olmakla beraber, bazı tabi olduğunu da ifade etmek gerekir. Bu sınırlamaları şöyle sınırlamalara sıralayabiliriz: a) Bu görüş, en azından son dönemlere kadar, gelişmiş ülkelerden çok esas olarak, sermaye piyasalarının iyi işlemediği gelişmekte olan ülkeler için geçerli olan bir görüştür. b) Hangi sanayilerin veya potansiyel sanayilerin 'yavru sanayi' kategorisine dahil edileceği konusu tartışmalıdır. c) Çok önemli olan bir nokta da, söz konusu sanayi belirlendikten sonra, arzulanan amaca dış ticarete engeller getirmek yoluyla ulaşılmasındansa, bebek sanayinin, üretim sübvansiyonları verilmesi yoluyla korunmasının iktisadi açıdan daha rasyonelolduğu noktasıdır. Bu görüşün altında yatan iktisadi rasyonel şudur: Burada olduğu gibi, özü itibariyle yurtiçindeki bir çarpıklıktan kaynaklanan bir sorun yine özü itibariyle yurtiçi bir politika * GATT'ln 1955 yılında eklenen XViii. maddesinin 3.bendi, kalkınmakta olan ülkeler için özel ve farklı bir muamelı;ı görme kuralını getirmekte ve "belli sanayilerin kurulmasını sağlamak ve geliştirmek için gerekli olan devlet yardımlarının verilmesi" olanağını vermektedir. Diğer yandan günümüzde ABD dışındaki gelişmiş ülkelerin çoğunun, yüksek teknoloji sektörlerine, yavru sanayi tezi çerçevesinde devlet yardımları verilmesini haklı.gösterdiklerine de tanık olunmaktadır. Bu konu ileride 'GATT ve Sübvansiyonlar' ve 'GATT ve AGÜ ler' başlığını taşıyan alt-bölümlerde ayrıca ele alınacaktır. 13 aracıyla (örneğin bir üretim sübvansiyonu ile) çözülmeli, sorunun çözümü, dış ticaretin engellenmesinde aranmalıdır. * Sorun, dış ticaretin engellenmesi yoluyla çözülmeye çalışıldığında, başka çarpıklıklar yaratılacak (örneğin göreli fiyatlar çarpıtılacak) ve tüketim kalıpları yanlış yönde etkilendirilecektir. Anılan sorunu çözmede bir üretim sübvansiyonunun kullanılmasının başka avantajları da vardır. Bir kere, üretim sübvansiyonu, örneğin bir tarife ile karşı­ laştırıldığında, amaç yönünden daha dolaysız bir politika aracıdır ve amaca ulaşıldığında kaldırılması da daha kolaydır. Sübvansiyonların, tarifelere göre en büyük dezavantajı, kaynak yaratan değil, belli bir kaynağa gerek duyuran bir politika aracı olmasıdır. Buna karşın iktisadi yararları, yukarıda da değinilen nedenlerle tartışma götürmez. ilke bellidir. Ekonomideki çarpıklığın kökeni yurtiçindeyse, bu çarpıklığı çözme yönünde kullanılacak politika aracı da yurtiçi kökenli olmalı ve dış ticarete müdahale edilmemelidir. Bu ilke yalnızca 'yavru sanayi' görüşü için geçerli değildir. Örneğin, işçilerin (diyelim bazı sosyal nedenlerle) bir sanayiden başka bir sanayiye aktarılması arzu ediliyorsa, burada izlenmesi gereken yol, işçileri, yer değiştirmeleri ve yeniden eğitilmeleri konusunda, doğrudan doğruya sübvanse etmektir. Genişleyen sanayiye gümrük koruması sağlamak ve bu yolla bu sanayide fiyatların yükselmesine yolaçmak ve işçilere daha yüksek ücret ödeyebilme olanağı sağlayarak işçileri bu sanayiye çekmeye çalışmak yanlış bir politikadır. Aynı mantık, çeşitli üretim faktörleri arasındaki gelir dağılımını düzenlemek amacıyla dış ticarete müdahale edilmesi (dış ticaret politikası araçlarının kullanılması) söz konusu olduğu zaman da geçerlidir. Burada da yurtiçindeki bir çarpıklığın düzeltilmesi sözkonusudur ve bu çarpıklığı düzeltmenin yolu yine yurtiçi kökenli bir politika aracının kullanılmasından geçmektedir. Burada da, yanlış bir politika izlenerek dış ticarete müdahale edilmesi, girdi fiyatları ve yurtiçi tüketim kalıplarını çarpıtacak ve sorunun çözümünde daha maliyetli bir seçeneği tercih etme anlamına gelecektir. Bu tür yurtiçi çarpıklıkların düzeltilmesi için, örneğin gümrük tarifeleri yoluyla dış ticarete müdahale edilmesi optimal değildir ve ancak 'ikinci en iyi' bir çözüm anlamına gelecektir. 6) Ulusal'güvenlik açısından önemli olan ulusal sanayilerin korunması arzusu: Dış ticaretin engellenmesi ve ithalatın sınırlandırılması, ulusal güvenlik açısından önemli olan ulusal sanayilerin korunması amacıyla da * Bu ilke, korumacı politikaların kullanılmasını savunan diğer görüşler için de geçerli olan ve akılda bulundurulmasında sonsuz yarar bulunan bir ilkedir. 'Üretim sübvansiyonları' konusu, ileride bir alt·böıümde ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır. 14 savunulabilir. Bu durumda da üretimin sübvanse edilmesi, iktisadi açıdan, sanayilerin tarifelerle korunmasından daha rasyoneldir. Yani bu durumda da optimalolan politika üretimin sübvanse edilmesidir. 7) Başka ülkeleri, koruma oranlarını düşürmeye zorlama arzusu : Koruma politikaları, bazı durumlarda, başka ülkeleri, koruma oranlarını düşürmeye zorlamak amacıyla da uygulamaya konulabilir. Bu amaçla uygulanan ve başka ülkeleri tarife oranlarını düşürmeye zorlama amacı güden tarifelere "pazarlık tarifeleri" denmektedir. Bu görüşün ne denli geçerli olduğu tartışmaya açık olmakla beraber zaman zaman ABD tarafından uygulamaya konulduğuna tanık olunmuştur. ileride, yeni korumacılıkla ilgili bölümlerde, bu tür korumacılığın örneklerine işaret edilecektir. 8) Ulusal üreticileri dampinge karşı koruma arzusu : Korumacı politikaların uygulamaya konulmasının bir diğer nedeni, ulusal üreticileri dampinge karşı koruma arzusudur. Damping, bir malın dış piyasalarda "adil" denilebilecek bir fiyatın veya yurtiçinde satıldığı fiyatın altında satılması anlamına gelmektedir ve uluslararası ticaretin en çok tartışılan konularından birisidir. Aşağıda, 'yeni korumacılık' konusu incelenirken, bu konu üzerinde ayrıntılı bir şekilde durulacaktır. Yukarıdaki kısa açıklamaların da gösterdiği gibi, korumacı politikalar genellikle yanlış düşüncelere dayandırılmışlardır ve iktisadi açıdan savunulmaları, bir iki istisnai durum dışında bir Iıayli güçtür. Burada sözü edilen görüşler daha çok "klasik" diye adlandırılabilecek olan ve genel çizgileriyle 'eski korumacılık' diye adlandırılan ve 1960'11 yıllardan başlayarak uluslararası ticarete damgasını vuran bir olgu üzerinde durulacaktır. Hangi tür korumacılık olursa olsun şunu söylemek mümkündür: Korumacı politikalar, çoğu durumlarda, iktisadi refahı olumsuz yönde etkiler. Yurtiçindeki çarpıklıkları düzeltrnek için dış ticarete müdahale edilmesi, sorunları çözmekten çok, toplumsal maliyetleri artırıcı yönde etkilere sahiptirler. Henry George'un veciz sözleri, sanırız, korumacı politikalardan alınması gereken dersi çok güzel bir şekilde ifade etmektedir: "Korumacılıktan alınan ders şudur: Korumacılık, savaşta düşmanlarımızın bize yapmak istediklerini, barışta kendi kendimize yapmaktır." izleyen bölümlerde ayrıntılı bir şekilde incelenecek olan 'yeni korumacılık' olgusunun ortaya çıkış nedenleri 'yasal nedenler' ve 'ekonomik nedenler' olarak ikiye ayrılabilir. Yasal nedenler, esas olarak, uluslararası ticaret sistemini düzenlemek amacıyla kurulmuş bulunan GATT'ln (Ticaret ve Tarifeler 15 Genel Anlaşması) çizdiği genel çerçeveye bazı ülkelerin bazı nedenlerle uymaya yanaşmamasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenlerin belirlenebilmesi, daha önce GATT'1 tanımayı gerekli kılmaktadır. Bundan sonraki bölüm bu amaçla kaleme alınmıştır. Yeni korumacılığın gündeme gelmesinin ardında yatan ekonomik nedenler ise daha sonraki bölümlerin konusunu oluştur­ maktadır. 16 iKiNCi BÖLÜM GATT: DOGUŞU, iLKELERi ve SARSıLAN TEMELLERi 2.1. GiRiş: GATT (General Agreement on Trade and Tariffs-Ticaret ve Tarifeler Genel Anlaşması), 30 Ekim 1947 tarihinde imzalanıp, 10 Ocak 1948'de yürürlüğe giren bir anlaşmadır. Bu anlaşmanın amacı, o günlerin ekonomik koşullarına uygun bir dış ticaret sisteminin oluşturulması ve düzenlenmesiydi. GATT'ln kuruluş nedenlerini kavrayabilmek için o dönemdeki dünya e'konomik ortamını bilmek gerekir. O dönemde ABD, piyasa ekonomilerinin ürettiği gayrı safi hasılanın % 40'ını üreten ve dünya ticaret ve finansının hakimi olan süper bir güçtü. Batı Avrupa ve Japonya, 2.savaşta büyük ölçüde tahrip edilmişti. Az gelişmiş ülkeler (AGÜ'ler) ise esas olarak birincil ürün ihracatçısı ve imalat sanayii ürünleri ithalatçısı konumundaydılar. ABD öncülüğünde Bretton Woods'da oluşturulan dünya para sistemi, sabit kur sistemiydi. Dış ticaret ve sermaye hareketleri ise çeşitli engellere konuydu. Bu durum, o dönemin tartışmasız ekonomik lideri olan ve dünya genelinde net kredi-veren ülke konumunda bulunan ABD'nin uzun dönem ekonomik çıkarları ile çelişmek­ tiydi. Bu nedenlerle ABD, IMF, IBRD (Dünya Bankası) ve GATT gibi örgüt ve anlaşmalarla, temeli serbest dış ticarete dayalı bir dünya ekonomik sistemi oluşturmak amacındaydı. GATT, esas olarak, böyle bir amacın ürünü olarak ortaya çıkmıştır denilebilir. GATT, özünde çok yanlı bir ticaret anlaşmaSıdır. Uygulanabilmesi çoğu kez üyelerin ortak hareket, etmesini gerektirdiği için GATT daha çok uluslararası bir örgüt gibi algılanmaktadır. Anlaşma metninde ise GATT'ln bir örgüt olduğuna dair bir hüküm yoktur. GATT'a bugün 24'ü OECD üyesi olmak üzere 95 ülke üyedir. Buna ek olarak 31 ülke de GATT'ın ticaret kurallarına uymayı kabul etmişlerdir. GATT'a üye olmayan önemli bir ülke SSCB'dir. Fakat SSCB de (bu ülkedeki son gelişmelerden önce) şimdiye kadarki GATT Anlaşmasını 1950/51 Torquay Görüşmeleri sonunda imzalamış, üyeliği ise 1953'de yürürlüğe girmiştir. (Alpar ve Ongun, 1987, ss. 150-151; Barkema et.a!., 1989, s.22). Uzun ve ifade tarzı itibariyle karmaşık bir belge olan GATT, dış ticarette liberalizasyonu kolaylaştırıcı ve miktar sınırlamalarını yasaklayıcı bir dizi ilke getirmiştir. GATT'ln, klasik (olarak adlandırılan) iktisatçıların ilkelerinin kabul edilmesi temeli üzerine inşa edildiğini söyleyebiliriz (Ulusların zenginlik ve refahı ve dünyanın önde gelen ve birbirleriyle ticari ilişkiler içinde olan 17 ülkelerinin, ayırım gözetmeyen -nondiscriminatory- bir tarzda birbirleriyle serbest ticaret esaslarına göre ticaret yapmaları şeklinde özetlenebilecek ilkeler.) Klasik iktisatçıların, rekabetçi güçlerin serbestçe ve adil bir şekilde birbirleriyle ticari ilişkiye girmelerinin, kaynakların optimal dağılımına yolaçacağı ve böylece refahı artıracağı şeklindeki görüşü, GATT anlaşmasının giriş kısmın­ da açık bir şekilde ifade edilmiştir. Anlaşmayı imza eden ülkeler, ifade edilen genel amaçlara, aşağıdaki konulara yönelik düzenlemelerin gerçekleştiril­ mesi yoluyla ulaşılacağını kabul etmektedirler: - Tarifelerin ve diğer dış Uluslararası ticarette - ticaret engellerinin önemli oranlarda ayırımcı (discriminatory) düşürülmesi; uygulamaların ortadan kaldırılması. * Bu iki koşulun, birbirlerinin ayrılmaz bir parçası olduğu kesindir. Ayrıca, ayrımcı uygulamaların kaldırılması konusu, yalnızca devletleri ve ilgili hükümetleri değil, fakat aynı zamanda (iktisadi güçleri bazen devletlerin güçlerini bile aşması söz konusu olabilen) firmaları da bağlamaktadır (Weidemann, 1990, s.29). GATT kurallarına göre, genelolarak, miktar sınırlamaları bir kez kaldırıldıktan veya tarifeler bir kez indirildikten sonra, tek yanlı olarak bir daha artırılamaz veya yeniden uygulamaya konamazlar. Merkezi Cenevre'de bulunan GATT çerçevesinde yapılan çok yanlı ticaret görüşmelerinde, kapsamlı pazarlıklar yürütülmüş ve gümrük tarife oranlarında önemli indirimler sağlanmıştır. Bugüne kadar yapılan çok yanlı görüşmelerin yerleri ve tarihleri sırasıyla şöyledir: Cenevre (isviçre) (1947) (24 ülkenin imzası ile GATT'ın kuruluşu); Annecy (Fransa) (1949); Torquay (ingiltere) (1950-51), Cenevre (isviçre) (1955-56); Dillon Round (1960-1962); Kennedy Round (1964-1967); Tokyo Round (1973-1979); Uruguay Round (1986). izleyen yıllarda, mal ve hizmetlerin uluslararası ticaretindeki gelişme hızı, dünya ticaretinin gelişme hızından yüksekti. Bu durum, uluslararası ticarette sağlıklı bir düzenin sağlanması amacıyla kurulmuş ve 2. savaşı hemen izleyen yıllarda, yalnızca uluslararası anlaşmazlıkları çözme konusunda değil, fakat aynı zamanda sanayileşmiş ülkelerde önemli tarife indirimlerinin gerçekleştirilmesi konusunda da bir hayli başarılı olmuştur. Fakat 1950'lerin ortalarından itibaren ve özellikle de Kennedy Round ticaret görüşmelerinin 1967 yılında sona ermesinden sonra, GATT'ın etkisi giderek azalmaya başlamıştır. "Gönüllü" ihracat sınırlamaları ve 'düzenli pazarlama 2. savaşı * GATT, Basic Instruments and Selected Documents, VoI.IV, Geneva, 1969. 18 anlaşmaları' diye adlandırılan ve tümüyle GATT kuralları dışında yeralan uygulamalar, ayakkabı, çelik ve TV cihazları gibi ürünlerin ticaretinde egemen olmaya başlamış; yurtiçi üretime verilen sübvansiyonlar, yurt içindeki üreticileri himaye eden devlet satınalım politikaları (government procurement policies) ve gerçek anlamda bir ticari temele dayanmayan ve devlet eliyle yürütülen "ticari" ilişkiler son yıllarda giderek artan bir şekilde uygulama alanı bulmuştur. (Tarife dışı dış ticaret engelleri diye adlandırılan bu engeller ve uygulamalar, bu çalışmada çeşitli yön ve etkileriyle ele alınacaktır.) Ayrıca, GATT'ın danışmanlık ve bilgi edindirme gibi konulardaki etkinliğinin de bir hayli azalmaya başladığı gözlenmektedir. Bu durum da, GATT'a yönelik belli hoşnutsuzlukların su yüiüne çıkmasına neden olmaktadır. Bu hoşnutsuzluk konularına aşağıdaki bir alt bölümde ana çizgileri ile değinilecektir. GATT'ln etkinliğindeki azalma trendinin Tokyo Dönemi toplantılarından sonra tersine döneceği ve GATT'ln yine eski önem ve etkinliğine kavuşacağı umulmuştur. Fakat bazı konularda belli ilerlemeler sağlanmış olmasına karşın, çeşitli ülkelerin uygulamaya koyduğu ticaret çarpıtıcı yöntemler nedeniyle GATT'ln uluslararası ticaret sistemindeki çöküntüyü durdurmada pek de başarılı olamadığı görülmüştür. iktisatçılar, GATT gibi örgütlerin kurallarını, ekonomik etkinlik, büyüme ve istikrarı artırıp artırmadıklarına göre değerlendirirler. Fakat bu etkinlik, büyüme ve istikrarın kendi ülkeleri ile mi yoksa tüm dünya ile mi ilgili olması gerektiği konusunda kararsızdırlar. Ve genellikle de, gelirin uluslararası yeniden dağı­ lımının gerçekleşebileceğine inanmadıklarından veya bunu olanaklı görmediklerinden olsa gerek, genellikle milliyetçi bir görüş açısı benimserler. Hemen belirtelim ki GATT'ın esas politika amacı da bir ulusu veya dünyayı oluşturan bireylerin müşterek ekonomik refahlarını maksimize etmek değildir. GATT, esas amacı ulusal devletlerin belli politik amaçlarını gerçekleştirmek veya korumak olan uluslararası bir yasal dökümandır. Ekonomik öğeler bu politik amaçları kuşkusuz etkiler, fakat, eğer GATT bazı ekonomik çıkarları artırıyorsa bile bu çıkarlar tüketicilerin çıkarları olmaktan çok politik açıdan daha etkili olan üreticilerin çıkarlarıdır. IMF ve Dünya Bankası gibi, GATT'ln da geniş anlamdaki amacı, uyuşmazlıkları sonuca bağlayacak mekanizmalar yanında 'iyi davranış' kurallarını oluşturarak, uluslararası düzeyde politik istikrarın gerçekleştirilmesine yardımcı olmaktır (Baldwin, 1989 s.138) (GATT'ın bu amaçların gerçekleştirilmesinde ne kadar başarılı olduğu ise tartışılabilir.) Yukarıda adı geçen örgütlerin şekillendirilmesinde etkili olan ülkeler ve özellikle de ABD, 2.savaşın esas olarak (1930 krizi, uluslararası mali sistem19 deki belirsizlikler, savaş hasarlarının tazmini meselesi ve uluslararası ticaret üzerine konan engeller gibi) ekonomik nedenlerden kaynaklandığı noktasın­ dan hareket ederek yeni bir uluslararası sistem oluşturmaya yönelmişlerdir. ABD'de 1930 yılında çıkarılan Smoot-Hawley Tarife Yasası, 1930 depresyonundan kaynaklanan ticari daralmayı pekiştirmiş ve 1930'lardaki dış ticaret ilişkilerinin genel çerçevesini çizmiştir. Bu duruma bir daha düşülmemesi için bir Uluslararası Ticaret Örgütü'nün (International Trade Organisation) kurulması önerilmiş (Havana Charter-Havana Şartı), fakat bu örgüt bazı ülkeler tarafından kapsamının çok geniş olması nedeniyle kabul edilmeyince Havana Toplantısı, sonunda, yalnızca dış ticaret konularıyla ilgilenmesi konusunda anlaşmaya varılan GATT'ln kurulması ile sonuçlanmıştır. 2.2. GATr'IN TEMEL iLKELERi: GATT'ln en önemli sayılabilecek ilkeleri, ayırım gözetmeme (nondiscrimination) ve karşılıklılık (mütekabiliyet) (reciprocity) ilkeleridir. Ayırım gözetmeme ilkesi (bu ilke daha çok 'en çok kayırılan ülke' ~ 'the most favoured nation' - ilkesi olarak bilinir), GATT'a üye iki ülke arasında tarife indirimi görüşmelerinin sözkonusu olması durumunda, bu indirimlerin GATT'a üye diğer tüm ülkelere de otomatikman uygulıimacağı anlamına gelmektedir. Karşılıklılık ilkesi ise, tarife indirimlerinden yararlanan ülkenin, bu ödüne aynıyla veya benzeri bir indirimle karşılık vermesi anlamına gelmektedir. Bu ilkeler yalnızca dış ticaretin liberalizasyonu açısından değil, fakat aynı zamanda dış ticaretin sınırlandırılması konusunda da geçerlidir. Bir diğer deyişle, eğer bir ülke örneğin GATT Madde XiX çerçevesinde* koruyucu bir önleme başvurmak istediğinde, bu önlemi yalnızca belli bir ihracatçı ülkeye karşı kullanamayacak ve bu ülke ihracatçı ülkeler arasında bir ayırım gözetemeyecektir. Bu yolla ihracatı sınırlanan ülke veya ülkeler, karşılıklılık ilkesi uyarınca, anılan sınırlayıcı önlemler için bir tazminat istemeye de hak kazanacaktır. 2.2.1. 'EN ÇOK KAYıRıLAN ÜLKE' iLKESi: Ayırım gözetmeme (en çok kayırılan ülke) ilkesinin, GATT anlaşmasının temel direği olduğunu söyleyebiliriz. Üye ülkeler bu ilkeye hiç koşulsuz uyma zorundadırlar. Fakat hemen belirtelim ki, uygulamada bu ilkeye uymaktan çok uymamak sözkonusudur. Bu nedenle de çeşitli ulkeler ve iktisatçılar bu ilkenin * Bu madde GATT'ln konumuz açısından en önemli maddelerinden birisidir ve vesilelerle tekrar tekrar ele alınacaktır. 20 aşağıda çeşitli ya da yeniden güçlendirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. GATT'ın 'en çok kayırılan ülke' ilkesine uyulmamasının en belirgin nedeni bazı ülkelerin, bu ilkenin gayrı adilolduğunu ileri sürmeleri ve bu ilkeye koşulsuz olarak uyulması zorunluluğunun yanlış olduğunu vurgulamalarıdır. Bununla ilgili tartışma konuları, Madde XIX'da yansımasını bulan 'himaye' (safeguard) önlemlerinden, çeşitli ülkelerin piyasalarının farklı oranlarda dışa açık olmasına, gümrük birlikleri ve serbest ticaret bölgelerinden 'genel tercihler sistemi'ne kadar çok çeşitli konulardan kaynaklanmaktadır.· Bu durum GATT'a olan güveni azaltmakta ve GATT çerçevesi dışında yer alan ve rejimi y!kıcı etkileri olan çeşitli davranışlara -(ki bunlar bu çalışmanın esas konusudur) kaynaklık etmektedir. ya değiştirilmesi Bu konu ile ilgili olarak ileri sürülen özetlemek mümkündür. * görüşleri ana çizgileri ile şu şekilde 1) Ulusal sanayinin, bir veya bir kaç ülkeden yapılan ithalatın artması nedeniyle önemli ölçüde zarar görmesi durumunda, ihracatlarını arttırmamış olan diğer ihracatçıların ihracatları üzerine tarifeler veya kotaların konulması gayrı adildir. Alan Wolff'a göre (Wolff, 1985), b':J gibi durumlarda ithalat sınırlamalarında seçici bir uygulamaya gidilmesi ve zarar verici bir ihracat artışı gerçekleştirmeyen ülkelerin ihracatlarının sınırlamalara konu edilmemesi, GATT'ln sürmesi açısından zorunlu hale gelmiştir. Bunun yanında, ülkeler ara~ında eşit olmayan uygulamalara kaynaklık eden gümrük birliği ve serbest ticaret bölgesi anlaşmaları** ve 'genel tercihler sistemi' uygulamaları da GATT'ln 'himaye' (safeguard) uygulamalarında seçicilik ilkesinin uygulanması için ileri sürülen nedenlerdendir (Bir diğer deyişle, himaye önlemleri seçici bir şekilde uygr..ılansın, tüm ülkeler aynı sepete konulmasın görüşü savunuluyor ve en çok kayırılan ülke ilkesini koşulsuz uygulama zorunluluğunun çeşitli ülkeleri 'gönüllü ihracat sınırlamaları' ve 'düzenli pazarlama anlaşmaları' uygulama yoluna ittiği ileri sürülüyor)*** 2) 'En çok kayırılan ülke' ilkesinin yukarıdaki gibi koşullu bir şekilde uygulanmasını savunan bir diğer görüş de (Hufbauer, 1.984) mevcut GATT ilkesinin, dış ticarette liberalizasyonun hızını yavaşlattığı şeklindedir. En çok kayırılan ülke iıkesinin koşulsuz uygulanma zorunluluğu beraberinde 'free rider' diye adlandırılan bir sorun getirdiğinden, ülkeler dış ticaret engellerini * Daha ayrıntılı bilgi için (Baldwin, 1989,55.234-235) görülebilir. ** GATT bunlara izin vermektedir. *** Gönüllü ihracat sınırlamaları ve düzenli pazarlama anlaşmaları (sırasıyla, voluntary export restraints' . ve 'orderly marketing agreements'), tarife ayrıntılı.bir şekilde ele alınacaktır. dışı dış ticaret 21 engellerinin en önemlilerindendirve ileride azaltmada isteksiz davranmakta ve diğer ülkelerle ikili görüşmeler yapmayı tercih etmektedirler. 'Gönüllü ihracat sınırlamaları', ikili görüşmeler yoluyla gerçekleştirilen bu tür ihracat sınırlamalarının en tipik örneğidir. ilkenin koşullu olarak uygulanmasının, 'free rider' sorununu çözeceği ileri sürülmektedir. 3) Koşullu 'en çok kayırılan ülke' ilkesi lehinde ileri sürülen bir görüş de, ABD'nin diğer ülkelerden daha açık bir ülke olduğu görüşüne dayandırılır (Cline, 1983). Cline, diğer ülkeleri ABD ölçüsünde dışa açılmaya zorlamak için seçici misilleme uygulaması önermektedir. 4) Aynı yönde diğer bir görüş, eksik rekabet koşulları altında işleyen dış ticaret ilişkileri ile ilgilidir. Buna göre bir ülke, dış ticaret sınırlamalarında (veya ihracat sübvansiyonlarında) seçici davranır ve farklı oranlar uygularsa, uluslararası düzeyde tekel karlarını artırabilir veya tekel karlarındaki payını yükseltebilir. 'En çok kayırılan nanların görüşlerini ülke' ilkesinin koşulsuz bir şekilde ise şöyle özetlemek mümkündür: uygulanmasını savu- 1) Söz konusu ilkenin 'koşullu' bir şekilde uygulanması, ikili ilişkilere (bilateralizm) yolaçar ve uluslararası politik ilişkilerin bozulması sonucunu doğurur. Bu ise, dünya kaynaklarının etkin dağılımını engelleyerek dünya gelir düzeyinin ve büyüme hızının düşmesine neden olur. Çünkü ikili-ilişkiler genellikle, düşük maliyetli üreticiler yerine yüksek maliyetli ihracatçıların tercih edilmesi sonucunu doğrurur. Bu nedenle de ayırımcılık (discrimination), genellikle, amaçlanan sonuçların elde edilmesini engeller. 2) En çok kayırılan ülke ilkesinin koşullu bir şekilde uygulahmasının kabulü, dış ticaret sınırlanması uygulamalarının artmasına yolaçarak GAD'1 sabote edecektir. 3) En çok kayırılan ülke ilkesinin koşullu bir şekilde uygulanması, sistemin yönetimini zorlaştıracak, bürokrasiyi artıracak ve maliyetleri yükseltecektir. 2.2.2. KARŞılıKlılıK iLKESi En çok kayırılan ülke ilkesi konusunda ileri sürülen görüşleri ana çizgileri ile gözden geçirdikten sonra GAD'ln ikinci önemli ilkesi olan 'karşılıklılık' (reciprocity) ilkesi üzerinde de bir kaç söz söylemek yararlı olacaktır. Ewelce de kısaca değindiğimiz gibi gelişmekte olan ülkeler karşılıklılık (mütekabiliyet) ilkesinden istisna edilmişlerdir. Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin, Uruguay Dönemi öncesi GAD toplantılarına katılmada pek istekli olmamaları sonu- 22 cunu doğurmuştur.* Günümüzde ise durum bir hayli değişmiştir. Göreli ekonomik gücü 2.savaş sonrası yıllara göre bir hayli azalmış bulunan ABD, artık daha başarılı olan gelişmekte olan ülkeleri genel tercihler sisteminden çıkarmakta ve bu ülkelerden tam karşılıklılık talep etmektedir. Gerçekten de, son dönemlerde ABD'deki bazı politika yapımcıları ABD'de yeni bir karşılıklılık kavramının geliştirilmesi ve ticaret yasasına konulması gerektiğini savunmakta ve bu yolla ABD'nin, pazarlarını ABD'ye ABD'nin pazarlarını onlara açtığı oranda açmayan ülkelere karşı ticaret engellerini yükseltme hakkını elde edeceğini ileri sürmektedirler.** 2.savaş sonrası dönemde dünya ticaretinin liberalizasyonu yönünde atılan adımlarda karşılıklılık ilkesi, koruma oranlarında (düzeylerinde) yapılan değişikliklerin aynı olması gerektiği şeklinde yorumlanmış ve geleneksel uygulama bu olmuştur. Dolayısıyla, ABD'nin yaptığı gibi, iki ülkedeki koruma düzeylerinin aynı olması şeklindeki bir karşılıklılık yorumu, geleneksel uygulamadan bir hayli farklı bir durumu simgelemektedir. Böyle bir uygulama, çok yanlı dış ticaret görüşmelerinin yerine beraberinde ülkeler arasındaki ikili görüşmeleri getirebilir. Bu durumun da, işleri son derece karmaşıklaştıracağı ve her bir ürün için her bir ülkeye karşı farklı bir koruma oranı ile sonuçlanacağı açıktır. Sonuç, uluslararası ticari ilişkilerde zaten var olan çarpıklıkların daha da artması olacaktır. ABD'li iktisatçı Baldwin, ABD'nin yeni bir karşılıklılık kavramı uygulamaya koyacağına, GAlT madde XXIII'e başvurmasının daha doğru olacağını ve ABD bu yola başvurmayıp yeni kavramı uygulama yolunu seçtiğinde, diğer ülkelerin bu maddeye başvurarak ABD'yi güç durumda bırakabileceğini ileri sürmektedir (Baldwin, 1989, s.230). Baldwin'e göre, bu konuda yaratılacak bir ülkelerarası savaş, mevcut uluslararası ticaret sisteminin çöküşü anlamına gelebilir. " GAlT'ln yukarıda ana çizgilerini açıkladığımız iki temel ilkesi, GAlT üyesi ülkelerin GAlT madde XIX'a başvurmakta neden pek istekli olmadıklarının bir bakıma kaynağını oluşturmaktadır. Üye ülkeler bu maddeye başvurmaktan­ sa, GAD çerçevesi dışında alternatifler arama yolunu yeğlemişler ve ulusal sanayilerini ve tarım sektörlerini korumak· amacıyla 'tarife dışı dış ticaret engelıerine başvurmuşlardır. Bu çalışmanın esas amacı da bu konunun çok * ** Bu konu, aşağıda "GATT ve AGÜ ler" alt bölümünde daha ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır. R.E. Baldwin'e göre ABD'de GATT'a ilişkin mevcut hoşnutsuzluğun temel nedeni aslında ABD'nin uyguladığı makroekonomik politikalardır. Bu politikalar güçlü bir ABD doları ile sonuçlanmış, bu durumda ithalatla rekabet eden sektörleri ve ihracat sektörlerini rekabet etmekte güç durumda bırakmıştır. Dolayısıyla çözüm, GATT maddelerinin değiştirilmesinde değil, ABD'deki makroekonomik politikaların değiştirilmesinde yatmaktadır. 23 yönlü incelenmesi ve açıklığa kavuşturulmasıdır. 2.3. TARiFE iNDiRiMLERiNiN EKONOMiK ve POLiTiK MANTIGI Çok yanlı dış ticaret görüşmelerinden önce gelişmiş ülkelerde ortalama tarife oranları yaklaşık % 40'dl. Önemli tarife indirimlerinin gerçekleştirildiği Tokyo Dönemi görüşmelerinde imalat sanayii ürünleri üzerindeki 'en çok kayırılan ülke' tarifeleri 1/3 oranında indirilmiştir (Dillon, Kennedy ve Tokyo Dönemi toplantılarının her birinde tarife oranları yaklaşık % 25'er oranında azaltılmıştır). Bugün sanayileşmiş ülkelerde ortalama tarife oranları imalat sanayii sektöründe yaklaşık % 5-6 civarındadır. indirimlerin daha büyük oranlarda olamamasının bir nedeni, görüşmelerin ürün bazında yapılmakta oluşu, diğer nedeni ise ABD Kongresi'nin, Ticaret Anlaşmaları Yasasında gerçekleştirilen değişikliklerle çeşitli ve ciddi koruyucu araçlar geliştirmiş olmasıdır. (Salvatore, 1987, s.228). Bu koruyucu araçlar, ileride 'ABD ve Yeni Korumacılık' bölümünde ele alınacaktır. Çok yönlü tarife indirimlerinin uluslararası piyasaların entegrasyonu, kaynakların etkin dağılımı ve ölçek ekonomilerinden yararlanma etkilerini beraberinde getireceği umulmuştur. Tarife indirme görüşmelerinin genellikle başarılı· bir şekilde yürütüldüğünü ve bunlardan olumlu sonuçlar alındığını söyleyebiliriz. Burada, büyük ülkelerin dış ticaret hadlerini iyileştirmek için ekonomik güçlerini kötüye kullanmamış olmaları* ve uluslararası piyasalardaki eksik rekabet koşullarından yararlanmak için kar-kaydırıcı tarifeler uygulama yoluna gitmemiş olmaları ilginçtir. Yapılan bazı çalışmalar, belli koşullarda büyük ülkelerin tarife uygulayarak refahlarını artırabileceklerini gösterdiği halde büyük ülkelerin bu yola başvurmamakta oluşu, 1930'Iarın kötü deneyimlerinden ders alınmış olunmasına bağlanabilir. (Baldwin, 1989, s.226). GAn'ln tarife-indirme mekanizması ve 'himaye' (safeguards) kuralı, GATT'ln ekonomik ve politik amaçları arasındaki ilişkiyi açıklar niteliktedir: iktisat öğretisine göre, tek yanlı tarife indirimleri, birinci-en-iyi politikalar çerçevesinde, ülkenin refahını arttırır. Karşılıklı tarife indirimleri de, aynı şekilde, bu indirimleri gerçekleştiren tüm ülkelere yarar sağlar. Çok yan lı tarife indirimleri sözkonusu olduğunda, ülke refahı - dünya refahı ayırımı önemini kaybeder. Karşılıklılık tarife indirimlerinin ekonomik açıdan daha yararlı olduğu şeklindekiekonomik savunmanın temeli şudur: karşılıklı tarife indirimleri, tek yanlı indirimlerle karşılaştırıldığında, toplam istihdam, ödemeler den" Bu konu evvelce değindiğimiz 'optimum tarife' kavramı 24 ile ilgilidir. gesi Veya döviz kuçları gibi makro değişkenleri olumsuz yönde daha az etkiler. Burada, politik ve ekonomik hedefler arasında bir uyum vardır. Uluslararası politik gerginliğin azaltılması da bir 'kamu malı' olarak değerlendirilebilir. Fakat bireyler, uluslararası politik istikrardan sağlayacakları yararların tam bilincinde değildirler veya bunu önemsemezler ve buna ulaşmaya çalışmanın maliyetlerini yüklenmekten kaçınırlar. Bu nedenle de, karşılıklı tarife indirimlerinden yarar sağlayacağı hemen hemen kesin olan bireylerin bile bu indirimler için aktif destek vermeleri olasılığı bir hayli düşüktür. Gümrük indirimlerinden olumsuz etkilenecek olan ithal ikameci endüstrilerin bu indirimlere şid­ detle tepkide bulunmaları olasılığı ise bir hayli yüksektir. Böyle bir tavır, indirimlerin gerçekleştirilmesini ve çok yönlü tarifeindirimlerinden beklenen yararların elde edilmesini engelleyebilir. Bu nedenle GATT'ın çerçevesini çizerler, bu olasılığa engelolmak amacıyla tarife indirimi görüşmelerinde istisnalara olanak sağlamışlar ve GATT Madde XiX çerçevesinde, ewelce gerçekleştirilen tarife indirimlerinden vazgeçmeye izin vermişlerdir. Bir diğer deyişle, GATT'1 oluşturanlar, dış ticaretin uluslararası düzeyde liberalizasyonu önündeki en büyük engeli, yani üreticilerin direncini, yumuşatmak amacıyla bir 'hi.maye' (safeguards) kuralı koymuşlardır. Bu konu, hemen aşağıda ayrı bir alt-başlık altında ayrıntısıyla ele alınmaktadır. Aşağıda çeşitli konuları bu şekilde alt-başlıklar altında inceleyerek GATT'ln çeşitli yönlerini kavramaya çalışacağız. 2.4. GATT'TA iSTiSNALAR (GATT ve çEşiTLi SEKTÖRLERiN GÜVENCE ALTıNA ALINMASI) Yukarıda, ticarette Iiberalizasyonu kolaylaştırıcı ve miktar sınırlamalarını yasaklayıcı bir dizi ilke getirdiğine ve GATT çerçevesinde düzenlenen çeşitli uluslararası çok yanlı görüşmeler sayesinde özellikle sınai mallar üzerindeki gümrük tarife oranlarının büyük oranlarda düşürüldüğüne değinmiştik. Bu indirimlerin, toplam dünya refahının arttırılması ve uluslararası arenadaki bazı politik gerginliklerin azaltılması yönünde yadsınamaz yararları olmuştur. Bununla beraber, özellikle ithal ikameci sektörlerin bu indirimlerden hiç olmazsa ilk aşamada olumsuz yönde etkileneceği ve bu sektörlerdeki 'üretici artıkları'nda (üretici rantlarında) bir azalmanın meydana geleceği de açıktır. Dolayısıyla indirimlerden olumsuz etkilenecek olan bu sektörlerin indirimlere karşı aktif politik tavır almalarını beklemek pek şaşırtıcı olmayacaktır. Bu ise, oluşturulan lobinin politik gücüne bağlı olarak indirimlerin gerçekleş­ tirilmesini engelleyebilir ve bu yolla sağlanabilecek refah artışlarından GATT'ln dış 25 vazgeçilmesi sonucunu doğurabilir. GATT'ın çerçevesini çizenler, sanırız bu nedenle, tarife indirimi görüşmelerinde çeşitli istisnalara olanak tanımışlardır. Bu istisnalar, ifadesini çeşitli GATT maddelerinde bulunmakta ve esas itibariyle, evvelce gerçekleştirilen tarife indirimlerinden vazgeçme imkElnl sağlamaktadır. GATT'ln , genel niteliklerine evvel ce değindiğimiz kurallarının istisnalarını oluşturan bu maddeler 'GATT safeguard provisions' veya 'GATT escape clauses' olarak bilinir. GATT'I oluşturanlar, dış ticaretin dünya· genelinde liberalizasyonu önündeki en büyük engeli, yani çıkarları zedelenen üreticilerin direncini yumuşatmak amacıyla bu maddeler çerçevesinde bir 'safeguards' (himaye) kuralı geliştirmişlerdir. Buna göre çıkarları zedelenen ve indirimlerden zarar gören sektörler, 'belli koşulların gerçekleşmesi' durumunda yeniden koruma önlemlerine başvurabilecekler, bir diğer deyişle, GATT kurallarından "kaçabilecek" lerdir ('escape clauses'). Sözü edilen GATT Maddelerini bir liste halinde vermekte yarar karşı vardır. Madde Vi : Dampinge konu olan ithalata Madde Xi : Standartların veya tarımsal destekleme politikalarınin uygulanabilmesi önlem almaya izin verir. amacıyla ithalatın sınırlandırılmasına olanak sağlar. Madde XII : Sanayi ülkelerinde ödemeler bilançosunun dengeye getirilmesi amacıyla miktar sınırlaması uygulanmasına olanak sağlar. Madde XVI: (ve Madde VI): Üretim veya ihracat sübvansiyonlarından yaolan ithal mallarına kullanılmasına izin verir. rar Madde XViii : görmüş Kalkınmakta karşı denkleştirici olan ülkelerde ekonomik kalkınma meler dengesi sorunları nedeniyle ticaretin sine olanak sağlar. Madde XIX veya öde- sınırlanabilme­ : Belli bir ürünün ithalatında ani yükselmelere karşı acilen koruma önlemleri uygulanabilmesine olanak Madde XXi vergiler sağlar. : Önemli ulusal güvenlik çıkarlarının korunabilmesi için önlem alınmasına olanak sağlar. Madde XXIV : Belli koşulların yerine gelmesi durumunda gümrük birliklerinin veya serbest ticaret bölgelerinin oluşturulmasına imkan sağlar. 26 Madde XXV : istisnai bazı durumlarda GATT kurallarından feragat etme- ye olanak tanır. Madde XXViii: Üye ülkelerin bir tarife 'bağı'nı devamlı bir surette kaldırma­ sına imkan sağlar. * Üzerinde en çok tartışılan ve bu çalışmanın bütünü açısından esas önemli olan GATT maddesi Madde XIX'dur. Bu madde ulusal sanayinin 'acil' durumlardan korunmasını sağlamak amacıyla ithalatın sınırlandırılmasını 'mazur' görmektedir. Bu maddenin amacı, yurtiçinde ithalatı ikame eden sanayilerin, ithalatın aniden yükselmesi sonucu 'ciddi şekilde zarar' veya 'ciddi şekilde zarar tehlikesi' ile karşı karşıya kalması durumunda, ithal edilen mal üzerine miktar sınırlaması uygulanabilmesini sağlamaktadır. Bu maddeye göre, bir ulusal sanayinin korunma oranı, artan ithalatın bu sanayiye 'ciddi' zarar vermesi veya bu sanayiyi 'ciddi' bir zararla tehdit etmesi durumunda artırıla­ bilecektir (ABD ticaret yasası da aynı ilkeleri benimsemiştir). Bu uygulamadan umulan yarar, serbest piyasa güçlerinden kaynaklanan ithalat artışının yolaçtığı önemli zararları karşılamaya yardımcı olmaktır. ithalat vergilerinin artırıl­ masına bu nedenle ve geçici bir süre için izin verilir. önlemin geçici olması ilkesi önemlidir. Dış ticaret kuraldaha çok işçiler dahil üreticiler etkilendiği ve bunlar bu değişiklikler nedeniyle önemli gelir kayıplarına uğrama tehlikesi ile karşılaşabilecekleri için, GATT kuralları daha çok üreticilere eğilimli bir yaklaşımdadır ve bu durumu bir bakıma haklı görmek mümkündür. Bununla beraber üreticilere verilecek destek yalnızca geçici bir nitelik arzeder ve uygulanması yalnızca önemli derecede bir zarar varsa söz konusu olacaktır. "Ayrıca, idealolanı, yapılacak yardımın, optimum üretim ve değişim ilişkilerini çarpıt­ mayacak bir üslupta verilmesine gayret edilmesidir. GATT'ln mevcut himaye önlemleri (safeguard provisions) (GATT Madde XIX), bu ilkenin kullanılmasına bir örnek teşkil etmektedir" (Baldwin, 1989, s.146). Burada, alınacak larındaki değişikliklerden Yukarıda sözü edilen ilkenin, ithalat için değil de bir ülkenin ihracatla rekabet eden (export competing) sektörlerine uygulanması ise şu anlama gelecektir. "Serbest piyasa koşullarına veya dış dünyadaki mikro iktisadi öğelere bağlı olarak bu sektörlerde meydana gelen ani ihracat kayıplarından kaynaklanan ciddi hasarlar oluşması durumunda, geçici ihracat sübvansiyonlarına izni vermek sözkonusu olabilir... Ürünleri üzerine yabancı * Bu maddelerden XiX, Xii ve XViii (Tan, 1989) da 27 ayrıntılı bir şekilde incelenmektedir. ülkelerde dolayı! vergiler konulması (veya mevcut vergilerin artırılması) veya yine dışarda bu ürünlerin benzerlerine verilen üretim sübvansiyonlarının artırılması sonucu zarar gören bir ihracat sektörüne geçici nitelikte telafi edici ihracat sübvansiyonlarının verilmesi savunulabilir." (Baldwin, 1989, s.147). GATI kuralları "himaye" (safeguard) önlemlerine başvurulmasını, yukarıda belirtildiği gibi, yalnızca ciddi zararların sözkonusu olması durumlarında mümkün kılar ve bu uygulamanın geçici bir süre için geçerli olacağı hükmünü getirir. (Bunların yanında ayrıca uygulamadan olumsuz etkilenecek yabancı ihracatçılara önceden haber verilmesi zorunluğu da vardır ve bu ihracatçıların yitirecekleri hasılatlar için tazmin edilmeleri de öngörülmektedir. Himaye önlemini alan ülke ile, bundan etkilenen ülke veya ülkelerin, alınan önlemin şekli veya verilecek tazminatın miktarı konusunda anlaşamamaları durumunda GATI, sözkonusu diğer ülkenin (ülkelerin), himayeyi uygulayan ülkeye sağladıkları benzer değerdeki ödünlerden vazgeçebilmesine olanak tanı­ maktadır. GATI'ln temel ilkelerinden birinin 'ayırım gözetmeme' (nondiscrimination) ilkesi olduğunu ewelce belirtmiştik. GATI Madde XiX, himaye (safeguard) önlemlerinin ayırırncı olmamaları gerektiğini açık bir şekilde ifade etmez. Buna karşın GATI'm ruhu ve lafzı (örneğin GATI Madde I), himaye önlemlerinin ayırım gözetmeyici olmasını gerektirir yöndedir. GATI Madde XiX, yükümlülüklerin belli bir ürünle ilgili olarak askıya alınabilmesine izin verir, fakat bunun belli bir ülkeye yönelik olarak uygulanması sözkonusu değildir. Bir diğer deyişle, bu madde, üründe seçiciliğe izin verirken ülkeler arasında seçiciliğe izin vermez. Ayırım gözetici (discriminatory) himaye önlemleri, GATI maddelerinin hem ruhu hem de lafzı ile çelişkiye düşer. GATI Madde I, ayırım gözetici sınır önlemlerini, Madde Xl'de ayırım gözetici miktar sınır~amalarını yasaklar. Gerçekten GATI, ayırım gözetmeme konusunda çok az sayıda is- . tisnaya izin verir. Bu istisnalar, Madde XXIV'de yer alan gümrük birlikleri, Madde VI'da yeralan antidamping kohusu ve telafi edici vergiler (countervailing duties) konusudur (Nicolaides, 1990, s.18). GATI Madde XIX'un ifade tarzı son derecede müphemdir. Bu durum, GATI üyelerinin himaye (safeguard) önlemlerini uygulamada çok farklılıklar göstermesi ile sonuçlanmış, her ülke maddeyi dilediğince yorumlamıştır. Bunun bir sonucu olarak da şu durumlar söz konusu olmuştur: 1) Geniş kabul görmüş bir "zarar" (hasar) (injury) tanımı yoktur. Yurtiçi üretime kıyasla artış gösteren her türlü ithalat artışı, uygulamada sınırlama 28 girişimlerine neden gösterilmiştir. 2) ithalat artışı nedeniyle meydana geldiği ileri sürülen hasarın, önceden kestirilemeyen koşulların ve yerine getirilen yükümlülüklerin (yani, ewelce gerçekleştirilen dış ticaret engeli indirimlerinin) bir sonucu olarak ortaya çıkmış olması zorunluluğu şeklindeki GAD ifadeleri, genelolarak gözardı edilmektedir. 'Safeguard'lar yoluyla korumanın esas amacı, olumsuz etkilenen ulusal sanayinin rekabet gücünü yeniden kazanmasını sağlamak üzere,. bu sanayilere yeniden-yapılanma ve rasyonalizasyon olanağını sağlamaktır. Fakat uygulamada görülen, çoğu sanayileşmiş ülkenin, çelik ve tekstil kotalarında olduğu gibi, geçici olarak uygulamaya koydukları önlemleri, dış ticaret politikalarının sürekli bir öğesi durumuna getirmeleridir. 3) Alınan himaye önlemlerinin, ilgili ülkelere (yani uygulamadan olumsuz etkilenmesi sözkonusu olan ülkelere) önceden bildirilmesi olayı pek yaygın değildir. Hele tazminat verilmesi, çok daha ender rastlanan bir uygulamadır. 1950-1986 arasında Madde XiX ile ilgili yalnızca 132 resmi bildirim olmuş, aynı dönemde yalnızca 31 olayda tazminat verilmiştir (Nicolaides, 1990, s.19). 4) GAD Madde I'e rağmen çoğu 'himaye' önemi, seçici bir şekilde belli ülkelere yöneltilmiştir. Ayrıca, alınan çoğu önlem, esas olarak miktar kısıtla­ maları şeklinde olmuştur, ki bu da Madde Xi 'e göre yasaktır. Bu durumlar gözönüne alınarak, özetle şunu söylemek mümkündür: Eğer tüm himaye önlemleri (safeguard provisions) uluslararası düzeyde bir disiplin altına alınmak isteniyorsa, bunun yolu, hem Madde XIX'u hem de ihracat sınırlamasına ilişkin Madde Xi ve Madde XIII'Ü değiştirmekten geçmektedir diyebiliriz (Nicolaides, 1990, s.23). Aşağıdaki lerin tablo, sayısının yıllar ithalatı sınırlamak amacıyla, bazı içinde ülkelerin aldığı önlemkonusunda bir fikir vermektedir. nasıl arttığı Yıllar ve Alınan Önlem Sayısı Ülke 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 ABD 6 18 12 9 5 26 16 AET 5 9 6 4 23 13 41 Kanada 5 4 7 8 17 22 35 16 31 25 21 45 61 . 92 TOPLAM Tablo 1 : ithalatı sınırlamak amacıyla 'escape clause'lara başvurulma sayıları: 1971 - 1977. Kaynak, (Greenaway, 1986, s.161). 29 2.5. GATT ve AZ GELişMiş ÜLKELER (AGÜ'LER) GATT, (görünüşte) kalkınmakta olan ülkeler için özel ve farklı bir muamele görme kuralını getirmiştir. Diğer bir deyişle, AGÜ'lerin GATT çerçevesinde özel ve nispeten ayrıcalıklı bir konumları vardır. GATT kuralları 1965 yılında gelişmekte olan ülkelere ticari ilişkilerde tercihli işlem görme olanağı sağ­ layacak şekilde genişletilmiş ve bu ülkelere, kendi gümrük vergilerini indirmeden gelişmiş ülkelerin gerçekleştirdiği tarife indirimlerinden (en çok kayırılan ülke ilkesi çerçevesinde ve otomatikman) yararlanma olanağı sağlanmıştır. Dolayısıyla bu ülkeler 'mütekabiliyet' (karşılıklılık) üykesini uygulamak zorunda bırakılmamışlardır.* Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin, Uruguay Dönemi öncesi GATT toplantılarına pek fazla ilgi göstermemeleri gibi bir sonuç doğurmuştur. Bu ilgisizliğin diğer nedenleri de kısaca şöyle özetlenebilir: -Gelişmekte olan ülkeler açısından önem taşıyan bazı tarımsal ihraç ürünlerinin GATT çerçevesi ve görüşmeleri dışında bırakılmış olması. (Bu konuya aşağıda 'GATT ve Tarım' kısmında ayrıca değinilecektir). - Bu ülkeler, ayrıca, Genel Tercihler Sistemi (GSP) ve GATT Madde XViii (B) ve XViii (C) nedeniyle de özel ve ayrıcalıklı muamele görme hakkına sahiptirler.** GATT'ın 1955 yılında eklenen XViii maddesinin 2.bendi, kalkınmakta olan ülkelerin "ithalatı etkileyen koruyucu veya diğer önlemleri" almalarının gerekli olabileceğini kabul etmektedir. Aynı maddenin 3. bendi ise "belli sanayilerin kurulmasını sağlamak ve geliştirmek için gerekli olan devlet yardımının verilmesi"ne imkan tanımaktadır. Ayrıca, 1965 yılında eklenen XXXVi. madde, "anlaşmayı imzalamış olan AGÜ'lerin ihracat gelirlerinin hızlı ve sürekli gelişiminin sağlanması gereği" ni kabul etmektedir. (madde XXXVI:2). Madde XXXVII:3'de "anlaşmayı imzalamış bulunan gelişmiş ülkelerin, anlaşmayı imzalamış bulunan AGÜ'lerin ticari çıkarları konusunda özel bir ilgi" göstereceklerini ifade etmektedir. GATT Sekretaryasının bir notunda*** ifade edildiğine göre, telafi edici vergiler, belli sorunların çözülmesi amacıyla kullanılmasına izin verilen ve yukarıda değinilen Madde XXXVii: 3 de ifadesini bulan önlemlerden bir tanesidir. GATT'ın yukarıda değinilen maddeleri, geçmişte, gelişmiş ve gelişmekte * ABD'nin son dönemlerde 'başarılı' olan çıkarmakta olduğunu gelişmekte olan ülkeleri, genel tercihler sisteminden (GSP) ve bu ülkelerden 'tam mütekabiliyet' talep ettiğini burada hatırlatmakta yarar vardır. ** GATT Madde XViii (B), ödemeler bilançosu güçlükleri ile, XViii (C) ise yavru sanayi tezi çerçevesinde ulusal sanayinin ithalata karşı korunması ile ilgili maddelerdir. *** Incentives to Industrial Exports from Developing Countries, paragraf7). 30 (COM/TD/72, Mart 17,1970, olan ülkelerin GA1Ta ilişkin yükümlülüklerinde bir asimetri oluşmasına yol açmıştır. Geçmişte (yani Uruguay Dönemi öncesinde), gelişmekte olan ülkelerin, özellikle özel ve ayırım gözetici muamele görme konularındaki müşterek çıkarları nedeniyle, ticaret görüşme ve pazarlıklarında, birlikte hareket ettikleri görülmektedir. Günümüzde ise gelişmekte olan ülkelerin dış ticaret konusundaki çıkarlarının, artık eski günlerdeki gibi çakıştığını söylemek mümkün değildir. Günümüzde Kuzey-Güney bölünmesi, bazı sanayileşmiş ülkelerin bazı gelişmekte olan ülkelerle çıkar birliği içinde davranmalarına ve belli konu ve sektörlerle ilgili koalisyonlar oluşturmalarına yolaçabilmektedir. Tarımsal ürün ihracatçısı (gelişmiş ve az gelişmiş) ülkelerce oluşturulan Cairns Grubu, bu durumun en tipik örneği olarak zikredilebilir. GATT Madde XVIA, birincil ürünler dışındaki ürünlere ihracat sübvansiyonu verilmesini yasaklamaktadır. Kalkınmakta olan ülkeler GATT'ln bu maddesine katılmamışlardır. Ayrıca GATT sübvansiyonlar Kodu'nun 14.maddesi şöyle demektedir: "Anlaşmayı imzalayan ülkeler, sübvansiyonların, kalkınmakta olan ülkelerin kalkınma politikalarının entegre bir parçası olduğunu kabul ederler" (Madde 14:1). "Dolayısıyla, bu anlaşma, anlaşmayı imzalayan kalkınmakta olan ülkelerin (ihracat sektöründekiler dahil) sanayilerine yardımcı olacak önlem ve politikaları benimsemelerini engellemeyecektir. (14.2). Aynı zamanda "anlaşmayı imzalamış bulunan kalkınmakta olan ülkeler, sınai ürünlere verilen ihracat sübvansiyonlarının, anlaşmayı imzalayan diğer ülkelerin ticaretierini veya üretimlerini ciddi bir şekilde olumsuz etkiiemesine yolaçacak tarzda kullanmayacaklarını kabul ederler" (14:3). Bununla beraber "anlaşmayı imzalamış bulunan kalkınmakta olan ülkeler verilen ihracat sübvansiyonlarının, anlaşmayı imzalamış bulunan bir diğer ülkenin ticaret veya üretimine, bu anlaşmada tanımlandığı şekliyle, olumsuz etkilerle sonuçlanacağı şeklinde bir ön varsayım sözkonusu olmayacaktır. Bu tür olumsuz etkiler, anlaşmayı imzalamış bulunan diğer ülkelerin ticaret ve üretimleri üzerindeki etkilerin iktisadi açıdan incelenmesi yoluyla elde edilen pozitif kanıtlarla gösterilecektir" (14:4). tarafından Bu maddelerin, kalkınmakta olan ülkeler için özel ve farklı bir muamele görme kuralını getiren GATT ilkeleri ile uyum içinde olduğunu söyleyebiliriz. Uruguay Dönemi toplantıları, 43 yıııık geçmişe sahip olan örgütçe düzenlenen 8. toplantıdır. Görüşmelerin temel amacı, üye ülkelerin yaptığı ihracat 31 ve ithalat üzerindeki vergileri ve sınırlamaları kaldırmak ve böylece üreticilerin mal ve hizmetlerini diğer ülkelerde eşit koşullarda pazarlayabilmesini sağla­ maktır. Dört yılı aşkın bir süredir devam eden görüşmelerde gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında özellikle tarımsal ürünler, tekstil ve hizmetler sektörü konularında şiddetli görüş ayrılıkları olmuştur. Tarım, en önemli anlaşmazlık konusudur (Bilindiği gibi hemen tüm sanayileşmiş ülkeler tarımsal ürünlerini devlet eliyle desteklemekte, tarımsal ürün ithalatıarını ise sınırlamaktadırlar). Görüşmelerdeki bir anlaşmazlık konusu daödemeler dengesine ilişkindir. ABD ve AT, gelişmekte olan ülkelerin önemli ödeme güçlükleri olması durumunda GATT kurallarını askıya almasına olanak tanıyan maddenin kaldırılmasını istemektedirler. AGÜ'ler açısından bir diğer kaygı kaynağı da, AT ve ABD-Kanada Serbest Ticaret Anlaşması türündeki bölgesel ticaret bloklarının oluşturulması olmuştur. AGÜ'ler, bu tür bloklarınkorumacı eğilimlerin artmasına yolaçarak AGÜ'lerin dışlanmasına yolaçacağı endişesini taşımaktadırlar. Gerginliğin artmasına neden olan bir diğer etmen, gelişmiş ülkeleri, hizmetler sektörünün ve fikri mülkiyet haklarının (intell9'Ctual property rights) korunmasını GATT ger çevesi altına dahil etmek istemeleri olmuştur. Gelişmiş ülkeler, patent haklarını korumak üzere GATT'ln tek bir rejim yaratmasını ve bu yolla Kuzey'de yaratılan teknolojilerin "çalınması" nedeniyle kaybedilen dolarların geri geterilmesinin güvence altına alınmasını istemektedirler. AGÜ'lerise, böyle bir tutumun kendilerini Kuzeye daha çok bağımlı kılacağını ve ulusal teknolojilerini geliştirmeleri önünde bir engelolacağını ileri sürmekte ve endişelerini dile getirmektedirler (Chatterjee, 1990). Gelişmiş ülkeler, ayrıca, yabancı sermaye üzerindeki sınırlamaların kaldırı­ larak 3. Dünya pazarlarının yabancı sermaye girişine iyice açılmasını da istemektedirler. Bu ülkeler, yabancıların AGÜ'lerde önemli bazı sanayilerde mülk edinmesi üzerine getirilen sınırlamaları, serbest ticaret önünde ciddi bir engelolarak görmekte ve bu yasaların liberalleştirilmesini istemektedirler. Bu konunun Türkiye açısından da önem taşıdığı açıktır. Özetle söylemek gerekirse, Uruguay görüşmelerinde gelişmiş ülkelerin çıkarlarını savunmada genellikle birlikte hareket edebildikleri gözlenirken, gelişmekte olan ülkelerin deneyimsizlikleri nedeniyle bu konuda pekbaşarılı olamadıkları görülmektedir. Son olarak, gelişmekte olan ülkelerin çıkarları açısından önemli olabilecek bir diğer noktaya da değinmekte yarar vardır: GATT maddeleri arasında, 32 verilen sübvansiyonların ithalatçı ülkeler veya diğer ihracatçı ülkeler üzerinde yaratabileceği olumsuz etkileri telafi etme olanağını sağlayan bir madde yoktur. Halbuki, sözkonusu sübvansiyonların, sübvanse edilen malı ihraç eden diğer ülkelerin ihracattaki rekabet güçleri üzerinde yaratabileceği olumsuz etkiler, doğrudan ihracatın sübvanse edilmesi durumunda sözkonusu olabilecek olumsuz etkiler kadar büyük olat;>ilir. GATT, ihracatın sübvanse edilmesini yasaklarken ve böyle bir durum karşısında telafi edici vergi uygulama olanağını tanırken, ihracata konu olan malların üretim aşamasında sübvanse edilmesini yasakl~mamakta ve telafi edici önlemlere başvurma olanağı sağlamamaktadır. Bu durum, (üretimi sübvanse eden ülkelere dış pazarlarda bir rekabet üstünlüğü sağlayıp) gelişmekte olan ülkelerin ihracatta rekabet üstünlüklerinin azaltılması sonucunu doğurarak, ihracat gelirlerinin azalmasına yol açabilir. ihcacatın sübvanse edilmesi durumunda ithalatçı ülkelere telafi edici vergi uy"gulama olanağı tanımanın buradaki karşıtı, (bir ülkede) sübvanse edilmesi sözkonusu olan malı ihraç eden diğer ülkelere, ihracatları üzerine, söz konusu üretim sübvansiyonunu telafi edecek oranda bir sübvansiyon verme olanağı sağlamaktadır. GATT, şu anda buna olanak tanımamaktadır. Bu tür bir telafi edici önleme i~in verilmemesinin ardında yatan mantık, GATT'ın üreticiler lehindeki genel tutumunun bir uzantısıdır; denilebilir. üretim aşamasında Özetle söylemek gerekirse, GATT, ithalatın hızla artması nedeniyle ulusal üreticilerin karşılaşacağı ciddi zararları telafi edici önlemler almaya olanak tanırken, üretimin sübvanse edilmesinin başka ülkelerin ihracat pazarlarının kaybına yolaçması olasılığına karşı telafi edici önlemler almaya olanak tanımamaktadır. Bu durum da, gelişmekte olan ülkeler açısından bir haksız rekabet ortamı yaratabilir ve ihracat pazar paylarının ve gelirlerinin azalması sonucunu doğurabilir. 2.6. GAIT, SÜBVANSiYONLAR ~e VERGiLER iktisatçılar, üretim ve tüketimde söz konusu olabilecek dışsallıkların yolpiyasa aksaklıklarını ortadan kaldırmak amacıyla üretim ve tüketim sübvansiyonlarının (veya vergilerinin) kullanılmasını birinci-en-iyi politika araçları olarak önerirler. Bunun yanında, ayrıca, Paul Krugman'ın 1983 yılında işaret ettiği gibi (Krugman, 1983), araştırma-geliştirme yoğun ve teknololik olarak gelişmeye yatkın olan sanayilerin devletçe desteklenmesi de iktisadi açıdan savunulabilir. Çünkü, bu sektörlerde bilgiye yapılan yatırım, diğer sektörler için de yararlı bilgilerin yaratılmasına yolaçarak (dışsal ekonomiler açtığı 33 ve toplumsal refah ın artırılmasına katkıda bulunacaktır. Dolayısıyla, bu tür sübvansiyonlar söz konusu olduğunda diğer ülkelerin yapması gereken şey, bu tür sübvansiyonlara karşı telafi edici vergi uygulamak değil, araştırma-geliştirmeye yönelik bu tür sübvansiyonların kendi araştırma-geliştirme yoğun sanayileri için de yararlı sonuçlar doğurup doğurmadığını araştırmak ve bu sübvansiyonların kendi araştırma-geliştirme sektörleri için de uygun olup olmadığını irdelemektir, diyebiliriz. yol6yla) maliyetlerin düşürülmesine GATT'ln sübvansiyonlara yaklaşımına gelince: GATT Madde XVi, birincil ürünler dışındaki ürünler .üzerindeki ihracat sübvansiyonlarını yasaklamakta ve belirli bir tarihten başlayarak derhal kaldırılacağını ifade etmekte (Madde XVI:4,), ithalat ve ihracat üzerindeki vergilerin ise yalnızca aşamalı olarak azaıtılacağı hükmünü getirmektedir. 1930'larda ülkelerin ihracatlarını yoğun bir şekilde sübvanse etmiş olmaları ve bir devalüasyon savaşına girmeleri*, GATT'1 kuranları, ihracat sübvansiyonlarının uluslararası gerilimi artırdığı konusunda ikna etmeye yetmiş ve kaldırılmaları gerektiğine inandırmıştır. Ayrıca, ithalat yapan ülkedeki tüketiciler, diğer ülkelerin uyguladığı ihracat sübvansiyonlarından olumlu etkilendikleri halde, ithalatçı ülkelerdeki üreticiler ucuz ithalattan genellikle olumsuz etkilendikleri için ve bunların politik baskı gücü daha fazla olduğundan, sonuç genellikle ithalatın sınırlandırılması şek­ linde olmakta ve GATT da buna olanak sağlamaktadır. GATT maddeleri içinde ithalat sübvansiyonları konusuna ise hiç değinil­ memektedir. ithalat sübvansiyonları, bazı koşullarda devletin bazı temel malları satın alıp sonra bunları tüketicilere daha ucuz bir fiyattan satması durumunda yani dolaylı bir şekilde sözkonusu olmaktadır. ithalatı ikame eden malları üreten üreticilerin yurtiçindeki politik gücü ne kadar büyükse, bu tür sübvansiyonların düşük olması olasılığı o kadar yüksek olacaktır. ithalat sübvansiyonları, yabancı üreticilerin gelirini artıracağı için, uluslararası düzeyde bir politik sorun yaratma olasılığı bir hayli düşük olan bir ticaret-çarpıtıcı uygulamadır. GATT'ln, ithalat sübvansiyonlarını ele almamasının nedeni budur, diyebiliriz. Bir diğer deyişle, GATT'ln, uluslararası düzeyde politik gerginlik ve güçlük çıkarabilecek konulara daha fazla ağırlık verdiğini söylemek mümkündür (Baldwin, 1989, s.143). GATT'ln, yabancı rekabetin artması nedeniyle ulusal gelirde bir azalma meydana gelmesi durumunda, zarar gören sektörün ithalatla rekabet eden sektör olması durumunun, ihracat sektörü olması durumundan daha fazla * Bu devalüasyonların etkisi. genel bir ihracat sübvansiyonu ve tüm ithalat üzerine konan genel bir tarife gibidir. 34 tepkiye yolaçacağı kanısında olduğIJnu söyleyebiliriz. Bu nedenle GAn, sübvanse edilen yabancı ihracata karşı, ithalatı yapan ülkeye (bu ithalatın ulusal sanayiye maddi bir zarar vermesi veya maddi bir zararla tehdit etmesi koşu­ luna bağlı olarak) bu ithalat üzerine telafi edici vergi koyma hakkını vermektedir. Yabancıların verdiği sübvansiyondan bir ihracat sektörünün zarar görmesi durumunda ise* olumsuz etkilenen ülke, GAn kurallarına göre yalnızca ve eğer GAn Sübvansiyon Komitesi tarafından yetkilendirilirse, karşı önlem alabilmektedir. GAn'ın; bir ülkenin başka birülkece verilen bir yurtiçi sübvansiyona karşı GAn çerçevesinde sahip olduğu karşı önlem alma hakkına yaklaşımı biraz daha farklıdır: Yurt içinde verilen bir. sübvansiyonun, o ülkenin ihracatını artırması ve böylece başka bir ülkenin ithalatla rekabet eden sektörüne maddi zarar vermesi durumunda, diğer ülke söz konusu sübvansiyon oranında bir telafi edici vergi koyma hakkına sahiptir. Burada amaç, yurtiçinde verilen sübvansiyona engelolmaktan ziyade, sözkonusu sanayideki maddi hasan ortadan kaldırmak gibi gözükmektedir (Baldwin, 1989, s.226). Daha önce de işaret edildiği gibi, yurtiçinde verilen sübvansiyonun, diğer ülkelerden yapılan ithalatın azalmasına neden olması durumunda ise, diğer ülkelerin tek taraflı bir tepkide bulunmasına izin verilmemektedir. Bununla beraber, sübvansiyon veren ülkenin, bu sübvansiyondan zarar görebileceğine inanılan ülkeyle bilgi alışverişinde bulunması gerekmektedir. Karşılıklı olarak kabul edilebilir bir çözüme ulaşılamaması durumunda ise GAn Sübvansiyonlar Komitesi bir uzmanlar kurulu oluşturarak durumun değerlendirilmesini sağlayabilir. Buradan elde edilecek sonuca göre de Komite "uygun görülen karşı önlemlerin alınmasına" yetki verebilir. GAn çerçevesinde bugüne kadar yapılan çok yanlı görüşmelerde gelişmiş ülkeler ile AGÜ'ler arasında özellikle tarımsal ürünler, dokuma (tekstil) ve hizmetler sektörü konularında ciddi görüş ayrılıkları oluşmuştur. Tarım en önemli anlaşmazlık konusudur. Hemen hemen tüm gelişmiş ülkelerin tarım sektörlerini devlet eliyle destekledikleri bilinen bir gerçektir. Örneğin Japonya pirinç üreticilerini o derecede desteklemektedir ki, bunun sonucunda tüketiciler pirinci dünya fiyatlarının 8 misline varan bir fiyatla tüketmek durumunda kalmaktadırlar (Chatterjee. 1990). Diğer bazı gelişmiş ülkelerin destekleme politikaları sonucu önemli miktarlarda hububat stokları yapma durumunda kaldıkları ve zaman zaman bunları imha yoluna gittikleri de bilinen bir gerçektir. * Bu olasılığa yukarıda AGÜ'lerle ilgili bölümün sonunda değinilmişti. 35 ABD ve AT arasında tarım kesimine sağlanan sübvansiyonlar konusunda önemli görüş ayrılıkları vardır. ATda çiftçilerin önemli bir politik gücü vardır ve bu nedenle AT, tarımsal sübvansiyonlar, ithalat sınırlamaları ve ihracat sübvansiyonları konularında hiçbir ödün vermemekte direnmektedir. Bu tarımsal sübvansiyonlar büyük bir pazar olan ATyi diğer ülkelerin ihracatına kapatmakta ve bu nedenle de ATa haksız bir rekabet avantajı sağlamaktadır. (ABD ve AGÜ'ler bu iddiadadıriar.) Gelişmiş ülkelerin, bu engellerin indirilmesi konusunda bir ilke anlaşmasına varmış olmalarına rağmen, bunların kaldırıl­ masının yöntem ve zaman konusunda Uruguay Dönemi toplantılarında da henüz bir anlaşmaya varamamış olmaları üzüntü vericidir. Bu tür sübvaqsiyon ve engellerin indirilmesi durumunda kalkınmakta olan ülkelerin dünya pazarlarında 60 milyarlık daha fazla tarımsal ürün satabileceği hesaplanmaktadır (Chatterjee, 1990.) Bazı uzmanlar, Bangladeş, Hindistan ve Endonezya gibi bazı Asya ülkelerinin bu indirimlerden ençok yarar sağlayabile­ ceğini, Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin net ihracatlarının ise azalacağını ileri sürmektedirler. Avustralya ve Kanada gibi bazı gelişmiş tarımsal ürün ihracatçısı ülkelerin de bu iı:ıdirimlerden yarar sağlayacağı umulmaktadır. Avustralyalı şeker üreticileri de ABD sübvansiyonlarının kendilerine yılda vergi ve kaybedilen iş olarak 94 milyona malolduğunu ileri sürmektedirler (Chatterjee, 1990). ticaretin "adil ticaret" (fair trade) kurallarına göre işleyişini güvence altına alma çabasındadır. ABD ise adil ticaretin tanımı konusunda GATT ile uyuşmazlık içindedir. ABD'nin adillik (fairness) anlayışı diğer ülkelerinkinden bir hayli farklıdır. Bu farklılık, sübvansiyonlar konusunda da kendini göstermektedir. Örneğin AT ülkeleri, dış pazarlarda pay kaybeden ihracat sektörlerinin paylarının azalması karşısında* bu ihracat sektörlerine sübvansiyon sağlamayı adil bulmakta ve sözkonusu edilen uyum güçlüğünün ithalat sınırlamaları ile karşılanamıyacağına inanmaktadırlar. (Anımsanacağı gibi, GATT'a göre çözüm, güçlüğe giren sektörlerin uyum sağlamasına olanak sağlayacağına inanılan ithalat sınırlamalarından geçmektedir). AT ülkeleri, ithalat sınırlamalarının, ihracat sektörlerine yardımın etkin bir yolu olduğu inancında değildirler. GATT, uluslararası Ayrıca, ABD dışındaki gelişmiş ülkelerin çoğu, yavru sanayi (infant industry) tezi çerçevesinde, yüksek teknoloji sektörlerine (yalnızca tarifeler ve diğer ithalat sınırlamaları yoluyla değil, aynı zamanda düşük faizi i sermaye * Bu pay kaybında, diğer ülkelerin, özellikle Japon'ların, vardır. 36 geliştirdiği modern sınai kapasitelerin etkisi sağlanması da) devlet yardımı verilmesini haklı bulmaktadır. Bu ülkeler ayrıca, ABD'de sanayi sektörünün, devlet destekli muazzam savunma ve uzayaraştırması harcamalarından büyük teknolojik yararlar sağladığı gerçeğine de işaret etmektedirler. vs. yollarıyla ABD ~ışındaki diğer gelişmiş ülkeler, devlet sübvansiyonlarını h~klı gösterirken, GAlT Sübvansiyon Kodu'ndaki şu tür ifadelerden destek almaktadırlar: "Anlaşmayı imzalamış bulunan ülkeler, ihracat sübvansiyonları dışın­ daki sübvansiyonların, sosyal ve ekonomik politika hedeflerini geliştirmesinin önemli araçları olarak kullanıldığını ve anlaşmayı imzalayan diğer ülkelerin bu tür sübvansiyonları, arzu edilebilir olarak kabul ettikleri önemli iktisat politikası hedeflerine ulaşabilmeyi gerçekleştirebilme haklarını sınırlama amacını gütmediğini kabul ederler". Amerikalılar ise, kendi ulusal çikarları açısından, Sübvansiyon Kodu'nun bir başka bölümünün ifadesine sarılmaktadır. Buna göre, "anlaşmayı imzalamış bulunan ülkeler, anlaşmayı imzalamış bir başka ülkenin ulusal sanayiine zarar verebilecek veya zarar verme tehdidinde bulunabilecek olan; veya anlaşmayı imzalamış bulunan bir diğer ülkenin çıkarlarını önemli derecede zedeleyen,.yok eden veya bu ülkelere gidecek yararları olumsuz etkileyen" türden sübvansiyonların kullanılmasından sakınırlar. * ABD yetkilileri, diğer ülkelerce uygulanan sübvansiyonları, gerçekten de çoğu ABD sanayiine maddi zarar (material injury) vermekte olduğunu savunmaktadırlar. ABD ile diğer gelişmiş ülkelerin savundukları bu iki zıt görüşün bağdaştırılıp ticari ilişkilerin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması konusunda tanınmış Amerika'lı iktisatçı Baldwin'in görüşleri kısaca şöyledir: Herşeyden önce "komşuyu-fakirleştiren" türdeki yurtiçi sübvansiyonlarla Madde XIX'da kullanılmasına izin verilen türdeki sübvansiyonlar arasındaki ayırım açıklığa kavuşturulmalıdır. Bir diğer deyişle, dünya ekonomisinin etkin bir şekilde büyümesine yolaçacak sübvansiyonlarla, olumsuz etkileri olacak sübvansiyonlar arasında bir ayırım yapılmalıdır. Ayrıca, kullanılmasına izin verilecek sübvansiyonlar da, geçici, azalan orahlı ve GAlT tarafından dikkatle denetlenebilecek türden olmalıdır (Baldwin, 1989, s.237). uluslararası Burada değinilmesinde yarar dan bir konu da, GAlT'ın, uluslararası ticarete konu olan malla'r üzerine konan geçici yurtiçi vergilerle, bu ürünlere' sağlanan seçici sübvansiyonları ele alış şeklinin asimetrik oluşudur. Kısacası, GAlT'ln vergilerle sübvansiyonlara yaklaşımı farklıdır. Bu farklılığın, esas olarak, GAlT'ln sorunlara üreticiler açısından (producer biased) yaklaşma­ sından kaynaklandığını söyleyebiliriz (Baldwin, 1989, s.142). Bu bakımdan, iktisatçılarca benimsenen bazı standartların, çoğu kez GAlT ile uyuşmadığını * Alıntılar, (Baldwin, 19895.237). 37 söylemek de mümkündür. GAlT çerçevesinde, belli bir mal üzerine konan dolaylı bir vergi açısından, örneğin bir istihlak vergisi (excise tax) açısından, vergilemede 'varış ülkesi ilkesi' " (the destination principle) uygulanır. Ürün, gideceği ülke neresi ise orada vergiye konu olur. Dolayısıyla, bu tür bir vergi ithalat üzerine konurken, ihracatta iade edilir. Seçici sübvansiyonlar (örneğin, belli bir mala sağlanan bir üretim sübvansiyonu) açısından ise 'menşe ilkesi' (the origin principle) uygulanır. Bu, sübvansiyonun yalnızca sübvansiyonu sağlayan ülkede üretilen mallara verildiği anlamına geldiği için, ithal mallar sübvansiyon olamazken, ihraç edilen malların sübvansiyondan yararlanması söz konusudur. Görüldüğü gibi GAlT, vergilerden veya sübvansiyonlardan etkilenen bir tutum sergilemektedir. Bu tutumun, hükümetlerin üreticilere eğilimli tutumunun bir yan ürünü olduğunu söyleyebiliriz. istihlak vergisinin amacı yurtiçi üretimi değil yurtiçi tüketimi vergilendirmektir. Burada varış ülkesi ilkesinin uygulanması, bu vergiyi bir tüketim vergisi yapmaktadır. Dolayısıyla GAlT'ın bu konuda 'varış ülkesi ilkesi'ni uygulaması doğrudur. Seçici bir sübvansiyonun amacı ise, genelolarak, belli bir ürünün yurtiçi üretimini sübvanse etmektir (yurtiçi tüketimini değil). Bu nedenle menşe ilkesi uygulanması gerekir ki GAlT da bunu yapmaktadır. Yani GAlT, her iki halde de tutarlıdır. malların sınırda ele alınış şeklinde farklı Yukarıda değinilen GAlT'ın mevcut sınır ayarlamaları kurallarına göre, yurtiçinde verilen sübvansiyonlar, serbest ticaret durumuna göre ihracatı artırır veya ithalatı azaltır. ihracattaki artışın, ithal edilen ülkede yerleşik sanayilere zarar vermesi veya zarar verme tehdidinde bulunması durumunda, zarar gören ülke, GAlT'ın Vi. maddesine göre, verilen sübvansiyona eşit miktarda bir telafi edici (eşitleyici) vergi uygulayabilir. Söz konusu ürün için sonsuz esnek bir dış talebin sözkonusu olması durumunda* ithalatçı ülkelerin uygulayacağı eşitleyici vergi tamamiyle sübvansiyon veren ülkenin üzerine düşecektir ve o ülkedeki üreticilerin alacağı fiyat vergi miktarınca azalacaktır. Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin çoğu açısından önemli olabilir. Tutarlılık açısından, sübvansiyon durumunda sözkonusu olan telafi ediel. vergilere benzer önlemlerin, dolaylı vergiler için de mümkün kılınmasının doğru olacağını söyleyebiliriz. 'Varış ülkesi ilkesi'nin uygulanması, ihracatın, serbest ticaret durumurıdaki düzeyinin üzerine çıkmasına (veya ithalatın eski düzeyinin altına düşmesine) yolaçtığına göre, yabancıların telafi edici önlem almasına izin verilebilir. Diğer bi~, ifadeyle, ihracat durumunda iade edilen vergi miktarındabir vergiye veya ithalat durumunda, sınırda konulan vergi tutarına * Bu, ihracatçı ülkenin küçük bir ülke olduğu anlamına 38 gelmektedir. eşit bir ihracat sübvansiyonuna izin verilebilir (Baldwin, 1989, s.145). Konuyu bağlamadan önce belirtilmesinde yarar olan bir nokta da şudur. Yukarıda değindiğimiz, sınırlarda uygulanan ayarlamalarda da, telafi edici vergi uygulamalarında da, başlangıçtaki Pareto etkinsizliğin tümüyle ortadan kaldırılması mümkün olamayacaktır. Etkinsizlik, çoğu kez yurtiçinde uygulanan bir politikadan kaynaklanmaktadır ve uluslararası kapsamdaki bir önlem tarafından tümüyle ortadan kaldırılması sözkonusu olamamaktadır. Ayrıca, iktisat biliminin bize şunu öğrettiğini de unutmamak gerekir. Çarpıklık kaynağında tedavi edilmeli ve kaynağı yurtiçinde olan bir çarpıklığı düzeltmek için uluslararası ticari ilişkilere müdahale edilmemelidir. Son bir nokta olarak, GAD'ın ihracat vergilerine de izin verdiğini belirtmeliyiz. Bu izin geçici bir süre içindir. GAD Anlaşmasının giriş kısmı, tarifeIerde olduğu gibi ihracat vergilerinin de, görüşmeler yoluyla zaman içinde azaıtılacağını ima etmektedir. 2.7. GATT ve ANTiDAMPiNG POLiTiKAsı ticarette Iiberalizasyonu kolaylaştırıcı ve miktar sınırlamalarını bir dizi ilke getirmiştir. Bununla beraber GAD, belli koşulların gerçekleşmesi durumunda dış ticaret üzerinde sınırlamaların uygulanmasına olanak da sağlamaktadır. Bu koşullardan biri ihracatta damping uygulanması durumunda gerçekleşmektedir. GAD Madde Vi, iç piyasada dampinge konu olan mallara karşı ithalata sınırlamalar getirilmesine olanak sağlamaktadır. GAD Anlaşmasında, Madde Vl'nın uygulamaya konulmasına ilişkin kural ve yöntemler GAD Antidamping Kodu olarak adlandırılır. Bu kodun temel amaçları, Kodun giriş kısmında açıkca belirtilmektedir. Burada, damping uygulamasına açıkca karşı çıkılmakla beraber, "antidamping uygulamalarının, uluslararası ticaret üzerinde haklı gösterilemeyecek bir engeloluşturmaması gerektiği" de açıkcaifade edilmektedir. GATT, dış yasaklayıcı Evvelce belirttiğimiz gibi, GAD'ın ticari ilişkilerde ayırım gözetmeme ilkesi, en çok kayırılan ülke (most favoured nation) ilkesinin yer aldığı GAD Madde I'de ifadesini bulmaktadır. Hemen belirtelim ki, "damping yasaklanması ve Madde YI'da ifade edildiği gibi, belli koşulların yerine getirilmesi durumunda dampingin telafi edileceği ilkesinin benimsenmesi konusu, ayırım gözetmeme ilkesinin doğal bir uzantısı ve bu ilkenin ayrılmaz bir parçası olarak yorumlanmaııdır" (Weidemann, 1990,·s.29). Dolayısıyla, dampingi yasaklayan GAD maddeleri, anlaşmayı imzalayan ülkelerin korumacı eğilimlerini desteklemeye 39 yönelik bir kaçış vanası sağlamak üzere sokulmamıştır anlaşmaya. Bu maddeler, oluşturulmaya çalışılan sistemin temel ve tutarlı öğeleridir (Weidemann, 1990, s.29). Bir diğer deyişle, GATT'ın antidamping konusundaki tavrı, GATT kurallarının bir istisnası olarak değil, fakat GATT'a.dahil olan ülkelerin temel yükümlülüklerinden biri olarak yorumlanmalıdır (Weidemann, 1990, s.29). GATT kurallarına göre damping, bir malın ihraç fiyatının, yurtiçinde satıldığı fiyattan daha düşük olması durumunda sözkonusu olacaktır. Dampingin bu şekilde tanımlanması, ulusal ve yabancı müşteriler arasında bu şekilde bir fiyat farklılaştırmasını, GATT'ln en önemli ilkesi olan ayırım gözetmemenin ihlali saymakta, adil olmadığını kabul etmekte ve uluslararası rekabet üzerine getirilen bir engelolarak yorumlamaktadır. ATın antidamping yasası, GATT Antidamping Kodu'nun lafzı ve ruhu ile tam bir uyum içindedir. Bu yasa da, Antidamping Kodu gibi, haklar ve yükümlülükler arasında sa~lıklı bir denge kurmakta ve hatta, antidamping uygulamalarının, uluslarara'sı ticareti azaltma tehlikesine karşı, Antidamping Kodu'na ek bazı önlemler de getirmektedir. Bu anlamda, GATT ve ATnin antidamping politikaları arasında bazı farklılıklar olduğunu söyleyebiliriz. Burada, bu farklılıkları ana çizgileri ile belirtmekte yara vardır. * antidamping önlemlerine başvurulmasını azaltmak ikinci gerekli koşulolarak bir hasar testinin yapılması sözkonusudur. Bu uygulama, dampingin yalnızca çok önemli hasara neden olması durumlarında ve hasarın ortadan kaldırılmasını sağlamak üzere koruyucu önlemlere başvurulabilmesi ·şeklindedir. Bu şekilde, dış ticaretin azaltılması yönündeki olumsuz etki en aza indirilmeye çalışılmaktadır. - AT uygulamasında, amacıyla, - ATda 'benzer ürün' yorumu GATT'ın yorum ve kapsamından daha dar Bu yolla, antidamping önlemlerine başvuru taleplerinin azaltıl­ tutulmuştur. ması amaçlanmaktadır. - ATın antidampiiıge ilişkin yasal düzenlemelerini GATT'dan ayiran önemli bir özellik, ATda antidamping önlemlerinin yalnızca Topluluğun Çı kaytarı nı n zedelenmesinin s9zkonusu olması durumunda uygulanabilir olma%ıdır: Dış ticarete müdahale, ancak, Topluluğun çıkarlarının zedelenmesinin söz konusu olması durumlarında mümkün olabilmektedir. Burada Topluluktaki üreticilerin çıkarları kadar tüketicilerin çıkarları da gözönüne alınmakta ve ikisi arasında bir denge oluşturulmaya çalışılmaktadır. - GATT Antidamping Kodu, yetkililerin belli koşullarda kendi inisiyatifleri ile * Ayrıntılı bilgi için (Weidemann, 1990, s.30 ve devam) ve (Messerlin, 1989) görülebilir. 40 bir antidamping soruşturması açmalarına izin vermektedir. Fakat AT bu yolu hiç izlememiştir. AT ancak, dampingden olumsuz etkilenen Topluluk sanayiinin önemli bir kısmını temsil eden tatminkar şikayetlerin alınması üzerine ve üye ülkelere de bu konuda danıştıktan sonra harekete geçmektedir. Şikayetlerin, dampingi, hasarı ve dampingle hasar arasındaki nedensellik ilişkisini kanıtlara bağlaması gerekmektedir. Gerekli olan tüm öğelerin sağla­ namaması; veya şikayetin, Topluluk Sanayiinin önemli bir kısmını temsil eder nitelik ve kapsamda olmaması durumunda şikayetin gözönüne alınması· sözkonusu olmamaktadır. Dampinge konu olan ithalat nedeniyle meydana geldiği ileri sürülen hasarı kanıtlama yükü Topluluktaki ilgili sanayinin üzerine ,~üşmektedir . - Damping konusunda şikayetçi olanlar gibi, ihracatçılar, ithalatçılar veya . (hracatçı ülkenin temsilcileri de, Topluluk Komisyonuna sunulan ve kendi çıkarlarını savunmada yararlı olan tüm bilgileri inceleme hakkına sahiptirler. Taraflardan birinin, Komisyona sunduğu bilgilerin 'gizli' (confidential) olduğunu ileri sürmesi durumunda, bu taraf karşı tarafın savunma hakkını engelIememek üzere konu ile ilgili anlamlı ve 'gizli olmayan' (non-confidential) bir özet sunmakla yükümlüdür. GATT Antidamping Kodu bu tür yükümlülükleri içermemektedir. AT antidamping yasalarında yer alan bu tür yükümlülükler, ihracatçıların ve ithalatçıların, antidamping vergilerin konulmasının hangi koşullarda tavsiye edildiği konusunda ayoınlanmasını sağlaması açısından da yararlıdır. Burada ayrıca, ithalatçı ve ihracatçılara, damping şikayetinin yapılmasından sonra bir durum değerlendirmesi ve hazırlık yapabilmelerine olanak sağlamak üzere beııi bir süre tanındığına da işaret etmekte yarar vardır. AT antidamping yasasının yukarıda değinilen özellikleri, antidamping baş­ vurularının azalması ve böylece de ticaret üzerindeki olumsuz etkilerin minimize edilmesi yönünde etkilere sahip olacaktır. Yasalar, bu nitelikleriyle, damping şikayetlerinin otoriteler tarafından koruma politikasının bir aracı durumuna getirilmesi önünde de bir engel teşkil etmektedir. 2.8. GATT'DA TARIM VE TEKSTiL (DOKUMA) Yukarıda GATTın gelişmekte olan ülkelere yaklaşımını ele alırken, GATT çerçevesinde gelişmekte olan ülkelere bazı ayrıcalıklar tanındığını ve GATT'ln temel ilkelerinden biri olan 'karşılıklılık' (reciprocity) ilkesinin, gelişmekte olan ülkelere uygulanmadığını belirtmiştik. Yine bu ayrıcalıklar çerçevesinde, geliş­ mekte olan ülkeler, GATT görüşmeleri sonucunda gerçekleştirilen tarife in- 41 dirimlerinden, 'en-çok-kayırılan ülke' ilkesinin kendilerine otomatik olarak uygulanması nedeniyle, hiçbir yükümlülük altına girmeden yararlandırılmış­ lardır. Özetle, gelişmekte olan ülkeler, GA1Tın en temel ilkeleri olan 'en-çok kayırılan ülke' ve 'karşılıklılık' ilkeleri açısından ayrıcalıklı bir konuma oturtulmuşlardır. Bu böyle olmakla beraber, gelişmekte olan ülkeler açısından son derece önemli olan, gerek tarım gerekse de tekstil üretiminin*, GAD çerçevesine sağlıklı bir şekilde alınmadığını ve bu konulardaki GAD kurallarının yeterince 'emredici' olmadığını görüyoruz. Bugüne kadar GAD öncülüğünde gerçekleştirilen çok yanlı ticaret görüşmelerinde tarımsal ürünler, tekstil ve hizmetler sektörü, gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasın­ daki şiddetli görüş ayrılıklarının odak sektörlerini oluşturmuştur. Özellikle tarım en önemli anlaşm(ızlık konudusudur. Bu konuda anlaşmazlık yalnızca gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında değildir. ABD ile AT arasında da tarım kesimine sağlanan sübvansiyonlar konusunda önemli görüş ayrılıkları vardır. AT'da çiftçilerin önemli bir politik gücü·vardır ve bu nedenle AT, tarımsal sübvansiyonlar, ithalat sınırlamaları ve ihracat sübvansiyonları konusunda hiçbir ödün vermemekte direnmektedir. Bununla beraber, 1989 yılı Nisan ayında yapılan 6 aylık gözden geçirme toplantılarında, tarımsal ticareti liberalize etme ve tarımsal destek ve korumayı artan-oranlı bir şekilde azaltma konusunda bir anlaşmaya varıldığını da belirtmeliyiz. Tekstil konusunda da 'çok elyaflılar anlaşması'nı aşama aşama sona erdirme yönünde görüşmeler yapılması konusunda ilke anlaşmasına varılmıştır. Burada amaç, tekstili GAD ilkeleri ve disiplini çerçevesine almaktır. Bu noktalara nasıl ulaşıldığını anlayabilmek için, GAD'ın tarım ve tekstile yaklaşımını ana çizgileri ile ayrı ayrı ele almakta yarar vardır. Aşağıdaki satırlarda bu yapılmaktadır. 2.8.1. GATTVE TARIM SEKTÖRÜ GAD, başlangıcından beri tarıma özel bir statü tanımıştır. GATT Madde Xi, hükümetlere, "benzer ürünler"in (like products) ithalatını gerekli olan durumlarda sınırlama yetkisini vermektedir. Hükümetler, bu maddeye dayanarak, ülke içinde üretilen tarımsal ürünlerle rekabet eden tarımsal ürün ithalatı üzerine tarifeler veya kotalar yoluyla sınırlamalar getirme hakkına sahiptirler. Ayrıca Madde XVi, hem üretim hem de ihracat sübvansiyonları kullanıl­ masına olanak tanımaktadır. Bu konudaki tek sınırlama, bu sübvansiyonları * Tekstil ve giyim eşyası ihracatı günümüzde, gelişmekte olan ülkelerin toplam ihracatlarının % 11 'i, imalat sanayii ihracatının da % 25'i mertebesindedir. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda bu ürünlerin toplam katma değere katkısı % 15 - % 30 arasında iken toplam istihdama katkısı da % 20 - % 40 arasındadır (Tang, 1989, s.51). - 42 uygulayan ülkenin, bu uygulamadan etkilenmesi sözkonusu olabilecek ülkelerle, bu uygulama konusunda görüşmeler yapması zorunluluğudur. Fakat bu sınırlama, uygulamada zayıf bir sınırlama olarak kalmıştır. Dolayısıyla, tarımla ilgili uluslararası kuralların, her ülkede ayrı ayrı tarımsal politikalara yolaçan bir nitelik taşıdığını söylemek pek yanlış olmayacaktır. işin ilginç yanı, GATT görüşmelerinde bu iki maddenin kabulü konusunda ısrar eden ülkenin ABD olmuş olmasıdır. Tarıma özel bir statü kazandırılması bu baskılar sonucu olmuştur. Bunun doğal bir sonucu, tarımın, uluslararası kurallar yerine, her bir ülkeye özgü ayrı ayrı kurallara tabi olması olmuştur. Diğer sektörlerde ülke kurallarının uluslararası kurallara uydurulması söz konusu iken, tarımda uluslararası kuralların, bazı ülkelere özgü kurallara uydurulmaya çalışılması söz konusu olmaktadır. Tarıma ilişkin diğer ilginç bir konu da, günümüzde ABD'nin AT'da uygulanan Müşterek Tarım Politikası'nın (Common Agricultural Policy-CAP) yolaçtığı ticaret çarpıtıcı uygulamalara karşı çıkmasıdır. GATT oluşturulurken AET henüz kurulmamıştı ve o dönemde, daha sonra AET'yi kuran Avrupa ülkeleri, tarıma tanınan ayrıcalıklı statüye karşı çıkmışlardı. Daha sonra, CAP'ln oluşturulması ile birlikte, AET'nin tarıma yaklaşımı değişmiş ve CAP, tarife ve sübvansiyon yolu ile AET ülkelerinde tarımsal gelirlerin artırılmasının bir aracı durumuna girmiştir. Bugün artık, CAP, GATT'ln tarım sektörü ile ilgili olarak çizdiği ve yukarıda açıkladığımızesnek çerçeve içinde yerini almıştır. ABD ise, 40 yıl önce işlediği günahın cezasını çekmektedir (Barkema, et. aL. , 1989, s.23). 1960-1962 döneminde toplanan Dillon Dönemi toplantılarına kadar yapılan GATT görüşmelerinde esas olarak, imalat sanayii ile ilgili dış ticaret engellerinin liberalize edilmesi (esas olarak da tarifelerin indirilmesi) ile ilgilenilmiştir. Dillon Dönemi toplantılarının bir özelliği, CAP'ln bu toplantılarda resmen onaylanmış olmasıdır. Başlangıçta CAP'a karşı çıkan ABD sonunda CAP'ın GATT kapsamına alınmasına rıza göstermek zorunda kalmıştır. ABD'nin öncülüğünde gerçekleştirilen Kennedy Dönemi toplantılarında (1963-1967) dünya genelinde tarifelerin indirilmesi konusunda büyük bir başarı elde edilmesine karşın tarım yine görüşme dışı tutulmuştur. Bu toplantılarda AT, sübvansiyonların belli başlı tarımsal ürün üreticisi ülkeler genelinde eşitlenmesi* konusunda bir öneri getirmiş, fakat ABD dahil diğer ülkeler bu öneriyi, kendi ulusal * Bu kavram "moutant de soutien" veya "self-sufficiency norms" (kendine yeterlik adlandırılmaktaydı. Bu öneri, (Barkema, et.a\., 1989, s.24). 'Pazarların paylaşılması 43 anlaşması' şeklinde normları) olarak yorumlanabilir tarım politikalarına müdahale şeklinde yorumlayarak reddetmişlerdir. 1973-1979 yılları arasında düzenlenen Tokyo Dönemi toplantıları, tarımın sektörler gibi ele alınması yönünde çabaların gösterildiği ilk GATI toplantısıdır. Fakat ATın baskıları sonucu, tarım yine diğer sektörlerden ayrı bir şekilde görüşmelere konu olmuş ve sonuçta gerginlikler az;:ıltılacağına artmıştır. 1986 yılında başlayıp halen bitirilememiş olan Uruguay Dönemi toplantılarında ise artık hemen tüm ülkelerin tarımı tartışılması gereken en önemli sorun olarak kabul ettikleri görülmüştür. Buna rağmen, Montreal'de 1989 yılında tamamlanan 'dönemortası gözden geçirme toplantısı'nda bu konuda iyimser olmak için henüz vaktin erken olduğu gözlenmiştir. Bu toplantılarda da ABD ve AT yine iki rakip kutbu temsil etmektedirler. ABD, önümüzdeki 10 yılda ticareti-çarpıtan tüm tarımsal politikaların uygulamadan kaldırılmasını savunurken, AT, mevcut politikaların şimdilik aynen sürdürülmesi yönünde ağırlığını koymaktadır. diğer Bu aşamada, ülke gruplarının korumacılık' konusuna yaklaşımında gözlenen bir çelişkiye işaret etmekte ve GATI'ln tarım sektörüne yaklaşımını ürün grupları bazında ele almakta yarar vardır. Günümüzde, gelişmiş ülkelerin, tarım sektörünü imalat sanayiinden daha fazla korudukları gözlenmekte ve bunun sonucu olarak örneğin Batı Avrupa 'da ve Japonya'da gıda maddeleri fiyatlarının, dünya piyasalarındaki fiyatların iki katı olduğu görülmektedir (Anderson ve Hayami, 1986). Buna karşılık, gelişmekte olan ülkelerin çoğu, tarımı vergilendirirken imalat sanayilerini dış re kab etten koruma yolunu seçmektedirler. iki farklı ülke grubunun korumacılık konusunda izledikleri bu farklı yolun, uluslararası ticaret görüşmele­ rinde "karşılıklıııki' (reciprocity) tartışmaları açısından taşıdığı önem açıktır. Daha güçlü olan gelişmiş ülkeler, imalat sanayii üzerindeki koruma oranlarının karşılıklı olarak indirilmesi konusunu gelişmekte olan ülkelere dayatırlarken, tarım sektörü üzerindeki korumanın kaldırılması yönünde gelişmekte olan ülkelerden gelen önerileri çeşitli mazeretler ileri sürerek sürüncemede bırak­ maktadırlar. ılıman iklimierde yetişen tarımsal ürünlerin ticareti, GATI'ın kuruluşundan beri hep bir sorun olmuştur. Tropikal ürünlerin çoğu, ham madde niteliği taşımaları nedeniyle, gelişmiş ülkelerde (OECD ülkelerinde) oldukça düşük oranlı tarifelere konu olmakta ve bu ürünlerin ticareti GATI kapsamına girmektedir. Asttropikal (subtropical) ürünlerle ılıman iklimierde yetişen ürünlerin, OECD ülkelerine ithalı üzerinde ise çeşitli engeller vardır ve ürünlerin ticareti GATI kapsamı dışında tutulmuştur. Geçmişte ABD'nin yaptığını bugün '-- 44 AT ve Japonya yapmakta ve bu ülkeler, ulusal tarım politikalarının uluslararası kuralların dışında tutulması yönünde büyük direnç göstermektedirler. CAP'ın GATT'ça tasvip görmesi, bu direncin meyvelerini verdiğinin en açık göstergesidir. Son 25-30 yıldır uluslararası tarımsal ürün ticareti ikili anlaşmalarla yürütülür hale gelmiş ve bu konuda dile getirilen çeşitli 'gayriadil uygulama' şikayetlerine karşın gözyumulan 'himaye' (safeguard) önlemleri, istisna değil genel uygulama niteliği kazanmıştır. On yıl öncesi ile karşılaştırıldığında, geliş­ miş ülkelerin tarım sektörüne sağladığı sübvansiyonların dramatik ölçülerde arttığı görülmektedir. ABD'de tarıma sağlanan sübvansiyon 1980'de $2.7 milyardan 1986'da $25.8 milyara çıkmıştır. AT'da da tarımsal destek 1976'da $6.2 milyardan 1986 'da $21.5 milyara yükselmiştir (Valdes, 1987, s.571). Sanayileşmiş ülkelerin çoğunda uygulanan tarımsal ticaret politikaları, esas olarak, geliri tarım sektörüne doğru yeniden dağıtmanın bir aracı olarak kullanılan tarımsal destekleme politikalarının koltuk değneği işlevini görmektedir. Fakat yapılan çalışmalar, uygulamalara karşın tarım sektöründeki küçük üreticilerin gelirinin amaçlandığı gibi artırılamadığını göstermektedir (GATT, 1986, s.29). 2.8.2. GATT VE TEKSTiL (DOKUMA) SEKTÖRÜ Gelişmekte olan ülkeler açısından çok önemli bir yere sahip olan tekstil konusundaki gelişmeleri tarihsel bir perspektif içinde ele almak, konuyu aydınlığa kavuşturmak açısından yararlı ve gereklidir. 1960'1ı yılların başla­ rında, gelişmiş ülkeler, tekstil ve giyim eşyası (hazırgiyim) sanayilerini geliş­ mekte olan ülkelerin giderek artan rekabetine karşı koruyabilmek için, bu ülkeleri, tekstil ve giyim eşyası ticaretini düzenlemek için özel düzenlemeler yapılması gerektiği konusunda ikna etmeyi başarmışlar ve bu özel düzenlemelerden amacın, gelişmiş ülkelere, ilgili sanayilerinde gerekli olan yapısal uyumu gerçekleştirebilmeleri için bir "soluk alma" olanağı sağlamak olduğunu ifade etmişlerdir. 1950'lerin sonunda Japon pamuklu dokuma ihracatı karşısında bunalan ABD, 1961 yılında, pamuklu dokuma ticaretini sınırlama amacın! güden Kısa Dönemli Pamuklu Dokuma Anlaşması'nın (Short Term Cotton Arrangement) imzalanmasına öncülük etmiştir. Bu anlaşma, daha sonra, önce Uzun Dönemli Pamuklu Dokuma Anlaşmasına (1962), daha sonra da (1974'de) Çok Elyaflılar Anlaşması (Multifibre Arrangement) diye bilinen anlaşmaya dönüşmüştür. Bu anlaşmaya göre ithalatçı ve ihracatçı ülkeler arasında ikili-anlaşmalar yapılır. Gelişmiş ülkeler çok elyaflılar anlaşması çerçevesinde Japonya dışındaki diğer gelişmiş ülkelerin tekstil ve giyim eşyası 45 ·ihracatları üzerine bir sınırlama getirmemişlerdir (Bununla beraber gelişmiş ülkelerin bu anlaşma dışında birbirlerinin ihracatlarını, yani birbirlerinden yaptıkları ithalatı sınırlama yoluna gittikleri görülmektedir. Örneğin 1980-1983 arasında AET, ABD'nin tekstil ihracatına karşı üç antidamping davası açmıştır (Tang, 1989, s.53). Bu anlaşmayı imzalamış bulunan ülkelerin tekstil ve giyim eşyası ihracatları, dünya ihracatının % 90'1 civarındadır. Fakat çok elyaflılar anlaşması çerçevesinde yalnızca gelişmekte olan ülkelerin ve Japonya'nın tekstil ve giyim eşyası ihracatları kotalar yoluyla sınırlandırılmaktadır. Bu da dünya tekstil ve giyim eşyası ihracatının yaklaşık % 50'sinin kotalar yoluyla sınırlamalara konu olması anlamına gelmektedir (Tang, 1989, s.;;1). Çok Elyaflılar Anlaşması'nın imzalanmasından bugüne kadar yaklaşık 30 yıl geçmiş olmasına karşın, gelişmiş ülkelerin başlangıçta talep ettikleri "soluk alma" dönemi bir türlü bitmek bilmemiş, bu özel düzenleme çeşitli kereler tadil edilerek, giderek daha kısıtlayıcı bir nitelik kazanmıştır. Her evresinde kısıt­ layıcı ve ayırım gözetici olmuş olan bu düzenlemelerin, GAD'ta ifadGsini bulan çok yanlı ticaret görüşmelerinin temel felsefesiyle ve bu felsefenin temelinde yatan karşılaştırmalı üstünlükler ilkesiyle bağdaştığını söylemek mümkün değildir. Bu nedenle, bu anlaşmayı uluslararası ticaret sisteminin itibarını aşındıran en önemli öğelerden biri olarak yorumlamak gerekir. ilerideki bölümlerde ayrıntıları ile inceleyeceğimiz 'gönüllü ihracat sınırlamaları'nın kökeni de bu anlaşmada yatmaktadır. Şimdilik çelik, otomobil, evelektronik aletleri, makina aksarnı ve yarı-iletkenler (semiconductors) gibi alanlarda yaygın olarak uygulama alanı bulan gönüllü ihracat sınırlamalarının diğer ürünlere kayması, uluslararası ticaret sisteminin tümüyle çökmesi anlamına gelecektir. Gelişmekte olan ülkelerin baskılan sonucu tekstil ve giyim eşyası, Uruguay Dönemi ticaret görüşmelerine dahil edilmiştir. Amaç, tekstil ve hazır giyim ticaretinin gerçek anlamıyla liberalize edilmesidir. Fakat bu konuda bir başanya ulaşılabilmesi, GAD çerçevesinde yürütülen 'himaye' (safeguards) konusu ile ilgili görüşmelerin başarı ile sürdürülmesine bağlıdır. Bu konuya ilişkin GAD kural ve disiplinin güçlendirilmemesi durumunda, tekstil ve giyim eşyasının GAD çerçevesine dahil edilerek Çokelyaflılar Anlaşmasının iptal edilmesi, tekstil ve giyim eşyası ticareti üzerindeki sınırlamaların elimine edilmesini güvence altına alamayacaktır. Burada önemle işaret edilmesinde yarar olan nokta şudur: Gelişmekte olan ülkelere karşı uygulanan ayırırncı kota sınırlamalarını kaldırmaksızın çok yanlı görüşmeler yoluyla tarife indirimlerine gidilmesi, yalnızca, ihracatları sınırlamalara konu olmayan gelişmiş ülkelere ek avantajlar sağlayacaktır. Ayrıca, farklı nitelikteki görüşme konularının karma toplantılarda ele alınması, uygulamada, genellikle, gelişmiş ülkelerin geliş­ mekte olan ülkelerden ek ödünler sağlamaları ile sonuçlanmaktadır. Bu da kuşkusuz, gelişmekte olan ülkelerin çıkarları ile bağdaşmamaktadır. Çok Elyaflılar Anlaşması, 1977, 1981 ve 1986 yıllarında gözden geçirilmiş 46 ve kapsam gerek ürün ve gerekse ülkeler açısından genişletilirken, geliş­ mekte olan ülkelere yönelik ayırım gözetici uygulamalar da yoğunluk kazanmıştır. 1986 Genişleme Protokolu (Protocol of Extention), uygulama alanını, tüm bitkisel elyafı ve ipeği içerecek şekilde genişletmiş, böylece her türlü elyafın Çokelyaflılar Anlaşması kapsamına alınması sağlanmıştır. Adı geçen protokol, ithalatçı ülkelerin, ülkelerinde üretilmeyen ürünler üzerinde de ithalat sınırlamaları uygulamasına olanak tanımaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin çıkarları ile hiç de bağdaşmayan bu tür kapsam genişlemelerinin bir bakıma gelişmiş ülkelerin, özellikle ABD'nin, yoğun baskıları ile gelişmekte olan ülkelere dayatıldığını söyleyebiliriz. 2.9. GATT'IN SARSıLAN TEMELLERi VE YENi GELişMELER GATT'ln kurulduğu yıllarda (1940'ların sonlarında) dünya bugünkünden çok farklı bir dünyaydı ve GATT bu farklı dünyanın dış ticaret sistemini oluş­ turmayı ve düzenlemeyi amaçlıyordu. O dönemde Batı Avrupa ve Japonya 2. savaş nedeniyle büyük ölçüde tahrip edilmişti, ABD ise dünya ticaret ve finansına egemen olan, tartışmasız bir süper güç konumundaydı. Az gelişmiş ülkelerin, esas olarak birincil ürün ihracatçısı ve imalat sanayii ürünleri ithalatçısı olmaları durumu ise, bugünkünden daha belirgindi. Kur sistemi olarak, 1944'de Bretton Woods'da oluşturulan sabit kur sistemi geçerliydi. Dış ticaret ve sermaye hareketleri ise çeşitli engellerle karşı karşıyaydı. Bugün ise tümüyle değişik bir dünya sözkonusudur. Artık ABD'nin ekonomik hegemonyası, Japonya, AT ve yeni sanayileşen ülkelertarafından ciddi bir şekilde tehdit edilmektedir. Ülkeler ve ekonomik bloklar, dış ekonomik iliş­ kiler bakımından birbirlerine çok daha bağımlıdırlar ve sermaye akımları bakı­ mından da birbirlerine çok daha sıkı bir şekilde entegre olmuşlardır. Dünya para sistemi de 1971-1973 döneminden sonra esas olarak esnek kur (kirli dalgalanma) sistemine dönüşmüştür. Tüm bu değişme ve gelişmeler GATT'ın anahtar niteliğindeki bazı yapı taşlarını temelinden sarsmıştır. Bu da GATT'ln kural ve işleyiş mekanizmalarına ilişkin çeşitli hoşnutsuzlukların su yüzüne çıkmasına yolaçmıştır. Bu hoşnutsuzluk konularını dört gruba ayırmak olanaklıdır. * 1) GATT anlaşmasının temel direği niteliğinde olan, 'en çok kayırılan ülke' ilkesine koşulsuz uyma zorunluluğu. Evvelce de ifade edildiği gibi, uygulamada, bu ilkeye uymaktan çok uymamak sözkonusudur. 2) Mevcut GATT k':!rallarının (özellikle ticari uygulamaların "adil" olmasına ve tarım ve tekstil ürünlerine ilişkin olan kuralların) yeterince emredici olmaması. * ayrıntılı bilgi için (Baldwin, 1989, s.233-242) ve Tan, 1989) görülebilir. Bu ülkeleri GATT dışında 'Safeguard' himaye önlemleri almaya ittiğini, bunun da konusu olan yeni korumacılık'ın nedenlerinden biri olduğunu anımsamakta yarar Bu konuda daha hoşnutsuzlukların, bu çalışmanın vardır. 47 3) GATI kural ve maddelerinin kapsamının dar olması. Bu durum, bazı önemli alanların GATI çerçevesi dışında kalmasına yolaçmakta, bu da bir hoşnutsuzluk 'kaynağı oluşturmaktadır. Bu alanlardan en önemlileri ve Uruguay Dönemi toplantılarında üzerinde en çok durulanları, hizmetler sektörü, ticaretle ilişkili yatırım koşulları (trade-related investment requirements) ve fikri mülkiyet (entellektüel donanım) hakları (intellectual property rights) dır. 4) Anlaşmazlıkların çözümüne ve gelişmekte olan ülkelerin sorunlarına yönelik mevcut GATI maddelerinin ve mekanizmalarının etkisiz ve gayri adil olduğu iddiaları. Tüm bu hoşnutsuzluk ve eleştiri konuları GATI maddelerinin yeniden ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Yukarıda ana çizgileri ile belirtilen hoşnutsuzluk konularındanilk ikisi önceki alt-bölümlerde oldukça ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştı. Burada ise, son iki hoşnutsuzluk konusu üzerinde bazı bilgiler vermekte yarar vardır. Son dönemlerde ABD, GATT çerçevesine konu olmayan bazı alanların da GATT çerçevesine alınması yönünde çaba götermektedir. Bu alanlar, hizmetler sektörü ile ilgili uluslararası ticaret, ticaret bağlantılı yatırım koşulları, taklit (sahte) üretim (counterteiting) ve entellektüel mülke ilişkin haklar ile ilgilidir. çoğu ülkeler, özellikle de gelişmiş olanlar, bu konuda ABD'yi desteklemiş, AGÜ'ler ise yatırımla ilgili olan dışında, bu konuların GATT'da tartışılmasına şiddetle karşı çıkmışlardır. Yatırımla ilgili koşullar konusunda ise gelişmiş ülkeler arasında bile tam bir görüş birliği yoktur. Hizmet ticaretinin GATT çerçevesine alınması çabaları, bu sektörün öneminin uluslararası ticarette ne denli arttığının iyi bir göstergesidir. Günümüzde, özel kesim hizmet ihracatı gelirleri, dünya toplam mal ihracatı değe­ rinhı-yaklaşık beşte biri kadardır. Hizmetleri, Sampson ve Snape'in yaptığı gibi dört kategoriye ayırmak (Sampson ve Snape, 1985), bunlara ilişkin ticaretin liberalize edilmesi çabalarında karşılaşılabilecek güçlükleri kavrama açısın­ dan yararlıdır. Sampson ve Snape, ticarete konu olan hizmetleri şu dört gruba ayırmaktadır: 1) Hizmeti üreten faktörlerin veya hizmetten yararlananların uluslararası hareketini gerektirmeyen işlemler. Danışmanlık, sigorta, bankacılık ve teknolojik bilgi sağlama hizmetleri birinci kategorideki hizmetlerin örnekleridir. Burada üretim faktörleri ihracatçı ülkededir ve hizmet, iletişim araçları yoluyla ihraç edilir. 2) Üretken faktörlerin uluslararası hareketi sonucu meydana gelen fakat hizmetten yararlananların uluslararası hareketini gerektirmeyen işlemler. Üretken faktörlerin ithalatçı ülkeye naklini içeren sigorta, bankacılık, taşıma­ cılık ve inşaat hizmetleri ikinci kategorinin örnekleridir. 3) Hizmeti sağlayanın değil, fakat hizmetten yararlananın uluslararası hareketi sayesinde oluşan hizmetler. Bunun örnekleri turizm ve eğitim hizmet- 48 leridir. 4) Hem üretimfaktörlerinin hem de hizmetten yararlananların uluslararası hareketini gerektiren işlemler. Bir ülkeye ait uçak veya gemilerin, başka bir ülkenin yolcularını üçüncü bir ülkeye nakletmesi bu kategoriye ait hizmetlere örnek gösterilebilir. Yukarıdaki sınıflandırmaya dayanarak, hizmetlerin uluslararası ticaretini engelleyen politikaları da, yine Sampson ve Snape'in yaptığı gibi üçe ayırmak mümkündür: (1) doğrudan hizmet işlemleri ile ilgili olanlar (burada, mal ticaretine benzer bir durum söz konusudur); (2) hizmetlerin üretilmesinde 3ullanılan üretim faktörlerinin uluslararası hareketi üzerine konan engeller; (3) hizmetten yararlananların uluslararasında hareketine getirilen engeller. Bu üç gategori engel içinde liberalizasyon açısından en çok güçlük çıkarması muhtemelolan, ikinci tür engellerdir. Hizmetler sektörünün GATT çerçevesine dahil edilmesine ilişkin tartışmalar çok sert geçmiştir ve bundan sonra da sert geçmeye adaydır- özellikle bankacılık, sigortacılık ve telekomünikasyon gibi, devletin ağırlığının yoğun olduğu alanlarda. Ticaret-bağlantılı-yatırım koşullarının GATT çerçevesi altına alınması yönündeki çabaların daha sınırlı olduğunu görüyoruz. Burada yerel-malzeme kullanma koşulları (Iocal-content requirements) konusu özel bir yere sahiptir. Yabancı yatırımların, üretimde yerel malzeme kullanmaya zorlanması ile ilgili bu koşullar, örneğin Brezilya, Meksika ve Hindistan gibi önde gele'n geliş­ mekte olan ülkelerde, ülkelerinde yatırım yapan yabancı şirketlere dayatıl­ maktadır. Yatırım yapan yabancı şirketlerin, üretimlerinin belli bir oranını ihraç etmeye zorlanması da sık rastlanan uygulamalardandır. Bu tür ticaret bağ­ lantılı performans koşullarını kabul eden yabancı firmalara, vergi bağışıklıkları, ithal edilen girdiler için vergi iadeleri, altyapı yatırımları için destekler ve belli bir ürünü üretme konusunda tanınan ayrıcalıklar türü bazı kolaylıkların sağ­ landığı görülmektedir. Hemen belirtelim ki, GATT, ticaret-bağlantılı yatırım koşulları ile ilgili bazı maddeler içermektedir. Fakat bu maddelerin varlığı, bu koşullar yoluyla dış ticaretin engellenmesindeki artışı engelmede yetersiz kalmıştır. Örneğin ABD, 1982 yılında, Kanada'nın Yabancı Yatırımlar Yasası'na dayanarak, yerel malzeme ve ihracat performansına ilişkin bazı sınırlamalar getirmesini GATT'a götürmüş ve Kanada'nın bu uygulama ile GATT'ln iii. ve XVii. maddelerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür, GATT Madde iii. ithal edilen ürünlerin, ulusal kaynaklı benzer ürünlere (like products) gösterilen muameleden daha az avantajlı olmamak üzere muameleye tabi tutulmasını emretmektedir (bu ürünlerin satışı, satın alınması veya kullanılması ile ilgili tüm yasalar açısından). GATT Madde XVii ise, özel sektör mensubu ticaret erbabı 49 tarafından ithalatı veya ihracatı etkileyen önlemler alınırken, yalnızca ticari mülahazalardan hareket edilmesini emretmektedir. Ticaret bağlantılı yatırımlarla ilgili olarak yabancı yatırımcılara empoze edilen koşulların konulmasını önlemeye yönelik özel GATT kurallarının geliş­ tirilmesi çabaları, gelişmekte olan ülkelerin sert muhalefeti ile karşılaşmak­ tadır. Gelişmekte olan ülkeler, ticaret bağlantılı yatırımlarla ilgili olarak yabancı empoze edilen koşulların kendi gelecekleri ve çıkarları açısından önemli olduğunu savunmakta ve bu kuralların kaldırılması ve bunun GATT'a dahil edilmesi yönündeki gelişmiş ülke çabalarına şiddetle muhalefet etmektedirler. Bu konu ile ilgili tartışmalar Uruguay Dönemi toplantılarında da yatırımcılara sürdürülmüştür. Son dönem GATT toplantılarında, fikri mülkiyet haklarına (intellectual property rights) daha çok koruma sağlanması ve ticaret markası tescilli malların taklitlerinin satışının engellenmesi konusu, GATT kurallarına eklemelerin yapılmasını gerektiren en önemli konulardan biri olarak ileri sürülmüştür. Yapılan bir çalışmaya göre* ABD'ye giren taklit ithal malların değeri yılda 6 milyar civarındadır. Tokyo Dönemi görüşmeleri sırasında, gelişmiş ülkeler, taklit malların ticaretinin önlenmesi ile ilgili bir kod çıkarılması konusunda bir mutabakata varmışlar, fakat gelişmekte olan ülkeler bu konunun GATT çerçevesinde değil Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (World Intellectual Property Organization) çerçevesinde ele alınması gerektiğini ileri sürerek bu kod fikrine karşı çıkmışlardır.** GATT'la ilgili bir diğer hoşnutsuzluk alanı, GATT'ln anlaşmazlıkları çözme sistemi (dispute settlement procedures) ile ilgilidir. Uruguay toplantılarında GATT, anlaşmazlıkları çözüme kavuşturma mekanizmalarını güçlendirmeye çalışmıştır. Halihazırda GATT'ln ülkeleri alınan kararlara uymaya zorlama konusunda bir gücünün olmaması, aslında bu konudaki en büyük güçlüktür. Bu durum, ABD gibi güçlü ülkeleri, "adil" olmayan ticari faaliyette bulunduklarını iddia ettikleri ülkelere karşı tek yanlı önlemler almaya yöneltmektedir (Tarife dışı dış ticaret engelleri diye adlandırılan bu önlemlerin bu çalışmanın esas konusu olduğunu anımsatalım). Anlaşmazlıkları çözüme kavuşturma sistemini etkin kılmanın tek yolu, kuralların uzun dönemde tüm ülkelerin lehine çalışacağına olan güvenin sağlanmasıdır, ki bunun da üstesinden kolayca gelinecek bir iş olmadığı açıktır. * (Aho ve Aronson, 1985) ** Konunun AGÜ lerle ilgili yönleri üzerinde evvelce 'GATT ve AGÜ ler' başlıklı alt-bölümde durulmuş olduğu için burada bunlar yinelenmemektedir. 50 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM YENi KORUMACILlGIN KÖKENLERi 3.1. GiRiş Bu bölümde önce korumacılığın temelinde yatan nedenler ve korumacılık türleri üzerinde kısaca durulacak, sonra da, özellikle 1970'lerden sonraki döneme damgasını vuran 'yeni korumacılık' olgusunun kökenleri ve ortaya çıkış nedenleri araştırılacaktır. Korumacılığın, yani ülkelerin ulusal sanayilerini dış rekabete karşı korumalarının kökeninde yatan nedenin, özü itibariyle, 'yapısal dengesizlik' olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde olduğu gibi, birbirine son derecede iç-bağımlı bir dünyada, ticari ilişkiler içinde olan ülkeler arasında, özellikle belli sanayiler bazında yapısal dengesizliğin olması gayet doğaldır, aslında bu dengesizlik her zaman var olmuştur ve giderek arttığı da bir gerçektir. Korumacılığın kökeninde esas olarak ülkeler arası yapısal dengesizliğin yattığı bir kez saptandıktan sonra, bu dengesizlik arttıkça, korumacılığın da artacağını söylemek bir kehanet olmayacaktır. Dengesizliğin dozu ve boyutu değiştikçe, korumacılık da nitelik değiştirecek, somut veya soyut olarak mutlaka varolacaktır. 'Gönüllü ihracat sınırlamaları' diye adlandırılan ticaret çarpıtıcı önlemlerin ilk kez liberalizmin görünürdeki şampiyonu ABD tarafından uygulamaya konulmuş olmasındaki çelişkinin kökeninde bu gerçek yatmaktadır, (ABD'nin bu konudaki konumunu değerlendirirken, uluslararası ticaretin doğası itibariyle politik bir olayolduğu gerçeğini de gözardı etmemek gerekir). Özetle söylemek gerekirse, ticaret partnerleri arasında çeşitli sektörlerdeki verimlilik artış hızları farklılık gösterdikçe ve yapısal uyum yönünden alınan önlemlerin sonuçlarının alınması uzun zamana yayıldıkça, korumacı önlemler, en azın­ dan kısa dönemde karşılaşılan sorunların üstesinden gelmenin tek çıkar yolu olarak algılanmaktadır. Çeşitli yazarlar korumacılığa farklı açılardan yaklaşarak çeşitli şekillerde sınıflandırmışlardır. Kesin olan bir şey varsa, o da, 'yeni korumacılık' diye adlandırılan ve esas olarak 1970'lerden sonra ivme kazanan korumacılığın, Frederich List'in savunduğu, yavru sanayilerin korunmasına yönelik korumacıiıktan tamamen farklı olduğudur. Herşeyden önce, List'in savunduğu korumacılıkta, ulusal sanayinin dış rekabete karşı korunabilmesi için ekonominin dünya ekonomik sisteminden geçici olarak 51 kopması sözkonusu iken, yeni korumacılıkta bu tür bir kopma söz konusu değildir. Aşağıda açıklığa kavuşa­ gibi, yeni tür korumacılıkta, koruma araçları uluslararası ticaret sisteminin entegre bir parçası haline gelmiştir ve bu araçları kullanan ülkenin dünya ticaret sisteminden kopması sözkonusu olmamaktadır. cağı Elmar Altvater'e göre (Altvater, 1988), günümüzdeki korumacı eğilimlerin kökeninde, ABD ekonomik hegemonyasına dayalı dünya ekonomik sisteminin kötüye gitmesi yatmaktadır. Hegemonyanın güçlü olduğu dönemde oyuna katılan herkesi yararlandıran (positive sum game) dünya ekonomik sistemi, günümüzde sıfır toplamiı bir oyun durumuna (zero sum game) dönüşmüştür. Artık, bir ülkenin yararı, ancak başka bir ülkenin zararı pahasına gerçekleştirilebilmekte, oyuna katılmak ve kurallara uymak, ülkelerin rekabet güçlerinin azalması sonucunu doğurabilmektedir. Dolayısıyla, ulusların kendi başlarının çaresine bakma eğilimi güçlenmektedir, ki bu da korumacılık eğilimlerinin artması demektir. Yukarıda söylenenler; korumacılık türleri arasında bir ayırım yapmamızın gerekli olduğunu da ima etmektedir. Altvater olaya bu açıdan yaklaşarak korumacılığı, defansif ve ofansif korumacılık ve muhafazakar* ve yavru sanayi ile ilgili korumacılık olarak sınıflandırmaktadır. Altvater'e göre, günümüzdeki korumacılık, muhafazakar veya yavru sanayiye ilişkin korumacılıktan çok defansif ve ofansif korumacılıkla ilgilidir. Burada ilginç olan nokta, yeni tür korumacılık eğilimlerindeki artışın, ülkelerin Keynesyenizmden uzaklaştığı bir dönemde sözkonusu olmasıdır. Günümüzde devlet, sermaye kesiminin güçlenmesinin bir sonucu olarak ekonomiden elini çekme eğilimine girmiştir. Bu da yansımasını 'arz yanlı korumacılık' olarak göstermektedir. Bu tür korumacılığın amacı, ulusal sermayenin dünya piyasalarındaki rekabet gücünü arttırmaktadır. Bu çabalar, Altvater'e göre 1980'lerde sistemi çatırdatmıştır. Yoru~ doğru ise, 1990'larda da aynı eğilimlere tanık olunması kaçınılmaz olacaktır. Bir başka yazar (Cho Soon, 1990) ise korumacılığı, savunmacı (defensive) ve yavru sanayi türü korumacılık olmak üzere iki gruba ayırmaktadır. Bunlardan ilkinin hedefi, olgun veya çoğu durumlarda da gerileyen sanayileri korumaktır. ikinci tür korumacılık ise, adının da ima ettiği gibi, yavru sanayilerin korunması ile ilgilidir. Aradaki çizgi pek kesin olmamakla beraber, gelişmiş ülkelerdeki korumacılık daha çok savunmacı, AGÜ'lerdeki korumacılık ise daha çok yavru sanayi türü korumacılıktır. iktisadi açıdan, gelenekselolarak bu tür korumacılık haklı gösterilmiştir. Bu tür korumacılıkta hedef, yalnızca * Burada amaç mevcut (geleneksel) sanayilerin muhafaza edilmesidir. 52 kaynakları korunan sanayiye yöneltmek, o yöne mobilize etmek iken, defansif korumacılıkta hedef, kaynakları korunan sanayiden çekmek ve daha verimli alanlara kanalize etmektir. Her iki korumacılık türünde de, başarı, kaynakların mobilize edilip edilemediği (yani yapıların uyum sağlayıp sağlama­ dığı) ile ölçülür. Hangi tür olursa olsun korumacılık, ancak geçici bir önlem olarak uygulanırsa haklı gösterilebilir. Korumacılığı, korunan sanayilere nefes alacak bir olanak sağladığı sürece ve o oranda savunabiliriz. Korumacılığın, yapısal uyum için yalnızca kısa dönemli bir ikame olduğunu unutmamak gerekir. Aksi takdirde korumacılığın toplumsal maliyetlerinin, sağlanan yararları aşması gündeme gelecektir. Yukarıdaki satırlarda, ülkeleri ulusal sanayilerini korumaya iten temel nedenin ne olduğuna ve korumacılık türlerine ana çizgileri ile değiniidi ve yeni korumacılığın, özünde, eski tür korumacılıktan farklı bir olgu olduğuna işaret edildi. Bu aşamada ise yeni korumacılığın kökenlerine inmekte yarar vardır. Aşağıdaki satırlarda önce bunu yapmaya, daha sonraki bölümde de yeni korumacılığın araçlarını ayrıntıları ve örnekleri ile irdelemeye çalışacağız. Yeni korumacılığın nasılortaya çıktığını ve niteliklerini kavrayabilmek için 1970 öncesi ve sonrası dönemleri karşılaştırmak gerekir. 2. savaş sonrasındaki ilk 25 yıl, dünya üretim ve ticaretinin evvelce görülmemiş bir hızla geliştiği bir dönem olmuştur. 1948-73 arası dönemde dünya toplam üretimi yılda ortalama % 5 oranında artarken, ihracat yılda ortalama % Tlik bir hızla artmıştır. Olaya gelişmiş sanayi ülkeleri açısından bakıldığında, 1960-73 döneminde bu ülkelerin ihracatlarının, ortalama GSMH'larının büyüme hızının üzerinde bir hızla, yılda ortalama % 8.8 büyüdüğü görülmektedir. Bu durum, bu ülkelerin ticaret bilançolarının net fazlalar vermesi ile sonuçlanmış, bu fazlalar toplam 1960'da $14 milyar iken 1973'de $43 milyara ulaşmıştır (Balassa, 1979, s.47). Bu gelişmelerin konumuz açısından önemli olan yanı, dünya ticaretinde liberalleşme eğilimleri için uygun bir ortam yaratmış olmasıdır. Bu ortamda, GATT'ln önderliğinde gerçekleştirilen uluslararası ticaret görüş­ meleri sonunda tarife oranlarında önemli indirimler gerçekleştirilmiştir. Bu açıdan bakıldığında 1948-1960 döneminin "genelolarak" dünya ticaretinde Iiberalleşme eğilimlerinin güç kazandığı bir dönem olduğunu söyleyebiliriz. Hemen belirtelim ki burada "genelolarak" ifadesi önemlidir; çünkü bu dönemde dünya ticaretinde genelde Iiberalleşme yönünde adımlar atılırken, bir yandan da, özellikle bu gelişmelerin vangardı konumundaki ABD'de "gizli korumacılık" eğilimlerinin filizlendiğine tanık olunmuştur. Bu çelişki, yeni koruma53 cılığın niteliklerinden birini de yansıtmaktadır. Sözü edilen bu 'gizli korumacıiık' eğilimlerinin, GATT önderliğinde düzenlenen 1960-61 Dillon Dönemi ve 1964-67 Kennedy Dönemi çok yanlı tarife indirimleri dönemlerine rastlaması da ayrıca manidardır. 1973 petrol şokundan sonra, yukarıda sözü edilen olumlu gelişmelerin tersine döndüğüne tanık olunmuştur. Bu tersine dönüş, gelişmiş piyasa ekonomileri diye tanımlayabileceğimiz ülkelerde korumacı eğilimlerin yeniden gündeme gelmesine yolaçmıştır. 1930'ların korumacı politikalarından önemli ayrılıklar gösteren ve ekonomi yazınına "yeni korumacılık" olarak geçen bu politikaların belirgin niteliklerind"en bir tanesi de uluslararası ticaretin gelişme­ sinin önüne "tarife dışı dış ticaret engelleri" (TDE) diye bilinen engelleri koymasıdır. Türleri binlere yaklaşan ve dünya üretim, ticaret ve refahının geliş­ mesini ciddi şekilde tehdit eden bu engellerin, özellikle Türkiye'nin de içinde bulunduğu "yeni sanayileşen ülkeler"in (YSÜ) ihracatlarını önlediği; günümüzde liberalleşme vagonunu paradoksalolarak bu ülkelere çe.kerken, yeni korumacılık olgusunun faturasının yine bu ülkelere ödettirildiği görülmektedir. Olaya bu açıdan bakıldığında, bu olgunun etraflı bir şekilde incelenmesinin Türkiye açısından kritik bir öneme sahip olduğu açıktır. (Bu olgunun çok yönlü irdelenmesinin bu çalışmanın esas amacı olduğuna ise evvelce değinilmişti.) olgusu yalnız gelişmiş piyasa ekonomileri ile yeni sanayileşen ülkeler arasındaki ticaret ilişkileri açısından değil, fakat aynı zamanda gelişmiş ülkelerin birbirleri ile olan ticaretieri ve AT ülkelerinin kendi araların­ daki ticari ilişkileri açılarından da önem taşımaktadır. Bunun yanında, tüm bu ülke gruplarının AGÜ'lerle olan dış ticaret ilişkilerinin de yeni korumacılık kapsamına giren ticaret politikalarından olumsuz yönde etkilendiğini söylemeliyiz. Doyalısıyla, konunun kavranması, yeni korumacılık olgusuna dünya ticaret sistemi açısından bakmayı zorunlu Kılmaktadır. Yeni korumacılık Uluslararası ticaret sisteminin esas olarak iki eğilime konu olduğunu söyleyebiliriz. Bir yandan GATT çerçevesinde düzenlenen çok yanlı ticaret görüşmeleri aracılığı ile uluslararası ticaretin liberalleştirilmesi yönünde önemi yadsınamayacak kararlar alınır ve uygulamaya konulurken (örneğin, sanayi ürünleri üzerindeki tarife oranlarının ortalama % 6'lara düşürülmesi başa­ rılmıştır), diğer yandan da dünya üretim ve ticaretinin büyüme hızının düşme­ sinin ve belli bazı sektörlerde işsizlik oranının artmasının da baskısıyla, türleri binlere ulaşan tarife dışı dış ticaret engelleriyle, ticaretin engellendiğine tanık 54 olunmaktadır. Bu engeller dünya ticaret sistemini kendine özgü sık örgülü bir ağa (veya karmaşık bir labirente) dönüştürmüştür. ihracatın artırılabilmesi ve yeni pazarlar kazanılması dış pazarlarda kıyasıya bir rekabeti gerektirmektedir. Aşağıdaki satırlarda, uluslararası mal ve hizmet akımlarının içinde gerçekleştiği ortam ve bu ortamı bulandıran ve karmaşıklaştıran ticaret engellerini ve bu engellerin geliştirilmesini zorunlu kılan ve/veya ortaya çıkmasına ortam hazırlayan ekonomik nedenleri irdelemeye çalışacağız. Yukarıda değinildiği gibi yeni korumacılık olgusu tüm ülkeleri ve ülke gruplarını olumsuz yönde etkilemektedir. Bununla beraber, ülkeleri "etkileyen" ve "etkilenen" diye iki gruba ayırıp bu olguya bu açıdan bakmanın yararlı olacağını düşünüyoruz. Yeni sanayileşen ülkeler (YSÜ'ler) ve AGÜ'ler daha çok yeni korumacılık 01gusundan "etkilenen" ülke konumundadırlar, AT ve. ABD ise "etkileyen" konumunda. Bu nedenle aşağıda, yeni korumacılığın kökenleri ABD, AT ve YSÜ'ler açısından ayrı ayrı ele alınacaktır. 3.2. ABD'DE 'YENi KORUMACı' POLiTAKALAR ABD'nin, 'yeni korumacı' politikaların uygulama alanı bulmasında ve geliştirilmesinde özel bir yeri vardır. Bu yeri açıklığa kavuşturabilmek amacıyla aşağıdaki satırlarda önce ABD'deki korumacı politikaların yasal çerçevesini 1930'lardan başlayarak ana çizgileri ile ele alacak, daha sonra da ABD'de yeni korumacılığın kökenlerini, bir diğer deyişle, sözü edilen yasal düzenlemelere ortam hazırlayan ekonomik nedenleri ve gelişmeleri, genel eğilimleri ile irdelemeye çalışacağız. 3.2.1. ABD'DEKi KORUMACı ÖNLEMLERiN YASAL ÇERÇEVESi* ABD'de uygulanan korumacı politikalar açısından 1930 yılında yürürlüğe konan Smoot-Hawley Tarife Yasası'nın özel bir yeri vardır. Bu yasa başlan­ gıçta ABD tanımını koruma amacı güdüyordu. Fakat, o dönemde yaşanan dünya krizinin de etkisiyle, imalat sanayii ürümlerinin de bu yasa kapsamına alındığını ve bu ürünlerin ithalatı üzerine de büyük oranlı tarifeler konulduğunu görüyoruz. Diğer ülkelerin bu yüksek oranlı tarifelere misillemede bulunması üzerine Başkan Roosevelt yönetimi, 1934 yılında '1934 Yılı Ticaret Anlaşmaları Yasası'nı çıkarmıştır. Bu yasada yer alan genel ilkeler, ABD'de daha sonra * Bu bölümdeki bilgiler için (Salvatore, 1987, ss. 227-232) den 55 yararlanılmıştır. çıkarılan temelini oluşturmuştur. Bu yasa, ABD ticaret politikasını oluşturma yetkisini, daha politik tavırlı olan Kongre'den ABD Baş­ kanı'na devretmiş ve Başkana, tarifeleri indirme konusunda diğer ülkelerle pazarlık edebilme ve tarife oranlarını Smoot-Hawley Yasasında belirlenen oranların % 50'sine kadar indirebilme yetkisini vermiştir (1947 yılına gelindiğinde ABD 'deki tarife oranları, 1934 Yasası, 1962 yılında Ticareti Genişletme tüm ticaret yasalarının Yasası tarafından değiştirilene kadar 11 kez değişikliğe uğramıştır. "' 1934 Tarihli Ticaret Anlaşmaları Yasası ve onu izleyen tüm yasalar, 'en çok kayırılan ülke' ilkesine dayandırılmıştır. Buna göre, ticari ilişkide bulunulan ülkeler arasında ayırım gözetilmesi söz konusu olamayacak ve bu ilkeye göre, belli bir ticaret partneri ile varılan karşılıklı tarife indirimleri, diğer tüm ticaret partnerlerine de genişletilecektir. Aynı şekilde, 'en çok kayırılan ülke' anlaş­ masını imzalamış bulunan herhangi iki ülke arasında sağlanan iki yanlı tarife indirimleri, ABD için de otomatik olarak geçerli olacaktır. 1947-1962 yılları arasında GATT çerçevesinde yapılan 5 adet çok yanı i ticaret görüşmelerinde tarifeler toplam olarak yaklaşık % 35 oranında düşü­ rülmüştür. indirimlerin daha büyük oranlarda olamamasının bir nedeni, görüş­ melerin ürün bazında yapılmakta oluşu, diğeri ise ABD Kongresi'nin, Ticaret Anlaşmaları Yasasında gerçekleştirdiği değişikliklerle, çeşitli ve ciddi koruyucu araçlar geliştirmiş olmasıydı. Bu koruyucu araçlar şunlardır: 1) 'Peril-point' önlemleri: Tarife indirimlerinin, ABD sanayiini olumsuz etkileyeceği ileri sürülerek, bu önlemler yoluyla ABD Başkanının tarife indirimi görüşmeleri yapması engellenmiştir. 2) 'Escape clauses' ('kaçamak maddeleri'): Bu maddeler, ithalattan zarar ileri süren sanayicilerin Uluslararası Ticaret Komisyonu'na başvurmasına olanak sağlamaktadır (Bu Komisyon 1975 yılına kadar ABD Tarife Komisyonu adını taşıyordu). Uğranılan zararı "kanıtlamak" için, sözkonusu sanayide ithalatın payının artmakta oluşu yeterli görülmekteydi. Bu gördüğünü komisyon, başvuru üzerine, ABD Başkanına, dirimini geri almasını tavsiye edecektir. görüşülmekte olan tarife in- 3) Ulusal Güvenlik Maddesi: Bu madde, ulusal savunma açısından önemli olan sanayileri olumsuz etkilemesi sözkonusu olan tarife indirimlerini engelleme amacını gütmektedir. 1962 Tarihli Ticareti Genişletme Yasası, 1934 Tarihli Ticaret Anlaşmaları Yasası'nın yerini almak ve AET'nin kurulması ile ortaya çıkan duruma uyum 56 sağlayabilmek amacıyla çıkarılmıştır. rının Bu yasa, ABD Başkanını, tarife oranla1962 seviyelerinin % 50'sine kadar indirilebilmesi konusunda yetkilen- dirmiştir tarifeler tümden kaldırılmıştır). Ticaret Anlaşmaları Yasasındaki ürün bazındaki yaklaşım da bu yasa ile terkediimiştir. Bu yasanın en önemli özelliklerinden birisi de 'değişikliklere uyum sağlama yardımı'na olanak sağlamasıdır. 1962 Tarihli Ticaretin Genişletilmesi Yasası 'nın verdiği yetki çerçevesinde ABD, Kennedy Dönemi görüşmelerine öncülük etmiştir. Bu görüşmeler 1967 yılında sona ermiş ve sınai ürünler üzerindeki ortalama tarife oranlarının 5 yıl içinde 1962'deki düzeylerinin % 35 altı­ na düşülmesi kararlaştırılmıştır. Bunun bir sonucu olarak, 1972 yılı sonuna gelindiğinde sanayileşmiş ülkelerde sınai ürünler üzerindeki ortalama tarife oranları, ortalama % 10'un altına inmiştir. Bununla beraber, özellikle tarımsal alanda, görüşmelere rağmen, hala önemli miktarda tarife dışı engellerin sürdüğünü ifade etmeliyiz. (% 5 ve daha düşük oranlı 1974 yılında yerini Ticaret Reformu Yasası'na bırakmıştır. Bu yasa ABD Başkanına, görüşmelerde % 60'a varan oranlarda tarife indirimi yapabilme ve % 5 ve altındaki tarifeleri kaldırabilme yetkisini vermiştir. Bu yasanın ilginç bir yanı Başkana, tarife dışı dış ticaret engelıerini kaldırma görüşmeleri yapabilme yetkisini de tanımış olmasıdır. Yasa ayrıca 'değişikliklere uyum yardımı' kriterini daha liberalleştirmiştir. ABD, Tokyo Dönemi görüşmelerine* bu yasa çerçevesinde katılmıştır. 1979 yılında biten görüşmelerdeki tarife indirimleri 1980 yılından başlayarak 8 yıla yayılmış, indirim gerçekleştirmeleri ABD için ortalama % 31 , AET için % 27 ve Japonya için % 28 olmuştur. 1962 Tarihli Ticareti Genişletme Yasası ABD dış ticaretini düzenleyen yasal çerçeve ana çizgileriyle bu şekilde özetlenebilir. Şimdi bu yasal çerçeveye kaynaklık eden ekonomik gelişmeleri kısaca inceleyebiliriz. 3.2.2. ABD VE YENi KORUMACILlGIN EKONOMiK KÖKENLERi Ewelce de ima edildiği gibi, ABD'nin, yeni korumacılık uygulamalarında kendine özgü ve çelişkiler içeren bir konumu vardır. ABD bir yandan anti-Keynesyen arz-yanlı politikaların ve ticarette liberalleşmenin kapitalist dünyadaki düşünsel ve siyasal önderliği ni yaparken, diğer yandan da 2. savaştan sonra yüklendiği ve günümüzde de sürdürme gayretinde olduğu konumun bir sonucu olarak savunma bütçesini büyük tutmak zorunda kalmış, bu ise paradoksalolarak ABD'nin bir Keynesyen politika olan açık bütçe politikası izlemesine 57 yolaçmıştır. Dış ekonomik ilişkilerinde de eski başarısını sürdüremeyen ABD kapitalist dünyanın "iki açıklı" devi durumuna düşmüştür: ABD, artık, hem bütçesinde hem cari işlemlerinde açık veren bir ülkedir. Bu sorunların çözümü ise yapısal dönüşümleri zorunlu kılmakta, konumuz açısından asıl sorun da buradan kaynaklanmaktadır. Sorunların kökeni ülke içinde uygulanan politikalarda yattığı halde, ABD kolay yolu benimsemekte ve açıkları kapatmanın en etkin araçları olarak, duruma göre "gizli", duruma göre "açık" korumacılığa ve olanak bulduğu ölçüde de doların değerinin düşürülmesi politikasına baş­ vurmaktadır. işin ilginç yanı, bir yandan serbest ticaretin lideri konumunu sürdürmeye çalışan ABD'nin diğer yandan "gizli korumacılık"ın ilk uygulayıcısı olması ve bu tür ticaret engellerinin en yaygın kullanıcısı durumunda bulunartık masıdır. ABD 'nin bu konuma nasıl düştüğünün anlaşılabilmesi açısından ABD ekonomisine ilişkin bazı bilgilerin gözden geçirilmesinde yarar vardır. ABD, 2. savaştan en güçlü ülke olarak çıkmıştır. 1945 yılında dünya nüfusunun % 6 sına sahip olan ABD, dünya imalat sanayii üretiminin % 60'ını gerçekleştir­ mekteydi. Savaşı izleyen 20 yılda dünyanın hiçbir ülkesi imalat sanayii üretim ve ihracatında ABD ile rekabet edecek güçte değildi. Bu nedenle dış ticaretin . engellenmesi ABD'nin çıkarları ile ters düşmekteydi. ABD'nin 1947 yılında GATI'ln kurulmasına öncülük etmiş olmasının nedeni budur. (Daha önce kurulmuş bulunan IMF ve IBRD'yi de GATI'ln oluşturmaya çalıştığı liberal ticari ilişkiler temeline dayalı dünya ticaret sisteminin tamamlayıcı öğeleri olarak değerlendirmek gerekir). istatistikler, ABD 'nin dış ticaret ilişkilerindeki kritik bir eğilimin ipuçlarını vermektedir. ABD'nin dünya ticaretindeki ağırlığı 1950'den sonraki dönemde giderek azalmış, bu eğilim özellikle 1980'Ierden sonra hız kazanmaya başla­ mıştır. ABD'nin, AET ve Japonya ile yaptığı ticaretteki ağırlığı 1950'de % 33' den 1960'da % 27'ye, 1970'de % 23.5'e ve 1980'de % 22.1 'e düşmüştür. ABD'nin dünya ticaretindeki ağırlı'ğı da 1965'de % 13'den 1980'de % 11.6'ya gerilemiştir. ABD'nin ticaret bilançosu (TB) ise 1890'Iardan 1971 yılına kadar hep fazla vermiş, bu fazlalar dış ülkelerde yatırımlara' kanalize edilmiştir. Bu fazlalar 1960'Iarın başlarında yılda ortalama $5 milyar iken 1969'da $1 milyarın altına düşmüş, 1971 yılında ise ilk kez açık vermiştir. 1982 yılına kadar TB açıklarını dış ülkelerdeki yatırımlardan sağlanan kazançlarla kapatmayı ve cari işlemler dengesini (CID) dengede tutmayı başaran ABD, 1982 yılından baş­ layarak CiD'de de açıklar vermeye başlamış, bu açıklar 1986 yılında $169.8 milyara ulaşmıştır. Bu rakamlar, ABD'nin diğer ülkelere karşı rekabet gücünün 58 giderek azaldığının açık bir göstergesidir. Rekabet gücü azaldıkça ABD'deki sanayicilerin ve işçi sendikalarının korumacılık yönündeki baskıları yoğunluk kazanmıştır. 1970-82 arasındaki 12 yıldan 5'inde büyüme hızının eksi olması ve işsizliğin zaman zaman % 10'ların üzerine çıkması bunda kuşkusuz etkili olmuştur. Giderek artan ithalattan zarar gören firmalar ve işçi sendikaları, ABD'nin rekabet gücündeki azalmanın nedenini, diğer ülkelerin belli malların üretiminde karşılaştırmak üstünlükleri ellerine geçirmelerinde değil, diğer ülkelerin "gayri adil" olduğunu iddia ettikleri ticaret uygulamalarında bulmuş­ lardır. Bu çevrelere göre diğer ülkeler ve özellikle de Japonya, ABD'nin izlediği açık pazar politikalarını suiistimal etmekte, kendi sanayilerini ise ABD rekabetine karşı sıkı bir şekilde korumaktadır. ABD'de bu kanı çok yaygındır ve ABD cari işlemler açıklarının açıklanmasında politik bir kolaylığının olduğu da kuş­ kusuzdur. ABD'nin yabancı pazarlardan çok daha açık olduğu şeklindeki kanı "hiç olmazsa imalat sanayi ürünleri açısından, ampirik bulgularla pek desteklenmemektedir. ... 1970'lerin sonlarında ve 1980'1erin başlarında tarife dışı engellerle korunan üretim sektörleri, imalat sanayii piyasasının ABD'de % 34'ünü, Kanada'da % 1O'unu, Almanya'da % 20'sini, Fransa'da % 32'sini, itaiya'da % 34'ünü, Bileşik Krallıkta % 22'sini ve Japonya'da ise % Tsini kapsamaktadır. .. Bu kanıLABD pazarının, en önemli ticaret partnerlerinin pazarlarından çok daha açık olduğu şeklindeki inanışın otomatik olarak kabul edilemeyeceğine işaret etmektedir" (William eline, 1983) ABD'deki korumacı eğilimlerin artması ile ilgili olarak vurgulanması gereken bir nokta da izlenen yanlış kur politikasıdır. 1950'lerin sonları ile 1960'ların başlarında ABD'de işsizlik oranı oldukça düşük düzeylerdeyken, ABD Doları'nın aşırı değerlenmiş olması (ki 1971 de Bretton Woods sisteminin çökmesine neden olacaktır) ABD ihracatını olumsuz yönde etkilemiş, ithalatın ise hızla artmasına yolaçmıştır. Sonuçta hükümet korumacı önlemler almak zorunda kalmıştır. Bu konuda ABD nin kimseyi suçlamaya hakkı yoktur ve bu yargı tanınmış ABD'li iktisatçı Baldwin tarafından da onaylanmaktadır. "ABD'deki mevcut hoşnutsuzluğun esas nedeni ABD'nin uyguladığı makroekonomik politikalarda yatmaktadır, diyebiliriz. Bu politikalar güçlü bir ABD Doları ile sonuçlanmış, bu da ithalatla rekabet eden sektörleri ve ihracat sektörlerini rekabette güç durumda bırakmıştır. GATT kurallarında yapılacak hiçbir değişiklik bu sorunu hafifletmeyecektir. Çözüm, makroekonomik politikalarda yapılacak değişikliklerde yatmaktadır" (Baldwin, 1988, s.243). 59 Evvelce de ifade edildiği gibi, bir yandan ABD'deki korumacı eğilimler artarken, diğer yandan ABD'nin dünya genelinde serbest dış ticaretin şampi­ yonluğunu yaptığına tanık olunmuş, ABD, GATT'ın öncülüğünde gerçekleştirilen çok yanlı tarife indirimleri görüşmelerinde en aktif üye rolünü üstlenmiştir. Burada açık bir çelişki olduğu kuşkusuzdur. Bu çelişki, ayrıca, yeni korumacılığın önemli bir niteliğine ışık tuttuğu için de ilginçtir. ABD görünürde serbest ticaretin öncüsü ve savunucusu rolünü oynadığı için ABD' nin uyguladığı korumacı önlemler kılasik koruma araçlarını içermemektedir. Diğer ortada bir çelişki vardır ama, ABD bu çelişkiyi sezdirmemeye çalışmaktadır. ABD hükümeti ABD'ye ihracatları hızla artan ülke hükümetlerini ABD'ye ihracatlarını azaltmaya "ikna" etmektedir. Amaç, GATT kurallarından sıyrılmak ve buna bir kılıf bulmaktır. "Gizli korumacılık" veya "yeni korumacılık" diye adlandırılan uygulamaların kökeni buradadır. 1950'lerin sonlarında Japonya'nın ABD'ye yaptığı tekstil ihracatı üzerine konan "gönüllü ihracat sınırlaması" (GiS) buna örnek olarak gösterilebilir. Bu ihracattan rahatsız olan ABD hükümeti, Japon hükümetinin 1957-62 yılları arasında ABD' ye yaptıkları tekstil ihracatını sınırlamaya "ikna" etmiş ve böylece savaş sonrası dönemde tarife-dışı, ayırımcı korumacılık girişimlerine öncülük etmiştir. ABD'nin bu şekilde bir yol izlemesi, GATT'ln XiX. maddesinde izin verilen "korumaya alma davranışı"ndan (Safeguard action) sıyrılmasına olanak sağlamış ve 1930'ların ayırımcı ticaret sınırlamalarına geri dönüşün ilk adımını oluşturmuştur.* Daha sonraki yıllarda, 1974-75 krizinin sanayileşmiş ülkeleri çarpmasından önce, ABD'nin, kendisine tekstil ürünleri ihraç eden belli başlı ülkelerle, ABD 'ye olan ihracatlarını sınırlandırmaları için ikili anlaşmalar yaptı­ ğına tanık oluyoruz. 1980'lere gelindiğinde bu kez ticaret bilançosu açıklarının artmasının ABD'de korumacı baskıların yoğunlaşmasına neden olduğunu ve Başkan Reagan'ın, ABD' nin ticaret partneri ülkeleri "karşılıklılık" (reciprocity) esasına dayalı ikili anlaşmalar imzalamaya zorladığını görüyoruz. Burada konumuz açısından önemli olan nokta, Amerikalılar'ın, 1980'lerde ABD ticaret politikasının oluşturulmasında "karşılıklılık" kavramına verdikleri anlamın yeni bir nitelik kazanmış olmasıdır. Evvelce "karşılıklılık", ticari görüşmelerde "ençok kayırılan ülke" ilkesine dayalı karşılıklı ticari ödünlerin verilmesi ve ABD ile belli başlı ticaret partnerleri arasındaki ticaret engellerinin indirilmesinde genel bir denge kurulması ş,eklinde yorumlanmakta iken, 1980'lerde ABD politikacıları. "karşılıklılık" kavramını, ABD'nin ihraç ettiği "belli" malların "piyabir deyişle * 1950 yılındaABD'yi ingiltere izlemiş ve bu ülke Hindistan, Hong Kong, Pakistan ve diğer bazı AGÜ lerden yaptığı pamuklu dokuma ithalatını benzer yolla denetim altına almayı denemiştir. Daha sonra diğer Avrupa ülkeleri aynı yolu izlemiştir. 60 girebilmesi" hakkının "ikili" anlaşmalarla sağlanması yorumlamaya başlamışlardır. Söz konusu ABD ihraç mallarının diğer ülke piyasalarına, diğer ülke mallarının ABD piyasasına giriş koşullarına benzer koşullarda girmesine olanak sağlanmadığı takdirde, ABD'nin misillemede bulunması öngörülmektedir. ABD 'nin izlemeye başladığı misilleme tehditli bu "karşılıklılık" uygulaması, ABD'nin son 60 yıldır koşulsuz olarak uyguladığı "ençok kayırılan ülke" uygulamasından açık bir sapmadır ve diğer ülkeleri karşı misillemede bulunmaya zorlayarak bir ticaret savaşının çıkma­ sını körükleyecek bir nitelik taşımaktadır. Burada önemli olan bir nokta da ABD'nin "karşılıklılık" ilkesiyle ilgili olarak çifte standart uygulamakta oluşudur. ABD'nin "adilolmayan" (unfair) ticari uygulamalar içinde bulunduğunu iddia ettiği ülkeler, genellikle, Japonya gibi ABD karşısında ticaret bilançoları fazla veren ülkelerdir. ABD hükümeti, ticaret bilançosu kendi lehlerine ise, ticari ilişkilere pek müdahale etmemektedir. ABD şikayetlerinin bir diğer özelliği de, yalnızca belli ürünleri içermesi, yani ürün-spesifik olmasıdır. {Örneğin, piyasaya adil koşullarda girmeyi sağlayabilmek için ABD'nin misillemede bulunacağı tehdidinde bulunduğu ürünlerden biri yarı-iletkenler (semiconductors) dir.} saya eşit koşullarda anlamında Yukarıdaki satırlarda ABD'de yeni korumacılığın gelişimini ana çizgileri ile özetlemeye çalıştık. Kısaca söylemek gerekirse, 1960'lardaki ticaret engelleri daha çok Japonya ile birlikte yeni sanayileşen ve gelişmekte olan ülkelere yönelik olmuştur. Bu, sadece ABD için değil AT dahil diğer sanayileşmiş ülkeler için de geçerlidir. Gelişmiş ülkeler, bu uygulamalardan mağdur olan ülkelerin zararlarını telafi etmek amacıyla GATT kurallarının bu ülkeler için geçerli olmamasını önermiş ve bu amaçla 1960'ların ortalarında Genel Tercihler Sistemini (GSP, General System of Preferences) oluşturmuşlardır. Bu uygulamaların sonucu olarak GATT kuralları artık hemen hiçbir ülke için eşit olarak uygulanamaz olmuş, başlangıçta yalnızca tekstil ve giyim eşyası için geçerli olan ayırımcı ticaret uygulamaları zamanla başka imalat sanayii ürünlerine de kaymıştır. 19?0'lerde ve 80'lerde ise bu uygulamaların daha çok gelişmiş ülkeler arasındaki ticareti engeller bir nitelik kazandığına ve yeni sanayileşen ülkelerle gelişmekte olan ülkelerin önemlerinin ikinci plana düş­ tüğüne tanık olmaktayız. ABD ile ilgili bir diğer ilginç gelişme de, 19?0'lerde daha çok tarife dışı engellere ağırlık veren ABD'nin son zamanlarda yeniden 1930'ların tarife korumacılığına geri dönüyor izlenimini vermekte oluşudur (eline W.R., 1983, s.132). Günümüzde ABD ticaret politikasının başlıca amacının, 61 hizmetler sektö- ründeki ticaretin GATT görüşmeleri çerçevesine dahil edilmesi ve Japonya ve diğer gelişmiş ülke pazarlarının Amerikan ihraç mallarına daha fazla açıl­ ması olduğunu söyleyebiliriz (Hizmetler sektörü; bankacılık, sigortacılık, telekomünikasyon, bilgi işlem, yüksek teknoloji gibi alanları kapsamaktadır. ABD' nin bu arzusu, Brezilya ve Hindistan gibi önde gelen gelişmekte -olan- ülkeler tarafından tepkiyle karşılanmakta, bu ülkeler bu alandaki ticaret liberalizasyonunun, bu ülkelerin kendi hizmetler sektörlerinin geliştirilmesini baltalayacağını ileri sürmektedirler. Özetle söylemek gerekirse, ABD dış ticaret politikası son 30-35 yıldır sürekli bir gerilim içinde olmuştur. ABD, genel çizgileri ile serbest ticareti savunmakla beraber, tekstil, otomobil, çelik ve diğer bazı sanayilerini korumak amacıyla yurtiçindeki baskı gruplarına giderek artan ölçülerde ödünlerverme durumunda kalmış, bu ise hem ABD hem de dünya ekonomisi açısından, serbest dış ticaretten, iki yanlı ve güdümlü bir ticarete kayılması ile sonuçlanmıştır. Sonuç olarak korumacılığa karşı en etkili silahın, dünya ekonomisinin hızlı bir şekilde büyümesinin sağlanması olduğunu söyleyebiliriz. 3.3. AT VE YENi KORUMACıLIK 3.3.1. EKSTRA-AT KORUMACıLIK (Üçüncü Ülkelere Karşı Korumacılık) AT'ın dış temel ilkeleri Roma Antlaşmasında açıkca 110. maddesine göre bu temel ilkeler, dünya ticaretinin geliştirilmesi, uluslararası ticarette söz konusu olan sınırlamaların aşa­ malı olarak kaldırılması ve tarifelerin aşamalı olarak indirilmesidir. Ayrıca, Antlaşmanın 112. maddesi de Topluluk içinde rekabeti engelleyici uygulamaların kaldırılmasını öngörmektedir. Antlaşmada yeralan hükümlere göre, Topluluk ve Topluluğu oluşturan ülkeler düzeyinde yerleşik bulunan her türlü koruyucu politika, Antlaşmanın ruhuna ters düşecektir. ticaret politikasının belirtilmiştir. Antlaşmanın serbest dış ticareti öngören hükümlerine karşın, Topluluğa üye ülkeler, çeşitli yollarla koruyucu stratejiler geliştirmişler ve uygulamaya koyabilmişlerdir:* Roma Antlaşmasının a) Üye ülkeler bir yandan Topluluğun karar alma sürecinde çeşitli yollarla korumacı politikalar uygulanması yönünde baskı oluştururlarken, b) Diğer yandan da, doğrudan doğruya ticaret politikası ile ilgili olmayan, fakat üye ülkelerin ithalatıarını önemli ölçülerde sınırlayıcı etkileri olan önlem* Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için (Lieberman, 1987, s.151 +) görülebilir. 62 lere başvurmuşlardır. Özellikle 1970'lerin sonlarından başlayarak, üye ülkelerin bireyselolarak koruyucu uygulamalara yöneldiklerine tanık olunmaktadır. ATı oluşturan ülkelerin korumacılık konusunda homojen bir yapı oluş­ söylemek olanaklı değildir. Fransa, "korumacı grup"un başını çekerken, Almanya serbest ticaretten yana olan grubun lideri durumundadır. ilk gruba Yunanistan, italya ve izlanda'yı, ikinci gruba da Danimarka ve Hollanda'yı dahil edebiliriz. Burada sayılmayan diğer üye ülkelerin daha çok korumacı gruba eğilimli olduğu söylenebilir. Bu da korumacı grubun, Topluluk düzeyinde karar alma sözkonusu olduğunda oy ağırlığının serbest ticaretçi gruptan daha fazla olduğu anlamına gelmektedir. Nitekim 1980'Ierin son yıllarında korumacı grubun, AT Komisyonu'nu ve AT Konseyini, kendi istekleri doğrultusunda korumacı önlemler alınmaması durumunda, bu önlemleri tek tek ülkeler düzeyinde alacakları konusunda tehdit ettiklerine birçok kereler tanık olunmuştur. turduğunu Korumacı gruptaki ülkeler, üçüncü ülkelere ait bazı malların.AT içinde serbestçe dolaşımının ekonomileri için tehlike oluşturduğunu hissettikleri anda Roma Antlaşmasının 115. maddesine başvurmakta ve bu malların AT içinde serbestçe dolaşımını engellemekte tereddüt etmemişlerdir. Madde 115'i en çok kullanan ülkeler Fransa, irlanda ve italya olmuştur. * Madde 115 çerçevesinde benimsenen korumacı önlemler, doğrudan miktar kısıtlamalarını, tarife dışı ithalat engellerini ve ihracatı teşvik stratejilerini içermektedir. Miktar kısıtlamaları en çok Fransa ve italya tarafından uygulanmakta, Almanya ve Birleşik Krallık ise genellikle bu tür uygulamalara karşı çıkmaktadır. Üye ülkeler tarafından, Topluluk dışı ülkelere karşı uygulanan korumacı önlemler, Ayrıca, ithalatla ilgili Ortak Mevzuatın** 12. maddesinin 2. paragrafı tarafından da teşvik edilmektedir. Bu paragraf, üye ülkelerin, üçüncü ülkelerden yaptıkları ithalat üzerinde ulusal bir "gözetim" (surveilIance) sistemi oluşturmasına olanak sağlamaktadır. Üye ülkeler, belli koşul­ larda "ihtiyati" (precautionary) koruyucu önlemlere de başvurabilirler. Ayrıca, acil durumlarda, üye ülkelerin, AT Komisyonunun davranışları konusunda önceden bilgilendirmek koşuluyla, herhangi bir malın ülkelerine girişini dondurma hakları da vardır. * AET'nin yayınladığı EEC Official Bulletin'e göre Fransa Madde 115:i 1981 'de 78 defa, 1982'de 52 defa, 1983'de 43 defa kullanmıştır. Aynı rakkamlar irlanda ve italya için slrasıyla44, 26, 47; 27, 28, 31 'dir. Almanya ise aynı maddeye 1981 'de 1982'de ikişer kere 1983'de ise 4 kere başvurmuştur. ** Common Regulations on Imports. 63 Roma Antlaşması, üçüncü ülkelerden yapılan ithalatla ilgili olarak tarife dışı engellerin ulusal kullanımını açık bir şekilde yasaklamamaktadır. Bu nedenle Topluluğu oluşturan ülkeler üçüncü ülkelerden kaynaklanan ithalatı engellemek üzere tarife dışı engellere giderek artan bir şekilde başvurmuşlardır. Bu engellerden en yaygın olarak uygulama alanı bulanlardan bir tanesi "gönüllü ihracat sınırlaması" (GiS) anlaşmalarıdır. Örneğin Fransa, Japonya'dan yaptığı otomobil ithalatını, piyasasının azami % 3 ü ile sınırlamak üzere bu ülke ile bu tür bir anlaşma yapmıştır. ingiltere, Almanya ve Benelux ülkeleri de Japonya ile benzer anlaşmalar imzalamışlardır. Ayrıca, AT Komisyonu ile Japonya arasında varılan bir anlaşmaya göre, Japonya, AETye yaptığı 10 "duyarlı" ürünün ihracatını sınırlamayı kabul etmiştir. Ulusal kamu kuruluşlarının tercihlerini ulusal üreticilerin ürettiği mal ve hizmetlerin satın alınması şeklinde kullanmaları da ithalatın dolaylı yoldan etkin bir şekilde engellenmesinin bir yöntemi olmuş ve Topluluk ülkeleri bu yöntemle, Tokyo Dönemi toplantılarında alınan kararlardan sıyrılmayı başarmış­ lardır. (Bu tür tarife-dışı engeller iktisat yazınında "devlet satın alımları" -government procurement policies- olarak adlandırılmaktadır. ileride bu konu daha ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır). ithalatı dolaylı yoldan engellemenin bir diğer yolu da ithalat üzerine teknik ve sıhhi bazı standartlara uyma zorunluluğunun getirilmesidir. "idari korumacı/ık" (administrative protectionism) . diye adlandırılan bu korumacılık yöntemi de ATda yaygın bir kullanım alanı bulmakta ve bu tür korumacılığı engellemeye çalışan GATT Standards Code görmezlikten gelinmektedir. ihracata veri/en sübvansiyonlar da ithalatı dolaylı yoldan engelleyici bir etkiye sahip olabi/ir. Koopman'ın vurguladığı gibi "ihracata yardımcı olmanın yeni araçları durmadan yaratılmakta ve ihracat kredi sübvansiyonları için halen varolan kaçamak yoldan bol miktarda yararlanıimaktadır. AET ülkeleri, aynı zamanda, ihracatta riskten korunmayı sağlayan çeşitli kaçamak yollara da sahiptirler. Özellikle popüler olan bir yoı, ihracat sübvansiyonları ile kalkınma yardımlarını karma finansman (mixed financing) bünyesinde birleştirmektir ... Örneğin Fransa, ihracatçılarına, üretimde kullanılan girdi/erde her türlü fiyat yükselmesine karşı güvence sağlamaktadır ... Bu güvence yalnızca Fransa'da üreti/en ürünler için geçerlidir." (Koopman, G., 1984, sS.1 03-11 O). 3.3.2. INTRA-AT (AT-içi) KORUMACıLIK ATa ilişkin korumacılığın ikinci yönü AT-içi korumacılıktır. Bu tür korumacılığın özellikle 1970'lerin başındaki ekonomik durgunlukla birlikte başladığını 64 ve 1973 öncesinde AET'nin gösterdiği çarpıcı ekonomik başarı ile 1973'den sonra yaşanan ekonomik durgunluğun müşterek bir sonucu olduğu söylenebilir. 1973 öncesinde AT-içi ticaret çarpıcı bir hızla genişlemiş; ekonomi 1973 sonrasında durgunluğa itilince de hükümetler, daha çok, diğer AET ülkelerinden yaptıkları ithalatı sınırlamanın yollarını aramışlardır. Bu yolda aldıkları korumacı önlemleri de genellikle "düzenli pazarlama", "selektif ithalat politikası" veya "sektöre-özgü serbest ticaret" gibi ifadelerle kamufle etmeye çalışmışlardır.* ithalatın baskısı arttıkça, bu ithalattan zarar gören üreticiler, hükürı:ıetler üzerinde baskılarını yoğunlaştırmış, hükümetler de AT-içi ticareti çeşitli yöntemlerle denetim altına almaya çalışmışlardır. Bu yöntemleri ana çizgileri ile şöyle sınıflandırmak olanaklıdır: Kamusal ihalelerde ulusal üreticilerin tercih edilmesi (government procurement); ulusal sanayiye sübvansiyonlar sağlanması; kamusal sağlığın, teknolojik ve ulusal güvenliğin sağ­ lanması amacıyla yönetmelikler çıkarılması; gümrüklerden mal çekilişini güçleştiren karmaşık bir mevzuat ağının oluşturulması (Bunları kısaca teknik ve idari sınırlamalar-technical and administrative barriers- olarak adlandırıyoruz). Kamusal ihaleler çoğu AT ülkelerinde GSMH içinde önemli bir ağırlığa sahiptir. Bu ihaleler özellikle telekomünikasyon, geliştirilmiş elektronik, uçak ve bilgisayar üretimi, elektrikli ve nükleer santrallerin kurulması gibi alanlarda çok yaygındır. AET Bakanlar Konseyi'nin 21 Aralık 1976 tarihli direktifi (Directive 77/62/EEC) üye ülkelerin, Topluluk içinden gelsin gelmesin her türlü teklifi gözönüne almasını hükme bağlamış olmasına rağmen, kamusal ihale çerçevesine giren çeşitli faaliyetler için istisnalar getirmiş, üye ülkeler ise bu direktifi, kapsamı içinde olan konular için bile ithal etmeyi sürdürmüşlerdir. Tokyo Dönemi toplantılarında kamu satınalımları ile ilgili olarak benimsenen kurallar da bu soruna bir çözüm getirmede yetersiz kalmıştır. 92, 93 ve 94'üncü maddeleri devlet sübvaıisi­ ve diğer yatırım teşviklerinin kullanımını sınırlamaktadır. Bununla beraber, özellikle belli sınai sektörlerin geliştirilmesine yönelik devlet yardım­ ları konusunda (bu yardım, Topluluk içi rekabetin bozulmasına yolaçmadığı sürece) istisnalar getirmektedir. Bu istisnaların ve bunlardan yararlanılarak verilen devlet sübvansiyonlarının, ulusal düzeyde korumacılık amacıyla kullaRoma Antlaşmasının yonlarının nıldığı açıktır. Kamu sağlığını korumaya ve ulusal güvenliği sağlamaya yönelik olarak yasa ve yönetmeliklerle, gümrüklerden mal çekilmesini güçleştiren mevzuat da, gerek AT içinden kaynaklanan, gerekse AT dışından gelen çıkarılan * Sırasıyla "orderly marketing", "selective import policy" ve "sector-specific free trade". 65 ithalatı sınırlamak ve ulusal sanayiyi korumak amacıyla kullanılmaktadır. Topluluk üyesi ülkelerin birbirleriyle yaptıkları "gönüllü ihracat sınırlaması" (GiS) anlaşmaları, Topluluk bölgesinde malların serbestçe dolaşımını engelleyen en önemli öğelerden birini oluşturmaktadır. Belli birTopluluk üyesi ülkeye yaptığı ihracatı sınırlayacağı güvencesini veren bir üye ülke, bu ihracatın, başka bir üye ülke kanalıyla dolaylı yoldan söz konusu ülkeye ihraç edilmeyeceği güvencesini de vermek zorunda kalmış, bu durumda, Toplulukta sınır denetimlerinin aşırı bir şekilde artması gibi olumsuz bir sonuç doğur­ muştur. 1973 sonrası dönemde Topluluk ülkelerinde korumacı eğilim ve uygulamaların artışının önemli bir diğer nedeninin, bu dönemde Topluluk ülkelerinde işsizliğin hızla artmış olmasının olduğu ileri sürülmüştür. * 1974-198~ döneminde AT ülkeleri bir bütün olarak ABD ve Japon ekonomilerinin gösterdiği dinamizmi gösterememiş, bu dönemde ABD ekonomisi 15 milyon kişiye, Japon ekonomisi 4 milyon kişiye yeni iş olanağı yaratırken, AT'da 3 milyon işçi işsizler ordusuna katılmak zorunda kalmıştır (Lieberman, ss.1567). Yeni iş yaratmakta ABD ve Japon ekonomilerinin dinamizmini gerçekleştiremeyen AT ülkeleri, çıkış yolunu korumacılığa başvurmakta bulmuştur. Emek verimliliğindeki artış ile reel ücretlerdeki artış arasındaki bağlantıda da AT, ABD ve özellikle de Japonya karşısında önemli bir dezavantaja sahip olmuştur. 1974-1984 döneminde reel ücretler gerek AT gerekse Japonya'da yaklaşık % 27 oranında artarken, işçi başına verim Japonya'da % 27, AT'da ise ancak % 12 oranında artabilmiştir. Aynı dönemde ABD'de işçi başına verim %2 oranında azalmış, reel ücretler de ancak % 4 oranında artmıştır. Bu rakamlar AT'da anılan dönemde emek talebinin neden artmadığını açıklayıcı niteliktedir. Aynı dönemde AT'da istihdam artışını olumsuzyönde etkileyen bir diğer etken de AT'da işverenlerin sosyal güvenliğe katkılarının ABD ve Japonya'dan daha yüksek olmasıdır. Bu katkı AT'da yaklaşık % 40 iken ABD'de % 27.5, Japonya'da ise % 21 kadardır. Bu durum, AT ülkelerinde işverenlerin, ekonominin dış rekabete karşı korunması yönünde hükümetler üzerinde baskı kurmalarına yolaçmakta ve AT korumacılığının önemli nedenlerinden birini oluşturmaktadır. işverenlerin sosyal güvenlik katkılarının yüksek oluşu ve emek verimliliğinin artış hızının reel ücret artış hızının gerisinde kalışı, Topluluk ülkelerinde özel sektör * Bu yatırımlarını olumsuz yönde sayın doğru olmadığı aşağıda gösterilecektir. 66 etkilemiş, ayrıca 1973'den sonra GSViH içinde kamu harcamalarının artış eğilimi göstermesi de özel sektör yatırımlarının GSViH içindeki payının düşmesine yolaçmıştır. Bu eğilimin konumuz açısından önemli bir sonucu, AT ülkelerinin 1973'den sonraki dönemde dünya işbölümünde meydana gelen değişikliklere yeterli bir hızda uyum sağlamamasının güçleştiği olmuş; bu ülkeler, ekonomik yapılarını yüksek teknolojiye dayalı bir şekilde yeniden örgütleyeceklerine, yeni sanayileşen ülkelerin karşılaştırmalı üstünlükleri ele geçirdikleri sınai dallardaki üretimlerini her ne pahasına olursa olsun sürdürme mücadelesine girmişler­ dir. Fakat, yaşanılan deneyimler, verimsiz ve etkinsiz bir şekilde kurulan endüstrilerin, korumacı önlemlerle sürdürülmeye çalışılmasının, sorunların çözümüne bir katkısı olmadığını göstermekte ve tek etkisinin gerekli olan yapısal değişiklikleri geciktirmek olduğunu kanıtlamaktadır. "Tarih, yüksek orandaki korumanın, korunan şirketlerde kesin olarak daha büyük bir araş­ tırma gayretine girilmesine yolaçmadığını göstermektedir. Gerçekte koruma, tam aksi sonuca yolaçmıştır". (Lieberman, 1987, s, 159). Gerek AT-içi gerek AT-dışı korumacılıktaki artışı, üye ülke hükümetlerinin, istihdamı ithalatın olumsuz etkilerinden koruma çabalarına bağlamak pek doğru sayılmaz. Ayrıca, yapılan araştırmalar, korunan endüstrilerde istihdamın yine de olumsuz bir şekilde etkilendiğini göstermektedir. 1980 yılında AET'nin Japonya'dan ve yeni sanayileşen ülkelerden yaptığı ithalatın toplam değeri, toplam AT üretim değerinin ancak % 1'i kadardır. Dolayısıyla, bu ithalatı kısıtlamanın AT'da istihdamı pek önemli bir oranda etkilemeyeceği açıktır. Bu da, sanırız korumanın asıl hedefinin istihdamı korumak olmadığı şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca, bellli, sektörlere sağlanan koruma, o sektörlerde istihdamın korunmasına veya artmasına yol açsa da, bu, genellikle, daha etkin olarak faaliyet gösteren ihracat sektörlerinde istihdamın azalması pahasına gerçekleştirilebilecek, sonuçta yalnızcaverimsiz sektörler korunmuş olacak, ekonomi genelinde istihdam büyük bir olasılıkla düşebilecektir. Korumanın ekonomi geneline yaygınlaştırılması arttıkça, tüketicilerin bundan olumsuz etkilenme olasılığı da artacaktır. Koruma, korunan mal ve hizmetlerin fiyatının artmasına yolaçacağı için tüketiciler açısından bir vergi etkisi doğuracak, koruma politikalarının finansmanı için gerekli vergi artışı da gözönüne alın­ dığında, tüketicilerin reel ücret ve maaşları olumsuz yönde etkilenecektir. bunun bir sonucu olarak da istihdam yine olumsuz yönde etkilenebilecektir. Özetle söylemek gerekirse, korumanın, istihdamın artırılması gerekçesine dayandırılmasının mantığı sakattır ve nitekim ülke deneyimleri de bunu kanıt­ lar yöndedir. Çözüm, ekonomiye mevcut istihdamı koruyacak ve yeni iş ola- 67 nakları yaratacak bir dinamiğin kazandırılmasında (yapısal dönüşümde) yatmaktadır. Topluluğun tüm üyeleri için geçerli olabilecek bir ticaret politikasının ger, çekleştirilebilmesi karşısındaki en büyük engel, üye ülkelerin, kendi yurttaşlarının refahını sağlayacak yasal çerçeveyi çizme yetkisini ellerinden bırak­ mak istememelerinde yatmaktadır. Bu durum, ATda, üye ülkeler bazında, çok karmaşık ve farklı bir koruma ağının oluşmasına yolaçmış ve ticaret politikasının tüm üye ülkeler için geçerli olacak şekilde harmonizasyonunu son derece güçleştirmiştir. AET Komisyonu'nun, -' i ve AT-dışı ticareti olumsuz yönde etkileyen ulusal düzenlemeleri ve mevzua rtadan kaldırmasının önündeki en büyük engellerden bir tanesi de, üye ülkelerı hem birbirleriyle, hem de üçüncü ülkelerle ikili ticaret anlaşmaları yapmayı sürdürmeleridir. Bu anlaşmaların hem çok sayıda olması, hem de birbirlerind~n içerik olarak bir hayli farklı bulunması, AT Komisyonu'nun işini kuşkusuz çok güçleştirmek­ tedir. ATın dış ticaret politikasına ilişkin olan ve son yıllarda önem kazanan bir de Topluluk içinde ulusal koruma politikalarına başvurulması olgusudur. Bu tür ulusal koruma politikalarına başvurulabilmesi, AET Antlaş­ masının 115. Maddesi çerçevesinde olanaklı kılınmıştır. Bu madde, üye ülkeleri, Topluluk kuralları dışında davranabilme konusunda yetkilendirmektedir. Örneğin 1987 yılında bu konuyla ilgili155 karar sözkonusu olmuştur. Bunun 103 tanesi tekstil sektörü ile ilgilidir. Bu kararlardan "yarar" sağlayan ülkeler Fransa, irlanda ve italya'dır (sırasıyla 63, 49 ve 28 olayda). Almanya ve Yunanistan Madde 115'e hiç başvurmamıştır. Kararlardan olumsuz etkilenmiş olan ülkeler ise Tayvan, Çin, Hong Kong ve Güney Kore'dir ve bu ülkeler sırasıyla 26, 24, 22 ve 17 olayda ma~dur olmuşlardır (Hochstrate ve Zeppernick, 1988, s.265). gelişme 3.4. YENi SANAyiLEŞEN ÜLKELER VE YENi KORUMACILlGIN KÖKE~LERi - Yukarıdaki . bölümlerde yeni korumacılık olgusuna, "etkileyen" konu~unda olduğunu belirttiğimiz ABD ve AT açısından yaklaştık. Aşağıdaki satırlarda ise aynı olguyu, bu ~ez, "etkilenen" konumunda olduğunu söyleyebileceğimiz yeni sanayileşen ülkeler ('(SÜ'ler) açısından kısaca ele almaya çalışacağız. 1960 sonrasında dünya üretim ve ticaretine damgasını vuran bir gelişme, dünya ekonomik arenasına YSÜ'ler olarak adlandırılan bir grup ülkenin çıkmış 68 ve ağırlıklarını hissettirmiş olmasıdır. Bu ülkeler 1960'lardan başlayarak belli imalat sanayii ürünleri üretim ve ihracatında ağırlıklarını hissettirmeye ve gelişmiş sanayi ülkelerini zorlamaya başlamışlardır. 1973 sonrası döneme damgasını vuran "yeni korumacılık) olgusunun bir kökenini de bu zorlamada aramak gerekir. YSÜ'lerin, güney-doğu Asya'da Hong Kong, Tayvan, Singapur ve Güney Kore, Latin Amerika'da Brezilya, Meksika, Arjantin, Uruguay ve Venezuela, Afrika'da Cezayir ve Nijerya ve Avrupa'da Yunanistan, Portekiz, ispanya ve Türkiye'den oluştuğunu söyleyebiliriz. istatistikler, bu ülkelerin ihracatlarını 1960'1ı yıllarda ikiye katladığını, 1970'lerde de neredeyse 10 kat arttırdıklarını göstermektedir. 1960'1ı yıllar YSÜ'lerin çoğunda ithal ikameci sanayileşme politikalarının terkedildiği ve yerine ihracat güdümlü gelişme politikalarının benimsendiği yıllar olmuştur. Bu ülkelerde uygulanan seçici koruma politikaları (selective protectionism), bir yandan, uygulanan tarife ve kotalar yoluyla, mevcut bulunan ithalatı-ikame edici sanayilerini korumalarına yardım­ cı olurken, diğer yandan da ihracat ~ektörleri için gerekli olan girdilerin ucuz bir şekilde ithal edilmelerine olanak sağlama.ktaydı. Bu politikalar, bu ülkelerin sanayileşme yolunda önemli adımlar atmalarına ve dünya imalat sanayii ürünleri içindeki paylarının sürekli bir şekilde artmasına olanak sağlamıştır. GATT aracılığıyla gerçelsleştirilen tarife indirimleri, "en çok kayırılan ülke" ilkesi uyarınca (bu ülkeler tarife indirimi görüşmelerine katılmadıkları halde) YSÜ' leri de yararlandırmış, özeHikle Dillon ve Kennedy Dönemi tarife indirimleri, YSÜ'lerin gelişmiş ülkelere yaptıkları ihracatı artırabilmeleri için iyi bir ortam "hazırlamıştır. AET ve EFTA'nın kuruluşunun da bu yönde olumlu etkileri olduğunu söyleyebiliriz. Fakat, ewelce de vurgulayarak işaret ettiğimiz gibi, 1973 yılında petrol 4 kat artırılması, yukarıda ana çizgileri verilen eğilimleri ve özellikle de gelişmiş ülkelerdeki politika yönlendirmelerini dramatik bir şekilde etkilemiş, eğilimleri tersine çevirerek korumacı eğilimlerin su yüzüne çıkmasına yolaçmıştır. Petrol krizi ilk olumsuz etkisini ticaret bilançoları üzerinde hissettirmiş ve gelişmiş ülkelerin ticaret bilançoları 1974'den başlayarak açık ver-O meye başlamıştır. Ayrıca, sanayi sektöründe kapasite kullanım oranlarının düşmesi ve işsizlik oranının artma eğilimine girmesi, bu ülkelerde korumacı hissiyatın giderek yoğunlaşmasına neden olmuştur. Bu eğilimlerin bir sonucu olarak bu ülkeler özellikle YSÜ'lerden yaptıkları imalat sanay~i ürünleri ithalatlarını sınırlamanın yollarını aramaya koyulm~şlardır. Bu ürünıerin başlıcaları çelik, elektronik aletler, ayakkabı, tekstil ürünleri ve giyim eşyasıdır. fiyatlarının 69 1 Ocak 1974'de yürürlüğe giren "Çok Elyaflılar Anlaşması", Japonya'dan ve YSÜ'lerden kaynaklanan tekstil ve giyim eşyası ithalatının yılda en az % 6' iık bir hızla artmasına olanak sağladığı için, YSÜ'lerin bu mallardaki ihracatı için başlangıçta önemli bir tehdit oluşturmamaktaydı. Fakat bu anlaşmanın 1978-1982 dönemi için yenilenmesi toplantısında AET, YSÜ'lerden yaptığı tekstil ve giyim eşyası ithalatının yıııık büyüme hızını % 6'nın altına indirmeyi başarırken ABD'de, ilgi bölümde ifade edildiği gibi, yaptığı ikili anlaşmalar yoluyla aynı malların ithalini 1977 düzeyinde dondurmayı başarmıştır. AET, ayrıca, çelik sektörünün rasyonalizasyonu çalışmaları çerçevesinde, 1977 yılından başlayarak çelik ithalatını kotalarla sınırlandırmış, ABD'de 1978' den başlayarak, ABD firmalarının damping suçlamalarından hareketle, çelik ithalatı ile ilgili olarak antidamping ve telafi edici gümrük vergileri uygulamasına başlamıştır. Bunu izleyen AET'de 1 Ocak 1978'den geçerli olmak üzere tüm çelik ithalatı için bir temel veya referans fiyat uygulamasına geçmiştir. Buna göre, ithalat fiyatı, belirlenen referans fiyatından düşük olan çelik ithalatı üzerine, ithal fiyatını referans fiyata eşitleyecek oranda bir gümrük vergisi konulmaktaydı. Bu uygulama, yerini, daha sonraları, AET ile AET'ye çelik ihraç eden ülkeler arasında yapılan "gönüllü ihracat sınırlamaları"na (GiS) terk etmiştir. ABD'de, 1982'den başlayarak, aynı yolu izlemiştir. 1970'lerin ortalarında GiS'e veya "düzenli pazarlama anlaşmaları"na (DPA) konu olan imalat sanayii ürünlerinin diğer örnekleri olarak ayakkabı ve renkli TV setlerini gösterebiliriz. 1977 yılında ABD, Güney Kore ve Tayvan'la renkli TV ile ilgili DPA görüşmelerinde bulunmuştur. Fransa, ingilitere ve italya da 1970'lerin sonlarında Japonya, G. Kore ve Tayvan'la benzer düzenlemelere girişmişlerdir. Yukarıdaki örneklerin de gösterdiği gibi, yeni korumacılığın en belirgin özelliklerinden bir tanesi, sınırlı sayıda sektörle, daha doğrusu sınırlı sayıda ürünle (tekstil, elektronik aletler, ayakkabı, gemi inşa ve otomobil gibi) ve bu ürünleri ihraç eden sınırlı sayıda ülke ile (özellikle Japonya ve YSÜ'ler) sınırlı kalmış olmasıdır. Bu olgunun bir diğer önemli niteliği de, Bergsten ve Cline'in da ifade ettiği gibi şudur: "Çeşitli ülkelerde uygulanan korumacı önlemlerin birbirine benzer olması, bu önlemlerin, bu ülkelerin kendilerine özgü bazı sorunlarından değil, benzer ekonomik yapılara sahip sanayi ülkelerini etkileyen global düzeydeki bazı güçlerden kaynaklandığına işaret etmektedir" (Bergsten, C.F. ve eline, W.R., 1983, s.70). Gelişmiş ülkelerin uyguladığı korumacı politikaların, kalkınmada ihracatgüdümlü stratejiyi benimsediklerini yukarıda belirttiğimiz YSÜ'leri çeşitli açılar­ dan olumsuz yönde etkileyeceği açıktır. Herşeyden önce bu ülkelerin ihracat70 ları azalacak, bu da bu ülkelerde yatırımların en verimli oldukları ihracat sektörlerine kanalize olmasını güçleştirerek, döviz gelirlerinin azalmasına, ihracat sektörlerinde yatırılan sermaye birimi başına daha az istihdam yaratılmasına ve bunların bir sonucu olarak da ulusal gelirin yeterince artmamasına yolaçacaktır. Bu durumun, korumacı önlemleri uygulamaya koyan gelişmiş ülkeler üzerinde de olumsuz yansımalarının olacağı açıktır. Sonuçta tüm ülkeler zarar görecek ve bir bütün olarak dünya refahı azalacaktır. GATT Sekretaryası, yukarıda açıklanan türdeki yeni korumacılık politikalarının 1970'lerin sonlarında dünya ticaretinde yılda $30 milyar ile $50 milyar arasında bir kayba yolaçtığını tahmin etmiştir. Bu kayıpların günümüzde çok daha büyük boyutlarda olduğuna kuşku yoktur. Korumacılığın maliyetleri konusu ayrı bir bölümde ayrıntıları ile ele alınacaktır. 3.5. TARiFE DIŞI DIŞ TiCARET ÖNLEMLERiNiN SINIFLANDIRILMASI '(ukarıdaki satırlarda, özellikle 1970'lerden sonra uluslararası ticari ilişkile­ re damgasını vuran 'yeni korumacılık' olgusunun ekonomik kökenlerini, konuya ABD, AT ve YSÜ'ler açısından yaklaşarak, incelemeye çalıştık. Çok yönlü gelişme ve eğilimlerin bir sentezi olarak ortaya çıkan yeni korumacılığın dış ticaret politikası araçları, eski korumacılık diye adlandırılan ve bir örneği 1930' larda yaşanan korumacılığın politika araçlarından çok farklıdır. Aslında, yeni korumacılığı eski korumacılıktan ayıran en önemli özellik de zaten kullanılan politika araçlarındaki bu farklılıktır. Yeni korumacılık, eski korumacılığın klasik politika araçları olan tarifeler ve kotalar yanında çok çeşitli, sayıları binlere varan ve ekonomi yazınında 'tarife dışı dış ticaret engelleri' diye adlandırılan araçları kullanmaktadır. Esas olarak gelişmiş sanayi ülkeleri tarafından geliş­ tirilen bu araçların en belirgin özelliği, tespit edilmelerinin son derece güç olmasıdır. Bu araçlar, tarife-kotalardan, gönüllü ihracat sınırlamalarına, üretim ve ihracat sübvansiyonlarından, sayı ve türlerinin belirlenmesinin mümkün olmadığı çeşitli idari ve teknik engellere kadar çok çeşitli türleri içermektedir. Uluslararası ticareti önemli ölçüde engelleyen ve uluslararası ticaret sistemini çarpıtan bu engeller, günümüzde uluslararası ticaret sistemine ve dünya refahına yönelen en önemli tehditi oluşturmaktadır. GATT öncülüğünde gerçekleştirilen çok yanlı tarife indirim görüşmeleri sonucunda, özellikle sınai mallar üzerindeki ortalama tarife oranlarının % 6'lar düzeyine indirilmesinin başa­ rılmış olması nedeniyle tarifeler, koruyucu politika aracı olarak, önemlerini bir hayli yitirmişlerdir. Artık gelişmiş ülkeler tarifeler yerine, tespit edilmelerinin de daha güç olması nedeniyle, tarife dışı engelleri tercih etmektedirler. Bu, onla71 rın, uluslararası ticaretin liberalizasyonunu destekler gibi görünmelerine de yaramakta, tar~fe indirimi görüşmelerine katılarak, sanki korumacılıktan yana değilmişler gibi bir izlenim yaratmalarına yardımcı olmaktadır. Bir diğer deyiş­ le, tarife dışı engeller, gelişmiş ülkelerin korumacı politikalar konusundaki samimiyetsizliklerini kamufle etmekte, çifte standart uygulamalarının bir aracı işlevini görmektedir. Uluslararası ticaret sistemi, sadece tarifelerin ve tarife dışı dış ticaret engelıerinin uygulanması nedeniyle çarpıtılmamakta, ayrıca çeşitli uygulamalar da uluslararası ticaret sisteminin çarpıtılmasına ve uluslararası ticaret hacminin büyümesinin engellenmesine yolaçmaktadır. Bu tür uygulamalara örnek olarak, uluslararası mal anlaşmalarını, uluslararası kartelleri, merkezi planlamayla yönetilen ülkelerin dış ticaret uygulamalarını (devlet eliyle yürütülen ticareti), katlı döviz kuru uygulamalarını ve ihracatta damping uygulamalarını vs. gösterebiliriz. Tüm bu politika araçlarının ve uygulamaların ortak özelliği, uluslararası ticaret hacmini sınırlaması, büyümesini e'ngellemesi ve bu yolla da dünya refahının, ulaşabileceği düzeyin altında bir düzeyde gerçekleşmesine yolaçmasıdır. işin ilginç yanı, ulusal sanayii korumak amacıyla çeşitli politika araçlarının devreye sokulmasının, çoğu durumda, uygulayan ülkenin refahını olumsuz yönde etkilemekte oluşudur. Bu böyle olmakla beraber ülkeler yine de koruyucu politikalar uygulama yoluna gitmektedirler. Bu da, koruyucu politikalar uygulamanın yalnızca iktisadi nedenlere bağlı olmadığını ima etmektedir. GATT verilerine göre dünya ticaretinin yaklaşık % 40'1 tarife dışı engellere konu olmaktadır. UNCTAD'a göre de giyim endüstrisinin % 67.5'i, çelik endüstrisinin % 64'ü ve tarım sektörünün yaklaşık % 50'si tarife dışı engellerden etkilenmektedir (Hochstrate ve Zeppernick, 1988, s.261). 1970'Ierin ortalarından başlayarak, tarife oranlarında sağlanan indirimler, tarife dışı engellerdeki artışlar tarafından fazlasıyla yokedilmiş, sanayileşmiş ülkeler, büyüme hızlarının düşmesi ve işsizliğin artmasının da baskısıyla, zora düşen sanayilerini bu tür engeller yardımıyla korumaya çalışmışlardır. Laird ve Yeats, (1990, s.299), tarife dışı engellerin niteliğinde son dönemlerde bir değişme yaşandığına işaret etmektedir. Onlara göre, ülkeler ve ürün bazında ayırım gözetmeyen ve çok yanlı uygulamaların yerini giderek ikili ve ayırırncı düzenlemeler almakta, bunun bir sonucu olarak da GATT'ln en önemli ilkesi olan 'en çok kayırılan ulke' ilkesi zedelenmektedir. Tarife-dışı­ engeller giderek, belli ürünlere ve ülkelere yönelik olarak uygulanmaktadır. 72 Bu aşamada, tarife-dışı-engeller kavramı ile tarife dışı-önlemler kavramının birbirinden farklı iki kavram olduğuna işaret etmekte yarar vardır. Tarife-dışı­ engeller kavramını da içermektedir. Tarife-dışl-önlemler, ticaret engeli olarak uygulanabilecek her türlü dış ticaret politikası aracını içerir. UNCTAO, Ticaret Önlemlerine ilişkin Veri Tabanı diye adlandırılan ve tarife dışı engellerle ilgili olan bir envanter tutmaktadır. Bu envanter, gelişmiş ülkelerin çoğunu ve azgelişmiş ülkelerden 80 kadarını kapsamaktadır. Veri Tabanı çalışmalarında, esas olarak, tarife-dışı-önlemler tanımı kullanılmakta olmakla beraber, dış ticareti çarpıtan tarife dışı engeller tanımı içine alınabilecek bazı önlemlerin Veri Tabanı kapsamına alınmadığı görülmektedir (Örneğin ihracat sübvansiyonları veya özelolarak düzenlenmiş bulunan ihracatta vergi iadesi uygulamaları Veri Tabanı kapsamına alınmıştır). (Walter, '1972') tarife dışı engelleri sınıflandırmak için çok yararlı olan bir şema oluşturmuştur. Bu şemadaki sınıf­ landırma, kullanılan politika aracının normal "amacı"nı gözönüne almaktadır ve UNCTAO'ın yukarıda sözü edilen Veri Tabanı'ndaki sınıflandırmaya benzemesi açısından da yar.arlıdır. Bu sınıflandırma, Tablo 1'de verilmiştir. 73 Tablo 1 : ithalat üzerine konan değişik türdeki tarife - dışı dış ticaret önlemlerinin sınıflandırılması. Birinci Türdeki Önlemler (ithalatta ticareti çarpıtıcı amaç) ikinci Türdeki Önlemler (ikinci derecede ticaret sınırlayıcı amaç) Üçüncü Türdeki Önlemler (Ticarete yansıyan etkileri olanlar) A. Miktarsal Etkileri Olanlar A. Miktarsal Etkileri Olanlar A. Miktarsal Etkileri Olanlar 1. Global ithalat kotaları 1. 2. iki yanlı (bilateral) ithalat 2. Reklamlara kotaları 3. Kısıtlayıcı lisans uygulaması 4. Liberal lisans uygulaması 5. Gönüllü ihracat sınırlamaları 6. Ambargolar 7. Devlet satınalımları 8. Devlet eliyle yürütülen ticaret 9. Yerli girdi kullanımı ile ilgili düzenleme ve kurallar B. Fiyatlar/Maliyetler Uzerine Etkili Olanlar 1. Değişken ithalat vergileri 2. Avans olarak deposit ödenmesi uygulaması 3. Antidamping vergileri 4. Denkleştirici (telafi edici) vergiler 5. ithalatla rekabet edenlere verilen sübvansiyonlar 6. ithalatçılar üzerine konan kredi sınırlamaları 7. ithalatla rekabet edenlere sağlanan vergi avantajları 8. Ayırımcı yurtiçi taşımacılık ücretleri 9. Uluslararası mal anlaşmaları 10. Düzenli pazarlama düzenlemeleri (anlaşmaları) Haberleşme araçlarına ilişkin sınırlamalar ilişkin miktar sınırlamaları B. Fiyatlar/Maliyetler Uzerine Etkili Olanlar 1. Paketleme ve etiketlemeye ilişkin kurallar 2. Sağlığa ilişkin yönetmelikler 3. Emniyet ve sanayi ile ilgili standartlar 4. Sınırda uygulanan vergi düzenlemeleri 5. istihlak vergileri ve kullanıcı vergileri 6. Gümrüklerden mal çekme işlemleri 7 Gümrük tasnif prosedürleri 8. Gümrük değerleme prosesedürleri 9. Dövize ilişkin sınırlamalar 10. Beyana ilişkin kurallar 11. ithalatla rekabet eden sanayilerde girişimciye yönelik olarak devletçe sağlanan Araştırma-Geliştirme finansmanı ve buna ilişkin diğer 1. Silah türü ürünleri kapsayan ve devlet eliyle yürütülen imalat ve dağıtım tekelleri 2. Devletçe yürütülen yapısal ve bölgesel kalkınma politikaları 3. Ödemeler bilançosu na ilişkin olarak devletçe alınan ad hoc önlemler 4. Ulusal vergi şemalarındaki değişmeler 5. Ulusal sosyal güvenlik sistemlerindeki değişmeler 6. Sermayenin amortismanı yöntemlerindeki değişmeler 7. Devletçe finanse edilen savunma, havacılık ve askeri olmayan projelerin ekonomiye olan yansımaları 8. Devlet satınalımlarından kaynaklanan ölçek etkileri 9. Ulusal standartlara ilişkin kurallar ve uygulamalardaki değişmeler 10. Yurtdışı taşımacılık ücretleri ve devletçe onaylanan uluslararası taşımacılık anlaşmaları 11. Limanlardan yapılan transferierin maliyeti yardımlar. Kaynak: Laird ve Yeats, 1990, 5.302) (Walter "1972" den adapte edilmiştir). Greenaway ise tarife çlıŞI engelleri sınıflandırmada daha farklı bir yol izlemiş ve bu amaçla, kullanılabilecek politika araçlarını, etkilerinin 'doğrudan' veya 'dolaylı' olmasına göre sınıflandırmıştır. Kullanılan aracın etkisinin 'doğrudan' olmasıyla anlatılmak istenen, aracın doğrudan doğruya ve münhasıran dış ticaretin sınıflandırılması amacı ile uygulamaya konulmasıdır. Aracın etkisinin 'dolaylı' olması ile anlatılmak istenen ise, sözkonusu politika arqcıml'l'"i!.Sas 74 Tarife-dışı dış Tablo 2: ticaret müdahale 1) Doğrudan (yani, doğrudan doğruya ve münhasıran dış ticaretin araçları 1- a) Miktarı Sınırlayan Araçlar 1) Doğrudan miktar sınırlamaları (kotalar) 2) Tarife-kotalar 3) Gqnüllü ihracat sınırlamaları (GIS) ve düzenli pazarlama anlaşmaları (DPA) sınırlandırılması amacını güden) 1- b) 1) 2) 3) 4) 1- Mali Araçlar Üretim sübvansiyonları* ihracat sübvansiyonları ihracat kredi sübvansiyonları Devlet satınalımları politikaları cr idari Araçlar 1) ithalatta lisans uygulamaları 2) Dolayıl (yani, esas olarak başka bir politika hedefini gerçekleştirme amacı güden fakat dış ticareti de dolaylı olarak etkileyen) 2- a) Mali Araçlar 1) Bölgesel sübvansiyonlar 2) Kamu kuruluşlarının sübvanse edilmesi 3) Bağlı yardımlar (tied aid) 2- b) idari Araçlar 1) Sağlık ve sosyal güvenlik kuralları 2) 'Çevre' denetim araçları 3) Gümrük değerleme prosedürleri 4) Menşee ilişkin bilgiler (Marks of origin) Kaynak: (Greenaway, 1986, s.132). olarak başka bir iktisat politikası hedefinin gerçekleştirilmesi amacıyla ve ulusal düzeyde uygulamaya konulduğunu, fakat bu arada yan etki olarak uluslararası mal ve hizmet akımlarının etkilendiğini ifade etmektir. Greenaway'in sınıflandırması daha basit ve daha fonksiyoneldir. Bu nedenle, çalışmanın bundan sonraki bölümünde esas olarak bu sınıflandırmadan yararlanılacak ve politika araçlarının ayrıntılı incelemesi bu sınıflandırma çerçevesinde sürdürülecektir. Greenaway'in sınıflandırması Tablo 2'de yer almaktadır. * Greenaway, üretim sübvansiyonlarına tablosunda yer vermemiş olmakla beraber metin kısmında mali araçlar altında ele almıştır. Biz durumu baskı hatası olarak değerlendirip Tabloyu yukarıdaki şekilde düzenlemeyi uygun bulduk. 75 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TARiFELER VE TARiFE DIŞI DIŞ TicARET ENGELLERi 4.1. GiRiş Ewelce de belirtildiği gibi, özellikle 1970'Ierden itibaren uluslararası ticarete 'yeni korumacılık' diye adlandırılan bir olgu damgasını vurmuştur. Uluslararası ticaret, bir yandan, GATT öncülüğünde gerçekleştirilen çok yanlı ticaret görüşmeleri yardımı ile serbestleştirilirken ve bu amaç doğrultusunda tarife oranlarında önemli indirimler gerçekleştirilirken, diğer yandan, özellikle geliş­ miş ülkelerin, 'tarife dışı dış ticaret engelleri' diye adlandırılan politika araçları ile uluslararası ticareti önemli ölçülerde engelledikleri ve gelişmekte olan ülkelerden yaptıkları ithalatı azalttıkları görülmektedir. Bu dış ticaret engelleri, özellikle tespit edilmelerinin zor olması bakımından 'klasik' engellerden ayrı­ lırlar. Bundan önceki bölümlerde yeni korumacılık olgusunun yasal ve ekonomik kökenleri üzerinde ayrıntılı bir şekilde durulmuştu. Bu bölümde ise yeni korumacılığın politika araçları üzerinde durulacaktır. Bölüm, diğer politik~~ araçları ile karşılaştırma olanağı sağlamak amacıyla, önce tarifelerin ekonomik etkilerinin teorik analiziyle başlamakta, bunu diğer politika araçlarının teorik analizi izlemektedir. Araçlarınkullanımına ilişkin dünya deneyimi, yani uygulamada bu araçların çeşitli ülkeler tarafından ne şekilde ve hangi yaygınlıkta kullanıldıkları konusu ise, teorik analizi tamamlar bir şekilde ele alınmaktadır. 4.2. TARiFELER Tarifeler, dış ticarete konu olan mallar üzerine koneın vergilerdir. Dış ticarete konu olan mallar, kendi içinde, 'ihraç edilen mallar' ~e 'ithal edilen mallar' diye ikiye ayrılabilir. Bu açıdan bakıldığında tarifeleri de 'ithalat tarifeleri' ve 'ihracat tarifeleri' diye ikiye ayırmak mümkündür. Daha yaygın olarak kullanılan tarife türü, ithalat üzerine konan tarifelerdir. ihracat tarifeleri ise daha ender olarak kullanılır ve ithalat üzerine konan tarifelerin aksine, ulusal sanayii koruma amacından çok bir vergi hasılatı elde etme amacıyla uygulanır. Burada, esas olarak, ithalat üzerine konan vergilerin (tarifelerin) ekonomik etkileri incelenecektir. Tarifeler spesifik veya ad valorem olabilir. Tarifenin spesifik olması durumunda, ithal edilen malın tarife sonrası yurtiçi fiyatı (Fy), ithal edilen malın dünya piyasalarındaki fiyatı (Fd) ile bu malın ithalatı üzerine konan spesifik tarife miktarına (ts) eşit olacaktır. Yani 76 Fy = Fd + ts Ad valorem tarife ise, ithal edilen malın değerinin belli bir oranı olarak ifade edilir. Bu durumda ithal edilen malın tarife sonrası yurtiçi fiyatı şu şekilde ifade edilebilecektir. Fy = Fd (1 + ta ) BlA eşitlikte (ta), ad valorem tarife oranını sembolize etmektedir. Ad valorem tarifelerin bir avantajı, enflasyondan etkilenmemesi ve vergi hasılatının reel değerini korumasına olanak sağlamasıdır. ithalat değerinin ihracatçılar tarafından düşük deklare edilmesi olasılığı, ad valorem tarifelerin en önemli sakıncalarından biridir. Spesifik tarifeler, bu yolla vergi kaçırılmasını güçleştir­ diği için ad valorem tarifelere tercih edilebilir. Fakat bu tür vergilerin de yüksek enflasyon dönemlerinde anlamlarını yitireceğini unutmamak gerekir. Aşağıda, ithalat üzerine konan ad valorem vergilerin (tarifelerin) ekonomik etkileri incelenecektir. 4.2.1. TARiFELERiN EKONOMiK ETKiLERi Analizimiz, Heckscher-Ohlin-Samuelson modeli diye bilinen modelin basitüzerine oturtulmuştur. Buna göre dünya, iki ülkeli bir dünyadır. ithalat yaptığını varsaydığımız bizim ülkemiz ve bize ihracat yaptığını varsaydığımız ve "dünyanın geri kalan kısmı" diye adlandırabileceğimiz ikinci ülke. Bu iki ülke, iki mal üretmektedir: ithalata konu olan mal ve ihracata konu olan maL. Her iki ülke de her iki malı hem üretmekte ve ihraç etmekte, hem de ithal etmektedir. Dolayısıyle ithal edilen malın ayrıca yurtiçinde üretimi de söz konusudur, ki bu üretim 'ithalatla rekabet, eden üretim' (ithalatı ikame eden üretim) olarak adlandtr~ilir. Bu iki malın üretiminde iki üretim faktörünün (emek ve sermaye) kullanıldığı varsayılmaktadır: leştirici varsayımları Analizimizi daha gerçekçi kılabilmek için, ülkemizin önce "küçük bir ülke olduğunu varsayalım ve ithalattarifelerinin ekonomik etkilerini önce bu açıdan inceleyelim. Daha sonra, ülkemizin "büyük" bir ülke olması durumunda ulaşı­ lan sonuçların ne şekilde değişeceğini göstermeye çalışalım. * * 'Küçük ülke', ekonomik açıdan ülkenin küçük anlamındadır ve bu ülkenin dünya fiyatlarını gelmektedir. Bu ülke "fiyat alıcı bir konumdadır ve dünya piyasalarında belirlenen fiYarbu ülke~e empoze edilmektedir. 'Büyük ülke' ise ekonomik açıdan dünya piyasalarında fiyat belirleyicı güce sahip ülkeleri tanımlamak amacıyla kullanılan bir deyimdir. etkileyemeyeceği anlamına 77 4.2.1.1. 'KÜÇÜK' ÜLKE VARSAYıMı Aşağıdaki şekilde dikey eksende ithalata konu olan malın ulusal para cinsinden birim fiyatı (Fx), yatay eksende ise miktarı gösterilmektedir. Ay, söz konusu malın yurtiçi arz eğrisini, T y de aynı mala yönelik yurtiçi talebi göstermektedir. Ad ise Fd dünya fiyat düzeyinde sonsuz esnekliğe sahip olan dünya arz eğrisini (doğrusunu) göstermektedir. Bu arz eğrisinin sonsuz esnekliğe sahip (yani yatay eksene paralel) olması, dünya fiyat düzeyinde, ülkemizin, söz konusu maldan, dünya fiyatlarında herhangi bir yükselmeye neden olmadan, dilediği miktarda mal ithal edebileceği anlamına gelmektedir. Ay X malının birim fiyatı A~ Fd (1 +t) bii I a Fd i i i I O Şekil 1: Tarife i Id I c i i Ad i i I i ,i A C uygulamasının malının dönem başına miktarı X Ty i i ~ D B ekonomik etkileri (Küçük ülke varsayımı) Başlangıçta, dünya fiyatları Fd düzeyinde ikeh, söz konusu x malına yönelik yurtiçi talep OB kadardır. Bu toplam talebin OA kadarı yurtiçi (ulusal) üretim tarafından, AB kadarı ise ithalat yoluyla karşılanmaktadır. ithalat üzerine t oranında ad valorem bir tarife konulması, yurtiçi fiyatın Fd (1 +t) düzeyinde yükselmesine yolaçacak, tarifeyi de içeren dünya arz eğrisi de yukarıya doğru kayarak Ad ile gösterilen yere gelecektir. Bu yeni durumda yurtiçi fiyatın yükselmesi nedeniyle yurtiçi talep OB'den OO'ye düşerken, yine aynı nedenle yurtiçi üretim OA'dan OC'ye yükselecek, bu gelişmelerin bir sonucu olarak da ithalat CO'ye düşmüş olacaktır. Tarife uygulaması sonrasında ulusal üretimin ne kadar artacağı, yurtiçi arz eğrisinin fiyat esnekliğine, tüketimin ne kadar azalacağı ise talep eğrisinin fiyat esnekliğine bağlıdır. ithalat miktarının uygulamadan ne kadar etkileneceğinin ise her iki esnekliğe birden bağlı olacağı açıktır. Söz konusu tarife uygulamasının statik refah etkilerini ise kısaca şu 78 şekilde açıklamak mümkündür. Fiyatın tarife sonrasında yükselmesi tüketici refahının bir göstergesi olan 'tüketici artığı'nın, şekilde (a+b+c+d) şeklinde gösterilen alanların toplam kadar azalmasına yolaçacaktır. Hemen belirtelim ki bu azalma, toplum refahında net bir azalma anlamına gelmemekte, tüketici refahındaki azalmanın bir kısmı toplumun başka kesimlerine doğru yeniden dağıl­ maktadır. Örneğin, şekilde (a) ile gösterilen alan, tüketici artığındaki azalmanın üreticilere giden kısmını göstermekte, yurtiçindeki fiyat artışı, tüketici artı­ ğını (refahını) azaltırken, üretici artığının (refahının) belli bir miktar (a alanı kadar) artmasına yolaçmaktadır. Şekildeki (c) alanı ise, tüketici artığından devlete vergi geliri hasılatı olarak giden kısmı göstermektedir. (b) ve (d) ile gösterilen alanlar ise, tüketici artığından eksilip toplumun hiçbir kesimine (yeniden) dağılmayan ve bu nedenle de toplum açısından net bir refah kaybı (ölü kayıplar) anlamına gelen alanlardır. Bunlardan (b) alanı 'üretim kaybı' (etkinlik kaybı) olarak adlandırılır ve AC kadar üretimin yurtiçinde üretilmesinden kaynaklanan ekstra yurtiçi kaynak maliyetini gösterir (O miktarı ithal etmek yerine yutiçinde daha pahalıya üretmenin neden olduğu bir ekstra maliyet). (d) alanı ise 'tüketim kaybı' olarak adlandırılır. Bu kayıp, sözkonusu malın tüketiminin DB kadar azalması sonucu ortaya çıkmaktadır. Söz konusu malı, ithalatı ikame eden sektörün ürettiği malolarak yorumlarsak, bu malın tüketiminden alıkonulan gelirin 'ihracata konu olan' malın tüketimine kaydırılabile­ ceğini söyleyebiliriz. Aynı şekilde, sözkonusu malın yurtiçi üretimini AC kadar artırmak için gerekli olan üretim kaynaklarının da, ihracata konu olan malların üretiminden, ithalatı ikame eden sektöre kaydırılarak sağlanabileceğini söyleyebiliriz. Görüldüğü gibi, yurt içindeki üretimin artırılması ancak kaynakların etkin dağılımının bozulması ve belli bir ekstra kaynak maliyeti yüklenilmesi pahasına gerçekleştirilebilmektedir. Bu, koruma politikalarının maliyeti ile ilgili olarak akılda tutulmasında yarar olan önemli bir bulgudur. Yukarıdaki analiz, ayrıca, (malların üretiminde kullanılan) üretim faktörleri gelirlerinin uygulamadan ne şekilde etkilendiği konusunda da ipuçları vermektedir. Tarife uygulaması, ithal ikamesi sektöründe üretilen malın üretiminde yoğun olarak kullanılan üretim faktörünün gelirinin reel anlamda artmasına yolaçarken, aynı malın üretiminde yoğun olarak kullanılmayan diğer faktörün reel getirisinin azalmasına yolaçacaktır. Yukarıda ele aldığımız türde, iki ülkeIiiki mallı-iki üretim faktörlü bir dür:ıyada, bu, tarife uygulamasının, ülkede kıt olarak bulunan üretim faktörünün getirisinin reelolarak artmasına yolaçacağı anlamına gelecektir. Diğer bir deyişle tarife uygulaması, ülkede bololarak bulunan üretim faktörünün reel getirisinin azalması yönünde bir etkiye sahip 79 olacaktır. Tarifelerin indirilip serbest dış ticaret yönünde faktör gelirlerini tam tersi yönde etkileyecektir. adımlar atılması ise Yukarıda anlatılanları kısaca özetlersek, tarife uygulamasının, küçük ve bir ülkenin refahının azalması yönünde etkilere sahip olacağını söyleyebiliriz. dışa açık 4.2.1.2. 'BÜYÜK' ÜLKE VARSAYıMı Yukarıdaki analiz, küçük bir ülkenin tarife uygulaması yoluyla dünya fiyatda dış ticaret hadlerini lehe çevirerek refahını artıramayacağını göstermiştir. Büyükbir ülke ise tarife uygulayarak dış ticaret hadlerini kendi lehine çevirebilir ve dolayısıyla da refahını artırabilir. Bu, büyük ülkenin dış ticaret ilişkilerinde belli bir pazarlık (piyasa) gücüne sahip olmasının bir sonucudur. larını etkileyemeyeceğini, dolayısıyla Aşağıdaki şekil, büyük ve dışa açık ad valorem bir tarife uygulamasının ekonomik etkilerini bir ülke açısından açıklamak amacıyla çizilmiştir. Fx Ft ______________ a Fd _________ 0_ _ 0 _ _ F'd - - - - - - - - - - - - - Ty OL-____________ Mx L-~ A Şekil 2: Tarife uyguıamasının _ _ _ _ _ _ _ _ _ _~~_ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _~ D C ekonomik etkileri: 'Büyük ülke' varsayımı. Yukarıdaki şekilde, eğrileri sembolize eden harflerin anlamı, bir önceki şekil ile aynıdır. Şekilde görüldüğü gibi, tarife uygulaması sonrasında yurtiçi fiyatlar, tarife oranında artmamaktadır. Büyük ülkenin tarife uygulaması yoluyla 80 ithalatını kısması, bu ülkeye ihracat yapan ülkeleri fiyatlarını düşürmeye zorlamakta, bu da, konulan tarifenin yükünün bir kısmının (fiyatların düşürülmesi yoluyla) ihracatçılar tarafından yüklenilmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu durum, şekilde, ihracatçının eline geçen fiyatın OFd'den OF'd 'ne düşmesi şeklinde gösterilmiştir. Diğer bir deyişle, birim başına FtFd miktarında olan tarifelerin Fd F' d kadarı ihracatçı tarafından yÜklenilmekte, geri kalanı ise yurtiçindeki tüketicilerin payını göstermektedir. Bu paylaşımın ne şekilde olacağı, yurtiçi talep esnekliği veri iken, yabancı arz eğrisinin fiyat esnekliği tarafından belirlenecektir. Yabancı arz eğrisinin esnekliği ne kadar az ise, ihracatçılar fiyatlarını daha çok düşürmek zorunda kalacağından, verginin ihracatçı tarafından yüklenilen kısmı da o kadar yüksek olacaktır. Bir önceki şekilde olduğu gibi, tarife uygulaması sonucu ortaya çıkan 'tüketici artığı' azalması, (a+b+c+d) alanları toplamı kadardır. Net refah kaybı ise yine (b+d) alanları toplamına eşittir. Büyük ülke varsayımı ile küçük ülke varsayımı arasındaki fark kendisini şekilde (e) ile gösterilen alanda göstermektedir. Bu alan, ihracatçıların fiyatlarını düşürmek zorunda kalmaları nedeniyle yüklenmek zorunda kaldıkları vergi toplamını göstermektedir. Bu toplam, yurt dışındaki üreticilerden (ihracatçılardan) vergiyi koyan otoriteye aktarılan bir geliri ifade etmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, yabancı arz eğrisi ne kadar inelastik ise dışarıdan içeriye aktarılan gelir de o denli fazla olacaktır. tarifeyi uygulayan ülkenin refahı açısından baktığımızda, dışarıdan aktarılan bu geliri kuşkusuz bir refah kazancı olarak yorumlamamız . gerekir. Fakat ülkenin uygulama sonucunda refahının net olarak artıp artmadığını söyleyebilmek için bu kazancı, tarife uygulamasının yolaçtığı net refah kayıplarıyla, yani (b+d) alanları toplamıyla karşılaştırmamız gerekir. Diğer (e) alanı, (b+d) alanları toplamından büyük ise, ülkenin refahı, uygulama sonucu artmış olacaktır. Aksi takdirde, ülke bir refah kaybını yüklenmek zorunda kalacaktır. Özetle söylemek gerekirse, dış ticaret hadleri, tarife uygulaması sonucu ülke lehine ne kadar fazla iyileşirse, ülkenin refahının artması olasılığı da o kadar fazla olacaktır. (Bir ülkenin, dış ticaret hadlerini kendi lehine çevirerek refahını artırma olasılığına sahip olduğu görüşü, iktisat literatüründe uzun zamandan beri kabul gören bir görüştür (Bickerdike, 1906). Bu görüşe göre, dünya ticaretinde belli bir pa2arlık gücüne sahip olan ülkeler, dış ticaretierini sınırlayarak refahlarını artırabilir. Diğer bir deyişle, bu gibi ülkeler açısından, sınırlandırılmış dış ticaret, serbest dış ticarete üstündür. Fakat, bu söylenenler, tarife uygulayan bu tür bir ülkenin, tarife oranlarını sürekli artırarak refahını da sürekli artırabileceği anlamına gelmez. Tarife Olaya yalnızca 81 oranlarının artırılması, belli bir orana ulaşana kadar ülkenin refahını artıracak, bu orana ulaşıldıktan sonra tarife oranlarının artırılması durumunda ise, neden olunacak ölü refah kayıpları, dış ticaret hadlerinin iyileşmesinden kaynaklanan refah artışlarını aşmaya başlayacağı için, toplam refah azalma eğilimine girecektir. Toplam refahın maksimize edildiği bu tarife oranı, iktisat yazınında 'optimum tarife' olarak adlandırılır. Bir ülkenin optimum tarife oranının ne olduğu, o ülkenin dış ticaretteki partnerinin ihracatının arz esnekliği ile, o partnerin söz konusu ülkenin ihraç mallarına olan talebinin fiyat esnekliğine bağlıdır.) Özetle söylemek gerekirse, tarife uygulayan ülkenin dünya fiyatlarını etkileyebilmesinin söz konusu olduğu durumlarda, tarife uygulaması o ülkenin rafahını artırabilir. Bu refah artışının bir sınırı vardır (optimum tarife). Ayrıca, bu refah artışı, ancak, başka ülkelerin refahının azalması pahasına gerçekleşe­ bilecektir. Bu nedenle, olaya dünya refahı açısından (yani global açıdan) baktığımızda, serbest dış ticaretin, engellenmiş dış ticaretten daha üstün olduğunu söylemek durumundayız. 4.3. MiKTAR SıNıRLAYıCı TARiFE DIŞI ENGELLER ticaret engellerinden en yaygın olarak kullanılanları, miktar sınırlamalarıdır. Miktar sınırlamaları, ithalatı, belli bir dönem için, ya fiziksel sayı (miktar, hacim) olarak, ya da değer olarak sınırlayan türdeki dış ticaret engelleridir. Bu engeller, kotalar, gönüllü ihracat sınırlamaları veya tarife kotalar yoluyla getirilebilir. Aşağıda bunları sırası ile inceleyeceğiz. Tarife dışı dış Miktar sınırlamaları da, tarifeler gibi, esas olarak ya ulusal sanayii korumak ya da devlete gelir sağlamak amacıyla (mali amaç) kullanılırlar. Korumaya yönelik amaç, aynen tarifelerde olduğu gibi, ulusal üretimin yurtiçi pazar payının artırılması ile ilgilidir. Mali amaç ise, tarifelerden biraz farklıdır. Fakat, aşağıda göreceğimiz gibi, devletin, miktar sınırlaması uygulaması yoluyla da bir gelir elde etmesi mümkün olabilmektedir. Değer yönünden konulan miktar sınırlamalarında ise amaç, devlete belli bir gelir sağlamak değil, harcamaları sınırlayarak kıt olan dövizden tasarruf sağlamaktır. 4.3.1. KOTA LAR VE EKONOMiK ETKiLERi Kotaların ekonomik etkilerini de önce "küçük" bir ülke açısından, daha sonra da "büyük" bir ülke açısından inceleyeceğiz. Heckscher-Ohlin-Samuelson modelinin varsayımları burada da geçerlidir. 82 4.3.1.1. 'KÜÇÜK' ÜLKE VARSAYıMı Söz konusu ülke, başlangıçta, kota uygulamasına konu olan malı üretmiyorsa, uygulamanın ekonomik etkileri aşağıdaki şekilde gösterildiği gibi olacaktır. F K* Fy - - - --- a b o L -_ _ _ _ _ _- L_ _ _ _ B Şekil Ty ~ _ _ _ _ _ _ _ __+ Mx A 3 : Kota uygulamasının ekonomik etkileri: Küçük ülke varsayımı (Ulusal üretim yoksa) ithalatın OB miktarı ile sınırlandırılması, yurtiçi fiyatın, dünya fiyat düzeyini gösteren Fd'den, yurtiçi fiyat düzeyini gösteren Fy'ye yükselmesine, bu yükseliş de, tüketici artığının (a+b) alanı kadar düşmesine yolaçacaktır. Bu alanlardan (a) alanı, gelirin, tüketicilerden ithalat lisansı sahibi ithalatçılara yeniden dağılan kısmını göstermektedir.* (b) alanı ise tüketicilerin net refah kaybını göstermektedir. Bu alan kimseye gitmediği için aynı zamanda toplumun da net refah kaybını göstermektedir. Söz konusu ülkenin, kota uygulamasına konu olan malı, yurtiçinde de üretiyor olması durumu aşağıdaki şekilde gösterilmektedir. Bu şekilde de, analizi fazla karmaşıklaştırmamak için, yurtiçi üretim arz eğrisinin başlangıç noktasının dünya fiyat düzeyini gösteren Fd düzeyinden başladığı varsayılmaktadır. Yani bu şekilde de, kota uygulaması öncesinde (yani serbest ticaret durumunda) söz konusu ürünün yurtiçinde üretilmediği varsayıl­ maktadır. Bu nedenle, kota uygulamasının amacının, söz konusu ürünün ulusal üretimine başlanmasını sağlamak olduğunu söyleyebiliriz. lisanslarının ithalatçılara ücretsiz dağıtıldığı varsayılmaktadır. Bu lisansların ithalatbirim başına PyPd fiyatından 'satılması durumunda (a) alahl devlete gelir olarak gidecektir. O takdirde durum PyPd/OPd oranındaki bir tarife ile aynı olacaktır. * Burada ithalat çılara 83 Fx K* Ay o F Şekil B' A Mx 4: Kota uygulamasının ekonomik etkileri: Küçük ülke varsayımı (Ulusal üretim s~ konusu ise). o Fiyatının Fd'nin üzerine çıkması duru.rnunda söz konusu ürünün yurtiçinde üretimine başlanabilecektir. Hükümetin bu amaçla, ewelce AA' kadar olan ithalatı AB' kadar olan bir kota ile sınırladığını varsayalım. Bu kota uygulaması ithalat arz eğrisinin FdAd den FdzK*ya dönüşmesine yolaçacak, bu durumda da yurtiçi fiyatının yükselmesi, üretim faktörlerinin bu alana kaymasına yol açacak ve 'ithalatı ikame eden ürün' olarak adlandırabileceğimiz sözkonusu ürünün ulusal üretiminin OF kadar olmasını sağlayacaktır. ithalat da OA'dan FB'ye düşecektir. Uygulamanın refah etkileri ise açıktır. Tüketici artığı (a+b+c+d) alanı kadar azalacaktır. (a) alanı yine (ithalat lisanslarının ithalatçılara ücretsiz dağıtıldığı varsayımı altında) tüketicilerden ithalatçılara yeniden dağılan geliri, (c) alanı ise, tüketicilerden ulusal üreticilere yeniden dağılan geliri göstermektedir. Bir diğer deyişle, (c) alanı, üretici artığındaki (rantındaki) artışı, (d) ve (b) alanları ise, tarife uygulaması durumunda olduğu gibi, yine, net refah kayıplarını göstermektedir. Tüketici (ve toplum) refahı bu alanlar kadar azalmakta, bu alanlar kimseye gitmemektedir. Bu nedenle, bu alanlar ölü kayıplardır. (Anımsanacağı gibi (d) alanı 'üretim kaybı', (b) alanı da 'tüketim kaybı' olarak adlandırılır). 4.3.1.2. BÜYÜK ÜLKE VARSAYıMı: Anımsanacağı gibi, dış ticarete müdahale eden ülkenin "Büyük" ülke olması durumunda, ')U müdahale, dış ticaret hadlerinin ülke lehine dönmesine yolaçabilecektir. Bu olasılık, aşağıdaki şekilde gösterilmektedir. Söz konusu ülkenin "Büyük" ülke olması, o ülkeye yönelik ihracat arz eğri­ sinin yukarıya doğru eğimli bir eğri olmasına yolaçacaktır. Diğer bir deyişle, o ülkeye yönelik dünya arz eğrisi sonsuz esnek olmayacaktır. Bu eğri, şekilde Ad olarak gösterilmiştir. 84 F K* Ay Ad o Şekil i i i i i i Ty A B 5: Kota Şekilde, Mx K uygulaması: Büyük ülke varsayımı sözkonusu olan ithalatçı ülkenin, sözkonusu ithal malını ayrıca yurtiçinde ürettiği de varsayılmaktadır. ithalatı ikame eden (ithalatla rekabet eden) bu malın arz eğrisi şekilde Ay ile gösterilmiştir. Yurtiçi üretim maliyetleri, dünya için geçerli olandan daha yüksek olduğu için, Ay, arz eğrisi, Ad arz eğrisinden daha yukarıda ve daha inelastik bir şekilde çizilmiştir. Buradaki analizin, "küçük" ülke varsayımı altındaki analizden en belirgin farkı, burada, kota uygulamasından (yani ithalatın sınırlandırılma­ sından) sonra ihracatçıların fiyatlarını Fd'den F'd'ne düşürmek zorunda kalmış olmalarıdır. Yani büyük ülkenin dış talebini azaltması, dünya fiyatlarının düş-mesi yönünde bir etkiye sahip olmaktadır. Zaten büyük ülke' bu demektir. (Arz veya talebini değiştirerek dünya fiyatlarını etkileyebilen ülke). kota uygulaması Kota uygulaması, yurtiçi fiyatın, talep esnekliğine de bağlı olarak, bir miktar yükselmesine yolaçacaktır. Bu fiyat şekilde Fy olarak gösterilmiştir. Yurtiçi fiyat düzeyinde ve ithalat (yani dünya arz) fiyatında meydana gelen sözkonusu değişmeler, şekilde yansımasını bulan refah etkilerinin de oluşmasına neden olacaktır. Şekilden de izlenebileceği gibi, dünya arz eğrisinin sonsuz esnek olmaması, ithalatçıların eline geçen rantların (e) alanı kadar daha fazla olmasına yolaçmaktadır. Ülke küçük ülke olmuş olsaydı, ithalatçıların eline geçen 'normal üstü' karlar (ithalatçı rantı) yalmzca (d) alanı kadar olacaktı. Şekilden de izlenebileceği gibi, ülkenin büyük ülke olması durumunda, 'ölü kayıplar' diye adlandırdığımız refah kayıpları da daha fazla olmaktadır (b ve c alanları toplamı yerine b,c ve f alanları toplamı). Dış ticaret hadlerinin ülke lehine dönmesi nedeniyle ülke refahında meydana gelen toplam refah artışı şekilde (e) alanı ile gösterilmektedir ve yukarıda belirtildiği gibi bu artış, doğ­ rudan ithalat lisansı sahiplerine (rantlarında bir artış şeklinde) yansımak­ tadır.* * ithalat lisanslarının hükümet tarafından ücretsiz dağıtıldığı varsayılıyor. 85 4.3.1.3. TARiFELERiN VE KOTALARıN ETKiLERiNiN KARŞI LAŞTıRILMASı Uygulamada, tarifeler ve kotalar birbirlerinin alternatifi gibi ele alınmaktadır. Bu nedenle, bu dış ticaret politikası araçlarının etkilerinin karşılaştırılmasında benzerlik ve ayrılıklarının açıklığa kavuşturulmasında iktisatçılar ve politika yapıcı ve uygulayıcıları açısından büyük yararlar vardır. Tarifelerin etkileri ile ilgili olarak çizdiğimiz şekillerle, kotaların etkileri ile ilgili şekiller karşılaştırıldığında, bu uygulamaların hemen hemen aynı sonuçlar doğurduğu görülecektir. Başlangıç etkileri açısından tek fark, gerçekten de, sadece, "vergi geliri etkisi" diye adlandırabileceğimiz etkide kendisini göstermektedir. ithalat lisanslarının ithalatçılara ücretsiz dağıtılmayıp, belli bir yönteme göre hesaplanacak bir fiyatla satılması durumunda ise bu etki açısından da tarifeler ve kotalar aynı etkilere sahip olacaktır. Yukarıdaki analiz, ithalat lisanslarının ücretsiz dağıtıldığı varsayımı üzerine oturtulmuştu. Bu durumda 'kota karı' (ithalatçı rantı) doğrudan ithalatçıya gidecektir. Buradaki zımni bir varsayım da, ithalat piyasasında, yani ithalatçılar arasında, tam rekabet koşullarının geçerli olduğu varsayımıdır. Eğer durum böyle değilse ve ithalat lisansları tek bir elde toplanıyorsa (tekelci ithalat durumu), bu koşullarda yurtiçi fiyatın yukarıdaki şekillerde gösterilenden daha yüksek, ithalatın da kota miktarından daha düşük olması sözkonusu olabilecektir. Burada bu olasılığın ayrıntılarına girmiyoruz. * Özetle söylemek gerekirse, olaya yalnızca statik etkinlik açısından bakıl­ tarifelerle kotalar arasındaki tek fark 'vergi geliri etkisi'nde görülmektedir. Tüketiciler açısından gelir, tarife durumunda devlete doğru, kota durumunda (ve anılan kısıtlar çerçevesinde) ise ithalatçılara doğru yeniden dağıl­ maktadır. Olaya bu açıdan bakıldığında, hangi politika aracının tercih edileceği konusu bir politik tercih sorunudur. Eşitlik açısından, tarifeler kotalara tercih edilebilir. (Devletin, eline geçen vergi gelirlerini ne şekilde kullandığı da kuşkusuz çok önemlidir). dığında, Tarifeler ve kotalar başka açılardan da karşılaştırılabilirler. Herşeyden önce, tarife uygulaması durumunda sözkonusu olan ithalat sınırlama mekanizması, fiyat mekanizmasıdır. Kota uygulamasında ise fiyat mekanizmasının işleyişi kesinkes engellenmekte, fiyat mekanizması reddedilmektedir. Bu ayırım çok önemlidir. Bu nedenle, eğer, kaynakların etkin dağılımı açısından en etkili sinyallerin 'piyasanın görünmez eli' tarafından verildiğine inanıyorsak, tarifeler kotalara tercih edilmelidir. Fakat, eğer, piyasaların denetlenmesi ve * Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için (Corden, 1971, ch.9l görülebilir. 86 planlanmasının gerekli olduğu düşüncesinde isek, o zaman, bu amaç için kotalar daha etkili bir politika aracı olarak tarifelere tercih edilebilir. Olaya daha dinamik bir açıdan baktığımızda da, fiyat mekanizmasının işleyişi ve dolayısıyla da tüketici refahı açısından, tarifelerin kotalara göre daha etkin bir politika aracı olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin analizimizde sözkonusu olan mala olan talebin herhangi bir nedenle artması durumunda (başlangıçta tarife uyguladığımızı varsayarsak), tarife uygulaması durumunda, yurtiçi fiyat eski düzeyinde (yani dünya fiyatı + tarife) kalacak, yurtiçi üretim değişmeyecek, tek değişiklik ithalatın ve ithalat vergisi gelirlerinin artması şeklinde kendisini gösterecektir. Kota uygulaması durumunda ise, talep arttığı zaman eğer kota artırılmayıp aynı düzeyde tutulursa, yurtiçi fiyat daha fazla yükselecek, ithalat artamadığı için, artan talep, artan yurtiçi üretim tarafından karşılanacak, bu da 'ölü kayıplar' olarak adlandırdığımız refah kayıplarının daha büyümesine neden olacaktır. (Yurtiçi üretim, ithalata göre daha pahalıya malolduğu için, artan yurtiçi talebin artan yurtiçi üretimle karşılanmasının, tüketicilerin refah kayıplarını artıracağı açıktır. Burada, tüketicilerden üreticilere giden bir gelir aktarımı söz konusudur. Dolayısıyla, burada bir politik tercihin sözkonusu olduğunu söyleyebiliriz). Kısaca özetlemek gerekirse. Talebin artması ve dolayısıyla iç piyasanın genişlemesi durumunda, uygulanan politika aracı tarife ise, talep daha ucuz olan ithalata yönlendirilecek ve dolayısıyla yabancı üretici özendirilecek; uygulanan araç kota ise, bu kez talep daha pahalı olan yurt içi üretime yönlendirilecek, dolayısıyla da ulusal üretim korunmuş ve teşvik edilmiş olacaktır. Fiyat mekanizmasının etkin işleyişi açısından tarife daha uygun bir politika aracıdır. Kota; olaya kaynakların yeniden dağılımı açısından bakıl­ dığında, kaynakları, daha az etkin olan ithal ikamesi sektörüne kaydır­ maktadır. Kaynakların, ekonominin başka sektörlerinden bu alana kaydırıldığı düşünülürse, bunun, bir kaynak israfı anlamına geleceği açıktır. Kotaların, kaynakların etkinsiz dağılımı yönündeki bir diğer olumsuz etkisi de, kota ile girmesine izin verilen ithalatın kaynağı ile ilgilidir. Kota, miktarı sınırlamakta, fakat gelecek ithalatın en ucuz kaynaktan gelmesini güvence altına alıcı bir, özelliğe sahip bulunmamaktadır. Bir diğer deyişle, kotaların, arz kaynakları açısından ayırım gözetici bir şekilde uygulanması, ithalatın en ucuz kaynaktan yapılmasını engelleyebilmektedir. Bu konu, 'yeni korumacılık' diye adlandırılan olgunun ilginç bir yönüne işaret etmektedir. Bu konuya aşağıda yeniden değinilecektir. Bu son açıdan da, tarifelerin kotalara üstün olduğunu ve ithalatın daha ucuz kaynaklardan yapılabilmesi için kotalara göre daha 87 uygun bir ortam yarattığını söyleyebiliriz. Yukarıdasöylenenler, iktisadi açıdan, tarifelerin, bir müdahale aracı olarak, kotalara üstün olduğunu göstermektedir. Uygulamada ise, idari mülahazalar iktisadi mülahazalara ağır basabilir ve kotalar tarifelere tercih edilebilir. Buna karşın, kotaların suiistimale daha açık olduğunu da söylemek gerekir. Ayrıca, tarifelerin gelir sağlayıcı bir araç olduğunu da bu karşılaştırmalarda gözönüne almakta yarar vardır. Kuşkusuz, bu konuda sağlıklı bir karara varmanın en doğru yolu, karşılaştırmayı bir fayda-maliyet analizine dayandırmaktır. 4.3.2. GÖNÜLLÜ iHRACATSıNıRLAMALARı (vE DÜZENLi PAZARLAMA ANLAŞMALARı) GATT Anlaşmasının XiX. maddesi, ülkelere ulusal sanayilerini korumak üzere ithalata karşı 'acil' önlemler alma olanağı sağladığı halde, uygulamada, ülkelerin çeşitli nedenlerle (bu nedenler evvel ce ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.) GATT olanaklarından yararlanmadıkları ve ulusal sanayilerini GATT kurallarına ters düşen bazı amaçlarla koruma yoluna gittikleri görülmektedir. Gönüllü ihracat sınırlamaları (GiS) ve düzenli pazarlama anlaşmaları (DPA) bu araçların en yaygın olarak kullanılanlarıdır. Bu araçlar birbirlerine çok benzer olduklarından aşağıda yalnızça GiS'in ekonomik etkileri üzerinde durulacaktır. GiS'in ekonomik etkileri, kotaların ekonomik etkinleri ile büyük benzerlik göstermektedir. Bu nedenle, evvelce kotaların ekonomik etkilerini göstermek amacıyla çizilen şekillerden yararlanmak mümkündür. ithalatın kotalar veya GiS yoluyla sınırlanmasının, fiyat ve üretim üzerindeki etkileri aynıdır. Kota ile GiS arasındaki en belirgin fark, şekillerde (a) da gösterilen alanla ilgilidir. Kota durumunda bu alan, ithalatçıya giden kota karlarını simgelemekteydi. GiS durumunda ise bu alan GiS'i uygulayan yabancı ihracatçıya giden kota karını simgeleyecektir. Dolayısıyla, GiS durumunda tüketici artığında meydana 'gelen azalma, ulusal ithalatçıya veya devlete değil, kesinkes yabancı ihracatçıya doğru yeniden dağılan bir gelir anlamına gelecektir. Bu nedenle, GiS'in neden olduğu bu gelir dağılımı olgusunu, uygulamanın bir ekstra maliyeti olarak yorumlamak mümkündür. * Dış ticaret hadleri ve ödemeler dengesi üzerindeki etkileri açısından da kotalarla GiS arasında farklar vardır. Olaya ithalatçı ülke açısından baktı- " Bu olaya ulusal açıdan bakışla, global (dünya) açıdan bakış, refah açısından farklı sonuçlar doğuracaktır. _ 88 ğımızda Gis uygulaması, ithalat birim fiyatlarının artmasına ve ceteris paribus, dış ticaret hadlerinin kötüleşmesine yolaçar. Ödemeler bilançosu üzerindeki etkiler açısından ise, bir kota uygulaması ithalat miktarının azaltılmasına yolaçtığı ölçüde döviz giderlerinin azalmasına ve ÖD'nin iyileşmesine yolaçacaktır. Bir GiS uygulaması durumunda ise ithalatçı ülkenin döviz gereksinmesinin artması sözkonusu olabilir. Bu gereksinme, ilgili bölgede talep eğrisinin esnekliğinin ne olduğuna bağlıdır. Bu esneklik 1'den az ise, GiS, döviz gereksinimlinin artmasına yolaçacaktır. (Çünkü bu koşullarda, fiyat artışı nedeniyle meydana gelecek talep miktarı azalması, oran olarak, fiyat artış oranından daha düşük olacaktır). Diğer şeyler aynı kalmak koşuluyla, böyle bir durum, ödemeler dengesinin kötüleşmesine ve eğer esnek kur sistemi sözkonusu ise kurların yükselmesine (ulusal paranın değer yitirmesine); sabit kur sistemi sözkonusu ise, ulusal geliri azaltıcı politikalara yolaçacaktır. Yukarıdaki analiz, "gönüllü" olarak sınırlandırılan ihracatın tam rekabet koşullarında yapıldığı varsayımına dayandırılmaktadır. ihracatta tekelleşme sözkonusu ise, veya ihracatçı firmalar bir araya gelerek bir kartel oluşturur­ larsa* durum ne olacaktır? Bu varsayımlar altında GiS'in etkilerini, (Murray, et aL. '1978') den yararlanarak aşağıdaki şekil yardımıyla incelemek mümkündür. Gis F _~K F3 F2 Ad F1 MH o C B :~ : Ty M A Şekil 6 : Gönüllü ihracat sınırlamalarının ekonomik etkileri: ihracatta tam rekabet ve tekel koşulları karşılaştırması. Şekilde Ty, yurtiçi ithalat, talep eğrisini, Ad ise sonsuz esnekliğe sahip dünya arz eğrisini göstermektedir (Bu durum, zımni olarak, ithalatçı ülkenin küçük bir ülke olduğu anlamına gelmektedir ve analizdeki bir çelişki olar~k yorumlanabilir. Buna karşın, büyük ülke varsayımı durumunda burada ulaşılan temel sonuçların değişmeyeceğini söylemek de mümkün olabilir. Bu *Anılan koşullarda ihracatçı firmaların bir araya gelerek bir karteloluşturması, GiS uygulamasının doğal bir sonucudur. 89 koşullarda ithalatçı ülke, sözkonusu maldan OA kadar ithal edecektir. Şimdi ithalatçı ülkenin, ihracatçı firma veya firmalar grubu ile bir GiS anlaşmasına vardığını ve ihracatçıların ihracatı OB miktarı ile sınırlamayı kabul ettiklerini varsayalım. Eğer ihracatta tam rekabet koşulları geçerli olsaydı, bu anlaşma çerçevesinde OB kadar ithalat yapılacak ve yurtiçi fiyat F1 'den F2'ye yükselecektL Bu koşullarda, ihracatçıların eline GiS anlaşmasından kaynaklanan ve miktar olarak F1 FGF2 alanına eşit olan bir ra nt (GiS karı) geçecektir. GiS anlaşmasının tek bir ihracatçı veya birlikte hareket eden bir ihracatçı grubu ile yapılması durumunda ise varılan nihai denge durumu yukarıdakin­ den çok farklı olacaktır. ihracatçı firma veya firmalar grubu eğer kar maksimizasyonu politikası uyguluyorsa, o zaman marjinal maliyetin marginal hasılata (ki şekilde MH eğrisi olarak gösterilmiştir) eşitlenmesi sözkonusu olacak, bu da ihracat miktarını OC'ye düşürürken fiyatın F3'e çıkmasına yolaçacaktır. Bu koşullarda GiS karları F1 RKF3'de maksimize edilecektir. Görüldüğü gibi, ihracatta tekelci uygulamaJarın sözkonusu olması ve itha- latın kota yerine GiS anlaşması yoluyla sınırlanması durumunda, rantın yurt dışına yükselmesi ve miktarın düşmesi de sözkonusu olmaktadır. (Fiyatın yükselmesi, korunmaya çalışılan ulusal sanayiye daha yüksek bir etkin korunum sağlanması anlamına gelecektir. Şekil, ithalatla rekabet eden böyle bir ulusal sanayi yokmuş gibi çizilmiştir). transferi yanında, fiyatın Bir kota uygulaması ile bir GiS anlaşmasının ekonomik etkilerini karşılaş­ tırırsak, özet olarak şunları söylemek mümkündür: Herşeyden önce, GiS uygulamasının, dış ticaret hadleri ve ödemeler dengesi üzerindeki etkilerinin olumsuz olması olasılığının daha fazla olması nedeniyle, kotaların GiS'e tercih edilebileceğini söyleyebiliriz. Ayrıca, GiS uygulamasının kotalardan daha fazla bir belirsizliğe yolaçtığı da bir gerçektir. Fakat ilginçtir ki GiS uygulamaları uluslararası arenada giderek yaygınlık kazanmıştır. Bunun nedeni, GiS'in "gönüllü" olarak uygulanması ve GAD çerçevesi dışında olması nedeniyle, ülkelerin GAD'ın zorunlu kıldığı 'mütekabiliyet' yükümlülüklerini yerine getirmelerine gerek kalmamasıdır. Özetle söylemek gerekirse, GiS uygulamasına başvurulmasının en önemli nedeni, gelişmiş ülkelerin, kendi oluşturdukları GAD kurallarına uymak istememeleridir. Kurallar uyulmamak için konur kuralı burada da geçerliliğini korumaktadır. 4.3.3 TARiFE - KOTALAR Tarife-kotalar da GiS gibi son yıllarda uygulaması yaygınlık kazanan dış 90 ticaret politikası araçlarındandır. Adının da ima ettiği gibi bu politika aracı, tarifelerle kotaların bir melezidir. Bu uygulamada, ithalat miktarı üzerinde bir üst sınır sözkonusu değildir. Sözkonusu olan, belli bir miktarda veya değerde malın, gümrüksüz olarak ithal edilebilmesi, bunu aşan kısmın ise belli bir tarife oranına veya oranlarına konu olmasıdır. Bu uygulamanın idari bazı sorunlar yaratacağı açıktır. Kotalarda olduğu gibi burada da tarife-kotanın dağıtılıp (tahsis edilip) dağıtılmayacağı ve kimlere dağıtılacağı sorunu vardır. DağıtıI­ mama durumunda, pazara ilk giren ihracatçı firmalar daha avantajlı durumda olacaklardır. Tarife-kotaların tahsis edilmesi durumunda ise, belli ülkelerin, daha düşük oranlı tarifeye konu kotalardan yararlanması durumu sözkonusu olacaktır. Özetle, tarife-kotalar, tarifelerin ve kotaların hem teknik niteliklerini hem de idari güçlüklerini bünyelerinde taşıyan bir dış ticaret politikası aracıdır. Hemen belirtelim ki, bu politika aracı, çoğu uygulayıcı tarafından yararlı bulunmakta ve hem tarifeden hem de kotadan daha liberal bir araç olması nedeniyle de benimsenmektedir. Tarife-kotanın temel özelliklerini aşağıdaki şekil yardımıyla inceleyebiliriz. Fx Şekil 7 : Tarife-kotanın ekonomik etkileri (Büyük ülke varsayımı) Şekil, ithalatçı ülkenin büyük bir ülke olduğu varsayımına göre çizilmiştir. Bu nedenle, bu ülkeye yönelik dünya arz eğrisi yukarı doğru eğimlidir ve şekilde Ad olarak gösterilmiştir. T ile gösterilen eğri ise yurtiçi talep eğrisidir. ithalatta herhangi bir sınırlama olmaması durumunda OM1 kadar mal F1 birim fiyatından ithal edilecektir. ithalat üzerine belli bir t oranında konulan ad valorem bir tarife dünya arz eğrisinin yukarıya doğru kaymasına yolaçacak, bu durumda fiyat F2'ye yükselirken ithalat miktarı da OM2'ye düşecektir. Böyle bir durumda devletin eline geçecek toplam tarife geliri abcf2 alanı kadar olacaktır. Şekilde görüldüğü gibi, bu tarife gelirinin bir kısmı yurtiçindeki 91 F1'den F2'ye çıkması nedeniyle) bir kısmı da ihracatçılar tarafından (ellerine geçen fiyat F1 'den a'ya düştüğü için) ödenmektedir. (ithalatcı ülkenin büyük ülke olması, ihracatçıları, fiyatlarını OF1'den Oa'ya düşürmeye zorlamıştır). tüketiciler tarafından (fiyatın Durum böyle iken, eğer, ithalatın belli bir kısmının gümrüksüz veya t oranından daha düşük bir gümrük vergisi ile girmesini sağlamak istersek, ne olacaktır? Böyle durumlar, uygulamada sık karşılaşılan durumlardır ve esas olarak gelişmekte olan ülkelere tanınan "genel tercihler sistemi" çerçevesindeki ithalatla ilgili olarak uygulama alanı bulmaktadır. Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin ihracatlarını artırmalarına olanak sağlamak üzere bazı ülkelere bazı malların ihracatı için kotalar tahsis etmekte (genel tercihler sistemi) ve ihracat bu kota sınırları dahilinde kaldığı sürece hiçbir vergiye tabi tutulmamakta, vergi ancak bu kotaların aşılmasından sonra söz konusu olmaktadır (en çok kayırılan ülke tarife oranı). Bu şekilde, tarifeler ve kotalar birlikte uygulama alanı bulmaktadır. Durumu şeklimiz yardımıyla açıklamaya devam edersek: Gümrüksüz ithalata olanak sağlayan kota miktarının OM3 kadar olduğunu ve bu miktarı aşan ithalat üzerinden aynı oranda gümrük vergisi alındığını varsayalım (bu oran t olsun). Bu durumda dünya arz eğrisi dgvAJ ile gösterilen kırık eğri olacaktır. Talep eğrisi T olduğundan, piyasayı temizleyen (arzı talebe eşleyen) fiyat ve miktar sırasıyla OF2 ve OM2 olacaktır. Dikkat edilirse, bu fiyat ve miktar, ithalat üzerinde yalnızca tarife uygulamasının sözkonusu olma durumunda geçerli olan fiyat ve miktar ile aynıdır. Fakat tarife-kota durumunda serbest ticaret durumuyla karşılaştırıldığında meydana gelecek olan kayıp veya kazançlar, hem yalnız tarife hem de yalnız kota uygulaması durumunda ortaya çıkacak olan kayıp veya kazançlardan farklı olacaktır. Eğer yalnızca kota uygulanıyor olsaydı, yurtiçi fiyat OF3'e yükselecek ve ithalatçıların eline geçecek kota karı F3ngk alanına eşit olacaktı. Yalnızca tarife uygulanması durumunda ise, fiyat ve miktar aynen tarife-kota uygulamasında ortaya çıkacak fiyat ve miktara eşit olmakla beraber (OF2 ve OM2), yalnız tarife uyguLamasında elde edilecek tarife geliri, tarife-kota uygulaması durumunda elde edilecek tarife gelirinden daha büyük olacaktır (F2cba ) cbhr). Tarifekota uygulaması durumunda ithalatçıların eline belli bir kota karının da (bir rant olarak) geçmesi sözkonusu olacaktır (F2rgk). Fakat bu kota karı, yalnızca kota uygulaması altında ortaya çıkacak olan kota karından (F3ngk) daha küçük olacaktır. Görüldüğü· gibi, tarifeler, kotalar ve tarife-kotalar, gelirin yeniden dağılımı etkileri açısından birbirlerinden farklı etkilere sahiptirler. Ölü 92 refah kayıplarını gösteren "üçgenler" açısından ise aralarında bir fark yoktur. Özetle söylemek gerekirse, tarife-kota uygulamalarının yaygın bir uygulama alanı bulmalarının ardında yatan en önemli neden, "Genel Tercihler Sistemi" (GTS) olarak adlandırılan uygulamalardaki gelişmelerdir. Bu sistem sayesinde gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere pazarlarını bir anlamda ve bir dereceye kadar açmaktadırlar. Bununla beraber, hemen belirtelim ki, GTS çerçevesinde uygulama alanı bulan tarife-kotaların gelişmekte olan ülkelere yarar sağlayıp sağlamadığı konusu tartışmalıdır. Hatta tarife-kotaların, gelişmekte olan ülkelere yönelik korumacılık eğilimlerini artırdığını savunanlar da yok değildir. * 4.4. MALi NiTELiKLi TARiFE DIŞI ENGELLER Yukarıdaki satırlarda ithalatı sınırlama yönünde kullanılan ve etkileri açısın. dan dolaysız ve miktarsalolan dış ticaret engellerini gördük. Aşağıdaki satır­ larda, dış ticarete etkileri açısından yine dolaysız olan, yani esas itibariyle dış ticareti engellemeye yönelik olarak uygulamaya konulan ve fakat mali bir nitelik taşıyan tarife dışı müdahale araçlarını incelemeye çalışacağız. Bu tür araçların en önemlileri, çeşitli şekillerde uygulamaya konulan sübvansiyonlar ve yurtiçi ve yurtdışı firmalar arasında ayırımcı bir şekilde uygulanan devlet satınalım politikalarıdır. Aşağıda bunlardan yalnızca üretim ve ihracat sübvansiyonları üzerinde duracak, ayırımcı devlet satınalım politikalarına da kısaca değineceğiz. 4.4.1. ÜRETiM SÜBVANSiYONLARı Tarifelerin ekonomik etkilerini incelerken, bu dış ticaret politikası aracının belli bir ulusal üretim miktarını gerçekleştirmek amacıyla kullanılabileceğine değinilmişti. Tarifeler bu amacı, ithalatın sınırlandırılması (ve yurtiçi fiyatın yükseltilmesi) ve ithal ikamesi sektöründe üretimin artırılması yoluyla gerçekleştiriyordu. Aynı amaca yurtiçi üretimin sübvanse edilmesi yoluyla da ulaşılabilir. Üretim sübvansiyonu, bir tarife uygulamasından daha dolaysız bir politika aracıdır ve bu bakımdan ve iktisadi açıdan, tarifelere üstündür. Bunu bir şekil yardımı ile göstermek mümkündür. Şekil üretim artışını (ulusal üretimin Mo'dan M1 düzeyine çıkarılması amacını) gerçekleştirmek üzere uygulamaya konulan bir tarife ile bir üretim sübvansiyonunun ekonomik etkilerini karşılaştırmak üzere çizilmiştir. Tarife 8, aynı * Bu konuda Baldwin ve Murray (1977) ve Murray (1977). görülebilir. 93 F F Ay Ay Ay +s Fo+t - - - Fo , ~~ i i i 1--,>1 i i - ~ i eK---- - - - - - - - - - ~~+t Ad MO M1 Şekil Fo i i 1<-1 i: M3 M2 ------Ad Ty Ty ~~-L--~~--------~M O Fo+s O M (a) Tarife uygulaması (b) Sübvansiyon uygulaması 8 : Tarife ve üretim sübvansiyonunun ekonomik etkilerinin karşılaştırılması (küçük ülke varsayımı) bu amacı fiyatı Fo'dan Fo +t düzeyine yükselterek gerçekleştirir (a paneli). Bu fiyat yükselmesi sonucu ulusal üretim Mo' dan M1 düzeyine çıkarken toplam tüketim de M2 düzeyinden M3'e iner, ithalat ise M1 M3 düzeyinde gerçekleşir. Tarife uygulaması nedeniyle toplumun yüklenmek zorunda kaldığı refah kayıpları şekilde c ve e üçgenleri toplamı olarak gösterilmiştir. Üretim sübvansiyonu, üretim üzerine konan negatif bir vergi olarak yorumlanabilir. Bu nedenle üretime bir sübvansiyon verilmesi, yurtiçi arz eğrisinin dikey yönde aşağıya doğru kaymasına yolaçacaktır. Şekilde, sübvansiyon sonrası yurtiçi arz eğrisi Ay + s olarak gösterilmiştir. (Sübvansiyon, fiyatın belli bir yüzdesi olarak verildiği için eğrinin kayışı paralel bir kayış değildir). Üretim sübvansiyonu verilmesi durumunda, ulusal üreticinin eline geçen fiyat, tüketicilerin ödediği fiyatı, birim üretim başına düşen sübvansiyon miktarı kadar aşacaktır. Daha yüksek fiyat, yurtiçi üretimin artması sonucunu doğu­ racaktır. Şekilde bu üretim artışı Mo M1 olarak gösterilmiştir. Sübvansiyondan sonra tüketiciler, uygulamadan önce olduğu gibi yine Fo fiyatından tüketimde bulunmakta, fakat üreticilerin eline birim başına Fo + s fiyatı geçmektedir. Sübvansiyon nedeniyle üreticilerin elinegeçen fiyat yükseldiği ve bu nedenle de ulusal üretim miktarı Mo dan M1 'e çıktığı için, ithalat miktarı da MoM2 'den M1 M2'ye düşecektir. Dikkat edilirse, tarife uygulaması durumunda yurtiçi üretimin artırılmasını ve ithalatın azaltılmasını sağlayacak tarife, aynı zamanda, toplam tüketimin de azaltılmasına yolaçarken, üretim sübvansiyonu uygulaması durumunda toplam tüketimin azalması sözkonusu olmamaktadır. Kısacası, üretim sübvansiyonu uygulaması, yalnızca ulusal üretimin artırılması yönünde bir etki yapmakta, tüketicilerin ödediği fiyatı etkilemediği için, yurtiçi toplam tüketim miktarını etkilememektedir. Sübvansiyon uygulamasının 94 maliyeye yükü Fobc (Fo + s) alanı kadardır ve gelirin maliyeden (tüketicilerden değil) üreticilere yeniden dağılan kısmını göstermektedir. Tarife uygulaması durumunda ise gelirin tüketicilerden hem hazineye hem de üreticilere yeniden dağılımı sözkonusudur. Üretim sübvansiyonlarını tarifelerden ayıran bir diğer önemli özellik de, tarife uygulaması durumunda, hem 'tüketim kaybı' hem de 'üretim kaybı' sözkonusu olduğu halde, sübvansiyon uygulaması durumunda yalnızca 'üretim kaybı'nın sözkonusu olmasıdır. Bu üretim kaybı, şekilde abc üçgeni olarak gösterilmiştir. Bu alan yurtiçi üretimin artması nedeniyle katlanılan ekstra yurtiçi üretim maliyetlerini göstermektedir. Sübvansiyon uygulaması, tarife uygulamasına göre, tüketici refahında daha az bir kayba yolaçtığı için, sübvansiyonun iktisadi açıdan tarifeden daha etkin bir araç olduğunu söyleyebiliriz. Bununla beraber, tarifelerin fon yaratıcı bir araç, subvansiyonların ise fona gereksinme gösteren bir araç olduğunu da unutmamak gerekir. 4.4.1.1. KENDi KENDiNi FiNANSE EDEN ÜRETiM SÜBVANSiYONU Tarifelerle sübvansiyonlar ille de birbirleri yerine kullanılan politika araçları olarak görülmemelidir. Üretim sübvansiyonları, bazı durumlarda tarifelerle birlikte de uygulanabilirler. Böyle bir durumda, ithalat tarifelerinden elde edilen gelirin üretim sübvansiyonunun finansmanında kullanılması sözkonusudur, bu tür sübvansiyonları 'kendi kendini-finanse eden sübvansiyon' olarak adlandırmak mümkündür. Bu tür bir uygulamanın ulusal sanayi üzerindeki koruyucu etkilerinin, yalnızca bir sübvansiyon uygulamasının koruyucu etki- . lerinden daha büyük olacağı açıktır. Aşağıdaki şekil, 'kendi kendini-finanseeden' bir üretim sübvansiyonunun etkilerini açıklamak amacıyla çizilmiştir. F Ay Ny ~:~_-_-- :; F1 - i - - -- A~ ------Ad i T ~-IL---~------~~--------_7M o m1 m2 m3 m4 Şekil 9 : Kendi kendini finanse eden bir üretim sübvansiyonunun ekonomik etkileri (küçük ülke Şekilde varsayımı). Ay eğrisi, sübvansiyon öncesi yurtiçi arz eğrisini, Ad doğrusu da 95 dünya arz doğrusunu göstermektedir (Küçük ülke varsayımı). Ay eğrisinin aynı zamanda marjinal özel maliyetleri gösterdiğini ve dışsal ekonomiler nedeniyle toplumsal maliyetlerin ise daha düşük olduğunu varsayalım. (Şekil­ de A~ olarak gösterilen eğrinin sosyal marjinal maliyetleri göstermekte(!ir). Eğer üretim, sosyal marjinal maliyetler gözönüne alınarak gerçekleştirilecek olsaydı, anılan koşullarda toplam yurtiçi talep OM4 kadar olacak ve bunun OM2 kadarı ulusal sanayi tarafından üretilecekti. Fakat gerçek hayatta üretim, özel maliyetler gözönüne alınarak gerçekleştirildiği için OM1 kadar olacaktır. Sosyal açıdan optimalolan OM2 üretimini gerçekleştirmek için uygulanabilecek 'birinci-en-iyi' politaka aracı F3F1/0F1 arasında uygulanacak olan bir üretim sübvansiyonudur. Bu sübvansiY-..lnun finansmanı genelvergi gelirlerinden sağlanabilir. Eğer bu imkan dahilinde değilse, o zaman 'ikinci-en-iyi' politika aracı olarak 'kendi-kendini-finanse eden' bir üretim sübvansiyonu uygulamaya konulabilir. Bu amaçla ithalat üzerine F2F1/0F1 oranında ad valorem bir tarife konulabilir ve bu tarifeden elde edilen gelir F3F2/0F2 oranındaki bir üretim sübvansiyonun finansını da kullanılabilir. Bu oranda uygulanan sübvansiyon, üreticinin eline geçen fiyatın OF3'e, toplam ulusal üretimin de OM2'ye çıkmasına yolaçacak, böylece de, sosyalolarak optimal olan üretim miktarı gerçekleştiriimiş olacaktır. Dikkat edilirse, anılan türdeki bir sübvansiyon uygulamasının neden olacağı tüketim maliyeti (ölü refah kaybı), üretimi OM2'ye çıkarmak içingerekli olacak olan tarife uygulamasının yolaçacağı tüketim maliyetinden daha azdır. Tarife uygulaması, ayrıca, toplam tüketirnin de daha az olmasına yolaçacak, toplam ithalat miktarını da M2M3 miktarının daha altına düşürecektir. Diğer yandan, tüketicilerin ödediği fiyat da OF3 olacaktır. Diğer bir deyişle, kendi kendini finanse eden bir üretim sübvansiyonu uygulaması, sosyal açıdan optimalolan yurtiçi üretimi gerçekleştirme aracı olarak, bir tarife uygulamasından daha etkindir. Tüketiciler, sübvansiyon uygulaması altında, daha düşük fiyatla daha çok tüketme olanağına sahip olacaklardır. 4.4.2. iHRACAT SÜBVANSiYONLARı ithal ikamesi politikaları uygulamada gelişmekte olan ülkeleri bir çıkmaza götürdüğünün görülmesi üzerine, çeşitli iktisatçılar* ihracata yönelik bir kalkınma stratejinin gelişmekte olan ülkelerin kalkınmalarını hızlandırma açısın­ dan daha yararlı olacağı görüşünü dile getirmişlerdir. Böyle bir tercih yapıl­ dığında, ithalatın kısıtlanması politikaları, yerini, ihracatın özendirilmesi politi* Örneğin, (Balassa ve Sharpston, 1977) 96 kalarına bırakacaktır. Bu tercihin mantığı, karşılaştırmalı olarak dezavantaja sahip olan sektörlerin himayesi yerine, ithalatı ikame eden sektörlerde istihdam dışı kalan kaynakların, karşılaştırmalı olarak daha avantajlı olan ihracat sektörlerine kaydırılmasıdır. ihracat sübvansiyonları, özünde, bu hedefi gerçekleştirmenin bir politika aracı olarak kullanılmaktadır. ihracat sübvansiyonu, en basit şekliyle, belli bir malın ihracatı karşılığı devletin ihracatçı firmaya yaptığı bir ödeme olarak tanımlanabilir. Burada sübvanse edilen, ihracata konu olan malın yurtiçi üretimi değil, ihraç edilen kıs­ mıdır ve bu ayırım önemlidir. Malın ihraç edilen kısmının sübvanse edilmesi ise firmaları, mallarını yurtiçinden çok yurtdışında satma yönünde özendirecektir. ihracat sübvansiyonları, ihraç edilen ürünlere verilen dolaysız üretim sübvansiyonları şeklinde olabileceği gibi, ihracatçılara veya yabancı ithalatçılara piyasa faiz oranlarından daha düşük faiz oranlarında kredi sağlanması veya ihracatçıların vergi muafiyetlerinden yararlandırılması şeklinde de olabilir. ihracat sübvansiyonu aslında bir nevi damping uygulamasıdır (Bu kavram ileride ayrıntılı bir şekilde incelenecektir). Uluslararası"anlaşmalara göre yasal olmamakla beraber birçok ülkenin gizli veya yarı gizli yollarla ihracatlarını sübvanse ettiklerini görmekteyiz. Bütün güçlü sanayileşmiş ülkeler, ihracat mallarının alıcısı olan ülkelere, ithalatın finansmanını sağlamak amacıyla düşük faizli krediler sağlamakta ve bu amaç doğrultusunda ihracat-ithalat Bankaları kurmaktadırlar (Bizdeki Eximbank da bu uygulamanın bir örneğidir). Bu tür bankaların sağladığı düşük faizli krediler, ABD ihracatının yaklaşık % 1O'unu, Japonya ve Fransa'nın ihracatının ise yaklaşık % 40'lnl finanse etmektedir. Bu konu, ABD 'nin en çok şikayetçi olduğu dış ticaret konularından biridir. 1980 yılında ABD, Japonya, Fransa, ingiltere, Almanya, italya ve Kanada'nın ihracatçılara bu yolla sağladığı sübvansiyonun $1.5 milyar ile $ 3 milyar arasında bir tutara ulaştığı hesaplanmıştır.* ABD, ihracatı, ayrıca Uluslararası Satış Şirketi adlı bir kuruluş aracılığı ile ve ihracattan sağlanan gelirden alınan etkin verginin düşürülmesi yoluyla da teşvik etmektedir. Hemen belirtelim ki, uluslararası ticaret politikasının en çok tartışılan konubiri olan ihracat sübvansiyonları GAD kurallarına göre, "haksız rekabetile yolaçmaları nedeniyle yasaktır. larından ihracat sübvansiyonlarının ekonomik etkileri ithalatçı ülke açısından ele alı­ gibi ihracatçı ülke açısından da incelemeye konu olabilir. Aşağıda nabileceği * Salvatore, (1987, $.224). 97 olaya önce ithalatçı ülke açısından yaklaşılacaktır. 4.4.2.1. iHRACAT SÜBVANSiYONLARıNIN EKONOMiK ETKiLERi: iTHALATÇI ÜLKE AÇısıNDAN Aşağıdaki analizde ithalatçı ülkenin "küçük" bir ülke olduğu ve ihracatı yapan ülkelerin sözkonusu malı s oranında sübvanse ettiği varsayılmaktadır. Aşağıdaki şekilde Ay, ithalata konu olan malın yurtiçi toplam arz eğrisi, Ty ise bu mala ait yurtiçi talep eğrisidir. Ülke küçük bir ülke olduğu için, dış dünya arz eğrisı Fd düzeyinde yatay eksene paralel bir doğru olarak gösterilmiştir. Sübvansiyon, eksi-vergi şeklinde yorurnlanabileceği için, sübvansiyon sonrası dünya arz fiyatı F~ düzeyine düşecek ve bu fiyat düşmesi yurtiçi tüketimin Mo'dan M2 düzeyine çıkmasına, yurtiçi üretimin ise M1 düzeyinden M3 düzeyine düşmesine yolaçacaktır. ithalat miktarı ise MoM1 den M2M3'e yükselecektir. ihracatçılar fiyat düzeyinin (dünya arz fiyatının) Fd'den Fcı 'ne düşmesine engel olmayacaklardır. Çünkü onların eline geçen fiyat yine Fd' dir (ithalatçı ülke tüketicilerinin ödediği fiyat-yani Fci -artı sübvansiyon- yani s.) ihracatçı ülkelerin ihracatlarını sübvanse etmesi ve bu nedenle sözkonusu malın dünya fiyatının Fcı ne düşmesi, ithalatçı ülkede tüketici artığının (tüketici refahının) e+f+g+h olanların toplamı kadar artmasına yolaçacaktır. (yani, diğer ülkelerin uyguladığı sübvansiyon ithalatçı ülke tüketicilerini ödüllendirmektedir). Tüketici artığındaki bu artışın e kadarı, üretici. artığından kaynaklanmaktadır. Diğer bir deyişle, anılan sübvansiyon ithalatçı ülkede tüketicileri ödüllendirirken üreticileri cezalandırmaktadır. Bununla beraber, diğer ülkelerin uyguladığı ihracat sübvansiyonun, ithalatçı ülkenin refahında net bir artı­ şa yolaçtığı açıktır (f+g+h alanları toplamı). Bu refah artışı ihracatçı ülke vergi mükelleflerince finanse edilmektedir. F Ay i Fd e F'd ----",~------Ay+d f i 9 i h • S 1 dv i-T-~Ç-------Ay+d-s i i Ty L -_ _~_ _~~_ _~________~M o m3 m1 mo m2 Şekil 10: ihracat sübvansiyonlarının ekonomik etkileri: ithalatçı ülke açısından. 98 ihracatçı ülkelerin uyguladığı ihracat sübvansiyonu nedeniyle üretimlerini düşürmek zorunda kalan ve bu nedenle refahları e alanı kadar azalan ithalatçı ülke üreticilerinin, hükümetleri üzerine, korumacı politikalar uygulanması yönünde baskı yapmalarını beklemek pek yanlış olmayacaktır.GATT kuralları, ihracat sübvansiyonlarından bu anlamda zarar gören ülkelerin ithalatıarı üzerine telafi edici (d~nkleştirici) vergi koymalarına olanak tanımaktadır. Yukarıdaki şekil açısından ifade etmek istersek, sübvansiyon oranına eşit oranda uygulanacak bir denkleştirici verginin (dy) fiyatı yeniden Fd düzeyine çıka­ rarak, sübvansiyonun dış ticaret üzerindeki etkisini nötralize edeceğini söyleyebiliriz: Bu uygulama yurtiçi üretimin yeniden M1 düzeyine çıkmasına yol açacak, tüketim ise Mo'a gerileyecektir. Sübvansiyon uygulaması ile denkleştirici vergi uygulamasını birlikte ele aldığımızda, ithalatçı ülkenin şekilde g ile gösterilen alan kadar bir alanı 'kazanmaya' devam edeceğini söyleyebiliriz. Çünkü M1 Mo miktarındaki ithalat, hala, sübvanse edilen fiyatlarda ithal edilebilecek ve bunun külfeti ihracatçı ülke vergi mükelleflerinin üzerinde kalacaktır. Denkleştirici vergi uygulandığında tüketicinin ödediği fiyat Fd kadardır. g alanı ise devlete M1 Mo ithalatı üzerinden toplanan toplam vergi miktarını vermekteydi. Dolayısıyla, ithalatçı ülkedeki tüketiciler, ihracatçı ülkelerin uyguladığı sübvansiyonun yararını, fiyatın düşmesi şeklinde değil de kendi ülkelerindeki vergi gelirinin artması şeklinde realize etmektedirler. (Bu ürün üzerindeki vergi gelirinin artmaması başka vergilerin düşmesi sonucunu doğurabilir.) Yukarıda anılan koşullarda uygulanan bir denkleştirici vergi uygulamasının (veya, bir anlamda, korumacı politikalara başvurulmasının) etkilerini analiz ederken dikkatli olmak gerekir. Şekilden de izlenebileceği gibi, böyle bir denkleştirici vergi uygulaması, bir bütün olarak ülke refahını azaltacaktır. Çünkü böyle bir uygulama, üreticilerin ve hazinenin kazandığı (e) ve (g) alanlarına karşın tüketicilerin (e+f+g+h) kadar bir alanı kaybetmelerine neden olmaktadır. Zararlar yararları (f + h) alanı kadar aşmaktarır. ithalatçı ülke açısından denkleştirici verginin uygulamaya konuluşu, korumacı baskıların zaferi olarak yorumlanabilir. Olaya dünya refahı açısından bakıldığında ise denkleştirici vergi uygulamasının dünya refahını artırdığını söyleyebiliriz. Çünkü, sübvansiyon uygulanmaya başladığında ihracatçı ülkelerin yüklendiği maliyet, ithalatçı ülkenin sağladığı yararı aşmaktadır. Denkleştirici vergi uygulaması ise bu durumu tersine çevirici yönde bir etkiye sahiptir. Denkleştirici vergi, sübvansiyon uygulamasının üretim ve tüketimde yolaçtığı etkinsizlikleri ortadan kaldırmakta ve bu yolla dünya refahını artırıcı bir etkiye sahip olmaktadır. 99 ihracatçı ülkedeki vergi mükelleflerinden, ithalatçı ülkedeki vergi mükellef- lerine aktarıldığını söylediğimiz gelir ise geçerliliğini sürdürecektir. 4.4.2.2. iHRACAT SÜBVANSiYONLARıNIN EKONOMiK ETKiLERi: iHRACATÇı ÜLKE AÇısıNDAN Aşağıdaki şekilde ihracatçı ülkede ihracata konu olan ürüne ait (Ay) ve talep (Ty) eğrileri gösterilmiştir. ihracatçı ülkenin küçük bir ilke olduğu varsayılmakta ve söz konusu ürünün dünya piyasalarındaki fiyatının Fd düzeyinde olduğu kabul edilmektedir. Bu varsayımlar altında sözkonusu ülke, anılan maldan OMo kadar üretecek, bunun OM1 kadarını yurtiçinde tüketecek ve M1 Mo kadarını da ihraç edecektir. F N Fd+s Ay H i Fd Td+s i J Z Td ;R Td-s Fd-s ıT iV ı- Ty Şekil 11: ihracat sübvansiyonunun ekonomik etkileri: ihracatçı ülke açısından. Dış ticarete henüz hiçbir müdahalenin sözkonusu olmadığı bu başlangıç durumunda 'tüketici artığı' FdNZ, 'üretici artığı' ise SFdC alanları kadardır. Başlangıç durumu böyle iken, _~imdi, söz konusu ülkenin ihracatını (ihraç ürününün üretimini değil) sübvanse ettiğini varsayalım. Böyle bir uygulamanın ekonomik etkileri, sübvansiyonu kaç ülkenin uyguladığına bağlı olarak farklı olacaktır. Aşağıda önce, yalnızca bir ülkenin ihracatını sübvanse ettiği varsayılacak, daha sonra da aynı ürünü ihraç eden tüm ihracatçı ülkelerin ihracatlarını sübvanse etmeleri durumunda analizin ve ulaşılan sonuçların nasıl değişeceğini göstermeye çalışacağız. 4.4.2.2.1. TEK BiR iHRACATÇı ÜLKENiN iHRACATı SÜSVANSE ETMESi DURUMU Böyle bir durumda ve ihracatçı ülkenin küçük bir ülke 100 olduğu varsayımı altında, sübvansiyon uygulaması, ürünün dünya fiyatını etkilemeyecek ve fiyat Fd düzeyinde sabit kalacaktır. ihracatçı firmaların eline geçen fiyat ise Fd+s olacaktır (s=sübvansiyon miktarı). Bu fiyat, ihracatçı ülkede üretimin OM2'ye, ihracatın da M3M2'ye yükselmesine yolaçacak, yurtiçinde satılan miktar ise OM3'e düşecektir. Tüketici artığı da, fiyatın yükselmesi nedeniyle (Fd + s) NH'ya inecek, üretici artığı ise aynı nedenle S(Fd + s) G'ya yükselecektir. HG (=M3M2) kadar ihracatı sübvanse etmek için vergi mükelleflerinin katIanacağı külfet RHGF dikdörtgeninin alanı kadardır. Burada ticaret politikası açısından önemle dikkate alınması gereken bir nokta, anılan koşullarda uygulanan ihracat sübvansiyonunun mutlaka ithalat sınırlamaları ile desteklenmesi gerektiğidir. Aksi takdirde, yabancı üreticilerin, Fd fiyatından içeri girip hem daha yüksek fiyat ödeme durumunda kalan tüketicileri kendi ürünlerine çekmelerinin, hem de reexport yoluyla verilen sübvansiyondan yararlanmalarının önüne geçilemeyecektir. Sübvansiyon uygulamasının yolaçtığı refah kayıpları şekilde j ve k alanları olarak gösterilmiştir. Dikkat edil'irse j alanı iki kez kaybedilmektedir: Bir kez tüketici artığında azalma olarak, ikinci kez sübvansiyonu finanse etmek üzere vergi olarak. Bu kaybedilişlerden biri, üretici artığındaki artış olarak giderilmekte, diğeri ise ölü kayıp olarak sürmektedir. k alanı ise, sübvansiyonu finanse etmek amacıyla tüketicilerin verdiği verginin bir kısmıdır, fakat dikkat edilirse bu kısım üretici artığına gitmemektedir. Çünkü k alanı, MoM2 kadarlık yurtiçi üretim artışı için katlanılması gereken ekstra maliyetleri göstermektedir. Özetlemek gerekirse: Tek ülkenin ihracatı sübvanse etmesi durumunda ü'reticiler kazançlı tüketiciler ve vergi ödeyenler zararlı çıkmakta, refah kayıp­ ları ise refah kazançlarını aşmaktadır. ihracatın sübvanse edilmesi, sadece üretici ve ihracatçıların refahını artırmaktadır. 4.4.2.2.2. TÜM iHRACATÇı ÜLKELERiN iHRACATı SÜSVANSE ETMESi DURUMU Bu durumda Fd fiyatı sübvansiyon oranında aşağıya kayacaktır. ihracatçıların eline geçen fiyat ise yine Fd olacaktır. Bu fiyat sübvansiyon artı ihracat fiyatına (Fd - s) eşittir. ihracatçıların eline geçen fiyat değişmediği için, üretim miktarı da değişmeyecektir. Aynı nedenle, üretici ve tüketici artıkları da sübvansiyon uygulamasından etkilenmeyecek, fakat ihracat sübvanse edildiği için, vergi mükellefleri TZCV alanına eşit miktarda vergi ödeyeceklerdir. Dolayısıyla, bu alan ülkenin net refah kaybını göstermektedir. Anılan 101 koşullarda ihracat sübvansiyonu, ithalatçı ülkelerdeki tüketicilerin refahının artırılmasına yaramakta, bu ülkelerdeki tüketiciler sözkonusu ürünü daha ucuza tüketebilmektedirler. Burada akla gelen bir soru, ülkelerin ihracatlarını neden sübvanse ettikleri ve böylece başka ülkelerdeki tüketicHerin ürünü daha ucuza tüketmelerine neden olanak sağladıkları sorusudur. Bu nedenleri birkaç madde halinde şöyle açıklayabiliriz. a) Sübvansiyonun, ülke içinde gelirin yeniden dağılımına yolaçması. ihracatı sübvanse eden tek bir ülke sözkonusu ise bu ülkedeki ihracatçılar sübvansiyondan yarar sağlayacakları için, bunların sübvansiyon için baskıda bulunmaları doğaldır. Aynı ürünü ihraç eden ülkelerin çoğunun veya tamamının sübvansiyon uygulaması durumunda ise ihracatçıların (üreticilerin) sübvansiyondan yarar sağlamaları sözkonusu olamayacaktır. Bununla beraber, ihracatçıların sübvansiyonun durdurulmasını talep etmeleri de beklenemez. Çünkü, diğer ülkeler sübvansiyona devam ederken bir ülkenin sübvansiyondan vazgeçmesi, o ülkenin hiç ihracat yapamaması sonucunu doğu­ racaktır. Günümüzde, tarımsal sübvansiyonların azaltılamamasının en önemli nedenlerinden biri budur. Çözüm, çok yanlı (multilateral) ticaret görüşme­ lerinde yatmaktadır. b) GA1T, sınai ürünlere sağlanan ihracat sübvansiyonlarını açıkca yasaklarken tarımsal ürünlere ilişkin bu tür bir açık yasaklama yoktur. Bunun yanında çoğu sanayileşmiş ülke (AT ülkeleri, ABD, Japonya) tarımsal destekleme politikaları uygulamaktadır. Bu politikalar sonucu yaratılan ürün fazlasını elden çıkarmanın bir yolu, ihracatlarının sübvanse edilmesidir. Örneğin ABD, bu tür ürünlerin ihracatı ile ilgili olarak ihracatın geliştirilmesi programı (Export Enhancement Program) çerçevesinde tarım kesimine (yaklaşık % 75'i buğdaya) 1986 yılında $ 280 milyon, 1988'de ise $ 995 milyon sübvansiyon sağlamıştır. * ABD'de tarımsal sübvansiyonların artışının bir nedeni, AT'nin tarım kesimine verdiği sübvansiyonların maliyetini yükseltme arzusudur. ABD bu yolla AJ'yi çok yanlı görüşmelerde sübvansiyonları azaltmaya ve sonunda hepten kaldırmaya ikna edebileceğini ummaktadır. ABO'ye göre AT'nin uyguladığı sübvansiyonlar AT'yi net ithalatçı olmak yerine net tarım ihracatçısı yapmakta, bu da, ABO'nin muhtemel pazarlarının AT'ye geçmesi ile sonuçlanmaktadır. c) ihracatın geçici bir süre sübvanse edilmesinin, dünya piyasalarında daha büyük bir pay kapmaya yol açmasının sözkonusu olduğu durumlarda 102 ülke.ler ihracatlarını sübvanse etme yoluna gidebilirler ve böylece ileride tekel karları elde etmeyi umabilirler. (Bu tür davranışları konu edinen politikalar, iktisat yazınında, stratejik ticaret politikaları olarak adlandırılır). Ewelce de değinildiği gibi, GATT kuralları nedeniyle, ihracat sübvansiyonları, çok ender durumlarda hükümetlerden firmalara yapılan açık ve doğ­ rudan ödemeler şeklindedir. Gerçek hayatta ihracat sübvansiyonları, daha çok, dolaylı ve göze batmayan şekillerde verilmektedir. Bu nedenle Uruguay Dönemi toplantılarında neyin ihracat sübvansiyonu olarak kabul edilmesi gerektiği konusu uzun tartışmalara neden olmuş, kesin bir tanım üzerinde görüş birliğine varılamamıştır. En yaygın olarak rastlanan ihracat sübvansiyonu, düşük maliyetli devlet kredileridir. Diğer bir uygulama da ihracatla iştigal eden firmalara ayrıcalıklı vergi olanakları sağlamasıdır. ABD ihracat firmalarının ihracat gelirleri üzerindeki vergi borçlarının ertelenmesini sağ­ lamak üzere kurulmuş bulunan Domestic International Sales Corporation bu tür uygulamaların en çok tartışılan örneklerinden biridir. ABD adı geçen bu kuruluş nedeniyle GATT toplantılarında şimşekleri sürekli üzerine çekmiş, fakat, diğer ülkelerin' ABD'den daha fazla ihracat sübvansiyonu verdiği bahanesine sığınarak bu kuruluşu GATT kurallarını uygun duruma getirmeyi inatla ertelemiştir. Aşağıdaki Tablo, bu konularda bir fikir vermek üzere oluşturul­ muştur. Milli Gelir Hesaplarında Gösterildiği bir Yüzdesi Olarak Sübvansiyonlar: Ülke Kanada ABD Japonya Fransa Almanya İtalya B.Krallık Şekilde ve Gayri Safi Yurtiçi 1952 1956 1960 1964 1968 1972 0.41 0.11 0.79 1.71 0.65 0.89 2.68 0.39 0.20 0.26 2.71 0.20 1.30 1.76 0.81 0.25 0.34 1.62 0.79 1.51 1.93 0.85 0.44 0.65 2.03 0.99 1.23 1.56 0.57 0.50 1.11 2.62 1.44 1.67 2.06 0.83 0.59 1.12 1.99 1.48 2.29 1.82 Hasılanın 1976 1980 1.73 0.34 1.32 2.68 1.49 2.60 2.78 2.34 0.43 1.32 2.51 1.59 3.01 2.32 (ingiltere) Tablo 1: ihracat sübvansiyonlarının belli başlı sanayileşmiş ülkelerde kullanımı 1952 - 1980 Kaynak: Gary Clyde Hufbauer, "Subsidy Issues after the Tokyo Round'~s.328 (Yarbrough and Yarbrough, 1990, s.259'dan alınmıştır). 103 4.4.3. UYGULAMADA ÜRETiM VE iHRACAT SÜSVANSiYONLARI* Yukarıdaki satırlarda üretim ve ihracat sübvansiyonlarının ekonomik etkilerini kuramsal bir çerçevede ele aldık. Aşağıdaki satırlarda ise bu sübvansiyonların uygulanmasına ilişkin dünya deneyimi ana çizgileri ile ele alınacaktır. Hemen belirtelim ki, ülkelerin sınai faaliyetlerini ve ihraçatlarını sübvanse etmesinin ardında belli politika hedeflerinin gerçekleştirilmesi arzusu yatmaktadır. Bu politika hedeflerini şu şekilde özetlemek mümkündür: Yeni sanayiIerin desteklenmesi, gerileyen sanayilerin canlandırılması, araştırma - geliştir­ me (A&G) gibi bazı spesifik iktisadi etkinliklerin desteklenmesi, çeşitli çoğrafi bölgelerde iktisadi fırsat eşitliğinin sağlanması, cari işlemler dengesizliklerinin giderilmesi ve istihdamı artırarak gelirin yeniden ve adil bir şekilde tjağılımının sağlanması. Burada belirtilmesinde yarar olan bir nokta da şudur. Uygulamada, çoğu kez bu amaçların çoğuna ulaşılamadığı ve sübvansiyon verilmesi yoluyla aslında kıt kaynakların israf edildiği görülmüş ve bunun üzerine hükümetler, sanayinin desteklenmesinin ekonomiye getirdiği sınırlamalar ve yolaçtığı zararlar üzerine daha çok kafa yormaya başlamışlardır. Dolayısıyla, konu değerlendirilirken olayın bu yönünün de akılda bulundurulmasında yarar vardır. Aşağıdaki satırlarda, kaynakların yeniden dağılımına yolaçma potansiyeli olan ve bütçeye yük yükleyen sübvansiyon aletleri gözönüne alınacaktır. Sanayiye verilen sübvansiyonlar, hibe yoluyla verilen nakitler yanında, devlet kaynaklarının firmlara transferini sağlayan çeşitli politika araçlarını da kapsamakta, ayrıca, maliyetinin altında sağlanan devlet hizmetleri, mal ve hizmetlerin devlet tarafından piyasa fiyatının üzerinde bir fiyatla satın alınması da bir sübvansiy6n olarak kabul edilmektedir. Sübvansiyonların, kaynak dağılımı üzerindeki etkilerini analiz edebilmek için olaya sektör bazında yaklaşmak gerekir. Bunun nedeni, sübvanse edilen sektörlerin, kaynakları, sübvanse edilmeyen sektörlerden kendilerine çekmeleridir. Olaya bu açıdan yaklaşıldığında, üretim sübvansiyonları ile girdi sübvansiyonları arasında da bir ayırım yapmakta yarar olduğunu söyleyebiliriz. Üretim sübvansiyonu, evvelce de gösterilmiş olduğu gibi, üretimi teşvik ederken, girdi sübvansiyonu, buna ek olarak, emek ve sermaye gibi spesifik faktör girdilerinin kullanımını da teşvik edecektir. Bir sübvansiyonun doğrudan ekonomik etkilerini hesaplamaya yarayan en iyi ölçü marjinal sübvansiyon oranı ölçüsüdür. Bu, artan üretim veya tüke" Bu alt bölümdeki bilgilerin yazılmasında (Ford, R. ve Suyker, W., 1990) dan J 104 yararlanılmıştır. tim birimi başına düşen sübvansiyon miktarını gösteren bir orandır. Hesaplanmasındaki güçlük neden ile, uygulamada daha çok ortalama sübvansiyon oranı ölçüsü kullanılmaktadır. Bu, verilen toplam subvansiyon tutarının toplam üretim veya tüketim değerine bölünmesi ile bulunan bir ölçüdür. Aşağıdaki tablolarda verilen oranlar, aksi belirtilmedikçe, ortalama sübvansiyon oranını göstermektedir. Tablolarla ilgili olarak belirtilmesinde yarar olan bir nokta da şudur. Tablolarda yer alan ülkelerdeki sübvansiyon ve sanayi sektörü tanımlarının ve hesaplama yöntemlerinin birbirinden farklı olması, ülkelerarası karşılaştırma yapmayı güçleştirmektedir. Bu nedenle, tablolardaki rakamları yorumlarken dikkatli olmak gerekir. Ewelce de belirtildiği gibi, sübvansiyon çeşitli yollarla verilir. Bu nedenle, verilen sübvansiyonun boyutunu ölçebilmek için, sübvansiyonda kullanılan araçların ortak bir tabana oturtulması gerekir. idealolanı, 'sübvansiyon alana sağlanan net yarar' ('net-benefit to the receipent') ölçüsüdür. Bu ölçü, ayrıca, 'bağış eşiti' ('grant equivalent') ölçüsü olarak da adlandırılır. Bu ölçüye alternaUf bir ölçü de 'net maliyet' ölçüsüdür. Bu ölçü, sübvansiyonun devlete yüklediği net maliyeti göstermektedir ve hesaplanmasının daha basit olması nedeniyle genellikle ilk ölçüye tercih edilmektedir. Hesaplama yöntemindeki bu farklılıkların da uluslararası karşılaştırmaları güçleştireceğini akılda bulundurmak gerekir. sonra, sübvansiyonların çeşitli ülkelerde hangi yaygınlıkta ve sektörel dağılımlarının incelenmesine geçebiliriz. Çok çeşitli amaçlarla ve araçlarla verilen sübvansiyonların, ekonominin bütünü açısından önemini gösterebilmenin en sağlıklı yolu, sübvansiyonların, Gayrı Safi Yurt içi Hasıla (GSYiH) içindeki payına bakmaktır. Aşağıda, konuya evvela bu açıdan bakılacaktır. Bu çalışmanın konusu açısından asıl önemli olan Bu uyarılardan kullanıldıklarının ise, verilen sübvansiyonların .sektörler arası dağılımıdır. Dolayısıyla, konuya daha sonra bu açıdan yaklaşılacaktır. Aşağıda yer alan tabloların incelenmesinden de anlaşılabileceği gibi, tarım sektörünün desteklenmesi, gelişmiş sanayi ülkeleri açısından büyük bir öneme sahipken* gelişmekte olan ülkeler açısından sanayi sektörünün, bu arada imalat sanayii sektörünün desteklenmesi daha önemlidir. Bu nedenle, konuyu bu açıdan da ele almayı uygun bulduk. ihracat sübvansiyonlarının sübvansiyon konusu içinde özel bir yeri vardır. Bu tür sübvansiyonlar, tarifeler ve gümrüklerde alınan diğer önlemlerle * Bu sektörün gelişmiş sanayi ülkeleri tarafından desteklenmesinin önemli nedenlerinden bir tanesinin AGÜ'ler üzerinde politik baskı uygulamak olduğunu söyleyebiliriz. 105 birlikte, esas olarak, ihracatın artırılmasının sağlanması yoluyla ticaret bilançosunun düzeltilmesi hedefine yönelik olarak kullanılırlar. Sübvansiyon konusu, ihracat sübvansiyonlarının kullanılışına ilişkin bilgilerle son bulmaktadır. 4.4.3.1. TOPLAM SÜBVANSiYONLARıN GSYiH içiNDEKi YERi VE ÖNEMi Tablo 2*, OECD ülkelerinde verilen toplam sübvansiyonların GSYiH içindeki payının 1970-1988 yılları arasındaki gelişimini vermektedir. Tablodan da açıkca görüldüğü gibi OECD genelinde bu pay 1970'lerin başında % 1.1 mertebesinde iken 1975'lerden itibaren yükselerek GSYiH'nın % 1.6'sl düzeyine ulaşmıştır. ABD ve Japonya'da toplam sübvansiyonların GSYiH içindeki payı­ nın tüm dönem boyunca OECD ortalamasının altında olması ilginçtir. Almanya, Fransa, italya ve Birleşik Krallıkta ise bu oran dönem boyunca ortalamanın üstünde seyretmiş; Birleşik Krallıkta 1985'ten sonra düşme eğilimine girmiştir. Tabloda, toplam sübvansiyonların GSYiH içindeki payının en yüksek olduğu ülkeler olarak irlanda, Norveç ve isveç'i görüyoruz. Yunanistan da 1980'lerden başlayarak bu ülkeler grubuna katılmış ve GSYiH'dan sübvansiyonlara ayrılan pay bu ülkede de % 6.6 oranı gibi yüksek bir orana yükselmiştir. Tablonun en ilginç ülkelerinden birisi Türkiye'dir. ilginçlik iki noktadadır. Bir kere, Türkiye'nin sübvansiyonlara ayırdığı pay hemen tüm dönem boyunca OECD ortalamasının altında seyretmiştir. ikinci ilginç nokta da, OECD ülkeleri genelinde sübvansiyonların GSYiH içindeki payı yükselme eğilimi gösterirken Türkiye'de bu payın düşme eğilimi göstermesidir. 4.4.3.2. SÜBVANSiYONLARıN SEKTÖREL DAGILlMI Olaya genel çizgileri açısından bakıldığında gelişmiş ülkelerde sanayi sektöründe geçerli olan sübvansiyon oranlarının, tarım sektörüne sağlanan sübvansiyon oranlarından daha düşük olduğu görülmektedir. (Tablo 3) da görülebileceği gibi, örneğin ABD'de 1986 yılında sanayi sektörüne sağlanan sübvansiyonlar, sanayi sektöründe yaratılan GSYiH'nın % 0.5'i kadar iken aynı yıl tarım ve gıda üretimi sektörüne sağlanan sübvansiyonun bu sektörde yaratılan GSYiH'ya oranı % 5.5 (yani sanayiye sağlanan oranın 11 misli) olmuştur. Tabloda da görülebileceği gibi Portı:kiz, ispanya, isveç gibi ülkeler sanayi sektörlerini (yukarıdaki anlamda) daha büyük oranlarda destekler* Bu bölümdeki tabloların bir kısmında Ulusal Gelir Hesaplarındaki tanımlar, bir kısmın'da ise Avrupa Topluluğu Komisyonu'nun kullandığı tanımlar kullanılmaktadır. ilk tanım dar kapsamlı, ikinci tanım ise geniş kapsamlıdır. Bu nedenie tabloıim karşılaştırırken ihtiyatlı olunmalıdır. 106 Tablo 2: Toplam sübvansiyonlar (ulusal gelir hesapları tanımı), 1970-1988 (Piyasa fiyatları ile hesaplanan GSViH'nın % si olarak) OECD Toplamı 7 Büyük OECD Avrupa ABD Japonya Almanya Fransa italya B.Krallık Kanada Avusturya Belçika ülke 1970 -74 1975 -79 1980 - 84 1985 - 88 1970 1971 1972 1973 1974 1.2 1.5 1.6 1.6 1.1 1.1 1.2 1.2 1.3 1.1 1.4 1.4 1.4 1.0 1.0 1.1 1.1 1.2 1975 1976 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 . 1987 1988 1.5 1.4 1.5 1.6 1.6 1.7 1.6 1.6 1.6 1.6 1.5 1.6 1.6 1.5 1.4 1.3 1.3 1.4 1.4 1.5 1.4 1.4 1.4 1.4 1.3 1.4 1.4 1.3 1.9 2.5 2.7 2.7 1.8 1.8 1.9 2.0 2.2 2.5 2.5 2.5 2.6 ~~ 2.7 2.7 2.7 2.9 2.8 2.8 2.7 2.5 0.5 0.4 0.5 0.7 0.5 0.5 0.6 0.4 0.3 0.3 0.3 0.4 0.4 8.4 .4 0.4 0.5 0.7 0.6 0.6 0.7 0.7 0.6 1.2 1.3 1.4 1.1 1.1 1.1 1.2 1.0 1.6 1.5 1.3 1.3 1.3 1.3 1.5 1.5 1.4 1.4 1.3 1.2 1.1 1.0 0.6 1.8 2.1 2.0 2.2 1.7 1.7 1.9 2.0 1.9 2.1 2.5 2.8 3.0 2.0 2.0 2.0 2.2 2.1 2.2 3.2 3.6 3.3 1.7 2.1 2.6 2.3 2.1 2.2 2.7 2.3 1.7 1.7 1.6 1.8 2.0 3.7 2.0 2.0 2.1 2.3 2.2 2.1 1.9 1.8 1.9 2.1 2.1 2.1 2.2 2.3 2.4 2.5 2.6 2.5 2.6 2.6 2.8 2.7 2.8 3.1 3.0 3.1 3.2 2.5 3.0 3.0 3.1 3.3 3.5 3.4 3.4 3.7 3.6 3.8 3.4 3.5 3.2 3.0 3.6 2.8 2.3 2.3 2.4 2.5 2.5 2.1 2.1 2.4 2.1 1.7 1.5 1.3 1.1 2.0 2.6 2.2 0.9 0.9 0.9 1.0 1.9 2.5 1.9 1.8 1.7 ~.O .7 2.7 2.5 2.5 2.8 2.5 2.0 2.3 2.0 D'l"imaıka Finlandiya 1.8 3.0 2.9 3.0 1.7 1.8 1.6 1.7 2.1 1.3 1.4 1.4 1.3 1.3 1.2 1.3 1.4 1.2 3.0 3.1 3.2 3.1 2.7 2.8 2.9 3.1 3.5 2.7 3.8 3.2 2.9 2.8 2.7 2.7 2.3 3.1 2.9 2.9 2.9 3.2 2.9 3.0 3.0 3.0 2.9 2.8 2.9 3.2 3.1 2.8 1.2 1.4 1.4 1.5 1.7 1.4 1.5 1.3 1.4 1.5 1.5 1.5 1.0 2.8 3.1 3.1 3.4 3.2 3.2 3.0 3.2 3.3 3.3 3.0 3.0 3.2 3.1 3.8 3.8 3.6 3.3 3.~ 3. Yunanistan izjanda irtanda Luxemburg Hollanda NoNeç Portekiz ispanya iSI/eç isviçre Türk~e Avusbalya 1970 -74 1975 -79 1980-84 1985 - 88 1970 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1.5 2.7 4.1 6.2 0.8 1.2 1.3 1.8 2.% 2. 2.8 3.0 2.9 2.3 3.8 3.6 3.2 2.6 3.0 4.3 3.7 3.6 4.3 4.6 3.3 2.9 3.4 3.9 4.7 8.0 7.1 7.3 4.9 4.7 4.2 4.4 5.2 6.8 6.4 8.5 9.4 8.9 1.5 3.7 4.6 4.3 1.3 1.3 1.5 1.6 1.9 2.9 3.4 4.1 4.0 3.9 1.6 2.4 2.8 3.7 1.7 1.3 1.5 1.8 1.8 1.8 2.4 2.5 2.6 2.8 5.4 7.0 6.4 5.6 5.2 5.3 5.3 5.3 5.8 6.2' 6.8 7.4 7.7 7.0 1.7 3.8 4.6 3.3 1.7 1.6 1.3 1.4 2.52.3 4.0 3.8 4.6 4.5 0.9 1.5 2.4 2.2 0.9 1.0 1.0 0.9 0.9 1.1 1.3 1.4 1.9 1.7 1.9 3.9 4.8 4.7 1.7 1.8 1.9 1.9 2.4 3.1 3.9 4.1 4.2 4.3 0.9 1.2 1.3 1.4 0.8 0.9 ·1.0 0.9 1.0 0.9 1.2 1.2 1.3 1.4 0.8 1.1 1.7 1.0 1980 1981 1982 1983 1984 2.4 4.2 4.7 4.7 4.3 3.2 3.1 3.6 3.3 2.7 7.9 6.7 6.4 6.9 7.5 3.8 4.7 4.8 5.4 4.5 2.7 2.5 2.7 2.9 3.2 7.0 6.7 6.5 6.1 5.7 5.2 5.4 4.3 4.0 4.3 2.1 2.0 2.5 2.6 2.8 4.3 4.7 5.0 5.2 5.0 1985 1986 1987 1988 5.7 6.5 5.8 6.6 2.9 2.7 2.3 2.3 8.2 7.9 7.7 5.3 4.3 4.3 4.4 3.2 5.4 3.2 5.7 3.9 ,5.5 4.3 5.6 3.6 3.4 3.0 3.0 2.6 2.2 2.1 2.0 4.9 4.8 4.6 4.4 Y. Zelanda 1,1 0.9 0.7 0.6 0.5 0.5 0.8 1.5 1.4 1.1 1.1 1.3 1.7 1.5 1.0 1.1 1.0 1.1 1.2 1.1 1.1 1.3 1.4 1.5 1.6 2.3 1.9 0.6 0.7 1.6 1.6 1.8 2.4 3.4 1.7 1.9 2.5 1.8 1.4 1.3 1.2 1.3 1.4 1.8 1.7 1.3 1.7 1.9 1.6 1.6 1.8 1.7 1.7 1.5 2.1 2.4 1.9 1.5 1.4 1.4 1.4 1.4 1.6 0.9 0.8 0.8 1.7 1.8 1.3 1.2 0.8 0.6 0.5 0.5 Kaynak: OECD, Yıllık Ulusal Gelir Hesapları, (Ford ve Suyker, 1990, 5.43-44), (OECD, Annual National Accounts) 107 3.3 3.2 3.2 3.2 3.1 3.1 3.0 2.5 lerken, Birleşik Krallık, Japonya, Almanya, ABD, Fransa, italya, irlanda, Hollanda, Norveç gibi ülkeler tarım ve gıda üretimi sektörlerini daha -büyük oranlarda desteklemektedirler. Oran olarak durum bu şekilde olmakla beraber, tüm bu ütlkelerde tarım sektörünün toplam GSYiH içindeki payı bir hayli düşük olduğundan, sanayi sektörüne tahsis edilen toplam kaynak miktarının tarıma ayrılan kaynak miktarından daha büyük olduğunu söyleyebiliriz. Tablo 3: Sübvansiyonların Sektörel Dağılımı (Ulusal Gelir Hesapları Tanımı) (Piyasa fiyatları ile hesaplanan sektörel GSViH'nın % si olarak) Ülke ABD Japonya Almanya Fransa italya B. Krallık Kanada Avusturya Belçika Danimarka Finlandiya Yunanistan izlanda irlanda Lüxemburg Hollanda Norveç Portekiz ispanya isveç isviçre Türkiye Avustralya Y. Zelanda Yıl Sanayi Sektörü Tarım 1986 1985 1986 1984 1980 1986 1985 1986 1980 1986 1987 1987 1986 1975 1987 1985 1986 1981 1980 1986 1987 1987 1985 1985 0.5 1.0 1.9 3.3 2.6 1.6 2.6 2.8 4.4 2.6 1.4 5.5 5.1 12.7 6.4 6.7 25.2 10.8 12.4 5.5 17.7 2.6 5.9 7.8 14.8 2.9 4.1 6.5 3.8 7.4 13.9 28.8 3.5 2.8 2.1 1.6 0.8 4.7 1.6 ve Kaynak: OECD, Yıllık Ulusal Gelir Hesapları ve girdi - çıktı tablosu verileri. (Ford ve Suyker, 1990, s.49) dan yararlanılmıştır. 108 Gıda Sektörü Sanayi sektörüne verilen sübvansiyonları biraz daha yakından incelediğimizde, bu sektöre sağlanan sübvansiyonların, daha çok, gemi inşa, çelik, madencilik ve kömür gibi, tarihsel gelişim içinde 'gerileyen' sanayi dallarına yöneldiğini görüyoruz. (Tablo 4) bu konuda aydınlatıcı bilgiler sağlamaktadır. Tablonun ilk sütunu, sanayi sektöründe verilen sübvansiyonların, sanayi sektöründe yaratılan GSYiH'ya oranını vermektedir. Buna göre Danimarka, Hollanda, Almanya ve Birleşik Krallık, sanayi sektörlerini AT ortalamasının altında bir oranda desteklerden, Fransa, italya, Belçika, Yunanistan ve Luxemburg ortalamanın üzerinde bir oranda desteklemektedirler. Tablo, ayrıca, 1981-86 döneminde Fransa, halya, Birleşik Krallık, Belçika ve irlanda'nın çelik sanayilerini, Fransa, halya, Belçika ve Danimarka'nın da gemi inşa sanayilerini (verilen sübvansiyonların bu sektörlerde yaratılan GSYiH'ya oranı cinsinden) yüksek oranlarda desteklediklerini göstermektedir. Günümüzde ise, AT ortalaması olarak, gemi inşa ve çelik sanayilerinde sübvansiyonların hemen hemen sıfırlandığını görmekteyiz. Buna karşın yapılan çalışmalar, Almanya ve Fransa'da kömür ve çelik üretiminin hala yüksek oranlarda desteklendiğini göstermektedir. 4.4.3.3. SANAyi SEKTÖRÜNÜN SÜBVANSiYONU VE BÜTÇEYE YÜKLEDiai YÜK OECD ülkelerinde sanayi sektörüne sağlanan sübvansiyonların yıllar içindeki gelişiminin, genel çizgileri ile, evvelce incelenen toplam sübvansiyonların gelişim çizgisine benzediğini söyleyebiliriz. Tablo 5'de de görülebileceği gibi, veri bulunabilen ülkelerde, sanayi sektörüne sağlanan sübvansiyonlar 1970'lerde artış göstermiş, daha sonra (1980'lerde) istikrar kazanmıştır. Tablo, ayrıca, sınai sübvansiyonlarla ilgili ilginç bir olguyu yansıtmak­ tadır. çoğu ülkede sanayi sektörüne sağlanan sübvansiyonlarla ilgili bilgi yoktur, olan bilgiler de bir hayli düzensiz ve eskidir. ABD ve Japonya'nın sanayi sektörünü çok düşük oranlarda destekledikleri görülmektedir. Yeni Zelanda'da, Birleşik Krallık'ta ve Norveç'te sübvansiyon oranlarının 1980 lerde düşme eğilimine girdiği görülmektedir. Birleşik Krallık'ta ve Yeni Zelanda'da, devletin ekonomiye müdahalesinin azaltılması programı çerçevesinde, sadece sınai sübvansiyonlar değil, hemen tüm sübvansiyonlar 1980'lerde düşme eğilimi göstermiştir. isveç, irlanda ve Norveç'in ise sanayiyi diğer ülkelerden bir hayli yüksek bir oranda destekledikleri görülmektedir (Tablodaki oranların; sanayi sektörüne sağlanan sübvansiyonların, sektörde yaratılan GSYiH'ya oranını gösterdiğini anımsatalım. Bu açıdan bakıldığında aslında 109 Tablo 4: AT'da Devlet Desteğinin Sektörel Dağılımı: (a) 1981 - 1986 (Sektörel GSViH'nın % si olarak) Topıa~ Sanayi b) Almanya Fransa italya B. Krallık Belçika . Danimarka Yunanistan irlanda Luxemburg Hollanda AT-1O 6.2 7.8 11.8 4.6 12.7 3.8 9.8 8.3 16.0 4.8 7.5 Çelik ve. gemi imalat inşa hariç Sanayii imalat sanayii 2.9 3.6 8.2 2.9 4.5 1.7 13.9 7.3 3.5 4.1 4.0 3.0 4.9 9.5 3.8 6.4 2.8 12.9 7.9 7.3 4.1 5.1 Çelik Gemi Demirinşa yolu 8.6 58.3 103.0 57.6 40.4 18.0 12.3 56.6 34.2 21.6 27.7 33.8 107.2 14.6 4.3 10.0 10.7 37 38 49 18 70 15 Tarım 9.8 12.1 9.0 14.1 7.3 8.0 13.2 181(c) 12.3 22 7.2 a) Supranasyonal destek hariç b) Sınai sübvansiyonların sınai GSViH'ya oranı olarak hesaplanmıştır. Sanayi, imalat sanayii, kömür madenciliği, taşımacılık ve iletişimi içermektedir. Birleşik Krallık için kömür yerine tüm madencilik katma değeri kullanılmıştır. c) Bu rakam emekliliğe ilişkin dözenlemeleri de içermektedir. Kaynak: CEC (1989) ('Ford ve Suyker, 1990, s.46' dan yararlanılmıştır). tüm oranların bir hayli düşük olduğu söylenebilir. Gelişmiş ülkeler, bu anlamda, tarım sektörlerini sanayi sektörlerinden daha yüksek bir oranda desteklemektedirler). Bu aşamada bir' noktaya işaret etmekte yarar vardır. Evvelce de ifade edildiği gibi subvansiyonlar kaynak yaratan değil, bir kaynağa gereksinme duyuran politika araçlarındandır. Bu açıdan bakıldığında, sübvansiyonların toplam değeri bize toplanması gereken vergi hasılatı konusunda bir fikir verecek, vergi hasılatı artırılamıyorsa, belli alanlara sübvansiyon verilmesi, ancak, devletin başka alanlara hizmetini tam verememesi pahasına gerçekleştirilece.ktir. Sübvansiyonlar için kaynak yaratılmasının da belli bir maliyetinin olacağı açıktır. Yapılan çalışmalar ABD 'de vergi hasılatını $1 daha artırabilmenin marjinal refah maliyetinin $ 1.15 ile $ 1.50 arasında değiştiğini göstermektedir. Yani, söz konusu $1'ln sübvansiyon amacıyla kullanılması durumunda, net sosyal refaha sübvansiyondan kaynaklanan katkının (bir 110 Tablo 5: Sanayi sektörüne verilen sübvansiyonlar (ulusal gelir hesapları tanımı), 1970-1986a,b (Piyasa fiyatları ile hesaplanan sektören GSViH'nın % si olarak) o al cı: 1970-74' 1975-79' 1980-84' 1985-86' 0.3 0.4 0.5 0.5 0.5 0.8 1.1 1.0 1.6 1.9 1.8 1.8 1970 1971 1972 1973 1974 0.2 0.2 0.3 0.3 0.3 0.5 - 1.2 1.3 1.7 1.B 1.8 1975 1976 1977 1978 1979 0.3 0.3 0.4 0.4 0.4 0.8 - 1.8 1.B 1.8 2.1 2.1 2.6 2.7 2.8 1980 1981 1982 1983 1984 0.4 0.4 0.5 0.5 0.5 1.1 - 1.9 1.8 1.8 1.7 1.8 2.6 2.9 2.9 3.0 3.3 1985' 1986 0.5 0.5 1.0 1.7 - -.Jc9 2.7 2.9 - 2.3 2.6 2.3 2.6 3.9 4.4 - 3.2 2.5 3.2 2.8 1.4 1.9 1.7 1.5 0.9 0.9 0.9 1.0 2.0 - 2.9 3.2 3.2 2.7 3.8 1.3 1.3 1.3 1.2 1.9 1.3 2.1 2.7 2.0 1.9 1.8 2.2 3.9 - 2.5 2.8 2.2 2.4 2.5 1.7 2.1 1.9 1.8 2.1 3.2 1.7 1.6 2.3 2.0 2.4 2.4 1.9 1.1 2.1 3.1 2.6 2.3 2.4 2.5 2.7 2.7 1.7 2.2 2.5 2.6 5.9 5.9 1.2 2.1 2.6 2.9 4.2 4.7 4.4 3.9 1.2 1.1 1.2 1.2 1.2 4.0 4.3 4.3 4.3 4.2 1.6 2.2 2.3 2.3 2.3 4.5 4.7 4.8 5.2 4.5 2.7 3.2 2.7 3.1 2.3 3.0 2.1 2.9 2.4 3.1 2.8 2.8 2.6 2.4 4.4 - 2.9 3.1 3.5 3.4 3.1 1.8 1.7 1.6 1.7 1.6 2.1 2.2 2.7 2.8 2.7 2.4 2.4 2.5 2.7 2.8 4.6 4.6 4.5 4:2 4.0 2.1 1.6 2.5 2.8 - 2.9 2.6 1.5 1.4 2.5 2.6 2.9 3.7 4.1 2.6 - 5.1 6.4 3.8 4.6 5.3 5.4 - 6.2 3.8 6.5 - 2.a 5.7 7.5 7.5 1.0 1.2 1.6 1.6 1.6 2.1 1.2 0.8 2.4 2.7 2.9 2.9 3.1 0.9 1.1 1.1 1.4 1.5 2.2 4.2 5.6 6.1 6.3 6.3 1.0 1.1 1.1 1.3 1.4 3.1 1.6 1.9 2.2 1.8 8.5 7.2 7.8 8.3 7.7 1.5 1.6 1.6 1.7 1.6 1.7 1.3 1.2 1.1. 0.9 7.6 7.4 1.6 0.8 a) Tarıma ve gıda üretimine verilen sübvansiyonlar hariç toplam sübvansiyonlar. b) Yunanistan, Luxemburg, isviçre ve Türkiye için veri bulunamamıştır. c) Girdi-çıktı verilerinden sağlanmıştır. d) Mevcut yılların ortalaması olarak. e) Ortalama katma değer vergisi oranlarına dayalı piyasa fiyatları ile hesaplanan sektörel GSYiH. t) Faktör maliyetleri cinsinden hesaplanan sektörel GSYiH'nin bir % si olarak. Kaynak: OECD, Annual National Accounts (Yıllık Ulusal Gelir Hesapları) ve girdiçıktı veriler. ('Ford ve Suyker, 1990'dan yararlanılmıştır). diğer deyişle sübvansiyonun getiri oranının) en az % 15 ile % 50 arasında olması gerekir. Bu amaç için gerekli olan vergiyi sağlamanın ekstra maliyetini karşılamak, ancak bu şekilde mümkün olabilecektir. Vergi oranı arttıkça, vergi hasılatı sağlamasının marjinal maliyeti artacaktır. Avrupa ülkelerinde vergi oranları genellikle ABD'den daha yüksek olduğu için, bu ülkelerde ekstra vergi hasılatı sağlamanın marjinal maliyetinin daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Kısacası, sınai sübvansiyonlar devlet bütçesi açısından da önemlidir. Tablo 6, sübvansiyonların kamu finansmanı açısından önemini göstermek 111 Tablo 6: Sanayi sektörüne verilen sübvansiyonlar (ulusal gelir hesapları tanımı), 1970-1986a,b (Toplam devletharcamalarının bir% si olarak) <tl <tl <tl <tl >ı: >ı: ro « .,a. <{ 1970-74' 1975-79' 1980-84' 1985-86' 0.7 0.9 1.1 1.2 2.1 2.6 3.1 2.7 3.0 3.2 2.9 3.1 1970 1971 1972 1973 1974 0.5 0.6 0.9 0.8 0.7 2.1 2.4 2.6 3.3 3.4 3.2 1975 1976 1977 1978 1979 0.8 0.8 0.9 1.0 1.1 2.6 1980 1981 1982 1983 1984 1.1 1.0 1.2 1.2 1.2 3.1 1985 1986 1.2 1.2 2.7 O o <tl <tl C ~ <tl ın <tl ~ <ii .:: ı: >- u.. 4.8 4.7 4.8 5.0 <ii ~ ai 4.9 4.4 3.3 -o <tl 'lô «> ı: 2.2 3.8 5.1 4.1 <tl ::ı <tl ~ ..:.:: '00 ::ı q; ro - 4.5 4.3 6.9 7.0 1.8 1.8 1.8 2.0 3.8 4.8 2.9 3.0 3.1 3.4 3.4 4.8 4.7 4.9 - 3.1 3.0 2.8 2.8 3.0 4.6 4.8 4.6 4.7 5.0 5.0 2.9 3.2 - 4.7 4.8 5.1 4.8 3.6 3.4 3.2 4.1 5.1 4.9 4.0 3.8 4.2 5.8 5.5 4.7 4.6 5.0 3.8 2.8 4.1 - <tl ..:.:: ~ <tl ca C 'c<tl <tl <tl <tl -o ı: -o -o <tl !!l .~ Ö i - ı: O .B 4.7 3.1 3.1 2.9 2.4 2.9 3.5 3.5 ı: 7.0 - - 7.2 7.2 7.2 6.4 10.8 12.5 2.1 1.9 2.0 2.0 2.0 7.4 7.4 7.1 7.2 7.1 2.3 3.3 3.3 3.3 3.2 7.4 7.2 7.1 7.5 6.8 7.4 7.6 7.4 6.9 6.9 6.4 6.3 - 6.9 3.4 3.8 2.8 2.9 2.8 4.2 2.5 2.2 3.1 2.7 7.0 3.0 3.1 3.3 3.2 3.1 2.9 2.9 3.5 3.9 4.2 - 3.3 3.2 3.3 3.5 3.7 2.9 2.8 3.6 3.4 - 4.0 - 7.0 4.7 4.7 4.3 4.1 - 4.1 4.5 - - - - - t 2.0 3.1 3.4 4.0 1.9 2.8 - ~ O Q) O C- 4.7 4.7 4.0 5.4 - Q) N :x z - - o'> >ı: <tl a. Q) > ::ı •.!!! ~ - 4.0 6.4 6.9 7.0 3.5 3.4 4.5 4.1 3.6 3.9 4.0 4.1 4.3 3.3 3.6 5.6 6.9 6.5 6.5 6.4 3.1 3.1 3.1 3.6 3.9 6.3 6.6 6.9 7.4 7.2 4.3 4.5 4.8 4.5 4.2 7.0 6.9 4.1 9.6 - - 13.0 12.0 o'> ~ 'lô ..!!! - 9.8 11.3 11.4 >- <tl - 9.6 - - a) Tarıma ve gıda üretimine verilen sub~ansiyonlar hariç toplam subvansiyonlar. b) Finlandiya, Yunanistan, Luxemburg, ısviçre ve Türkiye. c) Mevcut yılların bir ortalaması olarak. Kaynak: OECD, Yıllık Ulusal Gelir Hesapları ve girdi-çıktı verileri. (Ford ve Suyker, 1990, s.54'den yararlanılmıştır) amacıyla hazırlanmıştır. Tablodaki rakamlar, sınai sübvansiyonların toplam devlet harcamaları içindeki paylarını göstermektedir. Tablonun incelenmesi, Tablo 2 ve Tablo 5'deki eğilimlerin burada da geçerli olduğunu ve oranların, genel çizgi itibariyle, 19?O'lerde arttığını, 1980'lerde ise istikrar kazandığını ve hatta inme eğilimine girdiğini göstermektedir. Sınai sübvansiyonların, devlet harcamaları içindeki payının en düşük olduğu ülkenin ABD olması ilginçtir (Finlandiya, Yunanistan, Luxemburg, isviçre ve Türkiye, veri yokluğu nedeniyle tabloda yer almamıştır.) Bununla beraber tablodaki rakamları yorumlarken dikkatli olmak gerekir. Tabloda, Ulusal Gelir HesapI\3,rındaki rakamlar kullanılmıştır. Bu hesaplardaki sübvansiyon tanımı dar kapsamlı olduğu için, devlet kaynaklarından sübvansiyonlara giden gerçek miktarı tam yansıtma­ maktadır. AT kaynaklarında daha geniş kapsamlı bir tanım kullanıldığı için rakamlar gerçeği daha iyi yansıtır. Bu durum, diğer tablolardaki rakamlar 112 yorumlanırken li de gözönüne alınmalı, tablolar arası karşılaştırmalarda dikkat- olunmalıdır. Sanayi sektörünün sübvansiyonu ile ilgili bir diğer nokta da verilen sübvansiyonların 'türü' ile ilgilidir. Yapılan çalışmalar, ATda verilen sınai sübvansiyonların ortalama % 65.4'ünün 'alt sektör spesifik' amaçlarla verildiğini, % 15.6'sının bölgesel kalkınmaya yönelik olduğunu, küçük ve orta ölçekli sanayiye giden payın ortalama % 4.3, araştırma-geliştirmeye giden payın ise % 5.2 düzeyinde bulunduğunu göstermektedir. EFTA ülkelerinin araştırma-geliştir­ meye ayırdıkları payın, AT ortalamasının yaklaşık üç kat olması ilginçtir. EFTA ülkelerinde sanayi sektörüne verilen sübvansiyonların ortalama % 14.7'si AFG harcamalarına yönelmektedir. Bu ülkelerde alt sektör spesifik amaçlara yönelik sübvansiyonların toplam sınai sübvansiyonlara oranının ortalama % 42, küçük ve orta ölçekli sanayrye giden payın ortalama % 1.8 ve bölgesel kalkınmaya yönelen payın ise % 20 olduğu hesaplanmıştır. (Ford ve Suyker, 1990, s.63). 4.4.3.4. iMALAT SANAyiiNiN SÜBVANSiYONU VE SÜBVANSiYON ARAÇLARı Yukarıda, sanayi sektörünün sübvansiyonu konusunu, gerek sektörel GSYiH içindeki ağırlığı (Tablo 3) gerekse devlet harcamaları içindeki payı (kamu finansmanı açısından önemi) (Tablo 6) açılarından incelemeye çalıştık. Sübvansiyon konusunun, bunun yanında, ayrıca, sanayi sektörünün bir altsektörü ol::ın imalat sanayii sektörü açısından da incelenmesinde yarar vardır. Tablo 4'ün 2. sütunu 1981-1986 dönemi ortalaması olarak ATa üye 10 ülkede imalat sanayiine sağlanan devlet desteğinin sektörel GSYiH içindeki paylarını göstermektedir. 2. sütunun son satırı bu 10 ülke açısından 1981-86 ortalamasının % 5.1 olduğunu göstermektedir. (Devlet, imalat sanayini, imalat sanayiinde yaratılan GSyiH'nın % 5.1 'i oranında desteklemiştir). Bu ülkeler (Yunanistan dışında) imalat sanayine sağlanan devlet desteğini 1986 yılından sonra azaltmaya başlamışlardır ve bunun bir sonucu olarak oran 1986-1988 dönemi için, % 5.1'den % 4.1'e gerilemiştir. EFTA ülkelerinde bu oranın 1984-1987 dönemi için % 1.8 olduğu hesaplanmıştır. (Ford ve Suyker, 1990, s.48). Fakat, evvelce de belirttiğimiz gibi, ülke grupları arasında karşılaştırma yaparken ihtiyatlı olmak gerekmektedir. Çünkü OECD, AT ve EFTA kaynaklarında sübvansiyon tanımının gerek kapsamı gerekse hesaplanma yöntemi birbirinden farklıdır. OECD tanımı (Ulusal Gelir hesapları Tanımı), sübvansiyonu dar anlam ile aldığından, OECD ülkelerine ilişkin oranlar, AT ve EFTA oranlarından 113 genellikle dc.ha düşük çıkmaktadır. Tablo 7: AT ve EFTA ülkelerinde imalat sanayiine sağlanan desteklerin araçlar arasında dağılımı(a) (Toplam desteğin bir yüzdesi olarak) Almanya Fransa italya B.Krallık Belçika Danimarka Yunanistan irlanda Luxemburg Hollanda Portekiz ispanya AT-12 Vergi Muafiyetleri iştirakler 30 33 54 69 63 16 36 6 18 7 16 61 70 88' 52 68 64 26 78 49 11 6 O O' O !'Jorveç Isveç isviçre 21 72 27 61 55 77 EFTA 58 Avusturya Finlandiya ızlanda Düşük Hibeler O' 9 6 5 37 9 30 60 O 12 19 9 68' 15 O 30 faizli krediler Garantiler 6 15 3 7 1 19 12 29 10 1 3 4 O 1 18 6 2 2 8 O 2 O O O 1 5 O O 11 12 33 27 27 14 O 1 40 1 18 9 16 18 8 O 11 a) AT ülkeleri (1986-1988 ortalaması): Supranasyonal destek ve enerji ve taşımacılığa verilen destek hariç. b) Gözardı edilebilir olarak kabul edilen destek. Rakamlar mevcut değiL. c) Hibelere dahil edilen vergi harcamaları. d) Esas olarak devlet holdinglerine sağlanan destek Kaynak: AT Komisyonu (CEC) 1990 ve OECD Sekretaryasının, EFTA'nın (1986, 1988) programları ile ilgili enformasyonuna dayalı tahminleri. ('Ford ve Suyker, 1990, s.51' den yararlanılmıştır). imalat sanayiine verilen sübvansiyonların, ayrıca, sübvansiyonda kullanılan araçlar açısından incelenmesinde yarar vardır. Tablo 7 bu amaçla hazır­ lanmıştır. Tablo, imalat sanayiinin sübvansiyonunda kullanılan çeşitli araçların, toplam sübvansiyonlar içindeki ağırlığını göstermektedir. Tablodan, gerek AT (Almanya ve Portekiz hariç) gerekse EFTA ülkelerinde en önemli 114 sübvansiyon aracı olarak hibelerin (bağışların) kullanıldığını görmekteyiz. AT'da bağışların toplam sübvansiyonlar içindeki ağırlığının ortalama % 49, EFTA'da ise % 58 olduğu görülmektedir. Vergi muafiyetlerinin (tax concessions) toplam içindeki ağırlığı ise AT için % 30'dur. EFTA ile ilgili veriler, vergi muafiyetlerini içermemektedir. Fransa, Avusturya, İzlanda, Danimarka, Norveç ve İsveç gibi ülkelerin, ayrıca, iştirakler, düşük faizli krediler (soft loans) ve kredilere sağlanan garantiler gibi sermaye piyasası araçlarını da oldukça yaygın bir şekilde kullandıklarını görmekteyiz. Hibelerin büyük bir oranı, üretimi desteklemekten ziyade sermaye oluşu­ munu sağlamak, ona katkıda bulunmak amacıyla verilmektedir. Vergi muafiyetleri, belli sektörleri veya iktisadi faaliyetleri (örneğin sermaye oluşumunu) diğer sektörlerden/faaliyetlerden daha çok özendirmek amacıyla, sağlanır. Bu bakımdan, kaynak dağılımına etkileri açısından, hibelere benzer bir etkiye sahiptirler. AT ülkelerinde düşük faizli kredilerin toplam sübvansiyonlar içindeki payının ortalama % 8, EFTA ülkelerinde ise ortalama % 18 olduğu görülmektedir. Tablo, ortalamalar böyle olmakla beraber, gerek AT'da gerekse EFTA'da, ülke uygulamalarının birbirlerinden bir hayli farklı olduğunu, çeşitli ülkelerin çeşitli araçları farklı yoğunluk ve yaygınlıkta kullandıklarına işaret etmektedir. 4.4.3.5. iHRACAT SÜBVANSiYONLARı Tablo 1'de görüldüğü gibi, 1952-1980 döneminde, 7 Büyükler diye adlandırılan sanayi ülkelerinin, gayri safi yurt içi hasılalarından ihracat sübvansiyonlarına ayırdıkları pay % 0.11 ile % 3.1 arasında değişmiştir. Bu payın en düşük olduğu ülkenin ABD olması ilginçtir. Tablodaki diğer bir ilginç nokta da bu ülkelerin hemen tümünde ihracat sübvansiyonlarının GSYİH için-deki payının 1952-1980 dönemi boyunca artmış olmasıdır (İhracat sübvansiyonları, sübvanse edilmiş kredilerden ve ihracat bedelinin ödenmemesi, umulmayan maliyet artışları ve döviz kuru dalgalanmaları gibi belirsizliklere karşı garantilerden oluşmaktadır). Tablo 8, 1986-1988 döneminde verilen ihracat sübvansiyonlarının toplam sübvansiyonlar içindeki payını göstermektedir. Tabloda görüldüğü gibi, anı­ lan dönemde AT ülkelerinde ihracat sübvansiyonlarının toplam içindeki payı ortalama % 6, EFTA ülkelerinde ise ortalama % 9 olmuştur. Buna karşın ülke uygulamalarının çok farklı olduğu görülmektedir. Örneğin Almanya, Hollanda, Portekiz ve Norveç'te ihracata verilen sübvansiyonların toplam içindeki·· payı % 1 iken bu payın Yunanistan'da % 29, İrlanda'da % 28 ve İsviçre'de 115 % 21 olduğu görülmektedir. Tablo, Luxemburg, ispanya ve isveç'in ihracat sübvansiyonu uygulamasını durduklarını ima etmektedir. Yapılan çalışmalar, ihracat kredi sübvansiyonlarının OECD ülkelerinde sınai sektörler arası dağılımda (1979-1985 döneminde) en büyük payı enerji, taşımacılık ve inşaat sektörlerinin aldığını ve dönem boyunca taşımacılık sektörünün payının % 27.3'den % 43.1 'e yükseldiğini göstermiştir. Tablo 8: AT ve EFTA Ülkelerinde ihracat Sübvansiyonları (Toplam Sübvansiyonların % si olarak)a Portekiz .................................. 1 ispanya .................................. ; O AT ........................................... 6 Avusturya ............................... 1 Finlandiya .............................. 11 izlanda .................................... 6 Norveç .................................... 1 isveç ........................................ O isviçre ..................................... 21 EFTA ....................................... 9 Almanya ................................ 1 Fransa .................................. 11 italya ...................................... 4 B.Krallık ................................. 6 Belçika .................................. 4 Danimarka ............................ 7 Yunanistan ............................ 29 irlanda ................................... 28 Luxemburg .................... ...... O Hollanda ............................... 1 a) AT ülkeleri (1986-1988 ortalaması): Supranasyonal destek hariç EFTA ülkeleri (1984-87 ortalaması): Avusturya hariç Kaynak: CEC (1990), EFTA (1980) ('Ford ve Suyker, 1990, s.65'den yararlanılmıştır) . 4.4.4. AYIRIMel DEVLET SATINAlıMLARı çoğu ülkelerde devlet, mal ve hizmetlerin en önemli alıcılarındandır. Üretim faaliyetine girdi olarak giren çoğu ürünler, aynı zamanda dış ticarete de konu olan ürünlerdir. Dolayısıyla devlet, bir satın alıcı olarak, dış ticaret üzerinde belli etkilere sahip olabilecek güçtedir. Devletin, mal ve hizmetleri satın alırken ulusal ve yabancı firmalar arasında ayırım gözetmesi oldukça yaygın olarak rastlanan bir uygulamadır. Bu tür davranışların ise uluslararası mal ve hizmet akımlarını belli bir yönde etkilernesi doğaldır. Ayırımcı devlet satınalım politikalarına örnek olarak ABD'de uygulama alanı bulan 1933 tarihli 'Buy Amyerican Act' (Amerikan Malı Satın AI Yasası) gösterilebilir. Bu yasa, ABD'deki resmi daireleri, savunma ile ilgili kontratlarda 116 ulusal firmalara % 50'ye varan oranlarda avantaj tanımaları zorunluluğunu getirmektedir. Savunma dışı kontratlar için bu avantaj % 14'dür. Fakat hemen belirtelim ki, bu tür bir yasaya dayandırılan bir uygulama, kuralolmaktan çok, bir istisnadır. Gerçekte, bu tür uygulamalar, belli bir yasaya bağlanmamakta, ayrıcalık ulusal firmalara 'de facto' olarak sağlanmaktadır. 'Yeni korumacılık' açısından esas önemli olan da, bu tür bir politikanın izlenmesidir. Bu konuyla ilgili başka bir uygulama da, belli bir resmi kuruluşun, ithalat yerine başka bir resmi kuruluşun ürününü satın almaya zorlanmasıdır. Ayırımcı uygulama her ne şekli alırsa alsın, sonuç, ulusal firmaların sübvanse edilmesi anlamına gelecektir. Uygulama, ulusal firmaya, dış rekabete açık olması durumua göre daha yüksek bir fiyat uygulama imkanı vermekte, bu da, bir anlamda, ulusal firmanın üretiminin sübvanse edilmesi anlamına gelmektedir. Üretim sübvansiyonunun ekonomik etkilerini açıklarken de işaret edildiği gibi, bu tür bir uygulamanın finansman yükü, maliyenin üzerinde olacaktır. Bu da, bir yandan, ya vergilerin daha yüksek olması sonucunu doğruacak, ya da (örneğin, resmi bir kuruluşun girdilerini başka bir resmi kuruluştan satın almak zorunda bırakıldığı durumlarda). * tüketicilerin ödediği fiyatın daha yüksek olmasına neden olacaktır. 4.5. iDARi VE TEKNiK DIŞ TicARET ENGELLERi Yukarıdaki satırlarda esas olarak dış ticareti doğrudan etkileyen ve miktarsal veya mali bir nitelik arzeden dış ticaret engellerinin ve sübvansiyonların ekonomik etkilerini, şekillerin de yardımıyla bir hayli ayrıntılı ve yer yer de karşı­ laştırmalı olarak irdelemeye çalıştık. Bu ayrıntılı ele alış, bu uygulamaların, dış ticaretin engellenmesinde kullanılan en etkin ve yaygın yöntemler ve araçlar olduğu anlamında alınmamalıdır. Böyle bir yol izlenmesinin en önemli nedeni, ele alınan bu politika araçlarının ekonomik etkilerinin kısmı denge analizi araçlarıyla ve şekiller yardımıyla gösterilebilmesinin mümkün olmasıdır. Ayrıca, bu politika araçlarının ekonomik etkilerini ölçmek kısmen de olsa mümkün olduğundan, bu araçların uygulanıp uygulanmcıması konusunda ülkelerin birbirleri ile pazarlık yapması da daha mümkün olacağından, bu araçların incelenmesine öncelik verilmesinin daha uygun olacağı düşünülmüştür. idari ve teknik dış ticaret engelleri konusundaki en büyük güçlük, bu uyguekonomik etkilerinin ölçülmesinin çok güç olmasında yatmaktadır. lamaların * Salvatore, 5.221. Tokyo Dönemi görüşmelerinde satınalım politikalarını şeffaflaştırmak ve olanaklara benzer olanaklar yaratmak amacını ABD ve diğer ülkeler, ayırım gözetici devlet üretici ve ihracatçılara ulusal üreticilere tanınan güden bir madde (kod) ()'zerinde anlaşmışlardır. yabancı 117 Bu tür engeller, bir ihtimal, dış ticareti kotalardan veya sübvansiyonlardan çok daha fazla engellemekte ve çarpıtmakta olmamakla beraber, bu engellerin belirlenmesinin güç olması, anlamlı iktisadi analizlerinin yapılmasını olanaksızlaştırmakta ve iktisatçıların elini kolunu bağlamaktadır. idari ve teknik dış ticaret engelleri, aslında, dış ticareti doğrudan doğruya engelleme amacıyla oluşturulmazlar. Bunların dış ticaret üzerindeki etkileri, özü itibariyle, dolaylıdır. Bu engeller çok çeşitli türlerde ve yerlerde kendilerini gösterirler ve gümrüklerdeki değerleme prosedürlerinden ve ürünün menşeine ilişkin kurallardan, çevreye, sağlığa ve emniyete ilişkin çeşitli düzenlemelere kadar yayılan bir çeşitlilik gösterirler. Bunlardan, örneğin, gümrüklerdeki değerleme prosedürü, kasıtlı olarak o denli karmaşıklaştırılabilir ki, bu karmaşıklığın yarattığı yılgınlık ve belirsizlik ithalatın engellenmesi sonucunu doğurabilir. Gerçekten de, çeşitli uygulamalarla oluşturulan belirsizlik ortamı, tarife dışı dış ticaret engellerinin en yaygın olarak başvurulanıdır, diyebiliriz. çevreye ilişkin düzenlemeler (regülasyonlar) da, yabancı ihracatçının maliyetini artırıcı etkileri olacak şekilde düzenlenerek, ithalatın azaltılması etkisini doğurabilir. Örneğin, belli bir ülkede artık yalnızca kurşunsuz benzin tüketen otomobillerin kullanılmasına izin verilmesi, bu ülkeye ewelce kurşunlu benzin tüketen otomobil ihracat eden ülkelerin otomobil ihracatının düşmesine yolaçacak, bu da ihracatçıları, ihracatlarının azalmaması için ekstra üretim maliyetleri yüklenmek zorunda bırakacaktır. Burada söylenmeye çalışılan, sözkonusu ülkenin, anılan çevreci önlemi uygulamaya koymasının yanlış olduğu değildir, kuşkusuz. Söylenmeye çalışılan, önlemlerin, çevre veya sağlık endişesinden çok, belli ve genellikle de az gelişmiş ülkelerden gelen ihracatı önlemek amacıyla uygulamaya konulabileceği ve gerçekten de bir çok ülke tarafından bu nedenle uygulamaya konulduğudur. Bu konuya ilişkin gerçek güçlük, bu tür uygulamaların devreye sokuluşunun asıl amacının belirlenmesinde, belirlense de ekonomik etkilerinin ölçülmesinde yatmaktadır. Sağlığa ve emniyete (ürünlerin emniyetli kullanımına) ilişkin düzenlemeler için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Bu düzenlemeler, ülkeden ülkeye büyük farklılıklar göstermektedir. Bu düzenlemelerin yarattığı engellerin boyutları, bazı malları dış ticarete konu olmaktan çıkarabilir ve bu yolla dünya dış ticaret hacminin düşmesine yolaçabilir. Burada da, uygulamaya konulan önlemin, gerçekten sağlık veya emniyet endişesiyle oluşturulup oluşturul­ madığı tartışmaya açıktır. Amaç gerçekten ülke sağlığını korumak olabileceği gibi ithalatın maliyetinin kasıtlı olarak yükseltilmesini sağlamak da olabilir. Özetle söylemek gerekirse, idari ve teknik düzenlemeler en etkili tarife dışı 118 dış ticaret engellerini oluşturabilirler. Güçlük, bu düzenlemelerin gerçekten hangi amaçla uygulamaya konulduklarının belirlenmesinde ve dış ticaret akımları üzerindeki olumsuz etkilerinin ölçülebilmesinde yatmaktadır. Bu konuda iktisatçının işi bir hayli güçtür. Uluslararası ticaret, ayrıca, çeşitli idari, teknik ve benzeri diğer düzenlemeler nedeniyle de engellenmektedir. Örneğin, otomobiller ve elektrikli aletlerle ilgili olarak yürürlüğe konulan 'emniyet düzenlemeleri' sağlığa aykırı olarak üretilmiş ve paketlenmiş olabilecek gıda maddelerinin ithalatını bu araçla denetleme amacını güden 'sağlık düzenlemeleri', ithal edilen ürünlerin menşei ve muhtevasına ilişkin kurallarla ilgili olan 'paketleme düzenlemeleri' vs. çok çeşitli şekiller alabilecek olan teknik ve idari dış ticaret engellerine örnek olarak gösterilebilir. Bu düzenlemeler tamamen haklı nedenlere dayandırılarak oturulmuş olabilirler. Fakat, bizim konumuz açısından önemli olan, bu düzenlemelerin, kısmen de örtülü olarak, ticareti engelleyici bir tarzda uygulanabilecek bir niteliğe sahip olmalarıdır. Uygulamada, çeşitli ülkelerin bu düzenlemelere dayanarak özellikle gelişmekte olan ülkelerden kaynaklanan ithalata sınırlamalar getirdikleri bilinen bir gerçektir. Dış ticaret üzerinde engelleyici bir etkiye sahip olan bir diğer uygulama da, son dönemlerde çok yaygın bir uygulama alanı bulan 'sınır vergileri'dir (border taxes). Burada yurtiçinde alınan dolaylı vergilerin ihracatçı ya iade edilmesi veya ithal edilen bir mal üzerine gümrük tarifesine ek olarak bir verginin konulması sözkonusudur. Dolaylı vergilerin ABD'deki örnekleri satış vergileri ve tüketim vergileri, Avrupa'daki örneği ise katma değer vergisidir. ABD'de vergi gelirlerinin çoğu gelir vergisi gibi. dolaysız vergiler yoluyla sağlanırken Avrupa'da ağırlıklı KDV gibi dolaylı vergiler üzerindedir. Bu nedenle, ABD'deki ihracatçılar Avrupa'daki benzerlerine kıyasla çok daha düşük oranda (veya hiç) vergi iadesi alabilmektedirler. Bu durum, ABD'li ihracatçılar açısından uluslararası ticarette bir rekabet dezavantajı yaratmakta, bu nedenle de ABD'li ihracatçıların haklı eleştiri ve itirazlarına konu olmaktadır. Uluslararası ticaret, yukarıdaki sayfalarda açıklanan çeşitli politika araçları ve düzenlemeler yanında, uluslararası mal anlaşmaları (international commodity agreements), katlı döviz kuru uygulamaları, uluslararası düzeyde oluş­ turulan karteller, merkezi planlamayla yönetilen ülkeler arası ticaret (veya bu ülkelerle yapılan ticaret) veya damping uygulamaları yoluyla da engellenebiImektedir. Gelecek sayfalarda şekil yardımıyla analize de olanak sağlamaları nedeniyle önce uluslararası karteller ve damping uygulamaları üzerinde duracak, yukarıda sözü edilen diğer uygulamaların incelenmesini ise daha 119 sonraya bırakacağız. Hemen belirtelim ki, tarife oranları uluslararası çok yanlı ticaret görüşmeleri yoluyla düşürüldüğü oranda, tarife-dışı dış ticaret engelleri olarak adlandırdığımız diğer araç ve yöntemlerin uygulanması yaygınlık kazanmaktadır. 4.6. ULUSLARARASı KARTELLER Uluslararası kartel, bir ürünün değişik ülkelerde yerleşik bulunan üreticilerinin (bu üretici ülkenin kendisi de olabilir), o ürünün üretim ve ihracatını sınırlamak üzere anlaşarak oluşturdukları bir örgüttür. Bu sınırlamadan amaç, örgütün toplam karını maksimize etmek veya artırmaktır. Yurtiçinde kartel oluşturulması ABD'de yasaktır. Avrupa'da ise belli sınırlamalar sözkonusudur. Uluslararası bir kartel oluşturulması durumunda ise, böyle bir kartelin sınırları, tek bir ülkenin yasalarının geçerli olduğu sınırların dışına taştığı için, bu tür bir . oluşumu yasal yoldan engellemek veya kayıtlara bağlamak sözkonusu olarnamaktadır. Bu nitelikleri ile uluslararası kartellerin, uluslararası ticari ve yasal ilişkilerde özel bir yerleri vardır. Günümüzde uluslararası kartellerin en bilineni OPEC'tir. Bilindiği gibi bu örgüt, 1973-74 döneminde petrol üretim ve ihracatının sınırlandırılması yoluyla dünya petrol fiyatlarının 4 misli artmasına yolaçmıştır. Bir diğer uluslararası kartel, Uluslararası Hava Taşımacılığı Birliği'dir. Belli başlı uluslararası hava yollarının oluşturduğu bu kartel, her yıl toplanarak, uluslararası hava taşıma­ cılık ücretlerini ve politikalarını belirlemektedir. Uluslararası bir kartelin başarılı olma şansı, örgüte konu olan ürünü üreten ülke sayısı ne kadar az, ürün ne kadar zaruri ve yakın ikameleri ne kadar az veya yok ise, o kadar fazla olacaktır. OPEC bu koşulları yerine getirdiği için, özellikle 1970'lerde başarılı olabilmiştir. Kartelin başarı şartı ve gücü, üretim ve ihracatı sınırlandırabilmedeki etkinliğinde yatmaktadır. Belli bir üreticinin kartelin dışında kalarak veya kartel üyesi olmakla beraber, gizlice, kartelin belirlediği sınırlar dışında üretim yapması ve bunu kartel fiyatının hemen altında bir fiyatla satmaya girişmesi durumunda (ki bu yönde çok güçlü bir özendirme ve eğilim sözkonusudur) ise bu güç ciddi bir tehditle karşı karşıya kalacaktır. 1980 sonrasında OPEC bu tür eğilimlerden, olumsuz yönde, bir hayli etkilenmiş, Birleşik Krallık (ingiltere), Norveçve Meksika gibi OPEC üyesi olmayan ülkelerin yükselen petrol fiyatları karşısında üretimlerini artırması OPEC'i güç durumda bırakmıştır. Özetle söylemek gerekirse, iktisat teorisinin de ima ettiği gibi, karteller, 120 doğaları itibariyle istikrarsızdırlar ve bu nedenle de başarısızlığa uğramaya veya dağılmaya mahkumdurlar. Başarılı olması durumunda ise bir kartel aynen kar maksimizasyonu peşinde koşan bir monopol (tekel) gibi davranabilir. Bu tür kartel, 'merkezileştirilmiş kartel' olarak adlandırılır. Aşağıdaki şekil, bu tür bir kartelin kar maksimizasyonunu nasıl gerçekleştirdiğini açık­ lamak amacıyla çizilmiştir. fx ($) AX{=Lmmx) 3-50 3 Tx{=OH x) MHx 0~------~30~0--4~00------------~ Şekil 12: Uluslararası kartelin toplam k~rının Mx maksimizasyonu Şekilde Tx eğrisi, x malı ihracatına yönelik dünya talep eğrisini, Ax de kartelin ihracat arz eğrisini göstermektedir. Bu arz eğrisi, karteli oluşturan firmaların (veya ülkelerin) marjinal maliyetlerinin yatay toplamıdır. Talep eğrisi, aynı zamanda ortalama hasılat (OHx) eğrisidir. MHx eğrisi bu OHx'e ilişkin marjinal hasılat eğrisidir. Piyasada tam rekabet koşullarının egemen olması durumunda dünya arz-talep dengesi E noktasında gerçekleşecektir. (ihracat miktarı 400 birim/ihracat fiyatı $3). Piyasaya, bir tekel gibi davranan merkezileştirilmiş bir kartelin egemen olması durumunda, toplam kar maksimizasyonu, ihracatın sınırlandırılması ve ihracat fiyatının yükseltilmesi yoluyla gerçekleştirilecektir. Şekilde yeni ihracat miktarı 300 birim, yeni ihracat fiyatı da $ 3.50 olarak gösterilmiştir. Bu yeni denge durum, marjinal hasılat-marjinal maliyet eşitliği (şekilde Axve MHx eğrilerinin kesişmesi) yoluyla belirlenmiştir. Merkezileştiriimiş kartelin, ihracat miktarının azaltılması yoluyla sağladığı toplam kar artışı şekilde EFR alanı olarak gösterilmiştir. ihracat miktarının 400 birimden 300 birime indirilmesi, marjinal maliyetin marjinal hasılatı aşan kısmı­ nın elimine edilmesine olanak sağladığı ve kartel 300 birimlik üretimde marjinal maliyetleri marjinal hasılata eşitlediği için, EFR alanı bir toplam kar artışı olarak yorumlanmaktadır. 121 4.7. DAMPiNG (ULUSLARARASI FiYAT FARKLILAŞTıRMASI) Damping de dış ticaretin engellenmesine yolaçabilecek uygulamalardan bir tanesidir. Damping, bir ürünün maliyetinin altında veya yurtiçinde satıldığı fiyatın altında bir fiyatla ihraç edilmesi anlamına gelmektedir. Üç tür dampingden sözetmek mümkündür. inatçı (persistent damping) diye adlandırı­ labiIecek damping uygulamasında, ulusal bir tekelin, ürününü, yurtiçinde, yurtdışına ihraç ettiği fiyatın üzerinde bir fiyatla satarak toplam karını maksimize etmeye çalışması söz konusudur. Tekel, dış piyasalarda rekabet sözkonusu olduğundan ürününü daha düşük bir fiyatla satmak zorunda kalmakta, fakat iç piyasa, ticaret engelleri ve yüksek taşımacılık maliyetleri gibi nedenlerle dış dünyadan kısmen izole edilmiş olduğundan, yurtiçinde daha yüksek bir fiyat uygulayabilmektedir. Uluslararası fiyat farklılaştırmasının sözkonusu olduğu böyle bir uygulama sayfa 124'deki şekil yardımı ile ayrıca açıkla-nacaktır. Saldırgan damping (predatory damping) diye adlandırılabilecek damping ürününü, geçici bir süre için ve rakiplerini piyasadan silmek amacı ile maliyetin altında (veya ülke içinde sattığı fiyatın altında) bir fiyatla ihraç etmesi sözkonusudur. Rakipler piyasadan silinince, piyasada tek güç olarak kalan ihracatçı, tekel karları elde etmek amacıyla fiyatı yeniden yükseltebilecektir. uygulamasında, ihracatçının, Bir diğer tür damping, arızi damping (sporadie damping) diye adlandırı­ labilecek olan dampingdir. Bu tür dampingde, ihracata konu olan ürünün, zaman zaman ve eldeki stok fazlalarını elden çıkarmak amacıyla maliyetinin altında veya yurtiçinde satıldığından daha düşük bir fiyatla ihraç edilmesi sözkonusudur. Bu yolla, ürünün yurtiçi fiyatının düşmesinin de engellenmesi amaçlanmaktadır. Genelolarak, ulusal sanayii saldırgan dampingin yıkıcı etkilerinden koruma amacına yönelik ticaret sınırlamalarının haklı gösterildiğine tanık olunmaktadır. Bu ticaret sınırlamaları, genellikle, antidamping vergileri (antidumping duties) veya denkleştirici vergiler (countervailing duties) şeklinde olmaktadır. Bu vergilerden amaç, damping uygulamasının yarattığı fiyat farklılaş­ tırmasını ortadan kaldırmak ve damping yoluyla düşük tutulan fiyatı, konulan denkleştirici vergi ile blması gereken düzeye çıkarmaktır. ABD'de 1978 yılında bu amaca yönelik olarak uygulamaya konulan bir mekanizma, 'trigger-price mechanism' diye adlandırılmaktadır. Fakat damping türlerini birbirinden ayır­ mak bir hayli güçtür ve ulusal üreticiler dampingin türü ne olursa olsun koruma teleplerini yükseltmektedir. Ayrıca bazı inaçtı veya arızi damping 122 uygulamalarında, fiyatların düşük olmasının, tüketicilere sağlayacağı refah ulusal üreticilerin damping nedeni ile yüklenmek zorunda kalacakları üretim kayıplarını aşması da söz konusu olabilecektir. Bu gibi durumlarda toplum refahı açısından dış ticaretin engellenmemesi daha doğru olakazançlarının, caktır. Japonya, 1970'lerin sonlarında ve 1980'lerde ABD'ye çelik 'le Tv setleri ihracatında, Avrupa'ya da otomobil, çelik ve diğer bazı ürünler ihracatında damping yapmakla suçlanmıştır. çoğu sanayileşmiş ülkelerin, destekleme politikalarından kaynaklanan tarımsal ürün stoku fazlalarını dünya piyasalarına boşalttıkları da bilinen bir gerçektir. izlenen bu politikaların, gelişmekte olan ülkelerin ihracat gelirlerini ve dolayısıyla da sanayileşme çabalarını son derece olumsuz bir şekilde etkilediği açıktır. Bu konuya ileride daha ayrıntılı bir şekilde değiniliecektir. Uygulama, dampingin kanıtlanması durumunda, damping uygulayan firmanın antidamping vergileri veya denkleştirici vergiler ile karşılaşmak yerine fiyatını yükselterek damping uygulamasından vazgeçme yolunu tercih ettiği gözlenmektedir. inatçı diye adlandırdığımız damping uygulamasının ekonomik analizi aşa­ ğıdaki şekil yardımıyla yapılabilir. 'uluslararası fiyat Bu damping uygulaması, özü itibariyle, farklılaştırması' esasına dayanır. Şekilde iç pazara ait marjinal hasılat eğrisi (MHy) ile dış pazara ait marjinal hasılat eğrisinin (MHd) yatay toplamı, en sağ panelde yer alan toplam marjinal hasılat eğrisini (LMH) verir. Bu eğri ile, damping uygulayan tekelin marjinal maliyet eğrisini gösteren MH eğrisinin kesişme noktası (E) bize bu tekelin iç ve dış pazarda toplam 300 birim satarak karını maksimize edeceğini göstermektedir. Bu toplam 300 birimin ne kadarının iç pazarda, ne kadarının dış pazarda ve hangi fiyatla satılacağını bulabilmek için E noktasından yatay F F 4 4 F 4 M -------- - Td E ----------- -------- 2 2 2:MH ) O 100 iç Pazar Mx 200 O Dış Pazar 123 Mx O 300 Toplam Pazar Mx MHy ve MHd eğrilerini hangi noktalarda damping uygulayacısı tekel, yurtiçinde 100 birim, yurtdışında ise 200 birim satarak karın en çoğunu çıkara­ caktır. Dikkat edilirse, karı maksimize eden fiyat yurtiçinde 4 iken yurtdışında 3 dür. Fiyat farklılaştırması uygulayan tekel ürününü yurtiçinde daha da yüksek bir fiyatla satarken, yurtdışına daha ucuz bir fiyattan ihraç etmektedir (yani damping yapmaktadır). Dünya piyasalarında uygulanan fiyatın daha düşük olmasının nedeni, bu piyasalarda rekabetin sözkonusu olması, ihracata konu olan malın yakın ikameıerinin bulunabilmesi, bunun da talep eğrisini yurtiçi talep eğrisine kıyasla daha elastik kalmasıdır. iç pazarda talebin oldukça inelastik olması (bunun nedeni bu pazarın dış dünyadan oldukça izole olması ve taşımacılık masraflarının bu ülkeye ihracatı güçleştirmesidir) tekelin yurt-içinde daha yüksek bir fiyat uygulayabilmesini mümkün kıl­ eksene çizilen paralel doğrunun kestiğine bakarız. Şekilde çizildiği şekliyle, maktadır. Uluslararası piyasalarda fiyat farklılaştırması uygulayan bir tekelin karını maksimize edebilmesinin koşulu, yurtiçi ve yurtdışı pazarlarda elde edilen marjinal hasılatların birbirine eşitlenmesidir (yani MHy=MHd olmalıdır). Bu eşitliğin sağlanmaması durumunda (yani MHy~MHd ise), toplam kar, satış­ ların marjinal hasılatı düşük olan yerden marjinal hasılatı yüksek olan yere kaydırılması yoluyla artırılabilir. ikisi birbirine eşitlendiğinde (MHy=MHd), tekel, karlarını en çoğa çıkarmış olacaktır. 4.8. MERKEZi PLANLAMAYLA YÖNETiLEN ÜLKELER VE DIŞ TicARET Uluslararası serbest dış ticaret ilişkileri, yukarıda incelemeye çalıştığımız çok çeşitli politika araçları ve ticaret uygulamaları yoluyla engellenmektedir. Olaya bu geniş anlamı ile baktığımızda, merkezi planlamayla yönetilen ülkelerarası ticaret ilişkileri veya bu tür ekonomilerle piyasa ekonomileri arasındaki ticari ilişkiler de, uluslararası serbest dış ticareti çarpıtan uygulamalar olarak ele alınabilir. Bu tür ekonom'ilerin dünya dış ticareti açısından taşıdığı önem, son gelişmeler de gözönüne alındığında, ağırlığını bir hayli yitirmiş olsa da, konunun ele alınmasında yine de yarar vardır. . Merkezi planlı ekonomiler, fiyatların piyasa güçleri yerine hükümet direktifleri yoluyla belirlendiği ve bu nedenle de fırsat maliyetlerini ve vazgeçilen alternatifleri yansıtmadığı ekonomilerdir. Bu ekonomilerde üretim faktörlerinin ne şekilde kullanılacağına ve fiyatlarının ne olacağına, hangi mal ve hizmetlerin üretileceğine ve kimlere nasıl dağıtılacağına merkezi bir plan çerçeve- 124 sinde karar verilir. Bu ekonomilerde devlet tüm uluslararası ticaret ilişkilerini, 'devlet ticaret şirketleri' (state trading companies) diye adlandırılan kuruluşlar yoluyla düzenler. Bu sistemde hangi malların ne miktarda ithal edileceği, ulusal üretimin ihtiyacı karşılayamadığı miktar gözönüne alınarak, merkezi plan tarafından belirlenir. Bu ithalatın faturasını ödeme amacıyla hangi malların ne miktarda ihraç edileceğine de yine merkezi plan çerçevesinde devlet karar verir. Bu tür bir ticari ilişkide, karşılaştırmalı üstünlüklerin veya göreli mal fiyatlarının doğrudan bir yeri yoktur. Bu tür ekonomiler, dış ticareti, belli mal ve hizmetlerin (özellikle yüksek teknoloji gerektiren malların) ithalatını gerçekleştirmek amacıyla katlanılması gereken zararlı bir yololarak algılarlar ve bu nedenle de kendine yeterli bir ekonomik yapı oluşturmaya gayret ederler. Merkezi planlı ekonomiler arası ticaret genellikle ikili ticaret anlaşmaları (bilateral trade agreements) ve kütlesel veya blok satınalımlar (bulk pruchasing) çerçevesinde yürütülür. ikili ticaret anlaşmaları, genellikle malın malla değişimi esasına göre yürütüıür (trampa ekonomisi) ve burada her bir ülke ile ticaretin dengelenmesine özen gösterilir. Kütlesel satınalım anlaşmaları, esas olarak, bir ülkeye ait bir devlet ticaret şirketinin, başka bir ülkenin devlet ticaret şirketinden, belli bir malın belli bir miktarının belli bir süre ile satın alınmasını sağlayan anlaşmalardır. Merkezi planlı ekonomilerin, piyasa ekonomileriyle yaptığı ticarete gelince. Bu ticaret, günümüzce, toplam dünya ticaretinin yaklaşık % 4'ünü oluştur­ maktadır. Bu ticaret, nitelik olarak, genellikle gelişmekte olan ülkelerin geliş­ miş piyasa ekonomileri ile yaptığı ticarete benzer. Bu ticarette, doğu bloku ülkeleri ham madde, enerji ve emek yoğun ürünler karşılığında Batıdan genellikle high-tech: ürünler alırlar. Devletin dış ticarette bilfiil rol alması, ayrıca, merkezi planlamayla yönetilmeyip pazar ekonomisini uygulamaya çalışan bazı gelişmekte olan ülkelerin tarımsal ürün ihracatları açısından da söz konusu olabilmektedir. 125 ÖZET VE SONUÇ esas olarak, özellikle 1970'lerden sonra uluslararası ticarete vuran 'yeni korumacılık' olgusunun kökenlerini araştırmakta, günümüzde uluslararası ticarete egemen olan korumacı eğilimleri incelemekte ve bu korumacılık türünün politika araçlarının iktisadi etkilerini irdelemeye çalışmaktadır. Bu çalışma, damgasını Yeni korumacılığın nasılortaya çıktığını ve niteliklerini kavrayabilmek için 1970 öncesi ve sonrası dönemleri karşılaştırmak gerekir. 2.savaş sonrasındaki ilk 25 yıl, dünya üretim ve ticaretinin evvelce görülmemiş bir hızla geliştiği bir dönem olmuştur. Bu gelişmelerin konumuz açısından önemli olan yanı, dünya ticaretinde liberalleşme eğilimleri için uygun bir ortam yaratmış olmasıdır. Bu ortamda, GATT'ln önderliğinde gerçekleştirilen çok yanlı uluslararası ticaret görüşmeleri sonunda, özellikle tarife oranlarında önemli indirimler gerçekleştirilmiştir. Bu açıdan bakıldığında, 1948-1960 döneminin, genel çizgileri, ile, dünya ticaretinde liberalleşme eğilimlerinin güç kazandığı bir dönem olduğunu söyleyebiliriz. Bununla beraber, bu dönemde dünya ticare-tinde genelde liberalleşme yönünde adımlar atılırken, bir yandan da, özellikle bu gelişmelerin vangardı (öncüsü) konumundaki ABD'de 'gizli korumacılık' eğilimlerinin filizlendiğine tanık olunduğunu belirtmekte yarar vardır. Yeni korumacılık olgusunun tipik özelliklerinden biri olan bu çelişkili durumun, 1970'1i yıllardan sonra giderek belirginlik kazandığı görülmüş ve özellikle 1973 petrol şokundan sonra, yukarıda sözü edilen olumlu gelişmelerin tersine döndüğüne tanık olunmuştur. Ve bu tersine dönüş, gelişmiş piyasa ekonomileri diye adlandırılan ülkelerde 'yeni korumacılık' diye nitelendirilen politikaların gündeme gelmesine yolaçmıştır. 1930'ların korumacı politikalarından önemli ayrılıklar gösteren bu politikaların belirgin niteliklerinden bir tanesi de uluslararası ticaretin gelişmesinin önüne "tarife dışı dış ticaret engelleri" diye bilinen engelleri koymasıdır. Türleri binlere yaklaşan ve dünya üretim, ticaret ve refahının gelişmesini ciddi bir şekilde tehdit eden bu engellerin, Türkiye'nin de içinde bulunduğu "yeni sanayileşen ülkeler" in ihracatlarını önlediği ve günümüzde liberalleşme vagonunu bu ülkeler çekerken, yeni korumacılık olgusunun faturasının paradoksalolarak ve ülkelere ödettirildiği görülmektedir. Bu olgunun çok yönlü irdelenmesi bu açıdan önemlidir ve bu çalışma da esas olarak bunu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Çalışma macılığa dört ana bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde ülkeleri koruiten nedenler araştırılmış ve korumacılığın, ancak belli koşulların 126 gerçekleşmesi durumunda ülkenin refahını artırabileceği, bu koşulların gerçekleşmesinin büyük sanayi ülkeleri açısından daha kolayolduğu ve korumacılık lehinde ileri sürülen görüşlerin çoğunun, özünde, yanlış iktisadi temellere dayandırıldığı gösterilmiştir. Bu bölümün temel iktisat politikası öğretisi şudur: Yurt içindeki iktisadi sorunların çözümü amacıyla dış ticarete müdahale edilmemeli, sorunlara kaynağında müdahale edilmelidir. Teorinin öğretisi bu olmakla beraber ülkelerin uygulamada bu kuralı genelinde ihlal ettiklerini ve dış ticaretin engellenmesini yurtiçindeki iktisadi hastalıkları tedavi etmenin bir ilacı olarak kullandıklarını görmekteyiz. Diğer bölümlerde ulaşılan sonuçlar da gözönüne alındığında, bu aşamada şöyle bir yorum yapmak mümkün gözükmektedir: Kuramsal açıdan bakıl­ dığında korumacı politikalar, genelinde, yanlış temellere dayandırılmıştır. Serbest dış ticaret ise ülkelerin ve dünyanın refahını artırıcı etkilere sahiptir. Diğer bir deyişle, kuramsal açıdan serbest dış ticaret bir "cennet" vaadetmektedir. Bununla beraber, olaya uygulama (dünya deneyimi) açısından bakıldığında, 'serbest uluslararası dış ticaret'in, özellikle iktisaden "küçük" ülkeler açısından bir "serap" olabileceği ve eğer oyunun kuralları iyi bilinmiyorsa, tek taraflı liberalizasyonun ülkenin refahını azaltabileceği görülmektedir. Dış ticarette liberalizasyona giderken, bunun getirdikleri ile götürdüklerinin hesabının iyi yapılması, diğer ülkelerin nasıl bir uygulama içinde olduklarının iyice araştırıl­ ması ve asıl amacın dünya refahının değil, fakat ülke refahının artırılması olduğunun unutulmaması gerekir. Oyunun kuralı budur. Çalışmanın ikinci bölümünde, esas olarak çok yanlı bir ticaret anlaşması ortam hazırlayan iktisadi koşullar ele alınmış ve GATT'I~ oluşturmaya çalıştığı dünya ticaret sisteminin temel nitelikleri vurguIanmıştır. GATT'ın esas politika amacı (bir ulusu veya dünyayı oluşturan) bireylerin müşterek ekonomik 'refahlarını maksimize etmek değildir. GATT, esas amacı, ulusal devletlerin belli politik amaçlarını gerçekleştirmek veya korumak olan uluslararası yasal bir dökümandır. Çalışmada, GATT'ln temel hedeflerinin esas olarak politik hedefler olduğu, ekonomik öğelerin bu politik hedefleri kuşkusuz etkilediği gösterilmiş; GATT'ln bazı ekonomik çıkarları artırmasının sözkonusu oldUğu durumlarda ise bu çıkarların, tüketicilerin çıkarları olmaktan çok, politik açıdan daha etkili olan üreticilerin çıkarları olduğu sonucuna ulaşılmıştır. olan GATT'ın kuruluşuna GATT ilkelerinin en önemli iki tanesi, GATT üyesi ülkelerin dış ticaret ilişkilerinde birbirlerine karşı ayırım gözetmemesi koşulunu getiren 'ayırım gözetmeme' ('en çok kayırılan ülke') ilkesi ve 'karşılıklılık' ilkesidir. En çok 127 kayırılan ülke ilkesi, GATT anlaşmasının temel direği niteliğindedir ve üye ülkeler bu ilkeye hiç koşulsuz uymak zorundadil lar. Fakat uygulamada, bu ilkeye uymaktan çok uymamanın sözkonusu olduğu görülmektedir. Bu durum, GATT'a olan güveni azaltmakta ve GATT çerçevesi dışında yer alan ve uluslararası ticaret sistemini yıkıcı etkileri olan çeşitli uygulamalar (tarife dışı dış ticaret engellerinin yaygın bir şekilde uygulanmasına) kaynaklık etmektedir. Uluslararası ticarette korumacı eğilimlerin artmasına ortam hazırlayan bir diğer neden de GATT kuralllarının uygulanmasına ilişkin 'istisnalar'dır. Bu istisnalar, ifadesini çeşitli GATT maddelerinde (Madde Vi; Xi; Xii, XVi; XViii; XiX, XXi; XXIV; XXV; XViii) bulmakta ve esas itibariyle, ewelce gerçekleştirilen tarife indirimlerinden vazgeçme olanağı sağlamaktadır. Bir diğer deyişle, GATT'I oluşturanlar, bu maddeler çerçevesinde bir 'safeguards' ('himaye') kuralı geliştirmişler ve çıkarları zedelenen ve indirimlerden zarar gören sektörlere 'belli koşulların gerçekleşmesi' durumunda, yeniden koruma önlemlerine . başvurabilme olanağı tanımışlardır. Üzerinde en çok tartışılan ve bu çalış­ manın bütünü açısından esas önemli olan GATT maddesi Madde XIX'dır. Bu madde, belli bir ürünün ithalatında ani yükselmelere karşı acilen koruma önlemleri uygulanabilmesine olanak sağlamakta ve bu uygulamanın geçici bir süre için geçerli olacağı hükmünü getirmektedir (Bu madde, üründe seçiciliğe izin verir, fakat ülkeler arasında ayırımcılığa izin vermez). Uygulamada, özellikle gelişmiş ülkelerin, GATT'ln imkan tanıdığı 'istisnalar'dan genellikle yararlanmama yolunu seçtiklerini, yararlandıklarında da bu istisna maddelerinde getirilen kurallara uymadıklarını görmekteyiz. Bunun bir nedeni, bu maddelerin ifade tarzının son derece müphem oluşudur. Bu durum, GATT üyelerinin 'himaye' önlemlerini birbirlerinden çok farklı şekiller­ de uygulamaları ile sonuçlanmış, her ülke maddeleri dilediğince yorumlayıp dilediği gibi uygulamıştır. Tüm bunların sonucu, GATT'ln yaratmaya çalıştı­ ğından çok daha farklı bir dünya ticaret sisteminin yaratılması olmuştur: Yurtiçi üretime kıyasla artış gösteren her türlü ithalat artışı, uygulamada ithalatı sınırlama girişimlerine neden gösterilmiştir. Başlangıçta, geçici bir süre için uygulamaya kQnulmuş olan korumacı önlemler, dış ticaret politikalarının sürekli bir öğesi durumuna getirilmiştir. Kurallara göre, alınan himaye önlemJerinin, uygulamadan olumsuz etkilenmesi sözkonusu olan ülkelere önceden bildirilmesi gerekirken buna pek uyulmamış, tazminat verilmesinin gerektiği durumlarda da çoğu kez bir ödeme yapılmamıştır. Ayırım gözetmeme ilkesine rağmen çoğu 'himaye' önlemi, seçici bir şekilde, belli ülkelere yöneltilmiştir. 128 Ayrıca, alınan çoğu önlem esas olarak miktar kısıtlamaları şeklinde olmuştur (ki bu da Madde XI'e göre yaksaktır). Özetle, GATT kurallarına uyma konusunda 'kurallar uyulmamak için konur' anlayışı geçerli olmuştur. Tüm bu gelişmeler, sistemin, Türkiye'nin de içinde yer aldığı 'yeni sanayileşen ülkeler'in aleyhinde işlemesi sonucunu doğurmuştur. Konunun bu ülkeler yönünden taşıdığı önem nedeniyle, GATT ve AGÜ'ler konusu 2. Bölümde ayrı bir alt-bölüm olarak ele alınmıştır. Önemli olmaları nedeniyle ayrı alt-başlıklar altında incelenen diğer konular, GATT'ln sübvansiyon ve ver.giler konusuna yaklaşımı, GATT ve antidamping politikası ve GATT'da tarım ve tekstil politikalarıdır. Bu alt-bölümlerde ulaşılan önemli bulgu ve sonuçlardan bazılarını şöyle özetlemek mümkündür: - AGÜ'ler, Genel Tercihler Sistemi (GSP) ve GATT Madde XViii (B) ve XViII (C) nedeniyle özel ve ayrıcalıklı muamele görme hakkına sahiptirler. Bu ülkeler 'karşılıklılık' ilkesini uygulamak zorunda değildirler. Fakat bu ayrıcalıklar gör~­ nüşte kalmış, uygulamaya gereğince geçirilememiştir. - Ayrıca, gelişmekte olan ülkeler açısından son derece önemli olan tarım ve tekstil, GATTçerçevesine sağlıklı bir şekilde alınmamıştır ve bu konulardaki GATT kuralları yeterince emredici değildir. - GÜ'ler tarımı sanayiden çok korurlarken, AGÜ'lerin sanayiyi ~arımdan daha çok korudukları görülmektedir. Bu durum da GATT'ın 'karşılıklılık' ilkesinin uygulanabilirliğini olumsuz yönde etkilemekte ve GÜ'lerin AGÜ'ler üzerinde, sanayideki koruma oranlarını düşürme yönünde baskı yapmasına yolaçmaktadır. - Tekstil konusu Çokelyaflılar Anlaşması çerçevesinde düzenlenmektedir. Bu özel düzenlemeden amaç, GÜ'lere, ilgili sanayilerinde gerekli olan yapısal değişiklikleri gerçekleştirebilmeleri için bir 'soluk alma' olanağı sağlamaktır. Fakat uygulamada, bu 'soluk alma' döneminin bir türlü bitmediği ve düzenlemenin çeşitli kereler tadil edilerek giderek daha kısıtlayıcı bir nitelik kazandığı ve AGÜ lere yönelik ayırım gözetici uygulamaların gittikçe yoğunlaştığı görülmektedir. - Uruguay Dönemi toplantıları sırasında GÜ'ler tarafından GATT çerçevesine alınmaya çalışılan konuların da gelişmekte olan ülkelerin çıkarları ile çeliştiğini söyleyebiliriz. Bu konular, hizmetler sektörü ile ilgili uluslararası ticaret (bankacılık, sigortacılık, telekomünikasyon, bilgi işlem, yüksek teknoloji gibi), ticaret bağlantılı yatırım koşulları, taklit üretim ve entellektüel mülke ilişkin haklarla ilgilidir. Daha önce birçok konuda olduğu gibi GÜ'ler bu 129 konulardaki isteklerini de AGÜ lere dayatma çabası içinde olmuşlardır. - GATT Madde XVı'4, birincil ürünler dışındaki ürünlere ihracat sübvansiyonu verilmesini yasakl2.mış olmakla beraber, kalkınmakta olan ülkeler GATT'ln bu maddesine katılmamışlardır. - GATT kuralları, sübvanse edilen yabancı ihracata karşı, ithalatı yapan ülkeye, belli koşullara bağlı olarak, ithalatı üzerine telafi edici vergi koyma hakkını tanımaktadır. Yabancıların verdiği sübvansiyondan (bu bir üretim veya ihracat sübvansiyonu olabilir) bir ihracat sektörünün zarar görmesi durumunda ise, olumsuz etkilenen ülke, GATT kurallarına göre, yalnızca ve eğer GATT Sübvansiyon Komitesi tarafından yetkilendirilirse karşı önlem alabilmektedir. Bu durum, gelişmekte olan ülkeler açısından bir haksız rekabet ortamı yaratabilir ve ihracat pazarlarının ve gelirlerinin azalması sonucunu doğurabilir. - GATT Sübvansiyon Kodu'ndaki ifadeler, gelişmiş ülkelerin devlet sübvansiyonlarını savunmalarına ortam hazırlayıcı bir ifade tarzına sahiptir. GÜ'lerin bu durumdan yararlanarak konuyu suiistimal ettikleri sık rastlanan durumlardandır. .- GATT Madde Vi, iç piyasada dampinge konu olan mallara karşı ithalata getirilmesine olanak sağlamaktadır. GATT Antidamping Kodu'nda, damping uygulamasına açıkca karşı çıkılmakla beraber, "antidaınp­ ing uvgulamalarının, uluslararası ticaret üzerinde haklı gösterilemeyecek bir engeloluşturmaması gerektiği" de açıkca ifade edilmektedir. ATın antidamping yasası, GATT Antidamping Kodu'nun lafzı ve ruhu ile uyum içindedir. Bu yasa ayrıca, antidamping uygulamalarının, uluslararası ticareti azaltma tehlikesine karşı ek bazı önlemler de getirmektedir. Bu yasada, AT üyesi ülkelerin değil, bir bütün olarak ATın çıkarları savunulmaya çalışılmaktadır. Yasaya göre, damping in neden olduğu ileri sürülen hasarı kanıtlama görevi ithalatçıya aittir. Damping konusu, suiiS'1imale son derece açık bir konudur ve uluslararası ticaretin en çok tartışılan konularından biridir. sınırlamalar Çalışmanın 3. bölümünde, 1960'Iı yıllardan beri varolan ve 1970'Ii yıllardan başlayarak dozu giderek artan 'Yeni korumacılık' olgusunun yasal ve ekonomik kökenlerine inilmeye çalışılmıştır. Bu yapılırken, yeni korumacılık açı­ sından ülkeler "etkileyen" ve "etkilenen" diye iki gruba ayrılmış ve yeni korumacılığın kökenleri ABD, AT ("etkileyen ülkeler") ve yeni sanayileşen ülkeler ("etkilenen ülkeler") açısından ayrı ayrı ele alınmıştır. Bu bölümde ulaşılan sonuçlardan bazılarıni şu şekilde özetleyebiliriz: - ABD, GATT öncülüğünde gerçekleştirilen çok yanlı tarife indirimleri 130 görüşmelerinde en aktif üye rolünü üstlenmiş olmakla beraber, ilk yeni korumacılık önlemlerinin ABD'de başladığı görülmektedir. Burada açık bir çelişki olduğu kuşkusuzdur. Bu çelişki, ayrıca yeni korumacılığın önemli bir niteliğine ışık tutmaktadır: ABD görünürde serbest ticaretin öncüsü ve savunucusu rolünü oynadığı için, ABD'nin uyguladığı korumacı ülkeler klasik koruma C't(açlarını içermemektedir. Bu araçlar, tespit edilmesi güç araçlardır. Bu araçların sayısı binlere ulaşmakta ve diğer gelişmiş ülkelerde de yaygın bir kullanım alanı bulmaktadır. - ATa üye ('ılkeler, Roma Antlaşmasının serbest dış ticareti öngören hükümlerine karşın, çeşitli yollarla koruyucu stratejiler geliştirmişlerve uygulamaya knyabilmişlerdir. Bu konuda, üye ülkelerin homojen bir yapı oluştur­ duğunu söylemek mümkün değildir. AT üyesi ülkeler, ithalatın ekonomileri için tehlike oluşturduğunu hissettikleri anda Roma Antlaşmasının 115. maddesine başvurmakta ve ithalatı engellemekte tereddüt etmemektedirler. Topluluk dışı ülkelere karşı uygulanan korumacı önlemler, ayrıca, ithalatla ilgili Ortak Mevzuatın 12. maddesinin 2.paragrafl tarafından da teşvik edilmektedir. "idari Korumacılık" diye adlandırılan korumacılık yöntemi de ATda yaygın bir kullanım alanı bulmakta ve AT üyesi ülkeler, bu tür korumacılığı engellemeye çalışan GATT Standartlar Kodu'nu görmezlikten gelmektedirler. - Yeni korumacılığın en belirgin özelliklerinden bir tanesi, sınırlı say'ıda sek~ törle, daha doğrusu sınırlı sayıda ürünle (tekstil, elektronik aletler, ayakkabı, gemi inşa, çelik, otomobil gibi) ve bu ürünleri ihraç eden sınırlı sayıda ülke ile (özellikle Japonya ve YSÜ'ler) sınırlı kalmış olmasıdır. Bu olgunun bir diğer niteliği de şudur. "Çeşitli ülkelerde uygulanan korumacı önlemlerin birbirine benzer olması, bu önlemlerin, bu ülkelerin kendilerine özgü bazı sorunların­ dan değil, benzer ekonomik yapılara sahip sanayi ülkelerini etkileyen glöbal düzeydeki bazı güçlerden kaynaklandığına işaret etmektedir". (Bergsten ve eline, 1983, s.70). Çalışmanın 4. Bölümünde yeni korumacılığın politika araçlarının (tarife dışı dış ticaret engellerinin) ekonomik etkileri incelenmiştir. Türleri binlere varan tarife dışı engeller (TDE), önce "doğrudan" ve "dolaylı" TDE olarak ikiye, daha sonra da miktara ilişkin olanlar, mali olanlar ve idari olanlar şeklinde üçe ayrılmıştır. Bu araçlardan teorik analize elverişli olanlar önce teorik analize tabi tutulmuş, daha sonra da, bu araçların kullanımına ilişkin dünya deneyimi, yani uygulamada bu araçların çeşitli ülke veya ülek grupları tarafından ne şekilde, hangi sektörlerde ve hangi yaygınlıkta kullanıldıkları konusu, teorik analizi tamamlar bir şekilde ele alınmıştır. 131 Dördüncü bölümde mümkündür: ulaşılan sonuçlardan bazılarını şu şekilde özetlemek - Ulusal üretimin bir tarife uygulaması yoluyla artırılabilmesi ancak kaynakların etkin dağılımının bozulması ve ekstra kaynak maliyetlerinin yüklenilmesi pahasına gerçekleştirilebilecektir. Tarife uygulaması, ayrıca, korunan sektördeki faktör gelirlerini de etkileyecek ve ülkede kıt olarak bulunan üretim faktörünün getirisinin reelolarak artmasına yolaçacaktır. - Fiyat mekanizmasının işleyişi, kaynakların etkin dağılımı ve dinamik etkiler açısından tarifeler kotalardan üstündür. - Ulusal üretimin artırılabilmesi açısından, üretim sübvansiyonları, tarifelerden daha dolaysız bir politika aracıdır ve iktisadi açıdan tarifelere üstündür. Bununla beraber, tarifelerin fon yaratıcı, sübvansiyonların ise fona gereksinme gösteren bir araç olduğunu da unutmamak gerekir. - Gönüllü ihracat sınırlamaları, (GiS), kotalara bEmzer ekonomik etkilere sahiptir. Bununla beraber, GiS durumunda gelir, ulusal ithalatçıya veya devlete doğru değil, yabancı ihracatçıya, yani yurtdışına doğru yeniden dağıla­ caktır. Bu nedenle, GiS'in neden olduğu bu gelirin yeniden dağılımı olgusunu, uygulamanın bir ekstra maliyeti olarak yorumlamak gerekir. ilginçtir ki, bu olumsuzluklarına karşın GiS uygulamaları uluslararası arenada giderek yaygınlık kazanmaktadır. Bunun nedeni, GiS'in, GATT çerçevesi dışında olması ve ülkelerin, GATT'ln zorunlu kıldığı 'karşılıklılık' yükümlülüklerini yerine getirmelerine gerek bırakmamasıdır. - Tarife-kota uygulamalarının yaygınlık kazanmasının en önemli nedeni, Genel tercihler sistemi (GTS) olarak adlandırılan uygulamalardaki gelişmeler­ dir. Bu yolla, GÜ'ler pazarlarını AGÜ'lere bir dereceye kadar açmaktadırlar. Bununla beraber, GTS çerçevesinde uygulama alanı bulan tarife-kotaların AGÜ'lere yarar sağladığı konosu tartışmalıdır. - ihracatın sübvanse edilmesinin esas mantığı, karşılaştırmalı olarak dezavantaja sahip olan sektörlerin himayesi yerine, ithalatı ikame eden sektörlerde istihdam dışı kalan kaynakları, karşılaştırmalı olarak daha avantajlı olan ihracat sektörlerine kaydırmaktır. Burada sübvanse edilen, ihracata konu olan malın yurtiçi üretimi değil, ihraç edilen kısmıdır. ihracat sübvansiyonu, aslında bir nevi damping uygulamasıdır. - Uluslararası anlaşmalara göre yasalolmamakla beraber bir çok ülke, gizli veya yarı gizli yollarla ihracatlarını sübvanse etmekte ve bu amaçla çok çe-şitli araçlar kullanmaktadırlar (ihracat sübvansiyonlarının GATT kurallarınca 132 yasaklanmasının nedeni 'haksız rekabet'e yolaçmasıdır). - ihracatçı ülkelerin ihracatlarını sübvanse etmesi, ithalatçı ülkede tüketicileri ödüllendirirken üreticileri cezalandırılacaktır. Net etki, ithalatçı ülkenin refahının artmasıdır. Bu refah artışı, ihracatçı ülke vergi mükelleflerince finanse edilmektedir. - GATT kuralları, ihracat sübvansiyonlarından zarar gören ülkelerin ithalatları üzerine telafi edici (denkleştirici) vergi koymalarına olanak tanımaktadır. - GATT, sınai ürünlere sağlanan ihracat sübvansiyonlarını açıkca yasaklarken, tarımsal ürünlere ilişkin bu tür bir açık yasaklama yoktur. çoğu sanayileşmiş ülke (AT, ABD, Japonya gibi), tarım sektörlerini yoğun bir şekilde desteklemektedirler. Bu desteğin bir nedeni de, gelişmekte olan ülkeler üzerinde politik baskı uygulamaktır. Görüldüğü gibi, GATT kuralları, GÜ'lerin karşıl.aş­ tırmalı üstünlüğe sahip olduğu sanayi üretiminde ihracat sübvansiyonu verilmesini yasaklayarak AGÜ'lerin bu sektörü subvanse etmesini engellerken, AGÜ'lerin karşılaştırmalı üstünıüğe. sahip olabileceği tarımsal üretimde sübvansiyona olanak tanıyarak, GÜ'lerin tarımsal üretimlerini artırabilmelerine ve bu yolla AGÜ'ler üzerinde baskı oluşturabilmelerine ortam hazırlamaktadır. - Evvelce de ifade edildiği gibi, sübvansiyonlar, kaynak yaratan deği, bir gereksinme duyuran politika araçlarındandır. Sübvansiyonların toplam değeri bize, toplanması gereken vergi hasılatı konusunda bir fikir verecek; vergi hasılatı artırılamıyorsa, belli alanlara sübvansiyon verilmesi, ancak, devletin başka alanlara verdiği hizmeti azaltması pahasına gerçekleştirebilecek­ tir. Sübvansiyonlar için kaynak yaratılmasının belli bir maliyeti vardır. Vergi oranı arttıkça, vergi hasılatı sağlamanın, dolayısıyla da sübvansiyonların, marsinal refah maliyeti de artacaktır. Yapılan çalışmalar, ABD'de vergi hasılatını $1 daha artırabilmenin marjinal refah maliyetinin $ 1.15 ile $ 1.50 arasında değiştiğinin ve vergi oranları daha yüksek olan AT ülkelerinde bu maliyetin çok daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, sübvansiyon talebinde bulunurken, bu noktanın da akılda bulundurulması gerektiği unutulmamalıdır. Sübvansiyonların uygulamadaki önemine ilişkin istatistiki, bilgilerde ulaşılan sonuçları da ana çizgileri ile şu şekilde özetleyebiliriz: kaynağa Olaya, tüm sektörlere sağlanan toplam sübvansiyonların GSYiH içindeki payı açısından yaklaştığımızda, OECD ortalamasının 1970'Ierin başında % 1.1 olduğunu, bu oranın 1980'Ierin başından itibaren yükselmeye başlayarak % 1.6'ya yükseldiğini görmekteyiz. ABD ve Japonya'nın ortalamanın altında yer alması ilginçtir. Almanya, Fransa, italya ve Birleşik Krallık ise, sübvansiyon 133 üzerinde kaynak ayıran ülkeler olarak gözükmektedir. Komşumuz Yunanistan'ın sübvansiyonlara ayırdığı kaynak ise OECD ortalamasının bir hayli üzerindedir. Yunanistan, GSYiH'nın % 6.6 sını sübvansiyonlara ayırmaktadır. Türkiye'nin subvansiyonlara a~/ırdığı pay ise devamlı olarak OECD ortalamasının altında seyretmiştir. Diğer bir ilginç nokta da, OECD ülkeleri genelinde sübvansiyonların GSViH içindeki payı yükselme eğilimi gösterirken, Türkiye'de bu payın düşme eğilimi göstermekte oluşudur. OECD ortalamasının - Olaya, sübvansiyonların sektörel dağılımı açısından baktığımızda, GÜ'lerde sanayi sektörünün, genel tarım sektöründen daha düşük oranlarda sübvanse edildiğini görmekteyiz. Oran olarak durum böyle olmakla beraber, GÜ'lerde tarım sektörünün toplam GSViH içindeki payı bir hayli düşük olduğu için, sanayi sektörüne tahsis edilen toplam kaynak miktarının tarıma ayrılan kaynak miktarından daha büyük olduğunu söyleyebiliriz. - çoğu ülkede sanayi sektörüne sağlanan sübvansiyonlarla ilgili bilgi yoktur, olan bilgiler de bir hayli düzensiz ve eskidir. ABD ve Japonya'nın sanayi sektörünü çok .düşük oranlarda destekledikleri görülmektedir. Birleşik Krallıkta ve Y. Zelanda'da tüm sübvansiyonlar yanında sınai sübvansiyonların da, devletin ekonomiye müdahalesinin azaltılması programı çerçevesinde düşme eğilimine girdiği izlenmektedir. isveç, irlanda ve Norveç ise sanayi sektörlerini diğer ülkelerden bir hayli yüksek bir oranda desteklemektedirler. - Olaya, sanayi sektörüne verilen sübvansiyonların toplam devlet harcamaları içindeki payı açısından baktığımızda, en düşük oranın ABD'de olduğu görülmektedir. (ABD'de sınai subvansiyonların toplam devlet harcamaları içindeki payı 1970-74 döneminde % 0.7 iken bu oran 1985-86 döneminde % 1.2'ye çıkmıştır). Almanya, italya, Fransa ve Birleşik Krallıkta bu oran ABD'nin bir hayli üzerindedir. - Vapılan çalışmalar, AT'de verilen sınai sübvansiyonların ortalama % 65 inin 'alt-sektör spesifik' amaçlarla verildiğini, % 15.6'slnın bölgesel kalkın­ maya yönelik olduğunu, küçük ve orta ölçekli sanayiye giden payın ortalama % 4.3, araştırma-geliştirmeye (A&G) giden payın ise % 5.2 düzeyinde bulunduğunu gös.termektedir. EFTA ülkelerinin A&G'ye ayırdıkları payın, AT ortalamasının yaklaşık üç katı olması ilginçtir. ..~ Olaya imalat sanayiinin sübvansiyonu açısından baktığımızda, 1981-1986 döneminde, o dönemde AT üyesi olan 10 üikede, imalat sanayiine sağlartan devlet desteğinin sektörel GSViH içindeki payının ortalama % 5.1 olduğunu görmekteyiz. Bir diğer deyişle devlet, bu dönemde imalat sanayiini,'bu sana- 134 yide yaratılan GSYiH'nın % 5.1 'i oranında desteklemiştir. Araştırmalar, AT'da imalat sanayiine sağlanan devlet desteğinin 1986 yılından sonra (Yunanistan dışında) azalma eğilimine girdiğini göstermektedir. EFTA ülkelerinde ise, sözkonusu oranın 1984-87 döneminde % 1.8 olduğu hesaplanmıştır (Ülke grupları arasında karşılaştırma yaparken ihtiyatlı olmak gerektiğini burada anımsa­ talım. Buııun nedeni, OECD, AT ve EFTA kaynaklarında sübvansiyonların gerek kapsamının gerekse hesaplanma yönteminin birbirinden bir hayli farklı olmasıdır. Örneğin, OECD tanımı, sübvansiyonu dar anlamı ile aldığından, OECD ülkelerine ilişkin oranlar, AT ve EFTA oranlarından daha düşük çıkmak­ tadır). - Yapılan çalışmalar, gerek AT (Almanya ve Portekiz hariç) gerekse EFTA ülkelerinde imalat sanayiinde en önemli sübvansiyon aracı olarak hibelerin kullanıldığını göstermektedir. Hibelerin toplam içindeki ağırlığı AT'da % 49, EFTA'da % 58 dir. Vergi muafiyetlerinin toplam içindeki ağırlığının ise AT'da % 30 olduğu görülmektedir. Hibeler.in büyük bir oranının, üretimi desteklemekten çok sermaye oluşumuna katkıda bulunmak üzere verilmesi ilginçtir. AT ülkelerinde düşük faizli kredilbrin toplam içindeki payının % 8, EFTA'da ise % 18 olduğu hesaplanmıştır. Ortalamalar bu şekilde olmakla beraber, ülkelerin araçları farklı yoğunluk ve yaygınlıkta kullanıldıklarını unutmamak gerekir. Olaya, ihracata sağlanan sübvansiyonlar açısından yaklaştığımızda, şun­ ları söylemenin mümkün olduğu görülmektedir: - ABD ve Japonya, 1952-1990 döneminde, gayri safi yurt içi hasılalarından ihracatın subvansiyonuna en az payayıran ülkeler olarak göze çqrpmaktadırlar. ABD, GSViH'slnın 1952 yılında % 0.11 'ini ihracat sübvansiyonlarına ayırırken, bu payın 1980'de % 0.43'e yükseldiği, aynı oranların Japonya için % 0.79 ve % 1.32 olduğu görülmektedir. ihracat sübvansiyonlarının GSYiH'ya oranının 1952-1980 döneminde tüm belli başlı sanayi ülkelerinde artı'] gösterdiği gözlenmiştir. . - 1986-1988 döneminde AT ülkelerinde ihracat sübvansiyonlarının toplam sübvanı;>iyonlar içindeki payının ortalama % 6, EFTA "'Qlkelerinde ise % 9 olduğu hesaplanmıştır. Ortalamalar böyle olmakla beraber, ülke uygulamalarının çok farklı olduğu gözlenmiştir. Örneğin Almanya, Hollanda ve Portekiz'de ihracata verilen sübvansiyonların toplam sübvansiyonlar içindeki payı % 1 kadar düşük iken bu payın Yunanistan'da % .29, irlanda'da % 28 ve isviçre'de % 21 olduğu görülmektedir. 135 - ihracat kredi sübvansiyonlarının OECD ülkelerinde sınai sektörler ara1979-1985 döneminde bu sübvansiyonlardan en büyük payı enerji, taşımacılık ve inşaat sektörlerinin aldığı ve dönem boyunca taşımacılık sektörünün payının arttığı görülmektedir. sındaki dağılımı incelendiğinde, Tüm bu söylenenlerden sonra son söz olarak şunları söylemek sanırım pek de yanlış olmayacaktır. Tanınmış iktisatçı Henry George'un ifade ettiği gibi, barış dönemlerinde korumacı politikalar izlemek, savaş dönemlerinde düşmanlarımızın bize vermek istedikleri zararları kendi kendimize vermemiz sonucunu doğuracaktır. Bu görüş özü itibarıyle doğrudur. Bununla beraber, korumacı politikaların, yani ulusal sanayilerin ve tarımın dış rekabete karşı korunması arzusunun kökeninde esas olarak yapısal dengesizliklerin yattığı da bir gerçektir. Bu dengesizlik, ülkelerarası bir yapısal dengesizliktir ve bu dengesizlik arttıkça korumacılığın da artacağını söylemek bir keh€met olmayacaktır. Bir diğer deyişle, uluslararası arenada ticaret partnerleri arasında çeşitli sektörlerdeki verimlilik artış hızları farklılık gösterdikçe ve yapısal uyum yönünde alınan önlemlerin sonuçlarının alınması uzun zamana yayıldıkça, korumacı önlemler, en azından kısa dönemde, karşılaşılan sorunların üste- . sinden gelmenin tek çıkar yolu olarak algılanacaktır. Dolayısıyla, burada söylenebilecek tek şey, dengesizliğin boyutu ve dozu değiştikçe, korumacılığın da nitelik değiştireceği ve fakat varolmaya mutlaka devam edeceğidir. Bu nedenle, dış ticaret politikaları oluşturulurken, politika yapımcılarının olaya bu açıdan bakmalarında sanırım sayısız yarar vardır. Uluslararası ticaretin politik bir yönünün de olduğu unutulmamalıdır. Liberalizasyonu savunmak başka şeydir, ülke çıkarlarını savunmak başka. Bu yönde adımlar atılmasının dünya refahına katkıda bulunacağı kesindir. Fakat bu, ulusal çıkarların savunulmasının önüne geçmemelidir. Liberalizasyon uygulamasına çok hızlı ve ön hazırlıksız gidilmemeli, ulusal sanayi dampingli ithalat konusunda olduğu gibi haksız rekabete karşı korumasız bırakıımamalı ve ulusal sanayii korumanın ve teşvik etmenin yolları aranmalıdır. Oyunun kuralları bunu gerektirmektedir. 136 YARARLANıLAN KAYNAKLAR Adlung, R., 'Non-Tariff Barriers and The Uruguay Round'; Intereconomics, Jan/Feb, 1990, ss. 24-27. Aho, C.M. ve Aronson, J.D., Trade Talks: America better Listen! New York: Council on Foreign Relations, 1985. Altvater, E., 'Structural Change in the World Economy and Forms of Protectionism! Intereconomics, Nov./Dec. 1988, ss. 286-296. Anderson, K. ve Hayami, Y., The Political Economy of Agricultural Protection, Boston: Alien and Unwin, 1986. Arslan, i. ve Wijnbergen, S., 'Export Incentives, Exchange Rate Policyand Export Growth in Turkey' Balassa, B., 'Subsidies and Countervailing Measures: Economic Considerations'. Journal of World Trade, 1989, NO.23. ss. 6379. Balassa, B. ve Sharpston, M., Export Subsidies by Developing Countries: Issu es of Policy, Commercial Policy Issues, NO.2. (Geneva, Graduate Institute of International Studies, 1977). Baldwin, R., Trade Policy in a Changing World Ecohomy, The Universty of Chicago Press, 1988. . \ Baldwin, R. ve Murray, T., 'MFN, Tariff Reductions and ~DC Benefits Under the GSP', Economic Journal, LXXXVII, 1977, ss. 30-46. Barkema, A. et. aL., 'Agriculture and the GATT: A Time for Change', Economic Review, Feb. 1989, ss. 21-42. Bergsten, C.F. ve Cline, W.R., Trade Policy in the 1980s, Washington D.C., Institute for International Economics (Policy Analyses in International Economics 3.), 1983. Berksoy, T., Uluslararası Tekstil ve Hazır giyim Ticareti ve Türkiye'nin Konumu; Türkiye Tekstil Sanayii işverenleri Sendikası Yayını, istanbul, 1991. Bickerdike, C.F., 'The Theory of Incipient Taxes', Economic Journal, XVi, 1906, ss. 529-35. Chatterjee, P, 'GATT Deadline Looms', Development Forum, Sept. Oct. 1990. VoI.XVIII, NO.5. 137 Cline, W.R., 'Reciprocity': a new appoach to world trade policy? 'Trade policy in the 1980s', ed. W.R.Cline, Washington, D.C.; Institute for Int. Econ. 1983. içinde. Cline, W.R., 'Macroeconomic Influences on Trade Policy' AER, Papers and Proceedings, Mayıs 1989, ss. 123-127. Corden, W.M., Th.:ı Theory of Protection (Oxford, The Clarendon Press, 1971). Davenport, M., 'The Economics of Antidumping and the Uruguay Round', Intereconomics Nov/Dec. 1990, ss. 267-273. Ford, R. ve Suyker, W., 'Industrial Subsidies in the OECD Economics', OECD Economic Studies, No. 15, Autumn, 1990, ss. 37 - 81 GATT, 1986, GATT: Ministerial Decleration on the Uruguay Round, GATT Press Release, 25 September, 1986. Hochstrate, H.J. ve Zeppernick, R., 'Distortions tn World Trade: Recent Developments', Intereconomics, Nov/Dec. 1988, ss. 261-267. (Ayrıca, Economics, Vol. 41, 1990 içinde). Hufbauer, G.C., 'Subsidy Issues after teh Tokyo Round, TradE: Policy in the 1980s, Ed. by W.R. Cline, 1983 içinde. Karluk, S.R., 'Serbest Piyasa Ekonomilerinde Sübvansiyonlar ve Dünya, 26-27-28 Haziran 1990. Sonuçları', Kierzkowski, H., 'Protection and Competition in International Trade, Essays in Honor of W. M. Corden, Basil Bl.ackwell, 1987. Laird, S. ve Yeats, A, 'Trends in Nontariff Bamiers of Developed Countries, 1966-1986', Wehtwirtshaftliches Archiv, Band 126, Heft 2, 1990, ss. 299-325. Lang, F.P., 'Does the New Protectionism Really Harm All Trading Countries? Intereconomics, Jan/Feb. 1989, ss. 12-16. Lloyd, P.J., 'Trade Policies and Their Impact on Individual Economies', Economic Adjustment: Poiicies and Problems, Ed. by Frank Holmes, IMF, 1987, ss. 8 - 29. Messerlin, P.A, (Antidumping Laws and Developing Countries', The World Bank International Economics Department, Working Papers NO.16, Washington, June 1988.. Messerlin, P,A, 'The EC Antidumping Regulations: a First Appraisal', Weltwirtshaftliches Archiv, Vo1.125, No.3, 1989, ss. 563-587. 138 Murray, T., Trade Pereferences for Developing Countries, London, Macmillan, 1977. Nicolaides, P., 'Safeguards and the Problem of VER's., Intereconomics, Jan/Feb. 1990, ss. 18-24. Nicolaides, P., 'Antidumping Measures as Safegurads: The Cas e of the EC', Intereconomics, No/Dec. 1990, ss. 273-279. Pearce, J. ve Sutton, J., 'Protection and Industrial Policy in Europe', The Royal Institute of International Affairs, Routledge and Kegan Paul, Londan 1985. Runge, C.F., 'The Assault on Agricultural Protectionism', Economic Impact, No.66, 1989, ss. 4-11. Salvatore, D., International Economics, Second Edition, Macmillan Publishing Company, 1987. Salvatore, D., 'A Model of Dumping and Protectionism, in the US' Weltwirtschaftliches Archiv, Heft 4, 1989, ss. 763-781. Salvatore, D., International Economics, Third Edition, Macmillan Publishing Company, 1990. Sampson, G.P. ve Snape, R.H. 'Identifying the Issues in Trade In Services', The World Economy 8, 1985, ss. 171-181. Schoft, J.J., 'US-Canada Free Trade: Implications for the GATT', Finance and Development, 1988, ss. 43-49. Share, M., 'Government Interventions in Agriculture', (National Policies and Agricultural Trade' adlı kitabın eleştirisi), The Journal of Agricultural Economics Research, vo1.41, No.3, Summer 1989, ss. 4142. Soon, C., 'Comment', 'Trade Policies and Their Impact on Individual Economies', Economic Adjustment: Policies and Problems, Ed. by Sir Frank Holmes, IMF, 1987 içinde ss. 30 - 33 Tan, A., 'Payments Imbalances, Sudden Surges and Safegurads', The World Economy, Vo1.12, No.3, 1989. Tang, X., 'Textiles and the Uruguay Round of Multilateral Trade Negotiations', Journal of World Trade, June 1989, ss. 51-68. Tumlir, J., 'Protectionism: Trade Policy in Democratic Sccieties', AEI Study, No.436, 1985. 139 Valdes, A, 'Agriculture in the Uruguay Round: Interests of Oeveloping Countries', The World Bank Economic Review, Vol. 1, No.4, Sept. 1987, ss. 571-593. Walter, 1., 'Non Tariff Potaction Among Industrial Countries: Some Preliminary Evidenee', Economia Internazionale, XXV, 1972. ss. 335354. Wiedemann, R., The Anti-Oumping Policy of the European Commuities, Intereconomics, January/February 1990, ss. 28-35. Wolf, M., 'Why Voluntary Export Restraints? An Historical Analysis', The World Economy, Vo1.12, NO.3, 1989, ss. 273-291. Yarbrough, B. V. ve Yarbrough, R.M., The World Economy: Trade and Finance, Second Edition, The Oryden Press, 1991. Zupnick, E., 'Ec-US and 1992: A Prelude to Trade Wars?' European Affairs, 2/1989 Summer, ss. 111-120. 140 KAVRAM DiziNi A- D- Damping, 15, 123-125 - Arızi Damping, 123 - inatçı Damping, 123 - Saldırgan Damping, 123 - Devlet Ticaret Şirketleri, 125 - 127 - Devlet Satınalım Politikaları, 66, 117 118 Alpar ve Ongun, 17 - ABD - Kanada Serbest Ticaret Anlaşmasl,32 - Adil Ticaret (FairTrade), 36, 51,59,62 Aho ve Aronson, 51 Altvater, E., 53 Anderson ve Hayami, 45 Antidamping Politikası, 39 AT Antidamping Yasası, 40 Antidamping Vergileri, 42 Ayırırncı Devlet Satınalımları, 117-118 Ayırım Gözetmeme ilkesi, 20-22,42 AT Komisyonu, 41, 69 AT Konseyi, 41,69 A&G,105 E- En çok Kayırılan Ülke iıkesi, 20-22, 42, 73 - Escape Clauses, 26, 30, 57 - Eximbank, 98 - Export Enhancement Programı (ABD),103 F- FikriMülkiyet Hakları, 48,51 - 'Free Rider' Sorunu, 21 - 22 - Ford ve Suyker, 105, 109 B- Balassa, B., 54 - Balassa ve Sharpston, 97 - Baldwin, R., 19, 21, 23, 24, 27, 27,28,35,60 - Barkema, A, 17, 44 Bergsten ve Cline,71 Benzer Ürün (Like Products), 41 Bickerdike, C.F. - Bretton Woods, 60 - Baldwin ve Murray, 94 Buy American Act - Blok Satınaıımıar, 125 - G- GATT, 17 - 53 c- - Cairns Grubu, 31 Chattersee, P., 32, 36 Cline, W.R., 22, 60, 62 Corden, W.M., 87 CAP, 43 - Toplantıları, 18 - Maddeleri, 26 - 27 Temel ilkeleri, 20 istinalar, 25 - 30 Sübvansiyon Komitesi, 35 Antidamping Kodu, 40, 41 Anlaşmazlıkları Çözme Sistemi, 148, 51 Genel Tercihler sistemi (GSP), 30, 93 Gönüllü ihracat sınırlamaları (GiS), 18, 21,22,61,64,66, 71, 89 - 91 Garantiler, 116 George, H., 15 Greenaway, D., 30, 74 H- ç- - Havana Charter, 20 - Heckscher - Ohlin - Samuelson Modeli,78 - Hizmetler Sektörü, 49 - Çok Elyaflılar Anlaşması, 43, 46, 47, 70 141 p- - Hibeler, 115 - 116 - H och strat e ve Zeppernick, 69, 73 - Hufbauer, 21, 104 - Peril Point Önlemleri (ABD), 57 R- i- - Roma Antlaşması, 63, 66, 69 - ihracat Sübvansiyonlan, 22, 40, 97 -117 - ihracat Kredi Sübvansiyonla.rı, 115 - idari ve Teknik Dış Ticaret Engelleri, 66,118 -121 - imalat Sanayii'nin Sübvansiyonu, 113-115 - ikili Ticaret Anlaşmaları, 126 5Salvatore, D., 56, 98 - Sampson ve Snape, 49 - Soon, C., 53 - Safeguard Provisions, 25, 27, 48 Smoot - Hawley Tarife Yasası (ABD), 20,56 - Sanayi Sektörünün Sübvansiyonu, 110-115 - Sübvarısiyon Alana Sağlanan Net Yarar Olçüsü, 106 .. Sübvansiyonda 'Net Maliyet' Olçüsü, K- Karşılıklılık ilkesi, 22 - 24, 30, 45, 61 Karteller, 121 - 122 Kotalar, 83 - 89 Kısa Dönemli Pamuklu Dokuma Anlaşması, 46 .. Kendini Sübvanse Eden Uretim Sübvansiyonu, 96 - 97 . Karşılaştırmalı Üstünlükler Ilkesi, 11 Koopman, G P., 65 Krugman, 34 106 Sübvansiyonlar / GSMH Oranı, 107 - Sübvansiyonların Sektörel Dağılımı, 107 -109 - Sübvansiyonlarve Bütc,.e, 110 -112 Sübvansiyon Araçları, 112 - 115 T- Tarifeler, 77 - 89 - Bilimsel Tarife, 12 ihracat Tarifeleri, 77 ithalat Tarifeleri, 77 Ad Valorem Tarifeler, 77 - Pazarlık Tarifeleri, 15 - Spesifik Tarifeler, 77 - Tarım Sektörünün Sübvansiyonu, 43-45 - Tarife - Kotalar, 91 - 94 - Telafi Edici (Denkleştirici) Vergi, 39 - Trigger - Price Mechanism (ABD) - Ticaret Anlaşmaları Yasası (ABD, 1934), 56, 58 Ticareti Genişletme Yasası (ABD, 1962),57 - Ticaret Reformu Yasası (ABD, 1974), 58 Ticaretle ilişkili Yatırım Koşulları, 48, 50 - Taklit Üretim (Counterfeiting), 49 - Tan, A., 48 . - Tang, X., 46 - Ticaret Önlemlerine Ilişkin Veri Tabanı (UNCTAD),73 L~ Laird ve Yeats, 73,75 - List, F., 52 - Liebermann, 63, 67, 68 M- Maddi Zarar (Material injury), 37 - Menşe ilkesi, 38 Marjinal Sübvansiyon Oranı, 105 Merkezileştirilmiş Kartel Merkezi Planlı Ekonomiler, 125 -126 Messerlin, PA, 40 - Murray, T., 94 N- Nicoladies, P., 28,29 0Optimum Tarife, 11 - O{talama Sübvansiyon Oranı, 106 142 u- - Uluslararası Ticaret Örgütü - Uruguay Raund, 18,31, 32, 48 - Uzun Dönemli Pamuk Dokuma Anlaşması, 46 - Jluslararası Mal Anlaşmaları, 120 - Uluslararası Fiyat Farklılaştırması (Damping), 123 -125 - Uluslararası Ticaret Komisyonu ü- - Üretim Kaybı / Tüketim Kaybı, 79,81,85,92, 99 - Üretim Sübvansiyonları, 14, 19 v- - Varış Ülkesi ilkesi, 38 - Vergi Muafiyetleri, 114 - Valdes, A., 45 w- Wa~er, 1., 31,74 - Weidemann, R., 18, 40 - Wolf, M., 22 y- Yavru Sanayi Tezi, 12,13 Yeni Sanayileşen Ülkeler, 55, 69 - 72 Yeni Korumacılık, 11 Yerel Malzeme Kullanma Koşulları, 50 Yarbrough ve Yarbrough, 103, 104 z- Zupnick, E. 143 Ke-\1kAYaJ15 - - - - ._--~-?" Hizmetleri Basım Yayın Klodfarer Caddesi Dostluk Vurdu SokNo. 8/5 Çemberlitaş/iSTANBUl Tel: 516 29 84 Fax: (90-1) 516 29 93 " İSTANBUL TİCARET" gazetesi size neler kazandırır? İs ta nbul Ticaret Od as ı 'nın yay ın organı olarak her haft a Çıkın ak t~ olan " İ stan bul Ticaret" gazetesi, * Ulusal ve ulu s l araras ı ticarete i liş ki n, en son gelişmele ri veren haberleri , * Mevzuata * Yurt gelen * Sektör ve ülke ilişkin aç ıklam a ve yoruml arı , dış ınd an iş teklifle rine ait listeleri, araş tırmal arı ile size çok şey kazand ırabilir. " İ s t anbul Ticar~ t " in yıll ık abone bedeli, 25 .000.-TL. dir. Abone olmak için, aşağıdaki abone formunun bir benzerini düzenleyerek, abone bedelini Oda'm ız veznesine yatırırken , Neş riyat Ş ubemize teslim etmeniz, bedeli, banka hesapl arı ­ mı zd an birisine yatırmanız halinde ise, formdaki bilgileri, banka makbuzu fotokopisi ile birlikte aynı ş u be mize faksla (faks: 5262 i 97) veya posta ile iletmeniz yeterl i o lacak tır. Abone formu : Ticaret Sicil no (Oda üyeleri için): İ si m : _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ __ Adres : .__..._.._. __..._._..___________.___.__.._ Banka hesap numaraları T . İş Bankast Küçükpazar Şb . Akbank Küçükpazar Ş b. Ziraat Bankas t Bahçekapt Ş b . 20030 557-9 8735 .'