ULUSLARARASI TICARETTE

advertisement
.
i
,
.
iSTANBUL
TicARET ODASı
YAYıN
NO: 1992-4
i
i
i
,,i
-
i
•
ULUSLARARASI .....
TICARETTE
KORUMACı ECILIMLER
'.
YAYıN
iSTANBUL
TicARET ODASı
ULUSLARARASI TicARETTE
KORUMACı EGiLiMLER
Prof. Dr. Nazım ENGiN
NO: 1992-4
Kısaltmalar:
A&G
AGÜ
AT
CEC (ATı<)
DPA
EFTA
=
=
=
=
=
=
Araştırma
- Geliştirme
Az Gelişmiş Ülkeler
Avrupa Topluluğu
Avrupa Topluluğu Komisyonu
Düzenli Pazarlama
Anlaşmaları
European Free Trade Association
(Avrupa Serbest Ticaret Birliği)
GSYiH
GiS
YSÜ
TDE
GSP (GTS)
GÜ
=
=
=
=
=
=
Gayrı Safi Yurt içi Hasıla
Gönüllü ihracat Sınırlamaları
Yeni Sanayileşen Ülkeler
Tarife
Dışı
Engeller (Tarife
Genel Tercihler Sistemi
Gelişmiş Ülkeler
Dışı Dış
Ticaret Engelleri)
ÖNSÖZ
ikinci Dünya Savaşı sonrası dönemde uluslararası ticarete iki eğilimin
egemen olduğunu söylemek mümkündür. Bir yandan kotalar ve tarife oranları
GATT öncülüğünde gerçekleştirilen çok yanlı uluslararası ticaret görüşmeleri
sonucunda önemli ölçülerde indirilirken, diğer yandan da, 1960'ların ortalarından başlayarak, bu liberalleşme eğilimlerinin tersine döndüğüne ve özellikle gelişmiş piyasa ekonomilerinde korumacı eğilimlerin dozunun yeniden
artışına tanık olunmaktadır.
1930'ların korumacı politikalarından
önemli ayrılıklar gösteren ve "yeni
korumacılık" diye adlandırılan bu politikalar, uluslararası ticaretin gelişmesi
önüne, "tarife-dışı dış ticaret engelleri" diye bilinen engelleri koymaktadır.
Türleri binlere ulaşan ve dünya üretim ve ticaretinin ve dolayısıyla da refahının
gelişmesini ciddi bir şekilde sekteye uğratan bu engellerin Türkiye'nin de
içinde bulunduğu "yeni sanayileşen ülkeler"in ihracatını olumsuz yönde etkilediği bir gerçektir.
Tarife-dışı
engeller, en doğrudan etkilerini ithalat ve ihracat miktarları üzerinde gösterirler. Bunun yan.ında, uygulamaların, üretim ve tüketim miktarları,
gelir dağılımı, vergi gelirleri, ödemeler dengesi ve dış ticaret hadleri üzerinde
de doğrudan ve dolaylı etkilerinin olacağı açıktır.
Odamızca gerçekleştirilen
bu çalışmada, uluslararası ticaretin gelişmesini
olumsuz yönde etkileyen dış ticaret engellerinin ekonomik etkileri, hem teorik
hem de uygulama yönlerinden araştırılmış ve Türkiye'nin çıkarması gereken
dersler vurgulanmaya çalışılmıştır.
araştırmayı hazırlamış olan Müşavirimiz Prof. Dr.
için teşekkür eder, araştırmanın Odamız üyelerine,
ve diğer okuyuculara yararlı olmasını dileriz.
Sunulan
çalışmaları
Nazım
Engin'e
araştırmacılara
Genel Sekreter
Prof. Dr. ismail Özaslan
içiNDEKiLER
GiRiş ..............................................................................................................
7
BiRiNCi BÖLÜM
KORUMACILlGIN NEDENLERi
iKiNCi BÖLÜM
GATT: DOGUŞU, iLKELERi ve SARSıLAN TEMELLERi
2.1. GiRiş ......................................................................................................
2.2 GATT'ln Temel ilkeleri ............................................................................
2.2.1. En çok Kayırılan Ülke ilkesi ........................................... ..................
. 2.2.2. Karşılıklılık iıkesi ..... .........................................................................
2.3. Tarife indirimlerinin Ekonomik ve Politik Mantığı ...............................
2.4. GATT'ta istisnalar (GATT ve Çeşitli Sektörlerin
Güvence Altına Alınması) .....................................................................
2.5. GATT ve Az Gelişmiş Ülkeler ............................ .......................... .........
2.6. GATT, Sübvansiyonlar ve Vergiler ......................................................
2.7. GATT ve Antidamping Politikası ..........................................................
2.8. GATT'da Tarım ve Tekstil (Dokuma) ...................................................
2.8.1. GATT ve Tarım Sektörü ...................................................................
2.8.2. GATTve Tekstil (Dokuma) Sektörü ................................................
2.9. GATT'ln Sarsılan Temelleri ve Yeni Gelişmeler ..................................
17
20
20
22
24
25
30
33
39
41
42
45
47
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YENi KORUMACILlGIN KÖKENLERi
3.1. Giriş ........................................................................................................
3.2. ABD'de Yeni Korumacı Politikalar .......................................................
3.2.1. ABD'deki Korumacı Önlemlerin Yasal Çerçevesi ..........................
3.2.2. ABD ve Yeni Korumacılığın Ekonomik Kökenleri ..........................
3.3. AT ve Yeni Korumacılık .........................................................................
3.3.1. Ekstra AT Korumacılık (Üçüncü Ülkelere Karşı Korumacılık) ........
3.3.2. Intra-AT (AT-içi) Korumacılık ...........................................................
3.4. Yeni Sanayileşen Ülkeler ve Yeni Korumacılığın Kökenleri ...............
3.5. Tarife Dışı Dış Ticaret Engellerinin Sınıflandırılması ...........................
51
55
55
57
62
62
64
68
71
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TARiFELER ve TARiFE DIŞI DIŞ TicARET ENGELLERi
4.1. Giriş ........................................................................................................ 76
4.2. Tarifeler ................................................................................................... 76
5
4.2.1. Tarifelerin Ekonomik Etkileri .............................................................
4.2.1.1. "Küçük" ÜlkeVarsayımı ......................................................... .....
4.2.1.2. "Büyük" Ülke Varsayımı ......... ................................................ .....
4.3. Miktar Sınırlayıcı Tarife Dışı Engeller .............................................. .....
4.3.1. Kotalarve Ekonomik Etkileri .............................................................
4.3.1.1 "Küçük" Ülke Varsayımı ......... ......................................................
4.3.1.2. "Büyük" ÜlkeVarsayımı .......... ................................................ .....
4.3.1.3. Tarifelerinve Kotaların Etkilerinin Karşılaştırılması......................
4.3.2. Gönüllü ihracat Sınırlamaları
(ve Düzenli Pazarlama Anlaşmaları) ......................................... .....
4.3.3. Tarife - Kotalar .................................................................................
4.4. Mali Nitelikli Tarife Dışı Engeller ...........................................................
4.4.1. Üretim Sübvansiyonları ....................................................................
4.4.1.1. Kendi Kendini Finanse Eden Üretim Sübvansiyonu .............
77
78
80
82
82
83
84
86
88
90
93
93
95
4.4.2. ihracatSübvansiyonları ................................................................... 96
4.4.2.1. ihracat Sübvansiyonlarının Ekonomik Etkileri:
ithalatçı Ülke Açısından ....... ... .................................... ............ 98
4.4.2.2. ihracat Sübvansiyonlarının Ekonomik Etkileri:
ihracatçı Ülke Açısından ......................................................... 100
4.4.2.2.1. Tek Bir ihracatçı Ülkenin ihracatı Sübvanse
Etmesi Durumu ....................... ,....... ....... ... ........................ 100
4.4.2.2.2. Tüm ihracatçı Ülkelerin ihracatı Sübvanse
Etmesi Durumu .................................................................
4.4.3. Uygulamada Üretimve ihracatSüôvansiyonları ..............................
4.4.3.1. Toplam Süb.vansiyonların GSYiH içindeki
Yeri ve Önemi ..........................................................................
4.4.3.2. Sübvansiyonların Sektörel Dağılımı ........................................
4.4.3.3. Sanayi Sektörünün Süqvansiyonu ve Bütçeye
Yüklediği Yük ...........................................................................
4.4.3.4. imalat Sanayiinin Sübvansiyonu ve Sübvansiyon Araçları ...
4.4.3.5. ihracat Sübvansiyonları ...........................................................
4.4.4. Ayırımcı DevletSatınalımları ..............................................................
4.5. idari ve Teknik Dış Ticaret Engelleri ....................................................
4.6 Uluslararası Karteller ..............................................................................
4.7. Damping (Uluslararası Fiyat Farklılaştırması) .....................................
4.8. Merkezi Planlamayla Yönetilen Ülkeler ve Dış Ticaret .......................
ÖZET ve SONUÇ .........................................................................................
YARARLANıLAN KAYNAKLAR .....................................................................
KAVRAM DiziNi ............................................................................................
6
101
104
106
106
109
113
115
116
117
120
122
124
126
137
141
GiRiş
iktisadi açıdan ülkeler ancak belli koşulların gerçekleşmesi durumunda dış
ticaret üzerine engeller koyarak refahlarını artırabilirler. Bu koşulların
gerçekleşmesi, büyük sanayi ülkeleri açısından daha kolaydır. Olaya tersinden yaklaşarak, dış ticaret üzerindeki engellerin kaldırılmasının ise refahı
artırıcı yönde etkilere sahip olacağını söyleyebiliriz. Liberaliz' syona tüm
ülkelerin birlikte gitmesi durumunda, hem tek tek ülkeler, hem de Dir bütün
olarak tüm dünya bundan yarar sağlayacak ve dünya refahı topyekun
artacaktır.
·1947 yılında kurulmuş olan GATT* esas olarak bu ideali gerçekleştirmek
üzere kurulmuştur. 1948-1973 dönemi dünya üretim ve ticaretinin e Ilelee
. görülmemiş bir hızla geliştiği bir dönem olmuş, bu dönemde dünya toplam
üretimi yılda ortalama % 5 artarken, ihracat da yılda ortalama % Tlik bir
büyüme göstermiştir. Bu gelişmeler, dünya ticaretinde Iiberalleşme çabaları
için uygun bir ortam yaratmış ve GATT, bu çabaların bir ürünü olarak kurulmuştur. Kuruluşundan günümüze, GATT, çeşitli uluslararası çok yanlı ticaret
görüşmelerine öncülük etmiş ve bu görüşmeler sonucunda özellikle tar.ife
oranlarında önemli indirimler gerçekleştirilmiştir.
Tarifeler konusunda genel eğilim bu olmakla beraber, olaya 'korumacılık'
açısından ve geniş bir perspektifte baktığımızda, özellikle 1970'lerden sonra
eğilimin tersine döndüğü görülmekte ve gelişmiş piyasa ekonomilerinde
korumacı eğilimlerin dozunun giderek arttığına tanık olunmaktadır. 1930'ların
korumacı politikalarından önemli ayrılıklar gösteren ve iktisat yazınına "yeni
korumacılık" olarak geçen bu politikalar, uluslararası ticaretin gelişmesi
önüne "tarife dışı dış ticaret engelleri" diye bilinen engelleri koymaktadır.
Türleri binlere yaklaşan ve dünya üretim ve ticaretinin ve dolayısıyla da
refahının gelişmesini ciddişekilde sekteye uğratan bu engellerin, özellikle,
Türkiye'nin de içinde bulunduğu "yeni sanayileşen ülkeler"in ihracatını
önlediği ve günümüzde Iiberalleşme vagonunu bu ülkeler çekerken, yeni
korumacılık olgusunun faturasının yine bu ülkelere çıkarıldığı görülmektedir.
Bu nedenle bu olgunun etrafı i bir şekilde incelenmesi Türkiye açısından da
kritik bir öneme sahiptir. Bu çalışma, bu amaca hizmet etmek üzere
hazırlanmıştır.
Çalışma,
başlıklı
dört ana bölümden oluşmaktadır. 'Korumacılığın Nedenleri'
birinci bölümde, korumacılığın, ancak bazı koşulların gerçekleşmesi
* Ticaret ve Tarifeler Genel
Anlaşması
7
ve korumacılık lehinde ileri sürülen
görüşlerin çoğunun, özünde, yanlış iktisadi temellere dayandırıldığı gösterilmekte, ayrıca 1960'lardan başlayarak uluslararası ticari ilişkilere damgasını
vuran "yeni korumacılık" olgusunun korumacı politikalar içindeki yeri konusunda ipuçları verilmektedir. * Bu bölümün temel iktisat öğretisi şöyle özetlenebilir: Ekonomide bir 'çarpıklık' varsa ve bu çarpıklığın kökeni yurt içindeyse, bu çarpıklığı ortadan kaldırma yönünde kullanılacak politika aracı da
yurtiçi kökenli olmalı ve dış ticarete müdahale edilmemelidir.
durumunda ülkenin
refahını artırabileceği
Çalışmanın
ikinci bölümünde, özünde çok yanlı bir ticaret anlaşması olan
GATT'ın kuruluş nedenleri ve buna ortam hazırlayan iktisadi koşullar ele
alınmakta ve GATT'ın oluşturmaya çalıştığı dünya ticaret sisteminin temel
nitelikleri vurgulanmaktadır. GATT, esas olarak, dış ticarette liberalizasyonu
kolaylaştırıcı ve miktar sınırlamalarını yasaklayıcı bir dizi ilke getirmiştir. Bunlardan en önemli iki tanesi, 'en çok kayırılan ülke ilkesi' diye bilinen ve GATT
üyesi ülkelerin dış ticaret ilişkilerinde birbirlerine karşı ayırım gözetmemesi
koşulunu getiren 'ayırım gözetmeme' (nondisirimination) ilkesi ve 'karşılıklılık'
(reciprocity) ilkesidir. Bu ilkeler bu bölümde ayrıntılı bir şekilde ve eleştirel bir
yaklaşımla ele alınmakta ve uygulamada bu ilkelere genelinde neden
uyulmadığı ('istisnalar' konusu) üzerinde durulmaktadır. Bu ilkelere
uyulmaması, günümüzde, GATT'ln oluşturmaya çalıştığından çok daha farklı
bir dünya ticaret sisteminin yaratılmasıyla ve 'Uluslararası Ticarette Korumacı
Eğilimler'le sonuçlanmıştır. Yaratılan bu sistemde, tarife-dışı dış ticaret
önlemleri olarak adlandırılan ve 'yeni korumacılık' olgusunun politika araçları
olan araçlar çok yaygın bir şekilde kullanılmakta ve tüm bu gelişmeler,
özünde, sistemin, Türkiye'nin de içinde bulunduğu 'yeni sanayileşen
ülkeler'in aleyhinde işlemesi sonucunu doğurmaktadır. Konunun bu ülkeler
yönünden taşıdığı önem nedeniyle GATT'ln bu ülkeler ve AGÜ'ler açısından
önemi, ayrı bir alt-bölümde ele alınmaktadır. Önemli olmaları nedeniyle bu
bölümde ayrı alt-başlıklar altında ele alınan diğer konular, GATT'ln sübvansiyon ve vergiler konusuna yaklaşımı, GATT ve antidamping politikası ve
GATT'da tarım ve tekstil politikalarıdır. Bu bölümde ayrıca, GATT çerçevesinde gerçekleştirilen çok yanlı tarife indirimlerinin ekonomik ve politik
mantığı üzerinde de durulmaktadır. Bölüm, günümüzde GATT'ln temellerinin
sarsılmasına yolaçan başlıca nedenlerin toplu bir şekilde ele alınması ve yeni
gelişmelerin gözden geçirilmesi ile son bulmaktadır.
* ABD ve AT'yi
ayrıca
ele
korumacı
politikalar uygulamaya iten nedenler üçüncü bölümde
alınmaktadır.
8
ayrıntılı
bir
şekilde
Ülkelerin ulusal sanayilerini dış rekabete karşı korumalarının kökeninde bir
söyleyebiliriz. Bu dengesizlik, ülkelerarası bir
yapısal dengesizliktir ve bu dengesizlik arttıkça korumacılığın da artacağını
söylemek bir kehanet olmayacaktır. Burada söylenebilecek tek şey, dengesizliğin boyutu ve dozu değiştikçe, korumacılığın da nitelik değiştireceği
ve fakat varolmaya mutlaka devam edeceğidir. Çalışmanın üçüncü bölümünde önce yeni korumacılığın nedenleri ve türleri üzerinde durulmakta,
daha sonra da çeşitli yazarların konuyu yorumlayışları kısaca ele alınmaktadır.
(Örneğin Altvater'e göre (Altvater, 1988), günümüzdeki korumacı eğilimlerin
kökeninde, ABD ekonomik hegemonyasına dayalı dünya ekonomik sisteminin kötüye gitmesi yatmaktadır).
yapısal dengesizliğin yattığını
1960'1ı yıllardan
beri varolan ve 1970'1i yıllardan itibaren dozu giderek artan
korumacılık türü 'yeni korumacılık' diye adlandırılan korumacılıktır. Çalış­
manın üçüncü bölümünde esas olarak bu olgunun yasal ve ekonomik
kökenlerine inilmeye çalışılmıştır. Bu olgu, sadece gelişmiş piyasa ekonomileri ile yeni sanayileşen ülkeler arasındaki ticaret ilişkileri açısından değil,
aynı zamanda gelişmiş ülkelerin birbirleri ile ve AT ülkelerinin kendi aralarındaki ticari ilişkileri açısından da önem taşımaktadır. Kısacası, konunun
kavranması, anılan olguya dünya ticaret sistemi açısından ,bakmayı zorunlu
kılmaktadır. Bunu yaparken, yeni korumacılık açısından ülkeleri "etkileyen" ve
"etkilenen" diye iki gruba ayırmanın yararlı olacağını düşündük. Yeni
sanayileşen ülkeler (YSÜ'ler) ve AGÜ'ler daha çok yeni korumacılık olgusundan "etkilenen" ülke konumundadırlar, AT ve ABD ise "etkileyen" konumunda. Bu nedenle, çalışmanın üçüncü bölümünde, yeni korumacılığın kökenleri
ABD, AT ve YSÜ'ler açısından ayrı ayrı ele alınmıştır. ATın üçüncü ülkelere
karşı uyguladığı korumacı politikalar, AT-içi korumacı politikalardan nitelik
olarak bazı farklılıklar gösterdiğinden, AT korumacılığı ele alınırken ikili bir
ayırıma gidilmiştir. Üçüncü bölüm, bir sonraki bölüme bir ön hazırlık yapmak
amacıyla, 'Tarife-Dışı Dış Ticaret Önlemlerinin Sınıflandırılması' alt-bölümü ile
son bulmaktadır.
Konusu yeni korumacığın politika araçlarının incelenmesi olan dördüncü
bölüm, diğer politika araçları ile karşılaştırma olanağı sağlamak amacıyla
önce tarifelerin ekonomik etkilerinin teorik analizi ile başlamakta, bunu diğer
politika araçlarının teorik analizi izlemektedir.
Türleri binlere varan tarife-dışı engelleri (TDE), ewela, "doğrudan" ve
"dolaylı" TDE olarak ikiye ayırmak mümkündür. Doğrudan TDE'de ayrıca (a)
miktara ilişkin olanlar (Miktar sınırlamaları-kotalar; tarife-kotalar; gönüllü ih9
racat sınırlamaları; düzenli pazarlama anlaşmaları vs.), (b) mali olanlar
(ihracat sübvansiyonları; ihracat kredi sübvansiyonları; devlet satınalım
politikaları; vs.), (c) idari olanlar (ithalatın lisansa bağlanması) şeklinde üçe
ayrılabilir. Dolaylı TDE'ni de (a) mali olanlar (bölgesel sübvansiyonlar, kamu
iktisadi teşebbüslerinin sübvanse edilmesi ve (b) idari olanlar (sağlığa ve emniyete ilişkin düzenlemeler; çevreye ilişkin düzenlemeler; gümrük değerleme
prosedürleri, vs.) şeklinde ikiye ayırmak mümkündür.
Tüm bu uygulamaların çeşitli iktisadi etkilerinin olacağı açıktır. Uygulamalar, en doğrudan etkilerini ithalat ve ihracat miktarları üzerinde gösterecektir. Bunun yanında uygulamaların üretim ve tüketim miktarları, üretici ve
tüketici artıkları, gelir dağılımı, devletin vergi geliri hasılatı, ödemeler dengesi,
dış ticaret hadleri, gibi öğeler üzerinde de doğrudan ve dolaylı etkileri
olacaktır. Yapılan analizlerden çıkan temel öğretilerden birisi şudur: Korumacı
politikalar uygulanması yoluyla yurtiçindeki üretimin artırılması ancak kaynakların etkin dağılımının bozulması ve belli bir ekstra kaynak maliyeti yükleniImesi pahasına gerçekleştirilebilmektedir. Analizlerden, ayrıca, üretim faktörleri gelirlerinin korumacı uygulamalardan ne yönde ve ne boyutta etkilendiği konusunda da ipuçları elde edilmektedir. Araçların kullanımına ilişkin
dünya deneyimi, yani uygulamada bu araçların çeşitli ülkeler tarafından ne
şekilde, hangi sektörlerde ve hangi yaygınlıkta kullanıldıkları konusu ise,
teorik analizi tamamlar bir şekilde ele alınmaktadır.
10
BiRiNCi BÖLÜM
KORUMACILlGIN NEDENLERi
Ülkeler, ulusal sanayilerini veya tarım sektörlerini çeşitli nedenlerle
korumak isterler. Bir kısmı iktisadi açıdan tutarsız ve tartışmaya açık olan bu
nedenleri kısaca şu şekilde sıralamak olanaklıdır.
ticaret hadlerinin iyileştirilmesi arzusu: Dış ticaret hadlerinin
iyileştirilmesi ve bu yolla ülke refahının arttırılması, korumacı politikaların
savunulmasının en önemli nedenlerinden birisidir. iktisadi açıdan dayanağı
en sağlam görüş olduğunu söyleyebileceğimiz bu görüş, iktisat yazınında
"optimum tarife" diye bilinen bir kavram yardımıyla açıklanmaktadır. * Optimum tarife, yalnızca iktisadi açıdan "büyük" ülkeler tarafından uygulanabilmesi söz konusu olan bir tarife oranıdır. Eğer bir ülke, dış ticaret hadlerini etkileyebilecek kadar "büyük" ise, bu ülke ithalatını kısıtlayarak diğer ülkeleri
fiyatlarını düşürmeye zorlayabilir ve bu yolla dış ticaret hadlerini iyileştirerek
refahını artırabilir. Bununla beraber, diğer ülkelerin misillernede bulunabileceğini de unutmamak gerekir. Böyle bir durumda, dünya ticareti azalacak
ve sonuçta tüm ülkeler bu uygulamadan zararlı çıkacaklardır.
1)
Dış
2) Yurt içindeki emeği, daha ucuz olan yabancı emeğin rekabetine karşı
koruma arzusu: Bu görüş, iktisadi açıdan yanlış temellere dayandırılmıştır.
Burada esas önemli olan, emeğe ödenen ücret değil, emeğin verimliliğidir.
Ücret yüksek fakat emek verimliliği yabancı ülkelerdekinden fazla ise, emeğin
birim maliyeti yabancı ülkelerden daha düşük olabilir, ki böyle bir durumda,
koruma politikası yanlış temellere dayandırılmış olacaktır. Emeğin fiyatı
(ücretler) yurt dışında daha düşük olsa bile, buna karşı alınacak önlem,
koruma politikalarına başvurmak olmamalıdır. Emeği ucuz olan ülkenin emek
yoğun malların üretiminde uzmanlaşarak bunlann ihracatına yönelmesi ve
diğer ülkenin de sermaye yoğun mallann üretim ve ihracatında uzmanlaşması, bir diğer deyişle, ticari ilişkilerin karşılaştırmalı üstünlükler ilkesine
dayandınlması, kuşkusuz doğru olan yoldur ve ticaretin bu temele dayandınlması, her iki ülkeye de yarar sağlayacaktır.
iktisat biliminin öğretisi bu yönde olmakla beraber, günümüzde, özellikle
sanayi ülkelerinin, yurtiçindeki emeği yabancı emeğin rekabetine
karşı koruma gibi mazeretlerle bazı sanayilerini koruma yoluna gittiklerini
görmekteyiz. "Yeni korumacılık" denilen bu korumacılık türü, bu çalışmanın
esas temasını oluşturmaktadır. Bu korumacılık türünün genellikle yanlış ve ikgelişmiş
* Optimum tarile konusuna ileride "Tarileierin Ekonomik Etkileri"
11
kısmında
yeniden
değinilecektir.
tisadi açıdan tutarsız temellere dayandırıldığını ileride daha ayrıntılı bir şekilde
ve örnekleriyle göstermeye çalışacağız.
3) "Bilimsel Tarife Görüşü": Yanlış temellere dayandırıldığını söyleyebileceğimiz birdiğer görüş, iktisat yazımında 'bilimsel tarife' diye bilinen görüştür.
Bu fikri savunaniara göre, ulusal üreticileri yurtdışı rekabete karşı korumak
için, ithal edilen malların fiyatını, yurtiçindeki benzer malların fiyatına eşit­
leyecek oranda bir tarife (bilimsel tarife) uygulanmalıdır. Fakat böyle bir uygulama, uluslararası düzeyde fiyat farklılıklarını ortadan kaldıracağı ve dolayısıyla da ulusların birbirleri ile ticaret yapmaları için bir neden kalmayacağı
için, bu görüşün yanlış temellere dayandırıldığını söyleyebiliriz.
4) istihdamın artırılması ve ödemeler bilançosu açıklarının kapatılması
arzusu: Tartışmaya açık olan ve birbirleriyle ile paralellik gösteren iki görüşü
de kısaca şöyle özetlemek mümkündür: Ewelce ithal edilen ürünlerin
ithalatının engellenmesi ve bu ürünlerin yurt içinde üretilmesine başlanması,
bir yandan yurtiçinde istihdamın artmasına (işsizliğin azaltılmasına) yol
açarken, diğer yandan da ödemeler bilançosu açıklarının azaltılmasına
yardımcı olacaktır. Dolayısıyla, ulusal sanayinin korunması yararlıdır. Bu
görüşte bir doğruluk payı vardır, fakat bu doğruluk tartışmaya açıktır. Bir kere,
bu politikalar ulusal düzeyde kaynakların etkin dağılımında çarpıklıklara yol
açabilir ve sağlanan yararların maliyetini 'astarı yüzünden pahalı' kılabilir.
Uluslararası düzeyde ise, bu politikalar, "komşuyu fakirleştiren" türde politikalardır: Bu tür politikalardan sağlanan yarar, ancak başka ülkelerin istihdamıarının azalması ve ödemeler dengesinin bozulması ve dolayısıyla da
refah kayıpları pahasına gerçekleştirilebilmektedir. Burada işaret edilmesinde
yarar olan bir nokta da, koruma politikasından olumsuz etkilenen ülkede
meydana gelecek olan zararın boyutunun, korumacı politikayı uygulayan
ülkenin sağlayacağı yararın boyutundan daha büyük olacak olmasıdır. Burada, uygulanan politikadan olumsuz etkilenen ülkelerin misillernede bulunma
olasılığının bulunduğuna da işaret etmek gerekir. Böyle bir durumda ise,
toplam ticaretin düşeceği ve her iki tarafın da bundan zarar göreceği açıktır.
. Buradan çıkarılacak politika sonucu ve dersi şu olacaktır: Başta sözü edilen
işsizliği azaltmanın ve ödemeler bilançosu açıklarını kapatmanın sağlıklı yolu,
dış ticarete engeller getirmek değildir. Bunun yolu, arzulanan amaçlar doğrul­
tusunda kullanılacak uygun para, maliye ve dış ticaret politikalarıdır.
5) 'Yavru sanayi tezi': Korumacılık lehinde ileri sürülen ve belli sınırlama­
larla da olsa savunulabilecek olan bir görüş de "yavru sanayi tezi" ('bebek
sanayi tezi') diye adlandırılan görüştür. Bu görüşe göre, bir ülke belli bir malın
12
üretiminde potansiyel bir karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu halde, bilgi
(know how) yetersizliği ve başlangıçta üretim kapasitesinin düşük olması gibi
nedenlerle bu malın üretimini başlatamıyer veya başlatmış olsa bile, daha
deneyimli yabancı rakipleri ile rekabet edemiyor olabilir. Bu koşullarda, sözü
edilen malı üreten sanayii kurmak ve "bebeklik" döneminde yabancı rekabetin
olumsuz etkilerine karşı korumak amacıyla, korumacı politikalara başvu­
rulabilir. Böylece, bu sanayiin ölçek ekonomilerinden yararlanması olanak
dahiline girecek ve ülke, uzun dönemde, karşılaştırmalı üstünlüğü ele geçirebilecektir. O halde, anılan koşullarda, korumacı politikalar uygulamanın iktisadi bir rasyoneli vardır.* Fakat, hemen belirtelim ki, bu politikalar, arzulanan
amaca ulaşıldığında terkedilmelidir. Yani, bu tezde savunulan korumacılık,
belirli bir süre için söz konusu olan ve geçici bir nitelik taşıyan bir korumacılıktır. işin zor yanının da bu noktada yattığı açıktır. Ayrıca, bu göruşün iktisadi açıdan geçerli olabilmesi için, korumacı politikalar sayesinde "büyütülen" sanayinin sağladığı yararların, sanayinin "bebeklik" döneminde tüketicilerin daha yüksek fiyatlar ödemeleri nedeniyle katlandıkları ekstra maliyetleri tazmin edecek büyüklükte olması gerekir.
'Yavru sanayi tezi' özü itibariyle geçerli bir tez olmakla beraber, bazı
tabi olduğunu da ifade etmek gerekir. Bu sınırlamaları şöyle
sınırlamalara
sıralayabiliriz:
a) Bu görüş, en azından son dönemlere kadar, gelişmiş ülkelerden çok
esas olarak, sermaye piyasalarının iyi işlemediği gelişmekte olan ülkeler için
geçerli olan bir görüştür.
b) Hangi sanayilerin veya potansiyel sanayilerin 'yavru sanayi' kategorisine dahil edileceği konusu tartışmalıdır.
c) Çok önemli olan bir nokta da, söz konusu sanayi belirlendikten sonra,
arzulanan amaca dış ticarete engeller getirmek yoluyla ulaşılmasındansa,
bebek sanayinin, üretim sübvansiyonları verilmesi yoluyla korunmasının iktisadi açıdan daha rasyonelolduğu noktasıdır. Bu görüşün altında yatan iktisadi rasyonel şudur: Burada olduğu gibi, özü itibariyle yurtiçindeki bir
çarpıklıktan kaynaklanan bir sorun yine özü itibariyle yurtiçi bir politika
* GATT'ln 1955 yılında eklenen XViii. maddesinin 3.bendi,
kalkınmakta olan ülkeler için özel ve farklı
bir muamelı;ı görme kuralını getirmekte ve "belli sanayilerin kurulmasını sağlamak ve geliştirmek
için gerekli olan devlet yardımlarının verilmesi" olanağını vermektedir. Diğer yandan günümüzde
ABD dışındaki gelişmiş ülkelerin çoğunun, yüksek teknoloji sektörlerine, yavru sanayi tezi
çerçevesinde devlet yardımları verilmesini haklı.gösterdiklerine de tanık olunmaktadır. Bu konu
ileride 'GATT ve Sübvansiyonlar' ve 'GATT ve AGÜ ler' başlığını taşıyan alt-bölümlerde ayrıca ele
alınacaktır.
13
aracıyla (örneğin
bir üretim sübvansiyonu ile) çözülmeli, sorunun çözümü,
dış ticaretin engellenmesinde aranmalıdır. * Sorun, dış ticaretin engellenmesi
yoluyla çözülmeye çalışıldığında, başka çarpıklıklar yaratılacak (örneğin
göreli fiyatlar çarpıtılacak) ve tüketim kalıpları yanlış yönde etkilendirilecektir.
Anılan sorunu çözmede bir üretim sübvansiyonunun kullanılmasının başka
avantajları da vardır. Bir kere, üretim sübvansiyonu, örneğin bir tarife ile karşı­
laştırıldığında, amaç yönünden daha dolaysız bir politika aracıdır ve amaca
ulaşıldığında kaldırılması da daha kolaydır. Sübvansiyonların, tarifelere göre
en büyük dezavantajı, kaynak yaratan değil, belli bir kaynağa gerek duyuran
bir politika aracı olmasıdır. Buna karşın iktisadi yararları, yukarıda da değinilen
nedenlerle tartışma götürmez. ilke bellidir. Ekonomideki çarpıklığın kökeni
yurtiçindeyse, bu çarpıklığı çözme yönünde kullanılacak politika aracı da
yurtiçi kökenli olmalı ve dış ticarete müdahale edilmemelidir.
Bu ilke yalnızca 'yavru sanayi' görüşü için geçerli değildir. Örneğin, işçilerin
(diyelim bazı sosyal nedenlerle) bir sanayiden başka bir sanayiye aktarılması
arzu ediliyorsa, burada izlenmesi gereken yol, işçileri, yer değiştirmeleri ve
yeniden eğitilmeleri konusunda, doğrudan doğruya sübvanse etmektir.
Genişleyen sanayiye gümrük koruması sağlamak ve bu yolla bu sanayide
fiyatların yükselmesine yolaçmak ve işçilere daha yüksek ücret ödeyebilme
olanağı sağlayarak işçileri bu sanayiye çekmeye çalışmak yanlış bir politikadır. Aynı mantık, çeşitli üretim faktörleri arasındaki gelir dağılımını düzenlemek amacıyla dış ticarete müdahale edilmesi (dış ticaret politikası araçlarının kullanılması) söz konusu olduğu zaman da geçerlidir. Burada da
yurtiçindeki bir çarpıklığın düzeltilmesi sözkonusudur ve bu çarpıklığı düzeltmenin yolu yine yurtiçi kökenli bir politika aracının kullanılmasından geçmektedir. Burada da, yanlış bir politika izlenerek dış ticarete müdahale edilmesi,
girdi fiyatları ve yurtiçi tüketim kalıplarını çarpıtacak ve sorunun çözümünde
daha maliyetli bir seçeneği tercih etme anlamına gelecektir. Bu tür yurtiçi
çarpıklıkların düzeltilmesi için, örneğin gümrük tarifeleri yoluyla dış ticarete
müdahale edilmesi optimal değildir ve ancak 'ikinci en iyi' bir çözüm anlamına
gelecektir.
6) Ulusal'güvenlik açısından önemli olan ulusal sanayilerin korunması
arzusu: Dış ticaretin engellenmesi ve ithalatın sınırlandırılması, ulusal
güvenlik açısından önemli olan ulusal sanayilerin korunması amacıyla da
* Bu ilke,
korumacı politikaların kullanılmasını savunan diğer görüşler için de geçerli olan ve akılda
bulundurulmasında sonsuz yarar bulunan bir ilkedir. 'Üretim sübvansiyonları' konusu, ileride bir
alt·böıümde ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır.
14
savunulabilir. Bu durumda da üretimin sübvanse edilmesi, iktisadi açıdan,
sanayilerin tarifelerle korunmasından daha rasyoneldir. Yani bu durumda da
optimalolan politika üretimin sübvanse edilmesidir.
7) Başka ülkeleri, koruma oranlarını düşürmeye zorlama arzusu :
Koruma politikaları, bazı durumlarda, başka ülkeleri, koruma oranlarını
düşürmeye zorlamak amacıyla da uygulamaya konulabilir. Bu amaçla uygulanan ve başka ülkeleri tarife oranlarını düşürmeye zorlama amacı güden
tarifelere "pazarlık tarifeleri" denmektedir. Bu görüşün ne denli geçerli olduğu
tartışmaya açık olmakla beraber zaman zaman ABD tarafından uygulamaya
konulduğuna tanık olunmuştur. ileride, yeni korumacılıkla ilgili bölümlerde,
bu tür korumacılığın örneklerine işaret edilecektir.
8) Ulusal üreticileri dampinge karşı koruma arzusu : Korumacı
politikaların uygulamaya konulmasının bir diğer nedeni, ulusal üreticileri
dampinge karşı koruma arzusudur. Damping, bir malın dış piyasalarda "adil"
denilebilecek bir fiyatın veya yurtiçinde satıldığı fiyatın altında satılması
anlamına gelmektedir ve uluslararası ticaretin en çok tartışılan konularından
birisidir. Aşağıda, 'yeni korumacılık' konusu incelenirken, bu konu üzerinde
ayrıntılı bir şekilde durulacaktır.
Yukarıdaki kısa açıklamaların da gösterdiği gibi, korumacı politikalar
genellikle yanlış düşüncelere dayandırılmışlardır ve iktisadi açıdan savunulmaları, bir iki istisnai durum dışında bir Iıayli güçtür. Burada sözü edilen
görüşler daha çok "klasik" diye adlandırılabilecek olan ve genel çizgileriyle
'eski korumacılık' diye adlandırılan ve 1960'11 yıllardan başlayarak uluslararası
ticarete damgasını vuran bir olgu üzerinde durulacaktır. Hangi tür korumacılık
olursa olsun şunu söylemek mümkündür: Korumacı politikalar, çoğu durumlarda, iktisadi refahı olumsuz yönde etkiler. Yurtiçindeki çarpıklıkları düzeltrnek için dış ticarete müdahale edilmesi, sorunları çözmekten çok, toplumsal
maliyetleri artırıcı yönde etkilere sahiptirler. Henry George'un veciz sözleri,
sanırız, korumacı politikalardan alınması gereken dersi çok güzel bir şekilde
ifade etmektedir: "Korumacılıktan alınan ders şudur: Korumacılık, savaşta
düşmanlarımızın bize yapmak istediklerini, barışta kendi kendimize yapmaktır."
izleyen bölümlerde ayrıntılı bir şekilde incelenecek olan 'yeni korumacılık'
olgusunun ortaya çıkış nedenleri 'yasal nedenler' ve 'ekonomik nedenler'
olarak ikiye ayrılabilir. Yasal nedenler, esas olarak, uluslararası ticaret sistemini düzenlemek amacıyla kurulmuş bulunan GATT'ln (Ticaret ve Tarifeler
15
Genel Anlaşması) çizdiği genel çerçeveye bazı ülkelerin bazı nedenlerle
uymaya yanaşmamasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenlerin belirlenebilmesi, daha önce GATT'1 tanımayı gerekli kılmaktadır. Bundan sonraki bölüm
bu amaçla kaleme alınmıştır. Yeni korumacılığın gündeme gelmesinin ardında
yatan ekonomik nedenler ise daha sonraki bölümlerin konusunu oluştur­
maktadır.
16
iKiNCi BÖLÜM
GATT: DOGUŞU, iLKELERi ve SARSıLAN TEMELLERi
2.1. GiRiş:
GATT (General Agreement on Trade and Tariffs-Ticaret ve Tarifeler Genel
Anlaşması), 30 Ekim 1947 tarihinde imzalanıp, 10 Ocak 1948'de yürürlüğe
giren bir anlaşmadır. Bu anlaşmanın amacı, o günlerin ekonomik koşullarına
uygun bir dış ticaret sisteminin oluşturulması ve düzenlenmesiydi. GATT'ln
kuruluş nedenlerini kavrayabilmek için o dönemdeki dünya e'konomik
ortamını bilmek gerekir. O dönemde ABD, piyasa ekonomilerinin ürettiği gayrı
safi hasılanın % 40'ını üreten ve dünya ticaret ve finansının hakimi olan süper
bir güçtü. Batı Avrupa ve Japonya, 2.savaşta büyük ölçüde tahrip edilmişti.
Az gelişmiş ülkeler (AGÜ'ler) ise esas olarak birincil ürün ihracatçısı ve imalat
sanayii ürünleri ithalatçısı konumundaydılar. ABD öncülüğünde Bretton
Woods'da oluşturulan dünya para sistemi, sabit kur sistemiydi. Dış ticaret ve
sermaye hareketleri ise çeşitli engellere konuydu. Bu durum, o dönemin
tartışmasız ekonomik lideri olan ve dünya genelinde net kredi-veren ülke
konumunda bulunan ABD'nin uzun dönem ekonomik çıkarları ile çelişmek­
tiydi. Bu nedenlerle ABD, IMF, IBRD (Dünya Bankası) ve GATT gibi örgüt ve
anlaşmalarla, temeli serbest dış ticarete dayalı bir dünya ekonomik sistemi
oluşturmak amacındaydı. GATT, esas olarak, böyle bir amacın ürünü olarak
ortaya çıkmıştır denilebilir.
GATT, özünde çok yanlı bir ticaret anlaşmaSıdır. Uygulanabilmesi çoğu
kez üyelerin ortak hareket, etmesini gerektirdiği için GATT daha çok
uluslararası bir örgüt gibi algılanmaktadır. Anlaşma metninde ise GATT'ln bir
örgüt olduğuna dair bir hüküm yoktur. GATT'a bugün 24'ü OECD üyesi olmak
üzere 95 ülke üyedir. Buna ek olarak 31 ülke de GATT'ın ticaret kurallarına
uymayı kabul etmişlerdir. GATT'a üye olmayan önemli bir ülke SSCB'dir.
Fakat SSCB de (bu ülkedeki son gelişmelerden önce) şimdiye kadarki GATT
Anlaşmasını 1950/51 Torquay Görüşmeleri sonunda imzalamış, üyeliği ise
1953'de yürürlüğe girmiştir. (Alpar ve Ongun, 1987, ss. 150-151; Barkema
et.a!., 1989, s.22).
Uzun ve ifade tarzı itibariyle karmaşık bir belge olan GATT, dış ticarette
liberalizasyonu kolaylaştırıcı ve miktar sınırlamalarını yasaklayıcı bir dizi ilke
getirmiştir. GATT'ln, klasik (olarak adlandırılan) iktisatçıların ilkelerinin kabul
edilmesi temeli üzerine inşa edildiğini söyleyebiliriz (Ulusların zenginlik ve
refahı ve dünyanın önde gelen ve birbirleriyle ticari ilişkiler içinde olan
17
ülkelerinin, ayırım gözetmeyen -nondiscriminatory- bir tarzda birbirleriyle serbest ticaret esaslarına göre ticaret yapmaları şeklinde özetlenebilecek ilkeler.)
Klasik iktisatçıların, rekabetçi güçlerin serbestçe ve adil bir şekilde birbirleriyle
ticari ilişkiye girmelerinin, kaynakların optimal dağılımına yolaçacağı ve
böylece refahı artıracağı şeklindeki görüşü, GATT anlaşmasının giriş kısmın­
da açık bir şekilde ifade edilmiştir. Anlaşmayı imza eden ülkeler, ifade edilen
genel amaçlara, aşağıdaki konulara yönelik düzenlemelerin gerçekleştiril­
mesi yoluyla ulaşılacağını kabul etmektedirler:
- Tarifelerin ve
diğer dış
Uluslararası
ticarette
-
ticaret engellerinin önemli oranlarda
ayırımcı
(discriminatory)
düşürülmesi;
uygulamaların
ortadan
kaldırılması. *
Bu iki koşulun, birbirlerinin ayrılmaz bir parçası olduğu kesindir. Ayrıca,
ayrımcı uygulamaların kaldırılması konusu, yalnızca devletleri ve ilgili hükümetleri değil, fakat aynı zamanda (iktisadi güçleri bazen devletlerin güçlerini
bile aşması söz konusu olabilen) firmaları da bağlamaktadır (Weidemann,
1990, s.29). GATT kurallarına göre, genelolarak, miktar sınırlamaları bir kez
kaldırıldıktan veya tarifeler bir kez indirildikten sonra, tek yanlı olarak bir daha
artırılamaz veya yeniden uygulamaya konamazlar.
Merkezi Cenevre'de bulunan GATT çerçevesinde yapılan çok yanlı ticaret
görüşmelerinde, kapsamlı pazarlıklar yürütülmüş ve gümrük tarife oranlarında
önemli indirimler sağlanmıştır. Bugüne kadar yapılan çok yanlı görüşmelerin
yerleri ve tarihleri sırasıyla şöyledir:
Cenevre (isviçre) (1947) (24 ülkenin imzası ile GATT'ın kuruluşu); Annecy
(Fransa) (1949); Torquay (ingiltere) (1950-51), Cenevre (isviçre) (1955-56);
Dillon Round (1960-1962); Kennedy Round (1964-1967); Tokyo Round
(1973-1979); Uruguay Round (1986).
izleyen yıllarda, mal ve hizmetlerin uluslararası ticaretindeki
gelişme hızı, dünya ticaretinin gelişme hızından yüksekti. Bu durum, uluslararası ticarette sağlıklı bir düzenin sağlanması amacıyla kurulmuş ve 2. savaşı
hemen izleyen yıllarda, yalnızca uluslararası anlaşmazlıkları çözme konusunda değil, fakat aynı zamanda sanayileşmiş ülkelerde önemli tarife indirimlerinin gerçekleştirilmesi konusunda da bir hayli başarılı olmuştur. Fakat
1950'lerin ortalarından itibaren ve özellikle de Kennedy Round ticaret
görüşmelerinin 1967 yılında sona ermesinden sonra, GATT'ın etkisi giderek
azalmaya başlamıştır. "Gönüllü" ihracat sınırlamaları ve 'düzenli pazarlama
2.
savaşı
* GATT, Basic Instruments and Selected Documents, VoI.IV, Geneva, 1969.
18
anlaşmaları'
diye adlandırılan ve tümüyle GATT kuralları dışında yeralan
uygulamalar, ayakkabı, çelik ve TV cihazları gibi ürünlerin ticaretinde egemen
olmaya başlamış; yurtiçi üretime verilen sübvansiyonlar, yurt içindeki
üreticileri himaye eden devlet satınalım politikaları (government procurement
policies) ve gerçek anlamda bir ticari temele dayanmayan ve devlet eliyle
yürütülen "ticari" ilişkiler son yıllarda giderek artan bir şekilde uygulama alanı
bulmuştur. (Tarife dışı dış ticaret engelleri diye adlandırılan bu engeller ve
uygulamalar, bu çalışmada çeşitli yön ve etkileriyle ele alınacaktır.) Ayrıca,
GATT'ın danışmanlık ve bilgi edindirme gibi konulardaki etkinliğinin de bir
hayli azalmaya başladığı gözlenmektedir. Bu durum da, GATT'a yönelik belli
hoşnutsuzlukların su yüiüne çıkmasına neden olmaktadır. Bu hoşnutsuzluk
konularına aşağıdaki bir alt bölümde ana çizgileri ile değinilecektir.
GATT'ln etkinliğindeki azalma trendinin Tokyo Dönemi toplantılarından
sonra tersine döneceği ve GATT'ln yine eski önem ve etkinliğine kavuşacağı
umulmuştur. Fakat bazı konularda belli ilerlemeler sağlanmış olmasına karşın,
çeşitli ülkelerin uygulamaya koyduğu ticaret çarpıtıcı yöntemler nedeniyle
GATT'ln uluslararası ticaret sistemindeki çöküntüyü durdurmada pek de
başarılı olamadığı görülmüştür.
iktisatçılar, GATT gibi örgütlerin kurallarını, ekonomik etkinlik, büyüme ve
istikrarı artırıp artırmadıklarına göre değerlendirirler. Fakat bu etkinlik, büyüme
ve istikrarın kendi ülkeleri ile mi yoksa tüm dünya ile mi ilgili olması gerektiği
konusunda kararsızdırlar. Ve genellikle de, gelirin uluslararası yeniden dağı­
lımının gerçekleşebileceğine inanmadıklarından veya bunu olanaklı görmediklerinden olsa gerek, genellikle milliyetçi bir görüş açısı benimserler. Hemen
belirtelim ki GATT'ın esas politika amacı da bir ulusu veya dünyayı oluşturan
bireylerin müşterek ekonomik refahlarını maksimize etmek değildir. GATT,
esas amacı ulusal devletlerin belli politik amaçlarını gerçekleştirmek veya
korumak olan uluslararası bir yasal dökümandır. Ekonomik öğeler bu politik
amaçları kuşkusuz etkiler, fakat, eğer GATT bazı ekonomik çıkarları artırıyorsa
bile bu çıkarlar tüketicilerin çıkarları olmaktan çok politik açıdan daha etkili
olan üreticilerin çıkarlarıdır. IMF ve Dünya Bankası gibi, GATT'ln da geniş anlamdaki amacı, uyuşmazlıkları sonuca bağlayacak mekanizmalar yanında 'iyi
davranış' kurallarını oluşturarak, uluslararası düzeyde politik istikrarın
gerçekleştirilmesine yardımcı olmaktır (Baldwin, 1989 s.138) (GATT'ın bu
amaçların gerçekleştirilmesinde ne kadar başarılı olduğu ise tartışılabilir.)
Yukarıda adı
geçen örgütlerin şekillendirilmesinde etkili olan ülkeler ve
özellikle de ABD, 2.savaşın esas olarak (1930 krizi, uluslararası mali sistem19
deki belirsizlikler, savaş hasarlarının tazmini meselesi ve uluslararası ticaret
üzerine konan engeller gibi) ekonomik nedenlerden kaynaklandığı noktasın­
dan hareket ederek yeni bir uluslararası sistem oluşturmaya yönelmişlerdir.
ABD'de 1930 yılında çıkarılan Smoot-Hawley Tarife Yasası, 1930 depresyonundan kaynaklanan ticari daralmayı pekiştirmiş ve 1930'lardaki dış ticaret
ilişkilerinin genel çerçevesini çizmiştir. Bu duruma bir daha düşülmemesi için
bir Uluslararası Ticaret Örgütü'nün (International Trade Organisation) kurulması önerilmiş (Havana Charter-Havana Şartı), fakat bu örgüt bazı ülkeler
tarafından kapsamının çok geniş olması nedeniyle kabul edilmeyince Havana
Toplantısı, sonunda, yalnızca dış ticaret konularıyla ilgilenmesi konusunda
anlaşmaya varılan GATT'ln kurulması ile sonuçlanmıştır.
2.2. GATr'IN TEMEL iLKELERi:
GATT'ln en önemli sayılabilecek ilkeleri, ayırım gözetmeme (nondiscrimination) ve karşılıklılık (mütekabiliyet) (reciprocity) ilkeleridir. Ayırım
gözetmeme ilkesi (bu ilke daha çok 'en çok kayırılan ülke' ~ 'the most favoured
nation' - ilkesi olarak bilinir), GATT'a üye iki ülke arasında tarife indirimi
görüşmelerinin sözkonusu olması durumunda, bu indirimlerin GATT'a üye
diğer tüm ülkelere de otomatikman uygulıimacağı anlamına gelmektedir.
Karşılıklılık ilkesi ise, tarife indirimlerinden yararlanan ülkenin, bu ödüne
aynıyla veya benzeri bir indirimle karşılık vermesi anlamına gelmektedir. Bu
ilkeler yalnızca dış ticaretin liberalizasyonu açısından değil, fakat aynı zamanda dış ticaretin sınırlandırılması konusunda da geçerlidir. Bir diğer deyişle,
eğer bir ülke örneğin GATT Madde XiX çerçevesinde* koruyucu bir önleme
başvurmak istediğinde, bu önlemi yalnızca belli bir ihracatçı ülkeye karşı kullanamayacak ve bu ülke ihracatçı ülkeler arasında bir ayırım gözetemeyecektir. Bu yolla ihracatı sınırlanan ülke veya ülkeler, karşılıklılık ilkesi uyarınca,
anılan sınırlayıcı önlemler için bir tazminat istemeye de hak kazanacaktır.
2.2.1. 'EN ÇOK KAYıRıLAN ÜLKE' iLKESi:
Ayırım
gözetmeme (en çok kayırılan ülke) ilkesinin, GATT anlaşmasının
temel direği olduğunu söyleyebiliriz. Üye ülkeler bu ilkeye hiç koşulsuz uyma
zorundadırlar. Fakat hemen belirtelim ki, uygulamada bu ilkeye uymaktan çok
uymamak sözkonusudur. Bu nedenle de çeşitli ulkeler ve iktisatçılar bu ilkenin
*
Bu madde GATT'ln konumuz açısından en önemli maddelerinden birisidir ve
vesilelerle tekrar tekrar ele alınacaktır.
20
aşağıda çeşitli
ya da yeniden güçlendirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar.
GATT'ın 'en çok kayırılan ülke' ilkesine uyulmamasının en belirgin nedeni bazı
ülkelerin, bu ilkenin gayrı adilolduğunu ileri sürmeleri ve bu ilkeye koşulsuz
olarak uyulması zorunluluğunun yanlış olduğunu vurgulamalarıdır. Bununla
ilgili tartışma konuları, Madde XIX'da yansımasını bulan 'himaye' (safeguard)
önlemlerinden, çeşitli ülkelerin piyasalarının farklı oranlarda dışa açık
olmasına, gümrük birlikleri ve serbest ticaret bölgelerinden 'genel tercihler
sistemi'ne kadar çok çeşitli konulardan kaynaklanmaktadır.· Bu durum
GATT'a olan güveni azaltmakta ve GATT çerçevesi dışında yer alan ve rejimi
y!kıcı etkileri olan çeşitli davranışlara -(ki bunlar bu çalışmanın esas konusudur) kaynaklık etmektedir.
ya
değiştirilmesi
Bu konu ile ilgili olarak ileri sürülen
özetlemek mümkündür. *
görüşleri
ana çizgileri ile
şu şekilde
1) Ulusal sanayinin, bir veya bir kaç ülkeden yapılan ithalatın artması
nedeniyle önemli ölçüde zarar görmesi durumunda, ihracatlarını arttırmamış
olan diğer ihracatçıların ihracatları üzerine tarifeler veya kotaların konulması
gayrı adildir. Alan Wolff'a göre (Wolff, 1985), b':J gibi durumlarda ithalat
sınırlamalarında seçici bir uygulamaya gidilmesi ve zarar verici bir ihracat artışı
gerçekleştirmeyen ülkelerin ihracatlarının sınırlamalara konu edilmemesi,
GATT'ln sürmesi açısından zorunlu hale gelmiştir. Bunun yanında, ülkeler
ara~ında eşit olmayan uygulamalara kaynaklık eden gümrük birliği ve serbest
ticaret bölgesi anlaşmaları** ve 'genel tercihler sistemi' uygulamaları da
GATT'ln 'himaye' (safeguard) uygulamalarında seçicilik ilkesinin uygulanması
için ileri sürülen nedenlerdendir (Bir diğer deyişle, himaye önlemleri seçici bir
şekilde uygr..ılansın, tüm ülkeler aynı sepete konulmasın görüşü savunuluyor
ve en çok kayırılan ülke ilkesini koşulsuz uygulama zorunluluğunun çeşitli
ülkeleri 'gönüllü ihracat sınırlamaları' ve 'düzenli pazarlama anlaşmaları'
uygulama yoluna ittiği ileri sürülüyor)***
2) 'En çok kayırılan ülke' ilkesinin yukarıdaki gibi koşullu bir şekilde
uygulanmasını savunan bir diğer görüş de (Hufbauer, 1.984) mevcut GATT
ilkesinin, dış ticarette liberalizasyonun hızını yavaşlattığı şeklindedir. En çok
kayırılan ülke iıkesinin koşulsuz uygulanma zorunluluğu beraberinde 'free
rider' diye adlandırılan bir sorun getirdiğinden, ülkeler dış ticaret engellerini
* Daha ayrıntılı bilgi için (Baldwin, 1989,55.234-235) görülebilir.
** GATT bunlara izin vermektedir.
*** Gönüllü ihracat sınırlamaları ve düzenli pazarlama anlaşmaları (sırasıyla, voluntary export restraints'
.
ve 'orderly marketing agreements'), tarife
ayrıntılı.bir şekilde ele alınacaktır.
dışı dış ticaret
21
engellerinin en önemlilerindendirve ileride
azaltmada isteksiz davranmakta ve diğer ülkelerle ikili görüşmeler yapmayı
tercih etmektedirler. 'Gönüllü ihracat sınırlamaları', ikili görüşmeler yoluyla
gerçekleştirilen bu tür ihracat sınırlamalarının en tipik örneğidir. ilkenin koşullu
olarak uygulanmasının, 'free rider' sorununu çözeceği ileri sürülmektedir.
3) Koşullu 'en çok kayırılan ülke' ilkesi lehinde ileri sürülen bir görüş de,
ABD'nin diğer ülkelerden daha açık bir ülke olduğu görüşüne dayandırılır
(Cline, 1983). Cline, diğer ülkeleri ABD ölçüsünde dışa açılmaya zorlamak
için seçici misilleme uygulaması önermektedir.
4) Aynı yönde diğer bir görüş, eksik rekabet koşulları altında işleyen dış
ticaret ilişkileri ile ilgilidir. Buna göre bir ülke, dış ticaret sınırlamalarında (veya
ihracat sübvansiyonlarında) seçici davranır ve farklı oranlar uygularsa,
uluslararası düzeyde tekel karlarını artırabilir veya tekel karlarındaki payını
yükseltebilir.
'En çok
kayırılan
nanların görüşlerini
ülke' ilkesinin koşulsuz bir şekilde
ise şöyle özetlemek mümkündür:
uygulanmasını
savu-
1) Söz konusu ilkenin 'koşullu' bir şekilde uygulanması, ikili ilişkilere
(bilateralizm) yolaçar ve uluslararası politik ilişkilerin bozulması sonucunu
doğurur. Bu ise, dünya kaynaklarının etkin dağılımını engelleyerek dünya gelir
düzeyinin ve büyüme hızının düşmesine neden olur. Çünkü ikili-ilişkiler genellikle, düşük maliyetli üreticiler yerine yüksek maliyetli ihracatçıların tercih edilmesi sonucunu doğrurur. Bu nedenle de ayırımcılık (discrimination), genellikle, amaçlanan sonuçların elde edilmesini engeller.
2) En çok kayırılan ülke ilkesinin koşullu bir şekilde uygulahmasının
kabulü, dış ticaret sınırlanması uygulamalarının artmasına yolaçarak GAD'1
sabote edecektir.
3) En çok kayırılan ülke ilkesinin koşullu bir şekilde uygulanması, sistemin
yönetimini zorlaştıracak, bürokrasiyi artıracak ve maliyetleri yükseltecektir.
2.2.2. KARŞılıKlılıK iLKESi
En çok kayırılan ülke ilkesi konusunda ileri sürülen görüşleri ana çizgileri
ile gözden geçirdikten sonra GAD'ln ikinci önemli ilkesi olan 'karşılıklılık'
(reciprocity) ilkesi üzerinde de bir kaç söz söylemek yararlı olacaktır. Ewelce
de kısaca değindiğimiz gibi gelişmekte olan ülkeler karşılıklılık (mütekabiliyet)
ilkesinden istisna edilmişlerdir. Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin, Uruguay
Dönemi öncesi GAD toplantılarına katılmada pek istekli olmamaları sonu-
22
cunu doğurmuştur.* Günümüzde ise durum bir hayli değişmiştir. Göreli
ekonomik gücü 2.savaş sonrası yıllara göre bir hayli azalmış bulunan ABD,
artık daha başarılı olan gelişmekte olan ülkeleri genel tercihler sisteminden
çıkarmakta ve bu ülkelerden tam karşılıklılık talep etmektedir. Gerçekten de,
son dönemlerde ABD'deki bazı politika yapımcıları ABD'de yeni bir karşılıklılık
kavramının geliştirilmesi ve ticaret yasasına konulması gerektiğini savunmakta ve bu yolla ABD'nin, pazarlarını ABD'ye ABD'nin pazarlarını onlara açtığı
oranda açmayan ülkelere karşı ticaret engellerini yükseltme hakkını elde
edeceğini ileri sürmektedirler.** 2.savaş sonrası dönemde dünya ticaretinin
liberalizasyonu yönünde atılan adımlarda karşılıklılık ilkesi, koruma oranlarında (düzeylerinde) yapılan değişikliklerin aynı olması gerektiği şeklinde
yorumlanmış ve geleneksel uygulama bu olmuştur. Dolayısıyla, ABD'nin
yaptığı gibi, iki ülkedeki koruma düzeylerinin aynı olması şeklindeki bir
karşılıklılık yorumu, geleneksel uygulamadan bir hayli farklı bir durumu simgelemektedir. Böyle bir uygulama, çok yanlı dış ticaret görüşmelerinin yerine
beraberinde ülkeler arasındaki ikili görüşmeleri getirebilir. Bu durumun da,
işleri son derece karmaşıklaştıracağı ve her bir ürün için her bir ülkeye karşı
farklı bir koruma oranı ile sonuçlanacağı açıktır. Sonuç, uluslararası ticari
ilişkilerde zaten var olan çarpıklıkların daha da artması olacaktır. ABD'li
iktisatçı Baldwin, ABD'nin yeni bir karşılıklılık kavramı uygulamaya koyacağına, GAlT madde XXIII'e başvurmasının daha doğru olacağını ve ABD bu
yola başvurmayıp yeni kavramı uygulama yolunu seçtiğinde, diğer ülkelerin
bu maddeye başvurarak ABD'yi güç durumda bırakabileceğini ileri sürmektedir (Baldwin, 1989, s.230). Baldwin'e göre, bu konuda yaratılacak bir ülkelerarası savaş, mevcut uluslararası ticaret sisteminin çöküşü anlamına gelebilir.
"
GAlT'ln yukarıda ana çizgilerini açıkladığımız iki temel ilkesi, GAlT üyesi
ülkelerin GAlT madde XIX'a başvurmakta neden pek istekli olmadıklarının bir
bakıma kaynağını oluşturmaktadır. Üye ülkeler bu maddeye başvurmaktan­
sa, GAD çerçevesi dışında alternatifler arama yolunu yeğlemişler ve ulusal
sanayilerini ve tarım sektörlerini korumak· amacıyla 'tarife dışı dış ticaret engelıerine başvurmuşlardır. Bu çalışmanın esas amacı da bu konunun çok
*
**
Bu konu, aşağıda "GATT ve AGÜ ler" alt bölümünde daha ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır.
R.E. Baldwin'e göre ABD'de GATT'a ilişkin mevcut hoşnutsuzluğun temel nedeni aslında ABD'nin
uyguladığı makroekonomik politikalardır. Bu politikalar güçlü bir ABD doları ile sonuçlanmış, bu
durumda ithalatla rekabet eden sektörleri ve ihracat sektörlerini rekabet etmekte güç durumda
bırakmıştır. Dolayısıyla çözüm, GATT maddelerinin değiştirilmesinde değil, ABD'deki makroekonomik politikaların değiştirilmesinde yatmaktadır.
23
yönlü incelenmesi ve
açıklığa kavuşturulmasıdır.
2.3. TARiFE iNDiRiMLERiNiN EKONOMiK ve POLiTiK MANTIGI
Çok yanlı dış ticaret görüşmelerinden önce gelişmiş ülkelerde ortalama
tarife oranları yaklaşık % 40'dl. Önemli tarife indirimlerinin gerçekleştirildiği
Tokyo Dönemi görüşmelerinde imalat sanayii ürünleri üzerindeki 'en çok
kayırılan ülke' tarifeleri 1/3 oranında indirilmiştir (Dillon, Kennedy ve Tokyo
Dönemi toplantılarının her birinde tarife oranları yaklaşık % 25'er oranında
azaltılmıştır). Bugün sanayileşmiş ülkelerde ortalama tarife oranları imalat
sanayii sektöründe yaklaşık % 5-6 civarındadır. indirimlerin daha büyük oranlarda olamamasının bir nedeni, görüşmelerin ürün bazında yapılmakta oluşu,
diğer nedeni ise ABD Kongresi'nin, Ticaret Anlaşmaları Yasasında gerçekleştirilen değişikliklerle çeşitli ve ciddi koruyucu araçlar geliştirmiş olmasıdır.
(Salvatore, 1987, s.228). Bu koruyucu araçlar, ileride 'ABD ve Yeni Korumacılık' bölümünde ele alınacaktır. Çok yönlü tarife indirimlerinin uluslararası
piyasaların entegrasyonu, kaynakların etkin dağılımı ve ölçek ekonomilerinden yararlanma etkilerini beraberinde getireceği umulmuştur.
Tarife indirme görüşmelerinin genellikle başarılı· bir şekilde yürütüldüğünü
ve bunlardan olumlu sonuçlar alındığını söyleyebiliriz. Burada, büyük ülkelerin dış ticaret hadlerini iyileştirmek için ekonomik güçlerini kötüye kullanmamış olmaları* ve uluslararası piyasalardaki eksik rekabet koşullarından
yararlanmak için kar-kaydırıcı tarifeler uygulama yoluna gitmemiş olmaları
ilginçtir. Yapılan bazı çalışmalar, belli koşullarda büyük ülkelerin tarife uygulayarak refahlarını artırabileceklerini gösterdiği halde büyük ülkelerin bu yola
başvurmamakta oluşu, 1930'Iarın kötü deneyimlerinden ders alınmış olunmasına bağlanabilir. (Baldwin, 1989, s.226).
GAn'ln tarife-indirme mekanizması ve 'himaye' (safeguards) kuralı,
GATT'ln ekonomik ve politik amaçları arasındaki ilişkiyi açıklar niteliktedir:
iktisat öğretisine göre, tek yanlı tarife indirimleri, birinci-en-iyi politikalar
çerçevesinde, ülkenin refahını arttırır. Karşılıklı tarife indirimleri de, aynı
şekilde, bu indirimleri gerçekleştiren tüm ülkelere yarar sağlar. Çok yan lı tarife
indirimleri sözkonusu olduğunda, ülke refahı - dünya refahı ayırımı önemini
kaybeder. Karşılıklılık tarife indirimlerinin ekonomik açıdan daha yararlı
olduğu şeklindekiekonomik savunmanın temeli şudur: karşılıklı tarife indirimleri, tek yanlı indirimlerle karşılaştırıldığında, toplam istihdam, ödemeler den" Bu konu evvelce
değindiğimiz
'optimum tarife'
kavramı
24
ile ilgilidir.
gesi Veya döviz kuçları gibi makro değişkenleri olumsuz yönde daha az etkiler. Burada, politik ve ekonomik hedefler arasında bir uyum vardır. Uluslararası politik gerginliğin azaltılması da bir 'kamu malı' olarak değerlendirilebilir.
Fakat bireyler, uluslararası politik istikrardan sağlayacakları yararların tam
bilincinde değildirler veya bunu önemsemezler ve buna ulaşmaya çalışmanın
maliyetlerini yüklenmekten kaçınırlar. Bu nedenle de, karşılıklı tarife indirimlerinden yarar sağlayacağı hemen hemen kesin olan bireylerin bile bu indirimler için aktif destek vermeleri olasılığı bir hayli düşüktür. Gümrük indirimlerinden olumsuz etkilenecek olan ithal ikameci endüstrilerin bu indirimlere şid­
detle tepkide bulunmaları olasılığı ise bir hayli yüksektir. Böyle bir tavır, indirimlerin gerçekleştirilmesini ve çok yönlü tarifeindirimlerinden beklenen
yararların elde edilmesini engelleyebilir. Bu nedenle GATT'ın çerçevesini
çizerler, bu olasılığa engelolmak amacıyla tarife indirimi görüşmelerinde
istisnalara olanak sağlamışlar ve GATT Madde XiX çerçevesinde, ewelce
gerçekleştirilen tarife indirimlerinden vazgeçmeye izin vermişlerdir. Bir diğer
deyişle, GATT'1 oluşturanlar, dış ticaretin uluslararası düzeyde liberalizasyonu
önündeki en büyük engeli, yani üreticilerin direncini, yumuşatmak amacıyla
bir 'hi.maye' (safeguards) kuralı koymuşlardır. Bu konu, hemen aşağıda ayrı
bir alt-başlık altında ayrıntısıyla ele alınmaktadır. Aşağıda çeşitli konuları bu
şekilde alt-başlıklar altında inceleyerek GATT'ln çeşitli yönlerini kavramaya
çalışacağız.
2.4. GATT'TA iSTiSNALAR (GATT ve çEşiTLi SEKTÖRLERiN
GÜVENCE ALTıNA ALINMASI)
Yukarıda,
ticarette Iiberalizasyonu kolaylaştırıcı ve miktar
sınırlamalarını yasaklayıcı bir dizi ilke getirdiğine ve GATT çerçevesinde
düzenlenen çeşitli uluslararası çok yanlı görüşmeler sayesinde özellikle sınai
mallar üzerindeki gümrük tarife oranlarının büyük oranlarda düşürüldüğüne
değinmiştik. Bu indirimlerin, toplam dünya refahının arttırılması ve uluslararası
arenadaki bazı politik gerginliklerin azaltılması yönünde yadsınamaz yararları
olmuştur. Bununla beraber, özellikle ithal ikameci sektörlerin bu indirimlerden
hiç olmazsa ilk aşamada olumsuz yönde etkileneceği ve bu sektörlerdeki
'üretici artıkları'nda (üretici rantlarında) bir azalmanın meydana geleceği de
açıktır. Dolayısıyla indirimlerden olumsuz etkilenecek olan bu sektörlerin indirimlere karşı aktif politik tavır almalarını beklemek pek şaşırtıcı olmayacaktır.
Bu ise, oluşturulan lobinin politik gücüne bağlı olarak indirimlerin gerçekleş­
tirilmesini engelleyebilir ve bu yolla sağlanabilecek refah artışlarından
GATT'ln
dış
25
vazgeçilmesi sonucunu doğurabilir. GATT'ın çerçevesini çizenler, sanırız bu
nedenle, tarife indirimi görüşmelerinde çeşitli istisnalara olanak tanımışlardır.
Bu istisnalar, ifadesini çeşitli GATT maddelerinde bulunmakta ve esas
itibariyle, evvelce gerçekleştirilen tarife indirimlerinden vazgeçme imkElnl
sağlamaktadır. GATT'ln , genel niteliklerine evvel ce değindiğimiz kurallarının
istisnalarını oluşturan bu maddeler 'GATT safeguard provisions' veya 'GATT
escape clauses' olarak bilinir. GATT'I oluşturanlar, dış ticaretin dünya·
genelinde liberalizasyonu önündeki en büyük engeli, yani çıkarları zedelenen
üreticilerin direncini yumuşatmak amacıyla bu maddeler çerçevesinde bir
'safeguards' (himaye) kuralı geliştirmişlerdir. Buna göre çıkarları zedelenen
ve indirimlerden zarar gören sektörler, 'belli koşulların gerçekleşmesi'
durumunda yeniden koruma önlemlerine başvurabilecekler, bir diğer deyişle,
GATT kurallarından "kaçabilecek" lerdir ('escape clauses').
Sözü edilen GATT Maddelerini bir liste halinde vermekte yarar
karşı
vardır.
Madde Vi
: Dampinge konu olan ithalata
Madde Xi
: Standartların veya tarımsal destekleme politikalarınin uygulanabilmesi
önlem almaya izin verir.
amacıyla ithalatın sınırlandırılmasına
olanak
sağlar.
Madde XII
: Sanayi ülkelerinde ödemeler bilançosunun dengeye getirilmesi
amacıyla
miktar
sınırlaması uygulanmasına
olanak
sağlar.
Madde XVI: (ve Madde VI): Üretim veya ihracat sübvansiyonlarından yaolan ithal mallarına
kullanılmasına izin verir.
rar
Madde XViii :
görmüş
Kalkınmakta
karşı denkleştirici
olan ülkelerde ekonomik
kalkınma
meler dengesi sorunları nedeniyle ticaretin
sine olanak sağlar.
Madde XIX
veya öde-
sınırlanabilme­
: Belli bir ürünün ithalatında ani yükselmelere karşı acilen
koruma önlemleri uygulanabilmesine olanak
Madde XXi
vergiler
sağlar.
: Önemli ulusal güvenlik çıkarlarının korunabilmesi için önlem
alınmasına
olanak
sağlar.
Madde XXIV : Belli koşulların yerine gelmesi durumunda gümrük birliklerinin veya serbest ticaret bölgelerinin oluşturulmasına imkan sağlar.
26
Madde XXV : istisnai bazı durumlarda GATT kurallarından feragat etme-
ye olanak tanır.
Madde XXViii: Üye ülkelerin bir tarife 'bağı'nı devamlı bir surette kaldırma­
sına
imkan
sağlar. *
Üzerinde en çok tartışılan ve bu çalışmanın bütünü açısından esas önemli
olan GATT maddesi Madde XIX'dur. Bu madde ulusal sanayinin 'acil' durumlardan korunmasını sağlamak amacıyla ithalatın sınırlandırılmasını 'mazur'
görmektedir. Bu maddenin amacı, yurtiçinde ithalatı ikame eden sanayilerin,
ithalatın aniden yükselmesi sonucu 'ciddi şekilde zarar' veya 'ciddi şekilde
zarar tehlikesi' ile karşı karşıya kalması durumunda, ithal edilen mal üzerine
miktar sınırlaması uygulanabilmesini sağlamaktadır. Bu maddeye göre, bir
ulusal sanayinin korunma oranı, artan ithalatın bu sanayiye 'ciddi' zarar vermesi veya bu sanayiyi 'ciddi' bir zararla tehdit etmesi durumunda artırıla­
bilecektir (ABD ticaret yasası da aynı ilkeleri benimsemiştir). Bu uygulamadan
umulan yarar, serbest piyasa güçlerinden kaynaklanan ithalat artışının yolaçtığı önemli zararları karşılamaya yardımcı olmaktır. ithalat vergilerinin artırıl­
masına bu nedenle ve geçici bir süre için izin verilir.
önlemin geçici olması ilkesi önemlidir. Dış ticaret kuraldaha çok işçiler dahil üreticiler etkilendiği ve bunlar bu değişiklikler nedeniyle önemli gelir kayıplarına uğrama tehlikesi ile karşılaşabilecekleri için, GATT kuralları daha çok üreticilere eğilimli bir yaklaşımdadır ve bu durumu bir bakıma haklı görmek mümkündür. Bununla beraber üreticilere verilecek destek yalnızca geçici bir nitelik arzeder ve uygulanması yalnızca önemli derecede bir zarar varsa söz konusu olacaktır. "Ayrıca,
idealolanı, yapılacak yardımın, optimum üretim ve değişim ilişkilerini çarpıt­
mayacak bir üslupta verilmesine gayret edilmesidir. GATT'ln mevcut himaye
önlemleri (safeguard provisions) (GATT Madde XIX), bu ilkenin kullanılmasına
bir örnek teşkil etmektedir" (Baldwin, 1989, s.146).
Burada,
alınacak
larındaki değişikliklerden
Yukarıda sözü edilen ilkenin, ithalat için değil de bir ülkenin ihracatla
rekabet eden (export competing) sektörlerine uygulanması ise şu anlama
gelecektir. "Serbest piyasa koşullarına veya dış dünyadaki mikro iktisadi
öğelere bağlı olarak bu sektörlerde meydana gelen ani ihracat kayıplarından
kaynaklanan ciddi hasarlar oluşması durumunda, geçici ihracat sübvansiyonlarına izni vermek sözkonusu olabilir... Ürünleri üzerine yabancı
* Bu maddelerden XiX, Xii ve XViii
(Tan, 1989) da
27
ayrıntılı
bir
şekilde
incelenmektedir.
ülkelerde dolayı! vergiler konulması (veya mevcut vergilerin artırılması) veya
yine dışarda bu ürünlerin benzerlerine verilen üretim sübvansiyonlarının
artırılması sonucu zarar gören bir ihracat sektörüne geçici nitelikte telafi edici
ihracat sübvansiyonlarının verilmesi savunulabilir." (Baldwin, 1989, s.147).
GATI kuralları "himaye" (safeguard) önlemlerine başvurulmasını, yukarıda
belirtildiği gibi, yalnızca ciddi zararların sözkonusu olması durumlarında
mümkün kılar ve bu uygulamanın geçici bir süre için geçerli olacağı hükmünü
getirir. (Bunların yanında ayrıca uygulamadan olumsuz etkilenecek yabancı
ihracatçılara önceden haber verilmesi zorunluğu da vardır ve bu ihracatçıların
yitirecekleri hasılatlar için tazmin edilmeleri de öngörülmektedir. Himaye
önlemini alan ülke ile, bundan etkilenen ülke veya ülkelerin, alınan önlemin
şekli veya verilecek tazminatın miktarı konusunda anlaşamamaları durumunda GATI, sözkonusu diğer ülkenin (ülkelerin), himayeyi uygulayan ülkeye
sağladıkları benzer değerdeki ödünlerden vazgeçebilmesine olanak tanı­
maktadır.
GATI'ln temel ilkelerinden birinin 'ayırım gözetmeme' (nondiscrimination)
ilkesi olduğunu ewelce belirtmiştik. GATI Madde XiX, himaye (safeguard)
önlemlerinin ayırırncı olmamaları gerektiğini açık bir şekilde ifade etmez. Buna
karşın GATI'm ruhu ve lafzı (örneğin GATI Madde I), himaye önlemlerinin
ayırım gözetmeyici olmasını gerektirir yöndedir. GATI Madde XiX, yükümlülüklerin belli bir ürünle ilgili olarak askıya alınabilmesine izin verir, fakat
bunun belli bir ülkeye yönelik olarak uygulanması sözkonusu değildir. Bir
diğer deyişle, bu madde, üründe seçiciliğe izin verirken ülkeler arasında seçiciliğe izin vermez. Ayırım gözetici (discriminatory) himaye önlemleri, GATI
maddelerinin hem ruhu hem de lafzı ile çelişkiye düşer. GATI Madde I, ayırım
gözetici sınır önlemlerini, Madde Xl'de ayırım gözetici miktar sınır~amalarını
yasaklar. Gerçekten GATI, ayırım gözetmeme konusunda çok az sayıda is- .
tisnaya izin verir. Bu istisnalar, Madde XXIV'de yer alan gümrük birlikleri,
Madde VI'da yeralan antidamping kohusu ve telafi edici vergiler (countervailing duties) konusudur (Nicolaides, 1990, s.18).
GATI Madde XIX'un ifade tarzı son derecede müphemdir. Bu durum,
GATI üyelerinin himaye (safeguard) önlemlerini uygulamada çok farklılıklar
göstermesi ile sonuçlanmış, her ülke maddeyi dilediğince yorumlamıştır.
Bunun bir sonucu olarak da şu durumlar söz konusu olmuştur:
1) Geniş kabul görmüş bir "zarar" (hasar) (injury) tanımı yoktur. Yurtiçi
üretime kıyasla artış gösteren her türlü ithalat artışı, uygulamada sınırlama
28
girişimlerine
neden
gösterilmiştir.
2) ithalat artışı nedeniyle meydana geldiği ileri sürülen hasarın, önceden
kestirilemeyen koşulların ve yerine getirilen yükümlülüklerin (yani, ewelce
gerçekleştirilen dış ticaret engeli indirimlerinin) bir sonucu olarak ortaya
çıkmış olması zorunluluğu şeklindeki GAD ifadeleri, genelolarak gözardı
edilmektedir. 'Safeguard'lar yoluyla korumanın esas amacı, olumsuz etkilenen ulusal sanayinin rekabet gücünü yeniden kazanmasını sağlamak üzere,.
bu sanayilere yeniden-yapılanma ve rasyonalizasyon olanağını sağlamaktır.
Fakat uygulamada görülen, çoğu sanayileşmiş ülkenin, çelik ve tekstil kotalarında olduğu gibi, geçici olarak uygulamaya koydukları önlemleri, dış ticaret
politikalarının sürekli bir öğesi durumuna getirmeleridir.
3) Alınan himaye önlemlerinin, ilgili ülkelere (yani uygulamadan olumsuz
etkilenmesi sözkonusu olan ülkelere) önceden bildirilmesi olayı pek yaygın
değildir. Hele tazminat verilmesi, çok daha ender rastlanan bir uygulamadır.
1950-1986 arasında Madde XiX ile ilgili yalnızca 132 resmi bildirim olmuş, aynı
dönemde yalnızca 31 olayda tazminat verilmiştir (Nicolaides, 1990, s.19).
4) GAD Madde I'e rağmen çoğu 'himaye' önemi, seçici bir şekilde belli
ülkelere yöneltilmiştir. Ayrıca, alınan çoğu önlem, esas olarak miktar kısıtla­
maları şeklinde olmuştur, ki bu da Madde Xi 'e göre yasaktır.
Bu durumlar gözönüne alınarak, özetle şunu söylemek mümkündür: Eğer
tüm himaye önlemleri (safeguard provisions) uluslararası düzeyde bir disiplin
altına alınmak isteniyorsa, bunun yolu, hem Madde XIX'u hem de ihracat
sınırlamasına ilişkin Madde Xi ve Madde XIII'Ü değiştirmekten geçmektedir
diyebiliriz (Nicolaides, 1990, s.23).
Aşağıdaki
lerin
tablo,
sayısının yıllar
ithalatı sınırlamak amacıyla, bazı
içinde
ülkelerin aldığı önlemkonusunda bir fikir vermektedir.
nasıl arttığı
Yıllar ve Alınan Önlem Sayısı
Ülke
1971
1972
1973
1974
1975
1976
1977
ABD
6
18
12
9
5
26
16
AET
5
9
6
4
23
13
41
Kanada
5
4
7
8
17
22
35
16
31
25
21
45
61 .
92
TOPLAM
Tablo 1 : ithalatı sınırlamak amacıyla 'escape clause'lara başvurulma sayıları: 1971 - 1977.
Kaynak, (Greenaway, 1986, s.161).
29
2.5. GATT ve AZ GELişMiş ÜLKELER (AGÜ'LER)
GATT, (görünüşte) kalkınmakta olan ülkeler için özel ve farklı bir muamele
görme kuralını getirmiştir. Diğer bir deyişle, AGÜ'lerin GATT çerçevesinde
özel ve nispeten ayrıcalıklı bir konumları vardır. GATT kuralları 1965 yılında
gelişmekte olan ülkelere ticari ilişkilerde tercihli işlem görme olanağı sağ­
layacak şekilde genişletilmiş ve bu ülkelere, kendi gümrük vergilerini indirmeden gelişmiş ülkelerin gerçekleştirdiği tarife indirimlerinden (en çok
kayırılan ülke ilkesi çerçevesinde ve otomatikman) yararlanma olanağı
sağlanmıştır. Dolayısıyla bu ülkeler 'mütekabiliyet' (karşılıklılık) üykesini uygulamak zorunda bırakılmamışlardır.* Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin,
Uruguay Dönemi öncesi GATT toplantılarına pek fazla ilgi göstermemeleri gibi
bir sonuç doğurmuştur. Bu ilgisizliğin diğer nedenleri de kısaca şöyle özetlenebilir: -Gelişmekte olan ülkeler açısından önem taşıyan bazı tarımsal ihraç
ürünlerinin GATT çerçevesi ve görüşmeleri dışında bırakılmış olması. (Bu
konuya aşağıda 'GATT ve Tarım' kısmında ayrıca değinilecektir).
- Bu ülkeler, ayrıca, Genel Tercihler Sistemi (GSP) ve GATT Madde XViii
(B) ve XViii (C) nedeniyle de özel ve ayrıcalıklı muamele görme hakkına sahiptirler.** GATT'ın 1955 yılında eklenen XViii maddesinin 2.bendi, kalkınmakta
olan ülkelerin "ithalatı etkileyen koruyucu veya diğer önlemleri" almalarının
gerekli olabileceğini kabul etmektedir. Aynı maddenin 3. bendi ise "belli
sanayilerin kurulmasını sağlamak ve geliştirmek için gerekli olan devlet
yardımının verilmesi"ne imkan tanımaktadır. Ayrıca, 1965 yılında eklenen
XXXVi. madde, "anlaşmayı imzalamış olan AGÜ'lerin ihracat gelirlerinin hızlı
ve sürekli gelişiminin sağlanması gereği" ni kabul etmektedir. (madde
XXXVI:2). Madde XXXVII:3'de "anlaşmayı imzalamış bulunan gelişmiş ülkelerin, anlaşmayı imzalamış bulunan AGÜ'lerin ticari çıkarları konusunda özel
bir ilgi" göstereceklerini ifade etmektedir. GATT Sekretaryasının bir notunda*** ifade edildiğine göre, telafi edici vergiler, belli sorunların çözülmesi
amacıyla kullanılmasına izin verilen ve yukarıda değinilen Madde XXXVii: 3
de ifadesini bulan önlemlerden bir tanesidir.
GATT'ın yukarıda değinilen
maddeleri,
geçmişte, gelişmiş
ve
gelişmekte
* ABD'nin son dönemlerde 'başarılı' olan
çıkarmakta olduğunu
gelişmekte olan ülkeleri, genel tercihler sisteminden (GSP)
ve bu ülkelerden 'tam mütekabiliyet' talep ettiğini burada hatırlatmakta yarar
vardır.
** GATT Madde XViii (B), ödemeler bilançosu güçlükleri ile, XViii (C) ise yavru sanayi tezi çerçevesinde
ulusal sanayinin ithalata
karşı korunması
ile ilgili maddelerdir.
*** Incentives to Industrial Exports from Developing Countries,
paragraf7).
30
(COM/TD/72, Mart 17,1970,
olan ülkelerin GA1Ta ilişkin yükümlülüklerinde bir asimetri oluşmasına yol
açmıştır. Geçmişte (yani Uruguay Dönemi öncesinde), gelişmekte olan
ülkelerin, özellikle özel ve ayırım gözetici muamele görme konularındaki
müşterek çıkarları nedeniyle, ticaret görüşme ve pazarlıklarında, birlikte
hareket ettikleri görülmektedir. Günümüzde ise gelişmekte olan ülkelerin dış
ticaret konusundaki çıkarlarının, artık eski günlerdeki gibi çakıştığını söylemek mümkün değildir. Günümüzde Kuzey-Güney bölünmesi, bazı sanayileşmiş ülkelerin bazı gelişmekte olan ülkelerle çıkar birliği içinde davranmalarına ve belli konu ve sektörlerle ilgili koalisyonlar oluşturmalarına yolaçabilmektedir. Tarımsal ürün ihracatçısı (gelişmiş ve az gelişmiş) ülkelerce
oluşturulan Cairns Grubu, bu durumun en tipik örneği olarak zikredilebilir.
GATT Madde XVIA, birincil ürünler dışındaki ürünlere ihracat sübvansiyonu verilmesini yasaklamaktadır. Kalkınmakta olan ülkeler GATT'ln bu
maddesine katılmamışlardır. Ayrıca GATT sübvansiyonlar Kodu'nun 14.maddesi şöyle demektedir:
"Anlaşmayı
imzalayan ülkeler, sübvansiyonların, kalkınmakta olan ülkelerin kalkınma politikalarının entegre bir parçası olduğunu kabul ederler"
(Madde 14:1).
"Dolayısıyla,
bu anlaşma, anlaşmayı imzalayan kalkınmakta olan ülkelerin
(ihracat sektöründekiler dahil) sanayilerine yardımcı olacak önlem ve
politikaları benimsemelerini engellemeyecektir. (14.2).
Aynı
zamanda "anlaşmayı imzalamış bulunan kalkınmakta olan ülkeler,
sınai ürünlere verilen ihracat sübvansiyonlarının, anlaşmayı imzalayan diğer
ülkelerin ticaretierini veya üretimlerini ciddi bir şekilde olumsuz etkiiemesine
yolaçacak tarzda kullanmayacaklarını kabul ederler" (14:3).
Bununla beraber "anlaşmayı imzalamış bulunan kalkınmakta olan ülkeler
verilen ihracat sübvansiyonlarının, anlaşmayı imzalamış bulunan
bir diğer ülkenin ticaret veya üretimine, bu anlaşmada tanımlandığı şekliyle,
olumsuz etkilerle sonuçlanacağı şeklinde bir ön varsayım sözkonusu
olmayacaktır. Bu tür olumsuz etkiler, anlaşmayı imzalamış bulunan diğer
ülkelerin ticaret ve üretimleri üzerindeki etkilerin iktisadi açıdan incelenmesi
yoluyla elde edilen pozitif kanıtlarla gösterilecektir" (14:4).
tarafından
Bu maddelerin, kalkınmakta olan ülkeler için özel ve farklı bir muamele
görme kuralını getiren GATT ilkeleri ile uyum içinde olduğunu söyleyebiliriz.
Uruguay Dönemi toplantıları, 43 yıııık geçmişe sahip olan örgütçe düzenlenen 8. toplantıdır. Görüşmelerin temel amacı, üye ülkelerin yaptığı ihracat
31
ve ithalat üzerindeki vergileri ve sınırlamaları kaldırmak ve böylece üreticilerin
mal ve hizmetlerini diğer ülkelerde eşit koşullarda pazarlayabilmesini sağla­
maktır. Dört yılı aşkın bir süredir devam eden görüşmelerde gelişmiş ülkelerle
gelişmekte olan ülkeler arasında özellikle tarımsal ürünler, tekstil ve hizmetler sektörü konularında şiddetli görüş ayrılıkları olmuştur. Tarım, en önemli
anlaşmazlık konusudur (Bilindiği gibi hemen tüm sanayileşmiş ülkeler
tarımsal ürünlerini devlet eliyle desteklemekte, tarımsal ürün ithalatıarını ise
sınırlamaktadırlar). Görüşmelerdeki bir anlaşmazlık konusu daödemeler dengesine ilişkindir. ABD ve AT, gelişmekte olan ülkelerin önemli ödeme güçlükleri olması durumunda GATT kurallarını askıya almasına olanak tanıyan
maddenin kaldırılmasını istemektedirler.
AGÜ'ler açısından bir diğer kaygı kaynağı da, AT ve ABD-Kanada Serbest
Ticaret Anlaşması türündeki bölgesel ticaret bloklarının oluşturulması
olmuştur. AGÜ'ler, bu tür bloklarınkorumacı eğilimlerin artmasına yolaçarak
AGÜ'lerin dışlanmasına yolaçacağı endişesini taşımaktadırlar. Gerginliğin
artmasına neden olan bir diğer etmen, gelişmiş ülkeleri, hizmetler sektörünün
ve fikri mülkiyet haklarının (intell9'Ctual property rights) korunmasını GATT
ger çevesi altına dahil etmek istemeleri olmuştur. Gelişmiş ülkeler, patent
haklarını korumak üzere GATT'ln tek bir rejim yaratmasını ve bu yolla
Kuzey'de yaratılan teknolojilerin "çalınması" nedeniyle kaybedilen dolarların
geri geterilmesinin güvence altına alınmasını istemektedirler. AGÜ'lerise,
böyle bir tutumun kendilerini Kuzeye daha çok bağımlı kılacağını ve ulusal
teknolojilerini geliştirmeleri önünde bir engelolacağını ileri sürmekte ve
endişelerini dile getirmektedirler (Chatterjee, 1990).
Gelişmiş
ülkeler, ayrıca, yabancı sermaye üzerindeki sınırlamaların kaldırı­
larak 3. Dünya pazarlarının yabancı sermaye girişine iyice açılmasını da istemektedirler. Bu ülkeler, yabancıların AGÜ'lerde önemli bazı sanayilerde
mülk edinmesi üzerine getirilen sınırlamaları, serbest ticaret önünde ciddi bir
engelolarak görmekte ve bu yasaların liberalleştirilmesini istemektedirler. Bu
konunun Türkiye açısından da önem taşıdığı açıktır.
Özetle söylemek gerekirse, Uruguay görüşmelerinde gelişmiş ülkelerin
çıkarlarını savunmada genellikle birlikte hareket edebildikleri gözlenirken,
gelişmekte olan ülkelerin deneyimsizlikleri nedeniyle bu konuda pekbaşarılı
olamadıkları görülmektedir.
Son olarak, gelişmekte olan ülkelerin çıkarları açısından önemli olabilecek
bir diğer noktaya da değinmekte yarar vardır: GATT maddeleri arasında,
32
verilen sübvansiyonların ithalatçı ülkeler veya diğer
ihracatçı ülkeler üzerinde yaratabileceği olumsuz etkileri telafi etme olanağını
sağlayan bir madde yoktur. Halbuki, sözkonusu sübvansiyonların, sübvanse
edilen malı ihraç eden diğer ülkelerin ihracattaki rekabet güçleri üzerinde
yaratabileceği olumsuz etkiler, doğrudan ihracatın sübvanse edilmesi durumunda sözkonusu olabilecek olumsuz etkiler kadar büyük olat;>ilir. GATT,
ihracatın sübvanse edilmesini yasaklarken ve böyle bir durum karşısında telafi
edici vergi uygulama olanağını tanırken, ihracata konu olan malların üretim
aşamasında sübvanse edilmesini yasakl~mamakta ve telafi edici önlemlere
başvurma olanağı sağlamamaktadır. Bu durum, (üretimi sübvanse eden
ülkelere dış pazarlarda bir rekabet üstünlüğü sağlayıp) gelişmekte olan
ülkelerin ihracatta rekabet üstünlüklerinin azaltılması sonucunu doğurarak,
ihracat gelirlerinin azalmasına yol açabilir. ihcacatın sübvanse edilmesi
durumunda ithalatçı ülkelere telafi edici vergi uy"gulama olanağı tanımanın
buradaki karşıtı, (bir ülkede) sübvanse edilmesi sözkonusu olan malı ihraç
eden diğer ülkelere, ihracatları üzerine, söz konusu üretim sübvansiyonunu
telafi edecek oranda bir sübvansiyon verme olanağı sağlamaktadır. GATT,
şu anda buna olanak tanımamaktadır. Bu tür bir telafi edici önleme i~in verilmemesinin ardında yatan mantık, GATT'ın üreticiler lehindeki genel tutumunun bir uzantısıdır; denilebilir.
üretim
aşamasında
Özetle söylemek gerekirse, GATT, ithalatın hızla artması nedeniyle ulusal
üreticilerin karşılaşacağı ciddi zararları telafi edici önlemler almaya olanak
tanırken, üretimin sübvanse edilmesinin başka ülkelerin ihracat pazarlarının
kaybına yolaçması olasılığına karşı telafi edici önlemler almaya olanak
tanımamaktadır. Bu durum da, gelişmekte olan ülkeler açısından bir haksız
rekabet ortamı yaratabilir ve ihracat pazar paylarının ve gelirlerinin azalması
sonucunu doğurabilir.
2.6. GAIT, SÜBVANSiYONLAR ~e VERGiLER
iktisatçılar, üretim ve tüketimde söz konusu olabilecek dışsallıkların yolpiyasa aksaklıklarını ortadan kaldırmak amacıyla üretim ve tüketim
sübvansiyonlarının (veya vergilerinin) kullanılmasını birinci-en-iyi politika
araçları olarak önerirler. Bunun yanında, ayrıca, Paul Krugman'ın 1983 yılında
işaret ettiği gibi (Krugman, 1983), araştırma-geliştirme yoğun ve teknololik
olarak gelişmeye yatkın olan sanayilerin devletçe desteklenmesi de iktisadi
açıdan savunulabilir. Çünkü, bu sektörlerde bilgiye yapılan yatırım, diğer
sektörler için de yararlı bilgilerin yaratılmasına yolaçarak (dışsal ekonomiler
açtığı
33
ve toplumsal refah ın artırılmasına katkıda
bulunacaktır. Dolayısıyla, bu tür sübvansiyonlar söz konusu olduğunda diğer
ülkelerin yapması gereken şey, bu tür sübvansiyonlara karşı telafi edici vergi
uygulamak değil, araştırma-geliştirmeye yönelik bu tür sübvansiyonların
kendi araştırma-geliştirme yoğun sanayileri için de yararlı sonuçlar doğurup
doğurmadığını araştırmak ve bu sübvansiyonların kendi araştırma-geliştirme
sektörleri için de uygun olup olmadığını irdelemektir, diyebiliriz.
yol6yla) maliyetlerin
düşürülmesine
GATT'ln sübvansiyonlara yaklaşımına gelince: GATT Madde XVi, birincil
ürünler dışındaki ürünler .üzerindeki ihracat sübvansiyonlarını yasaklamakta
ve belirli bir tarihten başlayarak derhal kaldırılacağını ifade etmekte (Madde
XVI:4,), ithalat ve ihracat üzerindeki vergilerin ise yalnızca aşamalı olarak
azaıtılacağı hükmünü getirmektedir. 1930'larda ülkelerin ihracatlarını yoğun
bir şekilde sübvanse etmiş olmaları ve bir devalüasyon savaşına girmeleri*,
GATT'1 kuranları, ihracat sübvansiyonlarının uluslararası gerilimi artırdığı
konusunda ikna etmeye yetmiş ve kaldırılmaları gerektiğine inandırmıştır.
Ayrıca, ithalat yapan ülkedeki tüketiciler, diğer ülkelerin uyguladığı ihracat
sübvansiyonlarından olumlu etkilendikleri halde, ithalatçı ülkelerdeki üreticiler
ucuz ithalattan genellikle olumsuz etkilendikleri için ve bunların politik baskı
gücü daha fazla olduğundan, sonuç genellikle ithalatın sınırlandırılması şek­
linde olmakta ve GATT da buna olanak sağlamaktadır.
GATT maddeleri içinde ithalat sübvansiyonları konusuna ise hiç değinil­
memektedir. ithalat sübvansiyonları, bazı koşullarda devletin bazı temel
malları satın alıp sonra bunları tüketicilere daha ucuz bir fiyattan satması
durumunda yani dolaylı bir şekilde sözkonusu olmaktadır. ithalatı ikame eden
malları üreten üreticilerin yurtiçindeki politik gücü ne kadar büyükse, bu tür
sübvansiyonların düşük olması olasılığı o kadar yüksek olacaktır. ithalat
sübvansiyonları, yabancı üreticilerin gelirini artıracağı için, uluslararası düzeyde bir politik sorun yaratma olasılığı bir hayli düşük olan bir ticaret-çarpıtıcı
uygulamadır. GATT'ln, ithalat sübvansiyonlarını ele almamasının nedeni
budur, diyebiliriz. Bir diğer deyişle, GATT'ln, uluslararası düzeyde politik gerginlik ve güçlük çıkarabilecek konulara daha fazla ağırlık verdiğini söylemek
mümkündür (Baldwin, 1989, s.143).
GATT'ln, yabancı rekabetin artması nedeniyle ulusal gelirde bir azalma
meydana gelmesi durumunda, zarar gören sektörün ithalatla rekabet eden
sektör olması durumunun, ihracat sektörü olması durumundan daha fazla
* Bu
devalüasyonların
etkisi. genel bir ihracat sübvansiyonu ve tüm ithalat üzerine konan genel bir
tarife gibidir.
34
tepkiye yolaçacağı kanısında olduğIJnu söyleyebiliriz. Bu nedenle GAn, sübvanse edilen yabancı ihracata karşı, ithalatı yapan ülkeye (bu ithalatın ulusal
sanayiye maddi bir zarar vermesi veya maddi bir zararla tehdit etmesi koşu­
luna bağlı olarak) bu ithalat üzerine telafi edici vergi koyma hakkını vermektedir. Yabancıların verdiği sübvansiyondan bir ihracat sektörünün zarar görmesi durumunda ise* olumsuz etkilenen ülke, GAn kurallarına göre yalnızca
ve eğer GAn Sübvansiyon Komitesi tarafından yetkilendirilirse, karşı önlem
alabilmektedir.
GAn'ın; bir ülkenin başka birülkece verilen bir yurtiçi sübvansiyona karşı
GAn çerçevesinde sahip olduğu karşı önlem alma hakkına yaklaşımı biraz
daha farklıdır: Yurt içinde verilen bir. sübvansiyonun, o ülkenin ihracatını
artırması ve böylece başka bir ülkenin ithalatla rekabet eden sektörüne maddi
zarar vermesi durumunda, diğer ülke söz konusu sübvansiyon oranında bir
telafi edici vergi koyma hakkına sahiptir. Burada amaç, yurtiçinde verilen
sübvansiyona engelolmaktan ziyade, sözkonusu sanayideki maddi hasan
ortadan kaldırmak gibi gözükmektedir (Baldwin, 1989, s.226). Daha önce de
işaret edildiği gibi, yurtiçinde verilen sübvansiyonun, diğer ülkelerden yapılan
ithalatın azalmasına neden olması durumunda ise, diğer ülkelerin tek taraflı
bir tepkide bulunmasına izin verilmemektedir. Bununla beraber, sübvansiyon
veren ülkenin, bu sübvansiyondan zarar görebileceğine inanılan ülkeyle bilgi
alışverişinde bulunması gerekmektedir. Karşılıklı olarak kabul edilebilir bir
çözüme ulaşılamaması durumunda ise GAn Sübvansiyonlar Komitesi bir uzmanlar kurulu oluşturarak durumun değerlendirilmesini sağlayabilir. Buradan
elde edilecek sonuca göre de Komite "uygun görülen karşı önlemlerin
alınmasına" yetki verebilir.
GAn çerçevesinde bugüne kadar yapılan çok yanlı görüşmelerde
gelişmiş ülkeler ile AGÜ'ler arasında özellikle tarımsal ürünler, dokuma
(tekstil) ve hizmetler sektörü konularında ciddi görüş ayrılıkları oluşmuştur.
Tarım en önemli anlaşmazlık konusudur. Hemen hemen tüm gelişmiş
ülkelerin tarım sektörlerini devlet eliyle destekledikleri bilinen bir gerçektir.
Örneğin Japonya pirinç üreticilerini o derecede desteklemektedir ki, bunun
sonucunda tüketiciler pirinci dünya fiyatlarının 8 misline varan bir fiyatla
tüketmek durumunda kalmaktadırlar (Chatterjee. 1990). Diğer bazı gelişmiş
ülkelerin destekleme politikaları sonucu önemli miktarlarda hububat stokları
yapma durumunda kaldıkları ve zaman zaman bunları imha yoluna gittikleri
de bilinen bir gerçektir.
* Bu olasılığa yukarıda AGÜ'lerle ilgili bölümün sonunda değinilmişti.
35
ABD ve AT arasında tarım kesimine sağlanan sübvansiyonlar konusunda
önemli görüş ayrılıkları vardır. ATda çiftçilerin önemli bir politik gücü vardır
ve bu nedenle AT, tarımsal sübvansiyonlar, ithalat sınırlamaları ve ihracat
sübvansiyonları konularında hiçbir ödün vermemekte direnmektedir. Bu
tarımsal sübvansiyonlar büyük bir pazar olan ATyi diğer ülkelerin ihracatına
kapatmakta ve bu nedenle de ATa haksız bir rekabet avantajı sağlamaktadır.
(ABD ve AGÜ'ler bu iddiadadıriar.) Gelişmiş ülkelerin, bu engellerin indirilmesi
konusunda bir ilke anlaşmasına varmış olmalarına rağmen, bunların kaldırıl­
masının yöntem ve zaman konusunda Uruguay Dönemi toplantılarında da
henüz bir anlaşmaya varamamış olmaları üzüntü vericidir. Bu tür sübvaqsiyon
ve engellerin indirilmesi durumunda kalkınmakta olan ülkelerin dünya
pazarlarında 60 milyarlık daha fazla tarımsal ürün satabileceği hesaplanmaktadır (Chatterjee, 1990.) Bazı uzmanlar, Bangladeş, Hindistan ve Endonezya gibi bazı Asya ülkelerinin bu indirimlerden ençok yarar sağlayabile­
ceğini, Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin net ihracatlarının ise azalacağını ileri
sürmektedirler. Avustralya ve Kanada gibi bazı gelişmiş tarımsal ürün
ihracatçısı ülkelerin de bu iı:ıdirimlerden yarar sağlayacağı umulmaktadır.
Avustralyalı şeker üreticileri de ABD sübvansiyonlarının kendilerine yılda vergi
ve kaybedilen iş olarak 94 milyona malolduğunu ileri sürmektedirler (Chatterjee, 1990).
ticaretin "adil ticaret" (fair trade) kurallarına göre
işleyişini güvence altına alma çabasındadır. ABD ise adil ticaretin tanımı
konusunda GATT ile uyuşmazlık içindedir. ABD'nin adillik (fairness) anlayışı
diğer ülkelerinkinden bir hayli farklıdır. Bu farklılık, sübvansiyonlar konusunda da kendini göstermektedir. Örneğin AT ülkeleri, dış pazarlarda pay
kaybeden ihracat sektörlerinin paylarının azalması karşısında* bu ihracat
sektörlerine sübvansiyon sağlamayı adil bulmakta ve sözkonusu edilen uyum
güçlüğünün ithalat sınırlamaları ile karşılanamıyacağına inanmaktadırlar.
(Anımsanacağı gibi, GATT'a göre çözüm, güçlüğe giren sektörlerin uyum
sağlamasına olanak sağlayacağına inanılan ithalat sınırlamalarından geçmektedir). AT ülkeleri, ithalat sınırlamalarının, ihracat sektörlerine yardımın
etkin bir yolu olduğu inancında değildirler.
GATT,
uluslararası
Ayrıca,
ABD dışındaki gelişmiş ülkelerin çoğu, yavru sanayi (infant industry) tezi çerçevesinde, yüksek teknoloji sektörlerine (yalnızca tarifeler ve
diğer ithalat sınırlamaları yoluyla değil, aynı zamanda düşük faizi i sermaye
* Bu pay
kaybında, diğer
ülkelerin, özellikle Japon'ların,
vardır.
36
geliştirdiği
modern
sınai
kapasitelerin etkisi
sağlanması
da) devlet yardımı verilmesini haklı bulmaktadır. Bu
ülkeler ayrıca, ABD'de sanayi sektörünün, devlet destekli muazzam savunma ve uzayaraştırması harcamalarından büyük teknolojik yararlar sağladığı
gerçeğine de işaret etmektedirler.
vs.
yollarıyla
ABD ~ışındaki diğer gelişmiş ülkeler, devlet sübvansiyonlarını h~klı gösterirken, GAlT Sübvansiyon Kodu'ndaki şu tür ifadelerden destek almaktadırlar: "Anlaşmayı imzalamış bulunan ülkeler, ihracat sübvansiyonları dışın­
daki sübvansiyonların, sosyal ve ekonomik politika hedeflerini geliştirmesinin
önemli araçları olarak kullanıldığını ve anlaşmayı imzalayan diğer ülkelerin bu
tür sübvansiyonları, arzu edilebilir olarak kabul ettikleri önemli iktisat politikası
hedeflerine ulaşabilmeyi gerçekleştirebilme haklarını sınırlama amacını
gütmediğini kabul ederler". Amerikalılar ise, kendi ulusal çikarları açısından,
Sübvansiyon Kodu'nun bir başka bölümünün ifadesine sarılmaktadır. Buna
göre, "anlaşmayı imzalamış bulunan ülkeler, anlaşmayı imzalamış bir başka
ülkenin ulusal sanayiine zarar verebilecek veya zarar verme tehdidinde bulunabilecek olan; veya anlaşmayı imzalamış bulunan bir diğer ülkenin çıkarlarını
önemli derecede zedeleyen,.yok eden veya bu ülkelere gidecek yararları
olumsuz etkileyen" türden sübvansiyonların kullanılmasından sakınırlar. *
ABD yetkilileri, diğer ülkelerce uygulanan sübvansiyonları, gerçekten de çoğu
ABD sanayiine maddi zarar (material injury) vermekte olduğunu savunmaktadırlar.
ABD ile diğer gelişmiş ülkelerin savundukları bu iki zıt görüşün bağdaştırılıp
ticari ilişkilerin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması konusunda
tanınmış Amerika'lı iktisatçı Baldwin'in görüşleri kısaca şöyledir: Herşeyden
önce "komşuyu-fakirleştiren" türdeki yurtiçi sübvansiyonlarla Madde XIX'da
kullanılmasına izin verilen türdeki sübvansiyonlar arasındaki ayırım açıklığa
kavuşturulmalıdır. Bir diğer deyişle, dünya ekonomisinin etkin bir şekilde
büyümesine yolaçacak sübvansiyonlarla, olumsuz etkileri olacak sübvansiyonlar arasında bir ayırım yapılmalıdır. Ayrıca, kullanılmasına izin verilecek
sübvansiyonlar da, geçici, azalan orahlı ve GAlT tarafından dikkatle denetlenebilecek türden olmalıdır (Baldwin, 1989, s.237).
uluslararası
Burada değinilmesinde yarar dan bir konu da, GAlT'ın, uluslararası
ticarete konu olan malla'r üzerine konan geçici yurtiçi vergilerle, bu ürünlere'
sağlanan seçici sübvansiyonları ele alış şeklinin asimetrik oluşudur. Kısacası,
GAlT'ln vergilerle sübvansiyonlara yaklaşımı farklıdır. Bu farklılığın, esas
olarak, GAlT'ln sorunlara üreticiler açısından (producer biased) yaklaşma­
sından kaynaklandığını söyleyebiliriz (Baldwin, 1989, s.142). Bu bakımdan,
iktisatçılarca benimsenen bazı standartların, çoğu kez GAlT ile uyuşmadığını
*
Alıntılar,
(Baldwin, 19895.237).
37
söylemek de mümkündür.
GAlT çerçevesinde, belli bir mal üzerine konan dolaylı bir vergi açısından,
örneğin bir istihlak vergisi (excise tax) açısından, vergilemede 'varış ülkesi
ilkesi' " (the destination principle) uygulanır. Ürün, gideceği ülke neresi ise
orada vergiye konu olur. Dolayısıyla, bu tür bir vergi ithalat üzerine konurken,
ihracatta iade edilir. Seçici sübvansiyonlar (örneğin, belli bir mala sağlanan
bir üretim sübvansiyonu) açısından ise 'menşe ilkesi' (the origin principle)
uygulanır. Bu, sübvansiyonun yalnızca sübvansiyonu sağlayan ülkede üretilen mallara verildiği anlamına geldiği için, ithal mallar sübvansiyon olamazken, ihraç edilen malların sübvansiyondan yararlanması söz konusudur.
Görüldüğü
gibi GAlT, vergilerden veya sübvansiyonlardan etkilenen
bir tutum sergilemektedir. Bu tutumun,
hükümetlerin üreticilere eğilimli tutumunun bir yan ürünü olduğunu söyleyebiliriz. istihlak vergisinin amacı yurtiçi üretimi değil yurtiçi tüketimi vergilendirmektir. Burada varış ülkesi ilkesinin uygulanması, bu vergiyi bir tüketim vergisi yapmaktadır. Dolayısıyla GAlT'ın bu konuda 'varış ülkesi ilkesi'ni
uygulaması doğrudur. Seçici bir sübvansiyonun amacı ise, genelolarak, belli
bir ürünün yurtiçi üretimini sübvanse etmektir (yurtiçi tüketimini değil). Bu
nedenle menşe ilkesi uygulanması gerekir ki GAlT da bunu yapmaktadır.
Yani GAlT, her iki halde de tutarlıdır.
malların sınırda ele alınış şeklinde farklı
Yukarıda değinilen GAlT'ın
mevcut sınır ayarlamaları kurallarına göre,
yurtiçinde verilen sübvansiyonlar, serbest ticaret durumuna göre ihracatı
artırır veya ithalatı azaltır. ihracattaki artışın, ithal edilen ülkede yerleşik sanayilere zarar vermesi veya zarar verme tehdidinde bulunması durumunda,
zarar gören ülke, GAlT'ın Vi. maddesine göre, verilen sübvansiyona eşit miktarda bir telafi edici (eşitleyici) vergi uygulayabilir. Söz konusu ürün için sonsuz esnek bir dış talebin sözkonusu olması durumunda* ithalatçı ülkelerin
uygulayacağı eşitleyici vergi tamamiyle sübvansiyon veren ülkenin üzerine
düşecektir ve o ülkedeki üreticilerin alacağı fiyat vergi miktarınca azalacaktır.
Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin çoğu açısından önemli olabilir.
Tutarlılık açısından, sübvansiyon durumunda sözkonusu olan telafi ediel.
vergilere benzer önlemlerin, dolaylı vergiler için de mümkün kılınmasının
doğru olacağını söyleyebiliriz. 'Varış ülkesi ilkesi'nin uygulanması, ihracatın,
serbest ticaret durumurıdaki düzeyinin üzerine çıkmasına (veya ithalatın eski
düzeyinin altına düşmesine) yolaçtığına göre, yabancıların telafi edici önlem
almasına izin verilebilir. Diğer bi~, ifadeyle, ihracat durumunda iade edilen vergi
miktarındabir vergiye veya ithalat durumunda, sınırda konulan vergi tutarına
* Bu,
ihracatçı
ülkenin küçük bir ülke
olduğu anlamına
38
gelmektedir.
eşit
bir ihracat sübvansiyonuna izin verilebilir (Baldwin, 1989, s.145).
Konuyu
bağlamadan
önce belirtilmesinde yarar olan bir nokta da
şudur.
Yukarıda değindiğimiz, sınırlarda
uygulanan ayarlamalarda da, telafi edici
vergi uygulamalarında da, başlangıçtaki Pareto etkinsizliğin tümüyle ortadan
kaldırılması mümkün olamayacaktır. Etkinsizlik, çoğu kez yurtiçinde uygulanan bir politikadan kaynaklanmaktadır ve uluslararası kapsamdaki bir
önlem tarafından tümüyle ortadan kaldırılması sözkonusu olamamaktadır.
Ayrıca, iktisat biliminin bize şunu öğrettiğini de unutmamak gerekir. Çarpıklık
kaynağında tedavi edilmeli ve kaynağı yurtiçinde olan bir çarpıklığı düzeltmek
için uluslararası ticari ilişkilere müdahale edilmemelidir.
Son bir nokta olarak, GAD'ın ihracat vergilerine de izin verdiğini belirtmeliyiz. Bu izin geçici bir süre içindir. GAD Anlaşmasının giriş kısmı, tarifeIerde olduğu gibi ihracat vergilerinin de, görüşmeler yoluyla zaman içinde
azaıtılacağını ima etmektedir.
2.7. GATT ve ANTiDAMPiNG POLiTiKAsı
ticarette Iiberalizasyonu kolaylaştırıcı ve miktar sınırlamalarını
bir dizi ilke getirmiştir. Bununla beraber GAD, belli koşulların
gerçekleşmesi durumunda dış ticaret üzerinde sınırlamaların uygulanmasına
olanak da sağlamaktadır. Bu koşullardan biri ihracatta damping uygulanması
durumunda gerçekleşmektedir. GAD Madde Vi, iç piyasada dampinge konu
olan mallara karşı ithalata sınırlamalar getirilmesine olanak sağlamaktadır.
GAD Anlaşmasında, Madde Vl'nın uygulamaya konulmasına ilişkin kural ve
yöntemler GAD Antidamping Kodu olarak adlandırılır. Bu kodun temel
amaçları, Kodun giriş kısmında açıkca belirtilmektedir. Burada, damping
uygulamasına açıkca karşı çıkılmakla beraber, "antidamping uygulamalarının,
uluslararası ticaret üzerinde haklı gösterilemeyecek bir engeloluşturmaması
gerektiği" de açıkcaifade edilmektedir.
GATT,
dış
yasaklayıcı
Evvelce belirttiğimiz gibi, GAD'ın ticari ilişkilerde ayırım gözetmeme ilkesi,
en çok kayırılan ülke (most favoured nation) ilkesinin yer aldığı GAD Madde I'de ifadesini bulmaktadır. Hemen belirtelim ki, "damping yasaklanması ve
Madde YI'da ifade edildiği gibi, belli koşulların yerine getirilmesi durumunda
dampingin telafi edileceği ilkesinin benimsenmesi konusu, ayırım gözetmeme
ilkesinin doğal bir uzantısı ve bu ilkenin ayrılmaz bir parçası olarak yorumlanmaııdır" (Weidemann, 1990,·s.29). Dolayısıyla, dampingi yasaklayan GAD
maddeleri, anlaşmayı imzalayan ülkelerin korumacı eğilimlerini desteklemeye
39
yönelik bir kaçış vanası sağlamak üzere sokulmamıştır anlaşmaya. Bu maddeler, oluşturulmaya çalışılan sistemin temel ve tutarlı öğeleridir (Weidemann,
1990, s.29). Bir diğer deyişle, GATT'ın antidamping konusundaki tavrı, GATT
kurallarının bir istisnası olarak değil, fakat GATT'a.dahil olan ülkelerin temel
yükümlülüklerinden biri olarak yorumlanmalıdır (Weidemann, 1990, s.29).
GATT kurallarına göre damping, bir malın ihraç fiyatının, yurtiçinde satıldığı
fiyattan daha düşük olması durumunda sözkonusu olacaktır. Dampingin bu
şekilde tanımlanması, ulusal ve yabancı müşteriler arasında bu şekilde bir
fiyat farklılaştırmasını, GATT'ln en önemli ilkesi olan ayırım gözetmemenin
ihlali saymakta, adil olmadığını kabul etmekte ve uluslararası rekabet üzerine
getirilen bir engelolarak yorumlamaktadır.
ATın antidamping yasası, GATT Antidamping Kodu'nun lafzı ve ruhu ile
tam bir uyum içindedir. Bu yasa da, Antidamping Kodu gibi, haklar ve yükümlülükler arasında sa~lıklı bir denge kurmakta ve hatta, antidamping uygulamalarının, uluslarara'sı ticareti azaltma tehlikesine karşı, Antidamping Kodu'na
ek bazı önlemler de getirmektedir. Bu anlamda, GATT ve ATnin antidamping
politikaları arasında bazı farklılıklar olduğunu söyleyebiliriz. Burada, bu farklılıkları ana çizgileri ile belirtmekte yara vardır. *
antidamping önlemlerine başvurulmasını azaltmak
ikinci gerekli koşulolarak bir hasar testinin yapılması sözkonusudur. Bu uygulama, dampingin yalnızca çok önemli hasara neden olması
durumlarında ve hasarın ortadan kaldırılmasını sağlamak üzere koruyucu
önlemlere başvurulabilmesi ·şeklindedir. Bu şekilde, dış ticaretin azaltılması
yönündeki olumsuz etki en aza indirilmeye çalışılmaktadır.
- AT
uygulamasında,
amacıyla,
- ATda 'benzer ürün' yorumu GATT'ın yorum ve kapsamından daha dar
Bu yolla, antidamping önlemlerine başvuru taleplerinin azaltıl­
tutulmuştur.
ması amaçlanmaktadır.
- ATın antidampiiıge ilişkin yasal düzenlemelerini GATT'dan ayiran önemli
bir özellik, ATda antidamping önlemlerinin yalnızca Topluluğun Çı kaytarı nı n
zedelenmesinin s9zkonusu olması durumunda uygulanabilir olma%ıdır: Dış
ticarete müdahale, ancak, Topluluğun çıkarlarının zedelenmesinin söz konusu olması durumlarında mümkün olabilmektedir. Burada Topluluktaki üreticilerin çıkarları kadar tüketicilerin çıkarları da gözönüne alınmakta ve ikisi arasında bir denge oluşturulmaya çalışılmaktadır.
- GATT Antidamping Kodu, yetkililerin belli koşullarda kendi inisiyatifleri ile
* Ayrıntılı bilgi için (Weidemann, 1990, s.30 ve devam) ve (Messerlin, 1989) görülebilir.
40
bir antidamping soruşturması açmalarına izin vermektedir. Fakat AT bu yolu
hiç izlememiştir. AT ancak, dampingden olumsuz etkilenen Topluluk sanayiinin önemli bir kısmını temsil eden tatminkar şikayetlerin alınması üzerine
ve üye ülkelere de bu konuda danıştıktan sonra harekete geçmektedir.
Şikayetlerin, dampingi, hasarı ve dampingle hasar arasındaki nedensellik
ilişkisini kanıtlara bağlaması gerekmektedir. Gerekli olan tüm öğelerin sağla­
namaması; veya şikayetin, Topluluk Sanayiinin önemli bir kısmını temsil eder
nitelik ve kapsamda olmaması durumunda şikayetin gözönüne alınması·
sözkonusu olmamaktadır. Dampinge konu olan ithalat nedeniyle meydana
geldiği ileri sürülen hasarı kanıtlama yükü Topluluktaki ilgili sanayinin üzerine
,~üşmektedir .
- Damping konusunda şikayetçi olanlar gibi, ihracatçılar, ithalatçılar veya
. (hracatçı ülkenin temsilcileri de, Topluluk Komisyonuna sunulan ve kendi
çıkarlarını savunmada yararlı olan tüm bilgileri inceleme hakkına sahiptirler.
Taraflardan birinin, Komisyona sunduğu bilgilerin 'gizli' (confidential) olduğunu ileri sürmesi durumunda, bu taraf karşı tarafın savunma hakkını engelIememek üzere konu ile ilgili anlamlı ve 'gizli olmayan' (non-confidential) bir
özet sunmakla yükümlüdür. GATT Antidamping Kodu bu tür yükümlülükleri
içermemektedir. AT antidamping yasalarında yer alan bu tür yükümlülükler,
ihracatçıların ve ithalatçıların, antidamping vergilerin konulmasının hangi
koşullarda tavsiye edildiği konusunda ayoınlanmasını sağlaması açısından
da yararlıdır. Burada ayrıca, ithalatçı ve ihracatçılara, damping şikayetinin
yapılmasından sonra bir durum değerlendirmesi ve hazırlık yapabilmelerine
olanak sağlamak üzere beııi bir süre tanındığına da işaret etmekte yarar vardır.
AT antidamping yasasının yukarıda değinilen özellikleri, antidamping baş­
vurularının azalması ve böylece de ticaret üzerindeki olumsuz etkilerin minimize edilmesi yönünde etkilere sahip olacaktır. Yasalar, bu nitelikleriyle, damping şikayetlerinin otoriteler tarafından koruma politikasının bir aracı durumuna getirilmesi önünde de bir engel teşkil etmektedir.
2.8. GATT'DA TARIM VE TEKSTiL (DOKUMA)
Yukarıda GATTın gelişmekte
olan ülkelere yaklaşımını ele alırken, GATT
çerçevesinde gelişmekte olan ülkelere bazı ayrıcalıklar tanındığını ve GATT'ln
temel ilkelerinden biri olan 'karşılıklılık' (reciprocity) ilkesinin, gelişmekte olan
ülkelere uygulanmadığını belirtmiştik. Yine bu ayrıcalıklar çerçevesinde, geliş­
mekte olan ülkeler, GATT görüşmeleri sonucunda gerçekleştirilen tarife in-
41
dirimlerinden,
'en-çok-kayırılan
ülke' ilkesinin kendilerine otomatik olarak
uygulanması nedeniyle, hiçbir yükümlülük altına girmeden yararlandırılmış­
lardır. Özetle, gelişmekte olan ülkeler, GA1Tın en temel ilkeleri olan 'en-çok
kayırılan ülke' ve 'karşılıklılık' ilkeleri açısından ayrıcalıklı bir konuma oturtulmuşlardır. Bu böyle olmakla beraber, gelişmekte olan ülkeler açısından son
derece önemli olan, gerek tarım gerekse de tekstil üretiminin*, GAD
çerçevesine sağlıklı bir şekilde alınmadığını ve bu konulardaki GAD kurallarının yeterince 'emredici' olmadığını görüyoruz. Bugüne kadar GAD öncülüğünde gerçekleştirilen çok yanlı ticaret görüşmelerinde tarımsal ürünler,
tekstil ve hizmetler sektörü, gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasın­
daki şiddetli görüş ayrılıklarının odak sektörlerini oluşturmuştur. Özellikle
tarım en önemli anlaşm(ızlık konudusudur. Bu konuda anlaşmazlık yalnızca
gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında değildir. ABD ile AT arasında da tarım kesimine sağlanan sübvansiyonlar konusunda önemli görüş
ayrılıkları vardır. AT'da çiftçilerin önemli bir politik gücü·vardır ve bu nedenle
AT, tarımsal sübvansiyonlar, ithalat sınırlamaları ve ihracat sübvansiyonları
konusunda hiçbir ödün vermemekte direnmektedir. Bununla beraber, 1989
yılı Nisan ayında yapılan 6 aylık gözden geçirme toplantılarında, tarımsal
ticareti liberalize etme ve tarımsal destek ve korumayı artan-oranlı bir şekilde
azaltma konusunda bir anlaşmaya varıldığını da belirtmeliyiz. Tekstil konusunda da 'çok elyaflılar anlaşması'nı aşama aşama sona erdirme yönünde
görüşmeler yapılması konusunda ilke anlaşmasına varılmıştır. Burada amaç,
tekstili GAD ilkeleri ve disiplini çerçevesine almaktır. Bu noktalara nasıl ulaşıldığını anlayabilmek için, GAD'ın tarım ve tekstile yaklaşımını ana çizgileri
ile ayrı ayrı ele almakta yarar vardır. Aşağıdaki satırlarda bu yapılmaktadır.
2.8.1. GATTVE TARIM SEKTÖRÜ
GAD, başlangıcından beri tarıma özel bir statü tanımıştır. GATT Madde
Xi, hükümetlere, "benzer ürünler"in (like products) ithalatını gerekli olan
durumlarda sınırlama yetkisini vermektedir. Hükümetler, bu maddeye dayanarak, ülke içinde üretilen tarımsal ürünlerle rekabet eden tarımsal ürün ithalatı üzerine tarifeler veya kotalar yoluyla sınırlamalar getirme hakkına sahiptirler. Ayrıca Madde XVi, hem üretim hem de ihracat sübvansiyonları kullanıl­
masına olanak tanımaktadır. Bu konudaki tek sınırlama, bu sübvansiyonları
* Tekstil ve giyim
eşyası ihracatı günümüzde, gelişmekte olan ülkelerin toplam ihracatlarının % 11 'i,
imalat sanayii ihracatının da % 25'i mertebesindedir. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda bu
ürünlerin toplam katma değere katkısı % 15 - % 30 arasında iken toplam istihdama katkısı da % 20
- % 40 arasındadır (Tang, 1989, s.51).
-
42
uygulayan ülkenin, bu uygulamadan etkilenmesi sözkonusu olabilecek ülkelerle, bu uygulama konusunda görüşmeler yapması zorunluluğudur. Fakat
bu sınırlama, uygulamada zayıf bir sınırlama olarak kalmıştır. Dolayısıyla,
tarımla ilgili uluslararası kuralların, her ülkede ayrı ayrı tarımsal politikalara
yolaçan bir nitelik taşıdığını söylemek pek yanlış olmayacaktır. işin ilginç yanı,
GATT görüşmelerinde bu iki maddenin kabulü konusunda ısrar eden ülkenin
ABD olmuş olmasıdır. Tarıma özel bir statü kazandırılması bu baskılar sonucu
olmuştur. Bunun doğal bir sonucu, tarımın, uluslararası kurallar yerine, her
bir ülkeye özgü ayrı ayrı kurallara tabi olması olmuştur. Diğer sektörlerde ülke
kurallarının uluslararası kurallara uydurulması söz konusu iken, tarımda uluslararası kuralların, bazı ülkelere özgü kurallara uydurulmaya çalışılması söz
konusu olmaktadır.
Tarıma ilişkin diğer
ilginç bir konu da, günümüzde ABD'nin AT'da uygulanan Müşterek Tarım Politikası'nın (Common Agricultural Policy-CAP) yolaçtığı ticaret çarpıtıcı uygulamalara karşı çıkmasıdır. GATT oluşturulurken
AET henüz kurulmamıştı ve o dönemde, daha sonra AET'yi kuran Avrupa
ülkeleri, tarıma tanınan ayrıcalıklı statüye karşı çıkmışlardı. Daha sonra,
CAP'ln oluşturulması ile birlikte, AET'nin tarıma yaklaşımı değişmiş ve CAP,
tarife ve sübvansiyon yolu ile AET ülkelerinde tarımsal gelirlerin artırılmasının
bir aracı durumuna girmiştir. Bugün artık, CAP, GATT'ln tarım sektörü ile ilgili
olarak çizdiği ve yukarıda açıkladığımızesnek çerçeve içinde yerini almıştır.
ABD ise, 40 yıl önce işlediği günahın cezasını çekmektedir (Barkema, et. aL. ,
1989, s.23).
1960-1962 döneminde toplanan Dillon Dönemi toplantılarına kadar yapılan
GATT görüşmelerinde esas olarak, imalat sanayii ile ilgili dış ticaret engellerinin liberalize edilmesi (esas olarak da tarifelerin indirilmesi) ile ilgilenilmiştir.
Dillon Dönemi toplantılarının bir özelliği, CAP'ln bu toplantılarda resmen onaylanmış olmasıdır. Başlangıçta CAP'a karşı çıkan ABD sonunda CAP'ın GATT
kapsamına alınmasına rıza göstermek zorunda kalmıştır. ABD'nin öncülüğünde gerçekleştirilen Kennedy Dönemi toplantılarında (1963-1967) dünya
genelinde tarifelerin indirilmesi konusunda büyük bir başarı elde edilmesine
karşın tarım yine görüşme dışı tutulmuştur. Bu toplantılarda AT, sübvansiyonların belli başlı tarımsal ürün üreticisi ülkeler genelinde eşitlenmesi* konusunda bir öneri getirmiş, fakat ABD dahil diğer ülkeler bu öneriyi, kendi ulusal
* Bu kavram "moutant de soutien" veya "self-sufficiency norms" (kendine yeterlik
adlandırılmaktaydı.
Bu öneri,
(Barkema, et.a\., 1989, s.24).
'Pazarların
paylaşılması
43
anlaşması'
şeklinde
normları)
olarak
yorumlanabilir
tarım politikalarına
müdahale
şeklinde
yorumlayarak
reddetmişlerdir.
1973-1979 yılları arasında düzenlenen Tokyo Dönemi toplantıları, tarımın
sektörler gibi ele alınması yönünde çabaların gösterildiği ilk GATI
toplantısıdır. Fakat ATın baskıları sonucu, tarım yine diğer sektörlerden ayrı
bir şekilde görüşmelere konu olmuş ve sonuçta gerginlikler az;:ıltılacağına
artmıştır. 1986 yılında başlayıp halen bitirilememiş olan Uruguay Dönemi
toplantılarında ise artık hemen tüm ülkelerin tarımı tartışılması gereken en
önemli sorun olarak kabul ettikleri görülmüştür. Buna rağmen, Montreal'de
1989 yılında tamamlanan 'dönemortası gözden geçirme toplantısı'nda bu
konuda iyimser olmak için henüz vaktin erken olduğu gözlenmiştir. Bu toplantılarda da ABD ve AT yine iki rakip kutbu temsil etmektedirler. ABD, önümüzdeki 10 yılda ticareti-çarpıtan tüm tarımsal politikaların uygulamadan kaldırılmasını savunurken, AT, mevcut politikaların şimdilik aynen sürdürülmesi
yönünde ağırlığını koymaktadır.
diğer
Bu aşamada, ülke gruplarının korumacılık' konusuna yaklaşımında gözlenen bir çelişkiye işaret etmekte ve GATI'ln tarım sektörüne yaklaşımını ürün
grupları bazında ele almakta yarar vardır.
Günümüzde, gelişmiş ülkelerin, tarım sektörünü imalat sanayiinden daha
fazla korudukları gözlenmekte ve bunun sonucu olarak örneğin Batı Avrupa 'da ve Japonya'da gıda maddeleri fiyatlarının, dünya piyasalarındaki fiyatların iki katı olduğu görülmektedir (Anderson ve Hayami, 1986). Buna karşılık,
gelişmekte olan ülkelerin çoğu, tarımı vergilendirirken imalat sanayilerini dış
re kab etten koruma yolunu seçmektedirler. iki farklı ülke grubunun korumacılık konusunda izledikleri bu farklı yolun, uluslararası ticaret görüşmele­
rinde "karşılıklıııki' (reciprocity) tartışmaları açısından taşıdığı önem açıktır.
Daha güçlü olan gelişmiş ülkeler, imalat sanayii üzerindeki koruma oranlarının
karşılıklı olarak indirilmesi konusunu gelişmekte olan ülkelere dayatırlarken,
tarım sektörü üzerindeki korumanın kaldırılması yönünde gelişmekte olan
ülkelerden gelen önerileri çeşitli mazeretler ileri sürerek sürüncemede bırak­
maktadırlar.
ılıman
iklimierde yetişen tarımsal ürünlerin ticareti, GATI'ın kuruluşundan
beri hep bir sorun olmuştur. Tropikal ürünlerin çoğu, ham madde niteliği
taşımaları nedeniyle, gelişmiş ülkelerde (OECD ülkelerinde) oldukça düşük
oranlı tarifelere konu olmakta ve bu ürünlerin ticareti GATI kapsamına girmektedir. Asttropikal (subtropical) ürünlerle ılıman iklimierde yetişen ürünlerin, OECD ülkelerine ithalı üzerinde ise çeşitli engeller vardır ve ürünlerin
ticareti GATI kapsamı dışında tutulmuştur. Geçmişte ABD'nin yaptığını bugün
'--
44
AT ve Japonya yapmakta ve bu ülkeler, ulusal tarım politikalarının uluslararası
kuralların dışında tutulması yönünde büyük direnç göstermektedirler. CAP'ın
GATT'ça tasvip görmesi, bu direncin meyvelerini verdiğinin en açık göstergesidir. Son 25-30 yıldır uluslararası tarımsal ürün ticareti ikili anlaşmalarla
yürütülür hale gelmiş ve bu konuda dile getirilen çeşitli 'gayriadil uygulama'
şikayetlerine karşın gözyumulan 'himaye' (safeguard) önlemleri, istisna değil
genel uygulama niteliği kazanmıştır. On yıl öncesi ile karşılaştırıldığında, geliş­
miş ülkelerin tarım sektörüne sağladığı sübvansiyonların dramatik ölçülerde
arttığı görülmektedir. ABD'de tarıma sağlanan sübvansiyon 1980'de $2.7
milyardan 1986'da $25.8 milyara çıkmıştır. AT'da da tarımsal destek 1976'da
$6.2 milyardan 1986 'da $21.5 milyara yükselmiştir (Valdes, 1987, s.571).
Sanayileşmiş ülkelerin çoğunda uygulanan tarımsal ticaret politikaları, esas
olarak, geliri tarım sektörüne doğru yeniden dağıtmanın bir aracı olarak kullanılan tarımsal destekleme politikalarının koltuk değneği işlevini görmektedir.
Fakat yapılan çalışmalar, uygulamalara karşın tarım sektöründeki küçük üreticilerin gelirinin amaçlandığı gibi artırılamadığını göstermektedir (GATT, 1986,
s.29).
2.8.2. GATT VE TEKSTiL (DOKUMA) SEKTÖRÜ
Gelişmekte
olan ülkeler açısından çok önemli bir yere sahip olan tekstil
konusundaki gelişmeleri tarihsel bir perspektif içinde ele almak, konuyu
aydınlığa kavuşturmak açısından yararlı ve gereklidir. 1960'1ı yılların başla­
rında, gelişmiş ülkeler, tekstil ve giyim eşyası (hazırgiyim) sanayilerini geliş­
mekte olan ülkelerin giderek artan rekabetine karşı koruyabilmek için, bu
ülkeleri, tekstil ve giyim eşyası ticaretini düzenlemek için özel düzenlemeler
yapılması gerektiği konusunda ikna etmeyi başarmışlar ve bu özel düzenlemelerden amacın, gelişmiş ülkelere, ilgili sanayilerinde gerekli olan yapısal
uyumu gerçekleştirebilmeleri için bir "soluk alma" olanağı sağlamak olduğunu
ifade etmişlerdir. 1950'lerin sonunda Japon pamuklu dokuma ihracatı karşısında bunalan ABD, 1961 yılında, pamuklu dokuma ticaretini sınırlama amacın! güden Kısa Dönemli Pamuklu Dokuma Anlaşması'nın (Short Term Cotton Arrangement) imzalanmasına öncülük etmiştir. Bu anlaşma, daha sonra,
önce Uzun Dönemli Pamuklu Dokuma Anlaşmasına (1962), daha sonra da
(1974'de) Çok Elyaflılar Anlaşması (Multifibre Arrangement) diye bilinen
anlaşmaya dönüşmüştür. Bu anlaşmaya göre ithalatçı ve ihracatçı ülkeler
arasında ikili-anlaşmalar yapılır. Gelişmiş ülkeler çok elyaflılar anlaşması çerçevesinde Japonya dışındaki diğer gelişmiş ülkelerin tekstil ve giyim eşyası
45
·ihracatları
üzerine bir sınırlama getirmemişlerdir (Bununla beraber gelişmiş
ülkelerin bu anlaşma dışında birbirlerinin ihracatlarını, yani birbirlerinden yaptıkları ithalatı sınırlama yoluna gittikleri görülmektedir. Örneğin 1980-1983
arasında AET, ABD'nin tekstil ihracatına karşı üç antidamping davası açmıştır
(Tang, 1989, s.53). Bu anlaşmayı imzalamış bulunan ülkelerin tekstil ve giyim
eşyası ihracatları, dünya ihracatının % 90'1 civarındadır. Fakat çok elyaflılar
anlaşması çerçevesinde yalnızca gelişmekte olan ülkelerin ve Japonya'nın
tekstil ve giyim eşyası ihracatları kotalar yoluyla sınırlandırılmaktadır. Bu da
dünya tekstil ve giyim eşyası ihracatının yaklaşık % 50'sinin kotalar yoluyla
sınırlamalara konu olması anlamına gelmektedir (Tang, 1989, s.;;1).
Çok Elyaflılar Anlaşması'nın imzalanmasından bugüne kadar yaklaşık 30
yıl geçmiş olmasına karşın, gelişmiş ülkelerin başlangıçta talep ettikleri "soluk
alma" dönemi bir türlü bitmek bilmemiş, bu özel düzenleme çeşitli kereler tadil
edilerek, giderek daha kısıtlayıcı bir nitelik kazanmıştır. Her evresinde kısıt­
layıcı ve ayırım gözetici olmuş olan bu düzenlemelerin, GAD'ta ifadGsini
bulan çok yanlı ticaret görüşmelerinin temel felsefesiyle ve bu felsefenin temelinde yatan karşılaştırmalı üstünlükler ilkesiyle bağdaştığını söylemek mümkün değildir. Bu nedenle, bu anlaşmayı uluslararası ticaret sisteminin itibarını
aşındıran en önemli öğelerden biri olarak yorumlamak gerekir. ilerideki
bölümlerde ayrıntıları ile inceleyeceğimiz 'gönüllü ihracat sınırlamaları'nın
kökeni de bu anlaşmada yatmaktadır. Şimdilik çelik, otomobil, evelektronik
aletleri, makina aksarnı ve yarı-iletkenler (semiconductors) gibi alanlarda
yaygın olarak uygulama alanı bulan gönüllü ihracat sınırlamalarının diğer
ürünlere kayması, uluslararası ticaret sisteminin tümüyle çökmesi anlamına
gelecektir. Gelişmekte olan ülkelerin baskılan sonucu tekstil ve giyim eşyası,
Uruguay Dönemi ticaret görüşmelerine dahil edilmiştir. Amaç, tekstil ve hazır
giyim ticaretinin gerçek anlamıyla liberalize edilmesidir. Fakat bu konuda bir
başanya ulaşılabilmesi, GAD çerçevesinde yürütülen 'himaye' (safeguards)
konusu ile ilgili görüşmelerin başarı ile sürdürülmesine bağlıdır. Bu konuya
ilişkin GAD kural ve disiplinin güçlendirilmemesi durumunda, tekstil ve giyim
eşyasının GAD çerçevesine dahil edilerek Çokelyaflılar Anlaşmasının iptal
edilmesi, tekstil ve giyim eşyası ticareti üzerindeki sınırlamaların elimine edilmesini güvence altına alamayacaktır. Burada önemle işaret edilmesinde yarar
olan nokta şudur: Gelişmekte olan ülkelere karşı uygulanan ayırırncı kota
sınırlamalarını kaldırmaksızın çok yanlı görüşmeler yoluyla tarife indirimlerine
gidilmesi, yalnızca, ihracatları sınırlamalara konu olmayan gelişmiş ülkelere
ek avantajlar sağlayacaktır. Ayrıca, farklı nitelikteki görüşme konularının karma toplantılarda ele alınması, uygulamada, genellikle, gelişmiş ülkelerin geliş­
mekte olan ülkelerden ek ödünler sağlamaları ile sonuçlanmaktadır. Bu da
kuşkusuz, gelişmekte olan ülkelerin çıkarları ile bağdaşmamaktadır.
Çok Elyaflılar Anlaşması, 1977, 1981 ve 1986 yıllarında gözden geçirilmiş
46
ve kapsam gerek ürün ve gerekse ülkeler açısından genişletilirken, geliş­
mekte olan ülkelere yönelik ayırım gözetici uygulamalar da yoğunluk kazanmıştır. 1986 Genişleme Protokolu (Protocol of Extention), uygulama alanını,
tüm bitkisel elyafı ve ipeği içerecek şekilde genişletmiş, böylece her türlü
elyafın Çokelyaflılar Anlaşması kapsamına alınması sağlanmıştır. Adı geçen
protokol, ithalatçı ülkelerin, ülkelerinde üretilmeyen ürünler üzerinde de ithalat sınırlamaları uygulamasına olanak tanımaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin
çıkarları ile hiç de bağdaşmayan bu tür kapsam genişlemelerinin bir bakıma
gelişmiş ülkelerin, özellikle ABD'nin, yoğun baskıları ile gelişmekte olan ülkelere dayatıldığını söyleyebiliriz.
2.9. GATT'IN SARSıLAN TEMELLERi VE YENi GELişMELER
GATT'ln kurulduğu yıllarda (1940'ların sonlarında) dünya bugünkünden
çok farklı bir dünyaydı ve GATT bu farklı dünyanın dış ticaret sistemini oluş­
turmayı ve düzenlemeyi amaçlıyordu. O dönemde Batı Avrupa ve Japonya 2.
savaş nedeniyle büyük ölçüde tahrip edilmişti, ABD ise dünya ticaret ve
finansına egemen olan, tartışmasız bir süper güç konumundaydı. Az gelişmiş
ülkelerin, esas olarak birincil ürün ihracatçısı ve imalat sanayii ürünleri ithalatçısı olmaları durumu ise, bugünkünden daha belirgindi. Kur sistemi olarak,
1944'de Bretton Woods'da oluşturulan sabit kur sistemi geçerliydi. Dış ticaret
ve sermaye hareketleri ise çeşitli engellerle karşı karşıyaydı.
Bugün ise tümüyle değişik bir dünya sözkonusudur. Artık ABD'nin ekonomik hegemonyası, Japonya, AT ve yeni sanayileşen ülkelertarafından ciddi
bir şekilde tehdit edilmektedir. Ülkeler ve ekonomik bloklar, dış ekonomik iliş­
kiler bakımından birbirlerine çok daha bağımlıdırlar ve sermaye akımları bakı­
mından da birbirlerine çok daha sıkı bir şekilde entegre olmuşlardır. Dünya
para sistemi de 1971-1973 döneminden sonra esas olarak esnek kur (kirli
dalgalanma) sistemine dönüşmüştür. Tüm bu değişme ve gelişmeler GATT'ın
anahtar niteliğindeki bazı yapı taşlarını temelinden sarsmıştır. Bu da GATT'ln
kural ve işleyiş mekanizmalarına ilişkin çeşitli hoşnutsuzlukların su yüzüne
çıkmasına yolaçmıştır. Bu hoşnutsuzluk konularını dört gruba ayırmak
olanaklıdır. *
1) GATT anlaşmasının temel direği niteliğinde olan, 'en çok kayırılan ülke'
ilkesine koşulsuz uyma zorunluluğu. Evvelce de ifade edildiği gibi, uygulamada, bu ilkeye uymaktan çok uymamak sözkonusudur.
2) Mevcut GATT k':!rallarının (özellikle ticari uygulamaların "adil" olmasına
ve tarım ve tekstil ürünlerine ilişkin olan kuralların) yeterince emredici olmaması.
*
ayrıntılı bilgi için (Baldwin, 1989, s.233-242) ve Tan, 1989) görülebilir. Bu
ülkeleri GATT dışında 'Safeguard' himaye önlemleri almaya ittiğini, bunun da
konusu olan yeni korumacılık'ın nedenlerinden biri olduğunu anımsamakta yarar
Bu konuda daha
hoşnutsuzlukların,
bu
çalışmanın
vardır.
47
3) GATI kural ve maddelerinin kapsamının dar olması. Bu durum, bazı
önemli alanların GATI çerçevesi dışında kalmasına yolaçmakta, bu da bir
hoşnutsuzluk 'kaynağı oluşturmaktadır. Bu alanlardan en önemlileri ve
Uruguay Dönemi toplantılarında üzerinde en çok durulanları, hizmetler
sektörü, ticaretle ilişkili yatırım koşulları (trade-related investment requirements) ve fikri mülkiyet (entellektüel donanım) hakları (intellectual property
rights) dır.
4) Anlaşmazlıkların çözümüne ve gelişmekte olan ülkelerin sorunlarına
yönelik mevcut GATI maddelerinin ve mekanizmalarının etkisiz ve gayri adil
olduğu iddiaları. Tüm bu hoşnutsuzluk ve eleştiri konuları GATI maddelerinin
yeniden ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Yukarıda ana çizgileri ile belirtilen hoşnutsuzluk konularındanilk ikisi
önceki alt-bölümlerde oldukça ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştı. Burada ise,
son iki hoşnutsuzluk konusu üzerinde bazı bilgiler vermekte yarar vardır.
Son dönemlerde ABD, GATT çerçevesine konu olmayan bazı alanların da
GATT çerçevesine alınması yönünde çaba götermektedir. Bu alanlar, hizmetler sektörü ile ilgili uluslararası ticaret, ticaret bağlantılı yatırım koşulları, taklit
(sahte) üretim (counterteiting) ve entellektüel mülke ilişkin haklar ile ilgilidir.
çoğu ülkeler, özellikle de gelişmiş olanlar, bu konuda ABD'yi desteklemiş,
AGÜ'ler ise yatırımla ilgili olan dışında, bu konuların GATT'da tartışılmasına
şiddetle karşı çıkmışlardır. Yatırımla ilgili koşullar konusunda ise gelişmiş ülkeler arasında bile tam bir görüş birliği yoktur.
Hizmet ticaretinin GATT çerçevesine alınması çabaları, bu sektörün
öneminin uluslararası ticarette ne denli arttığının iyi bir göstergesidir. Günümüzde, özel kesim hizmet ihracatı gelirleri, dünya toplam mal ihracatı değe­
rinhı-yaklaşık beşte biri kadardır. Hizmetleri, Sampson ve Snape'in yaptığı gibi
dört kategoriye ayırmak (Sampson ve Snape, 1985), bunlara ilişkin ticaretin
liberalize edilmesi çabalarında karşılaşılabilecek güçlükleri kavrama açısın­
dan yararlıdır. Sampson ve Snape, ticarete konu olan hizmetleri şu dört gruba
ayırmaktadır:
1) Hizmeti üreten faktörlerin veya hizmetten yararlananların uluslararası
hareketini gerektirmeyen işlemler. Danışmanlık, sigorta, bankacılık ve teknolojik bilgi sağlama hizmetleri birinci kategorideki hizmetlerin örnekleridir.
Burada üretim faktörleri ihracatçı ülkededir ve hizmet, iletişim araçları yoluyla
ihraç edilir.
2) Üretken faktörlerin uluslararası hareketi sonucu meydana gelen fakat
hizmetten yararlananların uluslararası hareketini gerektirmeyen işlemler.
Üretken faktörlerin ithalatçı ülkeye naklini içeren sigorta, bankacılık, taşıma­
cılık ve inşaat hizmetleri ikinci kategorinin örnekleridir.
3) Hizmeti sağlayanın değil, fakat hizmetten yararlananın uluslararası
hareketi sayesinde oluşan hizmetler. Bunun örnekleri turizm ve eğitim hizmet-
48
leridir.
4) Hem üretimfaktörlerinin hem de hizmetten yararlananların uluslararası
hareketini gerektiren işlemler. Bir ülkeye ait uçak veya gemilerin, başka bir
ülkenin yolcularını üçüncü bir ülkeye nakletmesi bu kategoriye ait hizmetlere
örnek gösterilebilir.
Yukarıdaki sınıflandırmaya dayanarak, hizmetlerin uluslararası ticaretini
engelleyen politikaları da, yine Sampson ve Snape'in yaptığı gibi üçe ayırmak
mümkündür: (1) doğrudan hizmet işlemleri ile ilgili olanlar (burada, mal
ticaretine benzer bir durum söz konusudur); (2) hizmetlerin üretilmesinde
3ullanılan üretim faktörlerinin uluslararası hareketi üzerine konan engeller; (3)
hizmetten yararlananların uluslararasında hareketine getirilen engeller. Bu üç
gategori engel içinde liberalizasyon açısından en çok güçlük çıkarması muhtemelolan, ikinci tür engellerdir. Hizmetler sektörünün GATT çerçevesine
dahil edilmesine ilişkin tartışmalar çok sert geçmiştir ve bundan sonra da sert
geçmeye adaydır- özellikle bankacılık, sigortacılık ve telekomünikasyon gibi,
devletin ağırlığının yoğun olduğu alanlarda.
Ticaret-bağlantılı-yatırım
koşullarının
GATT çerçevesi altına alınması
yönündeki çabaların daha sınırlı olduğunu görüyoruz. Burada yerel-malzeme
kullanma koşulları (Iocal-content requirements) konusu özel bir yere sahiptir. Yabancı yatırımların, üretimde yerel malzeme kullanmaya zorlanması ile ilgili bu koşullar, örneğin Brezilya, Meksika ve Hindistan gibi önde gele'n geliş­
mekte olan ülkelerde, ülkelerinde yatırım yapan yabancı şirketlere dayatıl­
maktadır. Yatırım yapan yabancı şirketlerin, üretimlerinin belli bir oranını ihraç
etmeye zorlanması da sık rastlanan uygulamalardandır. Bu tür ticaret bağ­
lantılı performans koşullarını kabul eden yabancı firmalara, vergi bağışıklıkları,
ithal edilen girdiler için vergi iadeleri, altyapı yatırımları için destekler ve belli
bir ürünü üretme konusunda tanınan ayrıcalıklar türü bazı kolaylıkların sağ­
landığı görülmektedir. Hemen belirtelim ki, GATT, ticaret-bağlantılı yatırım
koşulları ile ilgili bazı maddeler içermektedir. Fakat bu maddelerin varlığı, bu
koşullar yoluyla dış ticaretin engellenmesindeki artışı engelmede yetersiz
kalmıştır. Örneğin ABD, 1982 yılında, Kanada'nın Yabancı Yatırımlar Yasası'na
dayanarak, yerel malzeme ve ihracat performansına ilişkin bazı sınırlamalar
getirmesini GATT'a götürmüş ve Kanada'nın bu uygulama ile GATT'ln iii. ve
XVii. maddelerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür, GATT Madde iii. ithal edilen
ürünlerin, ulusal kaynaklı benzer ürünlere (like products) gösterilen
muameleden daha az avantajlı olmamak üzere muameleye tabi tutulmasını
emretmektedir (bu ürünlerin satışı, satın alınması veya kullanılması ile ilgili tüm
yasalar açısından). GATT Madde XVii ise, özel sektör mensubu ticaret erbabı
49
tarafından ithalatı
veya ihracatı etkileyen önlemler alınırken, yalnızca ticari
mülahazalardan hareket edilmesini emretmektedir.
Ticaret bağlantılı yatırımlarla ilgili olarak yabancı yatırımcılara empoze
edilen koşulların konulmasını önlemeye yönelik özel GATT kurallarının geliş­
tirilmesi çabaları, gelişmekte olan ülkelerin sert muhalefeti ile karşılaşmak­
tadır.
Gelişmekte
olan ülkeler, ticaret bağlantılı yatırımlarla ilgili olarak yabancı
empoze edilen koşulların kendi gelecekleri ve çıkarları açısından
önemli olduğunu savunmakta ve bu kuralların kaldırılması ve bunun GATT'a
dahil edilmesi yönündeki gelişmiş ülke çabalarına şiddetle muhalefet etmektedirler. Bu konu ile ilgili tartışmalar Uruguay Dönemi toplantılarında da
yatırımcılara
sürdürülmüştür.
Son dönem GATT toplantılarında, fikri mülkiyet haklarına (intellectual
property rights) daha çok koruma sağlanması ve ticaret markası tescilli
malların taklitlerinin satışının engellenmesi konusu, GATT kurallarına eklemelerin yapılmasını gerektiren en önemli konulardan biri olarak ileri
sürülmüştür. Yapılan bir çalışmaya göre* ABD'ye giren taklit ithal malların
değeri yılda 6 milyar civarındadır. Tokyo Dönemi görüşmeleri sırasında,
gelişmiş ülkeler, taklit malların ticaretinin önlenmesi ile ilgili bir kod çıkarılması
konusunda bir mutabakata varmışlar, fakat gelişmekte olan ülkeler bu
konunun GATT çerçevesinde değil Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (World Intellectual Property Organization) çerçevesinde ele alınması gerektiğini ileri
sürerek bu kod fikrine karşı çıkmışlardır.**
GATT'la ilgili bir diğer hoşnutsuzluk alanı, GATT'ln anlaşmazlıkları çözme
sistemi (dispute settlement procedures) ile ilgilidir. Uruguay toplantılarında
GATT, anlaşmazlıkları çözüme kavuşturma mekanizmalarını güçlendirmeye
çalışmıştır. Halihazırda GATT'ln ülkeleri alınan kararlara uymaya zorlama
konusunda bir gücünün olmaması, aslında bu konudaki en büyük güçlüktür.
Bu durum, ABD gibi güçlü ülkeleri, "adil" olmayan ticari faaliyette bulunduklarını iddia ettikleri ülkelere karşı tek yanlı önlemler almaya yöneltmektedir
(Tarife dışı dış ticaret engelleri diye adlandırılan bu önlemlerin bu çalışmanın
esas konusu olduğunu anımsatalım). Anlaşmazlıkları çözüme kavuşturma
sistemini etkin kılmanın tek yolu, kuralların uzun dönemde tüm ülkelerin lehine
çalışacağına olan güvenin sağlanmasıdır, ki bunun da üstesinden kolayca
gelinecek bir iş olmadığı açıktır.
* (Aho ve Aronson, 1985)
** Konunun AGÜ lerle ilgili yönleri üzerinde evvelce 'GATT ve AGÜ ler' başlıklı alt-bölümde durulmuş
olduğu
için burada bunlar yinelenmemektedir.
50
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YENi KORUMACILlGIN KÖKENLERi
3.1. GiRiş
Bu bölümde önce korumacılığın temelinde yatan nedenler ve korumacılık
türleri üzerinde kısaca durulacak, sonra da, özellikle 1970'lerden sonraki
döneme damgasını vuran 'yeni korumacılık' olgusunun kökenleri ve ortaya
çıkış nedenleri araştırılacaktır.
Korumacılığın,
yani ülkelerin ulusal sanayilerini dış rekabete karşı korumalarının kökeninde yatan nedenin, özü itibariyle, 'yapısal dengesizlik' olduğunu
söyleyebiliriz. Günümüzde olduğu gibi, birbirine son derecede iç-bağımlı bir
dünyada, ticari ilişkiler içinde olan ülkeler arasında, özellikle belli sanayiler
bazında yapısal dengesizliğin olması gayet doğaldır, aslında bu dengesizlik
her zaman var olmuştur ve giderek arttığı da bir gerçektir. Korumacılığın
kökeninde esas olarak ülkeler arası yapısal dengesizliğin yattığı bir kez saptandıktan sonra, bu dengesizlik arttıkça, korumacılığın da artacağını söylemek bir kehanet olmayacaktır. Dengesizliğin dozu ve boyutu değiştikçe, korumacılık da nitelik değiştirecek, somut veya soyut olarak mutlaka varolacaktır.
'Gönüllü ihracat sınırlamaları' diye adlandırılan ticaret çarpıtıcı önlemlerin ilk
kez liberalizmin görünürdeki şampiyonu ABD tarafından uygulamaya konulmuş olmasındaki çelişkinin kökeninde bu gerçek yatmaktadır, (ABD'nin bu
konudaki konumunu değerlendirirken, uluslararası ticaretin doğası itibariyle
politik bir olayolduğu gerçeğini de gözardı etmemek gerekir). Özetle söylemek gerekirse, ticaret partnerleri arasında çeşitli sektörlerdeki verimlilik artış
hızları farklılık gösterdikçe ve yapısal uyum yönünden alınan önlemlerin
sonuçlarının alınması
uzun zamana yayıldıkça, korumacı önlemler, en azın­
dan kısa dönemde karşılaşılan sorunların üstesinden gelmenin tek çıkar yolu
olarak algılanmaktadır.
Çeşitli
yazarlar korumacılığa farklı açılardan yaklaşarak çeşitli şekillerde
sınıflandırmışlardır. Kesin olan bir şey varsa, o da, 'yeni korumacılık' diye
adlandırılan ve esas olarak 1970'lerden sonra ivme kazanan korumacılığın,
Frederich List'in savunduğu, yavru sanayilerin korunmasına yönelik korumacıiıktan tamamen farklı olduğudur. Herşeyden önce, List'in savunduğu korumacılıkta, ulusal sanayinin dış rekabete karşı korunabilmesi için ekonominin
dünya ekonomik sisteminden geçici olarak
51
kopması
sözkonusu iken, yeni
korumacılıkta
bu tür bir kopma söz konusu değildir. Aşağıda açıklığa kavuşa­
gibi, yeni tür korumacılıkta, koruma araçları uluslararası ticaret sisteminin
entegre bir parçası haline gelmiştir ve bu araçları kullanan ülkenin dünya
ticaret sisteminden kopması sözkonusu olmamaktadır.
cağı
Elmar Altvater'e göre (Altvater, 1988), günümüzdeki korumacı eğilimlerin
kökeninde, ABD ekonomik hegemonyasına dayalı dünya ekonomik sisteminin kötüye gitmesi yatmaktadır. Hegemonyanın güçlü olduğu dönemde
oyuna katılan herkesi yararlandıran (positive sum game) dünya ekonomik
sistemi, günümüzde sıfır toplamiı bir oyun durumuna (zero sum game)
dönüşmüştür. Artık, bir ülkenin yararı, ancak başka bir ülkenin zararı pahasına
gerçekleştirilebilmekte, oyuna katılmak ve kurallara uymak, ülkelerin rekabet
güçlerinin azalması sonucunu doğurabilmektedir. Dolayısıyla, ulusların kendi
başlarının çaresine bakma eğilimi güçlenmektedir, ki bu da korumacılık
eğilimlerinin artması demektir. Yukarıda söylenenler; korumacılık türleri arasında bir ayırım yapmamızın gerekli olduğunu da ima etmektedir. Altvater
olaya bu açıdan yaklaşarak korumacılığı, defansif ve ofansif korumacılık ve
muhafazakar* ve yavru sanayi ile ilgili korumacılık olarak sınıflandırmaktadır.
Altvater'e göre, günümüzdeki korumacılık, muhafazakar veya yavru sanayiye
ilişkin korumacılıktan çok defansif ve ofansif korumacılıkla ilgilidir. Burada
ilginç olan nokta, yeni tür korumacılık eğilimlerindeki artışın, ülkelerin Keynesyenizmden uzaklaştığı bir dönemde sözkonusu olmasıdır. Günümüzde devlet, sermaye kesiminin güçlenmesinin bir sonucu olarak ekonomiden elini
çekme eğilimine girmiştir. Bu da yansımasını 'arz yanlı korumacılık' olarak
göstermektedir. Bu tür korumacılığın amacı, ulusal sermayenin dünya piyasalarındaki rekabet gücünü arttırmaktadır. Bu çabalar, Altvater'e göre 1980'lerde sistemi çatırdatmıştır. Yoru~ doğru ise, 1990'larda da aynı eğilimlere tanık
olunması kaçınılmaz olacaktır.
Bir başka yazar (Cho Soon, 1990) ise korumacılığı, savunmacı (defensive)
ve yavru sanayi türü korumacılık olmak üzere iki gruba ayırmaktadır. Bunlardan ilkinin hedefi, olgun veya çoğu durumlarda da gerileyen sanayileri korumaktır. ikinci tür korumacılık ise, adının da ima ettiği gibi, yavru sanayilerin
korunması ile ilgilidir. Aradaki çizgi pek kesin olmamakla beraber, gelişmiş
ülkelerdeki korumacılık daha çok savunmacı, AGÜ'lerdeki korumacılık ise
daha çok yavru sanayi türü korumacılıktır. iktisadi açıdan, gelenekselolarak
bu tür korumacılık haklı gösterilmiştir. Bu tür korumacılıkta hedef,
yalnızca
* Burada amaç mevcut (geleneksel)
sanayilerin muhafaza edilmesidir.
52
kaynakları korunan sanayiye yöneltmek, o yöne mobilize etmek iken, defansif korumacılıkta hedef, kaynakları korunan sanayiden çekmek ve daha verimli alanlara kanalize etmektir. Her iki korumacılık türünde de, başarı, kaynakların mobilize edilip edilemediği (yani yapıların uyum sağlayıp sağlama­
dığı) ile ölçülür. Hangi tür olursa olsun korumacılık, ancak geçici bir önlem
olarak uygulanırsa haklı gösterilebilir. Korumacılığı, korunan sanayilere nefes
alacak bir olanak sağladığı sürece ve o oranda savunabiliriz. Korumacılığın,
yapısal uyum için yalnızca kısa dönemli bir ikame olduğunu unutmamak gerekir. Aksi takdirde korumacılığın toplumsal maliyetlerinin, sağlanan yararları
aşması gündeme gelecektir.
Yukarıdaki satırlarda,
ülkeleri ulusal sanayilerini korumaya iten temel nedenin ne olduğuna ve korumacılık türlerine ana çizgileri ile değiniidi ve yeni
korumacılığın, özünde, eski tür korumacılıktan farklı bir olgu olduğuna işaret
edildi. Bu aşamada ise yeni korumacılığın kökenlerine inmekte yarar vardır.
Aşağıdaki satırlarda önce bunu yapmaya, daha sonraki bölümde de yeni
korumacılığın araçlarını ayrıntıları ve örnekleri ile irdelemeye çalışacağız.
Yeni korumacılığın nasılortaya çıktığını ve niteliklerini kavrayabilmek için
1970 öncesi ve sonrası dönemleri karşılaştırmak gerekir. 2. savaş sonrasındaki ilk 25 yıl, dünya üretim ve ticaretinin evvelce görülmemiş bir hızla
geliştiği bir dönem olmuştur. 1948-73 arası dönemde dünya toplam üretimi
yılda ortalama % 5 oranında artarken, ihracat yılda ortalama % Tlik bir hızla
artmıştır. Olaya gelişmiş sanayi ülkeleri açısından bakıldığında, 1960-73
döneminde bu ülkelerin ihracatlarının, ortalama GSMH'larının büyüme hızının
üzerinde bir hızla, yılda ortalama % 8.8 büyüdüğü görülmektedir. Bu durum,
bu ülkelerin ticaret bilançolarının net fazlalar vermesi ile sonuçlanmış, bu fazlalar toplam 1960'da $14 milyar iken 1973'de $43 milyara ulaşmıştır (Balassa, 1979, s.47). Bu gelişmelerin konumuz açısından önemli olan yanı, dünya
ticaretinde liberalleşme eğilimleri için uygun bir ortam yaratmış olmasıdır. Bu
ortamda, GATT'ln önderliğinde gerçekleştirilen uluslararası ticaret görüş­
meleri sonunda tarife oranlarında önemli indirimler gerçekleştirilmiştir. Bu
açıdan bakıldığında 1948-1960 döneminin "genelolarak" dünya ticaretinde
Iiberalleşme eğilimlerinin güç kazandığı bir dönem olduğunu söyleyebiliriz.
Hemen belirtelim ki burada "genelolarak" ifadesi önemlidir; çünkü bu dönemde dünya ticaretinde genelde Iiberalleşme yönünde adımlar atılırken, bir yandan da, özellikle bu gelişmelerin vangardı konumundaki ABD'de "gizli korumacılık" eğilimlerinin filizlendiğine tanık olunmuştur. Bu çelişki, yeni koruma53
cılığın
niteliklerinden birini de yansıtmaktadır. Sözü edilen bu 'gizli korumacıiık' eğilimlerinin, GATT önderliğinde düzenlenen 1960-61 Dillon Dönemi ve
1964-67 Kennedy Dönemi çok yanlı tarife indirimleri dönemlerine rastlaması
da ayrıca manidardır.
1973 petrol şokundan sonra, yukarıda sözü edilen olumlu gelişmelerin tersine döndüğüne tanık olunmuştur. Bu tersine dönüş, gelişmiş piyasa ekonomileri diye tanımlayabileceğimiz ülkelerde korumacı eğilimlerin yeniden
gündeme gelmesine yolaçmıştır. 1930'ların korumacı politikalarından önemli
ayrılıklar gösteren ve ekonomi yazınına "yeni korumacılık" olarak geçen bu
politikaların belirgin niteliklerind"en bir tanesi de uluslararası ticaretin gelişme­
sinin önüne "tarife dışı dış ticaret engelleri" (TDE) diye bilinen engelleri
koymasıdır. Türleri binlere yaklaşan ve dünya üretim, ticaret ve refahının geliş­
mesini ciddi şekilde tehdit eden bu engellerin, özellikle Türkiye'nin de içinde
bulunduğu "yeni sanayileşen ülkeler"in (YSÜ) ihracatlarını önlediği; günümüzde liberalleşme vagonunu paradoksalolarak bu ülkelere çe.kerken, yeni
korumacılık olgusunun faturasının yine bu ülkelere ödettirildiği görülmektedir.
Olaya bu açıdan bakıldığında, bu olgunun etraflı bir şekilde incelenmesinin
Türkiye açısından kritik bir öneme sahip olduğu açıktır. (Bu olgunun çok yönlü
irdelenmesinin bu çalışmanın esas amacı olduğuna ise evvelce değinilmişti.)
olgusu yalnız gelişmiş piyasa ekonomileri ile yeni sanayileşen ülkeler arasındaki ticaret ilişkileri açısından değil, fakat aynı zamanda
gelişmiş ülkelerin birbirleri ile olan ticaretieri ve AT ülkelerinin kendi araların­
daki ticari ilişkileri açılarından da önem taşımaktadır. Bunun yanında, tüm bu
ülke gruplarının AGÜ'lerle olan dış ticaret ilişkilerinin de yeni korumacılık kapsamına giren ticaret politikalarından olumsuz yönde etkilendiğini söylemeliyiz. Doyalısıyla, konunun kavranması, yeni korumacılık olgusuna dünya ticaret sistemi açısından bakmayı zorunlu Kılmaktadır.
Yeni
korumacılık
Uluslararası
ticaret sisteminin esas olarak iki eğilime konu olduğunu
söyleyebiliriz. Bir yandan GATT çerçevesinde düzenlenen çok yanlı ticaret
görüşmeleri aracılığı ile uluslararası ticaretin liberalleştirilmesi yönünde önemi
yadsınamayacak
kararlar alınır ve uygulamaya konulurken (örneğin, sanayi
ürünleri üzerindeki tarife oranlarının ortalama % 6'lara düşürülmesi başa­
rılmıştır), diğer yandan da dünya üretim ve ticaretinin büyüme hızının düşme­
sinin ve belli bazı sektörlerde işsizlik oranının artmasının da baskısıyla, türleri
binlere ulaşan tarife dışı dış ticaret engelleriyle, ticaretin engellendiğine tanık
54
olunmaktadır.
Bu engeller dünya ticaret sistemini kendine özgü sık örgülü bir
ağa (veya karmaşık bir labirente) dönüştürmüştür. ihracatın artırılabilmesi ve
yeni pazarlar kazanılması dış pazarlarda kıyasıya bir rekabeti gerektirmektedir.
Aşağıdaki satırlarda, uluslararası
mal ve hizmet akımlarının içinde gerçekleştiği ortam ve bu ortamı bulandıran ve karmaşıklaştıran ticaret engellerini
ve bu engellerin geliştirilmesini zorunlu kılan ve/veya ortaya çıkmasına ortam
hazırlayan ekonomik nedenleri irdelemeye çalışacağız. Yukarıda değinildiği
gibi yeni korumacılık olgusu tüm ülkeleri ve ülke gruplarını olumsuz yönde
etkilemektedir. Bununla beraber, ülkeleri "etkileyen" ve "etkilenen" diye iki
gruba ayırıp bu olguya bu açıdan bakmanın yararlı olacağını düşünüyoruz.
Yeni sanayileşen ülkeler (YSÜ'ler) ve AGÜ'ler daha çok yeni korumacılık 01gusundan "etkilenen" ülke konumundadırlar, AT ve. ABD ise "etkileyen"
konumunda. Bu nedenle aşağıda, yeni korumacılığın kökenleri ABD, AT ve
YSÜ'ler açısından ayrı ayrı ele alınacaktır.
3.2. ABD'DE 'YENi KORUMACı' POLiTAKALAR
ABD'nin, 'yeni korumacı' politikaların uygulama alanı bulmasında ve
geliştirilmesinde özel bir yeri vardır. Bu yeri açıklığa kavuşturabilmek amacıyla
aşağıdaki satırlarda önce ABD'deki korumacı politikaların yasal çerçevesini
1930'lardan başlayarak ana çizgileri ile ele alacak, daha sonra da ABD'de
yeni korumacılığın kökenlerini, bir diğer deyişle, sözü edilen yasal düzenlemelere ortam hazırlayan ekonomik nedenleri ve gelişmeleri, genel eğilimleri
ile irdelemeye çalışacağız.
3.2.1. ABD'DEKi KORUMACı ÖNLEMLERiN YASAL ÇERÇEVESi*
ABD'de uygulanan korumacı politikalar açısından 1930 yılında yürürlüğe
konan Smoot-Hawley Tarife Yasası'nın özel bir yeri vardır. Bu yasa başlan­
gıçta ABD tanımını koruma amacı güdüyordu. Fakat, o dönemde yaşanan
dünya krizinin de etkisiyle, imalat sanayii ürümlerinin de bu yasa kapsamına
alındığını ve bu ürünlerin ithalatı üzerine de büyük oranlı tarifeler konulduğunu
görüyoruz. Diğer ülkelerin bu yüksek oranlı tarifelere misillemede bulunması
üzerine Başkan Roosevelt yönetimi, 1934 yılında '1934 Yılı Ticaret Anlaşmaları
Yasası'nı çıkarmıştır. Bu yasada yer alan genel ilkeler, ABD'de daha sonra
* Bu
bölümdeki bilgiler için (Salvatore, 1987, ss. 227-232) den
55
yararlanılmıştır.
çıkarılan
temelini oluşturmuştur. Bu yasa, ABD ticaret
politikasını oluşturma yetkisini, daha politik tavırlı olan Kongre'den ABD Baş­
kanı'na devretmiş ve Başkana, tarifeleri indirme konusunda diğer ülkelerle
pazarlık edebilme ve tarife oranlarını Smoot-Hawley Yasasında belirlenen
oranların % 50'sine kadar indirebilme yetkisini vermiştir (1947 yılına gelindiğinde ABD 'deki tarife oranları, 1934 Yasası, 1962 yılında Ticareti Genişletme
tüm ticaret
yasalarının
Yasası tarafından değiştirilene
kadar 11 kez değişikliğe uğramıştır.
"'
1934 Tarihli Ticaret Anlaşmaları Yasası ve onu izleyen tüm yasalar, 'en çok
kayırılan ülke' ilkesine dayandırılmıştır. Buna göre, ticari ilişkide bulunulan
ülkeler arasında ayırım gözetilmesi söz konusu olamayacak ve bu ilkeye göre,
belli bir ticaret partneri ile varılan karşılıklı tarife indirimleri, diğer tüm ticaret
partnerlerine de genişletilecektir. Aynı şekilde, 'en çok kayırılan ülke' anlaş­
masını imzalamış bulunan herhangi iki ülke arasında sağlanan iki yanlı tarife
indirimleri, ABD için de otomatik olarak geçerli olacaktır.
1947-1962 yılları arasında GATT çerçevesinde yapılan 5 adet çok yanı i
ticaret görüşmelerinde tarifeler toplam olarak yaklaşık % 35 oranında düşü­
rülmüştür. indirimlerin daha büyük oranlarda olamamasının bir nedeni, görüş­
melerin ürün bazında yapılmakta oluşu, diğeri ise ABD Kongresi'nin, Ticaret
Anlaşmaları Yasasında gerçekleştirdiği değişikliklerle, çeşitli ve ciddi koruyucu araçlar geliştirmiş olmasıydı. Bu koruyucu araçlar şunlardır:
1) 'Peril-point' önlemleri: Tarife indirimlerinin, ABD sanayiini olumsuz etkileyeceği ileri sürülerek, bu önlemler yoluyla ABD Başkanının tarife indirimi
görüşmeleri yapması engellenmiştir.
2) 'Escape clauses' ('kaçamak maddeleri'): Bu maddeler, ithalattan zarar
ileri süren sanayicilerin Uluslararası Ticaret Komisyonu'na
başvurmasına olanak sağlamaktadır (Bu Komisyon 1975 yılına kadar ABD
Tarife Komisyonu adını taşıyordu). Uğranılan zararı "kanıtlamak" için, sözkonusu sanayide ithalatın payının artmakta oluşu yeterli görülmekteydi. Bu
gördüğünü
komisyon, başvuru üzerine, ABD Başkanına,
dirimini geri almasını tavsiye edecektir.
görüşülmekte
olan tarife in-
3) Ulusal Güvenlik Maddesi: Bu madde, ulusal savunma açısından önemli
olan sanayileri olumsuz etkilemesi sözkonusu olan tarife indirimlerini engelleme amacını gütmektedir.
1962 Tarihli Ticareti Genişletme Yasası, 1934 Tarihli Ticaret Anlaşmaları
Yasası'nın yerini almak ve AET'nin kurulması ile ortaya çıkan duruma uyum
56
sağlayabilmek amacıyla çıkarılmıştır.
rının
Bu yasa, ABD Başkanını, tarife oranla1962 seviyelerinin % 50'sine kadar indirilebilmesi konusunda yetkilen-
dirmiştir
tarifeler tümden kaldırılmıştır). Ticaret
Anlaşmaları Yasasındaki ürün bazındaki yaklaşım da bu yasa ile terkediimiştir.
Bu yasanın en önemli özelliklerinden birisi de 'değişikliklere uyum sağlama
yardımı'na olanak sağlamasıdır. 1962 Tarihli Ticaretin Genişletilmesi Yasası 'nın verdiği yetki çerçevesinde ABD, Kennedy Dönemi görüşmelerine
öncülük etmiştir. Bu görüşmeler 1967 yılında sona ermiş ve sınai ürünler üzerindeki ortalama tarife oranlarının 5 yıl içinde 1962'deki düzeylerinin % 35 altı­
na düşülmesi kararlaştırılmıştır. Bunun bir sonucu olarak, 1972 yılı sonuna
gelindiğinde sanayileşmiş ülkelerde sınai ürünler üzerindeki ortalama tarife
oranları, ortalama % 10'un altına inmiştir. Bununla beraber, özellikle tarımsal
alanda, görüşmelere rağmen, hala önemli miktarda tarife dışı engellerin sürdüğünü ifade etmeliyiz.
(% 5 ve daha
düşük oranlı
1974 yılında yerini Ticaret Reformu
Yasası'na bırakmıştır. Bu yasa ABD Başkanına, görüşmelerde % 60'a varan
oranlarda tarife indirimi yapabilme ve % 5 ve altındaki tarifeleri kaldırabilme
yetkisini vermiştir. Bu yasanın ilginç bir yanı Başkana, tarife dışı dış ticaret engelıerini kaldırma görüşmeleri yapabilme yetkisini de tanımış olmasıdır. Yasa
ayrıca 'değişikliklere uyum yardımı' kriterini daha liberalleştirmiştir. ABD,
Tokyo Dönemi görüşmelerine* bu yasa çerçevesinde katılmıştır. 1979 yılında
biten görüşmelerdeki tarife indirimleri 1980 yılından başlayarak 8 yıla yayılmış,
indirim gerçekleştirmeleri ABD için ortalama % 31 , AET için % 27 ve Japonya
için % 28 olmuştur.
1962 Tarihli Ticareti
Genişletme Yasası
ABD dış ticaretini düzenleyen yasal çerçeve ana çizgileriyle bu şekilde
özetlenebilir. Şimdi bu yasal çerçeveye kaynaklık eden ekonomik gelişmeleri
kısaca inceleyebiliriz.
3.2.2. ABD VE YENi KORUMACILlGIN EKONOMiK KÖKENLERi
Ewelce de ima edildiği gibi, ABD'nin, yeni korumacılık uygulamalarında
kendine özgü ve çelişkiler içeren bir konumu vardır. ABD bir yandan anti-Keynesyen arz-yanlı politikaların ve ticarette liberalleşmenin kapitalist dünyadaki
düşünsel ve siyasal önderliği ni yaparken, diğer yandan da 2. savaştan sonra
yüklendiği ve günümüzde de sürdürme gayretinde olduğu konumun bir sonucu olarak savunma bütçesini büyük tutmak zorunda kalmış, bu ise paradoksalolarak ABD'nin bir Keynesyen politika olan açık bütçe politikası izlemesine
57
yolaçmıştır. Dış
ekonomik ilişkilerinde de eski başarısını sürdüremeyen ABD
kapitalist dünyanın "iki açıklı" devi durumuna düşmüştür: ABD, artık, hem
bütçesinde hem cari işlemlerinde açık veren bir ülkedir. Bu sorunların çözümü
ise yapısal dönüşümleri zorunlu kılmakta, konumuz açısından asıl sorun da
buradan kaynaklanmaktadır. Sorunların kökeni ülke içinde uygulanan politikalarda yattığı halde, ABD kolay yolu benimsemekte ve açıkları kapatmanın
en etkin araçları olarak, duruma göre "gizli", duruma göre "açık" korumacılığa
ve olanak bulduğu ölçüde de doların değerinin düşürülmesi politikasına baş­
vurmaktadır. işin ilginç yanı, bir yandan serbest ticaretin lideri konumunu sürdürmeye çalışan ABD'nin diğer yandan "gizli korumacılık"ın ilk uygulayıcısı
olması ve bu tür ticaret engellerinin en yaygın kullanıcısı durumunda bulunartık
masıdır.
ABD 'nin bu konuma nasıl düştüğünün anlaşılabilmesi açısından ABD
ekonomisine ilişkin bazı bilgilerin gözden geçirilmesinde yarar vardır. ABD,
2. savaştan en güçlü ülke olarak çıkmıştır. 1945 yılında dünya nüfusunun %
6 sına sahip olan ABD, dünya imalat sanayii üretiminin % 60'ını gerçekleştir­
mekteydi. Savaşı izleyen 20 yılda dünyanın hiçbir ülkesi imalat sanayii üretim
ve ihracatında ABD ile rekabet edecek güçte değildi. Bu nedenle dış ticaretin
. engellenmesi ABD'nin çıkarları ile ters düşmekteydi. ABD'nin 1947 yılında
GATI'ln kurulmasına öncülük etmiş olmasının nedeni budur. (Daha önce
kurulmuş bulunan IMF ve IBRD'yi de GATI'ln oluşturmaya çalıştığı liberal
ticari ilişkiler temeline dayalı dünya ticaret sisteminin tamamlayıcı öğeleri olarak değerlendirmek gerekir).
istatistikler, ABD 'nin dış ticaret ilişkilerindeki kritik bir eğilimin ipuçlarını vermektedir. ABD'nin dünya ticaretindeki ağırlığı 1950'den sonraki dönemde giderek azalmış, bu eğilim özellikle 1980'Ierden sonra hız kazanmaya başla­
mıştır. ABD'nin, AET ve Japonya ile yaptığı ticaretteki ağırlığı 1950'de % 33'
den 1960'da % 27'ye, 1970'de % 23.5'e ve 1980'de % 22.1 'e düşmüştür.
ABD'nin dünya ticaretindeki ağırlı'ğı da 1965'de % 13'den 1980'de % 11.6'ya
gerilemiştir. ABD'nin ticaret bilançosu (TB) ise 1890'Iardan 1971 yılına kadar
hep fazla vermiş, bu fazlalar dış ülkelerde yatırımlara' kanalize edilmiştir. Bu
fazlalar 1960'Iarın başlarında yılda ortalama $5 milyar iken 1969'da $1 milyarın
altına düşmüş, 1971 yılında ise ilk kez açık vermiştir. 1982 yılına kadar TB
açıklarını dış ülkelerdeki yatırımlardan sağlanan kazançlarla kapatmayı ve cari
işlemler dengesini (CID) dengede tutmayı başaran ABD, 1982 yılından baş­
layarak CiD'de de açıklar vermeye başlamış, bu açıklar 1986 yılında $169.8
milyara ulaşmıştır. Bu rakamlar, ABD'nin diğer ülkelere karşı rekabet gücünün
58
giderek azaldığının açık bir göstergesidir. Rekabet gücü azaldıkça ABD'deki
sanayicilerin ve işçi sendikalarının korumacılık yönündeki baskıları yoğunluk
kazanmıştır. 1970-82 arasındaki 12 yıldan 5'inde büyüme hızının eksi olması
ve işsizliğin zaman zaman % 10'ların üzerine çıkması bunda kuşkusuz etkili
olmuştur. Giderek artan ithalattan zarar gören firmalar ve işçi sendikaları,
ABD'nin rekabet gücündeki azalmanın nedenini, diğer ülkelerin belli malların
üretiminde karşılaştırmak üstünlükleri ellerine geçirmelerinde değil, diğer
ülkelerin "gayri adil" olduğunu iddia ettikleri ticaret uygulamalarında bulmuş­
lardır. Bu çevrelere göre diğer ülkeler ve özellikle de Japonya, ABD'nin izlediği
açık pazar politikalarını suiistimal etmekte, kendi sanayilerini ise ABD rekabetine karşı sıkı bir şekilde korumaktadır. ABD'de bu kanı çok yaygındır ve ABD
cari işlemler açıklarının açıklanmasında politik bir kolaylığının olduğu da kuş­
kusuzdur.
ABD'nin yabancı pazarlardan çok daha açık olduğu şeklindeki kanı "hiç
olmazsa imalat sanayi ürünleri açısından, ampirik bulgularla pek desteklenmemektedir. ... 1970'lerin sonlarında ve 1980'1erin başlarında tarife dışı engellerle korunan üretim sektörleri, imalat sanayii piyasasının ABD'de % 34'ünü,
Kanada'da % 1O'unu, Almanya'da % 20'sini, Fransa'da % 32'sini, itaiya'da %
34'ünü, Bileşik Krallıkta % 22'sini ve Japonya'da ise % Tsini kapsamaktadır. ..
Bu kanıLABD pazarının, en önemli ticaret partnerlerinin pazarlarından çok
daha açık olduğu şeklindeki inanışın otomatik olarak kabul edilemeyeceğine
işaret etmektedir" (William eline, 1983)
ABD'deki korumacı eğilimlerin artması ile ilgili olarak vurgulanması gereken bir nokta da izlenen yanlış kur politikasıdır. 1950'lerin sonları ile 1960'ların
başlarında ABD'de işsizlik oranı oldukça düşük düzeylerdeyken, ABD Doları'nın aşırı değerlenmiş olması (ki 1971 de Bretton Woods sisteminin çökmesine neden olacaktır) ABD ihracatını olumsuz yönde etkilemiş, ithalatın ise
hızla artmasına yolaçmıştır. Sonuçta hükümet korumacı önlemler almak
zorunda kalmıştır. Bu konuda ABD nin kimseyi suçlamaya hakkı yoktur ve bu
yargı tanınmış ABD'li iktisatçı Baldwin tarafından da onaylanmaktadır.
"ABD'deki mevcut hoşnutsuzluğun esas nedeni ABD'nin uyguladığı makroekonomik politikalarda yatmaktadır, diyebiliriz. Bu politikalar güçlü bir ABD
Doları ile sonuçlanmış, bu da ithalatla rekabet eden sektörleri ve ihracat sektörlerini rekabette güç durumda bırakmıştır. GATT kurallarında yapılacak
hiçbir değişiklik bu sorunu hafifletmeyecektir. Çözüm, makroekonomik politikalarda yapılacak değişikliklerde yatmaktadır" (Baldwin, 1988, s.243).
59
Evvelce de ifade edildiği gibi, bir yandan ABD'deki korumacı eğilimler artarken, diğer yandan ABD'nin dünya genelinde serbest dış ticaretin şampi­
yonluğunu yaptığına tanık olunmuş, ABD, GATT'ın öncülüğünde gerçekleştirilen çok yanlı tarife indirimleri görüşmelerinde en aktif üye rolünü üstlenmiştir. Burada açık bir çelişki olduğu kuşkusuzdur. Bu çelişki, ayrıca, yeni
korumacılığın önemli bir niteliğine ışık tuttuğu için de ilginçtir. ABD görünürde
serbest ticaretin öncüsü ve savunucusu rolünü oynadığı için ABD' nin
uyguladığı korumacı önlemler kılasik koruma araçlarını içermemektedir.
Diğer
ortada bir çelişki vardır ama, ABD bu çelişkiyi sezdirmemeye çalışmaktadır. ABD hükümeti ABD'ye ihracatları hızla artan ülke hükümetlerini ABD'ye ihracatlarını azaltmaya "ikna" etmektedir. Amaç, GATT
kurallarından sıyrılmak ve buna bir kılıf bulmaktır. "Gizli korumacılık" veya "yeni
korumacılık" diye adlandırılan uygulamaların kökeni buradadır. 1950'lerin
sonlarında Japonya'nın ABD'ye yaptığı tekstil ihracatı üzerine konan "gönüllü
ihracat sınırlaması" (GiS) buna örnek olarak gösterilebilir. Bu ihracattan
rahatsız olan ABD hükümeti, Japon hükümetinin 1957-62 yılları arasında ABD'
ye yaptıkları tekstil ihracatını sınırlamaya "ikna" etmiş ve böylece savaş sonrası dönemde tarife-dışı, ayırımcı korumacılık girişimlerine öncülük etmiştir.
ABD'nin bu şekilde bir yol izlemesi, GATT'ln XiX. maddesinde izin verilen
"korumaya alma davranışı"ndan (Safeguard action) sıyrılmasına olanak
sağlamış ve 1930'ların ayırımcı ticaret sınırlamalarına geri dönüşün ilk adımını
oluşturmuştur.* Daha sonraki yıllarda, 1974-75 krizinin sanayileşmiş ülkeleri
çarpmasından önce, ABD'nin, kendisine tekstil ürünleri ihraç eden belli başlı
ülkelerle, ABD 'ye olan ihracatlarını sınırlandırmaları için ikili anlaşmalar yaptı­
ğına tanık oluyoruz. 1980'lere gelindiğinde bu kez ticaret bilançosu açıklarının
artmasının ABD'de korumacı baskıların yoğunlaşmasına neden olduğunu ve
Başkan Reagan'ın, ABD' nin ticaret partneri ülkeleri "karşılıklılık" (reciprocity)
esasına dayalı ikili anlaşmalar imzalamaya zorladığını görüyoruz. Burada
konumuz açısından önemli olan nokta, Amerikalılar'ın, 1980'lerde ABD ticaret
politikasının oluşturulmasında "karşılıklılık" kavramına verdikleri anlamın yeni
bir nitelik kazanmış olmasıdır. Evvelce "karşılıklılık", ticari görüşmelerde "ençok kayırılan ülke" ilkesine dayalı karşılıklı ticari ödünlerin verilmesi ve ABD
ile belli başlı ticaret partnerleri arasındaki ticaret engellerinin indirilmesinde
genel bir denge kurulması ş,eklinde yorumlanmakta iken, 1980'lerde ABD
politikacıları. "karşılıklılık" kavramını, ABD'nin ihraç ettiği "belli" malların "piyabir
deyişle
* 1950 yılındaABD'yi
ingiltere izlemiş ve bu ülke Hindistan, Hong Kong, Pakistan ve diğer bazı AGÜ
lerden yaptığı pamuklu dokuma ithalatını benzer yolla denetim altına almayı denemiştir. Daha sonra
diğer Avrupa ülkeleri aynı yolu izlemiştir.
60
girebilmesi" hakkının "ikili" anlaşmalarla sağlanması
yorumlamaya başlamışlardır. Söz konusu ABD ihraç mallarının
diğer ülke piyasalarına, diğer ülke mallarının ABD piyasasına giriş koşullarına
benzer koşullarda girmesine olanak sağlanmadığı takdirde, ABD'nin misillemede bulunması öngörülmektedir. ABD 'nin izlemeye başladığı misilleme
tehditli bu "karşılıklılık" uygulaması, ABD'nin son 60 yıldır koşulsuz olarak
uyguladığı "ençok kayırılan ülke" uygulamasından açık bir sapmadır ve diğer
ülkeleri karşı misillemede bulunmaya zorlayarak bir ticaret savaşının çıkma­
sını körükleyecek bir nitelik taşımaktadır. Burada önemli olan bir nokta da
ABD'nin "karşılıklılık" ilkesiyle ilgili olarak çifte standart uygulamakta oluşudur.
ABD'nin "adilolmayan" (unfair) ticari uygulamalar içinde bulunduğunu iddia
ettiği ülkeler, genellikle, Japonya gibi ABD karşısında ticaret bilançoları fazla
veren ülkelerdir. ABD hükümeti, ticaret bilançosu kendi lehlerine ise, ticari
ilişkilere pek müdahale etmemektedir. ABD şikayetlerinin bir diğer özelliği de,
yalnızca belli ürünleri içermesi, yani ürün-spesifik olmasıdır. {Örneğin,
piyasaya adil koşullarda girmeyi sağlayabilmek için ABD'nin misillemede
bulunacağı tehdidinde bulunduğu ürünlerden biri yarı-iletkenler (semiconductors) dir.}
saya
eşit koşullarda
anlamında
Yukarıdaki satırlarda ABD'de yeni korumacılığın gelişimini ana çizgileri ile
özetlemeye çalıştık. Kısaca söylemek gerekirse, 1960'lardaki ticaret engelleri
daha çok Japonya ile birlikte yeni sanayileşen ve gelişmekte olan ülkelere
yönelik olmuştur. Bu, sadece ABD için değil AT dahil diğer sanayileşmiş
ülkeler için de geçerlidir. Gelişmiş ülkeler, bu uygulamalardan mağdur olan
ülkelerin zararlarını telafi etmek amacıyla GATT kurallarının bu ülkeler için
geçerli olmamasını önermiş ve bu amaçla 1960'ların ortalarında Genel Tercihler Sistemini (GSP, General System of Preferences) oluşturmuşlardır. Bu
uygulamaların sonucu olarak GATT kuralları artık hemen hiçbir ülke için eşit
olarak uygulanamaz olmuş, başlangıçta yalnızca tekstil ve giyim eşyası için
geçerli olan ayırımcı ticaret uygulamaları zamanla başka imalat sanayii ürünlerine de kaymıştır. 19?0'lerde ve 80'lerde ise bu uygulamaların daha çok
gelişmiş ülkeler arasındaki ticareti engeller bir nitelik kazandığına ve yeni
sanayileşen ülkelerle gelişmekte olan ülkelerin önemlerinin ikinci plana düş­
tüğüne tanık olmaktayız. ABD ile ilgili bir diğer ilginç gelişme de, 19?0'lerde
daha çok tarife dışı engellere ağırlık veren ABD'nin son zamanlarda yeniden
1930'ların tarife korumacılığına geri dönüyor izlenimini vermekte oluşudur
(eline W.R., 1983, s.132).
Günümüzde ABD ticaret
politikasının başlıca amacının,
61
hizmetler sektö-
ründeki ticaretin GATT görüşmeleri çerçevesine dahil edilmesi ve Japonya
ve diğer gelişmiş ülke pazarlarının Amerikan ihraç mallarına daha fazla açıl­
ması olduğunu söyleyebiliriz (Hizmetler sektörü; bankacılık, sigortacılık, telekomünikasyon, bilgi işlem, yüksek teknoloji gibi alanları kapsamaktadır. ABD'
nin bu arzusu, Brezilya ve Hindistan gibi önde gelen gelişmekte -olan- ülkeler
tarafından tepkiyle karşılanmakta, bu ülkeler bu alandaki ticaret liberalizasyonunun, bu ülkelerin kendi hizmetler sektörlerinin geliştirilmesini baltalayacağını ileri sürmektedirler.
Özetle söylemek gerekirse, ABD dış ticaret politikası son 30-35 yıldır sürekli
bir gerilim içinde olmuştur. ABD, genel çizgileri ile serbest ticareti savunmakla beraber, tekstil, otomobil, çelik ve diğer bazı sanayilerini korumak amacıyla
yurtiçindeki baskı gruplarına giderek artan ölçülerde ödünlerverme durumunda kalmış, bu ise hem ABD hem de dünya ekonomisi açısından, serbest dış
ticaretten, iki yanlı ve güdümlü bir ticarete kayılması ile sonuçlanmıştır. Sonuç
olarak korumacılığa karşı en etkili silahın, dünya ekonomisinin hızlı bir şekilde
büyümesinin sağlanması olduğunu söyleyebiliriz.
3.3. AT VE YENi KORUMACıLIK
3.3.1. EKSTRA-AT KORUMACıLIK (Üçüncü Ülkelere Karşı Korumacılık)
AT'ın
dış
temel ilkeleri Roma Antlaşmasında açıkca
110. maddesine göre bu temel ilkeler, dünya ticaretinin geliştirilmesi, uluslararası ticarette söz konusu olan sınırlamaların aşa­
malı olarak kaldırılması ve tarifelerin aşamalı olarak indirilmesidir. Ayrıca,
Antlaşmanın 112. maddesi de Topluluk içinde rekabeti engelleyici uygulamaların kaldırılmasını öngörmektedir. Antlaşmada yeralan hükümlere göre,
Topluluk ve Topluluğu oluşturan ülkeler düzeyinde yerleşik bulunan her türlü
koruyucu politika, Antlaşmanın ruhuna ters düşecektir.
ticaret
politikasının
belirtilmiştir. Antlaşmanın
serbest dış ticareti öngören hükümlerine karşın,
Topluluğa üye ülkeler, çeşitli yollarla koruyucu stratejiler geliştirmişler ve
uygulamaya koyabilmişlerdir:*
Roma
Antlaşmasının
a) Üye ülkeler bir yandan Topluluğun karar alma sürecinde çeşitli yollarla
korumacı politikalar uygulanması yönünde baskı oluştururlarken,
b) Diğer yandan da, doğrudan doğruya ticaret politikası ile ilgili olmayan,
fakat üye ülkelerin ithalatıarını önemli ölçülerde sınırlayıcı etkileri olan önlem* Bu konuda daha
ayrıntılı
bilgi için (Lieberman, 1987, s.151 +) görülebilir.
62
lere başvurmuşlardır. Özellikle 1970'lerin sonlarından başlayarak, üye ülkelerin bireyselolarak koruyucu uygulamalara yöneldiklerine tanık olunmaktadır.
ATı oluşturan
ülkelerin korumacılık konusunda homojen bir yapı oluş­
söylemek olanaklı değildir. Fransa, "korumacı grup"un başını
çekerken, Almanya serbest ticaretten yana olan grubun lideri durumundadır.
ilk gruba Yunanistan, italya ve izlanda'yı, ikinci gruba da Danimarka ve
Hollanda'yı dahil edebiliriz. Burada sayılmayan diğer üye ülkelerin daha çok
korumacı gruba eğilimli olduğu söylenebilir. Bu da korumacı grubun, Topluluk düzeyinde karar alma sözkonusu olduğunda oy ağırlığının serbest ticaretçi gruptan daha fazla olduğu anlamına gelmektedir. Nitekim 1980'Ierin son
yıllarında korumacı grubun, AT Komisyonu'nu ve AT Konseyini, kendi istekleri doğrultusunda korumacı önlemler alınmaması durumunda, bu önlemleri
tek tek ülkeler düzeyinde alacakları konusunda tehdit ettiklerine birçok kereler tanık olunmuştur.
turduğunu
Korumacı
gruptaki ülkeler, üçüncü ülkelere ait bazı malların.AT içinde serbestçe dolaşımının ekonomileri için tehlike oluşturduğunu hissettikleri anda
Roma Antlaşmasının 115. maddesine başvurmakta ve bu malların AT içinde
serbestçe dolaşımını engellemekte tereddüt etmemişlerdir. Madde 115'i en
çok kullanan ülkeler Fransa, irlanda ve italya olmuştur. *
Madde 115 çerçevesinde benimsenen korumacı önlemler, doğrudan miktar kısıtlamalarını, tarife dışı ithalat engellerini ve ihracatı teşvik stratejilerini
içermektedir. Miktar kısıtlamaları en çok Fransa ve italya tarafından uygulanmakta, Almanya ve Birleşik Krallık ise genellikle bu tür uygulamalara karşı
çıkmaktadır. Üye ülkeler tarafından, Topluluk dışı ülkelere karşı uygulanan
korumacı önlemler, Ayrıca, ithalatla ilgili Ortak Mevzuatın** 12. maddesinin
2. paragrafı tarafından da teşvik edilmektedir. Bu paragraf, üye ülkelerin,
üçüncü ülkelerden yaptıkları ithalat üzerinde ulusal bir "gözetim" (surveilIance) sistemi oluşturmasına olanak sağlamaktadır. Üye ülkeler, belli koşul­
larda "ihtiyati" (precautionary) koruyucu önlemlere de başvurabilirler. Ayrıca,
acil durumlarda, üye ülkelerin, AT Komisyonunun davranışları konusunda
önceden bilgilendirmek koşuluyla, herhangi bir malın ülkelerine girişini dondurma hakları da vardır.
* AET'nin yayınladığı EEC Official Bulletin'e göre Fransa Madde 115:i 1981 'de 78 defa, 1982'de 52
defa, 1983'de 43 defa kullanmıştır. Aynı rakkamlar irlanda ve italya için slrasıyla44, 26, 47; 27, 28,
31 'dir. Almanya ise aynı maddeye 1981 'de 1982'de ikişer kere 1983'de ise 4 kere başvurmuştur.
** Common Regulations on Imports.
63
Roma Antlaşması, üçüncü ülkelerden yapılan ithalatla ilgili olarak tarife dışı
engellerin ulusal kullanımını açık bir şekilde yasaklamamaktadır. Bu nedenle
Topluluğu oluşturan ülkeler üçüncü ülkelerden kaynaklanan ithalatı engellemek üzere tarife dışı engellere giderek artan bir şekilde başvurmuşlardır.
Bu engellerden en yaygın olarak uygulama alanı bulanlardan bir tanesi
"gönüllü ihracat sınırlaması" (GiS) anlaşmalarıdır. Örneğin Fransa, Japonya'dan yaptığı otomobil ithalatını, piyasasının azami % 3 ü ile sınırlamak üzere
bu ülke ile bu tür bir anlaşma yapmıştır. ingiltere, Almanya ve Benelux ülkeleri
de Japonya ile benzer anlaşmalar imzalamışlardır. Ayrıca, AT Komisyonu ile
Japonya arasında varılan bir anlaşmaya göre, Japonya, AETye yaptığı 10
"duyarlı" ürünün ihracatını sınırlamayı kabul etmiştir.
Ulusal kamu kuruluşlarının tercihlerini ulusal üreticilerin ürettiği mal ve hizmetlerin satın alınması şeklinde kullanmaları da ithalatın dolaylı yoldan etkin
bir şekilde engellenmesinin bir yöntemi olmuş ve Topluluk ülkeleri bu yöntemle, Tokyo Dönemi toplantılarında alınan kararlardan sıyrılmayı başarmış­
lardır. (Bu tür tarife-dışı engeller iktisat yazınında "devlet satın alımları" -government procurement policies- olarak adlandırılmaktadır. ileride bu konu daha
ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır). ithalatı dolaylı yoldan engellemenin bir
diğer yolu da ithalat üzerine teknik ve sıhhi bazı standartlara uyma zorunluluğunun getirilmesidir. "idari korumacı/ık" (administrative protectionism)
. diye adlandırılan bu korumacılık yöntemi de ATda yaygın bir kullanım alanı
bulmakta ve bu tür korumacılığı engellemeye çalışan GATT Standards Code
görmezlikten gelinmektedir. ihracata veri/en sübvansiyonlar da ithalatı dolaylı
yoldan engelleyici bir etkiye sahip olabi/ir. Koopman'ın vurguladığı gibi "ihracata yardımcı olmanın yeni araçları durmadan yaratılmakta ve ihracat kredi
sübvansiyonları için halen varolan kaçamak yoldan bol miktarda yararlanıimaktadır. AET ülkeleri, aynı zamanda, ihracatta riskten korunmayı sağlayan
çeşitli kaçamak yollara da sahiptirler. Özellikle popüler olan bir yoı, ihracat
sübvansiyonları ile kalkınma yardımlarını karma finansman (mixed financing)
bünyesinde birleştirmektir ... Örneğin Fransa, ihracatçılarına, üretimde kullanılan girdi/erde her türlü fiyat yükselmesine karşı güvence sağlamaktadır ...
Bu güvence yalnızca Fransa'da üreti/en ürünler için geçerlidir." (Koopman,
G., 1984, sS.1 03-11 O).
3.3.2. INTRA-AT (AT-içi) KORUMACıLIK
ATa ilişkin korumacılığın ikinci yönü AT-içi korumacılıktır. Bu tür korumacılığın özellikle 1970'lerin başındaki ekonomik durgunlukla birlikte başladığını
64
ve 1973 öncesinde AET'nin gösterdiği çarpıcı ekonomik başarı ile 1973'den
sonra yaşanan ekonomik durgunluğun müşterek bir sonucu olduğu söylenebilir. 1973 öncesinde AT-içi ticaret çarpıcı bir hızla genişlemiş; ekonomi
1973 sonrasında durgunluğa itilince de hükümetler, daha çok, diğer AET
ülkelerinden yaptıkları ithalatı sınırlamanın yollarını aramışlardır. Bu yolda
aldıkları korumacı önlemleri de genellikle "düzenli pazarlama", "selektif ithalat
politikası" veya "sektöre-özgü serbest ticaret" gibi ifadelerle kamufle etmeye
çalışmışlardır.* ithalatın baskısı arttıkça, bu ithalattan zarar gören üreticiler,
hükürı:ıetler üzerinde baskılarını yoğunlaştırmış, hükümetler de AT-içi ticareti
çeşitli yöntemlerle denetim altına almaya çalışmışlardır. Bu yöntemleri ana
çizgileri ile şöyle sınıflandırmak olanaklıdır: Kamusal ihalelerde ulusal üreticilerin tercih edilmesi (government procurement); ulusal sanayiye sübvansiyonlar sağlanması; kamusal sağlığın, teknolojik ve ulusal güvenliğin sağ­
lanması amacıyla yönetmelikler çıkarılması; gümrüklerden mal çekilişini güçleştiren karmaşık bir mevzuat ağının oluşturulması (Bunları kısaca teknik ve
idari sınırlamalar-technical and administrative barriers- olarak adlandırıyoruz).
Kamusal ihaleler çoğu AT ülkelerinde GSMH içinde önemli bir ağırlığa
sahiptir. Bu ihaleler özellikle telekomünikasyon, geliştirilmiş elektronik, uçak
ve bilgisayar üretimi, elektrikli ve nükleer santrallerin kurulması gibi alanlarda
çok yaygındır. AET Bakanlar Konseyi'nin 21 Aralık 1976 tarihli direktifi (Directive 77/62/EEC) üye ülkelerin, Topluluk içinden gelsin gelmesin her türlü teklifi gözönüne almasını hükme bağlamış olmasına rağmen, kamusal ihale
çerçevesine giren çeşitli faaliyetler için istisnalar getirmiş, üye ülkeler ise bu
direktifi, kapsamı içinde olan konular için bile ithal etmeyi sürdürmüşlerdir.
Tokyo Dönemi toplantılarında kamu satınalımları ile ilgili olarak benimsenen
kurallar da bu soruna bir çözüm getirmede yetersiz kalmıştır.
92, 93 ve 94'üncü maddeleri devlet sübvaıisi­
ve diğer yatırım teşviklerinin kullanımını sınırlamaktadır. Bununla
beraber, özellikle belli sınai sektörlerin geliştirilmesine yönelik devlet yardım­
ları konusunda (bu yardım, Topluluk içi rekabetin bozulmasına yolaçmadığı
sürece) istisnalar getirmektedir. Bu istisnaların ve bunlardan yararlanılarak
verilen devlet sübvansiyonlarının, ulusal düzeyde korumacılık amacıyla kullaRoma
Antlaşmasının
yonlarının
nıldığı açıktır.
Kamu sağlığını korumaya ve ulusal güvenliği sağlamaya yönelik olarak
yasa ve yönetmeliklerle, gümrüklerden mal çekilmesini güçleştiren
mevzuat da, gerek AT içinden kaynaklanan, gerekse AT dışından gelen
çıkarılan
*
Sırasıyla
"orderly marketing", "selective import policy" ve "sector-specific free trade".
65
ithalatı sınırlamak
ve ulusal sanayiyi korumak
amacıyla kullanılmaktadır.
Topluluk üyesi ülkelerin birbirleriyle yaptıkları "gönüllü ihracat sınırlaması"
(GiS) anlaşmaları, Topluluk bölgesinde malların serbestçe dolaşımını engelleyen en önemli öğelerden birini oluşturmaktadır. Belli birTopluluk üyesi ülkeye yaptığı ihracatı sınırlayacağı güvencesini veren bir üye ülke, bu ihracatın,
başka bir üye ülke kanalıyla dolaylı yoldan söz konusu ülkeye ihraç edilmeyeceği güvencesini de vermek zorunda kalmış, bu durumda, Toplulukta
sınır denetimlerinin aşırı bir şekilde artması gibi olumsuz bir sonuç doğur­
muştur.
1973 sonrası dönemde Topluluk ülkelerinde korumacı eğilim ve uygulamaların artışının önemli bir diğer nedeninin, bu dönemde Topluluk ülkelerinde işsizliğin hızla artmış olmasının olduğu ileri sürülmüştür. * 1974-198~
döneminde AT ülkeleri bir bütün olarak ABD ve Japon ekonomilerinin gösterdiği dinamizmi gösterememiş, bu dönemde ABD ekonomisi 15 milyon
kişiye, Japon ekonomisi 4 milyon kişiye yeni iş olanağı yaratırken, AT'da 3
milyon işçi işsizler ordusuna katılmak zorunda kalmıştır (Lieberman, ss.1567). Yeni iş yaratmakta ABD ve Japon ekonomilerinin dinamizmini gerçekleştiremeyen AT ülkeleri, çıkış yolunu korumacılığa başvurmakta bulmuştur.
Emek verimliliğindeki artış ile reel ücretlerdeki artış arasındaki bağlantıda
da AT, ABD ve özellikle de Japonya karşısında önemli bir dezavantaja sahip
olmuştur. 1974-1984 döneminde reel ücretler gerek AT gerekse Japonya'da
yaklaşık % 27 oranında artarken, işçi başına verim Japonya'da % 27, AT'da
ise ancak % 12 oranında artabilmiştir. Aynı dönemde ABD'de işçi başına verim
%2 oranında azalmış, reel ücretler de ancak % 4 oranında artmıştır. Bu rakamlar AT'da anılan dönemde emek talebinin neden artmadığını açıklayıcı niteliktedir. Aynı dönemde AT'da istihdam artışını olumsuzyönde etkileyen bir diğer
etken de AT'da işverenlerin sosyal güvenliğe katkılarının ABD ve Japonya'dan
daha yüksek olmasıdır. Bu katkı AT'da yaklaşık % 40 iken ABD'de % 27.5,
Japonya'da ise % 21 kadardır. Bu durum, AT ülkelerinde işverenlerin, ekonominin dış rekabete karşı korunması yönünde hükümetler üzerinde baskı
kurmalarına yolaçmakta ve AT korumacılığının önemli nedenlerinden birini
oluşturmaktadır.
işverenlerin sosyal güvenlik katkılarının yüksek oluşu ve emek verimliliğinin artış hızının reel ücret artış hızının gerisinde kalışı, Topluluk ülkelerinde
özel sektör
* Bu
yatırımlarını
olumsuz yönde
sayın doğru olmadığı aşağıda
gösterilecektir.
66
etkilemiş, ayrıca
1973'den sonra
GSViH içinde kamu harcamalarının artış eğilimi göstermesi de özel sektör
yatırımlarının GSViH içindeki payının düşmesine yolaçmıştır. Bu eğilimin
konumuz açısından önemli bir sonucu, AT ülkelerinin 1973'den sonraki
dönemde dünya işbölümünde meydana gelen değişikliklere yeterli bir hızda
uyum sağlamamasının güçleştiği olmuş; bu ülkeler, ekonomik yapılarını yüksek teknolojiye dayalı bir şekilde yeniden örgütleyeceklerine, yeni sanayileşen ülkelerin karşılaştırmalı üstünlükleri ele geçirdikleri sınai dallardaki
üretimlerini her ne pahasına olursa olsun sürdürme mücadelesine girmişler­
dir. Fakat, yaşanılan deneyimler, verimsiz ve etkinsiz bir şekilde kurulan
endüstrilerin, korumacı önlemlerle sürdürülmeye çalışılmasının, sorunların
çözümüne bir katkısı olmadığını göstermekte ve tek etkisinin gerekli olan
yapısal değişiklikleri geciktirmek olduğunu kanıtlamaktadır. "Tarih, yüksek
orandaki korumanın, korunan şirketlerde kesin olarak daha büyük bir araş­
tırma
gayretine girilmesine yolaçmadığını göstermektedir. Gerçekte koruma,
tam aksi sonuca yolaçmıştır". (Lieberman, 1987, s, 159).
Gerek AT-içi gerek AT-dışı korumacılıktaki artışı, üye ülke hükümetlerinin,
istihdamı ithalatın olumsuz etkilerinden koruma çabalarına bağlamak pek
doğru sayılmaz. Ayrıca, yapılan araştırmalar, korunan endüstrilerde istihdamın yine de olumsuz bir şekilde etkilendiğini göstermektedir. 1980 yılında
AET'nin Japonya'dan ve yeni sanayileşen ülkelerden yaptığı ithalatın toplam
değeri, toplam AT üretim değerinin ancak % 1'i kadardır. Dolayısıyla, bu ithalatı kısıtlamanın AT'da istihdamı pek önemli bir oranda etkilemeyeceği açıktır.
Bu da, sanırız korumanın asıl hedefinin istihdamı korumak olmadığı şeklinde
yorumlanabilir. Ayrıca, bellli, sektörlere sağlanan koruma, o sektörlerde istihdamın korunmasına veya artmasına yol açsa da, bu, genellikle, daha etkin
olarak faaliyet gösteren ihracat sektörlerinde istihdamın azalması pahasına
gerçekleştirilebilecek, sonuçta yalnızcaverimsiz sektörler korunmuş olacak,
ekonomi genelinde istihdam büyük bir olasılıkla düşebilecektir. Korumanın
ekonomi geneline yaygınlaştırılması arttıkça, tüketicilerin bundan olumsuz etkilenme olasılığı da artacaktır. Koruma, korunan mal ve hizmetlerin fiyatının
artmasına yolaçacağı için tüketiciler açısından bir vergi etkisi doğuracak,
koruma politikalarının finansmanı için gerekli vergi artışı da gözönüne alın­
dığında, tüketicilerin reel ücret ve maaşları olumsuz yönde etkilenecektir.
bunun bir sonucu olarak da istihdam yine olumsuz yönde etkilenebilecektir.
Özetle söylemek gerekirse, korumanın, istihdamın artırılması gerekçesine
dayandırılmasının mantığı sakattır ve nitekim ülke deneyimleri de bunu kanıt­
lar yöndedir. Çözüm, ekonomiye mevcut istihdamı koruyacak ve yeni iş ola-
67
nakları
yaratacak bir dinamiğin kazandırılmasında (yapısal dönüşümde)
yatmaktadır.
Topluluğun
tüm üyeleri için geçerli olabilecek bir ticaret politikasının ger, çekleştirilebilmesi karşısındaki en büyük engel, üye ülkelerin, kendi yurttaşlarının refahını sağlayacak yasal çerçeveyi çizme yetkisini ellerinden bırak­
mak istememelerinde yatmaktadır. Bu durum, ATda, üye ülkeler bazında, çok
karmaşık ve farklı bir koruma ağının oluşmasına yolaçmış ve ticaret politikasının tüm üye ülkeler için geçerli olacak şekilde harmonizasyonunu son
derece güçleştirmiştir. AET Komisyonu'nun,
-' i ve AT-dışı ticareti olumsuz
yönde etkileyen ulusal düzenlemeleri ve mevzua
rtadan kaldırmasının
önündeki en büyük engellerden bir tanesi de, üye ülkelerı hem birbirleriyle,
hem de üçüncü ülkelerle ikili ticaret anlaşmaları yapmayı sürdürmeleridir. Bu
anlaşmaların hem çok sayıda olması, hem de birbirlerind~n içerik olarak bir
hayli farklı bulunması, AT Komisyonu'nun işini kuşkusuz çok güçleştirmek­
tedir.
ATın dış
ticaret politikasına ilişkin olan ve son yıllarda önem kazanan bir
de Topluluk içinde ulusal koruma politikalarına başvurulması olgusudur. Bu tür ulusal koruma politikalarına başvurulabilmesi, AET Antlaş­
masının 115. Maddesi çerçevesinde olanaklı kılınmıştır. Bu madde, üye ülkeleri, Topluluk kuralları dışında davranabilme konusunda yetkilendirmektedir.
Örneğin 1987 yılında bu konuyla ilgili155 karar sözkonusu olmuştur. Bunun
103 tanesi tekstil sektörü ile ilgilidir. Bu kararlardan "yarar" sağlayan ülkeler
Fransa, irlanda ve italya'dır (sırasıyla 63, 49 ve 28 olayda). Almanya ve
Yunanistan Madde 115'e hiç başvurmamıştır. Kararlardan olumsuz etkilenmiş olan ülkeler ise Tayvan, Çin, Hong Kong ve Güney Kore'dir ve bu ülkeler
sırasıyla 26, 24, 22 ve 17 olayda ma~dur olmuşlardır (Hochstrate ve Zeppernick, 1988, s.265).
gelişme
3.4. YENi SANAyiLEŞEN ÜLKELER VE YENi KORUMACILlGIN
KÖKE~LERi
-
Yukarıdaki
.
bölümlerde yeni korumacılık olgusuna, "etkileyen" konu~unda
olduğunu belirttiğimiz ABD ve AT açısından yaklaştık. Aşağıdaki satırlarda ise
aynı olguyu, bu ~ez, "etkilenen" konumunda olduğunu söyleyebileceğimiz
yeni sanayileşen ülkeler ('(SÜ'ler) açısından kısaca ele almaya çalışacağız.
1960 sonrasında dünya üretim ve ticaretine damgasını vuran bir gelişme,
dünya ekonomik arenasına YSÜ'ler olarak adlandırılan bir grup ülkenin çıkmış
68
ve ağırlıklarını hissettirmiş olmasıdır. Bu ülkeler 1960'lardan başlayarak belli
imalat sanayii ürünleri üretim ve ihracatında ağırlıklarını hissettirmeye ve
gelişmiş sanayi ülkelerini zorlamaya başlamışlardır. 1973 sonrası döneme
damgasını vuran "yeni korumacılık) olgusunun bir kökenini de bu zorlamada
aramak gerekir.
YSÜ'lerin, güney-doğu Asya'da Hong Kong, Tayvan, Singapur ve Güney
Kore, Latin Amerika'da Brezilya, Meksika, Arjantin, Uruguay ve Venezuela,
Afrika'da Cezayir ve Nijerya ve Avrupa'da Yunanistan, Portekiz, ispanya ve
Türkiye'den oluştuğunu söyleyebiliriz. istatistikler, bu ülkelerin ihracatlarını
1960'1ı yıllarda ikiye katladığını, 1970'lerde de neredeyse 10 kat arttırdıklarını
göstermektedir. 1960'1ı yıllar YSÜ'lerin çoğunda ithal ikameci sanayileşme
politikalarının terkedildiği ve yerine ihracat güdümlü gelişme politikalarının
benimsendiği yıllar olmuştur. Bu ülkelerde uygulanan seçici koruma politikaları (selective protectionism), bir yandan, uygulanan tarife ve kotalar
yoluyla, mevcut bulunan ithalatı-ikame edici sanayilerini korumalarına yardım­
cı olurken, diğer yandan da ihracat ~ektörleri için gerekli olan girdilerin ucuz
bir şekilde ithal edilmelerine olanak sağlama.ktaydı. Bu politikalar, bu ülkelerin
sanayileşme yolunda önemli adımlar atmalarına ve dünya imalat sanayii
ürünleri içindeki paylarının sürekli bir şekilde artmasına olanak sağlamıştır.
GATT aracılığıyla gerçelsleştirilen tarife indirimleri, "en çok kayırılan ülke" ilkesi
uyarınca (bu ülkeler tarife indirimi görüşmelerine katılmadıkları halde) YSÜ'
leri de yararlandırmış, özeHikle Dillon ve Kennedy Dönemi tarife indirimleri,
YSÜ'lerin gelişmiş ülkelere yaptıkları ihracatı artırabilmeleri için iyi bir ortam
"hazırlamıştır. AET ve EFTA'nın kuruluşunun da bu yönde olumlu etkileri
olduğunu söyleyebiliriz.
Fakat, ewelce de vurgulayarak işaret ettiğimiz gibi, 1973 yılında petrol
4 kat artırılması, yukarıda ana çizgileri verilen eğilimleri ve özellikle
de gelişmiş ülkelerdeki politika yönlendirmelerini dramatik bir şekilde etkilemiş, eğilimleri tersine çevirerek korumacı eğilimlerin su yüzüne çıkmasına
yolaçmıştır. Petrol krizi ilk olumsuz etkisini ticaret bilançoları üzerinde hissettirmiş ve gelişmiş ülkelerin ticaret bilançoları 1974'den başlayarak açık ver-O
meye başlamıştır. Ayrıca, sanayi sektöründe kapasite kullanım oranlarının
düşmesi ve işsizlik oranının artma eğilimine girmesi, bu ülkelerde korumacı
hissiyatın giderek yoğunlaşmasına neden olmuştur. Bu eğilimlerin bir sonucu
olarak bu ülkeler özellikle YSÜ'lerden yaptıkları imalat sanay~i ürünleri ithalatlarını sınırlamanın yollarını aramaya koyulm~şlardır. Bu ürünıerin başlıcaları
çelik, elektronik aletler, ayakkabı, tekstil ürünleri ve giyim eşyasıdır.
fiyatlarının
69
1 Ocak 1974'de yürürlüğe giren "Çok Elyaflılar Anlaşması", Japonya'dan
ve YSÜ'lerden kaynaklanan tekstil ve giyim eşyası ithalatının yılda en az % 6'
iık bir hızla artmasına olanak sağladığı için, YSÜ'lerin bu mallardaki ihracatı
için başlangıçta önemli bir tehdit oluşturmamaktaydı. Fakat bu anlaşmanın
1978-1982 dönemi için yenilenmesi toplantısında AET, YSÜ'lerden yaptığı
tekstil ve giyim eşyası ithalatının yıııık büyüme hızını % 6'nın altına indirmeyi
başarırken ABD'de, ilgi bölümde ifade edildiği gibi, yaptığı ikili anlaşmalar
yoluyla aynı malların ithalini 1977 düzeyinde dondurmayı başarmıştır.
AET, ayrıca, çelik sektörünün rasyonalizasyonu çalışmaları çerçevesinde,
1977 yılından başlayarak çelik ithalatını kotalarla sınırlandırmış, ABD'de 1978'
den başlayarak, ABD firmalarının damping suçlamalarından hareketle, çelik
ithalatı ile ilgili olarak antidamping ve telafi edici gümrük vergileri uygulamasına başlamıştır. Bunu izleyen AET'de 1 Ocak 1978'den geçerli olmak üzere
tüm çelik ithalatı için bir temel veya referans fiyat uygulamasına geçmiştir.
Buna göre, ithalat fiyatı, belirlenen referans fiyatından düşük olan çelik ithalatı
üzerine, ithal fiyatını referans fiyata eşitleyecek oranda bir gümrük vergisi
konulmaktaydı. Bu uygulama, yerini, daha sonraları, AET ile AET'ye çelik ihraç
eden ülkeler arasında yapılan "gönüllü ihracat sınırlamaları"na (GiS) terk
etmiştir. ABD'de, 1982'den başlayarak, aynı yolu izlemiştir. 1970'lerin ortalarında GiS'e veya "düzenli pazarlama anlaşmaları"na (DPA) konu olan imalat
sanayii ürünlerinin diğer örnekleri olarak ayakkabı ve renkli TV setlerini gösterebiliriz. 1977 yılında ABD, Güney Kore ve Tayvan'la renkli TV ile ilgili DPA
görüşmelerinde bulunmuştur. Fransa, ingilitere ve italya da 1970'lerin sonlarında Japonya, G. Kore ve Tayvan'la benzer düzenlemelere girişmişlerdir.
Yukarıdaki
örneklerin de gösterdiği gibi, yeni korumacılığın en belirgin
özelliklerinden bir tanesi, sınırlı sayıda sektörle, daha doğrusu sınırlı sayıda
ürünle (tekstil, elektronik aletler, ayakkabı, gemi inşa ve otomobil gibi) ve bu
ürünleri ihraç eden sınırlı sayıda ülke ile (özellikle Japonya ve YSÜ'ler) sınırlı
kalmış olmasıdır. Bu olgunun bir diğer önemli niteliği de, Bergsten ve Cline'in
da ifade ettiği gibi şudur: "Çeşitli ülkelerde uygulanan korumacı önlemlerin
birbirine benzer olması, bu önlemlerin, bu ülkelerin kendilerine özgü bazı
sorunlarından değil, benzer ekonomik yapılara sahip sanayi ülkelerini etkileyen global düzeydeki bazı güçlerden kaynaklandığına işaret etmektedir"
(Bergsten, C.F. ve eline, W.R., 1983, s.70).
Gelişmiş
ülkelerin uyguladığı korumacı politikaların, kalkınmada ihracatgüdümlü stratejiyi benimsediklerini yukarıda belirttiğimiz YSÜ'leri çeşitli açılar­
dan olumsuz yönde etkileyeceği açıktır. Herşeyden önce bu ülkelerin ihracat70
ları
azalacak, bu da bu ülkelerde yatırımların en verimli oldukları ihracat sektörlerine kanalize olmasını güçleştirerek, döviz gelirlerinin azalmasına, ihracat
sektörlerinde yatırılan sermaye birimi başına daha az istihdam yaratılmasına
ve bunların bir sonucu olarak da ulusal gelirin yeterince artmamasına yolaçacaktır. Bu durumun, korumacı önlemleri uygulamaya koyan gelişmiş ülkeler
üzerinde de olumsuz yansımalarının olacağı açıktır. Sonuçta tüm ülkeler zarar
görecek ve bir bütün olarak dünya refahı azalacaktır. GATT Sekretaryası,
yukarıda açıklanan türdeki yeni korumacılık politikalarının 1970'lerin sonlarında dünya ticaretinde yılda $30 milyar ile $50 milyar arasında bir kayba
yolaçtığını tahmin etmiştir. Bu kayıpların günümüzde çok daha büyük boyutlarda olduğuna kuşku yoktur. Korumacılığın maliyetleri konusu ayrı bir bölümde ayrıntıları ile ele alınacaktır.
3.5. TARiFE DIŞI DIŞ TiCARET ÖNLEMLERiNiN SINIFLANDIRILMASI
'(ukarıdaki satırlarda,
özellikle 1970'lerden sonra uluslararası ticari ilişkile­
re damgasını vuran 'yeni korumacılık' olgusunun ekonomik kökenlerini, konuya ABD, AT ve YSÜ'ler açısından yaklaşarak, incelemeye çalıştık. Çok yönlü
gelişme ve eğilimlerin bir sentezi olarak ortaya çıkan yeni korumacılığın dış
ticaret politikası araçları, eski korumacılık diye adlandırılan ve bir örneği 1930'
larda yaşanan korumacılığın politika araçlarından çok farklıdır. Aslında, yeni
korumacılığı eski korumacılıktan ayıran en önemli özellik de zaten kullanılan
politika araçlarındaki bu farklılıktır. Yeni korumacılık, eski korumacılığın klasik
politika araçları olan tarifeler ve kotalar yanında çok çeşitli, sayıları binlere
varan ve ekonomi yazınında 'tarife dışı dış ticaret engelleri' diye adlandırılan
araçları kullanmaktadır. Esas olarak gelişmiş sanayi ülkeleri tarafından geliş­
tirilen bu araçların en belirgin özelliği, tespit edilmelerinin son derece güç
olmasıdır. Bu araçlar, tarife-kotalardan, gönüllü ihracat sınırlamalarına, üretim
ve ihracat sübvansiyonlarından, sayı ve türlerinin belirlenmesinin mümkün
olmadığı çeşitli idari ve teknik engellere kadar çok çeşitli türleri içermektedir.
Uluslararası ticareti önemli ölçüde engelleyen ve uluslararası ticaret sistemini
çarpıtan bu engeller, günümüzde uluslararası ticaret sistemine ve dünya refahına yönelen en önemli tehditi oluşturmaktadır. GATT öncülüğünde gerçekleştirilen çok yanlı tarife indirim görüşmeleri sonucunda, özellikle sınai mallar
üzerindeki ortalama tarife oranlarının % 6'lar düzeyine indirilmesinin başa­
rılmış olması nedeniyle tarifeler, koruyucu politika aracı olarak, önemlerini bir
hayli yitirmişlerdir. Artık gelişmiş ülkeler tarifeler yerine, tespit edilmelerinin de
daha güç olması nedeniyle, tarife dışı engelleri tercih etmektedirler. Bu, onla71
rın, uluslararası
ticaretin liberalizasyonunu destekler gibi görünmelerine de
yaramakta, tar~fe indirimi görüşmelerine katılarak, sanki korumacılıktan yana
değilmişler gibi bir izlenim yaratmalarına yardımcı olmaktadır. Bir diğer deyiş­
le, tarife dışı engeller, gelişmiş ülkelerin korumacı politikalar konusundaki
samimiyetsizliklerini kamufle etmekte, çifte standart uygulamalarının bir aracı
işlevini görmektedir.
Uluslararası
ticaret sistemi, sadece tarifelerin ve tarife dışı dış ticaret engelıerinin uygulanması nedeniyle çarpıtılmamakta, ayrıca çeşitli uygulamalar
da uluslararası ticaret sisteminin çarpıtılmasına ve uluslararası ticaret hacminin büyümesinin engellenmesine yolaçmaktadır. Bu tür uygulamalara
örnek olarak, uluslararası mal anlaşmalarını, uluslararası kartelleri, merkezi
planlamayla yönetilen ülkelerin dış ticaret uygulamalarını (devlet eliyle
yürütülen ticareti), katlı döviz kuru uygulamalarını ve ihracatta damping
uygulamalarını vs. gösterebiliriz. Tüm bu politika araçlarının ve uygulamaların
ortak özelliği, uluslararası ticaret hacmini sınırlaması, büyümesini e'ngellemesi
ve bu yolla da dünya refahının, ulaşabileceği düzeyin altında bir düzeyde gerçekleşmesine yolaçmasıdır. işin ilginç yanı, ulusal sanayii korumak amacıyla
çeşitli politika araçlarının devreye sokulmasının, çoğu durumda, uygulayan
ülkenin refahını olumsuz yönde etkilemekte oluşudur. Bu böyle olmakla beraber ülkeler yine de koruyucu politikalar uygulama yoluna gitmektedirler. Bu
da, koruyucu politikalar uygulamanın yalnızca iktisadi nedenlere bağlı olmadığını ima etmektedir.
GATT verilerine göre dünya ticaretinin yaklaşık % 40'1 tarife dışı engellere
konu olmaktadır. UNCTAD'a göre de giyim endüstrisinin % 67.5'i, çelik endüstrisinin % 64'ü ve tarım sektörünün yaklaşık % 50'si tarife dışı engellerden etkilenmektedir (Hochstrate ve Zeppernick, 1988, s.261). 1970'Ierin ortalarından başlayarak, tarife oranlarında sağlanan indirimler, tarife dışı engellerdeki artışlar tarafından fazlasıyla yokedilmiş, sanayileşmiş ülkeler, büyüme
hızlarının düşmesi ve işsizliğin artmasının da baskısıyla, zora düşen sanayilerini bu tür engeller yardımıyla korumaya çalışmışlardır.
Laird ve Yeats, (1990, s.299), tarife dışı engellerin niteliğinde son dönemlerde bir değişme yaşandığına işaret etmektedir. Onlara göre, ülkeler ve ürün
bazında ayırım gözetmeyen ve çok yanlı uygulamaların yerini giderek ikili ve
ayırırncı düzenlemeler almakta, bunun bir sonucu olarak da GATT'ln en
önemli ilkesi olan 'en çok kayırılan ulke' ilkesi zedelenmektedir. Tarife-dışı­
engeller giderek, belli ürünlere ve ülkelere yönelik olarak uygulanmaktadır.
72
Bu aşamada, tarife-dışı-engeller kavramı ile tarife dışı-önlemler kavramının
birbirinden farklı iki kavram olduğuna işaret etmekte yarar vardır. Tarife-dışı­
engeller kavramını da içermektedir. Tarife-dışl-önlemler, ticaret engeli olarak
uygulanabilecek her türlü dış ticaret politikası aracını içerir. UNCTAO, Ticaret
Önlemlerine ilişkin Veri Tabanı diye adlandırılan ve tarife dışı engellerle ilgili
olan bir envanter tutmaktadır. Bu envanter, gelişmiş ülkelerin çoğunu ve azgelişmiş ülkelerden 80 kadarını kapsamaktadır. Veri Tabanı çalışmalarında,
esas olarak, tarife-dışı-önlemler tanımı kullanılmakta olmakla beraber, dış
ticareti çarpıtan tarife dışı engeller tanımı içine alınabilecek bazı önlemlerin
Veri Tabanı kapsamına alınmadığı görülmektedir (Örneğin ihracat sübvansiyonları veya özelolarak düzenlenmiş bulunan ihracatta vergi iadesi uygulamaları Veri Tabanı kapsamına alınmıştır). (Walter, '1972') tarife dışı engelleri
sınıflandırmak için çok yararlı olan bir şema oluşturmuştur. Bu şemadaki sınıf­
landırma, kullanılan politika aracının normal "amacı"nı gözönüne almaktadır
ve UNCTAO'ın yukarıda sözü edilen Veri Tabanı'ndaki sınıflandırmaya benzemesi açısından da yar.arlıdır. Bu sınıflandırma, Tablo 1'de verilmiştir.
73
Tablo 1 : ithalat üzerine konan değişik türdeki tarife - dışı
dış ticaret önlemlerinin sınıflandırılması.
Birinci Türdeki Önlemler
(ithalatta ticareti çarpıtıcı
amaç)
ikinci Türdeki Önlemler
(ikinci derecede ticaret
sınırlayıcı amaç)
Üçüncü Türdeki Önlemler
(Ticarete yansıyan etkileri
olanlar)
A. Miktarsal Etkileri Olanlar
A. Miktarsal Etkileri Olanlar
A. Miktarsal Etkileri Olanlar
1. Global ithalat kotaları
1.
2. iki yanlı (bilateral) ithalat
2. Reklamlara
kotaları
3. Kısıtlayıcı lisans uygulaması
4. Liberal lisans uygulaması
5. Gönüllü ihracat sınırlamaları
6. Ambargolar
7. Devlet satınalımları
8. Devlet eliyle yürütülen ticaret
9. Yerli girdi kullanımı ile ilgili
düzenleme ve kurallar
B. Fiyatlar/Maliyetler Uzerine
Etkili Olanlar
1. Değişken ithalat vergileri
2. Avans olarak deposit
ödenmesi uygulaması
3. Antidamping vergileri
4. Denkleştirici (telafi edici)
vergiler
5. ithalatla rekabet edenlere
verilen sübvansiyonlar
6. ithalatçılar üzerine konan
kredi sınırlamaları
7. ithalatla rekabet edenlere
sağlanan vergi avantajları
8. Ayırımcı yurtiçi taşımacılık
ücretleri
9. Uluslararası mal anlaşmaları
10. Düzenli pazarlama
düzenlemeleri (anlaşmaları)
Haberleşme araçlarına
ilişkin sınırlamalar
ilişkin
miktar
sınırlamaları
B. Fiyatlar/Maliyetler Uzerine
Etkili Olanlar
1. Paketleme ve etiketlemeye
ilişkin kurallar
2. Sağlığa ilişkin yönetmelikler
3. Emniyet ve sanayi ile ilgili
standartlar
4. Sınırda uygulanan vergi
düzenlemeleri
5. istihlak vergileri ve kullanıcı
vergileri
6. Gümrüklerden mal çekme
işlemleri
7 Gümrük tasnif prosedürleri
8. Gümrük değerleme prosesedürleri
9. Dövize ilişkin sınırlamalar
10. Beyana ilişkin kurallar
11. ithalatla rekabet eden sanayilerde girişimciye yönelik
olarak devletçe sağlanan
Araştırma-Geliştirme finansmanı ve buna ilişkin diğer
1. Silah türü ürünleri kapsayan
ve devlet eliyle yürütülen
imalat ve dağıtım tekelleri
2. Devletçe yürütülen yapısal
ve bölgesel kalkınma
politikaları
3. Ödemeler bilançosu na
ilişkin olarak devletçe
alınan ad hoc önlemler
4. Ulusal vergi şemalarındaki
değişmeler
5. Ulusal sosyal güvenlik
sistemlerindeki değişmeler
6. Sermayenin amortismanı
yöntemlerindeki değişmeler
7. Devletçe finanse edilen
savunma, havacılık ve
askeri olmayan projelerin
ekonomiye olan yansımaları
8. Devlet satınalımlarından
kaynaklanan ölçek etkileri
9. Ulusal standartlara ilişkin
kurallar ve uygulamalardaki
değişmeler
10.
Yurtdışı taşımacılık
ücretleri
ve devletçe onaylanan
uluslararası taşımacılık
anlaşmaları
11. Limanlardan yapılan transferierin maliyeti
yardımlar.
Kaynak: Laird ve Yeats, 1990, 5.302) (Walter "1972" den adapte
edilmiştir).
Greenaway ise tarife çlıŞI engelleri sınıflandırmada daha farklı bir yol izlemiş
ve bu amaçla, kullanılabilecek politika araçlarını, etkilerinin 'doğrudan' veya
'dolaylı' olmasına göre sınıflandırmıştır. Kullanılan aracın etkisinin 'doğrudan'
olmasıyla anlatılmak istenen, aracın doğrudan doğruya ve münhasıran dış
ticaretin sınıflandırılması amacı ile uygulamaya konulmasıdır. Aracın etkisinin
'dolaylı' olması ile anlatılmak istenen ise, sözkonusu politika arqcıml'l'"i!.Sas
74
Tarife-dışı dış
Tablo 2:
ticaret müdahale
1) Doğrudan (yani, doğrudan doğruya
ve münhasıran dış ticaretin
araçları
1- a) Miktarı Sınırlayan Araçlar
1) Doğrudan miktar sınırlamaları
(kotalar)
2) Tarife-kotalar
3) Gqnüllü ihracat sınırlamaları
(GIS) ve düzenli pazarlama
anlaşmaları (DPA)
sınırlandırılması amacını
güden)
1- b)
1)
2)
3)
4)
1-
Mali Araçlar
Üretim sübvansiyonları*
ihracat sübvansiyonları
ihracat kredi sübvansiyonları
Devlet satınalımları politikaları
cr idari Araçlar
1) ithalatta lisans uygulamaları
2)
Dolayıl
(yani, esas olarak başka bir
politika hedefini gerçekleştirme
amacı güden fakat dış ticareti
de dolaylı olarak etkileyen)
2- a) Mali Araçlar
1) Bölgesel sübvansiyonlar
2) Kamu kuruluşlarının sübvanse
edilmesi
3) Bağlı yardımlar (tied aid)
2- b) idari Araçlar
1) Sağlık ve sosyal güvenlik kuralları
2) 'Çevre' denetim araçları
3) Gümrük değerleme prosedürleri
4) Menşee ilişkin bilgiler
(Marks of origin)
Kaynak: (Greenaway, 1986, s.132).
olarak başka bir iktisat politikası hedefinin gerçekleştirilmesi amacıyla ve ulusal düzeyde uygulamaya konulduğunu, fakat bu arada yan etki olarak uluslararası mal ve hizmet akımlarının etkilendiğini ifade etmektir. Greenaway'in
sınıflandırması daha basit ve daha fonksiyoneldir. Bu nedenle, çalışmanın
bundan sonraki bölümünde esas olarak bu sınıflandırmadan yararlanılacak
ve politika araçlarının ayrıntılı incelemesi bu sınıflandırma çerçevesinde sürdürülecektir. Greenaway'in sınıflandırması Tablo 2'de yer almaktadır.
* Greenaway, üretim
sübvansiyonlarına tablosunda yer vermemiş olmakla beraber metin kısmında
mali araçlar altında ele almıştır. Biz durumu baskı hatası olarak değerlendirip Tabloyu yukarıdaki
şekilde düzenlemeyi uygun bulduk.
75
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TARiFELER VE TARiFE DIŞI DIŞ TicARET ENGELLERi
4.1. GiRiş
Ewelce de belirtildiği gibi, özellikle 1970'Ierden itibaren uluslararası ticarete 'yeni korumacılık' diye adlandırılan bir olgu damgasını vurmuştur. Uluslararası ticaret, bir yandan, GATT öncülüğünde gerçekleştirilen çok yanlı ticaret görüşmeleri yardımı ile serbestleştirilirken ve bu amaç doğrultusunda tarife
oranlarında önemli indirimler gerçekleştirilirken, diğer yandan, özellikle geliş­
miş ülkelerin, 'tarife dışı dış ticaret engelleri' diye adlandırılan politika araçları
ile uluslararası ticareti önemli ölçülerde engelledikleri ve gelişmekte olan
ülkelerden yaptıkları ithalatı azalttıkları görülmektedir. Bu dış ticaret engelleri,
özellikle tespit edilmelerinin zor olması bakımından 'klasik' engellerden ayrı­
lırlar. Bundan önceki bölümlerde yeni korumacılık olgusunun yasal ve ekonomik kökenleri üzerinde ayrıntılı bir şekilde durulmuştu. Bu bölümde ise yeni
korumacılığın politika araçları üzerinde durulacaktır. Bölüm, diğer politik~~
araçları ile karşılaştırma olanağı sağlamak amacıyla, önce tarifelerin ekonomik etkilerinin teorik analiziyle başlamakta, bunu diğer politika araçlarının teorik analizi izlemektedir. Araçlarınkullanımına ilişkin dünya deneyimi, yani uygulamada bu araçların çeşitli ülkeler tarafından ne şekilde ve hangi yaygınlıkta
kullanıldıkları konusu ise, teorik analizi tamamlar bir şekilde ele alınmaktadır.
4.2. TARiFELER
Tarifeler, dış ticarete konu olan mallar üzerine koneın vergilerdir. Dış ticarete konu olan mallar, kendi içinde, 'ihraç edilen mallar' ~e 'ithal edilen mallar'
diye ikiye ayrılabilir. Bu açıdan bakıldığında tarifeleri de 'ithalat tarifeleri' ve
'ihracat tarifeleri' diye ikiye ayırmak mümkündür. Daha yaygın olarak kullanılan tarife türü, ithalat üzerine konan tarifelerdir. ihracat tarifeleri ise daha
ender olarak kullanılır ve ithalat üzerine konan tarifelerin aksine, ulusal sanayii
koruma amacından çok bir vergi hasılatı elde etme amacıyla uygulanır.
Burada, esas olarak, ithalat üzerine konan vergilerin (tarifelerin) ekonomik etkileri incelenecektir.
Tarifeler spesifik veya ad valorem olabilir. Tarifenin spesifik olması durumunda, ithal edilen malın tarife sonrası yurtiçi fiyatı (Fy), ithal edilen malın
dünya piyasalarındaki fiyatı (Fd) ile bu malın ithalatı üzerine konan spesifik
tarife miktarına (ts) eşit olacaktır. Yani
76
Fy
= Fd + ts
Ad valorem tarife ise, ithal edilen malın değerinin belli bir oranı olarak ifade
edilir. Bu durumda ithal edilen malın tarife sonrası yurtiçi fiyatı şu şekilde ifade
edilebilecektir.
Fy
= Fd (1 + ta )
BlA eşitlikte (ta), ad valorem tarife oranını sembolize etmektedir. Ad valorem tarifelerin bir avantajı, enflasyondan etkilenmemesi ve vergi hasılatının
reel değerini korumasına olanak sağlamasıdır. ithalat değerinin ihracatçılar
tarafından düşük deklare edilmesi olasılığı, ad valorem tarifelerin en önemli
sakıncalarından biridir. Spesifik tarifeler, bu yolla vergi kaçırılmasını güçleştir­
diği için ad valorem tarifelere tercih edilebilir. Fakat bu tür vergilerin de yüksek
enflasyon dönemlerinde anlamlarını yitireceğini unutmamak gerekir. Aşağıda,
ithalat üzerine konan ad valorem vergilerin (tarifelerin) ekonomik etkileri incelenecektir.
4.2.1. TARiFELERiN EKONOMiK ETKiLERi
Analizimiz, Heckscher-Ohlin-Samuelson modeli diye bilinen modelin basitüzerine oturtulmuştur. Buna göre dünya, iki ülkeli bir dünyadır. ithalat yaptığını varsaydığımız bizim ülkemiz ve bize ihracat yaptığını
varsaydığımız ve "dünyanın geri kalan kısmı" diye adlandırabileceğimiz ikinci
ülke. Bu iki ülke, iki mal üretmektedir: ithalata konu olan mal ve ihracata konu
olan maL. Her iki ülke de her iki malı hem üretmekte ve ihraç etmekte, hem
de ithal etmektedir. Dolayısıyle ithal edilen malın ayrıca yurtiçinde üretimi de
söz konusudur, ki bu üretim 'ithalatla rekabet, eden üretim' (ithalatı ikame
eden üretim) olarak adlandtr~ilir. Bu iki malın üretiminde iki üretim faktörünün (emek ve sermaye) kullanıldığı varsayılmaktadır:
leştirici varsayımları
Analizimizi daha gerçekçi kılabilmek için, ülkemizin önce "küçük bir ülke
olduğunu varsayalım ve ithalattarifelerinin ekonomik etkilerini önce bu açıdan
inceleyelim. Daha sonra, ülkemizin "büyük" bir ülke olması durumunda ulaşı­
lan sonuçların ne şekilde değişeceğini göstermeye çalışalım. *
* 'Küçük ülke', ekonomik
açıdan
ülkenin küçük anlamındadır ve bu ülkenin dünya fiyatlarını
gelmektedir. Bu ülke "fiyat alıcı bir konumdadır ve dünya piyasalarında
belirlenen fiYarbu ülke~e empoze edilmektedir. 'Büyük ülke' ise ekonomik açıdan dünya
piyasalarında fiyat belirleyicı güce sahip ülkeleri tanımlamak amacıyla kullanılan bir deyimdir.
etkileyemeyeceği anlamına
77
4.2.1.1. 'KÜÇÜK' ÜLKE VARSAYıMı
Aşağıdaki şekilde
dikey eksende ithalata konu olan malın ulusal para cinsinden birim fiyatı (Fx), yatay eksende ise miktarı gösterilmektedir. Ay, söz
konusu malın yurtiçi arz eğrisini, T y de aynı mala yönelik yurtiçi talebi göstermektedir. Ad ise Fd dünya fiyat düzeyinde sonsuz esnekliğe sahip olan
dünya arz eğrisini (doğrusunu) göstermektedir. Bu arz eğrisinin sonsuz
esnekliğe sahip (yani yatay eksene paralel) olması, dünya fiyat düzeyinde,
ülkemizin, söz konusu maldan, dünya fiyatlarında herhangi bir yükselmeye
neden olmadan, dilediği miktarda mal ithal edebileceği anlamına gelmektedir.
Ay
X malının
birim fiyatı
A~
Fd
(1 +t)
bii
I
a
Fd
i
i
i
I
O
Şekil
1: Tarife
i
Id
I
c
i
i
Ad
i
i
I
i
,i
A
C
uygulamasının
malının dönem
başına miktarı
X
Ty
i
i
~
D
B
ekonomik etkileri (Küçük ülke varsayımı)
Başlangıçta,
dünya fiyatları Fd düzeyinde ikeh, söz konusu x malına yönelik yurtiçi talep OB kadardır. Bu toplam talebin OA kadarı yurtiçi (ulusal) üretim
tarafından, AB kadarı ise ithalat yoluyla karşılanmaktadır.
ithalat üzerine t oranında ad valorem bir tarife konulması, yurtiçi fiyatın Fd
(1 +t) düzeyinde yükselmesine yolaçacak, tarifeyi de içeren dünya arz eğrisi
de yukarıya doğru kayarak Ad ile gösterilen yere gelecektir. Bu yeni durumda yurtiçi fiyatın yükselmesi nedeniyle yurtiçi talep OB'den OO'ye düşerken,
yine aynı nedenle yurtiçi üretim OA'dan OC'ye yükselecek, bu gelişmelerin
bir sonucu olarak da ithalat CO'ye düşmüş olacaktır. Tarife uygulaması sonrasında ulusal üretimin ne kadar artacağı, yurtiçi arz eğrisinin fiyat esnekliğine,
tüketimin ne kadar azalacağı ise talep eğrisinin fiyat esnekliğine bağlıdır.
ithalat miktarının uygulamadan ne kadar etkileneceğinin ise her iki esnekliğe
birden bağlı olacağı açıktır.
Söz konusu tarife
uygulamasının
statik refah etkilerini ise kısaca şu
78
şekilde
açıklamak
mümkündür. Fiyatın tarife sonrasında yükselmesi tüketici refahının
bir göstergesi olan 'tüketici artığı'nın, şekilde (a+b+c+d) şeklinde gösterilen
alanların toplam kadar azalmasına yolaçacaktır. Hemen belirtelim ki bu azalma, toplum refahında net bir azalma anlamına gelmemekte, tüketici refahındaki azalmanın bir kısmı toplumun başka kesimlerine doğru yeniden dağıl­
maktadır. Örneğin, şekilde (a) ile gösterilen alan, tüketici artığındaki azalmanın üreticilere giden kısmını göstermekte, yurtiçindeki fiyat artışı, tüketici artı­
ğını (refahını) azaltırken, üretici artığının (refahının) belli bir miktar (a alanı
kadar) artmasına yolaçmaktadır. Şekildeki (c) alanı ise, tüketici artığından
devlete vergi geliri hasılatı olarak giden kısmı göstermektedir. (b) ve (d) ile
gösterilen alanlar ise, tüketici artığından eksilip toplumun hiçbir kesimine
(yeniden) dağılmayan ve bu nedenle de toplum açısından net bir refah kaybı
(ölü kayıplar) anlamına gelen alanlardır. Bunlardan (b) alanı 'üretim kaybı' (etkinlik kaybı) olarak adlandırılır ve AC kadar üretimin yurtiçinde üretilmesinden
kaynaklanan ekstra yurtiçi kaynak maliyetini gösterir (O miktarı ithal etmek
yerine yutiçinde daha pahalıya üretmenin neden olduğu bir ekstra maliyet).
(d) alanı ise 'tüketim kaybı' olarak adlandırılır. Bu kayıp, sözkonusu malın
tüketiminin DB kadar azalması sonucu ortaya çıkmaktadır. Söz konusu malı,
ithalatı ikame eden sektörün ürettiği malolarak yorumlarsak, bu malın tüketiminden alıkonulan gelirin 'ihracata konu olan' malın tüketimine kaydırılabile­
ceğini söyleyebiliriz. Aynı şekilde, sözkonusu malın yurtiçi üretimini AC kadar
artırmak için gerekli olan üretim kaynaklarının da, ihracata konu olan malların
üretiminden, ithalatı ikame eden sektöre kaydırılarak sağlanabileceğini söyleyebiliriz. Görüldüğü gibi, yurt içindeki üretimin artırılması ancak kaynakların
etkin dağılımının bozulması ve belli bir ekstra kaynak maliyeti yüklenilmesi
pahasına gerçekleştirilebilmektedir. Bu, koruma politikalarının maliyeti ile ilgili olarak akılda tutulmasında yarar olan önemli bir bulgudur.
Yukarıdaki analiz, ayrıca, (malların üretiminde kullanılan) üretim faktörleri
gelirlerinin uygulamadan ne şekilde etkilendiği konusunda da ipuçları vermektedir. Tarife uygulaması, ithal ikamesi sektöründe üretilen malın üretiminde yoğun olarak kullanılan üretim faktörünün gelirinin reel anlamda artmasına
yolaçarken, aynı malın üretiminde yoğun olarak kullanılmayan diğer faktörün
reel getirisinin azalmasına yolaçacaktır. Yukarıda ele aldığımız türde, iki ülkeIiiki mallı-iki üretim faktörlü bir dür:ıyada, bu, tarife uygulamasının, ülkede kıt
olarak bulunan üretim faktörünün getirisinin reelolarak artmasına yolaçacağı
anlamına gelecektir. Diğer bir deyişle tarife uygulaması, ülkede bololarak
bulunan üretim faktörünün reel getirisinin azalması yönünde bir etkiye sahip
79
olacaktır.
Tarifelerin indirilip serbest dış ticaret yönünde
faktör gelirlerini tam tersi yönde etkileyecektir.
adımlar atılması
ise
Yukarıda anlatılanları kısaca
özetlersek, tarife uygulamasının, küçük ve
bir ülkenin refahının azalması yönünde etkilere sahip olacağını söyleyebiliriz.
dışa açık
4.2.1.2. 'BÜYÜK' ÜLKE VARSAYıMı
Yukarıdaki
analiz, küçük bir ülkenin tarife uygulaması yoluyla dünya fiyatda dış ticaret hadlerini lehe çevirerek
refahını artıramayacağını göstermiştir. Büyükbir ülke ise tarife uygulayarak
dış ticaret hadlerini kendi lehine çevirebilir ve dolayısıyla da refahını artırabilir.
Bu, büyük ülkenin dış ticaret ilişkilerinde belli bir pazarlık (piyasa) gücüne
sahip olmasının bir sonucudur.
larını etkileyemeyeceğini, dolayısıyla
Aşağıdaki şekil,
büyük ve
dışa açık
ad valorem bir tarife uygulamasının ekonomik etkilerini
bir ülke açısından açıklamak amacıyla çizilmiştir.
Fx
Ft
______________
a
Fd _________
0_ _
0 _ _
F'd - - - - - - - - - - - - -
Ty
OL-____________
Mx
L-~
A
Şekil
2: Tarife
uyguıamasının
_ _ _ _ _ _ _ _ _ _~~_ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _~
D
C
ekonomik etkileri: 'Büyük ülke'
varsayımı.
Yukarıdaki şekilde, eğrileri sembolize eden harflerin anlamı,
bir önceki şekil
ile aynıdır. Şekilde görüldüğü gibi, tarife uygulaması sonrasında yurtiçi fiyatlar, tarife oranında artmamaktadır. Büyük ülkenin tarife uygulaması yoluyla
80
ithalatını kısması,
bu ülkeye ihracat yapan ülkeleri fiyatlarını düşürmeye zorlamakta, bu da, konulan tarifenin yükünün bir kısmının (fiyatların düşürülmesi
yoluyla) ihracatçılar tarafından yüklenilmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu
durum, şekilde, ihracatçının eline geçen fiyatın OFd'den OF'd 'ne düşmesi
şeklinde gösterilmiştir. Diğer bir deyişle, birim başına FtFd miktarında olan
tarifelerin Fd F' d kadarı ihracatçı tarafından yÜklenilmekte, geri kalanı ise
yurtiçindeki tüketicilerin payını göstermektedir. Bu paylaşımın ne şekilde
olacağı, yurtiçi talep esnekliği veri iken, yabancı arz eğrisinin fiyat esnekliği
tarafından belirlenecektir. Yabancı arz eğrisinin esnekliği ne kadar az ise,
ihracatçılar fiyatlarını daha çok düşürmek zorunda kalacağından, verginin
ihracatçı tarafından yüklenilen kısmı da o kadar yüksek olacaktır.
Bir önceki şekilde olduğu gibi, tarife uygulaması sonucu ortaya çıkan
'tüketici artığı' azalması, (a+b+c+d) alanları toplamı kadardır. Net refah kaybı
ise yine (b+d) alanları toplamına eşittir. Büyük ülke varsayımı ile küçük ülke
varsayımı arasındaki fark kendisini şekilde (e) ile gösterilen alanda göstermektedir. Bu alan, ihracatçıların fiyatlarını düşürmek zorunda kalmaları nedeniyle yüklenmek zorunda kaldıkları vergi toplamını göstermektedir. Bu toplam, yurt dışındaki üreticilerden (ihracatçılardan) vergiyi koyan otoriteye aktarılan bir geliri ifade etmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, yabancı arz eğrisi
ne kadar inelastik ise dışarıdan içeriye aktarılan gelir de o denli fazla olacaktır.
tarifeyi uygulayan ülkenin refahı açısından baktığımızda,
dışarıdan aktarılan bu geliri kuşkusuz bir refah kazancı olarak yorumlamamız
. gerekir. Fakat ülkenin uygulama sonucunda refahının net olarak artıp
artmadığını söyleyebilmek için bu kazancı, tarife uygulamasının yolaçtığı net
refah kayıplarıyla, yani (b+d) alanları toplamıyla karşılaştırmamız gerekir.
Diğer (e) alanı, (b+d) alanları toplamından büyük ise, ülkenin refahı, uygulama sonucu artmış olacaktır. Aksi takdirde, ülke bir refah kaybını yüklenmek
zorunda kalacaktır. Özetle söylemek gerekirse, dış ticaret hadleri, tarife
uygulaması sonucu ülke lehine ne kadar fazla iyileşirse, ülkenin refahının
artması olasılığı da o kadar fazla olacaktır. (Bir ülkenin, dış ticaret hadlerini
kendi lehine çevirerek refahını artırma olasılığına sahip olduğu görüşü, iktisat
literatüründe uzun zamandan beri kabul gören bir görüştür (Bickerdike,
1906). Bu görüşe göre, dünya ticaretinde belli bir pa2arlık gücüne sahip olan
ülkeler, dış ticaretierini sınırlayarak refahlarını artırabilir. Diğer bir deyişle, bu
gibi ülkeler açısından, sınırlandırılmış dış ticaret, serbest dış ticarete üstündür.
Fakat, bu söylenenler, tarife uygulayan bu tür bir ülkenin, tarife oranlarını
sürekli artırarak refahını da sürekli artırabileceği anlamına gelmez. Tarife
Olaya
yalnızca
81
oranlarının artırılması,
belli bir orana ulaşana kadar ülkenin refahını artıracak,
bu orana ulaşıldıktan sonra tarife oranlarının artırılması durumunda ise, neden
olunacak ölü refah kayıpları, dış ticaret hadlerinin iyileşmesinden kaynaklanan refah artışlarını aşmaya başlayacağı için, toplam refah azalma eğilimine
girecektir. Toplam refahın maksimize edildiği bu tarife oranı, iktisat yazınında
'optimum tarife' olarak adlandırılır. Bir ülkenin optimum tarife oranının ne olduğu, o ülkenin dış ticaretteki partnerinin ihracatının arz esnekliği ile, o partnerin
söz konusu ülkenin ihraç mallarına olan talebinin fiyat esnekliğine bağlıdır.)
Özetle söylemek gerekirse, tarife uygulayan ülkenin dünya fiyatlarını etkileyebilmesinin söz konusu olduğu durumlarda, tarife uygulaması o ülkenin
rafahını artırabilir. Bu refah artışının bir sınırı vardır (optimum tarife). Ayrıca, bu
refah artışı, ancak, başka ülkelerin refahının azalması pahasına gerçekleşe­
bilecektir. Bu nedenle, olaya dünya refahı açısından (yani global açıdan) baktığımızda, serbest dış ticaretin, engellenmiş dış ticaretten daha üstün olduğunu söylemek durumundayız.
4.3. MiKTAR SıNıRLAYıCı TARiFE DIŞI ENGELLER
ticaret engellerinden en yaygın olarak kullanılanları, miktar
sınırlamalarıdır. Miktar sınırlamaları, ithalatı, belli bir dönem için, ya fiziksel sayı
(miktar, hacim) olarak, ya da değer olarak sınırlayan türdeki dış ticaret engelleridir. Bu engeller, kotalar, gönüllü ihracat sınırlamaları veya tarife kotalar
yoluyla getirilebilir. Aşağıda bunları sırası ile inceleyeceğiz.
Tarife
dışı dış
Miktar sınırlamaları da, tarifeler gibi, esas olarak ya ulusal sanayii korumak
ya da devlete gelir sağlamak amacıyla (mali amaç) kullanılırlar. Korumaya
yönelik amaç, aynen tarifelerde olduğu gibi, ulusal üretimin yurtiçi pazar
payının artırılması ile ilgilidir. Mali amaç ise, tarifelerden biraz farklıdır. Fakat,
aşağıda göreceğimiz gibi, devletin, miktar sınırlaması uygulaması yoluyla da
bir gelir elde etmesi mümkün olabilmektedir. Değer yönünden konulan miktar sınırlamalarında ise amaç, devlete belli bir gelir sağlamak değil, harcamaları sınırlayarak kıt olan dövizden tasarruf sağlamaktır.
4.3.1. KOTA LAR VE EKONOMiK ETKiLERi
Kotaların
ekonomik etkilerini de önce "küçük" bir ülke açısından, daha
sonra da "büyük" bir ülke açısından inceleyeceğiz. Heckscher-Ohlin-Samuelson modelinin varsayımları burada da geçerlidir.
82
4.3.1.1. 'KÜÇÜK' ÜLKE VARSAYıMı
Söz konusu ülke, başlangıçta, kota uygulamasına konu olan malı üretmiyorsa, uygulamanın ekonomik etkileri aşağıdaki şekilde gösterildiği gibi
olacaktır.
F
K*
Fy
-
- -
---
a
b
o L -_ _ _ _ _ _- L_ _ _ _
B
Şekil
Ty
~
_ _ _ _ _ _ _ __+
Mx
A
3 : Kota uygulamasının ekonomik etkileri: Küçük ülke varsayımı (Ulusal üretim yoksa)
ithalatın OB miktarı ile sınırlandırılması, yurtiçi fiyatın, dünya fiyat düzeyini
gösteren Fd'den, yurtiçi fiyat düzeyini gösteren Fy'ye yükselmesine, bu
yükseliş de, tüketici artığının (a+b) alanı kadar düşmesine yolaçacaktır. Bu
alanlardan (a) alanı, gelirin, tüketicilerden ithalat lisansı sahibi ithalatçılara
yeniden dağılan kısmını göstermektedir.* (b) alanı ise tüketicilerin net refah
kaybını göstermektedir. Bu alan kimseye gitmediği için aynı zamanda toplumun da net refah kaybını göstermektedir.
Söz konusu ülkenin, kota uygulamasına konu olan malı, yurtiçinde de
üretiyor olması durumu aşağıdaki şekilde gösterilmektedir. Bu şekilde de,
analizi fazla karmaşıklaştırmamak için, yurtiçi üretim arz eğrisinin başlangıç
noktasının dünya fiyat düzeyini gösteren Fd düzeyinden başladığı varsayılmaktadır. Yani bu şekilde de, kota uygulaması öncesinde (yani serbest
ticaret durumunda) söz konusu ürünün yurtiçinde üretilmediği varsayıl­
maktadır. Bu nedenle, kota uygulamasının amacının, söz konusu ürünün ulusal üretimine başlanmasını sağlamak olduğunu söyleyebiliriz.
lisanslarının ithalatçılara ücretsiz dağıtıldığı varsayılmaktadır. Bu lisansların ithalatbirim başına PyPd fiyatından 'satılması durumunda (a) alahl devlete gelir olarak gidecektir. O
takdirde durum PyPd/OPd oranındaki bir tarife ile aynı olacaktır.
* Burada ithalat
çılara
83
Fx
K*
Ay
o
F
Şekil
B'
A
Mx
4: Kota uygulamasının ekonomik etkileri:
Küçük ülke varsayımı (Ulusal üretim s~ konusu ise).
o
Fiyatının
Fd'nin üzerine çıkması duru.rnunda söz konusu ürünün yurtiçinde
üretimine başlanabilecektir. Hükümetin bu amaçla, ewelce AA' kadar olan
ithalatı AB' kadar olan bir kota ile sınırladığını varsayalım. Bu kota uygulaması
ithalat arz eğrisinin FdAd den FdzK*ya dönüşmesine yolaçacak, bu durumda da yurtiçi fiyatının yükselmesi, üretim faktörlerinin bu alana kaymasına yol
açacak ve 'ithalatı ikame eden ürün' olarak adlandırabileceğimiz sözkonusu
ürünün ulusal üretiminin OF kadar olmasını sağlayacaktır. ithalat da OA'dan
FB'ye düşecektir. Uygulamanın refah etkileri ise açıktır. Tüketici artığı
(a+b+c+d) alanı kadar azalacaktır. (a) alanı yine (ithalat lisanslarının ithalatçılara ücretsiz dağıtıldığı varsayımı altında) tüketicilerden ithalatçılara yeniden
dağılan geliri, (c) alanı ise, tüketicilerden ulusal üreticilere yeniden dağılan
geliri göstermektedir. Bir diğer deyişle, (c) alanı, üretici artığındaki (rantındaki)
artışı, (d) ve (b) alanları ise, tarife uygulaması durumunda olduğu gibi, yine,
net refah kayıplarını göstermektedir. Tüketici (ve toplum) refahı bu alanlar
kadar azalmakta, bu alanlar kimseye gitmemektedir. Bu nedenle, bu alanlar
ölü kayıplardır. (Anımsanacağı gibi (d) alanı 'üretim kaybı', (b) alanı da
'tüketim kaybı' olarak adlandırılır).
4.3.1.2. BÜYÜK ÜLKE VARSAYıMı:
Anımsanacağı
gibi, dış ticarete müdahale eden ülkenin "Büyük" ülke
olması durumunda, ')U müdahale, dış ticaret hadlerinin ülke lehine dönmesine yolaçabilecektir. Bu olasılık, aşağıdaki şekilde gösterilmektedir.
Söz konusu ülkenin "Büyük" ülke olması, o ülkeye yönelik ihracat arz eğri­
sinin yukarıya doğru eğimli bir eğri olmasına yolaçacaktır. Diğer bir deyişle,
o ülkeye yönelik dünya arz eğrisi sonsuz esnek olmayacaktır. Bu eğri, şekilde
Ad olarak gösterilmiştir.
84
F
K*
Ay
Ad
o
Şekil
i
i
i
i
i
i
Ty
A B
5: Kota
Şekilde,
Mx
K
uygulaması:
Büyük ülke
varsayımı
sözkonusu olan ithalatçı ülkenin, sözkonusu
ithal malını ayrıca yurtiçinde ürettiği de varsayılmaktadır. ithalatı ikame eden
(ithalatla rekabet eden) bu malın arz eğrisi şekilde Ay ile gösterilmiştir. Yurtiçi
üretim maliyetleri, dünya için geçerli olandan daha yüksek olduğu için, Ay,
arz eğrisi, Ad arz eğrisinden daha yukarıda ve daha inelastik bir şekilde
çizilmiştir. Buradaki analizin, "küçük" ülke varsayımı altındaki analizden en
belirgin farkı, burada, kota uygulamasından (yani ithalatın sınırlandırılma­
sından) sonra ihracatçıların fiyatlarını Fd'den F'd'ne düşürmek zorunda
kalmış olmalarıdır. Yani büyük ülkenin dış talebini azaltması, dünya fiyatlarının
düş-mesi yönünde bir etkiye sahip olmaktadır. Zaten büyük ülke' bu demektir. (Arz veya talebini değiştirerek dünya fiyatlarını etkileyebilen ülke).
kota
uygulaması
Kota uygulaması, yurtiçi fiyatın, talep esnekliğine de bağlı olarak, bir miktar yükselmesine yolaçacaktır. Bu fiyat şekilde Fy olarak gösterilmiştir. Yurtiçi
fiyat düzeyinde ve ithalat (yani dünya arz) fiyatında meydana gelen sözkonusu değişmeler, şekilde yansımasını bulan refah etkilerinin de oluşmasına
neden olacaktır. Şekilden de izlenebileceği gibi, dünya arz eğrisinin sonsuz
esnek olmaması, ithalatçıların eline geçen rantların (e) alanı kadar daha fazla
olmasına yolaçmaktadır. Ülke küçük ülke olmuş olsaydı, ithalatçıların eline
geçen 'normal üstü' karlar (ithalatçı rantı) yalmzca (d) alanı kadar olacaktı.
Şekilden de izlenebileceği gibi, ülkenin büyük ülke olması durumunda, 'ölü
kayıplar' diye adlandırdığımız refah kayıpları da daha fazla olmaktadır (b ve
c alanları toplamı yerine b,c ve f alanları toplamı). Dış ticaret hadlerinin ülke
lehine dönmesi nedeniyle ülke refahında meydana gelen toplam refah artışı
şekilde (e) alanı ile gösterilmektedir ve yukarıda belirtildiği gibi bu artış, doğ­
rudan ithalat lisansı sahiplerine (rantlarında bir artış şeklinde) yansımak­
tadır.*
* ithalat lisanslarının hükümet tarafından ücretsiz dağıtıldığı varsayılıyor.
85
4.3.1.3. TARiFELERiN VE KOTALARıN ETKiLERiNiN
KARŞI LAŞTıRILMASı
Uygulamada, tarifeler ve kotalar birbirlerinin alternatifi gibi ele alınmaktadır.
Bu nedenle, bu dış ticaret politikası araçlarının etkilerinin karşılaştırılmasında
benzerlik ve ayrılıklarının açıklığa kavuşturulmasında iktisatçılar ve politika
yapıcı ve uygulayıcıları açısından büyük yararlar vardır.
Tarifelerin etkileri ile ilgili olarak çizdiğimiz şekillerle, kotaların etkileri ile ilgili şekiller karşılaştırıldığında, bu uygulamaların hemen hemen aynı sonuçlar
doğurduğu görülecektir. Başlangıç etkileri açısından tek fark, gerçekten de,
sadece, "vergi geliri etkisi" diye adlandırabileceğimiz etkide kendisini göstermektedir. ithalat lisanslarının ithalatçılara ücretsiz dağıtılmayıp, belli bir yönteme göre hesaplanacak bir fiyatla satılması durumunda ise bu etki açısından
da tarifeler ve kotalar aynı etkilere sahip olacaktır. Yukarıdaki analiz, ithalat
lisanslarının ücretsiz dağıtıldığı varsayımı üzerine oturtulmuştu. Bu durumda
'kota karı' (ithalatçı rantı) doğrudan ithalatçıya gidecektir. Buradaki zımni bir
varsayım da, ithalat piyasasında, yani ithalatçılar arasında, tam rekabet
koşullarının geçerli olduğu varsayımıdır. Eğer durum böyle değilse ve ithalat
lisansları tek bir elde toplanıyorsa (tekelci ithalat durumu), bu koşullarda
yurtiçi fiyatın yukarıdaki şekillerde gösterilenden daha yüksek, ithalatın da
kota miktarından daha düşük olması sözkonusu olabilecektir. Burada bu
olasılığın ayrıntılarına girmiyoruz. *
Özetle söylemek gerekirse, olaya yalnızca statik etkinlik açısından bakıl­
tarifelerle kotalar arasındaki tek fark 'vergi geliri etkisi'nde görülmektedir. Tüketiciler açısından gelir, tarife durumunda devlete doğru, kota durumunda (ve anılan kısıtlar çerçevesinde) ise ithalatçılara doğru yeniden dağıl­
maktadır. Olaya bu açıdan bakıldığında, hangi politika aracının tercih edileceği konusu bir politik tercih sorunudur. Eşitlik açısından, tarifeler kotalara
tercih edilebilir. (Devletin, eline geçen vergi gelirlerini ne şekilde kullandığı da
kuşkusuz çok önemlidir).
dığında,
Tarifeler ve kotalar başka açılardan da karşılaştırılabilirler. Herşeyden
önce, tarife uygulaması durumunda sözkonusu olan ithalat sınırlama mekanizması, fiyat mekanizmasıdır. Kota uygulamasında ise fiyat mekanizmasının
işleyişi kesinkes engellenmekte, fiyat mekanizması reddedilmektedir. Bu
ayırım çok önemlidir. Bu nedenle, eğer, kaynakların etkin dağılımı açısından
en etkili sinyallerin 'piyasanın görünmez eli' tarafından verildiğine inanıyorsak,
tarifeler kotalara tercih edilmelidir. Fakat, eğer, piyasaların denetlenmesi ve
* Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için (Corden, 1971, ch.9l görülebilir.
86
planlanmasının
gerekli olduğu düşüncesinde isek, o zaman, bu amaç için
kotalar daha etkili bir politika aracı olarak tarifelere tercih edilebilir.
Olaya daha dinamik bir açıdan baktığımızda da, fiyat mekanizmasının
işleyişi ve dolayısıyla da tüketici refahı açısından, tarifelerin kotalara göre
daha etkin bir politika aracı olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin analizimizde
sözkonusu olan mala olan talebin herhangi bir nedenle artması durumunda
(başlangıçta tarife uyguladığımızı varsayarsak), tarife uygulaması durumunda, yurtiçi fiyat eski düzeyinde (yani dünya fiyatı + tarife) kalacak, yurtiçi
üretim değişmeyecek, tek değişiklik ithalatın ve ithalat vergisi gelirlerinin
artması şeklinde kendisini gösterecektir. Kota uygulaması durumunda ise,
talep arttığı zaman eğer kota artırılmayıp aynı düzeyde tutulursa, yurtiçi fiyat
daha fazla yükselecek, ithalat artamadığı için, artan talep, artan yurtiçi üretim
tarafından karşılanacak, bu da 'ölü kayıplar' olarak adlandırdığımız refah
kayıplarının daha büyümesine neden olacaktır. (Yurtiçi üretim, ithalata göre
daha pahalıya malolduğu için, artan yurtiçi talebin artan yurtiçi üretimle
karşılanmasının, tüketicilerin refah kayıplarını artıracağı açıktır. Burada, tüketicilerden üreticilere giden bir gelir aktarımı söz konusudur. Dolayısıyla, burada bir politik tercihin sözkonusu olduğunu söyleyebiliriz).
Kısaca
özetlemek gerekirse. Talebin artması ve dolayısıyla iç piyasanın
genişlemesi durumunda, uygulanan politika aracı tarife ise, talep daha ucuz
olan ithalata yönlendirilecek ve dolayısıyla yabancı üretici özendirilecek;
uygulanan araç kota ise, bu kez talep daha pahalı olan yurt içi üretime
yönlendirilecek, dolayısıyla da ulusal üretim korunmuş ve teşvik edilmiş
olacaktır. Fiyat mekanizmasının etkin işleyişi açısından tarife daha uygun bir
politika aracıdır. Kota; olaya kaynakların yeniden dağılımı açısından bakıl­
dığında, kaynakları, daha az etkin olan ithal ikamesi sektörüne kaydır­
maktadır. Kaynakların, ekonominin başka sektörlerinden bu alana kaydırıldığı
düşünülürse, bunun, bir kaynak israfı anlamına geleceği açıktır. Kotaların,
kaynakların etkinsiz dağılımı yönündeki bir diğer olumsuz etkisi de, kota ile
girmesine izin verilen ithalatın kaynağı ile ilgilidir. Kota, miktarı sınırlamakta,
fakat gelecek ithalatın en ucuz kaynaktan gelmesini güvence altına alıcı bir,
özelliğe sahip bulunmamaktadır. Bir diğer deyişle, kotaların, arz kaynakları
açısından ayırım gözetici bir şekilde uygulanması, ithalatın en ucuz kaynaktan yapılmasını engelleyebilmektedir. Bu konu, 'yeni korumacılık' diye
adlandırılan olgunun ilginç bir yönüne işaret etmektedir. Bu konuya aşağıda
yeniden değinilecektir. Bu son açıdan da, tarifelerin kotalara üstün olduğunu
ve ithalatın daha ucuz kaynaklardan yapılabilmesi için kotalara göre daha
87
uygun bir ortam
yarattığını
söyleyebiliriz.
Yukarıdasöylenenler, iktisadi açıdan, tarifelerin, bir müdahale aracı olarak,
kotalara üstün olduğunu göstermektedir. Uygulamada ise, idari mülahazalar
iktisadi mülahazalara ağır basabilir ve kotalar tarifelere tercih edilebilir. Buna
karşın, kotaların suiistimale daha açık olduğunu da söylemek gerekir. Ayrıca,
tarifelerin gelir sağlayıcı bir araç olduğunu da bu karşılaştırmalarda gözönüne
almakta yarar vardır. Kuşkusuz, bu konuda sağlıklı bir karara varmanın en
doğru yolu, karşılaştırmayı bir fayda-maliyet analizine dayandırmaktır.
4.3.2. GÖNÜLLÜ iHRACATSıNıRLAMALARı (vE DÜZENLi PAZARLAMA
ANLAŞMALARı)
GATT Anlaşmasının XiX. maddesi, ülkelere ulusal sanayilerini korumak
üzere ithalata karşı 'acil' önlemler alma olanağı sağladığı halde, uygulamada,
ülkelerin çeşitli nedenlerle (bu nedenler evvel ce ayrıntılı bir şekilde ele
alınmıştır.) GATT olanaklarından yararlanmadıkları ve ulusal sanayilerini
GATT kurallarına ters düşen bazı amaçlarla koruma yoluna gittikleri görülmektedir. Gönüllü ihracat sınırlamaları (GiS) ve düzenli pazarlama anlaşmaları
(DPA) bu araçların en yaygın olarak kullanılanlarıdır. Bu araçlar birbirlerine
çok benzer olduklarından aşağıda yalnızça GiS'in ekonomik etkileri üzerinde
durulacaktır.
GiS'in ekonomik etkileri, kotaların ekonomik etkinleri ile büyük benzerlik
göstermektedir. Bu nedenle, evvelce kotaların ekonomik etkilerini göstermek
amacıyla çizilen şekillerden yararlanmak mümkündür. ithalatın kotalar veya
GiS yoluyla sınırlanmasının, fiyat ve üretim üzerindeki etkileri aynıdır. Kota ile
GiS arasındaki en belirgin fark, şekillerde (a) da gösterilen alanla ilgilidir. Kota
durumunda bu alan, ithalatçıya giden kota karlarını simgelemekteydi. GiS
durumunda ise bu alan GiS'i uygulayan yabancı ihracatçıya giden kota karını
simgeleyecektir. Dolayısıyla, GiS durumunda tüketici artığında meydana
'gelen azalma, ulusal ithalatçıya veya devlete değil, kesinkes yabancı ihracatçıya doğru yeniden dağılan bir gelir anlamına gelecektir. Bu nedenle, GiS'in
neden olduğu bu gelir dağılımı olgusunu, uygulamanın bir ekstra maliyeti
olarak yorumlamak mümkündür. *
Dış ticaret hadleri ve ödemeler dengesi üzerindeki etkileri açısından da
kotalarla GiS arasında farklar vardır. Olaya ithalatçı ülke açısından baktı-
" Bu olaya ulusal açıdan bakışla, global (dünya) açıdan bakış, refah açısından farklı sonuçlar
doğuracaktır. _
88
ğımızda Gis uygulaması, ithalat birim fiyatlarının artmasına ve ceteris paribus,
dış ticaret hadlerinin kötüleşmesine yolaçar. Ödemeler bilançosu üzerindeki
etkiler açısından ise, bir kota uygulaması ithalat miktarının azaltılmasına yolaçtığı ölçüde döviz giderlerinin azalmasına ve ÖD'nin iyileşmesine yolaçacaktır. Bir GiS uygulaması durumunda ise ithalatçı ülkenin döviz gereksinmesinin artması sözkonusu olabilir. Bu gereksinme, ilgili bölgede talep
eğrisinin esnekliğinin ne olduğuna bağlıdır. Bu esneklik 1'den az ise, GiS,
döviz gereksinimlinin artmasına yolaçacaktır. (Çünkü bu koşullarda, fiyat
artışı nedeniyle meydana gelecek talep miktarı azalması, oran olarak, fiyat
artış oranından daha düşük olacaktır). Diğer şeyler aynı kalmak koşuluyla,
böyle bir durum, ödemeler dengesinin kötüleşmesine ve eğer esnek kur sistemi sözkonusu ise kurların yükselmesine (ulusal paranın değer yitirmesine);
sabit kur sistemi sözkonusu ise, ulusal geliri azaltıcı politikalara yolaçacaktır.
Yukarıdaki
analiz, "gönüllü" olarak
sınırlandırılan ihracatın
tam rekabet
koşullarında yapıldığı varsayımına dayandırılmaktadır. ihracatta tekelleşme
sözkonusu ise, veya ihracatçı firmalar bir araya gelerek bir kartel oluşturur­
larsa* durum ne olacaktır? Bu varsayımlar altında GiS'in etkilerini, (Murray,
et aL. '1978') den yararlanarak aşağıdaki şekil yardımıyla incelemek mümkündür.
Gis
F
_~K
F3
F2
Ad
F1
MH
o
C
B
:~
:
Ty
M
A
Şekil 6 : Gönüllü ihracat sınırlamalarının ekonomik etkileri: ihracatta tam rekabet ve tekel
koşulları karşılaştırması.
Şekilde Ty, yurtiçi ithalat, talep eğrisini, Ad ise sonsuz esnekliğe sahip
dünya arz eğrisini göstermektedir (Bu durum, zımni olarak, ithalatçı ülkenin
küçük bir ülke olduğu anlamına gelmektedir ve analizdeki bir çelişki olar~k
yorumlanabilir. Buna karşın, büyük ülke varsayımı durumunda burada
ulaşılan temel sonuçların değişmeyeceğini söylemek de mümkün olabilir. Bu
*Anılan koşullarda ihracatçı firmaların bir araya gelerek bir karteloluşturması, GiS uygulamasının
doğal
bir sonucudur.
89
koşullarda ithalatçı
ülke, sözkonusu maldan OA kadar ithal edecektir. Şimdi
ithalatçı ülkenin, ihracatçı firma veya firmalar grubu ile bir GiS anlaşmasına
vardığını ve ihracatçıların ihracatı OB miktarı ile sınırlamayı kabul ettiklerini
varsayalım. Eğer ihracatta tam rekabet koşulları geçerli olsaydı, bu anlaşma
çerçevesinde OB kadar ithalat yapılacak ve yurtiçi fiyat F1 'den F2'ye yükselecektL Bu koşullarda, ihracatçıların eline GiS anlaşmasından kaynaklanan ve miktar olarak F1 FGF2 alanına eşit olan bir ra nt (GiS karı) geçecektir.
GiS anlaşmasının tek bir ihracatçı veya birlikte hareket eden bir ihracatçı
grubu ile yapılması durumunda ise varılan nihai denge durumu yukarıdakin­
den çok farklı olacaktır. ihracatçı firma veya firmalar grubu eğer kar maksimizasyonu politikası uyguluyorsa, o zaman marjinal maliyetin marginal
hasılata (ki şekilde MH eğrisi olarak gösterilmiştir) eşitlenmesi sözkonusu
olacak, bu da ihracat miktarını OC'ye düşürürken fiyatın F3'e çıkmasına yolaçacaktır. Bu koşullarda GiS karları F1 RKF3'de maksimize edilecektir.
Görüldüğü
gibi, ihracatta tekelci
uygulamaJarın
sözkonusu
olması
ve itha-
latın kota yerine GiS anlaşması yoluyla sınırlanması durumunda, rantın yurt
dışına
yükselmesi ve miktarın düşmesi de sözkonusu olmaktadır. (Fiyatın yükselmesi, korunmaya çalışılan ulusal sanayiye
daha yüksek bir etkin korunum sağlanması anlamına gelecektir. Şekil, ithalatla rekabet eden böyle bir ulusal sanayi yokmuş gibi çizilmiştir).
transferi
yanında, fiyatın
Bir kota uygulaması ile bir GiS anlaşmasının ekonomik etkilerini karşılaş­
tırırsak, özet olarak şunları söylemek mümkündür: Herşeyden önce, GiS
uygulamasının, dış ticaret hadleri ve ödemeler dengesi üzerindeki etkilerinin
olumsuz olması olasılığının daha fazla olması nedeniyle, kotaların GiS'e tercih edilebileceğini söyleyebiliriz. Ayrıca, GiS uygulamasının kotalardan daha
fazla bir belirsizliğe yolaçtığı da bir gerçektir. Fakat ilginçtir ki GiS uygulamaları uluslararası arenada giderek yaygınlık kazanmıştır. Bunun nedeni,
GiS'in "gönüllü" olarak uygulanması ve GAD çerçevesi dışında olması
nedeniyle, ülkelerin GAD'ın zorunlu kıldığı 'mütekabiliyet' yükümlülüklerini
yerine getirmelerine gerek kalmamasıdır. Özetle söylemek gerekirse, GiS
uygulamasına başvurulmasının en önemli nedeni, gelişmiş ülkelerin, kendi
oluşturdukları GAD kurallarına uymak istememeleridir. Kurallar uyulmamak
için konur kuralı burada da geçerliliğini korumaktadır.
4.3.3 TARiFE - KOTALAR
Tarife-kotalar da GiS gibi son yıllarda uygulaması yaygınlık kazanan dış
90
ticaret politikası araçlarındandır. Adının da ima ettiği gibi bu politika aracı,
tarifelerle kotaların bir melezidir. Bu uygulamada, ithalat miktarı üzerinde bir
üst sınır sözkonusu değildir. Sözkonusu olan, belli bir miktarda veya değerde
malın, gümrüksüz olarak ithal edilebilmesi, bunu aşan kısmın ise belli bir tarife
oranına veya oranlarına konu olmasıdır. Bu uygulamanın idari bazı sorunlar
yaratacağı açıktır. Kotalarda olduğu gibi burada da tarife-kotanın dağıtılıp
(tahsis edilip) dağıtılmayacağı ve kimlere dağıtılacağı sorunu vardır. DağıtıI­
mama durumunda, pazara ilk giren ihracatçı firmalar daha avantajlı durumda
olacaklardır. Tarife-kotaların tahsis edilmesi durumunda ise, belli ülkelerin,
daha düşük oranlı tarifeye konu kotalardan yararlanması durumu sözkonusu
olacaktır. Özetle, tarife-kotalar, tarifelerin ve kotaların hem teknik niteliklerini
hem de idari güçlüklerini bünyelerinde taşıyan bir dış ticaret politikası aracıdır.
Hemen belirtelim ki, bu politika aracı, çoğu uygulayıcı tarafından yararlı bulunmakta ve hem tarifeden hem de kotadan daha liberal bir araç olması
nedeniyle de benimsenmektedir. Tarife-kotanın temel özelliklerini aşağıdaki
şekil yardımıyla inceleyebiliriz.
Fx
Şekil
7 : Tarife-kotanın ekonomik etkileri
(Büyük ülke varsayımı)
Şekil, ithalatçı ülkenin büyük bir ülke olduğu varsayımına göre çizilmiştir.
Bu nedenle, bu ülkeye yönelik dünya arz eğrisi yukarı doğru eğimlidir ve
şekilde Ad olarak gösterilmiştir. T ile gösterilen eğri ise yurtiçi talep eğrisidir.
ithalatta herhangi bir sınırlama olmaması durumunda OM1 kadar mal F1 birim
fiyatından ithal edilecektir. ithalat üzerine belli bir t oranında konulan ad
valorem bir tarife dünya arz eğrisinin yukarıya doğru kaymasına yolaçacak,
bu durumda fiyat F2'ye yükselirken ithalat miktarı da OM2'ye düşecektir.
Böyle bir durumda devletin eline geçecek toplam tarife geliri abcf2 alanı kadar
olacaktır. Şekilde görüldüğü gibi, bu tarife gelirinin bir kısmı yurtiçindeki
91
F1'den F2'ye çıkması nedeniyle) bir kısmı da
ihracatçılar tarafından (ellerine geçen fiyat F1 'den a'ya düştüğü için) ödenmektedir. (ithalatcı ülkenin büyük ülke olması, ihracatçıları, fiyatlarını OF1'den
Oa'ya düşürmeye zorlamıştır).
tüketiciler
tarafından (fiyatın
Durum böyle iken, eğer, ithalatın belli bir kısmının gümrüksüz veya t oranından daha düşük bir gümrük vergisi ile girmesini sağlamak istersek, ne
olacaktır? Böyle durumlar, uygulamada sık karşılaşılan durumlardır ve esas
olarak gelişmekte olan ülkelere tanınan "genel tercihler sistemi" çerçevesindeki ithalatla ilgili olarak uygulama alanı bulmaktadır. Gelişmiş ülkeler,
gelişmekte olan ülkelerin ihracatlarını artırmalarına olanak sağlamak üzere
bazı ülkelere bazı malların ihracatı için kotalar tahsis etmekte (genel tercihler
sistemi) ve ihracat bu kota sınırları dahilinde kaldığı sürece hiçbir vergiye tabi
tutulmamakta, vergi ancak bu kotaların aşılmasından sonra söz konusu
olmaktadır (en çok kayırılan ülke tarife oranı). Bu şekilde, tarifeler ve kotalar
birlikte uygulama alanı bulmaktadır.
Durumu şeklimiz yardımıyla açıklamaya devam edersek: Gümrüksüz
ithalata olanak sağlayan kota miktarının OM3 kadar olduğunu ve bu miktarı
aşan ithalat üzerinden aynı oranda gümrük vergisi alındığını varsayalım (bu
oran t olsun). Bu durumda dünya arz eğrisi dgvAJ ile gösterilen kırık eğri
olacaktır. Talep eğrisi T olduğundan, piyasayı temizleyen (arzı talebe eşleyen)
fiyat ve miktar sırasıyla OF2 ve OM2 olacaktır. Dikkat edilirse, bu fiyat ve miktar, ithalat üzerinde yalnızca tarife uygulamasının sözkonusu olma durumunda geçerli olan fiyat ve miktar ile aynıdır. Fakat tarife-kota durumunda serbest
ticaret durumuyla karşılaştırıldığında meydana gelecek olan kayıp veya
kazançlar, hem yalnız tarife hem de yalnız kota uygulaması durumunda ortaya çıkacak olan kayıp veya kazançlardan farklı olacaktır. Eğer yalnızca kota
uygulanıyor olsaydı, yurtiçi fiyat OF3'e yükselecek ve ithalatçıların eline
geçecek kota karı F3ngk alanına eşit olacaktı. Yalnızca tarife uygulanması
durumunda ise, fiyat ve miktar aynen tarife-kota uygulamasında ortaya
çıkacak fiyat ve miktara eşit olmakla beraber (OF2 ve OM2), yalnız tarife
uyguLamasında elde edilecek tarife geliri, tarife-kota uygulaması durumunda
elde edilecek tarife gelirinden daha büyük olacaktır (F2cba ) cbhr). Tarifekota uygulaması durumunda ithalatçıların eline belli bir kota karının da (bir
rant olarak) geçmesi sözkonusu olacaktır (F2rgk). Fakat bu kota karı, yalnızca
kota uygulaması altında ortaya çıkacak olan kota karından (F3ngk) daha
küçük olacaktır. Görüldüğü· gibi, tarifeler, kotalar ve tarife-kotalar, gelirin
yeniden dağılımı etkileri açısından birbirlerinden farklı etkilere sahiptirler. Ölü
92
refah
kayıplarını
gösteren "üçgenler"
açısından
ise
aralarında
bir fark yoktur.
Özetle söylemek gerekirse, tarife-kota uygulamalarının yaygın bir uygulama alanı bulmalarının ardında yatan en önemli neden, "Genel Tercihler Sistemi" (GTS) olarak adlandırılan uygulamalardaki gelişmelerdir. Bu sistem
sayesinde gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere pazarlarını bir anlamda
ve bir dereceye kadar açmaktadırlar. Bununla beraber, hemen belirtelim ki,
GTS çerçevesinde uygulama alanı bulan tarife-kotaların gelişmekte olan
ülkelere yarar sağlayıp sağlamadığı konusu tartışmalıdır. Hatta tarife-kotaların, gelişmekte olan ülkelere yönelik korumacılık eğilimlerini artırdığını savunanlar da yok değildir. *
4.4. MALi NiTELiKLi TARiFE DIŞI ENGELLER
Yukarıdaki satırlarda ithalatı sınırlama yönünde kullanılan ve etkileri açısın. dan dolaysız ve miktarsalolan dış ticaret engellerini gördük. Aşağıdaki satır­
larda, dış ticarete etkileri açısından yine dolaysız olan, yani esas itibariyle dış
ticareti engellemeye yönelik olarak uygulamaya konulan ve fakat mali bir
nitelik taşıyan tarife dışı müdahale araçlarını incelemeye çalışacağız. Bu tür
araçların en önemlileri, çeşitli şekillerde uygulamaya konulan sübvansiyonlar
ve yurtiçi ve yurtdışı firmalar arasında ayırımcı bir şekilde uygulanan devlet
satınalım politikalarıdır. Aşağıda bunlardan yalnızca üretim ve ihracat sübvansiyonları üzerinde duracak, ayırımcı devlet satınalım politikalarına da kısaca
değineceğiz.
4.4.1. ÜRETiM SÜBVANSiYONLARı
Tarifelerin ekonomik etkilerini incelerken, bu dış ticaret politikası aracının
belli bir ulusal üretim miktarını gerçekleştirmek amacıyla kullanılabileceğine
değinilmişti. Tarifeler bu amacı, ithalatın sınırlandırılması (ve yurtiçi fiyatın yükseltilmesi) ve ithal ikamesi sektöründe üretimin artırılması yoluyla gerçekleştiriyordu. Aynı amaca yurtiçi üretimin sübvanse edilmesi yoluyla da ulaşılabilir. Üretim sübvansiyonu, bir tarife uygulamasından daha dolaysız bir
politika aracıdır ve bu bakımdan ve iktisadi açıdan, tarifelere üstündür. Bunu
bir şekil yardımı ile göstermek mümkündür.
Şekil
üretim artışını (ulusal üretimin Mo'dan M1 düzeyine çıkarılması
amacını) gerçekleştirmek üzere uygulamaya konulan bir tarife ile bir üretim
sübvansiyonunun ekonomik etkilerini karşılaştırmak üzere çizilmiştir. Tarife
8,
aynı
* Bu konuda Baldwin ve Murray (1977) ve Murray (1977). görülebilir.
93
F
F
Ay
Ay
Ay +s
Fo+t - - - Fo
,
~~
i
i
i
1--,>1
i
i
-
~
i
eK----
-
- - -
- -
- - -
~~+t
Ad
MO
M1
Şekil
Fo
i
i
1<-1
i:
M3
M2
------Ad
Ty
Ty
~~-L--~~--------~M
O
Fo+s
O
M
(a) Tarife uygulaması
(b) Sübvansiyon uygulaması
8 : Tarife ve üretim sübvansiyonunun ekonomik etkilerinin karşılaştırılması
(küçük ülke varsayımı)
bu amacı fiyatı Fo'dan Fo +t düzeyine yükselterek gerçekleştirir (a paneli).
Bu fiyat yükselmesi sonucu ulusal üretim Mo' dan M1 düzeyine çıkarken
toplam tüketim de M2 düzeyinden M3'e iner, ithalat ise M1 M3 düzeyinde gerçekleşir. Tarife uygulaması nedeniyle toplumun yüklenmek zorunda kaldığı
refah kayıpları şekilde c ve e üçgenleri toplamı olarak gösterilmiştir. Üretim
sübvansiyonu, üretim üzerine konan negatif bir vergi olarak yorumlanabilir.
Bu nedenle üretime bir sübvansiyon verilmesi, yurtiçi arz eğrisinin dikey
yönde aşağıya doğru kaymasına yolaçacaktır. Şekilde, sübvansiyon sonrası
yurtiçi arz eğrisi Ay + s olarak gösterilmiştir. (Sübvansiyon, fiyatın belli bir
yüzdesi olarak verildiği için eğrinin kayışı paralel bir kayış değildir). Üretim
sübvansiyonu verilmesi durumunda, ulusal üreticinin eline geçen fiyat,
tüketicilerin ödediği fiyatı, birim üretim başına düşen sübvansiyon miktarı
kadar aşacaktır. Daha yüksek fiyat, yurtiçi üretimin artması sonucunu doğu­
racaktır. Şekilde bu üretim artışı Mo M1 olarak gösterilmiştir. Sübvansiyondan
sonra tüketiciler, uygulamadan önce olduğu gibi yine Fo fiyatından tüketimde
bulunmakta, fakat üreticilerin eline birim başına Fo + s fiyatı geçmektedir.
Sübvansiyon nedeniyle üreticilerin elinegeçen fiyat yükseldiği ve bu nedenle
de ulusal üretim miktarı Mo dan M1 'e çıktığı için, ithalat miktarı da MoM2 'den
M1 M2'ye düşecektir. Dikkat edilirse, tarife uygulaması durumunda yurtiçi
üretimin artırılmasını ve ithalatın azaltılmasını sağlayacak tarife, aynı zamanda, toplam tüketimin de azaltılmasına yolaçarken, üretim sübvansiyonu uygulaması durumunda toplam tüketimin azalması sözkonusu olmamaktadır.
Kısacası, üretim sübvansiyonu uygulaması, yalnızca ulusal üretimin artırılması
yönünde bir etki yapmakta, tüketicilerin ödediği fiyatı etkilemediği için, yurtiçi
toplam tüketim miktarını etkilememektedir. Sübvansiyon uygulamasının
94
maliyeye yükü Fobc (Fo + s) alanı kadardır ve gelirin maliyeden (tüketicilerden değil) üreticilere yeniden dağılan kısmını göstermektedir. Tarife uygulaması durumunda ise gelirin tüketicilerden hem hazineye hem de üreticilere
yeniden dağılımı sözkonusudur. Üretim sübvansiyonlarını tarifelerden ayıran
bir diğer önemli özellik de, tarife uygulaması durumunda, hem 'tüketim kaybı'
hem de 'üretim kaybı' sözkonusu olduğu halde, sübvansiyon uygulaması
durumunda yalnızca 'üretim kaybı'nın sözkonusu olmasıdır. Bu üretim kaybı,
şekilde abc üçgeni olarak gösterilmiştir. Bu alan yurtiçi üretimin artması nedeniyle katlanılan ekstra yurtiçi üretim maliyetlerini göstermektedir. Sübvansiyon uygulaması, tarife uygulamasına göre, tüketici refahında daha az bir
kayba yolaçtığı için, sübvansiyonun iktisadi açıdan tarifeden daha etkin bir
araç olduğunu söyleyebiliriz. Bununla beraber, tarifelerin fon yaratıcı bir araç,
subvansiyonların ise fona gereksinme gösteren bir araç olduğunu da unutmamak gerekir.
4.4.1.1. KENDi KENDiNi FiNANSE EDEN ÜRETiM SÜBVANSiYONU
Tarifelerle sübvansiyonlar ille de birbirleri yerine kullanılan politika araçları
olarak görülmemelidir. Üretim sübvansiyonları, bazı durumlarda tarifelerle birlikte de uygulanabilirler. Böyle bir durumda, ithalat tarifelerinden elde edilen
gelirin üretim sübvansiyonunun finansmanında kullanılması sözkonusudur,
bu tür sübvansiyonları 'kendi kendini-finanse eden sübvansiyon' olarak
adlandırmak mümkündür. Bu tür bir uygulamanın ulusal sanayi üzerindeki
koruyucu etkilerinin, yalnızca bir sübvansiyon uygulamasının koruyucu etki- .
lerinden daha büyük olacağı açıktır. Aşağıdaki şekil, 'kendi kendini-finanseeden' bir üretim sübvansiyonunun etkilerini açıklamak amacıyla çizilmiştir.
F
Ay
Ny
~:~_-_--
:;
F1
-
i
- -
--
A~
------Ad
i
T
~-IL---~------~~--------_7M
o
m1
m2
m3
m4
Şekil 9 : Kendi kendini finanse eden bir üretim sübvansiyonunun ekonomik etkileri
(küçük ülke
Şekilde
varsayımı).
Ay eğrisi, sübvansiyon öncesi yurtiçi arz eğrisini, Ad doğrusu da
95
dünya arz doğrusunu göstermektedir (Küçük ülke varsayımı). Ay eğrisinin
aynı zamanda marjinal özel maliyetleri gösterdiğini ve dışsal ekonomiler
nedeniyle toplumsal maliyetlerin ise daha düşük olduğunu varsayalım. (Şekil­
de A~ olarak gösterilen eğrinin sosyal marjinal maliyetleri göstermekte(!ir).
Eğer üretim, sosyal marjinal maliyetler gözönüne alınarak gerçekleştirilecek
olsaydı, anılan koşullarda toplam yurtiçi talep OM4 kadar olacak ve bunun
OM2 kadarı ulusal sanayi tarafından üretilecekti. Fakat gerçek hayatta üretim,
özel maliyetler gözönüne alınarak gerçekleştirildiği için OM1 kadar olacaktır.
Sosyal açıdan optimalolan OM2 üretimini gerçekleştirmek için uygulanabilecek 'birinci-en-iyi' politaka aracı F3F1/0F1 arasında uygulanacak olan bir
üretim sübvansiyonudur. Bu sübvansiY-..lnun finansmanı genelvergi gelirlerinden sağlanabilir. Eğer bu imkan dahilinde değilse, o zaman 'ikinci-en-iyi'
politika aracı olarak 'kendi-kendini-finanse eden' bir üretim sübvansiyonu
uygulamaya konulabilir. Bu amaçla ithalat üzerine F2F1/0F1 oranında ad
valorem bir tarife konulabilir ve bu tarifeden elde edilen gelir F3F2/0F2
oranındaki bir üretim sübvansiyonun finansını da kullanılabilir. Bu oranda
uygulanan sübvansiyon, üreticinin eline geçen fiyatın OF3'e, toplam ulusal
üretimin de OM2'ye çıkmasına yolaçacak, böylece de, sosyalolarak optimal
olan üretim miktarı gerçekleştiriimiş olacaktır. Dikkat edilirse, anılan türdeki
bir sübvansiyon uygulamasının neden olacağı tüketim maliyeti (ölü refah
kaybı), üretimi OM2'ye çıkarmak içingerekli olacak olan tarife uygulamasının
yolaçacağı tüketim maliyetinden daha azdır. Tarife uygulaması, ayrıca, toplam tüketirnin de daha az olmasına yolaçacak, toplam ithalat miktarını da
M2M3 miktarının daha altına düşürecektir. Diğer yandan, tüketicilerin ödediği
fiyat da OF3 olacaktır. Diğer bir deyişle, kendi kendini finanse eden bir üretim
sübvansiyonu uygulaması, sosyal açıdan optimalolan yurtiçi üretimi gerçekleştirme aracı olarak, bir tarife uygulamasından daha etkindir. Tüketiciler, sübvansiyon uygulaması altında, daha düşük fiyatla daha çok tüketme olanağına
sahip olacaklardır.
4.4.2. iHRACAT SÜBVANSiYONLARı
ithal ikamesi politikaları uygulamada gelişmekte olan ülkeleri bir çıkmaza
götürdüğünün görülmesi üzerine, çeşitli iktisatçılar* ihracata yönelik bir kalkınma stratejinin gelişmekte olan ülkelerin kalkınmalarını hızlandırma açısın­
dan daha yararlı olacağı görüşünü dile getirmişlerdir. Böyle bir tercih yapıl­
dığında, ithalatın kısıtlanması politikaları, yerini, ihracatın özendirilmesi politi* Örneğin, (Balassa ve Sharpston, 1977)
96
kalarına bırakacaktır. Bu tercihin mantığı, karşılaştırmalı olarak dezavantaja
sahip olan sektörlerin himayesi yerine, ithalatı ikame eden sektörlerde istihdam dışı kalan kaynakların, karşılaştırmalı olarak daha avantajlı olan ihracat
sektörlerine kaydırılmasıdır. ihracat sübvansiyonları, özünde, bu hedefi gerçekleştirmenin bir politika aracı olarak kullanılmaktadır.
ihracat sübvansiyonu, en basit şekliyle, belli bir malın ihracatı karşılığı devletin ihracatçı firmaya yaptığı bir ödeme olarak tanımlanabilir. Burada sübvanse edilen, ihracata konu olan malın yurtiçi üretimi değil, ihraç edilen kıs­
mıdır ve bu ayırım önemlidir. Malın ihraç edilen kısmının sübvanse edilmesi
ise firmaları, mallarını yurtiçinden çok yurtdışında satma yönünde özendirecektir.
ihracat sübvansiyonları, ihraç edilen ürünlere verilen dolaysız üretim sübvansiyonları şeklinde olabileceği gibi, ihracatçılara veya yabancı ithalatçılara
piyasa faiz oranlarından daha düşük faiz oranlarında kredi sağlanması veya
ihracatçıların vergi muafiyetlerinden yararlandırılması şeklinde de olabilir.
ihracat sübvansiyonu aslında bir nevi damping uygulamasıdır (Bu kavram
ileride ayrıntılı bir şekilde incelenecektir). Uluslararası"anlaşmalara göre yasal
olmamakla beraber birçok ülkenin gizli veya yarı gizli yollarla ihracatlarını
sübvanse ettiklerini görmekteyiz. Bütün güçlü sanayileşmiş ülkeler, ihracat
mallarının alıcısı olan ülkelere, ithalatın finansmanını sağlamak amacıyla
düşük faizli krediler sağlamakta ve bu amaç doğrultusunda ihracat-ithalat
Bankaları kurmaktadırlar (Bizdeki Eximbank da bu uygulamanın bir örneğidir). Bu tür bankaların sağladığı düşük faizli krediler, ABD ihracatının yaklaşık % 1O'unu, Japonya ve Fransa'nın ihracatının ise yaklaşık % 40'lnl finanse
etmektedir. Bu konu, ABD 'nin en çok şikayetçi olduğu dış ticaret konularından biridir. 1980 yılında ABD, Japonya, Fransa, ingiltere, Almanya, italya
ve Kanada'nın ihracatçılara bu yolla sağladığı sübvansiyonun $1.5 milyar ile
$ 3 milyar arasında bir tutara ulaştığı hesaplanmıştır.* ABD, ihracatı, ayrıca
Uluslararası Satış Şirketi adlı bir kuruluş aracılığı ile ve ihracattan sağlanan
gelirden alınan etkin verginin düşürülmesi yoluyla da teşvik etmektedir.
Hemen belirtelim ki, uluslararası ticaret politikasının en çok tartışılan konubiri olan ihracat sübvansiyonları GAD kurallarına göre, "haksız rekabetile yolaçmaları nedeniyle yasaktır.
larından
ihracat sübvansiyonlarının ekonomik etkileri ithalatçı ülke açısından ele alı­
gibi ihracatçı ülke açısından da incelemeye konu olabilir. Aşağıda
nabileceği
* Salvatore, (1987, $.224).
97
olaya önce
ithalatçı
ülke
açısından yaklaşılacaktır.
4.4.2.1. iHRACAT SÜBVANSiYONLARıNIN EKONOMiK ETKiLERi:
iTHALATÇI ÜLKE AÇısıNDAN
Aşağıdaki analizde ithalatçı ülkenin "küçük" bir ülke olduğu ve ihracatı
yapan ülkelerin sözkonusu malı s oranında sübvanse ettiği varsayılmaktadır.
Aşağıdaki şekilde Ay, ithalata konu olan malın yurtiçi toplam arz eğrisi, Ty ise
bu mala ait yurtiçi talep eğrisidir. Ülke küçük bir ülke olduğu için, dış dünya
arz eğrisı Fd düzeyinde yatay eksene paralel bir doğru olarak gösterilmiştir.
Sübvansiyon, eksi-vergi şeklinde yorurnlanabileceği için, sübvansiyon sonrası dünya arz fiyatı F~ düzeyine düşecek ve bu fiyat düşmesi yurtiçi tüketimin
Mo'dan M2 düzeyine çıkmasına, yurtiçi üretimin ise M1 düzeyinden M3
düzeyine düşmesine yolaçacaktır. ithalat miktarı ise MoM1 den M2M3'e
yükselecektir. ihracatçılar fiyat düzeyinin (dünya arz fiyatının) Fd'den Fcı 'ne
düşmesine engel olmayacaklardır. Çünkü onların eline geçen fiyat yine Fd'
dir (ithalatçı ülke tüketicilerinin ödediği fiyat-yani Fci -artı sübvansiyon- yani
s.) ihracatçı ülkelerin ihracatlarını sübvanse etmesi ve bu nedenle sözkonusu
malın dünya fiyatının Fcı ne düşmesi, ithalatçı ülkede tüketici artığının (tüketici
refahının) e+f+g+h olanların toplamı kadar artmasına yolaçacaktır. (yani,
diğer ülkelerin uyguladığı sübvansiyon ithalatçı ülke tüketicilerini ödüllendirmektedir). Tüketici artığındaki bu artışın e kadarı, üretici. artığından kaynaklanmaktadır. Diğer bir deyişle, anılan sübvansiyon ithalatçı ülkede tüketicileri
ödüllendirirken üreticileri cezalandırmaktadır. Bununla beraber, diğer ülkelerin uyguladığı ihracat sübvansiyonun, ithalatçı ülkenin refahında net bir artı­
şa yolaçtığı açıktır (f+g+h alanları toplamı). Bu refah artışı ihracatçı ülke vergi
mükelleflerince finanse edilmektedir.
F
Ay
i
Fd
e
F'd
----",~------Ay+d
f
i
9 i h
• S 1 dv
i-T-~Ç-------Ay+d-s
i
i
Ty
L -_ _~_ _~~_ _~________~M
o
m3
m1
mo m2
Şekil 10: ihracat sübvansiyonlarının ekonomik etkileri:
ithalatçı ülke açısından.
98
ihracatçı ülkelerin uyguladığı ihracat sübvansiyonu nedeniyle üretimlerini
düşürmek
zorunda kalan ve bu nedenle refahları e alanı kadar azalan ithalatçı
ülke üreticilerinin, hükümetleri üzerine, korumacı politikalar uygulanması
yönünde baskı yapmalarını beklemek pek yanlış olmayacaktır.GATT kuralları,
ihracat sübvansiyonlarından bu anlamda zarar gören ülkelerin ithalatıarı üzerine telafi edici (d~nkleştirici) vergi koymalarına olanak tanımaktadır. Yukarıdaki şekil açısından ifade etmek istersek, sübvansiyon oranına eşit oranda
uygulanacak bir denkleştirici verginin (dy) fiyatı yeniden Fd düzeyine çıka­
rarak, sübvansiyonun dış ticaret üzerindeki etkisini nötralize edeceğini söyleyebiliriz: Bu uygulama yurtiçi üretimin yeniden M1 düzeyine çıkmasına yol
açacak, tüketim ise Mo'a gerileyecektir. Sübvansiyon uygulaması ile denkleştirici vergi uygulamasını birlikte ele aldığımızda, ithalatçı ülkenin şekilde g
ile gösterilen alan kadar bir alanı 'kazanmaya' devam edeceğini söyleyebiliriz.
Çünkü M1 Mo miktarındaki ithalat, hala, sübvanse edilen fiyatlarda ithal edilebilecek ve bunun külfeti ihracatçı ülke vergi mükelleflerinin üzerinde kalacaktır. Denkleştirici vergi uygulandığında tüketicinin ödediği fiyat Fd kadardır.
g alanı ise devlete M1 Mo ithalatı üzerinden toplanan toplam vergi miktarını
vermekteydi. Dolayısıyla, ithalatçı ülkedeki tüketiciler, ihracatçı ülkelerin
uyguladığı sübvansiyonun yararını, fiyatın düşmesi şeklinde değil de kendi
ülkelerindeki vergi gelirinin artması şeklinde realize etmektedirler. (Bu ürün
üzerindeki vergi gelirinin artmaması başka vergilerin düşmesi sonucunu
doğurabilir.)
Yukarıda anılan koşullarda
uygulanan bir denkleştirici vergi uygulamasının
(veya, bir anlamda, korumacı politikalara başvurulmasının) etkilerini analiz
ederken dikkatli olmak gerekir. Şekilden de izlenebileceği gibi, böyle bir denkleştirici vergi uygulaması, bir bütün olarak ülke refahını azaltacaktır. Çünkü
böyle bir uygulama, üreticilerin ve hazinenin kazandığı (e) ve (g) alanlarına
karşın tüketicilerin (e+f+g+h) kadar bir alanı kaybetmelerine neden olmaktadır. Zararlar yararları (f + h) alanı kadar aşmaktarır. ithalatçı ülke açısından
denkleştirici verginin uygulamaya konuluşu, korumacı baskıların zaferi olarak
yorumlanabilir. Olaya dünya refahı açısından bakıldığında ise denkleştirici
vergi uygulamasının dünya refahını artırdığını söyleyebiliriz. Çünkü, sübvansiyon uygulanmaya başladığında ihracatçı ülkelerin yüklendiği maliyet, ithalatçı ülkenin sağladığı yararı aşmaktadır. Denkleştirici vergi uygulaması ise
bu durumu tersine çevirici yönde bir etkiye sahiptir. Denkleştirici vergi, sübvansiyon uygulamasının üretim ve tüketimde yolaçtığı etkinsizlikleri ortadan
kaldırmakta ve bu yolla dünya refahını artırıcı bir etkiye sahip olmaktadır.
99
ihracatçı ülkedeki vergi mükelleflerinden, ithalatçı ülkedeki vergi mükellef-
lerine
aktarıldığını söylediğimiz
gelir ise
geçerliliğini
sürdürecektir.
4.4.2.2. iHRACAT SÜBVANSiYONLARıNIN EKONOMiK ETKiLERi:
iHRACATÇı ÜLKE AÇısıNDAN
Aşağıdaki şekilde ihracatçı
ülkede ihracata konu olan ürüne ait (Ay) ve
talep (Ty) eğrileri gösterilmiştir. ihracatçı ülkenin küçük bir ilke olduğu varsayılmakta ve söz konusu ürünün dünya piyasalarındaki fiyatının Fd düzeyinde olduğu kabul edilmektedir. Bu varsayımlar altında sözkonusu ülke,
anılan maldan OMo kadar üretecek, bunun OM1 kadarını yurtiçinde tüketecek ve M1 Mo kadarını da ihraç edecektir.
F
N
Fd+s
Ay
H
i
Fd
Td+s
i
J
Z
Td
;R
Td-s
Fd-s
ıT
iV
ı-
Ty
Şekil 11: ihracat sübvansiyonunun ekonomik etkileri: ihracatçı ülke açısından.
Dış
ticarete henüz hiçbir müdahalenin sözkonusu olmadığı bu başlangıç
durumunda 'tüketici artığı' FdNZ, 'üretici artığı' ise SFdC alanları kadardır.
Başlangıç
durumu böyle iken, _~imdi, söz konusu ülkenin ihracatını (ihraç
ürününün üretimini değil) sübvanse ettiğini varsayalım. Böyle bir uygulamanın
ekonomik etkileri, sübvansiyonu kaç ülkenin uyguladığına bağlı olarak farklı
olacaktır. Aşağıda önce, yalnızca bir ülkenin ihracatını sübvanse ettiği varsayılacak, daha sonra da aynı ürünü ihraç eden tüm ihracatçı ülkelerin
ihracatlarını sübvanse etmeleri durumunda analizin ve ulaşılan sonuçların
nasıl değişeceğini göstermeye çalışacağız.
4.4.2.2.1. TEK BiR iHRACATÇı ÜLKENiN iHRACATı SÜSVANSE
ETMESi DURUMU
Böyle bir durumda ve
ihracatçı
ülkenin küçük bir ülke
100
olduğu varsayımı
altında,
sübvansiyon uygulaması, ürünün dünya fiyatını etkilemeyecek ve fiyat
Fd düzeyinde sabit kalacaktır. ihracatçı firmaların eline geçen fiyat ise Fd+s
olacaktır (s=sübvansiyon miktarı). Bu fiyat, ihracatçı ülkede üretimin OM2'ye,
ihracatın da M3M2'ye yükselmesine yolaçacak, yurtiçinde satılan miktar ise
OM3'e düşecektir. Tüketici artığı da, fiyatın yükselmesi nedeniyle (Fd + s)
NH'ya inecek, üretici artığı ise aynı nedenle S(Fd + s) G'ya yükselecektir. HG
(=M3M2) kadar ihracatı sübvanse etmek için vergi mükelleflerinin katIanacağı külfet RHGF dikdörtgeninin alanı kadardır. Burada ticaret politikası
açısından önemle dikkate alınması gereken bir nokta, anılan koşullarda
uygulanan ihracat sübvansiyonunun mutlaka ithalat sınırlamaları ile desteklenmesi gerektiğidir. Aksi takdirde, yabancı üreticilerin, Fd fiyatından içeri girip
hem daha yüksek fiyat ödeme durumunda kalan tüketicileri kendi ürünlerine
çekmelerinin, hem de reexport yoluyla verilen sübvansiyondan yararlanmalarının önüne geçilemeyecektir.
Sübvansiyon uygulamasının yolaçtığı refah kayıpları şekilde j ve k alanları
olarak gösterilmiştir. Dikkat edil'irse j alanı iki kez kaybedilmektedir: Bir kez
tüketici artığında azalma olarak, ikinci kez sübvansiyonu finanse etmek üzere
vergi olarak. Bu kaybedilişlerden biri, üretici artığındaki artış olarak giderilmekte, diğeri ise ölü kayıp olarak sürmektedir. k alanı ise, sübvansiyonu
finanse etmek amacıyla tüketicilerin verdiği verginin bir kısmıdır, fakat dikkat
edilirse bu kısım üretici artığına gitmemektedir. Çünkü k alanı, MoM2 kadarlık
yurtiçi üretim artışı için katlanılması gereken ekstra maliyetleri göstermektedir.
Özetlemek gerekirse: Tek ülkenin ihracatı sübvanse etmesi durumunda
ü'reticiler kazançlı tüketiciler ve vergi ödeyenler zararlı çıkmakta, refah kayıp­
ları ise refah kazançlarını aşmaktadır. ihracatın sübvanse edilmesi, sadece
üretici ve ihracatçıların refahını artırmaktadır.
4.4.2.2.2. TÜM iHRACATÇı ÜLKELERiN iHRACATı SÜSVANSE ETMESi
DURUMU
Bu durumda Fd fiyatı sübvansiyon oranında aşağıya kayacaktır. ihracatçıların eline geçen fiyat ise yine Fd olacaktır. Bu fiyat sübvansiyon artı ihracat fiyatına (Fd - s) eşittir. ihracatçıların eline geçen fiyat değişmediği için,
üretim miktarı da değişmeyecektir. Aynı nedenle, üretici ve tüketici artıkları da
sübvansiyon uygulamasından etkilenmeyecek, fakat ihracat sübvanse
edildiği için, vergi mükellefleri TZCV alanına eşit miktarda vergi ödeyeceklerdir. Dolayısıyla, bu alan ülkenin net refah kaybını göstermektedir. Anılan
101
koşullarda
ihracat sübvansiyonu, ithalatçı ülkelerdeki tüketicilerin refahının
artırılmasına yaramakta, bu ülkelerdeki tüketiciler sözkonusu ürünü daha
ucuza tüketebilmektedirler.
Burada akla gelen bir soru, ülkelerin ihracatlarını neden sübvanse ettikleri
ve böylece başka ülkelerdeki tüketicHerin ürünü daha ucuza tüketmelerine
neden olanak sağladıkları sorusudur. Bu nedenleri birkaç madde halinde
şöyle açıklayabiliriz.
a) Sübvansiyonun, ülke içinde gelirin yeniden dağılımına yolaçması. ihracatı sübvanse eden tek bir ülke sözkonusu ise bu ülkedeki ihracatçılar sübvansiyondan yarar sağlayacakları için, bunların sübvansiyon için baskıda
bulunmaları doğaldır. Aynı ürünü ihraç eden ülkelerin çoğunun veya tamamının sübvansiyon uygulaması durumunda ise ihracatçıların (üreticilerin)
sübvansiyondan yarar sağlamaları sözkonusu olamayacaktır. Bununla beraber, ihracatçıların sübvansiyonun durdurulmasını talep etmeleri de beklenemez. Çünkü, diğer ülkeler sübvansiyona devam ederken bir ülkenin sübvansiyondan vazgeçmesi, o ülkenin hiç ihracat yapamaması sonucunu doğu­
racaktır. Günümüzde, tarımsal sübvansiyonların azaltılamamasının en önemli
nedenlerinden biri budur. Çözüm, çok yanlı (multilateral) ticaret görüşme­
lerinde yatmaktadır.
b) GA1T, sınai ürünlere sağlanan ihracat sübvansiyonlarını açıkca yasaklarken tarımsal ürünlere ilişkin bu tür bir açık yasaklama yoktur. Bunun
yanında çoğu sanayileşmiş ülke (AT ülkeleri, ABD, Japonya) tarımsal destekleme politikaları uygulamaktadır. Bu politikalar sonucu yaratılan ürün fazlasını
elden çıkarmanın bir yolu, ihracatlarının sübvanse edilmesidir. Örneğin ABD,
bu tür ürünlerin ihracatı ile ilgili olarak ihracatın geliştirilmesi programı (Export
Enhancement Program) çerçevesinde tarım kesimine (yaklaşık % 75'i
buğdaya) 1986 yılında $ 280 milyon, 1988'de ise $ 995 milyon sübvansiyon
sağlamıştır. * ABD'de tarımsal sübvansiyonların artışının bir nedeni, AT'nin
tarım kesimine verdiği sübvansiyonların maliyetini yükseltme arzusudur. ABD
bu yolla AJ'yi çok yanlı görüşmelerde sübvansiyonları azaltmaya ve sonunda hepten kaldırmaya ikna edebileceğini ummaktadır. ABO'ye göre AT'nin
uyguladığı sübvansiyonlar AT'yi net ithalatçı olmak yerine net tarım ihracatçısı
yapmakta, bu da, ABO'nin muhtemel pazarlarının AT'ye geçmesi ile sonuçlanmaktadır.
c) ihracatın geçici bir süre sübvanse edilmesinin, dünya piyasalarında
daha büyük bir pay kapmaya yol açmasının sözkonusu olduğu durumlarda
102
ülke.ler ihracatlarını sübvanse etme yoluna gidebilirler ve böylece ileride tekel
karları elde etmeyi umabilirler. (Bu tür davranışları konu edinen politikalar, iktisat yazınında, stratejik ticaret politikaları olarak adlandırılır).
Ewelce de değinildiği gibi, GATT kuralları nedeniyle, ihracat sübvansiyonları, çok ender durumlarda hükümetlerden firmalara yapılan açık ve doğ­
rudan ödemeler şeklindedir. Gerçek hayatta ihracat sübvansiyonları, daha
çok, dolaylı ve göze batmayan şekillerde verilmektedir. Bu nedenle Uruguay
Dönemi toplantılarında neyin ihracat sübvansiyonu olarak kabul edilmesi
gerektiği konusu uzun tartışmalara neden olmuş, kesin bir tanım üzerinde
görüş birliğine varılamamıştır. En yaygın olarak rastlanan ihracat sübvansiyonu, düşük maliyetli devlet kredileridir. Diğer bir uygulama da ihracatla
iştigal eden firmalara ayrıcalıklı vergi olanakları sağlamasıdır. ABD ihracat
firmalarının ihracat gelirleri üzerindeki vergi borçlarının ertelenmesini sağ­
lamak üzere kurulmuş bulunan Domestic International Sales Corporation bu
tür uygulamaların en çok tartışılan örneklerinden biridir. ABD adı geçen bu
kuruluş nedeniyle GATT toplantılarında şimşekleri sürekli üzerine çekmiş,
fakat, diğer ülkelerin' ABD'den daha fazla ihracat sübvansiyonu verdiği bahanesine sığınarak bu kuruluşu GATT kurallarını uygun duruma getirmeyi inatla ertelemiştir. Aşağıdaki Tablo, bu konularda bir fikir vermek üzere oluşturul­
muştur.
Milli Gelir Hesaplarında Gösterildiği
bir Yüzdesi Olarak Sübvansiyonlar:
Ülke
Kanada
ABD
Japonya
Fransa
Almanya
İtalya
B.Krallık
Şekilde
ve Gayri Safi Yurtiçi
1952
1956
1960
1964
1968
1972
0.41
0.11
0.79
1.71
0.65
0.89
2.68
0.39
0.20
0.26
2.71
0.20
1.30
1.76
0.81
0.25
0.34
1.62
0.79
1.51
1.93
0.85
0.44
0.65
2.03
0.99
1.23
1.56
0.57
0.50
1.11
2.62
1.44
1.67
2.06
0.83
0.59
1.12
1.99
1.48
2.29
1.82
Hasılanın
1976 1980
1.73
0.34
1.32
2.68
1.49
2.60
2.78
2.34
0.43
1.32
2.51
1.59
3.01
2.32
(ingiltere)
Tablo 1: ihracat sübvansiyonlarının belli başlı sanayileşmiş ülkelerde kullanımı 1952 - 1980
Kaynak: Gary Clyde Hufbauer, "Subsidy Issues after the Tokyo Round'~s.328 (Yarbrough
and Yarbrough, 1990, s.259'dan alınmıştır).
103
4.4.3. UYGULAMADA ÜRETiM VE iHRACAT SÜSVANSiYONLARI*
Yukarıdaki satırlarda
üretim ve ihracat sübvansiyonlarının ekonomik etkilerini kuramsal bir çerçevede ele aldık. Aşağıdaki satırlarda ise bu sübvansiyonların uygulanmasına ilişkin dünya deneyimi ana çizgileri ile ele alınacaktır.
Hemen belirtelim ki, ülkelerin sınai faaliyetlerini ve ihraçatlarını sübvanse
etmesinin ardında belli politika hedeflerinin gerçekleştirilmesi arzusu yatmaktadır. Bu politika hedeflerini şu şekilde özetlemek mümkündür: Yeni sanayiIerin desteklenmesi, gerileyen sanayilerin canlandırılması, araştırma - geliştir­
me (A&G) gibi bazı spesifik iktisadi etkinliklerin desteklenmesi, çeşitli çoğrafi
bölgelerde iktisadi fırsat eşitliğinin sağlanması, cari işlemler dengesizliklerinin
giderilmesi ve istihdamı artırarak gelirin yeniden ve adil bir şekilde tjağılımının
sağlanması. Burada belirtilmesinde yarar olan bir nokta da şudur. Uygulamada, çoğu kez bu amaçların çoğuna ulaşılamadığı ve sübvansiyon verilmesi
yoluyla aslında kıt kaynakların israf edildiği görülmüş ve bunun üzerine hükümetler, sanayinin desteklenmesinin ekonomiye getirdiği sınırlamalar ve yolaçtığı zararlar üzerine daha çok kafa yormaya başlamışlardır. Dolayısıyla,
konu değerlendirilirken olayın bu yönünün de akılda bulundurulmasında
yarar vardır.
Aşağıdaki satırlarda, kaynakların
yeniden dağılımına yolaçma potansiyeli
olan ve bütçeye yük yükleyen sübvansiyon aletleri gözönüne alınacaktır.
Sanayiye verilen sübvansiyonlar, hibe yoluyla verilen nakitler yanında, devlet
kaynaklarının firmlara transferini sağlayan çeşitli politika araçlarını da kapsamakta, ayrıca, maliyetinin altında sağlanan devlet hizmetleri, mal ve hizmetlerin devlet tarafından piyasa fiyatının üzerinde bir fiyatla satın alınması da bir
sübvansiy6n olarak kabul edilmektedir.
Sübvansiyonların,
kaynak dağılımı üzerindeki etkilerini analiz edebilmek
için olaya sektör bazında yaklaşmak gerekir. Bunun nedeni, sübvanse edilen
sektörlerin, kaynakları, sübvanse edilmeyen sektörlerden kendilerine çekmeleridir. Olaya bu açıdan yaklaşıldığında, üretim sübvansiyonları ile girdi sübvansiyonları arasında da bir ayırım yapmakta yarar olduğunu söyleyebiliriz.
Üretim sübvansiyonu, evvelce de gösterilmiş olduğu gibi, üretimi teşvik ederken, girdi sübvansiyonu, buna ek olarak, emek ve sermaye gibi spesifik faktör
girdilerinin kullanımını da teşvik edecektir.
Bir sübvansiyonun doğrudan ekonomik etkilerini hesaplamaya yarayan
en iyi ölçü marjinal sübvansiyon oranı ölçüsüdür. Bu, artan üretim veya tüke" Bu alt bölümdeki bilgilerin
yazılmasında
(Ford, R. ve Suyker, W., 1990) dan
J
104
yararlanılmıştır.
tim birimi başına düşen sübvansiyon miktarını gösteren bir orandır. Hesaplanmasındaki güçlük neden ile, uygulamada daha çok ortalama sübvansiyon
oranı ölçüsü kullanılmaktadır. Bu, verilen toplam subvansiyon tutarının toplam
üretim veya tüketim değerine bölünmesi ile bulunan bir ölçüdür. Aşağıdaki
tablolarda verilen oranlar, aksi belirtilmedikçe, ortalama sübvansiyon oranını
göstermektedir.
Tablolarla ilgili olarak belirtilmesinde yarar olan bir nokta da şudur. Tablolarda yer alan ülkelerdeki sübvansiyon ve sanayi sektörü tanımlarının ve
hesaplama yöntemlerinin birbirinden farklı olması, ülkelerarası karşılaştırma
yapmayı güçleştirmektedir. Bu nedenle, tablolardaki rakamları yorumlarken
dikkatli olmak gerekir.
Ewelce de belirtildiği gibi, sübvansiyon çeşitli yollarla verilir. Bu nedenle,
verilen sübvansiyonun boyutunu ölçebilmek için, sübvansiyonda kullanılan
araçların ortak bir tabana oturtulması gerekir. idealolanı, 'sübvansiyon alana
sağlanan net yarar' ('net-benefit to the receipent') ölçüsüdür. Bu ölçü, ayrıca,
'bağış eşiti' ('grant equivalent') ölçüsü olarak da adlandırılır. Bu ölçüye alternaUf bir ölçü de 'net maliyet' ölçüsüdür. Bu ölçü, sübvansiyonun devlete yüklediği net maliyeti göstermektedir ve hesaplanmasının daha basit olması
nedeniyle genellikle ilk ölçüye tercih edilmektedir. Hesaplama yöntemindeki
bu farklılıkların da uluslararası karşılaştırmaları güçleştireceğini akılda bulundurmak gerekir.
sonra, sübvansiyonların çeşitli ülkelerde hangi yaygınlıkta
ve sektörel dağılımlarının incelenmesine geçebiliriz. Çok
çeşitli amaçlarla ve araçlarla verilen sübvansiyonların, ekonominin bütünü
açısından önemini gösterebilmenin en sağlıklı yolu, sübvansiyonların, Gayrı
Safi Yurt içi Hasıla (GSYiH) içindeki payına bakmaktır. Aşağıda, konuya evvela bu açıdan bakılacaktır. Bu çalışmanın konusu açısından asıl önemli olan
Bu
uyarılardan
kullanıldıklarının
ise, verilen sübvansiyonların .sektörler arası dağılımıdır. Dolayısıyla, konuya
daha sonra bu açıdan yaklaşılacaktır. Aşağıda yer alan tabloların incelenmesinden de anlaşılabileceği gibi, tarım sektörünün desteklenmesi, gelişmiş
sanayi ülkeleri açısından büyük bir öneme sahipken* gelişmekte olan ülkeler
açısından sanayi sektörünün, bu arada imalat sanayii sektörünün desteklenmesi daha önemlidir. Bu nedenle, konuyu bu açıdan da ele almayı uygun bulduk. ihracat sübvansiyonlarının sübvansiyon konusu içinde özel bir yeri
vardır. Bu tür sübvansiyonlar, tarifeler ve gümrüklerde alınan diğer önlemlerle
* Bu sektörün
gelişmiş sanayi ülkeleri tarafından desteklenmesinin önemli nedenlerinden bir tanesinin AGÜ'ler üzerinde politik baskı uygulamak olduğunu söyleyebiliriz.
105
birlikte, esas olarak, ihracatın artırılmasının sağlanması yoluyla ticaret bilançosunun düzeltilmesi hedefine yönelik olarak kullanılırlar. Sübvansiyon konusu, ihracat sübvansiyonlarının kullanılışına ilişkin bilgilerle son bulmaktadır.
4.4.3.1. TOPLAM SÜBVANSiYONLARıN GSYiH içiNDEKi YERi VE
ÖNEMi
Tablo 2*, OECD ülkelerinde verilen toplam sübvansiyonların GSYiH içindeki payının 1970-1988 yılları arasındaki gelişimini vermektedir. Tablodan da
açıkca görüldüğü gibi OECD genelinde bu pay 1970'lerin başında % 1.1 mertebesinde iken 1975'lerden itibaren yükselerek GSYiH'nın % 1.6'sl düzeyine
ulaşmıştır. ABD ve Japonya'da toplam sübvansiyonların GSYiH içindeki payı­
nın tüm dönem boyunca OECD ortalamasının altında olması ilginçtir. Almanya, Fransa, italya ve Birleşik Krallıkta ise bu oran dönem boyunca ortalamanın
üstünde seyretmiş; Birleşik Krallıkta 1985'ten sonra düşme eğilimine girmiştir.
Tabloda, toplam sübvansiyonların GSYiH içindeki payının en yüksek olduğu
ülkeler olarak irlanda, Norveç ve isveç'i görüyoruz. Yunanistan da 1980'lerden başlayarak bu ülkeler grubuna katılmış ve GSYiH'dan sübvansiyonlara
ayrılan pay bu ülkede de % 6.6 oranı gibi yüksek bir orana yükselmiştir. Tablonun en ilginç ülkelerinden birisi Türkiye'dir. ilginçlik iki noktadadır. Bir kere,
Türkiye'nin sübvansiyonlara ayırdığı pay hemen tüm dönem boyunca OECD
ortalamasının altında seyretmiştir. ikinci ilginç nokta da, OECD ülkeleri genelinde sübvansiyonların GSYiH içindeki payı yükselme eğilimi gösterirken
Türkiye'de bu payın düşme eğilimi göstermesidir.
4.4.3.2. SÜBVANSiYONLARıN SEKTÖREL DAGILlMI
Olaya genel çizgileri açısından bakıldığında gelişmiş ülkelerde sanayi sektöründe geçerli olan sübvansiyon oranlarının, tarım sektörüne sağlanan sübvansiyon oranlarından daha düşük olduğu görülmektedir. (Tablo 3) da görülebileceği gibi, örneğin ABD'de 1986 yılında sanayi sektörüne sağlanan sübvansiyonlar, sanayi sektöründe yaratılan GSYiH'nın % 0.5'i kadar iken aynı
yıl tarım ve gıda üretimi sektörüne sağlanan sübvansiyonun bu sektörde
yaratılan GSYiH'ya oranı % 5.5 (yani sanayiye sağlanan oranın 11 misli)
olmuştur. Tabloda da görülebileceği gibi Portı:kiz, ispanya, isveç gibi ülkeler
sanayi sektörlerini (yukarıdaki anlamda) daha büyük oranlarda destekler* Bu bölümdeki tabloların
bir kısmında Ulusal Gelir Hesaplarındaki tanımlar, bir kısmın'da ise Avrupa
Topluluğu Komisyonu'nun kullandığı tanımlar kullanılmaktadır. ilk tanım dar kapsamlı, ikinci tanım
ise geniş kapsamlıdır. Bu nedenie tabloıim karşılaştırırken ihtiyatlı olunmalıdır.
106
Tablo 2: Toplam sübvansiyonlar (ulusal gelir hesapları tanımı), 1970-1988
(Piyasa fiyatları ile hesaplanan GSViH'nın % si olarak)
OECD
Toplamı
7 Büyük OECD
Avrupa ABD Japonya Almanya Fransa italya B.Krallık Kanada Avusturya Belçika
ülke
1970 -74
1975 -79
1980 - 84
1985 - 88
1970
1971
1972
1973
1974
1.2
1.5
1.6
1.6
1.1
1.1
1.2
1.2
1.3
1.1
1.4
1.4
1.4
1.0
1.0
1.1
1.1
1.2
1975
1976
1977
1978
1979
1980
1981
1982
1983
1984
1985
1986 .
1987
1988
1.5
1.4
1.5
1.6
1.6
1.7
1.6
1.6
1.6
1.6
1.5
1.6
1.6
1.5
1.4
1.3
1.3
1.4
1.4
1.5
1.4
1.4
1.4
1.4
1.3
1.4
1.4
1.3
1.9
2.5
2.7
2.7
1.8
1.8
1.9
2.0
2.2
2.5
2.5
2.5
2.6
~~
2.7
2.7
2.7
2.9
2.8
2.8
2.7
2.5
0.5
0.4
0.5
0.7
0.5
0.5
0.6
0.4
0.3
0.3
0.3
0.4
0.4
8.4
.4
0.4
0.5
0.7
0.6
0.6
0.7
0.7
0.6
1.2
1.3
1.4
1.1
1.1
1.1
1.2
1.0
1.6
1.5
1.3
1.3
1.3
1.3
1.5
1.5
1.4
1.4
1.3
1.2
1.1
1.0
0.6
1.8
2.1
2.0
2.2
1.7
1.7
1.9
2.0
1.9
2.1
2.5
2.8
3.0
2.0
2.0
2.0
2.2
2.1
2.2
3.2
3.6
3.3
1.7
2.1
2.6
2.3
2.1
2.2
2.7
2.3
1.7
1.7
1.6
1.8
2.0
3.7
2.0
2.0
2.1
2.3
2.2
2.1
1.9
1.8
1.9
2.1
2.1
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.5
2.6
2.6
2.8
2.7
2.8
3.1
3.0
3.1
3.2
2.5
3.0
3.0
3.1
3.3
3.5
3.4
3.4
3.7
3.6
3.8
3.4
3.5
3.2
3.0
3.6
2.8
2.3
2.3
2.4
2.5
2.5
2.1
2.1
2.4
2.1
1.7
1.5
1.3
1.1
2.0
2.6
2.2
0.9
0.9
0.9
1.0
1.9
2.5
1.9
1.8
1.7
~.O
.7
2.7
2.5
2.5
2.8
2.5
2.0
2.3
2.0
D'l"imaıka
Finlandiya
1.8
3.0
2.9
3.0
1.7
1.8
1.6
1.7
2.1
1.3
1.4
1.4
1.3
1.3
1.2
1.3
1.4
1.2
3.0
3.1
3.2
3.1
2.7
2.8
2.9
3.1
3.5
2.7
3.8
3.2
2.9
2.8
2.7
2.7
2.3
3.1
2.9
2.9
2.9
3.2
2.9
3.0
3.0
3.0
2.9
2.8
2.9
3.2
3.1
2.8
1.2
1.4
1.4
1.5
1.7
1.4
1.5
1.3
1.4
1.5
1.5
1.5
1.0
2.8
3.1
3.1
3.4
3.2
3.2
3.0
3.2
3.3
3.3
3.0
3.0
3.2
3.1
3.8
3.8
3.6
3.3
3.~
3.
Yunanistan izjanda irtanda Luxemburg Hollanda NoNeç Portekiz ispanya iSI/eç isviçre Türk~e Avusbalya
1970 -74
1975 -79
1980-84
1985 - 88
1970
1971
1972
1973
1974
1975
1976
1977
1978
1979
1.5
2.7
4.1
6.2
0.8
1.2
1.3
1.8
2.%
2.
2.8
3.0
2.9
2.3
3.8
3.6
3.2
2.6
3.0
4.3
3.7
3.6
4.3
4.6
3.3
2.9
3.4
3.9
4.7
8.0
7.1
7.3
4.9
4.7
4.2
4.4
5.2
6.8
6.4
8.5
9.4
8.9
1.5
3.7
4.6
4.3
1.3
1.3
1.5
1.6
1.9
2.9
3.4
4.1
4.0
3.9
1.6
2.4
2.8
3.7
1.7
1.3
1.5
1.8
1.8
1.8
2.4
2.5
2.6
2.8
5.4
7.0
6.4
5.6
5.2
5.3
5.3
5.3
5.8
6.2'
6.8
7.4
7.7
7.0
1.7
3.8
4.6
3.3
1.7
1.6
1.3
1.4
2.52.3
4.0
3.8
4.6
4.5
0.9
1.5
2.4
2.2
0.9
1.0
1.0
0.9
0.9
1.1
1.3
1.4
1.9
1.7
1.9
3.9
4.8
4.7
1.7
1.8
1.9
1.9
2.4
3.1
3.9
4.1
4.2
4.3
0.9
1.2
1.3
1.4
0.8
0.9
·1.0
0.9
1.0
0.9
1.2
1.2
1.3
1.4
0.8
1.1
1.7
1.0
1980
1981
1982
1983
1984
2.4
4.2
4.7
4.7
4.3
3.2
3.1
3.6
3.3
2.7
7.9
6.7
6.4
6.9
7.5
3.8
4.7
4.8
5.4
4.5
2.7
2.5
2.7
2.9
3.2
7.0
6.7
6.5
6.1
5.7
5.2
5.4
4.3
4.0
4.3
2.1
2.0
2.5
2.6
2.8
4.3
4.7
5.0
5.2
5.0
1985
1986
1987
1988
5.7
6.5
5.8
6.6
2.9
2.7
2.3
2.3
8.2
7.9
7.7
5.3
4.3
4.3
4.4
3.2
5.4
3.2
5.7
3.9 ,5.5
4.3
5.6
3.6
3.4
3.0
3.0
2.6
2.2
2.1
2.0
4.9
4.8
4.6
4.4
Y. Zelanda
1,1
0.9
0.7
0.6
0.5
0.5
0.8
1.5
1.4
1.1
1.1
1.3
1.7
1.5
1.0
1.1
1.0
1.1
1.2
1.1
1.1
1.3
1.4
1.5
1.6
2.3
1.9
0.6
0.7
1.6
1.6
1.8
2.4
3.4
1.7
1.9
2.5
1.8
1.4
1.3
1.2
1.3
1.4
1.8
1.7
1.3
1.7
1.9
1.6
1.6
1.8
1.7
1.7
1.5
2.1
2.4
1.9
1.5
1.4
1.4
1.4
1.4
1.6
0.9
0.8
0.8
1.7
1.8
1.3
1.2
0.8
0.6
0.5
0.5
Kaynak: OECD, Yıllık Ulusal Gelir Hesapları, (Ford ve Suyker, 1990, 5.43-44),
(OECD, Annual National Accounts)
107
3.3
3.2
3.2
3.2
3.1
3.1
3.0
2.5
lerken, Birleşik Krallık, Japonya, Almanya, ABD, Fransa, italya, irlanda, Hollanda, Norveç gibi ülkeler tarım ve gıda üretimi sektörlerini daha -büyük oranlarda desteklemektedirler. Oran olarak durum bu şekilde olmakla beraber,
tüm bu ütlkelerde tarım sektörünün toplam GSYiH içindeki payı bir hayli düşük
olduğundan, sanayi sektörüne tahsis edilen toplam kaynak miktarının tarıma
ayrılan kaynak miktarından daha büyük olduğunu söyleyebiliriz.
Tablo 3: Sübvansiyonların Sektörel Dağılımı (Ulusal Gelir Hesapları Tanımı)
(Piyasa fiyatları ile hesaplanan sektörel GSViH'nın % si olarak)
Ülke
ABD
Japonya
Almanya
Fransa
italya
B. Krallık
Kanada
Avusturya
Belçika
Danimarka
Finlandiya
Yunanistan
izlanda
irlanda
Lüxemburg
Hollanda
Norveç
Portekiz
ispanya
isveç
isviçre
Türkiye
Avustralya
Y. Zelanda
Yıl
Sanayi Sektörü
Tarım
1986
1985
1986
1984
1980
1986
1985
1986
1980
1986
1987
1987
1986
1975
1987
1985
1986
1981
1980
1986
1987
1987
1985
1985
0.5
1.0
1.9
3.3
2.6
1.6
2.6
2.8
4.4
2.6
1.4
5.5
5.1
12.7
6.4
6.7
25.2
10.8
12.4
5.5
17.7
2.6
5.9
7.8
14.8
2.9
4.1
6.5
3.8
7.4
13.9
28.8
3.5
2.8
2.1
1.6
0.8
4.7
1.6
ve
Kaynak: OECD, Yıllık Ulusal Gelir Hesapları ve girdi - çıktı tablosu verileri.
(Ford ve Suyker, 1990, s.49) dan yararlanılmıştır.
108
Gıda
Sektörü
Sanayi sektörüne verilen sübvansiyonları biraz daha yakından incelediğimizde, bu sektöre sağlanan sübvansiyonların, daha çok, gemi inşa, çelik,
madencilik ve kömür gibi, tarihsel gelişim içinde 'gerileyen' sanayi dallarına
yöneldiğini görüyoruz. (Tablo 4) bu konuda aydınlatıcı bilgiler sağlamaktadır.
Tablonun ilk sütunu, sanayi sektöründe verilen sübvansiyonların, sanayi
sektöründe yaratılan GSYiH'ya oranını vermektedir. Buna göre Danimarka,
Hollanda, Almanya ve Birleşik Krallık, sanayi sektörlerini AT ortalamasının
altında bir oranda desteklerden, Fransa, italya, Belçika, Yunanistan ve Luxemburg ortalamanın üzerinde bir oranda desteklemektedirler. Tablo, ayrıca,
1981-86 döneminde Fransa, halya, Birleşik Krallık, Belçika ve irlanda'nın çelik
sanayilerini, Fransa, halya, Belçika ve Danimarka'nın da gemi inşa sanayilerini
(verilen sübvansiyonların bu sektörlerde yaratılan GSYiH'ya oranı cinsinden)
yüksek oranlarda desteklediklerini göstermektedir. Günümüzde ise, AT
ortalaması olarak, gemi inşa ve çelik sanayilerinde sübvansiyonların hemen
hemen sıfırlandığını görmekteyiz. Buna karşın yapılan çalışmalar, Almanya ve
Fransa'da kömür ve çelik üretiminin hala yüksek oranlarda desteklendiğini
göstermektedir.
4.4.3.3. SANAyi SEKTÖRÜNÜN SÜBVANSiYONU VE BÜTÇEYE
YÜKLEDiai YÜK
OECD ülkelerinde sanayi sektörüne sağlanan sübvansiyonların yıllar
içindeki gelişiminin, genel çizgileri ile, evvelce incelenen toplam sübvansiyonların gelişim çizgisine benzediğini söyleyebiliriz. Tablo 5'de de görülebileceği gibi, veri bulunabilen ülkelerde, sanayi sektörüne sağlanan sübvansiyonlar 1970'lerde artış göstermiş, daha sonra (1980'lerde) istikrar kazanmıştır. Tablo, ayrıca, sınai sübvansiyonlarla ilgili ilginç bir olguyu yansıtmak­
tadır. çoğu ülkede sanayi sektörüne sağlanan sübvansiyonlarla ilgili bilgi
yoktur, olan bilgiler de bir hayli düzensiz ve eskidir. ABD ve Japonya'nın
sanayi sektörünü çok düşük oranlarda destekledikleri görülmektedir. Yeni
Zelanda'da, Birleşik Krallık'ta ve Norveç'te sübvansiyon oranlarının 1980
lerde düşme eğilimine girdiği görülmektedir. Birleşik Krallık'ta ve Yeni Zelanda'da, devletin ekonomiye müdahalesinin azaltılması programı çerçevesinde,
sadece sınai sübvansiyonlar değil, hemen tüm sübvansiyonlar 1980'lerde
düşme eğilimi göstermiştir. isveç, irlanda ve Norveç'in ise sanayiyi diğer ülkelerden bir hayli yüksek bir oranda destekledikleri görülmektedir (Tablodaki
oranların; sanayi sektörüne sağlanan sübvansiyonların, sektörde yaratılan
GSYiH'ya oranını gösterdiğini anımsatalım. Bu açıdan bakıldığında aslında
109
Tablo 4: AT'da Devlet Desteğinin Sektörel Dağılımı: (a) 1981 - 1986
(Sektörel GSViH'nın % si olarak)
Topıa~
Sanayi b)
Almanya
Fransa
italya
B. Krallık
Belçika
. Danimarka
Yunanistan
irlanda
Luxemburg
Hollanda
AT-1O
6.2
7.8
11.8
4.6
12.7
3.8
9.8
8.3
16.0
4.8
7.5
Çelik ve. gemi
imalat
inşa hariç
Sanayii imalat sanayii
2.9
3.6
8.2
2.9
4.5
1.7
13.9
7.3
3.5
4.1
4.0
3.0
4.9
9.5
3.8
6.4
2.8
12.9
7.9
7.3
4.1
5.1
Çelik
Gemi Demirinşa
yolu
8.6
58.3
103.0
57.6
40.4
18.0
12.3
56.6
34.2
21.6
27.7
33.8
107.2
14.6
4.3
10.0
10.7
37
38
49
18
70
15
Tarım
9.8
12.1
9.0
14.1
7.3
8.0
13.2
181(c) 12.3
22
7.2
a) Supranasyonal destek hariç
b) Sınai sübvansiyonların sınai GSViH'ya oranı olarak hesaplanmıştır. Sanayi,
imalat sanayii, kömür madenciliği, taşımacılık ve iletişimi içermektedir. Birleşik
Krallık için kömür yerine tüm madencilik katma değeri kullanılmıştır.
c) Bu rakam emekliliğe ilişkin dözenlemeleri de içermektedir.
Kaynak: CEC (1989) ('Ford ve Suyker, 1990, s.46' dan yararlanılmıştır).
tüm oranların bir hayli düşük olduğu söylenebilir. Gelişmiş ülkeler, bu anlamda, tarım sektörlerini sanayi sektörlerinden daha yüksek bir oranda desteklemektedirler).
Bu aşamada bir' noktaya işaret etmekte yarar vardır. Evvelce de ifade
edildiği gibi subvansiyonlar kaynak yaratan değil, bir kaynağa gereksinme
duyuran politika araçlarındandır. Bu açıdan bakıldığında, sübvansiyonların
toplam değeri bize toplanması gereken vergi hasılatı konusunda bir fikir
verecek, vergi hasılatı artırılamıyorsa, belli alanlara sübvansiyon verilmesi,
ancak, devletin başka alanlara hizmetini tam verememesi pahasına
gerçekleştirilece.ktir. Sübvansiyonlar için kaynak yaratılmasının da belli bir
maliyetinin olacağı açıktır. Yapılan çalışmalar ABD 'de vergi hasılatını $1 daha
artırabilmenin marjinal refah maliyetinin $ 1.15 ile $ 1.50 arasında değiştiğini
göstermektedir. Yani, söz konusu $1'ln sübvansiyon amacıyla kullanılması
durumunda, net sosyal refaha sübvansiyondan kaynaklanan katkının (bir
110
Tablo 5: Sanayi sektörüne verilen sübvansiyonlar (ulusal gelir hesapları tanımı), 1970-1986a,b
(Piyasa fiyatları ile hesaplanan sektören GSViH'nın % si olarak)
o
al
cı:
1970-74'
1975-79'
1980-84'
1985-86'
0.3
0.4
0.5
0.5
0.5
0.8
1.1
1.0
1.6
1.9
1.8
1.8
1970
1971
1972
1973
1974
0.2
0.2
0.3
0.3
0.3
0.5
-
1.2
1.3
1.7
1.B
1.8
1975
1976
1977
1978
1979
0.3
0.3
0.4
0.4
0.4
0.8
-
1.8
1.B
1.8
2.1
2.1
2.6
2.7
2.8
1980
1981
1982
1983
1984
0.4
0.4
0.5
0.5
0.5
1.1
-
1.9
1.8
1.8
1.7
1.8
2.6
2.9
2.9
3.0
3.3
1985'
1986
0.5
0.5
1.0 1.7
- -.Jc9
2.7
2.9
-
2.3
2.6
2.3
2.6
3.9
4.4
-
3.2
2.5
3.2
2.8
1.4
1.9
1.7
1.5
0.9
0.9
0.9
1.0
2.0
-
2.9
3.2
3.2
2.7
3.8
1.3
1.3
1.3
1.2
1.9
1.3
2.1
2.7
2.0
1.9
1.8
2.2
3.9
-
2.5
2.8
2.2
2.4
2.5
1.7
2.1
1.9
1.8
2.1
3.2
1.7
1.6
2.3
2.0
2.4
2.4
1.9
1.1
2.1
3.1
2.6
2.3
2.4
2.5
2.7
2.7
1.7
2.2
2.5
2.6
5.9
5.9
1.2
2.1
2.6
2.9
4.2
4.7
4.4
3.9
1.2
1.1
1.2
1.2
1.2
4.0
4.3
4.3
4.3
4.2
1.6
2.2
2.3
2.3
2.3
4.5
4.7
4.8
5.2
4.5
2.7 3.2
2.7 3.1
2.3 3.0
2.1 2.9
2.4 3.1
2.8
2.8
2.6
2.4
4.4
-
2.9
3.1
3.5
3.4
3.1
1.8
1.7
1.6
1.7
1.6
2.1
2.2
2.7
2.8
2.7
2.4
2.4
2.5
2.7
2.8
4.6
4.6
4.5
4:2
4.0
2.1
1.6
2.5
2.8
-
2.9
2.6
1.5
1.4
2.5
2.6
2.9
3.7
4.1
2.6
-
5.1
6.4 3.8
4.6
5.3
5.4
-
6.2 3.8
6.5
-
2.a
5.7
7.5
7.5
1.0
1.2
1.6
1.6
1.6
2.1
1.2
0.8
2.4
2.7
2.9
2.9
3.1
0.9
1.1
1.1
1.4
1.5
2.2
4.2
5.6
6.1
6.3
6.3
1.0
1.1
1.1
1.3
1.4
3.1
1.6
1.9
2.2
1.8
8.5
7.2
7.8
8.3
7.7
1.5
1.6
1.6
1.7
1.6
1.7
1.3
1.2
1.1.
0.9
7.6
7.4
1.6
0.8
a) Tarıma ve gıda üretimine verilen sübvansiyonlar hariç toplam sübvansiyonlar.
b) Yunanistan, Luxemburg, isviçre ve Türkiye için veri bulunamamıştır.
c) Girdi-çıktı verilerinden sağlanmıştır.
d) Mevcut yılların ortalaması olarak.
e) Ortalama katma değer vergisi oranlarına dayalı piyasa fiyatları ile hesaplanan
sektörel GSYiH.
t) Faktör maliyetleri cinsinden hesaplanan sektörel GSYiH'nin bir % si olarak.
Kaynak: OECD, Annual National Accounts (Yıllık Ulusal Gelir Hesapları) ve girdiçıktı veriler. ('Ford ve Suyker, 1990'dan yararlanılmıştır).
diğer deyişle
sübvansiyonun getiri oranının) en az % 15 ile % 50 arasında
olması gerekir. Bu amaç için gerekli olan vergiyi sağlamanın ekstra maliyetini
karşılamak,
ancak bu şekilde mümkün olabilecektir. Vergi oranı arttıkça, vergi
hasılatı sağlamasının marjinal maliyeti artacaktır. Avrupa ülkelerinde vergi
oranları
genellikle ABD'den daha yüksek olduğu için, bu ülkelerde ekstra
vergi hasılatı sağlamanın marjinal maliyetinin daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
Kısacası,
sınai
sübvansiyonlar devlet bütçesi açısından da önemlidir. Tablo 6,
sübvansiyonların kamu finansmanı açısından önemini göstermek
111
Tablo 6: Sanayi sektörüne verilen sübvansiyonlar (ulusal gelir hesapları tanımı), 1970-1986a,b
(Toplam devletharcamalarının bir% si olarak)
<tl
<tl
<tl
<tl
>ı:
>ı:
ro
«
.,a.
<{
1970-74'
1975-79'
1980-84'
1985-86'
0.7
0.9
1.1
1.2
2.1
2.6
3.1
2.7
3.0
3.2
2.9
3.1
1970
1971
1972
1973
1974
0.5
0.6
0.9
0.8
0.7
2.1
2.4
2.6
3.3
3.4
3.2
1975
1976
1977
1978
1979
0.8
0.8
0.9
1.0
1.1
2.6
1980
1981
1982
1983
1984
1.1
1.0
1.2
1.2
1.2
3.1
1985
1986
1.2
1.2
2.7
O
o
<tl
<tl
C
~
<tl
ın
<tl
~
<ii
.::
ı:
>-
u..
4.8
4.7
4.8
5.0
<ii
~
ai
4.9
4.4
3.3
-o
<tl
'lô
«>
ı:
2.2
3.8
5.1
4.1
<tl
::ı
<tl
~
..:.::
'00
::ı
q;
ro
-
4.5
4.3
6.9
7.0
1.8
1.8
1.8
2.0
3.8
4.8
2.9
3.0
3.1
3.4
3.4
4.8
4.7
4.9
-
3.1
3.0
2.8
2.8
3.0
4.6
4.8
4.6
4.7
5.0
5.0
2.9
3.2
-
4.7
4.8
5.1
4.8
3.6
3.4
3.2
4.1
5.1
4.9
4.0
3.8
4.2
5.8
5.5
4.7
4.6
5.0
3.8
2.8
4.1
-
<tl
..:.::
~
<tl
ca
C
'c<tl
<tl
<tl
<tl
-o
ı:
-o
-o
<tl
!!l
.~
Ö
i
-
ı:
O
.B
4.7
3.1
3.1
2.9
2.4
2.9
3.5
3.5
ı:
7.0
-
-
7.2
7.2
7.2
6.4
10.8
12.5
2.1
1.9
2.0
2.0
2.0
7.4
7.4
7.1
7.2
7.1
2.3
3.3
3.3
3.3
3.2
7.4
7.2
7.1
7.5
6.8
7.4
7.6
7.4
6.9
6.9
6.4
6.3
-
6.9
3.4
3.8
2.8
2.9
2.8
4.2
2.5
2.2
3.1
2.7
7.0
3.0
3.1
3.3
3.2
3.1
2.9
2.9
3.5
3.9
4.2
-
3.3
3.2
3.3
3.5
3.7
2.9
2.8
3.6
3.4
-
4.0
-
7.0
4.7
4.7
4.3
4.1
-
4.1
4.5
-
-
-
-
-
t
2.0
3.1
3.4
4.0
1.9
2.8
-
~
O
Q)
O
C-
4.7
4.7
4.0
5.4
-
Q)
N
:x
z
-
-
o'>
>ı:
<tl
a.
Q)
>
::ı
•.!!!
~
-
4.0
6.4
6.9
7.0
3.5
3.4
4.5
4.1
3.6
3.9
4.0
4.1
4.3
3.3
3.6
5.6
6.9
6.5
6.5
6.4
3.1
3.1
3.1
3.6
3.9
6.3
6.6
6.9
7.4
7.2
4.3
4.5
4.8
4.5
4.2
7.0
6.9
4.1
9.6
-
-
13.0
12.0
o'>
~
'lô
..!!!
-
9.8
11.3
11.4
>-
<tl
-
9.6
-
-
a) Tarıma ve gıda üretimine verilen sub~ansiyonlar hariç toplam subvansiyonlar.
b) Finlandiya, Yunanistan, Luxemburg, ısviçre ve Türkiye.
c) Mevcut yılların bir ortalaması olarak.
Kaynak: OECD, Yıllık Ulusal Gelir Hesapları ve girdi-çıktı verileri.
(Ford ve Suyker, 1990, s.54'den yararlanılmıştır)
amacıyla hazırlanmıştır.
Tablodaki rakamlar, sınai sübvansiyonların toplam
devlet harcamaları içindeki paylarını göstermektedir. Tablonun incelenmesi,
Tablo 2 ve Tablo 5'deki eğilimlerin burada da geçerli olduğunu ve oranların,
genel çizgi itibariyle, 19?O'lerde arttığını, 1980'lerde ise istikrar kazandığını ve
hatta inme eğilimine girdiğini göstermektedir. Sınai sübvansiyonların, devlet
harcamaları içindeki payının en düşük olduğu ülkenin ABD olması ilginçtir
(Finlandiya, Yunanistan, Luxemburg, isviçre ve Türkiye, veri yokluğu nedeniyle tabloda yer almamıştır.) Bununla beraber tablodaki rakamları yorumlarken dikkatli olmak gerekir. Tabloda, Ulusal Gelir HesapI\3,rındaki rakamlar
kullanılmıştır. Bu hesaplardaki sübvansiyon tanımı dar kapsamlı olduğu için,
devlet kaynaklarından sübvansiyonlara giden gerçek miktarı tam yansıtma­
maktadır. AT kaynaklarında daha geniş kapsamlı bir tanım kullanıldığı için
rakamlar gerçeği daha iyi yansıtır. Bu durum, diğer tablolardaki rakamlar
112
yorumlanırken
li
de gözönüne
alınmalı,
tablolar arası
karşılaştırmalarda
dikkat-
olunmalıdır.
Sanayi sektörünün sübvansiyonu ile ilgili bir diğer nokta da verilen sübvansiyonların 'türü' ile ilgilidir. Yapılan çalışmalar, ATda verilen sınai sübvansiyonların ortalama % 65.4'ünün 'alt sektör spesifik' amaçlarla verildiğini, %
15.6'sının bölgesel kalkınmaya yönelik olduğunu, küçük ve orta ölçekli sanayiye giden payın ortalama % 4.3, araştırma-geliştirmeye giden payın ise % 5.2
düzeyinde bulunduğunu göstermektedir. EFTA ülkelerinin araştırma-geliştir­
meye ayırdıkları payın, AT ortalamasının yaklaşık üç kat olması ilginçtir. EFTA
ülkelerinde sanayi sektörüne verilen sübvansiyonların ortalama % 14.7'si
AFG harcamalarına yönelmektedir. Bu ülkelerde alt sektör spesifik amaçlara
yönelik sübvansiyonların toplam sınai sübvansiyonlara oranının ortalama %
42, küçük ve orta ölçekli sanayrye giden payın ortalama % 1.8 ve bölgesel
kalkınmaya yönelen payın ise % 20 olduğu hesaplanmıştır. (Ford ve Suyker,
1990, s.63).
4.4.3.4. iMALAT SANAyiiNiN SÜBVANSiYONU VE SÜBVANSiYON
ARAÇLARı
Yukarıda,
sanayi sektörünün sübvansiyonu konusunu, gerek sektörel
GSYiH içindeki ağırlığı (Tablo 3) gerekse devlet harcamaları içindeki payı
(kamu finansmanı açısından önemi) (Tablo 6) açılarından incelemeye çalıştık.
Sübvansiyon konusunun, bunun yanında, ayrıca, sanayi sektörünün bir altsektörü ol::ın imalat sanayii sektörü açısından da incelenmesinde yarar vardır.
Tablo 4'ün 2. sütunu 1981-1986 dönemi ortalaması olarak ATa üye 10 ülkede
imalat sanayiine sağlanan devlet desteğinin sektörel GSYiH içindeki paylarını
göstermektedir. 2. sütunun son satırı bu 10 ülke açısından 1981-86 ortalamasının % 5.1 olduğunu göstermektedir. (Devlet, imalat sanayini, imalat sanayiinde yaratılan GSyiH'nın % 5.1 'i oranında desteklemiştir). Bu ülkeler (Yunanistan dışında) imalat sanayine sağlanan devlet desteğini 1986 yılından sonra
azaltmaya başlamışlardır ve bunun bir sonucu olarak oran 1986-1988 dönemi
için, % 5.1'den % 4.1'e gerilemiştir. EFTA ülkelerinde bu oranın 1984-1987
dönemi için % 1.8 olduğu hesaplanmıştır. (Ford ve Suyker, 1990, s.48). Fakat,
evvelce de belirttiğimiz gibi, ülke grupları arasında karşılaştırma yaparken
ihtiyatlı olmak gerekmektedir. Çünkü OECD, AT ve EFTA kaynaklarında
sübvansiyon tanımının gerek kapsamı gerekse hesaplanma yöntemi birbirinden farklıdır. OECD tanımı (Ulusal Gelir hesapları Tanımı), sübvansiyonu dar
anlam ile aldığından, OECD ülkelerine ilişkin oranlar, AT ve EFTA oranlarından
113
genellikle dc.ha düşük çıkmaktadır.
Tablo 7: AT ve EFTA ülkelerinde imalat sanayiine sağlanan desteklerin
araçlar arasında dağılımı(a) (Toplam desteğin bir yüzdesi olarak)
Almanya
Fransa
italya
B.Krallık
Belçika
Danimarka
Yunanistan
irlanda
Luxemburg
Hollanda
Portekiz
ispanya
AT-12
Vergi
Muafiyetleri
iştirakler
30
33
54
69
63
16
36
6
18
7
16
61
70
88'
52
68
64
26
78
49
11
6
O
O'
O
!'Jorveç
Isveç
isviçre
21
72
27
61
55
77
EFTA
58
Avusturya
Finlandiya
ızlanda
Düşük
Hibeler
O'
9
6
5
37
9
30
60
O
12
19
9
68'
15
O
30
faizli
krediler
Garantiler
6
15
3
7
1
19
12
29
10
1
3
4
O
1
18
6
2
2
8
O
2
O
O
O
1
5
O
O
11
12
33
27
27
14
O
1
40
1
18
9
16
18
8
O
11
a) AT ülkeleri (1986-1988 ortalaması): Supranasyonal destek ve enerji ve
taşımacılığa verilen destek hariç.
b) Gözardı edilebilir olarak kabul edilen destek. Rakamlar mevcut değiL.
c) Hibelere dahil edilen vergi harcamaları.
d) Esas olarak devlet holdinglerine sağlanan destek
Kaynak: AT Komisyonu (CEC) 1990 ve OECD Sekretaryasının, EFTA'nın (1986,
1988) programları ile ilgili enformasyonuna dayalı tahminleri.
('Ford ve Suyker, 1990, s.51' den yararlanılmıştır).
imalat sanayiine verilen sübvansiyonların, ayrıca, sübvansiyonda kullanılan araçlar açısından incelenmesinde yarar vardır. Tablo 7 bu amaçla hazır­
lanmıştır. Tablo, imalat sanayiinin sübvansiyonunda kullanılan çeşitli araçların, toplam sübvansiyonlar içindeki ağırlığını göstermektedir. Tablodan,
gerek AT (Almanya ve Portekiz hariç) gerekse EFTA ülkelerinde en önemli
114
sübvansiyon aracı olarak hibelerin (bağışların) kullanıldığını görmekteyiz.
AT'da bağışların toplam sübvansiyonlar içindeki ağırlığının ortalama % 49,
EFTA'da ise % 58 olduğu görülmektedir. Vergi muafiyetlerinin (tax concessions) toplam içindeki ağırlığı ise AT için % 30'dur. EFTA ile ilgili veriler, vergi
muafiyetlerini içermemektedir. Fransa, Avusturya, İzlanda, Danimarka, Norveç ve İsveç gibi ülkelerin, ayrıca, iştirakler, düşük faizli krediler (soft loans)
ve kredilere sağlanan garantiler gibi sermaye piyasası araçlarını da oldukça
yaygın bir şekilde kullandıklarını görmekteyiz.
Hibelerin büyük bir oranı, üretimi desteklemekten ziyade sermaye oluşu­
munu sağlamak, ona katkıda bulunmak amacıyla verilmektedir. Vergi muafiyetleri, belli sektörleri veya iktisadi faaliyetleri (örneğin sermaye oluşumunu)
diğer sektörlerden/faaliyetlerden daha çok özendirmek amacıyla, sağlanır.
Bu bakımdan, kaynak dağılımına etkileri açısından, hibelere benzer bir etkiye
sahiptirler. AT ülkelerinde düşük faizli kredilerin toplam sübvansiyonlar içindeki payının ortalama % 8, EFTA ülkelerinde ise ortalama % 18 olduğu görülmektedir. Tablo, ortalamalar böyle olmakla beraber, gerek AT'da gerekse
EFTA'da, ülke uygulamalarının birbirlerinden bir hayli farklı olduğunu, çeşitli
ülkelerin çeşitli araçları farklı yoğunluk ve yaygınlıkta kullandıklarına işaret etmektedir.
4.4.3.5. iHRACAT SÜBVANSiYONLARı
Tablo 1'de görüldüğü gibi, 1952-1980 döneminde, 7 Büyükler diye adlandırılan sanayi ülkelerinin, gayri safi yurt içi hasılalarından ihracat sübvansiyonlarına ayırdıkları pay % 0.11 ile % 3.1 arasında değişmiştir. Bu payın en
düşük olduğu ülkenin ABD olması ilginçtir. Tablodaki diğer bir ilginç nokta
da bu ülkelerin hemen tümünde ihracat sübvansiyonlarının GSYİH için-deki
payının 1952-1980 dönemi boyunca artmış olmasıdır (İhracat sübvansiyonları, sübvanse edilmiş kredilerden ve ihracat bedelinin ödenmemesi,
umulmayan maliyet artışları ve döviz kuru dalgalanmaları gibi belirsizliklere
karşı garantilerden oluşmaktadır).
Tablo 8, 1986-1988 döneminde verilen ihracat sübvansiyonlarının toplam
sübvansiyonlar içindeki payını göstermektedir. Tabloda görüldüğü gibi, anı­
lan dönemde AT ülkelerinde ihracat sübvansiyonlarının toplam içindeki payı
ortalama % 6, EFTA ülkelerinde ise ortalama % 9 olmuştur. Buna karşın ülke
uygulamalarının çok farklı olduğu görülmektedir. Örneğin Almanya, Hollanda, Portekiz ve Norveç'te ihracata verilen sübvansiyonların toplam içindeki··
payı % 1 iken bu payın Yunanistan'da % 29, İrlanda'da % 28 ve İsviçre'de
115
% 21 olduğu görülmektedir. Tablo, Luxemburg, ispanya ve isveç'in ihracat
sübvansiyonu uygulamasını durduklarını ima etmektedir.
Yapılan çalışmalar,
ihracat kredi sübvansiyonlarının OECD ülkelerinde
sınai sektörler arası dağılımda (1979-1985 döneminde) en büyük payı enerji,
taşımacılık ve inşaat sektörlerinin aldığını ve dönem boyunca taşımacılık sektörünün payının % 27.3'den % 43.1 'e yükseldiğini göstermiştir.
Tablo 8: AT ve EFTA Ülkelerinde ihracat Sübvansiyonları
(Toplam Sübvansiyonların % si olarak)a
Portekiz .................................. 1
ispanya .................................. ; O
AT ........................................... 6
Avusturya ............................... 1
Finlandiya .............................. 11
izlanda .................................... 6
Norveç .................................... 1
isveç ........................................ O
isviçre ..................................... 21
EFTA ....................................... 9
Almanya ................................ 1
Fransa .................................. 11
italya ...................................... 4
B.Krallık ................................. 6
Belçika .................................. 4
Danimarka ............................ 7
Yunanistan ............................ 29
irlanda ................................... 28
Luxemburg .................... ...... O
Hollanda ............................... 1
a) AT ülkeleri (1986-1988 ortalaması): Supranasyonal destek hariç EFTA ülkeleri
(1984-87 ortalaması): Avusturya hariç
Kaynak: CEC (1990), EFTA (1980) ('Ford ve Suyker, 1990, s.65'den
yararlanılmıştır) .
4.4.4. AYIRIMel DEVLET
SATINAlıMLARı
çoğu ülkelerde devlet, mal ve hizmetlerin en önemli alıcılarındandır. Üretim
faaliyetine girdi olarak giren çoğu ürünler, aynı zamanda dış ticarete de konu
olan ürünlerdir. Dolayısıyla devlet, bir satın alıcı olarak, dış ticaret üzerinde
belli etkilere sahip olabilecek güçtedir. Devletin, mal ve hizmetleri satın alırken
ulusal ve yabancı firmalar arasında ayırım gözetmesi oldukça yaygın olarak
rastlanan bir uygulamadır. Bu tür davranışların ise uluslararası mal ve hizmet
akımlarını belli bir yönde etkilernesi doğaldır.
Ayırımcı devlet satınalım politikalarına örnek olarak ABD'de uygulama alanı
bulan 1933 tarihli 'Buy Amyerican Act' (Amerikan Malı Satın AI Yasası) gösterilebilir. Bu yasa, ABD'deki resmi daireleri, savunma ile ilgili kontratlarda
116
ulusal firmalara % 50'ye varan oranlarda avantaj tanımaları zorunluluğunu
getirmektedir. Savunma dışı kontratlar için bu avantaj % 14'dür. Fakat hemen
belirtelim ki, bu tür bir yasaya dayandırılan bir uygulama, kuralolmaktan çok,
bir istisnadır. Gerçekte, bu tür uygulamalar, belli bir yasaya bağlanmamakta,
ayrıcalık ulusal firmalara 'de facto' olarak sağlanmaktadır. 'Yeni korumacılık'
açısından esas önemli olan da, bu tür bir politikanın izlenmesidir. Bu konuyla
ilgili başka bir uygulama da, belli bir resmi kuruluşun, ithalat yerine başka bir
resmi kuruluşun ürününü satın almaya zorlanmasıdır. Ayırımcı uygulama her
ne şekli alırsa alsın, sonuç, ulusal firmaların sübvanse edilmesi anlamına
gelecektir. Uygulama, ulusal firmaya, dış rekabete açık olması durumua göre
daha yüksek bir fiyat uygulama imkanı vermekte, bu da, bir anlamda, ulusal
firmanın üretiminin sübvanse edilmesi anlamına gelmektedir. Üretim sübvansiyonunun ekonomik etkilerini açıklarken de işaret edildiği gibi, bu tür bir
uygulamanın finansman yükü, maliyenin üzerinde olacaktır. Bu da, bir yandan, ya vergilerin daha yüksek olması sonucunu doğruacak, ya da (örneğin,
resmi bir kuruluşun girdilerini başka bir resmi kuruluştan satın almak zorunda bırakıldığı durumlarda). * tüketicilerin ödediği fiyatın daha yüksek olmasına
neden olacaktır.
4.5. iDARi VE TEKNiK DIŞ TicARET ENGELLERi
Yukarıdaki satırlarda
esas olarak dış ticareti doğrudan etkileyen ve miktarsal veya mali bir nitelik arzeden dış ticaret engellerinin ve sübvansiyonların
ekonomik etkilerini, şekillerin de yardımıyla bir hayli ayrıntılı ve yer yer de karşı­
laştırmalı olarak irdelemeye çalıştık. Bu ayrıntılı ele alış, bu uygulamaların, dış
ticaretin engellenmesinde kullanılan en etkin ve yaygın yöntemler ve araçlar
olduğu anlamında alınmamalıdır. Böyle bir yol izlenmesinin en önemli nedeni,
ele alınan bu politika araçlarının ekonomik etkilerinin kısmı denge analizi araçlarıyla ve şekiller yardımıyla gösterilebilmesinin mümkün olmasıdır. Ayrıca, bu
politika araçlarının ekonomik etkilerini ölçmek kısmen de olsa mümkün olduğundan, bu araçların uygulanıp uygulanmcıması konusunda ülkelerin birbirleri ile pazarlık yapması da daha mümkün olacağından, bu araçların incelenmesine öncelik verilmesinin daha uygun olacağı düşünülmüştür.
idari ve teknik dış ticaret engelleri konusundaki en büyük güçlük, bu uyguekonomik etkilerinin ölçülmesinin çok güç olmasında yatmaktadır.
lamaların
* Salvatore, 5.221. Tokyo Dönemi
görüşmelerinde
satınalım politikalarını şeffaflaştırmak
ve
olanaklara benzer olanaklar yaratmak
amacını
ABD ve diğer ülkeler, ayırım gözetici devlet
üretici ve ihracatçılara ulusal üreticilere tanınan
güden bir madde (kod) ()'zerinde anlaşmışlardır.
yabancı
117
Bu tür engeller, bir ihtimal, dış ticareti kotalardan veya sübvansiyonlardan çok
daha fazla engellemekte ve çarpıtmakta olmamakla beraber, bu engellerin
belirlenmesinin güç olması, anlamlı iktisadi analizlerinin yapılmasını olanaksızlaştırmakta ve iktisatçıların elini kolunu bağlamaktadır.
idari ve teknik dış ticaret engelleri, aslında, dış ticareti doğrudan doğruya
engelleme amacıyla oluşturulmazlar. Bunların dış ticaret üzerindeki etkileri,
özü itibariyle, dolaylıdır. Bu engeller çok çeşitli türlerde ve yerlerde kendilerini
gösterirler ve gümrüklerdeki değerleme prosedürlerinden ve ürünün menşeine ilişkin kurallardan, çevreye, sağlığa ve emniyete ilişkin çeşitli düzenlemelere kadar yayılan bir çeşitlilik gösterirler. Bunlardan, örneğin, gümrüklerdeki değerleme prosedürü, kasıtlı olarak o denli karmaşıklaştırılabilir ki, bu
karmaşıklığın yarattığı yılgınlık ve belirsizlik ithalatın engellenmesi sonucunu
doğurabilir. Gerçekten de, çeşitli uygulamalarla oluşturulan belirsizlik ortamı,
tarife dışı dış ticaret engellerinin en yaygın olarak başvurulanıdır, diyebiliriz.
çevreye ilişkin düzenlemeler (regülasyonlar) da, yabancı ihracatçının maliyetini artırıcı etkileri olacak şekilde düzenlenerek, ithalatın azaltılması etkisini
doğurabilir. Örneğin, belli bir ülkede artık yalnızca kurşunsuz benzin tüketen
otomobillerin kullanılmasına izin verilmesi, bu ülkeye ewelce kurşunlu benzin tüketen otomobil ihracat eden ülkelerin otomobil ihracatının düşmesine
yolaçacak, bu da ihracatçıları, ihracatlarının azalmaması için ekstra üretim
maliyetleri yüklenmek zorunda bırakacaktır. Burada söylenmeye çalışılan,
sözkonusu ülkenin, anılan çevreci önlemi uygulamaya koymasının yanlış
olduğu değildir, kuşkusuz. Söylenmeye çalışılan, önlemlerin, çevre veya
sağlık endişesinden çok, belli ve genellikle de az gelişmiş ülkelerden gelen
ihracatı önlemek amacıyla uygulamaya konulabileceği ve gerçekten de bir
çok ülke tarafından bu nedenle uygulamaya konulduğudur. Bu konuya ilişkin
gerçek güçlük, bu tür uygulamaların devreye sokuluşunun asıl amacının belirlenmesinde, belirlense de ekonomik etkilerinin ölçülmesinde yatmaktadır.
Sağlığa
ve emniyete (ürünlerin emniyetli kullanımına) ilişkin düzenlemeler
için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Bu düzenlemeler, ülkeden ülkeye
büyük farklılıklar göstermektedir. Bu düzenlemelerin yarattığı engellerin
boyutları, bazı malları dış ticarete konu olmaktan çıkarabilir ve bu yolla dünya
dış ticaret hacminin düşmesine yolaçabilir. Burada da, uygulamaya konulan
önlemin, gerçekten sağlık veya emniyet endişesiyle oluşturulup oluşturul­
madığı tartışmaya açıktır. Amaç gerçekten ülke sağlığını korumak olabileceği
gibi ithalatın maliyetinin kasıtlı olarak yükseltilmesini sağlamak da olabilir.
Özetle söylemek gerekirse, idari ve teknik düzenlemeler en etkili tarife dışı
118
dış
ticaret engellerini oluşturabilirler. Güçlük, bu düzenlemelerin gerçekten
hangi amaçla uygulamaya konulduklarının belirlenmesinde ve dış ticaret
akımları üzerindeki olumsuz etkilerinin ölçülebilmesinde yatmaktadır. Bu
konuda iktisatçının işi bir hayli güçtür.
Uluslararası
ticaret, ayrıca, çeşitli idari, teknik ve benzeri diğer düzenlemeler nedeniyle de engellenmektedir. Örneğin, otomobiller ve elektrikli aletlerle ilgili olarak yürürlüğe konulan 'emniyet düzenlemeleri' sağlığa aykırı
olarak üretilmiş ve paketlenmiş olabilecek gıda maddelerinin ithalatını bu
araçla denetleme amacını güden 'sağlık düzenlemeleri', ithal edilen ürünlerin
menşei ve muhtevasına ilişkin kurallarla ilgili olan 'paketleme düzenlemeleri'
vs. çok çeşitli şekiller alabilecek olan teknik ve idari dış ticaret engellerine
örnek olarak gösterilebilir. Bu düzenlemeler tamamen haklı nedenlere dayandırılarak oturulmuş olabilirler. Fakat, bizim konumuz açısından önemli olan,
bu düzenlemelerin, kısmen de örtülü olarak, ticareti engelleyici bir tarzda
uygulanabilecek bir niteliğe sahip olmalarıdır. Uygulamada, çeşitli ülkelerin
bu düzenlemelere dayanarak özellikle gelişmekte olan ülkelerden kaynaklanan ithalata sınırlamalar getirdikleri bilinen bir gerçektir.
Dış ticaret
üzerinde engelleyici bir etkiye sahip olan bir diğer uygulama da,
son dönemlerde çok yaygın bir uygulama alanı bulan 'sınır vergileri'dir (border taxes). Burada yurtiçinde alınan dolaylı vergilerin ihracatçı ya iade edilmesi veya ithal edilen bir mal üzerine gümrük tarifesine ek olarak bir verginin
konulması sözkonusudur. Dolaylı vergilerin ABD'deki örnekleri satış vergileri
ve tüketim vergileri, Avrupa'daki örneği ise katma değer vergisidir. ABD'de
vergi gelirlerinin çoğu gelir vergisi gibi. dolaysız vergiler yoluyla sağlanırken
Avrupa'da ağırlıklı KDV gibi dolaylı vergiler üzerindedir. Bu nedenle, ABD'deki
ihracatçılar Avrupa'daki benzerlerine kıyasla çok daha düşük oranda (veya
hiç) vergi iadesi alabilmektedirler. Bu durum, ABD'li ihracatçılar açısından
uluslararası ticarette bir rekabet dezavantajı yaratmakta, bu nedenle de
ABD'li ihracatçıların haklı eleştiri ve itirazlarına konu olmaktadır.
Uluslararası ticaret, yukarıdaki sayfalarda açıklanan çeşitli politika araçları
ve düzenlemeler yanında, uluslararası mal anlaşmaları (international commodity agreements), katlı döviz kuru uygulamaları, uluslararası düzeyde oluş­
turulan karteller, merkezi planlamayla yönetilen ülkeler arası ticaret (veya bu
ülkelerle yapılan ticaret) veya damping uygulamaları yoluyla da engellenebiImektedir. Gelecek sayfalarda şekil yardımıyla analize de olanak sağlamaları
nedeniyle önce uluslararası karteller ve damping uygulamaları üzerinde
duracak, yukarıda sözü edilen diğer uygulamaların incelenmesini ise daha
119
sonraya bırakacağız. Hemen belirtelim ki, tarife oranları uluslararası çok yanlı
ticaret görüşmeleri yoluyla düşürüldüğü oranda, tarife-dışı dış ticaret engelleri olarak adlandırdığımız diğer araç ve yöntemlerin uygulanması yaygınlık
kazanmaktadır.
4.6. ULUSLARARASı KARTELLER
Uluslararası
kartel, bir ürünün değişik ülkelerde yerleşik bulunan üreticilerinin (bu üretici ülkenin kendisi de olabilir), o ürünün üretim ve ihracatını
sınırlamak üzere anlaşarak oluşturdukları bir örgüttür. Bu sınırlamadan amaç,
örgütün toplam karını maksimize etmek veya artırmaktır. Yurtiçinde kartel
oluşturulması ABD'de yasaktır. Avrupa'da ise belli sınırlamalar sözkonusudur.
Uluslararası bir kartel oluşturulması durumunda ise, böyle bir kartelin sınırları,
tek bir ülkenin yasalarının geçerli olduğu sınırların dışına taştığı için, bu tür bir
. oluşumu yasal yoldan engellemek veya kayıtlara bağlamak sözkonusu
olarnamaktadır. Bu nitelikleri ile uluslararası kartellerin, uluslararası ticari ve
yasal ilişkilerde özel bir yerleri vardır.
Günümüzde uluslararası kartellerin en bilineni OPEC'tir. Bilindiği gibi bu
örgüt, 1973-74 döneminde petrol üretim ve ihracatının sınırlandırılması yoluyla
dünya petrol fiyatlarının 4 misli artmasına yolaçmıştır. Bir diğer uluslararası
kartel, Uluslararası Hava Taşımacılığı Birliği'dir. Belli başlı uluslararası hava
yollarının oluşturduğu bu kartel, her yıl toplanarak, uluslararası hava taşıma­
cılık ücretlerini ve politikalarını belirlemektedir.
Uluslararası bir kartelin başarılı olma şansı, örgüte konu olan ürünü üreten
ülke sayısı ne kadar az, ürün ne kadar zaruri ve yakın ikameleri ne kadar az
veya yok ise, o kadar fazla olacaktır. OPEC bu koşulları yerine getirdiği için,
özellikle 1970'lerde başarılı olabilmiştir. Kartelin başarı şartı ve gücü, üretim
ve ihracatı sınırlandırabilmedeki etkinliğinde yatmaktadır. Belli bir üreticinin
kartelin dışında kalarak veya kartel üyesi olmakla beraber, gizlice, kartelin
belirlediği sınırlar dışında üretim yapması ve bunu kartel fiyatının hemen
altında bir fiyatla satmaya girişmesi durumunda (ki bu yönde çok güçlü bir
özendirme ve eğilim sözkonusudur) ise bu güç ciddi bir tehditle karşı karşıya
kalacaktır. 1980 sonrasında OPEC bu tür eğilimlerden, olumsuz yönde, bir
hayli etkilenmiş, Birleşik Krallık (ingiltere), Norveçve Meksika gibi OPEC üyesi
olmayan ülkelerin yükselen petrol fiyatları karşısında üretimlerini artırması
OPEC'i güç durumda bırakmıştır.
Özetle söylemek gerekirse, iktisat teorisinin de ima ettiği gibi, karteller,
120
doğaları
itibariyle istikrarsızdırlar ve bu nedenle de başarısızlığa uğramaya
veya dağılmaya mahkumdurlar. Başarılı olması durumunda ise bir kartel
aynen kar maksimizasyonu peşinde koşan bir monopol (tekel) gibi davranabilir. Bu tür kartel, 'merkezileştirilmiş kartel' olarak adlandırılır. Aşağıdaki
şekil, bu tür bir kartelin kar maksimizasyonunu nasıl gerçekleştirdiğini açık­
lamak amacıyla çizilmiştir.
fx
($)
AX{=Lmmx)
3-50
3
Tx{=OH x)
MHx
0~------~30~0--4~00------------~
Şekil
12:
Uluslararası
kartelin toplam
k~rının
Mx
maksimizasyonu
Şekilde
Tx eğrisi, x malı ihracatına yönelik dünya talep eğrisini, Ax de kartelin ihracat arz eğrisini göstermektedir. Bu arz eğrisi, karteli oluşturan
firmaların (veya ülkelerin) marjinal maliyetlerinin yatay toplamıdır. Talep eğrisi,
aynı zamanda ortalama hasılat (OHx) eğrisidir. MHx eğrisi bu OHx'e ilişkin
marjinal hasılat eğrisidir. Piyasada tam rekabet koşullarının egemen olması
durumunda dünya arz-talep dengesi E noktasında gerçekleşecektir. (ihracat
miktarı 400 birim/ihracat fiyatı $3). Piyasaya, bir tekel gibi davranan merkezileştirilmiş bir kartelin egemen olması durumunda, toplam kar maksimizasyonu, ihracatın sınırlandırılması ve ihracat fiyatının yükseltilmesi yoluyla
gerçekleştirilecektir. Şekilde yeni ihracat miktarı 300 birim, yeni ihracat fiyatı
da $ 3.50 olarak gösterilmiştir. Bu yeni denge durum, marjinal hasılat-marjinal
maliyet eşitliği (şekilde Axve MHx eğrilerinin kesişmesi) yoluyla belirlenmiştir.
Merkezileştiriimiş kartelin, ihracat miktarının azaltılması yoluyla sağladığı toplam kar artışı şekilde EFR alanı olarak gösterilmiştir. ihracat miktarının 400
birimden 300 birime indirilmesi, marjinal maliyetin marjinal hasılatı aşan kısmı­
nın elimine edilmesine olanak sağladığı ve kartel 300 birimlik üretimde marjinal maliyetleri marjinal hasılata eşitlediği için, EFR alanı bir toplam kar artışı
olarak yorumlanmaktadır.
121
4.7. DAMPiNG (ULUSLARARASI FiYAT FARKLILAŞTıRMASI)
Damping de dış ticaretin engellenmesine yolaçabilecek uygulamalardan
bir tanesidir. Damping, bir ürünün maliyetinin altında veya yurtiçinde satıldığı
fiyatın altında bir fiyatla ihraç edilmesi anlamına gelmektedir. Üç tür dampingden sözetmek mümkündür. inatçı (persistent damping) diye adlandırı­
labiIecek damping uygulamasında, ulusal bir tekelin, ürününü, yurtiçinde,
yurtdışına ihraç ettiği fiyatın üzerinde bir fiyatla satarak toplam karını maksimize etmeye çalışması söz konusudur. Tekel, dış piyasalarda rekabet
sözkonusu olduğundan ürününü daha düşük bir fiyatla satmak zorunda kalmakta, fakat iç piyasa, ticaret engelleri ve yüksek taşımacılık maliyetleri gibi
nedenlerle dış dünyadan kısmen izole edilmiş olduğundan, yurtiçinde daha
yüksek bir fiyat uygulayabilmektedir. Uluslararası fiyat farklılaştırmasının sözkonusu olduğu böyle bir uygulama sayfa 124'deki şekil yardımı ile ayrıca
açıkla-nacaktır.
Saldırgan
damping (predatory damping) diye adlandırılabilecek damping
ürününü, geçici bir süre için ve rakiplerini piyasadan silmek amacı ile maliyetin altında (veya ülke içinde sattığı fiyatın altında)
bir fiyatla ihraç etmesi sözkonusudur. Rakipler piyasadan silinince, piyasada
tek güç olarak kalan ihracatçı, tekel karları elde etmek amacıyla fiyatı yeniden
yükseltebilecektir.
uygulamasında, ihracatçının,
Bir diğer tür damping, arızi damping (sporadie damping) diye adlandırı­
labilecek olan dampingdir. Bu tür dampingde, ihracata konu olan ürünün,
zaman zaman ve eldeki stok fazlalarını elden çıkarmak amacıyla maliyetinin
altında veya yurtiçinde satıldığından daha düşük bir fiyatla ihraç edilmesi
sözkonusudur. Bu yolla, ürünün yurtiçi fiyatının düşmesinin de engellenmesi
amaçlanmaktadır.
Genelolarak, ulusal sanayii saldırgan dampingin yıkıcı etkilerinden koruma amacına yönelik ticaret sınırlamalarının haklı gösterildiğine tanık olunmaktadır. Bu ticaret sınırlamaları, genellikle, antidamping vergileri (antidumping duties) veya denkleştirici vergiler (countervailing duties) şeklinde olmaktadır. Bu vergilerden amaç, damping uygulamasının yarattığı fiyat farklılaş­
tırmasını ortadan kaldırmak ve damping yoluyla düşük tutulan fiyatı, konulan
denkleştirici vergi ile blması gereken düzeye çıkarmaktır. ABD'de 1978 yılında
bu amaca yönelik olarak uygulamaya konulan bir mekanizma, 'trigger-price
mechanism' diye adlandırılmaktadır. Fakat damping türlerini birbirinden ayır­
mak bir hayli güçtür ve ulusal üreticiler dampingin türü ne olursa olsun
koruma teleplerini yükseltmektedir. Ayrıca bazı inaçtı veya arızi damping
122
uygulamalarında, fiyatların düşük olmasının,
tüketicilere sağlayacağı refah
ulusal üreticilerin damping nedeni ile yüklenmek zorunda kalacakları üretim kayıplarını aşması da söz konusu olabilecektir. Bu gibi durumlarda toplum refahı açısından dış ticaretin engellenmemesi daha doğru olakazançlarının,
caktır.
Japonya, 1970'lerin sonlarında ve 1980'lerde ABD'ye çelik 'le Tv setleri
ihracatında, Avrupa'ya da otomobil, çelik ve diğer bazı ürünler ihracatında
damping yapmakla suçlanmıştır. çoğu sanayileşmiş ülkelerin, destekleme
politikalarından kaynaklanan tarımsal ürün stoku fazlalarını dünya piyasalarına boşalttıkları da bilinen bir gerçektir. izlenen bu politikaların, gelişmekte
olan ülkelerin ihracat gelirlerini ve dolayısıyla da sanayileşme çabalarını son
derece olumsuz bir şekilde etkilediği açıktır. Bu konuya ileride daha ayrıntılı
bir şekilde değiniliecektir. Uygulama, dampingin kanıtlanması durumunda,
damping uygulayan firmanın antidamping vergileri veya denkleştirici vergiler
ile karşılaşmak yerine fiyatını yükselterek damping uygulamasından vazgeçme yolunu tercih ettiği gözlenmektedir.
inatçı diye adlandırdığımız damping uygulamasının ekonomik analizi aşa­
ğıdaki şekil yardımıyla yapılabilir.
'uluslararası
fiyat
Bu damping
uygulaması,
özü itibariyle,
farklılaştırması' esasına dayanır.
Şekilde
iç pazara ait marjinal hasılat eğrisi (MHy) ile dış pazara ait marjinal
hasılat eğrisinin (MHd) yatay toplamı, en sağ panelde yer alan toplam marjinal hasılat eğrisini (LMH) verir. Bu eğri ile, damping uygulayan tekelin marjinal maliyet eğrisini gösteren MH eğrisinin kesişme noktası (E) bize bu tekelin
iç ve dış pazarda toplam 300 birim satarak karını maksimize edeceğini
göstermektedir. Bu toplam 300 birimin ne kadarının iç pazarda, ne kadarının
dış pazarda ve hangi fiyatla satılacağını bulabilmek için E noktasından yatay
F
F
4
4
F
4
M
--------
-
Td
E
----------- --------
2
2
2:MH
)
O
100
iç Pazar
Mx
200
O
Dış
Pazar
123
Mx
O
300
Toplam Pazar
Mx
MHy ve MHd eğrilerini hangi noktalarda
damping uygulayacısı tekel, yurtiçinde 100 birim, yurtdışında ise 200 birim satarak karın en çoğunu çıkara­
caktır. Dikkat edilirse, karı maksimize eden fiyat yurtiçinde 4 iken yurtdışında
3 dür. Fiyat farklılaştırması uygulayan tekel ürününü yurtiçinde daha da
yüksek bir fiyatla satarken, yurtdışına daha ucuz bir fiyattan ihraç etmektedir
(yani damping yapmaktadır). Dünya piyasalarında uygulanan fiyatın daha
düşük olmasının nedeni, bu piyasalarda rekabetin sözkonusu olması, ihracata konu olan malın yakın ikameıerinin bulunabilmesi, bunun da talep
eğrisini yurtiçi talep eğrisine kıyasla daha elastik kalmasıdır. iç pazarda talebin
oldukça inelastik olması (bunun nedeni bu pazarın dış dünyadan oldukça
izole olması ve taşımacılık masraflarının bu ülkeye ihracatı güçleştirmesidir)
tekelin yurt-içinde daha yüksek bir fiyat uygulayabilmesini mümkün kıl­
eksene çizilen paralel
doğrunun
kestiğine bakarız. Şekilde çizildiği şekliyle,
maktadır.
Uluslararası piyasalarda fiyat farklılaştırması uygulayan bir tekelin karını
maksimize edebilmesinin koşulu, yurtiçi ve yurtdışı pazarlarda elde edilen
marjinal hasılatların birbirine eşitlenmesidir (yani MHy=MHd olmalıdır). Bu
eşitliğin sağlanmaması durumunda (yani MHy~MHd ise), toplam kar, satış­
ların marjinal hasılatı düşük olan yerden marjinal hasılatı yüksek olan yere
kaydırılması yoluyla artırılabilir. ikisi birbirine eşitlendiğinde (MHy=MHd),
tekel, karlarını en çoğa çıkarmış olacaktır.
4.8. MERKEZi PLANLAMAYLA YÖNETiLEN ÜLKELER VE DIŞ TicARET
Uluslararası serbest dış ticaret ilişkileri, yukarıda incelemeye çalıştığımız
çok çeşitli politika araçları ve ticaret uygulamaları yoluyla engellenmektedir.
Olaya bu geniş anlamı ile baktığımızda, merkezi planlamayla yönetilen ülkelerarası ticaret ilişkileri veya bu tür ekonomilerle piyasa ekonomileri arasındaki
ticari ilişkiler de, uluslararası serbest dış ticareti çarpıtan uygulamalar olarak
ele alınabilir. Bu tür ekonom'ilerin dünya dış ticareti açısından taşıdığı önem,
son gelişmeler de gözönüne alındığında, ağırlığını bir hayli yitirmiş olsa da,
konunun ele alınmasında yine de yarar vardır. .
Merkezi planlı ekonomiler, fiyatların piyasa güçleri yerine hükümet direktifleri yoluyla belirlendiği ve bu nedenle de fırsat maliyetlerini ve vazgeçilen
alternatifleri yansıtmadığı ekonomilerdir. Bu ekonomilerde üretim faktörlerinin
ne şekilde kullanılacağına ve fiyatlarının ne olacağına, hangi mal ve hizmetlerin üretileceğine ve kimlere nasıl dağıtılacağına merkezi bir plan çerçeve-
124
sinde karar verilir. Bu ekonomilerde devlet tüm uluslararası ticaret ilişkilerini,
'devlet ticaret şirketleri' (state trading companies) diye adlandırılan kuruluşlar
yoluyla düzenler. Bu sistemde hangi malların ne miktarda ithal edileceği,
ulusal üretimin ihtiyacı karşılayamadığı miktar gözönüne alınarak, merkezi
plan tarafından belirlenir. Bu ithalatın faturasını ödeme amacıyla hangi malların ne miktarda ihraç edileceğine de yine merkezi plan çerçevesinde devlet karar verir. Bu tür bir ticari ilişkide, karşılaştırmalı üstünlüklerin veya göreli
mal fiyatlarının doğrudan bir yeri yoktur. Bu tür ekonomiler, dış ticareti, belli
mal ve hizmetlerin (özellikle yüksek teknoloji gerektiren malların) ithalatını
gerçekleştirmek amacıyla katlanılması gereken zararlı bir yololarak algılarlar
ve bu nedenle de kendine yeterli bir ekonomik yapı oluşturmaya gayret ederler.
Merkezi planlı ekonomiler arası ticaret genellikle ikili ticaret anlaşmaları
(bilateral trade agreements) ve kütlesel veya blok satınalımlar (bulk pruchasing) çerçevesinde yürütülür. ikili ticaret anlaşmaları, genellikle malın malla
değişimi esasına göre yürütüıür (trampa ekonomisi) ve burada her bir ülke
ile ticaretin dengelenmesine özen gösterilir. Kütlesel satınalım anlaşmaları,
esas olarak, bir ülkeye ait bir devlet ticaret şirketinin, başka bir ülkenin devlet ticaret şirketinden, belli bir malın belli bir miktarının belli bir süre ile satın
alınmasını sağlayan anlaşmalardır.
Merkezi planlı ekonomilerin, piyasa ekonomileriyle yaptığı ticarete gelince.
Bu ticaret, günümüzce, toplam dünya ticaretinin yaklaşık % 4'ünü oluştur­
maktadır. Bu ticaret, nitelik olarak, genellikle gelişmekte olan ülkelerin geliş­
miş piyasa ekonomileri ile yaptığı ticarete benzer. Bu ticarette, doğu bloku
ülkeleri ham madde, enerji ve emek yoğun ürünler karşılığında Batıdan genellikle high-tech: ürünler alırlar. Devletin dış ticarette bilfiil rol alması, ayrıca,
merkezi planlamayla yönetilmeyip pazar ekonomisini uygulamaya çalışan
bazı gelişmekte olan ülkelerin tarımsal ürün ihracatları açısından da söz
konusu olabilmektedir.
125
ÖZET VE SONUÇ
esas olarak, özellikle 1970'lerden sonra uluslararası ticarete
vuran 'yeni korumacılık' olgusunun kökenlerini araştırmakta,
günümüzde uluslararası ticarete egemen olan korumacı eğilimleri incelemekte ve bu korumacılık türünün politika araçlarının iktisadi etkilerini irdelemeye çalışmaktadır.
Bu
çalışma,
damgasını
Yeni korumacılığın nasılortaya çıktığını ve niteliklerini kavrayabilmek için
1970 öncesi ve sonrası dönemleri karşılaştırmak gerekir. 2.savaş sonrasındaki ilk 25 yıl, dünya üretim ve ticaretinin evvelce görülmemiş bir hızla
geliştiği bir dönem olmuştur. Bu gelişmelerin konumuz açısından önemli olan
yanı, dünya ticaretinde liberalleşme eğilimleri için uygun bir ortam yaratmış
olmasıdır. Bu ortamda, GATT'ln önderliğinde gerçekleştirilen çok yanlı uluslararası ticaret görüşmeleri sonunda, özellikle tarife oranlarında önemli indirimler gerçekleştirilmiştir. Bu açıdan bakıldığında, 1948-1960 döneminin,
genel çizgileri, ile, dünya ticaretinde liberalleşme eğilimlerinin güç kazandığı
bir dönem olduğunu söyleyebiliriz. Bununla beraber, bu dönemde dünya
ticare-tinde genelde liberalleşme yönünde adımlar atılırken, bir yandan da,
özellikle bu gelişmelerin vangardı (öncüsü) konumundaki ABD'de 'gizli korumacılık' eğilimlerinin filizlendiğine tanık olunduğunu belirtmekte yarar vardır.
Yeni korumacılık olgusunun tipik özelliklerinden biri olan bu çelişkili durumun, 1970'1i yıllardan sonra giderek belirginlik kazandığı görülmüş ve özellikle
1973 petrol şokundan sonra, yukarıda sözü edilen olumlu gelişmelerin tersine döndüğüne tanık olunmuştur. Ve bu tersine dönüş, gelişmiş piyasa
ekonomileri diye adlandırılan ülkelerde 'yeni korumacılık' diye nitelendirilen
politikaların gündeme gelmesine yolaçmıştır. 1930'ların korumacı politikalarından önemli ayrılıklar gösteren bu politikaların belirgin niteliklerinden bir
tanesi de uluslararası ticaretin gelişmesinin önüne "tarife dışı dış ticaret engelleri" diye bilinen engelleri koymasıdır. Türleri binlere yaklaşan ve dünya
üretim, ticaret ve refahının gelişmesini ciddi bir şekilde tehdit eden bu engellerin, Türkiye'nin de içinde bulunduğu "yeni sanayileşen ülkeler" in ihracatlarını önlediği ve günümüzde liberalleşme vagonunu bu ülkeler çekerken,
yeni korumacılık olgusunun faturasının paradoksalolarak ve ülkelere ödettirildiği görülmektedir. Bu olgunun çok yönlü irdelenmesi bu açıdan önemlidir
ve bu çalışma da esas olarak bunu gerçekleştirmeye çalışmıştır.
Çalışma
macılığa
dört ana bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde ülkeleri koruiten nedenler araştırılmış ve korumacılığın, ancak belli koşulların
126
gerçekleşmesi
durumunda ülkenin refahını artırabileceği, bu koşulların
gerçekleşmesinin büyük sanayi ülkeleri açısından daha kolayolduğu ve
korumacılık lehinde ileri sürülen görüşlerin çoğunun, özünde, yanlış iktisadi
temellere dayandırıldığı gösterilmiştir. Bu bölümün temel iktisat politikası
öğretisi şudur: Yurt içindeki iktisadi sorunların çözümü amacıyla dış ticarete
müdahale edilmemeli, sorunlara kaynağında müdahale edilmelidir. Teorinin
öğretisi bu olmakla beraber ülkelerin uygulamada bu kuralı genelinde ihlal
ettiklerini ve dış ticaretin engellenmesini yurtiçindeki iktisadi hastalıkları tedavi
etmenin bir ilacı olarak kullandıklarını görmekteyiz.
Diğer
bölümlerde ulaşılan sonuçlar da gözönüne alındığında, bu aşamada
şöyle bir yorum yapmak mümkün gözükmektedir: Kuramsal açıdan bakıl­
dığında korumacı politikalar, genelinde, yanlış temellere dayandırılmıştır. Serbest dış ticaret ise ülkelerin ve dünyanın refahını artırıcı etkilere sahiptir. Diğer
bir deyişle, kuramsal açıdan serbest dış ticaret bir "cennet" vaadetmektedir.
Bununla beraber, olaya uygulama (dünya deneyimi) açısından bakıldığında,
'serbest uluslararası dış ticaret'in, özellikle iktisaden "küçük" ülkeler açısından
bir "serap" olabileceği ve eğer oyunun kuralları iyi bilinmiyorsa, tek taraflı
liberalizasyonun ülkenin refahını azaltabileceği görülmektedir. Dış ticarette
liberalizasyona giderken, bunun getirdikleri ile götürdüklerinin hesabının iyi
yapılması, diğer ülkelerin nasıl bir uygulama içinde olduklarının iyice araştırıl­
ması ve asıl amacın dünya refahının değil, fakat ülke refahının artırılması olduğunun unutulmaması gerekir. Oyunun kuralı budur.
Çalışmanın
ikinci bölümünde, esas olarak çok yanlı bir ticaret anlaşması
ortam hazırlayan iktisadi koşullar ele alınmış ve
GATT'I~ oluşturmaya çalıştığı dünya ticaret sisteminin temel nitelikleri vurguIanmıştır. GATT'ın esas politika amacı (bir ulusu veya dünyayı oluşturan)
bireylerin müşterek ekonomik 'refahlarını maksimize etmek değildir. GATT,
esas amacı, ulusal devletlerin belli politik amaçlarını gerçekleştirmek veya
korumak olan uluslararası yasal bir dökümandır. Çalışmada, GATT'ln temel
hedeflerinin esas olarak politik hedefler olduğu, ekonomik öğelerin bu politik
hedefleri kuşkusuz etkilediği gösterilmiş; GATT'ln bazı ekonomik çıkarları
artırmasının sözkonusu oldUğu durumlarda ise bu çıkarların, tüketicilerin
çıkarları olmaktan çok, politik açıdan daha etkili olan üreticilerin çıkarları
olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
olan
GATT'ın kuruluşuna
GATT ilkelerinin en önemli iki tanesi, GATT üyesi ülkelerin dış ticaret
ilişkilerinde birbirlerine karşı ayırım gözetmemesi koşulunu getiren 'ayırım
gözetmeme' ('en çok kayırılan ülke') ilkesi ve 'karşılıklılık' ilkesidir. En çok
127
kayırılan ülke ilkesi, GATT anlaşmasının temel direği niteliğindedir ve üye
ülkeler bu ilkeye hiç koşulsuz uymak zorundadil lar. Fakat uygulamada, bu
ilkeye uymaktan çok uymamanın sözkonusu olduğu görülmektedir. Bu
durum, GATT'a olan güveni azaltmakta ve GATT çerçevesi dışında yer alan
ve uluslararası ticaret sistemini yıkıcı etkileri olan çeşitli uygulamalar (tarife
dışı dış ticaret engellerinin yaygın bir şekilde uygulanmasına) kaynaklık etmektedir.
Uluslararası
ticarette korumacı eğilimlerin artmasına ortam hazırlayan bir
diğer neden de GATT kuralllarının uygulanmasına ilişkin 'istisnalar'dır. Bu istisnalar, ifadesini çeşitli GATT maddelerinde (Madde Vi; Xi; Xii, XVi; XViii; XiX,
XXi; XXIV; XXV; XViii) bulmakta ve esas itibariyle, ewelce gerçekleştirilen
tarife indirimlerinden vazgeçme olanağı sağlamaktadır. Bir diğer deyişle,
GATT'I oluşturanlar, bu maddeler çerçevesinde bir 'safeguards' ('himaye')
kuralı geliştirmişler ve çıkarları zedelenen ve indirimlerden zarar gören sektörlere 'belli koşulların gerçekleşmesi' durumunda, yeniden koruma önlemlerine
. başvurabilme olanağı tanımışlardır. Üzerinde en çok tartışılan ve bu çalış­
manın bütünü açısından esas önemli olan GATT maddesi Madde XIX'dır. Bu
madde, belli bir ürünün ithalatında ani yükselmelere karşı acilen koruma
önlemleri uygulanabilmesine olanak sağlamakta ve bu uygulamanın geçici
bir süre için geçerli olacağı hükmünü getirmektedir (Bu madde, üründe
seçiciliğe izin verir, fakat ülkeler arasında ayırımcılığa izin vermez).
Uygulamada, özellikle gelişmiş ülkelerin, GATT'ln imkan tanıdığı 'istisnalar'dan genellikle yararlanmama yolunu seçtiklerini, yararlandıklarında da bu
istisna maddelerinde getirilen kurallara uymadıklarını görmekteyiz. Bunun bir
nedeni, bu maddelerin ifade tarzının son derece müphem oluşudur. Bu
durum, GATT üyelerinin 'himaye' önlemlerini birbirlerinden çok farklı şekiller­
de uygulamaları ile sonuçlanmış, her ülke maddeleri dilediğince yorumlayıp
dilediği gibi uygulamıştır. Tüm bunların sonucu, GATT'ln yaratmaya çalıştı­
ğından çok daha farklı bir dünya ticaret sisteminin yaratılması olmuştur: Yurtiçi
üretime kıyasla artış gösteren her türlü ithalat artışı, uygulamada ithalatı
sınırlama girişimlerine neden gösterilmiştir. Başlangıçta, geçici bir süre için
uygulamaya kQnulmuş olan korumacı önlemler, dış ticaret politikalarının
sürekli bir öğesi durumuna getirilmiştir. Kurallara göre, alınan himaye önlemJerinin, uygulamadan olumsuz etkilenmesi sözkonusu olan ülkelere önceden
bildirilmesi gerekirken buna pek uyulmamış, tazminat verilmesinin gerektiği
durumlarda da çoğu kez bir ödeme yapılmamıştır. Ayırım gözetmeme ilkesine
rağmen çoğu 'himaye' önlemi, seçici bir şekilde, belli ülkelere yöneltilmiştir.
128
Ayrıca, alınan çoğu
önlem esas olarak miktar kısıtlamaları şeklinde olmuştur
(ki bu da Madde XI'e göre yaksaktır). Özetle, GATT kurallarına uyma konusunda 'kurallar uyulmamak için konur' anlayışı geçerli olmuştur.
Tüm bu gelişmeler, sistemin, Türkiye'nin de içinde yer aldığı 'yeni sanayileşen ülkeler'in aleyhinde işlemesi sonucunu doğurmuştur. Konunun bu
ülkeler yönünden taşıdığı önem nedeniyle, GATT ve AGÜ'ler konusu 2.
Bölümde ayrı bir alt-bölüm olarak ele alınmıştır. Önemli olmaları nedeniyle
ayrı alt-başlıklar altında incelenen diğer konular, GATT'ln sübvansiyon ve ver.giler konusuna yaklaşımı, GATT ve antidamping politikası ve GATT'da tarım
ve tekstil politikalarıdır. Bu alt-bölümlerde ulaşılan önemli bulgu ve sonuçlardan bazılarını şöyle özetlemek mümkündür:
- AGÜ'ler, Genel Tercihler Sistemi (GSP) ve GATT Madde XViii (B) ve XViII
(C) nedeniyle özel ve ayrıcalıklı muamele görme hakkına sahiptirler. Bu ülkeler
'karşılıklılık' ilkesini uygulamak zorunda değildirler. Fakat bu ayrıcalıklar gör~­
nüşte kalmış, uygulamaya gereğince geçirilememiştir.
- Ayrıca, gelişmekte olan ülkeler açısından son derece önemli olan tarım
ve tekstil, GATTçerçevesine sağlıklı bir şekilde alınmamıştır ve bu konulardaki
GATT kuralları yeterince emredici değildir.
- GÜ'ler tarımı sanayiden çok korurlarken, AGÜ'lerin sanayiyi ~arımdan
daha çok korudukları görülmektedir. Bu durum da GATT'ın 'karşılıklılık'
ilkesinin uygulanabilirliğini olumsuz yönde etkilemekte ve GÜ'lerin AGÜ'ler
üzerinde, sanayideki koruma oranlarını düşürme yönünde baskı yapmasına
yolaçmaktadır.
- Tekstil konusu Çokelyaflılar Anlaşması çerçevesinde düzenlenmektedir.
Bu özel düzenlemeden amaç, GÜ'lere, ilgili sanayilerinde gerekli olan yapısal
değişiklikleri gerçekleştirebilmeleri için bir 'soluk alma' olanağı sağlamaktır.
Fakat uygulamada, bu 'soluk alma' döneminin bir türlü bitmediği ve düzenlemenin çeşitli kereler tadil edilerek giderek daha kısıtlayıcı bir nitelik kazandığı ve AGÜ lere yönelik ayırım gözetici uygulamaların gittikçe yoğunlaştığı
görülmektedir.
- Uruguay Dönemi toplantıları sırasında GÜ'ler tarafından GATT çerçevesine alınmaya çalışılan konuların da gelişmekte olan ülkelerin çıkarları ile
çeliştiğini söyleyebiliriz. Bu konular, hizmetler sektörü ile ilgili uluslararası
ticaret (bankacılık, sigortacılık, telekomünikasyon, bilgi işlem, yüksek teknoloji gibi), ticaret bağlantılı yatırım koşulları, taklit üretim ve entellektüel mülke
ilişkin haklarla ilgilidir. Daha önce birçok konuda olduğu gibi GÜ'ler bu
129
konulardaki isteklerini de AGÜ lere dayatma çabası içinde olmuşlardır.
- GATT Madde XVı'4, birincil ürünler dışındaki ürünlere ihracat sübvansiyonu verilmesini yasakl2.mış olmakla beraber, kalkınmakta olan ülkeler
GATT'ln bu maddesine katılmamışlardır.
- GATT kuralları, sübvanse edilen yabancı ihracata karşı, ithalatı yapan
ülkeye, belli koşullara bağlı olarak, ithalatı üzerine telafi edici vergi koyma
hakkını tanımaktadır. Yabancıların verdiği sübvansiyondan (bu bir üretim veya
ihracat sübvansiyonu olabilir) bir ihracat sektörünün zarar görmesi durumunda ise, olumsuz etkilenen ülke, GATT kurallarına göre, yalnızca ve eğer GATT
Sübvansiyon Komitesi tarafından yetkilendirilirse karşı önlem alabilmektedir.
Bu durum, gelişmekte olan ülkeler açısından bir haksız rekabet ortamı yaratabilir ve ihracat pazarlarının ve gelirlerinin azalması sonucunu doğurabilir.
- GATT Sübvansiyon Kodu'ndaki ifadeler, gelişmiş ülkelerin devlet sübvansiyonlarını savunmalarına ortam hazırlayıcı bir ifade tarzına sahiptir. GÜ'lerin
bu durumdan yararlanarak konuyu suiistimal ettikleri sık rastlanan durumlardandır.
.- GATT Madde Vi, iç piyasada dampinge konu olan mallara karşı ithalata
getirilmesine olanak sağlamaktadır. GATT Antidamping Kodu'nda, damping uygulamasına açıkca karşı çıkılmakla beraber, "antidaınp­
ing uvgulamalarının, uluslararası ticaret üzerinde haklı gösterilemeyecek bir
engeloluşturmaması gerektiği" de açıkca ifade edilmektedir. ATın antidamping yasası, GATT Antidamping Kodu'nun lafzı ve ruhu ile uyum içindedir. Bu
yasa ayrıca, antidamping uygulamalarının, uluslararası ticareti azaltma tehlikesine karşı ek bazı önlemler de getirmektedir. Bu yasada, AT üyesi ülkelerin
değil, bir bütün olarak ATın çıkarları savunulmaya çalışılmaktadır. Yasaya
göre, damping in neden olduğu ileri sürülen hasarı kanıtlama görevi ithalatçıya
aittir. Damping konusu, suiiS'1imale son derece açık bir konudur ve uluslararası ticaretin en çok tartışılan konularından biridir.
sınırlamalar
Çalışmanın
3. bölümünde, 1960'Iı yıllardan beri varolan ve 1970'Ii yıllardan
başlayarak dozu giderek artan 'Yeni korumacılık' olgusunun yasal ve ekonomik kökenlerine inilmeye çalışılmıştır. Bu yapılırken, yeni korumacılık açı­
sından ülkeler "etkileyen" ve "etkilenen" diye iki gruba ayrılmış ve yeni korumacılığın kökenleri ABD, AT ("etkileyen ülkeler") ve yeni sanayileşen ülkeler
("etkilenen ülkeler") açısından ayrı ayrı ele alınmıştır. Bu bölümde ulaşılan
sonuçlardan bazılarıni şu şekilde özetleyebiliriz:
- ABD, GATT öncülüğünde gerçekleştirilen çok yanlı tarife indirimleri
130
görüşmelerinde
en aktif üye rolünü üstlenmiş olmakla beraber, ilk yeni korumacılık önlemlerinin ABD'de başladığı görülmektedir. Burada açık bir çelişki
olduğu kuşkusuzdur. Bu çelişki, ayrıca yeni korumacılığın önemli bir niteliğine
ışık tutmaktadır: ABD görünürde serbest ticaretin öncüsü ve savunucusu
rolünü oynadığı için, ABD'nin uyguladığı korumacı ülkeler klasik koruma C't(açlarını içermemektedir. Bu araçlar, tespit edilmesi güç araçlardır. Bu araçların
sayısı binlere ulaşmakta ve diğer gelişmiş ülkelerde de yaygın bir kullanım
alanı bulmaktadır.
- ATa üye ('ılkeler, Roma Antlaşmasının serbest dış ticareti öngören
hükümlerine karşın, çeşitli yollarla koruyucu stratejiler geliştirmişlerve uygulamaya knyabilmişlerdir. Bu konuda, üye ülkelerin homojen bir yapı oluştur­
duğunu söylemek mümkün değildir. AT üyesi ülkeler, ithalatın ekonomileri
için tehlike oluşturduğunu hissettikleri anda Roma Antlaşmasının 115. maddesine başvurmakta ve ithalatı engellemekte tereddüt etmemektedirler.
Topluluk dışı ülkelere karşı uygulanan korumacı önlemler, ayrıca, ithalatla ilgili
Ortak Mevzuatın 12. maddesinin 2.paragrafl tarafından da teşvik edilmektedir.
"idari Korumacılık" diye adlandırılan korumacılık yöntemi de ATda yaygın bir
kullanım alanı bulmakta ve AT üyesi ülkeler, bu tür korumacılığı engellemeye
çalışan GATT Standartlar Kodu'nu görmezlikten gelmektedirler.
- Yeni korumacılığın en belirgin özelliklerinden bir tanesi, sınırlı say'ıda sek~
törle, daha doğrusu sınırlı sayıda ürünle (tekstil, elektronik aletler, ayakkabı,
gemi inşa, çelik, otomobil gibi) ve bu ürünleri ihraç eden sınırlı sayıda ülke ile
(özellikle Japonya ve YSÜ'ler) sınırlı kalmış olmasıdır. Bu olgunun bir diğer
niteliği de şudur. "Çeşitli ülkelerde uygulanan korumacı önlemlerin birbirine
benzer olması, bu önlemlerin, bu ülkelerin kendilerine özgü bazı sorunların­
dan değil, benzer ekonomik yapılara sahip sanayi ülkelerini etkileyen glöbal
düzeydeki bazı güçlerden kaynaklandığına işaret etmektedir". (Bergsten ve
eline, 1983, s.70).
Çalışmanın
4. Bölümünde yeni korumacılığın politika araçlarının (tarife dışı
dış ticaret engellerinin) ekonomik etkileri incelenmiştir. Türleri binlere varan
tarife dışı engeller (TDE), önce "doğrudan" ve "dolaylı" TDE olarak ikiye, daha
sonra da miktara ilişkin olanlar, mali olanlar ve idari olanlar şeklinde üçe
ayrılmıştır. Bu araçlardan teorik analize elverişli olanlar önce teorik analize
tabi tutulmuş, daha sonra da, bu araçların kullanımına ilişkin dünya deneyimi,
yani uygulamada bu araçların çeşitli ülke veya ülek grupları tarafından ne
şekilde, hangi sektörlerde ve hangi yaygınlıkta kullanıldıkları konusu, teorik
analizi tamamlar bir şekilde ele alınmıştır.
131
Dördüncü bölümde
mümkündür:
ulaşılan
sonuçlardan
bazılarını şu şekilde
özetlemek
- Ulusal üretimin bir tarife uygulaması yoluyla artırılabilmesi ancak kaynakların etkin dağılımının bozulması ve ekstra kaynak maliyetlerinin yüklenilmesi
pahasına gerçekleştirilebilecektir. Tarife uygulaması, ayrıca, korunan sektördeki faktör gelirlerini de etkileyecek ve ülkede kıt olarak bulunan üretim
faktörünün getirisinin reelolarak artmasına yolaçacaktır.
- Fiyat mekanizmasının işleyişi, kaynakların etkin dağılımı ve dinamik etkiler açısından tarifeler kotalardan üstündür.
- Ulusal üretimin artırılabilmesi açısından, üretim sübvansiyonları, tarifelerden daha dolaysız bir politika aracıdır ve iktisadi açıdan tarifelere üstündür.
Bununla beraber, tarifelerin fon yaratıcı, sübvansiyonların ise fona gereksinme gösteren bir araç olduğunu da unutmamak gerekir.
- Gönüllü ihracat sınırlamaları, (GiS), kotalara bEmzer ekonomik etkilere
sahiptir. Bununla beraber, GiS durumunda gelir, ulusal ithalatçıya veya devlete doğru değil, yabancı ihracatçıya, yani yurtdışına doğru yeniden dağıla­
caktır. Bu nedenle, GiS'in neden olduğu bu gelirin yeniden dağılımı olgusunu,
uygulamanın bir ekstra maliyeti olarak yorumlamak gerekir. ilginçtir ki, bu
olumsuzluklarına karşın GiS uygulamaları uluslararası arenada giderek yaygınlık kazanmaktadır. Bunun nedeni, GiS'in, GATT çerçevesi dışında olması
ve ülkelerin, GATT'ln zorunlu kıldığı 'karşılıklılık' yükümlülüklerini yerine getirmelerine gerek bırakmamasıdır.
- Tarife-kota uygulamalarının yaygınlık kazanmasının en önemli nedeni,
Genel tercihler sistemi (GTS) olarak adlandırılan uygulamalardaki gelişmeler­
dir. Bu yolla, GÜ'ler pazarlarını AGÜ'lere bir dereceye kadar açmaktadırlar.
Bununla beraber, GTS çerçevesinde uygulama alanı bulan tarife-kotaların
AGÜ'lere yarar sağladığı konosu tartışmalıdır.
- ihracatın sübvanse edilmesinin esas mantığı, karşılaştırmalı olarak dezavantaja sahip olan sektörlerin himayesi yerine, ithalatı ikame eden sektörlerde
istihdam dışı kalan kaynakları, karşılaştırmalı olarak daha avantajlı olan ihracat sektörlerine kaydırmaktır. Burada sübvanse edilen, ihracata konu olan
malın yurtiçi üretimi değil, ihraç edilen kısmıdır. ihracat sübvansiyonu, aslında
bir nevi damping uygulamasıdır.
- Uluslararası anlaşmalara göre yasalolmamakla beraber bir çok ülke, gizli
veya yarı gizli yollarla ihracatlarını sübvanse etmekte ve bu amaçla çok çe-şitli
araçlar kullanmaktadırlar (ihracat sübvansiyonlarının GATT kurallarınca
132
yasaklanmasının
nedeni
'haksız
rekabet'e
yolaçmasıdır).
- ihracatçı ülkelerin ihracatlarını sübvanse etmesi, ithalatçı ülkede tüketicileri ödüllendirirken üreticileri cezalandırılacaktır. Net etki, ithalatçı ülkenin
refahının artmasıdır. Bu refah artışı, ihracatçı ülke vergi mükelleflerince finanse
edilmektedir.
- GATT kuralları, ihracat sübvansiyonlarından zarar gören ülkelerin ithalatları üzerine telafi edici (denkleştirici) vergi koymalarına olanak tanımaktadır.
- GATT, sınai ürünlere sağlanan ihracat sübvansiyonlarını açıkca yasaklarken, tarımsal ürünlere ilişkin bu tür bir açık yasaklama yoktur. çoğu sanayileşmiş ülke (AT, ABD, Japonya gibi), tarım sektörlerini yoğun bir şekilde desteklemektedirler. Bu desteğin bir nedeni de, gelişmekte olan ülkeler üzerinde
politik baskı uygulamaktır. Görüldüğü gibi, GATT kuralları, GÜ'lerin karşıl.aş­
tırmalı üstünlüğe sahip olduğu sanayi üretiminde ihracat sübvansiyonu verilmesini yasaklayarak AGÜ'lerin bu sektörü subvanse etmesini engellerken,
AGÜ'lerin karşılaştırmalı üstünıüğe. sahip olabileceği tarımsal üretimde
sübvansiyona olanak tanıyarak, GÜ'lerin tarımsal üretimlerini artırabilmelerine
ve bu yolla AGÜ'ler üzerinde baskı oluşturabilmelerine ortam hazırlamaktadır.
- Evvelce de ifade edildiği gibi, sübvansiyonlar, kaynak yaratan deği, bir
gereksinme duyuran politika araçlarındandır. Sübvansiyonların toplam değeri bize, toplanması gereken vergi hasılatı konusunda bir fikir verecek;
vergi hasılatı artırılamıyorsa, belli alanlara sübvansiyon verilmesi, ancak, devletin başka alanlara verdiği hizmeti azaltması pahasına gerçekleştirebilecek­
tir. Sübvansiyonlar için kaynak yaratılmasının belli bir maliyeti vardır. Vergi
oranı arttıkça, vergi hasılatı sağlamanın, dolayısıyla da sübvansiyonların, marsinal refah maliyeti de artacaktır. Yapılan çalışmalar, ABD'de vergi hasılatını
$1 daha artırabilmenin marjinal refah maliyetinin $ 1.15 ile $ 1.50 arasında
değiştiğinin ve vergi oranları daha yüksek olan AT ülkelerinde bu maliyetin
çok daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, sübvansiyon
talebinde bulunurken, bu noktanın da akılda bulundurulması gerektiği unutulmamalıdır. Sübvansiyonların uygulamadaki önemine ilişkin istatistiki, bilgilerde ulaşılan sonuçları da ana çizgileri ile şu şekilde özetleyebiliriz:
kaynağa
Olaya, tüm sektörlere sağlanan toplam sübvansiyonların GSYiH içindeki
payı açısından yaklaştığımızda, OECD ortalamasının 1970'Ierin başında % 1.1
olduğunu, bu oranın 1980'Ierin başından itibaren yükselmeye başlayarak %
1.6'ya yükseldiğini görmekteyiz. ABD ve Japonya'nın ortalamanın altında yer
alması ilginçtir. Almanya, Fransa, italya ve Birleşik Krallık ise, sübvansiyon
133
üzerinde kaynak ayıran ülkeler olarak gözükmektedir.
Komşumuz Yunanistan'ın sübvansiyonlara ayırdığı kaynak ise OECD ortalamasının bir hayli üzerindedir. Yunanistan, GSYiH'nın % 6.6 sını sübvansiyonlara ayırmaktadır. Türkiye'nin subvansiyonlara a~/ırdığı pay ise devamlı olarak
OECD ortalamasının altında seyretmiştir. Diğer bir ilginç nokta da, OECD
ülkeleri genelinde sübvansiyonların GSViH içindeki payı yükselme eğilimi
gösterirken, Türkiye'de bu payın düşme eğilimi göstermekte oluşudur.
OECD
ortalamasının
- Olaya, sübvansiyonların sektörel dağılımı açısından baktığımızda, GÜ'lerde sanayi sektörünün, genel tarım sektöründen daha düşük oranlarda sübvanse edildiğini görmekteyiz. Oran olarak durum böyle olmakla beraber,
GÜ'lerde tarım sektörünün toplam GSViH içindeki payı bir hayli düşük olduğu
için, sanayi sektörüne tahsis edilen toplam kaynak miktarının tarıma ayrılan
kaynak miktarından daha büyük olduğunu söyleyebiliriz.
- çoğu ülkede sanayi sektörüne sağlanan sübvansiyonlarla ilgili bilgi yoktur, olan bilgiler de bir hayli düzensiz ve eskidir. ABD ve Japonya'nın sanayi
sektörünü çok .düşük oranlarda destekledikleri görülmektedir. Birleşik
Krallıkta ve Y. Zelanda'da tüm sübvansiyonlar yanında sınai sübvansiyonların
da, devletin ekonomiye müdahalesinin azaltılması programı çerçevesinde
düşme eğilimine girdiği izlenmektedir. isveç, irlanda ve Norveç ise sanayi sektörlerini diğer ülkelerden bir hayli yüksek bir oranda desteklemektedirler.
- Olaya, sanayi sektörüne verilen sübvansiyonların toplam devlet harcamaları içindeki payı açısından baktığımızda, en düşük oranın ABD'de olduğu
görülmektedir. (ABD'de sınai subvansiyonların toplam devlet harcamaları
içindeki payı 1970-74 döneminde % 0.7 iken bu oran 1985-86 döneminde
% 1.2'ye çıkmıştır). Almanya, italya, Fransa ve Birleşik Krallıkta bu oran
ABD'nin bir hayli üzerindedir.
- Vapılan çalışmalar, AT'de verilen sınai sübvansiyonların ortalama % 65
inin 'alt-sektör spesifik' amaçlarla verildiğini, % 15.6'slnın bölgesel kalkın­
maya yönelik olduğunu, küçük ve orta ölçekli sanayiye giden payın ortalama
% 4.3, araştırma-geliştirmeye (A&G) giden payın ise % 5.2 düzeyinde
bulunduğunu gös.termektedir. EFTA ülkelerinin A&G'ye ayırdıkları payın, AT
ortalamasının yaklaşık üç katı olması ilginçtir.
..~ Olaya imalat sanayiinin sübvansiyonu açısından baktığımızda, 1981-1986
döneminde, o dönemde AT üyesi olan 10 üikede, imalat sanayiine sağlartan
devlet desteğinin sektörel GSViH içindeki payının ortalama % 5.1 olduğunu
görmekteyiz. Bir diğer deyişle devlet, bu dönemde imalat sanayiini,'bu sana-
134
yide yaratılan GSYiH'nın % 5.1 'i oranında desteklemiştir. Araştırmalar, AT'da
imalat sanayiine sağlanan devlet desteğinin 1986 yılından sonra (Yunanistan
dışında) azalma eğilimine girdiğini göstermektedir. EFTA ülkelerinde ise, sözkonusu oranın 1984-87 döneminde % 1.8 olduğu hesaplanmıştır (Ülke grupları arasında karşılaştırma yaparken ihtiyatlı olmak gerektiğini burada anımsa­
talım. Buııun nedeni, OECD, AT ve EFTA kaynaklarında sübvansiyonların
gerek kapsamının gerekse hesaplanma yönteminin birbirinden bir hayli farklı
olmasıdır. Örneğin, OECD tanımı, sübvansiyonu dar anlamı ile aldığından,
OECD ülkelerine ilişkin oranlar, AT ve EFTA oranlarından daha düşük çıkmak­
tadır).
- Yapılan çalışmalar, gerek AT (Almanya ve Portekiz hariç) gerekse EFTA
ülkelerinde imalat sanayiinde en önemli sübvansiyon aracı olarak hibelerin
kullanıldığını göstermektedir. Hibelerin toplam içindeki ağırlığı AT'da % 49,
EFTA'da % 58 dir. Vergi muafiyetlerinin toplam içindeki ağırlığının ise AT'da
% 30 olduğu görülmektedir. Hibeler.in büyük bir oranının, üretimi desteklemekten çok sermaye oluşumuna katkıda bulunmak üzere verilmesi ilginçtir.
AT ülkelerinde düşük faizli kredilbrin toplam içindeki payının % 8, EFTA'da
ise % 18 olduğu hesaplanmıştır. Ortalamalar bu şekilde olmakla beraber,
ülkelerin araçları farklı yoğunluk ve yaygınlıkta kullanıldıklarını unutmamak
gerekir.
Olaya, ihracata sağlanan sübvansiyonlar açısından yaklaştığımızda, şun­
ları söylemenin mümkün olduğu görülmektedir:
- ABD ve Japonya, 1952-1990 döneminde, gayri safi yurt içi hasılalarından
ihracatın subvansiyonuna en az payayıran ülkeler olarak göze çqrpmaktadırlar. ABD, GSViH'slnın 1952 yılında % 0.11 'ini ihracat sübvansiyonlarına
ayırırken, bu payın 1980'de % 0.43'e yükseldiği, aynı oranların Japonya için
% 0.79 ve % 1.32 olduğu görülmektedir. ihracat sübvansiyonlarının GSYiH'ya
oranının 1952-1980 döneminde tüm belli başlı sanayi ülkelerinde artı'] gösterdiği gözlenmiştir.
. - 1986-1988 döneminde AT ülkelerinde ihracat sübvansiyonlarının toplam
sübvanı;>iyonlar içindeki payının ortalama % 6, EFTA "'Qlkelerinde ise % 9
olduğu hesaplanmıştır. Ortalamalar böyle olmakla beraber, ülke uygulamalarının çok farklı olduğu gözlenmiştir. Örneğin Almanya, Hollanda ve Portekiz'de ihracata verilen sübvansiyonların toplam sübvansiyonlar içindeki payı
% 1 kadar düşük iken bu payın Yunanistan'da % .29, irlanda'da % 28 ve
isviçre'de % 21 olduğu görülmektedir.
135
- ihracat kredi sübvansiyonlarının OECD ülkelerinde sınai sektörler ara1979-1985 döneminde bu sübvansiyonlardan en büyük payı enerji, taşımacılık ve inşaat sektörlerinin aldığı ve dönem
boyunca taşımacılık sektörünün payının arttığı görülmektedir.
sındaki dağılımı incelendiğinde,
Tüm bu söylenenlerden sonra son söz olarak şunları söylemek sanırım
pek de yanlış olmayacaktır. Tanınmış iktisatçı Henry George'un ifade ettiği
gibi, barış dönemlerinde korumacı politikalar izlemek, savaş dönemlerinde
düşmanlarımızın bize vermek istedikleri zararları kendi kendimize vermemiz
sonucunu doğuracaktır. Bu görüş özü itibarıyle doğrudur. Bununla beraber,
korumacı politikaların, yani ulusal sanayilerin ve tarımın dış rekabete karşı
korunması arzusunun kökeninde esas olarak yapısal dengesizliklerin yattığı
da bir gerçektir. Bu dengesizlik, ülkelerarası bir yapısal dengesizliktir ve bu
dengesizlik arttıkça korumacılığın da artacağını söylemek bir keh€met olmayacaktır. Bir diğer deyişle, uluslararası arenada ticaret partnerleri arasında
çeşitli sektörlerdeki verimlilik artış hızları farklılık gösterdikçe ve yapısal uyum
yönünde alınan önlemlerin sonuçlarının alınması uzun zamana yayıldıkça,
korumacı önlemler, en azından kısa dönemde, karşılaşılan sorunların üste- .
sinden gelmenin tek çıkar yolu olarak algılanacaktır. Dolayısıyla, burada
söylenebilecek tek şey, dengesizliğin boyutu ve dozu değiştikçe, korumacılığın da nitelik değiştireceği ve fakat varolmaya mutlaka devam edeceğidir.
Bu nedenle, dış ticaret politikaları oluşturulurken, politika yapımcılarının olaya
bu açıdan bakmalarında sanırım sayısız yarar vardır. Uluslararası ticaretin
politik bir yönünün de olduğu unutulmamalıdır. Liberalizasyonu savunmak
başka şeydir, ülke çıkarlarını savunmak başka. Bu yönde adımlar atılmasının
dünya refahına katkıda bulunacağı kesindir. Fakat bu, ulusal çıkarların
savunulmasının önüne geçmemelidir. Liberalizasyon uygulamasına çok hızlı
ve ön hazırlıksız gidilmemeli, ulusal sanayi dampingli ithalat konusunda
olduğu gibi haksız rekabete karşı korumasız bırakıımamalı ve ulusal sanayii
korumanın ve teşvik etmenin yolları aranmalıdır. Oyunun kuralları bunu gerektirmektedir.
136
YARARLANıLAN
KAYNAKLAR
Adlung, R., 'Non-Tariff Barriers and The Uruguay Round'; Intereconomics,
Jan/Feb, 1990, ss. 24-27.
Aho, C.M. ve Aronson, J.D., Trade Talks: America better Listen! New York:
Council on Foreign Relations, 1985.
Altvater, E., 'Structural Change in the World Economy and Forms of Protectionism! Intereconomics, Nov./Dec. 1988, ss. 286-296.
Anderson, K. ve Hayami, Y., The Political Economy of Agricultural Protection,
Boston: Alien and Unwin, 1986.
Arslan, i. ve Wijnbergen, S., 'Export Incentives, Exchange Rate Policyand Export Growth in Turkey'
Balassa,
B.,
'Subsidies and Countervailing Measures: Economic
Considerations'. Journal of World Trade, 1989, NO.23. ss. 6379.
Balassa, B. ve Sharpston, M., Export Subsidies by Developing Countries: Issu es of Policy, Commercial Policy Issues, NO.2. (Geneva,
Graduate Institute of International Studies, 1977).
Baldwin, R., Trade Policy in a Changing World Ecohomy, The Universty of
Chicago Press, 1988.
.
\
Baldwin, R. ve Murray, T., 'MFN, Tariff Reductions and ~DC Benefits Under
the GSP', Economic Journal, LXXXVII, 1977, ss. 30-46.
Barkema, A. et. aL., 'Agriculture and the GATT: A Time for Change', Economic
Review, Feb. 1989, ss. 21-42.
Bergsten, C.F. ve Cline, W.R., Trade Policy in the 1980s, Washington D.C.,
Institute for International Economics (Policy Analyses in International Economics 3.), 1983.
Berksoy, T.,
Uluslararası
Tekstil ve Hazır giyim Ticareti ve Türkiye'nin
Konumu; Türkiye Tekstil Sanayii işverenleri Sendikası Yayını,
istanbul, 1991.
Bickerdike, C.F., 'The Theory of Incipient Taxes', Economic Journal, XVi,
1906, ss. 529-35.
Chatterjee, P, 'GATT Deadline Looms', Development Forum, Sept. Oct. 1990.
VoI.XVIII, NO.5.
137
Cline, W.R., 'Reciprocity': a new appoach to world trade policy? 'Trade policy
in the 1980s', ed. W.R.Cline, Washington, D.C.; Institute for Int.
Econ. 1983. içinde.
Cline, W.R., 'Macroeconomic Influences on Trade Policy' AER, Papers and
Proceedings, Mayıs 1989, ss. 123-127.
Corden, W.M., Th.:ı Theory of Protection (Oxford, The Clarendon Press, 1971).
Davenport, M., 'The Economics of Antidumping and the Uruguay Round', Intereconomics Nov/Dec. 1990, ss. 267-273.
Ford, R. ve Suyker, W., 'Industrial Subsidies in the OECD Economics', OECD
Economic Studies, No. 15, Autumn, 1990, ss. 37 - 81
GATT, 1986, GATT: Ministerial Decleration on the Uruguay Round, GATT
Press Release, 25 September, 1986.
Hochstrate, H.J. ve Zeppernick, R., 'Distortions tn World Trade: Recent
Developments', Intereconomics, Nov/Dec. 1988, ss. 261-267.
(Ayrıca, Economics, Vol. 41, 1990 içinde).
Hufbauer, G.C., 'Subsidy Issues after teh Tokyo Round, TradE: Policy in the
1980s, Ed. by W.R. Cline, 1983 içinde.
Karluk, S.R., 'Serbest Piyasa Ekonomilerinde Sübvansiyonlar ve
Dünya, 26-27-28 Haziran 1990.
Sonuçları',
Kierzkowski, H., 'Protection and Competition in International Trade, Essays
in Honor of W. M. Corden, Basil Bl.ackwell, 1987.
Laird, S. ve Yeats, A, 'Trends in Nontariff Bamiers of Developed Countries,
1966-1986', Wehtwirtshaftliches Archiv, Band 126, Heft 2, 1990,
ss. 299-325.
Lang, F.P., 'Does the New Protectionism Really Harm All Trading Countries?
Intereconomics, Jan/Feb. 1989, ss. 12-16.
Lloyd, P.J., 'Trade Policies and Their Impact on Individual Economies',
Economic Adjustment: Poiicies and Problems, Ed. by Frank
Holmes, IMF, 1987, ss. 8 - 29.
Messerlin, P.A, (Antidumping Laws and Developing Countries', The World
Bank International Economics Department, Working Papers
NO.16, Washington, June 1988..
Messerlin, P,A, 'The EC Antidumping Regulations: a First Appraisal',
Weltwirtshaftliches Archiv, Vo1.125, No.3, 1989, ss. 563-587.
138
Murray, T., Trade Pereferences for Developing Countries, London, Macmillan, 1977.
Nicolaides, P., 'Safeguards and the Problem of VER's., Intereconomics,
Jan/Feb. 1990, ss. 18-24.
Nicolaides, P., 'Antidumping Measures as Safegurads: The Cas e of the EC',
Intereconomics, No/Dec. 1990, ss. 273-279.
Pearce, J. ve Sutton, J., 'Protection and Industrial Policy in Europe', The Royal
Institute of International Affairs, Routledge and Kegan Paul,
Londan 1985.
Runge, C.F., 'The Assault on Agricultural Protectionism', Economic Impact,
No.66, 1989, ss. 4-11.
Salvatore, D., International Economics, Second Edition, Macmillan Publishing Company, 1987.
Salvatore, D., 'A Model of Dumping and Protectionism, in the US'
Weltwirtschaftliches Archiv, Heft 4, 1989, ss. 763-781.
Salvatore, D., International Economics, Third Edition, Macmillan Publishing
Company, 1990.
Sampson, G.P. ve Snape, R.H. 'Identifying the Issues in Trade In Services',
The World Economy 8, 1985, ss. 171-181.
Schoft, J.J., 'US-Canada Free Trade: Implications for the GATT', Finance and
Development, 1988, ss. 43-49.
Share, M., 'Government Interventions in Agriculture', (National Policies and
Agricultural Trade' adlı kitabın eleştirisi), The Journal of Agricultural Economics Research, vo1.41, No.3, Summer 1989, ss. 4142.
Soon, C., 'Comment', 'Trade Policies and Their Impact on Individual
Economies', Economic Adjustment: Policies and Problems,
Ed. by Sir Frank Holmes, IMF, 1987 içinde ss. 30 - 33
Tan, A., 'Payments Imbalances, Sudden Surges and Safegurads', The World
Economy, Vo1.12, No.3, 1989.
Tang, X., 'Textiles and the Uruguay Round of Multilateral Trade Negotiations',
Journal of World Trade, June 1989, ss. 51-68.
Tumlir, J., 'Protectionism: Trade Policy in Democratic Sccieties', AEI Study,
No.436, 1985.
139
Valdes, A, 'Agriculture in the Uruguay Round: Interests of Oeveloping
Countries', The World Bank Economic Review, Vol. 1, No.4,
Sept. 1987, ss. 571-593.
Walter, 1., 'Non Tariff Potaction Among Industrial Countries: Some Preliminary Evidenee', Economia Internazionale, XXV, 1972. ss. 335354.
Wiedemann, R., The Anti-Oumping Policy of the European Commuities, Intereconomics, January/February 1990, ss. 28-35.
Wolf, M., 'Why Voluntary Export Restraints? An Historical Analysis', The World
Economy, Vo1.12, NO.3, 1989, ss. 273-291.
Yarbrough, B. V. ve Yarbrough, R.M., The World Economy: Trade and
Finance, Second Edition, The Oryden Press, 1991.
Zupnick, E., 'Ec-US and 1992: A Prelude to Trade Wars?' European Affairs,
2/1989 Summer, ss. 111-120.
140
KAVRAM DiziNi
A-
D- Damping, 15, 123-125
- Arızi Damping, 123
- inatçı Damping, 123
- Saldırgan Damping, 123
- Devlet Ticaret Şirketleri, 125 - 127
- Devlet Satınalım Politikaları, 66, 117 118
Alpar ve Ongun, 17
- ABD - Kanada Serbest Ticaret
Anlaşmasl,32
-
Adil Ticaret (FairTrade), 36, 51,59,62
Aho ve Aronson, 51
Altvater, E., 53
Anderson ve Hayami, 45
Antidamping Politikası, 39
AT Antidamping Yasası, 40
Antidamping Vergileri, 42
Ayırırncı Devlet Satınalımları,
117-118
Ayırım Gözetmeme ilkesi,
20-22,42
AT Komisyonu, 41, 69
AT Konseyi, 41,69
A&G,105
E- En çok Kayırılan Ülke iıkesi, 20-22, 42,
73
- Escape Clauses, 26, 30, 57
- Eximbank, 98
- Export Enhancement Programı
(ABD),103
F- FikriMülkiyet Hakları, 48,51
- 'Free Rider' Sorunu, 21 - 22
- Ford ve Suyker, 105, 109
B- Balassa, B., 54
- Balassa ve Sharpston, 97
- Baldwin, R., 19, 21, 23, 24, 27,
27,28,35,60
- Barkema, A, 17, 44 Bergsten ve
Cline,71
Benzer Ürün (Like Products), 41
Bickerdike, C.F.
- Bretton Woods, 60
- Baldwin ve Murray, 94
Buy American Act
- Blok Satınaıımıar, 125
-
G- GATT, 17 - 53
c-
-
Cairns Grubu, 31
Chattersee, P., 32, 36
Cline, W.R., 22, 60, 62
Corden, W.M., 87
CAP, 43
-
Toplantıları, 18
- Maddeleri, 26 - 27
Temel ilkeleri, 20
istinalar, 25 - 30
Sübvansiyon Komitesi, 35
Antidamping Kodu, 40, 41
Anlaşmazlıkları Çözme Sistemi,
148, 51
Genel Tercihler sistemi (GSP), 30, 93
Gönüllü ihracat sınırlamaları (GiS), 18,
21,22,61,64,66, 71, 89 - 91
Garantiler, 116
George, H., 15
Greenaway, D., 30, 74
H-
ç-
- Havana Charter, 20
- Heckscher - Ohlin - Samuelson
Modeli,78
- Hizmetler Sektörü, 49
- Çok Elyaflılar Anlaşması, 43, 46, 47, 70
141
p-
- Hibeler, 115 - 116
- H och strat e ve Zeppernick, 69, 73
- Hufbauer, 21, 104
- Peril Point Önlemleri (ABD), 57
R-
i-
- Roma Antlaşması, 63, 66, 69
- ihracat Sübvansiyonlan, 22, 40,
97 -117
- ihracat Kredi Sübvansiyonla.rı, 115
- idari ve Teknik Dış Ticaret Engelleri,
66,118 -121
- imalat Sanayii'nin Sübvansiyonu,
113-115
- ikili Ticaret Anlaşmaları, 126
5Salvatore, D., 56, 98
- Sampson ve Snape, 49
- Soon, C., 53
- Safeguard Provisions, 25, 27, 48
Smoot - Hawley Tarife Yasası (ABD),
20,56
- Sanayi Sektörünün Sübvansiyonu,
110-115
- Sübvarısiyon Alana Sağlanan Net
Yarar Olçüsü, 106
..
Sübvansiyonda 'Net Maliyet' Olçüsü,
K-
Karşılıklılık ilkesi, 22 - 24, 30, 45, 61
Karteller, 121 - 122
Kotalar, 83 - 89
Kısa Dönemli Pamuklu Dokuma
Anlaşması, 46
..
Kendini Sübvanse Eden Uretim
Sübvansiyonu, 96 - 97
.
Karşılaştırmalı Üstünlükler Ilkesi, 11
Koopman, G P., 65
Krugman, 34
106
Sübvansiyonlar / GSMH Oranı, 107
- Sübvansiyonların Sektörel Dağılımı,
107 -109
- Sübvansiyonlarve Bütc,.e, 110 -112
Sübvansiyon Araçları, 112 - 115
T- Tarifeler, 77 - 89
- Bilimsel Tarife, 12
ihracat Tarifeleri, 77
ithalat Tarifeleri, 77
Ad Valorem Tarifeler, 77
- Pazarlık Tarifeleri, 15
- Spesifik Tarifeler, 77
- Tarım Sektörünün Sübvansiyonu,
43-45
- Tarife - Kotalar, 91 - 94
- Telafi Edici (Denkleştirici) Vergi, 39
- Trigger - Price Mechanism (ABD)
- Ticaret Anlaşmaları Yasası (ABD,
1934), 56, 58
Ticareti Genişletme Yasası (ABD,
1962),57
- Ticaret Reformu Yasası (ABD, 1974), 58
Ticaretle ilişkili Yatırım Koşulları, 48, 50
- Taklit Üretim (Counterfeiting), 49
- Tan, A., 48
.
- Tang, X., 46
- Ticaret Önlemlerine Ilişkin Veri Tabanı
(UNCTAD),73
L~
Laird ve Yeats, 73,75
- List, F., 52
- Liebermann, 63, 67, 68
M- Maddi Zarar (Material injury), 37
- Menşe ilkesi, 38
Marjinal Sübvansiyon Oranı, 105
Merkezileştirilmiş Kartel
Merkezi Planlı Ekonomiler, 125 -126
Messerlin, PA, 40
- Murray, T., 94
N- Nicoladies, P., 28,29
0Optimum Tarife, 11
- O{talama Sübvansiyon Oranı, 106
142
u-
- Uluslararası Ticaret Örgütü
- Uruguay Raund, 18,31, 32, 48
- Uzun Dönemli Pamuk Dokuma
Anlaşması, 46
- Jluslararası Mal Anlaşmaları, 120
- Uluslararası Fiyat Farklılaştırması
(Damping), 123 -125
- Uluslararası Ticaret Komisyonu
ü-
- Üretim Kaybı / Tüketim Kaybı,
79,81,85,92, 99
- Üretim Sübvansiyonları, 14, 19
v-
- Varış Ülkesi ilkesi, 38
- Vergi Muafiyetleri, 114
- Valdes, A., 45
w- Wa~er, 1., 31,74
- Weidemann, R., 18, 40
- Wolf, M., 22
y-
Yavru Sanayi Tezi, 12,13
Yeni Sanayileşen Ülkeler, 55, 69 - 72
Yeni Korumacılık, 11
Yerel Malzeme Kullanma Koşulları, 50
Yarbrough ve Yarbrough, 103, 104
z- Zupnick, E.
143
Ke-\1kAYaJ15
- - - - ._--~-?"
Hizmetleri
Basım Yayın
Klodfarer Caddesi
Dostluk Vurdu SokNo. 8/5
Çemberlitaş/iSTANBUl
Tel: 516 29 84
Fax: (90-1) 516 29 93
" İSTANBUL
TİCARET"
gazetesi
size neler
kazandırır?
İs ta nbul Ticaret Od as ı 'nın yay ın organı olarak
her haft a Çıkın ak t~ olan " İ stan bul Ticaret" gazetesi,
* Ulusal ve ulu s l araras ı ticarete i liş ki n, en son gelişmele ri
veren haberleri ,
* Mevzuata
* Yurt
gelen
* Sektör ve ülke
ilişkin aç ıklam a ve yoruml arı ,
dış ınd an
iş teklifle rine ait listeleri,
araş tırmal arı
ile size çok şey
kazand ırabilir.
" İ s t anbul Ticar~ t " in yıll ık abone bedeli, 25 .000.-TL. dir.
Abone olmak için, aşağıdaki abone formunun bir benzerini
düzenleyerek, abone bedelini Oda'm ız veznesine yatırırken ,
Neş riyat Ş ubemize teslim etmeniz, bedeli, banka hesapl arı ­
mı zd an birisine yatırmanız halinde ise, formdaki bilgileri,
banka makbuzu fotokopisi ile birlikte aynı ş u be mize faksla
(faks: 5262 i 97) veya posta ile iletmeniz yeterl i o lacak tır.
Abone formu :
Ticaret Sicil no (Oda üyeleri için):
İ si m : _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ __
Adres : .__..._.._. __..._._..___________.___.__.._
Banka hesap
numaraları
T . İş Bankast Küçükpazar Şb .
Akbank Küçükpazar Ş b.
Ziraat Bankas t Bahçekapt Ş b .
20030
557-9
8735
.'
Download