TANIMI Şizofreni bir beyin hastalığıdır. Bu hastalık alevlenme ve yatışma dönemleri ile seyreder. Şizofrenisi olan kişi zaman zaman psikotik dönemler yaşar. Ancak yaşamının büyük kısmında gerçeği değerlendirmesi normal ya da normale yakındır (Amin S. ve diğerleri, 1999, 175:537-543). Şizofreni kişilik bölünmesi, zayıf kişilikli olma, zeka geriliği veya tembellik değildir. Önemli ruhsal hastalıklarından birisidir. Hastalarda genelde gerçekle hayal dünyasını ayırt edememe, mantıksal düşünme yeteneği kaybı, normal duygusal tepkiler verememe ve toplumsal kurallara uyamama görülür. Aynı zamanda hatırlama ve normal konuşma yeteneği genelde kaybolur. Diğer bedensel ve ruhsal hastalıklarda olduğu gibi organik nedenleri vardır. Bu Gün şizofreninin ortaya çıkışında rol oynayan dopamin ve serotonin sistemi gibi beyinde yer alan taşıyıcı (nörotransmitter) sistemlerin rol oynadığı araştırmalarla gösterilmektedir. Toplumda %1 oranında şizofreni görülmektedir. Sıklıkla 1525 yaşları arasında ortaya çıkmaktadır. Şizorfeni hastalığı 12 yaşından önce ve 40 yaşından sonra görülmesi enderdir(Üçok,A. 2009) Günümüzde kullanılan ilaçlar belirtileri büyük oranda kontrol altına alabilmekte ancak bazı semptomlar çoğu hastada yaşam boyu sürmektedir. Bu hastalığı tümüyle atlatan hasta sayısı tüm hastaların ancak 1/5’idir. Bazı hastalar sadece bir defa atak geçirmekte, bazı hastalarda ara dönemleri normal olan ve tekrarlayan ataklar olmakta, bazı hastalarda ise belirtilerde artma ve azalma ile giden ancak hiçbir zaman normale dönmeyen bir seyir görülebilmektedir. (Üçok,A. 2009) İlaç kullanımı ile çoğu belirti kontrol altına alınabilmektedir, buna karşın bazı hastalar halen var olan ilaç tedavilerinden faydalanamamakta, ekonomik nedenlerle ilaçları temin edememekte veya ilaç yan etkileri nedeni ile tedaviye devam etmek istememektedir (Amin S. ve diğerleri, 1999, 175:537-543). TARİHÇESİ Şizofreniyle ilgili yazılı belgeler çok eski dönemlere, Eski Mısır firavunları dönemine yani yaklaşık M.Ö 2 bin yıllarına dayanmaktadır. Depresyon, demans ve şizofreni için tipik olan düşünce bozuklukları Kalpler Kitabında ayrıntılı olarak tanımlanmıştır. Eski Mısır’da kalp ve akıl eş anlamlı gibi görünmektedir. Fiziksel hastalıklar kalp ve dölyatağıyla ilgili semptomlar olarak kabul edilmiş ve bunların kan damarlarından ya da irin, dışkı, zehirler yada kötü ruhlardan kaynaklandığı kabul edilmiştir. Antik Yunan ve Roma literatüründe yakın zamanda yapılan bir araştırma, toplumun psikotik hastalıklarla ilgili bilgi sahibi olduğunu ama bu toplumlarda şizofreni için modern tanı kriterlerine uyabilecek bir durumun bilinmediğini göstermiştir. O dönemlerde “anormal” kabul edilen bütün kişiler akıl hastalığı, zeka geriliği veya fiziksel deformitesi olanlar büyük ölçüde aynı şekilde tedavi edilmekteydi. İlk teoriler akıl hastalıklarına, vücudun kötü ruhlar tarafından ele geçirilmesinin neden olduğunu ileri sürmüştü. Bunlar için uygun tedavi, bu kötü ruhların çeşitli yollarla vücuttan çıkarılmasıydı. Bu yöntemler belirli müzik türlerinin dinletilmesi gibi zararsız uygulamalardan hastanın kafatasına delik açılarak kötü ruhların dışarı çıkmasının sağlanması gibi tehlikeli ve bazen ölümcül olan uygulamalara kadar uzanmaktadır. Şizofreni kavramının tarihsel gelişimi değerlendirdirildiğinde, 17. yüzyılda Willis’in, 18. yüzyılın başında İngiltere’de John Haslam ve George Man’ın “gençlik çağında başlayan endojen yapılı içe kapanma, düşünce ve heyecan bozukluğu ile belirli” olarak tanımladıkları ve bir ad vermedikleri bozukluğun şizofreni olduğu düşünülebilir. “Demantia preacox (erken bunama)” deyimi ilk olarak Morel, 1860 yılında kullanmıştır. 1871’de Hecker “hebefreni”yi ve 1874’de Kahlbaum “katatoni”yi tanımladıktan sonra, 1896’da Alman ruh hekimi Kreapelin bu iki hastalık tipine, paranoid ve basit tipleri de ekleyerek, hepsini “dementia preacox” ismi altında toplamıştır. 1911’de yayınladığı “Dementia Preacox ve Şizofreniler Grubu” adlı kitabı ile yeni bir çığır açmış olan İsviçreli ruh bilimci Eugen Bleuler, Kreapelin’in tanımladığı gibi, hastalığın erken gelen yaşlarda başlamasının ve bunama ile sonuclanmasının şart olmadığını gösterdi. “Akıl bölünmesi” anlamına gelen şizofreni terimini ilk olarak kullanan kişi, Bleuler’dir. Bugün bu terim geçerliliğini devam ettirmektedir. Psikobiyoloji okulunun kurucusu olan Adolf Meyer, şizofreni ve diğer mental bozuklukları çeşitli yaşam streslerine karşı birer tepki olarak değerlendirmiş, bu sendroma da bu yuzden “şizofrenik” reaksiyon adını vermiştir. Kişiler arası psikoanalitik okulun kurucusu olan Harry Stack Sullivan, toplumsal izolasyonun şizofreninin hem bir nedeni hem de belirtisi olduğu üzerinde durmuştur. Gabriel Langfeldt kurumsal formulasyonlara girmektense ampirik deneyimlerden yola çıkarak bir takım ölçütler tanımlamıştır. Langfeldt, bu bozukluğu gercek şizofreni ve şizofreniform psikoz olarak ikiye ayırmıştır. Gercek şizofreni tanısını, sinsi bir başlangıç, otizm, duygusal küntlük, depersonalizasyon, dereelizasyon ve gerçekdışılık duyguları bulgularına dayandırmıştır. Gerçek şizofreni, çekirdek şizofreni, süreç şizofreni ya da remisyona girmeyen şizofreni olarak da adlandırılmaktadır. Kurt Schneider şizofrenide birinci derecede semptomlar olarak adlandırdığı bir takım semptomları tanımlamıştır. Schneider, bu semptomların sadece “şizofreniye özgü” belirtiler olduğunu ileri sürmemiş ancak bunların tanı koymada değer taşıdığı üzerinde durmuştur. Schneider, tanımladığı ikinci derece semptomlara dayanılarak da şizofreni tanısı konabileceğini ileri sürmüştür. KLİNİK ÖZELLİKLERİ Kalıtımın hastalığın oluşmasında önemli rolü vardır. Şizofrenisi olan her 10 kişiden birinin yakın akrabaları arasında bu hastalık görülür. Ancak bu durum anne babanın yetiştirme tarzıyla ilgili değildir. Hastalığın geni tam olarak bilinmiyor. Hastaların beyinlerinin normal gelişimden farklı bir yol izlediğine ilişkin kanıtlar var. Bu değişiklikler doğumdan önce ya da doğum sırasında etkili olan nedenlere bağlanır. Gebeliğin erken dönemlerinde virüs enfeksiyonları ya da doğum sırasındaki bazı güçlükler gibi(Üçok, A. 2008;11:3-8). OLUŞ NEDENLERİ( ETYOLOJİ) Beyinde milyarlarca sinir hücresi bulunur. Bu hücreler bir telefon şebekesi gibi birbiriyle bağlantılıdır. Her hücrenin ucundan salınan bazı kimyasal maddelerle (nörotransmitter:adrenalin, dopamin, serotonin gibi…:) komşu hücreye ulaşarak hücreler arası haberleşmeyi sağlar(Üçok,A. 2009). Şizofrenisi olan kişilerde dopaminin aracılık ettiği haberleşmede bir bozukluk olduğu bilinmektedir. Dopamin hastaların beyninde bazı bölgelerde fazla miktarda bulunmaktadır. Bu da halüsinasyon ve hezeyanlara yol açmaktadır. Şizofreninin ortaya konabilmiş, tek bir oluş nedeninden söz edebilmek mümkün değildir. Günümüzde düşünülen, şizofreninin pek çok etkenden köken alan, bir hastalıklar kümesi olduğudur. Gerçekten de, yüzlerce şizofreni hastası ele alındığında bile birbirine tıpatıp benzediği söylenebilecek iki-üç tanesini tespit etmek bile çok güçtür. Hastalığın oluş nedenleri arasında çeşitli etkenler ön plana çıkmış durumdadır: Ailesel yatkınlık yani kalıtım, annenin gebelik sırasında maruz kalmış olabileceği enfeksiyonlar ya da zehirlenmeler, doğum sırasında ortaya çıkmış olabilecek zedelenmeler ya da bebeğin oksijensiz kalmış olması, erken çocukluk döneminde çocuğun yetiştirilmesindeki olumsuz ana-baba tutumları, ileri dönemlerdeki olumsuz sosyal koşullar ya da zedeleyici yaşam olayları en çok dikkate alınan oluş nedenleri arasındadır. Tüm bu etkenlerden bir veya daha fazlasının ortak etkileşiminin kişiyi şizofreniye yatkın bir birey haline getirdiği ve bu yatkınlığın doğumdan itibaren taşındığı düşünülmektedir. Kalıtımı ele aldığımızda son derece çarpıcı gerçeklerle karşılaşırız. Normalde toplumda şizofreniye yakalanma riski %1 iken, bu oran ana babasından biri şizofren olan çocukta 12 kat; hem annesi, hem babası şizofren olan çocukta ise 40 kat artmaktadır. Şizofrenisi olan bireylerin birinci derece akrabalarında şizofreni gelişme olasılığı normal topluma oranla 8 ila 10 kat daha fazladır. Tüm risk faktörleri bulunsa ve şizofreniye yatkınlık doğumdan itibaren taşınsa da bir grup kişide şizofreni yaşamboyu belirti vermeden gizli kalabilmektedir. Ancak önemli bir grupta da evlenme, askere gitme, işten ayrılma, çok sevilen bir yakının ölümü vb. gibi sarsıcı bir yaşam olayını takiben hastalık tüm belirtileri ile ortaya çıkabilmektedir. Bu durumu zaten dolu olan bardağın son birkaç damlanın eklenmesi ile taşması olarak düşünebiliriz. (www.intaniye.com). PSİKOSOSYAL ETKENLER Şizofreniyle ilgili nörobiyolojik gelişmeler yoksulluk, eşitsiz gelişme, göç, aile yapıları, kültürel etkenler, etnik özellikler gibi toplumsal etmenlerin geri plana itilmesine yol açmıştır. Oysa Astrachan ve Scherl'in (1991) de belirttiği gibi yoksulluk ve diğer toplumsal sorunların kronik ruh hastalıklarının ortaya çıkmasında nasıl rol oynadığını anlamak nörobiyolojik mekanizmaları anlamak kadar önemlidir. Süregen bir ruhsal bozukluk olan şizofreninin de toplumsal yapı ile arasında çok önemli ilişkiler vardır. Epidemiyolojik çalışmalar şizofreni gelişme riskinin en alt sosyoekonomik gruplarda yer alan kişilerde üst gruplara göre yaklaşık 8 kat fazla olduğunu göstermektedir (Holzer ve ark. 1986). Bu risk orta sosyoekonomik gruplara göre iki misli fazladır. Şizofrenisi olan bütün kişilerin yaklaşık olarak yarısı en alt sosyoekonomik grupta yer almaktadır. Şizofrenide özellikle hastalığın başlamasından 10 yıl sonra, alt sosyoekonomik sınıflardaki hastalar diğer hastalara göre daha kötü durumdadır. Sınıfsal özellikler şizofreninin seyri ve sonuçlarıyla yakından ilişkilidir. Şizofreninin yoksullukla ilişkisi bağlamında ele alınması görüşü, düşük sosyoekonomik duruma eşlik eden her değişkenin şizofrenili kişilerde de bulunduğu gerçeğiyle desteklenmektedir. Örneğin, işsizlik, girişim eksikliği, toplumsal yabancılaşma gibi etkenlerin yanı sıra evlenmemiş olma, madde kötüye kullanımı, şiddet ve azınlık olma durumu toplumdaki yoksul kişilerin ortak özellikleridir. Bu özelliklerin hastalıktan ortaya çıktığını varsaymaktan çok etiyolojideki rolünün daha dikkatli bir şekilde ele alınması zorunludur(Sevinçok, L. , 2000;1:5-10) BELİRTİLERİ Şizofreni rahatsızlığının belirtileri insandan insana değiştiği gibi aynı insanda zaman içinde farklılıklar gösterebilir. Hastalığın alevlendiği dönemlerde görülen belirtiler ağırlaşır. Şizofreni, kendisini insanın dış görünümünde, konuşmasında, duygularını ifade etmesinde, davranışlarında ve düşüncelerinde oluşan değişiklikler ve bunların toplumsal yansımalarıyla belli etmektedir. Dış görünüşte bazı değişiklikler görülebilir. Kişinin kendisine bakımı azalabilir ve alışılmışın dışında bir giyim tarzı görülebilir. Bazı kişilerin ise dış görünümünde rahatsızlık öncesi ve sonrasında herhangi bir farklılık olmayabilir. Duygusal değişikliklerde her zaman dışa vurum söz konusu olmayabilir. Mimikler ve jestlerde azalma, çevredeki olaylara ve kişilere karşı ilgisizlik görülebilir. Duygusal çökkünlük, bunaltı, endişe, kaygı ya da öfke yüz ifadesinde herhangi bir donukluk olmadan da yaşanabileceği gibi kişinin yüzünde donuk bir duygu ifadesi varlığı, konuşmama ya da kişinin herhangi bir olay karşısında duygu ifade edecek jest ve mimik göstermemesi şeklinde de görülebilir. Bazı hastaların konuşmalarında da değişiklikler gözlenir. Bazen konuşmalarda bir dağınıklık ve anlaşılmazlık görülmezken bazen de dağınık, yer yer kopmalar içeren kendince anlamı olan sözlerin, gereksiz ayrıntıların çok fazla olduğu, belirli bir mantık örgüsü izlemeyen ve sözcükler arasında anlam bütünlüğü olmayan konuşmalar görülmektedir. İçine kapanma veya yakınlarına bağımlılıkta artma görülebilir. Amaçsız ve anlamsız davranışlar gösterebilirler. Hiç hareket etmeme, devamlı bir noktaya bakarak hiç konuşmama veya saldırgan davranışlar olabilir. Bazı kişiler de başkalarından zarar görecekleri endişesi içinde takip edildiklerini, öldürüleceklerini, insanların kötü amaçlarla kendilerine yaklaştıklarını düşünebilirler. Bu nedenle dışarı çıkmaktan korkabilirler ve eve kapanabilirler. Kendi düşündüklerinin başkaları tarafından duyulduğunu söyleyebilirler. Sayılan belirtilerin Şizofreni rahatsızlığının belirtileri insandan insana değiştiği gibi aynı insanda zaman içinde farklılıklar gösterebilir(HOCAOĞLU, Ç. 2001;2(2):106-115). GİDİŞ(SEYRİ) Şizofrenide hastalık dalgalanmalar gösterebilir. Genel içe kapanmanın olduğu dönemler ve kriz dönemleri nöbetler halinde ortaya çıkabilir. Genel içe kapanma döneminde kişi dikkatsizdir. Çevresi ile ilişkilerinde arkadaşlarına ve ailesine karşı sorumsuz ve ilgisiz olabilir. Eğlencelere ve olaylara karşı ilgisi azdır. İşine ya da okuluna devam etmez. Temizliğine ve kıyafetine özen göstermez. Kıyafet değiştirmeyebilir, banyo yapmayabilir. Tekdüze bir yüz ifadesi vardır, duygularını mimikleri ile ifade edemez. Konuşması azdır, sesindeki duygusal tonlamalar kaybolur. Basit cümleler kurmaya başlar. Kriz döneminde ise kişinin gerçekle ilgili algısı büyük oranda bozulmuştur. Çevresindeki olayları ve kişileri olduğundan farklı görür ve yorumlar. Bu dönemde çevresinden kendisine yönelik düşmanlık yapıldığını ve bundan zarar görebileceğini, insanların kendi düşüncelerini etkilediklerini, yakınları ve sevdikleri tarafından ihanete uğradığını, insanüstü ya da dini özelliklere sahip olduğunu düşünebilir. Aslında var olmayan sesleri duyabilir ve bu sesleri dinleyerek bunlara yanıt verebilir. Çevreden kendi kendisine konuştuğu fark edilir. Gözünün önüne görüntüler gelebilir. Bu dönemde düşüncelerini toplaması ve aktarmasında güçlükler ortaya çıkabilir. Dağınık, saçma, garip konuşmalar olabilir. Tuhaf davranışlarda bulunabilir. Hastalığın daha hafif seyrettiği kişiler 20 yaşından sonra ortaya çıkanlar yüksek sosyo-ekonomik düzeye sahip olanlar hastalık öncesi toplumsal ilişkileri ve işlevselliği iyi olan, işi olanlar. Genetik yatkınlığın olmayışı (ailede hastalığın görülmemesi) Başlangıcın bir olaya bağlı olarak olması yavaş yavaş değil, aniden başlaması tedavi için geçen surenin kısa olması duygulanımda silinme ve uygunsuzluğun olmadığı kişiler(SOYGÜR, H. , 1999;3:83-90). KAYNAKÇA Amin S, Singh S, Brewin S ve ark. (1999) Diagnostic stability of first-episode psychosis. Br J Psychiatry, 175:537-543. burhanburhanoglu.com, 11.05.2013 tarihinde http://burhanburhanoglu.com/index.php?option=com_content&view=article&id=71:izofrenitarihce&catid=37:sizofreni&Itemid=64 adresinden erişildi. HOCAĞOĞLU, Ç. (2001) İleri Yaşlarda Görülen Psikotik Bozukluklar. Anadolu Psikiyatri Dergisi. 2001;2(2):106-115. intaniye.com, 11.05.2013 tarihinde http://www.intaniye.com/ruhsal-saglik/sizofreninin-olusnedenleri.html) adresinden erişildi. SEVİNÇOK, L. (2000). Şizofreni Etiyolojisinde Psikososyal Nedenler. Şizofreni Dizisi 2000;1:5-10. SOYGÜR, H. (1999). Şizofreni Tedavisinde Genel Bir Bakış. Psikiyatri Dünyası. 1999;3:8390. ÜÇOK, A. (2008). Psikiyatriye Bir Bakış. Klinik Psikiyatri. 2008;11(ek 1):3-8. yenimakale.com, 11.05.2013 tarihinde http://www.yenimakale.com/sizofreni.html adresinden erişildi.